text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvurucu, kasten adam öldürme suçundan yargılandığı Mahkemenin yargılamanın yenilenmesi taleplerini reddetmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 17/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine Malatya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 6/7/2009 tarihli kararıyla kan gütmek saikiyle adam öldürmek suçundan müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2010 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararı onanmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, hüküm kurulurken delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiği iddiasıyla Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’ne müteaddit defa yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi, 17/2/2011, 10/03/2011, 8/7/2011, ve 22/12/2011 tarihli ek kararları ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinde yer alan yargılamanın yenilenmesini gerektiren bir neden olmadığı gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca istemin kabule değer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu ek kararlardan 22/12/2011 tarihli ek karara itiraz etmiş; Malatya Ağır Ceza Mahkemesi, 6/2/2012 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, 10/03/2011 ve 8/7/2011 tarihli ek kararlara itiraz etmemiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği ek kararlardan yalnızca 17/2/2011 tarihli ek karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu, yeni delillerin ortaya çıktığı iddiası ile 3/2/2011 tarihinde yargılanmanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Hükümlü İ.A., 7/2/2011 tarihli dilekçesinde “maktule kendisinin iki el ateş ettiğini, her fişekte 9 saçma bulunduğunu, ateş ettikten sonra tüfeği tarlada parçaladığını, bir çalının içine attığını, olayda kullandığı silahın parçalarını teslim edeceğini, yeğeni Ümit’in suçsuz olduğunu” beyan etmiş, bunun üzerine başvurucu müdafii 10/2/2011 tarihli dilekçesi ile “İ.A.’nın beyanında geçen yerde suç aletinin jandarma tarafından alınması ve elde edilecek bu yeni delil durumuna göre dosyanın yeniden ele alınıp olayla ilgisi bulunmayan Ümit Ata’nın beraatine karar verilmesini” talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 17/2/2011 tarihli ek kararı ile 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca istemin kabule değer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 28/02/2011 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kez Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 17/2/2011 tarihli ek kararını temyiz etmiş ve Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 17/3/2011 tarihli kararı ile yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine dair kararların temyize tabi olmadığı gerekçesi ile temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucu, temyiz talebinin reddi kararını temyiz etmiş ve Yargıtay Ceza Dairesi, 26/6/2012 tarihli ilamı ile Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin itirazın reddine dair, 6/2/2012 tarihli kararını “kanun yararına” bozmuştur. Yargıtay bozma kararında şu gerekçelere dayanmıştır:"…Yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değer görülmediğine dair aynı mahkemenin heyetinde de yine Başkan Orhan ERDİM'in karara katıldığı, anlaşılmaktadır.5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 23/3 maddesi gereğince; yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev alan hakim aynı işte görev alamaz. Yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değer olup olmadığına ilişkin kararın aynı mahkemece, fakat asıl kararı veren başkan ve üyeler dışındaki hakimlerden oluşturulan heyetçe verilmesi gerekir. Keza itirazı inceleyecek olan yargılama heyetinde de görev alamayacağı bu kuralın doğal sonucudur.Asıl kararı veren heyette görev alan Mahkeme Başkanı Orhan ERDİM'in yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine karar veren heyette; görev alması CMK.nun 23/3 maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle, yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine dair kararın ortadan kaldırılmasına ve talebin (kesinleşen kararda yer almayan heyetçe) kabulüne karar verilmesi gerekirken, itirazın reddine karar verilmesi usule aykırı olduğu saptanmıştır. Bu itibarla; Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değer görülmediğinden reddine ilişkin kararına yönelik itirazın kabulü yerine, reddine yönelik aynı yer Malatya l. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının “kanun yararına” bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir." Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde oluşturulan yeni heyet, 17/10/2012 tarihli ek kararı ile suç silahının bulunmasının 5271 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan yargılamanın yenilenmesini gerektiren bir neden olmadığı gerekçesiyle aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca istemin kabule değer olmadığına karar vermiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi şu gerekçelere dayanmıştır:Aynı dosyada hükümlü bulunan İbrahim ATA 07/02/2011 tarihli dilekçesinde maktüle kendisinin 2 el ateş ettiğini, her fişekte 9 saçma bulunduğunu, ateş ettikten sonra silahı parçaladığını ve bir çalının içine attığını, olayda kullandığı silahın parçalarını teslim edeceğini, yeğeni olan hükümlü Ümit ATA'nın suçsuz olduğunu beyan ettiği, 01/02/2011 tarihli dilekçesinde de benzer şekilde beyanda bulunduğu, bu beyanlar üzerine hükümlü Ümit ATA müdafiiAv.Cem GÜVEN'in 10/02/2011 tarihli dilekçesi ile hükümlü İbrahim ATA'nın beyan ettiği yerde bulunan suç aletinin Jandarma tarafından bulunduğu yerden çıkarılarak muhafaza altına alınması ve elde edilecek bu yeni delil durumununa göre dosyanın yeniden ele alınıp yargılanmanın yenilenmesi suretiyle olay ile ilgisi bulunmayan Ümit ATA'nınberaatine karar verilmesini talep ettiği görülmüştür. Cumhuriyet Savcısının yazılı mütalaası alınmıştır. Bilindiği üzere hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 311 maddesinde altı bent halinde gösterilmiştir. Yargılamanın yenilenmesi kesin hükümle sonuçlanmış hükümlere karşı yasada sınırlı olarak belirlenen ve genişletilmesi olanaklı olmayan nedenlerle başvurulabilen, maddi gerçeği bulmak şeklindeki ceza muhakemesi amacına hizmet eden olağanüstü bir kanun yoludur.CMK'nun 311/1-e maddesine göre ise "yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkum edilmesini gerektirecek nitelikte olması" halinde hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilebilir. Yoksa yargılamada ele alınıp değerlendirilmiş deliller yargılamanın yenilenmesi sebebi olamaz. O halde ortada dosyaya intikal etmemiş ve yargılama konusu olmamış bir delil olmalıdır.Bu bilgiler ışığında somut olaya baktığımızda; 1-) Mahkemenin 2009/99 - 2009/210 sayılı kararında hükümlü İbrahim ATA'nın olayda tüfek kullandığının kabul edildiği, bu durumun yeni bir olay veya yeni bir delil olmadığı,2-) Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuvarının 30/10/2008 tarihli ekspertiz raporunda olay yerinde elde edilen 2 adet boş kartuşun sanık Ümit ATA'nın evinde ele geçirilen 21517 seri nolu av tüfeğinden atılmadığının tespit edildiği, 3-) Mahkemenin kabulüne göre maktüle en az 7 el ateş edilmiş olduğu, diğer boş kartuşların sanıklarca olay mahallinden kaldırılmış olduğu, 4-) Sanık Ümit ATA'nın yatağının altında ele geçirilen av tüfeğinin henüz yeni temizlenmiş ve yağlanmış olduğu, namlusunda barut kokusunun geldiği ve saat 19:00'da adı geçen sanığın el svabının alındığı, alınan rapora göre sanık Ümit'in sol avuç içi, el üstü ve yüzünde atış artıklarının tespit edildiği, av tüfeği ile oynamadan dolayı el üstü ve yüze atış artığının bulaşmasının hayatın olağan akışına uygun görülmediği, yine sanık Ümit ATA'ya ait ayakkabı ve fotoğraflar gönderilerek alınan ekspertiz raporunda sanık Ümit ATA'nın 45 numaralı ayakkabısı üzerinde yapılan inceleme ile olay yerinde bulunan ayakkabı izlerinin sanığın ayakkabısı klasik özelliklerinden desen unsuru açısından benzerlik olduğunun belirtildiği, bu itibarla sanık Ümit'in sanık İbrahim'in dışında ve ayrıca bir av tüfeği kullanılarak ateş edip öldürme olayına katıldığının kabul edildiği, Bu sebeple; hükümlü İbrahim'in daha önceden varlığı kabul edilen av tüfeğinin parçalanmış vaziyette yerini bildirmesi veya av tüfeğinin elde edilmesinin hükümlü Ümit ATA lehine CMK kapsamında yeni olaylar veya yeni deliller olarak görülüp yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabulü hukuken mümkün olmadığından CMK 318/1 maddesi gereğince istemin kabule değer olmadığına… karar verilmiştir.” Başvurucunun karara itiraz etmesi üzerine Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 12/11/2012 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi şu gerekçelere dayanmıştır:Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde: Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuvarının 30/10/2008 tarihli ekspertiz raporunda olay yerinde elde edilen 2 adet boş kartuşun sanık Ümit ATA'nın evinde ele geçirilen 21517 seri nolu av tüfeğinden atılmadığının tespit edildiği, Mahkemenin kabulüne göre maktüle en az 7 el ateş edilmiş olduğu, diğer boş kartuşların sanıklarca olay mahallinden kaldırılmış olduğu, Sanık Ümit ATA'nın yatağının altında ele geçirilen av tüfeğinin henüz yeni temizlenmiş ve yağlanmış olduğu, namlusunda barut kokusunun geldiği ve saat 19:00'da adı geçen sanığın el svabının alındığı, alınan rapora göre sanık Ümit'in sol avuç içi, el üstü ve yüzünde atış artıklarının tespit edildiği, av tüfeği ile oynamadan dolayı el üstü ve yüze atış artığının bulaşmasının hayatın olağan akışına uygun görülmediği, yine sanık Ümit ATA'ya ait ayakkabı ve fotoğraflar gönderilerek alınan ekspertiz raporunda sanık Ümit ATA'nın 45 numaralı ayakkabısı üzerinde yapılan inceleme ile olay yerinde bulunan ayakkabı izlerinin sanığın ayakkabısı klasik özelliklerinden desen unsuru açısından benzerlik olduğunun belirtildiği, bu itibarla sanık Ümit'in sanık İbrahim'in dışında ve ayrıca bir av tüfeği kullanılarak ateş edip öldürme olayına katıldığının kabul edildiği, Bu sebeple; hükümlü İbrahim'in daha önceden varlığı kabul edilen av tüfeğinin parçalanmış vaziyette yerini bildirmesi veya av tüfeğinin elde edilmesinin hükümlü Ümit ATA lehine CMK kapsamında yeni olaylar veya yeni deliller olarak görülüp yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabulü hukuken mümkün olmadığından CMK 318/1 maddesi gereğince istemin kabule değer olmadığından Malatya Ağır Ceza Mahkemesince 17/10/2012 tarih 2009/99 esas 2009/210 karar sayılı ek kararı ile hükümlü Ümit ATA müdafii Av.CemGÜVEN'in yargılamanın yenilenmesi talebinin CMK 318/1 maddesi gereğince İSTEMİN KABULE DEĞER OLMAMASI NEDENİYLE REDDİNE dair verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından hükümlü Ümit ATA müdafii Av.Cem GÜVEN'in talebinin reddine dair … hüküm kurulmuştur.”B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:“(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:…e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa. …” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Yargılamanın yenilenmesi istemi, kanunda belirlenen şekilde yapılmamış veya yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal hiçbir neden gösterilmemiş veya bunu doğrulayacak deliller açıklanmamış ise, bu istem kabule değer görülmeyerek reddedilir.(2) Aksi hâlde yargılamanın yenilenmesi istemi, bir diyeceği varsa yedi gün içinde bildirmek üzere Cumhuriyet savcısı ve ilgili tarafa tebliğ olunur.(3) Bu Madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddialar, yeterli derecede doğrulanmaz veya 311 inci Maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 314 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı hâllerde işin durumuna göre bunların önce verilmiş olan hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa, yargılamanın yenilenmesi istemi esassız olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın reddedilir.(2) Aksi hâlde mahkeme, yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verir.(3) Bu Madde gereğince verilen kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/254
Başvurucu, kasten adam öldürme suçundan yargılandığı Mahkemenin yargılamanın yenilenmesi taleplerini reddetmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 12/2/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Olaylara İlişkin Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirlerden biri de "terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu" değerlendirilen kişilerin Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmasıdır. Bu kapsamda darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin yanı sıra diğer terör örgütleri ile ilgisi nedeniyle de çok sayıda kamu görevlisinin ihraç edildiği bilinmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-60). Öğretmen olarak görev yapmakta olan başvurucunun eşi S.Ö. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Akademisyen olan N.G. de hakkındaki 3/10/2016 tarihli görevden uzaklaştırma tedbirinin ardından 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile aynı gerekçeyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Bu süreçte N.G. 9/11/2016 tarihinde Ankara'da Yüksel Caddesi'nde oturma eylemi yapmaya başlamıştır. Başvurucunun eşi S.Ö. de 23/11/2016 tarihinden itibaren bu oturma eylemine katılmıştır. Bu kişiler 11/3/2017 tarihinde, görevlerine iade edilmeleri amacıyla açlık grevi başlattıklarını açıklamıştır. N.G. ve S.Ö. tarafından başlatılan oturma eylemi ve sonrasındaki açlık greviyle ilgili olarak kamuoyunda yoğun tartışmalar olmuş ve konu uzun süre güncelliğini korumuştur. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma sonucunda düzenlenen 2/5/2017 tarihli iddianameyle S.Ö. ve N.G.nin de aralarında olduğu üç şüphelinin silahlı terör örgütü (DHKP/C) üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 23/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/137 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Diğer taraftan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir diğer soruşturma kapsamında S.Ö. ve N.G. silahlı terör örgütüne üye olma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından tutuklanmaları istemiyle 23/5/2017 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş, Hâkimlik aynı tarihte bu kişilerin tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 24/5/2017 tarihli iddianameyle S.Ö. ve N.G.nin silahlı terör örgütü (DHKP/C) üyesi olma, terör örgütünün propagandasını yapma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından cezalandırılmaları istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde yeni bir kamu davası açılmıştır. Mahkeme 5/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/161 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte ayrıca davanın E.2017/137 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmesine de karar vermiştir.B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, öğretmen olarak görev yapmakta iken 2/1/2017 tarihli ve 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Bunun üzerine başvurucu da -eşinin açlık grevine başladığı- 11/3/2017 tarihinde ve aynı yerde oturma eylemine katılmıştır. Başvurucu, eşi S.Ö.nün tutuklanmasından sonra ise 23/5/2017 tarihinde açlık grevine gitmiştir. Diğer taraftan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu oturma ve açlık grevi eylemleri ile DHKP/C terör örgütünün bağlantısının bulunduğu değerlendirilerek -aralarında başvurucunun da olduğu- bazı kişiler hakkında yürütülen bir diğer soruşturma kapsamında başvurucu 6/7/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/7/2017 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben yaklaşık 4 yıl Mardin Mazıdağı ilçesi Ürünlü Köyü İlköğretim okulunda öğretmen olarak görev yapıyordum. 7 Şubat 2017 tarihli KHK ile mesleğimden ihraç edildim. Eşim S.Ö. de benimle birlikte Mardin Mazıdağı ilçesinde öğretmendi. O ise daha önceden yayınlanan KHK kapsamından kamu görevinden ihraç edilmiştir. Eşim 23 Mayıs 2017 tarihinde Ankara ilinde tutuklandı. 9 Eylül 2016 tarihinde ben ve eşim görevimizden açık alındık, bizimle birlikte 11 bin öğretmen açığa alındı. Eşim 29 Ekim 2016 tarihinde görevinden ihraç edildi. Eşim bu ihraçtan sonra birçok hak arama yöntemleri denedi, Valiliğe başvurdu, dava açtı, MEB'e [Millî Eğitim Bakanlığı] başvurdu. Bunların hiçbirinden yanıt aramadı. Biz o dönemde KHK kapsamında yapılan ihraçların yargı yollarının kapalı olduğunu öğrendik. Bunun üzerine eşim kendisi gibi ihraç edilen N.G. ile birlikte Ankara Yüksel Caddesinde eyleme başladı. Eşimin eyleme başladığı tarih 23 Kasım 2016 tarihidir. Ben de onunla birlikte Ankara'ya geldim. Ancak eylemlere katılmadım. 1 ay sonra görevime iade edildim. Eşimle haftasonu ya Ankara'da ya Mardin'de görüştük. Bu zaman sürecinde eşim eylemlere devam etti. Ben 7/2/2017 tarihinde çıkan bir KHK ile ihraç edildiğimi öğrendim. Aynı süreci ben yaşamaya başladım. Bu durum beni mağdur etti. Ben ve eşim ihraç edilmiştir. Öğrencilerime bu konuyu anlatamadık. Öğrencilerime okuldan neden gittiğim sorusuna cevap veremedim. Öğrencilerim ve velileri büyük bir üzüntüyle beni okuldan uğurladılar. Bunun üzerine ben de eşim ve diğer ihraç edilenler ile birlikte Yüksel Caddesindeki eylemlere başladım. Ben de eşim gibi kurumlara başvuru yaptım ve hiçbir sonuç alamadım. OHAL komisyonuna devredileceği söylenerek taleplerimiz reddedildi. 11 Mart 2017 tarihinde ben de eyleme başladım. Bu sırada eşim de açlık grevine başladı. Eşim yapmış olduğu bu eylemden ötürü tutuklandı. Ben A., A.K., ve diğer kamuda ihraç edilenlerle birlikte eyleme devam ettim. N. ve eşim tutuklandıktan sonra ben de açlık grevine başladım. O tarihten bu yana açlık grevindeyim." İfadesi sırasında başvurucuya S.Ö. (eşi) ve N.G. tarafından gerçekleştirilen oturma ve açlık grevi eylemlerini bu kişilerin tutuklanmalarından sonra devam ettirmesindeki amacı sorulmuştur. Başvurucu; bu soruya karşılık olarak kendisinin herhangi bir örgüt ile ilişki veya irtibatının olmadığını, eylem yapma nedeninin KHK ile kamu görevinden çıkarılmaları olduğunu, bunu bir hak arama yolu olarak seçtiklerini, eşinin tutuklanması üzerine o açlık grevinde olduğu için bu duruma duyduğu tepkiden ötürü kendisinin de açlık grevine başladığını, bu eylem için hiç kimseden talimat almadığını, bunun eşine olan bağlılığının sonucu olduğunu, bu eylemi eşinin arkasında olduğu için gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Ayrıca başvurucudan DHKP/C, Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) ve -soruşturma mercilerince DHKP/C terör örgütü ile bağlantısı olduğu değerlendirilen- Devrimci Memur Hareketi (DMH) ile olan bağlantısını açıklaması istenmiştir. Başvurucu; DHKP/C terör örgütü ile herhangi bir bağlantısının söz konusu olmadığını, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi olduğunu, KEC'in EĞİTİM SEN içinde seçim yürüten bir grup olmakla birlikte kendisinin KEC ile herhangi bir bağlantısının bulunmadığını, DMH'nin ise ne olduğunu bilmediğini söylemiştir. Başvurucu, kendisine sorulan "DHKP/C terör örgütünün memur yapılanması olduğu değerlendirilen DMH ve KEC organizesinde Ankara, İstanbul, Düzce ve Malatya'da 'Direniş' eylemleri adı altında etkinlikler yapılmakta iken, Malatya ve İstanbul'da yapılan eylemlerin S.Ö. ve N.G. tutuklandıktan sonra Yüksel Caddesinde devam ettirilmesinin bu eylemlerin tek bir merkezden yönetildiği anlaşılmaktadır. Bu eylemleri kim organize etmektedir? Neden eylem yapmak için Yüksel Caddesini seçtiniz?" şeklindeki soruya karşılık olarak böyle bir durumun söz konusu olmadığını, kendisinin eşini takip ettiğini, o nerede olursa onun yanında olma düşüncesiyle Ankara'ya geldiğini, 6 Temmuz tarihine kadar Yüksel Caddesi'nde bulunmasına rağmen eylemlere katılanlara karşı yoğun bir şekilde gaz kullanılması, astım hastalığının bulunması ve açlık grevinde olması nedeniyle eylemlere katılmadığını beyan etmiştir. Bunların yanı sıra başvurucuya (soruşturma mercilerinin DHKP/C terör örgütünün fikirleri ve görüşleri doğrultusunda yayın yaptığını değerlendirdikleri) Emperyalizme ve Oligarşiye Doğru Yürüyüş isimli derginin ve DHKP/C terör örgütüne ait sosyal medya hesabının destek vererek kendilerini sahiplenmesinin amacının ne olduğu, kendisinin sosyal medyadaki paylaşımlarının ne amaçla yapıldığı ve Yüksel Caddesi'ndeki eylemi sırasında atmış olduğu sloganları tespit ederken anılan derginin etkisinde kalıp kalmadığı sorulmuştur. Başvurucu bu sorulara karşılık olarak söz konusu destek ve sahiplenilme iddiasının kendisiyle bir ilgisinin olmadığını, gözaltına alınmadan önce BBC'ye röportaj verdiğini, yaptıkları eyleme ilişkin olarak ulusal ve uluslararası birçok yerde destek içerikli haber, röportaj, belgesel gibi yayınlara yer verildiğini, sosyal medyadaki paylaşımları eşine destek vermek amacıyla yaptığını, eylem sırasında "İşimizi Geri İstiyorum, N.G. ve S.Ö. İşe Geri Alınsın, N. ve S. Onurumuzdur, Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız, Yaşasın Açlık Grevi direnişimiz." şeklinde sloganlar attıklarını, bunların bir çoğunun kamu emekçilerinin mücadelelerine konu olan sloganlar olduğunu, herhangi bir yerden alınan talimatlarla slogan atmadıklarını dile getirmiştir. Başvurucu, ifadesinin alınmasının ardından silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunda Savcılıktaki ifadesini tekrar ettiğini, ev hapsiyle ilgili talebin doğru olmadığını, bu kararın tutuklanmaktan bir farkının bulunmadığını ve ağır olacağını zira ceza infaz kurumunda bulunan ve açlık grevinde olan eşini ziyaret ettiğini, bu nedenle serbest bırakılmak istediğini belirtmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/7/2017 tarihinde, konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol tedbiri talebinin reddine ve başvurucunun haftanın belirli günleri karakola gelip imza atması şeklindeki adli kontrol yükümlülüğüne tabi tutulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar şüpheliler hakkında CMK109/3-j maddesi gereğince konutu terk etmemek adli kontrol tedbirine hükmedilmesi talep edilmiş ise de, mevcut delil durumu dikkate alınarak CMK 109/3-j maddesindeki konutu terk etmemek adli kontrol tedbirinin bu aşamada ölçülü olmayacağı kanaatine varıldığından Başsavcılığının bu yöndeki talebinin reddine, şüphelilerin üzerilerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu dikkate alınarak CMK 109/3-b ve devamı maddesindeki adli kontrol hükmünün bu aşamada ölçülü olacağı anlaşılmakla şüpheliler hakkında ayrı ayrı adli kontrolü ygulanmasına,Adli kontrol olarak şüphelilerin, haftanın her Pazartesi ve Cuma günü gün içerisinde saat:08:00-22:00 arasında ikametgahının bağlı bulunduğu karakola müracaat ederek ilde bulunduğunu belirterek beyanının tutanakla tespitine, ilgili karakol amirliğine bu konuda Cumhuriyet Başsavcılığınca bilgi verilmesine, Adli kontrolün soruşturma sonuna kadar devam etmesine, şüpheliler Adli kontrole uymadıkları taktirde CMK 112/1 maddesince tutuklama kararı verilebileceğinin ihtarına ... [karar verildi.]" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 10/7/2017 tarihinde atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile kaçma şüphesinin varlığına atıf yaparak imza atma şeklindeki adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağını belirtmiş, bu nedenle başvurucunun konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar verilmesi için karara itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/7/2017 tarihinde dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda Başsavcılığın itirazının kabulü ile başvurucunun terör örgütü üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Hâkimlik kararında, bu karara karşı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz yolunun açık olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, müdafii aracılığıyla 14/7/2017 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza hâkimi 25/7/2017 tarihinde başvurucu hakkında ilk kararı veren Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde de görevli olduğunu belirterek itirazın değerlendirilmesi için dosyanın Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği ise aynı tarihte Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince verilen kararın kesin olduğunu belirterek itiraza ilişkin karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, bireysel başvuru dilekçesinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği kararının itiraza tabi olmadığını belirterek bu karar üzerine 10/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 24/8/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede; i. DHKP/C terör örgütünün mensubu/sempatizanı olan devlet memurları tarafından 1997 yılında düzenlenen ilk kurultay sonrası kurulduğu değerlendirilen DMH'nin son süreçte bu terör örgütü adına 2010 yılı itibarıyla KEC adı altında faaliyetlerini sürdürdüğü belirtilmiştir.ii. DHKP/C'nin memur alan yapılanması olan DMH içinde faaliyet gösterdiği iddia edilen ve olağanüstü hâl kapsamında yayımlanan KHK'lar ile kamu görevinden çıkarılmalarının ardından Ankara'da açlık grevine başlayan N.G. ve S.Ö.nün bu terör örgütünün açık alan yapılanmalarının desteği ile eylemlerine aralıksız devam ettiği, bu eylemlerin hak arama talebi olmaktan çıkarak terör örgütünün eleman devşirme çalışmalarına dönüştüğü, müzahir kitleyi bir arada tuttuğu ileri sürülmüştür. iii. Başvurucunun N.G. ve S.Ö. tarafından gerçekleştirilen oturma eylemine katıldığı, devam eden süreçte ise 23/5/2017 tarihinde eylemini açlık grevine dönüştürdüğü ifade edilmiştir. iv. Tüm bu eylemlerin KEC adı altında yapıldığı ve bu eylemlerin DHKP/C terör örgütünün yayın organları tarafından sahiplenildiği belirtilmiştir. Bu kapsamda;- DHKP/C'nin yayın organı olduğu iddia edilen Yürüyüş dergisinde eylemlere destek mahiyetinde çağrılar yapıldığı, eylemler esnasında kullanılan sloganların örgüt sloganı olarak sahiplenildiği,- Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin yakalanıp gözaltına alınmalarının akabinde DHKP/C'nin görüş ve fikirleri doğrultusunda internet üzerinden yayın yapan Halkınsesi TV ve KEC'in sosyal medya hesaplarından yapılan yayın ve açıklamalarla eylemlerin sahiplenildiği,- 8/7/2017 tarihinde İstanbul'da "Ankara'daki Gözaltılar Serbest Bırakılsın! Mücadeleyi Engelleyemezsiniz" ibareli Halk Cephesi imzalı pankart asılarak bu kişilerin DHKP/C terör örgütü tarafından sahiplenildiği,- Aynı tarihte İstanbul'un Okmeydanı semtinde "Direnenlere Saldırmaktan Vazgeçin, İrademizi Sınamayın" ibareli DHKC/Dev-Genç imzalı pankart asılarak gözaltında bulunan şüphelilerin -DHKP/C terör örgütünün silahlı kanadı olan- DHKC tarafından sahiplenildiği ve ayrıca devlet görevlilerinin tehdit edildiği, konuyla ilgili olarak örgüte müzahir internet sitesinde tehditkâr bir bildiri de yayımlandığı ifade edilmiştir.v. Başvurucunun da aralarında yer aldığı şüphelilerin bu eylemlerdeki amacının DHKP/C terör örgütünün açık alan yapılanması olan KEC'in talimatları doğrultusunda kamuoyu oluşturmak, -kendilerince- kazanılmış bölge olarak görülen Yüksel Caddesi'ni kaybetmemek, N.G. ve S.