text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, sosyal medyada yer alan bir habere yaptığı yorum nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olayların meydana geldiği tarihte Kütahya'da ikamet etmektedir. Başvurucu 10/12/2012 tarihinde, Demokrat Kütahya isimli yerel gazetede yer alan ve sosyal medyada paylaşılan bir habere yorum yapmıştır. Bahsi geçen habere göre Kütahya Barosuna bağlı bir avukat (somut olayda müşteki) yanında bir "sahte avukat" çalıştırmaktadır. Haberde, müştekinin çalışanının gerçekte avukat olmadığı hâlde müşteki tarafından kendisine yetki belgesi verilerek yüzlerce dava ve takip yaptırıldığına ilişkin iddialar aktarılmıştır. Başvurucu, sosyal medyaya aktarılan bu haberin altına görüşlerini yazmıştır. Başvurucunun görüşleri şundan ibarettir: "Yazık görevi kötüye kullanan kadar buna izin verenler de tutuklu yargılanmalıydı her zamanki gibi kötü niyetli insanlar kanuni boşluktan yararlanmışlar ne yazık." Söz konusu haber ve yorumlar nedeniyle başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında hakaret suçundan kamu davası açılmıştır. Kütahya Sulh Ceza Mahkemesi 6/12/2013 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Yukarıdaki tüm hususlar ve tüm dosya kapsamı, müşteki beyanı ve sanıkların ayrı ayrı beyanları, gazete küpürleri, e posta ve facebook kayıtları değerlendirildiğinde; ..., sanık Fatma Nida Olçar'ın "yazık görevi kötüye kullanan kadar buna izin verenlerde tutuklu yargılanmalıydı her zamanki gibi kötü niyetli insanlar kanuni boşluktan yararlanmışlar ne yazık" şeklinde müştekinin kişilik haklarını ihlal edici ve toplumda hakkında olumsuz intiba uyandırabilecek görüşte bulunduğu ... Müştekiye karşı hakaret suçunu işlediklerinden dolayı haklarında ceza verilmesi cihetine gidilmiştir ..." Başvurucunun karara yaptığı itiraz, Kütahya Asliye Ceza Mahkemesince 19/2/2014 tarihinde reddedilmiştir. Karar başvurucuya 7/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Somut başvuruda ilgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için Bekir Coşkun [GK], (B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 18, 19) ve Kemal Kılıçdaroğlu (B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37) başvurularına bakılabilir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5456 | Başvuru, sosyal medyada yer alan bir habere yaptığı yorum nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/796 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/796 | Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; mahkeme kararının uygulanmaması, kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında yapılan suç duyurusunun sonuçsuz kalması ve yürütmenin durdurulması istemine ilişkin kararın verilmesi sürecinin uzun sürmesi ile savunma ve cevap sürelerinin davalı idare lehine uzatılması nedenleriyle makul sürede yargılanma, kararların icrası, silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Orhangazi Belediyesi (Belediye) tarafından Bursa'nın Orhangazi ilçesi Gölyolu No: 26 adresinde faaliyette bulunan A.Ş. adına ek tesis kurulmasına ilişkin 5/3/2013 tarihli ve 41 sayılı ruhsat işlemi tesis edilmiştir.A. Olayla İlgili Yargısal Süreç Aynı ilçede ikamet eden başvurucu tarafından anılan ruhsatın yürütmesinin durdurulması ve iptali için Bursa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkeme 30/4/2014 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:"Yukarıda yer verilen plan hükümleri ile tüm dosya kapsamının değerlendirilmesi sonucunda; ülkemizin korunması gerekli doğal yaşam alanı ve su havzası olan İznik Gölü'ne ait koruma alanı içinde ve 1/100000 ölçekli planda irdelenecek sanayi alanında diğer bir deyişle mevcut kullanımı üst ölçekli plan kararları ile çeliştiği için 1/100000 ölçekli plan kararları ve uygulama hükümleri doğrultusunda tekrar ele alınarak sağlıklaştırılması gereken alanda kalan metal döküm tesisine mevcut kapasitesini ve çalışma, inşaat alanını genişletecek şekilde izin ve ruhsat verilmesinin 1/100000 ölçekli plan ve plan hükümlerine, 1/25000 ölçekli plan ve plan hükümlerine, İznik Gölü havzası koruma ilkelerine ve ilgili mevzuata aykırı olduğu sonucuna varıldığından, dava konusu işlemde hukuka uygunluk görülmemiştir." Mahkeme kararına karşı Belediye tarafından yapılan temyiz başvurusu Danıştay Altıncı Dairesinin 16/6/2016 tarihli kararıyla reddedilerek karar onanmıştır. Temyiz incelemesi sonucunda verilen karara karşı Belediye tarafından yapılan karar düzeltme başvurusu aynı Dairenin 26/2/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 10/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği hususlarında Anayasa Mahkemesince Belediyeden bilgi istenmiştir. Belediye tarafından gönderilen 2/9/2019 tarihli yazı ve eklerinde dava konusu yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesinin 24/4/2017 tarihinde iptal edilerek mal sahibine tebliğ edildiği belirtilmiş ve ilgili belgeler yazı ekine iliştirilmiştir.B. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu, Mahkemenin iptal kararı üzerine 23/7/2014 tarihli dilekçe ile Belediyeden mahkeme kararının uygulanmasını talep etmiştir. Başvurucu, Belediye tarafından mahkeme kararının uygulanmaması sebebiyle söz konusu kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında Orhangazi Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine dava konusu yapının bulunduğu yerde 21/10/2014 tarihinde inceleme yapılmış, Olay Yeri İnceleme ve Görgü Tespit Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanakta; mühürlenen bina ve çevresinin büyük bir alan olduğu ve binada çalışma olduğu, Belediye tarafından tesisin sadece bir kapısının mühürlendiği, mühürlü alan içinde kimsenin bulunmadığı, mühürlü kapı haricinde tesise giriş yapılabilecek sekiz kapının daha olduğu fakat bu kapıların mühürlenmediği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Belediye Başkanı için İçişleri Bakanlığından ve diğer kamu görevlileri hakkında ilgili Kaymakamlıktan soruşturma izni istenmiş fakat soruşturma izni verilmemiştir. Bu durum üzerine başvurucu tarafından Belediye Başkanı hakkında Danıştay Birinci Dairesine, diğer görevliler hakkında Bursa Bölge İdare Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmuştur. Başvurucunun soruşturma izni verilmemesi kararına karşı yaptığı itirazlar Danıştay Birinci Dairesinin 8/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş, Bursa Bölge İdare Mahkemesi tarafından ise soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 11/2/2016 tarihli karar ile Belediye Başkanı dışındaki diğer kamu görevlileri hakkında da İçişleri Bakanlığından izin alınması gerektiği, bu durumda yetkili merciden alınmış bir izin bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucu Cumhuriyet Başsavcılığı kararının anayasal haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine 2016/75982 numaralı dosyası ile bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 23/2/2018 tarihli kararıyla anılan başvuruyu süre aşımı gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14282 | Başvuru, mahkeme kararının uygulanmaması, kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında yapılan suç duyurusunun sonuçsuz kalması ve yürütmenin durdurulması istemine ilişkin kararın verilmesi sürecinin uzun sürmesi ile savunma ve cevap sürelerinin davalı idare lehine uzatılması nedenleriyle makul sürede yargılanma, kararların icrası, silahların eşitliği ilkesi ve çelişmeli yargılama haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Cumhuriyet Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde bilgisayar işletmeni olarak görev yapmakta iken Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığının "mali hizmetler uzmanı" unvanını ihraz etmiş olanların, ilgili mevzuatta aranan diğer koşulları taşımaları kaydıylagörevdeyükselme, eğitim ve sınava tabi tutulmadan şube müdürlüğü kadrosuna atanabilecekleri yönündeki görüş yazısına dayanarak çalıştığı kurumda şube müdürlüğü kadrosuna atanmak istemiyle başvuru yaptığını; Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğü işlemiyle "isteğinin değerlendirileceği" belirtilerek talebinin reddedildiğini iddia etmiştir. Başvurucu 2/9/2009 tarihinde, belirtilen işlem ile görevde yükselme sınavının şube müdürlüğüyle ilgili kısmının iptali için iptal davası ve tam yargı davası açmıştır. Sivas İdare Mahkemesinin 25/3/2010 tarihli ve E.2009/941, K.2010/310 sayılı kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 3/4/2013 tarihli ve E.2010/3663, K.2013/2669 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 12/12/2013 tarihli ve E.2013/7146, K.2013/9889 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 21/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2851 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza mahkemesinin beraat kararı dikkate alınmadan iddialar doğrultusunda değerlendirme yapılarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, delillerin hatalı yorumlanarak usul ve yasaya aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun makul sürede yargılanma hakkı açısından kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından makul sürede yargılanma hakkı dışında başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/4/1999-2/9/2004 tarihleri arasında K. Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü (işveren) kadrosunda, fen işlerine bağlı asfalt şantiyesi şefliğinde şoför olarak çalışmıştır. Belediye İşçi İşyeri Disiplin Kurulunun 27/8/2004 tarihli kararıyla Belediyeye ait hizmet dışı olan bir aracın yakıt kartını 19/7/2004-2/8/2004 tarihleri arasında izinsiz kullanarak mazot aldığı gerekçesiylebaşvurucunun iş akdi feshedilmiştir. İşveren 21/9/2004 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, başvurucunun idarenin onayı olmadankullandığı araca farklı tarihlerde toplam 435,09 litre mazot aldığını belirterek mazot bedelinin başvurucudan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Bu arada başvurucu hakkında İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin E.2004/908 sayılı dosyasında hırsızlık suçundan dava açılmış, 28/11/2005 tarihinde beraat kararı verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İddianame ekindeki K. belediye Başkanlığının inceleme ve soruşturma raporu incelenmiş, ilgili belediyeden hizmet dışı olan aracın kartı ile sanığın kullandığı araç kartı ile alınan mazot miktarlarının dökümü istenmiş ve 2/8/2004 tarihi dışında her iki kart ile alınan mazot miktarlarının sanığın kullandığı kamyonun kapasitesi ve günlük istihkakı olan 100 litreden fazla olmadığı, 2/8/2004 tarihinden önceki mazot alımlarının sanık tarafından yapıldığı sabit olmadığı gibi sanık tarafından alındığının kabulünde dahi sanığın belediye aracına almış olduğu mazotları belediye kamyonu haricinde kullanıp menfaat elde ettiğine ilişkin kanıtda elde edilememiştir. Dinlenen tanıkların beyanları da sanığın atılı suçu işlediğine dair mahkememize yeterli kanaat oluşturmamıştır. Bu durumda sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır." Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 12/9/2011 tarihli kararıyla, sanığın üzerine atılı suçun niteliği, cezanın türü ve üst sınırına göre 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir. Başvurucu, iş akdinin haklı ve geçerli bir nedene dayanılarak feshedilmediğini, feshe dayanak olayla ilgili olarak açılan ceza davasında hakkında beraat kararı verildiğini belirterek 14/11/2011 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davası açmış, dosya 30/5/2012 tarihinde başvuru konusu dava dosyası ile birleştirilmiştir. Mahkeme 8/7/2013 tarihli kararında asıl davada davacı işverenin davasını kısmen kabul etmiş, başvurucunun birleşen davasını reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 18/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13442 | Başvuru, ceza mahkemesinin beraat kararı dikkate alınmadan iddialar doğrultusunda değerlendirme yapılarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, delillerin hatalı yorumlanarak usul ve yasaya aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ceza infaz kurumundaki tutulma koşulları ve görevlilerin bazı tutumları nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve savunma için yeterli kolaylıkların sağlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, Alevi dedesiyle görüşmeye ilişkin talebin kabul edilmemesi nedeniyle din ve vicdan özgürlüğü ile eşitlik ilkesinin, eşe ait pasaporta tahdit konulması ve tutukluluk sürecindeki taleplerin ceza infaz kurumunca karşılanmaması nedenleriyle özel hayata saygı ve etkili başvuru haklarının, tutukluluk sürecinde daktilo teminine yönelik taleplerin kabul edilmemesi, açlık grevi eyleminin disiplin cezasına konu edilmesi ve gazetecilik faaliyetlerinin mahkûmiyete gerekçe yapılması nedenleriyle ifade özgürlüğünün, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon 25/3/2019 tarihinde "yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun tespit edilmemiş olması" dolayısıyla başvurucunun tedbir talebinin değerlendirilmesi için başvurunun Bölüme gönderilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karar, başvurucuya bildirilmiştir. Komisyonca 4/11/2019 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Tutukluluğa İlişkin Süreç Başvurucu, gazeteci ve yazar olup 7/6/2015 tarihinde yapılan Dönem ile 1/11/2015 tarihinde yapılan (yinelenen) Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi'nde Cumhuriyet Halk Partisinden (CHP) İstanbul milletvekili olarak seçilmiştir. 2013 yılının son günlerinde gerçekleştirilen ve kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları veya 17-25 Aralık operasyonları olarak bilinen soruşturmalar; süreç içinde bir kısım kamu makamı, soruşturma mercii ve yargı organı tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı bazı yargı mensupları ve kolluk görevlilerinin bu yapılanmanın amaçları doğrultusunda Hükûmeti devirmek amacıyla kurguladıkları bir faaliyet olarak değerlendirilmiştir (ayrıntılar için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 10-35; Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30; Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 10-16). Bu değerlendirmeler sonrasında 17-25 Aralık operasyonları başta olmak üzere ülke genelinde birçok yerde FETÖ/PDY'nin faaliyetleriyle ilgili olarak başsavcılıklar tarafından soruşturmalar yapılmıştır (bunların bir kısmına ilişkin ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 27-31). Bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 2014 yılında 17-25 Aralık soruşturmalarına ilişkin süreçle bağlantılı olaylarla ilgili bir soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu soruşturma kapsamında başvurucunun da aralarında olduğu bazı şüpheliler hakkında 16/9/2015 tarihinde ayırma kararı verilmiş ve bir başka dosya üzerinden soruşturmaya devam olunmuştur. Soruşturma devam ederken başvurucunun milletvekili seçilmesi veAnayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olması nedeniyle başvurucuyla ilgili soruşturma işlemleri durdurulmuş ve başvurucu hakkındaki soruşturma diğer şüpheliler hakkındaki dosyadan ayrılmıştır. Başsavcılık, başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemine ilişkin olarak düzenlediği 2/5/2016 tarihli fezlekeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne göndermiştir. Anılan fezlekede -genel yayın yönetmeni olarak görev yaptığı Karşı gazetesindeki faaliyetleriyle ilgili olarak- başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım etme, gizli tanığı deşifre etmek suretiyle gizliliğin ihlali, gizli kalması gereken bilgileri ifşa ve yayımlama suçlarını işlediği iddia edilmiştir. Fezlekede başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin olgular özetle şöyledir:i. Ayçiçeği kod adıyla gizli tanık olarak bilgisine başvurulan bir kişinin soruşturma konusu olaylarla ilgili önemli açıklamalarda bulunduğu belirtilerek bu tanığın ifadesinde yer alan bazı hususlara yer verilmiştir. Bu kapsamda tanığın;-Karşı gazetesinin amacının yanlış olan her şeyi eleştirmek olduğunu, hangi parti, hangi ideoloji olursa olsun yanlışları eleştirmek amacıyla kurulduğunu,- Başvurucunun gazetede cemaatin (FETÖ/PDY) istediği haberleri oluşturmaya başladığını, zaman zaman Hükûmet aleyhine tapeler (konuşma metinleri) yayımladığını, - Karşı gazetesine bu haberleri, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonunun (TUSKON) (22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname - 667 sayılı KHK- ile "milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı" olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır.) danışman firmasından Y. isimli bir kişinin getirdiğini, bu kişinin anılan firmadan getirdiği materyalleri başvurucuya verdiğini, aynı şekilde CD'leri diğer şüphelilere de getirdiğini, ayrıca Y. isimli bu kişinin zaman zaman gazeteye gelerek başvurucu ile uzun süre görüştüğünü,- Haberlerin bazen CD, bazen de dosya kâğıdı şeklinde gizli belge olarak geldiğini, ayrıca bunların çiçeklerin içine veya çiçek saksılarına saklanarak ya da çikolataların içine konularak anılan firmadan CD yoluyla gönderildiğini ve genellikle kurye ile ulaştırıldığını, gelen CD'leri başvurucunun aldığını, sonra da gazetenin sahibine bilgi verdiğini,- Gazetenin sahibi ile başvurucunun bazı belgelerin yayımlanıp yayımlanmaması hususunda zaman zaman ters düştüklerini, gazetenin sahibi T.nin gizli ve kritik belgelerin yayımlanmasını istemediğini, başvurucunun ise ısrarla yayımlanmasını istediğini ve "Bunlar hükümeti düşürecek, Erdoğan'ı Lahey'de savaş suçlusu olarak yargılatacak belgeler, bunları yayınlarsak TUSKON size yardımcı olur, size yeteri kadar para verir, zengin olursun." dediğini, - Adana'da Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait tırların durdurulması olayından Cihan Haber Ajansının (25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlarda Düzenleme Yapılması Hakkında KHK ile "milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı" olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır.) haberdar olduğunu, başvurucunun da bu olaydan haberinin bulunduğunu, olaydan bir iki saat sonra Karşı gazetesine görüntülerin ulaştığını, başvurucu ile T.nin bu haberin yayımlanıp yayımlanmayacağı hususunda tartıştıklarını,- Gazete sahibinin rahatsız olduğunu hisseden cemaatin T. ile görüşmek istediğini, başvurucunun da buna aracılık ederek randevu ayarladığını, görüşmenin TUSKON merkezinde gerçekleştiğini ve toplantıya TUSKON'un üst düzey yöneticilerinin katıldığını,- Başbakan'ın Haliç Kongre Merkezi'nde yapmış olduğu görüşmeye (Başbakan'ın MİT Müsteşarı ile birlikte anılan yerde yabancı uyruklu bir iş insanı ile görüşme yaptığı ileri sürülmektedir.) ilişkin görüntüleri bir başka şüphelinin getirip başvurucuya verdiğini, başvurucunun da haber kaynağına 000 TL ödül verdiğini söylediği belirtilmiştir. ii. Başvurucunun TBMM'de yaptığı bir basın toplantısında gizli tanık Ayçiçeği'nin kimliğinin açığa çıkmasını sağlayacak şekilde açıklamalar yaptığı, buna istinaden bazı basın yayın organlarında ve internet sitelerinde tanığın kimliğinin açıkça ifade edildiği ileri sürülmüştür.iii. Karşı gazetesinde, FETÖ/PDY mensuplarınca gerçekleştirildiği değerlendirilen Selam Tevhid soruşturması (ayrıntılar için bkz. Kürşat Durmuş, B. No: 2015/7287, 11/12/2018, §§ 7, 8) ve 17-25 Aralık soruşturmaları ile ilgili olarak kurgu niteliğinde bazı bilgi ve belgelerin haber yapıldığı ileri sürülmüştür. Bu çerçevede anılan soruşturmalar kapsamında yapılan teknik takip ve izleme faaliyetleri sonunda elde edilen bilgiler ile bazı kişilere ait olduğu söylenen tapelerin kullanıldığı, ayrıca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde bir sureti bulunmayan -FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen eski bir personel tarafından hazırlanan- fezlekenin bölümlerine yer verildiği vurgulanmıştır. Başsavcılık özellikle gazetenin bazı tarihlerde yayımlanan nüshalarına atıf yaparak haberlerin başlığına, kapsamına ve veriliş şekline dikkat çekmiş; söz konusu haberler ile medya gücü kullanılarak Hükûmet ve Hükûmet üyeleri aleyhine bir algı oluşturulmaya çalışıldığını ve bunların 17-25 Aralık Hükûmete karşı darbe sürecini desteklemek amacıyla yapıldığının açık olduğunu iddia etmiştir.iv. Başsavcılık, aynı soruşturmada şüpheli sıfatıyla yer alan bazı kişilerin ifadelerinde başvurucuyla ilgili açıklamaların olduğunu belirterek bunlara da fezlekede özet olarak yer vermiştir. Bu ifadelerin ilgili kısımları şöyledir:- B.nin 4/4/2016 tarihli ifadesi: "...2014 yılında Şubat ayında Karşı Gazetesinde Eren ERDEM'in yüksek bir ücret teklifi ile Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı olarak işe başladım. Gazetenin yayın hayatına başlaması ile internet ortamında aynı dönemde başçalan vs. adları altında belirli bir merkezden çıktığı anlaşılan çeşitli ses kayıtları yayınlanmaya başladı. Bu ses kayıtlarının haber olmaması için Karşı gazetesi içerisinde konumum elverdiğince mücadele ettim. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üst düzey bürokratları ve ülke olarak ekonomik açıdan önem arz eden projeleri hakkında bir çeşit kara propaganda niteliğinde olan dosyalar gazeteye geliyordu, ben de bunların yayınlanmasını önlemeye gayret gösteriyordum. Gazetenin istenilen tiraja ulaşmaması üzerine ekonomik sıkıntılar gerekçe gösterilerek kapanma aşamasına gelindi, yönetimde idareye ilişkin tartışmalar başladı, bunun üzerine Eren ERDEM, [K.E.nin] çabası ile görevden alındı, 3 gün sonra da gazete kapandı ... bu gazetenin planlanması ve kuruluşu [T.A.] ve Eren ERDEM tarafından yapılmıştır ... genel yayın yönetmeni Eren ERDEM in odasına Cihan haber ajansı temsilcisi olduğunu söylediği kişiler geldiğinde hiçbir şekilde o görüşmelere dahil edilmedim ... Eren ERDEM, Dışişleri Bakanlığı konutunda devletin üst düzey yöneticilerine atfedilmeye çalışılan 'gerekirse bombalarız' içerikli internet ortamında dağıtılan iddiaların haberleştirilmesi ve manşete taşınmasını bizzat hazırladığı ve bilgisayarın başına oturarak manşeti belirlemiştir. Bunu yaparken de Hükümetin Lahey Adalet Divanında yargılanmasını sağlayacak iddialar olduğunu söylemiştir. Bu haberin yayınlanmasına ben dahil bazı arkadaşlarımız karşı çıkmıştır. Genel yayın yönetmeni olduğu için kendisine direnilmesine ve bana rağmen haberi manşetten bizzat bütün otoritesi ve yetkisini kullanarak 'Kan Lobisi Toplantısı' başlığı ile [Başbakan'ın, Dişişleri Bakanı'nın, MİT Müsteşarı'nın, Genel Kurmay İkinci Başkanı'nın ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı'nın] ... resimleri kullanarak, tam sayfa ve son derece provokatif tarzda yayınlatmıştır ... Eren ERDEM zaman zaman çevresindeki arkadaşlara ve bana da yukarıda ifade edildiği gibi, hiçbir şekilde de görmediğimiz CD'ler konuşmalar, dosyalardan bahsetti fakat bunları ben görmedim ... [Başbakan'ın] ... Haliç Kongre Merkezinde yapmış olduğu görüşmelere yönelik haber [U.K.] imzası ile Karşı gazetesinde yayınlandı. [U.K.] ilk olarak bu görüşmenin yer, tarih, saat, zaman gibi detay bilgilerini Eren ERDEM'e getirmiş, Eren ERDEM de yazı işleri ile paylaşmıştır. Bende bu yönü ile haber olamayacağını yazı işlerinde belirttim, bunun üzerine aradan belli bir zaman geçtikten sonra Gazetede yayınlanan görüntüler yazı işlerine getirildi. Eren ERDEM'in - TL ödülü [U.K.ya] verdiği doğrudur..."- K.nın 4/4/2016 tarihli ifadesi: "...Tüm haberlerde izin makamı genel yayın yönetmenidir, bizim gazetede Eren Erdemdir, gazete yayın hayatına devam ederken [E.E.] tarafından selam tevhit soruşturması ile ilgili haber yapılmak istenmiştir ... bu konuda genel yayın yönetmeni Eren Erdem ile de tartışmışızdır..."- E.E.nin 4/4/2016 tarihli ifadesi: "...MİT Tırları basına yansıdıktan 7-8 ay sonra Eren ERDEM de Adana'daki MİT Tırlarıyla ilgi soruşturma dosyasının tamamı vardı. Hatta o tutanaklara ben de göz attım. Daha sonra öğrendiğim kadarıyla ... isimli twitter hesabına Eren ERDEM bu dosyaları vermiş, dosyaları bu hesaptan yayınladı. Ben hesap sahibinin kim olduğunu bilmiyorum..." Aynı kişinin 5/4/2016 tarihli ifadesi: "...Genel yayın yönetmeni olduğu için bütün haberlerden Eren Erdem'in bilgisi vardır. Hatta 'Kan Lobisi' isimli haberi bizzat kendisi yaptı. Onun onayı olmadan ... haber yapmak zaten mümkün değildir ... Eren Erdem'in Cihan Haber Ajansı ile yaptığı görüşmeleri gizli yaptığını duydum..."- K.E.nin 5/4/2016 tarihli ifadesi: "...Gazetemizde cemaat aleyhine de haberler yapılmıştır. Hatta ilk çıkış haberimiz de cemaat aleyhinedir. Daha sonra bu soruşturmalarla ilgili tapeler gelmeye başladı ve bunlar yayınlanmaya başladı. Ancak bazen sert tartışmalarda yaşadığımız oldu. Son kararı Eren Erdem veriyordu..."- T.A.nın 4/4/2016 tarihli ifadesi: "...2014 tarihinde de basım yayım’a başladık. Karşı gazetesi toplamda 66 gün faaliyet gösterdi maddi yetersizlikler sebebiyle 66 gün sonrasında Gazeteyi kapattık ... Eren ERDEM Karşı gazetesini işlettiğimiz dönemde TUSKON’un danışman firmasında çalıştığını beyan ettiği ismini Y. olarak söylediği şahsın ABD başkanı ... veBaşbakan[ın] ... aralarında geçen Türkiye'deki terör olayları ile alakalı telefon görüşmelerinin olduğu ... bunları yayınlamamızı istedi bende böyle şeylerin gazetenin kapatılmasına ve adli olarak yargılanmamıza neden olabileceği gerekçesiyle karşı geldim ... Eren ERDEM bana elinde hükümeti düşürecek ... [Başbakan'ın] Lahey'de yargılanmasını sağlayacak gizli bilgi ve belgelerin olduğunu bunların yayınlanması karşılığında TUSKON'dan ve Fetullah GÜLEN cemaatinden parasal destek sağlanabileceğini söylüyordu, bende cemaate karşı olduğumu kendisine ifade ediyordum, Eren ERDEM'e bu belgeleri nereden aldığını sorduğumda Fetullah GÜLEN Cemaatinden elde ettiğini söylüyordu, Eren ERDEM beni TUSKON Danışmanı [Y.] isimli şahsın aracılığıyla TUSKON Başkanı [R.] Bey ile görüşmemi sağladı, görüşmeden Başkan ve Genel Sekreter ... isimli şahıslar vardı, bu görüşme içeriğinde ben kendilerine [Y.] isimli şahsı sorduğumda Danışman firmada çalışan birisi olduğunu söylediler, görüşme içeriğinde kendilerine gazeteyi ele geçirdiklerini bu yüzden satış yapamadığımı kendilerine beyan ettim, ya gazeteyi devralın ya birisine aldırın dedim, kendileri de benden bir gün süre istediler, [H.K.] ile görüşeceklerini ve sonrasında beni de çağırarak toplantı yapacaklarını gazetenin basımı için yine [E.] ile görüşeceklerini söylediler, sonra ben ayrıldım bana bu görüşme sonrasında olumlu veya olumsuz bir dönüş yapmadılar, yapmış olduğum görüşmede [Y.] isimli şahıstan TUSKON Başkanı ve Genel Sekreterinin haberdar olduğunu, Gazete de yer alan hükümetle alakalı haberlerin bu şahıs tarafından gazeteme geldiğini bildiklerini anladım, Adana'da ki MİT Tırları olayı ile alakalı Cihan Haber Ajansı ve Eren ERDEM’in haberdar olabileceği muhtemel olabilir o görüntüler olaydan çok kısa bir süre sonra Eren ERDEM ve [B.] bu görüntülerin ellerinde olduğunu, bunun haber yapılabileceğini söylediler, ancak biz böyle bir haber yapmadık. Haber için gelen bilgi ve belgeler bana gelmiyordu, doğrudan Eren ERDEM'e gidiyordu ... Başbakan[ın] ... Haliç Kongre Merkezinde yapmış olduğu görüşmeye ilişkin görüntüleri [U.K.] gazeteye getirerek haber yaptı, bu görüntülerin içerisinde ...[Mit Müsteşarı] da vardı, bu görüntülerin haber yapılmasına ben karar vermiyordum, Eren ERDEM, [B.], [K.E.], [K.] karar veriyordu ... Eren ERDEM karşı gazetesinde çalıştığı dönemde -TL ... maaş alıyorlardı, bu paralarla gizli tanığın anlattığı gibi lüks bir hayat yaşanması mümkün değildi, bu şahısların hükümet aleyhinde haber yapma karşılığında cemaatten para aldıklarını düşünüyorum ..."Aynı kişinin 5/4/2016 tarihli ifadesi: "...2014 Yılı 9 Şubat'da ilk sayımızı çıkarttım. Eren Erdem Genel Yayın Yönetmeni [idi] ... Ama bütün kararlar Eren Erdem'den çıkıyordu. Ben yatırım amaçlı böyle bir gazeteyi kurdum. Ancak sonradan gazetenin yayın çizgisinin cemaatini eline geçtiğini anladım. Bunu anlar anlamaz Eren Erdem ve [U.K.yı] işten çıkarttım ... Bir süre sonra gazete kapandı. Bu işten dolayı 3 Trilyon borca girdim ... Ben çeşitli araştırmalara girdim, bu nedenle TUSKON'a girdim. Eren Erdem benim TUSKON ile görüşmemi sağladı. [Y.] diye TUSKON çalışanını aracı etti. Bende tek olarak TUSKON'a gittim ... Gazetenin cemaat çizgisine kaydığını söyledim. Zaten sizde cemaate yakınsınız beni bundan alın dedim. Ya da yardımcı olun Zaman tesislerinde gazetem basılsın diye tekliflerde bulundum. Onlarda bu konuyu [H.K.], [E.], [Y.ye] ileteceklerini söylediler..." TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 14) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde, Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciye iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, CHP grubuna mensup -başvurucunun da aralarında bulunduğu- 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, Halkların Demokratik Partisi (HDP) grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış; bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki fezlekeye konu olan soruşturma dosyası da Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 9/6/2016 tarihinde Başsavcılığa geri gönderilmiştir. Bunun üzerine başvurucu hakkındaki soruşturmaya devam edilmiştir. Başsavcılık 8/9/2016 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu; FETÖ/PDY'ye ve bu yapılanmanın liderine karşı olduğunu, buna ilişkin açıklama ve yazılarının bulunduğunu, FETÖ/PDY'nin lideri ve mensupları tarafından aleyhine hakaret davaları açıldığını, hakkında şikâyette bulunulduğunu belirterek isnat edilen suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu aynı tarihte Başsavcılığa yazılı bir savunma dilekçesi sunmuştur. Başvurucu yazılı beyanında kendisinin Karşı gazetesinin kurucu yayın yönetmeni olduğunu ve gazetenin Hükûmet karşıtı yayın yaptığı kadar FETÖ/PDY karşıtı yayınlar da yaptığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca gizli tanık Ayçiçeği'nin kimliğinin kendisinden önce E.E. (şüpheli) tarafından sosyal medyada yapılan paylaşımlarla deşifre edilmiş olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; suçlamaya esas olgulardan olan, Dışişleri Bakanlığında yapıldığı iddia edilen toplantıya dair haberin manşetini kendisinin attığını, bu bağlamda "Kan Lobisi Toplantısı" başlığını da kendisinin belirlediğini, haberin kaynağı olan ses kaydının internete sızdığını ve alenileştiğini, o dönemde birçok gazetenin bu ses kaydını haber yaptığını, kendisine toplantı ile ilgili CD geldiği iddiasının ise yalan olduğunu, söz konusu ses kayıtlarını internetten dinlediklerini ve yayın kurulundaki diğer kişilerle birlikte bu kayıtları haberleştirmeye karar verdiklerini savunmuştur. Bunların yanı sıra gazetenin cemaat tarafından kurulduğu iddiasının gerçek olmadığını ileri süren başvurucuya göre gazete, arkasında hiçbir yapının olmaması dolayısıyla yayın hayatına sadece 66 gün devam edebilmiştir. Başvurucu, gazetenin sahibinin TUSKON'u ziyaret etmesine sert bir şekilde tepki gösterdiğini de vurgulayarak aleyhine beyanda bulunan kişilerin art niyetli olduğunu veya kendilerini kurtarma gayesiyle hareket ettiklerini iddia etmiştir. Başsavcılık 7/5/2018 tarihinde düzenlediği iddianame ile başvurucunun FETÖ/PDY'ye -hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte- bilerek ve isteyerek yardım etme, gizli tanığı deşifre etmek suretiyle gizliliğin ihlali ile soruşturmanın gizliliğini ihlal etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açmıştır. Başsavcılık, başvurucu hakkında cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçundan ise "[bu suçu] ... işlediği hususunda hakkında kamu davasını açmak için yeterli şüphe oluşturan delil bulunmadığı" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar vermiştir. Soruşturma aşamasında başvurucu hakkında tutuklama veya adli kontrol şeklinde bir koruma tedbirinin uygulandığı yönünde herhangi bir olgu tespit edilmemiştir. İddianamede soruşturma sürecine ve FETÖ/PDY'nin örgütlenmesine ilişkin genel nitelikte bazı açıklamalar yapıldıktan sonra başvurucuya yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak temelde fezlekede yer alan olgulara aynen yer verilmiştir. Bunların yanı sıra 6/10/2016 tarihli bilirkişi raporunda yer alan bazı tespit ve değerlendirmelerin de iddianamede yer aldığı görülmektedir. Bunlar özetle şöyledir:i. Başvurucunun 18/1/2015 tarihinde bir televizyon kanalında yayımlanan programda "...Geçtiğimiz Cuma günü bir televizyon programında yapılan bir programda, programı izlerken ... yani bir gurur küpüne dönüştüğümü hissetim. İki saat boyuncu hükümetin en yandaş kanalında Cumhurbaşkanından özür dilemiş birinin programın sonunda muhalif bir gazete sahibi olarak tanınan ama program sonunda Cumhurbaşkanı[ndan] ... özür dilemiş birinin iddialarıyla Türkiye'de havuz medyası diye tanınan bir medya organının mensupları toplu bir halde iki saat boyunca benim ismimi zikretti ... iktidara korkular salmışım Allah'ın izniyle salmaya da devam edeceğim … Elhamdülillah Eren ERDEM olarak demek ki ne kadar doğru bir yoldayım ki bunu bana düşündürdü yani, ne kadar hakiki bir yoldayım ... Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı'ndan özür falan dilemiyorum kardeşim. Yarın gazete kurayım aynı çizgide gazetecilik yaparım yapmayan da namerttir. Orda diyorlar ki A Haber'de MİT tırlarının belgesi bize geldi diyorlar, bak namusuma şerefime MİT tırlarının belgesi bize gelseydi ben manşetten çakardım o belgeleri biliyor musun yaptım da zaten, Dışişlerinin toplantısına yayın yasağı geldiğinde ben manşetten kan toplantısı diye verdim onu kan toplantısı, çünkü bu halkın çocuklarının Milli İstihbarat Teşkilatının katletme planlarını deşifre eden bir belgeydi o. Ben kamu yararı gözetirdim MİT tırları belgesini manşetten patlatırdım buradan da söylüyorum. Keşke bana gelseydi benim elimde olsaydı o belgeler ben onları haftalarca dizi yapardım…" şeklinde açıklamalarda bulunduğu ifade edilmiştir.ii. Başvurucunun 19/1/2015 tarihinde yayımlanan bir başka televizyon programında ise "...Televizyon programı sunan kişi dedi ki MİT tırları belgesi ilk defa size gelmiş değil mi dedi, o da evet dedi yani arkadaş şimdi programda dinlediniz zaten gelen yaklaşımını anlamak açısından… MİT tırları belgesi ilk bana gelseydi ben dış işleri toplantısını nasıl yayınladıysam onu da yayınlardım hiç tereddütte etmezdim. Yayın yasağı gelmiş haberi hatırlıyorsunuz dışişleri toplantısı yasağı gelmişti. Ben ertesi gün kan lobisi diye manşet attım hiçbir zaman da korkmadım… bu gazete eğer elinde MİT tırları belgesi olsaydı hiç korkmadan yayınlardı … Karşı gazetesinin bu tür korkuları kaygıları yoktu, yayın yasağı vardı tanımadık biz…" şeklinde sözler söylediği belirtilmiştir.iii. Karşı gazetesinin sahibi olan (şüpheli) T.A.nın 16/1/2015 tarihinde katıldığı bir televizyon programında başvurucuyu kastederek "...Senin ellerine ne geçecek beni ifşa ederek birşey kazanmayacaksın ... Eren'e söylüyorum... Bu nasıl kuruldu, tapeler nereden geldi, o da aynen böyle aman hacı bizi yakarsın... Ondan sonra para teklif ederler falan ben dedim ... Haftada bir toplantı yapıyorduk, çok defa sert konuşmalarım oldu, ikazlarım oldu, bakın biz cemaatin gazetesi olmuşuz dediğimde herkes bir durup bakıyor, çoğu değil cemaatçi orada çalışan 5-6 kişi haberleri getirenler tape haberleri kim getirmişse, yalan haberleri kim getirmişse paralel odur. Bunda anlamayacak hiçbirşey yok ... Bu işin olayını anladıktan sonra ben Eren ERDEM'in peşini bırakmadım ... evet kullanıldığımı fark ettikten sonra beni kim kullanmış bunun başında kim vardı Eren ERDEM..." şeklinde konuşmalar yaptığına değinilmiştir. Başvurucu hakkındaki delillere yönelik hukuki değerlendirmeler ise iddianamede şu şekilde ifade edilmiştir:"...[Başvurucunun] FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ait dershanelerin kapatılmasının gündemde bulunduğu2013 yılının Ayında [T.A.] ile birlikte bir gazete kurma hususunda anlaştığı, 17-25 Aralık Hükümete karşı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca girişilen darbe teşebbüsü sonrası 01/01/2014 tarihinde gazete genel müdürlük binasının kiralanarak 09/02/2014 tarihinde yayın hayatına geçen KARŞI Gazetesinde, medyanın gücünü kullanarak kamuoyunda FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda faaliyette bulunarak hükümet karşıtlığı bir algı oluşturmaya çalıştığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ... sayılı soruşturmaların bir kısım şüphelileri ile eylem ve iş birliği içinde, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda, yürütülen değişik soruşturmalara ait bilgi, belge, teknik takibe ait tutanaklar ile bazı ses kayıtlarının yayınlandığı, bu yayınlar ile özellikle hükümet aleyhine basın ve yayın organlarının gücünü kullanarak kamuoyu algısı oluşturularak görevini yapamaz duruma getirmeye çalıştıkları, gerek yayın yolu ile ve gerekse bizzat kaleme aldığı makale ve sosyal paylaşım sitelerinde paylaştığı yazılarla, adli makamlarca soruşturulan olaylar ile ilgili bilgi ve belgeleri temin ederek yasalarla güvence altına alınmış olan masumiyet karinesinin ihlal edecek şekilde ve gizli tanık 'AYÇİÇEĞİ' rumuzu ile soruşturma kapsamında bilgisine başvurulan kişinin kimlik ve şahsi konumunu açıklamak suretiyle tanık koruma kanununa aykırı olarak gizli tanığı ifşa ettiği ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye elverişli olacak şekilde soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği, ayrıca FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içinde yer almamakla birlikte, anılan örgüte bilerek ve isteyerek yardım kapsamında eylemlerde bulunduğu hususunda ... müsnet suçlardan dolayı kamu davası açılması için yeterli maddi delillerin elde edildiği anlaşılmıştır..." İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 21/5/2018 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2018/164 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensip incelemesi sonucunda başvurucu hakkında "...kuvvetli suç şüphesini gösteren ve ...kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, atılı suçun CMK nun 100/ maddesinin fıkrası uyarınca katalog suçlardan olması" gerekçesiyle yurt dışına çıkmama şeklindeki adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca usule ilişkin işlemlerle ilgili olarak yapılacaklara dair ara kararları tesis etmiş ve duruşma gününü (19/9/2018) belirlemiştir. Anılan Tensip Tutanağı'nda adli kontrol tedbirinin başvurucuya ya da müdafiine tebliğ edilmesi yönünde bir ara kararı bulunmamaktadır. Başvurucunun müdafiine çıkarılan çağrı kâğıdında da bu yönde bir ibareye rastlanmamıştır. Diğer taraftan başvurucu 24/6/2018 tarihinde yapılacak/yapılan Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi'nde milletvekili adayı gösterilmemiştir. CHP tarafından milletvekili aday listelerinin Yüksek Seçim Kuruluna (YSK) verilmesi ve kendisinin bu listelerde yer almaması üzerine başvurucu 20/5/2018 tarihinde sosyal medya hesabından "Ben CUMHURİYET HALK PARTİLİYİM. Partim bana 25 ve Dönem Milletvekili olma onuru yaşattı. dönem listesinde yokum. Ülkemde demokrasi için, kapı kapı gezerek mücadele edeceğim. Vekillik önemli değil. Önemli olan, Türkiye demokrasisidir. Çalışacağız! Kazanacağız. İlk durak Maraş!" şeklinde bir paylaşımda bulunmuştur. Başvurucu tarafından sunulan bir belgede, CHP Grup Başkanlığınca düzenlenen 18/5/2018 tarihli bir yazı ile başvurucunun "24 Haziran 2018 genel seçimleri kapsamında 24-25 Mayıs 2018 tarihinde Kahramanmaraş'ta görevlendirildiği" ifade edilmiştir. Öte yandan Başsavcılık 28/6/2018 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderdiği yazı ile başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasını talep etmiştir. Anılan yazıda "Medyaya yansıyan haber ve bilgilerden görüldüğü üzere, sanığın [başvurucunun] tekrardan milletvekili adayı gösterilmemesi üzerine hakkında yürütülen iş bu kovuşturmadan kurtulmak amacıyla 21/5/2018 tarihinde ailesi ile birlikte Almanya ülkesine gitmek üzere geldiği İstanbul Atatürk havalimanında mahkemenizce hakkında verilen 'yurt dışına çıkmamak' şeklindeki adli kontrol kararı nedeniyle yurtdışına gidemediği, ayrıca [kolluk birimlerine e-posta yoluyla gelen bir ihbarda] ... 'Eren ERDEM seçimden sonra yurtdışına kaçacak ... Avrupa ülkelerinden birine gidecek, zaten eşini ve çocuklarını yurtdışına göndermişti, yabancı istihbaratlarla görüşüyor'..." şeklinde iddiaların bulunduğu belirtilmiştir. Başsavcılık bu hususlar nazara alındığında "başvurucunun atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu gibi ... kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların da mevcut olduğu" değerlendirmesinde bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 28/6/2018 tarihinde talebi kabul ederek "FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması ... kendi twitter hesabında 'ilk durak maraş' şeklinde yazdıktan sonra ertesi sabah hakkında aynı gün konulan yurtdışı çıkış yasağı tedbirinden haberi olmadan çıkış yapmak istediği, daha sonra ise ... hakkında yapılan ihbar ile yasa dışı yollardan yurtdışına kaçacağı yönünde kuvvetli olgular bulunduğu, gelinen bu aşamada adli kontrol kararının yetersiz kalacağı" şeklindeki gerekçeyle başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Anılan karar uyarınca yakalanan başvurucu 29/6/2018 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde hazır edilmiştir. Mahkeme, başvurucunun hazır edilmesi üzerine duruşma açmış ve duruşma sırasında başvurucunun müdafileri de hazır bulunmuştur. Duruşmaya katılan Cumhuriyet savcısı "üzerine atılı suçların niteliği, aleyhindeki mevcut delil durumu ... kaçacağına dair somut olguların mevcudiyeti" gerekçesiyle başvurucu hakkında tutuklama kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, savunmasında öncelikle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğine yönelik açıklamalar yapmış; kaçmaya çalıştığı iddiaları ile ilgili olarak ise "...Suçsuzum, suçlu olsaydım, kaçmayı düşünebilirdim, oğlumun Almanyada görmesi gereken diş tedavisi vardır, bu sebeple eşim her ay Almanyaya gidip gelir, dokunulmazlığım kaldırıldıktan sonra 38 kez yurtdışına çıkmıştım, kaçacak olsaydım, zaten kaçabilirdim, bu ülkede ideallerini gerçekleştirmeye çalışan biriyim ... verilecek karar siyasidir, benim üzerimden CHP yıpratılmak isteniyor, vicdani ve hukuki değildir, manevi ve maddi külfeti olacaktır, maddi külfeti Türkiyenin yargı sistemine güvenini sarsacak, manevi olarakta başınızı yastığa koyduğunuzda vicdanınızla başbaşa kalacaksınız, kaçmak, gitmek lugatımda olmayan konulardır, vitesi hiç geriye takmadım, suçsuzum, düşüncemi söylüyorum, eleştiriyorum, neden korkayım, siyasi karar vermeniz halinde vicdani ve maddi hükümlülüğünüzü taşıyacağınızı düşünüyorum, siyasi karar olmasaydı, gece yarısı evime giderken alınmazdım, siyasi iradeye sorumluluğunuzu yerine getirecekseniz, Anayasaya karşı sorumluluğunuzu yerine getirmenizi talep ediyorum, suçlamaları kabul etmiyorum, tutuklama talebini ve kaçma şüphesi iddiasını da kabul etmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun müdafileri, yurt dışına çıkmama şeklindeki adli kontrol tedbirinden haberdar olmayan müvekkilleri yönünden kaçma şüphesinin bulunmadığını belirterek başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi duruşma sonunda "FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulun[duğu] ... kendi twitter hesabında 'ilk durak maraş' şeklinde yazdıktan sonra ertesi sabah hakkında aynı gün konulan yurtdışı çıkış yasağı tedbirinden haberi olmadan çıkış yapmak istediği, daha sonra ise ... hakkında yapılan ihbar ile yasa dışı yollardan yurtdışına kaçacağı yönünde kuvvetli olgular bulunduğu, gelinen bu aşamada adli kontrol kararının yetersiz kalacağı..." gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından düzenlenen 7/6/2018 tarihli iddianame ile -başvurucunun dışındaki- diğer on bir şüpheli hakkında kamu davası açılmıştır. Başsavcılık bu kişilerin bir kısmının silahlı terör örgütü üyesi olma, bir kısmının ise silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarını işlediklerini iddia etmiştir. İddianamede FETÖ/PDY'ye ilişkin bazı genel açıklamalara yer verildikten sonra şüphelilerin bu örgütle ilişkilerinin bulunduğu iddiasına dayanak olarak birtakım olgulara yer verilmiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 9/7/2018 tarihinde kabul edilmiş ve E.2018/239 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu dışındaki şüpheliler hakkında da soruşturma aşamasında tutuklama tedbirine başvurulmamıştır. Bununla birlikte Mahkeme 9/7/2018 tarihinde yaptığı incelemede bu kişilerden beşi hakkında "ByLock programını kullanmış olduklarının tespit edildiğine" değinerek tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Mahkeme aynı tarihte davanın başvurucunun yargılandığı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/164 sayılı dosyası ile birleştirilmesine de hükmetmiştir. Bunun üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 13/7/2018 tarihinde davaların İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde birleştirilmesi gerektiğini değerlendirerek anılan birleştirme kararına muvafakat edilmediğine dair karar vermiştir. İstanbul ve Ağır Ceza Mahkemeleri arasında çıkan birleştirme uyuşmazlığının giderilmesi için dosya, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesine gönderilmiştir. Daire 10/9/2018 tarihinde, söz konusu dosyaların birleştirilmesine ve davanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine kesin olarak karar vermiştir. Anılan karar üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 17/9/2018 tarihinde resen duruşma açarak başvurucu hakkındaki davanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/239 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki davaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/284 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucu 31/10/2018 tarihinde yapılan duruşmada suçlamalara ilişkin savunmasını yapmıştır. Mahkeme, duruşma sonunda "üzerine atılı suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması ... diğer sanık [E.E.nin] beyanları ile kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir beyanların ve tanıkların sunulmuş olması, mevcut deliller dikkate alındığında sanığın [başvurucunun] üzerine atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir yeni delillerin değerlendirilmesi ve tartışılması gerektiği, bu hususta tanıkların dinlenilmemiş olması, sanık Eren ERDEM ve [T.A.] arasında beyanda bulunma hususundaki ikna ve vaade ilişkin yazışma örnekleri dikkate alındığında dinlenecek diğer tanık beyanları üzerinde etkide bulunabileceği hususundaki ortaya çıkan şüphe ve sair delillerin henüz toplanmamış olması dikkate alınarak bu nedenle adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karara katılmayan üye hâkim, karşıoy gerekçesinde "dosya kapsamındaki delil durumu, yargılamanın geldiği aşama, sanık Eren ERDEM'in kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesi uyandıran somut olguların bulunmaması, toplanmamış deliller yönünden sanığın delilleri karartabileceği yönünde kuvvetli şüphe oluşturabilecek herhangi bir davranışının tespit edilememiş olması, tutuklulukta geçirilen süre gibi hususlar bir arada değerlendirilip tutuklamanın bir tedbir ol[ması]" olgularına dayanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 7/1/2019 tarihli duruşmada "dosya kapsamındaki delil durumu, yargılamanın geldiği aşama, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, sanık yönünden karartılma ihtimali bulunan bir delilin kalmamış olması" gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine, bununla birlikte başvurucu hakkında yurt dışına çıkmasının yasaklanması ve haftada iki gün olmak üzere en yakın polis merkezine başvurarak imza atması şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Başsavcılık 7/1/2019 tarihinde başvurucunun tahliyesine ilişkin karara itiraz etmiştir. İtiraz başvurusunda " ...[isnat edilen suçlar için] yasada öngörülen ceza miktarı ve kaçma şüphesi olduğu gözetilerek adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı..." kanaati ifade edilmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/1/2019 tarihinde "Dosya kapsamı, sanık savunması, dinlenen tanık beyanları, bir kısım mahkemede dinlenen sanık savunmaları, dosya kapsamındaki mevcut delil durumu birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, sanığın yurt dışına çıkmak isterken yakalandığı da gözönüne alındığında kaçma şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, sanığın üzerine atılı suçun yasa maddesindeki cezasının alt ve üst sınırları, tutuklu kaldığı süre, Anayasanın maddesindeki düzenleme de dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı" gerekçesiyle itirazın kabulü ile başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar vermiştir. Başvurucu, anılan karar uyarınca yakalanarak 8/1/2019 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde hazır edilmiştir. Mahkeme "...atılı silahlı terör örgütünün içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunun vasıf ve mahiyeti, dosya kapsamında dinlenen tanık beyanları, bir kısım sanık savunmaları ve diğer mevcut delil durumu dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, sanığın yurt dışına çıkmak isterken yakalanması da göz önüne alındığında kaçma şüphesini gösteren somut olgunun bulunması, sanığın üzerine atılı yasa maddesinde öngörülen cezaların alt ve üst sınırları, suçun sübutu halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı ve güvenlik tedbirleri, tutuklu kaldığı süre, Anayasanın Maddesindeki düzenlemede dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu" gerekçesiyle başvurucunun (yeniden) tutuklanmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karara katılmayan üye hâkim, karşıoy yazısında "Dosyada toplanan mevcut deliller değerlendirildiğinde, sanık hakkında ... yurt [dışına] çıkış yasağı ve ... konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının ölçülü olacağı" değerlendirmesinde bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürdüğü yargılamanın sonunda 1/3/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü hiyerarşisine dâhil olmamakla beraber bilerek ve isteyerek örgüte yardım etme suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, atılı diğer suçlardan (soruşturmanın gizliliğini ihlal etme ve gizli tanığın ifşası) ise "suçların yasal unsurlarının oluşmadığı" gerekçesiyle beraatine karar vermiştir. Mahkeme, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde Karşı gazetesinin 17-25 Aralık soruşturmaları sürecinde FETÖ/PDY ile -her ne kadar farklı siyasal yelpazede yer alsa da-dolaylı ve doğrudan iş birliği içine girerek ortak bir amaç ve hedef doğrultusunda hareket etmeye yöneldiği değerlendirmesinde bulunmuştur. Bunun yanı sıra Mahkeme, gazetenin kuruluş sürecinin de sürdürülebilir bir gazetecilik faaliyetinin amaçlanmadığını gösterdiği kanaatindedir. Mahkeme ayrıca bu gazetenin yayın kadrosunda görev yapan üç kişinin (K., Ö. ve U.E.K) FETÖ/PDY mensuplarının kendi aralarında haberleşmeyi sağlamak için kullandıkları ByLock programının (anılan programa ilişkin ayrıntılı açıklamalar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 106) kullanıcısı olduklarına vurgu yapmıştır. Mahkeme, Karşı gazetesine yönelik nihai değerlendirmelerini şöyle ifade etmiştir: "Karşı Gazetesinin 17-25 Aralık sürecinde FETÖ’nün değişik kesimlerden siyasi destek sağlamak amacıyla kurdurduğu bir gazete olduğu, sol çizgide yayına başladığı, 'hükümete muhalefet etmek' şeklinde görünürde meşru bir amacın olduğu, ancak bu görünürdeki amacın altında FETÖ söylemlerinin sol kesime ulaştırılması ve FETÖ'nün hükümeti yıkmak amacıyla başlattığı mücadelede sol düşünceyi benimsemiş halkın desteğinin sağlanması gibi gizli bir saik güdüldüğü hususunda heyetimizde vicdani kanaat hasıl olmuştur. Bu nedenle Karşı Gazetesinin ilk baştan yani kuruluşundan itibaren FETÖ'ye yardım etmeyi hedeflediği değerlendirilmiştir." Mahkûmiyet kararında başvurucu yönünden yapılan tespit ve değerlendirmelerin ilgili kısımları ise şöyledir:"...silahlı terör örgütünün üyesi olmak suçu bakımından örgütün amaç ve saiklerini benimsemek ve hatta kendi iradesini örgüt iradesine teslim etmek aranırken üye olmamak ile birlikte örgüte yardım suçu eylem ile neticenin buluştuğu bir suçtur. Yani yıllarca karşı durduğunuz bir örgüte gerek siyasi, gerek sosyal gerek ise konjonktürel amaç ve saikler ile maddi ve manevi olarak yardımda bulunmak suretiyle atılı suçu işlemeniz mümkün olabilecektir. Karşı gazetesine yönelik olarak yapılan soruşturma işlemlerinde iş yerinde ele geçirilen dijital materyallere ilişkin raporlar, firari sanıklardan U.E.K.nın Haliç Kongre Merkezindeki toplantıya ilişkin haberi ve bu haberin elde ediliş şekli dikkate alındığında bu haberlerin gazetecilik faaliyeti ile sınırlı bir saik taşımadığı ortaya çıkmaktadır ...Basın kanunu çerçevesinde tartışılan hukuki mevzuat ve eylem bütünlüğü dikkate alındığında sanığın eylemlerinin yani örgüte yardım suçunun salt gazetede yer alan haberler ile sınırlı kalmadığı, eylemli olarak bu tutum ve davranışı ilerleyen zamanlarda da devam ettirdiği ortadır. Sanığın ilerleyen aşamalarda örgüte müzahir basın kurumlarının terör örgütünün yayın organı olarak hareket etmesi neticesinde bu kurumlara kayyum atanmasının ardından bu kurumlara giderek verilen yargısal karara yönelik bu kurumları destekler mahiyetteki eylem ve sözleri sanık hakkındaki yapılan ve dosya içerisine alınan açık kaynak araştırması ile tespit edilmiş olup sanığın eylemli olarak örgüte yardım suçunu ve saikini taşıdığını ortaya koymaktadır ......Sanığın gazetede yayın yönetmeni olduğu dönemde Haliç Kongre Merkezi ve Dış İşleri Bakanlığında yapılan üst düzey toplantıya ilişkin haberlere, diğer sanıkların beyanlarında belirttiği üzere bir hükümeti yada yürütmenin başından sorumlu kişiyi devirmek maksatlı yaklaşması temel demokrasi değerlerinden, basın özgürlüğü çerçevesindeki bir anlayıştan uzak bir saik ortaya koymaktadır. Zira bahsi geçen haberler ve içerikleri, devletin güvenlik politikaları nazara alındığında diğer sanıklar bakımından sakıncalı belki daha doğru bir deyimle temkinli yaklaşılması gereken haberler iken sanık bakımından siyasal bir rant getirebilecek eylemler olarak nitelendirilmiş ve bu haberlere gazetecilik faaliyetinden çok yaratabileceği bir takım siyasal erozyonlardan menfaat temin etmek güdüsü yaklaştığı kanaatine varılmıştır ... Bu açıdan bakıldığında sanığın 17/25 aralık döneminden sonra örgütün yarattığı ve bizzat yönettiği algısal operasyon süreçlerinden zaman zaman haber kaynakları ve usulsüz olarak elde edilen haberler ile fayda sağladığı bunları haberleştirmek suretiyle örgütün gerek ulusal gerek ise uluslararası kamuoyunda oluşturmak istediği ortama zemin hazırladığı tespit olunmuştur. Bu haberlerin örgütün kendi yayın organında değil ve fakat muhalif bir düşünce tarzına sahip başka bir yayın organında yayınlatması yahut yayınlanması için çaba göstermesi FETÖ terör örgütünün en temel özelliklerinden olan tedbir stratejisinin bir parçası olup aynı zamanda kendi yayın organlarında yayınlanması halinde kamuoyu tarafından tarafsız ve inandırıcı bulunmayacağına ilişkin bir planın tezahürüdür.Görüleceği üzere dosya kapsamında ve tanık beyanlarından sanık Eren Erdem'in Karşı Gazetesi'nin kuruluş sürecinde yer aldığı, gazetenin personel kadrosunun bizahati kendisinin oluşturduğu, gazete yayına başladıktan sonra FETÖ ile ilişkisi bilinen U.K. üzerinden elde ettiği ve FETÖ yapılanmasını hükümete yönelik çizgisini destekler mahiyetteki haberleri gazetede yayınlattığı, hükümetin Uluslararası arenada zor bir duruma düşmesine neden olabilecek şekilde 'Kan Lobisi' başlığı ile haber yaptırdığı, bu haberleri engellemek isteyen K.E. ve B. ile tartıştığı, sanığın bu suretle FETÖ çizgisinde yayın yapacak bir gazetenin kuruluşunda aktif rol alarak gazeteyi FETÖ'nün hükümet karşıtı propagandalarının merkezlerinden biri haline getirdiği, bu suretle sanığın silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olmamak ile beraber silahlı terör örgütüne yardım suçunu işlediği heyetimizce kabul edilmiştir." Öte yandan Mahkeme hükümle birlikte, verilen toplam ceza süresini dikkate alarak başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 14/3/2019 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 21/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucu, hakkında tesis edilen mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 31/10/2019 tarihinde istinaf başvurularının esastan reddine ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir.B. Tutukluluk Dönemindeki Uygulamalara İlişkin Süreç Başvurucu 14/11/2018 tarihinde sunduğu bir dilekçeyle, tutuklu kaldığı ceza infaz kurumundaki hücresine parasını ödemek suretiyle bir daktilo alma talebinde bulunmuştur. Silivri İnfaz Hâkimliği "...Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkındaki Yönetmelikte, tutuklu/hükümlülerin odalarında bulundurubileceği eşyalar arasında daktilo bulundurabileceğini belirtir bir düzenleme bulunmadığından bu konuda alınmış olan bir idare gözlem kurulu kararı bulunmadığının bildirildiği anlaşılmış olup [başvurucunun] ...3 saatlik bilgisayar kullanma hakkının artırılmasına rağmen bilgisayarı bu sürede kullanmadığı ve koğuşa daktilo sokulmasına izin veren yasal bir düzenleme olmadığı..." gerekçesiyle 20/12/2018 tarihinde başvurucunun şikâyetinin (talebinin) reddine karar vermiştir. Başvurucu 30/12/2018 tarihinde karara itiraz etmiş, Silivri Ağır Ceza Mahkemesi 15/1/2019 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar, başvurucuya 11/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulunca 8/2/2019 tarihinde başvurucu hakkında 1 ay süreyle bazı etkinliklerden alıkoyma (tüm sportif faaliyetlerden men) cezası verilmiş ve başvurucuya, bu karara karşı infaz hâkimliğine şikâyet hakkını kullanabileceği, infaz hâkimliği kararına karşı da ağır ceza mahkemesinde itiraz edebileceği bildirilmiştir. Başvurucu 27/2/2019 tarihinde anılan karara ilişkin olarak Silivri İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunduğuna dair bir dilekçe sunmuş ise de İnfaz Hâkimliğinin bu başvuruyu ne şekilde karara bağladığı, bu karara karşı kendisinin ağır ceza mahkemesine itirazda bulunup bulunmadığı, itirazda bulunmuşsa sonucunun ne olduğu hususlarında herhangi bir bilgi ya da belge ibraz etmemiştir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (6) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:"(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir.(Ek cümle: 11/4/2013-6459/11 md.) Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır. (7) (Değişik: 2/7/2012 – 6352/85 md.) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: " Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadjı/Moldova Cumhuriyeti ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir (Buzadjı/Moldova Cumhuriyeti, § 87). AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı -elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında- olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir. Bununla birlikte neyin makul sayılacağı, olayın tüm koşullarına bağlı olarak belirlenmelidir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86 ..., 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma (özellikle delillerin yok edilme) tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). AİHM'e göre kaçma tehlikesi, sadece kişinin alabileceği cezanın ağırlığına göre değerlendirilemez. Kaçma tehlikesinin varlığını doğrulayan ya da bu tehlikenin tutuklu yargılamayı haklı kılacak diğer ilgili faktörlere bağlı bir değerlendirme yapılması gerekir (Panchenko/Rusya, B. No: 45100/98, 8/2/2005, § 106). Kaçma riskinin değerlendirilmesinde sanığın karakteri, ahlaki durumu, ikametgâhı, mesleği, mal varlığı, aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdiği tepki, başka bir ülkeye gerçekten kaçmayı planlayıp planlamadığı, kaçmayı planladığı ülkeyle bağlantıları ve uluslararası bağlantıları gibi hususlar dikkate alınmalıdır (Becciev/Moldova, B. No: 9190/03, 4/1/2006, § 58, Buzadji/Moldova, § 90). Kişinin sadece sabit bir adresinin olmaması kaçma tehlikesini ortaya çıkarmaz (Sulaoja/Estonya, B. No: 55939/00, 15/2/2005, § 64). Ayrıca cezanın ağırlığı kaçma riskinin değerlendirilmesinde dikkate alınacak bir unsur olsa da tek başına tutukluluk hâlinin uzatılması durumunu haklı kılmaz (Idalov/Rusya [BD], 5826/03, 22/5/2012, §145; Garycki/Polonya, B. No: 14348/02, 6/2/2007, § 47). AİHM kişinin hakkındaki soruşturmadan haberdar olmasına rağmen uzun süre kaçmaması ve kendi isteğiyle yetkili makamlara teslim olmasını (Yağcı ve Sargın/Türkiye, B. No: 6419/90, 16426/90, 8/6/1995, § 52), yakın zamanda doğum yapacak olmasını (Sadegül Özdemir/Türkiye, B. No: 61441/00, 2/8/2005, § 40), küçük çocukların annesi ve tek gelir kaynağını oluşturan bir işletmenin yöneticisi olmasını (Letellier/Fransa, § 41), ciddi bir hastalığının olmasını (Matznetter/Avusturya, hukuki gerekçe bölümü § 11) kaçma şüphesini azaltan olgular olarak kabul etmiştir. Başvurucunun sabit bir ikametgâha, istikrarlı bir aile ilişkisine, güçlü sosyal bağlara sahip olması ve mal varlığına, kimliğine, seyahat belgelerine el konulmuş olması (Moiseyev/Rusya, B. No: 62936/00, 19/10/2008, § 153), sabıka kaydının bulunmaması ile daimî bir adresi ve işi, istikrarlı bir yaşam tarzı, iki küçük çocuğu olması, babasının ciddi bir hastalığının bulunması da (Mamedova/Rusya, B. No: 7064/05, 1/6/2006, § 76) aynı şekilde kaçma şüphesini zayıflatan durumlar olarak değerlendirilmiştir. Buna karşılık AİHM başvurucunun daha önce Almanya'daki cezai takibattan kaçmasını ve yurt dışında çok sayıda iş bağlantısının bulunmasını (Punzelt/Çek Cumhuriyeti, B. No: 31315/96, 25/4/2000, §76), uluslararası terörizm bağlamında cezai takibat amacıyla bir başka ülkeden iade edilmiş olmasını ve yargılandığı ülkede sabit bir ikamet sahibi olmamasını veya sosyal bağlarının bulunmamasını (Chraidi/Almanya, B. No: 65655/01, 26/10/2006, § 40), daha önce suçlu bulunmuş olmasını, yurt dışındaki kişilerle çok sayıda temas kurmasını ve aşırı ölçüde borçlanmasını (Barfuss/Çek Cumhuriyeti, B. No: 35848/97, 31/7/2000, § 70) kaçma şüphesini gösteren olgular olarak kabul etmiştir. AİHM, bir siyasetçinin duruşmada tutuklanmasına karar verilmesi üzerine yapılan Tymoshenko/Ukrayna (B. No: 29872/11, 30/4/2013) başvurusunda tutuklama nedenleri yönünden incelemelerde bulunmuştur. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken mahkemedeki prosedürleri sistematik olarak ihlal ettiği, mahkeme başkanının kararlarını görmezden geldiği, duruşmadaki katılımcılara karşı saygısızlık ettiği, bilerek yargılama sürecini uzattığı ve özellikle de tanıkların sorgulanmasını engelleyerek davada gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye yönelik eylemler gerçekleştirdiği, ayrıca ikamet adresi hakkında bilgi vermeyi reddettiği, bildirdiği adrese yollanan tebligatların geri döndüğü ve duruşma tarihlerine ilişkin bildirimleri imzalamadığı gerekçelerine dayanılmıştır. AİHM, bu tutmaya ilişkin incelemesinde başvurucunun önceki dört ay için şehri terk etmeme yükümlülüğünü ihlal ettiğine dair tutuklama kararında bir bulguya yer verilmediğine ve yine başvurucunun duruşmalara katılmadığı yönünde bir iddianın olmadığına dikkat çekmiştir. AİHM ayrıca tebligatların geri dönmesinin başvurucunun usul yükümlülüklerine uymasını engellediği yönünde bir iddianın bulunmadığı, dava dosyasında zaten olduğu için ikamet adresini açıklamayı reddetmesinin de başvurucunun yargılamalara katılımı üzerinde olumsuz bir etki yaratmadığını belirtmiştir. AİHM'e göre başvurucunun tutuklama sebepleri arasında ileri sürülen iddialardan kaçma riskinin somut olayda bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır. AİHM, bu şartlar altında başvurucunun şehirden ayrılmama yükümlülüğü yerine tutuklanmasına karar verilmesinin neden daha uygun bir önleyici tedbir olduğunun açık olmadığını, yargılamalara zarar verme ve küçümseyici tavırlar sergilemenin de Sözleşme'nin maddesindeki özgürlükten yoksun bırakma gerekçeleri arasında yer almadığını değerlendirmiş; başvurucunun tutukluluğuna ilişkin sebeplerin -mahkûm edilmesine kadar aynı kaldığı gözönünde bulundurulduğunda- tutukluluk döneminin tamamının keyfî ve hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır (Tymoshenko/Ukrayna, §§ 269-272). AİHM'in Vasiliciuc/Moldova (B. No: 15944/11, 2/5/2017) kararına konu olayda ise başvurucu, soruşturma makamlarının ifade almak için yaptıkları çağrıya uymamış olması nedeniyle gözaltına alınmıştır. Bununla birlikte başvurucu, aleyhinde herhangi bir ceza yargılaması yapılmadığı bir zamanda ülkeden ayrılmıştır. Başvurucu hakkındaki cezai takibat ülkeden ayrılmasından sonra başlamıştır. Başvurucunun yurt dışındaki adres bilgilerini yetkili makamlara vermiş olmasına rağmen ayrıldığı ülkedeki adresine tebligat yapılmıştır. Çağrı üzerine soruşturma makamları önünde hazır bulunmaması nedeniyle başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Başvurucu yakalama emrini öğrendikten sonra buna itiraz etmiş fakat itiraz reddedilmiştir. Sonrasında başvurucu, uluslararası yakalama emri kapsamında Yunanistan'da tutuklanmış ve iade işlemlerine kadar 23 gün süreyle gözaltında tutulmuştur. AİHM, yetkili makamların çağrı üzerine gelinmediği iddiasıyla kişiler hakkında tutuklama emri vermesi hâlinde kişiye tutuklama emrine uyması için yeterli bir bildirim yapıldığından, yeterli zaman verildiğinden ve kişinin gerçekten kaçtığını doğrulayacak makul adımlar attığından emin olması gerektiğini belirtmiştir. AİHM'e göre somut olayda soruşturma makamları başvurucunun cezai takibattan ve yetkili makamların önüne çıkarılma zorunluluğundan haberdar olması konusunda makul bir girişimde bulunmamıştır. Savcılık, başvurucunun yetişkin oğlu ve bir akrabası ile temasa geçmiş ise de başvurucuya mahkeme önünde hazır bulunması gerektiğini bildirmelerini bu kişilerden istememiştir. Savcılık, başvurucunun Yunanistan'da bulunduğu bilgisini araştırma girişiminde de bulunmamıştır. AİHM'e göre yetkililer, başvurucuyu mahkemeye çağırma meselesine oldukça şeklî bir biçimde yaklaşmış ve başvurucu mahkemeye gelmeyince onun hemen kaçtığı sonucuna varmışlardır. AİHM ayrıca bu durumun kaçmaya yönelik makul nedenlerin bulunması gerekliliğini öngören ve çağrılacak olan kişi işlem sırasında başka bir adres beyan ederse çağrının o adrese gönderileceğini düzenleyen Moldova'nın iç hukuk kurallarına da aykırı olduğunu tespit etmiştir. AİHM, bu gerekçelerle tutuklamanın keyfîlikten yoksun ve gerekli olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmış; Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Vasiliciuc/Moldova, §§ 39-41). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9120 | Başvuru, ceza infaz kurumundaki tutulma koşulları ve görevlilerin bazı tutumları nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve savunma için yeterli kolaylıkların sağlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, Alevi dedesiyle görüşmeye ilişkin talebin kabul edilmemesi nedeniyle din ve vicdan özgürlüğü ile eşitlik ilkesinin, eşe ait pasaporta tahdit konulması ve tutukluluk sürecindeki taleplerin ceza infaz kurumunca karşılanmaması nedenleriyle özel hayata saygı ve etkili başvuru haklarının, tutukluluk sürecinde daktilo teminine yönelik taleplerin kabul edilmemesi, açlık grevi eyleminin disiplin cezasına konu edilmesi ve gazetecilik faaliyetlerinin mahkûmiyete gerekçe yapılması nedenleriyle ifade özgürlüğünün, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, savunmanın ana dilde yapılamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 17/6/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 12/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 29/12/2011 tarihli kararı ile başvurucunun “terör örgütü propagandası yapma, silahlı terör örgütüne üye olma, görevi yaptırmamak için direnme” suçlarından hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde susma hakkını kullanmıştır. Temyiz üzerine, Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 29/12/2011 tarihli ve E.2011/159, K.2011/364 sayılı kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/7/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. UYAP üzerinden yapılan araştırmada, bozma kararı üzerine yargılanmasına devam olunan başvurucunun, 29/6/2012 tarihli celsede “anlaşılmayan bir dille” konuştuğu tutanağa geçirilmiştir. Duruşma tutanağında yer alan ifadeler şöyledir: “... SANIK; İLHAN BAYAR, (TC….), … oğlu, … doğumlu, Ağrı ili, Doğubayazıt ilçesi, Karaca nüfusa kayıtlı. … Doğubayazıt/AĞRI ikamet eder. (Halen Başka Suçtan Erzurum H Tipi Cezaevinde Tutuklu.), Sanığın duruşma dili dışında heyetimizce anlaşılamayan bir dil ile konuştuğu anlaşıldı. ... Sanıktan soruldu: Sanığın duruşma dili dışında heyetimizce anlaşılamayan bir dil ile konuştuğu anlaşıldı. SANIK İLHAN BAYAR SAVUNMASINDA: Sanığın duruşma dili dışında heyetimizce anlaşılamayan bir dil ile konuştuğu anlaşıldı. Sanığa dosyada mevcut beyanları okundu, soruldu: Sanığın duruşma dili dışında heyetimizce anlaşılamayan bir dil ile konuştuğu anlaşıldı. Sanığa dosyada mevcut bilirkişi raporu, diğer belge ve tutanaklar okunarak soruldu: Sanığın duruşma dili dışında heyetimizce anlaşılamayan bir dil ile konuştuğu anlaşıldı. Sanığa dosyada mevcut adli sicil ve nüfus kaydı okundu, soruldu: Sorulan soruya yine mahkeme heyetince anlaşılamayan bir dille cevap verdiği anlaşılmıştır. İddia Makamından soruldu: Aşamadaki tüm savunmalarını, hem sözlü hem yazılı savunmalarını Türkçe yapması, eğitim durumu dikkate alınarak kendisini savunmak ve meramını ifade edebilmek için yeterli derecede Türkçe bildiği ve yargılamanın yüzyüzeliği ilkesi gereğince beyanını Türkçe yapmasının sanığın da lehine olacağı düşünüldüğünde; duruşma dilinde olmayan bir dille beyanda bulunma talebinin reddine karar verilmesi kamu adına talep olunur, dedi. G. D: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-e ve CMK’nın maddesinde düzenlenen bir tercümanın yardımından yararlanma hakkının sanığın mahkemenin kullandığı dili anlamadığı veya konuşamadığı durumlarda gerekli olacağı, dosya kapsamına göre Türk vatandaşı olup, Türkiye'de doğan Türkçe dilinde yeterli eğitimi gören ve soruşturma aşamasında müdafii eşliğinde alınan ifadelerinde Türkçe olarak ifade veren sanığın kovuşturma aşamasında Türkçe dilini anlamak ve konuşmakta bir engelinin bulunmaması ve meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bildiğinin anlaşılması karşısında Mahkeme heyetince anlaşılamayan bir dil ile beyanda bulunma ve tercüman talebinin reddine karar verildi, tefhimle açık yargılamaya devam olundu. Sanıktan mahkemenin anladığı dilde beyanda bulunup bulunmayacağı hususu tekrar soruldu: Sorulan soruya yine mahkeme heyetince anlaşılamayan bir dille cevap verdiği anlaşılmıştır. ... Sanık İlhan Bayar'dan esas hakkındaki mütalaaya karşı savunması soruldu: Sanığın duruşma dili dışında heyetimizce anlaşılamayan bir dil ile konuştuğu anlaşıldı. ...” Bozma üzerine yargılanmasına devam edilen başvurucunun, Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 4/10/2012 tarihli ve E.2012/151, K.2012/1069 sayılı kararıyla müsnet suçlardan hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve vekilinin temyizi üzerine, Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 4/10/2012 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 28/3/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucu, onama kararını 27/5/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Bireysel başvuru 17/6/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tercüman bulundurulacak hâller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.…. (4) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad) Ayrıca sanık;a) İddianamenin okunması,b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4458 | Başvuru, savunmanın ana dilde yapılamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zarar tespit komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarında esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/7/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 19/8/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 3/9/2015 tarihinde sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların müşterek çocuğu Ş. hakkında, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının 1/10/1996 tarihli ve E.1996/1156, K.1996/430 sayılı soruşturma dosyasında, Ş.nin 21/4/1996 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Mermer Jandarma Karakolu yakınlarında güvenlik kuvvetleri ile girdiği silahlı çatışmada ölü olarak ele geçirildiği belirtilerek takipsizlik kararı verilmiştir. Başvurucular müşterek çocukları Ş.nin demircilik işiyle uğraştığını, kimseyle husumetinin olmadığını, 21/4/1996 tarihinde işten çıkıp evine gelirken sivil polisler tarafından gözaltına alındığını, eve dönmeyince karakol ve hastanelere başvurduklarını, Diyarbakır Devlet Hastanesinde cesedini teşhis ettiklerini, çocuklarının gözaltına alındıktan sonra öldürüldüğünü, olayın faillerinin belirlenemediğini, ölümden devletin sorumlu olduğunu belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca 25/7/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyonun 4/8/2006 tarihli ve 2006/4-6311 sayılı kararında, başvurucuların tazminat talebi reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...5233 sayılı Kanun kapsamında başvuranların dosyasında bulunan belgelerin 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle yapılan incelemede, Ş.nin PKK terör örgütü üyesi olduğu, güvenlik kuvvetlerinin "DUR" ihtarına ateşle karşılık verdiği ve güvenlik kuvvetleri ile girdiği silahlı çatışmada öldüğü tespit edildiğinden, ölümünün kendi kusurundan kaynaklandığı anlaşılmakla 5233 sayılı Kanun'un maddesinin (f) bendi gereği tazminat talebinin reddine, komisyonumuzca karar verildi." Başvurucular, çocuklarının örgüt üyesi olduğu ve çatışma sonucu öldürüldüğü iddialarının doğru olmadığını, Komisyonun hukuka uygun bir şekilde araştırma yapmadığını ve tarafsız olmadığını belirterek kararın iptali için Diyarbakır İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkeme 22/4/2008 tarihli ve E.2007/91, K.2008/593 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... 5233 sayılı Kanun hükümlerinden faydalanabilmek için; meydana gelen zararın ya bizzat terör eylemi sebebiyle oluşması ya da terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşması gerekmekte olup, davacının terör örgütü mensubu olup olmadığınıntespiti için dosyadaki belgelerin incelenmesinden;21/4/1996 tarihli olay yeri tespit tutanağında, Küçükakören Köyü Ambarçayı köprüsü mevkiinde saat 01:30 sıralarında silahlı bir şahsın devriyeyi görerek kaçmaya başladığı, kaçan şahsa dur ihtarı yapıldığı, silahla ateş ederek karşılık vermesi üzerine çıkan çatışmada şahsın ölü olarak ele geçirildiği… şahsın 60-65m. boylarında, 55-60 kg. ağırlığında ve 18-19 yaşlarında erkek olduğu… üzerinde haki yeşil elbise, spor ayakkabısı yanında bir adet kaleşnikof marka silah ve örgütsel doküman bulunduğunun belirtildiği,Olay yeri krokisinde 1 teröristin yanındaki silah ve dökümanlarla ölü olarak ele geçirildiğinin gösterildiği,24/4/1996 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağında; 21/4/1996 günü Mermer karakolu yakınlarında meydana gelen silahlı çatışmada ölü olarak ele geçirilen PKK üyesi 1 kişinin otopsisinin yapıldığı, ...kimliği T.B. olarak tespit edilen cesedin kesin ölüm nedeninin ateşli silah yaralanması sonucu beyin harabiyeti, göğüs ve karın iç kanamasından olduğunun belirtildiği,26/4/1996 tarihli Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının görevsizlik kararında maktül Ş.nin askerlerle girdiği silahlı çatışma neticesinde öldürüldüğü, …yasa dışı PKK örgütü üyesi olduğu… olayın terör amacıyla gerçekleştirildiği anlaşıldığından hazırlık evrakının görevli Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verildiği,1/10/1996 tarihli Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının takipsizlik kararında maktül-sanık Ş.nin Küçükakören Köyü Ambarçayı köprüsü yakınlarında karşılaştığı yol emniyet devriyesi görevini ifa eden güvenlik kuvvetlerinin dur ihtarına silahla karşılık vermesi üzerine çıkan silahlı çatışma sonucu üzerinde bulunan silah ve örgütsel dökümanlarla birlikte ölü olarak ele geçirildiği tüm evrak kapsamından anlaşıldığından tahkikata yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.5233 sayılı Kanun terörden ve terörle mücadeleden zarar gören kişilerin zararlarını ödemeye münhasır çıkartılmış bir kanundur. Kanunun genel gerekçesinde de belirtildiği üzere; terörün bütün topluma yönelmiş bir tehdit olması sebebiyle zararın kendi fiilisonucu değil, sadece toplumun bir bireyi olmasından dolayı meydana gelmesi nedeniyle ödenmesi amaçlanmıştır. Ancak yukarıda yer alan muafiyet maddesinde de belirtildiği üzere, zarar kendi fiili sebebiyle veyaterör ya da teröre yataklık suçu nedeniyle oluşmuş ise bu kişilerin zararlarının karşılanması hukuken mümkün görülmemektedir. Bütün bu maddi ve hukuki olay birlikte değerlendirildiğinde; murisin yasadışı terör örgütü üyesi olduğu ve güvenlik güçleriyle girdiği silahlı çatışmada öldüğü hususu göz önüne alındığında, bu ölüm sebebiyle davacıların zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanması mümkün olmadığından, bu yönde tesis edilen işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. Davacılar tarafından, murisleri Ş.nin 21/4/1996 tarihinde işten eve giderken sivil giyimli, ellerinde telsiz bulunan iki kişi tarafından resmi polis aracına bindirilerek gözlem altına alındığı ve gözlem altındayken öldürüldüğü, terör örgütüyle hiçbir bağlantısının olmadığıiddia edilmekte ise de dosyada bu iddiaları kanıtlamaya yetecek nitelikte bilgi ve belge bulunmamaktadır...." Başvurucuların temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/3/2012 tarihli ve E.2011/9606, K.2012/1343 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 13/3/2013 tarihli ve E.2012/8991, K.2013/1893 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı 26/6/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, 22/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." 5233 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:...e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararlar.f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradığı zararlar. ..." 5233 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5592 | Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zarar tespit komisyonuna yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, Danıştay onama ve karar düzeltme ilamlarında esasa etkili itirazların cevaplanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle de eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 23/3/1990 tarihinde Maliye Hazinesi tarafından Savur Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi zararının tazminini talep etmiştir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 19/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/1/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından 30/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Savur ilçesi Şenocak köyü 429 parsel numaralı taşınmaz, 1984 yılında yapılan kadastro çalışması sonunda başvurucu adına tespit edilmiştir. Maliye Hazinesi, başvurucu aleyhine, 23/3/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasında, taşınmazın Hazine arazisi olduğunu ileri sürerek tespitin iptalini ve taşınmazın adına tescilini talep etmiştir. Mahkemece, 30/3/2005 tarih ve E.1990/11, K.2005/4 sayılı kararla, taşınmazın Hazine arazisi olduğunun kanıtlanamadığı ve tarım arazisi olduğu gerekçesiyle davanın reddine, taşınmazın başvurucu adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/12/2006 tarih ve E.2006/2594, K.2006/4081 sayılı ilamıyla; başvurucunun zilyetliğinin ve taşınmazın mera niteliğinde olup olmadığının araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyulmuş olup, yargılama Savur Kadastro Mahkemesinin E.2007/62 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7283 | Başvurucu, 23/3/1990 tarihinde Maliye Hazinesi tarafından Savur Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi zararının tazminini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, milletvekili hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itirazının gecikmeli olarak karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ile güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması, tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş, tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet eylemleri, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde; Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde; Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde; Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde; Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı madde imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-33). PKK 2016 yılında, başvurucunun seçim bölgesi olan Diyarbakır'da çok sayıda terör saldırısı gerçekleştirmiş olup bu saldırılarda çoğunluğu güvenlik görevlisi olmak üzere onlarca kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce güvenlik görevlisi ve sivil vatandaş yaralanmıştır(Ayrıntılar için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 19-33). B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 12/6/2011 tarihinde bağımsız olarak (Daha sonra Barış ve Demokrasi Partisine -BDP- katılmıştır.) 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde ise Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Diyarbakır milletvekili seçilmiştir. Başvurucunun 9/5/2017 tarihinde, kesinleşmiş mahkûmiyeti bulunması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından milletvekilliği düşürülmüştür. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyleilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından tutuklama tedbirinin uygulandığı soruşturmaya konu eylemler yönünden yirmi bir ayrı fezleke düzenlenmiş ve TBMM'ye sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. PKK silahlı terör örgütünün güdümünde olan basın ve yayın organlarınca yapılan çağrılar üzerine 5/10/2011 tarihinde gerçekleştirilen bir yürüyüş ve basın açıklamasına başvurucunun bilerek ve isteyerek katıldığı ifade edilmiştir. Düzenlenen bu yürüyüş ve basın açıklaması sırasında PKK terör örgütünü simgeleyen flamalar ile Abdullah Öcalan'ın posterlerinin açıldığı, Abdullah Öcalan'ı övücü sloganların atıldığı ve tedbir alan güvenlik güçlerine yönelik birtakım gruplar tarafından taşlı saldırılarda bulunulduğu tespitine yer verilmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı davrandığı, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği ileri sürülmüştür.ii. PKK silahlı terör örgütünün güdümünde olan basın ve yayın organlarınca yapılan çağrılar üzerine 21/8/2011 tarihinde gerçekleştirilen bir yürüyüş ve basın açıklamasına başvurucunun bilerek ve isteyerek katıldığı ve bu yürüyüş sırasında toplanan kalabalığa hitaben bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Düzenlenen bu yürüyüş ve basın açıklaması sırasında PKK terör örgütünü simgeleyen flamalar ile Abdullah Öcalan'ın posterlerinin açıldığı, Abdullah Öcalan'ı övücü sloganların atıldığı tespitine yer verilmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun 2911 sayılı Kanun'a aykırı davrandığı, terör örgütünün propagandasını yaptığı ve örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun 4/1/2012 tarihinde Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) organizesinde BDP Diyarbakır Bağlar ilçe binası önünden Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu önüne kadar "Öcalan’a özgürlük" sloganı ile düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamasında yer aldığı, bu yürüyüş sırasında kalabalığa hitaben bir konuşma yaptığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu yürüyüş ve basın açıklamasına etkin bir katılım göstermesi, PKK terör örgütünün faaliyetlerini övüp amaçlarının meşru olduğunu belirten açıklamalar yapması ve örgüt elebaşı Abdullah Öcalan'ı sahiplenici söylemlerde bulunması karşısında terör örgütünün propagandasını yaptığı ve örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği ileri sürülmüştür.iv. Başvurucunun 14/1/2012 tarihinde Diyarbakır'da PKK terör örgütünün üst yapılanması olan Kürdistan Toplulukları Birliği/Türkiye Meclisi-Türkiye Koordinasyonu (KCK/TM) adı altında faaliyet yürüten terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyonları protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen bir etkinliğe katıldığı, burada bir konuşma yaptığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu konuşmasında özetle "... Kürtlerin 30 yıldan beri sürdürerek bu güne getirdiği mücadelesini tasfiye etmek istiyor ... 15 Ağustos 1984'te 12 Eylülün ağır koşullarında neredeyse bir yaprak bile kımıldamadığı bir dönemde kürt halkının yiğit evlatları, onurlu evlatları 15 ağustosta direniş başlattılar Siz AKP hükümeti böylesine şanlı bir direnişin sahibi olan Kürt halkına geri adım attıramazsınız, sindiremezsiniz ve bu halk 30 yıldır sinmedi, geri adım atmadı. Bundan sonradaalanlarda meydanlarda yaşama dair neresi varsa heryerde direnmeye ve mücadaleyi zaferle taçlandırıncaya kadar bu yolda yürümeye devam edecektir. Sizde bunu bilin diyoruz. Bilin ona göre tavır alın..." şeklinde beyanlarda bulunarak terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.v. BDP Cizre İlçe Teşkilatı tarafından moral ve halkla buluşma şöleni adı altında BDP Cizre ilçe binası önünde 28/1/2012 tarihinde düzenlenen bir miting sırasında PKK terör örgütünü simgeleyen flamalar ile terör örgütü üyelerinin ve Abdullah Öcalan'ın posterlerinin açıldığı, Abdullah Öcalan'ı övücü sloganların atıldığı, başvurucunun da burada bir konuşma yaptığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu konuşmasında "Bütün bunların bir bileşkesi var, o da en son noktadadır, yaniimralıda sayın Öcalan'a uygulanan tecrittir, tam altı ayının doldurdu yedinci ayınagiriyor, halen imralıdaçeşitlibahanelerle hani geçen Adalet Bakanıtelevizyondaçıktıyaartık insanlaradiyemiyoruz denizdedalga var, poster bozuk, gemi bozuk bunlar artık bunlar inandırıcı değil, biz sizi göndermeyiz, ha işte böyledoğrusöyleyin, biryasa çıkartarak bu tecriti hukuksal diyorlar, böylebir çabaları amabizdekendilerine söylüyoruz, bunamüsaade etmeyeceğiz baharın ne getireceği ne götüreceği bilinmez diyoruz o yüzden eğer bu baharda bütün Türkiye halkları gerçekten mutlu yaşamak istiyorsa, çatışmasız bir baharagirmek istiyorsaMeclisegetirmeyeçalıştığınız bu kanun tasarısının asla ve asla Genel Kuruluna getirmeyin diyoruz, çünkü getirmeniz durumunda yani imralıya yönelik tecrite hukuksal bir kılıf bulmanız durumunda inanmalısınız ki bu baharda çok kötü geçecek, çok çatışma geçecek, ölen ve yaşamını yitiren sadece Kürt gençleri olmayacak, Türkiye gençleri Türkiyegençleri Türkiye Halklarının emekçi çocukları da bubahardabu iç çatışmalardayaşamınıyitirecek, biz bukaygıyı taşıyan, kadınlar olarak diyoruzki AKP hükümetine bizim kaygılarımızı sizde taşıyın sizlereyaptığımız bu uyarılarılütfen kale alın, alın kiartık bu ülkenin çocukları kesinlikleayrım yapmaksızın söylüyorum, Kürt, Türk çocukları, lazı, Çerkezi artık bu ülkedeKürt sorunun çözümsüzlüğü nedeniyle tek bir kişi dahi yaşamınıyitirmesin, Sayın Öcalan'a yönelik AKP iktidarının bu tutumunu bir kez daha şiddetle kınıyoruz" şeklinde sözler söyleyerek terör örgütünün propagandasını yaptığı ve 2911 sayılı Kanun'a aykırı davrandığı ileri sürülmüştür. Bu konuşmanın akabinde miting alanında toplanan bir grup çocuk, alanı görüntüleyen mobese kamerasını ve güvenlik için konuşlanmış olan güvenlik güçlerine ait araçları taşlamış; yine bir grup çocuk İdil Caddesi'ni trafiğe kapatmış ve etrafa saldırmışlardır.vi. 29/1/2012 tarihinde Diyarbakır'ın İstasyon Meydanı'nda Diyarbakır Valiliğinin düzenlenmek istenen bir mitinge izin vermemesini protesto etmek amacıyla BDP Diyarbakır İl Başkanlığı organizesinde basın açıklaması adı altında bir etkinlik düzenlendiği, düzenlenen etkinlik sırasında toplanan kalabalık tarafından "Biji Serok Apo (Yaşasın Başkan Apo), Öcalan Öcalan, Direne Direne Kazanacağız" vb. şeklinde sloganların atıldığı, başvurucunun da bu etkinliğe katılarak bir konuşma yaptığı, başvurucunu konuşmasında özetle "...Diyarbakır Valiliği direnişin kalesi olan Amed'in [Diyarbakır] kalesini yıkmak istiyor. Sizin gücünüz Amed'in kalesini yıkmaya yetmez. Amed Valisine sesleniyorum; dünyada nerede olursa olsun, her zaman direnenler ve mücadele edenler kazanmıştır. Emniyete, Valiliğe olan başvuruda Tecrite Hayır Siyasi Soykırıma Son adı altında başvuru yaptık, bize içerisinde tecrit geçen bir çağrı olmaz dediler. Sayın Öcalan'ı İmralı'da tek kişilik cezaevine koyacaksın, altı ay boyunca kimseyle görüşmeyeceksin, bu suçu işleyeceksin, sonra tecridi kabul etmeyeceksin. AKP hükümeti Erdoğan Suriye'ye Beşar Esat'a akıl vermeye çalışıyor. Beşar Esat'a diyor ki halkının taleplerini yerine getirmeyen lider gider. Siz onu bırakın Kürt Halkının taleplerine bakın. Kürtler 15-20 milyon nüfusuyla isteklerini dile getirmeye çalışıyor. Sayın Öcalan kürt özgürlük mücadelesini, önderliğini yapıyor, Öcalan'sız bir çözüme ulaşmak bu sorunun uzun yıllar sormesini [sürmesini] istiyorum demektir. Hepimizi zor günler bekliyor. Kürt halkı 17 bin faili meçhul ve birçok bedel ödeyerek Kürdistan coğrafyasının her yerinden kemik çıktığı böyle bir anda size çözüm elini uzatıyoruz. Asla bu mücadeleyi bırakmayız. Bu yolun yolcuları asla bu yoldan dönmeyeceklerdir. Direnişe devam..." şeklinde beyanlarda bulunarak terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.vii. 4/3/2012 tarihinde Diyarbakır'ın İstasyon Meydanı'nda 8 MartDünya Kadınlar Günü amacıyla gerçekleştirilen bir miting sırasında platform olarak kullanılan BDP'ye ait bir otobüsten ses yükseltici aletler aracılığıyla toplanan kalabalığa hitaben içeriği itibarıyla PKK terör örgütünün propagandasını oluşturan "Ape Me, Biji Kürdistan, Ey Şoreşgeri Kürdistan (Ey Kürdistan Devrimcisi), Zap Zap Zape, PKK Ne (PKK'lıdır),Keça Kürda (Kürt Kızı)" gibiKürtçe şarkıların çalındığı, terör örgütü elebaşısı Öcalan'ın poster ve terör örgütünü simgeleyen bez parçalarının açılıp terör örgütü lehine sloganların atıldığı, başvurucunun da bu mitinge katılarak toplanan kalabalığa hitaben bir konuşma yaptığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu konuşmasında özetle "...Biz bugün kürt sorunun çözümü için en önemli tek aktör olarak gördümüz Sayın Öcalan'a özgürlük istemek için alanlardayız. Özgürlük talep etmek için alanlardayız...Kürt kadınları bu güçlerini dünyadaki devrimci kadın önderlerden alıyorlar ve elbette ki kürt kadınları bu gücünü beritanlardan, zilanlardan, semalardan, Zekiye Alkan'lardan alıyorlar. Bütün kadın özgürlük mücadelesinde yaşamlarını yitiren bütün kadın arkadaşlarımın, kadın yoldaşlarımın anıları ve mücadeleleri önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Evet selam olsun direnen kadınlara, selam olsun kadın özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenlere...An azadi An Azadi diyoruz..." şeklinde beyanlarda bulunarak terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. viii. 8/3/2012 günü Elazığ'da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlaması adı altında yapılan bir toplantıya başvurucunun da katılarak bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Bu konuşmada başvurucunun "Savaşan güçler kimse masaya oturacak güçlerde onlardır. Savaşan güçler kimdir PKK'dir ve Devlettir. PKK adına PKK adına masaya oturacak kimdir PKK'nin lideri Öcalan'dır. Öcalan tabiki sadace PKK lideri değildir, aynı zamanda 5 milyon insanın ben önderim ve liderim olarak görüyorum benim haklarımı savunmak üzere,kürtlerin haklarını savunmak üzere her türlü yetkimi kendisine veriyorum dediği bir şahsiyettir, bir kayserdir kendisiyle masanın, masanın elbette ki bir tarafına sayın Öcalan olacaktır bir tarafında da Devlet olacaktır ve aslında bu bizim söylediğimiz yeni bir şey değildir, devlet zaten bunun bilincindedir, farkındadır. Onun içindir ki bir yıldan beri bu masa kurulmuştur, bu masanın bir tarafından Devlet vardır, bir tarafında Öcalan vardır. Şimdi biz diyoruz ki yaptığınız doğruydu, bir yıldan beri yaptığınız doğruydu, yanlış olan şey şimdiki yaptığınızdır yani bu görüşmeleri kesmenizdir, şimdi yapmanız gereken şeybu masanın etrafında tekrardan oturmak, müzakerelere başlamak ve kürt sorununu çözmektir." şeklinde ifadeler kullanarak suçu ve suçluyu övdüğü ileri sürülmüştür. ix. PKK silahlı terör örgütünün güdümünde olan basın ve yayın organlarınca yapılan çağrılar üzerine 18/3/2012 tarihinde; Diyarbakır Valiliği tarafından yasaklanmasına rağmen gerçekleştirilen bir yürüyüş ve basın açıklamasına başvurucunun bilerek ve isteyerek katıldığı, güvenlik güçlerinin ihtarlarının ve zor kullanmasının ardından dağılmayıp direndiği, BDP seçim otobüsü üzerine çıkıp örgüt propagandası olabilecek tarzda zafer işareti yaptığı ifade edilmiştir. Düzenlenen bu yürüyüş sırasında PKK terör örgütünü simgeleyen flamalar ile Abdullah Öcalan'ın posterlerinin açıldığı, PKK terör örgütünü ve Abdullah Öcalan'ı övücü sloganların atıldığı tespitine yer verilmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun2911 sayılı Kanun'a aykırı davrandığı ve örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği ileri sürülmüştür.x. Siirt'te 21/3/2012 tarihinde Nevruz kutlaması adı altında bir etkinlik düzenlendiği, başvurucunun da bu etkinlik sırasında toplanan kalabalığa hitaben bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Başvurucunun konuşmasında "... Mazlum Doğan'ın dediği gibi 'Direnmek Yaşamaktır' diyerek, direnmenin, direnişin öncülüğünü yapan genç arkadaşlar... Tunus'ta, Libya'da, Yemen'de direnen arapların ve elbette ki otuz (30) yıldan beri özgürlük mücadelesi veren kürtlerin direniş bayramıdır... Kendi ülkenizde ayağı kalkan, direnen, özgürlüğünü isteyen, kimliğini isteyen, anadilini isteyen kürt halkına bir selam göndereceksiniz, onun mücadelesini selamlayacaksınız... Sizin böyle bir gücünüz yok, PKK'yi imha edemezsiniz, tasfiye edemezsiniz, bu bir realitedir. Bu bir gerçekliktir. Çünkü PKK sadece dağda Onbingerillayla sınırlı bir hareket değildir. Bu gün PKK alanlarda, meydanlarda, milyonlarca kişidir artık... Sayın Öcalan özgür olmadan bizim özgürlüğümüz mümkün değildir. Sayın Öcalan'ın özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür diyor. O nedenle sayın Öcalan özgür olamadan PKK dağdan inmeden demokratik özgür siyasal yaşama katılmadan tüm Türkiye'de kürt sorunun çözülmesi mümkün değildir... Bu inkar, tasfiye, imha politikalarından vazgeçiniz diyoruz. Ama vazgeçmezseniz bakın demokratik siyasal çözüm önümüzde istiyorsanız böyle bir çözüm her an gerçekleşebilir ama istemiyorsanız da ben bugün özgürlük özgürlük diye haykıran kürt halkının önünde şunu ifade etmek isterim ki eğer özgürlüğün önünü açmazsanız kürt halkı bu zamana kadar otuz (30) yıldır nasıl direndiyse ödediği bunca bedellerden sonra direnmeye devam edecektir, bunun böyle bilinmesi gerekir... Ve hep bir ağızdan hep bir ağızdan bir kez daha bu yoldan dönüş yok, özgürlük yolundan dönüş yok, mücadeleye devam an azadi an azadi (Ya Özgürlük Ya Özgürlük) diyorum..." şeklinde ifadeler kullanarak PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.xi. Batman BDP il binasında, Abdullah Öcalan'ın özgür bırakılması adı altında 14 Temmuz günü Diyarbakır'da yapılan ve sokak eylemlerine dönüşen yasaklanmış olan bir mitinge Batman'dan katılımın sağlanması için 29/6/2012 tarihinde bir organizasyon yapıldığı; bu organizasyonda başvurucunun da bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Bu konuşmada başvurucunun "...Bu son dönemde görkemli bir miting yaparak Kürt sorunun çözümünde eğer niyetimiz varsa gerçekçi samimi niyetimiz varsa o zaman yapmamız gereken şey sayın Öcalan'ın tecridine son verip derhal diyalog ve müzakere sürecini başlatmalıdır. Bir yerden başlamak bununla birlikte sayın Öcalan'ın kendisinin de tanımladığı gibi sağlık, güvenlik ve hareket etme koşullarının sağlanması diyalog ve müzakerenin böylesine bir ortamda sürdürülmesi ve elbette ki bu sürecin sonunda da bizim talebimiz çözüm ile birlikte sayın Öcalan'ın özgürlüğünün sağlanmasıdır. ...Kürt halkının kendisine Önder ve lider olarak tanımladığı sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşmadan sayın Öcalan gelip Kürt halkının içerisine karışmadan demokratik siyasal yaşama kavuşmadan bu meselenin çözümü mümkün değildir diyeceğiz. Esas vermek istediğimiz mesaj budur..." şeklinde ifadeler kullanarak 2911 sayılı Kanun'a aykırı davrandığı, PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ve örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği ileri sürülmüştür. xii. 7/8/2012 tarihinde BDP organizesinde Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesinde düzenlenen bir sanat etkinliğine başvurucunun da katılarak bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Bu konuşmada başvurucunun "Halkımızı direniş ruhuyla selamlıyorum. Bizleri bugünlere getiren özgür var olma mücadalesinde yaşamını yitiren özgürlük ve demokrasi şehitlerimizi saygıyla anıyor ve eğiliyorum. Roje ve Kürdistan halkına selam olsun. Başbakan bizler için PKK terör örgütü diyemiyorlar diye hitap ediyor, evet diyemiyoruz terör örgütü değildir, çünkü Kürt'lerin kimliğini demokratik yollardan elde edemediği için silahla dağa çıkmış Kürt kimliğini kabul ettirmeye çalışan Gerilla örgütüdür." şeklinde açıklamalar yaparak terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.xiii. 15/8/2012 tarihinde BDP organizesinde hem 15 Ağustos'un tarihi önemi ve Azadiya Welat'ın (Vatanın Özgürlüğü) kuruluş yıl dönümü hem de Suriye Kürtlerini selamlama adına Diyarbakır'da düzenlenen ve PKK terör örgütünün propagandasına dönüşen bir etkinliğe başvurucunun da katıldığı, burada bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Başvurucunun bu konuşmasında toplanan kalabalığa hitaben özetle "...İşte bu armağan bu hediye siz değerli Kürt halkına verildiyse bunu işte sahnemizin arkasındaki resimlerini gördüğümüz özgür basın şehitlerine, özgürlük mücadelesi, demokrası mücadelesi veren şehitleremize borçluyuz... Hep birlikte özgürlük yolunda adım adım ilerleyen, özgürlük devrimini gerçekleştiren Roja ve Kürdistan halkını selamlıyorum, hepsini kutluyorum. Ve yine değerli arkadaşlar bugün 15 Ağustos. Kürt halkı için direniş bayramı. Hepinizin direniş bayramını da kutluyorum... 15 Ağustos bundan 28 yıl önce PKK'nın Şemdinli'de ve Eruh'ta silahlı mücadeleye başladığı günün adı değerli arkadaşlar. Tarihçiler bugünü yani PKK'nın silahlı mücadeleye başladığı bugünü, bu yılı Kürt yılı olarak ilan ediyorlar. Kürtlerin yılı olarak tanımlıyorlar. Evet bizce de doğrudur 1984 yılı Kürt yılıdır. Niçin Kürtlerin yılıdır. Çünkü 1984'te özgür yaşamak istiyoruz, artık kimliksiz yaşamak istemiyoruz, bu lanetli yaşama hayır diyoruz diyen gençlerin örgütlenerek bu sisteme, bu devlete karşı isyan ettiği günün adıdır... Kürt devriminin efsanevi komutanı da Mahsun Korkmaz[PKK terör örgütünün ilk komutanı olduğu iddia edilen kişi]'dır. Ben burada sizinle birlikte hep birlikte halkının özgürlük mücadelesinie katılan Che Guavere'ları, Diap'ları, AGİT'leri, Mazlumları selamlıyorum... Ve şunu ifade etmek isterim ki bu gün artık geldiğimiz noktada Kürt halkı adım adım artık özgürlüğüne yaklaşıyor. Sadece ülkemizde değil Roja ve Kürdistan'da diğer parçalarda yaşayan Kürtler hepsi 30 yıllık mücadelenin artık meyvelerini topluyorlar... Sayın Öcalan bu ülkede kurulacak barış masasının bir tarafına mutlaka oturacak. Ve ancak bu ülkede çözüm eğer gelecekse Sayın Öcalan'la birlikte gelecek. Bunun dışında bir çözüm yok..." şeklinde beyanlarda bulunarak terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.xiv. PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen PYD ve YPG tarafından ilan edildiği iddia edilen Batı Kürdistan devriminin yıl dönümü münasebetiyle "Şenlik" adı altında Nusaybin ilçe merkezinde bulunan Mitanni Kültür Merkezi'nde 21/7/2013 tarihinde bir etkinlik düzenlendiği, bu etkinlik sırasında topluluk içinde yer alan bir grup tarafından PKK terör örgütünü simgeleyen flamalar ile Abdullah Öcalan'ın posterlerinin açıldığı, terör örgütünün sözde şehitleri için saygı duruşunda bulunulduğu ve marşlarının okunduğu, başvurucunun da etkinlik sırasında toplanan kalabalığa hitaben bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Başvurucunun konuşmasında "Evet değerli arkadaşlar, işte rojavadaki Kürt halkının bir araya gelerek, örgütlenerek, halk meclislerini kurarak, sokak meclislerini kurarak, mahalle meclislerini kurarak gerçekleştirdiği bu devrim, şimdi ülke içinde ve ülke dışındaki güçler tarafından tehdit altındadır, hem ülke içindeki bazı güçler hem ülke dışındaki bazı güçler rojava devrimini, rojava devrimini değerli arkadaşlar bozmak istiyorlar, başarısız kılmak istiyorlar, biz buradan AKP hükümetine seslenmek istiyoruz rojava devrimi sizin bildiğiniz gibi bir devrim değildir, yüz binlerce insanın katıldığı, evet genciyle yaşlısıyla çocuğuyla emeklisiyle işçisiyle yüz binlerce insanın katıldığı bir halk devrimidir. Gerçek bir halk devrimidir. Hiç bir güç dünyadaki hiç bir güç böyle bir halk devrimini başarısızlığa uğratamaz değerli arkadaşlar, o nedenle AKP hükümeti artık kürt karşıtlığını bırakmalıdır. Hele hele kendi ülkesindeki kürtlerle barışmak isterken, kendi ülkesindeki kürtlerle demokratik çözüm için, barış için imralıda kürt halk önderi sayın öcalanlamasaya oturmuşken artık kendi ülkesi dışında kürtlerle uğraşmayı bırakmalıdır. Bu politikadan ne AKP'ye hayır gelir, ne de Türkiye'nin yararınadır arkadaşlar, bakın, Dışişleri Bakanı diyor ki rojavada devrim oldu bunu kabul ediyoruz, ama devrim sonrası eğer PYD kalkar demokratik özerkliği ilan ederse biz oraya müdahale ederiz diyor, yani açıktan bir tehdit var arkadaşlar (grubun yuhaladığı) şimdi ben gerçekten sormak istiyorum. Açıkça sormak istiyorum. Rojava kürtlerinin özgürlüklerindenrojavadaki kürtlerin demokratik özerkliği ilanında Türkiye'nin ne zararı var. Gerçekten sormak istiyorum. Rojavadaki kürtler demokratik özerkliği ilan ederse Türkiye bundan ne kadar zarar görür. Görmez arkadaşlar, olsa olsa yarar görecektir. Evet demokratik özerkliğin ilanıyla kapılar açılacaktır. Kardeş halklar birbiriyle buluşacaktır. Ekonomi canlanacaktır. Ticaret canlanacaktır. Kazanan halklar olacaktır. Kazanan aslında Türkiye'nin kendisi olacaktır. O nedenle AKP hükümeti artık bu tehdit politikalarından vazgeçmelidir, vazgeçmek zorundadır. (grubun alkışladığı) Çünkü rojavaya yapılacak bir müdahaleyi kürt halkı, dört bir parça kürdistanda yaşayan kürt halkı aynen kendisine yapılmış sayacaktır. Çünkü rojava devrimi kürtler için çok önemlidir. Dört bir parça kürdistanda yaşayan kürtler ortadoğuda yaşayan ezilmiş halklar için rojava devrimi bir heyecan yaratmaktadır, bir umut yaratmaktadır, bir güven yaratmaktadır değerli arkadaşlar. O nedenle AKP hükümeti ayağını denk atmalıdır. Eğer söylediği gibi bir müdahale yapacak olursa tabi şuanda bilmiyoruz. PYD özerklik ilan eder mi etmez mi ama dışişleri bakanının söylemleri üzerinden konuşuyorum. Eğer özerkliği ilan ederler Türkiye'nin de bir müdahalesi olursa bu müdahaleyi hiç bir kürt asla asla kabul etmeyecektir. Rojava devriminin yenilmesine, bitirilmesine, başarısızlığına asla müsaade edilmeyecektir değerli arkadaşlar. AKP'nin bunu bilmesi lazım AKP'nin bunun ... Çıkartması lazım, ona göre artık kürt karşıtlığından, kürt düşmanlığından diyeceğim vazgeçmesi gerekir. Hele hele kürt sorunu çözüm aşamasına gelmişken artık böyle bir politikaya ihtiyaç yoktur, böyle bir politikanın gereği de yoktur, değerliarkadaşlar şimdi rojavada o gelişmeler olurken " şeklinde ifadeler kullanarak terör örgütünün propagandasını yaptığı, suç ve suçluyu övdüğü ve halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ettiği ileri sürülmüştür. xv. Diyarbakır'ın Lice ilçesi Ziyaret köyü Fis Ovası mevkiinde 27/11/2013 tarihinde PKK terör örgütünün 27/11/1978 tarihinde sözde kuruluşunun yıl dönümü münasebetiyle BDP Diyarbakır İl Başkanlığı organizesinde "Demokratik Kurtuluş, Özgür Yaşam, Diriliş Bayramı" adı altında bir etkinlik düzenlendiği, düzenlenen etkinliğe başvurucunun da katılarak toplanan kalabalığa hitaben konuşma yaptığı ve konuşmasında özetle "35 yıldır görkemli mücadelesi ile bu topraklarda tarihlerini yeniden yazanlar merhaba, merhaba özgür kadınlar, merhaba özgür gençler, merhaba özgür Kürtler hepinizi en içten duygularımla saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Hepinizin direniş bayramı özgürlük bayramı kutlu olsun ve yine Kürt halkının bütün kazanımlarının mimarı Kürt halkının önderi ve lideri bize diriliş bayramını armağan eden sayın Öcalan’ı da buradan hep birlikte selamlıyoruz. Diriliş bayramını kutluyoruz. Değerli Amed’liler 35 yıl önce Kürtler yoktu. 35 yıl önce Kürtlerin kimliği, dili inkâr ediliyordu, bu ülkede Kürtler korkunç bir asimilasyon politikasına tabi tutulmuştur. Bu ülkede Kürtler onursuz yaşamaya, kimliksiz yaşamaya mahkûm edilmiştir. 35 yıl önce bu ülkede köle Kürtler vardı, ama şimdi 35 yıl sonra kimliğine, diline, onuruna sahip çıkan onurlu Kürtler var. Artık görkemli bir mücadele sürdüren özgür Kürtler var. Demokratik özgür bir yaşamı inşa eden özgür Kürtler var artık bu ülkede, elbette ki köle Kürtlükten özgür Kürtlüğe geçiş kolay olmadı. İşte hemen yanı başımızdaki bu dağlarda Kürt halkının en değerli evlatları özgür bir kimlik için, dili için canlarını verdiler. Ben bir kez daha bütün devrim şehitlerini, bütün özgürlük şehitlerini saygıyla minnetle şükranla anıyorum hepsinin önünde, anıları önünde yaşamları önünde saygıyla eğiliyorum. Biz biliyoruz ki eğer onlar fedakarca canlarını seve seve bu mücadele için, özgür bir yaşam için, özgür bir Kürt için vermeselerdi işte bu gün burada bu koşullarda olmayacaktır değerli arkadaşlar ne kazandıysak, hangi noktaya geldiysek bu uğurda yaşamlarını yitirenler sayesindedir. Yaşamlarımız boyunca hiçbirini asla ve asla unutmayacağız. Unutmak demek insanlık değerlerinden uzaklaşmak demektir. Hiçbir zaman insan olmaktan insanlık değerlerinden mahrum olmayacağız değerli arkadaşlar, Evet Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte hepinizin bildiği gibi bu ülkede inkar ve asimilasyon politikasına başvuruldu değerli arkadaşlar, işte Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra kendilerini Cumhuriyetin kuruluşunda göremeyenler bir isyan hareketine kalkıştırlar bu ülkede 1924 anayasasıyla teklik zihniyetine karşı mücadele eden Şeyh Sait 1925’te ilk isyanı başlattı değerli arkadaşlar ve daha sonra bu ülkede irili ufaklı tam 28 isyan yaşandı. İşte bugün bu topraklarda hemen yanı başımızdaki evde 22 Kürt ve Türk gencinin birlikte bir araya gelerek başlattığı isyan 29’uncu isyan PKK isyanıdır ve bize göre değerli arkadaşlar bu isyan son isyandır. İşte bu isyanı şimdiye kadar ve halen bu isyanı başlatanlara terörist bu isyanın örgütüne de terörist örgüt diyorlar ben sormak istiyorum terörist nedir? Terörizm nedir? Bilmek isteyenler öğrenmek isteyenler açsınlar literatürlere lügatlara baksınlar o zaman teröristin, terörizmin ne olduğunu anlarlar. PKK hareketi bir isyan hareketidir. PKK hareketi dili, kimliği yok edilen, yok sayılan bir halkın isyanıdır değerli arkadaşlar ve değerli arkadaşlar isyan etmek direnmek uluslar arası sözleşmeye göre bir haktır değerli arkadaşlar birleşmiş milletler yasalarına göre eğer bir halkın dili inkar ediliyorsa kimliği inkar ediliyorsa asimilasyona tabi tutuluyorsa o halkın dünyanın neresinde olursa olsun isyan etme hakkı vardır direnme hakkı vardır işte Kürtler bu hakkı kullanmışlardır. Direnme hakkını kullanmışlardır. İsyan etme hakkını kullanmışlardır. İşte bu gün İmralı'da Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu isyan hakkını kullanan bu direnme hakkını kullanan Kürt halkının önderi ve lideri sayın Öcalan’la masaya oturmuştur. Direnme hakkını, isyan hakkını kullandığı için oturmuştur değerli arkadaşlar. İşte bu gün artık 35 yıllık görkemli mücadeleden sonra kürt sorununun çözümünden barışından bahsediyoruz önemli bir aşamaya da geldik. Değerli arkadaşlar şimdi Kürt halkının talepleri var bu talepler bellidir. Kürt halkı kimliğini dilini kültürünü istiyor, Kürt halkı bu topraklarda kendi kendini yönetmek istiyor. bunlar sağlanmadığı müddetçe bu mücadele inanın ki devam eder Kürt halkı elbette ki bütün kazanımların mimarı olan önderim liderim dediği sayın Öcalan’ın özgürlüğünü istiyor. Elbette ki Kürt Halkı özgürlük dağlarında halkının özgürlüğü için mücadele eden çocuklarının demektik[demokratik] siyasal yaşama dönmesini istiyor bütün bunlar gerçekleşmeden Kürt sorunu çözülemez değerli arkadaşlar, bütün bunların AKP hükümeti artık bilincinde olması lazım artık AKP hükümeti bu halkın direnişini bu halkın mücadelesini bu halkın bu mücadele nedeniyle kimliklerini kaybettiklerini görmesi ona göre müzakere masasından Kürt Halkının kazanımlarıyla çıkması için çaba sarf etmelidir. Bunu kendisi için yapabilir tabi ki ama esasen Kürt Halkı için ve Türkiye Halkları için Türkiye'nin demokratik geleceği için yapmalıdır. Çünkü herkes şunu çok iyi bilmeli ki Türkiye'de Kürt sorunu çözülmeden Türkiye'de Kürtler özgür olmadan bu ülkede diğer hakların[halkların] özgür olması mümkün değildir. Bu ülkeye demokrasinin gelmesi mümkün değildir. Bu ülkenin demokratikleşmesi mümkün değildir. Evet değerli arkadaşlar hemen yanı başımızda da Rojava'da da bir devrim yaşanıyor burada hep birlikte Rojavadaki devrimi özgürlük devrimini direnenleri selamlıyoruz. YPG'yi selamlıyoruz. PYD'yi selamlıyoruz sizinle birlikteyiz, yanınızdayız sizin mücadeleniz bizim mücadelemizdir. sizin mücadelenizi engellemek isteyenler YPG'ninPYD'nin Rojavadaki Kürt halkının devrimini tasfiye etmek isteyenler başaramayacaklar. AKP'ye sesleniyorum başaramayacaksınız çünkü artık Kürt halkı ulusal birliğe doğru adım adım ilerliyor. Rojava'daki devrim bizim devrimimizdir. Bizim devrimimiz Rojavadaki devrimdir. Kazanımlarımızla birlikte olacaktır. Değerli arkadaşlar, evet 35 yılı görkemli ve amansız bir mücadele ile Kürt halkı geride bıraktı, 36 ıncı yıl inanıyorum ki Kürt halkının özgürlüğüne Kürt halkının zaferine giden bir yıl olacaktır. Ben hepinizi 36 ıncı yılda başarıya zafere kilitlenmeye davet ediyorum hep birlikte bir yıl içerisinde 36 ıncı yılda Amed'de Dağkapı meydanında Kürt halkının özgürlüğünü Kürt halkının önderinin özgürlüğünü Kürt halkının en değerli varlıklarının gerillaların Amed de hep birlikte bir arada özgürlük şarkıları söyleyeceğine olan inancımı bir kez daha belirtiyorum. Hepinize başarılar diliyorum yola devam diyorum, mücadeleye devam direnişe devam diyorum sağ olun var olun." şeklinde beyanlarda bulunarak terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.xvi. Türkiye'nin birçok yerinde PKK tarafından öz yönetim adı altında özerklik ilan edildiği ve hendek olaylarının yaşandığı (bkz. §§ 7, 8) bir dönemde;- Diyarbakır'ın Sur ilçesinde güvenlik güçlerince yürütülen operasyonları protesto etmek amacıyla Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesinde 2/2/2016 tarihinde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve HDP organizesinde toplanan gruplar tarafından basın açıklaması ve oturma eyleminin gerçekleştirildiği, bu eyleme katılan grup tarafından "Direne Direne Kazanacağız, Biji Berxwadane Suri (Yaşasın Sur Direnişi), Biji Berxwadane Ciziri (Yaşasın Cizre Direnişi)" şeklinde sloganlar atıldığı, "Cizredeki Devlet Terörüne Son, Yaşam Kadın Direnişiyle Güzel, Sur Onurdur, Sur Namustur, Cizreye Ses Ver, Demokratik Özerkliği Selamlıyoruz" ibareli dövizlerin açıldığı, başvurucunun da düzenlenen bu basın açıklamasına katılarak toplanan kalabalığa hitaben bir konuma yaptığı ifade edilmiştir. Başvurucunun konuşmasında "Değerli basının emekçileri saygı değer Amedliler, bugün Surdaki halkımızın direnişinin günü, Cizrede ki halkımızın direnişinin günü, ben buradan hem Surda hem Cizre de direnen halkımızı selamlıyorum. Direnişlerinin direnişimiz olduğunu, her daim onlarla birlikte olduğumuzu ve bu direnişten başarıyla, zaferle çıkıncaya kadar da direnişi hep birlikte sürdüreceğimizi ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, tarihte her zaman ezenler ve ezilenlerin mücadelesinde, yok sayanların ve yok sayılanların mücadelesinde ne zaman ezilenler yok sayılanlar bir hak talep etmişse ezenler yok sayanlar zamanı değil şimdi değil diye ezilenlerin yok sayılanların taleplerini yanıtlamışlardır. Biz biliyoruz ki şimdi değil zamanı değilin karşılığı, aslında hiç bir zamandır. Fakat tarihte derin deneyimlerden geçmiş olan ezilenler yok sayılanlar da zamanı değil, şimdi değilin karşılığının hiç bir zaman olduğunu bildikleri için, anladıkları için mücadelelerini direnişlerini sürdürmüşler ve talep ettiklerini her zaman gecikmeli de olsa tarihte elde etmişler kazanmışlardır. Bu nedenle bugün Kürt halkının talebi olan özyönetim, AKP Hükümeti tarafından siyasal iktidar tarafından hiçbir zaman şeklinde yanıtlanmaktadır. Kürt halkı da hiçbir zaman cümlesinin karşılığında direnişini mücadelesini yükselterek, en yakın zamanda olmasa bile belli bir zaman dilimi içerisinde özyönetimi kuracak, kendi kendisini bu topraklarda yönetecektir. Değerli arkadaşlar, hem Sur'da hem Cizre de devam eden direnişin ve direniş sonucunda ortaya çıkan tablonun Türkiye Büyük Millet Meclisinde HDP grubu olarak gündemleştirilmesi için ve Türkiye kamuoyuna Cizre’de Sur’da neler yaşandığını anlatabilmek için uzun süredir mücadelemiz sürüyor ve devam ediyor. Özellikle son bir hafta içerisinde meclis grubunda, Meclis Genel Kurulu'nda, komisyonlarda Cizre'de bir bodrumda, bir vahşet bodrumunda yaralı yaşamak durumunda kalan ve yaşamını yitiren yine altı yurttaşımız için hem cenazenin alınması için hem de yirmi dört yurttaşımızın hastanelere götürülmesi için bir mücadele yürüttük ve yürüttüğümüz mücadeleden hakikaten tam sonuç alma aşamasında iken AKP Hükümeti baktı ki Cizre’de yaşananlar Sur'da yaşananlar Türkiye kamuoyu tarafından mecliste grubumuz aracılığıyla anlaşılmaya başlandı, bilince çıkarılmaya başlandı. Bu noktada Türkiye kamuoyundan da bir karşı duruş gelmeye başladı bunun üzerine alelacele meclis bir hafta tatil edildi. Arkadaşlarımızın mecliste mücadelesi sürüyor. Açlık grevleri dönüşümlü olarak mecliste devam ediyor yürütüyorlar. Ne yazık ki yaptığımız bütün görüşmelerden İçişleri Bakanı ile yaptığımız görüşmelerden bir sonuç alamadık. Halen 24 yaralı vahşet bodrumunda bekliyor, halen bu durumdaki altı cenazeyi alamamış bir durumdayız. Türk Tabipler Birliği ve SES’in [Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası] organizasyonları çerçevesinde giden hekimler hem hemşireler yaralıların olduğu bölgeye ulaşamadı. Ancak biz biliyoruz ki ne yaparlarsa yapsınlar ne tür engeller çıkartırlarsa çıkartsınlar mutlaka direniş kazanacak direnenler kazanacak bu yolda mücadele edenler kazanacak en kısa zamanda yaralılarımız alınacak oradaki cenazelerimiz alınacak onlara layık bir şekilde son yolculuklarına uğurlanacak. Ancak tam bu noktada AKP hükümetinin gerçekten son derece yalana dayalı kirli bir politika yürüttüğünü söyleyebiliriz. Cizre’de o vahşet bodrumunda bekleyen 22 yaralının alınmamasının Türkiye kamuoyunda yarattığı tablo nedeniyle AKP Hükümeti yandaş basın aracılığıyla inanılmaz bir kirli savaş ve kampanya yürütmeye başladı. Öyle ki bugün çıkan haberlerde o bodrumda kalanların içerisinde iki PKK kadrosunun olduğu o nedenle oradan yaralıların alınmadığını ve yine Cizre'de 2 Sırplı nişancının olduğu, bunların parayla tutulduğu maaşla tutulduğu bir tanesinin öldürüldüğü diğerinin de sağ yakalandığı vb biçimde yine aynı şekilde Sur’da bir takım ülkelerden Rusya'dan ya da dünyanın çeşitli yerlerinden keskin nişancıların olduğu orada bir faaliyet yürütüldüğü biçiminde haberler yapmakta. Türkiye kamuoyunun bu anlamda Sur’a, Cizre’ye olan ilgisini bu biçim yalana dayalı haberlerle etkisiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Ama geçmiş dönemlerden biliyoruz doksanlı yıllardan biliyoruz doksanlı yıllarda da kirli politika kirli oyunlar çok oynandı ama bu dönemde Kürt halkı nasıl bu politikaya kirli politikaya yalana dayalı politikaya karşı direndi ise mücadele ettiyse bugünde halkımız orada Cizre'de Sur’da bu politikaya karşı direniyor yaralılar içeride yaralılarımızın aileleri şuan Cizre’nin., (anlaşılmadı) herkes çocuklarına bir an önce ulaşmayı şu çocuklarının biran önce hastaneye kaldırılmasını bekliyor. Yani biz biraz vicdan, biraz insaf diyoruz. Başarıya giden her yol mubahtır cümlesinin her zaman geçerli olmadığını ve olamayacağını buradan belirtmek istiyoruz evet Cizre’de başarılı olmak istiyorsunuz ama bu başarılı olmayı 24 insanımızın bu vahşet bodrumunda yaralı bir şekilde tutularak yalana dayalı politikalarla, iftiraya dayalı politikalarla sağlayamazsınız oradan da size, göreceksiniz ki AKP’liler göreceksiniz ki başarıya giden her yolu sizin için de mubah olmayacaktır. Sizin başarıya giden yol diye tarif ettiğiniz yollar Kürt halkının direnişinin mücadelesine çarpacak biz sizin yalan politikalarınızı her zaman her yerde deşifre etmeye, anlatmaya devam edeceğiz. Değerli arkadaşlar, siz de biliyorsunuz ki özyönetim Kürt halkının Türkiye'deki bütün halklarla birlikte eşit, özgür yaşama talebidir bu talebe böylesi insanlık dışı bir muameleyle karşı çıkmak böylesine sivil insanları katlederek bu talebe bu isteme yanıt vermek elbette ki kabul edilemez bugün dünyanın pek çok yerinde işte Başbakan Davutoğlu’nun Ispanya'daki Toledo kentini örnek verdiği şehirde bile öz yönetim var. Özerklik var.Tıpkı Toledo'da olduğu gibi dünyanın pek çok yerinde insanlar öz yönetimle, özerklikle yönetiliyorlar o nedenle eğer bu bir gerekçe değilse özyönetimin ilanı ile birlikte başlayan bu saldırı politikası halka karşı saldırı politikası derhal durdurulmalıdır diyoruz konuşarak çözülemeyecek hiçbir sorunumuz yoktur bizim. Zaten konuşularak çözülmediği için bu noktaya gelinmiştir. AKP’liler AKP Hükümeti her zaman şunu soruyor bu hendekler niye açıldı? Şimdi biz size soruyoruzsizDolmabahçede ki mutabakatı ret etmeseydiniz, siz imralı’da ki görüşme masasını devirmeseydiniz İmralı'ya gidecek olan gözlemci heyeti yok saymasaydınız şimdi ne hendek olacaktı, ne barikat olacaktı, eğer bugün biz o hendekler barikatlar var ise sizin Kürt sorununda çözümsüzlük politikasına dayandığınız içindir çözümsüzlüğü artık çözüm politikasından vazgeçtiğiniz içindir o nedenle bu konuda suçlu aramaktansa önce dönüp kendinize bakacaksınız. Eğer bu hendekler barikatlar doğal koşullarda kaldırılmak isteniyorsa, yapılacak tek şey var ki onu herkes çok iyi biliyordu bizden daha iyi AKP Hükümeti'nin kendisi biliyor. Çözüm ve müzakere koşullara geri dönmek. Geri dönülürse elbette ki tartışılacak en önemli konulardan birisi de Kürt halkının talepleri olacaktır. Çünkü o masa onun için kurulmuştur. O masada yürütülen tartışmalardan sonra hendeklerin barikatların kapanması elbette ki mümkün olacaktır. Ama durum öyle gösteriyor ki eğer AKP Hükümeti demokratik çözüm koşullarını siyasi koşullara geri dönmezse masaya geri dönmezse hepimizi önümüzde çok zorlu günler bekliyor. Bunu söylemek durumundayız. AKP Hükümeti başbakan ve diğer AKP’nin kurmayları hendekler kapanacak, ondan sonra gereken yapılacak diyor. Hendeklerin kapanması için AKP hükümetinden elbette ki bir çare olması gerekir bir görüşme olması gerekir bir talep olması gerekir. Yeteri kadar Sur yıkılmıştır artık Sur diye bir ilçe kalmamıştır. Yerle bir edilmiştir Sur adeta bir toprak haline dönüştürülmüştür. Cizre’nin yarısı yakılıp yıkılmıştır. Bu saatten sonra yakılıp yıkılacak bir Sur parçası bir Sur ilçesi bir Cizre ilçesi kalmamıştır. Bu nedenle bu politikayı daha fazla sürdürmek anlamsızdır bu politikanın daha fazla sürdürülmesi bütün Türkiye için Türkiye'nin demokratik geleceği için artık daha fazla zarar verecek bu bir noktaya gelecektir. Biz buradan kendini bir kez daha Türkiye'nin demokratikleşmesi için demokratik bir Türkiye için değişmiş bir demokrasi için bu Kürt sorununun çözümü için masaya görüşmelere çözüme davet ediyoruz, teşekkür ederim” şeklinde sözler söyleyerek terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.- Diyarbakır'ın Sur ilçesinde terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyonların sürdüğü sırada bu operasyonları protesto etmek amacıyla HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş tarafından halkın direniş ve yürüyüşe çağrıldığı, bu çağrı neticesinde birçok yasa dışı eylemlerin meydana geldiği, bu yasa dışı eylemlerin ilk günü olan 2/3/2016 tarihinde başvurucunun PKK terör örgütünün Diyarbakır'dan yayın yapan organlarından MED NÜÇE TV isimli televizyon kanalında Türkçe olarak bir konuşma yaptığı ifade edilmiştir. Başvurucunun "Bütün izleyicilerin de bildiği gibi HDP, DTP, DTK[Demokratik Toplum Kongresinin] kurumlarımızın birlikte ortak kararıyla bugün saat 00'da Sura ses vermek için bir eylem planlanmıştı. Epey Türkiye gündemini meşgul eden bir eylem oldu. Hem İçişleri Bakanlığı da çok meşgul ettik, valiliği de çok meşgul ettik çünkü hakikatten vatandaşlardan gelen ilgi, duyarlılık bu eylemin bu direnişin ne kadar büyük olacağını daha bir gün öncesinden bize gösteriyordu. Nitekim İçişleri Bakanlığı da bu tabloyu görmüş olmalı ki hemen yaptığı ilk iş eş genel başkanımızı tehdit etmek oldu. Halkı sokağa çağıran bunun bedelini de öder dedi. Arkadan yetmedi Cumhurbaşkanı da bir değerlendirme yaptı. Halkı sokağa çağırın HDP eş başkanı Sayın Selahattin Demirtaş için Savcıların harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Ve bugün Diyarbakır’a çevre illerden gelen binlerce polis vardı ve yine polis tornaları[tomaları], askeri araçlar ve zırhlı araçlar Diyarbakır’daydı. Diyarbakır’da gerçekten bugün ayaktaydı. Uzun süreden beri yapılan en önemli büyük yürüyüşlerden direnişlerden biriydi. Ben Sura ses verildiğini düşünüyorum. Surdakilerin de bu sesi duyduğunu bu sesten de bir güç aldıklarını inanıyorum. Şimdi tabiki akşam saatlerindeyiz. Eylemlerin düzeyinde bir düşüklük oldu tabiki gecenin ilerleyen saatleriyle birlikte Diyarbakır eylemlerine son verecektir. Ama bu eylemlerin bittiği anlamına gelmeyecektir. Niye gelmeyecek? Bütün çabamız içerde 150 sivil olduğunu ve bu sivillerin de yaşamlarım yitirmeden oradan sağlıklı bir şekilde çıkartılmasıyla ilgiliydi. Bu konuyla ilgili biliyor izleyicilerimiz hükümete çok çağrı yaptık. Diyarbakır valiliğine çok çağrı yaptık. 150 sivilin nasıl çıkartılabileceği ilişkin görüşmeler yaptık, tartışmalar yürüttük fakat ne yazık ki bu zamana kadar bu sivilleri çıkartamadık. Bu akşam saatlerinde evlerine atılan bomba sonucu 57 yaşındaki S.S.’in, yine bir çocuğun ve bir erkeğin ayağının koparak yaralandığım öğrenmiş bulunuyoruz. İşte bu tablo bugünkü yürüyüşümüzün ne kadar önemli olduğunu bize gösterdi. Bu direnişin ne kadar önemli bir direniş olduğunu gösterdi. Halen geldiğimiz noktada bile İçişleri Bakanı içerde var olduğu söylenen sivillerin siviller diye söze giriyor. Yani onların dediklerine göre içerdekilerin sivil olmadığım[olmadığı gibi] bir algı var ya da biliyorlar bilmemezlikten gelip Sur içinde kalanların hepsini direnenler gibi değerlendiriyorlar. Bugünkü tablodan, yaralı tablosundan anlaşıldığı gibi bir çocuk orada yaralanmış herhalde küçücük bir çocuğu da terörist ilan etmeyecek İçişleri Bakanlığı. Yine de 57 yaşındaki bir annemizin ve bir erkeğin yaralanması oradaki sivillerin çok zorumda[zor durumda] olduğu[nu] bize gösteriyor. 150 sivilin hayatını kurtarmak için yaptığımız iki gün önceki öneri son derece önemli ve ciddi bir öneriydi. Hiç olmasa bir gün 24 saat sokağa çıkma yasağını kaldırın sivilleri biz oradan çıkartalım demiştik. Ama ne yazık ki bu önerimize bir yanıt alamadık. Bu önerimize yanıtları iki günden beri Sur içinde yaptıkları bombardıman oldu. Nöbet tutuğumuz yerde neredeyse beş dakika da bir, on dakikada bir şiddeti çok yüksek olan havan atarları, bomba atarlar oldu. Şuana kadar da zaten bugünkü direnişe rağmen bir adım atılmadığını görüyoruz. Surdaki mevcut tablo bu. Bunun sonucunda ne olabilir? Şu olabilir. Demek ki bu abluka kalkıncaya kadar, bu sokağa çıkma yasağı kaldırılıncaya kadar bu eylemlere bu direnişlere devam etmek ve hükümet üzerinde bir baskı oluşturmak gerekiyor. Şüphesiz bu demokratik eylem ve etkinliklerinin tek bir amacı var. Hükümet üzerinde, iktidar üzerinde baskı oluşturmak ve bu oluşturulan baskıyla oradaki sivil vatandaşlarımızın dışarıya çıkmasını, sağlıklı bir şekilde dışarıya çıkmasını sağlamak. Bir cevap alamadığımıza göre demek ki bizde demokratik eylem ve etkinliklere direnişe ve mücadeleye yarından itibaren devam edeceğiz. Ta ki abluka kalkıncaya kadar, ta ki sokağa çıkma yasağı kalkıncaya kadar bu nedenlerle buradan bütün amedlilere dün yaptığımız çağrıyı tekrar yenilemek istiyorum. Biz ölümü değil yaşamayı savunuyoruz. Oradaki insanlarımızın yaşam hakları için, bir katliama uğramamaları için bugünkü direnişimizi, mücadelemizi yarından itibaren kesintisiz orada abluka kalkıncaya kadar, orada sokağa çıkma yasağı kalkıncaya kadar devam ettireceğiz diyorum. Bu nedenle herkesi tekrar bu büyük mücadeleye ve direnişe çağırıyorum." şeklinde bir konuşma yaparak terör örgütünün propagandasını yaptığı ve halkı kanunlara uymamaya tahrik ettiği ileri sürümüştür. xvii. 27/3/2016 tarihinde DBP Diyarbakır İl Başkanlığı organizesinde Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi DBP İl Binası önünde daha önce gözaltına alınan birtakım kişilerle ilgili olarak basın açıklaması yapıldığı, bu basın açıklamasının başvurucu tarafından gerçekleştirildiği, basın açıklamasının içeriği itibarıyla başvurucunun terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.xviii. Başvurucunun PKK/KCK terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ınkurulması yönünde talimatlar verdiği DTK'nın toplantılarınakatıldığı, bunlardan birinde konuşma yaptığı iddia edilmiştir. Ayrıca başvurucunun DTK toplantılarında alınan eylem kararları ve PKK silahlı terör örgütünün güdümünde olan basın ve yayın organlarınca yapılan çağrılar üzerine birçok eyleme katıldığı ileri sürülmüştür.- Başvurucunun bu kapsamda DTK'nın 21/4/2013 tarihli toplantısında yaptığı bir konuşmasına yer verilmiştir. Bu konuşmasında başvurucunun özetle''...Tabi yeni bir süreç bu sürecinde kendine özgü bir dili var, çözüm ve barış dili var. Bu sürecin bir tarafı olan PKK’nın kesinlikle bir çözüm ve barış dili kullandığını biliyoruz, bizim dilimiz zaten barış ve çözüm dilidir ama muhataplarımızın dili maalesef halen çözüm ve barış dili değil, başta başbakan olmak üzere kabilenin bütün üyeleri, halen bu dilden çok uzaklar. Örneğin dün değil önceki gün F.Ş.'nin bir toplantıda yaptığı konuşmada kullandığı dil, işte nihayet bu terör belasından kurtuluyoruz, bu terörizm belasından kurtuluyoruz şeklindeydi. Bence bu toplantıdan bugün şöyle bir karar çıkmalıdır, bir kez daha bu mücadelenin Kürt halkının özgürlük mücadelesi olduğu, böyle bir mücadelenin terörizm diye adlandırılamayacağı, bu tip tanımlamanın sürece zarar verdiği, DTK’nın artık bu noktadan sonra böyle bir tanımlamayı asla kabul edemeyeceği şeklinde olmalıdır. ...Sayın Öcalan’ın kamu oyununa da yansıyan görüşme notlarında da ifade ettiği gibi süreç kendisinin çabasıyla elbette ki 4 Nisan’da bize yüklediği sorumluluklarla sürecek. Ama hepimiz bu sürecin az da olsa bir riski olduğunun farkına vararak çalışmalarımızda mutlaka bunu kamuoyu ile paylaşmamız gerekir. Yani olacaksa bir barış, adil onurlu bir barış evet biz varız, Kürt halkı var. Ama olmayacaksa da Kürt halkı çözüme direnmeye de hazırdır.O nedenle de hesaplarını da herkes buna göre yapmalıdır diyor yine başkanın o görüşme notunda dikkat çektiği bir konu, evet eğer bu süreç az bir ihtimalle de olsa başarıya ulaşmazsa yeni bir dönemin başlayacağıdır. Bu dönemi de halk savaşı olarak tanımlıyor ve 50 bin kişinin katılacağı bu halk savaşı ile bundan sonraki süreç o şekilde tamamlanacağını ifade ediyor. Bu önemli bir teori yani bu riski halkımızla paylaşmamız, Sürece ve döneme bu şekilde hazırlamamız gerekir. Yani dediğim gibi olacaksa bir barış zaten olacak, ama olmayacaksa da bu direnişin devam edeceği şeklindeki bir durumu halkımızla da paylaşmamızda ben kendilerine hazırlama acısından her türlü riski karşı hazırlama açısından doğru görüyorum. Böyle kısaca teşekkürler…" şeklinde ifadeler kullandığı belirtilmiştir. - DTK'nın özerklik ilan ederek devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya ve ülkenin birliğini bozmaya dönük kararlar aldığı soruşturma mercilerince iddia edilmiştir. Başvurucunun da DTK'nın bu faaliyetlerine aktif olarak katıldığı ve konuşma yaptığı, DTK toplantılarında alınan eylem kararları üzerine yasa dışı birçok etkinliğe katıldığı belirtilip -konuşmaların içeriği, toplantılarda alınan kararların mahiyeti ve alınan eylem kararları üzerine başvurucunun birçok yasa dışı eyleme katılmış olması hususları dikkate alındığında- tüm bu hususların başvurucunun PKK terör örgütü üyesi olduğunu gösterdiği ileri sürülmüştür. xix. Başvurucunun PKK'nın örgütsel faaliyetlerini organize etmek ve bu doğrultuda kararlar almak, yerel yönetimleri yönlendirmek ve kent meclisleri vasıtasıyla ideolojik çalışma alanları oluşturmak için Abdullah Öcalan'ın talimatıyla kurulan KCK/TM adlı yapılanmanın siyasal alan merkezi içinde örgütsel faaliyetler yürüttüğü ileri sürülmüştür. Soruşturma mercilerince buna ilişkin dayanılan olgulardan bir kısmı şöyledir:- Başvurucunun PKK/KCK terör örgütünün kadın alanı olan DÖKH yürütmesinde aktif bir şekilde yer aldığı iddia edilmiştir. Bu kapsamda KCK/TM yapılanmasına yönelik yürütülen bir soruşturma kapsamında Ç. , P. , Z. B. ve E.G.nin adresinde yapılan aramada el konulan flash belleğin içinde "Pınar.doc" isimli word belgesinde "Kadın Meclisi Eleştiri-Özeleşritiri [Özeleştiri] Toplantısı (tutanaklar)" adı altında bir toplantı tutanağına yer verildiği, bu tutanakta PKK/KCK terör örgütünün kadın alanı olan DÖKH yürütmesinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarının bu alanda faaliyet yürüten örgüt mensupları ile ilgili yaptıkları eleştiri ve özeleştirilerinin bulunduğu, bu eleştiri ve özeleştirileri yapanlar arasında başvurucunun da bulunduğu tespitine yer verilmiştir.- Başvurucunun PKK silahlı terör örgütü mensubu olan ve 2/8/2014 tarihinde Tunceli Pülümür Zage mevkiinde yaralanan H.Y. ve A. isimli kişilerin tedavilerini yaptırmak için aracı olduğu ve bu konuda yetkili herhangi bir birime haber vermeyerek yaralı örgüt mensuplarının gizli bir şekilde tedavilerinin yaptırılması için R.B. ve S.A. ile irtibata geçtiği iddia edilmiştir. Bu kapsamda S.A.nın bu olaya ilişkin olarak vermiş olduğu ifadesine yer verilmiştir. S.A. ifadesinde özetle Diyarbakır 112 Komuta kontrol Merkezinde çalıştığını, aynı zamanda DTK daimi meclis üyesi olduğunu, DTK içinde faaliyet gösteren sağlık meclisinde de gönüllü olarak çalışmalarda bulunduğunu, Suriye'de meydana gelen iç çatışmalardan dolayı yaralanan şahısların tedavileri gibi konularla ilgilendiklerini, yaralı örgüt mensuplarını tanımadığını, şahısların hastaneye götürülmeden iki üç gün önce başvurucuyla yapmış oldukları görüşmede başvurucunun Suriye'nin Kobani şehrinde meydana gelen bir patlamada yaralanan iki şahısla ilgili olarak bu kişilerin sevklerinin yapılmaya çalışıldığını beyan ederek eğer sevkleri yapılamazsa özel bir hastanede tedavilerinin yapılması konusunda kendisinden yardımcı olmasını istediğini; kendisinin de kabul ettiğini beyan ettiği tespitine yer verilmiştir.- Başvurucunun Hakkâri'de KCK/TM mensuplarına yönelik yapılan operasyonlarda gözaltına alınan örgüt üyelerine destek vermek amacıyla Hakkâri'ye BDP'li milletvekillerinin gönderilmesini organize ettiği iddia edilmiştir.- PKK/KCK terör örgütünün öldürülen mensubu teröristlerin cenazelerinin Trabzon Adli Tıp Kurumundan alınması ile ilgili olarak başvurucunun ambulans temin ettiği iddia edilmiştir.- Başvurucunun KCK/TM yapılanması içinde bulunan örgüt üyelerinin faaliyetlerini yürüttükleri Bağlar Kent Meclisi Bürosu olarak adlandırılan yere değişik tarihlerde gelip gittiği, burada bizzat örgütsel konuşmalar yaptığı ve KCK/TM yapılanması içinde yer alan diğer örgüt mensuplarının kendi aralarında yapmış oldukları konuşmalarda isminin geçtiği iddia edilmiştir. Bu yerle ilgili olarak yapılan ortam dinlemesi sonucunda başvurucunun bir konuşmasına delil olarak dayanılmıştır. Konuşmanın içeriği özetle şöyledir: "...Amed Kürdistan'ın merkezidir, kalbidir, direnişin kalesidir, mücadelenin başkentidir. Dolayısıyla hem ulusal hem de uluslararası anlamda herkesin gözü ve kulağı Amed'dedir. Dolayısıyla biz Hakkari’den 3 (üç) millet vekili çıkarsak ta.…alsak ta tartışılacak yine Amed olacaktır bu yüzden Amed’de bizlere düşen görev çok fazla. Önderlik belirtmişti görüşme notunda yaklaşık 2-3 ay önce belirtmişti. Başarıyı ben Amed’de görüyorum demişti. Amed’de AKP’nin oyunu %5e çekerseniz ben başarıyı öyle addecem demişti. Dün Bismil’deki toplantıda da söyledim bilemiyorum çekebilir miyiz? Ama önce hedefimiz en azından %40 civarındaki AKP’nin oyunu bu seçimlerde %10-20’ye çekebilmeliyiz diye düşünüyorum yani bütün çalışmamız çabamız bu olmalıdır. Elbette ki seçim çalışması zor bir çalışma bağımsızlar zor çalışma arkadaşlar belirti [belirtti]. Hep birlikte götüreceğiz çevremizde eş dost mücadeleye….veren kim varsa hangi arkadaş varsa onları da seçim çalışmalarına katarak en kitlesel bir şekilde çalışmaları sürdürmeye çalışacağız ben inanıyorum yani başaracağımıza inanıyorum AKP’nin buradaki oyunu %20’ler düzeyine çekeceğimize inanıyorum.…Listedeki herkesin de moral düzeyi çok yüksektir.En azından …. Kadar AKP’yi bitireceklerine indireceklerine inanıyorlardır. Bu inançla çalışırsak başarırız diye düşünüyorum. Teşekkür ediyoruz hepinize başarılar zafer bizimle olsun." 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-27) siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi TBMM Başkanlığına 12/4/2016 tarihinde sunulmuştur. Bu teklif hâlihazırda Adalet Bakanlığında (Bakanlık), Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 11) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki çok sayıda fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Cizre, Nusaybin, Elazığ ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında uhdesinde bulunan soruşturma dosyalarından üç tanesinde suç yerinin başka bir il/ilçe olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek Batman, Siirt ve Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılıklarına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında uhdesinde bulunan silahlı terör örgütüne üye olma iddiasına ilişkin soruşturma dosyası haricindeki diğer soruşturma dosyalarını ise tek soruşturma dosyasında birleştirmiştir. Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkındaki uhdesinde bulunan soruşturma dosyasını -isnat edilen suçların il ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamında olduğu gerekçesiyle- fezlekeyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı ise aynı gerekçe ile Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Mardin, Elazığ, Siirt, Batman, Diyarbakır ve Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılıkları da fezlekeyle gelen ve/veya uhdelerinde bulunan soruşturma dosyalarını soruşturma dosyaları üzerinden yürütülen soruşturmaların birlikte yürütülmesinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından hukuki bir fayda olacağı ve suçun vasfının tayini konusunda tüm dosyaların birlikte değerlendirilmesinin önem arz ettiği gibi gerekçelerle Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere yetkisizlik kararı vermiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkındaki fezlekelere konu tüm soruşturma dosyalarının 2016/2359 sayılı soruşturma dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece başvurucu hakkında farklı Cumhuriyet Başsavcılıklarınca düzenlenen yirmi bir ayrı fezlekede suça konu edilen tüm fiillerin birlikte değerlendirilmesi mümkün hâle gelmiştir. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından 27/7/2016, 8/8/2016, 10/10/2016 ve 26/10/2016 tarihlerinde -kendisine çağrı kâğıdı/talimat gönderilerek- savcılıklara davet edilmiş ancak başvurucu bu çağrılara uymamıştır. Bu sürecin öncesinde -dokunulmazlıklara ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra- HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 9/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Sunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız. Yok öyle yağma!" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Başvurucu, Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı uyarınca 4/11/2016 tarihinde Diyarbakır'da gözaltına alınmış ve aynı gün soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir. Öte yandan Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde başvurucunun üzerine atılı suçların niteliği ve delillerin henüz tam olarak toplanmamış olmasını dikkate alarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafisinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğü, anılan suçun katalog suçlardan olduğu, ilgili dosyada henüz delillerin toplanmamış olması dikkate alındığında dosya içeriğinin incelenmesi ve belgelerden örnek alınmasının yürütülen soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/11/2016 tarihinde dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun ifadesinin alınması işlemi sırasında kendisine müdafii yardımından yararlanma hakkı hatırlatılmış ancak başvurucu, müdafii yardımından yararlanmadan ifade vermiştir. İfade tutanağında ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamaların başvurucuya açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucu, suçlamalarla ilgili olarak "Türkiye Cumhuriyeti Demokratik bir hukuk devletidir. 12 Eylül darbe Anayasası içinde olsa da şuan da bu Anayasa ile yönetiliyoruz. Biz bu Anayasa çerçevesinde milletvekili seçildik ve bu Anayasa da milletvekilinin dokunulmazlık hakkı tanımlanmıştır. Yani milletvekili seçildiği süre boyunca dokunulmazlık hakkına sahiptir ve ben 550 milletvekilinin de aynı hakka sahip olduğunu düşünüyorum. Ama ne yazık ki kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı son dönemde yaşanan çatışmalar bunun etkileri nedeniyle mecliste Anayasaya aykırı bir biçimde dokunulmazlığım kaldırılmıştır. Ben bu mevcut anayasaya göre seçilmiş bir milletvekili olarak bu durumu kabul etmediğimi ifade etmek isterim. Bunun mevcut siyasi iktidar tarafından partimize yönelik siyasi bir darbe olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda her zaman ülkemizde sandıklı seçimler elbetteki önemli olmuştur. Ama ne yazık ki dokunulmazlığımın kaldırılmasıyla sandıktan çıkan yani halk iradesi de bana göre yok sayılmıştır. Seçilmiş bir milletvekili olarak milletvekilliğim sona erdiğinde yani yasal süre içerisinde sona erdiğinde şahsıma yönelik açılan bütün soruşturma ve kovuşturmaların davalarla ilgili ifade verme ve mahkemeye katılmaya hazırım. Ancak şimdi bu aşamada yukarıda saydığım nedenlerden dolayı ifade vermek istemiyorum. Bu konuda da takdir sizindir diyorum. Nasıl takdir ederseniz öyle" şeklinde beyanda bulunmuştur. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde "şüphelinin eyleminin [5237 sayılı] Türk Ceza Kanunu'nun 314/2 maddesinde belirtilen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu oluşturduğu, şüphelinin birleşen dosya içeriklerine göre kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, ayrıca kaçma şüphelilerin [şüphesinin] de bulunduğu, ayrıca [5271 sayılı] CMK'nın [Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] 100'ncü maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, cezanın altı ve üst sınırı göz önüne alındığında..." gerekçesine dayanarak tutuklanması istemiyle başvurucuyu Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda Savcılık; başvurucunun eylemlerinin propaganda boyutunu aştığı, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğu iddia etmiştir. Anılan yazı, sorgu işlemi öncesinde Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçun anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde öncelikle soruşturma aşamasında Savcılıkta vermiş olduğu ifadesinin doğru ve geçerli olduğunu belirtmiş ve ek olarak "...İtham edilen suçlamalar propaganda değil bir tespittir, ancak ben burada bununla ilgili açıklama yapmak istemiyorum. Çünkü buraya getirilişimizin hukuksuz olduğunu düşünüyorum. 7 Haziran seçimlerinde partimiz 6 milyon seçmenin oyunu alarak 80 milletvekili çıkardı. 1 Kasım seçimlerine çatışmalı ortamda girdik. Hükümetin 1 Kasım yerel seçimlerine girerken tek başına iktidar olamamaları durumunda ülkeye kaos gelecek ve bu nedenle partimiz olarak 59 milletvekiline düştük. Fakat yine de 5 milyon üzerinde bir oyla halkın iradesiyle seçilmiş bir milletvekili olarak bulunuyoruz. Tabii tüm ülkenin sorunlarına bir çözüm olmak için bulunuyor isek de genel olarak Kürt sorunu üzerinde faaliyetler yaptık. Geçmiş dönemde devam eden barış süreci adı altında yapılan kardeşlik süreci tamamen bitirildi, çatışmalar ülkemizde başladı. Çatışmaların başlamasıyla birlikte yine ülkenin her tarafına cenazeler gelmeye başladı. Siyasi iktidar cenazelerin gelmesini fırsat bilerek bizim parlamentodaki gücümüzü azaltmayı planladı ve bunun bir halk iradesine saygısızlık olarak düşünüyorum ve durumu asla kabul etmiyorum. 4 yıllığına milletvekili olarak seçildim. 12 Eylül darbe yasası olarak da bilinse milletvekilinin dört yıllığına seçileceği ve dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla alakalı madde vardır. Bu madde de 550 milletvekilini kapsamaktadır. Tüm milletvekilleri halkın iradesiyle gelmiş olduğunu düşünürsek sadece bizim partideki vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının da anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca buraya getirilişimizin de hukuka aykırı olduğunu düşünüyorum, bu nedenle suçlamaların içeriğine yönelik beyanda bulunmuyorum. Dokunulmazlığımın kaldırılması benim yargı karşısına getirilmem bir hukuksuzluk ve aynı zamanda halk iradesine saygısızlık olarak nitelendiriyorum. Adil ve bağımsız bir yargı meselesi bizim ülke de önemlidir. Biz siyasi ve politik olarak getirildik. Ayrıca buraya getirilmemin siyasi otoritenin yargı üzerinde bir baskı kurması olarak düşünüyorum. 4 yıllık milletvekilliğim bittikten sonra hakkımda açılan tüm davalara katılacağım, bu mücadelenin içerisinde yer almam Kürt sorununa ve ülkenin diğer ortak meselelerine çözüm bulmaktır. Bunun dışında parti içerisinde bulunmamın bir başka nedeni yoktur, dolayısıyla halen dokunulmazlığımın devam ettiği bir dönemde 45 dosya ile alakalı dokunulmazlığım kaldırılmış öte yönden diğer hususlar açısından dokunulmazlığım halen devam ediyor. Yargının önüne getirilmeyi siyasal iktidarın çözümsüzlük politikaları nedeniyle biraz halkın tepkisini aşağı indirme çabası ve gayreti olarak görüyorum. Tutuklansam da tutuklanmasam da demokrasi mücadelemiz devam edecektir, böylesi bir davalar da serbest bırakılmamı talep edemeyeceğim." şeklinde beyanda bulunmuş ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise suçlamaları kabul etmemiş, yapılan işlemlerin hukuka uygun olmadığını belirterek başvurucunun doğrudan veya gerekli görülürse adli kontrol hükümleri uygulanarak serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararda; başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak eylemlerin propaganda boyutunu aştığı, eylemlerin silahlı terör örgütü ile bağ oluşturacak şekilde süreklilik ve yoğunluk oluşturduğu, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "...şüphelinin kaçmasına engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması, ...şüphelinin konumu, durumu ve imkanları gözönüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, ayrıca şüphelinin üzerine atılı 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma' suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç için kanunda öngörülen cezanın üst sınırı ve atılı suç için yasada öngörülen ceza miktarı, isnat edilen suçun CMK 100'de belirtilen katalog suçlardan olması ve bu nedenle yasal olarak tutuklama nedeninin var olması, tutukluluğun bu aşamada ölçülülük ilkesine uygun olacağı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz olacağı..." değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu 11/11/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine vermiş olduğu dilekçe ile tutuklama kararına itiraz etmiştir. Dilekçe UYAP sistemi üzerinden Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/11/2016 tarihli üst yazısıyla Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmiştir. Bu talebi değerlendiren Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği 24/11/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiş ve itirazı değerlendirmek üzere dosyayı Siirt Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir. Siirt Sulh Ceza Hâkimliği 8/12/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar 14/12/2016 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 15/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının 22/12/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek ve halkı kanunlara uymamaya tahrik etmek suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen yirmi bir ayrı fezlekedeki eylemler (bkz. § 12) suçlamaya konu edilmiştir. Savcılık, suçlamaya konu olayları fezleke bazlı olarak anlatma yoluna gitmiş ve her bir fezleke yönünden başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmelerin ilgili bölümü şöyledir:"...Şüpheli Nursel Aydoğan'ın yasadışı PKK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyet içerisindeki faaliyetlerini düzenlemek ve yürütmek amacıyla daha önceden ilan ettikleri KCK sözleşmesi çerçevesinde kurduğu KCK/TM yapısı ile DTK toplantılarına katılarak siyasi alan merkezi içerisinde yukarıda genişçe yer verilen örgütsel faaliyetleri kapsamında organik bağın gerçekleşmiş olduğu, yine bu organik bağa işaret eden yaralı örgüt mensuplarını hastaneye milletvekili sıfatı ile götürmesi şeklindeki eylemine de bakıldığında, şüphelinin eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk bulunması, bazen de bu olmadan örgüt ile girdiği organik bağ çerçevesinde, yine geri cephe ve kent çalışmalarına yönelik yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösteren kent faaliyetlerinde bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde silahlı terör örgütü PKK ile arasında organik bağın kurulduğu, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olması nedeni ile silahlı terör örgütü PKK terör örgüte üye olmak suçunu işlediği anlaşılmıştır......şüpheli Nursel Aydoğan'ın bir siyasi partinin millet vekili olmasına rağmen kanlı bir terör örgütü olduğu bütün dünya tarafından kabul edilen PKK terör örgütünün faaliyetlerini övücü, amaçlarının meşru olduğu yönündeki açıklamaları yanında örgüt elebaşısı Öcalan'ı sahiplenici söylem ve bu doğrultuda gerçekleştirilen yürüyüş ve basın açıklamasında etkin bir şekilde yeralmak suretiyle üzerine atılı yasadışı PKK terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......Şüpheli Nursel Aydoğan'ın yukarıda açıklanan amaçla gerçekleştirilen etkinlik sırasında toplanan kalabalığa hitaben yaptığı konuşma içeriğinde yasadışı PKK terör örgütünün ilk kanlı eylemi olan 15 Ağustos 1984 tarihinden övgü ile bahsedip bunu bir direniş olarak nitelendirip terör örgütü adına ilk kanlı eylemi başlatan örgüt mensuplarından kürt halkının yiğit ve onurlu evlatları olarak bahsederek silahlı mücadeleyi överek terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......Şüpheli Nursel Aydoğan'ın konuşmacı olarak katıldığısöz konusu mitingin terör örgütünün sözde bayraklarının açılması, terör örgütünün idealleri doğrultusunda pankartların açılması, terör örgütü lehine sloganların atılması ile kanunaaykırıhalegelen toplantı ve gösteriyürüşüne dönüştüğü şüphelinin de bu toplantıya konuşmacı sıfatıyla katılması nedeni ile 2911 sayılı yasanın 28/1 maddesindeki suçu işlediği, ayrıca konuşmanın bütünü göz önüne alındığında şüphelinin iç çatışmadan bahsetmesi, ölen ve yaşamın yitiren sadece kürt gençleri olmayacak, Türkiye gençleri de yaşamın yitirecekşeklindeki söylemi PKK terör örgütünün eylemlerini meşru göstermeye çalıştığı ve bu eylemi övücü nitelikte olması nedeni ile terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği......şüpheli Nursel Aydoğan'ın PKK terör örgütünün propagandasına dönüşen basın açıklamasına katıldığı ve toplanan kalabalığa hitaben konuşma yaptığı, terörist başı Abdullah Öcalan'dan önder şeklinde bahsettiği, şüphelinin, silahlı terör örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan'ın görüş ve düşüncelerinin toplum içinde benimsenmesi ve kökleşmesini telkin ve teşvik edecek şekilde yaptığı konuşmanın, şüphelinin konumu, hitap edilen kitle ile hitap edilen kitle tarafından algılanma biçimi dikkate alındığında, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kabul edilmeyeceği bu nedenle şüphelinin üzerineatılı bulunan PKK terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......Şüpheli Nursel Aydoğan'ın yasa dışı PKK terör örgütünün propagandasına dönüşen mitinge katılıp, toplanan kalabalığa hitaben mitigin atmosferine uygun düşecek şekilde terör örgütü adına ve propagandasını yapmak amacıyla kendini ateşe vererek ölen örgüt mensuplarından devrimci kadın önderleri, PKK terör örgütünden özgürlük mücadelesi olarak bahsedip, terör örgütü mensubu olarak faaliyet yürüttükleri alenen bilindiği halde mücadeleleri önünde saygıyla eğiliyorum, selam olsun özgürlük mücadelesinde hayatını kaybedenlere ve terör örgütünün son olarak örgüt elebaşısı Öcalan için başlattığı An azadi An Azadi (ya özgürlük ya özgürlük) hamlesini sahiplenici, terör örgütü mensuplarını yüceltmeye yönelik söylemiyle üzerine atılı terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......şüphelinin açıkça silahlı terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ın talimat vererek yaptırdığı silahlı suç eylemlerini övdüğü suçlu olduğu mahkeme kararı ile sabit olan Abdullah Öcalan'ı alenen övdüğü, hitap ettiği kitle birlikte değerlendirildiğinde kamu düzeni açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıktığıbu nedenle şüphelinin 5237 sayılı TCK’nun 215/1 maddesinde düzenlenen suç ve suçluyu övme suçunu da işlediği......Dosya içersindeki olay tutanaklarından, görüntü inceleme ve tespit tutanaklarından anlaşılacağı üzere HDP Milletvekili şüpheli Nursel Aydoğan'ın da, izin alınmadanveörgüt çağrısı üzerine düzenlenen ve dağılmaihtarı yapılmasına rağmen dağılmayan ve bu şekilde yasadışı PKK terör örgütünün propagandasına dönüşen mitinge katıldıkları ve bu suretle üzerineatılı 2911 sayılı yasanın 32/1 maddesinde belirtilen suçu da işlediği......Şüpheli Nursel Aydoğan'ın yasadışı PKK terör örgütünün propagandasına dönüşen nevruz etkinliğine katılıp, toplanan kalabalığa hitaben terör örgütü adına ve propagandasını yapmak amacıyla kendini ateşe vererek ölen örgüt mensubundan kahraman edasıyla, PKK terör örgütünden özgürlük mücadelesi olarak bahsedip, terör örgütü mensubu olarak faaliyet yürüttükleri alenen bilindiği halde selamladığı, terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstererek övdüğü bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde söylemlerde bulunarak terör örgütünün stratejisi benimseyen konuşmasının bütünü itibariyle üzerine atılı terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......BDP Diyarbakır milletvekili olan şüpheli Nursel Aydoğan'ın konuşmasında; güvenlik güçlerimiz ile girdiği çatışmalarda hayatını kaybeden terör örgütü mensuplarını şehit olarak nitelendirip, örgüt mensuplarından kahraman edasıyla bahsettiği, terör örgütlerini gerilla olarak niletelendirdiği ve terör örgütünün stratejisi benimseyen konuşmasının bütünü itibariyle üzerine atılı terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği...... Şüpheli Nursel Aydoğan'ın yasa dışı PKK terör örgütünün propagandasına dönüşen etkinliğe katılıp, toplanan kalabalığa hitaben mitigin atmosferine uygun düşecek şekilde terör örgütü adına ve propagandasını yapmak amacıyla kendini ateşe vererek ölen örgüt mensuplarından devrimci, PKK terör örgütünden özgürlük mücadelesi olarak bahsedip, terör örgütü mensubu olarak faaliyet yürüttükleri alenen bilindiği halde selamladığı, örgüt mensuplarından kahraman edasıyla bahsettiği ve terör örgütünün stratejisi benimseyen konuşmasının bütünü itibariyle üzerine atılı terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......konuşma içerikleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde milletvekilinin terör örgütü PKK'nın şiddet eylemlerini meşru göstererek ve överekterör örgütününpropagandasını yapmak suçunu işlediği......şeklinde sözlerle PKK terör örgütünün ülke içini de kapsayan bölücü eylemlerine meşruluk kazandırmaya yönelik algı oluşturarak örgütün; cebir, şiddet veya tehdit içeren tüm yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ve de bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yaptığı, bunun yanında bölücü terör örgütü mensuplarınca yapılan eylemleri halk devrimi olarak kabul ederek, PKK terör örgütünce lider olarak benimsenenhükümlü Abdullah Öcalan'a '' Kürt halk önderi sayın'' şeklinde hitap ederek suçu ve suçluyu alenen övmeye yönelik eylemleri icra ettiği ...belirterek halkın bir bölümünü diğer bir bölümüne karşı alenen kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, ...şüphelinin üzerine atılı bulunan terör örgütü propagandası yapmak, suç ve suçluyu övmek ve halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçlarını işlediği......Şüpheli Nursel Aydoğan'ın yasa dışı PKK terör örgütünün propagandasına dönüşen söz konusu açık hava toplantısına katılıp toplanan kalabalığa hitaben; yasadışı PKK terör örgütünün amaç ve görüşleri doğrultusunda ve örgüt propagandası olacak şekildePKK terör örgütünün mücadelesinin bir direniş ve isyan olduğu, örgüt tarafından kullanılan yöntemlerin meşru olduğu ve bu isyan ve direniş sonucunda Türkiye Cumhuriyetinin Abdullah Öcalan ile masaya oturduğu, kürt sorunun ancak örgüt elebaşısı Abdullah Öcalan marifetiyle çözülebileceği mesajını vererek terör örgütünü meşru göstermeye çalıştığı ve yineyaptığı konuşmada terör örgütü mensuplarından gerilla olarak bahsedip konuşma içeriğiyle de örgüt mensuplarını sahiplenici ve masum gösteren açıklamalarda bulunarak konuşmasının bütünü itibariyle terör örgütü PKK'nın şiddet eylemlerini övücü söylemlerdebulunduğu ve bu suretle; terör örgütünün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstererekövmek, bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde söylemlerde bulunmak suretiyle üzerine atılı terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......Diyarbakır HDP milletvekili olan şüpheli Nursel Aydoğan'ın silahlı terör örgütünün propagandasına dönüştürülen basın açıklaması sırasında yaptığı konuşmasında, silahlı terör örgütünün Devlet topraklarının bir kısmını cebri yöntemlerle bölmeye ilişkin eylemlerini "Özgürlük mücadelesi" olarak nitelendirdiği, Diyarbakır ili Sur ilçesinde ve Şırnak ili Cizre ilçesinde terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyonlarla ilgili olarak örgüt mensuplarının saldırılarını direniş olarak gösterip basın açıklamasına katılan kişileri ve halkı direnişe sahip çıkmaya çağırdığı, güvenlik güçleri tarafından örgüt üyelerine yapılan operasyonları vahşet olarak adlandırdığı, örgüt mensuplarına yapılan operasyonlar sırasında örgüt elemanları tarafından kazılan hendeklerden övgü ile bahsederek Diyarbakır ili Sur ilçesi ve Şırnak ili Cizre ilçesindekihendek kazma olaylarıyla bağlantı kurarak buradaki eylemlerin kürt halkının bir direnişi olduğunu ve bu direnişin devam etmesi gerektiğini söylediği, bu haliyle gerek şüphelinin katıldığı basın açıklamasının terör örgütünün propagandasına dönüştürülmesi gerekse şüphelinin konuşması sırasında halkı direnişe davet etmesi hususları bir arada değerlendirildiğinde şüphelinin konuşmasının örgüt mensuplarını övücü, örgütün cebir ve şiddete dayalı silahlı faaliyetlerini destekleyici ve meşru gösterici mahiyette olduğu bu şekilde şüphelinin silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği......Konuşmalardaözellikle son dönemde Sur ilçesinde PKK/KCK bölücü terör örgütü tarafından sözde özerk bölge oluşturma amacıyla yoğun şekilde gerçekleştirilen hendek kazma, bomba tuzaklama, güvenlik güçlerine yönelik silahlı ve roketli saldırıların sahiplenildiği ve bu saldırıların direniş olarak nitelendirildiği, sokağa çıkma yasağının kalkması durumunda örgüt tarafından kurulan barikatların kalkacağı tehdidinde bulunarak barikatların ve bu şekilde son dönemdeki örgütsel eylemlerin benimsendiği, saldırılara yönelik gerçekleştirilen operasyonların toplu katliam ve abluka olarak, saldırılara iştirak eden silahlı bölücü terör örgütü mensuplarının ise 'sivil' ve örgüt jargonuna uygun şekilde 'arkadaş' olarakdile getirildiği, bu şekilde bölücü terör örgütüne açıkça destek verildiği gibi bölücü terör örgütüne yönelik güvenlik güçlerince gerçekleştirilen operasyonlarla ilgili olumsuz bir algı oluşturulmaya çalışıldığı, dolayısıyla bu şekilde bölücü terör örgütünün suç içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ve bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek, bu yöntemleri sahiplenecek şekilde konuşma yapmak suretiyle terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği, diğer yandan örgüte destek vermek amacıyla her şekilde vesonuna kadar direnilmesi, topluca Sur ilçesine yürünmesi ve Sur ilçesindeki örgütsel eylemlere sahip çıkılması yönünde alenen çağrı yapılarak halkın kanunlara uymamaya alenen tahrik edildiği, söz konusu açıklama ve çağrıların Med Nüçe isimli televizyon kanalında yayınlanarak geniş kitlelere ulaştırılmış olması ve ilimizde son dönemde yaşanan gelişmeler birlikte dikkate alındığında milletvekilleri tarafından yapılan bu tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olduğu ve nitekim bir kısım şahısların çağrılar doğrultusunda olay tarihlerinde çeşitli eylemler gerçekleştirdikleri, bu şekilde Sur ilçesindeki operasyonlar devam ederken bölücü terör örgütünün çıkarları doğrultusunda kanunlarca öngörülmüş kamu düzeninin kaos ortamı oluşturularak bozulmaya çalışıldığı bu şekilde şüphelinin kanunlara uymamaya tahrik suçunu da işlediği......Şüpheli Nursel Aydoğan'ın konuşması incelendiğinde, yukarıda bahsedildiği üzere PKK/KCK üst düzey yöneticilerinin talimatları doğrultusunda hareket eden örgüt mensuplarına yönelik güvenlik güçlerince yapılan operasyonları soykırım olarak nitelendirdiği, ayrıca bu operasyonların terör örgütü PKK'yı tasfiye etme amaçlı olduğunu belirttiği, örgüt mensuplarınca kazılan hendekleri özgürlük mücadelesi olarak nitelendirdiği, vatandaşları bu hususta örgüt mensuplarına destek olmaya ve direnmeye çağırdığı, yine terör örgütü mensuplarının devletin güvenlik güçleri ile girdikleri silahlı çatışmaları haklı gösterdiği, bu nedenle de konuşma; içeriği itibariyle bir bütün halinde terör yöntemlerini kullanmaya özendirici ve terörizmi yüceltici nitelikte olduğu, bu şekilde şüphelinin terör örgütü propagandası yapma suçunu işlediği..." Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 29/12/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/204 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun işlediği iddia olunan suçların suç yerinin ve ayrıca temadinin son bulduğu yerin Diyarbakır ili olduğu gerekçesiyle 2/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş; aynı tarihte dava dosyasının Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da hükmetmiştir. Bunun üzerine yargılamaya Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde E.2017/41 sayılı dosyası üzerinden başlanmıştır. Davanın ilk duruşması 21/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu bu duruşmadaki savunmasında özetle hakkında yürütülen ve tutuklanma tedbirinin uygulanmasına kadar varan sürecin siyasi bir karar sonucunda gerçekleştirildiğini, iddianamede üzerine atılı eylemlerin hiçbirinin suç unsuru oluşturmadığını, yasal ve meşru olan birçok eylemin iddianamede suç unsuru olarak gösterildiğini ancak bu eylemlerin ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlükleri kapsamında kaldığını, gerçekleştirdiği tüm eylemlerin tamamen Kürt sorununun çözümü ve barışın sağlanması amacını taşıdığını, bu nedenlerle beraat edeceğini düşündüğünü belirterek tahliyesini talep etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 21/4/2017 tarihindeki ilk duruşmada, savunmasını tespit ettikten sonra başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Sanığa yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti, delil durumu, delillerin büyük oranda toplanmış olması, sanığın bu aşamadan sonra kaçma veya delilleri karatma şüphesinin bulunmaması, öngörülen ceza miktarı, tutuklamayla sağlanmak istenen tedbirin bu aşamadan sonra adli kontrol ile de sağlanabileceği ve sanığın tutuklu kaldığı süre, yaşı ve ölçülülük ilkesi gözetilerek, başka suçtan tutuklu veya hükümlü değilse CMK'nin maddesi gereğince adli kontrol altına alınarak, TAHLİYESİNE, CMK 'nin 109/3-a maddesi gereğince sanığın yurt dışına çıkışının yasaklanmasına, CMK 'nin 109/3-b maddesi gereğince yaşı ve sağlık durumu gözetilerek haftanın pazartesi ve cuma günleri mesai saatleri içinde ikametine en yakın kolluk birimine imza atmak suretiyle adli kontrol tedbirine tabi tutulmasına, CMK 'nin Maddesi gereğince bu tedbirlere isteyerek uymaması durumunda hükmedilecek hapis cezasının miktarına bakılmaksızın sanığın tutuklanacağının kendisine ihtarına, (İhtarat yapıldı)...[karar verildi]" Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca tahliye kararına itiraz edilmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 28/4/2017 tarihinde itirazın kabulü ile başvurucu hakkında 5271 sayılı Kanun'un maddesi gereği yakalama emri çıkartılmasına karar vermiştir. Ancak başvurucu hakkında çıkarılan yakalama emrinin henüz infaz edilemediği anlaşılmıştır. Başvurucunun 9/5/2017 tarihinde, kesinleşmiş mahkûmiyeti bulunması nedeniyle TBMM tarafından milletvekilliği düşürülmüştür. Başvurucunun milletvekilliğinin düşmesi sonrasında, suç oluşturduğu iddiasıyla daha önce fezleke düzenlenen ya da soruşturma aşamasında olan eylemleri yönünden Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/11/2017 tarihinde bir iddianame düzenlenmiştir. Bu iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 13/11/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/849 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 14/11/2017 tarihli kararıyla, 2017/41 esas sayılı dava dosyası ile 2017/849 esas sayılı bu dosya arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle her iki dosyanın birleştirilmesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/35718 | Başvuru, milletvekili hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itirazının gecikmeli olarak karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ile güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması, tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutuklu olarak yapılan yargılamasında cezaevinde tutulmasının hayati tehlike oluşturduğu gerekçesi ile serbest bırakılma taleplerinin reddedilmesi ve sağlık durumu nedeniyle cezaevi şartlarında tutulmasının yaşamını tehlikeye sokması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden rapor aldırılması ve tedbiren tahliyesi talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/4/2014 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Kırıklar 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak tutulmaktadır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK Maddesi İle Görevli) suç işlemek amacıyla örgüt yönetme ve uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından başlattığı soruşturma kapsamında başvurucu 6/12/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve 9/12/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Daha sonra başvurucu hakkında anılan suçlardan açılan kamu davası İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK Maddesi İle Görevli) 27/6/2012 tarihli birleştirme kararı sonrasında E.2009/238 sayılı dosyasına kayden görülmeye devam edilmiştir. Başvurucunun 2005 ve 2006 yıllarında iki ayrı beyin ameliyatı geçirmesi sebebiyle ve cezaevi şartlarında kalmasının hayati tehlike oluşturduğu iddiası ile yargılama esnasında serbest bırakılması talep edilmiştir. Bunun üzerine Mahkeme, ameliyatlara ilişkin raporlarla birlikte başvurucuyu 15/8/2012 tarihinde Adli Tıp Kurumuna sevk etmiştir. Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 27/8/2012 tarih ve K.9308 sayılı raporunda tedavisi ve poliklinik kontrollerinin sağlanması şartıyla başvurucunun cezaevi şartlarında infazına devam edilebileceği bildirmiştir. Başvurucu anılan rapora itiraz ederek, Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınmasını talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi yargılamanın yapıldığı İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 14/11/2012 tarihli duruşmasında reddedilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi, 26/4/2013 tarih ve E.2009/238, K.2013/61 sayılı kararıyla başvurucunun toplam 55 yıl 2 ay hapis ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar, başvurucunun rahatsızlığı nedeniyle tahliye talebini de içerecek şekilde 11/6/2013 tarihinde temyiz edilmiş olup, Yargıtay aşamasında derdesttir. Başvurucu, 3/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Tutukluların yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun; … hastalık nedeniyle nakil,… muayene ve tedavi istekleri,… muayene ve tedavileri,… sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, …konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1), (2), (3) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır. (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık*1* dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir. …(6) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.” 5275 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri şunlardır:“Hastalık nedeniyle nakil Madde 57- (1) Hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılır.(2) Bu hastanelere gönderilen hükümlülerin başka yerlerdeki hastanelere sevki, sağlık kurulu raporuyla, acil ve yaşamsal tehlikesi bulunması hâlinde, varsa biri hastalığın uzmanı olmak üzere iki uzman hekim tarafından verilip, başhekim tarafından onaylanan ve hastalığın sebebi, tedavinin hangi sebeple bulunduğu hastanede gerçekleştirilemediği, hastaya nerede ve ne tür bir tedavi gerektiğini açıkça belirten bir raporla mümkündür. Bu durumda da en yakın ve hükümlü koğuşu bulunan Devlet veya üniversite hastaneleri tercih edilir. (3) Hükümlünün bu hastanelerde kontrol ve tedavisinin devam edip etmeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi gerekir; aksi hâlde hükümlü ait olduğu kuruma iade edilir. (4) Hükümlü, acil hâller dışında özel sağlık kuruluşlarında tedavi edilemez. Acil hâllerin varlığı hâlinde Adalet Bakanlığına bilgi verilir.(5) Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir. Hükümlünün muayene ve tedavi istekleriMadde 71- (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.Hükümlünün muayene ve tedavisiMadde 78- (1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır. (2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.…Hastaneye sevk Madde 80- (1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir. İnfazı engelleyecek hastalık hâli Madde 81- (1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4777 | Başvurucu, tutuklu olarak yapılan yargılamasında cezaevinde tutulmasının hayati tehlike oluşturduğu gerekçesi ile serbest bırakılma taleplerinin reddedilmesi ve sağlık durumu nedeniyle cezaevi şartlarında tutulmasının yaşamını tehlikeye sokması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden rapor aldırılması ve tedbiren tahliyesi talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, başvurucuya avukatı tarafından posta yolu ile gönderilen mektubun ceza infaz kurumu görevlileri tarafından açılıp okunmasının haberleşmenin gizliliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmak suçundan dolayı (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2007 tarihli ilamı ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca altı yıl üç ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Karar, 17/12/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla anılan suçtan dolayı Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Bir avukat tarafından başvurucuya 12/7/2013 tarihinde İstanbul'daki bir PTT şubesi aracılığıyla bir mektup yollanmıştır. Başvurucu, göndericinin kendi avukatı olduğunu belirtmekle beraber başvuru formuna herhangi bir vekâlet akdi sunulmamıştır. İlgili mektup 16/7/2013 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna ulaşmış, aynı gün Mektup Okuma Komisyonu tarafından "görülmüştür" kaşesi vurularak başvurucuya teslim edilmiş ve bu durum tutanağa işlenmiştir. Aynı tutanakla Ceza İnfaz Kurumunda bulunan diğer yedi tutuklu yahut hükümlüye de faks ve ilgili mektupların vardiya blok görevlileri nezaretinde teslim edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu 5/2/2014 tarihli dilekçesi ile Kandıra (Kocaeli) Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek avukatın gönderdiği mektubun hukuki sorunlarıyla ilgili olduğunu, bunların okunmasının savunmanın gizliliğini ihlal ettiğini, mektubu okuyan kişilerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 17/2/2014 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Daha sonra başvurucunun itirazı Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin 12/3/2014 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Mahkeme, başvurucuya gönderilen mektubun celbi ile soruşturmanın incelenmesi gerektiğinden bahisle itirazı kabul etmiştir. İtirazın kabulü üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya tekrar incelenmiştir. 26/3/2014 tarihinde Kurum Müdürünün ifadesi alınmıştır. Şüpheli ifadesinde şunları söylemiştir: "...Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda kurum müdürü olarak görev yapmaktayım. Ben soruşturma konusuyla ilgili olarak daha önce üst yazı ile bildirimde bulunmuştum. Cezaevimizdeki tutuklu ve hükümlülerin resmi vekaletlerine dayanarak avukatlarına göndermiş oldukları mektupları kanunen inceleyemiyoruz. Ancak dışarıdan cezaevimizde bulunan tutuklu ve hükümlülere gönderilen mektupları resmi makamlardan kapalı zarf ile gelen mektuplar haricinde kimden geldiğine bakılmaksızın mektup okuma komisyonu tarafından gerekli incelemesini yaptırıyoruz. Sakıncalı ve yasaklı bir hal bulunmuyorsa ilgili kişilere teslimini sağlıyoruz. Aksi durum söz konusu olduğunda da disiplin kurulana sevk ediyoruz. Herhangi bir hukuksuz kanunsuz bir işlem yapılmamıştır. Bu ifade ettiğim hususlar doğrultusunda Cevdet Bayır'a gelen mektup incelenmiştir. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum." Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca 26/3/2014 tarihinde mektubun örneğini ilgili Kurumdan istemiştir. 27/3/2014 tarihinde ilgili mektubun örneği gönderilmiştir. Soruşturma kapsamında 28/3/2014 tarihli kararla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir: "... genişletilen soruşturma kapsamında Şüpheli sıfatıyla celp edilen ve ifadesine başvurulan ceza infaz kurumu müdürü ...; cezaevindeki tutuklu hükümlülerin resmi vekaletlerine dayanarak avukatlarına göndermiş oldukları mektupları kanunen incelemediklerini, ancak dışarıdan cezaevindeki tutuklu hükümlülere gönderilen mektupları resmi makamlardan kapalı zarf ile gelen mektuplar haricinde kimden geldiğine bakılmaksızın mektup okuma komisyonu tarafından incelendiğini, sakıncalı ve yasaklı bir hal yok ise ilgili kişilere tesliminin sağlandığını, herhangi bir hukuksuz kanunsuz işlem yapılmadığını ve üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiş, Son olarak müştekinin şikayetine konu mektubun onaylı örneği istenmiş ve dosyasına derc edilmiş olup, Öncelikle Evrensel Ceza normu ve Türk Adalet Teşkilatının külliyen dahil olduğu AİHM ilkelerine göre; bir tutuklunun avukatı ile haberleşmesinin-görüşmesinin ayrıcalıklı olduğu muhakkak olmakla birlikte, Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmak suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından süreli hapis cezasına çarptırılan müştekinin sonuçlanmış bir kamu davasından hükümlü olduğu, Bir avukat tarafından müştekiye gönderilen mektubun müdafii-tutuklu müvekkil ilişkisi olduğuna dair dosya mündericatına dahi bir vekaletnamenin söz konusu olmadığı, Müştekiye gönderilen bahse konu mektubun bir kamu kurumundan gönderilmediğinin aşikar olduğu, Son olarak bahse konu mektubu müştekiye ulaşmadan açan kişi/kurumun bu hususta meri mevzuat ile yetkilendirilmiş olan Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu olduğu hususları göz önüne alındığında, Hükümlü tutukluların gönderdikleri ya da kendilerine gönderilen mektuplar için5275 sayılı kanunun ve bu kanun uyarınca çıkarılan Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük'ün ve maddelerinin açık hükmü gereğince avukat mesleğine mensup bir kişi tarafından ilgi Tüzüğün 91/4 maddesinde zikredilen hüküm çerçevesinde kalan bir hükümlüye gönderilen mektubun, tetkikinin akabinde müştekiye teslim edilmesinin Pozitif Ceza Mevzuatımıza uygun olduğu bu noktada kanunun emrini ifa eden kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma suçunu işlemesinin mümkün olmadığı, Bu bağlamda şikayete konu iddianın yerine getirilip getirilmemesinin Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün inisiyatifinde kurum işleyiş ve düzenine ilişkin mevzuat çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği kanaati hasıl olmakla eylemin bu haliyle TCK madde de zikredilen görevi kötüye kullanma yahut ihmali suçuna vücut vermeyeceği anlaşılmıştır." 22/4/2014 tarihinde anılan karar başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/5/2014 tarihinde takipsizlik kararına karşı itiraz etmiştir. Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi 15/5/2014 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 3/8/2015 tarihinde başvuruya konu mektubun örneğini başvurucudan istenmiştir. 23/8/2015 tarihinde mektubun örnekleri başvurucu tarafından dosyasına sunulmuştur. Mektup içeriğinin ilgili kısmı özetle şu şekildedir: "Sevgili Cevdet; Merhaba, Öncelikle benden istediğin yazıya dönük belgeleri gönderiyorum. 94/474 no ile direk bulamadım. Ama Ağır Ceza Mh. 93/123 esas ile 4 yıl 6 ay hapis cezası alan dosyayı buldum. Bu dosya için 93 tarihinde gözaltına alınıp, 93 tarihinde tutuklanmışsın ardından 93 tarihinde tahliye edilmişsin. Daha sonra 97 tarihinde gözaltına alınmışsın. Bu nedenle 97 tarihinde tutuklanmışsın. Bununla ilgili olarak 98/4 Esas ile 4 nolu DGM (yeni ismi Ağır Ceza) Mahkemesinde yargılama devam ederken 2000/28 karar ile Ağır Ceza Mah. 96/168 esaslı dosya ile birleşiyor. 200 tarihinde birleştirme kararı veriliyor. Bu tarihten sonra 2000 tarihinde tahliye ediliyorsun. Eski infazın şartlı tahliyesi 2001 tarihinde, bi hakkın tahliyesi 2002 tarihinde bitiyor. Daha sonra 2005 yılında yasal düzenleme nedeniyle bu ilk yattığın ceza ile ilgili beraat kararı da veriliyor. İkinci ceza 6 yıl 3 ay olarak 2009 tarihinde onanıyor. Gerisini sana bırakıyorum. 9 ACMye 93/123 esas ile dosyadan infazla ilgili bilgilerin bu kadar. 'Sol ayağım' kitabını soluksuz okudum dersem yalan olmaz. Öylesine etkileyici ki, sanki yanı başımda bir yaşam sürüyor. Ben gözlerim açık onları izliyorum... ... Sevgili Cevdet iyi olmana sevindim. Mümkün olduğunca düzenli spor yap. Faydasını çok göreceksin. Hasan G. İle ilgili avukatına ulaşamadım. Ama ayrıntılı olduğuna inandığım taraf'ın haberini gönderiyorum. Ayrıca kızım da sana bir teşekkür mektubu yazdı. Onu da mektubuma ekliyorum. Mektup içinde 1:3 sayfalık kanun 2:1 sayfalık taraf gazetesi küpürü 3:Sevgi Nehirin yazısı Sevgi ve saygılarımla S. A. 2013" Başvurucudan, 6/7/2017 tarihli yazıyla avukatı olduğunu belirttiği kişi ile bireysel başvuru öncesi veya sonrasında herhangi bir vekâlet ilişkisi olup olmadığına ilişkin bilgi ve belge de istenmiştir. Anayasa Mahkemesine 21/7/2017 tarihinde sunulan belgede, başvurucunun avukatı olarak belirttiği kişiyle 8/2/2010 tarihinde bir vekâletname ilişkisi kurulduğu anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un maddesi şöyledir: “(1)Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır.” Tüzük’ün maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” Tüzük'ün maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” AİHM kararlarında taraf devletlerin, Sözleşme’nin maddesi kapsamında korunan haklar bakımından keyfî müdahalede bulunmama şeklindeki negatif yükümlülüklerinin yanı sıra bu hakların etkili bir şekilde korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak şeklinde pozitif yükümlülükleri olduğu vurgulanmıştır (Craxi/İtalya (2), B. No: 25337/94, 17/7/2003, § 73; Apostu/Romanya, B. No: 22765/12, 3/2/2015, § 118). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11710 | Başvuru, başvurucuya avukatı tarafından posta yolu ile gönderilen mektubun ceza infaz kurumu görevlileri tarafından açılıp okunmasının haberleşmenin gizliliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonun 16/1/2020 tarihli kararıyla başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin tedbiren durdurulması talebi reddedilmiş, adli yardım talebi kabul edilmiştir. Komisyon, başvurunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1961 yılında doğan ve Suriye vatandaşı olan başvurucu 2014 yılında ülkesinden kaçarak ailesiyle birlikte Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Gaziantep Valiliğinin (Valilik) 31/12/2020 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi uyarınca başvurucunun DEAŞ terör örgütü içerisinde faaliyet gösteren yabancı olduğu gerekçesiyle sınır dışı edilmesine ve 6 ay süreyle idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu, idari gözetim kararına karşı 13/1/2020 tarihinde Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz ettiğini belirtmiştir. Söz konusu davanın esas numarası bildirilmediği için akıbeti bilinmemektedir. Başvurucu 14/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun sınır dışı işlemine karşı açtığı iptal davası Gaziantep İdare Mahkemesinin 7/10/2020 tarihli kararıyla kabul edilerek sınır dışı işlemi iptal edilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2078 | Başvuru, idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza kovuşturması sonunda ağaçların müsaderesine ilişkin kararın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 21/3/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1956 doğumlu olup Gaziantep'in Şehitkamil ilçesinde ikamet etmektedir. Pazarcık Orman İşletme Şefliğinde görev yapan memurlar tarafından 30/12/2013 tarihinde Pazarcık ilçesi Tilkiler köyü Karadere Yukarı Ziyaret Tepesi mevkii 364 No.lu orman alanına başvurucunun fıstık ağaçları ektiğinin tespit edildiği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur. Pazarcık Cumhuriyet Başsavcılığının 14/1/2014 tarihli iddianamesiyle başvurucunun işgal ve faydalanma suçundan 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları uyarınca cezalandırılması, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin uygulanması talep edilmiştir. Sanık; savunmasında suçlamayı kabul etmediğini, fıstık ağaçlarını diktiği Tilkiler köyünde bulunan 114 ada 504 parsel sayılı taşınmazın Pazarcık Kadastro Mahkemesince kendisi adına tesciline karar verildiğini beyan etmiştir. Beraatini talep eden sanık, hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verilmesini de kabul etmiştir. Sanık müdafii de fıstık ağaçlarının orman kadastrosunun kesinleşme tarihinden önce dikildiğini belirterek suçun unsurlarının oluşmadığını öne sürmüştür. Pazarcık Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 10/10/2014 tarihinde orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişiler ile birlikte mahallinde keşif yapılmıştır. Orman uzmanı teknik bilirkişi raporunda, bu köyde orman kadastrosu çalışmalarının 23/2/2000 tarihinde kesinleştiğini, buna göre suça konu alanın orman sayılan yerlerden olduğunu belirtmiştir. Raporda başvurucu tarafından suça konu alanda 979,38 m² yüz ölçümlü kısım üzerinde herhangi bir diri orman bitki örtüsü kaldırılmadan orman boşluğuna aşılı fıstık fidanı dikildiği bildirilmiştir. Kadastro uzmanı teknik bilirkişi de raporunda suça konu yerin bu köyde 114 ada 504 parsel sayılı orman vasıflı taşınmaz içinde kaldığını bildirmiştir. Mahkeme 4/11/2014 tarihinde başvurucunun kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içinde işgal ve faydalanma suçunu işlediği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ile ikinci fıkraları uyarınca ve 1/6 oranında takdiri indirim de uygulandıktan sonra on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ancak Mahkeme, koşullarının oluştuğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca HAGB'ye ve başvurucunun beş yıl süre ile denetime tabi tutulmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca suça konu alanda bulunan fıstık fidanlarının 6831 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasına göre müsadere edilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Yapılan yargılama, toplanılan deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, olay tarihinde Orman Muhafaza Memurlarının yapmış olduğu denetimlerde sanığın Tilkiler Mahallesi Karadede Yukarı Ziyaret Tepesi mevkiinde bulunan 504 nolu bölme içerisinde orman toprağını işleyerek içerisinden aşılı fıstık fidanı dikmek suretiyle işgal ve faydalanmada bulunduğu anlaşıldığından sanığın 6831 sayılı yasanın 93/1 maddesi uyarınca cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Sanığın üzerine atılı suçu kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içerisinde işlediği anlaşıldığından sanığa verilen cezadan 6831 sayılı Kanun'un 93/ maddesi gereğince artırım yapılmıştır. Sanığın daha önceden kasıtlı bir suçtan mahkumiyetinin bulunmadığı olay nedeniyle herhangi bir zararın meydana gelmemesi, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde kanaat hasıl olması nedenleriyle 5271 sayılı CMK'nın maddesinde değişiklik yapan 5728 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik hükmü de dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir." Başvurucu 11/11/2014 tarihinde HAGB kararına itirazda bulunmuştur. Mahkeme 24/11/2014 tarihinde HAGB kararlarına itirazın sadece koşullarıyla ilgili olarak yapılabileceğini, kararda da bu yönüyle bir isabetsizlik görülmediğini belirterek itirazın incelenmesi için dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesi 1/12/2014 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Pazarcık Asliye Ceza Mahkemesinin 04/11/2014 tarih 2014/366-514 E/K sayılı kararına sanık Süleyman Başmeydan müdafii Av Deniz Kasakolu'nun 11/11/2014 tarihli dilekçesi ile hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz etmiş ise de, Mahkemece verilen karar usul ve yasaya uygun olduğundan yerinde ve haklı görülmeyen sanık Süleyman Başmeydan müdafii Av Deniz Kasakolu'nun itirazının reddine... [karar verildi]." Bu karar başvurucu vekiline 27/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu ayrıca müsadere kararı yönünden 11/11/2014 tarihinde temyiz talebinde de bulunmuştur. Başvurucu, kararın temyiz incelemesinde olduğu gerekçesiyle müsadere işlemine ilişkin infazın durdurulmasını 28/6/2016 tarihinde talep etmiş, Pazarcık Asliye Ceza Mahkemesi 30/6/2016 tarihinde bu talebi reddetmiştir. Mahkeme 30/11/2016 tarihinde HAGB kararının itirazın reddedilmesiyle kesinleştiğini, müsadere yönünden ise dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderildiğini Orman İşletme Şefliğine bildirmiştir. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 6/2/2017 tarihinde, HAGB kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğu ve kararın temyizinin ise mümkün bulunmadığı, itiraz merciince yapılan inceleme sonucu verilen kararın da kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir. Müsadere kararının infazı çerçevesinde Orman İşletme Şefliğince düzenlenen 17/7/2018 tarihli tutanak ile müsadere kararı okunarak evrakın başvurucuya tebliğ edildiği ancak başvurucunun imzadan imtina ettiği belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir. (2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir. (3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir. (4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir. (5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir. (6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur." 6831 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun 17 nci maddesinde yasak edilen fiilleri işleyenler veya izne bağlı işleri izinsiz yapanlar, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.İşgal ve faydalanma suçunun yeniden tarla açmak suretiyle veya yanmış orman sahalarında ya da kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içerisinde işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.Bu maddede tanımlanan suçların konusunu oluşturan, işlenmesinde kullanılan ve işlenmesiyle elde edilen eşya veya mahsul Türk Ceza Kanununun müsadereye ilişkin hükümlerine göre müsadere edilir. Müsadere olunan mahsuller satılarak bedeli Orman Genel Müdürlüğünce irad kaydolunur. Müsadere olunan tesisler ise Orman Genel Müdürlüğünce aynen muhafaza edilebileceği gibi ihtiyaç görüldüğü takdirde ormancılık veya diğer kamu hizmetlerinde kullanılabilir. Aksi takdirde ilgili orman idaresince, yıkılmak suretiyle karar infaz olunur. İdarenin bu husustaki talebi halinde genel zabıta kuvvetleri idareye yardım etmekle mükelleftir...." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"... (5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez. (7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez. (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak; ...karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. (9) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir. (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir. (12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. (13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir...." Yargıtay İçtihadı Yine Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2013/14513, K.2013/22290 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava, orman sınırları içerisinde kalan muhtesat bedelinin tahsili istemine ilişkindir.Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı idare vekilince temyiz edilmiştir. Kapama fıstıklık niteliğindeki taşınmaza net fıstık geliri esas alınarak değer biçilip muhtesat bedelinin tespit edilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 6/6/2016 tarihli ve E.2016/5776, K.2016/7400 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçası niteliğinde olup, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla birlikte verilen müsadere kararı da bu hükme bağlı olduğundan askıda bir karardır ve hüküm açıklanıncaya kadar hukuki sonuç doğurma yeteneği bulunmamaktadır.” Bir asliye ceza mahkemesinin açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanmasına ilişkin kararında "[s]uça konu 150 paket sigaranın müsadere işlemleri (…) Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan 25/9/2008 tarihli müzekkere ile gerçekleştirildiğinden bu hususta ayrıca karar verilme[mesine]" de hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2015 tarihli ve E.2014/16177, K.2015/20965 sayılı kararıyla anılan karar "açıklanması geri bırakılan hükümle verilen kaçak eşyaların müsaderesine dair kararın sonuç doğuran nihai bir karar olmaması karşısında bu konuda mahkemece yeniden karar verilmesi gerektiği halde yeniden karar verilmemesi" gerekçesiyle bozulmuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tabi olduğu kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararına karşı da ancak itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. Zira açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmek, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir halin ortaya çıkması sonucunu doğuracaktır.Diğer taraftan, müsadere kararının doğru olup olmadığının belirlenmesi için öncelikle eylemin sabit olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu itibarla itiraz kanun yoluna tabi bulunan açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün temyizen incelenmesi, dolayısıyla eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesi mümkün olmayacak, bunun sonucu olarak eylemin sabit olduğu belirlenmeden eksik bir değerlendirmeyle müsadere kararının doğru olup olmadığının tespiti eksik bir değerlendirme olup, usul ve kanuna aykırı olacaktır...Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararının denetimini yapacak olan itiraz mercii, Ceza Genel Kurulunun 2013 gün ve 534-15 sayılı kararında ayrıntılarına yer verildiği üzere, 5271 sayılı CMK'nun 267- maddeleri uyarınca hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak, öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını değerlendirerek, sonuçta müsadere konusundaki kararın da isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekilde bir karar vermelidir.Ceza Genel Kurulunun 2011 gün ve 213-227, 2010 gün ve 183-186 ile 2010 gün ve 237-51 sayılı kararlarında, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların hüküm sayılması nedeniyle temyiz yeteneğinin bulunduğu ve gerek bir mahkûmiyete ek olarak gerekse bağımsız olarak verilen güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların, diğer yönleri itibariyle kesin olan hükme her yönüyle temyiz edilebilirlik vasfı kazandırdığı, dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olması gerektiği ileri sürülebilir ise de, müsadere kararı ancak temyiz kanun yoluna tabi olmakla birlikte miktar yönünden kesin olan hükmün, şartlarının bulunması halinde temyizen incelenmesine imkan sağlamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası olan müsadere kararı da buna bağlı olarak itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.Diğer taraftan, 5271 sayılı [Kanun'un] 'Özel Yargılama Usulleri' başlıklı beşinci kitabının, "Uzlaşma ve Müsadere" başlıklı ikinci kısmının, 'Müsadere Usulü' başlıklı ikinci bölümünde yer alan 256 ila maddelerinde, kamu davası açılmayan veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmeyen hallerde, müsadere kararının duruşma açılarak verileceği ve bu kararlara karşı başvurulacak kanun yolunun istinaf (istinafın henüz faaliyete geçirilmemiş olması nedeniyle temyiz) olduğu belirtilmiş olup, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümlerde yer alan müsadere kararları için bu kanun yolunun kabulü mümkün değildir.Zira ceza muhakemesinde kanun yolu, tarafların istemlerine göre değil, kanunun sistematiği ve normları dikkate alınarak belirlenmelidir. Kanunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu hiçbir istisnaya yer vermeksizin açıkça itiraz olarak belirtilmiş olduğundan, hükmün bir parçası olan müsadere kararı da itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.Bununla birlikte, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğunda, hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, TCK'nun 54/ maddesinde belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere, müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususu da ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmelidir.Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Yerel mahkemece sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup, bu karar itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, hükmün parçası olan müsadere kararının da itiraz kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla yerel mahkemece müsadere kararının temyiz kanun yoluna tabi olduğuna karar verilmesi ve Özel Dairece de temyiz isteminin kabulü ile müsadere yönünden sınırlı inceleme yapılması usul ve kanuna aykırıdır." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), idari bir işlem veya ceza yargılaması neticesine bağlı olup olmadığına bakılmaksızın mülkiyetin kamuya geçirilmesi sonucuna yol açan müdahalelere ilişkin genel yaklaşımı bu tedbirin, mülkten yoksun bırakmayı içerse dahi amacı sebebiyle Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündedir (Milosavljev/Sırbistan, B. No: 15112/07, 12/6/2012, § 53; Frizen/Rusya, B. No: 58254/00, 24/3/2005, § 31; Veits/Estonya, B. No: 12951/11, 15/1/2015, § 70; AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 51). AİHM'e göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kural olarak usule ilişkin güvenceleri içermemekle birlikte kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan, B. No: 34129/03, 4/3/2014, § 48; Ünsped Paket Servisi San. ve Tic. A.Ş./Bulgaristan, B. No: 3503/08, 13/1/2015, § 38). AGOSI/Birleşik Krallık kararında özellikle böyle bir yolun mevcut olup olmadığı tartışılmıştır. Ülkeye kaçak yollarla sokulan altın sikkelere gümrük makamlarınca el konularak müsadere edilmiştir. Başvurucu şirket iyi niyetli olduğunu ve gümrük makamlarıyla her aşamada iş birliği içinde olduğunu belirterek bu sikkelerin iadesi talebinin reddedilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu özellikle gümrük makamlarının kararlarına karşı etkili bir yolun bulunmadığından yakınmıştır. AİHM müdahalenin adil dengeyi bozmaması için mülk sahibine müsaderenin keyfî veya hukuka aykırı olduğu yönündeki savunmalarını etkili bir biçimde ortaya koyabilme imkânı tanınması gerektiğini, İngiliz hukukunda yapılan değişikliklerle birlikte gümrük makamlarının kararlarına karşı yargı yollarına başvurulabildiğini ve bu yolun etkili de olduğunu belirlemiştir. AİHM, Britanya hukuk sisteminin müsadere kararına karşı yapılan itirazların incelenmesi bakımından etkisiz olduğunun gösterilemediğini belirterek ihlal olmadığına karar vermiştir (AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 52-62). Denisova ve Moiseyeva/Rusya (B. No:16903/03, 1/4/2010) ve Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan kararlarında ise başvuruculara iç hukukta müsadereye karşı etkin bir itiraz yolunun tanınmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir. Bu kararlara konu olaylarda müsadereye ilişkin yargılama sürecine başvurucu mülk sahipleri dâhil edilmemiş, bu yüzden başvurucular, müsadereye karşı savunmalarını ortaya koyamamışlardır. Aslında bu yükümlülüğün Sözleşme’nin maddesi anlamında tipik bir usule ilişkin güvence olduğu söylenebilir. Bununla birlikte müsaderenin idari bir yaptırımla da uygulanabileceği dikkate alınmalıdır. AİHM de ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin aslında usule ilişkin bir güvence içermediğini kural olarak benimsemekle birlikte müsaderenin adil olabilmesi için mülk sahibine savunma ve itirazlarını öne sürebilme imkânının tanınmasının anılan maddenin bir gereği olduğunu kabul etmiştir (Denisova ve Moiseyeva/Rusya, §§ 47-65; Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan, §§ 36-47). AİHM ikinci olarak mülk sahibinin eylemi ve tutumu ile müsadere sonucuna yol açan hukuka aykırılık arasındaki illiyet bağının makul bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Buna göre değerlendirme yapılırken somut olayın özellikleri de dikkate alınmalıdır. Diğer bir deyişle müsaderenin Sözleşme'ye uygun olabilmesi için kamu makamlarının başvurucunun kusur veya özen yükümlülüğünün derecesini ya da en azından davranışları ile suç veya kanuna aykırılık arasındaki ilişkiyi makul bir biçimde değerlendirmesi de zorunludur (AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 55, 56; Air Canada/Birleşik Krallık, B. No: 18465/91, 5/5/1995, § 46; Arcuri ve diğerleri/İtalya (k.k.), B. No: 52024/99, 5/7/2001; Riela ve diğerleri/İtalya (k.k.), B. No: 52439/99, 4/9/2001). Başvurucunun antika silah koleksiyonunun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle müsadere edilmesine ilişkin Waldemar Nowakowski/Polonya (B. No: 55167/11, 24/7/2012) kararında AİHM, Polonya makamlarının başvurucunun kişisel durumu ile somut olaya özgü koşulları dikkate almadığını belirterek müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Waldemar Nowakowski/Polonya, §§ 44-58). Butler/Birleşik Krallık (B. No: 41661/98, 27/6/2002) kararında ise at yarışı bahisçisi olan başvurucunun yaklaşık 000 Sterlin civarında bir parayı nakit olarak yurt dışına çıkarmak isterken bu paraya el konularak müsadere edilmesi tartışılmıştır. AİHM gümrük makamlarının başvurusu üzerine uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesiyle ilgili mevzuat çerçevesinde yerel mahkemece bu paranın müsaderesine karar verildiğine dikkati çekmiştir. Kararda, ulusal mahkemelerin kanunu otomatik olarak uygulamaktan kaçındıkları ve adil bir yargılama yaptıkları tespit edilerek müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6164 | Başvuru, ceza kovuşturması sonunda ağaçların müsaderesine ilişkin kararın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığında uzman olarak görev yapmaktayken şube müdürlüğü kadrosu için 27/2/2008 tarihinde yapılan görevde yükselme sınavına girmiş ve sınav sonucu yedek sıra olarak belirlenmiştir. Başvurucu, sınav sonucuna göre şube müdürlüğüne atanan personelin başka kuruma naklen atanması üzerine münhal bulunan şube müdürlüğü kadrosuna atanma talebinde bulunmuş; başvurusu 31/3/2011 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucu işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde 15/4/2011 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 7/10/2011 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde dava konusu olaya uygulanacak iki farklı düzenlemenin bulunduğu belirtilmiştir. Bunlardan birinin 12/11/2005 tarihli ve 25991 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile Yükseköğretim Kurumları Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği'nin dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan maddesinde sınav sonuçlarının aynı unvan için yapılacak bir sonraki sınava kadar geçerli olduğu, diğeri ise 18/4/1999 tarihli ve 23670 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelik'in 12/3/2010 tarihli ve 27519 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikle maddesinde görevde yükselme sınav sonuçlarının iki yıllık süreyi aşmamak üzere mütakip sınava kadar yapılacak atamalara esas alınabileceğidir. Mahkeme 12/3/2010 tarihli değişiklikten sonra yapılacak sınavlara iki yıllık süreye ilişkin düzenlemelerin uygulanabileceğini, başvurucunun 27/2/2008 tarihinde katılmış olduğu görevde yükselme sınavı sonuçlarının aynı unvan için yapılacak olan bir sonraki sınava kadar geçerli olduğunu ve ilan edilen kadrolarda herhangi bir nedenle boşalma olduğu takdirde yedeklerden başarı sırasına göre atama yapılması gerektiğini belirtmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Beşinci Dairesi 25/11/2014 tarihli kararla mahkeme kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelik'in 12/3/2010 tarihli ve 27519 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan değişikliğine göre görevde yükselme veya unvan değişikliği sınavını kazandığı hâlde ilan edilen kadro sayısı nedeniyle ataması yapılamayan yedek durumdaki personelin başarı sırasına göre atanmaları hususunun iki yıl ile sınırlandırılmış olduğu belirtilmiştir. 27/2/2008 tarihinde yapılan sınavın üzerinden üç yıllık bir süre geçtikten sonra 28/3/2011 tarihinde yapılan başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği ifade edilmiştir. Karar düzeltme talebi üzerine Danıştay Beşinci Dairesi 18/5/2015 tarihli kararla temyiz üzerine verdiği kararı kaldırmış ve dosyanın yükseköğretim mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara bakmakta görevli olan Danıştay İkinci Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Danıştay İkinci Dairesi 13/10/2016 tarihli aynı gerekçeyle (bkz. § 12) bozma kararı vermiş, başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 27/4/2017 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme 19/9/2017 tarihinde bozma kararına uymuş, aynı gerekçeyle (bkz. § 12) davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Danıştay İkinci Dairesi 2/4/2018 tarihinde onama kararı vermiş, başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 20/9/2018 tarihinde reddedilmiştir. Karar başvurucuya 18/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33594 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kıyı bankacılığı sistemine yatırılan mevduattan elde edilen faiz gelirleri üzerinden -Türkiye'de yerleşik olunmadığı ileri sürülmesine karşın- vergi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin olarak açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2014/12080 ve 2014/12081 numaralı bireysel başvurular 30/6/2014 tarihinde yapılmışlardır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2014/12081 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/12080 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve incelemenin 2014/12080 numaralı bireysel başvuru dosyasında yapılmasına karar verilmiştir. 2014/12080 numaralı başvuruda, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. İncelemenin yürütüldüğü 2014/12080 numaralı başvuruda Bakanlıktan görüş istenmiş olması ve birleşen diğer dosyaların da konu itibarıyla aynı olması gözönünde bulundurularak birleşen dosyalar yönünden ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek görülmeyerek başvurunun incelenmesine geçilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarında düzenlenen vergi inceleme raporlarına istinaden 2001, 2002 ve 2003 yıllarında kıyı bankacılığı mevduat hesaplarından (off-shore hesaplardan) faiz geliri elde ettikleri iddiasıyla adlarına tarh edilen vergileri -fon payı, gecikme faizi ve vergi ziyaı cezalarıyla birlikte-4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda yer alan uzlaşma hükümlerinden yararlanarak ödemişlerdir. Başvuruculardan Ahmet Nuri Demirsoy belirtilen takvim yıllarında elde ettiği toplam 063,97 TL faiz geliri üzerinden 410,37 TL vergi aslı tarh ve tahakkuk ettirildiğini belirtmiş; başvurucu Annita Demirsoy ise bu dönemdeki faiz gelirleri üzerinden ayrıntılarını belirtmemekle toplam 273 TL vergi ödediğini ifade etmiştir. Başvurucular, sonrasında ödenen verginin düzeltme yapılarak iadesi için 23/4/2007 tarihinde Çanakkale Vergi Dairesine başvurmuşlar ancak başvurucuların bu talepleri İdarece 11/6/2008 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucuların bu işlemin iptali talebiyle 4/9/2008 tarihinde açtıkları davalarda, Edirne Vergi Mahkemesinin 16/9/2008 tarihli kararlarıyla idari merci tecavüzü nedeniyle dilekçenin Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığına tevdiine karar verilmiştir. İdare tarafından cevap verilmeyerek başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine başvurucu tarafından 15/12/2008 tarihinde Edirne Vergi Mahkemesinde bu idari işleme karşı iptal davası açılmıştır. Dava dilekçesinde; dava konusu vergilere ilişkin vergilendirme dönemlerinde altı aydan fazla Türkiye'de bulunmadığı için başvurucuların tam mükellef sayılamayacakları ve vergi ödememeleri gerektiği, bu nedenle vergilendirme işleminin hatalı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucular 2001, 2002 ve 2003 yıllarında her yıl altı aydan az Türkiye'de kaldıklarını ifade etmişlerdir. Mahkeme ise iddia edilen bu hususu, Edirne İl Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Pasaport Hudut İltica Dairesi Başkanlığından sormuştur. Mahkemeye gönderilen cevap yazılarında, başvurucuların belirtilen yıllarda altı aydan fazla yurtta kaldıklarının tespit edildiği bildirilmiştir. Mahkeme 17/9/2009 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Kararlarda; başvurucuların vergilendirmeye ilişkin yıllarda altı aydan fazla Türkiye'de bulunduklarının tespit edildiği, dolayısıyla tam mükellef oldukları ve vergi tahsilatlarında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen kararlar, Danıştay Dördüncü Dairesinin 28/5/2012 tarihli ilamlarıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 10/4/2014 tarihli ilamlarıyla reddedilmiştir. Nihai kararlar, başvurucular vekiline 2/6/2014 tarihinde tebliğ edilmişlerdir. Başvurucu 30/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Aşağıda yazılı gerçek kişiler Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden vergilendirilirler: Türkiye'de yerleşmiş olanlar; 193 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Aşağıda yazılı kimseler Türkiye'de yerleşmiş sayılır: İkametgahı Türkiye'de bulunanlar (İkametgah, Kanunu Medeninin 19 uncu ve müteakip Maddelerinde yazılı olan yerlerdir); (Değişik bent: 19/02/1963 - 202/2 md.) Bir takvim yılı içinde Türkiye'de devamlı olarak altı aydan fazla oturanlar (Geçici ayrılmalar Türkiye'de oturma süresini kesmez.) 193 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Aşağıda yazılı yabancılar memlekette altı aydan fazla kalsalar dahi, Türkiye'de yerleşmiş sayılmazlar: Belli ve geçici görev veya iş için Türkiye'ye gelen iş, ilim ve fen adamları, uzmanlar, memurlar, basın ve yayın muhabirleri ve durumları bunlara benziyen diğer kimselerle tahsil veya tedavi veya istirahat veya seyahat maksadiyle gelenler; Tutukluk, hükümlülük veya hastalık gibi elde olmıyan sebeplerle Türkiye'de alıkonulmuş veya kalmış olanlar. 193 sayılı Kanun'un 24/12/1980 tarihli ve 2361 sayılı Kanun ile değişik maddesi şöyledir: “Türkiye'de yerleşmiş olmayan gerçek kişiler sadece Türkiye'de elde ettikleri kazanç ve iratlar üzerinden vergilendirilirler." 213 sayılı Kanun’un 23/06/1982 tarihli ve 2686 sayılı Kanun ile değişik maddesi şöyledir: “Mükellefler, vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden yazı ile isteyebilirler.Bunların posta ile taahhütlü olarak gönderilmesi caizdir.” 213 sayılı Kanun’un 2686 sayılı Kanunla değişik maddesi şöyledir: “Vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanlar şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilirler. Bu Madde gereğince il özel idare vergileri hakkında valiliğe ve belediye vergileri hakkında belediye başkanlığına müracaat edilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin özünde mülkiyet hakkını güvence altına aldığını kabul etmektedir. Mahkemeye göre bu madde üç belirgin kural içermektedir. Bu kurallardan ilki, maddenin birinci paragrafının birinci cümlesinde yer alan mülkiyetin barışçıl yararlanmaya (mülkiyetin dokunulmazlığına saygı) ilişkin genel nitelikli kuraldır. İkinci kuralın bulunduğu birinci paragrafın ikinci cümlesi ise mülkiyetten yoksun bırakmayı içerir ve bunu bazı koşullara bağlar. İkinci paragrafta yer alan üçüncü kural ise taraf devletlere mülkiyetin kamu yararına kullanılmasını kontrolünü veya vergilerin ya da diğer katkıların veya cezaların yerine getirilmesini sağlama yetkisi tanımaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 61). Ancak bu üç kural birbirleriyle bağlantısız olmayıp ikinci ve üçüncü kuralların genel nitelikli birinci kuralın ışığında incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79 21/2/1986, § 37; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80-9262/81-9263/81-9265/81-9266/81-9313/81-9405/81, 8/7/1986, § 106). AİHM içtihatlarında vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafında öngörülen mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural kapsamında değerlendirilmektedir. Mahkemeye göre bu paragrafta yer alan kural, taraf devletlere vergi koyma ve vergilerin ödenmesini sağlamak için gerekli gördüğü kanunları çıkarma konusunda açık bir yetki tanımaktadır (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, B. No: 15375/89, 23/2/1995, § 59). AİHM, vergi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin öncelikle öngörülebilir, belirli ve yeterince ulaşılabilir bir hukuka dayalı olması gerektiğini belirtmektedir (Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 110). AİHM içtihatlarına göre vergilerin konulması ve ödenmesi için gerekli tedbirlerin alınması şeklindeki bir müdahale, kamunun yararı ile bireyin temel haklarının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengeyi sağlamalıdır. Mahkeme, üçüncü kural için de geçerli olan ve Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin yapısında yer alan bu dengenin sağlanması için müdahalede kullanılan araçlar ile takip edilen meşru amaç arasında makul bir ölçülülük ilişkisi bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Mahkeme, vergilendirme alanındamakul bir temelden uzaklaşılmamak kaydıyla taraf devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir (Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH/Hollanda, § 60; Azienda Agricola Silverfunghi S.A.S. ve diğerleri/İtalya, B. No: 48357/07-52677/07-52687/07-52701/07, 24/6/2014, §§ 102-103; The National&Provincial Bulding Society, The Leeds Permanent Building Society and The Yorkshire Building Society/Birleşik Krallık, B. No: 21319/93-21449/93-21675/93, 23/10/1997, § 80). AİHM belediye tarafından eğlence vergisi alınmasının şikâyet edildiği bir başvuruda, vergi alınmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş ancak hukuka dayalı olduğu tespit edilen müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı taşıdığını ve başvurucu Şirketin ise olayda vergilendirmenin aşırı bir yük getirdiğini kanıtlayamadığını belirterek müdahalenin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir (Wolfhard Koop-Automaten Goldene 7 GmbH & Co. KG/Almanya (k.k.), B. No: 38070/97, 30/3/1999). Yine vergi benzeri bir katkı payının söz konusu olduğu bir başvuruda da noterin elde ettiği gelirlerin %30'unu Noterler Birliğine yatırmasının zorunlu kılınması yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale, hukuka dayalı olduğu ve meşru bir amacının bulunduğu kabul edildikten sonra aşırı bir yük getirmediği tespit edilerek ölçülü bulunmuştur (George Drosopoulos/Yunanistan (k.k.), B. No: 40442/98, 7/12/2000). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12080 | Başvuru, kıyı bankacılığı sistemine yatırılan mevduattan elde edilen faiz gelirleri üzerinden -Türkiye de yerleşik olunmadığı ileri sürülmesine karşın- vergi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin olarak açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında verilen önleyici tedbir kararının kaldırılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu ve eşi arasında Ankara Aile Mahkemesinde 2018 yılında açılan boşanma davası başvuru tarihi itibarıyla devam etmektedir. Başvuru tarihine kadar olan iki yıllık süreçte başvurucunun şiddet tehlikesinin devam ettiği iddiası kapsamında mahkemelerce başvurucunun eşi aleyhinde muhtelif tarihlerde önleyici tedbir kararları verilmiştir. Başvuru konusu yapılan mahkeme kararından önceki süreçte Ankara Aile Mahkemesi'nin (Mahkeme) 12/8/2020 tarihli kararıyla başvurucunun eşi ve yengesi aleyhine 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b), (c), (d) ve (f) bentleri uyarınca ve başvurucunun eşi aleyhine ayrıca (ç) bendi uyarınca 90 gün süreyle geçerli olmak üzere önleyici tedbir uygulanmasına karar verilmiştir. Karşı tarafın itirazı üzerine Ankara Aile Mahkemesi, 26/8/2020 tarihinde itirazın kısmen kabulü ile 12/8/2020 tarihli önleyici tedbir kararının (b), (c), (d), (f) ve (ç) bentlerinin kaldırılmasına, (a) bendinin aynen devamına karar vermiştir. Kararda itiraz dilekçesindeki sebepler özetlenerek itirazın kısmen kabulüne karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı bireysel başvuru yoluna başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi'nin 2020/29636 numaralı bireysel başvuru dosyası kapsamında başvurucunun Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruya konu somut olayda ise yukarıda belirtildiği üzere (a) bendinde yer alan tedbirin süresi devam ederken başvurucu; aleyhine tedbir istediği eşi ve yengesiyle aralarında ceza yargılamasına konu olaylar yaşandığını, derdest ceza davaları bulunduğunu, tarafına psikolojik şiddet, kötü davranış ve tehdit eylemlerinde bulunduklarını belirterek 9/9/2020 tarihinde yeniden Mahkemeden 6284 sayılı Kanun kapsamında tüm tedbirlerin uygulanması talebinde bulunmuştur. Başvurucu talebinde; uzaklaştırma kararlarının süresinin bitmesi ve tedbirlerin kalkmasıyla aleyhinde tedbir istenen eşinin kendisini ve müşterek çocukları sürekli takip etmeye başladığını belirtmiştir. Bununla birlikte 19/6/2019 tarihinde müşterek çocuğu kreşe götürürken eşinin yengesinin kendisini takip ettiğini ve fark edildiğinde üzerine araba sürerek kaçtığını iddia etmiştir. Bu olay sonrasında aleyhine tedbir uygulanmasını talep ettiği kişiler hakkında şikâyetçi olduğunu ve ceza yargılamasının tedbir talep edildiği tarihte hâlen devam ettiğini ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu; eşinin yengesinin daha önce aleyhinde verilen tedbir kararını ihlal etmesi nedeniyle hakkında zorlama hapsi kararı verildiğini vurgulayarak boşanma davasının devam ettiği süreçte eşinin hem kendisini hem de müşterek çocukları defalarca tehdit ettiğini ve baskıladığını iddia etmiştir. Başvurucu son olarak, boşanma davasında eşinin küçük olan müşterek çocuğun kendisinden olmadığı iddiasını ileri sürdüğünü ve DNA testi yapılmasını talep ettiğini ileri sürmüştür. Mahkeme bu talebi değerlendirerek 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b), (c), (ç), (d) ve (f) bentleri uyarınca üç ay süreyle geçerli olmak üzere önleyici tedbir uygulanmasına 10/9/2020 tarihinde karar vermiştir. Başvurucunun eşi E.E.T. 28/9/2020 tarihinde Mahkemenin 10/9/2020 tarihli önleyici tedbir kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; taraflar arasında (a) bendindeki "Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmama" tedbirinin uygulandığını ve hâlen geçerli olan bir kararın bulunduğunu, müşterek çocukları ancak icra vasıtasıyla görebildiğini, başvurucunun davranışlarının 6284 sayılı Kanun kapsamında tanınan hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Aile Mahkemesi, 28/9/2020 tarihinde itirazın kabulü ile 10/9/2020 tarihli önleyici tedbir kararının tümüyle kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemenin 12/8/2020 tarihli kararının hâlen geçerli olmasına ve uzman beyanına dayanıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 1/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 26/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32928 | Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında verilen önleyici tedbir kararının kaldırılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, birden fazla işleme karşı açılan davada dilekçe ret kararı verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; takip eden süreçte askerî okuldan ilişik kesme işleminin iptali istemiyle açılan davanın hukuka aykırı olarak reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2008 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde uzman erbaş olarak görev yapmaya başlamıştır. Uzman erbaş görevine devam etmekte iken astsubaylık sınavını kazanan başvurucu 2011 yılında Balıkesir Astsubay Meslek Yüksek Okulunda eğitim görmeye başlamıştır. Eğitim sürecinde komando muayeneleri kapsamında Balıkesir Asker Hastanesine sevk edilen başvurucu için anılan Hastane tarafından 28/4/2013 tarihli rapor uyarınca kronik nitelik kazanmış uyum bozukluğu tanısıyla askerî öğrenciliğe devam edemez kararı alınmıştır. Başvurucunun itirazı üzerine sevk edildiği Hava Harp Okulu Komutanlığı Hava Sağlık Muayene Merkezi Başkanlığı tarafından düzenlenen 30/4/2013 tarihli raporda da 28/4/2013 tarihli rapor ile aynı tanı ve tespitte bulunulmuştur. Takip eden süreçte birlik komutanlığı tarafından başvurucunun sağlık durumu ile ilgili olarak Balıkesir Asker Hastanesi Baştabipliğinden 30/5/2013 tarihli yazı ile bilgi istenmiştir. Başvurucu, psikometrik testlerin yapılması için Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Kliniğine sevk edilmiştir. GATA tarafından değerlendirilen ve sonuçları Balıkesir Asker Hastanesine gönderilen 25/6/2013 tarihli raporda başvurucu için kronik nitelik kazanmış uyum bozukluğu tanısı ile TSK'da görev yapamaztespiti yapılmıştır. Başvurucunun itirazı üzerine sevk edildiği İzmir Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 24/7/2013 tarihli raporda da 25/6/2013 tarihli rapor ile aynı tanı ve tespitte bulunulmuştur. Bu sürecin ardından başvurucu, astsubaylığa nasbedilmemiş ve başvurucunun uzman erbaş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, aleyhine düzenlenen sağlık kurulu raporlarının sözleşme fesih işleminin ve astsubaylığa nasbedilmeme işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM Birinci Dairesi 3/12/2013 tarihli hükmüyle dilekçe ret kararı vermiştir. Gerekçede 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun ve maddeleri uyarınca birden fazla işleme karşı tek bir dilekçe ile dava açılabilmesi için gereken maddi ve hukuki bağ şartının dava konusu işlemler için söz konusu olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurmamıştır. Başvurucu, dilekçe ret kararının ardından askerî okulla ilişik kesilmesi işlemine karşı iptal davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 4/2/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle konuya ilişkin mevzuat hükümlerine yer verilmiş ve ardından başvurucunun sağlık durumu ile ilgili olarak GATA Profesörler Kurulundan görüş istendiği ifade edilmiştir. Kararda, GATA tarafından verilen 8/12/2014 tarihli raporda başvurucunun kronik nitelik kazanmış uyum bozukluğu nedeniyle askerî öğrenciliğe devam edemeyeceğinin ve uzman erbaş olarak görevine devam edebileceğinin ifade edildiği belirtilerek bu rapor bağlamında başvurucunun askerî okuldan çıkarılma işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 9/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, karar düzeltme isteminin reddine dair kararı 9/10/2015 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 9/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 1602 sayılı mülga Kanun'un "Aynı dilekçe ile dava açılabilecek haller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"20 nci maddede yazılı idari eylem ve işlemler aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak aralarında maddi ve hukuki bakımdan bağlılık varsa, aynı şahsı ilgilendiren birden fazla eylem ve işlemler aleyhine bir dilekçe ile de dava açılabilir." 1602 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Daireler veya Daireler Kuruluna gelen dilekçelerde 44 üncü maddede yazılı noktalardan kanunsuzluk görülürse:...B) (d) bendinde yazılı halde, dava dilekçesinin gerçek hasma tebliğ edilmesine; (e) bendinde yazılı halde bir defaya mahsus olmak üzere otuz gün içinde 36 ve 38 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlemek veya noksanları tamamlamak yahut (c) bendinde yazılı halde, ehliyetli şahsın avukat olmayan vekili tarafından açılması takdirinde otuz gün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasiyle dava açılmak üzere dilekçelerin reddine;...karar verilir....Bu kararlara karşı düzeltme yoluna başvurulabilir. Bu halde otuz günlük süre bu konudaki kararın tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlar. " 11/4/2002 tarihli ve 4752 sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kanunu 'nun "Disiplin ve okuldan çıkarılma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Astsubay meslek yüksek okullarında öğrenim gören öğrenciler aşağıdaki hallerde okuldan çıkarılırlar:...e) Sağlık kurullarınca verilecek raporlara dayalı olarak, sağlık yetenekleri bakımından astsubay meslek yüksek okulu öğrenimine devam imkânı kalmayanlar." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17128 | Başvuru, birden fazla işleme karşı açılan davada dilekçe ret kararı verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; takip eden süreçte askerî okuldan ilişik kesme işleminin iptali istemiyle açılan davanın hukuka aykırı olarak reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru ile ilgili olarak görüş bildirilmesine gerek olmadığını belirtmiştir. İkinci Bölüm tarafından 16/1/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılması öngörülmüştür. 667 sayılı KHK 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu, olay tarihinde Adnan Menderes Üniversitesinde (Üniversite) O. İlaçlama Sağlık Hizmetleri Ltd. Şti. (Şirket) isimli alt işverene bağlı şekilde hizmet sözleşmesiyle tıbbi sekreter olarak çalışmaktadır. Üniversite Rektörlüğünün 9/9/2016 tarihli yazısıyla 667 sayılı KHK'da belirtilen yapı ve oluşumlarla ilişkisi bulunduğu gerekçesiyle başvurucunun iş akdinin KHK uyarınca feshedilmesi alt işverenden istenmiştir. Alt işveren anılan yazı üzerine başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Başvurucu 23/9/2016 tarihinde iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek Üniversite ve Şirket aleyhine Aydın İş Mahkemesinde (Mahkeme) 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi uyarınca işe iade davası açmıştır. Başvurucu 4857 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen geçerli fesih sebeplerinin bulunmadığını ileri sürmüş ve aynı Kanun'un maddesi uyarınca bu durumun tespiti ile işe iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 667 sayılı KHK'nın maddesi hükmüne dayanarak 29/12/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davalı Üniversitenin asıl işveren, diğer davalı Şirketin ise alt işveren olduğu ifade edilmiş; asıl işveren konumundaki Üniversitenin bir kamu kurumu olması nedeniyle 667 sayılı KHK hükümlerini uygulamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, kamu kurumu tarafından söz konusu KHK hükümlerine göre bir değerlendirme yapıldığı takdirde bunun yerindeliğinin iş mahkemesince araştırılmasının mümkün olmadığını açıklamıştır. Kararda, asıl işveren Üniversite tarafından gönderilen yazıya göre başvurucunun iş akdinin alt işveren tarafından feshedildiğine özellikle vurgu yapılmıştır. Mahkeme ayrıca 4857 sayılı Kanun'un olağan koşullar için öngörülen işe iade müessesesine ilişkin hükümlerinin olağanüstü hâl döneminde yapılan fesihler için uygulanamayacağını kabul etmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, 667 sayılı KHK'da alt işveren bünyesinde çalışmakta olup terör örgütleri ile irtibatı tespit edilen işçilerin iş sözleşmelerinin akıbeti ile ilgili olarak herhangi bir hükmün bulunmadığı ileri sürülmüştür. Başvurucuya göre 667 sayılı KHK'nın maddesinin olayda uygulanması mümkün değildir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 1/2/2017 tarihli kararında; başvurucunun 667 sayılı KHK'nın maddesi kapsamındaki bir işyerinde çalıştığını, KHK'da verilen yetkiye dayanılarak Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı nedeniyle işine son verildiğini belirtmiştir. Daire, özellikle anılan maddede belirtilen şekil koşullarının gerçekleştiğinden bahsederek "akdin feshinde yasal bir zorunluluk bulunduğu" gerekçesiyle ilk derece mahkemesince verilen kararı hukuka uygun bulmuş ve istinaf talebini reddetmiştir. Başvurucunun benzer iddialar içeren temyiz talebi de Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 30/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 14/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 4857 sayılı Kanun’un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur....... Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere;a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması,b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı iş yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması,yönünde hükümler konulamaz." 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. ...Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir. ...İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur. " 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: I- Sağlık sebepleri...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri...III- Zorlayıcı sebepler:...IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 17 nci maddedeki bildirim süresini aşması.İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.'' 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinde belirtilenler hariç diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgisine göre ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır,g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dahil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır.(2) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır.'' 6749 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen;...f) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa ve diğer mevzuata tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı, ilgili veya ilişkili olunan bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi üzerine ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır. Bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilenlerin işlemleri ise söz konusu maddedeki usule göre yapılır.g) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır. (2) Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır." Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "İş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri fesihtir. Fesih, sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Dolayısıyla fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2016, Sayı 36, s.23).İş sözleşmesi işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratır. Bu nedenle işçi veya işveren taraflarından birinin davranışı ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyi niyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu, yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.Hukukumuzda 'olağanüstü fesih', 'bildirimsiz fesih', 'süresiz fesih', 'önelsiz fesih', 'derhal fesih', 'muhik sebeple fesih' gibi terimlerle ifade edilen haklı nedenle fesih Türk Borçlar Kanunu md. 435, İş K. md. 24 ve 25; Deniz İş K. md. 14, 16; Basın İş K. md. 11'de düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, haklı nedenle fesih kanunla tanınmış bir haktır. Bir tarafın işte bu haklı nedenle fesih hakkına dayanarak, karşı tarafa yöneltilmesi gereken irade beyanıyla iş sözleşmesine geçmişe etkili olmaksızın derhal son vermesi, haklı nedenle fesih olarak tanımlanmaktadır. Bu itibarla İş Kanunu, haklı nedenle fesih hakkını 'Haklı nedenle derhal fesih' başlığı altında düzenlemektedir (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, / Baysal, U.: İş Hukuku Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Bası, Ankara 2014, s. 794)." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/4/2019 tarihli ve E.2015/3294, K.2019/400 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Asıl-alt işverenlik ilişkisi 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu'nun (4857 sayılı Kanun/Kanun/İK/İş Kanunu) 'Tanımlar' başlıklı 2’nci maddesinde düzenlenmiştir....Bu hükme göre, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekmektedir. Kanuna uygun biçimde bir asıl-alt işveren ilişkisi kurulmuş ise, asıl işveren, alt işveren işçilerinin Kanundan, iş sözleşmesinden ve alt işverenin taraf olduğu bir toplu iş sözleşmesi bulunması hâlinde bundan doğan yükümlüklerden işçilere karşı alt işveren ile birlikte sorumlu olacaktır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/21299, K.2012/23405 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "İşçiye yüklenen iddia açık ve net bir şekilde kanıtlanmamışsa da olayın oluş şekli itibariyle iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli bir şüpheye dayanılarak yapılmış bir fesih söz konusu ise bu fesih şüphe feshi olarak nitelendirilmektedir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2017/24765, K.2018/6824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacı, davalı işyerinde çalışırken FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakının bulunduğu şüphesiyle 667 sayılı KHK’nın maddesinin fıkrasının g bendi gereğince işten çıkartılmıştır. Aynı KHK’nın maddesinin fıkrasının ise ' fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler' hükmüne yer verilmiş ise de fesih işlemine karşı yargı yolu açık olduğuna göre yargı makamları işten çıkartılmış olan işçinin FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakına dair delil durumunu değerlendirerek sonucuna göre karar vermelidir.Somut olay bakımından davacının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı bakımından dosyaya 667 sayılı KHK’nın maddesinin fıkrasının g bendindeki usule göre işten çıkarıldığı hususu dışında hiçbir delil sunulamamış, ayrıca davacı hakkında adli veya idari soruşturma da yapılmamıştır. Açıklanan delil durumuna göre davacının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğuna dair somut hiçbir delil gösterilemediğinden davanın kabulü gerekirken işverenin feshinin geçerli olduğunu kabul eden Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/2017 tarihli ve E.2017/43277, K.2017/25144 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş sözleşmesinin feshi 667 sayılı KHK'nın maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı idare tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla iş sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde İş Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının iş akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence tam olarak ibraz edilememiştir. Davacının iş akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2017 tarihli ve E.2017/40671, K.2017/20227 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Dosya içerisindeki kayıt ve belgelerden; davacının, mutfak personeli olarak çalışmakta iken, iş akdinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde yapılanan 'Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması' nın (FETÖ/PDY) ve/veya diğer terör örgütlerinin (PKK, PYD, DAİŞ, DHKP-C) sosyal medya üzerinden propagandasını yapmak, finansal destek sağlamak, doğrudan ya da dolaylı yardımda bulunmak suretiyle işbirliği içerisinde olabileceği şüphesi ile' sona erdirildiği görülmüştür. Bölge Adliye Mahkemesince davacının iş sözleşmesinin feshinin 'şüphe feshi' nedeniyle 667 sayılı KHK kapsamında FETÖ ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle yerinde olduğu yönünde hüküm kurulmuştur.Dosyada şüphe feshine dayanak oluşturacak nedenler araştırılmamıştır. Öncelikle davacı hakkında varsa adli ya da idari soruşturma evrakları, emniyet ve diğer güvenlik güçlerinden gelecek feshe dayanak bilgi ve belgeler ile taraf delilleri toplanmak suretiyle bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak bu hak ve yükümlülüklerin -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olması gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için güçlü gerekçelerin olması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM yetkililerin belli bir başvurucu tarafından talep edilen tedbir ile ilgili karar verme sürecindeki takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini, hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvurucunun talebinin esasını incelemesi hususunun da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM; mahkeme hakkı ile ilgili olarak verdiği Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002) kararında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca, bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama- uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, § 25). Diğer taraftan AİHM, bir istihbarat personelinin görevini gerçekleştirmeye zihinsel olarak uygun olmadığına dair doktor raporu nedeniyle görevine son verilmesi üzerine açılan davada, yargı yerinin doktor raporunu irdelemeyi reddetmesinin ve raporu tartışmamasının Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasını ihlal ettiği sonucuna varmıştır. AİHM, başvurucunun istihbarat toplama ve verileri işlemekten sorumlu olan Ulusal Güvenlik Teşkilatında bir memur olduğunu ve meşru ulusal güvenlik hususlarına ilişkin olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan hakların kısıtlanmasının haklı kılınabileceğini belirtmiş, ancak bununla güdülen amacın meşruluğunun ve orantılılığının gerekçelendirilmediğine dikkat çekmiştir (Fazliyski / Bulgaristan, 40908/05, 16/4/2013, §§ 56-63). Benzer şekilde AİHM, Cezayir'deki tıp fakültesinden mezun olan bir başvurucunun diplomasının denkliğinin tanınmaması nedeniyle açtığı davada, Fransa Danıştayının başvurucu tarafından ileri sürülen hukuki meseleler ile maddi olayları değerlendirmeden yalnızca idari makamların mütekabiliyet şartı ile ilgili görüşüne bağlı kalarak karar vermesi nedeniyle başvurucunun ileri sürdüğü iddialar çerçevesinde uyuşmazlığın tespiti ile ilgili tüm olgusal ve hukuki konuları incelemek üzere yeterli yargı yetkisine sahip olan bir mahkemeye eriştiğinin düşünülemeyeceğini belirterek Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Chevrol/Fransa, B. No: 49636/99, 13/2/2003, §§ 76-84). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28079 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, boşanma davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve temyiz incelemesinde duruşma yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eski eşi Devrek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin (Mahkeme) E.2008/363 sayılı dosyasında açtığı davada başvurucu ile 15/8/2007 tarihinde evlendiklerini, başvurucunun alkol bağımlısı, davranış bozukluğu olan, sürekli kendisine hakaret ve kötü söz söyleyen birisi olduğunu, psikolojik rahatsızlıklarının bulunduğunu, kendisini evden çıkarmadığını, anne babasıyla görüştürmediğini, apartmandaki komşularıyla dahi selamlaşmasına izin vermediğini, hapis hayatı yaşattığını, ayrıca evliliklerinde cinsel birlikteliğin gerçekleşmediğini, geçimsizliğe neden olan olaylarda davalının kusurlu olduğunu belirterek boşanmaya karar verilmesini talep etmiştir. Bu arada başvurucu Devrek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin E.2012/9 sayılı dosyasında açtığı davada, davalının haklı bir nedeni olmaksızın evi terkettiğini, cinsel birlikteliğin gerçekleşmeme nedeninin davalının anatomik yapısı ve tedaviye yanaşmamasından kaynaklandığını, bu durumun doktor raporuyla sabit olduğunu, kendisinin bu durumu anlayışla karşıladığını ancak davalının evi terketmesiyle gerçek niyetinin ortaya çıktığını, boşanmaya neden olan olayların daha çok davalının yanlış tutumundan ve sorumsuzluğundan kaynaklandığını belirterek boşanmaya karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 12/1/2012 tarihli kararıyla dosyayı E.2008/363 sayılı dosyada birleştirmiştir. Mahkeme 22/2/2013 tarihli kararında, dinlenen taraf beyanları, tanık beyanları ve dosya kapsamına göre; davacı ile davalının 15/8/2007 tarihinde evlendiklerini, beş yılı aşkın bir süredir evli olduklarını, evliliklerinden çocuklarının olmadığını, davacı ile davalının yaklaşık dört yıldır ayrı yaşadıklarını, birlikte yaşadıkları dönemde aralarında sık sık tartışmalar yaşandığını, hatta davalının davacıya karşı şiddetuyguladığını, hakaret ettiğini, ayrı kaldıkları bu dönemdedavacınınmaddi ihtiyaçlarını ile ilgilenmediğini, geçimsizliğe neden olan olaylarda davalının ağır kusurlu olduğunu belirterek asıl davayı kabul etmiş, birleşen davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/11/2013 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 8/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı bireysel başvuru tarihinden sonra 18/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu ret kararını 25/6/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 8/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11558 | Başvuru, boşanma davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve temyiz incelemesinde duruşma yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, anlatımları mahkûmiyet için belirleyici ölçüde kanıt olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1985 doğumlu olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte İstanbul'da ikamet etmektedir. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2004 tarihli iddianamesi ile DHKP/C terör örgütü üyesi olma suçundan Y.K. isimli şüpheli hakkında kamu davası açılmıştır. Y.K., hazırlık soruşturması sırasında 14/5/2004 tarihinde kollukta verdiği beyanında başvurucunun da aralarında yer aldığı birçok kişinin örgüt üyesi olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu, yasa dışı DHKP/C silahlı terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 4/6/2004 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış; 8/6/2004 tarihinde ise tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 22/6/2004 tarihli iddianamesi ile başvurucunun da aralarında yer aldığı bir kısım şüpheli hakkında silahlı çetenin sair efradı olma, silahlı çeteye yardım ve yataklık yapma suçlarından kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) (Mahkeme) 22/5/2006 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçlardan beraat etmesine hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 22/6/2009 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesi şöyledir:"...başka dosya sanığı [Y.K.nin] aşama beyanları, sanıkların yakalanma şekilleri ve tüm dosya kapsamına göre atılı suçtan mahkûmiyetlerine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden takdirde yanılgıya düşülerek yazılı şekillerde beraatlerine karar verilmesi (...) bozmayı gerektirmiştir." Bozma kararına uyularak devam edilen yargılamanın 18/10/2012 tarihli celsesinde başvurucu, aleyhinde beyanda bulunan Y.K.nın kollukta işkence altında alındığını ileri sürdüğü beyanlarını yargılama aşamasında reddettiğini belirterek bu beyanların delil değeri bulunmadığını iddia etmiştir. Mahkemenin 31/1/2013 tarihli kararı ile başvurucunun DHKP-C silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"Başka dosya sanığı [Y.K.nin] 2004 tarihinde DHKP-C silahlı terör örgütü adına Bağcılar ilçesinde duvarlara örgüt sloganları yazarken yakalandığı, hakkında yapılan soruşturmada, [Y.nin] DHKP-C silahlı terör örgütü örgüt mensubu olduğu ve örgüt adına muhtelif eylemler gerçekleştirdiğinin tespit edildiği, bunun üzerine hakkında (...) kamu davası açıldığı, [Y.nin] hazırlık soruşturması sırasında diğer örgüt mensupları hakkında bilgiler vermesi üzerine aramaya alınan sanık Onur Urbay'ın suç tarihinde Bakırköy ilçesinde, sureti dosyada bulunan 'Türkiye'de hukuk yok mu','polis sahte belge düzenleyip dernek kapatıyor, insan tutukluyor.' ibarelerine havi bildirileri dağıtırken yakalandığı, (...) böylece sanıklar Onur Urbay ve [E.T.nin] bozma ilamında da belirtildiği üzere üzerlerine atılı DHKP-C silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu bilerek ve isteyerek kasten ayrı ayrı işlediklerinin sabit olduğu ve sanıkların müsnet suçtan ayrı ayrı cezalandırılmalarının gerektiği sonuç ve vicdani kanaate varılmıştır." Başvurucu, hükme esas alınan tanık beyanının zora dayalı olarak verildiğini, daha sonra tanığın bu beyanları reddettiğini belirterek hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 20/2/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 22/4/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 29/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:(...)d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın tanık kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/4/2012, § 45). Bu kavram duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, §§ 7, 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) kapsayabilir. Bu bakımdan duruşmada ister okunsun ister okunmasın ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda [GK], B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40). AİHM, duruşma salonunda bulunmayan tanıkların beyanlarının mahkûmiyet hükmüne esas alındığı bir yargılamanın adilliğini değerlendirirken iki hususa vurgu yapmaktadır. AİHM ilk olarak tanığın duruşmaya katılmaması için geçerli nedenlerin olup olmadığını incelemektedir. İkinci olarak -makul bir gerekçenin olduğu durumda bile- sanığın sorgulama imkânına sahip olmadığı bir tanık tarafından verilen ifadenin hükmün dayandığı tek veya belirleyici temel olup olmadığını değerlendirmektedir. Hükmün büyük ölçüde veya yalnızca bu nitelikteki tanığın ifadesine dayanması durumunda yargılamalar detaylı incelemelere tabi tutulmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık [BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011,§§ 119, 147; Cevat Soysal/Türkiye, B. No: 17362/03,23/9/2014, § 75). AİHM, yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/.., 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/7/2012, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6222 | Başvuru, anlatımları mahkûmiyet için belirleyici ölçüde kanıt olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, somut gerekçe gösterilmeksizin tutukluluğun devamına hükmedildiğini ve tutukluluğa itirazlarının dosya üzerinden karara bağlandığını, mahkûmiyet kararının işkence ve kötü muamele altında polise yaptığı beyanlara dayandırıldığını, soruşturma işlemlerinin savcı yerine kolluk tarafından yürütüldüğünü, müşteki ve tanıkların duruşmada dinlenmediğini, Mahkeme kararında yeterli gerekçe gösterilmediğini, yargılamanın uzun sürdüğünü, tutukluluk ve temyiz aşamasındaki itirazlarının dikkate alınmadığını belirterek, işkence ve kötü muamele yasağının, özgürlük ve güvenlik hakkının, silahların eşitliği ve doğrudan doğruyalık ilkeleri ile gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma haklarını da kapsayacak şekilde adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenlerle, yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 5/3/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 4/11/2014 tarihinde başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, PKK terör örgütü üyeliği şüphesiyle 17/10/2003 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, 18 ve 19/10/2003 tarihli polis ifadelerinde bir bankanın otomatik para çekme makinesine molotof kokteyli atılması da dâhil çeşitli eylemlere katıldığını belirtmiştir. Başvurucu 20/10/2003 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise kendisine okunmadan imzalattırıldığı, yer gösterme tutanaklarında polisin istediği gibi beyanda bulunduğu, 19/10/2003 tarihli tutanak altındaki imzanın kendisine ait olmadığı gerekçeleriyle kolluk ifadelerini kabul etmemiştir. Başvurucu, aleyhinde beyanda bulunan kişilerin kendisine iftira attığını ileri sürmüştür. İstanbul 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 20/10/2003 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı 27/10/2003 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında terör örgütü üyeliği ve patlayıcı madde atmak suçlarından dava açmıştır. İstanbul 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde yapılan 23/2/2004 tarihli duruşmada başvurucu, kötü muamele altında zorla gözaltına alındığını, emniyette kötü muamele ve işkence gördüğünü, psikolojik baskı yapıldığını, suçlamaları kabul etmediği takdirde infaz edileceğinin söylendiğini iddia etmiş ve suçlamaları reddetmiştir. Başvurucu 6/4/2005 tarihinde tahliye edilmiştir. Dosyayı devralan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama esnasında, başvurucu vekili 1/3/2006 tarihli duruşmaya ilişkin mazeret dilekçesi vermiştir. Bu tarihten itibaren 23/12/2011 tarihine kadar yapılan 16 duruşmaya başvurucu veya vekili katılmamış ve mazeret dilekçesi de vermemiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/12/2011 tarihli ve E.2003/286, K.2011/237 sayılı kararı ile başvurucu hakkında, silahlı terör örgütüne üye olmak ve patlayıcı madde atmak suçlarından toplam olarak 13 yıl 31 ay 15 gün hapis cezasına ve 000,00 TL adli para cezasına hükmetmiştir. Başvurucu vekili, 10/5/2012 tarihli dilekçesiyle kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 5/4/2013 tarihli ve E.2013/1854, K.2013/5295 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında verilen kararı onamıştır. Yargıtay kararı, en geç kesinleşme şerhinin düzenlendiği 24/6/2013 tarihinde İlk Derece Mahkemesi kalemine ulaşmıştır. Para cezasına ilişkin olarak önce ödeme emri çıkartılmış, miktarın ödenmemesi üzerine ise para cezası hapse çevrilmiş ve başvurucuya çağrı kâğıdı gönderilmiştir. Belirtilen belgeler, başvurucunun MERNİS adresinde onunla birlikte daimi ikamet eden ve başvurucunun işte olduğunu beyan eden yakınlarına sırasıyla 23/7/2013 ve 25/10/2013 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. 5/7/2013 tarihinde başvurucu hakkında yakalama emri çıkartılmışsa da karar tarihi itibariyle başvurucunun halen yakalanmamış olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, nihai karardan 11/2/2014 tarihinde haberdar olduklarını belirtmiştir. Bireysel başvuru, 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4232 | Başvurucu, somut gerekçe gösterilmeksizin tutukluluğun devamına hükmedildiğini ve tutukluluğa itirazlarının dosya üzerinden karara bağlandığını, mahkûmiyet kararının işkence ve kötü muamele altında polise yaptığı beyanlara dayandırıldığını, soruşturma işlemlerinin savcı yerine kolluk tarafından yürütüldüğünü, müşteki ve tanıkların duruşmada dinlenmediğini, Mahkeme kararında yeterli gerekçe gösterilmediğini, yargılamanın uzun sürdüğünü, tutukluluk ve temyiz aşamasındaki itirazlarının dikkate alınmadığını belirterek, işkence ve kötü muamele yasağının, özgürlük ve güvenlik hakkının, silahların eşitliği ve doğrudan doğruyalık ilkeleri ile gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma haklarını da kapsayacak şekilde adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenlerle, yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvurucu, mahkeme kararları ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/12/2013 tarihinde Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından, Gaziantep ili, Nizip ilçesi, Keklik köyünde bulunan 101 ada 303 parsel sayılı ve 105 ada 370 parsel sayılı taşınmazların takdir edilen kamulaştırma bedelinin arttırılması için her bir taşınmaza yönelik Nizip Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrı davalar açılmıştır. Mahkemenin 18/11/1999 tarihli kararları ile davaların kısmen kabulüne karar verilmiş, kararların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/1/2000 tarihli kararları ile onanarak kesinleşmiştir. Mahkeme tarafından hükmedilen kamulaştırma bedelinin 231,51 TL'lik kısmı (yasal faiziyle birlikte) başvurucuya 30/7/2001 tarihinde ödenmiştir. Başvurucu, geriye kalan alacaklarının tahsili amacıyla Nizip İcra Dairesine başvurarak ilamlı icra takiplerinde bulunmuş, takipler üzerine başvurucuya 22/12/2009 tarihinde alacağın son kısmı olarak 082,39 TL ödenmiştir. Başvurucu, yukarıda belirtilen Mahkeme kararında adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek, faiz başlangıç tarihinin kararın kesinleşme tarihi esas alınarak yıllık enflasyon oranlarında belirlenmesi gerekirken yasal faize hükmedilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi zarara karşılık 000 Avro, kararın geç icra edilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zarara karşılık 000 Avro ve yaptığı yargılama giderleri nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zarara karşılık 000 Avro tazminatın ödenmesi istemiyle 25/1/2010 tarihinde 7431/10 başvuru numarasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmıştır. 9/1/2013 tarih ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından başvurucu, 7/3/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvuru yaparak, AİHM başvuru formuna atıfla, aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını istemiştir. Komisyon, 27/8/2013 tarih ve K.2013/396 sayılı kararıyla, başvurucunun “kesinleşmiş mahkeme kararının süresinde icra edilmesini isteme hakkının” ihlal edildiğinin anlaşıldığı, buna göre, AİHM’in konuya ilişkin yerleşik içtihatları göz önünde bulundurularak, hakkaniyet ölçüsünde ve taleple bağlı kalınarak takdiren toplam 700 TL’nin 6384 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tazminat olarak ödenmesine, Komisyonun 6384 sayılı Kanun'un kapsamını düzenleyen maddesi gereğince, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve mahkeme kararlarının icra edilmemesi veya geç ya da eksik icra edilmesine yönelik iddiaları incelemekle yetkili olduğu belirtilerek, başvurucu tarafından dilekçede yer verilen diğer ihlal iddiası ve talepleri yönünden yetkisizlik nedeniyle “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir Başvurucu bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş ve AİHM’e yaptığı başvurudaki taleplerini yinelemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 9/10/2013 tarih ve İ.2013/121, K.2013/120 sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 5/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bunun yanında başvurucunun 7431/10 sayılı başvurusuyla birlikte 645 başvurunun da karara bağlandığı kararında AİHM, Mahkeme kararlarının geç icra edilmesi hakkında yapılan şikâyet hakkında 6384 sayılı Kanun ile kurulan Komisyona başvurulması gerektiğine, yasal faizin enflasyon oranı karşısında yetersiz kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği şikayeti hakkında gerçek bir değer kaybı bulunmadığından bahisle açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin borçlara uygulanmaması şikayeti hakkında ise Mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde başvurulmadığından bahisle süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir (Mahmut EREN ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3950/08, 17/9/2013). B. İlgili Hukuk 6384 sayılı Kanun’un , , , , ve maddeleri şöyledir:“Amaç MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.KapsamMADDE 2 – (1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.(2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir.(3) İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.…Komisyon ve çalışma esaslarıMADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilir.(2) 9 uncu madde hükmü saklı kalmak üzere Komisyon üyelerine, müracaatlar sonuçlandırılıncaya kadar başka bir görev verilmez.(3) Komisyon, üye sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verir.(4) Komisyonun sekretarya hizmetleri Bakanlık tarafından yürütülür.(5) Kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek zorundadır.…Müracaatın reddi MADDE 6 – (1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini, tespit ederse müracaatı reddeder.Müracaat hakkında karar ve karara itirazMADDE 7 – (1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.(4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır.Kararın ilgili adli veya idari mercie bildirimiMADDE 8 – (1) Komisyona yapılan müracaat sonucunda Komisyonun kesinleşen kararlarının bir örneği müracaata konu işlemin yapıldığı adli veya idari mercie gönderilir.(2) Müracaata konu işlem henüz sonuçlandırılmamışsa ilgili adli veya idari merci tarafından bu işlem ivedilikle sonuçlandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9790 | Başvurucu, mahkeme kararları ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın 35. , 36. ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/39834 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/38571 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, iş kazasından doğan çalışma gücü kaybı oranının tespiti için 21/3/2006 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 17/4/2014 tarihinde Kütahya İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş kazasından doğan sürekli iş göremezlik halinin ve çalışma gücü kaybı oranının tespiti istemiyle, işveren F.T. ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine 21/3/2006 tarihinde dava açmıştır. Kütahya İş Mahkemesi, 19/2/2008 tarih ve E.2006/220, K.2008/68 sayılı kararı ile davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalıların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/3/2009 tarih ve E.2008/6623, K.2009/3858 sayılı ilâmıyla, Yüksek Sağlık Kurulu raporu ile Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporu arasında çelişki bulunduğundan Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan görüş alınarak çelişkinin giderilmesi gerektiği hususu gözetilmeden eksik inceleme ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozmaya uyarak yeniden yaptığı inceleme sonucunda Mahkeme, 20/6/2013 tarih ve E.2009/418, K.2013/244 sayılı kararı ile davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalıların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/1/2014 tarih ve E.2013/15596, K.2014/1564 sayılı ilâmı ile onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 21/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5330 | Başvurucu, iş kazasından doğan çalışma gücü kaybı oranının tespiti için 21/3/2006 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, işkence sonucu elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyete karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 1/4/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 13/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 2/12/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 24/3/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, "yasadışı silahlı örgüte üye olmak" suçunu işlediği iddiasıyla 12/11/1998 tarihinde gözaltına alınmış; 15/11/1998 tarihinde tutuklanmış ve 13/4/2001 tarihinde serbest bırakılmıştır. Gözaltına alındığı tarihte düzenlenen adli tıp raporuna göre başvurucunun vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmamıştır. Gözaltı süresi sonunda Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda başvurucunun gözaltı sırasında dayak, basınçlı soğuk su tutma, cinsel organına baskı yapma ve psikolojik işkenceye maruz kalma iddialarına yer verilmiş ve vücudunda kısmen iyileşmiş sıyrık ve kabuklu yaraların olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuya beş günlük iş göremezlik raporu verilmiştir. Başvurucu, 15/11/1998 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede, gözaltında iken işkence altında ifade verdiğini beyan etmiştir. Başvurucu hakkında 24/11/1998 tarihli iddianame ile yasa dışı silahlı örgüte üye olmak suçlamasıyla İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde E.1998/382 sayılı dava açılmıştır. Başvurucu, işkenceye uğradığı iddiasını 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesindeki yargılamada dile getirmiş ve Mahkeme konunun araştırılması amacıyla 12/7/1999 tarihinde Savcılığa ihbarda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/7/2000 tarihli ve 2000/36731 sayılı iddianame ile başvurucuya işkence yaptığı iddia edilen kamu görevlileri hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkeme tarafından 30/9/2004 tarihli ve E.2000/203, K.2004/306 sayılı kararla kamu görevlileri hakkında beraat kararı verilmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 24/4/2006 tarihli ve E.2005/2802, K.2006/3712 sayılı kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesi şöyledir:“Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; yasadışı örgüt üyesi olmak suçundan gözaltına alınan müteakiben de sevkedildiklerinde verilen doktor raporlarında, mağdur Dinçer E.’nin gözündeki darp izi dışında bedenlerinde herhangi bir darp ve cebir asarı bulunmadığı bildirilen tüm mağdurların, daha sonra gözaltından çıkarıldıklarında ise şikayetleriyle uyumlu bilgiler içeren 1998 tarihli hekim raporlarından hayati tehlikeye maruz kalmaksızın mağdur Dinçer E.’nin 3 gün, diğer mağdurlar Ahmet T. ile Müslim Turfan’ın [Başvurucu]5’er gün mutad iştigallerinden kalacak şekilde yaralandıklarının belirlenmiş olması ve bu yaralanmalarının da 1998 tarihinden yaklaşık 3-6 gün önce meydana geldiğinin, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalında görevli üç öğretim üyesi tarafından verilen 1999 tarihli raporda açıklanması karşısında, gözaltında bulundukları sırada mağdurlara işkence yapıldığının kanıtlanmasına göre, mağdurların sorgularına katılan ve polis memuru olan sanıkların hangisinin hangi mağdura yönelik eylemde bulunduklarının ayrı ayrı ve açıkça belirlenerek atılı suçtan mahkumiyetleri yerine dosya içeriğine uymayan bir gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi, Bozmayı gerektirmiş katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı (BOZULMASINA), 2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.” İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2006 tarihli ve E.2000/229, K.2006/274 sayılı kararıyla kamu görevlilerine isnat edilen suça ilişkin davanın, zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Bu arada İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 28/11/2011 tarihli ve E.1998/382, K.2001/338 sayılı kararıyla 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un maddesi gereğince başvurucu hakkındaki kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında verilen erteleme kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2002 tarihli ve E.2002/436, K.2002/1184 sayılı ilamı ile “Sanıkların faaliyetlerinin yoğunluğu ve çeşitliliği, kod adı ve sanık Servet'in sahte kimlik kullanması, semt komitesinde yer almaları, evlerinde ele geçirilen doküman malzemeler, sahte kimlik ve sair belgeler ile diğer sanıkların beyanları ve tüm dosya kapsamına göre TCK.nun 168/maddesi ile cezalandırılmaları yerine, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bu arada başvurucu ve diğer sanık A.T., gözaltı sırasında polis karakolunda işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ve şikâyetlerini sunmak için etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve maddelerinin; kararın işkence altında alınan ifadelere dayandığını ve ilk soruşturma sırasında avukat tarafından temsil edilmediklerini, bu sebeple Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) 25/10/2002 tarihinde başvurmuşlardır. Başvurucu, kamu görevlileri yönünden düşme kararı verilen (mağdur sıfatıyla yer aldığı) yargılama ile hakkında “yasa dışı örgüt üyesi olmak” suçundan yürütülen yargılamayı başvuru konusu yapmıştır. İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/1/2004 tarihli ve E.2002/206, K.2004/3 sayılı ilamıyla Yargıtayın bozma kararına uyarak başvurucunun 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 21/1/2004 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 1/7/2004 tarihli ve E.2004/2658 sayılı ilamı ile “Müslüm Turfan'a kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulundukları iddiasıyla açılan davanın akıbeti beklenmeden hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle yeniden bozulmuştur. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev ve yetkilerine son verilmiş; aynı Kanun'un geçici maddesi gereğince başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Bu arada, yapılan başvuru hakkında AİHM, 15/12/2009 tarihinde Sözleşme'nin 3, 6/1 ve 6/3-c maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. İlgili kararın özet çevirisinde; başvurucunun 12/11/1998 tarihinde sahte kimlik bulundurması nedeniyle evinde yakalandığı ve yasa dışı örgüt üyesi olmak suçlamasıyla gözaltına alındığı, gözaltına alınmadan önce alınan sağlık raporunda başvurucunun vücudunda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanılmadığı belirtilmiştir. Anılan kararda ayrıca AİHM, başvurucuların mağdur oldukları eylemleri savcılığın işkence olarak nitelendirdiğini belirterek Sözleşme'nin maddesinin esas bakımından ihlal edildiğini, Ağır Ceza Mahkemesinin dosyanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yargılamaya son vermesi nedeniyle de Sözleşme'nin maddesinin usul açısından ihlal edildiğini belirtmiştir. AİHM, başvurucu hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesinde yürütülen yargılamada, gözaltı sırasında baskı altında alındığı ileri sürülen başvurucu ifadesinin, başvurucuların mağduriyetine dayanak oluşturan unsurlardan biri olduğunu tespit etmiştir. Buna dayanarak AİHM, Sözleşme’nin 6/1 ve 6/3-c maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucuya yönelik işkence iddialarıyla ilgili yürütülen yargılamanın sonucunu bekletici mesele yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 13/10/2010 tarihli ve E.2004/258, K.2010/296 sayılı kararı ile başvurucu ve sanık S. P.nin her birinin 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “DELİLLER VE GEREKÇE: Sanık Müslüm Turfan yönünden:Dizi 12 Kira kontratosuDizi 15 Yakalama ve zaptetme tutanağı,Dizi 18 Eşya tespit tutanağı,Dizi 37 Yasemin Derman'ın emniyet ve savcılık ifadesi.Dizi 47 ifadeli yüzleştirme tutanağı (Sanıklar birbirlerini teşhis etmişler.),Dizi 57 tutanak, Adlı rapor. (5 gün iş ve güçten kalacak şekilde darp cebir izi vardır.),İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/229 Esas sayılı kararı ve AİHM’in 1413/03 başvuru numaralı 15 Aralık 2009 tarihli kararı,…. DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :Yukarıda özetlenen sanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından;Sanıklardan Müslüm Turfan'ın Bursa'da tanıdığı, Fatma Hoca tarafından 03 Kasım 1997 tarihinde Susurluk mitingine götürüldüğü, Cemal kod olan tanıtan kişi tarafından İstanbul'a çağırıldığı, burada bir süre Şirinevler’de daha sonra Esenyurt’taki örgüt evinde kaldığı, evinin masraflarının Ali Haydar kod tarafından karşılandığı, evinde zaman zaman toplantılar yapıldığı, ve bir süre Dinçer E. ve Yasemin 'nin de kaldığı, Esenyurt’ta yazılama ve bildiri dağıtma,afiş yapıştırma eylemlerine katıldığı, 31 Ekim 1998 tarihinde Seka işçilerinin gösterisine katılıp slogan attığı, evinde örgüte ait dokümanlar ve sahte nüfus cüzdanı ve afişlerin bulunduğu,…Sanıklar MÜSLÜM TURFAN ve S. P.’nin işkence gördüğü ileri sürülmüş olması karşısında bu sanıkların polis ifadeleri delil olarak kabul edilmeyip, dosyadaki diğer delillerden yakalama tutanakları, sanık S. P.’de ele geçen sahte kimlik, buna ait ekspertiz raporu, Ahmet T., Dinçer E. hakkında daha önce verilen ve Yargıtayca kesinleşen karar ve Sanıklar hakkında anlatımda bulunan şahısların beyanları, teşhis tutanakları ve diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde,Sanıkların yasadışı EKİM isimli silahlı terör örgütünün üyesi oldukları anlaşıldığından sanıkların kastları, bunun toplumda doğuracağı tehlikede dikkate alınarak eylemine uyan ve lehe olan 5237 Sayılı TCK ' nun 314/2 maddesi, 3713 sayılı yasanın maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilerek aşağıdaki şekilde hükmü kurmak gerekmiştir.” Temyiz üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2010 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ve E.2012/ K.2013/235 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 27/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5190 sayılı Kanun’un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Devlet güvenlik mahkemeleri ve Devlet güvenlik mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılıklarının yetki ve görevleri sona erer.” 5190 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Bu Kanunun yayımı tarihinde görev ve yetkileri sona eren Devlet güvenlik mahkemelerinde ve Devlet güvenlik mahkemeleri Cumhuriyet Başsavcılıklarında mevcut dava ve soruşturma dosyaları ayrıca bir karar verilmesine gerek kalmaksızın durumlarına, mahiyetlerine ve kanun hükümlerine göre, bulundukları aşamadan itibaren yargılama ve soruşturmaya devam edilmek üzere görevli ve yetkili ağır ceza mahkemelerine ve bu mahkemelerin bulundukları illerin Cumhuriyet Başsavcılıklarına devredilir.Bu Kanun kapsamına girmeyen suçlar nedeniyle;a) Hazırlık soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarınca,b) Son soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ağır ceza mahkemelerince dosya üzerinden,Kanun hükümlerine göre gerekli kararlar verilmek suretiyle, dosyalar görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına veya mahkemelere gönderilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İfade ve sorgunun tarzı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:…c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “İfade alma ve sorguda yasak usuller” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.…(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:"Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde aranma yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir.Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut delillerinin meydana çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir." 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Hakim veya Cumhuriyet Müddeiumumisi hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur." Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir: "…Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır. Anayasa'nın maddesinin altıncı fıkrasında, "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez."; 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında, "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" denilmiştir. Aynı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2516 | Başvuru, işkence sonucu elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyete karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, görev süresinin uzatılmaması suretiyle ilişik kesme işlemine karşı açılan iptal davasının bağlantılı ve kesinleşmemiş ceza mahkemesi kararına dayanılarak reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. A. Bireysel Başvuru Öncesi Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yaptığı dönemde, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından bir suç örgütüne karşı yapılan iletişimin dinlenmesi sırasında başvurucunun da örgütle bağlantısının olduğunun tespit edilmesi üzerine başvurucu hakkında dinleme kararı alınmıştır. Dinleme kayıtlarından başvurucunun kız öğrencilerine karşı cinsel taciz suçunu işlediği iddiasıyla İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi 16/5/2012 tarihli kararıyla başvurucunun suçunun sabit olduğu gerekçesiyle 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yazılı hak ve yetkiyi kullanmasının 2 yıl süre yasaklanmasına karar vermiştir. Anılan karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü (İdare) Personel Dairesi Başkanlığı tarafından Rektörlük makamına hitaben 7/8/2012 tarihli olur yazısı ile Sulh Ceza Mahkemesince başvurucunun 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve çeşitli haklardan yoksun bırakılmasına karar verilmiş olması, suç teşkil eden fiillerin niteliği de dikkate alınması suretiyle herhangi bir eğitim kurumunda istihdam edilmesinin uygun olmadığı gerekçesiyle görev süresinin uzatılmaması nedeniyle kadrosu ile ilişiğinin kesilmesine karar verilmiştir. Başvurucu; temyiz etmiş olduğu Sulh Ceza Mahkemesi kararına dayanılmak suretiyle kamu görevine son verildiği, henüz kararın kesinleşmemiş olduğu ve İdare tarafından hiçbir soruşturma yapılmaksızın tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle 21/11/2012 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi 31/5/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi kararının ilgili kısımları şöyledir:"...İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyaset Anabilim Dalında araştırma kadrosunda görev yapan davacının İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2012 gün ve E:2011/1486 sayılı kararı ile Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde belirtilen cinsel taciz suçunu, eğitim ve öğretim ilişkisinden kaynaklanan nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle işlediğinden bahisle 1 yıl 6 ay hapis cezası ile tecziye edildiği ve kamu görevinden memnu edildiği, akabinde davacının 3 yıllık süresinin dolması üzerine söz konusu mahkumiyet kararı gözetilerek davacının görev süresinin uzatılmaması ve ilişiğinin kesilmesine ilişkin dava konusu işlemin tesis edilmesinin ardından bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, davacının mahkum olduğu suçun ve yürüttüğü görevin niteliği göz önüne alındığında, davacının sözleşmesinin yenilenmemesi konusunda idarece kullanılan takdir yetkisinin hukuka aykırı olduğundan söz etme olanağı bulunmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir...." İdare Mahkemesi kararı Danıştay Sekizinci Dairesinin 29/9/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar başvurucuya 7/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Yargıtay 24/6/2015 tarihli kararı ile Sulh Ceza Mahkemesi kararının eksik araştırma ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay incelemesi sonucunda bozulan karar Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılmış olması sebebiyle İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine (Asliye Ceza Mahkemesi) tevzi edilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi 12/5/2016 tarihli kararıyla başvurucunun 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yazılı hak ve yetkiyi kullanmasının 1 yıl süre yasaklanmasına karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından 11/12/2015 tarihli kararı ile dava konusu suçun şikâyete bağlı bir suç olmasına rağmen şikâyetin altı aylık şikâyet süresinin geçirilmesinden sonra yapılmış olması sebebiyle davanın düşmesine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Yargıtay incelemesi sonucunda bozulan karar Asliye Ceza Mahkemesinin kapatılmış olması sebebiyle İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine tevzi edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda 28/2/2019 tarihli kararı ile başvurucu hakkında açılan davanın düşürülmesine temyiz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemeye göre söz konusu davanın temyiz incelemesi devam etmektedir. A. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki unsuru bulunduğunu kabul etmekte; ilk unsurun kişiye ceza gerektiren bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci kapsadığını, ikinci unsurun ise ceza yargılaması mahkûmiyetten başka bir şekilde sonuçlandığı zaman devreye girdiğini ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Öte yandan AİHM; ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamının sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı olmadığını, bu ilkenin kapsamının daha geniş olduğunu belirtmekte ve hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Bu yönüyle AİHM, masumiyet karinesinin yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebileceğine dikkat çekmektedir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018 § 43). Bu bağlamda masumiyet karinesinin idari yargılamalar için de uygulanabilir olduğunu kabul eden AİHM, hakkında nihai bir ceza hükmü olmamasına rağmen idare mahkemesi tarafından verilen bir kararda davacıya cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin yer almasının Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında bir soruna yol açabileceğini belirtmektedir (Çelik Bozkurt/Türkiye, B. No: 34388/05, 12/4/2011, §§ 31, 32; Seven/Türkiye, § 51). AİHM, Çelik Bozkurt/Türkiye başvurusunda ceza yargılamasına konu dava ertelendiği hâlde aynı olay dolayısıyla ve erteleme kararına dayalı olarak başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkarılmasına ilişkin idari işlem ve idare mahkemesi kararını incelemiş ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvuruya konu olayda başvurucu 15/6/2000 tarihinde, yasa dışı Hizbullah örgütü mensubu olmakla suçlanmıştır. Hakkındaki yargılama Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) devam ederken 23/4/1999 tarihinden önce işlenen belli suçlara ilişkin kovuşturmaların ertelenmesine ilişkin yasa yürürlüğe girmiş, DGM başvurucunun yasa dışı örgüte yardım ve yataklık suçunun söz konusu yasa kapsamında olduğunu belirterek 13/3/2001 tarihinde hakkındaki yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir. Yargılamanın ertelenmesinden önce 4/10/2000 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), savcılığın elindeki delillerin başvurucunun yasa dışı örgüt mensubu olduğunu gösterdiği kanaatiyle başvurucuyu ilkokul öğretmenliği görevinden çıkarmıştır. Başvurucu, meslekten çıkarılma kararının iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 7/3/2002 tarihinde davayı reddetmiş, kararın gerekçesinde 13/3/2001 tarihli DGM kararına atıfta bulunarak ceza yargılamasında, faaliyetlerinin yardım ve yataklık teşkil ettiği tespit edilen başvurucunun meslekten çıkarılmasının yasaya uygun olduğu ifadelerine yer vermiştir. Karar, Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir (Çelik Bozkurt/Türkiye, §§ 7-13). AİHM, İdare Mahkemesinin başvurucunun davasını reddederken kullandığı dilin ceza davası ile idari yargılama arasında bir bağ kurduğuna dikkat çekmiş; bunun da Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının idari yargılamayı kapsayacak şekilde genişletilmesini haklı çıkardığını belirterek Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının somut davaya uygulanabilir olduğu tespitinde bulunmuştur (Çelik Bozkurt/Türkiye, § 34). İdare Mahkemesinin kararında aynı ifadelere yer vermesi ve olaylarla ilgili yeni bir değerlendirme yapmamış olması ışığında AİHM, söz konusu Mahkemenin başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkarılma kararının yasaya uygunluğunu inceleme görevini aşarak hiçbir ceza mahkemesi tarafından bu yönde bir sonuca ulaşılmadığı hâlde başvurucuyu yasa dışı bir örgüte yardım ve yataklık etmekten suçlu bulduğunu tespit etmiştir (Çelik Bozkurt/Türkiye, § 35). Son olarak AİHM, yetkili mercilerin başvurucunun müteaddit iş başvurusunu reddederken Diyarbakır DGM'nin ceza kovuşturmasının ertelenmesi kararını esas almaya devam ettiğini gözlemlediğini belirterek bu durumun devletin hiçbir temsilcisini ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden suçlu ilan etmemesini gerektiren Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla bağdaşmadığını ifade etmiştir.AİHM bu değerlendirmelere istinaden somut olayda başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Çelik Bozkurt/Türkiye, §§ 36, 37). AİHM Güç/Türkiye (B. No: 15374/11, 23/1/2018) başvurusunda ise uygunsuz davranışı nedeniyle hakkında yürütülen ceza yargılaması sonuçlanmadan okul görevlisinin kamu görevinden ihraç edilmiş olmasının masumiyet karinesini ihlal etmediğine karar vermiştir. Güç/Türkiye kararına konu olayda halk eğitim merkezinde çalışmakta olan başvuran, bir ilkokul öğrencisi ile uygunsuz vaziyette yakalandığı iddiası üzerine çocuğa yönelik cinsel taciz şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınmıştır. Başvuran daha sonra çocuğa yönelik cinsel istismar, cinsel taciz ve çocuğu yasaya aykırı şekilde alıkoymakla suçlanmıştır. Hakkında yürütülen ceza yargılaması devam ederken MEB müfettişleri tarafından başvuran hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Bu bağlamda, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğu tespit edilen başvuran, görevinden ihraç edilmiştir. Başvuranın idare mahkemesinde açtığı dava reddedilmiştir (Güç/Türkiye, §§ 7-27). Mezkur başvuruda AİHM'den disiplin makamlarının ve idari makamların kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvuranın masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verip vermediklerini tespit etmesi talep edilmiştir (Güç/Türkiye, § 31). AİHM'in bu bağlamdaki tespitlerine göre somut olayda disiplin soruşturması, ilgili kişilerin ifadelerine başvurmak ve rehber öğretmenin söz konusu öğrencinin psikolojik ve sosyal gelişim düzeyi hakkında hazırladığı raporu incelemek suretiyle bağımsız şekilde olayları tespit eden iki müfettiş tarafından yürütülmüştür. Disiplin raporunda, müfettişlerin başvuran aleyhinde yürütülmekte olan ceza yargılaması devam ederken erken çıkarımlarda bulunduklarına işaret eden herhangi bir husus mevcut değildir. Müfettişler, yürüttükleri soruşturma sonucunda ve daha hafif bir ispat külfeti temelinde başvuranın öğrenciye tacizde bulunduğu hususunda güçlü izlenimler edinmişlerdir. AİHM'e göre taciz terimi kullanımı tek başına bir sorun teşkil etmemektedir. Zira söz konusu terim, sadece ceza hukuku kapsamına giren eylemler bağlamında kullanılmamakta olup aynı zamanda kişinin vücut bütünlüğü dâhil kişinin mahreminin rızası dışında fiziksel temas veya şifahen ihlal edildiği durumlarda da kullanılmaktadır. Disiplin makamları taciz eyleminin ceza hukuku kapsamında cinsel taciz olarak sınıflandırılıp sınıflandırılamayacağı hususunda da bir yorumda bulunmamıştır. Ayrıca AİHM'e göre yetkililerin söz konusu olay nedeniyle başvuran hakkında şüphelerin hasıl olduğunu belirtmeleri, eğitim sisteminde kamu güveninin sürdürülmesi ve çocuklara yönelik şüpheli eylemlere hoşgörü gösterilmesini engelleme gereksinimlerinin yetkililer tarafından dikkate alındığı anlamına gelmektedir. Bu husus karşısında disiplin soruşturması, hukuk yargılaması kapsamında kalan yetki sınırlarını eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasında başvuranın masum sayılma hakkını ihlal teşkil edecek şekilde aşmamıştır (Güç/Türkiye, § 41). AİHM, idare mahkemesinin ceza yargılamasında alınan bir ifadeye atıfta bulunmasına ilişkin olarak ise hukuk mahkemesinin ceza davasında alınan bir ifadeye veya elde edilen bir delile istinat etmesinin tek başına Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasına aykırı olmadığını ancak bu istinat sonucunda hukuk mahkemesinin davalının cezai sorumluluğu hakkında yorum yapmaması veya bu bağlamda uygun olmayan çıkarımlarda bulunmaması gerektiğini dile getirmektedir. Olaylara ilişkin olarak AİHM, söz konusu ifadenin (başvuranın daha önce çalışmış olduğu diğer okullarda da bu tür uygunsuz davranışlarda bulunduğu söylentilerine atıfta bulunan) tek başına başvurana cezai suç isnadında bulunmadığı kanaatinde olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca, başvuranın ceza yargılamasında kendisine isnat edilen eylemlerden suçlu bulunması gerektiği yönünde idare mahkemesince bir yorumda bulunulmadığını ifade etmiştir. AİHM, sonuç olarak disiplin işlemleri ile idari yargılama sürecinde kullanılan dilin Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan koşullara uygun olduğunu tespit etmiştir (Güç/Türkiye, §§ 42, 43). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/517 | Başvuru, görev süresinin uzatılmaması suretiyle ilişik kesme işlemine karşı açılan iptal davasının bağlantılı ve kesinleşmemiş ceza mahkemesi kararına dayanılarak reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Samsun ili Tekkeköy ilçesinde bulunan taşınmazının Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını, ancak kamulaştırma bedelinin düşük takdir edildiğini, bedelin artırılması amacıyla Tekkeköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 1/10/2012 tarihinde Samsun Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, başvurunun çözümünün ilke kararını gerektirmesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Samsun ili, Tekkeköy ilçesinde bulunan taşınmazı Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırılmış ve kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesi üzerine başvurucu tarafından 17/6/1997 tarihinde noterde, bedel artırım davası açmayacağına dair taahhütname düzenlenmiştir. Başvurucu tarafından kamulaştırma bedelinin artırılması amacıyla Tekkeköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda 19/8/1999 tarih ve E.1997/813, K.1999/269 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/1999 tarih ve E.1999/16854, K.1999/21041 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Başvurucunun beyanına göre 24/1/2000 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunulmuş ancak Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından istem reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 24/4/2001 tarih ve 4650 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un maddesi ile yapılan değişiklikten önceki 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun maddesi, 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile maddesinin (5) numaralı fıkrası, 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası ile maddesinin (1) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/69 | Başvurucu, Samsun ili Tekkeköy ilçesinde bulunan taşınmazının Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını, ancak kamulaştırma bedelinin düşük takdir edildiğini, bedelin artırılması amacıyla Tekkeköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya posta yoluyla gelen bir eğitim CD'sinin verilmemesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) terör suçundan hükümlü olarak bulunmakta ve Okan Üniversitesi Yerel Yönetimler Bölümü uzaktan eğitim programında (Üniversite) öğrenim görmektedir. Başvurucuya posta yoluyla bilgisayar çıktısı şeklindeki bir kısım yazılı eğitim kaynakları ile eğitim gereci olduğunu iddia ettiği bir CD gönderilmiştir. Yazılı kaynaklar başvurucuya verilmiş anılan CD ise başvurucuya verilmeyip emanet eşya deposuna kaldırılmış, 19/3/2014 tarihinde ise başvurucunun ziyaretçilerine teslim edilmiştir. Başvurucu, posta yoluyla gelen diğer yazılı eğitim gereçlerinin teslim edildiğini ancak anılan CD'den haberdar edilmediğini ve CD'nin kendisine verilmediğini belirterek 4/4/2014 tarihinde Sincan (Ankara Batı) İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyet dilekçesi ile birlikte Ceza İnfaz Kurumunun 4/4/2014 tarihli yazısı İnfaz Hâkimliğine sunulmuş, bu yazıda başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna geldiği tarihten itibaren bilgisayar sınıfından yararlandırıldığı, Üniversitenin İnternet sayfasından derslerini, ödevlerini ve sınavlarını yaptığı belirtilmiştir. Öte yandan, 11/3/2014 tarihli Ceza İnfaz Kurumu İdare Gözlem Kurulu Başkanlığının kararı ile uzaktan eğitim görmekte olan hükümlü ve tutukluların İnternet'ten ve bilgisayardan nasıl yararlanacaklarının kendilerine tebliğ edildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Kuruma posta veya ziyaretçiler vasıtasıylagelen CD, DVD ve bilgisayarların kabul edilmediği, başvurucunun Üniversitesinden yazı ile gelebilecek CD ve DVD'lerin ise bunların yazının içeriğine uygun olduğunun Ceza İnfaz Kurumu tarafından tespit edilmesinden sonra başvurucuya verilebileceği bildirilmiştir. Şikâyet konusu CD'nin yakını F.A. tarafından posta yoluyla başvurucuya gönderildiği bu nedenle emanet eşya deposuna kaldırıldığı ve başvurucunun 19/3/2014 tarihinde gelen ziyaretçilerine teslim edildiği bildirilmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 4/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun dilekçesi veCeza İnfaz Kurumundan gelen evrakların birlikte değerlendirildiği, başvurucu hakkındaki uygulamanın Ceza İnfaz Kurumu kurallarına uygun olduğu, mevzuata aykırı bir uygulamanın veya hukuka aykırılığın söz konusu olmadığı gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verilmiştir. Başvurucu anılan karara 4/4/2014 tarihinde itiraz ettiğini belirtmiştir. Sonrasında itirazının akıbetini öğrenmek amacıyla 10/7/2014 tarihli dilekçesini İnfaz Hâkimliğine sunmuştur. Başvurucunun dosyasının incelenmesi sonucunda; 4/4/2014 tarihli bir itiraz dilekçesinin dosyada mevcut olmadığı görülmüş, 10/7/2014 tarihli dilekçe itiraz kabul edilerek dosya 11/7/2014 tarihinde Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkemenin 16/4/2014 tarihinde verildiği belirtilen kararıyla İnfaz Hâkimliğinin 4/4/2014 tarihli kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 25/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(3) Kapalı ve açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitim evlerinde ancak, eğitim ve iyileştirme programları çerçevesinde kurum yönetimince belirlenen yerlerde görsel ve işitsel eğitim araç ve gereçlerinin kullanımına izin verilebilir. Eğitim ve iyileştirme programları gerekli kıldığı takdirde denetim altında internetten yararlanılabilir. Hükümlü, odasında bilgisayar bulunduramaz. Ancak, Adalet Bakanlığının uygun görmesi hâlinde eğitim ve kültürel amaçlı olarak bilgisayarın ceza infaz kurumuna alınmasına izin verilebilir. (4) Bu haklar, tehlikeli hâlde bulunan veya örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R (89) 12 sayılı “Ceza İnfaz Kurumlarındaki Eğitim” konulu tavsiye kararı ile ceza infaz kurumlarındaki eğitim hakkında üye devletlerce benimsenmesi önerilen temel ilkeler şunlardır:“ Bütün hükümlü ve tutukluların, meslekî eğitim, yaratıcı ve kültürel faaliyetler, bedensel eğitim, spor, sosyal eğitim ve kütüphane tesislerini ihtiva edecek şekilde tasarlanmış bir eğitime sahip olması sağlanacaktır. Hükümlü ve tutuklulara verilecek eğitimin, dış dünyada aynı yaş gruplarına sağlanan eğitimle aynı olması sağlanacak ve öğrenme fırsatlarının alanı olabildiğince geniş tutulacaktır.... Hükümlü ve tutukluların salıverilme sonrasında da eğitimlerine devam etmelerini sağlayacak tedbirler alınmalıdır. Hükümlü ve tutukluların uygun eğitim almalarını sağlayacak malî kaynak, alet, donanım ve öğretim personeli hazır bulundurulmalıdır.” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin ilgili kısmı söyledir:“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz.”Hükümlüler, hukuka uygun bir mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutma şeklinde değerlendirilebilecek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı dışında Sözleşme'nin kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına genel olarak sahiptirler. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda bu haklar sınırlanabilir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69; Stummer/Avusturya, B. No: 37452/02, 7/7/201, § 99). Ancak bu durumda dahi mahkûmların haklarına yönelik yapılacak sınırlandırmalar temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin olarak Anayasa'nın maddesinde belirtilen kanunla, meşru bir amaçla ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak ölçülü olma şartlarını taşımalıdır (Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM, hukuka uygun bir mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutulduğu dönem içerisinde başvurucunun İngilizce derslerine yardımcı olması için taşınabilir medya oynatıcısına erişimine engel olunmasının, Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında eğitim hakkından mahrum bırakma olarak yorumlanamayacağını kabul etmektedir (Mehmet Veysi Özel/Türkiye (k.k.), B. No: 4243/09, 5/1/09, benzer yönde bkz. Georgiou/Yunanistan (k.k.), B. No: 45138/98, 13/1/2000; Durmaz ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 46506/99, 46569/99, 46570/99 ve 46939/99, 4/9/2001; Arslan/Türkiye (k.k.), B. No: 31320/02, 1/6/2006). | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15734 | Başvuru, Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya posta yoluyla gelen bir eğitim CD sinin verilmemesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, çalıştığı iş yerine kayyım atandığı için iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açtığı işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 17/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1967 doğumlu olan başvurucu, 11/7/2016 tarihinde Akerler Tekstil Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi (Şirket) nezdinde pazarlama ve satış müdürü olarak işe başlamıştır. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) kapsamında yürütülmekte olan soruşturma çerçevesinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliğinin 27/7/2016 tarihli kararı ile işveren Şirkete kayyım atanmıştır. Şirket yönetimi daha sonra Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında 678 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümleri gereği 22/11/2016 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmiştir. TMSF'nin bağlı olduğu Bakanlık tarafından oluşturulan kurul yönetim işlerini devralmış, bu kapsamda 12/6/2017 tarihli Yönetim Kurulu toplantısında başvurucunun iş akdinin sonlandırılmasına karar verilmiştir. Aynı tarihte başvurucuya elden tebliğ edilen fesih bildiriminde "2017 tarihli Yönetim Kurulu kararı gereği iş akdiniz bugün itibari ile feshedilmiştir." ibaresi geçmektedir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle Şirket aleyhine 7/7/2017 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesine (Mahkeme) sunulan dava dilekçesinde başvurucu, feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu, fesih sebebinin açık ve kesin bir şekilde belirtilmediğini, kendisine savunma hakkı verilmediğini ileri sürmüş, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. İşveren Şirket ise cevap dilekçesinde, başvurucunun görev yaptığı süre boyunca genel müdür olarak çalıştığını, işveren vekili olarak birçok konuda belirleyici rol üstlendiğini, Şirketi yönettiğini, işletmenin bütününün sevk ve idaresinden sorumlu (mali işler, insan kaynakları, pazarlama, satış) olduğunu, bu sebeple iş güvencesinden faydalanmaması gerektiğini ve dava açma hakkının bulunmadığını ileri sürmüştür. Şirket ayrıca başvurucunun iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilme imkânı olsa dahi davanın reddi gerektiğini, zira FETÖ/PDY soruşturması kapsamında kayyım atanmasından sonra oluşturulan yönetimin çalışabilmesi için özellikle üst düzey çalışanların görevine son verilebileceğini, bu kapsamda başvurucunun iş sözleşmesinin de geçerli nedenle feshedildiğini belirtmiştir. Başvurucu ise cevaba cevap dilekçesinde Şirketin iddialarının gerçeği yansıtmadığını, işveren vekili sıfatının olmadığını, satış müdürü olarak görev yaptığını, iş yerinin tamamını sevk ve idare etme gibi bir görevinin olmadığını ifade etmiştir. Mahkeme, çeşitli tarihlerde duruşma açarak davacı ve davalı tanıklarını dinlemiş ve dosyanın bilirkişiye gönderilmesine karar vermiştir. 26/3/2018 tarihli bilirkişi raporunda, başvurucunun iş güvencesine tabi olduğu, feshin ise usul ve yasaya uygun yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun pazarlama ve satış müdürü olarak işe başladığı hususunda ihtilaf bulunmadığı belirtilen raporda iş ilişkisinin devamında -özellikle e-maillerde görüldüğü kadarıyla- bazı dönemler genel müdür unvanını kullandığı, ancak buna rağmen işletmenin bütününü sevk ve idare etme yetkisinin olmadığı belirtilmiştir. Raporda, davalı Şirket ile ilgili tüm işlemlerin kayyımlar ve TMSF yetkilileri tarafından yürütüldüğü, başvurucunun Şirketi temsil ve ilzam yetkisinin bulunmadığı, işçi alma veya çıkarma yetkisinin de olmadığı tespit edilmiş; ayrıca başvurucunun genel müdür olarak görevlendirildiğine dair İç Yönerge veya Yönetim Kurulu kararının da bulunmadığı belirtilmiştir. Raporda, nihai olarak başvurucunun idari işler müdürü pozisyonuna eşdeğer bir statüde çalıştığı kanaatine varılmıştır. İşveren Şirket ise cevap dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmek suretiyle bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Mahkeme, 10/5/2018 tarihli kararı ile davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosyada mevcut işe giriş bildirgesinden ve tüm dosya kapsamından davacının 11/07/2016 tarihinde çalışmaya başlamış olduğu anlaşıldığından, iş sözleşmesinin fesih tarihindeki kıdemi 6 aydan fazladır. Genel Müdür olarak çalışan davacının, İşK m.l8'de belirtilen iş güvencesi kapsamında olmayan işveren vekili olmadığı dosya içeriğinden varılan bir sonuç olduğundan, bu koşulun da gerçekleştiği kanaatine varılmıştır....Somut uyuşmazlıkta, iş sözleşmesinin YK kararı ile feshedildiği bildirilmekle yetinilmiş söz konusu YK kararı fesih bildirimine eklenilmemiş, ayrıca YK kararında herhangi bir fesih nedenine yer verilmemiştir. Bu yönden davalı işverenin fesih sebebini açık ve kesin olarak bildirdiği söylenemez. Buna göre davalı tarafından iş sözleşmesinin feshinde usul ve şekil kurallarına uygun davranılmadığı, fesih işleminin usul ve şekil yönünden geçerli olmadığı sonucuna varılmıştır.Yargılama aşamasında işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebin ileri sürülerek somut ve denetime elverişli kayıtlarla ortaya konulamadığı, feshin geçerli sebebe dayanmadığı ve işe iade koşullarının gerçekleştiği sonucuna varılmakla; ilmi ve kazai içtihatlara uygun gerekçeli ve hüküm kurmaya yeterli bilirkişi raporu çerçevesinde işe iade talebinin kabülüne yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir." İşveren Şirket, istinaf talebinde bulunmuş, başvurucunun iş güvencesine tabi olmadığı yönündeki iddialarını tekrarlamıştır. Esasa ilişkin olarak ise FETÖ/PDY soruşturması kapsamında kayyım atanmasından sonra özellikle üst düzey çalışanlarla ilgili alınan kararların, normal şirketlerdeki gibi değerlendirilmemesi gerektiğini belirten Şirket, aksi hâlde atanma suretiyle kamu görevi yürüten Yönetim Kurulu üyelerinin idari işleri yerine getirmesinin imkânsız hâle geleceğini ifade etmiştir. Bu kapsamda Şirketin içinde bulunduğu olağanüstü durum yok sayılarak davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu belirterek gerekçeli kararın kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 14/2/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüne ve kesin olarak davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosyaya sunulan belgelerden ve organizasyon şemasından davacının davalı işyerinde 11/07/2016-12/06/2017 tarihleri arasında son olarak şirket genel müdürü olarak çalıştığı ve üst düzey yönetici pozisyonunda olduğu anlaşılmaktadır.Davalı Şirkete İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliğinin 27/07/2016 tarih ve 2016/3302 Değişik iş sayılı kararı ile davalı şirkete FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle kayyım atandığı ve akabinde davalı şirket yönetiminin bu kapsamda çıkarılan 22/11/2016 tarih 678 Sayılı KHK ile TMSF'ye geçtiği anlaşılmaktadır. Aynı sebeple iş sözleşmesi feshedilen bir çalışan tarafından açılan işe iade davası Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 04/07/2018 tarih ve 2018/5735 Esas-2018/14789 Karar sayılı kararı ile '...Kayyım atamasındaki gerekçe de gözetildiğinde atanan kayyımın, davalı şirket yöneticisi seviyesinde görev yapan kişileri işten uzaklaştırması kayyım atanmasının doğal sonucudur. Aksi takdirde şirkete kayyım atanmasının hiçbir anlam ve sonucu olmayacaktır. Davacı kayyıma devredilen davalı şirkette insan kaynakları bölümünde endüstriyel ilişkiler müdürü olarak çalışmakta olup şirketin yönetim kadrosu çalışanlarındandır. Açıklanan nedenle yönetime atanan kayyımın, şirketin kayyıma devredildiğini gerekçe göstererek yönetici olarak çalışan davacı işçiyi işten çıkartması geçerli nedene dayanmaktadır. Feshin şirketin kayyıma devri nedeniyle oluşan yeni duruma istinaden yapıldığının fesih yazısından anlaşılması karşısında yapılan feshin İş Kanun'un maddesindeki şartları taşımadığı şeklindeki kabul yerinde değildir....' gerekçesiyle kesin olarak reddine karar verilmiştir.Bu doğrultuda yukarıda belirtilen Yargıtay kararında belirtildiği şekilde; şirkete kayyım atanmasındaki gerekçeye göre, kayyım tarafından işyerinde genel müdür olarak çalışan davacının üst düzey yönetici sıfatının bulunduğu ve iş sözleşmesinin geçerli nedenle feshedildiği anlaşılmakla, davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi hatalıdır. Davalı vekilinin istinaf sebepleri yerindedir." Nihai karar 19/3/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 17/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. İlgili Mevzuat 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Feshin geçerli sebebe dayandırılması" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır. Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/11/2010 tarihli ve E.2009/35546, K.2010/34856 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Feshin işletme, işyeri ve işin gerekleri nedenleri ile yapıldığı ileri sürüldüğünde, öncelikle bu konuda işverenin işletmesel kararı aranmalı, bağlı işveren kararında işgörme ediminde ifayı engelleyen, bir başka anlatımla istihdamı engelleyen durum araştırılmalı, işletmesel karar ile istihdam fazlalığının meydana gelip gelmediği, işverenin bu kararı tutarlı şekilde uygulayıp uygulamadığı(tutarlılık denetimi), işverenin fesihte keyfi davranıp davranmadığı (keyfilik denetimi) ve işletmesel karar sonucu feshin kaçınılmaz olup olmadığı (ölçülülük denetimi-feshin son çare olması ilkesi) açıklığa kavuşturulmalıdır. Dairemizin kararlılık kazanan uygulaması bu yöndedir(2008 gün ve 30274-25209; 2008 gün ve 25324-23401 sayılı kararlar)... İş sözleşmesinin feshiyle takip edilen amaca uygun daha hafif somut belirli tedbirlerin mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi, işverenin tekelinde değildir. Bir bakıma feshin kaçınılmaz olup olmadığı yönünde, işletmesel kararın gerekliliği de denetlenmelidir. Feshin kaçınılmazlığı ekonomik açıdan değil, teknik denetim kapsamında, bu kararın hukuka uygun olup olmadığı ve işçinin çalışma olanağını ortadan kaldırıp kaldırmadığı yönünde, kısaca feshin son çare olması ilkesi çerçevesinde yapılmalıdır. İş ilişkisinde işletmesel kararla iş sözleşmesini fesheden işveren, Medeni Kanun’un maddesi uyarınca, yönetim yetkisi kapsamındaki bu hakkını kullanırken, keyfi davranmamalı, işletmesel kararı alırken dürüst olmalıdır. Keyfilik denetiminde işverenin keyfi davrandığını işçi iddia ettiğinden, genel ispat kuralı gereği, işçi bu durumu kanıtlamalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/10/2008 tarihli ve E.2008/30274, K.2008/25209 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "İşletmesel kararın amacı ve içeriğini belirlemekte özgür olan işveren, işletmesel kararı uygulamak için aldığı tedbirin feshi gerekli kıldığını, feshin geçerli nedeni olduğunu kanıtlamalıdır. İşletmesel kararın amacı ve içeriğini serbestçe belirleyen işveren, uygulamak için aldığı, geçerli neden teşkil eden ve ayrıca istihdam fazlası doğuran tedbire ilişkin kararı, sürekli ve kalıcı şekilde uygulamalıdır. İşveren işletme, işyeri ve işin gerekleri nedeni ile aldığı fesih kararında, işyerinde istihdam fazlalığı meydana geldiğini ve feshin kaçınılmazlığını kanıtlamak zorundadır. İş sözleşmesinin feshiyle takip edilen amaca uygun daha hafif somut belirli tedbirlerin mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi, işverenin tekelinde değildir. Bir bakıma feshin kaçınılmaz olup olmadığı yönünde, işletmesel kararın gerekliliği de denetlenmelidir. Feshin kaçınılmazlığı ekonomik açıdan değil, teknik denetim kapsamında, bu kararın hukuka uygun olup olmadığı ve işçinin çalışma olanağını ortadan kaldırıp kaldırmadığı yönünde, kısaca feshin son çare olması ilkesi çerçevesinde yapılmalıdır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13188 | Başvuru, çalıştığı iş yerine kayyım atandığı için iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açtığı işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında el konulan paranın suçta kullanıldığı gerekçesiyle müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, bireysel başvurunun inceleme tarihi itibarıyla Gemlik Açık Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca A.K.A. hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şahsın yakalanmasına ve kaldığı muhtemel olan Gaziantep'teki bir evde arama yapılmasına karar verilmiştir. A.K.A. ile başvurucu, Gaziantep Karataş Mahallesi'ndeki bir sitede A.K.A.ya ait aracın içindeyken kolluk görevlilerince araç durdurulmuş ve aranmıştır. Akabinde söz konusu sitede bulunan ve başvurucu ile A.K.A.nın birlikte kaldığı ancak kira kontratının A.K.A. tarafından yapıldığının anlaşıldığı evde arama yapılmış, aramada bulunan 843 Amerikan doları (dolar) ile 910 TL'ye el konulmuştur. Elkoyma işlemi, kira kontratının A.K.A. tarafından yapılmış olduğu da gözetilerek A.K.A. hakkında yürütülen soruşturma kapsamında gerçekleştirilmiştir. Başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılaması Bursa Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. Anılan Mahkeme 5/4/2018 tarihli duruşmada "Sanık Fatih Aytuğ müdafiinin ibraz ettiği, mahkememizin 05/01/2017 tarihli celsesinin 14 ve sayfalarında belirtilen paralar hakkında el koyma işlemi yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise söz konusu paraların sanığa veya yetkili kıldığı kişilere verilmesi için Bursa İl Emniyet Müdürlüğüne yazı yazılmasına" şeklinde karar vermiştir. Bursa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 4/10/2018 tarihinde başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan neticeden 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar verilmiştir. İstinaf istemi Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 7/2/2019 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 2/2/2021 tarihli kararıyla onanmıştır. A.K.A. hakkındaki ceza yargılaması İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yürütülmüştür. A.K.A. FETÖ/PDY yöneticiliğiyle suçlanmıştır. Başvurucu anılan yargılamada tanık olarak dinlenmiş ve el konulan 843 dolar ile 910 TL'nin kendisine ait olduğunu iddia etmiştir. Ancak başvurucu, yargılamaya katılma talebinde bulunmamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2018 tarihinde A.K.A.nın FETÖ/PDY örgütü üyeliği suçundan neticeten 10 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca el konulan 843 dolar ile 910 TL'nin müsaderesine hükmetmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. İstinaf dilekçesinde; el konulan paranın başvurucuya ait olduğu ileri sürülmüş, nitekim Bursa Ağır Ceza Mahkemesince 5/4/2018 tarihli duruşmada paranın başvurucuya iadesine hükmedildiği ancak maddi hata sonucu başka dosyayla ilişkilendirilerek müsaderesine karar verildiği iddia edilmiş, koşulları oluşmadan verilen müsadere kararının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 18/2/2019 tarihinde başvurucunun istinaf istemini 4/12/2012 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca reddetmiştir. Başvurucu bu karara karşı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinde itiraz yoluna müracaat etmiştir. İtiraz 25/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun tanık sıfatıyla dinlendiği hâlde 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen süresi içinde katılma talebinde bulunmadığı vurgulanmış; bu nedenle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi kararının sonucu itibarıyla yerinde olduğu açıklanmıştır. Nihai karar 2/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16063 | Başvuru, ceza soruşturması kapsamında el konulan paranın suçta kullanıldığı gerekçesiyle müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 8/10/2010 tarihinde Diyarbakır'da yapılan yasa dışı gösteri sırasında yaralanmış, gözaltına alınmış ve hakkında Diyarbakır Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmıştır. Ceza Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde; yasa dışı örgüt propagandası, patlayıcı madde bulundurmak, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından 21/9/2017 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiş ve bu karar istinaf edilmeden kesinleşmiştir. Başvurucu anılan beraat kararı ile olayda polis memurlarınca orantısız güç ile silah kullanıldığını öğrendiğini iddia ederek idareye hizmet kusuru bulunduğundan bahisle 7/8/2018 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Başvurucu zımni ret üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talepli tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 23/11/2018 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun iddiasının aksine olay günü görevli polis memurlarının silah kullanma yetkisini aştığı ve orantısız güç kullandıkları yönünde Ceza Mahkemesi kararında herhangi bir tespite yer verilmediği ifade edilmiştir. Bu durumda; başvurucunun yaralanması olayında, eylemin niteliği ile alakalı herhangi bir süreç ve gelişme yaşanmadığı dikkate alınarak olayın yaşandığı 8/10/2010 tarihinden itibaren bir yıl, her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak tazminat istemesi gerekirken eylemin idariliği hakkında herhangi bir tespitin yapılmadığı anlaşılan Diyarbakır Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'nin 21/9/2017 tarihli kararından sonra 7/8/2018 tarihinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davanın süreaşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucunun istinaf talebi Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 31/10/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu vekili nihai hükmü 16/11/2019 tarihinde UYAP'tan öğrendikten sonra 25/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/729 | Başvuru, tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 31/12/2019 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Irak vatandaşı ve 1997 yılı doğumlu olan başvurucu, ülkesindeki terör olaylarından kaçarak 2016 yılında ailesiyle Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla ceza davası açılmıştır. Savunmasının alınmasının ardından serbest bırakılan başvurucunun4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni veya kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle Samsun Valiliğinin (Valilik) 17/12/2019 tarihli kararıyla sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu 31/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, başvuru formuna sınır dışı etme kararına karşı iptal davası açtığına yönelik dava dilekçesini sunmuştur. Açılan dava numarası başvuru formunda veya sonrasında başvurucu tarafından bildirilmemiş olup UYAP'ta yapılan araştırmada da başvurucu adına kayıtlı davaya rastlanmamıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42965 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; başvurucuların toplu iş sözleşmesi kapsamında günlük brüt ücretlerinde düşüş meydana geldiği gerekçesiyle sendika hakkının, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Aynı mahiyetteki başvurular, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle bu dosya üzerinde birleştirilmiştir. Başvurucular, Uludağ Elektronik Dağıtım Anonim Şirketinde çalışmaktadır. Başvuruya konu olaylardan önce başvurucuların günlük brüt ücretleri davalı şirket ile imzaladıkları iş sözleşmesi ile belirlenmiştir. Daha sonra başvurucular Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası (Tes-İş/Sendika) üyesi olmuş ve bu sendika ile işveren sendikası arasında toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalanmıştır. TİS hükümleri kapsamında başvurucuların günlük brüt ücreti düşürülmüştür. Bunun üzerine başvurucular 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinde yer alan "Her türlü işte uygulanmakta olan çalışma sürelerinin yasal olarak daha aşağı sınırlara indirilmesi veya işverene düşen yasal bir yükümlülüğün yerine getirilmesi nedeniyle ya da bu Kanun hükümlerinden herhangi birinin uygulanması sonucuna dayanılarak işçi ücretlerinden her ne şekilde olursa olsun eksiltme yapılamaz" şeklindeki düzenleme nedeniyle ücretlerinde azaltma yapılamayacağını bu nedenle eksik ödenen kısımların taraflarına ödenmesini talep ederek 2012 yılında dava açmıştır. Yargılamalar beş yıldan fazla sürmüştür. Davalı taraf ilk derece mahkemesine sunduğu cevap dilekçelerinde, başvuruculara TİS gereği verilmesi gereken tüm hakların eksiksiz olarak yerine getirildiğini savunmuştur. Davaların görüldüğü Bursa İş Mahkemesi, başvurucuların Sendikaya üye oldukları dönemden itibaren TİS kapsamında ücretlerinin düşürüldüğünü, işçinin ücretinin rızası dışında düşürülmesinin kanuna aykırı olduğunu belirterek davaların kısmen kabulü ile başvurucuların TİS'ten kaynaklı fark alacaklarının davalı tarafından ödenmesine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi ilk derece mahkemesi hükümlerinin bozulmasına karar vermiştir. Daire, değerlendirmesinde başvurucular tarafından TİS ile belirlenecek olan ücretin peşinen kabul edildiği vebu ücret miktarının sözleşmeyle saklı tutulduğu belirtilmiştir. Hukuk Dairesine göre başvuruculara ödenen ücretin TİS ile belirlendiği anlaşıldığından uygulama kanuna aykırı değildir. Kararda ayrıca başvuruculara TİS gereği ödenmesi gereken menfaatlerin davalı tarafça ödendiği ve bu şekilde TİS'in işçiler lehine getirdiği akçalı menfaatlerden yararlandıkları, böylelikle başvurucuların toplam aylık gelirlerinde artış olduğu vurgulanmıştır. İlk derece mahkemesi bozma üzerine önceki kararında direnmiş ve bir önceki hükmünü tekrarlamıştır. Direnme kararı üzerine dava Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (Kurul) önüne gelmiş ve oy çokluğuyla kararın bozulması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Kurulun yaptığı değerlendirmede bireysel iş sözleşmeleri ve TİS hükümlerinin bire bir ya da bütün olarak değil konuların gruplandırılarak karşılaştırılması gerektiğine değinilmiştir. Bu karşılaştırma neticesinde, işçinin ücret ve ekleri açısından daha lehe olan hükümler içermesi hâlinde bireysel iş sözleşmesinin ücret konusundaki hükümlerinin geçerliliğini sürdürdüğü kabul edilmiştir. Ancak Kurula göre bu yönde bir karşılaştırma yapılırken ücrete ilişkin lehe olan hükümlerin bir kısmının TİS bir kısmının ise bireysel iş sözleşmesinden alınarak sonuca gidilmesi doğru değildir. Bu kapsamda somut olayda, başvurucuların günlük ücretinin üyesi oldukları Sendikanın taraf olduğu ve işyerinde uygulanmakta olan TİS ile düşürüldüğünden, bir başka deyişle işverenin tek taraflı olarak ücreti düşürdüğünden söz edilemeyeceği sonucuna ulaşılmış ve 4857 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanma imkânı olmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte Kurul, kök ücretin düşürülmesinin tarafların anlaşması ya da düzen ilkesi gereği TİS hükümleri uyarınca mümkün olduğuna değinmiştir. Kurul kararında ayrıca başvuruculara ait bordrolara göre aylık ücret yanında ikramiye, ilave tediye, iş güçlüğü tazminatı, bakım tazminatı gibi sürekli nitelikte tahakkuk eden ücret ve ücret ekleri ilave edilerek iş sözleşmesinde belirlenen ücretin üstünde bir ücret almaya başladıkları, eş deyişle TİS ile ücretlerde artış olduğu ifade edilmiştir. Neticede Kurul, işçilerin bireysel iş sözleşmesine nazaran çok daha fazla avantajlı bir konuma geldiğini, işçi yararına bir sonucun gerçekleştiğini, bu nedenle işçinin bir yandan bireysel iş sözleşmesindeki günlük çıplak ücretinin esas alınmasını diğer taraftan da TİS ile öngörülen ücret kriterlerinin uygulanmasını istemesinin mümkün olmadığını değerlendirerek bozma kararı vermiştir. İlk derece mahkemeleri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyulmasına ve davaların reddine karar vermiştir. Ret kararları Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6659 | Başvuru; başvurucuların toplu iş sözleşmesi kapsamında günlük brüt ücretlerinde düşüş meydana geldiği gerekçesiyle sendika hakkının, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru 23/6/1985 yılında terör örgütü tarafından evlerine baskın yapılması neticesinde murislerinin öldürülmesine dairözel durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin olayın gerçekleştiği tarih itibarıyla Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/5/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 7/1/2015 tarihli görüş yazısı 13/1/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili tarafından Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, terör örgütü mensupları tarafından 23/6/1985 tarihinde köylerine yapılan baskın sonucu murisleri S.Y.nin yaralandığını ve daha sonra 17/7/1985 tarihinde tedavi görmekte olduğu Diyarbakır Askerî Hastanesinde öldüğünü belirtmiş; bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular 18/11/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. 12/12/2005 tarihli ve 2005/4-1277 sayılı Komisyon kararında, anılan olayın 1985 yılında meydana gelmesi ve tarih itibarıyla (19/7/1987 ve sonrası) 5233 sayılı Kanun kapsamına girmemesi nedeni ile talebin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde başvurucular tarafından dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 24/1/2008 tarihli ve E.2006/268, K.2008/48 sayılı kararı ile kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir; "...ülkemizde terör eylemlerinin yoğunlaşması üzerine terör eylemleriyle daha etkili mücadele amacıyla Olağanüstü Hal Bölge Valiliğininkurulduğu tarih olan 1987 tarihi itibariyle meydana gelen olaylara, geçmişe yönelik olarak idari başvuru sonucunda zararlarını tazmin etme olanağı sağlanmış bulunmaktadır. Bu tarihten önce meydana gelen terör kaynaklı olaylardan zarar görenlerin ise, zararın oluştuğu tarihte idarenin objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk ilkesi çerçevesinde zararlarını karşılamak üzere idari başvuru ve dava haklarının bulunduğu şüphesizdir.Bu durumda, 23/6/1985 gününü 24/6/1985 gününe bağlayan gece yarısı meydana geldiği ihtilafsız olan olaydan dolayı, 5233 sayılı Yasa kapsamında tazminat talep eden davacıların başvurusunun, olayın oluş tarihi itibariyle belirtilen Yasa kapsamına girmemesi sebebiyle reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 27/2/2013 tarihli ve E.2011/9433, K.2013/1549 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 27/12/2013 tarihli ve E.2013/13359, K.2013/12330 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararının 23/5/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği ve 30/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.” 5233 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. " 5233 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:"1987 tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, görevleri başında iken terörden veya terörle mücadele sırasında zarar gören kamu görevlilerinden veya mirasçılarından, ilgili mevzuat uyarınca tazminat almış olup, ancak aldıkları tazminatın hesaplanma kriteri bu Kanundan farklı olanlardan, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde ilgili valilik veya kaymakamlıklara başvuranlara, yapılacak hesaplamada aldıkları tazminat ile bu Kanuna göre almaları gereken tazminat arasında fark bulunması halinde, eksik olan tutar yasal faiziyle birlikte ödenir. Ödenen tazminat tutarı fazla ise iade talep edilmez. Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde sonuçlandırılır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7908 | Başvuru 23/6/1985 yılında terör örgütü tarafından evlerine baskın yapılması neticesinde murislerinin öldürülmesine dair özel durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin olayın gerçekleştiği tarih itibarıyla Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, murisleri tarafından 1/1/1965 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 7/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 2/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Kızıltepe ilçesi İkikuyu köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 1 ilâ 15 numaralı parseller arasındaki taşınmazlar Maliye Hazinesi adına tespit edilmiştir. Başvurucuların murisleri ve arkadaşları, 1/1/1965 tarihinde, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine açtıkları kadastro tespitine itiraz davasında, kadastro tespitinin iptali ile taşınmazların kısmen adlarına tescilini talep etmişlerdir. Mahkemece, 13/4/2011 tarih ve E.1965/70, K.2011/4 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne, taşınmazların kadastro tespitlerinin iptali ile kısmen davacılar ve mirasçıları adlarına tapuya tesciline karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2013 tarih ve E.2013/9357, K.2013/11399 sayılı ilamıyla; bir kısım davacılar vekilinin temyiz dilekçesinin araştırılması için dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar verilmiştir. Eksik hususların tamamlanmasından sonra, davalının temyizi üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun , , , , , ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1589 | Başvurucular, murisleri tarafından 1/1/1965 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvurucu, "suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak ve uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada, tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen kararların gerekçesiz olduğunu, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 26/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 23/9/2006 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış, 24/9/2006 tarihinde Balıkesir Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/147 Sorgu sayılı kararı ile "örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/10/2006 tarihinde "örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti yapmak ve suç işlemek amacıyla örgüt kurmak" suçlarından düzenlenen fezleke, kamu davası açılmak üzere, görevli ve yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK. maddesi ile yetkili) gönderilmiştir. Başvurucu ve diğer altı şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 13/11/2006 tarih ve E.2006/964 sayılı iddianamesi ile "suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak ve uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2006/278 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 10/3/2008 tarih ve E.2007/501, K.2008/22 sayılı kararı ile E.2007/501 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2006/278 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, 12/5/2008 tarih ve E.2006/278, K.2008/105 sayılı kararı ile başvurucunun "suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak ve uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçlarından mahkûmiyeti ile birlikte tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/6/2013 tarih ve E.2009/15828, K.2013/5037 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece, 10/10/2013 tarih ve E.2013/107, K.2013/170 sayılı karar ile başvurucunun "suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak" suçundan beraatine, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi Yargıtayda devam etmektedir. Başvurucu, 26/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası ve maddesinin (2) numaralı fıkrası; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2683 | Başvurucu, "suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak ve uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada, tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen kararların gerekçesiz olduğunu, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir yargılamanın devam ettiği gerekçeleriyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, tefecilik yapmak, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, yağma suçlarını işlediği şüphesiyle 22/12/2008 tarihinde gözaltına alınmış, Mersin Sulh Ceza Mahkemesinin 26/12/2008 tarihli ve 2008/418 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, tefecilik yapma, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve yağma suçlarından kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli ve E.2009/123, K.2012/177 sayılı kararıyla başvurucunun atılı suçlardan mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 7/3/2014 tarihli dilekçesiyle tutukluluk durumunun incelenmesi için dosya temyiz aşamasında iken Yargıtay Ceza Dairesine tahliye talebiyle başvurmuştur. Başvuru formu ve eklerinden Yargıtay Ceza Dairesince bu talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, 13/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Temyiz üzerine ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/5/2014 tarihli ve E. 2013/30950, K.2014/9482 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında dosya, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/243 sayılı esasına kaydedilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2/6/2014 tarihli ve E.2014/243, K.2014/171 sayılı yetkisizlik kararı üzerine dava, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/282 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (2) Tehdidin; a) Silahla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Yağma suçunun; a) Silahla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,d) (Değişik: 18/6/2014-6545/64 md.) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,e) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, h) Gece vaktinde, İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “ (1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3458 | Başvuru, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir yargılamanın devam ettiği gerekçeleriyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş kısa karar bulunmadan sadece hükmün tefhim edildiği tarih dikkate alınarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, alacaklısı olduğu kişi aleyhine Ezine İcra Müdürlüğünde (İcra Müdürlüğü) kambiyo senetlerine mahsus icra takibi başlatmıştır. Takibe itiraz edilmiş, Ezine İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 1/6/2020 tarihinde takibin iptali davası açılmıştır. Mahkeme 16/10/2020 tarihli duruşmada davanın kabulüne, takibin iptaline karar vermiş; tarafların yüzlerine karşı gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf kanun yolunun açık olduğunu belirtmiştir. Mahkeme 13/12/2020 tarihinde gerekçeli kararı yazmıştır. Kararda, kambiyo senedinde keşideci haricinde atılan imzanın aval kabul edildiği bu durumda somut olayda alacaklı ile borçlu sıfatının birleştiği anlaşılmakla davanın kabulü ile takibin iptaline karar verildiği ifade edilmiştir. Taraflara, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on günlük yasal süre içinde istinaf kanun yolunun açık olduğu kararda belirtilmiştir. Gerekçeli karar 27/12/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 30/12/2020 tarihinde istinaf başvuru harçlarını yatırmış 6/1/2021 tarihinde de istinaf başvuru dilekçesini sunmuştur. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 24/2/2021 tarihli kararla istinaf isteminin süreden reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ilk derece mahkemesi kararının 16/10/2020 tarihinde tarafların yüzüne karşı verildiği, başvurucunun 30/12/2020 tarihinde istinaf başvuru harcını yatırdığı ve 6/1/2021 tarihinde de istinaf başvuru dilekçesini sunduğu belirtilmiştir. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesine göre istinaf başvuru süresinin tefhim veya tebliğden itibaren on gün olduğu, tefhimle başlatılan sürelerin tebliğle başlatılmasının mümkün olmadığını vurgulamıştır. Başvurucunun on günlük yasal süre içerisinde gerekçeli istinaf dilekçesini vermediği belirtilerek istinaf isteminin reddine karar verilmiştir. Karar, başvurucu vekili tarafından Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 30/3/2021 tarihinde okunmuştur. Başvurucu 30/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/48116 | Başvuru, usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş kısa karar bulunmadan sadece hükmün tefhim edildiği tarih dikkate alınarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın sanık tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2010 yılında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavına (KPSS) ilişkin başlatılan bir soruşturmada beyanına başvurulan ve 100 ve üzeri doğru yapıp 3227 şüpheli arasında bulunan şüpheli A.Ç., müdafii huzurundaki kolluk ifadesinde başvurucunun KPSS sorularını kendine verdiği yönünde beyanda bulunmuştur. Bunun üzerine başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 11/10/2016 tarihinde kollukta verdiği ifadesinde üzerine atılı suçlamaları ve tanık A.Ç.nin ifadelerini kabul etmemiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/10/2016 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başsavcılık tarafından hazırlanan 11/11/2016 tarihli iddianamenin kabulüyle başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu sekizinci celsede aynı dosya sanığı A.Ç. Mahkeme huzurunda dinlenmiştir. Başvurucu ve müdafii 9/2/2017 tarihli savunma dilekçeleri ile aynı dosyanın sanığı ve başvurucu aleyhine tanık olan A.Ç.nin başvurucunun eski kiracısı olduğunu ve aralarında husumet bulunduğunu, bu kapsamda başvurucuya iftira attığını, A.Ç.nin 3/2/2017 tarihli dilekçesi ile başvurucu aleyhine olan beyanlarını yalanladığını, sanık ile başvurucu arasındaki husumete ilişkin olarak Mahkemenin istemesi hâlinde tanık dinletebileceğini belirtmiştir. Diğer yandan hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında tanık K.G. başvurucu aleyhine beyanlarda bulunmuştur. Bu beyanlar ilk olarak Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığının yazıları ekinde başvurucunun dosyasına girmiştir. Daha sonra tanık K.G. Sandıklı Asliye Ceza Mahkemesinde istinabe yoluyla dinlenmiştir. Tanık K.G. beyanında; 1997 yılında Sandıklı ilçesinde ortaokula giderken başvurucunun bir kişiyle okulun bahçesine geldiğini, yanlarında matematik kitabı getirdiklerini, üniversite öğrencisi olduklarını ve isterlerse ders çalıştırabileceklerini söylediklerini, beş altı ay kadar evlerine ders çalışmak amacıyla gittiğini, ilk üç dört ay sadece ders çalıştırdıklarını, sonrasında Fethullah Gülen'in kasetlerini izletip kitaplarını okutmaya başladıklarını, "hizmet cemaatinden" olduklarını söylediklerini, başvurucunun "Sen istersen askerî liselere git, şu anda orada namaz kılınmıyor, içki içiliyor. Sen askerîyeye gidersen bir tane iyi bir insan oraya girmiş olur." diye telkinlerde bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu tanık K.G.yi tanımadığını, verdiği beyanları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkeme 2/5/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun mahkûmiyetini tanık beyanlarının yanı sıra başvurucunun ByLock kullanıcısı olmasına, FETÖ/PDY'nin üst düzey yöneticileri ile HTS kayıtlarının olmasına, 2010 yılında yapılan ilk KPSS'ye girip 120 sorudan 118 doğru yapıp ikinci sınavda ise 120 sorudan 73 doğru yapan H.nin başvurucunun eşi olmasına ve genel kültür testinin 9 numaralı sorusunda, aynı testin 44 numaralı sorusunda başvurucunun eşi ile aynı yanlış şıkta birleşmesine, FETÖ/PDY tarafından çalınan sınav sorularının sınav öncesinde örgüt tarafından kendisine verilmesi üzerine sınava hazırlandığı ve 2010 KPSS'de iptal edilen eğitim bilimleri ile iptal edilmeyen genel kültür-genel yetenek testlerindeki başarısının bundan kaynaklandığı kanaatine varılmasına dayandırmıştır. Ayrıca Mahkeme gerekçeli kararda başvurucunun, A.Ç.nin kolluk ifadesinin işkence altında alındığı iddiası hakkında; işkence ve kötü muameleye ilişkin herhangi bir delil olmadığı gibi A.Ç.nin kolluk ifadesinin de müdafii huzurunda alındığını açıklayarak işkenceyle ilişkilendirilen savunmanın dikkate alınmadığını belirtmiştir. Başvurucunun istinaf talebi reddedilmiş, temyiz talebi üzerine ise Yargıtay Ceza dairesi; başvurucu yönünden kurulan hükmün gerekçesinde başvurucunun 78748 ID numaralı ByLock kullanıcısı olduğu kabul edilmişse de Ankara İl Emniyet Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün 11/8/2020 tarihli yazısıyla 78748 ID numaralı ByLock kullanıcısının A.Ü. olduğunun bildirilmiş olması karşısında dosyadaki diğer deliller dikkate alındığında Mahkemenin kabulünde ve ceza tayininde isabetsizlik görülmediğinden, bu durumun sonuca etkili olmadığını belirterek hükmü onamıştır. Başvurucu 11/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca yapılan incelemede başvurucu ile birlikte aynı dosyada sanık olan A.Ç.nin kollukta kamu görevlilerinin kötü muamelesine maruz kaldığı ve ifadesinin bu şartlar altında alındığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 2021/55174 numaralı bireysel başvuruda bulunduğu ve bu başvuru hakkında kamu görevlilerinin kötü muamelesine maruz kalındığı iddialarının herhangi bir adli ve/veya idari merciye iletildiğine dair bir bilgi veya belge sunulmadığı gerekçeleriyle başvuru yollarının tüketilmemesi sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verildiği tespit edilmiştir. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/51731 | Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın sanık tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca diğer iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilerek başvurunun tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY örgütlenmesine ilişkin olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında başvurucu 14/1/2020 tarihinde İskenderun'da gözaltına alınmıştır. Başsavcılık tarafından başvurucunun ifadesi 16/1/2020 tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla alınmış ve başvurucu bakımından tefrik kararı verilerek soruşturmaya 2020/8002 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Başvurucu 17/1/2020 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğince SEGBİS yoluyla yapılan sorgunun ardından 17/1/2020 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başsavcılık tarafından 20/1/2020 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame 24/1/2020 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek E.2020/20 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı tarihte yapılan tensip incelemesi neticesinde dosyanın yetkisizlik kararı ile Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/2/2020 tarihinde yapılan tensip incelemesi neticesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, ilk duruşmanın 16/4/2020 tarihinde, tutukluluk incelemesinin ise dosya üzerinden 20/3/2020 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamı kararına yaptığı itiraz Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 28/2/2020 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Mahkemece başvurucunun tutukluluk durumu daha önce alınan karar gereği 20/3/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 15/4/2020 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun 24/3/2020 havale tarihli tahliye talebi Mahkemece dosya üzerinden incelenerek reddedilmiş, bu karara yapılan itiraz da Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 1/4/2020 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Mahkemenin daha önce alınan karar gereğince 16/4/2020 tarihinde yapması gereken ilk duruşmayı beklemeksizin salgın hastalık nedeniyle alınan tedbirler kapsamında Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yazısı uyarınca duruşmaların bir süre ertelenmesi hususunda karar vermek üzere 31/3/2020 tarihinde resen açtığı ve başvurucu ile müdafiinin yokluğunda yaptığı duruşma sonunda Mahkeme başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve sonraki duruşmanın 12/5/2020 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Tutukluluk hâlinin devamı kararına yapılan itiraz ise Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 15/4/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Mahkeme, ilk duruşmada aldığı karar uyarınca 12/5/2020 tarihinde yapması gereken ikinci duruşmayı tutukluluk incelemesinin yapılması amacıyla resen 27/4/2020 tarihinde açmış; müdafiin katılmadığı bu duruşmada SEGBİS bağlantısının sağlanamaması nedeniyle başvurucu da dinlenememiştir. Duruşma sonunda ise başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve sonraki duruşmanın 12/5/2020 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, daha önce aldığı karar gereğince 12/5/2020 tarihinde yapması gereken üçüncü duruşmayı da tutukluluk incelemesinin yapılması amacıyla resen 11/5/2020 tarihinde açmış; bu duruşmaya başvurucu müdafii bizzat, başvurucu ise SEGBİS vasıtasıyla katılarak atılı suça ilişkin savunmalarını ile tutukluluk hâline dair beyanlarını sözlü olarak dile getirme imkânına sahip olmuşlardır. 11/5/2020 tarihli duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş, bu karara yapılan itiraz Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 1/6/2020 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 10/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 2/10/2020 tarihli duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkumiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuş ve Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 12/11/2020 tarihli ilamı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bu hükmün başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 30/12/2021 tarihli ilamı ile hükmün bozulmasına ve başvurucunun tahliye talebinin reddine karar vermiştir. Bunun üzerine yargılamaya Mahkemenin E.2022/43 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuş, 9/3/2022 tarihli karar ile başvurucunun mahkumiyetine ve hükümle birlikte tahliyesine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir. A. İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:...c) Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.” 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"(1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla;a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hükmü içeren diğer kanunlarda taraflar bakımından belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim tarafından tayin edilen süreler ile arabuluculuk ve uzlaştırma kurumlarındaki süreler 13/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden,b) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlarda belirlenen süreler ve bu kapsamda hâkim veya icra ve iflas daireleri tarafından tayin edilen süreler; nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri, taraf ve takip işlemleri, yeni icra ve iflas takip taleplerinin alınması, ihtiyati haciz kararlarının icra ve infazına ilişkin işlemler 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden, itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durur. Bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlar. Durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılır. Salgının devam etmesi halinde Cumhurbaşkanı durma süresini altı ayı geçmemek üzere bir kez uzatabilir ve bu döneme ilişkin kapsamı daraltabilir. Bu kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır. (2) Aşağıdaki süreler bu maddenin kapsamı dışındadır:a) Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri.b) 5271 sayılı Kanunda düzenlenen koruma tedbirlerine ilişkin süreler.c) 6100 sayılı Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler. (3) 2004 sayılı Kanun ile takip hukukuna ilişkin diğer kanunlar kapsamında;a) İcra ve iflas daireleri tarafından mal veya haklara ilişkin olarak ilan edilmiş olan satış gününün durma süresi içinde kalması halinde, bu mal veya haklar için durma süresinden sonra yeni bir talep aranmaksızın icra ve iflas dairelerince satış günü verilir. Bu durumda satış ilanı sadece elektronik ortamda yapılır ve ilan için ücret alınmaz,b) Durma süresi içinde rızaen yapılan ödemeler kabul edilir ve taraflardan biri, diğer tarafın lehine olan işlemlerin yapılmasını talep edebilir,c) Konkordato mühletinin alacaklı ve borçlu bakımından sonuçları, durma süresince devam eder,ç) İcra ve iflas hizmetlerinin aksamaması için gerekli olan diğer tedbirler alınır. (4) Durma süresince duruşmaların ve müzakerelerin ertelenmesi de dâhil olmak üzere alınması gereken diğer tüm tedbirler ile buna ilişkin usul ve esasları;a) Yargıtay ve Danıştay bakımından ilgili Başkanlar Kurulu,b) İlk derece adli ve idari yargı mercileri ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri bakımından Hâkimler ve Savcılar Kurulu,c) Adalet hizmetleri bakımından Adalet Bakanlığı,belirler."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2017/7338, K.2018/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK'nın koruma tedbirlerine dayalı tazminat isteme koşullarını düzenleyen 142/1 maddesinde, karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmekle birlikte, bazı hallerde tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez. Keza, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, kişinin yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır.Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir ...” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2013 tarihli dava dilekçesi ile müvekkilinin silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 14/04/2012 tarihinde yakalandığını, üç gün gözaltında tutulduğunu, daha sonra 2012 tarihinde çıkarıldığı ... Özel yetkili (Mülga CMK. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesi sonrası, tutuklanma talebiyle sevk edildiği (CMK Madde ile görevli) ... Ağır Ceza Mahkemesi Hakimliği'nce 2012 tarih ve 2012/35 sorgu sayılı karar ile tutuklanıp ... tipi Cezaevine gönderildiğini ve daha sonra müvekkili hakkında tutuklandığı suç dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK Madde ile görevli)'ca hazırlanan 12/04/2013 tarih, 2013/174 sayılı iddianame ile ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı dosyasında kamu davası açıldığını, ilk duruşmaya 22/08/2013 tarihinde çıkabildiğini, müvekkilinin yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu bir vaziyette, hakim karşısına çıkarılmayarak çok uzun süre tutuklulukta kaldıktan sonra duruşmaya çıkarılmış olması nedeniyle CMK’nın l41/l-d maddesindeki makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle, 000 TL. manevi tazminatın, yakalama tarihinden itibaren faizi ile birlikte, yargılama harç ve masraflarının ve vekalet ücretinin davalı hazineden alınarak taraflarına verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda '... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı ceza dosyasında davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği' gerekçesiyle dava dilekçesinin CMK’nın 142/ maddesi gereğince reddine karar verilmiş itiraz üzerine inceleme yapan ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2014 tarih, 2014/1024 değişik iş sayılı kararı ile verilen kararın temyizi kabil kararlardan olduğu gerekçesi ile itiraz yönünde karar verilmesine yer olmadığına dair kararı üzerine esasa ilişkin kararın temyizi kabil olduğu kabul edilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü;1-5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan maddesinde;'Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde' bulunulabileceği hükme bağlanmış ve kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürülmüştür.Ancak; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır.Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Somut olayda da tutukluluk süresinin uzun olduğu gerekçesi ile yasa ve mevzuat ihlali yapıldığına ilişkin iddiaya dayalı tazminat talebi asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talep niteliğinde bulunmadığından hüküm verilmesine veya kesinleşmesine gerek bulunmamaktadır....Somut olayda tazminat isteminin haklı olup olmadığı irdelemesini yapacak olan mahkemenin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunup bulunmadığının ve makul sürede yargılama merci huzuruna çıkarılıp çıkarılmadığının tespitidir....Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2012 tarihinde tutuklanan tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/ maddesindeki 'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesine göre, 'Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi,...İsabetsiz olup ... [hükmün] BOZULMASINA ... oybirliğiyle karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/5/2014 tarihli ve E.2014/3087, K.2014/10836sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2007 tarihli dilekçesi ile davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmadığı, serbest bırakılmadığı ve hakkında karar verilmediği nedeni ile 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, yapılan inceleme sonunda mahkemece, davacının tazminat talebinin dayanağı olan yargılandığı mahkemedeki davanın henüz sonuçlanmamış olması nedeniyle davanın CMK'nın 142/1 maddesi gereğince reddine dair, 2008 tarih ve 2007/320 esas, 2008/90 sayılı hükmünün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 2012 tarih, 2012/25534 esas, 2012/22659 karar sayılı ilamı ile, davacı vekilinin sair temyiz itirazları reddedildikten sonra, '2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde savunmasının talimatla alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, davacının 5271 sayılı CMK'nın 141/1-d maddesindeki Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı' ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığından tazminata hak kazandığı, Dairemizin 2012 tarih ve 2011/15700 esas ve 2012/9187 karar ve 2012 tarih ve 2012/20227 ve 18818 sayılı kararlarında da belirtildiği gibi bir kısım koruma tedbirleri nedeniyle sanıklar hakkındaki davaların sonuçlanmasının gerekmediği, devam eden davada davacının beraat etmesi halinde de ayrıca CMK'nın 141/1-e maddesindeki 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler' kapsamında tazminat talep edebileceği hususu gözetilmeden 'Tazminat istemine konu davanın derdest olup sonuçlanmadığı ve kesinleşmediği' gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi,' nedeniyle bozulmuş olup; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.Bu kapsamda somut olay incelendiğinde; 2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde talimatla savunmasının alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığı ve 5271 sayılı CMK.nun 141/1-d maddesi gereğince manevi tazminata hak kazandığı, bunun için davanın sonuçlanmasının ve beraat etmesinin gerekmediği, her ne kadar davacı maddi tazminat isteminde bulunmuş ise de, davanın tutuklu sanığın (davacının) makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmamış olmasına dayalı olması, bu aşamada maddi bir kaybının oluşmamış olması, yargılandığı davada beraatine karar verilecek olması durumunda maddi zararlarını ayrıca isteyebilecek olması gerekçesiyle maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hükümde isabetsizlik görülmemiştir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19088 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hâkimlik görevine yeniden atanması talebiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (Kurul) yaptığı başvurunun reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın , , , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 22/10/2012 tarihinde Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İnebolu hâkimi olarak 1997 yılında göreve başlamış, 1998 yılında istifa ederek görevinden ayrılmıştır. Başvurucu, 1999 yılında yeniden mesleğe kabul talebinde bulunmuş ve bu talebinin Kurul tarafından kabul edilmesi üzerine Bismil hâkimi olarak yeniden atanmış ve göreve başlamıştır. Başvurucu hakkında, Bismil hâkimi olarak görev yapmakta iken yürütülen disiplin soruşturması sonucunda, Kurulun 5/7/2001 tarih ve 276 sayılı kararıyla meslekten çıkarma cezası verilmiştir. Başvurucu, anılan karar aleyhine yeniden inceleme talebinde bulunmuştur. Bu süreç devam ederken başvurucu, 5/10/2001 tarihinde ikinci defa hâkimlik mesleğinden istifa etmiştir. İstifadan sonra başvurucunun yeniden inceleme talebi Kurul tarafından kabul edilerek meslekten çıkarma cezası kaldırılmış ve hakkında yer değiştirme cezası verilmiştir. Başvurucu, 5/4/2007 tarihli dilekçesi ile yeniden mesleğe kabul edilme talebinde bulunmuş, Kurul, başvurucunun talebini 3/5/2007 tarih ve 356 sayılı kararıyla, yeniden inceleme talebini 25/9/2007 tarih ve 791 sayılı kararıyla, bu karara karşı itirazını ise 5/2/2008 tarih ve 37 sayılı kararıyla reddetmiştir. Başvurucu, 26/1/2011 tarihinde tekrar dilekçe vererek, yeniden mesleğe kabul edilme talebinde bulunmuş ancak başvurucunun bu talebi de Kurul tarafından, 24/2/1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun maddesinin son fıkrasında yer alan kural gerekçe gösterilerek 22/6/2011 tarih ve 2011/4093 sayılı kararla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 28/9/2011 tarihinde tebliğ edilmiş ve 8/10/2011 tarihinde kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 2802 sayılı Kanun’un “Yeniden atanma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hakimlik ve savcılık mesleğinden kendi istekleriyle çekilen veya emekli olanlardan tekrar mesleğe dönmek isteyenler, mesleğe kabulde aranan nitelikleri kaybetmemiş olmaları koşulu ile ayrıldıkları tarihte almakta oldukları aylık derecesine eşit bir derecenin aynı kademesine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atanabilirler.