Ö.nün taleplerini kabul ettirmek ve bu kişilerin tutuklanmalarını protesto etmek olduğu değerlendirilmiştir. vi. Başvurucunun gözaltına alındıktan sonra gözaltı aracında söylediği "Açlık grevinde olduğum için gözaltına alındım, yolda yürürken gözaltına alındım. Bunlara boyun eğmeyeceğim, direnişe devam edeceğim." şeklindeki sözlerinin Kamu Emekçileri Cephesi isimli sosyal paylaşım sitesinde yayımlandığına dikkat çekilmiştir. İddianamede sonuç olarak başvurucu da dâhil olmak üzere şüphelilerin sürdürdükleri eylemlerin DHKP/C terör örgütüne özgü bir eylem olduğu, söz konusu eylemlerin ülke genelinde örgütün organizesinde bir kampanya şeklinde yürütüldüğü, ülke genelinde yapılan eylemlerin örgüte müzahir internet sitelerinde sahiplenildiği, şüphelilerin eylemlerinin terör örgütünün talimatıyla yapıldığı, bu nedenle şüphelilerin DHKP/C terör örgütü içinde faaliyet yürütmek suretiyle bu örgütün üyesi oldukları ve örgüt adına zincirleme şekilde terör propagandası yaptıkları ileri sürülmüştür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 8/9/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/48 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 19/10/2017 tarihli duruşmada, başvurucu hakkında verilen konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınma kararının kaldırılmasına, başvurucunun her hafta cumartesi günü ikametgâhına en yakın karakola imza vermek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adli kontrol" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerira) Yurt dışına çıkamamak.b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.j) Konutunu terk etmemek.k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek. (4) (Ek: 25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.) (5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir.  (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz.  (7) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir. (2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir. (3) 109 uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararının kaldırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli veya sanığın istemi üzerine, Cumhuriyet savcısının görüşünü aldıktan sonra hâkim veya mahkeme 110 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre beş gün içinde karar verebilir. (2) Adlî kontrole ilişkin kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tedbirlere uymama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Adlî kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir. (2) (Ek: 24/11/2016-6763/24 md.) Birinci fıkra hükmü, azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle verilen adli kontrol tedbirinin ihlali hâlinde de uygulanabilir. Ancak, bu durumda tutuklama süresi ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde dokuz aydan, diğer işlerde iki aydan fazla olamaz." 5/3/2013 tarihli ve 28578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Adli kontrol tedbirleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Adli kontrol tedbirlerinden;...h) Konutunu terk etmemek: Şüpheli veya sanığın mahkeme tarafından belirlenen konutunu mazereti olmaksızın veya izin almaksızın terk etmemeyi,...İfade eder". Aynı Yönetmelik'in "Adli kontrol tedbirlerinin yerine getirilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Adli kontrol kararı kaydedildikten sonra, infaz işlemlerinin başlatılması için karar doğrudan vaka sorumlusuna gönderilir. Hakkında adli kontrol kararı verilen şüpheli veya sanığa gönderilen tebligatta; adli kontrol tedbirinin türü, tedbirin ne şekilde ve ne zaman yerine getirileceği, uyulması gereken kurallar, tedbire uymamanın sonuçları ile adli kontrol tedbirinin gereklerinin derhal yerine getirilmesi gerektiği açıklanır. Kararın niteliğine göre gerekli ise ilgili kişi, kurum veya kuruluşa derhal yazı yazılarak adli kontrol tedbirinin içeriği açıklanır; şüpheli veya sanığın hakkındaki adli kontrol tedbirinin gereklerini süresinde yerine getirip getirmediği ve adli kontrol tedbirine devam edip etmediği hususlarında bilgi istenir.... (5) Haklarında bu Yönetmeliğin 56 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a), (h), (ı) ve (i) bentlerinde sayılan adli kontrol tedbirlerine karar verilen şüpheli veya sanıkların toplum içinde izlenmesi, denetim ve takibi elektronik kelepçe takılmak suretiyle yerine getirilebilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması; ..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinde geçen özgürlük kavramının kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsadığını belirtmiştir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71; 5101/71; 5102/71; 5354/72; 5370/72, 8/6/1976, § 58). AİHM'e göre gözaltına alınıp nezarethanede tutulan, tutuklanan, hapis cezasına mahkûm edilip ceza infaz kurumuna konulan kişilerin özgürlüklerinden mahrum edildiğinde kuşku bulunmamakla birlikte özgürlükten mahrum bırakma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir ve bu durumlar tüm özgürlükten yoksun bırakma hâllerini kapsamamaktadır. Özgürlükten mahrum bırakma çeşitleri, gerek yasalardaki gerekse de kamu gücünün uygulamalarındaki değişimlerle artmaktadır (Guzzardi/İtalya, B. No: 7367/76, 6/11/1980, § 95). AİHM, hareket özgürlüğüne yönelik, Sözleşme'nin maddesi kapsamında kalan sınırlamaların ayrı bir hak olan ve Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün maddesi ile güvence altına alınan seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasından farklı olduğunu belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi anlamında özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahale, Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamındaki seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasının aşırı bir biçimidir. AİHM; özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik sınırlamalar ile seyahat özgürlüğüne yönelik sınırlamalar arasındaki farkın sınırlamanın niteliği ve esası ile ilgili olmadığını, yalnızca derece ve yoğunluk farkı olduğunu belirtmiştir (Guzzardi/İtalya, § 93). Sınırlamalardaki derece ya da yoğunluğun değerlendirilmesinde ise söz konusu tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve uygulanma tarzı gibi çeşitli faktörler dikkate alınacaktır (Guzzardi/İtalya, § 92). AİHM Guzzardi/İtalya kararında, bir mafya grubuna mensup olduğundan şüphelenilen başvurucunun bir adada 2,5 kilometrekarelik çitsiz bir alanda kendisi ile benzer durumda olan diğer kişilerle birlikte ve gözetleyici personel nezaretinde yaşamaya zorlandığına dikkat çekmiş; başvurucunun sınırlandırıldığı alanın son derece küçük boyutuna, tabi tutulduğu daimî gözetime ve sosyal iletişim kurmasının aşırı zor olduğu gerçeğine özel önem atfetmiştir. Bu başvuruya konu olayda başvurucunun hareket edebileceği alan -bir hücrenin ebadından çok daha büyük olmasına ve herhangi bir fiziksel engel ile çevrili bulunmamasına rağmen- bir adanın erişimi zor ve küçük bir bölümü ile sınırlı olup bu arazinin onda dokuzunda da bir hapishane bulunmaktadır. Başvurucu, bakımsız hatta metruk durumdaki eski bir sağlık ocağı, bir jandarma karakolu, bir okul ve bir kiliseden oluşan küçük bir köyde ikamet ettirilmekte; bu köyde kendisi ile aynı durumdaki kişilerle ve polislerle yaşamaktadır. Başvurucu; yakın ailesi, adadaki diğer sakinler ve denetim personeli dışında sosyal ilişkiler açısından yetersiz imkânlara sahiptir. Başvurucunun önceden bildirimde bulunmadan saat 00'dan 00'a kadar konutunu terk etmesi mümkün değildir. Başvurucu; günde iki kez yetkililere rapor vermek, telefonu kullanmak istediği zaman konuşacağı kişinin adını ve numarasını bildirmek zorundadır. Ayrıca herhangi bir yükümlülüğe uymadığı takdirde tutuklanması söz konusu olabilecektir. AİHM, anılan kararında tutulma derecesi ve yoğunluğuna ilişkin tüm bu hususları dikkate alarak başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakıldığı sonucuna varmıştır (Guzzardi/İtalya, § 95). Bununla birlikte De Tomasso/İtalya ([BD], B. No: 43395/09, 23/2/2017) kararında AİHM, başvurucunun mecbur kalmadıkça saat 00 ile 00 arasında evden çıkma yasağına tabi olmasının özgürlükten yoksun bırakma anlamına geldiği itirazını kabul etmemiştir. AİHM mevcut davaya benzer şekilde incelediği tüm davalarda; başvurucuların geceleri evden ayrılmama yükümlülüğü altında olduğunu, bunun seyahat özgürlüğüne müdahale olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda AİHM; zorunlu ikamet emri ve gece evden çıkmama, ikamet yerinden uzaklaşmama, barlara veya eğlence yerlerine gitmeme veya kamuya açık toplantılara katılmama, sabıka kaydı olan ve önleyici tedbirlere tabi olan kişilerle ilişki kurmama gibi kısıtlamaları ve özel gözetime tabi tutulmayı seyahat özgürlüğünün sınırlandırılması olarak nitelendirmiştir (De Tomasso/İtalya, § 84). AİHM; özellikle mevcut davada başvurucunun gün boyunca evden çıkma özgürlüğü üzerinde bir kısıtlama olmadığını, sosyal bir hayata sahip olma ve dış dünyayla ilişkilerini sürdürme imkânının bulunduğunu, ayrıca ikamet yerinden ayrılırken yetkili makamlara izin almak için başvurduğuna dair herhangi bir gösterge bulunmadığını belirtmiştir (De Tomasso/İtalya, § 88). Yine Raimondo/İtalya (B. No: 12954/87, 22/2/1994) kararına konu olayda başvurucu, polis gözetimine alınmıştır. Bu kapsamda başvurucunun 00 ile 00 saatleri arasında haklı mazereti olmadan ve polise bildirmeden evden çıkmasına izin verilmemekte, evden her çıkışta polise haber vermesi gerekmektedir. AİHM, bu tedbiri kişi özgürlüğüne değil seyahat özgürlüğüne getirilen bir kısıtlama olarak nitelendirmiştir (Raimondo/İtalya, §§ 13, 39). Trijonis/Litvanya ((k.k.), B. No: 2333/02, 17/3/2005) kararına konu olayda ise başvurucu, 24 saat evden çıkmamak şartıyla 15/12/2000 ile 11/1/2001 tarihleri arasında ev hapsine tabi tutulmuştur. Ancak daha sonra ev hapsi tedbiri hafta sonları tüm gün, hafta içi ise -başvurucunun günün geri kalanında çalışmasına imkân tanımak için- 00 ile 00 saatleri arasında evden çıkmama şeklinde değiştirilmiştir. Bu tedbir ise 11/1/2001 ila 6/5/2002 tarihlerinde uygulanmıştır. AİHM 15/12/2000 ile 11/1/2001 tarihleri arasındaki periyodu kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında, 11/1/2001 ile 6/5/2002 tarihleri arasındaki periyodu ise seyahat özgürlüğü kapsamında incelemiştir. AİHM'in Buzadji/Moldova ([BD], B.No: 23755/07, 5/7/2016) kararına konu olayda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbiri ev hapsi önleyici tedbiriyle değiştirilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun kendisine karşı yürütülen ceza dosyasıyla bağlantılı herhangi bir kimseyle iletişim kurması ve evden ayrılması yasaklanmış, başvurucu her gün savcılığı telefonla aramakla yükümlü tutulmuştur. AİHM, bu kararında yerleşik içtihadı uyarınca ev hapsinin derece ve yoğunluğu dikkate alındığında Sözleşme'nin maddesi anlamında özgürlük mahrumiyeti oluşturduğunu kabul etmiştir (Buzadji/Moldova § 104; benzer yöndeki kararlar için bkz. Mancini/İtalya, B. No: 44955/98, 2/8/2001, § 17; Lavents/Letonya, B. No: 58442/00, 28/11/2002, §§ 64-66; Ninescu/Moldova, B. No: 47306/07, 15/07/2014, § 53; Delijorgji/Arnavutluk, B. No: 6858/11, 28/4/2015, § 75). Öte yandan Lavents/Letonya kararında AİHM, hükûmetin başvurucunun evde hapsedilmesi sırasında yerleştirildiği evin koşullarının hapishaneden daha iyi olduğu iddiasına karşı Sözleşme'nin maddesinin özgürlükten yoksun bırakma koşullarıyla ilgili olmadığını hatırlatmıştır. AİHM, maddenin uygulanabilirliğinin ölçütleri olarak görülen derece ve yoğunluk kavramlarının tutma yerleri arasındaki rahatlık veya iç rejim farklılığı ile ilgili değil yalnızca hareket özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların derecesi ile ilgili olduğunu belirtmiştir (Lavents/İtalya, § 64). AİHM'in Ninescu/Moldova kararına konu olayda ise başvurucu otuz gün boyunca ev hapsine tabi tutulmuştur. Bu kapsamda başvurucunun evden çıkmaması, davada dinlenen kişilerle doğrudan ya da telefon aracılığıyla görüşmemesi, savcıdan gelen tüm telefonlara cevap vermesi ve gösterilen tarih, saat ve yerde hazır bulunması gerekmektedir. AİHM, ev hapsi tedbirinin etkilerini ve uygulama şeklini gözönüne alarak bu tedbiri özgürlükten yoksun bırakma olarak kabul etmiş ve Sözleşme'nin maddesinin uygulanmasına karar vermiştir (Ninescu/Moldova, §§ 24, 53).
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32052
Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, hakkında kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeni olmaksızın tutuklandığını, tutukluluğun devamına ve tahliye taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını, uzun bir süredir tutuklu olduğunu, özel yetkili mahkemede yargılanmasının kanuni hakim güvencesine aykırı olduğunu ve savunma hakkının kısıtlandığını belirterek Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 21/7/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 21/3/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 25/3/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame ile başvurucu ve diğer şüphelilerin "silahlı terör örgütüne üye olma, örgüt faaliyeti kapsamında; vahim nitelikte silah taşıma, adam öldürme ve hürriyeti tahdit" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Davanın görüldüğü Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/482 Esas sayılı dosyasında yargılama tutuklu olarak devam etmiş ve 21/1/2014 tarihli kararı ile başvurucunun ve diğer sanıkların hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/482 Esas sayılı dosyasında 21/1/2014 tarihli son duruşmada başvurucunun “ hakkında tayin olunan cezaların nevi ve miktarı, toplam ceza süresi nazara alınarak CMK 100/3-a 10 ve 101 maddeleri gereğince tutukluluk halinin devamına” karar verilmiş ve bu karar başvurucu ve müdafiinin hazır bulunduğu duruşmada tefhim edilmiştir. Başvurucu, 6/3/2014 tarih ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümlerine göre Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması nedeniyle 28/3/2014 tarihinde tahliye talebiyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş ancak talebi Mahkemenin 1/4/2014 tarih ve 2014/658 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2014 tarihli kararına itiraz etmiş ancak itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2014 tarih ve 2014/549 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 19/6/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu, hakkında verilen kararı 22/1/2014 tarihinde temyiz etmiş olup, dosya Yargıtay’da temyiz aşamasında derdesttir. Başvurucu 21/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan hali şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12837
Başvurucu, hakkında kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedeni olmaksızın tutuklandığını, tutukluluğun devamına ve tahliye taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını, uzun bir süredir tutuklu olduğunu, özel yetkili mahkemede yargılanmasının kanuni hakim güvencesine aykırı olduğunu ve savunma hakkının kısıtlandığını belirterek Anayasa’nın 19. , 36. ve 37. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvurucu, yasadışı örgüt üyeliği ve tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada 14/2/2011 tarihinden beri tutuklu olması ve mahkumiyet kararıyla birlikte tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 25/2/2013 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 19/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı benzer başvurulara ilişkin önceki görüşlerine atıf yaparak ayrıca görüş sunulmasına gerek görülmediğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yasadışı örgüt üyesi olduğu ve patlayıcı maddeleri izinsiz bulundurduğu suçlamasıyla 14/2/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında anılan suçlarla ilgili olarak Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/172 esas sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2012 tarih ve E.2011/172, K.2012/303 sayılı kararıyla başvurucu yasadışı örgüt üyeliğinden 9 yıl, patlayıcı maddeleri izinsiz bulundurma suçundan7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun mahkûmiyet kararıyla birlikte verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin karara itirazı, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 14/1/2013 tarih ve 2013/26 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 7/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 17/1/2014 tarihli ilamıyla yasadışı örgüt üyeliği suçuna ilişkin mahkumiyet kararı, başvurucunun örgüt adına suç işleme suçundan cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçuna ilişkin mahkumiyet kararı onanmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 174 . ve maddeleri. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,…d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1912
Başvurucu, yasadışı örgüt üyeliği ve tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada 14/2/2011 tarihinden beri tutuklu olması ve mahkumiyet kararıyla birlikte tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru; işe iade davasının kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararının, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda Yargıtayca bozularak davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünde sahne uygulatıcısı kadrosunda işçi statüsünde çalışmakta iken yürütülen bir soruşturma neticesinde düzenlenen müfettiş raporu ve Bakan onayı gereğince 27/8/2010 tarihinde iş akdi feshedilerek işten çıkarılmıştır. Söz konusu müfettiş raporunda, başvurucuyla aynı kurumda görevli Y. tarafından sanatçı U.O.G.ye fazladan puantaj yapılması suretiyle ödenen paranın, U.O.G.yi yanıltmak suretiyle Y.nin hesabına yatırılmasında başvurucunun aracılık ettiğinin tespit edildiği belirtilerek başvurucuya bir daha görev verilmemesinin yerinde olacağı yönünde görüş bildirilmiştir. Başvurucu, işten çıkarılma işleminin iptali için idari yargıda dava açmış ancak işçi statüsünde çalışması nedeniyle uyuşmazlığın çözüm yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmesi üzerine Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) 1/2/2013 tarihinde işe iade davası açmıştır. Mahkeme, 24/12/2013 tarihli ve E.2013/104, K.2013/754 sayılı kararı ile başvurucunun iş akdinin feshine gerekçe gösterilen olayda haksız kazanç temin ettiği iddia olunan dava dışı Y.nin bu eylemi gerçekleştirdiğine ilişkin herhangi bir yargı kararı bulunmadığı, feshin haklı ya da geçerli nedene dayandığı hususunun davalı işveren tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne; işverence yapılan feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“[D]osya içine sunulan kayıtlar ve delil durumuna göre davacı hakkında dava dışı Y. tarafından U.O.G.ye fazladan puantaj yapılması suretiyle ödenen paranın, U.O.G.yi yanıltmak suretiyle Y.nin hesabına yatırılmak suretiyle davacının aracılık ettiğinden bir daha görev verilmemesinin yerinde olacağının müfettiş soruşturmasında belirtildiği, soruşturma kapsamına göre Y.ye davalı idarece verilen kınama cezasının idare mahkemesince iptal edildiği, yine bu şahsın kurumu zarara uğrattığı iddiasıyla açılan tazminat davasının Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi 2012/43 sayılı dosyasıyla reddedildiği, aynı konuda bu şahıs hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan şikayet üzerine açılan 2011/10777 sayılı soruşturma dosyasının somut ve yeterli delil bulunmadığından kovuşturmaya yer olmadığı şeklinde sonuçlandığı, bu haliyle davacının iş akdinin feshine gerekçe gösterilen eylemi gerçekleştirdiği iddia olunan dava dışı Y. hakkında eylemin varlığına ilişkin herhangi bir yargı karar oluşturulmadığı, ıspat yükü üzerinde olan davalı tarafça feshin haklı ya da geçerli nedenle yapıldığı hususunun ıspatlanamadığı, haklı-geçerli neden ayırımının işçinin davranışları nedeniyle yapılan fesih işleminde önem taşıdığı, işverence haklı nedenle sözleşmenin feshettiği ileri sürülüp, gösterilen nedenin haklı neden olmadığının ortaya çıkması halinde feshin haksız olduğunun kabulü gerektiği, fesih bildiriminde gösterilen sebebin haklı fesih ağırlığında olmamakla beraber geçerli sebep sayılabilecek olması halinde ise işverenin İş Kanunu 25/son maddesine göre yasanın iş güvencesine ilişkin hükümlerine göre haksız feshin sonuçlarından işçiye karşı sorumlu olacağı görülmüştür.Yargılama ve dosya kapsamına göre; özetlenen nedenlerle, iş akdinin feshine gerekçe gösterilen hususların davalı tarafça ispatlanmadığı, iş akdinin fesh[in]e gerekçe gösterilen 4857 sayılı yasa[nın] 25/ maddesindeki hususların gerçekleştiğinin ıspatlanmadığı, sonuç itibarıyla iş akdinin feshinin haklı veya geçerli nedenleri bulunmadığı, işverence tek yanlı işlemle yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden feshedildiği kabul edilmekle, işçinin kıdem durumu da gözetilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 16/4/2014 tarihli ve E.2014/6785, K.2014/8401 sayılı ilamı ile başvurucunun iş akdinin feshi haklı sebebe dayanmasa da feshe gerekçe gösterilen sebeplerin işçinin kişiliğinden kaynaklanan, işverenin işçisine duyduğu güven ilişkisini zedeleyen ve işverenden katlanması beklenmeyecek nitelikte şüphe doğurduğu, bu itibarla iş akdinin geçerli sebeple feshedildiğinin kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle anılan kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Yargıtay ilamının ilgili kısmı şöyledir: “Dosya içeriğine göre, davacının davalı işyerinde terzi olarak çalıştığı, dava dışı Y. tarafından U.O.G.ye fazladan puantaj yapılması suretiyle ödenen paranın, U.O.G.yi yanıltmak suretiyle Y.nin hesabına yatırılmasında aracılık ettiği gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilmiştir. Somut olayda, fesih tarihinden önce dava dışı U.O.G. tarafından davacının hesabına 550,00 TL para yatırıldığı, davacının da aynı miktarı ertesi gün Y.nin hesabına yatırdığı sabittir. Davacı davalı işyerinde yürütülen soruşturma kapsamında alınan ifadesinde U.O.G.ye borç verdiğini ve U.O.G. tarafından kendi hesabına yatırılan paranın borcun karşılığı olduğunu, Y.ye ise maddi durumu iyi olmadığı için para gönderdiğini, buna karşın U.O.G.nin alınan ifadesinde davacıyı tanımadığını, aralarında bir alacak ve borç ilişkinin bulunmadığını, dava dışı Y.nin ise davacıdan borç para aldığını beyan ettikleri anlaşılmış olup tarafların beyanları çelişkili olduğundan şüphe feshi vardır. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Bu sebeplerle iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli sebebe dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli sebebe dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile reddi hatalı olmuştur. Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması... gerekmiştir.” Başvurucu, Yargıtay ilamının 23/10/2014 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiş olup 27/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır…” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir...” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması.c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması , işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması.e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi.g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi.h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16962
Başvuru, işe iade davasının kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararının, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda Yargıtayca bozularak davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yurt dışında tamamlanan ihtisasın Türkiye’de tanınmaması nedeniyle çalışma hak ve özgürlüğü ile eşitlik ilkesi, buna ilişkin idari yargı sürecinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/5/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış, başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığa başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 7/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğine göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Rheinische Friedrich Wilhelms Üniversitesi Tıp Fakültesinden (Bonn/Almanya) 20/2/1975 tarihinde mezun olmuştur. Sonrasında Türkiye’ye dönerek Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinde (Bursa) iç hastalıkları uzmanlık eğitimine başlamışsa da bu eğitimini tamamlamadan Almanya’ya geri dönmüştür. Burada sırasıyla Essen, Lüdenscheid, Hagen Akademik Hastaneleri ve Lübeck Tıp Fakültesinde görev yapmıştır. Başvurucu; 1982 yılında iç hastalıkları uzmanı, 22/2/1984 yılında ise nefroloji üst ana dal uzmanı unvanlarını almış ve Almanya devleti tarafından iç hastalıkları-nefroloji doktoru olarak tanınmıştır. Başvurucu 1984 yılında askerlik görevini ifa etmek üzere Türkiye’ye döndüğünde nefroloji uzmanlığının tanınması için başvuruda bulunmuştur. Bu kapsamda Uludağ Üniversitesinde sınava tabi tutulmuş ve başvurucunun iç hastalıkları uzmanlığı tanınmıştır. Başvurucu, nefroloji yan dal ihtisasının tanınması için Sağlık Bakanlığına 4/8/2005 tarihinde başvurmuş ve ret cevabı almıştır. Başvurucu Sağlık Bakanlığının 30/9/2005 tarihli ve 7439 sayılı anılan işleminin iptali ve yürütmesinin durdurulması için Ankara İdare Mahkemesinde 16/11/2005 tarihinde dava açmış olup Mahkemenin 14/11/2007 tarihli ve E.2005/2181, K.2007/1970 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz etmiştir. Temyiz incelemesini yapan Danıştay Sekizinci Dairesinin 25/4/2012 tarihli ve E.2009/2532, K.2012/1924 sayılı ilamı ile başvurucunun temyiz talebi reddedilmiş ve karar onanmıştır. Bu karara karşı, karar düzeltme yoluna başvurulmuş ise de aynı Dairenin 18/2/2013 tarihli ve E.2012/9276, K.2013/1060 sayılı ilamı ile bu talep de reddedilmiştir. Karar başvurucuya 14/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 14-18).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3773
Başvuru, yurt dışında tamamlanan ihtisasın Türkiye’de tanınmaması nedeniyle çalışma hak ve özgürlüğü ile eşitlik ilkesi, buna ilişkin idari yargı sürecinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, hükümlüyü ziyarete gelen aile bireyinin ziyaret düzenini bozduğu gerekçesiyle altı ay süreyle ziyaretten men edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Patnos L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan eşini beş yaşında çocuğu ile birlikte 8/1/2020 tarihinde açık görüşte ziyaret etmiştir. Ziyaret bitiminde kendisine verilen ziyaretçi kimlik kartını ilgili birime teslim etmeden ve şahsına ait kimlik belgesini almadan İnfaz Kurumundan ayrılmıştır. Ziyaretçi kimlik kartının bulunamadığının tespiti üzerine 9/1/2020 tarihinde İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından başvurucu hakkında kurumun düzen ve güvenliğini bozduğu gerekçesiyle altı ay süre ile ziyaretten men kararı alınmıştır. Başvurucu bu karara karşı 17/1/2020 tarihinde infaz hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; Kars ilinde ikamet ettiğini ve ziyaret için şehir dışından geldiğini, ziyaret bitiminde çocuğunun dikkatini dağıtması üzerine kartı teslim etmeyi unuttuğunu, dönüş yolunda hatırlaması üzerinde o sırada görüş için İnfaz Kurumunda bulunan bir yakını aracılığı ile ilgili memurlarla konuştuğunu ve kendisine kartı bir ay sonraki görüşte teslim etmesinin sorun oluşturmayacağının söylendiğini ifade etmiştir. İnfaz hâkimliği başvurucunun ziyaretçi kartını teslim etmeyerek ziyaret ve görüşlerde uyulması gereken kurallara aykırı hareket ettiği gerekçesiyle şikâyeti 23/1/2020 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı ise kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle ağır ceza mahkemesince 14/2/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 12/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10099
Başvuru, hükümlüyü ziyarete gelen aile bireyinin ziyaret düzenini bozduğu gerekçesiyle altı ay süreyle ziyaretten men edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/3/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 12/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya karşı Tokat Asliye Hukuk Mahkemesinin (ticaret mahkemesi sıfatıyla) E.2007/163 sayılı dosyasında alacak davası açılmıştır. Mahkeme 12/11/2012 tarihli ve E.2007/163, K.2012/342 sayılı kararı ile davanın kabulüne, 547,51 TL'nin başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Karar 3/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, temyiz karar harcı ve başvurma harcını yatırarak 11/1/2013 tarihinde Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/137 sayılı muhabere kaydıyla hükmü temyiz etmiştir. Mahkeme 22/1/2013 tarihli muhtırada tehiri icra karar harcı, dosyanın Yargıtaya gidiş dönüş masrafı, temyiz dilekçesi, Yargıtay ilamı ve bozma kararı verildiği takdirde duruşma gününün tebliği için toplam 130 TL masrafı muhtıranın tebliğinden itibaren yedi gün içinde Mahkeme veznesine yatırmak üzere başvurucuya kesin süre vermiş; aksi hâlde temyiz isteminden vazgeçilmiş sayılacağı hususu başvurucuya ihtar edilmiştir. Muhtıra 5/2/2013 tarihinde başvurucu vekilinin iş yerinde çalışan S.Ş. isimli şahsa tebliğ edilmiştir. Başvurucunun vekili, muhtırada belirtilen bedeli8/2/2013 tarihinde Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi (PTT) İstanbul Anadolu Kadıköy Merkez Şubesi aracılığıyla Mahkemeye havale etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 15/7/2013 tarihli ve E.2013/2998, K.2013/12860 sayılı ilamı ile temyiz istemini süre yönünden reddetmiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkeme hükmünü duruşma istemli olarak temyiz eden davalı vekilinin temyiz dilekçesi ile yeterli miktarda temyiz posta gideri yatırmaması üzerine Mahkemece, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434/ maddesi gereğince çıkarılan (7) gün kesin süreli muhtıra temyiz eden vekilince 5/2/2013 günü tebliğ edilmiş, davalı vekilinin masrafları PTT kanalı ile 8/2/2013 tarihinde gönderilmesi üzerine 13/2/2013 tarihinde süre geçtikten sonra mahkemeye ulaşmıştır. Temyiz eden vekilinin gönderilen muhtırada açıkça belirtildiği üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434/ maddesinde açıklanan süre postaya verme süresi olmayıp, mahkeme veznesine yatırma süresi olmasına göre davalı yanın masrafları kanunda gösterilen sürede yatırdığının kabulü mümkün değildir. Süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi 1/6/1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay tarafından da karar verilebileceğinden süresinden sonra yapılan temyiz isteminin reddi gerekmiştir...." Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/15611, K.2013/19331 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir:"...Davalı vekilinin hükme yönelik temyiz isteminin, yasal sürede yapılmadığından dolayı, HUMK.nun maddesi uyarınca reddine ilişkin Dairemiz kararına karşı, istemin süresinde olduğu ileri sürülerek başvuruda bulunulması üzerine yapılan incelemede, davalı vekilinin temyiz isteminin süresinde olmadığı anlaşılmakla, talebin REDDİNE, [karar verildi]..." Ret kararı 3/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 4/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki maddesi şöyledir:"Temyiz dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse o mahkemece temyiz defterine kaydolunur ve temyiz edene ücretsiz bir alındı kağıdı verilir.Temyiz isteği, harca tabi değilse dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği, harca tabi ise harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılır.Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.…” 3/4/2012 tarihli ve 28253 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin "Posta mutemet kaydı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Havale yoluyla gelen paraya ilişkin bilgilerin tutulduğu kayıttır.Bu kayıt; havalenin çıkış yeri, numarası, tarihi, cinsi, miktarı, gönderenin adı ve soyadı, dosya numarası, posta görevlisinin adı ve soyadı, kasa kayıt tarihi ve numarası, tahsilât makbuzunun tarihi ve numarası sütunlarını içerir." Mülga Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği'nin maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:“Harç, Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre tahsil edilmesi gereken avans ve para cezaları elektronik ortamda tahsil edilebilir. Tahsil işlemi bankalar aracılığıyla olabileceği gibi Barokart, kredi kartı ve benzeri araçlarla da yapılabilir.” 1/12/2008 tarihli ve 27071 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren PTT Yurtiçi Havale ve Posta Çeki Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Bu Yönetmelikte geçen,…g) Havale: Göndericinin yatırdığı paranın alıcı olarak gösterdiği bir kişiye ödenmesini, bir posta çeki hesabına işlenmesini veya bir posta çeki hesabı sahibinin hesabındaki paradan belirttiği kadarının alıcı olarak gösterdiği bir üçüncü kişiye veya kendisine ödenmesini, r) Serbestçe girilemeyen yer: Serbestçe girilip alıcısına ulaşılamayacak resmi veya özel kurum ve kuruluşları,…ifade eder.” PTT Yurtiçi Havale ve Posta Çeki Yönetmeliği’nin maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Serbestçe girilemeyen yerlerdeki kişiler adına gelen havale paraları, PTT işyerine başvuran alıcının kendisine, tayin etmek kaydıyla mutemet veya vekiline yahut kuruluşun mutemedine ödenir.” 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tebliğ yapılacak şahıs otel, hastane, tedavi veya istirahat evi, fabrika, mektep, talebe yurdu gibi içine serbestçe girilemiyen veya arananın kolayca bulunması mümkün olmıyan bir yerde bulunuyorsa, tebliğin yapılmasını o yeri idare eden veya muhatabın bulunduğu kısmın amiri temin eder. Bunlar tarafından muhatabın derhal buldurulması veya tebliğin temini mümkün olmazsa, tebliğ kendilerine yapılır."7201 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Muhatap yerine kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görünüşüne nazaran onsekiz yaşından aşağı olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz bulunmaması lazımdır."7201 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tebliğ bir mazbata ile tevsik edilir. Bu mazbatanın:... Tebliğin kime yapıldığını ve tebliğ muhatabından başkasına yapılmış ise o kimsenin adını, soyadını, adresini ve 22 nci madde gereğince tebellüğe ehil olduğunu,...İhtiva etmesi lazımdır." 25/1/2012 tarihli ve 28184 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Tebligat Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"Belirli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenlere, o yerde de tebligat yapılabilir.Muhatabın işyerinde bulunmaması halinde tebliğ, aynı yerde sürekli olarak çalışan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.Muhatap, meslek veya sanatını konutunda icra ediyorsa, kendisi bulunmadığı takdirde memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Bunlardan hiç birinin bulunmaması durumunda tebliğ, aynı konutta sürekli olarak oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2831
Başvuru, temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı ve eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 24/12/2019 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Kongo Cumhuriyeti vatandaşı ve 1991 yılı doğumlu olan başvurucu 2010 yılında Türkiye'ye geldiğini, 2012 yılından itibaren Akdeniz Üniversitesinde eğitim gördüğünü ifade etmiştir. Öğrenci ikamet vizesi sahibi başvurucunun izni olmadan çalıştığı tespit edilerekAntalya Valiliğinin (Valilik) 18/1/2019 tarihli kararıyla ikamet izni iptal edilmiş, ayrıca 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendi uyarınca çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edildiğinden sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, ikamet izninin iptali ve sınır dışı etme kararlarına karşı iptal davası açmıştır. Antalya İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) 4/10/2019 tarihli kararlarıyla başvurucu tarafından açılan her iki dava da reddedilmiştir. Başvurucu 11/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu, ikamet izninin iptal edilmesi yönünden İdare Mahkemesinin ret kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 24/9/2020 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf istemi kabul edilerek dava konusu işlem kesin olarak iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurudan sonra başvurucunun sınır dışı edilme işlemlerine yönelik gelişme bulunup bulunmadığı hususunda İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden (Göç İdaresi) bilgi istemiştir. Göç İdaresinin 10/2/2021 tarihli cevabında başvurucu hakkında verilen sınır dışı etme kararının kaldırıldığı bildirilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40424
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı ve eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, katıldığı bir basın açıklamasında öğrencisi olduğu üniversitenin rektörünün şeref ve itibarını zedeleyici nitelikte ifadeler kullandığından bahisle bir ay okuldan uzaklaştırma disiplin cezası ile cezalandırılan başvurucunun eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1997 doğumlu olan başvurucu, Mersin Üniversitesi (Üniversite) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğrencisidir. Başvurucu, Ankara Garı saldırısını protesto eden öğrenciler hakkında Üniversite yönetimi tarafından açılan soruşturmaya tepki göstermek amacıyla 30/11/2017 tarihinde Mersin Gazeteciler Cemiyeti bürosunda bir grup öğrenci tarafından yapılan basın açıklamasına katılmıştır. Basın açıklamasında şu ifadeler kullanılmıştır: "Rektörlüğün ve emniyet güçlerinin kaygısının üniversitenin değil biat edilen siyasal iktidarın huzurunun bozulması olduğunu da biliyoruz. Rektörlük seçimlerinde üçüncü olan ve daha sonra cumhurbaşkanı tarafından Mersin Üniversitesi'ne atana kayyum rektör (...) göreve geldiğinden bu yana bilimi, aklı savunan 170 üniversiteliye uzaklaştırma vermiştir. Yine aynı şekilde barış imzacısı olan birçok akademisyenin sözleşmelerini yenilemeyip işsiz bırakmıştır. Bizler (...)' nın ilerici, aydın ve yurtsever akademisyen ve öğrencileri okuldan uzaklaştırma derdini çok iyi biliyoruz. Rektörlüğün derdi, siyasal iktidarın yaratmaya çalıştığı sorgulamayan, toplumun değil sermaye çıkarına bilgi üreten,.., bir gençlik kuşağının kurucu görevini üstlenmektir,..., ne üniversite size biat eder ne de bu memleketin gerçek sahipleri." Bahse konu basın açıklamasında Üniversite Rektörü'ne yönelik şeref ve haysiyeti zedeleyici nitelikte ifadeler kullanıldığından bahisle Üniversite yönetimi tarafından disiplin soruşturması açılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Dekanlığın 23/2/2018 tarihli kararı ile Üniversite personelinin kurum içinde ya da dışında şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle 18/8/2012 tarihli ve 28388 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucuya bir ay yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Sunulan belgelerden idarenin daha fazla bir gerekçeye yer verdiği anlaşılamamaktadır. Başvurucu 27/2/2018 tarihinde söz konusu idari işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; basın açıklamasının kampüs sınırları dışında yapıldığını, basın açıklamasının hazırlamasında ve okunmasında dahli olmadığını belirterek verilen disiplin cezasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davayı inceleyen Mersin İdare Mahkemesi (Mahkeme) dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...söz konusu basın açıklamasında okunan metin içerisinde Mersin Üniversitesi Rektörü'nü hedef alan ve şeref ve haysiyetini zedeleyen ifadelere yer verildiği, her ne kadar söz konusu metin davacı tarafından okunmasa da, basın açıklaması grup adına yapıldığından ve davacının basın açıklaması ve bitimindeki hal ve hareketlerinden basın açıklamasını desteklediği anlaşıldığından, davacının Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 6/d maddesine istinaden 2017-2018 eğitim-öğretim yılı bahar yarıyılında 19 Mart-17 Nisan 2018 tarihleri arasında bir ay uzaklaştırma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu, anılan karara karşı istinaf isteminde bulunmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) tarafından istinaf talebi reddedilmiş ve Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin karar kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılan, bunları teşvik ve tahrik eden, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz eden veya saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca uyarma, kınama, bir haftadan bir aya kadar veya bir veya iki yarıyıl için kurumdan uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir...." Yönetmelik'in "Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren disiplin suçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren eylemler şunlardır;...d) Yükseköğretim kurumu personelinin, kurum içinde ya da dışında, şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak,..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Leyla Şahin/Türkiye ([BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005, §§ 152-156) kararında eğitim hakkına ilişkin başvurularda izleyeceği ilkeleri ortaya koymuştur. Bahsi geçen kararda AİHM, aynı kararda eğitim hakkının ilkesel olarak eğitim kurumlarının iç düzenlemelerine uyulmasını sağlamak üzere okuldan geçici ya da daimî olarak uzaklaştırma cezası dâhil disiplin önlemlerine başvurulmasını hariç tutmadığını da açıklamıştır. AİHM'e göre disiplin cezası uygulaması, öğrencilerin kişiliklerinin ve zihinsel yetilerinin geliştirilip biçimlendirilmesi dâhil olmak üzere bir okulun kuruluşunda var olan hedefe ulaşmaya çalıştığı sürecin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmektedir. AİHM, daha eski kararlarında da eğitim hakkının esas itibarıyla iç kurallara uymak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemediğine işaret etmiştir (Yanaşık/Türkiye (k.k.), B. No: 14524/89, 6/1/1993; Sulak/Türkiye (k.k.), B. No: 24515/94, 17/1/1996). AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinin kapsamına giren bilgi ve fikirleri şöyle tanımlamıştır: "İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullarından biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. maddenin paragrafı saklı kalmak üzere, ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" ve "fikirler" için değil, fakat ayrıca devlete veya toplumun bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplumdan söz edilemez." (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14617
Başvuru, katıldığı bir basın açıklamasında öğrencisi olduğu üniversitenin rektörünün şeref ve itibarını zedeleyici nitelikte ifadeler kullandığından bahisle bir ay okuldan uzaklaştırma disiplin cezası ile cezalandırılan başvurucunun eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; uzun süreli tutukluluk, tutukluluğun kanuni süreyi aşması, yargılamanın makul olmayan bir süredir devam etmesi, kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmalarının iki yıl süre ile yasaklanması kararının infazının sona ermesine rağmen yasağın hâlen devam etmesi nedenleriyle adil yargılanma ve kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru 23/8/2013 tarihinde Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 10/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/6/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 14/7/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Fikri Yazan Kastamonu Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 1/7/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 4/7/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu Fikri Yazan hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, maddesi uyarınca ihaleye fesat karıştırma suçlarından Kastamonu Cumhuriyet Başsavcılığınca 24/6/2011 tarihli ve E.2011/1170 sayılı iddianame düzenlenmiş ve Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/142 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Başvurucu Fikri Yazan, Kastamonu Sulh Ceza Mahkemesince 18/2/2010 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu Fikri Yazan’ın, Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2013 tarihli ve E.2011/142, K.2013/51 sayılı kararıyla dokuz ayrı ihaleye fesat karıştırmaktan dokuz kez 4 yıl 2 ay hapis cezası ile bir ihale yönünden ise ihalede kamu zararına sebebiyet verildiğinden 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, diğer suçlardan beraatına ve hükümle birlikte tutuklanmasına, başvurucu Şirketlerin üzerlerine atılı ihaleye fesat karıştırmak suçunu işlediklerinin sabit olması nedeniyle 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun maddesi uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarının ihalesine katılmalarının ikişer yıl süre ile yasaklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu Fikri Yazan, verilen mahkûmiyet hükmü sonrasında birçok kez tahliye talebinde bulunmuş ancak bu talepleri reddedilmiştir. Başvurucu Fikri Yazan son olarak 17/6/2013 tarihli dilekçesiyle Kastamonu İnfaz Hâkimliğine infazın durdurulması ve tutukluluğun kaldırılması istemiyle başvurmuştur. Kastamonu İnfaz Hâkimliği 9/7/2013 tarihli ve E.2013/699, K.2013/735 sayılı kararıyla başvurucunun talebi hakkında karar vermeye yetkili olmadığını belirterek tahliye talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itiraz etmesi üzerine Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesi 17/7/2013 tarihli ve 2013/458 Değişik İş sayılı kararıyla dava dosyasının Yargıtay Ceza Dairesine gönderildiğini belirterek tahliye talebi hakkında Yargıtay Ceza Dairesinin karar verebileceği gerekçesiyle talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve talep hususunda değerlendirme yapmak üzere talep dilekçesinin Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesi gerektiğine karar vermiştir. Bu karar 23/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 23/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 1/7/2013 tarihli ve E.2013/10024, K.2013/7332 sayılı kararında kamu davasından haberdar edilmemiş olup da katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olanların kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu gözetilerek hükmün bildirilmesinin gerektiği, yapılan ihalelerle ilgili kamu kuruluşlarının duruşmadan haberdar edildiğine ve temyiz haklarını kullanabilmeleri için hükmün tebliğ edildiğine ilişkin bilgi ve belgeye rastlanmadığı gerekçesiyle dosyanın İlk Derece Mahkemesine iade edilmesine karar vermiştir. Eksikliklerin tamamlanmasından sonra yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesi 22/11/2013 tarihli ve E.2013/14403, K.2013/11111 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına ve başvurucunun tahliye edilmesine karar vermiştir. Bozma üzerine yapılan yargılamada Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesi, 7/5/2014 tarihli ve E.2014/6, K.2014/76 sayılı kararıyla başvurucunun bazı ihaleler yönünden beraatına, bazı ihaleler yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, bazı ihaleler yönünden mahkûmiyetine karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi hâlen devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Kamu kurumu veya kuruluşları adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Aşağıdaki hallerde ihaleye fesat karıştırılmış sayılır: a) Hileli davranışlarla; İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye veya ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek, İhaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olmayan kişilerin ihaleye katılmasını sağlamak, Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olduğu halde, sahip olmadığından bahisle değerlendirme dışı bırakmak, Teklif edilen malları, şartnamesinde belirtilen niteliklere sahip olmadığı halde, sahip olduğundan bahisle değerlendirmeye almak. b) Tekliflerle ilgili olup da ihale mevzuatına veya şartnamelere göre gizli tutulması gereken bilgilere başkalarının ulaşmasını sağlamak. c) Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle ya da hukuka aykırı diğer davranışlarla, ihaleye katılma yeterliğine veya koşullarına sahip olan kişilerin ihaleye, ihale sürecindeki işlemlere katılmalarını engellemek. d) İhaleye katılmak isteyen veya katılan kişilerin ihale şartlarını ve özellikle fiyatı etkilemek için aralarında açık veya gizli anlaşma yapmaları. (3) (Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) İhaleye fesat karıştırma suçunun; a) Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle işlenmesi hâlinde temel cezanın alt sınırı beş yıldan az olamaz. Ancak, kasten yaralama veya tehdit suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca bu suçlar dolayısıyla cezaya hükmolunur.b) İşlenmesi sonucunda ilgili kamu kurumu veya kuruluşu açısından bir zarar meydana gelmemiş ise, bu fıkranın (a) bendinde belirtilen hâller hariç olmak üzere, fail hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) İhaleye fesat karıştırma dolayısıyla menfaat temin eden görevli kişiler, ayrıca bu nedenle ilgili suç hükmüne göre cezalandırılırlar. (5) Yukarıdaki fıkralar hükümleri, kamu kurum veya kuruluşları aracılığı ile yapılan artırma veya eksiltmeler ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler, bunların bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar, kamu yararına çalışan dernekler veya kooperatifler adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara fesat karıştırılması halinde de uygulanır.” 4734 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“(Değişik birinci fıkra: 30/7/2003-4964/ 35 md.) 17 nci maddede belirtilen fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler hakkında fiil veya davranışlarının özelliğine göre, bir yıldan az olmamak üzere iki yıla kadar, üzerine ihale yapıldığı halde mücbir sebep halleri dışında usulüne göre sözleşme yapmayanlar hakkında ise altı aydan az olmamak üzere bir yıla kadar, 2 nci ve 3 üncü maddeler ile istisna edilenler dahil bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verilir. Katılma yasakları, ihaleyi yapan bakanlık veya ilgili veya bağlı bulunulan bakanlık, herhangi bir bakanlığın ilgili veya bağlı kuruluşu sayılmayan idarelerde bu idarelerin ihale yetkilileri, il özel idareleri ve belediyeler ile bunlara bağlı birlik, müessese ve işletmelerde ise İçişleri Bakanlığı tarafından verilir. Haklarında yasaklama kararı verilen tüzel kişilerin şahıs şirketi olması halinde şirket ortaklarının tamamı hakkında, sermaye şirketi olması halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olan gerçek veya tüzel kişi ortaklar hakkında birinci fıkra hükmüne göre yasaklama kararı verilir. Haklarında yasaklama kararı verilenlerin gerçek veya tüzel kişi olması durumuna göre; ayrıca bir şahıs şirketinde ortak olmaları halinde bu şahıs şirketi hakkında da, sermaye şirketinde ortak olmaları halinde ise sermayesinin yarısından fazlasına sahip olmaları kaydıyla bu sermaye şirketi hakkında da aynı şekilde yasaklama kararı verilir. İhale sırasında veya sonrasında bu fiil veya davranışlarda bulundukları tespit edilenler, idarelerce o ihaleye iştirak ettirilmeyecekleri gibi yasaklama kararının yürürlüğe girdiği tarihe kadar aynı idare tarafından yapılacak sonraki ihalelere de iştirak ettirilmezler. Yasaklama kararları, yasaklamayı gerektiren fiil veya davranışın tespit edildiği tarihi izleyen en geç kırkbeş gün içinde verilir. Verilen bu karar Resmi Gazetede yayımlanmak üzere en geç onbeş gün içinde gönderilir ve yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Bu kararlar Kamu İhale Kurumunca izlenerek, kamu ihalelerine katılmaktan yasaklı olanlara ilişkin siciller tutulur.İhaleyi yapan idareler, ihalelere katılmaktan yasaklamayı gerektirir bir durumla karşılaştıkları takdirde, gereğinin yapılması için bu durumu ilgili veya bağlı bulunulan bakanlığa bildirmekle yükümlüdür.” 4734 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“ Taahhüt tamamlandıktan ve kabul işlemi yapıldıktan sonra tespit edilmiş olsa dahi, 17 nci maddede belirtilen fiil veya davranışlardan Türk Ceza Kanununa göre suç teşkil eden fiil veya davranışlarda bulunan gerçek veya tüzel kişiler ile o işteki ortak veya vekilleri hakkında Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre ceza kovuşturması yapılmak üzere yetkili Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulur. Hükmolunacak cezanın yanısıra, idarece 58 inci maddeye göre verilen yasaklama kararının bitiş tarihini izleyen günden itibaren uygulanmak şartıyla bir yıldan az olmamak üzere üç yıla kadar bu Kanun kapsamında yer alan bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmaktan mahkeme kararıyla 58 inci maddenin ikinci fıkrasında sayılanlarla birlikte yasaklanırlar. Bu Kanun kapsamında yapılan ihalelerden dolayı haklarında birinci fıkra gereğince ceza kovuşturması yapılarak kamu davası açılmasına karar verilenler ve 58 inci maddenin ikinci fıkrasında sayılanlar yargılama sonuna kadar Kanun kapsamında yer alan kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılamaz. Haklarında kamu davası açılmasına karar verilenler, Cumhuriyet Savcılıklarınca sicillerine işlenmek üzere Kamu İhale Kurumuna bildirilir. Bu Kanunda belirtilen yasak fiil veya davranışları nedeniyle haklarında mükerrer ceza hükmolunanlar ile bu kişilerin sermayesinin yarısından fazlasına sahip olduğu sermaye şirketleri veya bu kişilerin ortağı olduğu şahıs şirketleri, mahkeme kararı ile sürekli olarak kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanır. Bu madde hükümlerine göre; mahkeme kararı ile yasaklananlar ve ceza hükmolunanlar, Cumhuriyet Savcılıklarınca sicillerine işlenmek üzere Kamu İhale Kurumuna, meslek sicillerine işlenmek üzere de ilgili meslek odalarına bildirilir. Sürekli olarak kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanmış olanlara ilişkin mahkeme kararları, Kamu İhale Kurumunca, bildirimi izleyen onbeş gün içinde Resmî Gazetede yayımlanmak suretiyle duyurulur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6796
Başvuru, uzun süreli tutukluluk, tutukluluğun kanuni süreyi aşması, yargılamanın makul olmayan bir süredir devam etmesi, kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine katılmalarının iki yıl süre ile yasaklanması kararının infazının sona ermesine rağmen yasağın hâlen devam etmesi nedenleriyle adil yargılanma ve kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
1