…Bu madde hükümlerine göre atananlardan, meslekten ayrılanlar bir daha mesleğe kabul edilemezler.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/475 | Başvurucu, hâkimlik görevine yeniden atanması talebiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (Kurul) yaptığı başvurunun reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. , 17. , 20. , 49. ve 70. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, taksirle öldürme ve taksirle yaralama suçlarını işlediği iddiasıyla Gebze Sulh Ceza Mahkemesinin 20/8/2004 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Gebze Cumhuriyet Başsavcılığının 31/8/2004 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Gebze Ağır Ceza Mahkemesinin 2/3/2010 tarihli kararıyla başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 8/2/2012 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 19/3/2013 tarihli kararıyla başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/2/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8850 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, devlet memurluğundan çıkarılma işlemine karşı açılan davaya dair yargılama sürecinde işleme temel olan normun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen bu durum dikkate alınmadan hüküm verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin; Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin iki dereceli yargılama yapmaması, yapısal olarak bağımsız ve tarafsız olmaması, uyuşmazlığa etkisi olan belgelerin incelettirilmemesi ve yargılama sürecinde gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2010 yılında girdiği Kamu Personeli Seçme Sınavında başarılı olmasının ardından 10/11/2011 tarihinde Deniz Kuvvetleri Donanma Komutanlığı Gölcük Deniz Ana Üs Komutanlığı emrine aday memur (garson) olarakatanmıştır. Başvurucu 4/5/2012 tarihli tutanağa göre servis görevini yerine getirirken lakayıt hâl ve hareketlerde bulunduğundan bahisle 9/5/2012 tarihli işlemle uyarma cezası ile cezalandırılmıştır. Diğer taraftan 8/5/2012 tarihinde izinsiz, mazeretsiz göreve gelmemesi nedeniyle başvurucuya 16/5/2012 tarihli işlemle 1/30 oranında aylıktan kesme cezası verilmiştir. Adaylık süresi içinde disiplin cezası almış olması durumu gerekçe gösterilerek 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli uyarınca 30/5/2012 tarihli işlemle devlet memurluğundan çıkarılan başvurucu, uyarma ve aylıktan kesme disiplin cezaları ile devlet memurluğundan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 22/5/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle başvurucu hakkında tesis edilen disiplin cezalarının yetkili amirler tarafından verildiği vurgulanmıştır. Başvurucunun 4/5/2012 tarihli tutanağa göre servis görevi esnasında lakayıt davranışta bulunduğunu belirten Mahkeme 8/5/2012 tarihinde göreve gelmemesine ilişkin olarak da çelişkili ifadelerde bulunduğunu ve mazeret olarak sunulan sağlık raporunda belirtilen rahatsızlığın başvurucunun göreve gelip amirinden sevk almasına veya amirine bilgi vermesine engel olmadığını tespit etmiştir. Adaylık sürecinde disiplin cezası alınmasının 657 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca sonuçları dikkate alındığında tesis edilen devlet memurluğundan çıkarılma işleminin de hukuka uygun olduğu ifade edilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Başvurucu 8/7/2013 tarihli dilekçesi ile karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Diğer taraftan karar düzeltme istemi hükme bağlanmadan önce Anayasa Mahkemesi, Kırıkkale İdare Mahkemesi tarafından yapılan itirazı sonuçlandırarak 14/11/2013 tarihli kararıyla başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasına esas olan 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Adaylık süresi içinde disiplin cezası almış olanların disiplin amirlerinin teklifi ve atamaya yetkili amirin onayı ile ilişikleri kesilir." ibaresinin iptaline karar vermiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir: "Kanun koyucu hukuk devletinde kamu hizmetlerinin uyum ve düzen içinde yürütülmesini sağlamak amacıyla hizmeti sunan kamu görevlileri için disiplin düzenlemeleri içeren kurallar öngörebilir ve bu kurallara uyulmasını temin etmek amacıyla çeşitli disiplin yaptırımları benimseyebilir. Ancak disipline konu eylemler ile yaptırımlar arasında adil bir dengenin gözetilmesi de hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Eylem ile yaptırım arasında bulunması gereken adil denge, “ölçülülük ilkesi” olarak da adlandırılmakta ve bu ilkenin alt ilkelerini de elverişlilik, zorunluluk ve orantılılık ilkeleri oluşturmaktadır. 'Elverişlilik ilkesi', öngörülen yaptırımın ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, 'zorunluluk ilkesi' öngörülen yaptırımın ulaşılmak istenen amaç bakımından zorunlu olmasını ve 'orantılılık ilkesi' ise öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken orantıyı ifade etmektedir. İtiraz konusu kuralda disiplin cezası gerektiren farklı fiiller için ayrım yapılmaksızın tek bir yaptırım benimsenmiştir. Diğer bir ifadeyle uyarma cezasını gerektirecek bir fiil karşılığında uygulanacak yaptırım ile daha ağır bir disiplin cezasını gerektirecek bir davranış aynı sonuca bağlanmıştır. Buna göre bireyin kamu hizmetinde kalmasının, disiplin cezası gerektiren eylemlerin ağırlığına uygun herhangi bir kademelendirme yapılmayarak, adil ve makul bir denge gözetilmeksizin ölçüsüz bir biçimde memuriyetten çıkarılma yaptırımına tabi tutulmasının hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacağı açıktır." Anayasa Mahkemesinin kararı 28/2/2014 tarihli ve 28927 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Başvurucunun inceleme sürecinde anılan Anayasa Mahkemesini kararını da dosya içeriğine sunduğu karar düzeltme istemi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) 19/3/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmişe yürümeyeceği, ceza mahkûmiyeti dışında kesinleşmiş bulunan hukuki durumlara etki etmeyeceği vurgulanmış ve karar düzeltme istemine konu hükmün hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, karar düzeltme isteminin reddine dair kararı 14/4/2014 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 3/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun'un "Adaylık süresi sonunda başarısızlık" kenar başlıklı maddesinin ilk cümlesinin 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önce yürürlükte bulunan hâli şöyledir: "Adaylardan en geç iki yıl içinde devlet memuru olabilmeleri için olumlu sicil alamayanların sicil amirlerinin teklifi ve atamaya yetkili amirin onayı ile ilişikleri kesilir."657 sayılı Kanun'un maddesinin ilk cümlesinin 6111 sayılı Kanun'la değişik ve devlet memurluğundan çıkarılma işleminin tesis edildiği 30/5/2012 tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir: "Adaylık süresi içinde disiplin cezası almış olanların disiplin amirlerinin teklifi ve atamaya yetkili amirin onayı ile ilişikleri kesilir." 657 sayılı Kanun'un maddesinin ilk cümlesinin 10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik ve günümüz itibarıyla yürürlükte bulunan hâli şöyledir: " Adaylık süresi içinde aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almış olanların disiplin amirlerinin teklifi ve atamaya yetkili amirin onayı ile ilişikleri kesilir. " | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8019 | Başvuru, devlet memurluğundan çıkarılma işlemine karşı açılan davaya dair yargılama sürecinde işleme temel olan normun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen bu durum dikkate alınmadan hüküm verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin; Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin iki dereceli yargılama yapmaması, yapısal olarak bağımsız ve tarafsız olmaması, uyuşmazlığa etkisi olan belgelerin incelettirilmemesi ve yargılama sürecinde gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 26/12/2009 tarihinde Bodrum Devlet Hastanesinde (Hastane) dünyaya gelmiştir. Hastanede yeni doğan ünitesi bulunmaması nedeniyle doğumun akabinde solunum sıkıntısı yaşayan başvurucunun şehir dışındaki bir hastaneye sevkine karar verilmiştir. Sevk işlemi sonrasında yoğun bakım ünitesinde yapılan müdahalelerin başarıya ulaşamaması üzerine düzenlenen İzmir Ege Üniversitesi Hastanesinin 11/10/2011 tarihli sağlık kurulu raporu uyarınca başvurucunun %98 engelli hâle geldiği belirlenmiştir. Başvurucunun annesi Ş.K. ve babası K., başvurucunun idarenin hizmet kusuru nedeniyle engelli hâle geldiği iddiası ile Sağlık Bakanlığından (idare) başvurucuya velayeten tazminat talebinde bulunmuş, idare 4/12/2012 tarihinde talebi reddetmiştir. Başvurucunun anne ve babası 8/9/2020 tarihinde yeniden idareye müracaat ederek tazminat talebinde bulunmuştur. İdarenin anılan talebi zımnen reddi üzerine 4/1/2021 tarihinde Muğla İdare Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuya velayeten tam yargı davası açan aile, maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkemece 14/1/2021 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Gerekçede; Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasında "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." hükmü bulunduğu ayrıca davaya konu iddiaların ciddi görülmesine rağmen belirtilen hususların esastan önce gelen usûl hükümlerini tamamen bertaraf edecek şekilde geniş yorumlanamayacağı belirtilmiştir. Somut olayda başvurucunun zararı öğrendiği 2012 yılında yaptıkları başvurunun reddi üzerine altmış günlük yasal dava açma süresinin geçmesinden çok sonra -8/9/2020 tarihinde- tekrar yapılan başvurunun zımnen reddi nedeniyle açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; idarenin 4/12/2012 tarihli cevap yazısında hangi kanun yoluna ve hangi süre içinde başvurulması gerektiği hususunun belirtilmemesi nedeniyle Anayasa'nın maddesine aykırı şekilde hareket edildiği belirtilmiştir. Bu itibarla anılan cevap yazısının akabinde dava açma süresinin işlemeye başlamadığı ifade edilerek davanın zımnen ret kararından itibaren yasal süre içinde açıldığı vurgulanmıştır. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 2/6/2021 tarihinde mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 13/7/2021 tarihinde öğrenmesinin ardından 5/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/38414 | Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf astsubay olarak görev yapmakta iken İnternet ortamında yayımlanan ve başvurucuya ait olduğu ileri sürülen üç adet ses kaydının içerikleri nedeniyle idari tahkikat başlatılmış, bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında ahlaki durumu nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatini içeren 26/7/2013 tarihli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 2/10/2013 tarihli kararı ile başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 4/10/2013 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra 31/10/2013 tarihinde Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanınca da Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine 15/11/2013 tarihli Millî Savunma Bakanı oluruna dayanılarak başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; TSK’dan çıkarılmasını gerektiren bir disiplinsizliği veya adli eylemi mevcut olmadığı hâlde disiplinsizlik ve ahlaki durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, İnternet ortamında yayımlanan ve ayırma işlemine dayanak olarak gösterilen ses kayıtlarının kendisine ait olmadığını belirterek ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 11/12/2013 tarihinde dava açmıştır. Sunduğu dilekçede başvurucu; ses kayıtlarında bahsi geçen olayların gerçeği yansıtmadığını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına ve meslek yaşamı boyunca hakkında yalnızca bir kez disiplin cezası tesis edilmesine rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, söz konusu ses kayıtları hakkında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından yürütülen adli soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 14/5/2014 tarihli düşünce yazısında, başvurucunun özlük ve sicil dosyaları ile davaya konu ayırma işlemine esas belgelerin incelenmesi neticesinde ayırma işleminin sebep unsuru itibarıyla hukuka uygun olduğu ancak davada uygulanacak kural olan 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa'nın , , ve maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali için itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiği, söz konusu düzenlemenin iptaline karar verilmesi hâlinde hukuka aykırı hâle gelecek olması nedeniyle başvurucu hakkındaki işlemin de iptaline karar verilmesi aksi durumda dava konusu işlemin iptali talebinin reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 2/7/2014 tarihli ve E.2014/32, K.2014/712 sayılı kararı ile AYİM Başsavcılığı tarafından ileri sürülen Anayasa'ya aykırılık iddiası öncelikle görüşülerek reddedilmiştir. Dava konusu edilen ayırma işleminin iptali talebi de anılan karar gereğince reddedilmiştir. Kararda, 18/1/2013 tarihinde ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar ettiği, başvurucu dışında ifadesine başvurulan diğer askerî personelin de anlatımlarında başvurucunun ahlaka aykırı davranışlarına yer verdiği ve başvurucunun cinsel yaşamına ilişkin ayrıntıları aktardığı, başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı ve TSK'nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu tarafından AYİM Birinci Dairesine sunulan 22/7/2014 tarihli dilekçede İnternet ortamında yayımlanan ses kayıtlarından yola çıkılarak Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı görevlilerince alınan ve ayırma işlemine dayanak olarak kabul edilen 18/1/2013 tarihli ifadeden başka dava dosyası içeriğinde hiçbir delilin bulunmadığı, söz konusu ifade alma işlemi esnasında başvurucunun avukat yardımı almasının engellendiği, ifade tutanaklarının önceden hazırlanarak başvurucuya zorla imzalatıldığı, ifade alma işleminin hukuka aykırı şekilde gerçekleştirildiği, soyut iddialar dışında herhangi bir delil bulunmamasına rağmen ayırma işleminin tesis edildiği belirtilerek hukuka aykırı şekilde verilen ret kararının düzeltilmesi talep edilmiştir. Söz konusu karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 11/11/2014 tarihli ve E.2014/1192, K.2014/973 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 1/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 31/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 5/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucu hakkında ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine 25/7/2016 tarihinde sunulan söz konusu belgelerin incelenmesinden Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde 18/1/2013 tarihinde başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, İnternet ortamında sosyal paylaşım sitelerinden hangilerine üyeliklerinin bulunduğu, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, bu kadınların TSK hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir girişimlerinin olup olmadığı, kendisine dinletilen söz konusu ses kayıtları hakkında neler bildiği, bu kayıtların içeriğinin doğru olup olmadığı, eş cinsel şahıslarla cinsel birliktelikler yaşayıp yaşamadığı hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışındaki kişilerin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği görülmüştür. Ayrıca İnternet ortamında yayımlanan ve ayırma işlemine dayanak olarak gösterilen ses kayıtları hakkında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından başlatılan adli soruşturma kapsamında başvurucunun şüpheli olarak ifadesinin alındığı, başvurucunun ses kaydında adı geçen askerî birlikte yalnızca birkaç nöbet faaliyetinde görev yaptığını beyan ederek birlik içine getirdiği hayat kadını ile cinsel birliktelik yaşadığına ilişkin iddiayı kabul etmediği, aynı şekilde eş cinsel bir bireyin emri altındaki askerlerle birliktelik yaşamalarına olanak sağladığına ve izin verdiğine yönelik hakkındaki iddiayı reddettiği, adı geçen askerî birlikte görev yapan askerlerin tanık sıfatıyla ifadelerine başvurulmasına rağmen ses kaydında geçen olayların doğrulanamadığı, soruşturma konusu olayın gerçek olduğunun delillerle ortaya konulamadığı, ses kaydının şüphelilerle ilişkilendirilemediği ve hukuki vasıflandırmaya konu olabilecek suç teşkil eden bir olay bulunmadığı gerekçesiyle Askerî Savcılığın 19/12/2013 tarihli ve E.2013/115, K.2013/92 sayılı kararıyla başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem” kenar başlıklı maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası şöyledir: “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma: Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. "Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.” Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır: a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,b.Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi, c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması, ... e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması, ...” Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması: Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler. ... Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır... Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır. b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması: Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar... Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.” 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir. Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 6413 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kurulu bulunan disiplin mahkemeleri, 49 uncu maddede öngörülen yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar disiplin kurulu olarak bu Kanun hükümlerine göre faaliyetlerine devam eder. Söz konusu yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar 926 sayılı Kanunun, bu Kanunun 45 inci maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: …(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20559 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, nezarethanede tutma koşullarının yetersizliği nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) yürüttüğü FETÖ/PDY soruşturması kapsamında 19/10/2016 tarihinde Balıkesir İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince yakalanmış ve aynı gün Ankara'ya getirilerek Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü (KOM) nezarethanesine yerleştirilmiştir. Başvurucu, tutuklamaya sevk edilmesi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) gönderilmiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2018 tarihli kararıyla tahliye edilmiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuş, yürütülen soruşturma sonucunda 13/2/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucu bu karara 9/3/2017 tarihli dilekçesiyle itirazda bulunmuş, 14/8/2017 tarihinde ise itirazının akıbetini Cumhuriyet Başsavcılığından sormuştur. Başvurucu, itirazı hususunda verilen bir kararın henüz kendisine ulaşmadığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, Nebahat Baysal Gül (B. No: 2016/14634, 28/5/2019, §§ 11-14) kararında İlgili Hukuk bölümüne detaylı şekilde yer vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/35379 | Başvuru, nezarethanede tutma koşullarının yetersizliği nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankadan kullanılan krediyi ödemeyen kefil şirketin kamu alacağına dönüşen borcundan kanuni temsilcinin sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/7/2014 tarihinde ölen Y.T.nin kanuni mirasçısıdır. Y.T. 5/4/1999 tarihinde P. Anonim Şirketinin (Şirket) Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiş, istifası 20/9/2000 tarihinde Yönetim Kurulunca kabul edilmiş, Y.T.nin yerine yeni bir Yönetim Kurulu üyesi seçildiğine ilişkin karar 21/11/2000 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlanmıştır. Şirket, K. Anonim Şirketi ile Egebank (Banka) arasında akdedilen genel kredi sözleşmesine kefil olmuştur. Banka tarafından K. Anonim Şirketi adına 29/11/1999 tarihinde 000 TL tutarlı teminat mektubu düzenlenmiştir. Genel kredi sözleşmesi uyarınca Şirket teminat mektubuna da kefil olmuştur. Teminat mektubunun 800 TL'lik kısmı 31/10/2000 tarihinde tazmin edilmiştir. Banka tarafından 1/11/2000 tarihli kat ihbarnamesiyle K. Anonim Şirketi ile müşterek ve müteselsil borçlu Şirketten 800 TL'nin ödenmesini, teminat mektubunun geri kalan kısmı olan 200 TL'nin de Bankaya depo edilmesini istemiştir. Ancak asıl borçlu veya kefil tarafından ödeme yapılmamıştır. Bankanın Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu (TMSF) bünyesine alınmasıyla alacakları kamu alacağına dönüşmüştür. Söz konusu şirketler aleyhine başlatılan takiplerin sonuçsuz kalması üzerine TMSF anılan şirketlerin kanuni temsilcileri ile bunların mirasçıları aleyhine 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un mükerrer maddesi uyarınca takibat başlatmıştır. Bu bağlamda Y.T.nin mirasçısı olan başvurucu adına 28/3/2017 tarihli ödemeye çağrı mektubu düzenlenmiştir. Başvurucu, bu işlemin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 8/9/2017 tarihinde ödemeye çağrı mektubunun iptaline karar vermiştir. Karara yönelik istinaf talebi Bölge İdare Mahkemesi tarafından 19/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesi (Daire) 8/5/2018 tarihinde Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararına uyan Bölge İdare Mahkemesi 10/2/2019 tarihinde istinaf istemini kabul ederek İstanbul İdare Mahkemesinin 8/9/2017 tarihli iptal kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararı Dairenin 12/6/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. Bu arada TMSF 900 TL'nin tazmini için başvurucu adına 6183 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 11/5/2017 tarihinde ödeme emri düzenlemiştir. Başvurucu, ödeme emrinin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 28/11/2017 tarihinde ödeme emrinin de iptaline karar vermiştir. Karara yönelik istinaf istemi Bölge İdare Mahkemesinin 4/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ancak Daire 17/10/2018 tarihinde Bölge İdare Mahkemesinin istinaf isteminin reddine ilişkin 4/4/2018 tarihli kararını bozmuştur. Bozma kararına uyan Bölge İdare Mahkemesi 12/2/2019 tarihinde istinaf istemini kabul ederek İdare Mahkemesinin 28/11/2017 tarihli iptal kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Bu karara yönelik temyiz istemi Dairenin 12/6/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 17/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 16/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 20/12/2022 tarihli dilekçeyle bireysel başvurudan feragat ettiğini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28364 | Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankadan kullanılan krediyi ödemeyen kefil şirketin kamu alacağına dönüşen borcundan kanuni temsilcinin sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, basın açıklamasına yapılan polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçsuz kalmasının işkence ve kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Gezi Parkı olaylarında yaralanan Berkin Elvan'ın tedavi gördüğü hastanede vefat etmesi üzerine çeşitli sivil toplum örgütleri, siyasi parti, dernek, oda, sendika ve öğrenci grupları basın açıklaması yapmak üzere 12/3/2014 tarihinde Ankara Kızılay Güvenpark'ta toplanma çağrısı yapmıştır. Bu kapsamda 1967 doğumlu olan başvurucu da çağrıya uyarak basın açıklamasına katılmıştır. Başvurucu çok sakin devam eden protesto gösterisi sürecinde polisin herhangi bir açıklama yapmadan katılımcılara müdahale ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 15'te polisin şiddetli müdahalesinin başladığını ve alanda bulunanların şaşkınlık ve panikle kaçmaya başladığını belirtmiştir. Bu esnada Kızılay Meydanı'ndan Maltepe'ye doğru kaçmaya çalışan başvurucunun başına bir gaz fişeği isabet etmesi üzerine başvurucu ambulansla Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırıldırıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu 14/3/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaralanması ile ilgili olarak şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet savcısı başvurucunun aynı gün müşteki sıfatıyla beyanını almıştır. Başvurucu şikâyetinde Berkin Elvan'ın ölümüyle ilgili olarak Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikasının (TÜMBEL-SEN) basın açıklamasına katılmak için Kızılay Güvenpark'a gittiğini ancak polisin müdahalesi nedeniyle başına isabet eden gaz kapsülüyle yaralandığını belirtmiştir. Başvurucu, sorumlu polislerin cezalandırılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/5/2014 tarihli kararı ile kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara yapılan itiraz, Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin 29/8/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 30/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:“(5) Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlâlin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17343 | Başvuru, basın açıklamasına yapılan polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçsuz kalmasının işkence ve kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu kalıplaşmış ifadelerle ve gerekçesiz olarak tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 23/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonu, 25/12/2012 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar vermiştir. Bölüm 12/2/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 15/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 16/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 7/5/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 22/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 11/1/2010 günü 71,465 kg eroin maddesi ele geçirilmesi sonrasında, uyuşturucu madde ticareti yapma veya sağlama, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarıyla ilgili olarak 12/1/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 15/1/2010 tarih ve 2010/12 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucunun da aralarında olduğu 12 sanık hakkında, anılan suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/4/2010 tarihli iddianamesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/5/2010 tarihli tensip kararıyla “tutuklu sanıkların suçu işlediklerine dair haklarında kuvvetli suç şüphesini gösteren bulguların varlığı, sanıkların kaçma şüphesi, delillerin yok edilmesi, gizlenmesi veya değiştirilmesi şüphesinin varlığı, CMK nın 100/ fıkrada sayılan suçun işlendiğine dair şüphe sebeplerinin varlığı dikkate alınarak, CMK 101/ fıkrası gereğince tutukluluk hallerinin devamına” karar verilmiştir. İlk duruşmanın yapıldığı 10/5/2010 tarihi ile altıncı duruşmanın yapıldığı 31/5/2012 tarihleri arasında “tutuklu sanıkların suçu işlediklerine dair haklarında kuvvetli suç şüphesini gösteren bulguların varlığı, sanıkların kaçma şüphesi, delillerin yok edilmesi, gizlenmesi veya değiştirilmesi şüphesinin varlığı, CMK nın 100/ fıkrada sayılan suçun işlendiğine dair şüphe sebeplerinin varlığı dikkate alınarak” tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutuklu olduğu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/97 Esas sayılı dosyasındaki yargılama kapsamında 20/9/2012 tarihli duruşmada “bir kısım sanık ikrarları, olay, arama ve yakalama tutanakları, ekspertiz raporu ve tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular olduğu kabul edilerek, bu durumun kuvvetli suç şüphesinin varlığını devam ettirmesi, AİHM içtihatlarına göre ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve devamı maddeleri hükümlerine göre tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmamasına, sanıkların serbest kalması halinde kaçma şüphesinin sanıkların üzerine atılı suçların ağırlığına göre karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunmasına, Anayasa’nın maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca alternatif koruma tedbirlerinin yetersiz kalacağı” belirtilerek tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/10/2012 tarih ve 2012/731 Değişik İş sayılı kararıyla” tutuklama kararının usul ve yasaya uygun olduğu” belirtilerek itiraz kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 22/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/76 Esas sayılı iddianamesiyle başvurucunun da aralarında olduğu dokuz kişi hakkında birleştirme talebiyle suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçuna ilişkin yeni bir dava açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2012 tarihinde, her iki dava dosyası arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle davaların birleştirilmesine karar vermiştir. Başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık iki yıl on bir aydır tutuklu olan başvurucunun, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 11/12/2012 tarihli duruşmada sağlık durumu ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak tahliyesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 29/1/2014 tarih ve E.2010/97, K.2014/13 sayılı kararıyla, başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olma suçundan 10 ay hapis, uyuşturucu madde nakli ve ticareti yapma suçundan 22 yıl 6 ay hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir. (5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. ...(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/349 | Başvurucu kalıplaşmış ifadelerle ve gerekçesiz olarak tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bunu takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi; Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen ve başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022). Operasyonların gerçekleştirildiği ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 11/2/2016 tarihinde, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) kararına istinaden yapılan uygulama sırasında Cizre'nin Sur Mahallesi, Akdeniz Sokak'ta bulunan ve güvenlik güçleri tarafından S-223 olarak belirtilen binanın kalıntıları arasında birden fazla kadın ve erkek cesedi bulunmuştur. Cesetler cenaze aracıyla Cizre Devlet Hastanesine nakledilmiştir. Cesetlerin bulunmasını takiben Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında olay yerinde fotoğraf, video çekimi gerçekleştirilmiş, işlemler tutanağa bağlanmış, ilgili emniyet birimlerine gereken delillerin toplanması için talimat yazılmıştır. Aynı gün düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre binada birden fazla otomatik tüfek (bazılarının fişek yatağı, şarjörü dolu AK-47/Kalaşnikof marka), birden fazla ateşli silah, el bombası ve roket mermisi, bıçak, otomatik tüfek şarjörü ve fişeği, hücum yeleği tespit edilmiştir. Söz konusu ateşli silahlar, ateşli silah ürünleri ve diğer deliller muhafaza altına alınmıştır. Güvenlik güçlerince tutulan tutanaklarda ilgili bina ve çevresinin operasyonlar sırasında terör örgütü mensuplarınca kullanıldığı, güvenlik güçlerine bu binadan ateş açıldığı ve çatışmaların yaşandığı ifade edilmiştir (detaylı çatışma bilgileri ve olay örgüsü için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri). Olay yerinde, ceplerinde şarjör/fişek olan hücum yeleği ile birlikte bulunan erkek (3 numaralı) cesedi üzerinde ölü muayene işlemleri yapılmış, kesin ölüm nedeninin tespiti için ceset Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiş, ayrıca cesetten biyolojik numune ve parmak izi alınmıştır. 13/2/2016 tarihli otopsi raporunda; ölenin çok sayıda ateşli silah ürünü yaralanmasına bağlı kafatası, kaburga, omurga ve ekstremite kırıkları ile birlikte beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu yaşamını yitirdiği, ayrıca vücuttan ateşli silah mermi çekirdeği çıkarıldığı, daha sonra inceleme yapılabilmesi adına kas ve kemik örnekleri alındığı belirtilmiştir. Olay yerinde bulunan 3 numaralı cesetten alınan parmak izlerinin incelenmesi sonucu düzenlenen 19/2/2016 tarihli ekspertiz raporunda söz konusu cesedin on parmak izindeki örtüşme ile başvurucunun 17/5/1998 doğumlu oğlu İ.İ. olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu Nermiye İverendi ve eşi müşteki sıfatıyla 14/3/2016, 4/11/2016 ve 3/3/2017 tarihlerinde ifade vermiş; ifadelerinde özetle İ.İ.nin sokağa çıkma yasaklarının başladığı dönemde evden ayrıldığını, kendisinden haber alamadıklarını, bir süre sonra öldüğünü öğrendiklerini, daha sonra cenazeyi teslim alıp defnettiklerini, oğullarının terör örgütü ile ilgisi olmadığını beyan etmiştir. Güvenlik güçleri, çatışmaların devam ettiği bölgede yaptıkları araştırma sonucunda olay yerini gören ve kayıt yapan kamuya ya da özel şahıslara ait kamera ile tanık tespit edememiştir. Diğer taraftan 12/4/2016 tarihinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen uzmanlık raporunda İ.İ.nin sağ ve sol ellerinin içi ve dışı ile yanaklarında, kıyafetlerinde ve yanındaki hücum yeleğinde atış artıklarına rastlandığı belirtilmiştir. Soruşturma sürecinde elde edilen bilgilerden İ.İ.nin 2012 yılından başlayarak çeşitli tarihlerde birden fazla olmak üzere çeşitli isnatlardan (terör örgütü propagandası, terör örgütü üyeliği, yol kapama, lastik yakma, molotoflu saldırı vs.) suça sürüklenen çocuk sıfatıyla gözaltına alındığı ve tutuklandığı anlaşılmıştır. Diğer taraftan güvenlik güçleri, yaptıkları internet taramasında terör örgütünü destekleyen yayınlar yapan internet sitelerinde İ.İ.nin terör örgütü mensubu olarak anıldığını belirlemiştir. Soruşturma sürecinde Cumhuriyet savcısı huzurunda yapılan fotoğraftan teşhis uygulamasında (on yedi ayrı uygulama) kimliği belli on üç, gizli dört tanık İ.İ.yi terör örgütü üyesi olarak teşhis etmiştir. Tanıklar beyanlarında özetle İ.İ.yi tanıdıklarını, silahlı çatışmalara girdiğini, silah/molotofkokteyli taşıdığını, barikatlarda nöbet tuttuğunu, örgüt içinde faaliyet gösterdiğini ifade etmiştir. Soruşturma sonunda 25/12/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede özetle elde edilen deliller uyarınca cesedi çok sayıda silah ve diğer terör örgütü mensuplarıyla ve yanında hücum yeleğiyle bulunan İ.İ.nin terör örgütü üyesi olduğunun tespit edildiği, terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında, kanunun/emrin yerine getirilmesi kapsamında gerçekleşen ölümün hukuka uygunluk koşullarını taşıdığı ifade edilmiştir. Söz konusu karara yönelik itiraz, Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 5/4/2018 tarihinde reddedilmiştir. Ret gerekçesinde operasyonların arka planına ve güç kullanımına ilişkin mevzuata dair kapsamlı bir açıklama yapılarak haksız saldırıyı defetmek zorunda olan güvenlik güçlerinin terörist grupla çatışırken terörle mücadele çerçevesinde aldıkları emri yerine getirdikleri sırada, kanunun verdiği yetkiyi kullanarak terör örgütü mensubu olduğu tespit edilen İ.İ.yi orantılı güçle etkisiz hâle getirdiği sonucuna ulaşıldığı ve bu bağlamda Başsavcılık kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, terör olaylarının devam ettiği dönemde 9/2/2016 tarihinde ve soruşturmaya ilişkin nihai hükmü 31/7/2018 tarihinde öğrenmesinin ardından 7/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23552 | Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bunu takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında cevaplanmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Trabzon'da faaliyet gösteren G.. Pazarlama ve Ticaret A.Ş.deki (Şirket) hisselerini 11/9/2002 tarihinde Şirketin diğer ortakları ile üçüncü bir şahsa devretmiştir. Başvurucu 1999 yılından ortaklıktan fiilen ayrıldığı 17/9/2002 tarihine kadarki dönemde Şirkete borç olarak verdiği parayı tahsil edemediğini iddia ederek Şirket aleyhine 14/3/2003 tarihinde Trabzon Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Mahkeme 16/2/2005 tarihli kararında başvurucunun davalı Şirketin ortağı ve yöneticisiyken varılan mutabakat gereği 17/9/2002 tarihinde davalı Şirketle ilişkisini kestiğini, anlaşma gereğince kişisel alacağı da dâhil olmak üzere tüm haklarının kendisine ödendiğini, bunun dışında herhangi bir alacağının kalmadığını, başka alacağı varsa bunun da belge ile kanıtlanması gerektiğini, yargılamada buna ilişkin herhangi bir kayıt ya da belgenin sunulmadığını, davalı vekilinin 500 Amerikan dolarına ilişkin beyanının genel hesaplama bağlamında bir açıklama niteliğinde olduğunu, ikrar ve kabul anlamına gelmediğini belirterek davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2006 tarihli kararında davacı ile gerçek kişiler arasında yapılan devir sözleşmesinin ve bu sözleşme uyarınca davacı tarafından tahsil edilen alacağın dava konusu alacakla ilgisinin bulunmadığı, davacı tarafın Şirket defterlerine dayandığı, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının belgeye dayanmadığı, bu nedenle Şirket defter kayıtlarına itibar edilemeyeceği, Şirket defterlerinin salt başvurucu tarafından tutulduğu belirtilerek itibar edilmemesinin doğru olmadığı, Şirket defterlerinin yönetim kurulunun sorumluluğunda olduğunun gözönüne alınması gerektiği, bu açıdan davacı tarafından ödünç verildiği iddia edilen paraların Şirket yararına sarfedilip edilmediği, Şirket borçlarının karşılanıp karşılanmadığı ya da sarfedilen başka yerler varsa bunların belirlenebilir olup olmadığı ve bu durumların bilançoda görülüp görülmediğinin tespit edilmesi gerektiği ayrıca bilançoda görülüyorsa genel kurulda kabul edilip edilmediği hususların araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden bahisle hüküm bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 18/1/2007 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkemece yapılan yargılamada bilirkişi heyetinden ek rapor aldırılmış, Mahkeme 25/7/2007 tarihli kararındabaşvurucunun davalı Şirketin ortağı ve yöneticisiyken varılan mutabakat gereği 17/9/2002 tarihinde davalı Şirketle ilişkisini tamamen kestiğini, anlaşma gereğince kişisel alacağı da dâhil olmak üzere tüm haklarının kendisine ödendiğini, bunun dışında herhangi bir alacağının kalmadığını, başka alacağı varsa bunun da belge ile kanıtlanması gerektiğini, bilirkişi kurulunun ek raporunda belirtilen 354 TL alacağa ilişkin belgelerin yetkili imza taşımayan geçersiz tahsil ve tediye fişinden ibaret olduğunu, alacağın varlığının başkaca delille ispalanamadığını, 500 Amerikan dolarına ilişkin beyanının genel hesaplama bağlamında bir açıklama niteliğinde olduğunu, ikrar ve kabul anlamına gelmediğini belirterek davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/3/2009 tarihli kararında, Mahkemece bozma ile başvurucu lehine kesinleşen hususların gözetilmesi ve bilirkişi raporuna yapılan itirazın üzerinde yeterince durulması, bozma ilamının gereklerinin tam olarak yerine getirilmesi, denetime elverişli yeni bir bilirkişi kurulu raporu alınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bozma ilamı ile çelişen bilirkişi raporuna itibar edilmesi sonucu eksik inceleme ile karar verilmenin usul ve kanuna aykırı olduğu belirtilerek hüküm bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 10/12/2009 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkemece yapılan yargılama sonucu verilen 11/12/2012 tarihli kararda, alacak talebi konusunun başvurucunun haricen davalı Şirkete verdiği borç para olduğunun uyularak kesinleşen Yargıtay kararı ile sabit hâle geldiği, birden fazla bilirkişi heyetinden rapor ve ek rapor aldırıldığı, alınan raporlardan yalnızca hukukçu bilirkişi Y.R., muhasebeci bilirkişiler A. ve A.nin oluşturduğu heyette iki bilirkişinin alacağın mevcut olduğu yönünde görüş bildirdikleri, diğer tüm bilirkişi rapor ve ek raporlarında alacağın bulunmadığının belirtildiği, son olarak alınan heyet raporunda başvurucunun alacağının başvurucunun Şirketteki hisselerini devrettiği dönemle Şirketten fiilen ayrıldığı dönem arasında görünürde bir alacağın meydana geldiği, Şirket defterlerinin başvurucu tarafından tutulduğu, devri de başvurucunun gerçekleştirdiği, Şirket defterlerinin usulüne uygun tutulmadığı, bu hâliyle tacir aleyhine hüküm teşkil edeceği, bu durumun ileri sürülmesinin kötü niyet oluşturacağı, yine başvurucunun Şirket hisselerine karşılık verilen senetlerin tahsiline kadar başvurucunun herhangi bir alacak iddiasında bulunmadığı hususlarının belirtildiği, son bilirkişi raporunun Mahkemece uygun görüldüğü belirtilerek dava reddedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 4/3/2014 tarihli kararında, Mahkemece yargılamanın bozma kararına uyularak yapıldığı belirtilerek Mahkemenin gerekçesine atıfta bulunmak suretiyle hükmü onamıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 16/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 20/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 19/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18122 | Başvuru, alacak davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında cevaplanmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı sırasında temel hizmetlere ulaşamama, temel ihtiyaçları karşılayamama, bir yakının ölümü nedeniyle duyulan üzüntü ve silahlı çatışma ortamı nedeniyle kötü muamele yasağının ve bu yasakla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının, sokağa çıkma yasağı sırasında eğitime devam edilememe nedeniyle eğitim hakkının, yakının kamusal güç kullanımı neticesi ölmesi ve bu olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular Ekrem Şen ve Nazmiye Şen'in benzer hak ihlali iddialarını ileri sürdükleri 9/12/2020 tarihli ve 2020/17937 numaralı bireysel başvurunun kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle somut başvuru ile birleştirilerek değerlendirilmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayların Arka Planı PKK terör örgütü 12/8/2015 tarihinden itibaren Diyarbakır'ın Sur ilçesinin de dâhil olduğu bazı merkezlerde öz yönetim ilan etmiştir. Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır. Somut başvuruya konu olayların gerçekleştiği yer ve tarihlerde sokağa çıkma yasağı uygulaması devam etmektedir. (anılan olaylar, öz yönetim ilanları ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 67, 346-348). Başvurucuların olay tarihinde 12 yaşında olan yakını H.H.Ş., sokağa çıkma yasağı uygulanmakta olan 12/10/2015 tarihinde ikametgâhının bulunduğu Sur ilçesi Hasırlı Mahallesi yakınlarında ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak hayatını kaybetmiştir. İddiaya göre H.H.Ş.nin ölümü zırhlı polis aracından ateş açılması sonucu başından aldığı yara nedeniyle meydana gelmiştir. B. Geçici Tedbir Uygulanması Talebiyle 31/12/2015 Tarihinde Yapılan 2015/20376 Numaralı Bireysel Başvuru Başvurucular 31/12/2015 tarihinde yaptıkları bireysel başvuruda, sokağa çıkma yasağı ve silahlı çatışma ortamı nedeniyle sağlık hizmetleri başta olmak üzere hemen hemen hiçbir kamu hizmetine erişemediklerini ve temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını iddia etmiştir. Başvurucular ayrıca H.H.Ş.nin vurulmasının ardından sokağa çıkma yasağı nedeniyle cesedin bulunduğu yerden alınamadığını, uzun bir süre olay yerinde kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucular yukarıda belirtilen hak ihlali iddialarına bağlı olarak Sur ilçesinde sokağa çıkma yasağı uygulamasına son verilmesi ve ayrıca bundan sonrası için mülki idare amirliklerinin sokağa çıkma yasağı kararı almalarının ve uygulamalarının engellenmesi yönünde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü 20/1/2016 tarihli ara kararıyla tedbir talebinin reddine karar ermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" Anayasa Mahkemesi, genel olarak mülki amirler tarafından alınan 'sokağa çıkma yasağı' kararlarına ilişkin başvurular kapsamında alınan kararların yürütmesinin tedbiren durdurulması taleplerini yakın tarihlerde reddetmiştir (Mehmet Girasun ve Ömer Elçi (TAK) B. No: 2015/15266, 11/9/2015, § 14; Meral Danış Beştaş (TAK), B. No: 2015/19545, 22/12/2015, § 16). Somut olayın koşulları altında başvurucuların sokağa çıkma yasaklarına ilişkin genel nitelikteki tedbir talepleri hakkında anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır Bununla birlikte bireysel başvurunun niteliği gereği, tedbir talebi sadece başvurucunun şah[s]ına yönelik iddialar yönünden değerlendirilebilir (Meral Danış Beştaş, § 17). Bu nedenle başvurucuların kişisel durumlarıyla ilgili olarak tedbir kararı verilmesinin koşulları bulunup bulunmadığı ayrıca değerlendirilecektir. Somut olayda başvurucular, sokağa çıkma yasağı nedeniyle yaşamlarının tehlike altında olduğunu ve temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını ileri sürmektedirler. Sur Kaymakamlığı, başvurucuların yasak ilan edilen bölgeden ayrılarak başka bir ilçede kiraladıkları evde ikamet ettiklerini, 'sadece evlerine yeni eşya almak' için yardım taleplerinin bulunduğunu ve başvuruculara temel ihtiyaçlarını karşılamaları için toplamda 1900 TL nakdi yardım yapıldığını belirtmiştir. Ayrıca Kaymakamlığın bireysel başvuru yapıldıktan sonra bir kez daha başvuruculara nakdi yardım yapma kararı aldığı anlaşılmaktadır (bkz. § 8). Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden sokağa çıkma yasağı nedeniyle başvurucuların yaşamlarının tehlike altında olduğuna ya da temel ihtiyaçlarının karşılanmadığına dair bir sonuca ulaşılamamıştır. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların yaşamlarına ya da maddi veya manevi bütünlüklerine yönelik derhal tedbir kararı verilmesini gerektirecek nitelikte ciddi bir tehlike altında bulunmadıkları anlaşıldığından bu aşamada tedbir taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir." H.H.Ş.nin Ölümüyle İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) H.H.Ş.nin ölümü nedeniyle derhâl ceza soruşturması başlatmıştır. H.H.Ş.nin cesedi üzerinde yapılan otopsi işlemi sonucunda elde edilen bulgular özetle şöyledir:i. Frontal sol kaş leteralinde 0,8 cm çapında etrafında vurma halkası bulunan ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası tespit edilmiştir.ii. Sağ fronto temporo paryatal bölgede 15x12 cm çapında kemik doku kaybıyla karekterize beyin dokusunun dışarıya protrüde olduğu ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarası tespit edilmiştir.iii. Ölüme neden olan atışın uzak mesafeden yapıldığı belirlenmiştir.iv. Ölümün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kemik kırıklarıyla birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti nedeniyle gerçekleştiği tespit edilmiştir. Soruşturma sürecinde olayı aydınlatmaya yönelik birçok delil toplama işlemi yapılmıştır. Bu kapsamda; i. H.H.Ş.nin anne ve babası olan başvurucular Nazmiye Şen ve Ekrem Şen'in beyanları alınarak H.H.Ş.nin ölümüne neden olan atışı yaptığı iddia edilen zırhlı araçla ilgili teşhis işlemi yaptırılmış, ii. Ölüme neden olan atışı yaptığı iddia edilen zırhlı aracın güvenlik kamerası görüntüleri ve telsiz görüşmeleri tespit edilmiş, ayrıca araçta görevli personelin beyanları alınmış,iii. Olay tarihinde düzenlenen güvenlik operasyonunda görevli olan kolluk görevlilerinin kimliği tespit edilmiş, olayla ilgili 112 Acil Servis aramasını yapan görevlilerin beyanları alınmış, iv. Olay yeri incelemesi yapılarak olay yerinin fotoğrafları ve video kayıtları alınmış, Olay Yeri İnceleme Tutanağı ve olay yeri krokisi tanzim edilmiş, olay yerindeki mermi izleri ve diğer deliller tespit edilmiş, elde edilen deliller üzerinde kriminal inceleme yaptırılmış,v. H.H.Ş.nin cesedini olay yerinden alarak evine teslim eden ve olayı kolluk görevlilerine haber veren tanık Ç.nin beyanı alınmıştır. Belirtilen delillerin toplanmasının ardından Başsavcılık, kolluk görevlisi A.E.nin olası kastla insan öldürme suçundan cezalandırılması talebiyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine hitaben 12/12/2018 tarihli iddianame tanzim etmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"...Soruşturma safahatında [H.H.Ş.] İsimli müteveffanın ... sicil numaralı polis memuru [A.E.nin] eylemi neticesinde öldüğünün belirlenmesi üzerine Diyarbakır İI Emniyet Müdürlüğünden olaya ilişkin tüm kamera kayıtları ile bilgi ve belgelerin bir suretinin Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesinin istenildiği, gönderilen belgeler arasında bulunan Cobra 11 nolu zırhlı araçtaki kamera kaydına ilişkin CD’ nin Cumhuriyet Başsavcılığımızca İzlenmesinde; Olay öncesinde sokak içerisinde vatandaşların ve yaşı küçük çocukların değişik zaman aralıklarında ikametlerine girip çıktıkları, Cobra 11 nolu zırhlı araçta silahçı olarak görev yapan polis memuru [A.E.nin] şahıslara hedef almaksızın ölü noktalara 100-105 metre mesafeden güvenlik atışları yaptığı, eyleminin devamı sırasında [H.H.Ş.nin] duvar kenarında yaralı bir vaziyette yakınları tarafından kaldırılarak götürüldüğünün görüldüğü,...... sicil numaralı şüpheli polis memuru [A.E.nin] PKK/KCK terör örgütü mensuplarının yakalanmasına yönelik olarak Sur ilçesinde yapılmakta olan operasyonda olay tarihinde Yıkıkkaya sokak girişinde Cobra 11 nolu zırhlı araçta silahçı olarak görev yaptığı, sokak içerisine güvenlik amaçlı olarak ölü noktalara 100-105 metre mesafeden birden çok kez değişik aralıklarla atış yaptığı, eylemleri esnasında sokakta küçük çocukların bulunduğu, şüphelinin olayda başkalarının yaralanabileceği veya ölebileceğini öngörmesine rağmen güvenlik atışlarına devam ettiği, eylemi neticesinde trafo arkasında bulunan müteveffa [H.Ş.nin] ölümüne olası kastla sebebiyet verdiği, bu suretle atılı suçu işlemiş olduğu, şüphelinin idari soruşturma kapsamında alınan beyanı, Cobra 11 olarak tabir edilen zırhlı araçtaki kamera kayıtları, telsiz konuşmaları, olay yeri inceleme raporu ve fotoğrafları ile tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır...." Belirtilen iddianame, bazı eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle Cumhuriyet başsavcıvekili tarafından iade edilmiştir. İade işleminin ardından bu kez A.E.nin bilinçli taksirle insan öldürme suçundan cezalandırılması talebiyle Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesine hitaben 14/10/2019 tarihli iddianame tanzim edilmiştir. Bu ikinci iddianame Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesince kabul edilmiş ve ardından anılan Mahkemece 25/10/2019 tarihinde A.E.nin eyleminin olası kastla insan öldürme suçunu oluşturduğu, yargılama yapmakla görevli mahkemenin ağır ceza mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Belirtilen görevsizlik kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Sanığın bilinçli taksirle adam öldürme suçundan cezalandırılması talep edilmiş ise de, sanığın olay günü terör bölgesinde görev yaptığı sırada etrafta bulunan mağdur ve başka şahısları görüp sokak içerisinde ölü noktalara ateş etmesi, atışların yere doğru olması, sokakta görülen insanların ölüp veya yaralanabileceğini ön görmesine rağmen ateş etmeye devam etmiş olması karşısında Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay Ceza Dairelerinin yerleşik kararları da dikkate alınarak sanığın silahla etrafta insanlar bulunduğunu görmesine rağmen rastgele ateş etmiş olması ve bu atışlar neticesinde maktülün ölmesi nedeniyle sanığın eyleminin olası kastla adam öldürme suçunu oluşturduğu, delillerin takdirinin Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu kanaatine varılmış......" Görevsizlik kararı üzerine A.E.nin yargılanmasına Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2019/475 Esas sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 25/9/2020 tarihinde A.E.ye atılı suçun soruşturma izni gerektirdiği gerekçesiyle durma kararı verilmesine ve dava dosyasının soruşturma izni vermeye yetkili kuruma gönderilmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"......mahkememizce isnat olunan suça konu eylemleri sanığın görevini icrası sırasında işlediğinin iddia olunduğu anlaşılmıştır. Bu kapsamda sanık hakkında 5442 sayılı İl idare kanunu Madde göndermesi ile 4483 sayılı kanun gereğince ilgili eylemleri nedeniyle soruşturma izninin kovuşturmamıza konu olayda alınmadan iddianame tanzim edildiği ve mahkememizce bu haliyle kovuşturmaya devam olunduğu anlaşılmakla; soruşturma şartı gerçekleşmeksizin kovuşturma aşamasına geçilmesi ile bu eksikliğin giderilmesi gerektiğinden mahkememizce aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.... CMK nun 223/8 maddesi gereğince DURMA KARARI VERİLMESİNE,..." Başvurucuların yukarıda yer verilen durma kararına yaptıkları itiraz reddedilmiş ve başvurucular bu ret kararının tebliğ edilmesinin ardından 9/12/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. "" kısmında da değinildiği üzere Anayasa Mahkemesince 2020/17937 numara üzerinden incelenen bu bireysel başvurunun kişi ve konu yönünden bağlantı nedeniyle 2015/20376 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilerek değerlendirilmesine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurunun ardından Diyarbakır Valiliğinin 9/2/2021 tarihli ve 2021/12 sayılı kararı ile A.E. hakkında soruşturma izni verilmesine karar verilmesi üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince A.E.nin yargılanmasına 2021/444 Esas sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. İnceleme tarihi itibarıyla A.E. hakkındaki ceza kovuşturması 2021/444 Esas sayılı dosya ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir. Başvurucuların H.H.Ş.nin Ölümü Nedeniyle Uğradıkları Zararların Tazmini Amacıyla Başlattıkları İdari Yargı Süreci Başvurucular 11/3/2016 tarihinde H.H.Ş.nin ölümü nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Anılan Mahkeme 2016/380 Esas numaralı dosyası üzerinden yaptığı yargılamada 21/11/2018 tarihinde verdiği kararla başvurucuların tazminat taleplerini büyük ölçüde kabul ederek başvuruculara toplam 920 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde şu değerlendirmelerde bulunulmuştur:"...... Diyarbakır ili Sur ilçesinde terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında polis panzerinde bulunan polis memuru A.E. nin silahıyla dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu davacılar yakını [H.H.Ş.nin] ölümüne sebep olduğu, yaşanan bu olay nedeniyle davalı idare tarafından da polis memurunun kusurlu bularak disiplin cezası ile tecziye edildiği dikkate alındığında, idarenin kamu hizmetinin işleyişinde hizmet kusurunun bulunduğu, öte yandan olayın gerçekleştiği gün olay yerinin bulunduğu sokakta sokağa çıkma yasağının bulunduğu buna rağmen 12 yaşındaki [H.nin] ekmek almak amacıyla komsularıyla birlikte sokağa gönderildiği, mütevaffanın anne ve babasının çocuk üzerinde gözetim ve bakım yükümlülüğünü yerine getirmediği dikkate alınarak takdiren %15 oranında kusurlu oldukları sonucuna varılmıştır. ..." Belirtilen karara karşı yapılan istinaf başvurusunu inceleyen Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi, 2019/1795 Esas sayılı dosyası üzerinden yaptığı yargılama sonucu 6/12/2019 tarihinde verdiği kararla ilk derece mahkemesi kararının manevi tazminat miktarına ilişkin kısmının başvurucular lehine bozulmasına, başvuruculara 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde şu değerlendirmelerde bulunulmuştur:"...Bu itibarla; davacıların yakını (çocuğu-kardeşi) olan [H.H.Ş.nin] davalı idarenin hizmet kusuru sonucu vefat etmesi nedeniyle yaşadıkları elem ve ızdırap dolayısıyla maruz kaldıkları özel ve olağanüstü nitelikteki manevi zararlarının yukarıda açıklanan kusur sorumluluğu ilkesi gereğince karşılanması gerekmekte olup, bu yönüyle istinafa konu idare mahkemesi kararının gerekçesi yerinde görülmüş ise de, zararın niteliği ve boyutu, zarara yol açan olayın oluş şekli, davacıların iktisadi ve toplumsal durumu ile müteveffaya olan yakınlıkları ve müterafik kusurları birlikte değerlendirildiğinde, idare mahkemesince hükmedilen manevi tazminat miktarının, duyulan üzüntü ve sıkıntıyı kısmen de olsa giderecek düzeyde olmadığı;..." Yukarıda özetlenen idari yargı süreci inceleme tarihi itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir.E. A.E. Hakkındaki Disiplin Soruşturması İdare Mahkemesinin 2016/380 Esas sayılı dosyası kapsamında verdiği 21/11/2018 tarihli kararın gerekçesinden, H.H.Ş.nin ölümüne neden olan atışı yaptığı iddia edilen kolluk görevlisi A.E. hakkında bu eylemi nedeniyle disiplin soruşturması başlatıldığı anlaşılmıştır. Soruşturma sonucunda A.E. silahıyla dikkatsizlik, tedbirsizlik veya ihmal sonucu ölüme sebebiyet vermek suçundan 24 ay uzun süreli durdurma disiplin cezası ile tecziye edilmiştir. İdare Mahkemesi kararına yansıdığı şekliyle A.E.ye verilen disiplin cezasının dayandığı 28/7/2017 tarihli ve (854)17/90 sayılı disiplin soruşturması raporunda özetle şu hususlara yer verilmiştir:1- Disiplin soruşturması raporu, soruşturmacı olarak görevlendirilen Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde görevli Emniyet Müdürü O.Y.nin 21/12/2015 tarihli raporu ile birlikte olay yeri görüntülerine ve olay yeri inceleme raporuna dayanmaktadır.2- 10/10/2015 tarihinde Sur ilçesinin belirli bölgelerinde (Fatihpaşa ve Hasırlı Mahalleleri dâhil) ilan edilen sokağa çıkma yasağı 13/10/2015 günü saat 30'da kaldırılmıştır. Aynı dönemde sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde hendek açma, barikat kurma, silahlı saldırı gibi terör eylemlerinin engellenmesi amacıyla güvenlik operasyonu düzenlenmiştir. Operasyonun üçüncü günü olan 12/10/2015 tarihinde Fatihpaşa Mahallesi civarında Özel Harekât Şube Müdürlüğüne bağlı TİM-1 kodlu kolluk ekibi görev yapmıştır. TİM-1 ekibinin amiri Başpolis İ.G. bölgede Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan ikamet aramalarında çevre güvenliğini sağlamış, bu ekibe bağlı Cobra 11 kodlu zırhlı araç ise Yıkıkkaya Sokak üzerinde görevlendirilmiştir. Cobra 11 kodlu araçta şoför olarak polis memuruF.Ü., silahçı olarak ise polis memuru A.E. görev almıştır. 3- 12/10/2015 tarihinde Fatihpaşa Mahallesi Yıkıkkaya Sokak ile yakın sokaklarda toplumsal olay, hendek kazma, silahlı grup vb. herhangi bir terör eylemi ya da ihbara rastlanmadığına ilişkin olarak Muhabere ve Elektronik Şube Müdürlüğünce tanzim edilen bir tutanak bulunmaktadır.4- 12/10/2015 günü saat 37'de başlayan ve saat 15'te sona eren kamera görüntülerine göre Yıkıkkaya Sokak üzerinde genel görünüm normal olduğu hâlde Cobra 11'den 58’de Arapşeyh Camisi duvarına, saat 37’de Arapşeyh Camisi önünde bulunan yatık vaziyetteki trafoya, saat 25’te Arapşeyh Camisi önünde duran trafoya ve trafonun arkasındaki direğe (üç dört el); saat 31’de Yenikapı girişindeki trafoya ve saat 32’de kırmızı renkli bir evin kapı bitişiğindeki duvar köşesine toplam beş kez ateş edilmiştir.5- Belirtilen atışların yapıldığı sırada çevrede herhangi bir silahlı grup veya eylem görülmemektedir. Yıkıkkaya Sokak üzerinde normalin dışında bir hareketlilik bulunmamaktadır. Kadın ve çocukların, zaman zaman da erkek şahısların ellerinde poşetlerle sokağa çıktıkları görülmektedir.6- Saat 28’de üzerinde beyaz kazak ve gri eşofman olan 11-12 yaşlarında bir kız çocuğu -daha sonra açık kimliği H.H.Ş. olarak tespit edilen- Yenikapı Sokak'tan çıkarak trafo arkasından 97 numaralı binanın önüne doğru gitmiş, 31’de yapılan atış sonrası yere düşmüştür. H.H.Ş. yere düştükten dört dakika sonra bazı kadınlar çocuğu kucaklarına alıp Yenikapı Sokak içine götürmüştür. 7- Saat 31’de Cobra 11'den trafoya ateş açılmasının hemen ardından trafo arkasından yan tarafa bir karaltının düştüğü ve daha sonra bu karaltının H.H.Ş. olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla H.H.Ş.nin Cobra 11’de görevli silahçı polis memuru A.E.nin açtığı ateş sonucu ölmüş olabileceği değerlendirilmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" kenar başlıklı maddesinin (8) numarası fıkrası şöyledir: "Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir. Ancak, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediği anlaşılırsa; gerçekleşmesini beklemek üzere, durma kararı verilir. Bu karara itiraz edilebilir. ." 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (J) bendinin ilgili kısmı şöyledir: "J) (Ek: 23/6/2016-6722/12 md.) Genel kolluk kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini aşan durumlarda terörle mücadele için gerekli olması veya terör eylemlerinin kamu düzenini ciddi şekilde bozması hâlinde, İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine Cumhurbaşkanı kararıyla Türk Silahlı Kuvvetleri görevlendirilebilir. Cumhurbaşkanı kararında; görevin kapsam ve süresi, görev alanı, istihbarat yetkisinin kapsamı, destek silahlarının kullanımına yönelik tahditler, görevlendirilen birliklerin mülki amirler ve genel kolluk kuvvetleri ile ilişkileri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından alınması gereken tedbirler, icra edilecek görevlerin planlanması ve izlenmesi ile gerek görülen diğer hususlar gösterilir. Görevlendirilecek Türk Silahlı Kuvvetleri birliklerinin çapı, teşkilatı, konuşlandırılacağı yerler, emir komuta ilişkileri, kuvvet kaydırılması ve bu kapsamda gerekli görülen diğer hususlar Genelkurmay Başkanlığı tarafından belirlenir....Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin bu fıkra kapsamındaki faaliyetleri askerlik hizmet ve görevlerinden, bu faaliyetler sebebiyle işlendiği iddia edilen suçlar ise askeri suç sayılır. Türk Silahlı Kuvvetleri personeli dışındaki memur ve diğer kamu görevlilerinin bu fıkra kapsamındaki görev ve faaliyetleri sebebiyle işledikleri iddia edilen suçlarla ilgili olarak 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Bu suçlar sebebiyle soruşturma izni verilene kadar yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulamaz. Bu fıkradaki görevler yerine getirilirken, görevin niteliği gereği veya ifası sebebiyle verilen zararlar Devlet tarafından tazmin edilir. Bu fıkra kapsamındaki görevlerin yerine getirilmesi sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri personeli ile mülki idare amirleri, kolluk kuvvetleri ve diğer memurlar ve kamu görevlilerinin kararları, işlemleri ve faaliyetleri sebebiyle (kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dâhil) tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullananlardan; Türk Silahlı Kuvvetleri personeline Millî Savunma Bakanının, mülki idare amirleri ve kolluk kuvvetlerine İçişleri Bakanının, diğer memurlar ve kamu görevlilerine ilgili bakanın uygun bulması şartıyla bir yıl içinde rücu eder.Bu fıkra kapsamındaki görevler yerine getirilirken görevin niteliğinden doğan veya görevle ilgili olmak şartıyla görevin ifası sırasında işlendiği iddia olunan suçlardan dolayı:a) Adli yargının görevine girdiğinden bahisle asker kişiler hakkında soruşturma yapılması; Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları için Cumhurbaşkanının, diğer personel için Millî Savunma Bakanının, Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanı ile bu komutanlıklardaki diğer personel için İçişleri Bakanının iznine tabidir.b) Kanunlardaki özel hükümlerin yetki verdiğinden bahisle Cumhuriyet savcılarınca memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında doğrudan soruşturma yapılması; İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının merkez teşkilatlarında görevli olanlar ile valiler için İçişleri Bakanının, bölge veya ilde görevli olanlar ile kaymakamlar için valinin, ilçede görevli olanlar için kaymakamın iznine tabidir...." Kolluk kuvvetlerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölüm olaylarıyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk kuralları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı için ayrıca bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri ([GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 208-251), Edip Cömert ve diğerleri (B. No: 2020/10681, 16/6/2022, §§ 43-71). | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20376 | Başvuru, sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı sırasında temel hizmetlere ulaşamama, temel ihtiyaçları karşılayamama, bir yakının ölümü nedeniyle duyulan üzüntü ve silahlı çatışma ortamı nedeniyle kötü muamele yasağının ve bu yasakla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının, sokağa çıkma yasağı sırasında eğitime devam edilememe nedeniyle eğitim hakkının, yakının kamusal güç kullanımı neticesi ölmesi ve bu olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında talebin daha sonra artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi 29/3/2003 tarihinde aracını tamir ettirmek için davalıya ait işyerine götürmüş, tamiri esnasında kaldırılan aracın üzerine düşmesi neticesinde muris vefat etmiş, bunun üzerine başvurucular tedbirsiz davranan davalı işyeri sahibinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucular aynı zamanda Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde 3/11/2003 tarihinde davalılar aleyhine açtıkları davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. İşyeri sahibi davalı sanık hakkında Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin E.2003/585 sayılı dosyasında açılan ceza davası 4/10/2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşme kararı ile sonuçlanmıştır. Başvurucuların Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/853 sayılı dosyasında açtıkları tazminat davasında Mahkeme 8/5/2012 tarihine kadar ceza davasının bekletici mesele yapılmasına karar vermiş, 8/5/2012 tarihli duruşmada sanık hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düştüğü, böylece kararın kesinleştiği tespiti yaptıktan sonra maddi tazminatın hesabı yönünden bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar vermiştir. Mahkemeye sunulan 28/3/2013 tarihli bilirkişi raporunda başvurucuların destekten yoksun kalma zararları toplam 815,04 TL olarak hesaplanmış, başvurucular 13/5/2013 tarihli ıslah dilekçesi ile destekten yoksun kalma tazminatı taleplerini 815,04 TL olarak artırmıştır. Davalı taraf, artırılan maddi tazminat talebi yönünden zamanaşımı defini ileri sürmüştür. Mahkeme 1/10/2013 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuların ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında başvurucu Sevim Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın, başvurucu Arzu Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın 29/3/2003 olay tarihinden işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile başvuruculara ödenmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine hükmetmiştir. Anılan karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 12/3/2015 tarihli kararıyla mahkeme kararı bozulmuş olup karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...1)Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Davacılar vekili, dava dilekçesinde; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, murisin eşi Sevim Tekbıyıkoğlu için 500,00 TL maddi, kızı Arzum Tekbıyıkoğlu için 500,00 TL maddi tazminat talebinde bulunmuş, 2013 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat taleplerini davacı Sevim için 139,04 TL'ye, davacı Arzum için 676,00 TL'ye yükseltmiştir. Davalı vekili, ıslah dilekçesine karşı, ıslah edilen taleplerin zamanaşımına uğradığını belirterek, reddini talep etmiştir. Mahkemece; olayın, 2003 tarihinde gerçekleştiği, murisin bu tarihte vefat ettiği, zararın da bu tarihte gerçekleştiği, davacıların davasını zararın gerçekleşmesinden ve öğrenmesinden 10 yıl geçtikten sonra ıslah ettiği gerekçesiyle; ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Bilindiği gibi, 'belirsiz alacak davası' 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda düzenlenmediği halde 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (m.107) ile düzenlenmiş bir dava çeşididir.Belirsiz alacak davası, hukukî niteliği itibariyle bir eda davasıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için, davacının dava açacağı miktarı ya da değeri, tam ve kesin olarak gerçekten belirleyebilmesinin imkânsız olması ya da bunun kendisinden beklenememesi gerekir. Davacı açılacak davanın miktarını tam ve kesin olarak biliyorsa, yahut bunu bilebilecek durumda ise, belirsiz alacak davası açılamaz.(Prof.Dr. Ejder Yılmaz Bankacılar Dergisi Mart 2012 Sayı 80 sayfa 83 vd)Öte yandan, usul kurallarının yürürlüğe girdikten sonra halen devam etmekte olan davalara da uygulanması gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, davanın, HMK.nın yürürlük tarihinden önce veya sonra açılmış olmasının bir önemi yoktur.Belirsiz alacak davasının açılmasının sonuçlarından biri de, zamanaşımının kesilmesidir. (BK m.133/2). Yargıtay'ın bu güne kadar ki uygulamalarına göre zamanaşımı kesilmesi, dava dilekçesinde talep edilen miktarla sınırlıdır ve dava edilmeyen kısım için zamanaşımı kesilmez. Ne var ki, bu kuralı HMK m.107 ile hukukumuza yeni giren belirsiz alacak davası bakımından uygulayabilmek mümkün değildir. Aksinin kabulü, belirsiz alacak davasının kanun koyucu tarafından usul kanununda düzenlenmesine rağmen (daha başlangıçtan) reddi anlamına gelir. Belirsiz alacak davasında, kısmî alacak davasından farklı olarak, dava sırasında belirli hale gelen alacağın davaya sokulmasına izin verdiğinden, geçici talep sonucu ile açılan belirsiz alacak davasında, ileride belirli hale gelecek olan alacağın tamamı için zamanaşımı kesilmesi sonucunu ortaya çıkarır. Asgari miktar belirtilerek açılan belirsiz alacak davasında mahkemece yapılan araştırma esnasında alacağın miktarının veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına (m.141, 319) tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir. Yapılan bu arttırım zamanaşımına tabi değildir.6100 sayılı HMK ile HUMK'nu yürürlükten kaldırmış, HMK.nın maddesi ile belirsiz alacak davası olarak bir dava çeşidi hukuk hayatımıza girmiştir. Eldeki dava, belirsiz alacak davasıdır. Kısmi dava değildir. Usul hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesi ilkesi sebebi ile, HMK.'nın 107'nci maddesi bu dava bakımından da uygulanır. Davanın taraflarının yada Hakimin davanın başlangıcında gerçek zararı hesap etmesi mümkün değildir. Başka bir anlatımla davadaki alacak likit değildir. Gerçek alacak miktarı bilirkişi raporu ile belirlenmiştir. Bu nedenle, ıslahla arttırılan miktar zamanaşımına tabi değildir.Davacıların, olay nedeniyle, maddi zararlarının hesap edildiği 2013 tarihli bilirkişi raporu; davacı vekiline 2013 tarihli celsede tebliğ edilmiş, davacı vekili tarafından maddi tazminat talepleri 2013 tarihinde ıslah edilmiştir. Zararın miktarının öğrenilmesinden itibaren davacı tarafça dava ıslah edildiğinden, ıslah talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 2)Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesindeki davaya etkisini düzenleyen Borçlar Kanunu’nun maddesi hükmünde, 'Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin failinin temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için, ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir.Bundan başka, ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.' denilmektedir. Aynı düzenleme, yeni Türk Borçlar Kanununun maddesi hükmünde de; 'Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.' şeklinde önceki kanuna paralel şekilde düzenlenmiştir.Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Öğreti ve uygulamada hukuk hakiminin, maddi olaylara ve özellikle fiilin hukuka aykırılığına ilişkin olarak ceza hakimi tarafından yapılan tespitlerle bağlıdır. Hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararındaki maddi olgularla bağlılığının ölçüsü; beraat kararında suçun sanık tarafından işlenip işlenmediğinin kesin olarak, delilleriyle tespit edilip edilmediğidir. Ceza mahkemesinin, kusurun ve zarar miktarının takdiri hususundaki kararı, yani, fiilin işlendiği sabit olduğu halde, kusurluluğa ya da kusursuzluğa ilişkin saptaması, hukuk hakimini bağlamaz. Hukuk hakimi, ceza mahkemesinin kusura ilişkin değerlendirmesiyle ve buna etkili tespit edilen olgularla bağlı kalmaksızın, taraflarca ileri sürülen delilleri toplayıp, tümünü birlikte değerlendirerek bir sonuca varmalıdır. Başka bir deyişle, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. Ancak, bu bağlayıcılık ve kesin delil niteliği ceza davasında yargılanan kişi yönünden söz konusudur. Ceza mahkemesinde sanık olarak yargılanan kişi dışında başkaları hakkında açılan hukuk davasında bu kurallar uygulanamaz.Somut olaya gelince, Ceza dosyasında iş güvenliği uzmanlarından oluşan bilirkişi kurulundan alınan 2004 tarihli kusur raporunun hüküm kurmaya yeterli olduğu gerekçesiyle yeniden kusur yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılmamış buna istinaden maddi tazminat miktarları belirlenmiş, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar ve bahsi geçen kanun hükümleri çerçevesinde ceza dosyasında verilen kusur raporu ile bağlı olunmadığı dikkate alınmamıştır.Aynı zamanda, bilirkişi raporunu hazırlarken, raporun dayanağı olan somut ve özel nedenleri bilimsel verilere uygun olarak göstermek zorundadır. HMK'nın maddesine göre: bilirkişi raporu Yargıtay denetimine de elverişli olacak şekilde bilgi ve belgeye dayanan gerekçe ihtiva etmelidir. Ancak, bu şekilde hazırlanmış raporun denetimi mümkün olup, hüküm kurmaya dayanak yapılabilir. Ceza dosyasında alınan kusur raporu doğrultusunda, maddi tazminat hesabının yapıldığı bilirkişi raporu Yargıtay denetimine elverişli değildir.Hal böyle olunca, mahkemece; tarafların kusurunun belirlenmesi hususunda, konusunda uzman 3 kişilik bilirkişi kurulundan rapor alınarak bu rapor doğrultusunda Yargıtay ve taraf denetimine elverişli maddi tazminat hesabı konusunda rapor alınıp tüm deliller birlikte değerlendirilmek sureti ile hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde hüküm tesisi de doğru görülmemiştir..." Başvurucular ve davalı, karar düzeltme talebinde bulunmuş; Daire 3/5/2016 tarihli kararıyla 12/3/2015 tarihli kararını kaldırılmış ve mahkeme kararı bozulmak suretiyle yeniden karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair karar düzeltme istemi yerinde olmadığından REDDİNE,Davalı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine yeniden yapılan incelemede ise; karar düzeltmeye konu uyuşmazlık, davacının ıslahla artırdığı miktar yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği ve açılan davanın belirsiz alacak davası mı, ya da kısmi dava mı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacının aynı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağının ve hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek, açtığı davaya kısmi dava denir. Bir kimsenin kısmi dava açıp açmadığı ancak dava dilekçesinden, davacının talep sonucundan anlaşılır. Davacı vekili dava dilekçesinde; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla maddi ve manevi zararının tazminini istemiştir. Dava dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacı tarafından kısmi dava açıldığı anlaşılmaktadır.Kısmi dava açılması halinde davaya konu edilmeyen kısmın ayrı bir dava ile talep edilmesi veya aynı davada ıslah yoluyla dava konusuna dahil edilmesi mümkündür. Bir davanın açılması halinde zamanaşımı kesilir. Ancak, kesilen zamanaşımı kesilme tarihinden başlayarak yeniden başlar. Dava ile kesilmiş zamanaşımı, davanın devamı süresince taraflardan birinin yargılamaya ilişkin her bir işleminden ve hakimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar. Kısmi dava açılması halinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir.Tüm bu bilgiler ışığında, somut olay irdelendiğinde; davacının 2003 tarihinde gerçekleşen haksız eylem nedeniyle davalı aleyhinde 2003 tarihinde fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak maddi ve manevi tazminat davası açtığı, 2013 tarihli bilirkişi raporunun tebliği üzerine, 2013 tarihinde davayı kısmen ıslah ettiği ve ıslah talebine karşı da davalı vekili süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur. Dava açılmakla, fazlaya ilişkin haklar yönünden zamanaşımı kesilmediğinden, kısmi ıslaha karşı da zamanaşımı definin yerinde olduğu ve fiilin işlendiği tarihten itibaren 6098 sayılı TBK.'nun mad.(eski BK.60/mad.) gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinin ıslah dilekçesinin verildiği tarih itibariyle dolduğu ve bu nedenle de, yerel mahkemenin ıslahla ilgili talebinin zamanaşımı nedeni ile reddine ilişkin kararın yerinde olduğu anlaşılmıştır..." Mahkeme, bozma kararına uyarak yeniden bilirkişi raporu almış; bilirkişi kurulu 26/12/2016 tarihli raporunda, işyeri sahibi davalının dava konusu kazanın oluşumunda %70, kazaya sebep olan liftin imalatçısı olan davalı H.A.nın kusursuz, müteveffa H.T.nin %30 oranında kusurlu olduğunu tespit etmiş; tazminat yönünden alınan 22/2/2017 tarihli bilirkişi raporunda ise başvurucu Sevim Tekbıyıkoğlu'nun 094,12 TL, başvurucu Arzum Tekbıyıkoğlu'nun 126,21 TL destek tazminatı alacağı olduğu bildirilmiştir. Mahkeme 25/4/2017 tarihli kararında davalı H.A. hakkındaki davanın husumetten reddine, başvurucuların ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine, başvurucu Sevim Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın, diğer başvurucu Arzum Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın 29/3/2003 olay tarihinden işletilecek yasal faizi ile davalıdan alınıp davacılara verilmesine, başvurucuların manevi tazminata ilişkin fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucular ve davalının temyiz ettiği karar, Dairenin 28/5/2018 tarihli kararı ile vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmış; başvurucuların karar düzeltme talebi de Dairenin 19/2/2019 tarihli kararı ile reddedilerek hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar, başvuruculara 9/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 25/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:''İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.'' 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:''lslah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.'' Karar tarihinde yürürlükte bulunan 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesi şöyledir:"Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir." Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Zamanaşımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9097 | Başvuru, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında talebin daha sonra artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Bir kişinin kasten öldürülmesine ilişkin ceza muhakemesinin makul ivedilikle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Aksaray'da yaşamaktadır. Başvurucu Feraşet Döngel'in eşi, diğer başvurucuların babası, 1958 doğumlu İ. 27/7/2009 tarihinde silahlı bir saldırı sonucu yaşamını yitirmiştir. Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olaya ilişkin resen soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında üç şüpheli tutuklanmış; ikisi 19/2/2010 tarihinde, üçüncüsü ise 24/3/2010 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başsavcılık 27/10/2009 tarihinde, bir şüpheli hakkında maktulü tasarlayarak öldürme, silahla ateş ederek genel güvenliği tehlikeye sokma ile yasak nitelikte silah taşıma; iki şüpheli hakkında tasarlayarak öldürme suçuna yardım etme, sonuncu şüpheli hakkında ise suç üstlenme, suç delillerini gizleme ve silahla ateş ederek genel güvenliği tehlikeye sokma suçlarından kamu davası açmıştır. Maktulü tasarlayarak öldürme suçunun şüphelileri akrabadır. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) görülen kamu davasında başvurucuların davaya katılma talepleri kabul edilmiştir. Kovuşturmada sanıklar, aynı müdafinin yardımından yararlanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi 29/11/2011 tarihinde kovuşturmayı sonlandırarak hüküm vermiştir. Mahkeme, maktulü tasarlayarak öldürme suçundan sanık İ.nin eylemini meşru savunma kapsamında gerçekleştirdiği kanaatine vararak beraatine karar vermiştir. Mahkeme, sanığın silahla ateş ederek genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçundan 2 yıl 1 ay hapis, yasak nitelikte silah taşıma suçundan 10 ay hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, maktulü tasarlayarak öldürme suçuna yardım ettikleri iddia edilen iki sanığın beraatine karar vermiştir. Son olarak suç üstlenme ve suç delillerini gizleme suçlarını işlediği iddia edilen sanığın beraatine karar vermiş ancak bu sanığın silahla ateş ederek genel güvenliği kasten tehlikeye soktuğu gerekçesiyle 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılması gerektiği sonucuna varmıştır. Hüküm, haklarında öldürme suçu dışındaki suçlardan mahkûmiyet kararı verilen sanıklar yanında başvurucularca da temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 31/3/2014 tarihinde hükmü bozmuştur. Dairenin bozma gerekçesinde, kasten insan öldürme suçunun failleri olarak yargılanan sanıklardan birinin savunulmasının diğer sanıklar yönünden savunmada zafiyet yarattığı bir durumda sanıklar arasında menfaat uyuşmazlığının bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği, somut olayda da aynı öldürme suçunun failleri olduğu ileri sürülen akraba sanıkların menfaatleri arasında çatışma olduğu dikkate alınmaksızın aynı müdafinin yardımından yararlanmalarının bozma nedeni olarak görüldüğü açıklanmıştır. Daire, bozma nedenine göre hükmün diğer yönlerini incelememiştir. Bozma üzerine kovuşturmayı yeniden yürüten Ağır Ceza Mahkemesi 3/12/2014 tarihinde ikinci kez hüküm vermiştir. Mahkeme, bu kez sanık İ.nin maktulü haksız tahrik altında kasten öldürdüğüne, diğer iki sanığın da söz konusu suça haksız tahrik altında yardım ettiğine kanaat getirerek sanıkların 4 yıl 2 ay ile 12 yıl 6 ay arasında değişen hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, öldürme suçuna katıldığı ileri sürülmeyen diğer sanığın ise suç üstlenme ve suç delillerini gizleme suçlarından mahkûmiyetine karar vermiş ancak bu hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır. Bu hüküm de sanıklar ve başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede dava dosyasının 8/5/2015 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği anlaşılmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/7/2018 tarihinde düzenlenip dava dosyası ile birlikte Daireye gönderilen 2015/173378 numaralı tebliğname, Daire tarafından başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili 3/11/2020 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesi kanalıyla tebliğnameye cevap niteliğinde dilekçe göndermiştir. Başvurucular vekilinin cevap dilekçesi içeriğinden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinde belirlenen cezalarda haksız tahrik hükümleri nedeniyle azami düzeye yakın indirim yapılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasının talep ve mütalaa edildiği anlaşılmıştır. Hüküm, Dairenin 11/1/2021 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular başvuru formunda, olay nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararlarının giderilmesi amacıyla Aksaray Hukuk Mahkemesi nezdinde bir dava açtıklarını belirtmekle birlikte tarihi ve kayıt numarası dâhil davaya ilişkin bilgiye yer vermemiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;...e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,...İfade eder." 5271 sayılı Kanun'un "Ara verme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Ceza Kanununun amacı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir." 5237 sayılı Kanun'un "Yardım etme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1)Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli haller" kenar baslıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten öldürme suçunun;a) Tasarlayarak,...İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13238 | Bir kişinin kasten öldürülmesine ilişkin ceza muhakemesinin makul ivedilikle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltında kötü muameleye maruz kalma ve olumsuz tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsünün hemen akabinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu isnadıyla gözaltına alınmıştır. Başvurucunun gözaltına alınmasını takiben Ankara'daki bir spor salonunda diğer şüphelilerle bir süre tutulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, hâlen hükümlü olarak ceza infaz kurumunda tutulmaktadır. Başvurucu, gözaltında tutulduğu 16/7/2016 ile 21/7/2016 tarihleri arasında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürerek 27/8/2018 tarihinde ilgililer hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) nezdinde suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun gözaltında tutulduğu 16/7/2016 ile 21/7/2016 tarihleri arasında sağlık kurumları tarafından günlük olarak başvurucu hakkında düzenlenen genel adli muayene raporlarında, darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başsavcılık 23/10/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:" ...Yapılan soruşturmada, 15 Temmuz 2016 günü meydana gelen kalkışma sırasında silahlı terör örgütü mensuplarınca Ankara Emniyet Müdürlüğünün bombalandığı, bu sebeple binalarda ağır yıkım ve tahribatların oluştuğu, elektrik hatlarının kesildiği, su ve kanalizasyon şebekelerinde büyük hasarlar meydana geldiği, tüm güvenlik kamera sistemlerinin kullanılmaz hale geldiği, nezarethanelerin zarar gördüğü, bu sebeple gözaltına alınanların çoğunun başka merkezlerde gözaltında tutulduğu,Kolluk görevlilerinin şikayetçiye işkence ettiğine dair soyut iddia dışında bir delilin bulunmadığı, şikayetçinin soyut iddiası dışında dilekçesinde belirtilen iddialar ile ilgili görevliler hakkında kamu davası açmak için yeterli şüphenin olmadığının tüm dosya kapsamı ile anlaşılması karşısında ... " Başvurucunun söz konusu karara ilişkin itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 28/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 22/1/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 14/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasin Akdeniz (2), B. No: 2017/19108, 8/7/2020, §§ 17- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6424 | Başvuru, gözaltında kötü muameleye maruz kalma ve olumsuz tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kesinleşmiş bir mahkeme kararını ortadan kaldıracak şekilde ikinci bir hüküm kurulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvurucu, Çorum Valiliği İl Millî Eğitim Müdürlüğünde (İdare) eğitim denetmeni olarak görev yapmakta iken ilköğretim müfettişlerinin yol giderlerine ilişkin olarak Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) Rehberlik ve Denetim Başkanlığı tarafından yapılan denetim sonucu 12/2/2014 tarihli soruşturma ve inceleme raporu düzenlenmiş; raporda, başvurucuya Eylül 2011-Ağustos 2013 tarihleri arasında belirli dönemlerde yollukların fazla ödendiği tespitine yer verilmiştir. Anılan tespit üzerine İdare 7/4/2014 tarihli işlemi ile başvurucudan yollukların hatalı ödenmesinden kaynaklanan 643,20 TL anaparanın faizi ile birlikte toplam 933,70 TL olarak iade edilmesini istemiştir. Başvurucudan iadesi talep edilen miktarın 951,30 TL'si tahsil edilmiştir. Ayrıca İdare, başvurucu hakkında borç bildirim belgeleri düzenlemiş ve başvurucu tarafından söz konusu belgelere yönelik yapılan itirazı da yazılı olarak reddetmiştir.B. İdari Yargı Süreci Başvurucu, İdarece hakkında tesis edilen yol giderlerine ilişkin borç bildirim işleminin iptali ve tahsil edilen yol gideri tutarlarının tarafına ödenmesi istemiyle Çorum İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmış; İdarenin hatalı olarak yaptığı ödemeyi ancak ödeme tarihinden itibaren dava açma süresi olan altmış gün içinde geri alabileceğini belirterek İdarenin iadeye yönelik işleminin iptal edilmesini istemiştir. İdare Mahkemesi 21/11/2014 tarihinde dava konusu işlemin iptaline, başvurucunun tazminat talebinin kabulüne ve başvurucudan tahsil edilen 951,30 TL'nin davalı İdareden alınarak başvurucuya yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, yerleşik içtihatlara göre İdarenin hatalı ödemeyi ancak ödeme tarihinden itibaren dava açma süresi olan altmış gün içinde geri alabileceği ve İdarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu ifadelerine yer verilmiştir. Karara karşı İdare tarafından yapılan itiraz başvurusu, Kırıkkale Bölge İdare Mahkemesince (Bölge İdare Mahkemesi) 3/2/2015 tarihinde reddedilerek karar onanmıştır. Bu karara karşı yasal süresi içinde karar düzeltme yoluna gidilmediğinden karar 18/2/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Akabinde İdare 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi hükmü mucibince süresi içinde yerel mahkeme kararlarını uygulamış ve tahsil ettiği fazla ödeme konusu yol giderlerini başvurucuya iade etmiştir. Adli Yargı Süreci İdare bu defa, tüzel kişiliği aleyhine haklı bir sebep olmaksızın başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı eğitim denetmenleri aleyhine sebepsiz zenginleştiklerini ileri sürerek 3/3/2016 tarihinde Çorum Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kurum zararı nedeniyle alacak davası açmıştır. Mahkeme 19/12/2017 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vererek fazla ödeme konusu yollukların davalılardan tahsili ile davacı İdareye ödenmesine karar vermiştir.Kararda, dosya kapsamındaki bilirkişi görüşünde de tespit edildiği üzere Mart 2010-Eylül 2012 döneminde her kilometre yol masrafının 2 TL olması gerekirken davalıların 3 TL yol masrafı almış oldukları, Ekim 2012-Ağustos 2013 döneminde her kilometre için uygulanması gereken yol masrafının da 2,33 TL olması gerekirken davalıların her kilometre için 3,85 TL yol masrafı almış oldukları ve İdarenin toplam 460,74 TL fazla yol masrafı ödemiş olduğu gerçeğine vurgu yapılmıştır. Kararda ayrıca İdare Mahkemesince tesis edilen karar öncesi yapılan incelemenin şeklî bir inceleme olduğu saptaması yapılmıştır. Kararda son olarak davalıların haklı bir sebep olmaksızın fazla aldıkları yol masrafı nedeniyle sebepsiz zenginleştikleri ifade edilmiştir. Sonuç olarak kararda mezkûr yargı kararınca tekrar başvurucuya iade edilen 643,20 TL'nin ödeme tarihi olan 30/9/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucudan tahsiline hükmedilmiştir. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 4/4/2018 tarihinde istinaf başvurusunu başvurucu yönünden usulden reddetmiştir. Kararın başvurucuyla ilgili kısmında, başvurucu aleyhine hükmedilen bedelin 110 TL olan istinaf sınırı altında kalması nedeniyle hükmün kendisi yönünden kesin olduğu ve başvurucunun istinaf başvurusunun 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi uyarınca başvuru şartlarını taşımadığı ifadelerine yer verilmiştir. Nihai karar 25/4/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15596 | Başvuru, kesinleşmiş bir mahkeme kararını ortadan kaldıracak şekilde ikinci bir hüküm kurulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aynı suçtan iki defa yargılama yapılıp ceza verilmesi nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının; idari para cezasının iptaline ilişkin başvuru sürecinde hukuk kurallarının ve delillerin değerlendirilmesinde hata yapılarak başvurunun reddine karar verilmesi, itiraz merciinin kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 5 Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Çukurova Elektrik A.Ş. ve Kepez Elektrik A.Ş. isimli şirketlerin Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Başvurucunun Yönetim Kurulu üyeliği yaptığı dönemde Sermaye Piyasası Kurulunun (SPK) 13/1/2005 tarihli kararına aykırı davranmak suretiyle onaylanmamış hisse senetlerinin bastırılıp eskileri ile değiştirildiği, Yönetim Kuruluna üye seçiminin kamuya açıklanmak üzere SPK'ya bildirilmesi gerekirken bunun yapılmadığı gerekçesiyle SPK tarafından başvurucu hakkında 000 TL idari para cezası işlemi uygulanmıştır. Başvurucu tarafından idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuru İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 24/6/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"Kabahatlinin yönetim kurulu üyeliğini yaptığı ÇEAŞ'ın ve Kepez A.Ş.'nin, 2005 tarihinde bir gazetede yayımladığı ilanla ortaklarına, sermayesini temsil eden hisse senetlerinin tamamının tedavülden kaldırılarak hisse senedi değiştirilmesi işlemine başlanılacağını duyurduğu, Sermaye Piyasası Kurulu'nun (Kurul) bahsi geçen şirketlere gönderdiği 2005 tarihli yazılarla pay senedi değişim işlemlerinin durdurulmasını istemesine karşın yazıya ve 2005 tarih ve 2/38 sayılı Kurul kararına aykırı davranarak söz konusu işlemlerin durdurulmadığı, pay birleştirilmesi halinde örnek pay senedinin Kurula gönderilerek inceltilmesi ve bu şekilde ilgili tebliğdeki şekil şartlarına uyulup uyulmadığının denetlemesinin sağlanması gerekirken Kurul tarafından onaylanmamış hisse senetlerin bastırılıp eskileri ile değiştirildiği, yine yönetim kuruluna üye seçiminin kamuya açıklanmak üzere Kurula bildirilmesi gerekirken bunun yapılmadığı,kabahatlinin bu şekilde Kurulca alınan kararlara aykırı hareket ettiği, verilen idari para cezasının uygulanmasında ve hesaplanmasında usul ve Yasaya aykırılık bulunmadığı kanaatine varılarak (...) karar verilmiştir." Başvurucunun itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/8/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15494 | Başvuru, aynı suçtan iki defa yargılama yapılıp ceza verilmesi nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının; idari para cezasının iptaline ilişkin başvuru sürecinde hukuk kurallarının ve delillerin değerlendirilmesinde hata yapılarak başvurunun reddine karar verilmesi, itiraz merciinin kararının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16177 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16000 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16000 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ek karara yönelik temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İ.H.K.nın mirasçıları Ö. ve Ö.S. tarafından başvurucuya karşı Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) muvazaa nedeni ile tapu iptali ve tescili davası açılmıştır. Mahkemenin 27/11/2008 tarihli kararı ile davacıların tapu iptali ve tesciline yönelik davalarının kabulüne, davacıların tazminata ilişkin davalarının ise kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 27/10/2009 tarihli kararı ile Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş, kararın düzeltilmesi istemi de Dairenin 22/3/2010 tarihli kararı ile reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından 22/3/2010 tarihinde kesinleşen mahkeme kararına yönelik tavzih talebinde bulunulması üzerine Mahkemenin 20/6/2011 tarihli kararı ile tavzih isteminin kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin tavzihe yönelik kararı Dairenin 12/4/2016 tarihli ilamıyla hükümde müphem bir hususun bulunmadığı ve tavzih isteğinin reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkemece 4/10/2016 tarihli ek karar ile tavzih talebinin reddine karar verilmiş, ayrıca "Dair, tarafların yokluğundan kararın tebliğinden itibaren 1 ay içerisinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi." şeklinde kanun yoluna başvuru süresi ve şekli taraflara gösterilmiştir. Ek karar 17/2/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 17/3/2017 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Daire 25/4/2017 tarihli karar ile on beş günlük yasal süre geçtikten sonra temyiz isteminde bulunulduğunu belirterek süre aşımı nedeniyle temyiz isteminin reddine hükmetmiştir. Başvurucu tarafından kararın düzeltilmesi isteminde bulunması üzerine Dairenin 4/7/2018 tarihli kararı ile kararın düzeltilmesi isteminin reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir. Daire kararında azınlıkta kalan iki üyenin karşıoy gerekçesinde ise başvurucunun mahkemenin kararında belirttiği süreye uyarak ve bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunduğu, Mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü gözönüne alındığında mahkeme tarafından kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi durumunda kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiş; karar düzeltme talebinin kabulü ile temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek temyiz incelemesinin yapılması gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece 31/7/2018 tarihinde kesinleşme şerhi düzenlenmiştir. Nihai karardan 28/11/2018 tarihinde haberdar olduğunu ileri süren başvurucu 3/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesi şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." 6100 sayılı Kanun’un geçici maddesi gereğince temyize ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam olunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Karar aşağıdaki hususları kapsar:... Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi..." 1086 sayılı mülga Kanun’un maddesinin fıkrası şöyledir:"Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35066 | Başvuru, ek karara yönelik temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucu Hamide Koç'un adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/3258 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16129 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 9/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 9/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16129 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/15381 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, yakınlarının, askerliğini yapmakta iken terhisine bir kaç gün kala nöbet kulübesinde başından vurulmuş olarak bulunduğunu, kendisinin olay öncesinde darba maruz kaldığını, olayla ilgili olarak müteveffanın içerisinde bulunduğu ruh halinin etkisiyle yaşamına kendisinin son verdiği gerekçesiyle Askeri Savcılık tarafından takipsizlik kararı verildiğini belirterek, Anayasa'nın , ve maddelerinde düzenlenen yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmişlerdir. 2013/2782 numaralı başvuru 22/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Aynı başvurucular tarafından yapılan 2013/7086 numaralı başvuru ise 13/9/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde (belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve) başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurular hakkında, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 2013/7086 numaralı bireysel başvuru dosyasının “Konu Yönünden Hukuki İrtibat” nedeniyle 2013/2782 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2013/7086 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2013/2782 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine 27/5/2014 gününde karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 22/7/2013 tarihinde bildirilmiş, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 5/9/2014 tarihinde sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma ve yargılama dosyası içerikleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: i. Başvurucuların Yakının Askerlik Süreci Başvuruculardan ikisinin çocuğu ve diğer ikisinin kardeşi olan Nihat Bakır 8/6/2011 tarihinde son yoklamada askerliğe elverişli bulunarak askere sevk edilmiştir. Bunun üzerine, askerlik hizmetine başlayan Nihat Bakır, 12/8/2011 tarihinde esas birliği olan Kolordu Komutanlığı Topçu Alayı Alay Karargah Bölük Komutanlığına katılmıştır. İlk katılış işlemleri sırasında Nihat Bakır’a danışmanlık kartı, personel bilgi fişi, mülakat formu gibi çeşitli formlar uygulanmıştır. Nihat Bakır bu formlarda herhangi bir probleminden bahsetmemiştir. Bununla birlikte, 15/8/2011 tarihinde Rehberlik ve Danışma Merkezi (RDM) subayı tarafından kendisine uygulanan Psikososyal Risk Faktörü Anketinde daha önce bir kez ilaç içerek intihara teşebbüs ettiğini belirttiği görülmüştür. Ancak, RDM subayına RDM sürecini kapatmak istediğini belirtmiş ve anket formunun arkasına RDM görüşmelerini sonlandırdığını yazmıştır. Bunun üzerine RDM görüşmeleri sonlandırılmıştır. RDM subayı, anket sonuçları hakkında Bölük Komutanına bilgi vermemiştir. RDM uzmanı ile yapılan görüşmesinde kendisine uyuşturucu madde kullanma alışkanlığının olumsuz sonuçlarıyla ilgili gerekli açıklama ve önerilerde bulunulmuştur. Askerlik hizmeti esnasında Nihat Bakır’a cep telefonu bulundurması nedeniyle 3/2/2012 tarihinde 7 gün oda hapsi cezası verilmiştir. Ayrıca, askerlik hizmetini tamamlamasına az bir süre kala bir Uzman Çavuş hakkında küfür ettiği; 24/7/2012 tarihinde de sancak nöbetini kendi adına bir başkasına tutturduğu iddialarıyla hakkında tutanak tutulmuştur. Nihat BAKIR, terhisine 25 gün kalmış iken, 25/7/2012 tarihinde bulunduğu birliğin nöbet kulübesinde başından vurulmuş olarak bulunmuştur. ii. Ceza Soruşturması Süreci Olay hakkında Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı (Askeri Savcılık) tarafından resen soruşturma başlatılmıştır. Ayrıca başvurucular olay hakkında 26/7/2012 tarihinde şikayet dilekçesi sunmuşlardır. Olayın gerçekleştiği gün, olay yeri incelemesinin yapılmasının ardından olay yeri keşif ve soruşturma tespit tutanağı ve olay yeri inceleme raporu düzenlenmiştir. Müteveffa hakkında aynı tarihte Çorlu Asker Hastanesinde genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Ölü muayene işlemi sonrasında bilirkişi doktorun görüşü doğrultusunda kesin ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla cesedin klasik otopsi işleminin yapılması için İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca 30/8/2012 tarih ve BATK.01-02-65753/2471 sayılı Ayrıntılı Otopsi Raporu düzenlenmiştir. Otopsiden ve tetkiklerden elde edilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında:a. Morg İhtisas Dairesinin Acil Toksikoloji Laboratuarının raporuna göre, kanda alkol bulunmadığı, kanda ve idrarda aranan uyutucu, uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, iç organlarda ve midede yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı,b. Biyoloji İhtisas Dairesinin raporuna göre, Nihat BAKIR’a ait olduğu bildirilen anal sürüntü örneğinden hazırlanan yaymanın mikroskobik incelenmesinde sperm hücresi görülmediği, anal sürüntü örneğinin meni içermediği, c. Kişinin vücuduna bir adet ateşli silah mermi çekirdeği isabet etmiş olup müstakilen öldürücü nitelikte olduğu,d. Ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliği cilt, cilt alt bulgularına göre, atışın bitişik atış mesafesinden yapıldığı, e. Cesetten mermi çekirdeği elde edilemediği,f. Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralamasına bağlı kafatası kemik kırıkları ile beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği, anlaşılmaktadır. Yürütülen soruşturma kapsamında Askeri Savcılık tarafından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla müteveffanın anne ve babasının ifadesine başvurulmuş ve olayla ilgili tüm personelin ifadeleri alınmıştır. Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonrası verilen ve başvurucuların tamamına müşteki sıfatıyla yer verildiği görülen 18/10/2012 tarih ve E.2012/755, K. 2012/40 sayılı kararda, bahse konu olay hakkındaki deliller açıklandıktan sonra “… müteveffa Topçu Onb. Nihat Bakır’ın kendisine ait silahı silahlık bölgesinden, arkadaşı (K. A.)’ya ait şarjörü daha öncesinde şoförlüğünü yaptığı aracın içerisinden üzerinde bulunan anahtarla açarak aldığı 4 nolu nöbet kulübesi olarak bilinen kulübeye gittiği, daha sonra silahını çenesinin altına dayayarak 1 el ateş ettiği ve bu şekilde yaşamına son verdiği, olayın meydana gelmesinde herhangi bir dış etkinin olmadığı, müteveffanın içerisinde bulunduğu ruh halinin etkisiyle yaşamına son verdiği, müteveffanın ölümünün meydana gelmesinde herhangi şahsın/şahısların suç teşkil edecek eyleminin mevcut olmadığı ve bu yönde müştekilerin soyut iddiasından başka delil de bulunmadığı” gerekçesiyle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına (KYO) karar verilmiştir. Bu karara 16/11/2012 tarihinde müşteki Rıfat Bakır’ın (avukatı Suzan Sönmez’in) itiraz etmesi üzerine Kor. K.lığı Askeri Mahkemesi (Askeri Mahkeme), 6/12/2012 tarih ve E.2012/1347, K.2012/447 sayılı kararında “… müteveffanın arkadaşı olan bir kısım tanıkların ifadelerinden; müteveffanın, Uzm. Çvş. O. Y. tarafından koğuşta müteveffanın kendisine sinkaflı konuşmasından dolayı darp edildiği, ayrıca olay olduğu günün gecesinde de müteveffanın sancak nöbetini izinsiz başkasına tutturduğunun tespit edildiği, müteveffanın bu sebeplerle askerliğinin uzayacağını düşünerek sıkıntılı olduğu anlaşılmakta(dır.)… (K)endisinin Uzm. Çvş. O. Y.’den özür dilediği, onun da müteveffa hakkında suç dosyası düzenlenmemesi için Bl. K. ile konuştuğu ve kabul gördüğü anlaşılmaktadır. 5’inci Kor. K.lığı As. Savcılığınca… Uzm. Çvş. O. Y. hakkında asta müessir fiil suçundan soruşturma isteminde bulunulduğu da dosya kapsamından sabittir. … Müteveffayı ölüme götüren, görünür sebeplerden birinin Uzm. Çvş. O. Y. ile arasında yaşadığı sorunlar olduğu anlaşılmakta ise de müşteki Rıfat Bakır’ın iddia ettiği gibi günlerce süren bir darp cebirin söz konusu olmadığı tanıkların beyanlarından, ölü harici muayene tutanağından ve otopsi raporundan sabittir. Bu anlamda müteveffanın ölümü ile Uzm. Çvş. O. Y.’nin eylemi arasında illiyet bağı kurmak ve Uzm. Çvş. O. Y.’ye ölüm olayı ile ilgili suç izafe etmek hukuken mümkün değildir. … (M)üteveffanın o geceki nöbetini izinsiz olarak bir başka arkadaşına tutturmuş olması ve bunun tespit edilmiş olması karşısında askerliğinin uzayacağından bahisle sıkıntıya düşmüş olmasında da herhangi bir kimseye izafe edilebilecek bir kusur bulunmamaktadır. Bu anlamda olayın sabahında Bölük K. tarafından içtima sırasında azarlanmış olması da kışla hayatının olağan günlük akışına ve askerlik hayatının özelliğine uygun olup ölüm olayı ile irtibat kurmak hukuken mümkün değildir. Sonuç itibariyle; 5’inci Kor. K.lığı As. Savcılığı’nın 2012/755 esas sayılı soruşturma dosyası içeriğine göre; kovuşturmaya yer olmadığı kararında açıklanan delillerin dosya kapsamıyla uyum arz ettiği, mevcut deliller itibarıyla müteveffa Nihat Bakır’ın soruşturma konusu olayda kendi isteğiyle hayatına son verdiği hususunda bir şüphe bulunmadığı,…” gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucuların (sonraki) vekili Nezahat Paşa Bayraktar, itiraz üzerine verilen söz konusu kararın müvekkile tebliğ edilmediğini, ilgili Mahkemenin telefonla aranması sonucu 10/4/2014 tarihinde bu karardan haberdar olduklarını ifade etmiştir. 11/10/2012 tarihinde başvurucular tarafından ikinci kez Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusu dilekçesiyle, "işlenmiş suçun ortaya çıkarılması ve müvekkilin oğlunun nasıl öldüğünün ortaya çıkarılması için özellikle ve öncelikle, vücut üzerinde... inceleme yapılması..." istemiyle başvuruda bulunulmuştur. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı, 11/10/2012 tarihinde görevsizlik kararı vererek başvuruyu Askeri Savcılığa göndermiştir. Askeri Savcılık başvuru hakkında 18/1/2013 tarihinde 2013/259, K.2013/7 sayılı kararında, olay hakkında verilen ilk KYO kararından sonra yeni bir delil ortaya çıkmadığı için tekrar KYO kararı vermiştir. Bu karara müştekiler tarafından yapılan itiraz üzerine Askeri Savcılık, “…soruşturma dosyasının yasal zorunluluk bulunmadığı halde hiçbir şüpheye mahal kalmaması için E.2012/755, K. 2012/40 sayılı kararımıza kaynaklık teşkil eden soruşturma dosyası ile birlikte, itiraz incelemesi yapılabilmesi için itiraz mercii olan Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderilmesine” karar vermiştir. Askeri Mahkeme, 15/4/2013 tarih ve E.2013/891, K. 2013/385 sayılı kararında "... daha önce verilmiş ve itiraz üzerine kesinleşmiş KYO kararından sonra herhangi bir yeni delil olmadan tamamen teknik nedenlerden dolayı yeni bir soruşturma dosyası gibi esas numarası alan olayla ilgili daha önce hüküm tesis edilmiş olması göz önünde bulundurularak "non bis in idem" (aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz)" evrensel hukuk prensibi uyarınca KYO kararı verilmesinde herhangi bir hukuka ve usule aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmakla..." gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucular, 19/4/2014 tarihinde haberdar olduklarını ifade ettikleri bu karar sonrasında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlar ve başvuruları 22/4/2013 tarih ve 2013/2782 bireysel başvuru numarası ile kaydedilmiştir. 7/1/2013 tarihinde başvurucular tarafından bir kez daha Çorlu Ağır Ceza Mahkemesine "işlenmiş suçun ortaya çıkarılması ve müvekkilin oğlunun nasıl öldüğünün ortaya çıkarılması için özellikle ve öncelikle, vücut üzerinde... inceleme yapılması..." istemiyle başvuruda bulunulmuştur. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği görevsizlik kararı ile dosyayı devralan Askeri Savcılık yukarıda yer verilen gerekçeleri yineleyerek üçüncü kez KYO kararı vermiştir. Başvurucular son olarak yine Çorlu Ağır Ceza Mahkemesine "askeri savcılık sadece ölüm olayı nedeniyle soruşturma başlatmıştır. ... askeri savcılık tanık beyanlarına rağmen (müteveffanın ölümü öncesi kendisine fiili şiddet uyguladığı ileri sürülen komutanı) (O. Y.) hakkında asta müessir fiil ve görevi kötüye kullanma suçları nedeniyle herhangi bir işlem yapmamıştır." içerikli bir başvuru daha sunmuştur. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığının görevsizlik kararı ile dosyayı devralan Askeri Savcılık, 6/6/2013 tarih ve E.2013/636, K.2013/101 sayılı kararında, sunulan dilekçede yeniden soruşturma yürütülmesini gerektirir herhangi bir delil bulunmadığı, ileri sürülen hususların E.2012/755 sayılı dosya kapsamında verilen kararda açıklığa kavuşturulduğu, sadece ölüm olayı ile ilgili soruşturma yapıldığı iddiaları açısından ise“… ölüm olayı ile alakalı olarak çeşitli suçlardan … soruşturma yürütülmüş ve neticeten Yzb. E. A. hakkında … “astın suçu hakkında takibat yapmamak” … Uzm. Çvş. O. Y. hakkında … “asta müessir fiil” suçunu işlediğinden bahisle iddianame düzenlenip dava açılmış, Uzm. Çvş. U. T. hakkında … “nöbet talimatına aykırı hareket etmek” suçunu işlediğinden bahisle … yasal takibatın yapılması sağlanmış, (3 er hakkında) “emre itaatsizlikte ısrar” suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşıldığından “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” verilerek soruşturma neticelendirilmiş ve müştekilere gerekli tebligatlar yapılmıştır.” şeklinde örnekler vererek, iddiaların mesnetsiz olduğundan bahisle ve “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz” gerekçesiyle bir kez daha KYO kararı vermiştir. İtiraz başvurusu üzerine dosyayı inceleyen Askeri Mahkeme, 24/7/2013 tarih ve E.2013/1286, K. 2013/568 sayılı kararında, önceki başvurular hakkında verilen kararlara yer verdikten sonra "aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz evrensel hukuk prensibi uyarınca KYOK verilmesinde herhangi bir hukuka ve usule aykırılık bulunmadığı sonucuna" varıldığını belirterek itirazı reddetmiştir. Söz konusu karar 20/8/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş ve süresi içerisinde ikinci kez Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulmuştur. Yapılan başvuru 13/9/2013 tarih ve 2013/7086 bireysel başvuru numarası ile kayda alınmıştır. Başvurucular, Askeri Savcılıktan aldıkları 6/6/2013 tarih ve E.2013/636, K.2013/101 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan (§ 23), kendilerinin haberi olmaksızın Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesinin E.2013/211, K.2013/78 sayılı kararı ile asta müessir fiilden dolayı Uzman Çavuş O. Y. hakkında dava açıldığı, ilgili uzman çavuşun 25 gün hapis cezası aldığı, ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini öğrendiklerini beyan etmişlerdir. Anayasa Mahkemesinin talebi üzerine, Askeri Savcılığın 30/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu (Uzman Çavuş O. Y.’nin “asta müessir fiil” suçundan yargılandığı) Askeri Mahkemenin 2013/211 esas sayılı dosyasının incelenmesinden, başvurucuların vekili tarafından Uzman Çavuş O.Y.’nin yargılaması kapsamında Askeri Yargıtay Başkanlığına 6/8/2013 tarihinde temyiz dilekçesi sunulduğu, anılan dilekçede başvurucuların; müşteki sıfatıyla davaya dâhil olma imkânı tanınmadan asta müessir fiilden 25 günlük hapis cezası verildiği ancak şartları oluşmamasına rağmen HAGB kararı verildiğini, söz konusu eylemin işkence düzeyinde olduğu ve asta müessir fiil olarak vasıflandırılamayacağını, kendi ifadelerinin alınmadığını, sanıklara taraflarınca soru sorulmasına imkân tanınmadığını ileri sürdükleri anlaşılmıştır. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, söz konusu dilekçeyi itiraz başvurusu olarak değerlendirmiş ve 7/7/2014 ve 2014/612, K.2014/212 Müt. sayılı kararında; itiraz başvurularında incelenecek hususun CMK’nın maddesinde sayılan koşulların mevzu davada gerçekleşip gerçekleşmediği ile ilgili olduğu, müşteki müdafilerinin (diğer) taleplerini inceleme imkanının bulunmadığı, HAGB açısından değinilen koşulların gerçekleşmiş olduğu anlaşıldığından bahisle itirazın reddine karar vermiştir. iii. AYİM’de Açılan Tazminat Davası Süreci Konu hakkında alınan Bakanlık görüşü ve bu görüşe karşı başvurucuların sunduğu karşı beyanlarda, başvurucuların Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yaptıktan sonra, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tazminat davası açtıkları anlaşılmıştır. AYİM’den talep edilen ve 5/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan dava dosyasından anlaşıldığı üzere, Milli Savunma Bakanlığı (idare) aleyhine adli yardım talebiyle 4/7/2013 tarihli dilekçe ile açılan davada başvurucular, 000,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi olmak üzere toplam 000,00 TL tazminat talep etmiştir. Başvurucuların adli yardım talepleri 17/7/2013 tarihli ve 2013/1017 sayılı karar ile kabul edilmiştir. Davalı idare vekili olan avukat tarafından 4/9/2013 tarihinde cevap dilekçesi sunulmuştur. Davacı başvurucular vekili tarafından 23/9/2013 tarihinde cevaba cevap dilekçesi sunulmuştur. AYİM Başsavcılığı, başvurucuların yakınının ölümü olayında davalı idarenin hem hizmet kusuru hem de kusursuz sorumluluk esasına göre tazminat yükümlülüğü bulunduğu yönünde mütalaa sunmuştur. Anılan Başsavcılık düşüncesi, başvurucuların vekiline 2/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ayrıca, davacıların tazminat hak edişlerinin tespiti maksadıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmış olup, bilirkişi raporu 10/4/2014 tarihinde sunulmuştur. AYİM İkinci Dairesinin 2/7/2014 tarih ve E.2013/1017, K.2014/1054 sayılı kararında dava oy çokluğuyla kısmen kabul edilmiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Davaya konu ölüm olayının davacıların yakını Topçu Onbaşı Nihat BAKIR'ın kendisini silahla vurarak intihar etmesi neticesinde meydana geldiği hususunda tereddüt yoktur. Normal koşullarda mahkemenizin yerleşmiş uygulamalarına göre intihar eylemi sonucunda meydana gelen ölüm olaylarında idarenin sorumluluğu, dolayısıyla da tazmin yükümlülüğü söz konusu olmamaktadır. Ancak intihar eyleminin gerçekleşmesine bazı durumlarda idarenin ajanlarının kusurlu davranışları ile katkıda bulundukları, intihar kararının verilmesinde etkili oldukları (Dayak, hakaret, kötü muamele v.s) hallerde, idarenin ölüm olayından sorumlu tutulduğu, hizmet kusurunun varlığı sebebiyle idare aleyhine tazminata hükmedilmesinin gerekliliği de izahtan varestedir.Devlet adına kamu hizmetini yürüten idarenin halin icaplarına ve ihtiyaçlarına göre hizmeti devamlı ve en iyi şekilde topluma arz etmesi hizmeti yürütürken kimsenin zarara uğramaması için gerekli önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi hizmetin kusurlu işlediğinin açık bir delilidir.Davacılar yakını müteveffa Topçu Er Nihat BAKIR hakkında düzenlenen, davalı idare tarafından gönderilen savunma belgeleri içerisinde bulunan 2011 Psikososyal Risk Faktörü Tarama Anketinde yer alan "Şimdiye kadar kendinize zarar vermeye/öldürmeye yönelik herhangi bir teşebbüsünüz oldu mu? Sorusunu "Evet" olarak cevapladığı ve el yazısıyla "(1 sene kadar önce) hap içme" şeklinde cevapladığı, kendisinin RDM görüşmelerine katılmak istemediğini beyan etmesi üzerine RDM danışma sürecine alınmadığı, buna rağmen davacı hakkında psikolojik yönden herhangi bir tedbir alınmadığı(hastaneye gönderme vs.), ölüm olayıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sırasında birlik komutanlığı ve Askeri Savcılık tarafından alınan tanık ifadelerinden olaydan 2 gün önce, yani 2012 Pazartesi tarihinde koğuşta yatakta sigara içerken Uzm.Çvş.Ozan'a sinkaflı küfür ederken Uzm.Çvş.Ozan tarafından duyulması üzerine Uzm.Çvş.Ozan'ın Nihat'ın ranzadan dışarı taşan ayağına vurduğu ve bir de tokat attığı, sonrasında mahkemeye vereceğim dediği, sonrasında Nihat'ın özür dilemesiyle Uzm.Çvş.Ozan'ın şikayetinden vazgeçtiği, Nihat'ın bu durumdan haberinin olmadığı, olaydan önceki gün yani 2012 tarihinde gece Sancak nöbetçisi olduğu halde yerine başka bir arkadaşını gönderdiği, bu durumun nöbetçi subayı tarafından anlaşılması üzerine tutanak tutulduğu, olay günü, yani 2012 tarihinde sabah içtimasında BI.K.vekili tarafından azarlandığı, tüm bu olayların üst üste gelmesinin oluşturduğu psikolojik durumu nedeniyle girdiği bunalım sonucu servis aracının içerisinde sahipsiz bulunan hücum yeleğinden aldığı şarjör ve yine koğuşta silahlık nöbetçisinin olmaması ve silahlığın anahtarının bozuk olması sebebiyle aldığı kendisine ait silah ile Çevre 4 nöbet yerinde intihar ettiği, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde olayda davalı idare ajanlarının kusurlu ve ihmali davranışlarıyla ölüm olayının meydana gelmesine katkıda bulundukları, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, bu sebeple bir miktar tazminat verilmesi gerektiği, ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle müteveffanın da müterafik kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.Maddi tazminat isteminde bulunan davacı baba ve annenin maddi zararlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, resen seçilen bilirkişi tarafından düzenlenerek Mahkememize ibraz edilen 2014 tarihli bilirkişi raporunda; davacı anne Halime BAKIR'ın 632,00 TL., davacı baba Rıfat BAKIR'ın 269,00 TL. maddi tazminat hak edişlerinin mevcut olduğu bildirilmiştir. Davacılar maddi tazminat taleplerini ıslah etmişlerdir.Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davalı idare vekilince, özetle; "bilirkişi raporlarının anlaşılır ve açıklamalara yer verir şekilde düzenlenmesi gerektiği, bilirkişi raporunda yeterli açıklamaların bulunmaması nedeniyle hesaplamaya esas alınan rakamlar ile oranlar hakkında yeterli bir değerlendirme yapma imkanı bulunmadığı, bu itibarla belirtilen hususlarda açıklamaları da içerir bilirkişiden ek bir rapor alınması gerektiği, ayrıca bilirkişi raporunda belirtilen maddi tazminat hak ediş miktarlarının fazla olduğu", şeklindeki gerekçelerle, itiraz edilmiş ise de; yeterince açık, net ve Mahkememizin yerleşik içtihatlarına ve ilmi verilere uygun bulunan bilirkişi raporuna göre ve yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde uygulama yapılmasına karar verilmiş, müteveffanın müterafik kusuru da dikkate alınarak davacı anne ve babaya bir miktar maddi tazminat verilmesi kabul edilmiştirDavacı anne, baba ve kardeşlere yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları ve ömür boyu duyacakları acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir.Açıklanan nedenlerle; Bilirkişi raporu uyarınca ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak davacı anne Halime BAKIR'a 500,00 TL. (YİRMİBİNBEŞYÜZ TÜRK LİRASI), davacı baba Rifat BAKIR'a 000,00 TL.(YİRMİBİRBİN TÜRK LİRASI) MADDİ TAZMİNAT VERİLMESİNE, fazlaya ait istemlerinin REDDİNE, Takdiren ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak davacı anne Halime BAKIR'a ve davacı baba Rifat BAKIR^ayrı ayrı 000,00'er TL.(YEDİBİNER TÜRK LİRASI MANEVİ TAZMİNAT VERİLMESİNE, fazlaya ait istemlerinin REDDİNE, Takdiren ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak davacı kardeşler Sedat BAKIR ve Murat BAKIR'a ayrı ayrı 500,00'er TL.(İKİBİNBEŞYÜZER TÜRK LİRASI MANEVİ TAZMİNAT VERİLMESİNE, fazlaya ait istemlerinin REDDİNE, Hükmedilen maddi tazminat miktarlarına müteveffanın yeniden gelir elde edeceği farz olunan 2012 tarihinden ödeme tarihine kadar yıllık %9 (YÜZDE DOKUZ) YASAL FAİZ YÜRÜTÜLMESİNE,… Hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ayrı ayrı nispi olarak hesap edilen 7145,00 TL. (YEDİBİNYÜZKIRKBEŞ TÜRK LİRASI)(865,00 TL. maddi+ 280,00 TL. manevi) Avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak DAVACILARA VERİLMESİNE, Reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14'üncü maddesi uyarınca, manevi tazminat açısından hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10 ve 12'nci maddeleri dikkate alınarak, nispi olarak ayrı ayrı hesap edilen 444,11 TL. (DOKUZBİNDÖRTYÜZKIRKDÖRT TÜRK LİRASI ONBİR KURUŞ)(164,11 TL. maddi+ 280,00 TL. manevi) avukatlık ücretinin DAVACILARDAN ALINARAK DAVALI İDAREYE VERİLMESİNE, … karar verilmiştir.”B. İlgili Hukuk 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi şöyledir: “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Mahkeme kuruluşu” başlıklı maddesi şöyledir:“ (Değişik: 19/6/2010-6000/1 md.) Askerî mahkemeler, bu Kanunda aksi yazılı olmadıkça üç askeri hakimden kurulur.Askerî mahkeme kurulunda bulunanların en kıdemlisi, mahkeme başkanlığı görevini yapar.” 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “Maduna müessir fiiller yapanların cezası” kenar başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir:“Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelede bulunulmasına müsamaha eden âmir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.” 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun “Bağımsızlık, teminat ve ödevler” başlıklı maddesi şöyledir:“(Mülga: 17/7/1972-1611/2 md.; Yeniden düzenleme: 22/5/2012-6318/39 md.)Askeri hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.Askeri hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.Askeri hakimler, Anayasada belirlenen hakimlik ve savcılık teminatı esasları çerçevesinde adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkelerine göre görev yaparlar.Askeri hakimler azlolunamazlar. Bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması nedeniyle de olsa aylık ve ödeneklerinden ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamazlar ve bu Kanunda belirtilen istisnalar dışında, kendileri istemedikçe altmış yaşını bitirinceye kadar emekliye sevk olunamazlar.Ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçüstü halleri dışında, suç işlediği ileri sürülen askeri hakimler, yakalanamaz, üzerleri, konutları ve araçları aranamaz, sorguya çekilemezler. Ancak durum, derhal Millî Savunma Bakanlığına bildirilir. Bu fıkra hükmüne aykırı hareket edenler hakkında genel hükümlere göre doğrudan doğruya soruşturma ve kovuşturma yapılır.Askeri hakimlere Millî Savunma Bakanlığı tarafından mesleki unvanlarını gösterir kimlik belgesi verilir.” Anayasa Mahkemesinin 7/5/2009 tarih ve E.2005/159, K.2009/62 sayılı kararı şöyledir:“353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinde askerî mahkemelerin iki askerî hâkim ve bir subay üyeden kurulacağı, ancak Genelkurmay Başkanlığı nezdindeki askeri mahkemenin general ve amiralleri yargıladığı zaman üç askerî hâkim ile iki general veya amiralden kurulacağı kurala bağlanmıştır.…Genel olarak hakim bağımsızlığı kavramı ile aynı anlamda kullanılan yargı bağımsızlığı, hâkimlerin kararlarını verirken özgür olmaları, hiçbir dış baskı ve etki altında bulunmamaları, baskı yapılması kadar baskı yapılabilme ihtimalinin de bulunmaması, hâkimin kimseden emir almaması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesi biçiminde tanımlanmaktadır.…Askeri mahkemelerde görevli hâkim üyeler Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından üçlü kararname ile atanırken, 353 sayılı Yasa kurallarına göre subay üyeler, askeri mahkemelerin kurulu olduğu komutanlıklardaki en üst komutan veya askeri kurum amiri tarafından her yılın Aralık ayında o mahkemenin yetkisine giren birlik ve kurum mensupları arasından bir yıl süre ile değiştirilmemek üzere seçilerek görevlendirilmekte, bunların görevlerini yapmalarına sürekli engeller çıktığında ise yerlerine başkaları seçilebilmektedir. Bu üyeler yargılama sürecinde hakim üyelerin sahip oldukları yetkiye sahiptirler.Öte yandan, askeri mahkemelerde görevlendirilen subay üyeler askeri hâkim olmadıkları ve bu görevi asıl görevlerine ek olarak yerine getirdikleri için, bunlara mesleki sicil verilmemekte, yükselmeleri genel kurallara göre yapılmakta ve sicilleri askeri hiyerarşi içerisinde kendi üstleri tarafından düzenlenmektedir.Askeri mahkemelerde bulunan subay üyelerin hiyerarşik düzene bağlı olan görevlendirilme süreci, sicillerinin düzenlenmesi, disiplin cezası verilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda; askeri mahkemelerde görev yaptıkları süre içerisinde de hiyerarşik ilişkinin devam ettiği, bu durumda, hâkim olarak sahip olmaları gereken bağımsızlıklarının meslekten hakim olmadıkça sağlanamayacağı sonucuna varılmıştır.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2782 | Başvurucular, yakınlarının, askerliğini yapmakta iken terhisine bir kaç gün kala nöbet kulübesinde başından vurulmuş olarak bulunduğunu, kendisinin olay öncesinde darba maruz kaldığını, olayla ilgili olarak müteveffanın içerisinde bulunduğu ruh halinin etkisiyle yaşamına kendisinin son verdiği gerekçesiyle Askeri Savcılık tarafından takipsizlik kararı verildiğini belirterek, Anayasa'nın 17. , 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmişlerdir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, murisinin terör olayları nedeniyle yaşamını yitirdiğini belirterek bu sebeple uğradığı maddi zararlarının 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca tazmin edilmesi talebiyle Batman Valiliğine başvurmuştur. Başvurucunun talebi, Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyon Başkanlığının (Komisyon) 6/5/2014 tarihli ve 319 sayılı kararı ile tüm yazışmalara rağmen veraset ilamının ve nüfus bilgilerinin ibraz edilmediği belirtilerek bilgi ve belge eksikliği nedeniyle reddedilmiştir. Söz konusu karar 15/9/2014 tarihinde başvurucu vekili sıfatıyla Av. Ö.A.T.ye tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/5/2014 tarihli Komisyon kararının iptali istemiyle 17/11/2014 tarihinde Batman İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 23/12/2014 tarihli kararıyla davanın süre aşımı yönünden reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun dava açma süresi ve bu sürenin hesaplanmasına ilişkin ilgili hükümlerine atıf yapıldıktan sonra dava konusu edilen 6/5/2014 tarihli kararın başvurucu vekiline 15/9/2014 tarihinde tebliğ edildiği, bu tarihten itibaren altmış gün içinde ve en geç 14/11/2014 (Cuma) tarihine kadar dava açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 17/11/2014 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 16/10/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 28/4/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Daire kararındaki karşıoy gerekçesinde ise Anayasa'nın maddesine aykırı şekilde dava konusu işlemle davacıya hakkını arayabileceği hukuki yolların gösterilmediği ve bu nedenle davanın süresinde kabul edilerek işin esasının incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar 18/7/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış... gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı, (...)Tarihi izleyen günden başlar (...)" Aynı Kanun'un "Sürelerle ilgili genel esaslar" kenar başlıklı maddesinin ve fıkraları şöyledir:" Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar. Tatil günleri sürelere dahildir. Şu kadarki, sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar..." Anılan Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı bendinin ilgili kısımları şöyledir:"Dilekçeler,(...) (...)e) Süre aşımı, (...) Yönlerinden sırasıyla incelenir." Bahsi geçen Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" [] maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin; (...)b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine, (...)Karar verilir." 5233 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13347 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle reddedilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bilgisayar bilgi yönetimi elemanı olarak görev yapmaktayken 20/11/2017 tarihli ve 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye (375 sayılı KHK) eklenen geçici madde kapsamında sürekli işçi kadrosuna atanmak için başvurmuştur. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca başvurucu hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması yapılmamış ve iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali talebiyle 2/5/2018 tarihinde dava açmıştır. Kütahya İdare Mahkemesi 13/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Bu durumda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ile dosya muhteviyatında bulunan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden; davacı hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu yönünde edinilen bilgiler ile Uyap Entegrasyon ekranı üzerinden yapılan sorgulamada, davacının, Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2017/675 numaralı dosyasında şüpheli sıfatıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hakkında adli soruşturma yürütüldüğü görüldüğünden, davalı idarelerce yaptırılan güvenlik soruşturması ve araştırması neticesinde davacı hakkında tesis edilen sürekli işçi kadrosunda istihdam edilmemesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu, karara karşı 2/1/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, hakkında açılan soruşturmanın telefonunun komşusu ile aynı WİFİ (kablosuz bağlantı alanı) üzerinden çalışmasından ve aynı telefonu komşusunun da kullanmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Bu durumun yapılan tahkikat sonucunda anlaşılacağını, soruşturmanın sonuçlanmasının bekletici mesele yapılması gerektiğini ifade etmiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 28/5/2019 tarihinde istinaf başvurusunu reddetmiştir. Karar, temyiz yolu açık olmak üzere verilmiştir. Başvurucu, karara karşı 26/6/2019 tarihinde temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde istinaf dilekçesinde söylediklerini tekrar ettikten sonra masumiyet karinesinin ihlal edildiğini de belirtmiştir. Danıştay Onikinci Dairesi 5/11/2019 tarihinde 6/1/1982 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin yedinci fıkrası uyarınca temyiz talebini reddetmiş; kararda, temyiz başvurusuna konu kararın istinaf incelemesi üzerine kesinleşmesi nedeniyle istinaf incelemesinden geçtikten sonra temyiz incelemesine tabi tutulamayacağını ifade etmiştir. Nihai karar 11/12/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 2/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kütahya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 12/12/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun yapı dâhilinde herhangi bir faaliyetine rastlanmadığı belirtilmiş; kolluk araştırmasında başvurucu hakkında atılı suç yönünde aleyhe bir kayda rastlanmadığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Başvurucunun A. ile ortak WİFİ hattını kullandığı ve bu durumun alınan tanık ifadeleri ile doğrulandığı, başvurucunun Bylock programı kullandığına dair herhangi bir tespitin yapılmadığı hususlarına yer verilen kararda başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunmadığı gözönüne alındığında atılı suçu işlediğine dair, hakkında kamu davası açılmasını haklı gösterecek nitelikte ve yeterlilikte delile ulaşılamadığı belirtilmiştir. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2951 | Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle reddedilmesine dair işleme karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sürekli işçi kadrosuna atanmama işlemine karşı açılan iptal davasında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/27140 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/27140 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 30/6/1989 tarihli ve 20211 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 375 sayılı 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 5434 Sayılı T. Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması, Devlet Memurları ve Diğer Kamu Görevlilerine Memuriyet Taban Aylığı ve Kıdem Aylığı ile Ek Tazminat Ödenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (375 sayılı KHK) uyarınca personel çalıştırılmasına dair hizmet sözleşmesi kapsamında çalıştırılan sürekli işçi kadrolarına atanmak için başvuruda bulunmuştur. Başvurucular hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucuların sürekli işçi kadrosuna geçme talepleri reddedilmiştir. Başvurucular söz konusu idari işlemlere karşı ayrı ayrı iptal davası açmıştır. Dilekçelerinde güvenlik soruşturmalarına ilişkin bilgilere ulaşamadıklarını ve işleme karşı savunma yapamadıklarını belirtmiştir. Savunma dilekçelerinde, başvurucular hakkında güvenlik soruşturması yapılmasının 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bende dayandığı ve hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucular hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda atamasının gerçekleştirilmediği ifade edilmiştir. Ekli tablonun (C) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı bakılan davaları reddetmiştir. Kararların gerekçesinde 24/12/2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesiyle 375 sayılı KHK'ya eklenen geçici ve maddesinden söz edilmiş ve buna göre güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olmanın sürekli işçi kadrosuna geçebilmek için aranan şart hâline getirildiği ifade edilmiştir. Kararda, başvurucular hakkında elde edilen verilerin ara karar ile istenildiği belirtilmiş; verilerin değerlendirmesi neticesinde başvurucuların güvenlik soruşturmasının olumsuz değerlendirilerek atamasının yapılmaması yolunda tesis edilen idari işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Başvurucular, mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf talebi Ankara ve İstanbul Bölge İdare Mahkemelerince kesin olarak reddedilmiştir. Öte yandan ekli tablonun (C) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı ise dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararlarda; başvurucunun kolluk kuvvetleri tarafından aranmadığı, kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerinde ilişiğinin olmadığı, adli sicil kaydının bulunmadığı ve hakkında devam eden herhangi bir tahkikat da olmadığı ifade edilerek salt istihbari bilgi notu nedeniyle arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanamayacağı belirtilmiştir. Anılan kararlara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, mahkeme kararlarını kaldırarak davaları kesin bir şekilde reddetmiştir. Kararların gerekçesinde, başvurucu hakkında elde edilen bilgilerin idarenin takdir yetkisi kapsamında değerlendirilmesi neticesinde kamu hizmetinin güvenli ve sağlıklı yürütülmesinin gereği olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık, aksi yöndeki mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai kararın başvuruculara tebliğ edilmesi üzerine başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Rıdvan Batur, B. No: 2018/17680, 3/12/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27140 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sürekli işçi kadrosuna atanmama işlemine karşı açılan iptal davasında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş mahkemesinde açılan tazminat davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/10/2006 tarihinde Kars Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) açtığı tazminat davasında Türk Telekom A.Ş. bünyesinde 1996-2006 yılları arası dönemde çalışmakta iken verilen bir ay geçici işten çıkarılma cezasının iptali için Kars AsliyeHukukMahkemesinde açtığı davanın kabul edilerek cezanın iptal edildiğini, iptal kararının kesinleştiğini, bu doğrultuda bir aylık geçici işten çıkarma nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararının tazmini ile ödenmeyen ücret ve görev yolluk alacaklarının ödenmesini talep etmiştir. Yargılama kapsamında toplanan delillerin değerlendirilmesi için dava dosyası bilirkişi incelemesine gönderilmiş, bilirkişi tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda başvurucunun munzamzararıispatlayamadığı, kurumaatamasının yapılmasındakendisineödenmesigerekenüçaylıkücrettalebin zamanaşımınauğradığı, 2004yılıTemmuz ve 2005yılıMartaylarında gerçekleşen 10günlükgörevlendirmenin geçicigörev sayılamayacağı bu nedenlegeçicigörevyolluğununyasaldayanağıbulunmadığı ve lehine manevi tazminat ödenmesini gerektirir şartların da oluşmadığı gerekçelerine dayanılarak 27/10/2011 tarihinde davanın reddine hükmedilmiştir. Temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/5/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. Onama ilamı başvurucuya 2/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 14/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12397 | Başvuru, iş mahkemesinde açılan tazminat davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltında tutulma sürecinde kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemler nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçu isnadıyla, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından hakkında yürütülmekte olan soruşturmada 30/5/2018 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başsavcılık tarafından verilen gözaltı ve ek gözaltı kararları ile başvurucu 30/5/2018 ile 13/6/2018 tarihleri arasında Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü bünyesinde bulunan nezarethanede tutulmuştur. Başvurucu, tutulduğu süre boyunca her gün Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinde doktor kontrolünden geçirilmiştir. Söz konusu kontroller sonucu düzenlenen raporların üçü hariç hepsinde başvurucunun vücudunda darp ve cebir izine rastlanmadığı ifade edilmiştir. Farklı içeriğe sahip raporlar 7/6/2018, 8/6/2018 ve 12/6/2018 tarihinde düzenlenen raporlardır. 7/6/2018 tarihli raporda özetle sol göz ile alın arasında şişlik, elde kızarıklık, parmakta yara izi bulunduğu ifade edilmiştir. 7/6/2018 tarihinde başvurucu hakkında ayrıca SMÜ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından da bir rapor düzenlenmiştir. Söz konusu raporda öncelikle başvurucunun darbedildiğini beyan ettiği ve sırtında ağrı şikâyetiyle getirildiği ifade edildikten sonra sağ ön kaburganın ön kısmında hassasiyet, sağ omuz arka kısımda yaygın hiperemik (normalden fazla kanlanma) alan, sağ ve sol flank (böğür) alanda yaygın, çizgi şeklinde, en büyüğü 15 cm olan dermabrazyonlar (sıyrık/soyulma), sol dizde ve sağ dirsekte hiperemi tespit edildiği belirtilmiştir. 8/6/2018 tarihli raporda sol el bileğinde kızarıklık, 12/6/2018 tarihli raporda ise her iki el bileğinde kelepçe izi, sol bacak diz altında 1 cm boyutunda üç yara izi, sağ dirsek çevresinde 1 cm boyutunda yara izi saptandığı ifade edilmiştir. Başvurucu 1/8/2018 tarihli dilekçe ile gözaltında kaldığı süre boyunca fiziksel ve psikolojik olarak kötü muameleye tabi tutulduğuna ilişkin iddialarını detaylarıyla, eylemleri ve kişileri (eşkâliyle) betimleyerek aktarmıştır. Başvurucu; dilekçesinde özetle kendisine ve ailesine hakaret edildiğini, fiziksel ve psikolojik olarak yoğun şekilde şiddete uğradığını belirtmiştir. Başvurucunun anılan dilekçesi üzerine Başsavcılık, ilgili kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sürecinde emniyet birimlerinden kamera kayıtlarını, tutanakları, doktor raporlarını ve olaya ilişkin evrakı talep etmiştir. Emniyet birimleri, nezarethane giriş çıkış tutanaklarını, müdafi görüşmesi evrakını, doktor raporlarını sunmuş ancak kamera kayıtlarının belli periyotlarla otomatik olarak silinmesi nedeniyle ilgili tarihlerdeki kayıtların elde edilemediği yönünde bilgi vermiştir. Başsavcılık 26/11/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun soyut iddiası dışında kötü muameleye maruz kaldığını gösteren delil bulunmadığından yeterli şüphenin oluşmadığını ifade etmiştir. Anılan karara yapılan itiraz 17/1/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 28/2/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 26/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasin Akdeniz (2), B. No: 2017/19108, 8/7/2020, §§ 17- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9329 | Başvuru, gözaltında tutulma sürecinde kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemler nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; mahpusun yetersiz sağlık koşulları nedeniyle rahatsızlanıp ısrarlı taleplerine rağmen tedavisinin yaptırılmaması sonucu ölmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının, kişinin siyasi düşüncesine ve dünya görüşüne istinaden hukuka aykırı bir şekilde tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, nefret söylemlerinin sonucu olarak mahpusun ötekileştirilip ayrımcılığa maruz bırakılmak suretiyle ceza infaz kurumunda kötü muameleye maruz bırakılması nedeniyle kötü muamele yasağı ile bu yasakla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun babası B., Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen yapıya üye olduğu ve terörizme finansman sağladığı iddiasıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen bir soruşturma kapsamında Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince 1/7/2017 tarihinde tutuklanıp aynı gün Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) alınmıştır. Oda yerleşimi için düzenlenen acil risk ihtiyaç raporunda B.nin diyabet ve kalp yetmezliği hastası olduğu belirtilmiştir. Başsavcılık 25/12/2017 tarihinde terörizme finansman sağladığı iddiası yönünden B.nin tahliyesine karar vermiştir. İnfaz Kurumunda görevli üç kişi tarafından oluşturulan 8/2/2018 tarihli tutanağa göre B. aynı gün saat 10 sıralarında tutulduğu koğuştan çıkarılarak Van Ağır Ceza Mahkemesince (Ceza Mahkemesi) yapılan bir yargılamada Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla tanık olarak dinlenmek üzere İnfaz Kurumunun SEGBİS odasına götürülmüş ancak B. duruşmaya SEGBİS aracılığıyla katılmasından beş dakika sonra baygınlık geçirmiştir. Durum, İnfaz Kurumundaki 15 No.lu Aile Sağlığı Merkezindeki görevliler ile 112 Acil Çağrı Merkezine derhâl bildirilmiştir. Cankurtaran saat 45 sıralarında İnfaz Kurumuna gelmiş, yapılan tıbbi müdahale sonrasında B.nin saat 56 sıralarında Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevki sağlanmıştır. Cankurtaran gelinceye kadar sağlık görevlileri ile bir hekim yaklaşık on beş dakika süreyle B.ye tıbbi müdahalede bulunmuştur. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 12/2/2018 tarihli vukuat raporunda, B.nin SEGBİS odasına saat 23 sıralarında alındığı belirtilmiştir. Hastane tarafından düzenlenen genel adli muayene raporunda B.nin cankurtaran ve İnfaz Kurumu görevlilerince yapılan CPR (kardiyopulmoner resüsitasyon, canlandırma) eşliğinde hastaneye ölü olarak getirildiği, yapılan canlandırma işlemine yanıt vermediği ve saat 30 itibarıyla öldüğünün kabul edildiği açıklanmıştır. Ölüm olayı üzerine Başsavcılıkça resen başlatılan soruşturma kapsamında ölü muayenesi ve otopsi işlemi olay günü Cumhuriyet savcısının huzurunda bir adli tıp uzmanınca yapılmıştır. Yapılan işlem sırasında vücut genelinde travmatik bir lezyon görülmemiş, sternum İKA (interkostal aralık) ile bazı sağ ve sol kot midklavikular hatta kırık tespit edilmiş ancak genel iskelet sistemi sağlam bulunmuş, ayrıca toksikolojik ve histopatalojik incelemeler için cesetten bazı iç organ parçaları ile vücut sıvıları örneği alınmıştır. Ölü muayenesi ve otopsi işlemini yapan adli tıp uzmanı, kesin ölüm nedeninin tespiti için toksikolojik ve histopatalojik incelemelerin yapılıp soruşturma dosyasının bu inceleme sonuçları ile birlikte Adli Tıp Kurumu (ATK) Diyarbakır Grup Başkanlığına gönderilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısının talimatına istinaden İnfaz Kurumunda görevli sağlık memurlarından T., S. ve K.nın ifadeleri 10/2/2018 tarihinde, A.A.nın ifadesi ise 11/10/2018 tarihindekollukça alınmıştır. i. T. ifadesinde bir tutuklunun fenalaştığının kendisine söylenmesi üzerine SEGBİS odasına gittiğini, B.yi yerde yatar şekilde görünce durumu sağlık memuru arkadaşlarına bildirdiğini, yaptıkları ilk kontrolde nabız ve solunumun olmadığını fark ettiklerini ve B.yi daha rahat müdahalede bulunabilecekleri bir yere aldıklarını, bu sırada 112 Acil Çağrı Merkezinin aranmasını istediğini, hekim ve sağlık memuru arkadaşlarıyla birlikte B.ye mahkûm kabul biriminde yaklaşık 10 dakika süreyle tıbbi müdahalede bulunduklarını, daha sonra olay yerine gelen cankurtaranda görevli kişilerle müdahaleye devam ettiklerini ve cankurtaran görevlilerinin B.yi hastaneye götürdüklerini beyan etmiştir. ii. S., T. ile benzer yönde beyanda bulunmuştur. iii. K. saat 40 sıralarında B.nin mahkûm kabul birimine alındığının bildirilmesi üzerine hemen oraya gidip arkadaşlarına yardım ettiğini, B.ye yaklaşık on dakika boyunca tıbbi müdahalede bulunduklarını, cankurtaranın gelmesinden sonra da cankurtaranda görevli kişilerle birlikte B.ye müdahaleye devam ettiklerini, cankurtaran görevlilerinin B.yi Hastaneye götürdüklerini ifade etmiştir. iv. T. ile benzer şekilde beyanda bulunan A.A. ek olarak nabız ve solunumun olmadığının anlaşılması üzerine entübasyon işlemi ile kalp masajına başladığını söylemiştir. İnfaz Kurumundan alınan kamera görüntülerini inceleyen iki polis memuru tarafından hazırlanan 2/3/2018 tarihli tutanakta özetle cankurtaranın saat 41 sıralarında İnfaz Kurumuna girdiği, saat 45’te bir sağlık görevlisinin sedye getirdiği, saat50’de bir kişinin sedye ile dışarıya çıkarılıp tekerlekli sandalyeye koyulduğu, sedyenin üzerindeki kişinin saat 51’de kalp masajı yapılarak cankurtarana alındığı ve cankurtaranın hızla İnfaz Kurumundan ayrıldığı belirtilmiştir. Ölü muayenesi ve otopsi işlemi sırasında cesetten alınan iç organ parçalarının histopatalojik incelemesi sonunda ATK Adana Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesince düzenlenen AHŞA raporunun ilgili kısmı şöyledir: “...Kalp: Yaygın nedbe alanları izlendi. Hipertrofik kas lifleri görüldü.Koroner arter: Lümeni orta-ileri derecede daraltıcı özellikte, kalsifiye aterom plakları izlendi.Akciğerler: Ödem, konjesyon izlendi. Böbrek: Kronik pyelonefritis bulguları izlendi. Karaciğer: Konjesyon izlendi. Dalak: Konjesyon izlendi. Beyin: Konjesyon izlendi. Beyincik: Konjesyon izlendi.Beyin Sapı: Konjesyon izlendiği kanaatini bildirir rapordur. SONUÇ...[E]lde edilerek yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında;Kişinin ölüm nedeni hakkında otopsiyi yapan doktorlardan görüş alınmasının uygun olacağı kanaatini bildirir rapordur.” Toksikolojik inceleme sonucuna ilişkin olup ATK Diyarbakır Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesince düzenlenen 22/3/2018 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir: “...BULGULAR VE SONUÇ:1-) İçorganlarda yapılan analiz sonucunda, sistematiğimizdeki maddeler aranmış olup bulunmadığını;2- )Göziçi sıvısında yapılan analiz sonucunda Alkol (Etanol, Metanol) bulunmadığını 3-)Kanda yapılan analiz sonucundaa-)Alkol (Etanol, Metanol) bulunmadığınıb-) Sistematiğimizdeki uyutucu-uyuşturucu maddeler aranmış olup bulunmadığını c-)(816)ng/mL AMİODARONE,(153)ng/mL SALYCLİC ACİDE, (10)ng/mL ATORVASTATİN ve (1)ng/mL CLOPİDOGREL bulunduğunu4-) Safrada sistematiğimizdeki uyutucu-uyuşturucu maddeler aranmış olup bulunmadığını; Ancak CLOPİDOGREL bulunduğunu, bildirir rapordur.” ATK Diyarbakır Grup Başkanlığında görevli olup ölü muayenesi ve otopsi işlemini yapan adli tıp uzmanının hazırladığı 14/8/2018 tarihli rapora göre;- Toksikolojik inceleme sırasında vücut sıvıları ve iç organ parçalarında tedavi için kullanılan ilaç etken maddesi dışında aranan toksik maddelerin bulunmadığı dikkate alındığında B.nin zehirlenerek öldüğüne dair tıbbi delil bulunmamaktadır. - Ölü muayenesi ve otopsi işlemi sırasında ölüme neden olabilecek nitelikte travmatik lezyon tanımlanmadığı, sternum ve kot kemik kırıklarının yeniden canlandırma işlemleri ile husulü mümkün olduğu cihetle B.nin travmatik tesirle öldüğünün tıbbi delili yoktur. -Ölüme neden olabilecek nitelikte travmatik lezyon bulunmaması, toksikolojik incelemede cesetten alınan örneklerde tedavi için kullanılan ilaç etken maddesi dışında aranan toksik maddelerin tespit edilmemesi, makroskopik olarak ve histopatolojik incelemede tanımlanan bulgular ve soruşturma evrakında kayıtlı bilgiler (olayın meydana geliş şekli, olay yeri inceleme raporu, ifadeler v.s.) birlikte değerlendirildiğinde B. doğal yolla (kalp-damar hastalığı sonucu) ölmüştür. Başsavcılık, B.nin hastalığına istinaden doğal yolla öldüğü gerekçesiyle 27/9/2018 tarihinde ölüm olayı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu; B.nin yetersiz sağlık koşulları nedeniyle rahatsızlanıp ısrarlı taleplerine rağmen tedavisinin yaptırılmaması nedeniyle öldüğünü, B.nin ölümüne kasıtlı olarak veya ihmal suretiyle neden olan İnfaz Kurumu sorumluları da dâhil tüm sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, Başsavcılığın eksik ve yetersiz incelemeyle karar verdiğini zira B.nin tedaviye ilişkin taleplerinin yeterince karşılanıp karşılanmadığı, kullandığı ilaçların zamanında ve düzenli olarak kendisine verilip verilmediği, bu bağlamda yeterli sağlık hizmeti verilip verilmediği hususlarının araştırılmadığını iddia ederek Başsavcılıkça verilen karara itiraz etmiştir (sözü edilen suç duyurusuyla ilgili bilgi için bkz. § 19). Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkili soruşturma yapılmadan verildiğinin tespit edilemediği gerekçesiyle başvurucunun itirazını 20/8/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu; babasının yetersiz sağlık koşulları nedeniyle rahatsızlanıp ısrarlı taleplerine rağmen tedavisinin yaptırılmaması nedeniyle öldüğünü, babasının ölümüne kasıtlı olarak veya ihmal suretiyle neden olan İnfaz Kurumu sorumluları ile tüm sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunduklarını belirten ve Başsavcılığa hitaben düzenlenmiş 31/8/2018 tarihli dilekçeyi başvuru formuna eklemiştir ancak dilekçenin üzerinde herhangi bir havale işlemi yer almadığından sözü edilen dilekçenin Başsavcılığa verilip verilmediği, verilmiş ise sözü edilen dilekçe üzerine hangi işlemlerin yapıldığı tespit edilememiştir. İnfaz Kurumunca B.nin ölümü nedeniyle üç infaz koruma memuru ile dört sağlık memuru hakkında idari soruşturma yürütülmüş ve soruşturma sonucunda olayın meydana gelmesinde ihmal veya kasıtlarının bulunmadığı gerekçesiyle haklarında idari soruşturma yürütülen kişiler hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Bununla birlikte anılan soruşturma kapsamında yapılan işlemlerin içeriği saptanamamıştır. Anayasa Mahkemesince Ceza Mahkemesinden B.nin beyanının tespit edildiği celseye ait tutanak getirtilmiştir. Anılan tutanağa göre B. 8/2/2018 tarihinde Ceza Mahkemesi tarafından tanık olarak dinlemiştir ve tutanakta B.nin rahatsızlanması ile ilgili bir bilgi yer almamaktadır. İlgili ulusal hukuk için bkz. Mahmut Alkan, B. No: 2018/7436, 20/10/2021, §§ 30, 32- Bir ihlalin mağduru olduğu iddia edilen kişi yönünden yapılan başvurular bağlamında mağdur sıfatı yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Batuhan Gökçe ve diğerleri, B. No: 2018/36427, 6/10/2021, §§ 61, | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/31888 | Başvuru, mahpusun yetersiz sağlık koşulları nedeniyle rahatsızlanıp ısrarlı taleplerine rağmen tedavisinin yaptırılmaması sonucu ölmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının, kişinin siyasi düşüncesine ve dünya görüşüne istinaden hukuka aykırı bir şekilde tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, nefret söylemlerinin sonucu olarak mahpusun ötekileştirilip ayrımcılığa maruz bırakılmak suretiyle ceza infaz kurumunda kötü muameleye maruz bırakılması nedeniyle kötü muamele yasağı ile bu yasakla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun babası olan murisi aleyhine 1989 yılında Köyceğiz Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası başvurucuyla ilgili parsel yönünden ayrılarak yeni bir esasa kaydedilmiş ve yerel Mahkemece verilen kararın Yargıtayca bozulması üzerine, anılan Mahkemenin de kapatılmasıyla Muğla Kadastro Mahkemesine gönderilen söz konusu dava yerel mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17551 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuka aykırı olarak hükümle birlikte tutuklanma ve davanın esasına ilişkin gerekçeli kararın geç yazılması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/3/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 4/8/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 17/5/2016 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2008/1756 sayılı soruşturma kapsamında 10/1/2009 tarihinde gözaltına alınmış; 11/1/2009 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliğince tutuklanmıştır. Tutuklama kararına karşı yapılan itiraz üzerine 22/1/2009 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2009/72 Değişik İşsayılı kararı ile başvurucuyutahliye etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının E.2009/565 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında 5/8/2009 tarihinde "Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, TBMM'yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, hükümeti ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, suç işlemek amacıyla örgüt kurma" suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2009/191 sayılı dosya kapsamında yapılan yargılama sonucunda 5/8/2013 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan 22 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına, diğer suçlardan beraatine karar verilmiştir. Başvurucu 6/8/2013 tarihinde -gerekçeli temyiz dilekçesini daha sonra sunmak üzere- kararı temyiz etmiştir. 12/8/2013 tarihinde başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına itiraz ederek tahliye talebinde bulunmuş, 16/8/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2013/500 Değişik İş sayılı kararında " ... mahkeme heyetince verilen tutuklama kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı..." gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Bu karara karşı yapılan itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 22/8/2013 tarihli ve 2013/553 Değişik İş sayılı kararıyla "...mahkûmiyet kararı ile birlikte verilen tutuklama kararının ve gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğu, herhangi bir isabetsizlik görülmediği ..." gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Gerekçeli kararın yazılmasının uzaması nedeniyle başvurucu 25/12/2013 tarihinde yeniden tahliye talebinde bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2013 tarihli ve 2013/854 Değişik İş sayılı karar ile "Davanın kovuşturma aşamasının 5/8/2013 tarihinde sona erdiği, bu tarihte verilen kararlara itiraz süresinin ise 12/8/2013 tarihinde dolduğu, bu aşamadan sonra kovuşturma aşamasının tamamlanmış olduğu, bu nedenle itiraz süresinin geçtiği, ayrıca kararda usul ve yasaya aykırılık, kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı ve sanık Mustafa Balbay için verilmiş 4/12/2013 tarihli Anayasa Mahkemesi kararının bireysel başvuru üzerine seçilme hakkı ile ilgili karar olduğu, kararın itirazda bulunan sanık ile ilgili olacak şekilde yorumlanamayacağı, daha önce aynı konudaki talebin ve itirazın reddedilmiş olması ..." gerekçesine dayanarak yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/1/2014 tarihli ve 2014/121 Değişik İş sayılı kararıyla "... İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin sanık hakkında vermiş olduğu 27/12/2013 tarihli tahliye talebinin reddi kararının ve gerekçesinin usul ve yasayauygun olduğu, herhangi bir isabetsizlik görülmediği..." gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir.Karar, başvurucuya 17/2/2014 tarihinde tebliğedilmiştir.Başvurucu 11/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 7/4/2014 tarihli dilekçesi ile karar veren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kapatıldığını ve gerekçeli kararın yazım aşamasında olduğunu beyan etmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)," 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3233 | Başvuru, hukuka aykırı olarak hükümle birlikte tutuklanma ve davanın esasına ilişkin gerekçeli kararın geç yazılması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 6/4/2009 tarihinde boşanma davası açılmıştır. Başvurucu da bu davaya karşılık olarak 4/5/2009 tarihinde boşanma davası açmıştır. Bakırköy Aile Mahkemesi anılan davaları birleştirerek yargılamaya devam etmiş, 13/12/2012 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/6/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 7/11/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 6/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/25 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/9/2007 tarihinde tutuklanmış; kasten yaralama, taşınması ve bulundurulması izne tabi bulunan bıçağın yasak şekilde taşınması suçları ile nitelikli yağma suçuna teşebbüsten hakkında kamu davası açılmıştır. İzmir Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2007 tarihli kararı ile başvurucunun nitelikli yağma suçuna teşebbüsten beraatine, kasten yaralama ve yasak şekilde bıçak taşımak suçlarından ise ayrı ayrı mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/5/2014 tarihli ilamı ile bozulmuş ve davanın düşürülmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18861 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediği gerekçesiyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/2/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/5/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1972 doğumlu olup İstanbul Ümraniye T Tipi Kapalı Cezaevinde hüküm özlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 29/8/2007 tarihinde yakalanmış ve 2/9/2007 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 15/10/2007 tarih ve 2007/881 sayılı iddianamesi ile suç işlemek için kurulan örgüte üye olmak ve örgüt faaliyetleri çerçevesinde uyuşturucu ticareti yapmak suçlamasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucunun İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2009 tarih ve E.2007/475, K.2009/311 sayılı kararı ile 17 yıl 6 ay hapis cezası ve 2500 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2009 tarihli kararını temyiz etmiş, karar Yargıtay Ceza Dairesinin 7/4/2011 tarih ve E.2010/56279, K.2011/3840 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama neticesinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/9/2012 tarih ve E.2011/127, K.2012/229 sayılı kararı ile başvurucunun yeniden 17 yıl 6 ay hapis cezası ve 2500 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/9/2012 tarihli kararı da başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 5271sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1484 | Başvurucu, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami beş yıllık tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediği gerekçesiyle Anayasa’nın 10. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, kat malikleri genel kurulu kararının iptali istemiyle açılan davanın makul süre içinde tamamlanmaması ve hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafındanbaşvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Ankara Sulh Hukuk Mahkemesindeki Yargılama Süreci Başvurucu 14/2/2005 tarihli dilekçesiyle ikamet ettiği apartmanın 1994 ila 2001 yıllarına ait olağan genel kurul ile 2004 yılına ait olağanüstü kat malikleri genel kurul toplantılarının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Başvurucu ayrıca 5/12/2005 tarihli dilekçesiyle 1994 yılı sonrasında yapılan genel kurul toplantılarının iptali istemiyle dava açmış olmasına rağmen bu genel kurul kararlarına apartman karar defterinde yer verildiğini belirterek bu kararların da iptali istemiyle Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Açılan davalar aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş ve Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/5/2008 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2009 tarihli onama kararına karşı yapılan karar düzeltme isteğinin aynı daire tarafından 12/4/2010tarihinde reddiyle kesinleşmiştir.B. Ankara Sulh Hukuk Mahkemesindeki Yargılama Süreci Başvurucu 25/9/2009 tarihli dilekçesiyle 19/11/2006, 11/11/2007,16/11/2008 ve 12/9/2009 tarihlerinde yapılan kat malikleri genel kurulunun yönetici, denetçi seçimi ile aidat bedellerine ilişkinkararlarının iptali ve bu kararlardan kaynaklanan maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle dava açmıştır. Başvurucu, 20/11/2009 tarihli dilekçesiyle de 8/11/2009 tarihli genel kurulda onarım, bakım vb.işlemlere dair aidat alınması yönündeki kararın iptalini istemiştir. Açılan davalar aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş olup Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinin8/3/2011 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne, 12/9/2009 tarihli toplantıda alınan kararların iptaline ve diğer taleplerin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Temyizedilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/5/2012 tarihli kararı ile 14/11/2007 tarihinde yürürlüğe giren 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 5711 sayılı Kanun ile değişik maddesi uyarınca bu tarihten önce yapılmış bulunan 2006 ve 2007 yıllarına ait genel kurul kararları yönünden delillerin toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği ve ayrıca tazminat talebi hususunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş olması nedeniyle bozulmuştur. Ankara Sulh Mahkemesi bozma ilamına uymuştur. Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda 28/5/2013 tarihli ve E.2012/1490, K.2013/653 sayılı karar ile 2005 yılından itibaren yapılan genel kurullarda alınan kararlar uyarınca yapılan harcamaların doğalgaza geçme, çatı, teras izolasyonu gibi zorunlu ve gerekli tadilat ve tamirata ilişkin olduğu ve bu işlerin apartmanın işletme defterine işlendiği gerekçesiyle2006, 2007, 2008 ve 2009 yıllarına ait olağan genel kurul kararlarına yönelik iptal isteğinin reddine, ancak 12/9/2009 tarihli olağanüstü genel kurul usulüne göre toplanmadığından bu toplantıda alınan kararların iptaline karar vermiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/10/2013 tarihli kararıyla onanmış ve aynı Dairenin 21/4/2014 tarihli ve E.2014/905, K.2014/7303 sayılı karar düzeltme isteğinin reddine dair kararı ile kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 23/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7206 | Başvuru, kat malikleri genel kurulu kararının iptali istemiyle açılan davanın makul süre içinde tamamlanmaması ve hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hizmetinden istifade edilememesi gerekçe gösterilerek uzman erbaş sözleşmesinin yenilenmemesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) 2011 yılında göreve başlayan başvurucunun uzman erbaş sözleşme süresi 31/12/2014 tarihi itibarıyla sona ermektedir. Başvurucunun sözleşmesinin yenilenmesi istemiyle yaptığı başvuru görevde kendisinden istifade edilememesi nedeniyle 24/12/2014 tarihli işlemle reddedilmiş ve 31/12/2014 tarihi itibarıyla ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali istemiyle 14/1/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) Millî Savunma Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Başvurucu dava ve cevap dilekçelerinde özetle; hiçbir disiplin cezasının olmadığını, başarılı bir meslek hayatı olduğunu, sözleşmesinin neden feshedildiğine dair kendisine bilgi verilmediğini, eşinden boşandığı süreçte psikolojik sorunlarının bulunduğunu, üstlerinin yönlendirmesi ile başvurduğu psikiyatri servisi tarafından elli beş gün istirahat verildiğini, sağlık sorunlarının düzeldiği yönündeki tıbbi raporun idarece dikkate alınmadığını, idarenin takdir yetkisini kullanırken objektif kriterlere bağlı kalmadığını ifade etmiştir. Davalı idare savunma dilekçesinde; başvurucunun ailevi problemlerinden dolayı yaşadığı psikolojik sorunları nedeniyle olumsuz örnek teşkil ettiğini, askerlik mesleğinin değerlerini özümseyemediğini, tüm ikazlara ve rehberlik danışma tedbirlerine rağmen durumunda olumlu bir gelişme ya da buna yönelik çabasının gözlenmediğini belirtmiştir. Dilekçede ayrıca sorunlarını çözdüğünü beyan etse de başvurucunun kendisine, ailesine ve eşinin daha önce ilişkisi olan kişilere zarar verebilecek psikolojide olmasının tehlike arz ettiği, bu nedenle şahsi tabancasına el konulduğu, aldığı istirahat raporları nedeniyle kendisinden istifade edilemeyeceği kanaatine ulaşıldığı ifade edilmiştir. Davalı idare son olarak 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlik hâllerinin sayıldığı Maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde tanımlanan iffetsiz bir kimse ile evlenmek veya böyle bir kimse ile yaşamak hükmünü de gözönünde bulundurarak başvurucunun durumu ve aile yapısı itibarıyla TSK’nın disiplinini temelden sarsması ve askerlik mesleğinin değerleriyle bağdaşmaması nedeniyle sözleşmenin yenilenmediğini ileri sürmüştür. AYİM Birinci Dairesi (Daire) 26/1/2016 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun Gelibolu’da görev yaparken 18/2/2014 tarihinde Birlik Komutanlığına verdiği dilekçesinde; tatbikatlardan döndüğünde eşinin soğuk davrandığı, eşinin telefon konuşması dökümünden başka erkeklerle konuştuğunu tespit ettiği, eşinin bu durumu itiraf ettiğini belirterek atama talebinde bulunduğu, ayrıca başvurucunun şiddetli geçimsizlik ve evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle 20/2/2014 tarihinde eşinden anlaşmalı olarak boşandığı, başvurucunun eşiyle ilgili durumu dilekçeye yazmak suretiyle aleni hâle getirdiği ve eşinin ahlaki durumu konusunda asker kişi olarak kendi çevresinde ve birliğinde bir kanaat oluşturduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca, başvurucunun bu süreçte psikolojik sorunlar yaşadığı, şahsi tabancasının kendisine ve ailesine zarar verebileceği düşüncesiyle kendisinden alındığı, psikolojik sorunlarının devam etmesi üzerine tedavi gördüğü, 2014 yılında toplam elli bir gün istirahat raporu aldığı, yıllık iznini kullanmakta iken ayrıldığı eşiyle tekrar evlendiği, buna göre sözleşmenin yenilenmesi gereken tarihte sözleşmenin feshi gerekçelerinden olan kendisinden istifade edilemeyeceği koşulunun gerçekleştiği, sonuç olarak sözleşme yenilememe işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Karar düzeltme talebi Dairenin 17/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 31/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun “Hizmet süresi” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Uzman erbaşlar; iki yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla sözleşme yaparak göreve başlar ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile ilgilendirilirler. Bunlardan;D) İstihdam edildikleri kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşları ile ilgili sağlık nitelikleri uygun olanların, …müteakip sözleşmeleri, bir yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla azami elliiki yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilir.” 3269 sayılı Kanun’un “Başarı gösteremeyenler ve ceza alanlar” kenar başlıklı Maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar.Görevde başarısız olma, intibak edememe ve kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir.” 20/9/2005 tarihli ve 25942 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) “Sözleşmenin uzatılmasında uygulanacak esaslar” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Uzman erbaşlar, sözleşme süresinin bitiminde terhis edilirler. Bunlardan sözleşmelerinin yenilenmesini isteyenlerin istekleri, müteakip sözleşme süreleri bir yıldan az, beş yıldan fazla olmamak kaydıyla, aşağıdaki şartlar altında kabul edilir:a) Taahhüt ettiği sürenin bitimine en az üç ay kala (yurt dışı geçici göreve gidecek uzman erbaşlar için altı ay kala) hizmet süresini uzatmak istediğine dair bir dilekçe ile müracaat etmiş olmak,b) Almış oldukları son sicil notu, sicil tam notunun yüzde altmış (%60) ve daha yukarısında olmak,c) Fiilî kadroda münhal bulunmak,ç) İstihdam edildikleri veya edilecekleri kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşları ile ilgili 8/10/1986 tarihli ve 86/11092 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinde belirtilen sağlık niteliklerine sahip olmak.