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölümler tarafından başvurucular hakkındaki sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2017/38535 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Sınır dışı edilmeleri hâlinde yaşam haklarının ihlal edileceğini, kötü muameleye maruz kalabileceklerini ileri süren başvurucuların iddialarının araştırılması sürecinde geri gönderilmelerine ilişkin riskin ortadan kaldırılabilmesi amacıyla Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin durdurulması yönünde Anayasa Mahkemesince tedbir kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi -özellikle 676 sayılı KHK değişikliği sonrasında- tedbir taleplerini değerlendirirken ihlal iddialarının konusunu oluşturan hakların mutlak nitelikte olduğunu gözönünde bulundurarak kabul edilebilirlik kriterlerini katı şekilde uygulamamıştır. Anayasa Mahkemesi, sınır dışı etme işlemlerine karşı etkili bir başvuru mekanizması bulunmadığı ve bu durumun mevzuattan kaynaklandığı sonucuna ulaştığı Y.T. ([GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019) kararı sonrasında 6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında bazı değişiklikler yapılmıştır (Y.T., §§ 73-76). Söz konusu kanun değişikliğiyle birlikte bir kısım gerekçeyle (6458 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri uyarınca) tesis edilen sınır dışı etme işlemleri hakkında idare mahkemesinde iptal davası açılmış olmasının işlemi otomatik olarak durdurmayacağı yönündeki istisna kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesi yukarıda belirtilen son yasal değişiklik sonrasında sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma işlemlerini konu alan bireysel başvuruları değerlendirirken başvurucuların iddialarına ilişkin risklerin güncelliğini ve haklarında tesis edilen işlemlerin ne durumda olduğunu, hâlihazırda bu işlemlere ilişkin etkili bir yol hâline gelen idare mahkemelerinde açılmış bir davaları olup olmadığını öğrenmek istemiş; bu amaçla başvuruculardan bilgi ve belge talep etmiştir. Tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde cevap verilmesinin istendiği, aksi takdirde başvurunun reddedilebileceği ihtaratını içeren yazıda şu bilgi ve belgeler talep edilmektedir:" Sınır dışı etme işleminin hâlen var olup olmadığı, idari veya adli bir yolla işlemin geri alınıp alınmadığı yahut iptal edilip edilmediği, Başvurucunun fiilen sınır dışı edilip edilmediği veya kendi isteğiyle ülke dışına çıkıp çıkmadığı, ülkede bulunduğu takdirde hâlihazırda nerede ikamet ettiği, Başvurucu fiilen sınır dışı edilmişse; hangi ülkeye gönderildiği, gönderildiği ülkede yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne karşı bir tehlikeyle karşı karşıya kalıp kalmadığı, hâlen yaşamını nerede ve ne şekilde sürdürdüğü, Başvurucunun sınır dışı kararı etme kararına karşı iptal davası açıp açmadığı, bu şekilde bir dava olduğu takdirde davanın akıbetinin ne olduğu (mahkeme adı, dava tarihi ve esas numarası), karar verilmişse bir örneğinin gönderilmesi Başvurucunun ülkesine geri gönderilmesi hâlinde karşılaşacağı riskin güncel olup olmadığı (sebepleri belirtilerek açıklanmak üzere), Başvurucu, idari gözetim altına alınmış ise hangi tarihte idari gözetim altına alındığı, bırakıldığı takdirde ne şekilde (idari bir kararla veya adli merciler tarafından bırakıldığı hususu) ve hangi tarihte salıverildiği" Başvurucular usulüne uygun şekilde yapılmış tebligatlara rağmen istenen bilgi ve belgeleri eksik şekilde ikmal etmiş, bunun yanında neden tamamına ilişkin cevap verilmediğini ya yeterli bir gerekçeyle açıklamamış ya da bu hususa hiç değinmemiştir. A. 676 sayılı KHK'dan Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.”B. 7196 Sayılı Kanun Değişikliğinden Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38535
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, prematüre olarak doğan çocuğun ve annesinin özel bir sağlık kuruluşunda tedavisinin yapılmasından kaynaklanan masrafların devlet tarafından karşılanması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü 14/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 17/2/2015 tarihinde ibraz etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: (Kapatılan) Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) sigortalısı olan başvurucu, beş buçuk aylık hamile eşinin rahatsızlanması üzerine Bakırköy Çocuk ve Doğum Devlet Hastanesinde ilgili servisin bulunmadığı gerekçesiyle 25/1/2001 tarihinde özel bir sağlık kuruluşuna müracaat etmiştir. Bunun üzerine başvurucunun eşi, özel sağlık kuruluşunda ameliyata alınmış ve prematüre bir bebek dünyaya getirmiştir. Ameliyattan sonra anne ve bebeğin tedavileri, 6/3/2001 tarihine kadar özel sağlık kuruluşunda devam etmiştir. Başvurucu, söz konusu tedavi hizmeti karşılığında özel sağlık kuruluşuna 193 TL ödeme yapmıştır. Başvurucu, SSK'ya başvurarak tedavi gideri olarak ödediği bu meblağın tarafına geri ödenmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi, SSK'nın anlaşmalı olduğu hastanelerde boş yataklar olmasına rağmen bunlardan yararlanılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, doğum olayının beklenenden çok önce gerçekleştiğini, acil bir durum olması nedeniyle zaman kaybetmeleri durumunda bebeğin ve annesinin hayati tehlikeyle karşı karşıya kalacağını, uzman doktor tarafından söz konusu özel hastaneye yönlendirildiğini, aynı olayda SSK'nın anlaşmalı olduğu özel hastaneler tarafından belirlenecek tedavi ücretinden fazlasını ödemekle yükümlü olmadığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL tutarındaki tedavi masrafının SSK tarafından ödenmesi talebiyle 25/10/2004 tarihinde Tekirdağ İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır. İş Mahkemesi, 18/6/2008 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. SSK'nın devredildiği davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından söz konusu karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/2/2010 tarihli kararıyla bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Bozma gerekçesinde, tedavinin SGK'nın anlaşmalı olduğu özel sağlık kuruluşlarında yapıldığı takdirde ne kadar masraf oluşturacağı araştırılmadan karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilmiştir. Bozma üzerine İş Mahkemesi, tedavinin SGK sağlık kuruluşlarında yapılması hâlinde, olay tarihinde yürürlükte bulunan bütçe uygulama tebliği de dikkate alınarak ne kadar masraf oluşturacağının hesaplanması amacıyla eczacı, jinekolog ve mali müşavirden oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti görevlendirmiştir. İş Mahkemesi, 29/5/2013 tarihli kararıyla bilirkişi raporuna dayanarak davanın kısmen kabulüne ve başvurucuya 069,53 TL ödenmesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: ".. davacı sigortalı eşi Ü. Şen'in 25/01/2001 tarihinde 5,5 aylık hamile iken rahatsızlandığı, SSK Bakırköy çocuk ve doğum hastanesine kaldırıldığı, ilgili hastane tarafından ilgili servis bulunmadığı gerekçe gösterilerek hastanın özel .. hastanesine acil olarak gönderildiği, Ü. Şen'in orada bir çocuk doğurduğu, davacının bu doğum nedeni ile ilgili hastaneye 193,00 TL ödeme yaptığı, davalı kurumdan bu bedeli talep ettiği, davalı kurumun bu bedeli ödememesi üzerine eldeki davayı açtığı, dosya kapsamı, bilirkişi raporu ve Yargıtay bozma ilamı gereğince davacının eşi ve çocuğuna yapılan tıbbi müdahalenin acil nitelikte olduğu, Sosyal Sigortalar Kanunu maddesi gereğince hastalık sigortası yardımlarından yararlanacak olanların kurumca tespit edilecek belgeler ile davalı kuruma bağlı sağlık müesseselerine veya kurum hekimlerine başvurarak muayene olmaları gerektiği, ilgili kurum hastanesinde yeterli donanımın bulunmaması nedeni ile özel bir kurumda yapılan tedavi giderleri ile ilgili olarak davalı kurumun söz konusu tedavinin Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık tesisinde yapılması halinde bu tedavi için ne kadar bedel karşılığında sağlanacak ise ancak davalı kurumun bu bedeli ödemekle sorumlu olduğu, bilirkişi raporuna göre tedavinin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 2000 yılı bütçe uygulama tebliğine göre söz konusu tedavinin davalı kurum hastaneleri veya anlaşmalı hastanelerde yapılması halinde ödenmesi gereken tedavi tutarının 069,53 TL olduğu anlaşıldığından davacının talebi kısmen haklı ve yerinde görüldüğünden davanın kısmen kabul ve kısmen reddi ile 069,53 TL tedavi giderinin kurumdan tahsil talep tarihi olan 03/10/2001 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, davacı tarafın fazlaya ilişkin talebinin reddine karar verilmesi cihetine gidilmiş ve .. hüküm kurulmuştur." Söz konusu karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/1/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Nihai karar, 11/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İşlem tarihinde yürürlükte olan 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun "Tedavinin nasıl yapılacağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hastalık ve analık yardımlarından yararlanacak olanlar Kurumca tespit edilecek belgelerle Kurumca bildirilen sağlık müesseselerine veya hekimlere başvurarak muayene ve tedavi olurlar." İşlem tarihinde yürürlükte olan ve 16/1/2004 tarihli ve 25348 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sosyal Sigortalar Kurumu Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Kurumca Sevk Edilmeksizin Kurum Dışı Sağlık Tesislerinde Yapılan Tedaviler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: ''Kurum sağlık yardımlarından yararlandırılanların ani ve acil hastalığı dolayısıyla Kurum sağlık tesisleri dışında bir sağlık tesisine yatırılması halinde, bu husus raporla tevsik edilmek ve Kurum tarafından kabul olunmak şartıyla; a) Resmi sağlık tesislerinde yapılan tedavi masrafları aynen, b) Tedavi özel sağlık tesislerinde yapılmış ise, Kurum sağlık kuruluşlarında ayakta veya yatırılarak yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret tarifesi üzerinden hesaplanmak suretiyle ödenir. Resmi sağlık tesislerinde özel nitelikte tedavi görmüş olanların masrafları, o sağlık tesisinin normal ücret tarifesi üzerinden, yatak ücretleri ise Kurumca belirlenecek yatak ücret tarifesi üzerinden ödenir. Kurumca olaya el konulabilmesi için durumun ilgililer tarafından mümkün olan en kısa zamanda Kuruma bildirilmesi şarttır. '' Anılan Yönetmelik'in "Doğum Sağlık Yardımlarının Sağlanması " kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Sigortalı kadın ile sigortalı erkeğin sigortalı olmayan eşinin, aylık ve/veya gelir alan sigortalı kadın ile aylık ve/veya gelir alan sigortalı erkeğin sigortalı olmayan eşinin, doğum sağlık yardımlarının Kurumca aynen sağlandığı yerlerde doğum için Kurum sağlık tesislerine veya sözleşme ya da protokol yapılan sağlık tesislerine başvurularında boş yatak olmaması veya doğumun sağlanamaması hallerinde, ilgililer Kurumca resmi bir sağlık tesisine, resmi sağlık tesisinde boş yatak bulunmadığı veya doğumun resmi sağlık tesisinde sağlanamayacağı raporla belgelendiği takdirde özel bir sağlık tesisine sevk edilmek suretiyle doğum yardımları Kurum tarafından sağlanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kişilerin bedensel ve ruhsal bütünlükleriyle ilgili konular, onlara sağlanan tıbbi tedavi seçimindeki katılımları ve bu tedavilere olan rızaları ile ilgili hususlar, Sözleşme’nin maddesinin sınırları içerisinde yer almaktadır (İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM'e göre kişilerin tedavi masraflarına yeterli ölçüde destek sunulmadığına ilişkin iddialar da Sözleşme’nin maddesinin kapsamındadır (Pentiaciova ve diğerleri/Moldova, B. No: 14462/03, 4/1/2005). AİHM, Sözleşme'nin ücretsiz tıbbi tedaviye ulaşma gibi bir hakkı garanti altına almamakla birlikte bazı davalarda engelli başvuranların hareketliliğini ve yaşam kalitesini kolaylaştırmanın kamusal finansmanı hakkındaki şikâyetleri madde kapsamında incelemektedir (Zehnalová and Zehnal/Çek Cumhuriyeti, B. No: 38621/97, 14/5/2002; Sentges/Hollanda (k.k.), B. No: 27677/02, 8/7/2003). AİHM'e göre kapsam, sınırlı devlet kaynaklarının tahsisi bağlamında önceliklerin değerlendirilmesini içerdiğinde, ulusal makamların takdir marjı daha geniştir. (Osman/Birleşik Krallık, B. No: 23452/94, 28/10/1998, § 116).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4859
Başvuru, prematüre olarak doğan çocuğun ve annesinin özel bir sağlık kuruluşunda tedavisinin yapılmasından kaynaklanan masrafların devlet tarafından karşılanması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, görev yeri değişikliğinin iptali için açılan davada gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasınailişkindir. Başvuru 19/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine görüş bildirilmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun İstanbul Üniversitesi (Üniversite) Sağlık Kültür ve Spor Dairesi başkanı olarak görev yaptığı dönemde yapılmış olan bir ihale, mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle Kamu İhale Kurulunca iptal edilmiş ve bu şekilde Üniversitenin zarara uğramasına yol açıldığı sebebiyle başvurucu hakkında Yükseköğretim Kurulu tarafından disiplin soruşturması başlatılmıştır. Söz edilen soruşturmaya ayrıca başvurucuyla ilgili olarak İktisadi İşletme Yönergesi'ne aykırı olarak kendisine maaş bağlandığına, yine başkan olarak görev yaptığı birimce mevzuata aykırı olarak bağış yapıldığına ve Maliye Kontrol elemanlarınca yapılan denetimlerde de başkaca usulsüzlükler tespit edildiğine ilişkin iddialar da konu edilmiştir. Başvurucu hakkında açılan idari soruşturma devam ederken Üniversite Rektörlüğünün 27/2/2009 tarihli işlemi ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ve maddeleri dayanak alınarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi teknik hizmetler sınıfında açık bulunan derece mühendis kadrosuna naklen atanmıştır. Söz konusu idari soruşturma sonucunda başvurucuya 18/8/2010 tarihli işlem ile 1/8 oranında on ayrı aylıktan kesme cezası verilmiştir.A. Başvurucunun Naklen Atanmasına İlişkin İşleme Karşı Açılan Dava Başvurucu naklen atanması işleminin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde 17/3/2009 tarihinde iptal davası açmıştır. Yapılan değerlendirme sonucu İstanbul İdare Mahkemesi 30/12/2011 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçesinde başvurucu hakkında tesis edilen disiplin cezalarının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmiş olduğuna da atıfta bulunarak başvurucuya disiplin soruşturması kapsamında isnat edilen eylemlerin sabit olduğu kanaatine ulaşmış ve bu fiillerin başvurucunun idari görevden alınmasını gerektirdiği sonucuna varmıştır. İlk derece mahkemesi kararına karşı başvurucu tarafından temyiz talebinde bulunulması üzerine yapılan değerlendirme neticesinde Danıştay Sekizinci Dairesinin 26/3/2013 tarihli kararı ile onamaya hükmedilmiştir. Başvurucunun talebi ile yapılan karar düzeltme incelemesi de aynı Dairenin 22/4/2014 tarihli kararı ile reddedilmiş, bu ilam başvurucuya 30/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, karar düzeltme talebinin reddedildiğini 16/6/2014 tarihinde öğrendiğini beyan ederek aynı tarihte bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuruya Verilen Disiplin Cezasına Karşı Açılan Dava Başvurucu, bahsi geçen idari soruşturma sonucunda kendisine uygulanan on ayrı "1/8 oranında aylıktan kesme cezası"nın iptal edilmesi istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde 2/11/2010 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 5/10/2011 tarihli kararında başvurucunun hukuki dayanağı bulunmayan ve hukuken teşekkül ettirilmediği sabit olan bir faaliyet içinde yer alma fiili nedeniyle cezalandırılması gerektiğinin açık olduğunun altını çizmiştir. Bununla birlikte ilk derece mahkemesi, davalı idarenin başvurucunun bu faaliyeti kapsamında bazı işlemleri ayrı ayrı değerlendirmek suretiyle her bir fiil için ayrı ayrı disiplin cezası uygulanmasına ilişkin işlemde konu unsuru yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesine dayanarak davayı kabul etmiştir. İlk derece mahkemesi kararı, temyiz incelemesi sonucu Danıştay Sekizinci Dairesinin 15/6/2015 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozma kararında Daire; başvurucunun görevi, soruşturma konularının niteliği ve ağırlığı ile tesis edilen cezaların her birinin ayrı eylemlerden kaynaklandığı hususu dikkate alındığında isnat edilen eylemlerin ayrı ayrı ele alınarak hukukilik denetiminin yapılması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 21/3/2016 tarihli kararı reddedilmiştir. Bozma kararına uyan İstanbul İdare Mahkemesi dosyayı yeniden ele almıştır. Bu doğrultuda ilk derece mahkemesi 27/4/2017 tarihinde verdiği karar ile iptali istenen cezalara karşı tek dilekçeyle dava açıldığını ancak söz konusu işlemler arasında maddi anlamda hukuki bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunmadığının görüldüğünü, bu anlamda başvurucunun otuz gün içinde her işlem için ayrı ayrı dava açması gerektiğini belirtmiş; dava dilekçesini reddetmiştir. Başvurucu, bu uyuşmazlığa ilişkin ayrı dilekçeler ile yeniden dava açılıp açılmadığına dair Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi veya belge sunmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10262
Başvuru, görev yeri değişikliğinin iptali için açılan davada gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.. Başvuru 20/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Maliye Bakanlığı tarafından 22/5/1967 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde hasımsız olarak açılan tapu tescili davası görevsizlik nedeniyle Mardin Kadastro Mahkemesine gönderilmiş, anılan Mahkemede 1974/4 esasını alan davaya başvurucular Cengiz Koç, Yusuf Koç, Şehnaz Koç, Aysel Gezer, İlhan Koç, Bayram Koç, Nurettin Koç, Şükrü Koç, Ayhan Yıldırım, Mehmet Koç, Nursel Dağdelen, Kadriye Karaca, İbrahim Koç, Kasım Koç, Sevinç Adıyaman ve Serdar Koç'un babaları ve başvurucu Hadice Koç'un mirasçısı olduğu eşinin babası olan murisleri Ahmet Koç ile başvurucu İbrahim Adıyaman 1974 yılında davacı sıfatıyla müdahil olmuşlardır. Yerel Mahkemece verilen kararların müteaddit defalar Yargıtayca bozulduğu söz konusu dava, yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18188
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. .
0
Başvuru, yurt dışında geçen hizmet sürelerini borçlanma imkânının sonradan vatandaşlığa alınanlar yönünden sadece vatandaşlığa alınma tarihinden sonraki süre için tanınması nedeniyle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 28/1/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı 31/5/1951 tarihinde Yugoslavya Cumhuriyeti vatandaşı olarak dünyaya gelen başvurucu, Bakanlar Kurulunun 6/9/1996 tarihli kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanmıştır. Almanya'da çalışan başvurucu, Türk vatandaşlığını kazandıktan sonra 3/3/2006 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) müracaat ederek 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca borçlanma talebinde bulunmuştur. Başvurucu 2/2/1973 ile 21/1/2003 tarihleri arasındaki çalışmaları kapsamındaki 945 günü borçlanmak istemiştir. SGK 6/9/2006 tarihli yazı ile başvurucuya yurt dışında geçen 2/2/1973 ile 21/1/2003 tarihleri arasındaki çalışmaları borçlanabileceği bildiriminde bulunmuştur. Başvurucu bu bildirim üzerine 21/1/1988 ile 21/1/2003 tarihleri arasındaki 400 günlük çalışması karşılığı 010,75 TL'yi 9/7/2008 tarihinde SGK'ya ödemiştir. SGK, belirlenen borçlanma bedelinin yatırılması üzerine 1/7/2009 tarihinden itibaren başvurucuya yaşlılık aylığı bağlamıştır. Bununla birlikte SGK, başvurucuya bağladığı aylığı 22/1/2015 tarihinde kesmiştir. SGK başvurucunun Türk vatandaşlığını kazandığı tarihten önce yurt dışında geçen çalışma süresini borçlanmasının mümkün olmadığı ve bu süre düşüldükten sonra kalan çalışma süresinin de yaşlılık aylığı bağlanması için gerekli olan asgari süreyi karşılamadığı gerekçesine dayanmıştır. SGK 12/3/2015 tarihli bildirim ile geriye doğru 23/9/2009 ile 22/1/2015 tarihleri arasında başvurucuya yersiz olarak ödenen toplam 513,62 TL'nin bir aylık süre vererek iadesini istemiştir. Tesis edilen işlem 3201 sayılı Kanun'un maddesine dayandırılmıştır. Başvurucunun 13/3/2015 tarihinde yaşlılık aylığının kesilmesi ve yapılan ödemelerin iadesi işleminin iptali talebiyle SGK'ya yaptığı müracaat 16/3/2015 tarihinde reddedilmiştir.B. Bireysel Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu 17/4/2015 tarihinde yaşlılık aylığı tahsisinin iptali ve yapılan ödemelerin iadesi kararına karşı Bursa İş Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde yurt dışında çalıştığı süreleri Türkiye'de borçlanarak emekliliğe hak kazandığını, emekli aylığının bağlanmasından 6 yıl sonra kesilmesinin kazanılmış haklarını zedelediğini ileri sürmüştür. Türkiye ile Almanya arasında bağıtlanan 30/4/1964 tarihli Sosyal Güvenlik Sözleşmesi'ne atıfta bulunun başvurucu, söz konusu Sözleşme'de sonradan Türk vatandaşlığına geçenler yönünden menfi bir ayırımın yapılmadığını ifade etmiştir. Başvurucu Yargıtay kararlarına ve Uluslararası Çalışma Örgütü'nün düzenlemelerine atıfta bulunarak Türk vatandaşlığını doğuştun kazananlar ile sonradan kazananlar arasında ayırım yapılmasının eşitlik ilkesini ihlal edeceğini ifade etmiştir. Mahkeme 22/12/2015 tarihinde 3201 sayılı Kanun hükümleri uyarınca başvurucunun Türk vatandaşlığını kazanmadan önceki yurt dışı çalışmalarını borçlanması mümkün olmadığından 6/9/1996 öncesi çalışmalara ilişkin isteğin reddine ve bu tarihten sonraki çalışmalar 600 günü doldurduğundan bu süre üzerinden başvurucuya yaşlılık aylığı ödenmesine karar vermiştir. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde özetle; SGK'nın emekli olunan tarihten altı yıl sonra çıkan bir kanunu geriye yürüterek kazanılmış hakkını ortadan kaldırdığını, 64 yaşında olduğunu ve yaşantısını buna göre planladığını, Yargıtay içtihatlarının da lehine olduğunu, sonradan Türk vatandaşı olanlara borçlanma hakkı tanınmamasının eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğunu belirtmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 27/10/2016 tarihinde hükmü bozmuştur. Daire gerekçeli kararında, 6/9/1996 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Türk vatandaşlığına geçen başvurucunun bu tarihten önce yurt dışında geçen çalışma süresini borçlanamayacağı saptamasında bulunmuş ve ayrıca başvurucunun isteğe bağlı sigortalı olma yönünde bir talebi de bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Mahkeme 15/3/2017 tarihinde, bozma kararındaki gerekçelere atıf yaparak davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Daire tarafından 9/11/2017 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 19/12/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3201 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Türk vatandaşları ile doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin on sekiz yaşını doldurduktan sonra Türk vatandaşı olarak yurt dışında geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri hâlinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilir.'' 3201 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilenler ile yurt dışında çalışmakta iken veya yurda kesin dönüş yaptıktan sonra ölenlerin Türk vatandaşı olan hak sahipleri sigortalının Türkiye’de hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi çalışması yoksa Sosyal Güvenlik Kurumuna, Türkiye’de çalışması varsa en son tabi olduğu sosyal güvenlik kuruluşuna müracaat etmek suretiyle bu Kanunla getirilen haklardan yararlanırlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, mülkiyet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Pichkur/Ukrayna (B. No: 10441/06, 7/11/2013, §§ 45-54) kararına konu olayda 1956 ile 1996 yılları arasında Ukrayna’da çalışan başvurucunun artık yurt dışında yaşaması nedeniyle sosyal güvenlik ödemeleri kesilmiştir. AİHM, bu farklı muamelenin objektif ve haklı bir temelinin gösterilemediği gerekçesiyle mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. Andrejeva/Letonya ([BD], B. No: 55707/00, 18/2/2009) kararına konu olayda ise Kazakistan doğumlu olup on iki yaşında Letonya’ya gelen başvurucu 1966 yılından itibaren kimya sektöründe çalışmıştır. Başvurucu, Letonya dışında başka ülkelerde de çalışmış; 1996 yılında elli beş yaşına geldiğinde emekli olmuştur. Sosyal Güvenlik Kurumu sadece Letonya’da çalıştığı sürelerin dikkate alınacağını başvurucuya bildirmiştir. AİHM olayda ulusal makamların Letonya dışında yaşayanların çalışma süresini dikkate almamasının vatandaşlık temelinde farklı bir muameleye dayandığını tespit etmiştir. Buna göre başvurucu ile aynı durumda olup da doğuştan Letonya vatandaşı olan biri başvurucuya göre daha fazla yaşlılık aylığı alabilmektedir. AİHM bu sebeple olayda vatandaşlık bağının tek farklı muamele ölçütü olduğunu belirtmiştir. AİHM bununla birlikte farklı muamelenin Sözleşme’ye göre ayrımcılık yasağı kapsamına girmemesi için daha güçlü gerekçelerin ortaya konulması gerektiğini vurgulamıştır (Andrejeva/Letonya, §§ 81-87). Bu bağlamda ilk olarak başvurucunun tüm çalışma süresi boyunca diğer koşulları yerine getirmediğinin ortaya konulamadığı belirtilmiştir. Dolayısıyla başvurucu 1991 yılından sonra tanınan haklar çerçevesinde aynı veya benzer bir kariyere sahip Letonya vatandaşları ile objektif olarak benzer durumdadır. İkinci olarak Sovyet döneminde millet kökenine veya doğum tarihine dayalı olmadan herkesin aynı şekilde sosyal güvenlik vergisi ödendiği yönündeki iddianın aksinin gösterilemediği açıklanmıştır. Üçüncü olarak AİHM, başvurucunun Letonya vatandaşı olmamakla birlikte bu ülkeye kalıcı olarak yerleşmiş biri olduğu yönündeki statüsüne de vurgu yapmıştır. AİHM sosyal güvenlik alanında devletlerin geniş takdir yetkisi olduğunu kabul etmekle birlikte olayda farklı muamelenin objektif ve haklı bir temele dayalı olduğunun ulusal makamlarca ortaya konulamadığı gerekçesiyle Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi bağlamında maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Andrejeva/Letonya, §§ 88-92).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40089