…Bu suretle işlemleri tamamlanan uzman erbaşların sözleşmelerinin uzatılması, … tasdik edilir ve ilgili kuvvet komutanlığına, Jandarma Genel Komutanlığına ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bildirilir. Bu şekilde sözleşmelerin uzatılması tasdik edilenler, yeni bir taahhütname imzalayarak göreve devam ederler. Uzman çavuş ve uzman onbaşıların sözleşmeleri azamî 45 yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilir.” Yönetmelik’in “Görevde başarısız olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi sebepleri” kenar başlıklı Maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Görevde başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12031 | Başvuru, hizmetinden istifade edilememesi gerekçe gösterilerek uzman erbaş sözleşmesinin yenilenmemesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, oğlunun kullandığı traktörün köprüden geçerken dere yatağına düşmesi sonucu hayatını kaybetmesinden dolayı uğradığı zararın tazmini istemiyle 29/7/2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını, İlk Derece Mahkemesi kararıyla aleyhine hükmedilen yargılama giderlerinin tahsili amacıyla doğrudan gelir desteği ödemesine haciz konulması nedeniyle Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek ihlalin tespitiyle meydana gelen zararının tazminini ve tahsil edilen harcın iade edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu, 8/9/2008 tarihinde kullanmakta olduğu traktörle köprüden geçmekte iken aracı yolda tutamaması üzerine dere yatağına düşmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Başvurucu ve eşi kendi adlarına asaleten, diğer çocukları adına da velayeten, olayın meydana gelmesinde köprünün bakım ve gözetiminden sorumlu İdarenin kusuru olduğundan bahisle uğradıkları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Ankara Valiliği aleyhine 29/7/2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Mahkemenin 25/2/2010 tarihli ve E.2009/202, K.2010/257 sayılı kararıyla, Ankara Adli Tıp Kurumuna yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda, kazanın oluşumuna tamamen sürücünün dikkatsiz ve tedbirsiz davranışlarının neden olduğunun, yolun bakım ve onarımından sorumlu idari kuruluşun kusurunun bulunmadığının belirtildiği, bu haliyle zarardan dolayı İdarenin sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Sekizinci Dairesinin 21/12/2010 tarihli ve E.2010/8364, K.2010/7139 sayılı ilâmıyla "dosya içeriğindeki bilgi ve belgelerden kazanın meydana geldiği tarihte köprüde araçların dere yatağına düşmesini engelleyici herhangi bir koruyucu önlemin alınmamış olduğu görülmektedir. Mahkemenin temyize konu kararına dayanak teşkil eden Ankara Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığı raporunda ise yolda bariyer gibi koruyucu önlemin alınmamış olmasına ilişkin herhangi bir değerlendirmeye gidilmeksizin kusur tespiti yapılmıştır. Olayda, sürücünün kusurunun varlığı idarenin hizmet kusurunu ortadan kaldırmayacağından, ek bilirkişi incelemesi yaptırılarak idarenin hizmet kusurunun ortaya konulması gerekmektedir. Bu durumda, köprüdeki eksiklikler değerlendirilmeksizin salt sürücünün kusuruna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat isteminin reddine ilişkin Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir." gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılamada, 14/5/2012 tarihli ve E.2011/395, K.2012/869 sayılı kararla; ek bilirkişi raporunun alındığı, buna göre olayda başvurucunun oğlunun kusur oranının %75, idarenin kusur oranının ise %25 olduğunun belirtildiği, bu oran dikkate alınmak suretiyle hesap bilirkişisi tarafından hesaplanan miktarlar uygun bulunarak başvurucu için 972,00 TL maddi, başvurucunun eşi için 282,00 TL maddi tazminatın ödenmesine; manevi tazminat yönünden ise başvurucuya 000,00 TL, başvurucunun eşi için 000,00 TL ve vefat edenin kardeşi için 000,00 TL’nin ödenmesine karar verilmiş, fazlaya ilişkin faiz, maddi ve manevi tazminat istemleri reddedilmiş ve 315,90 TL yargılama giderinin davanın sonuçlanış biçimine göre takdiren 123,00 TL’sinin davanın adli yardım talepli olması nedeniyle davacılara tamamlattırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 7/6/2013 tarihinde Ankara İdare Mahkemesine sunduğu dilekçeyle adli yardım talepli olarak görülen davada ödenmeyen harç alacağının aleyhine tahakkuk ettirilmesinden vazgeçilmesini talep etmiş, Mahkemece 21/6/2013 tarihli kararla talep konusu hususun temyiz incelemesinde ileri sürülecek hususlardan olduğu, başvurucunun isteminin yerine getirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kararın temyizi üzerine, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 26/2/2015 tarihli ve E.2013/7677, K.2015/1167 sayılı ilamıyla; incelenen kararın usul ve yasaya uygun olduğu, temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hüküm onanmıştır. Başvurucu, 22/5/2015 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunulmuş olup, yargımla süreci halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. (Ek cümle: 5/4/1990 - 3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ (Değişik: 5/4/1990 - 3622/21 md.) Temyiz veya istinaf yoluna başvurulmuş olması, hakim, mahkeme veya Danıştay kararlarının yürütülmesini durdurmaz. Ancak, bu kararların teminat karşılığında yürütülmesinin durdurulmasına temyiz istemini incelemeye yetkili Danıştay dava dairesi, kurulu veya istinaf başvurusunu incelemeye yetkili bölge idare mahkemesince karar verilebilir. (Ek Cümle: 10/6/1994 - 4001/22 md.) Davanın reddine ilişkin kararlara karşı temyiz ya da istinaf yoluna başvurulması halinde, dava konusu işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi 27 nci maddede öngörülen koşulun varlığına bağlıdır. (3) İptal davalarında teminat istenmeyebilir. İdareden ve adli yardımdan yararlaranlardan teminat alınmaz. Kararın bozulması, kararın yürütülmesini kendiliğinden durdurur.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Yargılama giderlerinden sorumluluk” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır. (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.” 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (bkz. B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/288 | Başvurucu, oğlunun kullandığı traktörün köprüden geçerken dere yatağına düşmesi sonucu hayatını kaybetmesinden dolayı uğradığı zararın tazmini istemiyle 29/7/2008 tarihinde Ankara 5. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını, İlk Derece Mahkemesi kararıyla aleyhine hükmedilen yargılama giderlerinin tahsili amacıyla doğrudan gelir desteği ödemesine haciz konulması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek ihlalin tespitiyle meydana gelen zararının tazminini ve tahsil edilen harcın iade edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, güvenlik güçlerince güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2015/16451 numaralı başvuru 13/10/2015 tarihinde, 2019/15572 numaralı başvuru ise 13/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşlerine karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2015/16451 numaralı başvuru ile 2019/15572 numaralı başvuru arasında konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle başvurular 2015/16451 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmiş ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 11/3/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan yargılama dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını olan 1986 doğumlu E.S. 1/6/2013 tarihinde kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösterinin Ankara’da gerçekleştirilen kısmına katılmıştır. E.S. gösteriye müdahalede bulunan kolluk görevlilerinden birinin silahından çıkan merminin başına isabet etmesiyle 1/6/2013 tarihinde yaralanmış, kaldırıldığı Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 14/6/2013 tarihinde hayatını kaybetmiştir.A. Olayla İlgili Soruşturma Süreci Olayla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından derhâl soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu Mustafa Sarısülük 4/6/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde müşteki olarak beyanda bulunmuştur. Olay tarihinde gösterilere müdahale için görevli olan, aralarında şüpheli A.Ş.nin de bulunduğu güvenlik güçleri tarafından düzenlenen 2/6/2013 tarihli Olay Tutanağı'nda özetle Gezi Parkı eylemlerine destek vermek amacıyla 1/6/2013 tarihinde saat 00 civarında Ankara/Kızılay'da gerçekleştirilen gösteriler sırasında güvenlik güçlerinin dağılmaları yönünde uyarıda bulunmasına rağmen göstericilerin güvenlik güçlerine ve araçlarına taş, şişe, sopa, bilye gibi sert cisimlerle saldırdığı, çevrede bulunan kamu kurum ve kuruluşları ile vatandaşlara ait binalara, araçlara, otobüs ve otobüs duraklarına, yaya kaldırımlarına, reklam panolarına zarar verdiği, sloganlar attığı, bazı göstericilerin gözaltına alındığı, saat 00 sıralarında gösterici sayısının 000'e ulaştığı, bu sırada polis helikopterinden 000 kişilik bir gösterici grubunun daha yaklaşmakta olduğunun tespit edilmesi üzerine Güvenpark'ta görevli güvenlik güçlerine geri çekilme talimatı verildiği belirtilmiştir. Tutanağın bu aşamadan sonrasına ilişkin kısmı şöyledir:"...Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelinin geri çekildiğini gören GMK Bulvarı-Milli Müdafaa Caddesi kesişimi ve Kızılay Meydana kadar ilerlemiş olan ve sayıları giderek artan marjinal gruplar aniden bu kuvvete doğru koşarak ve 'teslim olacaksınız, hepinizi öldürecegiz' 'teslim olacaksınız, sizi teslim alacağız', '[T.nin] köpekleri' şeklinde bağırarak fiilen saldırı amacıyla kullanılmaya elverişli taş, şişe, sopa ve sapanla demir bilye atmak suretiyle saldırılarını artırarak devam etmişlerdir. Bu esnada çok sayıda Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli yaralanmıştır. Güvenpark Havuz başı ve Milli Müdafaa Caddesi-GMK Bulvarı girişinde Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelinin üzerlerine doğru koşarak saldıran eylemci grupların Çevik Kuvvet personelini etkisiz hale getirmek amacıyla saldırılarını artırması üzerine başka uygun geçiş güzergahının da bulunmaması nedeniyle kuvvetin geri çekilme güzergahı YKM metro çıkışının sol tarafındaki reklam panosunun altı ile telefon kulübelerinin arkasında bulunan ağaçlık kesimden gerçekleşmek zorunda kalmıştır. Burada bulunan beton oturakların geçişi engellemesi ve sadece bir kişinin geçmesine müsait olması sebebiyle geri çekilme hızlı bir şekilde gerçekleşememiş, tek tek çıkılmak zorunda kalınmıştır. Bu sırada Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelinin bazıları yere düşmüşlerdir. Saldırgan gruplar beton oturakların önüne kadar gelerek, kalkancı olarak görev yapmaları nedeniyle kuvvetin en sonunda kalan az sayıdaki Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline tekme atmak ve çok sayıda taş atmak suretiyle yaralamaya ve rehin almaya çalışarak daha sert ve yakın mesafeden saldırılarına devam etmiştir. Ayrıca bu esnada güvenlik kuvvetlerine hitaben '[o...] çocukları, şerefsizler' şeklinde küfürlerle hakaret etmişlerdir. Yine grubun içerisinde bulunan bazı eylemci şahıslar tarafından, yapılan saldırılar esnasında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelince savunma amaçlı kullanılan kalkan ve coplar zorla gasp edilerek kendilerine siper etmek için kullanılmıştır. Bu saldırılar nedeniyle kalkanların bir kısmı da kırılarak kullanılamaz hale getirilmiştir. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelinin geri çekilmesi esnasında en önde elinde kalkan bulunan polis memuru [E.U.] sırt çantalı, yüzleri bezlerle kapalı, ellerinde ... flamalar ve sopalar bulunan göstericilerin arasında kalarak zati demirbaş silahı ayrı bir yerde olacak şekilde yere düşmüştür. Yapılan bu saldırı üzerine tekrar gazlı müdahale yapılarak, adı geçen emniyet mensubunun yerde bulunan zati demirbaş silahı göstericilerin arasından kurtarılmıştır. Geri çekilen Çevik Kuvvet personeli arasında bulunan ve kalkancı olarak görev yapan polis memuru [A.Ş.] [başvuruya konu polis] telefon kulübelerinin yanından Milli Müdafaa Caddesi'ne geçtiği esnada eylemci şahıslar tarafından yapılan saldırılar sonucu yere düşürülerek elindeki kalkanı zorla gasp edilmiş ve yapılan saldırılarla kendisi linç edilmeye çalışılmıştır. Polis memuru [A.Ş.] kendisini yakın mesafeden atılan taş, tekme vb. tehlike ve saldırılardan korumak için kullandığı kalkanının eylemci şahıslar tarafından gasp edilmesi ve kalkancı olarak görev yaptığından üzerinde robocop tabir edilen teçhizatın bulunmaması nedeniyle kendi can güvenliğini sağlayamayacak duruma düşmüştür. Bu olay esnasında Polis Memuru [A.Ş.]; aralarında [A., E.S. ve İ.Ş.A.nın] da bulunduğu, kendisini hedef alarak yakın mesafeden çok sayıda taş ve tekme atmak suretiyle saldırarak gitgide daha da yaklaşan, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini kapatmış yaklaşık (50) kişilik marjinal bir grubun karşısında tek başına kalması ve kaskı dışında can güvenliğini sağlayabilecek herhangi bir teçhizatının da bulunmaması nedeniyle başka türlü def edemeyeceği, hayatını tehlikeye sokan ve artarak devam eden düşmanca saldırı ile muhtemel linç girişiminden kurtulabilmek amacıyla havaya zati demirbaş tabancası ile 3 el uyarı ateşi yapmak zorunda kalmış, bu sayede eylemci şahısların elinden kurtulmayı başarmış ve görevli diğer arkadaşlarının yanına gidebilmiştir. Polis memuru [A.Ş.nin] uyarı ateşi yaptığı esnada eylemci grup tarafından yakın mesafeden atılan çok sayıda taş kendisine isabet etmiştir. Bu esnada saldırgan grubun arasında bulunan [E.S.nin] yere düştüğü ve devamında ambulansla hastaneye gönderildiği gözlemlenmiştir. Ayrıca geri çekilme esnasında gösterici grup arasında kısa bir süre kalan ve geri çekilen diğer arkadaşlarına yetişemeyen Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları [E.Y., H.Ö., O.A. ve G.T.] YKM alışveriş merkezi yanında bulunan Milli Eğitim Bakanlığı ek binası içerisine saklanarak eylemci şahısların elinden kurtulmuşlardır. Meydana gelen olaylar esnasında; polis memurları [A.Ş., Ö.Y., E.E., S.K., S.E.K., A.E.E., F.K., E.U. ve B.Ç.] çeşitli yerlerinden yaralanarak tedavilerinin yapılabilmesi için hastaneye gönderilmiştir. ..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ankara İl Jandarma Komutanlığı (İl Jandarma Komutanlığı) Olay Yeri İnceleme (OYİ) Timi görevlileriyle 7/6/2013 tarihinde, başvurucu Mustafa Sarısülük ve vekilleri huzurunda -Ankara İl Emniyet Müdürlüğünden (İl Emniyet Müdürlüğü) OYİ ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğüne bağlı bir ekip de hazır olduğu hâlde- olay yeri incelemesi gerçekleştirilmiştir. İncelemeye dair tutanakta Cumhuriyet Başsavcılığı; Ankara Adalet Komisyonu (Adalet Komisyonu) bilirkişi listesinden olay yeri inceleme konusunda uzman iki bilirkişi tespit edildiğini, bu şahıslardan birine telefonla ulaşılamaması, diğerinin polis olması nedeniyle görevlendirilme yapılamadığını, TÜBİTAK'tan (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) bilirkişi talep edilmesi üzerine olay yeri incelemesi yapacak nitelikte personelin bulunmadığının bildirilmesi üzerine işin aciliyeti dikkate alınarak İl Jandarma Komutanlığı OYİ Timinden iki görevlinin bilirkişi tayin edilerek olay yeri incelemesinde görevlendirildiğini açıklamıştır. Olay yeri incelemesi sırasında başvurucuların dinlenmesini talep ettikleri tanıklar İ.K., B.Ç., T. dinlenmiş ve tanıklar polisin havaya birkaç el ateş ettiğini, sonrasında silahın namlusu aşağı düşmüşken tekrar ateş etmesi sonucu E.S.nin vurulduğunu ifade etmiştir. Bilirkişilerce düzenlenen 13/6/2013 tarihli raporda; olay yerinde mermi sekme iziyle ateşli silaha ait kovan bulunmadığı, E.S.nin düştüğü yer ile şüpheli polisin durduğu ilk yer arasında 4,8 metre mesafe olduğu tespitlerine yer verilmiştir. E.S.nin 14/6/2013 tarihinde tedavi altında bulunduğu hastanede ölmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı gün ölü muayenesi yapılmış, bu işlemde başvurucu Mustafa Sarısülük tanık olarak dinlenmiştir. Ölü muayenesi sonunda otopsi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular 11/6/2013 tarihli dilekçeyle, E.S.nin beyin ölümünün gerçekleşmesinden sonra yapılacak otopsi işleminin kameraya alınmasını ve başvurucu Mustafa Sarısülük'ün otopsi işleminde hazır bulunmasını talep etmiştir. Ayrıca başvurucular 13/6/2013 tarihli dilekçeyle E.S.nin beyin ölümünün gerçekleştiğini bildirerek kesin ölümünü müteakip gerçekleştirilecek olan otopsisinde gözlemci olarak ismini belirttikleri bir doktorun da bulunmasını talep etmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına (Grup Başkanlığı) aynı tarihli yazı ile adı geçen hekimin otopside hazır bulunacağına dair bilgilendirmede bulunulmuştur. Grup Başkanlığının 6/8/2013 tarihli raporuna göre fotoğraf ve kamera çekimi yapılan 15/6/2013 tarihli otopsiye başvurucuların talebi doğrultusunda Ankara Tabip Odası tarafından görevlendirilen Adli Tıp Uzmanı Dr. A.U. da katılmıştır. Raporda; ölümün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafa kubbe ve kaide kemik kırıkları ile karakterli beyin doku harabiyeti ve kanaması sonucu meydana geldiği, kişinin vücudunda bir adet ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası tespit edildiği, mermi çekirdeğinin kafa kubbe ve kaide kemiklerini kırarak kraniuma (kafatası) girdiği, beyin dokusunda harabiyet ve kanama oluşturup beyin dokusu içinde kaldığı, seyrinin sağdan sola doğru olup oluşturduğu yaralanmanın müstakilen öldürücü mahiyette olduğu, "... 1x1,5 cm ebadında üst kısmında 1,5 cm uzunluğunda yırtık tarzında cilt laserasyonu bulunan sağda kalan bölümünde dış kenarda yarım ay şeklinde vurma halkası bulunan ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliği yarası görüldü. Giriş yarası etrafında is ve barut artığı görünmedi..." tespitleri doğrultusunda cilt ve cilt altı bulguları uyarınca atışın uzak atış mesafesinden yapıldığı tespitlerine yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/6/2013 tarihinde talep edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumu (ATK) Fizik İhtisas Dairesince düzenlenen 20/6/2013 tarihli balistik inceleme raporunda, E.S.nin otopsisi sırasında elde edilen mermi çekirdeğinin polis memuru A.Ş.nin silahından atılmış olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/6/2013 tarihinde İl Emniyet Müdürlüğünden, 1/6/2013 tarihindeki gösterilerde yaralanan şahsın kimlik bilgisi ile yaralamaya sebebiyet veren silahla ateş eden polis memurunun açık kimlik bilgisinin iletilmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/6/2013 tarihinde cevabın çabuklaştırılması ve polis memurunun olayda kullandığı silahın teslim edilmesi, 15/6/2013 tarihinde ise olaya tanık olan diğer polis memurlarının kimlik bilgilerinin iletilmesi yönünde başka müzekkereler yazmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6/6/2013 ve 7/6/2013 tarihli müzekkerelerle İl Emniyet Müdürlüğünden olay tarihindeki olay anını, öncesini ve sonrasını gösteren polis kamera kayıtlarının, olay yerinde bulunan ve olayı görüntüleyen MOBESE'lerin kayıtlarının, çevredeki işyerlerinde bulunan güvenlik kameralarının olayla ilgili kayıtlarının, vatandaşların yaptığı kamera kayıtlarının, bir haber ajansı kameramanının çektiği olay öncesi ve sonrasını da gösteren ham görüntülerin iletilmesi, ayrıca olay yerinde boş kovan, mermi çekirdeği, mermi çekirdeği gömlek parçası ya da ateşli silaha ait başka bir materyal ele geçirilmiş ise bunların gönderilmesi, olayın tanıklarının araştırılarak kimlik ve iletişim bilgilerinin iletilmesi talep edilmiştir. Başvurucular 11/6/2013 tarihli dilekçeyle olay anına dair video görüntüsünü Cumhuriyet Başsavcılığına ileterek şüpheli polis memurunun kask numarasının görüntülerde mevcut olduğunu belirtmiş, soruşturmanın bu yönde ilerletilmesi talebinde bulunmuştur. İl Emniyet Müdürlüğü 17/6/2013 tarihinde, olaya neden olan silahı kullanan polis memuru A.Ş.ye ait silahı, şarjör ve beş adet fişekle beraber Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmiştir. İl Emniyet Müdürlüğünün 18/6/2013 tarihli yazısıyla, olaya dair polis kamerasıyla çekilmiş bir görüntü bulunmadığı, olay yerinde güvenlik güçlerine saldırıda bulunan çok sayıda eylemci olması nedeniyle ilk etapta inceleme yapılamadığından olay yerinden ele geçirilmiş boş kovan, mermi çekirdeği, mermi çekirdeği gömlek parçası ya da ateşli silaha ait başka bir materyal olmadığı belirtilerek olay yerini gören MOBESE kamerası görüntüsü, haber ajansı kameramanı tarafından çekilen olaya ilişkin ham görüntü, çevrede bulunan işyerlerine ait güvenlik kameralarının görüntüleri iletilmiştir. Ayrıca E.S.nin ölümüyle sonuçlanan havaya ateş etme fiilini gerçekleştiren polis memurunun Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli A.Ş. olduğu bilgisi iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 11/6/2013 tarihinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan, birçok televizyon kanalında E.S.nin yaralanmasına dair haber yayını yapılması nedeniyle olay anını, öncesini ve sonrasını gösteren haber yayınlarının ham hâllerinin iletilmesini talep etmiştir. Başvurucular 18/6/2013 tarihli dilekçeyle, Cumhuriyet Başsavcılığından A.Ş.nin tutuklanması talebiyle sulh ceza hâkimliğine sevkini istemiştir. İl Emniyet Müdürlüğü ölüm olayına dair düzenlenen tahkikat evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına 24/6/2013 tarihinde iletmiştir. Ayrıca İl Emniyet Müdürlüğü 20/6/2013 tarihinde düzenlenen Görüntü İnceleme Tutanağı'nı da Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Sicil numaraları yazılı iki polis memuru tarafından imzalanan bu tutanakta; vurulma anı, öncesi ve sonrasına ait görüntülerin yavaşlatılması suretiyle elde edilen fotoğraflarda göstericiler ve olay yerinde bulunan taşlar numaralandırılarak polis memuru A.Ş.nin ateş ettiği anlarda ve öncesinde atılan ve isabet eden taşlar tespit edilmiştir. İddianamede ayrıntıları yazılı olan (bkz. § 36) söz konusu incelemeye göre polisin karşısındaki grup kırk kişiden oluşmaktadır ve A.Ş.ye atılan taşın biri ateş etmesinden önce polis memurunun kafa bölgesine yakın bir yere, diğer bir taş ise ateş etmesinden önce göğüs ve karın bölgesi arasına isabet etmiştir. Bu sırada A.Ş. atılan taşlardan kurtulabilmek için sağdan sola sıçramaktadır. Yine polisin ateş etmesi sırasında müteveffanın attığı taş A.Ş.nin sağ omzuna çarpmış olup polis memurunun sağdan sola sıçrama hâli devam etmektedir. Sonrasında A.Ş.nin ateş etmesi sırasında atılan bir başka taş ise A.Ş.nin karın ile kasık bölgesi arasına isabet etmiş ve A.Ş. bu nedenle önünde bulunan bir göstericiye yüzünü dönmüş, sol kolunu karın bölgesine koymuş, vücudunda kasılma oluşmuş fakat A.Ş.nin silahı omuz hizasının yukarısında kalmış, üçüncü atış esnasında ise bir başka taş A.Ş.nin kafa bölgesine yakın yere isabet etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı olay sırasında Çevik Kuvvet Biriminde görevli polis memurları E.G., S.K., F.Ö., E.Ş. ve E.U. ile amirleri S.G.nin tanık sıfatıyla beyanlarını almıştır. Güvenlik güçleri beyanlarında özetle olay yerinde kalabalık bir gösterici grubunun silahlı saldırılarına maruz kaldıklarını, aralarından bazılarının yaralandığını, E.S.nin vurulma anını net görmediklerini belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığında polis memuru A.Ş.nin müdafileri huzurunda alınan24/6/2013 tarihli şüpheli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde 11/03/2011 tarihinden beri polis memuru olarak görev yaparım. Memuriyete ilk olarak bu Şubede başladım. Olay günü saat 00'da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görev aldım. Birliğimizle birlikte başımızda [S.G.] olduğu hâlde araçla Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünün bulunduğu Necatibey Caddesine gittik... Yürüyerek Kumrular Caddesini takiben Milli Müdafaa Caddesine çıktık. Ben kalkancı idim. Grubun en önünde kalkanları tutuyordum. Kalkan tutan polislere robocop kıyafeti giydirilmez. Milli Müdafaa Caddesinden Güvenpark içerisine girdik. Park içerisinde yürüyerek havuz başına geldik. Havuz başına gelirken park içerisinde bulunan göstericiler bizi alkışlarla ve ıslıklarla protesto ettiler. Havuz başına geldiğimizde ben ve diğer kalkan tutan arkadaşlarım grubun önüne geçtik. Gruptaki diğer polisler bizim arkamızda konuşlandılar. ... Biz burada konuşlanınca Ziya Gökalp Caddesi istikametinden, Gama İş Merkezi istikametinden, metro çıkışının bulunduğu yönden ve Kızılay AVM tarafından üzerimize taş, demir bilye ve torpil yağmaya başladı. ... Bunları gören Güvenpark içerisindeki grup da aynı şekilde bize saldırmaya başladı. Biz önce düz hat şeklinde konuşlanmıştık. Her yönden saldırı başlayınca saldırının yönüne göre oval olarak dizildik. ... Kalkanı başımıza taş gelmemesi ve arkadaki grubu koruyabilmek için diz kapağı hizasında tutmamız gerekiyordu. Bu şekilde yaptık. Bu defa alttan dizlerimize ve ayaklarımıza taş atmaya başladılar. Dizlerimizi korumaya çalıştığımızda yukarıdan başımıza taş atıyorlardı. Bir ara birlik amirimin telsizle 'böyle olmuyor efendim' diye anons geçtiğini duydum. Gösterici grup her yönden saldırarak bize iyice yaklaştı. Çok yakın mesafeden taş ve demir bilye atmaya devam etti. Ellerindeki flamaların sopalarıyla da vuruyorlardı. Birlik amirimiz çekileceğimizi söyledi. Biz kalkanlarla siper olup arkamızdaki grubun çekilmesine yardımcı olduk. Bu sırada göstericilerle aramızdaki mesafe iyice azaldı. Yakın mesafeden taşlı sopalı saldırılar devam ettiği için kalkanları her yöne çevirmeye çalışıyorduk. Bir taraftan da geri geri gitmeye çalışıyorduk. Geri giderken arkada beton koltuklar bizim geriye çekilmemize engel oldu. Polislerin bir kısmı yere düştü. Birbirini ezme tehlikesi geçirdi. Gösterici grup iyice yaklaşınca bu defa bize tekmelerle de vurmaya başladılar. Bazı arkadaşlarımızın kalkanları düştü. Polislerden yere düşenler oldu. Yere düşen arkadaşlarımıza taşla ve sopayla saldırdılar. Bir ara 'silah düştü' denildiğini duydum. Ancak hangi arkadaşımızın silahının düştüğünü görmedim. Arkamızdaki grup çekildikten sonra kalkancılar olarak biz de parktan çıkmaya çalıştık. Kalkancılardan bir kısmı bizden önce çıkmıştı. Biz 4-5 kalkancı polis park içinde kalmıştık. En son biz çıkmaya çalıştık. Gösterici grup çok kalabalıklaştı, her yönden bize saldırılarını sürdürdüler. Parkın bitiminde kaldırım vardı. Kaldırımın seviyesi parktan biraz daha aşağıda idi. Parkla kaldırım arasında yaklaşık yarım metre yükseklik farkı vardı. Ben de yanımdaki 4-5 kalkancı arkadaşımla birlikte parktan geri geri çıkmaya çalıştım. Bu sırada göstericilerden birisi bana tekmeyle vurdu. Elimdeki kalkan parkın içine düştü. Ben de tekmenin etkisiyle parkın dışına, kaldırım üzerine düştüm. Düştüğüm sırada da parkın içerisinden saldırılar sürüyordu. Bana taş atıyorlardı. Ben kaldırıma sırt üstü düştüm. Ayaklarım Güvenpark tarafında başım ise [Ç.] Market tarafında olacak şekilde yerde idim. O sırada yerden doğrulan sol tarafımdaki bir göstericinin bana doğru hamle yaptığını gördüm. Ben yere düştüğümde saldırılar devam ettiği ve göstericiler üzerime geldiği için beni öldüreceklerini düşündüm. Sırt üstü yerde yatarken yukarıdan bana doğru parkın içerisinden gelen ve üzerime taş atan göstericileri görünce içimden 'işim bitti' dedim. Bir an önce oradan kaçıp kurtulmak istedim. Kaçabilmek için öncelikle bana doğru hamle yapan göstericiyi kendimden uzaklaştırıp kaçmaya fırsat yaratmak istedim. Bu amaçla hemen doğrulup öne hamle yaparak göstericiye tekme ile vurdum. Ben hızlı davranıp o göstericiye tekme vurmasaydım o benim yanıma gelip benim yerden kalkmamı engelleyerek gösterici grubun beni linç etmesini sağlayabilirdi. Bundan korktum. O göstericiye tekme attıktan sonra diğer gösterici grubu gördüm. Tam cephemde duruyorlardı ve üzerime taşlarla koşarak geliyorlardı. Benim tekmeyle vurduğum gösterici doğrulup yakın mesafeden bana taş attı. Diğer gösterici grup ise bir taraftan üzerime doğru geliyor, bir taraftan da bana taş atıyorlardı. Ben yerden kalkarken biraz önce bahsettiğim korkularla silahımı çektim. Ancak mekanizmayı çekip namluya mermi sürmemiştim. Gösterici grubun bana taşlarla saldırdığını görünce linç edileceğimi düşündüm. Kaçmak istedim. Kaçmak için kendime fırsat yaratmak için de o sırada namluya mermi sürdüm. Bunu yaparken tabancamın namlusunu yere doğru tuttum. Daha sonra tabancamın namlusunu yukarıya, omuz hizamın üzerine kaldırdım ve havaya ateş etmeye başladım. Amacım uyarı idi. Bir taraftan uyarı amacıyla havaya ateş ederken, bir taraftan da kendimi kurtarmak için geriye doğru adım atarak gösterici gruptan uzaklaşmaya çalışıyordum. Ben ateş ederken gösterici grup içerisinden atılan taşlar vücuduma isabet ediyordu. Toplam 3 el ateş ettim. Sonra da koşarak uzaklaştım. Ateş ederken gruptan bir miktar uzaklaşmayı başarmıştım. Ben kaçarken de bana taş atmayı sürdürdüler. Hatta belime bir taş isabet etti. Ben ateş ettiğim sırada birinin yaralandığını farketmedim. Biraz ilerde konuşlanmış olan çevik kuvvet ekibinin yanına gittim. Yaralandığım için ambulans çağırdılar. Ambulans ile hastaneye gittim ve o gece saat 00 sıralarına kadar hastanede tedavim devam etti. Tedavi sonrası istirahat raporu düzenlendi. Toplamda 16 gün istirahat raporu verdiler. Vücudumdaki yaraların fotoğrafını da çektim. Ben olaydan 2 gün sonra internette ve televizyonlarda olay görüntüleri yayınlanınca ateş ederken birinin yaralandığını öğrendim. O ana kadar haberdar değildim. Ben kimseyi hedef alarak ateş etmedim. Tek gayem linç edilip öldürülmekten kurtulmaktı. Ateş ederken o ortamda alınması gereken tedbirleri aldım. Silahın namlusuna mermi sürerken namluyu yere çevirdim. Ateş ederken de silahı omuz hizamdan yukarı kaldırdım. Ben uyarı atışı yaptığım sırada dahi gösterici grup bana yönelik saldırılarını sürdürdü. Ben görevim gereği orada bulundum. Ben yere düştükten sonra dahi devam eden saldırılar karşısında havaya ateş etmeseydim gösterici grup beni linç edecekti. Ben ateş ederken vücuduma taşlar isabet etti. Ateş etmeye başlamadan önce de vücuduma taş isabet etti. Üzerimde sadece koruyucu olarak kaskım vardı. Hatta kaskımın ön tarafına da bir taş isabet etti. Bu olaylar sırasında benimle birlikte çok sayıda polis memuru da yaralandı...Ben göstericilerin hiç birini tanımadığım gibi [E.S.yi] de tanımam. Hayatını kaybettiği için üzgünüm.Benim otopsi raporuna bir diyeceğim yoktur. Adli Emanete teslim edilen ve balistik incelemesi yapılan silah benim görev silahımdır. Otopsi sırasında [E.S.nin] başından çıkarılan mermi çekirdeğinin benim silahımdan çıktığına dair balistik inceleme raporuna da bir diyeceğim yoktur. Bana silah kullanmayla ilgili mevzuatta yer alan genel ilkeler dışında özel bir talimat verilmedi. Ben olay sırasında kanunun bana tanıdığı silah kullanma yetkisinin doğduğu kanaatindeyim. Silah kullanma şartları oluştuğu için ben havaya uyarı ateşi yaptım..." Cumhuriyet Başsavcılığı 24/6/2013 tarihinde meşru müdafaada sınırın aşılması suretiyle ölüme neden olma suçundan A.Ş.nin tutuklanması talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 24/6/2013 tarihinde şüphelinin tutuklanması talebinin reddi ile hakkında yurt dışı çıkış yasağı konulması ve her hafta polis merkezine başvurma şeklinde adli kontrol uygulanmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesi ile şüphelinin sorgudaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...ŞÜPHELİ SORGUSUNDA: Ben bu konuda savcılık aşamasında vermiş olduğum ifademi tekrar ediyorum. Orada da belirttiğim gibi göstericilere gereken müdahaleyi yapmak üzere amirlerim tarafından Güvenpark civarında Kızılay'da görevlendirilmiştim. Müdahale devam ederken olayın çok kızıştığı bir noktada hatırladığım kadarı ile belediye ekmek satış binasının arkasında göstericiler tarafından sıkıştırıldım ve buradan 15-20 kişilik bir grup tarafından yoğun şekilde taş atışına maruz kaldım ve öldüreleceğimi düşündüm, ayağa kalkarak göstericinin bir tanesine tekme ile vurdum ancak grup üzerime doğru gelmeye devam edince kendimi korumak kastı ile silahımı çektim, önce namluya mermi sürmedim fakat saldırı devam edince silahımın ağzına mermi verdim ve namlusunu yere doğru tuttum daha sonra tabancanın namlusunu omuz hizamın üzerisine kaldırdım ve havaya doğru ateş etmeye başladım. Toplam üç el ateş ettim silah sesinin verdiği fırsattan istifade arkamı dönüp koşmaya başladım. Göstericiler halen taş atmaya devam ediyorlardı kendimi korumak kastı ile hareket ettim silah kullanma şartlarının oluştuğunu düşünüyorum kaldı ki kimseyi hedef gözeterek ateş etmedim...Lüzum üzerine soruldu: Toplam üç el ateş ettim ancak ateş esnasında yoğun şekilde taş atışına maruz kalmıştım aldığım darbeler stabilitemi bozmuş olabilir. Bu esnada vücudumun her tarafına taş gelmişti, bileğime de gelmişti, bileğime gelen taş nedeni ile namlunun pozisyonu değişip maktülün kafasına doğru yönelmiş olabilir......GEREKÇE:Dosyada bulunan tüm deliller, cd kayıtlarının incelenmesi sonucu Gezi Parkı eylemleri adı verilen ve Ankara Kızılay'da yoğunlaşan eylemler sırasında olaya müdahale eden güvenlik güçlerinin arasında bulunan şüphelinin göstericiler tarafından prefabrik bir klübenin arkasında sıkıştırıldığı ve kalabalık bir grup tarafından yoğun şekilde taşlamaya maruz kaldığı, bu sırada şüphelinin belinden tabancasını çıkardığı ve havaya doğru üç el ateş ettiği, bu esnada maktül [E.S.nin] aniden yere düştüğü, şüphelinin arkasını dönerek grubun aksi yönüne koşmaya devam ettiği, bu sırada beline ve sırtına atılan taşların isabet etmeye devam ettiği, havaya ateş etme sırasında şüphelinin eyleminin meşru müdafaa sınırları dahilinde kalma olasılığının bulunduğu, Şüphelinin kamu görevlisi olup kaçma ve delilleri karartma şüphesi altında olduğuna dair dosyada yeterli delil bulunmadığı gibi delillerin toplanmış olduğu,Cumhuriyet Başsavcılığının sevk maddesinde belirtildiği şekilde suç vasfının sübuta ermiş olması ihtimaline binaen tutuklanmasının ileride telafisi mümkün olmayacak sonuçlar ortaya çıkarabileceği anlaşıldığından..." Karara karşı başvurucular tarafından yapılan itirazın Ankara Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yerinde görülmemesi üzerine itirazın iletildiği Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 2/7/2013 tarihinde, müştekilerin salıverilme kararına itiraz hakları bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Dosyanın incelenmesi neticesinde şüpheli A.Ş. hakkında İ. Hastanesi tarafından üç ayrı tarihte istirahat raporu düzenlendiği görülmüştür. 1/6/2013 tarihli genel adli muayene raporunda "Darp cebir nedeniyle 112 tarafından getirildi. Sağ alt kadran batında abrazyonu [yüzeysel çizik, sıyrık] mevcut. Sağ ön kolda bilekte abrazyon, sol ön kol ön yüzde abrazyonu mevcut." yine 1/6/2013 tarihli raporda "TANI...: Darp edilme" 3/6/2013 tarihli raporda "TANI...: Diz kontüzyonu... Uyluk kontüzyonu [ezilme]... Dirsek burkulma ve gerilmesi ...Ayak bileği kontüzyonu" 10/6/2013 tarihli raporda ise "TANI...: Diz kontüzyonu... Uyluk kontüzyonu... Dirsek burkulma ve gerilmesi ... Ayak bileği kontüzyonu... El bileği ve karpus ligamentinin travmatik yırtığı" yazdığı ve A.Ş.nin sırasıyla 2, 7 ve 7 günlük sürelerle istirahat etmesinin uygun görüldüğü anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/6/2013 tarihinde İl Emniyet Müdürlüğünden 1/6/2013 tarihinde Kızılay'da meydana gelen gösterilerde ve genel olarak toplumsal olaylarda Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne bağlı polislerin silah kullanımıyla ilgili özel bir talimatın bulunup bulunmadığına dair bilgi istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/6/2013 tarihinde, birçok yerden temin edilen olay anına ilişkin görüntülerin incelenmesi için Adalet Komisyonu bilirkişi listesinden seçilen iki bilgisayar yazılım donanım ve görüntülü inceleme uzmanından bilirkişi incelemesi yapılması talep edilmiştir. Bilirkişilerin hazırladığı ayrıntıları iddianamede yer alan (bkz. § 36) 25/6/2013 tarihli bilirkişi raporunda; geriden gelen bir göstericinin yakın mesafeden attığı taşın polis memuru A.Ş.nin kaskının önüne çarptığı, bu esnada A.Ş.nin silahının mekanizmasını kurduğu, A.Ş.nin silahını havaya kaldırdığı sırada müteveffa da dâhil olmak üzere birçok göstericinin elindeki taşları atmak üzere olduğu, A.Ş.nin tabancasını havaya doğrultarak namlusu havada bulunduğu sırada iki kez ateş ettiği, E.S.nin elindeki taşı A.Ş.ye attıktan sonra uzaklaşmak için sola döndüğü, bu sırada A.Ş.nin silahının baş seviyesinden yukarıda, namlusunun ise yere paralel olduğu, A.Ş.nin üçüncü kez ateş etmesinden önce grubun önünde bulunan bir göstericinin elindeki taşı fırlatmak üzere olduğu, toplam üç el ateş eden polis memurunun ateş etme süresinin bir saniye civarında olduğu, silahın ilk iki ateşlemede namlu ucunun havaya dönük olduğu fakat ateşlemeler sırasında namlunun çok hareketli olduğu, son ateşleme öncesinde ise namlunun bir an yere paralel olduğu, A.Ş.nin silahını üç kez ateşlemesine kadar geçen sürede göstericilerin ondan fazla taşı polis memuruna attığı tespitlerine yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, polis memuru A.Ş. hakkında meşru savunmada sınırın kasıt olmaksızın aşılması suretiyle öldürme suçundan 12/7/2013 tarihinde kamu davası açmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamede delil olarak müşteki beyanı ve dilekçeleri, Ölü Muayene Tutanağı, otopsi raporu, mermi çekirdeği ve tabanca, balistik raporu, olaya ilişkin görüntü kayıtları, görüntü analizine ilişkin bilirkişi raporu, Olay YeriTutanağı, olay yeri inceleme raporu, olay yeri inceleme uzmanlarınca düzenlenen bilirkişi raporu ve ekinde yer alan fotoğraf ile CD'ler, görüntü kayıtlarından alınan fotoğraflar, İl Emniyet Müdürlüğü tarafından gönderilen olay tutanakları, görev raporu, telsiz muhaberesine ilişkin ses kayıtları ve çözümleri, CD'ler, tanık beyanları, görev belgesi, adli muayene raporları, istirahat raporları, Görüntü İnceleme Tutanağı, zati demirbaş tabanca satış senedi, şüpheliye ait fotoğraflar ve şüphelinin savunmasını belirtmiştir. İddianamede, şüphelinin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi ile maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"...İstanbul Gezi Parkında meydana gelen olaylara destek vermek amacıyla Ankara'nın çeşitli semtlerinde gösteriler yapıldığı, gösterilerin 01/06/2013 günü de devam ettiği, bu gösteriler nedeniyle alınan güvenlik tedbirleri kapsamında, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapan şüpheli [A.Ş.nin] Birliği ile birlikte saat:17:00 sıralarında Ankara Metrosu Milli Müdafaa Caddesi çıkışı ile Güvenpark içerisinde bulunan havuz arasında konuşlandırıldığı, şüphelinin kalkancı olması sebebiyle en ön safta yer aldığı,Çevik Kuvvet Birliğinin Güvenpark içerisinde düzen almasından hemen sonra, o bölgede bulunan göstericilerin taş, demir bilye, çeşitli sert cisimler ile maytap atmak suretiyle polise saldırıda bulundukları,Göstericiler tarafından gerçekleştirilen saldırıların yoğunlaşması ve Kumrular Caddesinden yaklaşık 4000 kişilik gösterici grubunun yaklaşması üzerine, Güvenpark içerisinde ve YKM Alışveriş Merkezi önünde bekleyen Çevik Kuvvete ait birliklerin Milli Müdafaa Caddesi ile Kumrular Caddesinin kesiştiği hattın yukarısına çekilme emri aldığı, Şüphelinin ve arasında yer aldığı Çevik Kuvvet Birliğinin, arkalarında bulunan beton banklar, ağaçlar ve telefon kulübeleri ile göstericiler tarafından gerçekleştirilen saldırılar sebebiyle hızlı ve düzenli bir şekilde çekilemediği, polislerin bir kısmının telefon kulübelerinin üzerinden atladığı, Şüpheli [A.Ş.] ile birlikte, kalkan taşıyan ve ön safta yer alan küçük bir polis grubunun park içerisinden en son çekildikleri, bu grubun çekildiği sırada ellerindeki kalkanların beton banklar arasına sıkışması ve göstericilerin taşlı, sopalı saldırıları sebebiyle beton banklar arasına düşenler olduğu gibi kalkanını elinden düşürenlerin de olduğu, bu gruba göstericiler tarafından yakın mesafeden taşlı ve sopalı saldırıların yapıldığı, Güvenpark içerisinden çıkan şüpheli [A.Ş.nin] Milli Müdafaa Caddesi ile Güvenpark arasındaki kaldırıma geldiği sırada, üzerine gelen bir göstericiyi uzaklaştırdığı ve yere düşen göstericiye doğru ilerleyip tekmeyle vurduğu, bu sırada Metro çıkışı önünde bulunan yaklaşık 40 kişilik bir gösterici grubunun şüpheli [A.Ş.nin] üzerine geldiği ve taş atmaya başladığı, göstericiye tekmeyle vurmadan önce tabancasını çeken şüphelinin, göstericiler tarafından taşlanınca tabancasının mekanizmasını çekmek suretiyle fişek yatağına mermi sürdüğü, bu sırada namluyu yere doğru tuttuğu, şüphelinin daha sonra tabancasını yukarı kaldırıp omuz hizasından yukarıda tutarak havaya ateş etmeye başladığı, ateş ettiği sırada geriye ve yana doğru çekildiği, silahıyla bu şekilde iki kez havaya ateş ettiği, geriye ve yana doğru çekilirken arkasını göstericilere dönüp gitmek istediği sırada, geriye dönerken tabancayı tuttuğu elinin ve tabancanın bir an yere paralel hale geldiği, şüphelinin bu konumda iken tabancasını üçüncü kez ateşlediği, bu sırada [E.S.nin] elindeki taşı şüpheliye attıktan sonra uzaklaşmak için sola döndüğü, tabancadan çıkan mermi çekirdeğinin [E.S.nin] başına sağ kulak hizasından isabet ettiği, şüphelinin eylemcilere yaklaşmasından silahını kez ateşlemesine kadar geçen süre zarfında göstericiler tarafından 10'dan fazla taşın şüpheliye atıldığı, ateş edildiği esnada [E.S.] tarafından, ateş edilmeden 1/3 saniye önce, ateş edilmeden 1/2 saniye önce, ateş edildiği esnada ve ateş esnasında göstericiler tarafından atılan taşların şüphelinin vücudunun muhtelif yerlerine isabet ettiği, Tabancadan çıkan mermi çekirdeği ile yaralanan [E.S.nin] Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde saat 17:54 itibariyle tedavi altına alındığı, ancak kurtarılamayarak 14/06/2013 tarihinde vefat ettiği, [E.S.nin] ölümünün ardından hastanede ölü muayenesinin yapıldığı, sonra Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığına sevk edildiği, burada 15/06/2013 tarihinde, müştekiler adına gözlemci olarak Adli Tıp Uzmanı Dr. [A.U.nun] da katılımıyla Minnesota Protokolüne uygun olarak otopsi yapıldığı, otopsi sırasında başından bir adet 9 mm çapında mermi çekirdeğinin çıkartıldığı, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığında yapılan otopsi sonucunda düzenlenen 15/06/2013 tarih... otopsi tutanağına göre, [E.S.nin] ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafa kubbe ve kaide kemik kırıkları ile karakterli beyin doku harabiyeti ve kanaması sonucu öldüğü, ayrıntılı otopsi raporunun daha sonra dosyaya ibraz edileceği, Otopsi sırasında cesetten elde edilen mermi çekirdeğinin Adli Emanetin... muhafaza altına alındığı, [E.S.nin] ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı olarak öldüğünün yapılan otopsi ile anlaşılması üzerine, şüpheli [A.Ş.nin] görev silahına el konularak... muhafaza altına alındığı, Adli Emanete alınan şüpheli [A.Ş.ye] ait tabanca ile [A.Ş.nin] vücudundan çıkartılan mermi çekirdeğinin 17/06/2013 tarihinde... Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderildiği ve balistik inceleme ile mermi çekirdeği üzerinde sekme izi çalışması istenildiği, Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Balistik Şubesi tarafından mermi çekirdeği ve tabanca üzerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen 20/06/2013 tarih ve ... balistik raporuna göre, [E.S.nin] vücudundan çıkartılan mermi çekirdeğinin şüpheli [A.Ş.ye] ait tabancadan atılmış olduğu...Ankara Emniyet Müdürlüğünün 17/06/2013 tarihli yazısı ekinde bulunan Zati Demirbaş Tabanca Satış Senedine göre, adli emanete alınan tabancanın şüpheli [A.Ş.ye] ait olduğu, Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünden alınan görev listesine göre, şüpheli [A.Ş.nin] 01/06/2013-02/06/2013 tarihinde Birlik Amirliğinde Grup Tim'de Kızılay Bölgesinde görevlendirildiği, Ankara İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi'nde görevli 2 uzman bilirkişi ile 07/06/2013 tarihinde olay mahalline gidilerek keşif yapıldığı, keşif sırasında mermi sekme izinin bulunmadığının belirlendiği, ayrıca müşteki vekillerince hazır edilen tanıkların dinlenildiği, Keşif sırasında yapılan tespitlere dayalı olarak bilirkişilerce 13/06/2013 tarihli raporun düzenlendiği, bu rapora göre, olay yerinde mermi sekme izinin bulunmadığı gibi ateşli silaha ait kovana da rastlanılmadığı, [E.S.nin] yere düşme anında şüphelinin durduğu yer ile tabancanın ele alındığı ilk yer arasında 4,8 metre mesafenin bulunduğu, bilirkişilerce [E.S.nin] düştüğü yerin ve olay yerindeki sabit noktaların tespit edilerek ölçümlerinin yapıldığı, olay mahallini gösteren fotoğrafların ve kamera kaydının rapora eklendiği, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen Olay Yeri İnceleme Raporuna göre de, olay mahallinde herhangi bir mermi sekme izinin olmadığı, bu rapor ekinde de olay yeri görüntüleri ve krokisinin yer aldığı, [E.S.nin] vurulma anına ilişkin görüntülerin, olay mahallinde bulunan kamu kurumları ile özel şahıslara ait işyerlerinin güvenlik kameralarından, mobese kayıtlarından, televizyon kuruluşlarından, internetten ve RTÜK'ten temin edildiği, temin edilen görüntü kayıtlarının Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı bilirkişi listesinde yer alan bilgisayar yazılım donanım ve görüntülü inceleme uzmanlarından oluşan 2 kişilik heyete tevdi edildiği, Görüntüleri inceleyen bilirkişilerin 25/06/2013 tarihli raporu düzenleyerek ibraz ettikleri, bu raporda, olay öncesi göstericiler tarafından polise yapılan saldırıların, şüphelinin ateş etme görüntülerinin, [E.S.nin] vurulma anı ve göstericilerin şüpheli [A.Ş.ye] yönelik taşlı saldırılarının fotoğraflarla gösterildiği, Bahse konu rapora göre, şüphelinin üzerlerine gelen eylemciyi uzaklaştırdığı ve yere düşen eylemcinin üzerine doğru ilerleyip tekme attığı, o sırada bir çok eylemcinin ellerinde bulunan taşları atmak üzere oldukları, [E.S.nin] de elinde taş olduğu, gerilerden koşarak gelen bir göstericinin elindeki büyük bir taşı yakın mesafeden şüphelinin başına attığı, şüphelinin başındaki kaskın ön tarafına çarpan taşın yere düştüğü, bu sırada şüphelinin sağ elinde bulunan tabancasının mekanizmasını çektiği, şüphelinin tabancayı havaya kaldırdığı sırada [E.S. de] dahil olmak üzere bir çok eylemcinin elinde taş bulunduğu ve taşları atmak üzere oldukları, şüphelinin tabancasını havaya doğrultarak ateş ettiği, aynı anda da sol yana ve geriye doğru hareket ederek çekildiği, silahın namlusu havada bulunduğu sırada şüphelinin kez ateş ettiği, [E.S.nin] elindeki taşı şüpheliye attıktan sonra uzaklaşmak için sola döndüğü sırada şüphelinin elindeki tabancanın baş seviyesinden yukarıda, namlusunun ise yere paralel olduğu, şüphelinin kez ateş etmesinden önce grubun önünde bulunan eylemcinin elindeki iri taşı fırlatmak üzere olduğu, şüphelinin atışından hemen sonra [E.S.nin] başında ve başının sağ üst tarafındaki saçlarda bir anlık hareketliliğin gözlendiği, şüphelinin ilk ateş ettiği yer ile son ateş ettiği yerin farklı olduğu, son ateş ettiği yerin daha geride olduğu, ancak bu mesafenin ölçüsünün raporda gösterilmediği, toplam 3 el ateş eden şüphelinin ateş etme süresinin 1 saniye civarında olduğu, son atış anı ile birlikte yönünü polislerin olduğu tarafa dönüp koşmaya başladığı, şüphelinin silahı ilk iki ateşlemesinde namlunun ucunun havaya yönelik olduğu, ancak ateşlemeler sırasında namlunun çok hareketli olduğu, son ateşleme öncesinde ise namlunun bir an yere paralel olduğu, şüphelinin eylemcilere yaklaşmasından silahını kez ateşlemesine kadar geçen süre içerisinde göstericiler tarafından 10 adetten fazla taşın şüpheliye atıldığı, polisin atışıyla aynı anda [E.S.nin] yere düşmeye başladığı, Bilirkişiler tarafından incelenen CD ve DVD'lerin kopyalarının çıkartılarak soruşturma dosyasına eklendiği, orijinallerinin ise otopsi işlemine ait fotoğraf ve görüntü kayıtları ile birlikte Adli Emanetin ... muhafaza altına alındığı, Ankara İl Emniyet Müdürlüğünce de olaya ilişkin kamera kayıtlarının incelenerek Fotoğraflı Görüntü İnceleme Tutanağının düzenlendiği ve 20/06/2013 tarih... yazı ekinde Başsavcılığımıza gönderildiği,Fotoğraflı Görüntü İnceleme Tutanağında; göstericiler tarafından Ziya Gökalp Caddesi üzerinde kurulan barikatın, polisin göstericilere müdahalesinin, Güvenpark içerisinde polise yönelik taşlı saldırıların, polisin geri çekilme sırasında maruz kaldığı saldırıların ve beton banklar arasından çekilirken yaşadığı zorlukların, telefon kulübeleri üzerinden atlayan polislerin, [E.S.nin] yüzü kapalı ve eldivenli halinin ve 5 kez taş atarken görüntüsünün yer aldığı, Aynı tutanakta vurulma anına ilişkin görüntülerin inceleme yönteminin anlatıldığı, buna göre, iki buçuk saniyelik görüntüden saniyede 1/50 (fps) kare almak suretiyle 250 kare fotoğraf elde edildiği, görüntü hızının 50/100 ve 10/100 oranında yavaşlatıldığı, sesin senkronize edildiği,Yine bahse konu tutanağa göre; bir buçuk saniyeden az süre içerisinde 3 el silah sesinin duyulduğu, polis memurunun silahını yere doğru dolduruş yaptıktan sonra 3 el atış yaptığı, her 3 atışta da elin omuz hizasından yukarıda olduğu, bu sırada polis memurunun çok yakınında ve karşısında bulunan, içerisinde [E.S.nin] de yer aldığı grubun taşlı saldırısına maruz kaldığı, [E.S.nin] atış sesinin gelmesinin hemen ardından yere düştüğü, grubun bir kısmının geriye doğru kaçtığı, bir kısmın da taşlamaya devam ettiği, dondurulan görüntü üzerinde polis memuruna saldıran gruptaki şahıslara numara verildiği ve eşgal tanımlaması yapıldığı, buna göre grubun 40 kişiden oluştuğu, ayrıca yerde bulunan ve gösterici grup tarafından atılan taşlara da numara verildiği, polis memurunun silahla ateş etmesinden 1/3 saniye önce, tahmini 4-4,5 metre mesafeden 27 numaralı şahıs tarafından atılan 35 numaralı taşın polis memurunun göğüs üstü kafa bölgesine yakın yere isabet ettiği,atıştan 1/2 saniye önce 14 numaralı şahıs tarafından atılan taşın polis memurunun göğüs ve karın bölgesi arasına isabet ettiği, bu esnada polis memurunun atılan taşlardan kurtulabilmek için sağdan sola doğru sıçrama halinde ve yüzü göstericilere dönük olduğu, atış esnasında tahmini 4-4,5 metre mesafeden 17 numaralı şahıs [E.S.] tarafından atılan 17 numaralı taşın polis memurunun sağ omuz hizasında omuzuna çarpıp yere düştüğü, polis memurunun sağdan sola sıçrama halinin devam ettiği, yine atış esnasında 40 numaralı şahıs tarafından tahmini 7-8 metre mesafeden atılan 39 numaralı taşın polis memurunun karın ile kasık bölgesi arasına isabet ettiği, polis memurunun kendisine isabet eden taşın etkisiyle bir anda önünde bulunan 7 numaralı şahsa yüzünü döndüğü, aynı zamanda sol kolunu karın bölgesine doğru tuttuğu, vücudunun kasılma hareketi gösterdiği, silahın halen sağ elde ve omuz hizasının yukarısında bulunduğu, atış esnasında 7 numaralı şahıs tarafından tahmini 2-2,5 metre mesafeden atılan 34 numaralı taşın polis memurunun göğüs üstü kafa bölgesine yakın yere isabet ettiği, 7 numaralı şahsın taşı atmasından 1/3 saniye önce polis memurunun vücudundaki kasılmanın belirgin olarak görüldüğü, 8, 10, 25 ve 36 numaralı şahısların polis memurunun kaçış istikametine taş attığı,Fotoğraflı Görüntü İnceleme Tutanağında yer alan yukarıdaki açıklamaların fotoğraflar üzerinde de gösterildiği,Ankara Emniyet Müdürlüğünün 20/06/2013 tarih... yazısı ekinde Başsavcılığımıza gönderilen, [İ.] Hastanesinin 01/06/2013 tarih ve... Genel Adli Muayene Raporuna göre, şüpheli [A.Ş.nin] 112 Acil Servis tarafından Hastaneye getirildiği, karın sağ alt kısımda, sağ ön kol bileğinde ve sol ön kol iç yüzde abrazyon mevcut olduğu, aynı Hastane tarafından [A.Ş.nin] hakkında 01/06/2013 tarihinde 2 gün, 03/06/2013 tarihinde 7 gün, 10/06/2013 tarihinde de 7 gün istirahat raporu düzenlendiği,Emniyet Müdürlüğünün anılan yazısı ekinde şüpheli [A.Ş.ye] ait olduğu bildirilen ve vücudunun çeşitli yerlerinde yara izlerini gösteren fotoğrafların bulunduğu, Ankara Emniyet Müdürlüğünün 24/06/2013 tarihli yazısı ekinde 02/06/2013 tarihli Olay Tutanağının gönderildiği, bu tutanağa göre; ... [bkz. § 14 ]Şüphelinin de aralarında bulunduğu Çevik Kuvvet Birliğinin amiri olan [S.G.nin], görev yaptıkları 01/06/2013 günü saat 16:00 ila 02/07/2013 günü saat 10:00 arasında gerçekleşen olaylara ilişkin 02/06/2013 tarihli Görev Raporu düzenlediği, dosyaya ibraz edilen bu raporda [E.S.nin] yaralanması olayı ile bu olaydan önce ve sonra yaşananların detaylı olarak anlatıldığı, raporda isimleri yer alan 9 polis memurunun yaralandığı ve iş göremez raporu aldığı, polise ait 5 adet boy kalkanının da göstericiler tarafından gasp edildiği bilgilerine de yer verildiği, raporun [S.G.nin] ifadesi ile uyumlu olduğu,Şüpheli [A.Ş.nin] ifadesinde, [bkz. § 30]Şüphelinin Sulh Ceza Mahkemesi'nde verdiği ifadesinde, [bkz. § 31]Olay sırasında şüpheli [A.Ş.nin] görev aldığı Çevik Kuvvet birliğinde yer alan polis memurları [E.G., S.K., F.Ö., E.Ş. veE.U.nun] tanık sıfatıyla beyanlarının alındığı, Tanık [F.Ö.nün] ifadesinde olay günü Güvenparkta görev alan birlik içerisinde kalkancı olarak görev aldığını, Güvenpark içerisinde metronun YKM çıkışı ile havuz arasında düzen aldıklarını, hemen sonra göstericilerin saldırıya başladığını, taş, demir bilye vb sert cisimler attıklarını, saldırıların yoğunlaştığı sırada geri çekilme emri aldıklarını, geri çekilirken arkalarında beton bank ve ağaç çit olduğu için çekilmekte zorlandıklarını, hızlı çekilme sağlanamadığını, çekilme sırasında göstericilerin iyice yanlarına yaklaştığını, yakın mesafeden taş ve flama sopalarıyla vurmaya başladıklarını, kendisinin ağaçların arasından geçerek parktan çıktığını, kaldırım üzerinde bulunan taksi durağının arkasına saklandığını, bu sırada 3-4 polisin parkın içerisinden telefon kulübelerinin yanından çıkmaya çalıştıklarını, bunların parktan çıkan son grup olduğunu, bu grup çıkarken parkın içerisinden yoğun şekilde taşlandıklarını, tekme ile vuranlar olduğunu, [A.Ş.nin] aldığı tekme darbesi sonucu kaldırıma düştüğünü, son çıkan grup kaldırıma geldikten sonra da park içerisinden üzerilerine taş atmaya devam edildiğini, bu sırada kel bir göstericinin [A.Ş.nin] [sanık polis memuru] üzerine doğru geldiğini, Kızılay AVM tarafından da bir grup göstericinin aralarında [A.Ş.nin de] bulunduğu polislere taş atmaya başladığını, bu grubun aynı zamanda polislere doğru geldiğini, kendisinin yardım etmek için kalkanını siper ederek yanlarına gitmeye çalıştığını, ancak bir göstericinin [A.Ş.nin] yanına yaklaştığını, [A.Ş.ye] tekme attığını, vurmaya çalıştığını, üzerlerine yoğun bir şekilde taş atıldığı ve etrafı da gözetlemeye çalıştığı için [A.Ş.nin] yerden kalktığını görmediğini, silah sesi duyunca baktığında [A.Ş.yi] üzerine gelen göstericilerin önünde havaya 3 el ateş ederken gördüğünü, ateş ederken göstericilerin [A.Ş.yi] yoğun bir şekilde taşladıklarını, [A.Ş.nin] ateş ettikten sonra dönüp kaçtığını, bu olay sırasında [E.S.nin] yaralandığını fark etmediğini, olaylar sırasında, polis memuru [E.E.nin] göğüs kafesinin kırıldığını, çok sayıda polisle birlikte kendisinin de yaralandığını, saldırıların yoğunluğu karşısında öleceğini düşündüğünü beyan ettiği,... [devamında diğer polislerin Başsavcılıktaki tanık beyanları yer almakta]Olay günü şüphelinin de içerisinde yer aldığı Çevik Kuvvet Birliğinin Amiri olan [S.G.nin] ifadesinde,...Olay mahallinde yapılan keşif sırasında müşteki vekilleri tarafından keşif mahallinde hazır edilen, [İ.K., B.Ç. ve T.nin] tanık sıfatıyla dinlenildikleri, Tanık [İ.K.nın] ifadesinde, ...... [devamında olay yeri incelemesi sırasında dinlenen tanıkların beyanları yer almaktadır.]Müştekiler vekilinin 08/07/2013 tarihli dilekçe ile [G., Ç., , G.K., H.A., Ş.İ., E., K.A., S. ve F.O.yu] tanık olarak dinletmek istediğini beyan ettiği, bu tanıklardan [G., Ç., H.A., K.A. ve S.nin] dinlenildiği, bu defa müştekiler vekilinin 09/07/2013 tarihli dilekçe ile diğer tanıklarını yargılama aşamasında dinleteceklerini, bu aşamada dinletmekten vazgeçtiklerini beyan ettiği, [Tanık S.nin] ifadesinde, ... [devamında tanıkların beyanları yer almaktadır.]Olayla ilgili görüntüleri kaydeden [T.] Televizyonu kameramanı tanık [B.T.nin] ifadesinde,...Olayla ilgili görüntüleri kaydeden [K.] Televizyonu kameramanı tanık [H.nin] ifadesinde...Bir diğeri ile uyumlu olmayan, kısmen yorum içeren, olay görüntüleri ve görüntü analiz raporlarıyla çelişen beyanlara itibar edilemediği, Olay yerinde yapılan keşif sırasında yapılan tespitler, olay yeri inceleme uzmanları tarafından düzenlenen raporlar, görüntü inceleme raporu, mermi çekirdeğinin kemik dokuda oluşturduğu kenarları düzgün oluk şeklindeki iz ve balistik raporuna göre, olay yerinde ve [E.S.nin] ölümüne neden olan mermi çekirdeğinde sekme izinin bulunmadığı,Mermi çekirdeğinde sekme izinin olmamasının, şüphelinin maktülü doğrudan hedef alarak ateş ettiği anlamına gelmediği, şüphelinin silahından çıkan merminin başkaca bir cisme çarpmadan [E.S.nin] başına isabet ettiğini gösterdiği,Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu maddede polise silah kullanma yetkisi tanındığı, ancak bunun öldürme yetkisi anlamına gelmediği, [E.S.nin] de arasında bulunduğu gösterici grubun şüpheliye yönelik taşlı saldırısı ile şüphelinin silahlı savunması arasında bir orantı olmadığı, meşru savunmada yasal sınırın aşıldığı, sınırın kasten aşılması halinde ceza sorumluluğunun kalkmayacağı,Ancak şüphelinin kendisine saldırıda bulunan gösterici gruba karşı tabancasını çekerek havaya uyarı atışı yaptığı sırada, atışı yapmak isterken dönüp kaçmaya çalıştığı esnada, omuz hizasından yukarıda tuttuğu tabancasının dönme hareketinin etkisi ile yere paralel hale gelmesi ve o konumda iken atış yapması sonucu [E.S.nin] yaralanmış olması ile atış öncesi ve atış esnasında şüphelinin vücudunun muhtelif yerlerine isabet eden taşlar dikkate alındığında şüphelinin meşru savunma sınırını kasten aştığının söylenemeyeceği, sınırın kasıt olmaksızın aşıldığı,Meşru savunmada sınırın kasıt olmaksızın aşılması halinin TCK 27/ madde düzenlendiği,TCK 27/ maddenin 'Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.' hükmünü içerdiği,Şüphelinin eyleminin TCK 81 ve 27/ maddelere uyan meşru savunmada sınırın aşılması suretiyle öldürme suçunu oluşturduğu, Şüpheli tarafından gerçekleştirilen ve TCK maddeye mümas olan eylemin meşru savunma olup olmadığı, meşru savunma ise yasal sınırın aşılıp aşılmadığı, sınır aşılmış ise bunun kasten mi yoksa kasıt olmadan mı aşıldığı hususlarının taktir ve değerlendirmesinin ağır ceza mahkemesinin görevine girdiği anlaşıldığından,Şüphelinin yüklenen suçtan mahkemece yargılamasının yapılarak, eylemine uyan TCK 81, 27/1, 53 ve maddeler uyarınca cezalandırılmasına..."B. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Nezdindeki Yargılamalar 2013/337 ve 2013/349 Esaslarına Kayden Görülen Yargılama Süreçleri Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin (Ankara Ağır Ceza Mahkemesi) 2013/337 esasına kayden görülmeye başlanan yargılamada, A.Ş.nin Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memuru olması nedeniyle hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine göre verilmiş soruşturma izni bulunmadan kamu davası açılması nedeniyle yargılamanın durdurulmasına karar verilmiştir. Karara karşı Cumhuriyet Başsavcılığının ve başvurucuların yaptığı itirazları değerlendiren Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 19/7/2013 tarihinde durma kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Bu karar üzerine yargılamaya 2013/349 esasa kayden devam edilmiştir. Başvurucular özel olarak temin ettikleri olay anına ait görüntülerin incelenmesine dair Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden alınan 17/7/2013 tarihli bilirkişi raporunu, bir Alman belgesel yönetmenliği profesöründen alınan 9/9/2013 tarihli bilirkişi raporunu, ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı üç doktordan alınan 25/11/2013 tarihli raporu ve bir psikiyatri doktorundan temin edilen 3/7/2013 tarihli raporu Ankara Ağır Ceza Mahkemesine sunmuştur. Raporların ilgili kısımlarına Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinin (Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi) 19/12/2016 tarihli kararında yer verilmiştir (bkz. § 81). Bu karar üzerine 2013/349 esasa kayden yeniden görülmeye başlanan yargılamada 19/7/2013 tarihli tensip kararıyla dosya kapsamındaki görüntü CD'lerinin incelenmesi için bilirkişiye tevdiine karar verilmiştir. Bilişim suçları izleme ve değerlendirme uzmanı bilirkişi tarafından 5/8/2013 tarihli rapor düzenlenmiştir. Raporda özetle A.Ş.nin silahını yere doğrultup doldurduktan sonra havaya üç kez ateş ettiği, her üç atışta da elinin omuz hizasından yukarıda olduğu, A.Ş.nin ateş ettiği sırada kendisine yakın mesafede bulunan göstericiler tarafından taşlandığı belirtilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 23/7/2013 tarihinde, 23/9/2013 tarihli duruşma öncesinde, sırasında veya sonrasında duruşma salonunda ve civarında yaşanabilecek olumsuz olaylara karşı gerekli güvenlik tedbirleri alınması için güvenlik birimlerine müzekkere yazmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 23/9/2013 tarihli duruşmasının başında taraflar arasında tartışma çıkması sonucunda duruşma gerçekleştirilemeyerek duruşmanın 28/10/2013 tarihine ertelenmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Duruşma Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:"... Müştekiler ...[başvurucular] hazır. Müştekiler vekili [53 adet vekil] ... hazır.Sanık A.Ş. ve vekilleri [3 adet vekil] ... hazır.Duruşma salonuna alınması konusunda, polislerin alınması, avukatların içeri girmesi ve vatandaşların salona alınması hususunda tartışma ve arbede yaşandığı görüldü....Dava duruşmasına başlanamaması nedeniyle ilk duruşmanın savunmanın alınması, müştekilerin beyanlarının alınması, savunma avukatlarının ve müşteki avukatlarının beyanlarının alınması amacıyla duruşmanın CMK Maddesi 182/2 Maddesi gereğince kamu güvenliği nedeniyle kapalı yapılmasına karar verildi. ...Müşteki vekillerini temsilen müşteki vekili Av. [Y.nin] beyanları göz önüne alındığında duruşma salonundaki duruşma saatinin saati geçmesine rağmen başlamaması olması, mahkemenin karar aldıktan sonra duruşma salonunda her ne kadar sükunet sağlanmış ise de mahkememizin ilk celse için almış olduğu kararın kaldırılması talebinin reddine karar verildi. Kapalı duruşmaya devam olundu. Kapalılığın ilk celse duruşması için alındığı hususu belirtildi.Duruşmaya başlanacağı zaman salonun dışında arbede yaşandığı, salonun içinde ve dışında bu sırada tutanak yazılırken müşteki vekili Av. [Y.] söz alarak sanığın perukla geldiğini ve peruğun düştüğünü belirterek yargılama yapılmamak için kimliğini gizlediğini belirtmiştir. Kolluk adliye dışında tutulmadığı sürece yargılamanın yapılması mümkün değildir. Salon boşaltılırken koridorda kolluk kuvvetleri çıkan seyircilere ve bu esnada orada bulunan avukatlara saldırmışlardır. İkinci çıkan arbedenin nedeni ve sorumlusu da kolluk kuvvetleridir. Peruk, müşteki vekili Av. [Y.den] alındı. Emanete gönderilmek üzere dosyaya alındı...." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 3/9/2013 tarihinde, duruşma salonunda Mahkeme Heyetine "Hâkim davayı kaçtın, onlarla ortaksınız.", polislere "Katil polis, katiller." şeklinde sözler söylendiğini, duruşma sırasında sanık A.Ş.nin darbedildiğini, arbede yaşandığını, sanığın önündeki sabit mikrofonun yerinden çıktığını, parmaklıkların yerinden oynatıldığını belirterek olaylar hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Sonrasında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 4/10/2013 ve 25/10/2013 tarihlerinde, duruşmalarda meydana gelen olaylara ilişkin olarak 3/9/2013 tarihinde suç duyurusunda bulunulduğunu belirterek sanığın polis olması sebebiyle davanın güvenilir bir şekilde sürdürülmesi amacıyla 28/10/2013 tarihli duruşma sırasında duruşma salonunda ve kapısında gerekli sayıda asker bulundurulmak suretiyle gerekli tedbirlerin alınması için güvenlik birimlerine müzekkere yazmıştır. UYAP üzerinden yapılan incelenmede A.Ş.nin Şanlıurfa'ya tayin olduğu ve bu sebeple 28/10/2013 tarihli ikinci duruşmaya katılmadığı fakat üç müdafiinin, başvurucuların ve 101 vekilinin de hazır bulunduğu anlaşılmıştır. Duruşmada; başvurucuların vekillerinin A.Ş.nin tutuklanmasına ilişkin taleplerinin değerlendirilmesi hususunda A.Ş.nin ilk duruşmaya geldiği fakat duruşmanın başlayamamış olması sebebiyle savunmasını yapamadığı, A.Ş.nin görevli olarak Şanlıurfa'da bulunduğu, kaçma ihtimalinin, delilleri karartmasının söz konusu olmadığı gerekçesiyle A.Ş.nin müdafilerinin şahısla ilgili mazeretlerinin kabulüne ve A.Ş.nin savunmasının Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla alınmasına dair ara kararı verilmiştir. Başvurucuların SEGBİS ile savunma alınması kararına karşı itirazları Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 4/11/2013 tarihli kararıyla, söz konusu kararın itiraza tabi kararlardan olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucular vekilleri SEGBİS ile alınacak savunma sırasında Şanlıurfa'daki duruşmada hazır bulunma talebinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi 27/11/2013 tarihinde SEGBİS Yönetmeliği ve Bakanlık Bilgi İşlem Daire Başkanlığının genelgesi gözetilerek -sanığın hazır edilmesi ve kimliğinin tespitine ilişkin hususlar dışında- tüm işlemlerin Ankara Ağır Ceza Mahkemesince yapılması gerektiğinden ve savunma SEGBİS'le görüntülü olarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesince alınacağından sanık ve müşteki vekillerinin Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesindeki SEGBİS duruşmasında hazır bulunamayacaklarına karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 ve 8/11/2013 tarihlerinde, 2/12/2013 tarihli duruşma sırasında salon içinde ve kapıda gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması ve yeterli sayıda askerin bulundurulması için güvenlik birimlerine müzekkere yazmıştır. 2/12/2013 tarihli üçüncü duruşmaya A.Ş., SEGBİS aracılığıyla Şanlıurfa'dan katılmış; A.Ş.nin üç müdafii, başvurucular ve çok sayıda vekil ise duruşmada hazır bulunmuştur. A.Ş.nin kimlik tespiti SEGBİS aracılığıyla yapılmıştır. Başvurucuların vekillerinin talebi üzerine A.Ş.nin kimliğinin tespit edilip elektronik imza ile mahkemeye gönderileceğinden kimlik belgesinin resimli fotokopisinin ve bir resminin çekilmesi suretiyle gönderilmesine karar verilmiştir. Duruşmadaki savunmasında A.Ş. ayrıntılı yazılı savunmasını sunduğunu, bu savunması dışında konuşmak istemediğini bildirmiş; A.Ş.nin yazılı savunması huzurda okunmuştur. Dosyanın incelenmesinden A.Ş.nin yazılı savunmasının Cumhuriyet Başsavcılığı nezdindeki ifadesiyle benzer olduğu anlaşılmıştır. Devamında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların katılma taleplerinin kabulüne karar vermiştir. Sonrasında başvurucular vekilinin sorduğu bazı sorulara A.Ş. yanıt vermiştir. Duruşma sonucunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Heyetince ilk duruşmada tanıkların duruşma salonu dışına çıkarıldığı, duruşma salonunda meydana gelen arbede nedeniyle duruşmanın ertelendiği, ikinci duruşmada SEGBİS'le ilgili itirazlar ve Mahkemenin adil olmadığı yönünde beyanlar ileri sürüldüğü belirtilerek yargılamadan çekinme kararı verilmiştir. A.Ş. 2/12/2013 tarihli dilekçeyle, yargılanmakta olduğu olay nedeniyle radikal bazı örgütlerden tehdit aldığını ve hakarete maruz kaldığını, can güvenliği bulunmadığını, kendisine koruma tayin edildiğini belirterek çekilen fotoğrafının taraflara verilmemesini ve yargılama dosyasında muhafaza edilmesini talep etmiştir. 2/12/2013 tarihli duruşmada verilen davadan çekinme kararını inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 13/12/2013 tarihinde hâkimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebepler ileri sürerek çekinmesi şartlarının dosyada gerçekleşmemesi nedeniyle davadan çekinme kararının uygun olmadığına karar vermiştir. Bu karar üzerine Ankara Ağır Ceza Mahkemesi başkanı 20/12/2013 tarihinde Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Genel Müdürlük 4/2/2014 tarihli yazıyla, kanun yararına bozma yoluna Yargıtay denetiminden geçmeden kesinleşen kararlar yönünden başvurulabileceğinden davadan çekinme kararı aleyhine kanun yararına bozma yoluna gidilmediğini belirtmiştir. Bu defa Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin bir üye hâkimi 10/2/2014 tarihinde davadan çekinme kararı vermiştir. Söz konusu kararı inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 14/2/2014 tarihli kararla hâkimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek somut sebeplerin gerçekleşmemesi nedeniyle çekinmenin uygun olmadığına karar vermiştir. Bunun üzerine Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 10/2/2014 tarihinde, 7/4/2014 tarihli duruşmanın güvenliğinin sağlanması, duruşma salonu içinde ve dışında yeterli sayıda güvenlik gücünün bulundurulması için çeşitli güvenlik birimlerine müzekkereler yazmıştır. 7/4/2014 tarihli duruşmada, başvurucular çok sayıda vekille temsil edilmiş olup başvurucular 2/12/2013 tarihli duruşmada Mahkeme Heyetinin çekinmesi dolayısıyla sanığın savunmasının tamamlanamadığını belirtmiş, sanığa soracak soruları olması nedeniyle sanığın duruşmada hazır bulundurulmasını talep etmiştir. Talep üzerine sanığa doğrudan soru yöneltilmesi, polisler tarafından tutulan tutanak ile ilgili soru sorulması amacıyla sanığın duruşmada hazır edilmesi için hakkında çağrı kâğıdı çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 7/4/2014 ve 27/5/2014 tarihlerinde, 26/5/2014 ve 7/7/2014 tarihli duruşmalarda sanığın da hazır bulunacağını gözeterek duruşmaların güvenliğinin sağlanması, ek planlama yapılması, duruşma salonu içinde ve dışında yeterli sayıda güvenlik gücünün bulundurulması için çeşitli güvenlik birimlerine müzekkereler yazmıştır. 26/5/2014 ve 7/7/2014 tarihli duruşmalarda A.Ş.nin duruşmada hazır bulunduğu, başvurucuların çok sayıda vekille temsil edildiği görülmüştür. 7/7/2014 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı A.Ş.nin olası kasıtla öldürme nedeniyle cezalandırılması ve haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği yönünde esas hakkında mütalaasını sunmuş, A.Ş.nin tutuklanmasına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2014 tarihinde, 3/9/2014 tarihli duruşmada sanığın da duruşmada hazır bulunacağını gözeterek duruşmanın güvenliğinin sağlanması, ek planlama yapılması, duruşma salonu içinde ve dışında yeterli sayıda güvenlik gücünün bulundurulması için çeşitli güvenlik birimlerine müzekkereler yazmıştır. A.Ş.nin 3/9/2014 tarihli duruşmadaki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"...kalkanın yere bırakıp üzerlerine doğru gidildiği gittiği ... deniliyor ... benim kalkanım muhtemelen parkın içerisinde ... çünkü kasığımda bu şekilde ayak izi vardı sağ kasığımda ... Parkın içerisinde bizi yani kalkanlarımıza şu büyüklüklerde sayın hakimim delikler vardı ilerden sapanlarla bizi taşlıyorlardı o esnada ben kendi ayağıma o attıkları taşlar yerden sektirip atıyorlar kendi ayağıma gelmesin diye ayağımın kaba etine çevirdiğimi hatırlıyorum. Arkamdakileri koruyabilmek için kalkanı yukarıya kaldırıyorum hakimim... İlk mahkemeye perukla çıktığımı söylüyorlar, benim dışarıda twitterlar’da kimlik fotokopilerim paylaşıldı bu süreçten daha sonra Eylüldeki mahkemeden sonra benim illegal örgütler tarafından dışarıda dünya kadar tehdidim var, bu emniyetten istihbarattan bize ulaşıyor benim dışarıda koruma polisi verdiler bana yani benim dünya kadar tehdide uğradığım ortada twitterlar’da kimlik fotokopilerim paylaşılıyor... havuz başında beton koltukların orada sıkıştırıldığımızda ... Bir arkadaşımın üzerine bastım diyor çalıların arkasına atlayabilmek için diyor yani ne kadar vahim bir durum düşünebiliyor musunuz. Canını emanet ettiğiniz her gün beraber yiyip içtiğiniz işte göreve gidip geldiğiniz bir arkadaşının göğsüne basıyorsunuz atlıyorsunuz yani bu olayın vahametini ne kadar gösteriyor ... Yani o insanın böyle dışarıdan bakınca veya görüntüyü izleyince anlaşılmıyor o an orada o taşı bir yiyip o kaldırım taşını kırılmış ikiye bölünmüş kaldırım taşını bir yiyip bir canınızın yanması gerekiyor. Bugün hepimizin eline evde bir dikiş dikerken bile iğne batsa havaya hopluyoruz yani ... olay anında parkın içindeki görüntüde ben çalılıkların oraya kadar geldiğimde,... arkaya atlayabilmek için oraya kadar geldim orada kalkanımın nereye gittiğini bilmiyorum yani artık yakın mesafeden adamlar bizzat yere düşen arkadaşlara saldırıyorlardı, bize saldırıyorlardı hakim bey ben çalılıkların arkasına atlayabilsem yukarıya doğru kaçacaktım zaten ama çalıların oradan ben sırtım üzerine düşürüldüğümde, ... bana gelen darbe sonucu ... yere düşürüldüğümde ... hala yukarıdan taş atma durumları var orada ki eylemcilerin bu görüntü ile sabit bir şey ben orada yere düştüğümde oranın yüksekliği bu çitten daha yüksek belki de oradan sırtım üzerine yere düştüğümde elimde kalkanım yoktu sadece gaz maskem ve kaskım vardı ve içeride havuz başında 15 dakika boyunca bu adamlar bizi orada taşlamışlar. Orada biz acayip bir duruma düştük yani bizim arkadaşlarımız telefon kulübelerinin üstünden atlayıp kaçtılar robokob arkadaşlar onlar kaçtıysa öndeki kalkancıların ... sayesinde kaçtılar ben kalkancıyım diyorum efendim size kalkanlarda bu kadar delikler vardı ben orada kalkancı olarak sırtımı dönüp gözümün önüne bakarak kaçma imkanım olsa çalılardan güzelce atlar giderdim. Ama arkamı dönmek gibi bir imkanım yoktu çünkü kalkanıma sürekli taşlar isabet ediyordu, sürekli taşlar isabet ediyor, beton koltuklar var, arkadaşlarım orada yere düşmüş millet birbirinin üzerine basıyor yani o hengameyi ben burada size ne kadar anlatsam da efendim o olayın içine yani bu hengameyi polis memuru olup da öyle bir olaya girmeyen bir insan bile anlayamaz ... ben oradan üzerime atlayacaklarını düşünerek efendim parkın içindeki o dediğim görüntüde ki çalılıklar üzerimden üzerime atlayacaklarını düşünerek silahımı yerdeyken çektim ama dolduruş yapmadım efendim, dolduruş yapmadım. Şimdi sağ elimde silah varken doğal olarak nasıl yerden doğrulmam gerekir benim sol elimi yere koymam gerekir değil mi sol elimi yere koyup doğrulduğumda yanımdaki eylemcinin bana doğru hamle yaptığını gördüm bakın buralar ekmek sandığı yüzünden ekmek kulübesi yüzünden görüntüye alınmamış ... o esnada ben yerden doğrulduğumda o eylemci bana doğru hamle yaptığında ben ona tekme suretiyle uzaklaştırmak istedim. Yani belimde copum var ama o copları bilmiyorum ne kadar bilginiz var yani çıkartmak orada çok şey değil yani kolay bir iş değil yani... Daha sonra ben orada o eylemciye tekme attıktan sonra... kaskıma taşın çarpmasıyla... birlikte kalabalık grubu ben o zaman fark ettim bana doğru geldiklerini yani aslında ben silahı parkın içindeki gruba karşı çektim orada ben bunları ifademde de anlattım ... orada ben artık taşlar bana patır patır isabet etmeye başlayınca hakim bey ben orada artık kafamdaki tek o anlık oluşan düşünce silahım namlusuna mermiyi verip havaya ateş etmek oldu. Çünkü oradaki saldırıyı dindirmem gerekiyordu benim yani oradan çıkabilmek için dindirmem gerekiyordu. Size şunu sorayım yani buradan sizin orası 5 metre vs. öyle bir şeydir herhalde sizin kürsünüz ya şimdi atılan taşlar kaldırım taşı hakim bey, ... benim doktor raporlarımda da mevcut. Eve gittim kız arkadaşıma göndermek için fotoğrafta çektim yani ... küçücük bir canınız yansa yani serçe parmağınıza vursam sonuçta bütün vücut irkiliyor ... çıplak bir vücutta yakından atılan o kaldırım taşlarının bırakacağı etkiyi bir düşünün sizce de kontrolümün bozulması normal değil mi. Eğer taşlamasalar ben zaten geri çekiliyordum ve böyle bir kaza yaşanmayacaktı. Efendim şimdi şunu söylemek istiyorum yani benim orada eğer ki amacım bir art niyetim olsa bir kötü niyetim olsa... benim o tekme attığım şahıs yerden doğruluyor ... tekrardan bana var gücüyle geriye doğru kasılıp taş atıyor sanırsam o taş herhalde görüntüde belli ben sol elimi tutuyorum kasılıyorum böyle bir hareketim oluyor elimi oraya koyuyorum yani eğer ki benim kastım olsa... bana en çok orada beş metre ve iki metre olarak kıyaslıyorum bana en çok zarar verecek olan orada iki metre mesafedeki adamdır. Yani benim bir art niyetim olsaydı ben o adama silahı doğrulturdum orada, yani benim başından sonuna bu kadar taş yememe rağmen ısrarla elimi havada tutuyorum, ısrarla havaya ateş etmek istiyorum, ısrarla havaya ateş ediyorum. Ama orada ki eylemciler yani namlu kendilerine doğrulmadığı için bakıyorlar uyarı ateşi yapıyor, hala ısrarla taş atıyorlar eğer ki namlu kendilerine doğrulsaydı zaten taş atmazlardı ... ben vücut hareketlerimle efendim şimdi kafada kask var gaz maskesi var bir ses duyuramazsınız bir şey yapamazsınız karşıdaki gruba bir ikazda da bulunamazsınız sizi taşlayan gruba ve 4,5,6 artık ne kadarsa oradaki metre hatırlamıyorum size o kadar kaldırım taşları atılıyor vücudunuza isabet ediyor canınızın yanmasını vücudunuzun tepkimelerini bir düşünün psikolojik haliniz korkmanız telaşlanmanız bunun çabası ve bu durumdayken bile bu durumdayken bile ben hareketlerime bakın ... ben hareketlerimle uyarı ateşi yaptığımı gösteriyorum karşı tarafa yani benim bir art niyetim olsa yani o silah hiçbir eğitimde öyle kurulmaz yani yere doğru bu şekilde zıplayarak bir silah kurma şekli yoktur. Benim orada ki gayem hem geriye doğru adımlayıp mesafemi açmak hem de aynı zaman da yere doğru doldurup bir kazaya meyil vermemek istiyorum ben orada. Yere doğru dolduruyorum elimi doğrudan eylemcilere değil de doğrudan yukarı doğru doğrultarak ateş etmeye başlıyorum ve aynı zamanda hala içimdeki korkuyu paniği düşünün, yani geriye doğru adımlıyorum ben hala başkanım yani geriye doğru adımladığım halde ve ben atmaya başlamışım oraya artık silahın sesi duyuluyor orada duyulmuyorsa da görülüyor yani. Ben havaya atmaya başlamışım atmışım,... sen beni hala taşlıyorsun yani ben sana uyarı atışı yapmak amacında olduğumu gösteriyorum, ... vücut tepkimelerim yani açıkça görülüyor atılan taşlar, vücudumun hareketi o kasığıma değen taş benim iç kanamadan şüphelendiler hastanede film çektiler. Ben elimi nasıl sol kasığıma tutuyorum... bunlar çıplak gözle görülecek şeyler bunlar bilirkişi raporuna ... taşları saymaya falan hiçbir şeye gerek yok ki ... ben uyarı atışı yapıyorum yapmayın anlamı nedir bunun durdurun saldırıyı ama siz hala taş atmaya devam ederseniz yani benim vücudum o tepkimeleri gösterdiğinde haliyle o kontrol bozulabilir. Yani dünyanın en iyi silah atan adamını buraya getirelim 5 metre 6 metre mesafeye koyalım 20, 30 kişi herneyse 20-30 kişiye de gerek yok üç kişi beş kişi karşısından taşlayalım taşlayalım bakalım düzgün bir havaya atış yapabilecek mi ... eğer ki orada o eylemciler benim az önce bahsettiğim şekilde hareketlerimle atışımı atışımı uyarı atışı olacağını göstermeme rağmen havaya da uyarı atışı yapmaya devam etmeme rağmen beni hala taşlayarak böyle bir kazanın olmasına sebebiyet verdiler. Eğer ki o taşlar bana atılmamış olsaydı ben zaten hamlelerimle de geriye doğru kaçıyorum..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 3/9/2014 tarihli kararla A.Ş.nin olası kasıtla öldürme suçundan cezalandırılmasına, hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir. A.Ş. neticeten 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasına mahkûm edilmiş ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... 4) Eylemin bilinçli taksir veya olası kast yönünden değerlendirilmesia) Bilinçli taksir yönünden TCK 22/3 maddesi çerçevesinde yapılan değerlendirmede,Kanun metninde 'kişinin öngördüğü neticeyi istememesine rağmen neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır' hükmü yer almaktadır. Taksir eyleminin değerlendirilmesinde, eylemin taksirli bir suç olması, neticenin öngörülebilir olması, hareketin iradi olması, neticenin istenilmemesi, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılması, hareket ve netice arasında illiyet bağının varlığı göz önüne alınmalıdır...b) Olası kast yönünden TCK 21/2 maddesi yönünden yapılan değerlendirmede,Kanun metninde, 'suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemesi halinde olası kast vardır' hükmü yer almaktadır...Olası kast ve bilinçli taksirde failin neticeyi öngörerek hareket etmesi gerekmektedir. Olası kastta fail gerçekleşme olasılığını öngördüğü neticeyi göz önüne almakta, kabullenmektedir. Bilinçli taksirde ise failin neticeye yönelik iradesi, istememe şeklindedir......... Görüntülerin incelenmesinde Gezi Parkı olaylarıyla bağlantılı Ankara'da eylemler düzenlenmiş..., eylemlerin hukuk düzeninin gerektirdiği kurallar dışına çıkılarak gerçekleşmesi üzerine yasal çerçevede görevli bulunan polisler, kural dışı yapılan hareketlere ilişkin kendilerine düşen görevi yerine getirmeye çalışmışlardır......Sanığın eyleminin değerlendirilmesinde, mahkememiz olası kast ve bilinçli taksir değerlendirmesi yönünden yukarıda belirtilen kurallar çerçevesinde, sanığın görevli diğer polis memurları ile olay yerinde olaylara müdahale etmek amacıyla tedbir alınması sırasında hazır bulunduğu, eyleme katılan kişilerin güvenlik görevlilerine karşı yapmış oldukları taşlı, sopalı eylemleri sonucunda, olayın başlangıcında kalkancı durumunda bulunan polislerin bazılarının kalkanlarının alınması ve geri çekilmek zorunda bırakılmaları ve buna ilişkin verilen talimatlar sebebiyle polislerin Güvenpark yanında bulunan Milli Müdafaa Caddesi üzerinden Kumrular sokak istikametine doğru geri çekildikleri, görüntülerde izlendiği şekliyle atılan taşların nitelikleri ve direnişin küçümsenmeyecek boyutta olduğu, her bir taşın isabet etmesi halinde öldürücü bir darbe etkisi meydana getirebileceği, ancak sanığın da geri çekilme imkanı varken geri çekilmeyerek silahını çektiği açıktır. Sanık [A.Ş.nin] görevi gereği kendisine verilen tabancasıyla olayın meydana geldiği yer olan Milli Müdafaa Caddesi'nin Güvenpark Kızılay Metro çıkışı köşesinde, üç el ateş etmesi sonucunda mermilerden birinin maktul [E.S.nin] başına isabet etmesi sonucu ölüm meydana gelmiştir. Buna göre kanunun olası kast ile düzenlemiş olduğu hükümler çerçevesinde yapılan değerlendirmede sanığın ateş etmesi neticesinde orada bulunanların isabet alarak yaralanabileceklerini veya ölebileceklerini öngörebilecek bir durumda olduğu, üçüncü atış sonucunda da ölümün meydana gelmiş olması göz önüne alındığında, sanık [A.Ş.nin] olay anında, bulunduğu alanda, tabanca ile ateş etmesini gerektirecek düzeyde bir tehlikenin söz konusu olmadığı, olay anında aynı şartlar altında bulunan diğer görevli polis memurlarının böyle bir eyleme kalkışmadıkları, sanığın kendisinin de daha sonra duruşmadaki ifadesinde de kabul ettiği gibi olaydan hemen sonra polis arkadaşlarına 'çektim sıktım üç tane' demesi, sanığın suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemiş olması sebebiyle eylemin olası kastla adam öldürme olduğu mahkememizce kabul edilmiştir.Sanığın eylemi bilinçli taksir olarak kabul edilmemiştir. Bilinçli taksirin söz konusu olabilmesi için sanığın neticeye yönelik iradesinin 'istememe' şeklinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Halbuki eylemde yukarıda anlatıldığı gibi sanık olası kast unsurlarını gerçekleştirecek şekilde hareket etmiştir.c) Olası kast (TCK 21/2) halinde haksız tahrik hükümlerinin (TCK 29) uygulanması...haksız hareketin işleniş şekli, niteliği, tahrik edenle edilenin durumları nazara alınmış ve hakkaniyet ilkesi çerçevesinde uygun bir biçimde tahrikin derecesi tespit edilerek cezada yapılan indirim oranı 2/3 olarak belirlenmiştir.5) Meşru müdafaa sınırının aşılması suretiyle adam öldürme iddiasına ilişkin yapılan değerlendirme...... TCK'nın 27/1 maddesi, meşru müdafaa bakımından geçerli olup, hukuka uygunluk nedeniyle sınırın aşıldığı hallerde uygulanır. Olayın meydana geliş şekline göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı göz önüne alındığında meşru savunma şartlarının olayımızda gerçekleşmediği açıktır. ...8) SEGBİS Sisteminin Kullanılması...SEGBİS sisteminin kullanımına ilişkin yukarıda belirtilen yönetmelik ve genelge gereği huzurda bulunamayan ve başka bir mekanda bulunan sanıkla ilgili savunma alınması söz konusu olduğundan, Sanık [A.Ş.nin] Şanlıurfa'da bulunması sebebiyle SEGBİS sistemiyle savunmasının alınmasına karar verilmiş olup, SEGBİS sisteminin özelliği gereği sanığın sesli ve görüntülü video sistemiyle, mahkeme huzurunda bulunan avukatı kanalıyla savunmasının alınmasıdır. Bu sebepten, sanığın savunmasının alınmasına karar verildikten sonra avukatların mahkememizde bulunması gerektiği, SEGBİS sistemi gereği sanığın yanında avukat bulunması zorunluluğu olmadığından sanığın tek başına SEGBİS sistemiyle huzurda bulunan sanık vekilleri ve katılan vekillerinin huzurunda savunması alınmıştır.Tarafların, yani sanık vekillerinin ve katılan vekillerinin savunma konusundaki itirazları, savunmanın yapılamadığına ilişkin beyanları üzerine sanık vekillerinin sanık [A.Ş.yi] duruşmada hazır edeceklerini beyan etmeleri üzerine, sanığın huzurda hazır edilmesiyle savunması alınmıştır.Mahkemenin buradaki amacı, tarafların beyanlarını değerlendirirken sanık savunmasına ilişkin sanık vekillerinin de beyanları göz önüne alınarak adil yargılama ilkeleri çerçevesinde savunmanın alınması olduğundan, tekrar savunma alınmıştır. Esasen mahkememizin görüşüne göre SEGBİS sistemiyle yapılan savunma geçerli olmasına rağmen, özellikle sanık vekillerinin sanığı hazır etmeleri suretiyle savunmasının alınmasını talep etmeleri sebebiyle talepleri kabul edilmiştir.SONUÇ VE GENEL | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16451 | Başvuru, güvenlik güçlerince güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hizmet süresine ilişkin olarak açılan davada hukuka aykırı, çelişkili karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, komiser olarak görev yapmaktadır. Başvurucunun zorunlu askerlik hizmetinde geçen sürenin rütbe terfi işlemlerinde dikkate alınması istemiyle yaptığı idari başvuru 1/2/2005 tarihli işlemle reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 2005 yılında dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) 31/1/2007 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar vermiş ise de Danıştay Onikinci Dairesi 21/4/2008 tarihli kararıyla iptal hükmünü bozmuştur. Mahkeme 28/1/2010 tarihli ilamıyla bozma kararına uyarak davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiş ancak Danıştay Onikinci Dairesi 24/9/2010 tarihli kararıyla davanın süre yönünden reddine ilişkin kararı da bozmuştur. Nihai olarak Mahkeme 24/4/2013 tarihli kararıyla bozma kararına uyarak davanın esastan reddine karar vermiştir. Ret kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... 