Başvuru, yurt dışında geçen hizmet sürelerini borçlanma imkânının sonradan vatandaşlığa alınanlar yönünden sadece vatandaşlığa alınma tarihinden sonraki süre için tanınması nedeniyle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşım nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Antalya Büyükşehir Belediyesi Su ve Atıksu İdaresi Genel Müdürlüğünde (ASAT) mühendis olarak görev yapmaktadır.A. Disiplin Soruşturması Süreci Başvurucu "Su katılmamış bir evetçiden yüzlerce kez yapılmış bir öz eleştiri..." başlığıyla sosyal medya hesabı üzerinden bir paylaşımda bulunmuştur. Anılan paylaşım şöyledir:"FETÖ temizliği bitti mi? 1 temizlik görevlisi, 3 işçi, 2 bilmem ne... Bu mu??? Adamın çocukları FETÖ'den soruşturuluyor, sülalece yönetici... Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu??? Acaba Antalya bu temizlikten muaf mı??? Antalyalı olmak büyük ayrıcalık mı? Oh, ne ala memleket... Bütün FETÖ'cüler oldu S tarikatından... Sabır sabır da, nereye kadar??? S tarikatına geç AOF'li de olsan hiçbir şey de olamasan, bunlardan da geçtim Sıfır liyakatle yöneticiliği kap... mesai saatinde nargile içmeye gidenden müdür mü istersiniz? (Adamı kendi partisi bile kovmuş.) Daha ne enstantaneler... Düne kadar bize laf sokup, Erdoğan'ı görünce tüylerim diken diken oluyor, ıyy diyenler, şimdi onu karşılamaya gidiyor. Değiştilerse sözüm yok. Doğru yolu bulmak da bir erdemdir. Yok uyduruk sorumlu unvanlarını kaptırmamak içinse, Allah Be.... versin. Bizler gülüp geçiyoruz... Şükür kimsenin yalakası olmadık. Bu yaşa kadar, ne anadan, ne babadan, ne eşten, ne partiden, ne tarikatlardan torpille işimizi yaptırmadık. Allah da torpile güvenecek kadar seviyesiz hale kimseyi getirmesin. Ne diyelim Ne ODTÜ'sü, ne İTÜ'sü, ne liyakati? Hepsi palavra. Sen torpilden haber ver. Hangi tarikattansın, sen ondan haber ver. Sadece Tayyipçi'ysen ya da liyakat üst düzeyde ise, üstüne üstlük dürüst ve sözünü esirgemeyen biri isen YANMIŞSIN ya. Bu güzel gecede her kim kimin hakkını yiyorsa Allah versin cezasını. Bizden geçti de, Rabbim çocuklarımızı böyle hak yiyen, çakma tarikatçılardan korusun. Hala, ama her şeye rağmen hala güvenimiz sonsuz. Cumhurbaşkanımız er ya da geç bu çarpık ve tuhaf adalet sistemi ile yönetilen yerleri mutlaka düzeltecektir. Zira artık bizim de sabrımız tükeniyor. Bari evlatlarımız üzülmesin. Saygı selam ve dua ile ÖNEMLİ NOT: Yukarıdaki mahlukatlara bakıp cumhurbaşkanıma tek bir söz söylemeyin. Çünkü onlar ona tek bir oy bile vermediler. Adımın Lale olduğu kadar da eminim." Söz konusu paylaşım, Antalya Körfez gazetesinin (gazete) 26/4/2017 tarihli sayısında ASAT'ı karıştıran paylaşımlar başlığıyla çeşitli eklemeler yapılarak haberleştirilmiştir. Orijinal paylaşıma eklenen kısımlar özetle şöyledir:"ASAT'ta çalışan Lale Çalıkoğlu'nun,..., mesajı kurumu karıştırdı. ASAT'ta çalışan FETÖ'den soruşturulanların sülalece yönetici olduklarını ve kendilerini Süleymancı diye tanıttıklarını iddia eden Lale Çalıkoğlu,..., diye patladı. Süleymancıların tarikatına geçenlerin,..., sıfır liyakatle yöneticiliği kaptığını ileri süren Çalıkoğlu,..., ASAT'ta tarikat torpili döndüğünü gündeme getiren Çalıkoğlu,..., ifadelerini kullandı." Başvurucunun yaptığı sosyal medya paylaşımının anılan habere kaynak oluşturduğu gerekçesiyle "sosyal medya paylaşımı ile ifade özgürlüğünün sınırları aşılarak dolaylı yoldan kurumun tüzel kişiliği ve idarecilerinin mesnetsiz suçlama ile töhmet altında bırakılıp yıpratılmaya ve kamuoyunda algı oluşturmaya çalışıldığı, böylelikle Devlet memuru vakarına yakışmayan, itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışta bulunduğu" iddiasıyla idare tarafından başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin soruşturması kapsamında haberin yazarı gazeteci İ.Ö. ve başvurucunun ifadesine başvurulmuştur. İ.Ö. ifadesinde; yayımladıkları haberin kaynağının başvurucunun sosyal medya paylaşımı olduğunu, kendilerine haber yapma talebinde bulunulmadığını, paylaşımın başvurucunun bir arkadaşının hesabından görülerek haberleştirildiğini, haberde ASAT'la ilişkilendirdiği Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) veya tarikat mensuplarının kimlikleri hakkında bilgi sahibi olmadığını, paylaşımda yazıldığı şekilde haberi yaptığını, paylaşımın yayınlandığı köşenin "Sosyal Medya Körfezi" olarak adlandırılması nedeniyle paylaşımı başvurucunun ağzından yazdığını belirtmiştir. Başvurucu ise ifadesinde; paylaşımında hiçbir kişi, kurum ve tarikat ismine yer vermediğini, paylaşımının bilgisi dışında ve kimliğini bilmediği Facebook arkadaşlarından birisi tarafından iletildiğini düşündüğünü, habere söylemediği ifadelerin eklenerek haberin izinsiz olarak oluşturulduğunu, paylaşımında kurum ve tarikat ismine yer vermediğini belirtmiştir. Başvurucudan soruşturma sürecinde iki defa savunma istenmiştir. Başvurucu ilk savunmasında önceki ifadesine ek olarak paylaşımına yapılan eklemelerin gazete tarafından yapıldığının kabul edildiğini, tekzip amaçlı gönderdiği yazının gazetede yayımlandığını, bu durumun idare tarafından bilindiğini belirterek suçlamaları reddetmiştir. İkinci savunmasında ise önceki beyanlarına ek olarak paylaşımının kurum ve tarikat ismi olmaksızın bir haber değeri taşımadığını, gazetenin paylaşımını çarpıttığını, paylaşımını genel müdüre de gösterdiğinde "O zaman gazeteyi mahkemeye veririz." karşılığını aldığını, incelemeyi yapan müfettişin şifahen kendisinin haklı olduğunu belirttiğini, soruşturma raporunun müfettişin art niyetli görüşünü yansıttığını ve bu raporun hukuki bir yönünün bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (e) alt bendi uyarınca "Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunduğu" gerekçesiyle uyarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan disiplin cezası, başvurucunun karara karşı yaptığı itirazın disiplin kurulu tarafından reddedilmesiyle kesinleşmiştir.B. Başvurucunun Disiplin Cezasına İlişkin İşleme Karşı Açtığı İptal Davası Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Antalya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı özetle şöyledir:"Antalya Körfez Gazetesi'nin 2017 günlü sayısında ASAT'ı karıştıran paylaşımlar konulu haberle ilgili olarak davacı tarafından belirtilen gazetede çalışan herhangi bir kişiyle görüşme yapılmadığının 2017 tarihli araştırma raporunda da belirtildiği, disiplin cezasına dayanak teşkil eden 2017 tarihli Facebook paylaşımda da görüleceği üzere dile getirilen eleştirilerde herhangi bir kurum ya da şahıs ismi belirtilmediği, bu nedenle davacının görev yapmakta olduğu kurumu ve idarecileri mesnetsiz suçlamalar ile töhmet altında bırakıp yıpratmaya çalıştığı ve kamuoyu nezdinde algı oluşturmaya çalıştığına ilişkin iddianın sübuta ermediği sonucuna ulaşıldığından, tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Davalı idare, iptal kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (BİM) başvurucunun üzerine atılı bulunan fiili işlediği sonucuyla mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Daire kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"...davacı tarafından kaleme alınan ve yukarıda ilgili kısımlarına yer verilen beyanlarıyla üzerine atılı bulunan fiili işlediği kanaati oluştuğundan hakkında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık, dava konusu işlemin iptali yolunda verilen mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır." A. Ulusal Hukuk Anayasa’nın “Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler." 657 sayılı Kanun'un "Davranış ve işbirliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Devlet memurları, resmi sıfatlarının gerektirdiği itibar ve güvene layık olduklarını hizmet içindeki ve dışındaki davranışlarıyla göstermek zorundadırlar." 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…A - Uyarma : Memura, görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazı ile bildirilmesidir.Uyarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…e) Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ve maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). AİHM, kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta; somut bir değerlendirmenin varlığı şartını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, §§ 48, 49).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36354
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşım nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; hukuka aykırı olarak üst araması yapılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, haksız gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama sırasında kolluk görevlilerince güç kullanımından dolayı yapılan şikâyetle ilgili soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1995 doğumlu olup İstanbul'da yaşamakta ve öğrenci olduğunu beyan etmektedir. Başvurucu28/1/2017 tarihinde Hatay'ın Samandağ ilçesinde arkadaşı İ.K. ile bir kafede bulunduğu esnada kafeye gelen kolluk görevlileri Samandağ Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/1/2017 tarihli önleme araması kararına istinaden kafede bulunan diğer kişilerin yanı sıra başvurucu ile arkadaşının üstünü ve eşyalarını aramak istemiştir. Kararda, isimleri belirtilen bazı caddelerde önleme aramasına izin verildiği görülmüştür. Başvurucunun anlatımına göre kolluk görevlileri kendisinin ve arkadaşının kimliklerini kontrol edip çantasını aramış, daha sonra üstünü aramak istediklerinde uygulamanın hukuka uygun olmadığını ve üzerinin aranmasını istemediğini dile getiren başvurucuya psikolojik şiddet uygulayarak aramayı gerçekleştirmiştir. Bu sırada arkadaşı İ.K.nın kolluk görevlileriyle tartışması nedeniyle her ikisi de zor kullanılmak suretiyle gözaltına alınmış, gözaltına alınma anında bir kolluk görevlisince başvurucunun saçı çekilmek suretiyle başvurucu sürüklenerek kendisine şiddet uygulanmıştır. Kolluk görevlilerince olayla ilgili aynı gün tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta başvurucu veya arkadaşının imzası bulunmamaktadır. Tutanağa göre "huzur Türkiye" uygulaması adı altında yapılan kontrol ve aramalar kapsamında olay günü bir kafede başvurucunun üstü aranmak istendiğinde başvurucu ayağa kalkmayarak ve aramanın taciz olduğunu beyan ederek aramaya direnmiş, uygulamanın hukuki olduğu ve rızasıyla üst araması yapılmasına izin vermediği takdirde zor kullanılacağının kendisine söylenmesi üzerine başvurucu "Beni taciz etmenize izin vermeyeceğim, üst araması yaptırmayacağım." diyerek direnmeye devam etmiştir başvurucu ile arkadaşının direnmesi nedeniyle artan oranda zor kullanılarak her ikisinin de yakalandığı Tutanakta belirtilmiş, yasal işlem yapılmak üzere önce hastaneye daha sonra kolluk merkezine götürüldüğü açıklanmıştır. Başvurucu hakkında Samandağ Devlet Hastanesi tarafından olay tarihinde düzenlenen adli raporda -tam olarak okunamamakla birlikte okunduğu kadarıyla- başvurucuda darp ve cebir izi olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ile İ.K. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçunu işledikleri isnadıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun kolluk merkezinde şüpheli olarak ifadesi alınmıştır. Başvurucu, kolluk görevlilerine direnmediğini, aramanın yasal gerekçesini sorduğunu, olağanüstü hâl döneminde olunması nedeniyle üstünü aratması gerektiği söylenince arama yapılmasına izin verdiğini, aramadan sonra gözaltına alındığını beyan etmiş; hakkındaki suçlamayı kabul etmemiştir. Yaklaşık beş saat gözaltında tutulduktan sonra başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Başvurucu 9/2/2017 tarihinde Samandağ Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurarak kolluk görevlileri ve kendisini muayene eden doktordan şikâyetçi olmuştur. Başsavcılıkça başvurucunun şikâyetiyle ilgili olan soruşturma başvurucu hakkındaki soruşturmayla birlikte yürütülmüştür. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; bir kolluk görevlisinin saçını çekerek kendisini sürüklediğini, bu olay hakkında yürütülen soruşturma kapsamında kolluk merkezinde verdiği ifadesinde dile getirmesine rağmen beyanının İfade Tutanağı'na yazılmadığını, ifade verirken diğer kolluk görevlilerinin alaycı üslubuna maruz kaldığını ve tehdit edildiğini, ayrıca doktor muayenesi sırasında bir kolluk görevlisinin muayene odasına alınmasına doktorun izin verdiğini ileri sürmüştür. Şikâyetçi olduğu tarihte ayrıca Başsavcılıkça başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde şikâyet dilekçesindeki iddialarını yinelemiş, arama işlemi yapıldıktan sonra masasına oturup çay içmeye devam ettiği sırada bir kolluk görevlisinin saçından tutup kafasını eğmek suretiyle kendisini sert biçimde sürüklediğini ve polis aracına bindirdiğini beyan etmiş; olay yerinin kalabalık olduğunu, olay yerini gösteren kameraların bulunduğunu, kolluk merkezine getirildiğinde teşhis edebileceği bir kolluk görevlisinin kendisinin verdiği ifadeye müdahale ederek ifadesini değiştirdiğini ve kendisini takip edeceğini söyleyerek tehdit ettiğini ileri sürmüştür. Başsavcılıkça başvurucunun gözaltına alındığı kafenin güvenlik kamerası alınarak incelenmek üzere 13/2/2017 tarihinde Ankara Kriminal Polis Laboratuvarına, 8/3/2017 tarihinde Adana Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir. Her iki Kriminal Polis Laboratuvarı da verdiği cevapta yeterli personel bulunmaması nedeniyle incelemenin yapılamadığını belirtmiş ve delili incelemeksizin iade etmiştir. Olay günü arama sırasında görevli olan kolluk memurları H.G., K., Y.Ç., Ö.S., U.A., A.A., O.K. kolluk merkezinde şikâyetçi olarak; O.K. dışında kalan görevliler Başsavcılıkta tanık olarak, O.K. yine şikâyetçi olarak dinlenmiştir. Kolluk memuru O.K. beyanında; başvurucunun üstünün aranmasını istemediğini, aramanın taciz olduğunu ve İstanbul'da dahi arama yapılmadığını dile getirdiğini, bu sırada arkadaşı İ.K.nın da kendisine yönelik el kol hareketleri yaptığını, bu nedenle İ.K.dan şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Başsavcılıkta 29/5/2017 tarihinde tanık olarak dinlenen kolluk memurlarının ifadeleri birbirine benzer olup kısaca şöyledir: Kolluk memurları olay günü önleme araması kapsamında başvurucu ve arkadaşı İ.K.nın üstünü aramak istediklerinde başvurucu ve İ.K. aramaya karşı çıkmış; başvurucu aramanın taciz olduğunu, İ.K. da önleme arama kararını yolda uygulamaları gerektiğini söylemiş, İ.K. ayrıca polis memuru O.K.ya el kol hareketi yapmıştır. Başsavcılık 30/5/2017 tarihinde "meçhul şüpheli" olarak belirtilen kolluk görevlisi/görevlileri hakkında kasten yaralama suçuna ilişkin olarak kovuşturma yapılmamasına ilişkin ek karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Olay yerinden elde edilen, Adli Emanetin 2017/71 sırasında kayıtlı kamera görüntüleri üzerinde tespit yapılamadığı, olay günü müşteki hakkında tanzim edilen adli rapora göre müştekinin yaralandığının tespit edilemediği, müştekinin iddiasının soyut iddia boyutunda kaldığı anlaşılmakla;1-)Şüpheli hakkında müsnet suçtan kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA, " Diğer taraftan incelenemeyen kamera kayıt cihazının 31/5/2017 tarihinde sahibine iadesine karar verilmiş, aynı tarihte başvurucu ve arkadaşı İ.K. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçunu işledikleri isnadıyla ceza davası açılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın ek kararına itiraz etmiş; başvurucunun itirazı Hatay Sulh Ceza Hâkimliğince 4/1/2018 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 30/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, hakkında açılan ceza davasının sonunda Samandağ Asliye Ceza Mahkemesinin 21/3/2018 tarihli kararıyla beraat etmiştir. Karar, kanun yollarına başvurulmaksızın 2/11/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...müştekinin olayın sıcağı sıcağına hazırlık aşamasında verdiği ifadesinde ve mahkeme huzurundaki ifadesinde sanık [İ.nin] kendisini ittirdiği yönünde bir beyanının olmadığı, özetle sanık Hüseyin ve [İ.nin] üstünü aratmadığı hususunda beyanının olduğu bu suretle bu beyanı doğrular nitelikteki tutanak içeriği ve sanıkların iddianamede üzerlerine atılı eylem itibariyle sanıkların görevli polis memuruna pasif olarak direndikleri, görevi yaptırmamak için direnme suçunun oluşması için gerekli aktif cebir veya tehdit unsurunun somut olayda meydana gelmediği anlaşıldığından; Sanıklar Hüseyin Ali Kudret ve [İ.K.] hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediklerinden bahisle 5237 sayılı TCK'nun 265/1, 53/1 maddesi gereğince cezalandırılmaları talebi ile mahkememize kamu davası açılmış ise de; suçun kanuni tanımındaki unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından CMK 223/2-a maddesi gereğince sanıkları ayrı ayrı beraatine karar vermek gerekmiş..." A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin "Önleme araması ve kapsamı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Önleme araması;a) Millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması,b) Suç işlenmesinin önlenmesi,c) Taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh, patlayıcı madde veya eşyanın tespiti,amacıyla, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mülkî âmirin yazılı emriyle ikinci fıkrada belirtilen yerlerde, kişilerin üstlerinde, aracında, özel kâğıtlarında ve eşyasında yapılan arama işlemidir.Önleme araması aşağıdaki yerlerde yapılabilir:...e) Umumî veya umuma açık yerlerde veya öğrenci yurtlarında veya eklentilerinde,...Konutta, yerleşim yerinde ve kamuya açık olmayan özel işyerlerinde ve eklentilerinde önleme araması yapılamaz".B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6578
Başvuru, hukuka aykırı olarak üst araması yapılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, haksız gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama sırasında kolluk görevlilerince güç kullanımından dolayı yapılan şikâyetle ilgili soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; yurt dışındaki bir üniversiteden burs kazanan başvurucunun izinli sayılma talebinin idarece reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ve eşitlik ilkesinin, on gün işe gelmediği gerekçe gösterilerek kamu görevinden çekilmiş sayılması nedeniyle çalışma hakkının, açtığı davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayların gerçekleştiği tarihte Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yabancı Diller Bölümünde okutman olarak görev yapan başvurucu Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu tarafından verilen 2015-2016 akademik yılı Fulbright Yabancı Dil Öğretim Asistanlığı (FLTA) bursunu kazanmıştır. Bu bursu kazananlar Amerikan üniversitelerindeki Türkçe dil eğitimi programlarında dokuz ay süreyle öğretim asistanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu bahsi geçen burs kapsamında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Michigan Devlet Üniversitesinde yabancı dil öğretim asistanlığı yapabilmek için çalıştığı kurumdan 13/7/2015 tarihinde dokuz ay süreyle (9/8/2015-6/5/2016) izinli sayılmasını talep etmiştir. İdare, başvurucunun bu talebini yeterli sayıda öğretim görevlisi bulunmadığı gerekçesiyle 20/7/2015 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun bu işleme karşı açtığı iptal davası da İdare Mahkemesince reddedilmiş, davanın reddine ilişkin karar Danıştayın temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçerek 27/6/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu vekili bahsi geçen davaya ilişkin nihai hükmü 3/8/2018 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu ayrıca izinli sayılmayı talep ettiği tarihlere (9/8/2015-6/5/2016) rastlayan 7/8/2015-5/9/2015 tarihlerinde sağlık raporu olduğu için işe devam etmemiştir. Başvurucunun söz konusu raporun bitmesinden hemen sonra -7/9/2015-18/9/2015 tarihlerinde- mazeretsiz olarak on gün işe devam etmediğinin idarece tespit edilmesi üzerine kamu görevinden çekilmiş sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu işleme karşı açtığı iptal davası, on gün boyunca kesintisiz bir şekilde işe devam etmediğinin tutanakla sabit olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun bahsi geçen karara yönelik istinaf istemi Bölge İdare Mahkemesince, bölge idare mahkemesi kararına yönelik temyiz istemi ise Danıştayca reddedilmiş ve idare mahkemesi kararı kesinleşmiştir. Başvurucu bahsi geçen yargılamaya ilişkin nihai hükmü 27/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 21/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/34500
Başvuru, yurt dışındaki bir üniversiteden burs kazanan başvurucunun izinli sayılma talebinin idarece reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ve eşitlik ilkesinin, on gün işe gelmediği gerekçe gösterilerek kamu görevinden çekilmiş sayılması nedeniyle çalışma hakkının, açtığı davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 10/11/2009 tarihinde açtığı dava Danıştayda temyiz incelemesindedir. Başvurucular 5/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6162
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, uluslararası koruma talebinin reddedilmesinden dolayı öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edileceği gerekçesiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/9/2015 tarihinde sınır dışı işleminin durdurulmasına ilişkin tedbir talebinin reddine karar verilmiştir. Söz konusu kararda başvurucu hakkında alınmış bir sınır dışı kararı bulunmadığı hususu belirtilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir. Başvurucu, Rusya Federasyonu (Rusya) vatandaşıdır ve ülkenin Dağıstan Özerk Cumhuriyeti (Dağıstan) bölgesindendir. 1988 doğumlu ve Avar etnik kökenine sahip olan başvurucu, İslam dinine mensuptur. Başvurucu, dinî ve siyasi düşüncelerinden dolayı zulüm gördüğü için ülkesini terk ettiğini ve 23/12/2013 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan Türkiye'ye giriş yaptığını bildirmiştir. İkamet izni işlemleri için Yalova İl Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesine müracaat eden başvurucu hakkında G-87 (genel güvenlik) ve Ç-114 (hakkında adli işlem yapılan yabancı) tahdit kayıtları ve yurda giriş yasağı bulunduğunun anlaşılması üzerine başvurucunun, Geri Gönderme Merkezinde (GGM) tutulmaya başlandığı görülmüştür. Uluslararası terörist faaliyetlerinden dolayı başvurucunun ülkeye giriş yasağı kapsamına alınmasının uygun olacağına dair Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığının yazısı üzerine 27/2/2014 tarihinde başvurucu hakkında genel güvenliğe ilişkin tahdit kaydı ve ülkeye giriş yasağı konmuştur. Başvurucu, yurda giriş yasağı ve tahdit kayıtlarının silinmesi amacıyla Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne yaptığı talebin reddedilmesi üzerine söz konusu işlemlerin iptali amacıyla Ankara İdare Mahkemesinde 14/4/2015 tarihinde dava açmıştır. Başvurucunun beyanına göre başvuru tarihi itibarıyla dava derdesttir. İdari gözetim altında bulunduğu sırada başvurucuya, hakkında sınır dışı etme kararı alındığı ve ülkesine gönderileceği bildirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu; Müslüman Dağıstan halkına Rusya'nın çok baskı yaptığını, Soçi Olimpiyatları bahane edilerek 150 Dağıstanlının ortadan kaybedildiğini, bir suç işlememesine rağmen kendisi hakkında da soruşturma açıldığını, akrabalarından sorulmak suretiyle kendisine ulaşılmaya çalışıldığını, bu şartlarda ülkesine dönmesinin imkânsız olduğunu ileri sürerek 14/3/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Uluslararası koruma talebi kapsamında başvurucuyla 18/3/2014 tarihinde mülakat yapan polis memuru, hazırladığı raporun sonuç kısmına başvurucunun sığınmacı olabileceği değerlendirmesinde bulunmuştur. Buna rağmen Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 22/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun uluslararası koruma talebi reddedilmiş, verilen karar başvurucuya 29/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun uluslararası koruma talebinin reddine ilişkin işleme karşı açtığı iptal davası Ankara İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 11/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi uyarınca kesin olarak verilen kararın ilgili kısmı şöyledir:  “…Dava dosyasının incelenmesinden; Dağıstan asıllı Rusya Federasyonu vatandaşı olan davacının, 2010 yılından bu yana Türkiye'ye defalarca giriş yaptığı, son olarak 2013 tarihinde İstanbul Atatürk Hava Hudut Kapısından giriş yaptığı, hakkında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığınca, uluslararası terörist faaliyetlerinden dolayı Türkiye'ye giriş yasağı kapsamına alınmasının uygun olacağının bildirildiği ve Ç-114 (Hakkında Adli İşlem Yapılan Yabancı) ve G-87 (Genel Güvenlik) tahdit kodu ile veri girişi yapıldığı, ikamet izni talebiyle Yalova Emniyet Müdürlüğüne müracaat etmesi üzerine hakkında Ç-114 (Hakkında Adli İşlem Yapılan Yabancı) ve G-87 (Genel Güvenlik) tahdit kodu bulunduğunun anlaşılması üzerine Türkiye'den çıkış işlemleri için geri gönderme merkezine yerleştirildiği, 2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunduğu, davacının uluslararası koruma başvurusunun değerlendirilmesi aşamasında düzenlenen mülakat raporunda; 'radikal İslamı yaşamak istediğini, inancından dolayı uzatmış olduğu sakalından dolayı tehdit unsuru olarak görüldüğü için bir kaç defa gözaltına alındığını ve işkence gördüğünü, ülkesine geri döndüğü takdirde kendisi için bir gelecek olmadığını, can güvenliğinin tehlikede olduğunu,' beyan ettiği, anılan talebinin 2014 tarih ve 48952707/(49543/71818-45646) sayılı işlem ile reddedilmesi üzerine işbu işlemin iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda, Mahkememizin 2015 tarihli ara kararına cevaben davalı idarece, kamu güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokacağı değerlendirilen yabancılar hakkında güvenlik tahdit kodları veri girişi yapıldığı, G-87 (Genel Güvenlik) tahdit kodunun Türkiye'nin kamu düzeni veya güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye'ye girmesinde sakınca görülen yabancılar hakkında Türkiye'ye giriş yasağı alınmasında esas alınan veri girişi kodu olduğu, jeopolitik konumu gereği Türkiye'yi çatışma bölgelerine geçiş yapmak için kullanan yabancıların, ülkeye giriş yapmalarını,ülkeyi güzergah olarak kullanmalarını, ülkede terör faaliyetlerinde bulunmalarını önlemek amacıyla veri girişi yapıldığının belirtildiği görülmektedir.Bu durumda uluslararası korumanın amacının başvuru sahibi kişilerin ülkede yukarıda yer verilen ulusal ve uluslararası mevzuat hükümleri uyarınca belirlenen sebepler dışında kalmalarına izin verilmesi şeklinde değerlendirilemeyeceği ve anılan statünün amacının zulme uğrama korkusu içinde bulunan ve gerçekten bu riski taşıyan şahısların ülkede belirlenen statü içerisinde kalmalarına izin vermek olduğu hususları göz önünde bulundurulduğunda; uluslararası koruma başvurusunun kabulüne olanak sağlayacak şartların mevcut olmadığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşıldığından, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme'nin 1/(6)-F ve maddeleri, 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Antlaşmasında beyan edilen 'uluslararası barış ve güvenliği korumak' amacı ve 6458 sayılı Yasa'nın 64/ maddesi gereğince, davacının uluslararası koruma talebinin reddedilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. …” Başvurucu 29/7/2015 tarihinde kendisine tebliğ edilen karara karşı 28/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. ([GK]), B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38) kararı.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14566
Başvuru, uluslararası koruma talebinin reddedilmesinden dolayı öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edileceği gerekçesiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/34943 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/34943 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34943
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; işçilik alacağının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular, Kurtalan Belediyesinde çalışmaktayken iş akitlerinin feshedilmesi üzerine Kurtalan Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinde (Mahkeme) belirsiz alacak davası niteliğinde işçilik alacaklarına ilişkin tazminat davası açmıştır. Mahkeme, davalara ilişkin bilirkişi incelemeleri yaptırmış ve yargılamalar neticesinde davaların kabulüyle başvurucular lehine iş ilişkisinden kaynaklanan tazminatlara hükmetmiştir. Temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi verilen mahkeme kararlarının hepsini aynı gerekçeyle bozmuştur. Temyiz kararlarının gerekçesinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası miktarı veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili olarak hak arama durumundaki kişinin hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilmesi amacıyla ihdas edildiği ve bu durumda davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gerektiği ifade edilmiştir. Şartları bulunmadığı hâlde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının belirtildiği durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddedilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Başvuruya konu davalarda da başvurucuların çalışma süresi ve ücretini bildiği, bu sebeple dava konusu kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ve asgari geçim indirimi ücret alacaklarının miktarını belirleyebilme imkânına sahip olduğu, anılan alacak kalemleri yönünden belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığından belirtilen talepler yönünden davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmasının hatalı olduğu belirtilmiştir (detaylı benzer gerekçe için bkz. İsmail Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 16). Mahkeme, bozma kararına uyarak ve bozma kararındaki gerekçeyi benimseyerek hukuki yarar yokluğundan davayı usulden reddetmiştir. Başvurucular temyiz talebinde bulunmuşlarsa da Yargıtay Hukuk Dairesi taleplerini reddetmiştir. Başvurucular süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/17969 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17969
Başvuru; işçilik alacağının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın dava şartı yokluğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 27/7/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyonun 5/1/2009 tarihli ve 17959 sayılı kararı ile başvurucunun talebinin reddine karar verilmiştir. Belirtilen Komisyon kararının aleyhine 27/12/2010 tarihinde başvurucu tarafından açılan iptal davasında, 19/9/2013 tarihli Van İdare Mahkemesi (Mahkeme) kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine 27/11/2014 tarihinde Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) ilamı ile kararın bozulmasına hükmedilmiş, kararın düzeltilmesi istemi ise aynı Dairenin 3/12/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Mahkemece 13/4/2016 tarihli karar ile bozma kararına uyulmayarak ısrar kararı verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine 18/12/2017 tarihinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) ilamı ile ısrar kararı bozulmuş, kararın düzeltilmesi istemi de yine İDDK'nın 7/3/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. İDDK'nın bozma kararı üzerine Mahkemece 5/9/2019 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) yapılan araştırma sonucunda yargılamanın temyiz aşamasında derdest olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 15/10/2019 tarihine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34945