3201 sayılı Yasa’nın maddesinde emniyet hizmetleri sınıfında rütbe kıdeminin polis memuru rütbesi ile başlayıp, bu rütbenin üzerindeki rütbeler polis amiri rütbeleri olarak düzenlenerek polis memurlarının polis amiri olabilmeleri için meslekte fiilen 6 yıl çalışılması yani zorunlu bir bekleme süresi öngörüldüğünden polis memuru iken veya polis memuru olmadan önce askerlik hizmetini yerine getiren ilgililerin askerlik hizmeti süresi kadar polis memurluğunda beklemeleri gereken zorunlu sürenin kısaldığı bir başka deyişle Yasa’nın maddesinin fıkrası uyarınca askerlik hizmeti süresinin fiili çalışma süresi içerisinde değerlendirildiği gözönüne alındığında, bu sürenin bir kez de polis amiri rütbelerinde (olayımızda komiser yardımcılığı rütbesi) değerlendirilmesi anılan düzenlemenin amacına aykırı olacaktır. Zira polis memuru iken veya öncesinde yapılan askerlik hizmetinin polis memurluğunda fiili çalışma süresinden sayılmasından sonra bir kez de polis amirliğinde değerlendirilmesinin, askerliğini polis amiri olarak yerine getiren emniyet teşkilatı mensubuna göre eşitsizlik yaratacağı, bu durumun da polislik mesleğinin temeli olan hiyerarşik yapının bozulmasına neden olacağı açıktır. Ayrıca 3201 sayılı Kanun’un 5337 sayılı Yasa ile değişik maddesinin fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan” bu Kanunun maddesinde sayılan rütbeler içerisinde yapılan” ve hangi rütbede ifa edilmiş veya geçirilmiş ise o rütbedeki” bölümleri ile “emniyet teşkilatına girmeden önce yapılan askerlik hizmetinin atanılan ilk rütbede ve adaylığın onanmasından sonra fiili çalışma süresinden sayılacağı”nı öngören üçüncü tümcesinin iptali için, Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusu sonucunda, Anayasa Mahkemesi 2007 günlü K:2007/12 sayılı kararı ile ikinci tümcesinin iptali istenen bölümleri için, 5337 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihte, askerlik hizmet süreleri gözetilerek bir üst rütbeye terfi etmiş olanlar ile bir üst rütbeye terfi etmemiş olanların aynı hukuksal konumda bulunmadıkları için eşitlik karşılaştırmasına esas alınmayacakları dava konusu kuralın Anayasa’nın ve maddelerine aykırı olmadığı, üçüncü tümcesi için ise; emniyet hizmetleri sınıfında görev yapmakta iken askere gidenler ile diğerlerinin aynı hukuki durumda bulunmadıkları, emniyet hizmetleri sınıfında görev yapmakta iken askere gidenlerin askerlik sürelerinin askere gittikleri tarihte bulundukları rütbenin fiili çalışma süresinden sayılacağının kabul edilmiş olmasının, emniyet teşkilatına girmeden önce askerliğini yapanların askerlik sürelerinin atanılan ilk rütbede değerlendirilmesini öngören düzenlemenin eşitlik ilkesine aykırılığı sonucunu doğurmayacağı, bu nedenle dava konusu kuralın Anayasa’nın ve maddelerine aykırı olmadığı gerekçesiyle iptal isteminin reddine karar vermiştir. ... Bu durumda; 3201 sayılı Kanun’un maddesinin 5337 sayılı Kanun ile değişik fıkrasında, bu Kanun’un maddesinde sayılan rütbeler içerisinde yapılan askerlik hizmetinde geçirilen sürelerin hangi rütbede ifa edilmiş veya geçirilmiş ise o rütbedeki fiili çalışma süresi içerisinde değerlendirileceği, Emniyet Teşkilatına girmeden önce yapılan askerlik hizmetinin atanılan ilk rütbede ve adaylığın onanmasından sonra fiili çalışma süresinden sayılacağının belirtilmiş olması ve bu hükme uygun olarak davacının mesleğe girmeden önce yaptığı askerlik hizmetinin polis memurluğu mesleğindeki kıdem ve fiili çalışma süresinden sayılmış bulunması karşısında; anılan Kanun hükmüne göre askerlikte geçen sürenin ayrıca bulunduğu komiser yardımcılığı rütbe terfiinde değerlendirilmeyeceğinden dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmemiştir." Mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı, Danıştay Onikinci Dairesinin 27/11/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu nihai kararı 26/2/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 27/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4540 | Başvuru, hizmet süresine ilişkin olarak açılan davada hukuka aykırı, çelişkili karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun doçentlik müracaatının kamu görevinden ihraç edilmesi gerekçe gösterilerek iptal edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Olayların yaşandığı tarihte Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde araştırma görevlisi olan başvurucu, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığına (Kurul) hitaben yazdığı dilekçe ile Ekim2015 döneminde doçentlik başvurusu yapmıştır. Kurul, doçentlik sınavı başvurusunu değerlendirmiş ve eser inceleme jürisi oluşturmuştur. Başvurucu eser inceleme aşamasında başarılı olarak 2/3/2017 tarihinde yapılacak olan sözlü sınava davet edilmiştir. Başvurucunun doçentlik müracaatına ilişkin olağan süreç işlemekteyken başvurucu, 7/2/2017 tarihli ve 29972 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (686 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Kurulun 17/2/2017 tarihli işlemi ile başvurucunun 686 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmış olması nedeniyle 23/1/017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 683 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (683 Sayılı KHK) maddesi uyarınca doçentlik başvurusunun iptal edildiği bildirilmiştir (Olağanüstü Hal [OHAL] ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 47-66). Başvurucu doçentlik başvurusunun iptal edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme), dava konusu işlemin 683 sayılı KHK uyarınca iptal edildiğini, anılan KHK'da bu konuda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma olanağı tanınmadığını, bu nedenle idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilemeyeceğini belirterek davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan Mahkeme kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire), 10/5/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusuna konu edilen kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğunu ifade etmiş ve istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 25/5/2018 tarihinde öğrendikten sonra 25/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapılması sonrasında 11/11/2020 tarihli ve 7256 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un maddesiyle, 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşan 23/1/2017 tarihli ve 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye bir madde eklenmiştir. Söz konusu düzenleme ile OHAL kapsamında kabul edilen ve daha sonra kanunlaşan kanun hükmünde kararnamelerde yer alan ilave tedbirlere karşı bir başvuru yolu getirilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19635 | Başvuru, başvurucunun doçentlik müracaatının kamu görevinden ihraç edilmesi gerekçe gösterilerek iptal edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11270 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 18/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 15/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/51874 | Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/2/2017, 30/3/2017, 5/4/2017, 13/4/2017, 5/5/2017, 11/7/2017, 2/8/2017, 7/9/2017, 3/11/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2017/20064, 2017/20911, 2017/23783, 2017/20135, 2017/30251, 2017/34667, 2017/37363, 2017/31965 numaralı bireysel başvuru dosyalarının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/14126 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca 19/7/2019 tarihinde tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne de karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda bilinen ismiyle Tahşiyeciler grubuna ilişkin yürütülen bir soruşturmada (anılan soruşturmalara ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 10, 11) bir süre tutuklu kalan bir kişinin şikâyeti üzerine başvurucu da dâhil olmak üzere gazeteci, yapımcı, senarist, yönetmen ve emniyet görevlilerinin de aralarında olduğu çok sayıda şüpheli hakkında iftira, sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında Başsavcılık 18/12/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/12/2014 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık; başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin resmî belgede sahtecilik, iftira ve silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etmiş ve Mahkemenin E.2015/281 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Devam eden yargılama sonunda Mahkeme 3/11/2017 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, diğer suçlardan ise beraatine karar vermiştir. Kararda ayrıca başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Hükme karşı yapılan istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 21/9/2018 tarihli kararıyla temyiz yolu açık olmak üzere esastan reddedilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Başvurucu, istinaf mahkemesince verilen karara karşı temyiz yoluna başvurmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın temyiz incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Ömer Köse, B. No: 2017/10151, 26/9/2019, §§ 16- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14126 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Diyarbakır'da bir lisede öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu ayrıca Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) üyesidir. Somut olay KCK olarak bilinen yapıya karşı gerçekleştirilen operasyonlar kapsamında tutuklu ve tutuksuz olarak yargılanan sanıkların Diyarbakır Adliyesinde yapılan 11/11/2010 tarihli dava duruşması etrafında şekillenmiştir. Anılan tarihte Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) tarafından sanıklara destek olmak ve sanıkların Kürtçe savunma yapmasına izin verilmemesini protesto etmek amacıyla saat 30'da Sümer Park önünden adliye binasına kadar yaklaşık 4000 kişinin katıldığı bir gösteri yürüyüşü tertip edilmiştir. Yürüyüşün akabinde büyükşehir belediyesi önünde -adliye karşısı- BDP genel başkanı ve İnsan Hakları Derneği (İHD) yetkililerince toplanan kalabalığa karşı konuşmalar yapılmıştır. Bahse konu konuşmalar sonrasında azalan kalabalık duruşmanın saat 17:15 de sona ermesiyle belediye binası önünde yeniden toplanmış ve BDP milletvekillerince çeşitli konuşmalar yapılmıştır. Toplanan kalabalık 17:50 sıralarında dağılmıştır. Başvurucu hakkında, söz konusu yürüyüş ve basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu ifadesinde; ilgili yürüyüşün bir siyasi parti faaliyeti olmadığını vetertip komitesinde Kürt Dili Geliştirme Derneğinden dört kişinin bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu KCK olarak bilinen davada bir kısım sendika üyesinin de yargılandığını ve sendikadaki görevi nedeniyle il dışından gelen konuklarıyla birlikte davayı izlemek için bu etkinliğe katıldığını ifade etmiştir. Bunun yanında başvurucu yürüyüşe katılmak gibi bir amacının olmadığını, aslında duruşma salonuna gitmek istediğini ancak konuklarına eşlik etmenin doğal sonucu olarak yürüyüşte bulunduğunu ve basın açıklamasını dinlediğini vurgulamıştır. Başvurucu son olarak o gün dersi olmadığını, somut olayın sürdürdüğü kamu görevine herhangi bir etkisinin ve devlet memurluğu kimliğiyle bir ilgisinin olmadığını savunmuştur. Soruşturma neticesinde başvurucunun BDP tarafından izinsiz olarak düzenlenen yürüyüş ve parti milletvekilleri tarafından yapılan basın açıklamasına katıldığı ve bir siyasi partinin yararına hareket ettiği belirtilerek başvurucunun 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendi uyarınca -"herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak"- kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu anılan disiplin cezasının iptali istemiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi, başvurucunun bir siyasi parti tarafından gerçekleştirilen gösteriye ve basın açıklamasına katıldığının sabit olduğunu ve bu yolla fiilen katkıda bulunduğunu belirterek eylemlerin sübuta erdiği gerekçesiyle davanın reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Başvurucu, ret kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. DanıştayOnikinci Dairesi, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına atıf yaptığı kararında başvurucunun ifadesinin aksi yönde bir tespitin dava dosyasında bulunmadığı gibi anılan yürüyüş sırasında başvurucunun yasa dışı slogan atmadığını ve suç teşkil eden bir davranışta bulunmadığını belirtmiştir. Bunun yanında kararda söz konusu eylem sırasında yasa dışı slogan ve söylemlerde bulunan başka kişilerin bu davranışlarından başvurucunun sorumlu tutularak cezalandırılamayacağı aksi bir uygulamanın ise cezaların şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturacağı vurgulanmıştır. Nihayetinde başvurucunun temyiz isteminin kabulüyle mahkeme kararının bozulmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir. Davalı idare, bahse konu karara karşı karar düzeltme kanun yoluna başvurmuştur. Danıştay Onikinci Dairesi, karar düzeltme isteminin kabulüyle temyiz kararının kaldırılmasına ve mahkeme kararınınonanmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 30/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 27/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29046 | Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu 1991 yılında açılan tespite itiraz davasının henüz karara bağlanmamış olması, yargılama süresince taşınmazdan yararlanamaması ve taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kesinleşmemesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 7/6/2013 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/1/2014 tarihli görüş yazısı 17/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla ili Marmaris ilçesi Karaca köyünde kain 857 parsel sayılı taşınmaz, kadastro tespit çalışmaları sırasında başvurucunun da aralarında yer aldığı bir kısım şahıslar adına tespit görmüştür. Bir kısım davacılar tarafından başvurucu ve müşterekleri adına yapılan tespit aleyhine kadastro komisyonuna yapılan itirazın reddini müteakip, 1/8/1991 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde tespite itiraz davası açılmıştır. Marmaris Kadastro Mahkemesinin 13/8/2009 tarih ve E.1991/244, K.2009/952 sayılı kararı ile davacıların taleplerinin reddine, müdahil orman idaresinin davasının kabulü ile, dava konusu taşınmazın tespitinin iptaline ve orman vasfı ile maliye hazinesi adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/12/2012 tarih ve E.2011/11665, K.2012/13896 sayılı kararı ile, eksik olduğu belirtilen bir kısım belgelerin dosyaya eklenmesi gerektiğinden bahisle dosya ilk derece mahkemesine geri gönderilmiş olup, eksikliklerin ikmalini müteakip halihazırda temyiz mercii önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir: “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5250 | Başvurucu 1991 yılında açılan tespite itiraz davasının henüz karara bağlanmamış olması, yargılama süresince taşınmazdan yararlanamaması ve taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kesinleşmemesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru; kollukça gözaltında tutulan bir kişinin ölmesi ve bu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; olayın faillerinin yargılanmaması nedeniyle bu kişilerden yönelebilecek ve yaşam boyu sürecek tehdit, belirsizlik ve endişe sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: PKK terör örgütünün dağ kadrosunda yer aldığından pişmanlık duyduğunu ifade edip 18/6/1994 tarihinde kolluk görevlilerine teslim olan A.Ç. 19/7/1994 tarihinde, kendisine gösterilen fotoğraflardan başvurucu Güli Bulut'un eşi, diğer başvurucuların ise babası olan A.B.yi silahlı örgüt elemanı olarak teşhis etmiştir. A.B. 24/7/1994 tarihinde, silahlı terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle İdil Emniyet Amirliği (Emniyet Amirliği) görevlilerince yakalanmıştır. İdil Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) 25/7/1994 tarihinde, A.B.nin on beş gün süreyle gözaltında tutulmasını uygun bulmuştur. A.B. 25/7/1994 tarihinde, İdil Merkez Sağlık Ocağı Tabipliğinde görevli bir hekimce muayene edilmiştir. Muayeneye ilişkin raporda, darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanaklara göre Şırnak'ın İdil ilçesi Oyalı köyü yakınlarında bulunan ve terör örgütü mensuplarınca kullanılan sığınakları kolluk görevlilerine göstermek maksadıyla 27/7/1994 tarihinde saat 30 sıralarında bir mağaraya giren A.B., o esnada meydana gelen bir patlama sonucu vefat etmiştir. A.B.nin mağaraya girmesinden önce etrafta emniyet tedbirleri alan kolluk görevlileri, yeni bir patlamanın meydana gelebileceği düşüncesiyle saat 00'ya kadar A.B.nin cesedine ulaşamamışlardır. Daha sonra mağaraya giren kolluk görevlileri, A.B.nin cesedi yanında parçalanmış bir sırt çantası içinde terör örgütü propagandasının yapıldığı pek çok dergi ve bildiri ele geçirmişlerdir. Olay, aynı gün saat 30 sıralarında Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında derhâl soruşturma başlatmıştır. Olay yerinde incelemelerde bulunan Cumhuriyet savcısı, bir hekim yardımıyla olay yerinde ölü muayenesi işlemini yapmıştır. Söz konusu işlemlere ilişkin tutanakta; cesedin sığınağın 10-15 metre içinde bulunduğu, ölü morluğu ve katılığının oluşmadığı, ölüm nedeninin beyin travmasına bağlı kan yetmezliği olduğu ve kesin ölüm nedeninin saptanması nedeniyle klasik otopsi işlemine gerek bulunmadığı belirtilmiştir. Bir kolluk görevlisince olay yerinin basit bir krokisi çizilmiştir. Olay yerini inceleyen iki bomba imha uzmanınca düzenlenen 27/7/1994 tarihli tutanakta; A.B.nin tuzaklı bombaya bastığı, olay yerinde iki adet antitank mayın parçası, iki adet kontrplak parçası, bir adet kablo parçası ve kontrplak üzerine monte edilmiş bir teneke bulunduğu ve bu eşyanın geçici olarak alıkonulduğu belirtilmiştir. Aynı görevlilerce tanzim edilen 1/8/1994 tarihli tutanakta ise tuzaklı bombanın nasıl çalıştığına dair açıklamalar yer almıştır. Emniyet Amirliği 7/9/1994 tarihinde, Emniyet Amirliğinde görevli olup A.B. ileolayın meydana geldiği yere giden polis memurları ve S.E. ile KomiserM.O.Y.nin ifadelerini almıştır. Adı geçen şahıslar ifadelerinde; yer gösterme işlemi nedeniyle olay yerine gittiklerini, terör örgütü mensuplarınca sığınak olarak kullanılan mağaranın ayrı bir çıkışının olduğunu A.B.den öğrendiklerini, mağaranın giriş ve çıkışında güvenlik önlemi aldıklarını, A.B.nin bir el feneri ile mağaraya girdiğini, kısa bir süre sonra patlamanın meydana geldiğini, mağaradan gaz ve duman çıkması ve başka bir patlama olabileceğini düşünmeleri nedeniyle A.B.yi kurtarmak amacıyla hemen mağaraya giremediklerini beyan etmişlerdir. Olayı soruşturma görevinin kendisine ait olmadığı gerekçesiyle 13/9/1994 tarihinde görevsizlik kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma evrakını Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 12/10/1994 tarihinde, olayla ilgili beyan ve ihbar varsa bildirilmesi, faillerin tespitine çalışılması, arama ve neticelerinden üç ayda bir haber verilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına, Şırnak İl Jandarma Komutanlığına ve Şırnak İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkereler yazmıştır. Söz konusu yazılara istinaden faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince belli aralıklarla tutulan tutanaklar DGM Cumhuriyet Başsavcılığınagönderilmiştir. Başvurucular vekilleri aracılığıyla 13/1/2011 tarihinde soruşturma evrakının bir örneğini almışlardır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına 5/8/2011 tarihinde bir dilekçe veren başvurucuların vekili; A.B.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğunu,A.B.nin herhangi bir belgede imzasının bulunmadığını, A.B.nin ifadesinin alındığına dair bir tutanağın da mevcut olmadığını, yer gösterme sırasında herhangi bir güvenlik önlemi alınmadan A.B.nin bir el feneri ile mağaraya gönderildiğini, patlayıcının türü ve menşei konusunda araştırma yapılmadığını, A.B.nin yakınlarının ifadelerinin alınmadığını, Ö.Y., S.E., ve F. isimli kolluk görevlilerinin beyanlarının amirlerince alındığını (F. isimli kişinin ifadesinin alınıp alınmadığı tespit edilememiştir) oysa ifadeyi alan kimselerin şüpheli olma durumlarının bulunduğunu, ifadesi alınan kolluk görevlilerinin beyanları ile olay tutanağı arasında çelişkiler bulunduğunu, Ö.Y., S.E., ve F. ile emniyet amirinin en azından ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmaları nedeniyle A.B.nin ölümünden sorumlu olduklarını öne sürmüştür. Ayrıca başvurucuların vekili; başvurucuların beyanlarının alınmasını, Emniyet Amiri A.Ö. ilekolluk görevlileri Ö.Y., S.E., ve F.nin şüpheli sıfatıyla, 24/7/1994 tarihinde gözaltında bulunan kişilerin tanık olarak ifadelerinin alınmasını, ölüme neden olan patlayıcının türü konusunda rapor aldırılmasını ve ölüme en azından ihmal suretiyle neden olan kolluk amir ve memurları hakkında cezai veya idari soruşturma başlatılıp başlatılmadığının araştırılmasını talep etmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'la, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet başsavcılıklarının görevlerine son verildiği ve soruşturma yetkisinin yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 11/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. 8/5/2014 tarihinde soruşturma evrakının bir örneğini alan başvurucuların vekili Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 15/5/2014 tarihli dilekçede, 5/8/2011 tarihli dilekçesinde yazdığı hususları tekrar edip A.B.nin sorguda işkence edilerek öldürüldüğünü ve kolluk görevlilerinin olay yerini kurguladığını iddia etmiştir. Başvurucuların vekili, dava zamanaşımı süresinden söz ederek etkin bir soruşturma yapılmasını, A.B.nin cesedinin teslim edildiği S.S.nin ifadesinin alınmasını, A.Ö., Ö.Y., S.E., ve F. hakkında yakalama emri çıkarılmasını da talep etmiştir. Ayrıca başvurucular vekili 5/8/2011 tarihli dilekçesindeki taleplerini yinelemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca emniyet birimlerine yazılan müzekkerelere verilen cevaplardan, S.S.nin 30/4/2012 tarihinde vefat ettiği, A.Ö., Ö.Y., ve F. hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yapılmadığı ve 1994 yılında S.E. isminde bir kişinin polis olarak görev yapmadığı anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı A.Ö., Ö.Y., S.E., ve F. hakkında daha önce herhangi bir soruşturma yürütülmediğini saptamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine kolluk görevlileri 15/7/2014 tarihinde, başvurucu Güli Bulut'un müşteki sıfatıyla ifadesini almıştır. Başvurucu Güli Bulut ifadesinde, eşi A.B.nin gözaltındayken öldürüldüğünü düşündüğünü, Oyalı köyü muhtarından duyduğuna göre çobanların polis memurlarını A.B.nin cesedinin üzerine bir el bombası atarken gördüklerini söylemiştir. Başvurucuların vekili 22/7/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede, A.B.nin sorgu sırasında işkence edilerek öldürüldüğüne yönelik iddiasını yinelemiş ve etkili bir soruşturma yapılmasına ilişkin talebini tekrar etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, A.B.nin ölmesine neden olan mayını yerleştiren kişinin eyleminin devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma ve kasten öldürme suçlarını oluşturduğu, olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olup failin lehine olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda bu suçlar için öngörülen dava zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu, polis memurlarının gerekli önlem almadan A.B.yi mağaraya göndermeleri eyleminin memuriyete ait vazifeyi suiistimal ile kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele bulunma suçunu oluşturduğu ve bu suç için kanunda öngörülen dava zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu ve tüm suçlar için zamanaşımı sürelerinin dolduğu gerekçesiyle olay hakkında 19/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucuların vekili;kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda şüpheli olarak yer almayan kolluk amir ve memurlarının adreslerinin dahi tespit edilmediğini, A.B.nin kolluk görevlilerince kasten öldürüldüğünü ve soruşturmaya konu suç yönünden zamanaşımının söz konusu olmadığını ileri sürerek kovuşturmaya yer olmadığına dairkarara itiraz etmiştir. Bu itiraz, Midyat Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 5/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Hâkimliğin kararı 22/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 11/2/2015 tarihindebireysel başvuru yapılmıştır. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk norm ve uygulamaları, Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29-61) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2752 | Başvuru, kollukça gözaltında tutulan bir kişinin ölmesi ve bu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; olayın faillerinin yargılanmaması nedeniyle bu kişilerden yönelebilecek ve yaşam boyu sürecek tehdit, belirsizlik ve endişe sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu taşınmaz üzerinde yapılacak yapıya ilişkin imar çapının ve yapı ruhsatının iptali istemiyle Ü.S. tarafından 26/8/2011 tarihinde Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Başvurucu 11/11/2011 tarihli dilekçeyle davaya davalı idare yanında müdahale talebinde bulunmuştur. Bu talebin Mahkemenin 11/1/2012 tarihli ara kararı ile kabul edilmesinden itibaren başvurucu, davalı idarenin yanında müdahil olarak davayı takip etmiştir. Mahkeme 8/11/2013 tarihli kararıyla uyuşmazlığa konu imar çapı ve yapı ruhsatının yürürlükteki plan ve hükümlerine, imar durum belgesine ve onaylı projesine, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve imar mevzuatına uygun olduğunu belirterek davanın reddine hükmetmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiş ve Danıştay Altıncı Dairesince (Daire) kararın onanmasına 27/6/2019 tarihinde karar verilmiştir. Davacı tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuş olup uyuşmazlık Daire önünde derdesttir. Başvurucu 26/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29178 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinde sürdürmekte olduğu yüksek lisans eğitimi ile ilişiğinin kesilmesinin ardından yükseköğretim kurumlarından ilişiği kesilen öğrencilere öğrenimlerine devam etme imkânı tanıyan 22/10/2008 tarihli ve 5806 sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümlerinden yararlanmak istemiyle başvuru yaptığını, başvurusunun Yükseköğretim Kurumunun 22/6/2009 tarihli işlemi ile reddedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen işlem aleyhine 9/9/2009 tarihinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 17/3/2010 tarihli ve E.2009/1174, K.2010/356 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 23/10/2013 tarihli ve E.2010/7397, K.2013/7144 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 20/6/2014 tarihli ve E.2014/1004, K.2014/5560 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 5/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14258 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik güçlerine karşı yapılan terör saldırısında yaralananlara müdahale etmek üzere yola çıkan ambulans şoförünün çatışma arasında kalarak hayatını kaybettiği olayda devletin yaşamı koruyucu tedbirleri almaması ve bu olayla ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını olan Ş. 1956 doğumlu olup olay tarihinde Beytüşşebap Devlet Hastanesinde ambulans şoförü olarak görev yapmaktadır. 25/9/2015 tarihinde saat 40 sıralarında bölücü terör örgütü mensupları tarafından Beytüşşebap ilçesi Kaymakamlık binasına, İlçe Emniyet Amirliğine ve İlçe Jandarma Komutanlığına eşzamanlı olarak uzun namlulu silahlar ve roketatarlarla saldırı düzenlenmiş, bunun üzerine terör örgütü mensupları ile emniyet güçleri arasında çatışmalar yaşanmıştır. Çatışmalar sırasında yaralanan emniyet personeline ilk ve acil müdahalenin yapılabilmesi için İlçe Emniyet Amirliği binasına 112 Acil Servis aracılığıyla ambulans çağrılmıştır. Beytüşşebap Devlet Hastanesinden saat 08:00 sıralarında yola çıkan ambulans İlçe Emniyet Müdürlüğü binasına yaklaştığı sırada devam eden çatışmanın arasında kalmış ve ateşli silahla yaralanan ambulans şoförü Ş. hayatını kaybetmiştir.A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Olayla ilgili olarak Beytüşşebap Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından derhâl soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında müşteki sıfatıyla Başsavcılık tarafından alınan ifadesinde başvurucu Polat Dürsün özetle; 25/9/2015 tarihinde bölücü terör örgütü mensupları tarafından ilçeye eşzamanlı olarak saldırı yapıldığını, olay günü babası Ş.nin yaralanan polislere müdahale etmek amacıyla hastaneden İlçe Emniyet Amirliğine gelmek üzere yanında iki acil tıp teknisyeni olduğu hâlde yola çıktığını, fakat ilçe merkezine ulaşamadan, çatışmaların ortasında kalarak ateşli silah mermisi isabet etmesi sonucu hayatını kaybettiğini, babasını öldüren kişilerden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Olay tarihinde Beytüşşebap Devlet Hastanesi Acil Servisinde acil tıp teknisyeni olarak çalışan E.S., talimat yoluyla Muş Cumhuriyet Başsavcılığında tanık sıfatıyla alınan ifadesinde özetle; 25/9/2015 tarihinde saat 00 sıralarında ilçe merkezinden çatışma sesleri duyulduğunu, kurşunların hastanenin bulunduğu alana kadar geldiğini, yaralılar için emniyet ana binasına gitmelerinin söylenmesi üzerine saat 05 sıralarında ambulans şoförü Ş. ve doktor İ.Y ile yola çıktıklarını, üç dört dakika kadar ambulansla yol aldıktan sonra polis noktasına yaklaşık 10 metre kala teröristler tarafından ambulansa ateş açıldığını, o esnada ambulans şoförü Ş.nin yaralandığını fark ettiklerini, ilk merminin ona isabet ettiğini düşündüğünü, ambulansın durmasının ardından İ.Y. ile birlikte ambulanstan inerek sağ tarafa, tepenin bulunduğu yere doğru, yokuş yukarı kaçmaya başladıklarını, taştan bir evin balkonunda üzerinde leşker kıyafeti olan, ellerinde Kalaşnikof marka silah bulunan iki terörist görüp onlara "Siz ne yaptınız, adamı öldürdünüz" diye bağırdığını, ardından içinde teröristlerin bulunduğunu anladığı bir eve kendini attığını, bir yandan da teröristlere ambulans şoförünü niye öldürdüklerini sormaya devam ettiğini, maskeli olan şahsın kendisine "Şoförü polis vurdu, bunu böyle bil" dediğini, söyleyiş tarzından şahsın resmî makamlar tarafından sorulduğunda bu yönde beyan vermesini istediğini anladığını, yine evin içindeyken "Ambulans imha edildi, o bayanı öldürün" diye bir konuşma duyduğunu, ambulans şoförü Ş.nin tam olarak kim tarafından ve nereden gelen mermi ile öldürüldüğünü bilmediğini, ancak ölüme teröristlerin neden olduğunu düşündüğünü beyan etmiştir. Olay tarihinde Beytüşşebap Devlet Hastanesinde 112 Acil Servis görevlisi olarak çalışan İ.Y., Başsavcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; olay günü İlçe Emniyet Amirliğinde yaralı polis olduğunu öğrenmeleri yola çıktıklarını, polis noktasına yaklaşık 40-50 metre kadar mesafede bir anda ambulansın durduğunu, yoğun çatışma arasında üzerine kan sıçradığını ve ambulans şoförü Ş.nin vurulmuş olduğunu gördüğünü, E.S. ile tepeye doğru koşarak ambulanstan uzaklaştıklarını, taştan bir eve girdiklerini, evde leşker kıyafetli, ellerinde Kalaşnikof marka uzun namlulu silah ve roketatar bulunan, yüzleri kapalı beş altı teröristin olduğunu, E.S.nin teröristlere "Arkadaşımızı neden vurdunuz?" diye bağırdığını, yüzü maskeli teröristlerden birinin E.S.ye "Şoförü polis vurdu, bunu böyle bileceksin, sana sorarlarsa da böyle söyleyeceksin" dediğini, ambulansa isabet edenkurşunların durdukları konuma göre sol taraftan geldiğini, ön taraftan ateş edildiğini görmediğini beyan etmiştir. Başsavcılık otopsi sırasında cesetten çıkarılan mermi çekirdekleri, gömlek parçası, iki adet nüve ile olay anında polis noktasında bulunan ve görevli polis memurları tarafından kullanılan silahları tespit ettirerek kriminal incelemeye esas olmak üzere Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğine göndermiştir. Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği yaptığı inceleme sonucu düzenlediği 17/2/2016 tarihli uzmanlık raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:i. Suç konusu dört adet mermi çekirdeği ve gömlek parçasında çarpma, sürtünme, bükülme ve kırılmadan dolayı aşırı deformasyon sebebiyle teşhis ve mukayeseye elverişli yeterli karakteristik iz bulunmamaktadır.ii. Nüveler atıldıkları silah ve silahlara ait karakteristik izleri üzerinde taşımayacağından gönderilen nüve üzerinde, atıldığı silahı tespit etme yönünde herhangi bir inceleme yapılmamıştır. iii. Tetkik için gönderilen iki adet metal parçanın; laboratuvarda yapılan fiziki incelemesi neticesinde çarpma, sürtünme, ezilme ve kopma sonucu aşırı deformasyona uğradığı, bu nedenle üzerinde ateşli silahla atıldığına veya gömlek parçası, tekli kurşun, şevrotin, saçma tanesi ve benzeri olduğuna dair herhangi bir karakteristik iz ve şekilsel benzerlik bulunmadığı görülmüştür. Başsavcılık olay gününe ait tüm kamera ve MOBESE görüntüleri ile 25/9/2015 tarihinde saat 30 ile 30 saatleri arasındaki telsiz görüşmelerinin temin edilerek çözümlerinin yapılmasını istemiş, ancak çatışma esnasında elektrik hatları ile telsiz role sisteminin zarar görmesi nedeniyle eksik bir şekilde elde edildiği belirtilen veriler üzerinde çözümleme işlemi yapılarak Başsavcılığa gönderilmiştir. 30/12/2015 tarihli Görüntü İnceleme Tutanağında, İlçe Emniyet Amirliği kısmını gören 1 No.lu kameranın saat 46'dan sonra, 2 No.lu kameranın ise 01'den sonra kaydının olmadığı, emniyet dışındaki kayıtların da benzer şekilde saldırı anından itibaren kayıtlarının olmadığı belirtilmiş; bu tutanakta kayıtlardaki eksiklik nedeniyle ambulansın çatışma alanına girdiği an ve sonrasına ilişkin bir incelemeye rastlanmamıştır. Başsavcılığın yürüttüğü soruşturma neticesinde verdiği 26/9/2016 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın (takipsizlik) sonuç kısmı şöyledir:"...Müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kriminal rapor, olay yeri inceleme tutanağı, ölü muayene ve otopsi tutanakları ile tüm soruşturma evrakı kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 25 Eylül 2015 tarihinde sabah saat 05:35 sıralarında çok sayıda PKK/KCK bölücü terör örgütü mensupları tarafından eş zamanlı olarak ilçe emniyet amirliği, TOKİ polis lojmanları, Şehit Necmettin Evin Polis Noktası, ilçe jandarma komutanlığı, jandarma komando alay komutanlığı ve alay komutanlığına bağlı üs bölgelerine saldırı düzenlendiğini ve saldırı sırasında örgüt mensuplarınca uzun namlulu silah, roketatar ve el bombası gibi tahrip ve öldürücü niteliği yüksek silahların kullanıldığı, çatışma sırasında ilçe emniyet amirliği binasında bulunan polis ve özel hareket personelinin yaralanması sebebiyle sağlık mensuplarınca müdahalede bulunulması maksadıyla 112 acil servis hizmetlerine haber verilerek saat 08:00 civarlarında ambulans talep edildiği, mak[tu]l [Ş]nin sevk ve idaresinde olan 73 AH 219 plaka sayılı ambulansın içinde tanıklar [E] ve [İ.] olduğu halde ilçe devlet hastanesinden ilçe emniyet amirliği binasına gelmek üzere hareket ettiği, ilçemiz girişinde bulunan Şehit Polis Necmettin Evin Polis Noktası'na yaklaşık 30 metre mesafe kala ambulansın durduğu, ambulansın durmasını müteakiben mak[tu]l [Ş]nin yaşanan çatışma sırasında vücuduna isabet eden mermiler nedeniyle yaralandığı ve bilahare hayatını kaybettiği, meydana gelen ölüm olayı kapsamında müştekiler vekillerinin talepleri çerçevesinde polis noktasında görev yapan kolluk görevlileri yönünden yürütülen soruşturmada ilçemiz Şehit Polis Necmettin Evin Polis Noktası'nda olay günü ve saatinde görev yapan polis memurlarının saldırı sırasında kullandıkları silahlarının seri numaraları kayıt altına alınmış ve mak[tu]l [Ş]nin cesedinden elde edilen mermi çekirdekleri ile kriminal karşılaştırılması yapılarak netice elde edilmek istenilmişse de, mak[tu]l [Ş]nin cesedinden elde edilen mermi çekirdekleri kriminal incelemeye matuf nitelikte olmadıkları için kriminal ve balistik inceleme mümkün olmamakla birlikte yaşanan terör saldırısı kapsamında ilçemizde gerçekleşen elektrik kesintisi ve sair nedenlerle güvenlik kamerası kayıtlarının da bulunmadığı, bu itibarla mak[tu]l [Ş]nin yanında bulunan sağlık görevlileri [E] ve [İ.]nin birbirlerini doğrulayan beyanları ile [E] ve [İ.]nin anlatımlarını kısmen de olsa doğrulayan diğer tanıklar [A] ve [K]nın beyanlarıyla birlikte olay günü ilçede yaşanan kapsamlı terör saldırısı ve emniyet amirliğinde yaralı polis memurlarının bulunması dikkate alındığında, Şehit Necmettin Evin Polis Noktası'nda görev yapan kolluk görevlilerinin kendi meslektaşlarının yaralanması nedeniyle emniyet amirliğine intikal etmeye çalışan sağlık mensuplarına yönelik ateş etme yönündeki ortaya koyacakları bir iradenin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, öte yandan mak[tu]l [Ş]'nin ve tanıklar [E] ve [İ.]nin aracın ön kısmında yan yana oturdukları ve polis noktasının ise tam karşılarında bulunduğu dikkate alındığında gerek tanık [E] ve gerekse tanık [İ.]nin yaklaşık 30 metre mesafe uzaklıkta bulunan polis noktasından açılan ateşle yaralanmamalarının mümkün olmadığının değerlendirildiği, diğer taraftan tanık [E]nin açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen ve yüzü maskeyle kapalı terörist ile mak[tu]l [Ş]'nin öldürülmesi nedeniyle yaşadığı konuşmalar ile yine örgüt mensuplarının kendisini de vurmak istediklerine dair anlatımları ve tüm soruşturma evrakı kapsamından mak[tu]l [Ş]'nin PKK/KCK bölücü terör örgütü mensuplarının vurarak şehit ettiğinin anlaşıldığı, bu çerçevede olay tarihi ve saatinde Şehit Necmettin Evin Polis Noktası'nda görev yapan polis memurları hakkında mak[tu]l [Ş]'nin öldürülmesi nedeniyle kamu davası açılmasını gerektirir herhangi bir delil bulunmadığı anlaşılmakla..." Anılan karara başvurucular tarafından yapılan itirazı inceleyen Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği 24/10/2016 tarihli kararla itirazın reddine vermiş olup bu nihai karar 15/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Ayrıca Başsavcılık takipsizlik kararının yanı sıra bölücü terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen saldırılarda şehit olanların faillerinin tespiti için soruşturmaya devam etmiş ve aralarında ambulans şoförü Ş.nin de ölümüne neden olduğu belirtilen toplam yirmi bir şüpheli hakkında Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 24/9/2019 tarihli kararıyla bazı sanıkların atılı suçlardan mahkûmiyetine, bazı sanıkların ise beraatine karar vermiş olup karara karşı istinaf yoluna başvurulduğundan hüküm henüz kesinleşmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde soruşturmanın kamu davasına konu olan kısmı ile ilgili herhangi bir ihlal iddiası ileri sürülmemiştir.B. Olayla İlgili Olarak Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular ölüm nedeniyle uğradıkları zararların tazmini amacıyla idare aleyhine 25/10/2016 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmışlardır. İdare Mahkemesi başvurucuların destekten yoksun kalma zararlarının hesaplanması için bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 31/3/2019 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmında başvurucuların karşılanmamış bakiye destekten yoksun kalma alacaklarının bulunmadığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 14/5/2019 tarihli kararıyla;i. 31/3/2019 tarihli bilirkişi raporu uyarınca başvurucuların karşılanmamış bakiye destekten yoksun kalma alacakları bulunmadığından maddi tazminat taleplerinin reddine, ii. Başvurucuların duyduğu elem ve ızdırabın bir nebze dindirilmesi amacıyla manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulü ile başvurucu Hatice Dürsün için takdiren 000 TL, diğer başvurucular için ise ayrı ayrı olmak üzere takdiren 000 TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacılara ödenmesine karar vermiştir. Anılan karara karşı idare ve başvurucular tarafından istinaf talebinde bulunulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi Gaziantep İdari Dava Dairesinde devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Menendiz ve diğerleri, B. No: 2014/5235, 6/7/2017, §§ 17- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/80373 | Başvuru, güvenlik güçlerine karşı yapılan terör saldırısında yaralananlara müdahale etmek üzere yola çıkan ambulans şoförünün çatışma arasında kalarak hayatını kaybettiği olayda devletin yaşamı koruyucu tedbirleri almaması ve bu olayla ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işe iade istemiyle açılan davada usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücretinin dayanağının kararda tartışılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/9812, 2014/9813, 2014/9814, numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/9810 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2014/9810 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Özel bir üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmakta olan başvurucuların iş sözleşmesi araştırma görevlisi olarak atandıkları tarihin üzerinden yedi yıl geçmesine rağmen doktoralarını tamamlayamadıkları gerekçesiyle üniversite yönetimi tarafından 31/8/2011 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucular iş akdinin haksız olarak feshedildiği ve feshin ardındaki gerçek nedenin yürütmüş oldukları sendikal faaliyet olduğunu ileri sürerek ayrı ayrı işe iade ve tazminat istemiyle 3/8/2011 tarihinde dava açmışlardır. İstanbul İş Mahkemesi 4/11/2013 tarihli kararlar ile dava dilekçelerinin ayrı ayrı görev yönünden reddine, 320 TL maktu vekâlet ücreti ile 260 TL yargılama giderlerinin her bir davacıdan ayrı ayrı alınarak davalıya verilmesine ve başvurucular tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerilerinde bırakılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda mahkeme özetle başvurucular ile üniversite arasındaki ilişkinin statü hukukuna tabi olduğunu ifade etmiş ve dolayısıyla sözleşmenin feshine ilişkin uyuşmazlığın çözümlenmesi görevinin idari yargı mercilerine ait bulunduğunu belirtmiştir. Söz konusu kararlar başvurucular tarafından temyiz edilmiş ve işe iade davalarının açıldığı tarihte adli yargının görevli olduğu ve yargı yolu nedeniyle verilecek görevsizlik kararlarında vekâlet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilemeyeceği itiraz olarak ileri sürülmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/3/2014 tarihli kararlarıile ilk derece mahkemesi kararları onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir. Nihai kararlar başvurucular vekiline 15/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 16/6/2014 tarihinde ayrı ayrı bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ''Öğretim Yardımcıları'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. (Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.) Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler…" 2547 sayılı Kanun’un ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Vakıfca kurulacak yüksekögretim kurumlarındaki akademik organlar, Devlet yükseköğretim kurumlarındaki akademik organlar gibi düzenlenir ve onların görevlerini yerine getirir. Öğretim elemanlarının nitelikleri Devlet yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının niteliklerinin aynıdır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun ''Görevli olmayan yerlere başvurma'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:''Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.'' 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılıHukuk Muhakemeleri Kanunu'nun''Yargılama giderlerinin kapsamı'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendi şu şekildedir:''Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti'' 6100 sayılı Kanun'un ''Yargılama giderlerinden sorumluluk'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şuşekildedir:''Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.'' B. Yargı İçtihatları Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 5/11/2012 tarihli ve E.2012/189, K.2012/234 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Somut olay ve mevzuat hükümleri birlikte irdelendiğinde; davalı Üniversitenin, sürekli ve düzenli nitelikteki kamu hizmetinde çalıştırdığı davacının; statüsü, göreve alınması, hak ve yetkileri gözetildiğinde, İdare Hukuku kapsamında bir kamu personeli olduğu açıktır. Bu açıdan davacının, iş akdinin feshine ilişkin işleminin de 2577 sayılı Kanunun 2'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde tanımı yapılan iptal davasına konu edilebilecek nitelikte bir idari işlem niteliği taşıdığı; bu işlemin hukuka uygunluğunun denetiminin de, Anayasayla bu denetim için oluşturulan İdari Yargı'nın görev alanında bulunduğu sonucuna varılmıştır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9810 | Başvuru, işe iade istemiyle açılan davada usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücretinin dayanağının kararda tartışılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin, tedbire tedbir isteyenin kadın olması nedeniyle eşitlik ilkesinin, ayrıca kendisinden tedbir kararının verildiği mahkeme kararında şiddet uygulayan olarak söz edilmesi nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 29/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 4/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21387 | Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin, tedbire tedbir isteyenin kadın olması nedeniyle eşitlik ilkesinin, ayrıca kendisinden tedbir kararının verildiği mahkeme kararında şiddet uygulayan olarak söz edilmesi nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ruhsatsız binanın yıkılmasından doğan zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Sakarya'nın Adapazarı ilçesi Karaosman Mahallesi 39 ada 79 parsel sayılı taşınmazın malikleridir. Adapazarı Belediyesi (Belediye) başvuruculara ait taşınmazla ilgili olarak 23/10/1986 tarihinde imar planı değişikliği yapmıştır. Belediye söz konusu plan değişikliğine dayanarak başvurucu Necati Türkistanlı ve başvurucuların murisi Ü.T.ye beş kat (zemin+dört kat) üzerinden 26/1/1990 tarihinde inşaat ruhsatı vermiştir. Başvuruculara ait taşınmaza komşu parsel maliki E.T., imar planı değişikliğinin ve bu değişikliğe dayalı olarak verilen inşaat ruhsatının kendi menfaatine aykırı olduğu iddiasıyla yürütmenin durdurulması istemli -dosyadan tespit edilemeyen bir tarihte- iptal davası açmıştır. Sakarya İdare Mahkemesi 21/3/1990 tarihinde imar planına aykırı olduğu ve telafisi güç zararların doğacağı gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteğinin doksan gün süreyle kabulüne karar vermiştir. Anılan Mahkeme 20/11/1990 tarihinde davanın kabulü ile revizyon imar planının ve inşaat ruhsatının iptaline hükmetmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi tarafından bozulan karara karşı Mahkeme direnmiş ve Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 16/9/1994 tarihinde mahkeme kararını onamıştır. Belediye tarafından 27/12/1990 tarihinde tanzim edilen inşaat seviye zabtı ile iptal kararına dayanılarak başvuruculara ait inşaat mühürlenmek suretiyle durdurulmuştur. Belediye Encümeninin 1/6/2005 tarihli kararı ile başvuruculara ait inşaatın yıkılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların yıkım kararının iptali talebiyle açtıkları dava Sakarya İdare Mahkemesi tarafından 19/7/2006 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular yapının kısmen yıkımına ilişkin talepte bulunmuştur. Belediye Encümeni teknik açıdan bunun mümkün olmadığını belirterek 19/8/2009 tarihinde yapının yıkılmasına karar vermiştir. Yapı 30/9/2009 tarihinde Belediye tarafından yıkılmıştır. Başvurucular, inşaatın yıkımı sonucu oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 12/10/2009 tarihinde Belediyeye başvurmuştur. Belediye 5/11/2009 tarihinde başvuruyu reddetmiştir. Başvurucular 6/1/2010 tarihinde Belediyeye karşı tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, bina yaptırma taleplerinin Belediye tarafından uygun bulunarak bina için inşaat ruhsatı verildiğini ve altyapı tesis bedeli ile inşaat ruhsat harcını yatırarak bina yapımını başlattıklarını ifade etmiştir. Mevzuata uygun bir şekilde bina inşasına başlandığını belirten başvurucular, dördüncü kat tamamlandıktan sonra komşu parsel malikinin açtığı ve Belediyenin davalı olarak yer aldığı dava sonucu inşaat ruhsatının iptal edildiğini açıklamıştır. Başvurucular, tüm birikimlerini binanın yapımında kullandıklarını, Belediyenin imar mevzuatına uygun görerek inşaat ruhsatı verip sonra binayı yıkmasının hizmet kusuru oluşturduğunu ileri sürmüş; 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Sakarya İdare Mahkemesi (Mahkeme) 16/3/2011 tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde; davalı Belediyenin hukuka aykırı şekilde inşaat ruhsatnamesi vermesi nedeniyle yıkım işleminin gerçekleştiği ve Belediyenin yapının yıkılması nedeniyle oluşan zararı tazmin etmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, binanın yıkım tarihi itibarıyla değerinin belirlenmesi için aldırdığı bilirkişi raporu doğrultusunda 463,84 TL maddi tazminata ve başvurucuların manevi zararlarının karşılığı olarak da 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararı davalı Belediye tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire), kararı 28/2/2013 tarihinde bozmuştur. Dairenin bozma kararının gerekçesinde; i. İnşaat ruhsatının alındığı 26/1/1990 tarihinden yürütmenin durdurulması kararının verildiği 21/3/1990 tarihine kadar geçen sürede yapının tamamlanmasının mümkün olmadığı,ii. 16/2/1990 tarihinde yapılan keşif sonucu hazırlanan bilirkişi raporundan keşif tarihi itibarıyla yapıya başlanmadığının anlaşıldığı,iii. Başvurucuların müdahil oldukları davada yürütmenin durdurulması ve işlemin iptali kararlarından haberdar olmalarına rağmen yapıya ruhsatsız olarak başladıkları ve yapının dört kat seviyesinde tamamlandığı,iv. Ruhsatsız yapının yıkımında hukuka aykırılık bulunmadığı, meydana gelen zararın başvurucuların eyleminden kaynaklandığı ve Belediyenin hukuki sorumluğunun bulunmadığı belirtilmiştir. Dairenin bozma gerekçesine uyan Mahkeme 11/9/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucuların temyizi üzerine Daire, kararı onamış ve karar düzeltme talebini reddetmiştir. Nihai karar 12/7/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 10/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Yapı:a) Kuruluş veya kişilerce kendilerine ait tapusu bulunan arazi, arsa veya parsellerde,b) Kuruluş veya kişilerce, kendisine ait tapusu bulunmamakla beraber kamu kurum ve kuruluşlarının vermiş oldukları tahsis veya irtifak hakkı tesis belgeleri ile,İmar planı, yönetmelik, ruhsat ve eklerine uygun olarak yapılabilir." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir." 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin olay tarihindeki hâli şöyledir:"Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası olay tarihinde şöyledir:"Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay 1997 yılında yaptırılan, başvuruculara ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, özellikle ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM, başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55); müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71). Benzer şekilde Tiryakioğlu/Türkiye (B. No: 24404/02, 13/5/2008) kararında da AİHM, başvurucunun askerî güvenlik bölgesi içinde ruhsatsız olarak yapılan binanın yıkımına ilişkin şikâyetini incelemiştir. AİHM özellikle bu alanda bina yapılamayacağına dair düzenlemenin öngörülebilir olduğuna, nitekim binanın yapımından kısa bir süre sonra da yıkım ile ilgili olarak idare tarafından işlemler yapıldığına vurgu yapmıştır. AİHM, bu alanda kamu makamlarına tanınan geniş takdir yetkisi de dikkate alındığında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklenmediğini belirterek müdahaleyi ölçülü bulmuştur. Sud Fondi SRL ve diğerleri/İtalya (B. No: 75909/01, 20/1/2009) kararına konu olayda başvurucular, bir ormanın yakınında binalar inşa ettirmek üzere belediyeye başvurmuşlardır. Belediye bu imar ıslah planını onaylamış ve binaların yapılması için gerekli izinleri vermiştir. Ancak bakanlık kararıyla bu orman sonradan koruma altına alınmış ve bu bölgede yapılaşma bakanlık iznine bağlanmıştır. Bunun üzerine başvurucu tarafından yaptırılan yapıların izinsiz olduğu gerekçesiyle açılan ceza davasında derece mahkemeleri, kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle bu alanda yapılan binaların belediye yararına müsadere edilmesine karar vermiştir. AİHM mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuka dayalı olmadığını ve keyfî olduğunu kabul etmiştir. Ancak şikâyet edilen müdahalenin ağırlığını dikkate alan AİHM, ölçülülük yönünden de değerlendirme yaparak mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sud Fondi SRL ve diğerleri/İtalya, §§ 130-142). Daha sonraki bir tarihte verilen Varvara/İtalya (B. No: 17475/09, 29/10/2013) kararında da aynı sonuca varılmış ancak kararda ayrıca bir ölçülülük incelemesi yapılmayacağı belirtilmiştir (Varvara/İtalya, §§ 83-85). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14352 | Başvuru, ruhsatsız binanın yıkılmasından doğan zararın tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aile konutu niteliği taşıyan konutun satışına karar verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2014 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş bildirilmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 22/9/2016 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvurucunun eşine ait olan ve başvurucu tarafından 2001 yılından beri aile konutu olarak kullanıldığı iddia edilen taşınmazda 25/12/2003 tarihinde bir banka lehine ipotek tesis edilmiştir. İpotekle temin edilen borcun ödenmemesi üzerine İzmir İcra Müdürlüğünün E.2009/3128 sayılı dosyası üzerinde ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe başlanmış ve 14/5/2010 tarihli ihalede konut, lehine ipotek tesis olunan bankaya ihale olunmuştur. Başvurucu tarafından 20/5/2010 tarihli dilekçe ile söz konusu konutun aile konutu niteliği taşıdığı, konutta çocukları ile birlikte ikamet etmekte olduğu, aile konutu üzerinde bilgi ve rızası olmaksızın eşi tarafından banka lehine ipotek tesis ettirildiği, söz konusu taşınmazın aile konutu niteliği taşıdığının lehine ipotek tesis edilen ve basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü bulunan Banka tarafından bilindiği zira ipoteğin tesisi aşamasında ilgili banka bünyesinde çalışan uzmanlarca kıymet takdirine ilişkin rapor tanzim edildiği,22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin iyi niyetin korunması ile ailenin korunması arasında tercih yaparken ailenin korunmasına öncelik verdiği belirtilerek söz konusu ipoteğin kaldırılması talebiyle dava açılmıştır. İzmir Aile Mahkemesinin 10/11/2010 tarihli ve E.2010/460, K.2010/1070 sayılı kararı ile davanın kabulüne hükmedilmiş olup karar gerekçesi şöyledir:“İncelenen tüm dosya kapsamından, davanın K'nun maddesi ile koruma altına alınmış aile konutu üzerindeki eşin haklarına rağmen aile konutuna davacı eşin rızası ve bilgisi haricinde konulan ve aile konutunun elden çıkması ile sonuçlanabilecek ipoteğin fekki istemiyle açıldığı;Davalı banka ile davacının eşi K.'nın kredi ilişkisi içerisinde bulunduğu, bu ilişki çerçevesinde davalı bankanın verdiği krediye karşılık olarak davacının aile konutu olduğu subute eren ve davalı banka tarafından yapılacak basit bir araştırma ile kolaylıkla öğrenilebilecek niza konusu … bölüm nolu dubleks mesken tapu kaydına derece ipotek koydurduğu, ipotek işleminden davacı eşin bilgisi ve rızası bulunduğunun kanıtlanamadığı, bu durumun Türk K'nun maddesiyle koruma altına alınan eşin aile konutu üzerindeki haklarını ihlal ettiği, davalı bankanın yasaca korunan bu hakkı bilmemesinin düşünülemeyeceği gibi basiretli davranış gösterip gerekli özenle araştırma yapmadığının, bu suretle iyi niyet savunmasında bulunmasının kabul edilebilir olmadığının anlaşılması karşısında davacı talebinin kabulü ile ipoteğin kaldırılmasına, yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesine karar verilmek gerekmiştir.” Söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/1/2012 tarihli ve E.2011/6402, K.2012/1112sayılı kararı ile eksik harcın ikmal ettirilmediği ve kayıt maliki eş davaya dâhil edilmeksizin karar verildiğinden bahisle bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/412, K.2012/801 sayılı kararı ile yeniden davanın kabulüne hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde 10/11/2010 tarihli ve E.2010/460, K.2010/1070 sayılı kararda yer alan unsurlara aynen yer verilmiştir. Bu karar da Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/7/2013 tarihli ve E.2013/394, K.2013/19535sayılı kararı ilebozulmuş olup bozma gerekçesi şöyledir: “Mahkemece, davacı kadının rızası alınmadan davalı koca adına tapuda kayıtlı olan ve aile konutu niteliğindeki taşınmaza, diğer davalı banka tarafından ipotek konulduğu belirtilerek davanın kabulü ile ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK md. 6). İpotek tesisine ilişkin işlemden önce taşınmazın tapu kütüğünde "aile konutu" olduğuna ilişkin bir şerh bulunmamaktadır. Davalı kocanın iş yeri için kullanmış olduğu kredinin teminatı olarak 2003 tarihinde 000 TL için ipotek tesis edildiği, daha sonra 2004 tarihinde ipotek bedelinin 000 TL'ye, 2006 tarihinde de 000 TL'ye çıkartıldığı, dava konusu taşınmazın İzmir İcra Müdürlüğünün 2009/3128 esas sayılı dosyasında, iş bu davadan önce 2010 tarihinde cebri icra yoluyla satışının yapıldığı ancak İzmir İcra (Hukuk) Mahkemesinde görülen ihalenin feshi davası nedeniyle satışın kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Davalı banka iyiniyetli olduğunu savunduğuna göre; kanunun iyiniyete sonuç bağladığı durumlarda (TMK md.3) aslolan iyiniyetin varlığıdır. Bu durumda davalı bankanın ipoteğe ilişkin kazanımı iyi niyetli ise korunur (TMK md. 1023). Davacı, davalı bankanın kötü niyetli olduğunu kanıtlayamamıştır. Bu durum nazara alınmadan, davanın reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.” Bozma kararı sonrası yürütülen yargılama neticesinde bozmaya uyularak Mahkemenin 20/12/2013 tarihli ve E.2013/825, K.2013/929 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir: “Tarafların iddia ve savunmaları, nüfus kaydı, tanık anlatımları, kredi dosyası, tapu kaydı, aile sicil beyannamesi, ikametgah belgeleri, ipotek belgesi ve tüm dosya kapsamı incelenerek yapılıp bitirilen yargılama sonunda davacı talebinin kabulü ile ipoteğin kaldırılmasına, yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesine, mahkememizin 10/11/2010 gün, 460 E. - 1070 K. sayılı kararı karar verilmiştir. Karar davalı banka vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesince yapılan temyiz incelemesi sonunda 24/01/2012 gün, 2011/6402 Esas -2012/1112 Karar sayılı kararla nispi harca tabii davada eksik harcın Harçlar Kanunun 30- maddesi gereğince ikmal ettirilmeden ve kayıt maliki eş K. davaya dahil edilmeksizin karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğundan bahisle kararın bozulmasına hükmolunmuş; Bozmaya uyularak ve davalı K.nın yokluğunda yapılıp bitirilen yargılama sonunda İncelenen tüm dosya kapsamından, davanın, K'nun maddesi ile koruma altına alınmış aile konutu üzerindeki eşin haklarına rağmen aile konutuna davacı eşin rızası ve bilgisi haricinde konulan ve aile konutunun elden çıkması ile sonuçlanabilecek ipoteğin fekki istemiyle açıldığı; Davalı banka ile davacının eşi K.'nın kredi ilişkisi içerisinde bulunduğu, bu ilişki çerçevesinde, davalı bankanın verdiği krediye karşılık olarak davacının aile konutu olduğu sübuta eren ve davalı banka tarafından yapılacak basit bir araştırma ile kolaylıkla öğrenilebilecek niza konusu … bağımsız bölüm nolu dubleks mesken tapu kaydına derece ipotek koydurduğu, ipotek işleminden, davacı eşin, bilgisi ve rızası bulunduğunun kanıtlanamadığı; bu durumun Türk K'nun maddesiyle koruma altına alınan eşin aile konutu üzerindeki haklarını ihlal ettiği, davalı bankanın yasaca korunan bu hakkı bilmemesinin düşünülemeyeceği gibi basireti davranış gösterip gerekli özenle araştırma yapmadığının, bu suretle iyi niyet savunmasında bulunmasının kabul edilebilir olmadığının anlaşılması karşısında mahkememizin 18/10/2012 gün, 412 Esas - 801 Karar sayılı kararı ile davacı talebinin kabulüne, ipoteğin kaldırılmasına, yargılama giderlerinin davalılara yükletilmesine karar verilmiştir. Bu karar davalı banka vekilince temyiz edilmekle Yargıtay Hukuk Dairesince incelenmiş 09/07/2013 gün 394 E - 19535 K. Sayılı kararla davalı kocanın iş yeri için kullanmış olduğu kredinin teminatı olarak 25/12/2003 tarihinde 000,00 lira için bilahare 31/05/2004 tarihinde 000,00 lira için ve nihayet 12/10/2006 tarihinde 000,00 lira alacak için dava konusu taşınmaza ipotek konulduğu, borcun ödenmemesi üzerine taşınmazın cebri icra yoluyla satıldığı, davalı bankanın ipoteğe ilişkin kazanımının iyi niyetli olup aksinin kanıtlanamadığı nazara alınarak kararın bozulmasına hükmolunmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada; bozma ilamında ifade olunan gerekçeler çerçevesinde ve davalılardan A.Ş'nin iyi niyetli olduğu ve daha önemlisi diğer davalı K.’nın korunup kollanması gereken ve davacı eşinin aleyhine aile konutunu elden çıkarma doğrultusunda kötü niyetle hareket etmediği, davalı kocanın ailenin geçimi için diğer davalı bankadan kullandığı ticari kredilerin yıllara sari teminatı olarak üst üste ve kesintisiz ipotek verilip, aile için kullanılmadığı iddia ve ispat olunmayan borcun ödenmemesi üzerine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluna gidildiği; gelinen bu aşamada esasen davacı eş 'nin iyi niyeti konusunda duraksama yaşandığı dikkate alınarak kanıtlanamayan davanın reddine, yargılama giderlerinin davacıya yükletilmesine karar verilmek gerekmiştir.” Temyiz incelemesi sonucunda söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/4/2014 tarihli ve E.2014/6851, K.2014/8888 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 8/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 10/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, 7/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İzmir İcra Dairesi tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen 17/6/2016 tarihli yazıda başvuruya konu taşınmazın yapılan açık artırma neticesinde satılarak paraya çevrildiği, ihalenin feshi davasının reddine ilişkin İzmir İcra Hukuk Mahkemesinin 30/12/2015 tarihli ve E.2015/953, K.2015/1104 sayılı kararının Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/04/2016 tarihli ve E.2016/7574, K.2016/12382 sayılı kararıyla onandığı ve aynı tarihte kesinleştiği ancak taşınmazın ihale alacaklısı adına tescil işlemlerinin henüz gerçekleştirilmediği belirtilmiştir. B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat 4721 sayılı Kanun'un genel gerekçesinin evlilikte mal rejimine dair ilgili kısmı şöyledir:"...Milyonlarca kadın tarlada çalışarak veya evde en ağır işleri görerek yarattıkları artı değere sahip olamamaktadır. Evlilik döneminde elde edilen taşınmaz mallar genellikle kocanın adına tapuya kaydolmakta ve gelirler kocanın banka hesabına geçirilmektedir. Evliliğin boşanma veya ölüm ile sona ermesi halinde kadın ortada kalmaktadır. Kadının çabası her zaman gözle görünen bir kazanç veya gelir şeklinde ortaya çıkmayabilir. O nedenle, bugünkü düzen sosyal adalet ve eşitlik ilkesine aykırıdır..." 4721 sayılı Kanun'un “Aile konutu” başlıklı maddesi şöyledir: "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir.Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur." Anılan hükmün gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır. Bu nedenle bu denli önemli bir malvarlığıyla ilgili olarak eşlerin tek başlarına hukukî işlemleri yapması diğer eşin önemli yararlarım etkileyebilir. Bunun sonucu olarak madde, konutla ilgili kira sözleşmesinin feshini, bu konutun başkalarına devrini ya da konut üzerindeki hakların buna benzer diğer hukukî işlemlerle tamamen ya da kısmen sınırlanmasını diğer eşin nzasına bağlamıştır. Maddede, aile konutunu eşlerden birinin kiralaması hâlinde, diğer eşin bir bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelmesi öngörülmektedir... bizde evliliğinin devamı sırasında da kira sözleşmesine taraf olmayan eşin mağdur olması gündeme gelebilmektedir. Bu nedenle söz konusu hüküm evlenmenin hükümleri kısmında ele alınmıştırDiğer eşin kanunun kendisine tanımış olduğu rıza verme yetkisini haklı sebep olmaksızın eşinden esirgemesi, bu yolla hakkını kötüye kullanması mümkündür. Bunun önlenmesi için de maddenin ikinci fıkrasında böyle bir rızaya muhtaç olan eşe hâkime başvurma yetkisi tanınmıştır." 4721 sayılı Kanun’un “Aile konutu ve ev eşyası” başlıklı maddesi şöyledir: “Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır. Sağ kalan eş, aynı koşullar altında ev eşyası üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir. Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle intifa veya oturma hakkı yerine, konut üzerinde mülkiyet hakkı tanınabilir. Sağ kalan eş, mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek veya sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde bu hakları kullanamaz. Tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hukuku hükümleri saklıdır.” 4721 sayılı Kanun’un “İptal veya boşanma hâlinde” başlıklı maddesi şöyledir: “Evliliğin iptal veya boşanma kararıyla sona erdirilmesi hâlinde, ailenin ortak kullanımına özgülenmiş ve eşler arasında eşit olarak paylaşma konusu olan konutta kalmaya ve ev eşyasını kullanmaya hangisinin devam edeceği konusunda eşler anlaşabilirler. Konutta kalma hakkını elde eden eş, bu hakkın tapu kütüğüne şerh edilmesini isteyebilir. Eşlerin aile konutunda kimin kalmaya ve ev eşyasını kimin kullanmaya devam edeceği konusunda anlaşamamaları hâlinde, hakkaniyet gerektiriyorsa hâkim, olayın özelliklerini, eşlerin ekonomik ve sosyal durumlarını ve varsa çocukların menfaatlerini göz önünde bulundurarak bu hakka hangisinin sahip olacağına iptal veya boşanma kararıyla birlikte re'sen karar verir; bu kararında kalma ve kullanma süresini belirleyerek tapu kütüğüne şerhi için tapu memurluğuna bildirir. Hâkim aksine karar vermedikçe hak, belirlenen sürenin bitiminde kendiliğinden sona erer. Ancak, bu süre sona ermeden yararlanan tarafın durumunda değişiklik olması hâlinde, diğer taraf hâkimden, kararın gözden geçirilmesini isteyebilir. Eşler konutta kira ile oturuyorlarsa hâkim, gerektiğinde konutta kiracı sıfatı taşımayan eşin kalmasına karar verebilir. Bu durumda, kiralayanın sözleşmeden doğan haklarını güvenceye almak için gerekli düzenleme yapılmasına iptal veya boşanma kararıyla birlikte re'sen karar verilir.” 4721 sayılı Kanun’un “Ölüm hâlinde” başlıklı maddesi şöyledir: “Eşlerden birinin ölümü hâlinde, paylaşma konusu olan mallar arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras ve paylaşmadan doğan hakkına mahsup edilmek ve yetmezse bir bedel eklenmek suretiyle mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir. Haklı sebeplerin varlığı hâlinde sağ kalan eşin veya ölenin diğer yasal mirasçılardan birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir. Sağ kalan eş, mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek veya sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde bu hakları kullanamaz. Tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hükümleri saklıdır.” 4721 sayılı Kanun’un “Aile konutu ve ev eşyası” başlıklı maddesi şöyledir: “Eşlerin birlikte yaşadıkları konut veya ev eşyası ortaklık mallarına dahil ise, sağ kalan eş, payına mahsuben bunların mülkiyetinin kendisine verilmesini isteyebilir. Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eş veya ölenin diğer yasal mirasçılarının istemiyle bunlar üzerinde mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınabilir. Mal ortaklığı rejiminin ölüm dışındaki bir sebeple son bulması hâlinde, eşlerden her biri, üstün bir yararının varlığını ispat etmek suretiyle aynı istemleri ileri sürebilir.” 4721 sayılı Kanun’un “Mühürleme” başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Tereke mühürlenirken mirasbırakanla birlikte oturanların ihtiyaçları için gerekli eşya bir tutanakla tespit edilip güvenilir kişi olarak kendilerine bırakılır; taşınmazların onların oturmaları için zorunlu olan bölümleri, mühürlemenin dışında tutulur.” 4721 sayılı Kanun’un “Aile konutu ve ev eşyasının sağ kalan eşe özgülenmesi” başlıklı maddesi şöyledir:“Eşlerden birinin ölümü hâlinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir.Mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek ve sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde, sağ kalan eş bu hakları kullanamaz. Tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hukuku hükümleri saklıdır.” İlgili Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/3/2013 tarihli ve E.2012/14380, K.2013/6484 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Dava konusu taşınmazın tapu kaydında ipotek tesisine ilişkin işlemden önce aile konutu olduğuna ilişkin bir şerh bulunmadığına göre, lehine ipotek tesis edilmiş olan banka iyi niyetli ise bu kazanımının korunacağında kuşku yoktur (TMK md.1023). Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda asıl olan iyi niyetin varlığıdır (TMK md.3/1)…” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/4/2015 tarihli ve E.2013/2-2056, K.2015/1201 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Dava, aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir.Davacı vekili, müvekkili ile davalının 1982 tarihinden bu yana evli olduklarını, davalı eş adına tapuda kayıtlı olup 1997 yılından itibaren müşterek çocukları ... ile birlikte yaşadıkları ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun maddesi anlamında aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, davalı eş tarafından müvekkilinin bilgisi ve muvafakati dışında, dava dışı ... Makine Boya San. Tic. Ltd. Şti. ile diğer davalı ... Bankası arasında imzalanan kredi sözleşmesinin teminatı olarak davalı banka lehine ipotek ettirildiğini, kredi borcunun ödenmemesi üzerine davalı bankaca başlatılan icra takibi üzerine bu durumdan haberdar olunduğunu, davalıların kötüniyetli olduklarını, müvekkilinin ipotek işlemine açıkça muvafakatinin bulunmadığını ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını ve icra takibinde taşınmazın satışının teminatsız olarak durdurulmasını talep ve dava etmiştir.Davalı ...Bankası vekili, dava konusu taşınmazın tapu kaydında aile konutu olduğuna dair bir şerhin bulunmadığını, müvekkili bankanın iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, TMK’nın 194/ maddesinde eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlamanın aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı, üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının herhangi bir öneminin bulunmadığı, eldeki davada davacı eşin rızası alınmaksızın aile konutunun ipotek olarak davalı eş tarafından gösterilmesinin TMK’nın 194/1 maddesine aykırılık teşkil ettiğinden bahisle davanın kabulü ile dava konusu aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına dair verilen karar, davalı ...Bankası vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesince yukarıda açıklanan nedenlerle oyçokluğu ile bozulmuştur.Mahkemece, önceki gerekçelerle ipoteğin kaldırılmasına dair ilk kararda direnilmiştir.Direnme kararı, davalı ...Bankası vekili tarafından temyiz edilmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ipotek işleminin davacı ve ipotek veren davalı ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasına göre, bu hususun davacının ipotek işleminden haberdar olup bu işleme muvafakat ettiği anlamına gelip gelmediği noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194/ maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi konulmuş olmasa da eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır.Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.TMK'nın maddesi ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte TMK'nın madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “aile birliğinin” korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi tek başına bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir.TMK'nın maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle sözkonusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “açık” olması gerekir (GÜMÜŞ, Mustafa Alper, Türk Medeni Kanununun Getirdiği Yeni Şerhler; Vedat Kitapçılık, İstanbul 2007, Birinci Basıdan İkinci Tıpkı Bası, 41-42 sh.).Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da, hak sahibi eşin kötüniyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin açık rızası şarttır.Somut olayda, davalı eş dava konusu aile konutu üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis etmiş, bu işlem sırasında davalı banka tarafından davacı eşin açık rızası alınmamıştır. Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde ipotek işleminin, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasının da önemi bulunmamaktadır. Bu durumda, TMK'nın 194/1 maddesi eşin açık rızasını aradığından, yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; ipotek işleminin kurulmasına neden olan, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediden ve dolayısıyla da ipotek işleminden davacı eşin haberdar olmadığını kabul etmenin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan nedenlerle bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.Hal böyle olunca, mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun olup; direnme kararının onanması gerekir.…” Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve E.2015/26117, K.2016/6947 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “ Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “açık rızası bulunmadan" davalı banka lehine ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını talep etmiş, davalı banka ise dava konusu taşınmazın tapu kaydında aile konutu olduğuna dair bir şerhin bulunmadığını, bankanın iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece yapılan yargılama neticesinde, bankanın kötü niyetinin ispatlanamadığı gerekçesi ile talebinin reddine karar verilmiştir. Hukuk Genel Kurulu “emsal davalarda" gerekçesi aşağıya “aynen" alınan 2013/2- 2056 esas, 2015/1201 karar ve 2015 günlü kararı ile “yeni bir uygulamaya” geçmiştir. Hukuk Genel Kurulunun benzer davalarda da sürdürülen yeni uygulaması Dairemiz tarafından da benimsenmiş olup Dairemiz emsal bütün davalarda Hukuk Genel Kurulunun aşağıdaki görüşlerine aynen katılmaktadır. Emsal Hukuk Genel Kurulu kararında yer alan yerel mahkemenin “direnme gerekçesinde" açıkça belirtildiği üzere Türk Medeni Kanununun madde hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194/ maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa dahi aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakta aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “kurucu” değil “açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır.Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir. Türk Medeni Kanununun hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanununun madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “aile birliğinin korunması" amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça" aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi tek başına" bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma “ancak diğer eşin açık rızası alınarak" yapılabilir.Türk Medeni Kanununun maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin "açık" olması gerekir (Mustafa Alper GÜMÜŞ, Türk Medeni Kanununun Getirdiği Yeni Şerhler; Vedat Kitapçılık, İstanbul 2007, Birinci Basıdan İkinci Tıpkı Bası, s. 41-42). Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da, hak sahibi eşin kötüniyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin “açık rızası" şarttır.Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde eşin "açık rızası" alınmadan yapılan işlemin Hukuk Genel Kurulunca da açıkça ifade edildiği üzere "geçerli olduğunu" kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin "açık rızası alınmadan" yapılan işlemin "geçersiz olduğunu" kabul etmek zorunludur. Hal böyle olunca, mahkemece Hukuk Genel Kurulunca benimsenen yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına ve taşınmaz üzerine aile konutu şerhi konulmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır.…” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17751 | Başvuru, aile konutu niteliği taşıyan konutun satışına karar verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin yürütülen bir soruşturma kapsamında 2/5/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 5/5/2011 tarihinde de tutuklanmıştır. Yapılan yargılama sonucunda 12/11/2014 tarihinde başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hukuka aykırı gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulandığı iddiasıyla 15/12/2014 tarihinde tazminat davası açmıştır. İskenderun Ağır Ceza Mahkemesi davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların düşük olduğunu belirterek temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay, temyiz başvurusunun reddine karar vermiş ve bu karar 23/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Anılan karar başvurucuya 15/4/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu ise 8/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15643 | Başvuru, koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir gazetede editör olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1970 doğumlu olup iş akdinin feshedildiği 29/7/2016 tarihine kadar ulusal bir gazetede editör olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. İşveren gazete, başvurucunun sosyal medyada yaptığı paylaşımlarda aşağılayıcı bir üslup ve nefret dili kullandığını belirterek 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (II) numaralı bendinde yer alan "haklı fesih" şartları oluştuğundan bahisle başvurucunun iş akdini sona erdirmiştir. Başvurucu, fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunu belirterek işveren aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü İstanbul İş Mahkemesi (Mahkeme) davacının savunması alınmadan iş akdinin feshedilmesi nedeniyle davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) davacının paylaşımlarının davalı gazetenin yayın politikasına aykırı olması nedeniyle aralarındaki güven ilişkisinin zedelendiğini belirtmiş ve feshin haklı olmasa da geçerli olduğu sonucuna ulaşarak Mahkemenin kararını kaldırmıştır. Başvurucu nihai kararı 21/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 18/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38252 | Başvuru, bir gazetede editör olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmazlara uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Devam eden yargılamada başvurucular 13/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22027 | Başvuru; ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmazlara uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/29780 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların taraf olduğu hukuk davaları, ekli tablonun (D) sütununda belirtilen tarihlerde açılmış ve sona ermiş veya hâlen derdest durumdadır. Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29780 | Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve delillerin yanlış yorumlanması nedeniyle de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay günü boş araziye bir tabancanın atıldığı devriye polis ekiplerince görülmüştür. Kolluk görevlilerince düzenlenen 25/3/2008 tarihli tutanakta, başvurucunun kolluk görevlilerini görünce olay yerindeki boş arsaya bir şey attığının kolluk görevlilerince fark edildiği ve yapılan aramada suça konu tabancanın ele geçirildiği belirtilmiştir. Aynı gün başvurucunun şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu hakkında Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 4/1/2010 tarihli iddianamesiyle ruhsatsız ateşli silah taşıma suçundan kamu davası açılmıştır. Batman Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli kararıyla başvurucunun atılı suçtan 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar; sanık ve müdafiinin yüzüne karşı verilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesi 25/3/2008 tarihli tutanak içeriğinde imzası bulunan polis memurlarının tanık sıfatıyla talimatla alınan duruşmalardaki ifadelerinde de tutanak içeriğinin doğru olduğunu belirtmiş olmalarına dayanmaktadır. Başvurucu müdafii 9/12/2013 tarihinde UYAP üzerinden ilk derece mahkemesine elektronik imzayla gönderdiği süre tutum dilekçesi ile anılan kararı temyiz etmiştir. Başvurucunun temyiz talebi, Batman Asliye Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli ek kararıyla reddedilmiştir. Gerekçede, kararın sanık ve müdafiinin huzurunda verildiği ve 10/12/2013 hâkim havale tarihli dilekçe ile kararın temyiz edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, temyiz aşamasında da bu iddiayı dile getirmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesince, hükmün sanık ve müdafiinin yüzüne karşı 2/12/2013 tarihinde tefhim olunduğu ve bir haftalık süre geçtikten sonra 10/12/2013 tarihinde temyiz edildiği gerekçesiyle 11/11/2014 tarihinde onanmıştır. 19/12/2014 tarihli kesinleşme şerhi buna göre düzenlenmiştir. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapmış olduğu 27/1/2015 tarihli ve 2015/1950 numaralı bireysel başvurusu hakkında Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü tarafından 22/2/2018 tarihinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Kararın bir örneği, adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Bunun üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, ilk derece mahkemesinin 18/12/2013 tarihli ek kararını kaldırmış ve başvurucu müdafiinin suçun maddi unsurlarının oluşmadığına yönelik temyiz itirazlarını yerinde görmediğini belirterek 10/7/2018 tarihinde hükmün onanmasına dair karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 10/9/2018 tarihinde öğrendiğini belirterek 18/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21105 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve delillerin yanlış yorumlanması nedeniyle de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla (HAGB) sonuçlanan davada adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2013 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 19/11/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 19/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 15/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bir hastanede doktor olan başvurucu ile ambulans şoförü S.G. yaşadıkları bir tartışmanın ardından birbirlerinden şikâyetçi olmuşlardır. S.G. 27/6/2012 tarihli polis ifadesinde başvurucunun kendisine yönelik “sen bir şoför parçasısın” ve “senin ağzına sı.arım, defol git buradan” dediğini ileri sürmüştür. Başvurucu ise “ş[o]för olarak bana nasıl müdahale edersin” dediğini, S.G.nin kendisine hakaret ettiğini ve bağırdığını belirtmiştir. Olayla ilgili ifadeleri alınan tanıklardan E.E. ve Ö., başvurucunun S.G.ye “sen bir şoförsün, benim dengim değilsin, bana cevap veremezsin, karşılık veremezsin” şeklinde ifadeler kullandığını beyan etmişlerdir. Diğer bir tanık A. ise başvurucunun “sen ş[o]försün karışma” dediğini söylemiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 12/12/2012 tarihinde başvurucu hakkında hakaret, S.G. hakkında ise hakaret ve tehdit suçlarından dava açmıştır. Antalya Sulh Ceza Mahkemesinde görülen davanın 29/5/2013 tarihinde yapılan ilk duruşmasında başvurucu ve S.G. şikâyetlerinden vazgeçmişler ve hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına muvafakat ettiklerini belirtmişlerdir. Mahkeme önünde görülen 18/9/2013 tarihli ikinci duruşmaya başvurucu katılmamıştır. Duruşmada tanıklar Ö. ve A. önceki ifadelerini tekrar etmişler, bulunamayan tanık E.E.nin dinlenilmesinden ise vazgeçilmiştir. Antalya Sulh Ceza Mahkemesi 18/9/2013 tarihli ve E.2012/1106, K.2013/557 sayılı kararıyla tarafların ve tanıkların beyanlarını ve dosyadaki diğer belgeleri dikkate alarak başvurucunun kamu görevlisi olan S.G.ye karşı hakaret suçunu işlediği sonucuna varmıştır. Mahkeme, başvurucunun 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Diğer sanık S.G. hakkında tehdit suçundan açılan dava, şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşürülmüş; karşılıklı olması nedeniyle hakaret eylemi için ceza verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Başvurucu bu karara HAGB talebi olup olmadığının yargılamanın başında değil, mahkûmiyet sonucuna ulaşılmasının ardından sorulması gerektiği; davanın başında HAGB’ye muvafakat edilmesinin, başvurucunun suçu işlediği hususunda hâkimi etki altında bıraktığı, müşteki ve tanık ifadeleri arasındaki farklılığın bu etkiyi gösterdiği gerekçesiyle itiraz etmiştir. Antalya Asliye Ceza Mahkemesi 18/11/2013 tarihli ve E.2012/1106, K.2013/557 sayılı kararı ile sonuç ceza miktarına, başvurucunun muvafakatinin bulunmasına, sabıkasız oluşuna ve verilen cezaya konu suçun niteliğine göre zarar kavramının incelenerek usul ve yasaya uygun bir karar verildiği gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 28/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“…(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;…c) … Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.…(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. ... Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak; …..karar verilebilir. ….(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. …(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9381 | Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla (HAGB) sonuçlanan davada adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.