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Dokuz Eylül Üniversitesi (Üniversite) Tıp Fakültesi Ana Bilim dalı profesör kadrosunda öğretim görevlisidir ve Türk Tabipleri Birliğinde (TTB) çeşitli görevlerde bulunmuştur. TTB internet sitesinde 1/9/2016 tarihinde "Bu Topraklarda Eşitlik ve Barış İçinde Yaşamamız Çok Mümkün" başlıklı bir bildiri ile Türk Silahlı Kuvvetlerince Suriye'nin Afrin bölgesinde terör örgütlerine karşı yürütülen operasyon devam ederken 24/1/2018 tarihinde "Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur" başlıklı başka bir bildiri yayımlanmıştır. Yayımlanan bildiriler nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu TTB Merkez Konseyi üyeleri hakkında halkı alenen tahrik etmek ve terör örgütü propagandası yapmak suçlarından soruşturma başlatılmış ve 2/10/2018 tarihli iddianame ile kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkında ayrıca Üniversite tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) veya diğer terör örgütleri ile bağlantılı, irtibatlı veya iltisaklı olduğu iddiasıyla 5/10/2018 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. Üniversitenin anılan soruşturmayı bildirmesi üzerine İzmir İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğü (İdare) tarafından 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca 10/10/2018 tarihinde idari şerh kaydı konularak başvurucunun pasaportu iptal edilmiştir. Başvurucunun pasaportuna 24/11/2018 tarihinde havalimanında el konulmuş ve tutanak tutulmuştur. Tutanakta, başvurucunun pasaportuna İdare tarafından 10/10/2018 tarihinde idari şerh kaydı girildiği ve şerh kaydı kaldırılmadan yurt dışına çıkmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu İdareden pasaportunun iadesini talep etmiş, bu talebi kabul görmeyince 23/1/2019 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; 2018 yılından beri İzmir Tabip Odası Başkanlığı görevini yürüttüğünü, uzun yıllardır hekimlik mesleğine ilişkin yöneticilik görevleri yaptığını ve toplum sağlığına ilişkin çalışmalar yürüttüğünü, saygın bir öğretim görevlisi olduğunu, sıklıkla yurt dışında düzenlenen uluslararası bilimsel kongrelere katıldığını, yurt dışına çıkmasının önlenmesi nedeniyle bir hekim ve akademisyen olarak mesleki gelişiminin engellendiğini belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun pasaportunun iptal edilerek el konulmasına ilişkin işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 12/11/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme kararında; 6749 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında terör örgütüne üyelik, iltisak ya da bunlarla irtibat nedeniyle hakkında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenlerin pasaportlarının iptal edileceğinin düzenlendiği, başvurucu hakkında halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından soruşturma yürütüldüğü ve kamu davası açıldığı, dolayısıyla anılan kanun hükmünde yer alan soruşturma şartının oluştuğu ifade edilmiştir. Başvurucu, ret kararının kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmesi talebiyle istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde; Mahkemenin dayandığı gerekçenin hatalı olduğunu, yürütülen soruşturmanın tamamlandığını ve hakkında yalnızca halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek suçundan ceza yargılaması yapıldığını, terör örgütü üyeliğine ilişkin bir yargılama söz konusu olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca; soruşturma ve kovuşturma sürecinde yurt dışına çıkamamak şeklinde adli kontrol tedbiri kararı verilmediğini, soruşturma aşamasında verilen ikametine en yakın güvenlik birimine ayda bir kez imza vermesi yönündeki adli kontrol tedbirinin ise kovuşturma aşamasında kaldırıldığını, Üniversite tarafından hakkında başlatılan soruşturmanın ise devam ettiğini ve idari bir işlem tesis edilmediğini ifade ederek pasaportunun iptal edilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi ret kararının hukuka ve usule uygun olduğunu ve kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığını belirterek 2/9/2020 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu nihai hükmü 18/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 12/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ceza yargılaması sonucunda 3/5/2019 tarihinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçundan iki kez onar ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İstinaf incelemesinde; maddi vakıanın sübutu yönünden sorun bulunmadığı ancak sübutu kabul edilen maddi vakıaya bağlanan hukuki neticenin hatalı olduğu gerekçesiyle 28/9/2020 tarihinde başvurucunun beraatine temyiz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir. Anılan beraat kararına karşı temyiz incelemesi hâlen devam etmektedir. Başvurucunun pasaportu üzerindeki idari şerh kaydı 1/8/2022 tarihinde kaldırılmıştır. Bununla birlikte Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesi kapsamında idari işlem tesis edilmesine karar verilmesi üzerine İdare tarafından 1/9/2022 tarihinde başvurucunun pasaportuna yeniden idari şerh kaydı koyulmuştur.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35919
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tercih edilen mekânın mahalli mülki amir tarafından belirlenen toplanma ve yürüyüş güzergâhlarından olmadığı gerekçesiyle toplantıya izin verilmemesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/2/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Valiliğinin (Valilik) 4/6/2014 tarihli ve 27456 sayılı onayı ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi uyarınca İstanbul'un Avrupa Yakası'nda Fatih Yenikapı miting alanı, Anadolu Yakası'nda ise Maltepe sahil alanı toplantı ve gösteri alanı olarak belirlenmiş; bu durum kamuoyuna çeşitli iletişim araçlarıyla duyurulmuştur. Başvurucunun da aralarında olduğu yedi kişilik düzenleme kurulu, Kadıköy İskele Meydanı'nda "Marmara kent ve doğa mitingi" konulu bir toplantı düzenlemek istediklerini 17/12/2014 tarihinde Valiliğe bildirmiştir. Dilekçede mitingin 28/12/2014 tarihinde, 00-00 saatleri arasında gerçekleştirileceği açıklanmıştır. 18/12/2014 tarihli Valilik belgesine göre toplantı konusu "kentsel dönüşümle mücadele" dir. Valilik 18/12/2014 tarihli ve 66965 sayılı bir yazıyla, 2911 sayılı Kanun'un maddesi ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in maddesi uyarınca, İstanbul'da 2014 yılında yapılacak toplantı alanı ve yürüyüş güzergâhlarının belirlendiğini açıklamıştır. Anılan kararda Valilik, 2911 sayılı Kanun'un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı maddesinin (d) fıkrasındaki "...belirtilen yerler dışında ... yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." şeklinde düzenlemeye atıf yapmış ve etkinliğin gerçekleştirilmek istendiği Kadıköy İskele Meydanı'nın 4/6/2014 tarihinde belirlenen toplantı ve gösteri alanı içinde yer almadığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Kararda ayrıca idarece belirlenen toplantı ve gösteri alanlarından birinde toplantı yapmak üzere başvurucunun müracaatı hâlinde talebin yeniden değerlendirileceği bildirilmiştir. Başvurucu 23/12/2014 tarihinde, Valiliğin söz konusu işlemin yürütmesinin durdurulması, iptali ve 2911 sayılı Kanun'un müdahaleye konu maddesinin Anayasa'ya aykırılığı gerekçesiyle itirazda bulunulmasını da içeren bir taleple İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu toplantı hakkının mekânı seçme özgürlüğünü de kapsadığını, bu hakkın engellenmesinin hakkın özüne dokunacağını ve toplantıyı herkesin görüp duyabileceği yerde gerçekleştirme hakları olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, idarece toplantı alanı olarak belirlenen alanlardan birinin şehircilik ilkeleri, planlama teknikleri ve kamu yararına uygun olmadığının bilirkişi raporları ile sabit olduğu, bir diğerinin ise nâzım ve uygulama imar planlarına ilişkin iptal davasının devam ettiğini belirtmiştir. Toplantının düzenlenmesinin amaçlarından birinin de doğaya verilen zarara dikkat çekmek olduğunu, bu nedenle idarece belirlenen yerler dışında etkinliğin düzenlenmesi hâlinde toplantının kanuna aykırı olacağının kabulünün ve toplantı mekânının bu yerlerle sınırlandırılmasının anılan hakkın ihlali niteliğinde olduğunu vurgulamıştır. Müdahalenin kanuna dayandığını savunan davalı idare, toplanma alanı olarak belirlenen yerlerin merkezî ve ulaşımın rahatça sağlanabileceği konumda olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir. İdare Mahkemesi 27/2/2015 tarihinde yürütmenin durdurulması talebini, 22/10/2015 tarihinde de işlemin iptaline ilişkin davayı reddetmiş; başvuruya konu kararda, 2911 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasına, 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (Ç) fıkrası ile aynı Kanun'un maddesinin (C) fıkrasına (ilgili kanuni düzenlemeler için bkz. §§ 12-15) yer vermiştir. İdare Mahkemesi talebin reddine ilişkin kararda, dava konusu anılan kanuni düzenlemelerdeki yetkiler kapsamında olan idari işlemde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının özünün korunduğunu ve Anayasa'nın maddesindeki özel sınırlama sebeplerinin gözetildiğini belirtmiştir. Söz konusu sınırlamanın toplantı hakkının kamu düzeni ve kamu güvenliğini ihlal etmeden ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kullanılmasını sağlamak amacıyla gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...demokratik bir hak olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının; Anayasanın maddesindeki özel sınırlama sebepleri gözetilerek, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ihlal etmeden ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kullanılmasını sağlamak amacıyla yukarıda anılan yasal yetki çerçevesinde ve hakkın özü korunarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu, davanın reddine ilişkin karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 11/3/2019 tarihinde, temyize konu kararın usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına karar vermiştir. Kararın düzeltilmesi talebini inceleyen Daire 8/12/2020 tarihinde talebi kesin olarak reddetmiştir. A. Ulusal Hukuk 2911 sayılı Kanun'un idarenin işlem yaptığı tarihte yürürlükte olan maddesi şöyledir:"Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il ve ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak şekilde ve 22 nci maddenin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı belirlenebilir.Belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı yerel gazeteler ile valilik ve kaymakamlık internet sitelerinden ilan edilerek halka duyurulur.Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yer ve güzergâhı hakkında sonradan yapılacak değişiklikler de aynı yöntemle yapılır. Bu değişiklikler duyurudan on beş gün sonra geçerli olur.Birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhının belirlendiği il ve ilçelerde düzenleme kurulu, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak şekilde belirlenen yer ve güzergâhlardan birisini tercih edebilir." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,...Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 5442 sayılı Kanun'un idarenin işlem yaptığı tarihte yürürlükte olan maddesinin (Ç) fıkrası şöyledir:"Kanun, tüzük, yönetmelik ve Hükümet kararlarının verdiği yetkiyi kullanmak ve bunların yüklediği ödevleri yerine getirmek için valiler genel emirler çıkarabilir ve bunları ilan ederler." 5442 sayılı Kanun'un idarenin işlem yaptığı tarihte yürürlükte olan maddesinin (C) fıkrası şöyledir:"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Lashmankin ve diğerleri/Rusya (B. No: 57818/09) kararında, kamu otoritelerinin somut olayın koşullarına göre belirli yerleri veya güzergâhları yasaklaması ve değiştirmesi toplanma hakkına yönelik açık müdahale olmakla birlikte bunun tek başına hakkı ihlal etmediğini belirtmiştir. Kararda, somut olayın koşulları açısından toplantının amacı, zamanı, süresi ve yöntemi gibi toplanma yerinin de yasaklanmasının ulaşılmak istenen meşru amaçlar için gerekli ve orantılı bir tedbir olup olmadığını değerlendirmiştir. Bu doğrultuda kamu otoritelerinin gerçek bir tehdidin varlığını ve bu tehdidin toplanma hakkını daha az sınırlayan bir tedbir alarak önlenmesi imkânının olmadığını ortaya koyması gerektiğini açıklamıştır (Lashmankin ve diğerleri/Rusya; B. No: 57818/09 ve diğer başvurular, 7/2/2017, §§ 433, 434). AİHM'in Sáska/Macaristan (B. No: 58050/08, 27/11/2012) kararında başvurucu, parlamento binasının önündeki siyasi gösterilerin yapılmasının geleneksel hâle geldiği bir meydanda gösteri yapmak istemiş ancak kamu otoriteleri başvurucuya farklı bir tarihte ve meydanın sadece belirli bir kısmında gösteri yapmasını önermiştir. Başvurucunun bu öneriyi kabul etmemesi üzerine gösteri, parlamento çalışmalarına olumsuz etkisi nedeniyle Toplanma Kanunu kapsamında yasaklanmıştır. AİHM, başvurucunun talep ettiği tarihte parlamento çalışmalarının olmadığını gözeterek talebin reddine dair yeterli gerekçe olmadığından alternatif bir meydan önerilmesinin toplanma hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Sáska/Macaristan, §§ 22,23). Sonuç olarak AİHM; kararda, toplanma özgürlüğü hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinin ikinci paragrafında belirtilen sınırlar dâhilinde söz konusu toplantının zamanını, yerini ve davranış şeklini seçme hakkını içerdiğini kabul etmiştir. AİHM birçok kararında, kamu otoritelerinin yalnızca barışçıl toplanma hakkını korumakla kalmayıp aynı zamanda bu hakka yapılan makul olmayan dolaylı kısıtlamaları uygulamaktan da kaçınması gerektiğini ifade etmiştir. Toplanma özgürlüğünün temel doğası ve demokrasi ile yakın ilişkisini gözönüne alarak bu hakka bir müdahale için haklı, ikna edici ve zorlayıcı nedenler bulunmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır (birçok karar arasından bkz. Ouranio Toxo/Yunanistan, B. No: 74989/01, 20/10/2005, § 36; Emin Huseynov/Azerbaycan, B. No: 59135/09, 7/1/2015, § 97). Avrupa Konseyi belgeleri ve ilgili uluslararası diğer belgeler için bkz. Figen Yüksekdağ Şenoğlu (5), B. No: 2017/24556, 14/9/2022, §§ 20,
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9387
Başvuru, tercih edilen mekânın mahalli mülki amir tarafından belirlenen toplanma ve yürüyüş güzergâhlarından olmadığı gerekçesiyle toplantıya izin verilmemesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında savunmasını ana dilinde yapamaması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvuru, 27/6/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 21/3/2012 tarih ve E.2012/150 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında "PKK terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek, PKK terör örgütü üyesi olmak" suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. UYAP sistemi üzerinden edinilen bilgiye göre başvurucu, davanın 8/5/2012 tarihli celsesinde Kürtçe savunma yapmak istediğini mahkemeye bildirmiş, ancak talebi reddedilmiştir. Söz konusu celse tutanaklarının ilgili bölümleri şöyledir:"...SANIK AYCAN ÖZDOĞAN SAVUNMASINDA: Ben ana dilim olan Kürtçe savunma yapmak istiyorum dedi. Sanık Aycan Özdoğan müdafi: Müvekkilimin ana dilinde savunma yapması talebi Türkiye'nin taraf olduğu Uluslararası sözleşmelere uygundur. Bu nedenle talebin kabul edilmesini talep ederiz dedi.İddia Makamından soruldu: Sanığın Türkçe bilmesi nedeniyle talebin reddine karar verilmesi talep olunur dedi.Gereği Düşünüldü:Sanığın Türkçe bildiği, sanık müdafiincede, sanığın Türkçe bilmesine karşın ulusal ve uluslararası hakların kullanılması anlamında Kürtçe ifade verilmesi isteminde bulunulduğunun açıklandığı, 5271 sayılı CMK.nun ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/e maddesi kapsamında tercüman bulundurulacak hallerin düzenlendiği, bu kapsamda sanık ve sanık müdafiinin Kürtçe savunma ve tercüman bulundurma istemlerinin yerinde olmadığı anlaşıldığından, bu yöndeki taleplerin reddine,Sanığın Türkçe olarak savunma yapmadığı takdirde susma hakkını kullanmış sayılacağının ihtarına oy birliği ile karar verilip tefhimle açık duruşmaya devam olundu.SANIK AYCAN ÖZDOĞAN SAVUNMASINDA: Kürtçe olduğu düşünülen bir şeyler söyledi. Mahkemece anlaşılamadı.Sanığın hazırlıktaki ifadeleri okundu.Soruldu: Kürtçe olduğu düşünülen bir şeyler söyledi. Mahkemece anlaşılamadı.Sanığa dosyada bulunan nüfus ve adli sicil kaydı, ev arama, yakalama el koyma tutanağı, fotoğraf teşhis tutanakları, üst arama tutanakları, doküman çözüm tutanağı, internet çıktıları, pasaport kayıtları, polis tutanakları, gazete kupürü ve diğer tüm bilgi, belge ve beyanlar okundu. Soruldu: Kürtçe olduğu düşünülen bir şeyler söyledi. Mahkemece anlaşılamadı.Sanık müdafiinden soruldu: Bu aşamada bir diyeceğimiz yoktur dedi...." Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 31/5/2012 tarih ve E.2012/53, K.2012/76 sayılı kararı ile başvurucunun dokuz yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 31/5/2012 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 15/1/2013 tarih ve E.2012/10659, K.2013/802 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 11/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 27/6/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2014 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tercüman bulundurulacak hâller” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır. (3) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.(4) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad) Ayrıca sanık;a) İddianamenin okunması,b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.(5) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad) Tercümanlar, il adlî yargı adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan kişiler arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler yalnız bulundukları il bakımından oluşturulmuş listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de tercüman seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4841
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında savunmasını ana dilinde yapamaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1509
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle uzman erbaşlık sözleşmesinin feshedilmesi işlemine karşı açılan iptal davasında, kesin bir mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasının esas alınması ve gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Safranbolu Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı bünyesinde uzman erbaş sıfatıyla kursiyer olarak eğitimini tamamladıktan sonra atanmıştır. Atandıktan sonra hakkında 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Yönetmelik'in maddesi uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğu sonucuna varılmıştır. Buna bağlı olarak başvurucunun sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 5/4/2018 tarihinde dava açmıştır. Kastamonu İdare Mahkemesi (Mahkeme) 10/5/2018 tarihinde dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararda, başvurucunun 2015 yılında işlediği iddia edilen hakaret, tehdit ve şantaj suçlarına ilişkin yargılama sonucunda her birinden ayrı ayrı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen hakaret, tehdit ve şantaj suçlarının Yönetmelik'te yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı ifade edilmiştir. Kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan başvurucunun göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği aktarılmıştır. Karara karşı davalı idare 5/6/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 9/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, Ceza Mahkemesince davacının durumunun Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında değerlendirilerek ve maddede aranılan koşulların gerçekleşmiş olduğu sonucuna ulaşılarak hükmün açıklamasının geri bırakılmasına hükmedildiği, anılan maddede ise hükmün açıklamasının geri bırakılması halinde hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmayacağı, bir başka ifade ile davacı hakkında verilmiş mahkumiyetten söz edilemeyeceği açık ise de, davacının işlediği ve ceza almasına sebep olan suçların vasfı, mahiyeti ve birden fazla olması hususları ile yerine getirmesi gereken kamu görevinin önemi ve gerektirdiği nitelikleri dikkate alındığında, davacının Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi ve ikinci fıkrasında belirtilen koşulları taşımadığı açık olduğundan, güvenlik ve arşiv araştırmasının olumsuz kabul edilerek sözleşmesinin feshine ilişkin dava konusu işlemde ve bu işlemin iptaline dair İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir." Başvurucu karara karşı 31/12/2018 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde hakkında yürütülen ceza yargılamalarının HAGB ile sonuçlandığını, yüz kızartıcı bir suçtan dolayı hürriyeti bağlayıcı bir ceza almadığını, tehdit, hakaret ve şantaj suçlarının katalog suçlar arasında yer almadığını ileri sürmüştür. Danıştay Onikinci Dairesi (Danıştay) 28/5/2019 tarihinde temyiz talebini reddederek Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Kararın 11/7/2019 tarihinde öğrenilmesi üzerine 18/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24253
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle uzman erbaşlık sözleşmesinin feshedilmesi işlemine karşı açılan iptal davasında, kesin bir mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasının esas alınması ve gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, alacak davasına ilişkin yargılama sürecinde Yargıtayın, tarafların talebi olmadan kendiliğinden karar düzeltme incelemesi yaptığı ve bu incelemede “feragat”e ilişkin kanun hükümlerini yanlış yorumladığı ayrıca yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgilidir. Başvuru, 24/1/2013 tarihinde Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 21/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına, başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin birer örneği görüş için gönderilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının 15/9/2014 tarihli görüşüne karşı beyanlarını 9/10/2014 tarihinde sunmuştur. İkinci Bölümün 10/6/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine, Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2001/537 sayılı dosyasında açılan davada; davacı U., başvurucu tarafından haksız alınıp doldurulmuş iki adet çekten dolayı başvurucuya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ettikten sonra yargılama devam ederken delillerin toplanması aşamasında davadan feragat etmiş, bunun üzerine Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesi, 27/9/2002 tarihli kararında feragat nedeniyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, 3/11/2004 tarihinde Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı alacak davasında, U.’dan borcu karşılığında aldığı çekin karşılıksız çıkması üzerine icra takibi başlattığını ancak çekin zamanaşımına uğradığının tespiti üzerine takibin iptal edildiğini belirterek borç olarak verdiği paranın ticari faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir. Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesi, 30/6/2005 tarihli ve E.2004/1535, K.2005/486 sayılı kararla, aynı çekten dolayı davalı U.’nun, borçlu olmadığının tespitine ilişkin, Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2001/537 sayılı dosyasında açtığı davadan feragat ettiğini, bu nedenle söz konusu davanın reddine karar verildiğini, kararın kesinleştiğini, bu durumda davalının çekten dolayı borçlu olduğunun kabulünün gerektiğini belirterek başvurucunun açtığı davanın kabulüne hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi, 9/2/2007 tarihli ve E.2006/16291, K.2007/1615 sayılı ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 29/4/2010 tarihli ve E.2010/3039, K.2010/5858 sayılı ilam ile “… Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2001/537 sayılı dosyasında U. tarafından açılan, iki adet çekten dolayı borçlu olmadığının tespiti talepli davada, davacı U. vekili 22/10/2002 tarihli duruşmada ve 21/10/2002 tarihli dilekçesinde, davadan feragat ettiğini bildirmiştir. Bu çeklerden bir tanesi bu davanın konusu olan çektir. Ancak davacı U. vekili davadan feragat beyanında, İstanbul İcra Tetkik Merciinin E.2002/703 sayılı, davamızın konusu olan çeke ilişkin icra takibinin (2001/1233 sayılı) iptali kararının Yargıtay tarafından onandığını, bu nedenle davanın konusu kalmadığı için davadan feragat ettiğini belirtmiştir. Davalı U.’nun anılan dosyadaki feragat beyanı, hakkın özünden feragat niteliğinde değildir. Gerçekten de esas haktan feragatın açık bir şekilde yapılması gerekli olduğundan, davalı tarafından hakkın özünden asıl haktan da feragat anlamında değildir. Mahkemenin aksi yöndeki kabulünde isabet bulunmamaktadır. Bu durumda zamanaşımına uğrayan çekin, HUMK’un maddesi gereğince yazılı delil başlangıcı olarak kabulü ile tanık da dâhil, tarafların tüm delilleri toplanarak ve değerlendirilerek, sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir. Kararın bu nedenle bozulması gerekirken, zuhulen onandığı bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından…” şeklindeki gerekçeyle onama kararının kaldırılıp hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesi bozma kararına uyarak yaptığı yargılama sonucunda, 13/10/2011 tarihli ve E.2010/749, K.2011/865 sayılı kararı ile dinlenen davacı tanıklarının temel ilişkiden doğan alacağın varlığı yönünde inandırıcı beyanda bulunmadıklarını ve davacı tarafça yemin deliline de dayanılmadığını belirtmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Hukuk Dairesi 29/2/2012 tarihli ve E.2011/20523, K.2012/4830 sayılı ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararını onamış, karar düzeltme istemini de 13/11/2012 tarihli ve E.2012/24305, K.2012/25424 sayılı ilamı ile reddetmiştir. Bu karar, başvurucuya 27/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Davanın geri alınması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık rızası ile davasını geri alabilir.” 6100 sayılı Kanun’un “Davadan feragat” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.” 6100 sayılı Kanun’un “Feragat ve kabulün sonuçları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.” 6100 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (2)Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile değiştirilmeden önceki maddesi şöyledir: “Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir;…” 1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki maddesi şöyledir: “…Şu kadar ki iki taraftan biri tashihi karar ettiği halde arzuhal suretinin tebliği tarihinden itibaren on beş gün içinde diğer taraf gerek mahsusen ita edeceği arzuhalde ve gerek asıl arzuhale cevaben vereceği layihada itirazatını beyan ile tashihi karar talep edilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1013
Başvuru, alacak davasına ilişkin yargılama sürecinde Yargıtayın, tarafların talebi olmadan kendiliğinden karar düzeltme incelemesi yaptığı ve bu incelemede “feragat”e ilişkin kanun hükümlerini yanlış yorumladığı ayrıca yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgilidir.
0
Başvuru, lehe sonuçlanan yargı kararı üzerine açılan tazminat davasında hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Niğde Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayken meslekten çıkarma disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, verilen disiplin cezasının iptali talebiyle açtığı davanın lehe sonuçlanması üzerine uğradığı zararın tazmini amacıyla Aksaray İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 22/1/2014 tarihli karar ile davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi (Daire) 9/4/2018 tarihli karar ile mahkeme hükmünü onamış, aynı Dairenin 9/3/2020 tarihli kararıyla karar düzeltme talebinin reddedilmesiyle de anılan hüküm kesinleşmiştir. Nihai kararın başvurucu vekiline 8/7/2020 tarihinde tebliği üzerine 29/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/30472
Başvuru, lehe sonuçlanan yargı kararı üzerine açılan tazminat davasında hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, talep edilmemesine rağmen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi, temyiz hakkını kullanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, hükmün denetlenmesini talep etme hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Artvin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 28/5/2018 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin Artvin Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabulü ile açılan davada duruşmanın ilk oturumu 10/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu anılan oturumda üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Mahkemenin 19/11/2018 tarihli ikinci celsesinin Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemesi neticesinde başvurucunun "üzerine atılı suçlamayı kabul etmediği için etkin pişmanlık hükümlerinden de faydalanmak istemediği" tespitlerine yer verildiği, 20/3/2019 tarihli dördüncü celsede de etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini açıkça söylememekle birlikte lehe olan hükümlerin uygulanmasını istediği görülmüştür. Ayrıca yapılan dördüncü celsede başvurucuya, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini isteyip istemediği de sorulmamıştır. Mahkeme 20/3/2019 tarihli dördüncü ve son celsede başvurucunun isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 2 yıl 17 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. 11/4/2019 tarihli istinaf dilekçesinde başvurucu; üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini, istemediği hâlde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını, etkin pişmanlık hükümleri uygulanacak ise de indirim oranının gerekçesiz ve yetersiz uygulandığını ileri sürmüştür. Söz konusu dilekçede hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmemiştir. Anılan istinaf talebi Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) tarafından incelenmiş, başvurucunun rızasının olup olmadığı sorulmadan -dosya üzerinden- başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 4/8/2020 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir. Anılan itiraz, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 16/9/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 17/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 15/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/33807
Başvuru, talep edilmemesine rağmen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi, temyiz hakkını kullanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hükümlünün göndermek istediği mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ödemiş T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) PKK terör örgütüne üye olma suçundan hükümlü olarak bulunan başvurucu 20/2/2018 tarihinde gazeteci Ç.T.'ye iki sayfadan oluşan bir mektup göndermek istemiştir. Başvurucu, mektupta ceza infaz kurumunda yaşadığını iddia ettiği sorunları dile getirmiştir. Bu kapsamda sıcak su verilmediğinden, kalorifer ısısının yetersiz olduğundan, arama sırasında özel eşyalarının dağıtılarak ortalığa saçıldığından, radyo, kitap ve defterlerine el konulduğundan, masa, sandalye, tabak, çatal ve benzeri eşyaların kantinde fahiş fiyatla satıldığından, hastaneye sevk edilmediğinden, siyasi kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kaldıkları gibi saldırı tehdidi altında olduklarından, ortak etkinliklere çıkarılmadıklarından yakınmıştır. Bir memurun insanların boğazını sıkıp istediğini darp etmeye muktedir olduğu bir devletin ve hukukun güçsüz olduğunu ifade eden başvurucu son olarak yaşadığı sorunlara gazetede yer verilmesini talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunun (Disiplin Kurulu) 1/3/2018 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektubun muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; mektupta sıcak suyun verilmediği, kısmi ve genel aramaların saatlerce sürdüğü, ellerindeki kitap ve yazmış oldukları şiir, öykü, yazı ve defterlere idarenin tamamen keyfî tutumla el koyup soruşturma açarak keyfî cezalar verdiği, aynı şekilde radyolarına da keyfî tutumla el koyduğu, hastaneye götürülmedikleri ve bunun sebebinin idare olduğu, son olarak da kurumdaki sıradan bir infaz ve koruma memuru tarafından bile zamansızca ve sebepsizce darp edildikleri şeklinde ifadelere yer verilmesi nedeniyle, görevli memurun hedef gösterildiği ve küçük düşürüldüğü, ayrıca mektupta yalan yanlış beyanların bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ödemiş İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet 13/3/2018 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda; mektubun kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış ifadeler içerdiği belirtilmiştir. Başvurucunun karara karşı itirazı Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinin 29/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, itiraz konu kararın usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Karar 12/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. (Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15-28; Ahmet Kağanarslan ve Diğerleri, B. No: 2017/16227, 10/3/2020, §§ 18-31).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15096
Başvuru, hükümlünün göndermek istediği mektuba sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akitlerine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile bir kısım yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli (1) numaralı tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/14440 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/14440 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Kayapınar Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Şirket tarafından başvurucuların iş akitleri feshedilmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmışlardır. Davalı Şirket ve Belediye cevap dilekçesinde genel hatları itibarıyla iş akitlerinin, ilgili kanun ve kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde ve usulüne uygun olarak feshedildiğini belirtmişler ve davaların reddini talep etmişlerdir. Ekli (1) numaralı tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemeler davaları reddetmiştir. Kararlarda; ağırlıklı olarak başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf merciince (Bölge Adliye Mahkemesi) davanın reddi kararlarına yönelik başvurucuların istinaf istemleri reddedilmiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimin yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararlarının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları da Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 -
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14440
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akitlerine son verilmesi üzerine açılan işe iade davalarının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile bir kısım yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamındaki ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı'na gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu hükümlerine tabi tıbbi patoloji uzmanı sıfatıyla uzman doktor olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, olağan mesaisine ek olarak tuttuğu nöbetlere istinaden hak kazandığı 2016 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarına ait nöbet ücretlerinin -icap nöbeti dâhil- ödenmesi talebiyle Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna (İdare) 20/10/2016 tarihinde başvuruda bulunmuştur. İdare 27/10/2016 tarihinde yazılı ret cevabı ile başvuruyu reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu idari işleme karşı İdare aleyhine 12/12/2016 tarihinde Muğla İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu, aynı nitelikte kamu hizmeti veren fakat farklı mevzuat hükümlerine göre istihdam edilen emsal personele ve nöbet tutan tıpta uzmanlık öğrencilerine nöbet ücreti ödemesi yapıldığını belirtmiştir. Bu nedenle başvurucu kendisine nöbet ücreti ödenmemesinin hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürerek dava konusu işlemin iptalini istemiştir. Mahkeme 26/9/2017 tarihinde davanın kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Somut uyuşmazlıkta her ne kadar 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun nöbet ücretlerini düzenleyen ek maddesinde üniversite öğretim üyeleri ile ilgili açık bir kural bulunmamaktaysa da Anayasa'nın ve maddeleri gözönünde bulundurularak 2547 sayılı Kanun'un maddesi ve 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca öğretim üyelerinin özlük haklarıyla ilgili olarak anılan Kanunlarda düzenleme bulunmayan hususlarda 657 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği belirtilmiştir.ii. 13/1/1983 tarihli ve 17927 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği'nin nöbet esaslarını düzenleyen kısmında yer alan maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi kapsamında branş nöbeti tutan ve aynı zamanda bir uzman tabip olan akademik personele de 657 sayılı Kanun'un ek maddesi kapsamında nöbet ücreti ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. İdare verilen karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 30/1/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüyle yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, öncelikle 657 sayılı Kanun'un ek maddesinde sayılan sağlık kuruluşlarında normal nöbet, acil veya branş nöbeti tutan personele ödenecek nöbet ücretlerinin düzenlendiği belirtilmiştir. 2547 sayılı Kanun'a tabi uzman doktor (akademik personel) olan başvurucunun 657 sayılı Kanun'un nöbet ücreti ödenmesine ilişkin ek maddesinde sayılan personel arasında yer almadığı tespiti yapılmıştır. Ayrıca başvurucunun 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (e) bendi kapsamında öğretim elemanı sayılmadığı hususu da vurgulanmıştır. Anılan gerekçe doğrultusunda başvurucuya nöbet ücreti ödenmesinin mümkün olmadığına hükmedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 12/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Tevfik İlker Akçam, §§ 15-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10841
Başvuru, icap nöbetlerine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamındaki ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen cezalı vergi tarh edilmesi üzerine açılan davada derece mahkemelerinin kararlarında yeterli gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İzmir ili Bornova ilçesinde demir ticareti ile iştigal eden bir limited şirkettir. Başvurucunun da ticari faaliyette bulunduğu U. Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.nin hesapları bir vergi denetmeni tarafından 2006 yılında incelenmiştir. Vergi denetmeni tarafından düzenlenen 4/9/2006 tarihli vergi tekniği raporunda bu şirketin 2002 yılında düzenlediği bütün faturaların sahte olduğu tespit edilmiştir. İzmir Vergi Denetmenleri Büro Başkanlığı 8/12/2006 tarihinde başka bir vergi denetmenini başvurucu şirketin 2002 yılı hesaplarını incelemekle görevlendirmiştir. Vergi denetmeni tarafından düzenlenen 8/2/2007 tarihli vergi inceleme raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:i. Başvurucu şirketin 2002 yılında Katma Değer Vergisi (KDV) dâhil 200 TL (eski TL ile) emtia alışı karşılığında sahte fatura aldığı vurgulanmıştır.ii. Vergi denetmenine göre başvurucu şirket, 2002 yılında bir kısım mal alışlarını sahte faturalarla belgelendirmiş olup bu faturaları ticari defterlerine kaydederek ilgili dönem KDV beyannamesinde indirim konusu yapmıştır. iii. Bu çerçevede ilgili dönem matrahlarının resen takdir edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Vergi denetmeni 2002 yılı Nisan ayı için 297,30 TL, Mayıs ayı için 600,98 TL, Eylül ayı için 072,70 TL, Kasım ayı için 612,38 TL ve Aralık ayı için 513,60 TL vergi tarhiyatı yapılması ve bu tutarların birer katı oranında vergi ziyaı cezası ile toplam 684,38 TL özel usulsüzlük cezası kesilmesi gerektiği belirtilmiştir. İzmir Defterdarlığı Bornova Vergi Dairesi tarafından başvurucu şirket hakkında birtakım mal alışlarını muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge ile belgelendirerek KDV indirimi konusu yapmak suretiyle vergi kaybına yol açtığı gerekçesiyle 2002 yılı Nisan, Mayıs, Eylül, Kasım ve Aralık aylarına ait KDV tarhiyatı yapılarak vergi ziyaı ve özel usulsüzlük cezaları kesilmiştir. Başvurucu şirket bu işleme karşı 16/5/2007 tarihinde İzmir Vergi Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, yapılan söz konusu ticari alış verişin mahiyeti itibarıyla yanıltıcı nitelikte olmadığı ve gerçek bir ticari mal alımına ilişkin olduğu öne sürülmüştür. Başvurucu delil olarak bütün ticari defter ve kayıtlara dayanmış, ayrıca bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep etmiştir. Mahkeme 25/10/2007 tarihinde özel usulsüzlük cezasına ilişkin olarak açılan davanın kabulüne, ancak vergi aslı ve veri ziyaı cezasına ilişkin açılan davanın ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle şöyledir:i. U. Şirketinin muhtelif vergilere ilişkin bir kısım beyannamelerinde farklı vergi numaralarının kullanıldığı, bu vergi numaralarının geçersiz olduğu belirtilmiştir. Ayrıca mal alımında bulunduğu anlaşılan iki farklı şirket ve bir şahıs hakkında karşıt inceleme yapılmak amacıyla adreslerine gidildiğinde adreslerinde bulunmadıkları ifade edilmiştir. ii. Bunun yanında bahse konu şahıs ve şirketler hakkında 2001, 2002 ve 2003 yıllarında sahte belge düzenleme faaliyetinde bulunulduğuna dair vergi tekniği raporunun mevcut olduğuna işaret edilmiştir. Mahkeme ticaret sicil memurluğunda kayıtlı adresinde yapılan yoklamada adreste tanınmadığı, ilgili dönemde başka bir şahsın mukim olduğu ve telefon ile de ulaşılamadığı tespitlerine yer vermiştir. iii. Mahkeme sonuç olarak sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleyicisi olup adına tahakkuk eden vergileri ödemediği ve ilgili dönem cirosu yüksek olmasına rağmen işçi çalıştırdığını bildirmemesinin ticari icaplara aykırı olduğu tespitlerinden hareketle söz konusu şirketin düzenlediği faturaların sahte olduğu sonucuna varmıştır. iv. Mahkeme bu sebeple başvurucu şirketin muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanmak suretiyle yaptığı mal alışını KDV indiriminde kullanmış olduğunu kabul etmiştir. Buna göre resen yapılan KDV tarhiyatında ve vergi ziyaına yol açıldığı için bir kat tutarında vergi ziya cezası kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme başvurucuya verilen özel usulsüzlük cezası yönünden ise vergi inceleme raporuna göre başvurucunun kullandığı sahte olduğu tespit edilen faturaların içeriği emtianın gerçekten alınmış olduğu yönündeki tespite işaret ederek verilen cezanın hukuka uygun olmadığı kanaatine ulaşmıştır. Taraflarca temyiz edilen karar Danıştay Dokuzuncu Dairesi tarafından 26/3/2009 tarihinde bozulmuştur. Daire özel usulsüzlük cezasının ilişkin hüküm yönünden davalı idarenin temyiz talebini reddetmiştir. Daire cezalı tarhiyata ilişkin hükme yönelik temyiz itirazı bakımından ise öncelikle KDV indiriminden yararlanabilmenin ön şartının, fatura ve benzeri vesikaların gerçeği yansıtması gerekliliği olduğunu vurgulamıştır.Daireye göre vergilendirme işlemi yapılırken kanuna uygun olarak yapılan muamelelerin tarafları arasında oluşan maddi ve hukuki ilişkinin gerçek mahiyetinin araştırılması gerekmektedir. Daire ticari yaşamda malı satan alan mükellefin, malı satanın, vergi ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği hususunda bilgi sahibi olmasının beklenemeyeceğini kabul etmiştir. Daire U. Şirketinin sahte fatura düzenlediği yönünde kuşkular bulunmakta ise de bu şirketin düzenlediği tüm faturaların sahte olduğu yönünde bir genelleme yapılamayacağını belirtmiştir. Daireye göre bu şirketin başvurucu adına düzenlediği faturaların sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğu hususunun açık ve somut bir şekilde ortaya konulması gerekir. Daire sonuç olarak U. Şirketinin beyannamelerinin verilmiş olması, faturalarının anlaşmalı matbaaya bastırılması ve alınan mal ve hizmet bedellerinin çek ile ödendiğinin inceleme elemanına bildirilmesine karşın başvurucu şirket adına düzenlenen faturaların sahte olduğu sonucuna varılmasının mümkün olamayacağı belirtilmiştir. Daire davalı idarenin karar düzeltme talebini, kanunda öngörülen karar düzeltme sebeplerinden birinin mevcut olmadığı gerekçesiyle 7/11/2012 tarihinde reddetmiştir. Mahkeme 23/5/2013 tarihinde ilk hükmün bozulan kısmında ısrar edilmesine karar vermiştir. Başvurucu bu kararı da temyiz etmiş, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu 26/3/2014 tarihinde temyiz edilen ısrar hükmünü usule ve kanuna uygun bularak onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebini inceleyen Kurul 22/10/2014 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 2/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 1/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Türkiye'de yapılan aşağıdaki işlemler katma değer vergisine tabidir: Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,... ” 3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “ Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler:a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, ... ” 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir." 213 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır.Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.... Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitineimkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihtiyaca salih bulunmazsa.... (Ek: 30/12/1980-2365/4 md.) Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa...." 213 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"a) Vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan;...2) Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler veya gizleyenler veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, Hakkında on sekiz aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Varlığı noter tasdik kayıtları veya sair suretlerle sabit olduğu halde, inceleme sırasında vergi incelemesine yetkili kimselere defter ve belgelerin ibraz edilmemesi, bu fıkra hükmünün uygulanmasında gizleme olarak kabul edilir. Gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir...." 213 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Vergi ziyaı, mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder." 213 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5766
Başvuru sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen cezalı vergi tarh edilmesi üzerine açılan davada derece mahkemelerinin kararlarında yeterli gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucu hakkında disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34421
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucu hakkında disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/46999
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; sendika başkanı olması nedeniyle işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesinin sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1986 doğumlu olup 2010 yılından iş sözleşmesinin feshedildiği 2/3/2016 tarihine kadar Kaynak Holding (Şirket) bünyesindeki İtina Gıda İçecek ve Temizlik Malzemeleri San. Tic. Paz. A.Ş.de mali işler sorumlusu olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu söz konusu Şirkette çalıştığı esnada Pak Gıda İşçileri Sendikası (Sendika) geçici genel başkanıdır. Başvuruya konu olay öncesi İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/11/2015 tarihli kararı ile Şirkete kayyum atanmıştır. Başvuru formuna göre başvurucu kayyum heyeti tarafından Yönetim Kurulu makam odasına çağrılmış ve Yönetim Kurulu Başkanı, başvurucu ve yanındaki üç kişiye "sendikayı kapatmalarını, sendikadan istifa etmelerini, eğer istifalarını belgelendirirlerse şirket nezdinde çalışmaya devam edebileceklerini, aksi halde işten çıkartılacaklarını ve haklarında suç duyurusunda bulunulacağını" söylemiştir. Başvurucu cevaben sendika üyeliğinin ve yöneticiliğinin yasal hakkı olduğunu belirtmiştir. Akabinde başvurucu, kayyum heyeti tarafından Şirkete bağlı Kıraç Et Ünitesinde mali işler sorumlusu olarak görevlendirilmiştir. Başvurucu söz konusu pozisyonda iken 2/3/2016 tarihinde iş sözleşmesi feshedilmiştir. Fesih kararında başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesine dair herhangi bir gerekçe yer almamaktadır. Başvurucu tarafından feshin haksız olduğu gerekçesiyle işveren aleyhine işe iade istemli tespit davası açılmıştır. Davanın görüldüğü Bakırköy İş Mahkemesi davanın kısmen kabulüne ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: "Tüm dosya kapsamıyla Davacının PAK GIDA İŞ Sendikasının geçici genel başkanı olduğu, Davalı işyerinde çalışırken Davalı Şirkete FETÖ/PDY yapılanması nedeniyle Kayyım heyeti atandığı, Davacının iş akdinin bu Kayyım heyeti tarafından her hangi bir sebep belirtilmeden feshedildiği, dolayısıyla feshin haksız ve geçersiz olduğu, sendika yöneticisinin iş akdinin feshi halinde 6356 Sayılı Yasanın maddesi gereğince işe iadesi ve tazminata hükmetmek gerekirse de, Davacının geçici genel başkanı olduğu Sendikanın 15 Temmuz darbe girişiminden sonra KHK ile 23/07/2016 tarihinde kapatıldığı anlaşıldığından, dolayısıyla Davacının sendika yöneticiliği kalmamış olup, fesih tarihinde yönetici olsa da, yasa dışı FETÖ/PDY yapılanması içinde olan bir sendikanın yöneticisinin de yasa dışı kabul etmek gerektiğinden Davacının düz işçi olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulüne." Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 19/12/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi ile benzer gerekçelerle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 14/11/2018 tarihinde derece mahkemelerinin kararlarının bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu kararın gerekçesi şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davacı, FETÖ/PDY ile olan irtibat ve iltisakı nedeniyle kayyım atanan davalı şirkette mali işler uzmanı olarak çalışmakta ve aynı zamanda fesih sonrasında yine FETÖ/PDY ile olan irtibat ve iltisakı nedeniyle kapatılan Pak-Gıda İş Sendikasının da genel başkanıdır. Yönetime atanan kayyım heyetinin FETÖ/PDY ile var olan irtibat ve iltisakı kesmek için belirli pozisyonlardaki personelin işine son vermesi, davalı işyerine kayyım atanmasının en doğal sonucudur. Bunun yapılmaması kayyım atanmasını manasızlaştıracaktır. Açıklanan nedenle kayyım heyetinin davacı hakkında oluşan şüphe nedeniyle davacının iş akdini sonlandırması şeklindeki feshin geçerli nedene dayandığı anlaşılmakla davanın kabulüne karar verilmesine ve davalının istinaf talebinin reddine yönelik Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir..." Başvurucu, nihai kararı 18/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 17/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2724
Başvuru; sendika başkanı olması nedeniyle işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesinin sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğun devamı kararına yapılan itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle Anayasa'nın Maddesindeki hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 4/10/2011 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Hakimliğince 7/10/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 19/3/2012 tarihli ve E.2012/159 sayılı iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütünün propagandasını yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi E.2012/48 sayılı dosya kapsamında 10/4/2012 tarihinde yaptığı tensiple yargılamaya başlamış ve başvurucu ile diğer tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesi altında bulunmaları ve üzerilerine atılı suçun katalog suçlardan olması sebebiyle tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 20/12/2013 tarihli celsede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu vekilinin 27/12/2013 tarihli dilekçe ile duruşmada verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara itiraz etmesi üzerine itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının mütalaasını aldıktan sonra vermiş olduğu 14/1/2014 tarihli ve 2014/10 Değişik İş sayılı kararında "Sanıkların üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, iddianamede gösterilen sevk maddelerinin alt ve üst sınırı, suç ve tutuklama tarihine nazaran kaçma şüpheleri devam ettiğinden, delilleri karartma ihtimali bulunduğundan bu nedenlerle koruma tedbirlerinin de uygulanması yeterli olmayacağından, tutuklama sebeplerinin kalkmadığından ve tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin sanıklar açısından yetersiz kalacağı göz önüne alınarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kararın yerinde olduğu ..." gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 30/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu süresi içerisinde 26/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 11/3/2014 tarihli ve E.2012/48, K.2014/86 sayılı kararıyla 6/3/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına dair Kanun'un maddesi uyarınca görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararı üzerine dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/134 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. Başvurucu 26/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, hususlarındakuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliyemahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir. "5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) 103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir.(Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:" (1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2680
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğun devamı kararına yapılan itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle Anayasa nın 19. maddesindeki hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünde (DSİ) makine mühendisi olarak çalışmaktayken 1998 yılı sicil raporunun orta düzeyde belirlenmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 14/6/2012 tarihinde dava açmıştır. Erzurum İdare Mahkemesi (Mahkeme) 3/12/2012 tarihli kararla davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Danıştay İkinci Dairesi 7/5/2014 tarihli kararla mahkeme kararını bozmuştur. Karar gerekçesinde, dava konusu işlemi başvurucunun kendisine bizzat yapılan tebligatla öğrendiği ve Mahkemenin süreyi yanlış tarihten başlattığı belirtilmiştir. DSİ karar düzeltme talebinde bulunmuş, Danıştay İkinci Dairesi 18/12/2014 tarihli kararla talebi reddetmiştir. Mahkeme 5/3/2015 tarihli kararla bozmaya uymuş, davayı esastan incelemiş ve başvurucuya düşük sicil notu verilmesine ilişkin olarak idare tarafından bir sebep sunulamadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline, tazminat koşulları oluşmadığı gerekçesiyle de manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, manevi tazminata hükmedilmemesi, DSİ ise işlemin iptali nedenleriyle karşılıklı temyiz talebinde bulunmuş; Danıştay İkinci Dairesi 12/4/2017 tarihli kararla mahkeme kararını onamıştır. Danıştay İkinci Dairesi tarafların karar düzeltme taleplerini 10/9/2018 tarihli kararla reddetmiştir. Karar başvurucuya 16/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32235
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açmış olduğu işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Pegasus Hava Taşımacılığı Anonim Şirketinde (Şirket) 2/5/2013 tarihinden itibaren hat bakım müdürü olarak çalışmakta iken Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/86500 sayılı dosyası ile hakkında silahlı terör örgütüne üye olma isnadı ile soruşturma başlatılmış; bu kapsamda başvurucu 21/9/2016 ile 30/9/2016 tarihleri arasında gözaltında kalmıştır. Şirket 22/9/2016 ve 23/9/2016 tarihlerinde izinsiz ve mazeretsiz bir şekilde devamsızlık yaptığı gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, haksız bir şekilde işten çıkartıldığı gerekçesiyle işe iade istemli tespit davası açmıştır. Antalya İş Mahkemesi 13/7/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 19/10/2017 tarihinde davanın reddi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar vermiştir. Şirket, davanın kabulü kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 2/10/2018 tarihinde davanın kabulü yönündeki kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 3/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/798
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun açmış olduğu işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza davasında hakkaniyete aykırı olarak mahkûmiyet kararı verilmesi, mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içermemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 12/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 21/4/2013 tarihinde gözaltına alınmasıyla yargısal süreç başlamıştır. Derece mahkemesindeki yargılama neticesinde başvurucunun kasten adam öldürme suçundan 15 yıl, kasten adam öldürmeye teşebbüs suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, kasten yaralama suçundan ise beraatine hükmedilmiştir. Kasten adam öldürme ve kasten adam öldürmeye teşebbüs suçlarından kurulan hükümler Yargıtayca 6/3/2019 tarihinde onanarak kesinleşmiş, beraate ilişkin hüküm yönünden ise bozma kararı verilmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama, başvurucunun kasten yaralama suçunu işlediği gerekçesiyle 11 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bahse konu karar 24/9/2020 tarihinde başvurucu müdafii tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, savunma hakkının, gerekçeli karar hakkının ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine 12/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20503
Başvuru, ceza davasında hakkaniyete aykırı olarak mahkûmiyet kararı verilmesi, mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içermemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir
1
Başvuru, genel idare hizmet sınıfına atamanın gerçekleştirilmesi talebine ilişkindir. Başvuru 21/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru formunda açıkça yazmamakla beraber bilgilerine yer verilen mahkeme kararlarından anlaşıldığı kadarıyla başvurucu uzman erbaş statüsünde görev yapmakta iken bu görevden kendi isteğiyle ayrılmış ve 2003 yılında Tapu Kadastro Ankara Bölge Müdürlüğü emrine bekçi olarak atanmıştır. Başvurucu, genel idare hizmetleri sınıfında bir kadroya atanma istemiyle yapmış olduğu başvurusunun reddedilmesi üzerine iptal davası açmıştır. Van İdare Mahkemesi (Mahkeme) 7/1/2015 tarihinde işlemin iptaline karar vermiştir. Danıştay Beşinci Dairesi 2/3/2016 tarihinde Mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak 21/6/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Danıştay İkinci Dairesi (Daire) 10/4/2018 tarihinde temyiz talebini reddederek Mahkeme kararını onamıştır. Dairenin 14/2/2019 tarihli kararıyla karar düzeltme talebi reddedilmiştir. Nihai karar 26/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18000
Başvuru, genel idare hizmet sınıfına atamanın gerçekleştirilmesi talebine ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararları verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2014/12731 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12731
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 6/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/79616
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tahkikata devam edilmesine rağmen bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, ıslah ile artırılan kısım yönünden faiz başlangıç tarihinin dava tarihinden başlatılmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü (TCDD/İdare) ile 31/12/2003 tarihli ve 27350 yevmiye no.lu kira sözleşmesini imzalamıştır. Kira sözleşmesinde mülkiyeti TCDD adına olan Batman Tren Garı yanındaki 119 ada 1, 120 ada 12, 13, 14, 15 ve 35 no.lu parseller üzerine iş merkezi inşa edileceği, buranın 15 yıl boyunca işletileceği ve 15 yılın sonunda herhangi bir şey talep edilmeksizin davalı idareye teslim edileceği öngörülmüştür. Sözleşmede 15 yıllık sürenin altı ayının inşaata başlamak için alınacak ruhsat süresi ve yer teslimi olduğu ifade edilmiştir. Teslimden sonra da 20 aylık inşaat süresi öngörülerek 12 yıl 10 aylık sürenin ise işletme süresi olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Batman Sulh Hukuk Mahkemesinde 11/3/2009 tarihinde söz konusu yap işlet devret sözleşmesinden kaynaklı alacak davası açmıştır. Dava dilekçesinde, davalı idare ile kira sözleşmesinde 26 aylık sürede 100 TL, kalan sürede 200 TL kira ödenmesi konusunda anlaştıklarını ancak sözleşmenin öngörüldüğü şekilde gelişmediğini, iş merkezi alanının 837,42 m² öngörülmesine karşın alanın 176,32 m²ye düştüğünü, bu nedenle Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/247 sayılı dosyası ile kira bedellerinin yeni şartlara uyarlanmasına karar verildiğini ifade etmiştir. Ayrıca yer tesliminin en geç 30/6/2004 tarihinde yapılması gerekirken 20/11/2006 tarihinde yapıldığını, yaklaşık iki buçuk yıl inşaata başlayamadığını, kendisine yer teslimi yapılmamışken inşaat bitmiş gibi yüksek kira bedeli ödemek zorunda kaldığını ve inşaatı 2008 yılının ayında tamamladığını belirtmiştir. Başvurucu, taşınmazın 1997 yılından bu yana vergi borcu nedeniyle hacizli olmasından dolayı belediye tarafından iskân izni verilmediğini, sözleşmede öngörülen 15 yıllık sürenin 1/3'ünden fazlasının geçtiğini ifade etmiş; kiralanan yerin kullanıma hazır hâlde teslim edilmemesi nedeniyle kira sözleşmesinin tek taraflı feshedildiğinin tespitine, ödenen kira bedellerinin ve diğer masraflarının ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile kendisine ödenmesine karar verilmesini talep etmiş ve dava değerini 000 TL olarak belirtmiştir. Batman Sulh Hukuk Mahkemesi 3/6/2009 tarihinde asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu belirterek görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararı Yargıtay Hukuk Dairesince onanmıştır. Batman Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 24/11/2010 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Gerekçeli kararda taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine göre iş merkezinin yapımına ve işletilmesine yönelik tüm izin ve ruhsatların başvurucu tarafından alınarak gerekli masrafların da onun tarafından karşılanacağı ifade edilmiştir. Bu hususlar yerine getirilmediği takdirde sözleşmenin feshedilerek teminatının irat kaydedileceği, hiçbir hak ve tazminat talebinde bulunulamayacağı vurgulanmıştır. Kararda aynı şekilde yapılan ödemeler ve sair masrafların da istenemeyeceği ve gerçekleşen tüm imalatların da bedelsiz olarak TCDD'ye kalacağının kararlaştırıldığı belirtilmiştir. Temyiz istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 3/5/2012 tarihli karar ile Mahkeme kararını bozmuştur. Temyiz karar gerekçesinde; taraflar arasındaki sözleşmede tapu devrinin öngörülmediği, bu durumda tek taraflı irade beyanı ile feshin mümkün olduğu ifade edilmiştir. Davada kâr kaybı talebi de bulunmadığından somut davada fesihte haklılık durumunun araştırılmasına gerek olmadığı, genel kural gereği sözleşmenin feshi hâlinde tarafların sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre aldıklarını diğer tarafa iade etmek zorunda olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin eki olan “Değerlendirme Özel Hükümleri”nin maddesinin (A) bendinde, fesih hâlinde gerçekleştirilen tüm imalat ve ihzaratların bedelsiz olarak iş sahibi TCDD’ye kalacağı, yapılan ödemelerin iade edilmeyeceği vurgulanmıştır. Bu düzenlemenin 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bir tarafın ekonomik yönden mahvına neden olacak nitelikte ve ahlaka, kamu düzenine aykırı olduğu, bu nedenle batıl kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bozma kararında ayrıca başvurucunun yaptığı iş merkezinde dava dışı üçüncü kişilere kiraya vermek suretiyle elde ettiği bedellerin düşülmesi kaydıyla davalıya ödediği kira bedellerini yaptığı imalatın bedelinin davalı iş sahibinin yararına olması, imar ve onaylı ruhsat ile projesine uygun ve yasal olması hâlinde isteyebileceği belirtilmiştir. İmalat bedelinin bu dava ile fesih iradesi açıkça ortaya konulduğundan dava tarihindeki mahallî piyasa rayiçlerine göre belirlenmesi ve Mahkemece değinilen bu konularda inceleme yapılarak davanın sonuçlandırılması gerektiği ifade edilmiştir. Karar düzeltme talebi aynı Dairece 13/3/2013 tarihli karar ile reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararı üzerine kusur oranlarının belirlenmesi ve daha önceki kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi yönünde 24/10/2013 tarihinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve bu hususa yönelik bilirkişi raporu ve ek raporlar alınmıştır. Yine dosya üzerinden yaptırılan hesap bilirkişisi incelemesi sonrasında sunulan 4/1/2016 ve 29/2/2016 tarihli ek bilirkişi raporlarında başvurucunun imalat bedeli ile davalıya ödediği kira bedelleri toplamının 487,93 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 3/2/2016 tarihli dilekçeyle davasını ıslah ederek talep ettiği tazminat bedelini 288 TL'ye yükseltmiş ve eksik harcı ikmal etmiştir. Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde TCDD tarafından 26/12/2013 tarihinde başvurucuya karşı dava açılmıştır. Dava dilekçesinde; taraflar arasında yap işlet devret sözleşmesi yapıldığı, tarafların başvurucu Şirketin 200 TL aylık işletme bedeli ödemesi hususunda anlaştığı ancak başvurucu Şirketin sözleşmeyi haksız feshettiği belirtilerek sözleşmenin haksız feshedildiğinin tespiti ile uğranılan zararların belirlenerek ödenmesi talep edilmiştir. Mahkemenin E.2014/1 sayılı dosyasında yapılan yargılamada 28/5/2014 tarihinde davanın, başvurucunun açtığı dava olan Mahkemenin E.2013/251 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Mahkeme 27/4/2016 tarihli kararıyla asıl davanın kabulüne ve 000 TL'nin dava tarihi olan 11/3/2009 tarihinden itibaren; geriye kalan 288 TL'nin ise ıslah tarihi olan 3/2/2016 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine, TCDD tarafından açılan ve birleşen davanın reddine hükmetmiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Daire, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun (YİBBGK) 4/2/1948 tarihli ve E.1944/10, K.1948/3 sayılı kararında belirtildiği üzere bozma kararından sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığını vurgulayarak başvurucunun bozma kararından sonra ıslah talebinde bulunduğunun Mahkemece gözden kaçırıldığı gerekçesiyle 7/11/2017 tarihli hükmüyle kararı bozmuştur. Karar düzeltme talebi Dairenin 28/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 26/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 1/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Daire ilamı üzerine Mahkeme bozma kararına uymuştur. Başvurucu 8/11/2018 tarihinde Mahkemenin E.2013/251 sayılı dosyasında talep ettiği 000 TL'nin mahsubuna, bakiye kalan 288 TL alacağının 11/3/2009 tarihinden itibaren işletilecek ticari faiziyle birlikte TCDD'den tahsiline karar verilmesini ek dava ile talep etmiştir. Mahkemenin E.2018/9 sayılı dosyasında açılan dava hakkında 22/11/2018 tarihinde E.2018/507 sayılı asıl dava dosyası ile birleştirme kararı verilmiştir. Mahkeme 24/1/2019 tarihli kararında, 31/12/2003 tarihli kira sözleşmesini başvurucunun tek taraflı olarak feshettiğinin tespitine ve asıl dosyanın dava dilekçesinde talep edilen 000 TL'nin ve birleşen E.2018/9 sayılı dava dilekçesinde talep edilen 288 TL'nin 11/3/2009 tarihinden itibaren işletilecek ticari faizi ile birlikte davalı TCDD'den alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. TCDD'nin açtığı birleşen E.2014/1 sayılı dava yönünden ise başvurucunun sözleşmeyi feshedebileceği anlaşıldığından sözleşmenin haksız olduğunun tespitine yönelik talebin reddine ve yine herhangi bir zarar ispatlanamamış olduğundan birleşen dosyanın davacısı İdarenin müspet zarar tazminine yönelik taleplerinin de reddine hükmetmiştir. Temyiz edilen söz konusu karar Dairenin 27/2/2020 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. Onama gerekçesinde E.2014/1 sayılı davanın davacısı iş sahibi idare vekili temyiz dilekçesinde, birleşen E.2018/9 sayılı davada hüküm altına alınan 288 TL’ye asıl davadaki ıslah tarihi olan 3/2/2016'dan itibaren faiz işletilmesi gerektiğini ileri sürdüğü ifade edilmiştir. Bu nedenle birleşen E.2018/9 sayılı davada 3/2/2016 tarihinden itibaren faiz uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Karar düzeltme talebi Dairece 16/12/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24161
Başvuru, tahkikata devam edilmesine rağmen bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, ıslah ile artırılan kısım yönünden faiz başlangıç tarihinin dava tarihinden başlatılmaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, pasaportun iptal edilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun umuma mahsus pasaportuna yurt dışına çıkacağı 3/9/2016 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanı'nda el konmuştur. Elkoyma tutanağı ve ekleri incelendiğinde; başvurucu hakkında FETÖ/PDY terör örgütü şüphelisinin eşi şeklinde kayıt oluşturulduğu, ayrıca 4/8/2016 tarihli Zayi Pasaport (iptal-iptal) bilgisi bulunduğunun tespit edildiği gerekçesiyle elkoyma işleminin yapıldığının belirtildiği ve 24/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesi ile Emniyet Genel Müdürlüğünün 22/8/2016 tarihli ve 124420 saylı genelgesinin işlemin dayanağı olarak gösterildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu zayi kaydı ve pasaporta elkonulması işlemine karşı İdareye yaptığı başvuruya yasal süre içinde cevap verilmemesi üzerine 9/12/2016 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme), İstanbul Valiliği İl Emniyet Müdürlüğüne karşı anılan idari işlemin iptali istemli dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyetinin ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabileceğini, hakkında mahkeme tarafından verilmiş bir yurt dışı çıkış yasağı ya da adli soruşturma ve kovuşturma bulunmadığını belirtmiştir. Eşinin Almanya'da oğlunun ise öğrenim gördüğü İngiltere'de yaşadığını, pasaportun iptalinin zımni olarak yurt dışına çıkış yasağı anlamına geldiğinden idari işlemle ailesiyle birlikte yaşamasının engellendiğini vurgulamıştır. Başvurucu, bu durumla birlikte pasaportunu zayi ettiğine dair yazılı bir beyanının da mevcut olmadığı hususu gözetildiğinde, hukuksal dayanak ve olgusal gerçeklikten yoksun idari işlemlerle ailesinden uzak tutulmasının seyahat hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal ettiğinin açık olduğunu ileri sürmüştür. İdare tarafından davaya verilen cevapta; Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK) kanun niteliği taşıyan hukuki düzenlemeler olduğundan hükümlerinin iptaline ilişkin açılmış bir davanın idari yargıda hukuken görülmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğünün 22/8/2016 tarihli Genelgesi ile 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin (667 sayılı KHK) maddesi gereği pasaportu iptal edilen kişilerle ilgili olarak pasaport hamillerinin yurt dışına çıkış amacıyla pasaportlarını ibraz etmeleri durumunda, pasaport müracaat sistemi 'açıklamalar' bölümünde "FETÖ/PDY Terör Örgütü Şüphelisi /Eşi" ibaresi görülmesi hâlinde pasaportlarına el konulacağı şeklinde düzenleme getirildiği, başvurucunun pasaportuna da anılan KHK ve Genelge kapsamında el konulduğu belirtilmiştir. 667 sayılı KHK hükmünden hareketle başvurucunun eşinin isminin FETÖ/PDY şüphelisi olarak hakkında işlem yapılanlar listesinde yer alması nedeniyle başvurucuya pasaportunun iade edilmesinin ve idari işlemin iptalinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme 26/5/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun 3/9/2016 tarihinde Berlin'e çıkış yapmak üzere geldiği İstanbul Atatürk Havalimanı'nda pasaportuna "FETÖ/PDY Terör Örgütü Şüphelisi Eşi" şerhi ile "Zayi Pasaport" (iptali-iptal) kaydı işlendiğinin tespit edilmesi üzerine pasaportun tutanak mukabilinde kolluk görevlileri tarafından muhafaza altına alındığı belirtilmiştir. Başvurucunun eşinin FETÖ/PDY terör örgütü şüphelisi olarak yurt dışında firari olarak kaçak statüsünde bulunduğu vurgulanarak 667 sayılı KHK ve 5682 sayılı Kanun kapsamında tesis edilen dava konusu işlemlerde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 15/11/2017 tarihli kararıyla derece mahkemesinin kararının hukuka ve usule uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Nihai karar 5/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili mevzuat, uluslararası hukuk, Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Onur Can Taştan [GK], B.No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 24-32; Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021, §§ 22-30; Şengül Tükel, B.No: 2018/12456, 12/1/2022, §§ 16-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1272
Başvuru, pasaportun iptal edilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 18/6/2009 tarihinde Sincan Tüketici Mahkemesinde açtığı tazminat davası sonunda, Yargıtayın önceki içtihatlarıyla çelişkili ve hukuka aykırı şekilde davanın kısmen reddine karar verildiğini, Mahkemenin tarafsız olmadığını belirterek, hak arama özgürlüğü, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 3/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, satın aldığı konutun gelir paylaşımlı arsa sahibi konumunda bulunan Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ve diğer iki davalı aleyhine 18/6/2009 tarihinde Sincan Tüketici Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, satın aldığı konutta ve konutun ortak alanlarında eksik ve ayıplı işlerden kaynaklanan zararının giderilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 24/3/2011 tarih ve E.2009/208, K.2011/250 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2011 tarih ve E.2011/14537, K.2011/17358 sayılı ilâmıyla, Mahkemece işin ihale edilmesinden sonra, 26/2/2010 tarihinde yapılan keşif ve hazırlanan bilirkişi raporu esas alınarak sonuca gidildiği, bu aşamadan sonra da eksikliğin giderilmesinin mümkün olduğu, davalı TOKİ tarafından üçüncü kişiyle yapılan 29/6/2009 tarihli sözleşme ve ekleri getirilip başvurucuya ait konutta olduğu iddia edilen ayıp ve eksik imalatlar ile ortak yerlerdeki ayıplı ve eksik imalatların bu sözleşme kapsamında olup olmadığının araştırılması, duruma göre keşif yapılması gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılamada Sincan Tüketici Mahkemesinin 11/10/2012 tarih ve E.2012/89, K.2012/752 sayılı kararıyla davalı TOKİ bakımından davanın kısmen reddine, diğer davalılar bakımından ise davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları şöyledir: “ … Dava konusu yapılan eksik ve ayıplı işlerin önceden taraflar arasında düzenlenen teslim tutanağı ile sonradan da dava konusu konutun bulunduğu site yönetimi tarafından davalı TOKİ'ye, TOKİ tarafından da davalı yüklenici Şirketlere bildirildiği, davalı TOKİ'nin eksik ve ayıplı kısımları -kapalı yüzme havuzu dışındaki- kabul ederek bunları gidermek için girişimde bulunduğu (TOKİ'ye ait 02/11/2009 tarihli yazı), ortak alanlardaki bir kısım eksikliklerin giderildiği, ancak eksik ve ayıplı işlerin tamamıyla giderilmediği; bu haliyle dava konusu eksik işler nedeniyle Borçlar Kanunu’nun maddesi uyarınca, 10 yıllık zamanaşımının söz konusu olduğu, bir kısım ayıplı işler için ise davacının ihbar yükümlülüğünü yukarıda açıklanan nedenlerle yerine getirdiği kanısına varılmıştır. Davacının hem eksik ve ayıplı işlerin bedeli hem de değer kaybı isteminde bulunduğu, davacının eksik ve ayıplı işler bedeli ile buna ek olarak değer kaybı tazminatı isteyemeyeceği, bu iki alacağın birbirini kapsayacağı, her iki alacağa birden karar verilmesi halinde davacının sebepsiz zenginleşmesine yol açılacağı, davacının davada esas olarak eksik ve ayıplı işler nedeniyle değer kaybının tazminini istediği görülerek konuttaki ve ortak alanlardaki eksik ve ayıplı işler bedeli bilirkişilerce hesaplanarak buna karar verilmiş, davalı yüklenici Şirketler tarafından yarım bırakılan kapalı yüzme havuzunun yol açtığı değer kaybı ayrıca hesaplanarak davalıların sorumlulukları yönünden ayrıma gitmek gerekmiştir (Yargıtay Hukuk Dairesinin 2004 tarihli, 4619 Esas - 10540 Karar sayılı kararı.) Dava konusu konutun bulunduğu sitenin başka ortak alanlar için ayrılan dış alanına sonradan inşa edilmeye başlanan kapalı yüzme havuzu inşaatının davalı yüklenici Şirketler tarafından betonarme kaba inşaat seviyesinde bırakıldığı, kapalı yüzme havuzunun betonarme enkaz halinde uzun süredir durduğu, kapalı yüzme havuzunun davalı yüklenici Şirketler tarafından konut sahiplerine ayrıca taahhüt edildiği, kapalı yüzme havuzunun davalılar arasında kararlaştırılan projede ve sözleşmede yer almadığı, sitede sözleşme ve proje kapsamında ayrıca açık yüzme havuzunun da bulunduğu, bu nedenlerle davalı TOKİ'nin kapalı yüzme havuzu taahhüdünden ve inşasından sorumlu olmadığı, kapalı yüzme havuzu nedeniyle konutların satış değerlerinin artış gösterdiği, kapalı havuzun tamamlanmaması nedeniyle konutlarda bedelleri oranında değer azalmasının meydana geleceği, kapalı yüzme havuzunun eksikliği nedeniyle dava konusu konuttaki değer azalmasının Yargıtay içtihatlarıyla belirlenmiş nisbi metot yöntemine göre bilirkişilerce hesaplandığı görülmüştür. Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; … dava konusu konutta ve ortak alanlarda bulunan eksik ve ayıplı işler bedeli değer azalması olarak nitelendirilmiş, yukarıda açıklandığı üzere ortak alanda bulunan kapalı yüzme havuzunun inşa edilmemesi nedeniyle meydana gelen değer azalmasından davalı TOKİ'nin sorumlu olmadığı, diğer davalı şirketlerin sorumlu olacağı kanaatine varılarak bilirkişi raporları doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar vermek gerekmiştir.” Kararın temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2013 tarih ve E.2013/6431, K.2013/7803 sayılı ilâmıyla dava konusu yapılan kapalı yüzme havuzunun onaylı projede ve yapı ruhsatında yer almadığının Etimesgut Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünce bildirildiği de belirtilerek karar onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 27/11/2013 tarih ve E.2013/20524, K.2013/29357 sayılı ilâmı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 13/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 3/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 23/2/1995 tarih ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin 4822 sayılı Kanunla değişik ilgili kısımları şöyledir: "Bu Kanunun uygulamasında. e) Tüketici: Bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişiyi,. g) Sağlayıcı: Kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye hizmet sunan gerçek veya tüzel kişileri, h) Tüketici işlemi: Mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlemi", ı) İmalatçı-Üretici: Kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere tüketiciye sunulmuş olan mal veya hizmetleri ya da bu mal veya hizmetlerin hammaddelerini yahut ara mallarını üretenler ile mal üzerine kendi ayırt edici işaretini, ticari markasını veya unvanını koyarak satışa sunanları,.." 4077 sayılı mülga Kanun'un "Ayıplı Mal" kenar başlıklı maddesinin 4822 sayılı Kanunla değişik ilgili kısımları şöyledir: “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilânlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir.  Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2710
Başvurucu, 18/6/2009 tarihinde Sincan Tüketici Mahkemesinde açtığı tazminat davası sonunda, Yargıtayın önceki içtihatlarıyla çelişkili ve hukuka aykırı şekilde davanın kısmen reddine karar verildiğini, Mahkemenin tarafsız olmadığını belirterek, hak arama özgürlüğü, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat ödenmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, sendika üyesinin basın açıklamasında söylediği sözlerden dolayı cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Memur olarak görev yapan 1959 doğumlu başvurucu aynı zamanda Tarım ve Ormancılık Kolu Kamu Emekçileri Sendikası (Tarım Orkam-Sen) Yönetim Kurulu üyesidir. Başvurucu 17/10/2014 tarihinde bir basın açıklaması yapmıştır. Basın açıklamasında Elazığ Orman Bölge Müdürü Z.P.yi (müşteki) sert bir biçimde eleştirmiştir. Basın açıklamasında müştekiye yönelik aşağıdaki ifadeler yer almıştır:“Orman ve maden alanlarında dönen rant ve tayini çıkan sendika üyesi personelin görev yerinde tuttuğu tutanaklarda bölge müdürünün akrabalarına peşkeş çektiği, iş alanlarından dolayı sürgün edildiği, yapılan görüşmede ben yaptım oldu diyerek elinizden geleni ardınıza koymayın tavrı gösterdiği” Basın açıklaması o tarihte www.tuncelininsesi.com adlı internet sitesindeki bir habere de konu olmuştur. Müşteki başvurucunun cezalandırılması talebiyle 22/10/2014 tarihinde Cumhuriyet savcılığına başvurmuştur. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında hakaret suçundan 5/1/2015 tarihinde kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucunun müşteki hakkında iddia ettiği eylemlerle ilgili herhangi bir soruşturmanın mevcut olmadığı tespit edilmiştir. İddianameye göre, alınan ifadeler çerçevesinde şikâyete konu söylemler dayanaksız olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında belirtildiği gibi sert ve çarpıcı eleştiri niteliğinde değil müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek somut bir fiil veya olgu isnat etme niteliğindedir. İddianamede, açıklamanın basın yoluyla gerçekleştirilmiş olduğu ve müştekinin kamu görevi nedeniyle aleniyet kazandığı ifade edilmiştir. Dava Tunceli Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Başvurucusavunmasında; sendikaya üye olan U.A.nın haksız yere İzmir’e tayin edilmesi ve kendisinin bu konuda yakınması üzerine konuyla alakalı araştırma yaptıklarını ifade etmiştir. Elazığ Orman Bölge Müdürlüğünde, müdür olarak görev yapan müştekinin usulsüz bazı işler yaptığı hususunda duyumlar elde ettiklerini ve bu nedenle yanında sendikanın bazı temsilcileri ile birlikte il müdürünün yanına gittiklerini beyan etmiştir. İl müdürünün U.A.nın çalışkan bir kişi olduğunu, neden tayininin çıktığını bilmediğini ve o tarihlerde kendisinin izinli olduğunu söylemesi üzerine aynı kişilerle beraber müştekinin makamına gittiklerini belirtmiştir. Başvurucu, müştekiye U.A.nın tayin edilme nedeninin yapılan usulsüz işlemleri açığa çıkarmaktan başka bir sebebin olamayacağını beyan ettiklerini ve müşteki ile aralarında tartışma çıkması üzerine müştekinin “Ben atamayı yaptım, istediğiniz yere başvurun.” Dediğini ifade etmiştir. Daha sonrasında üyelerinin hakkını korumak için basın açıklaması yaptığını belirtmiştir. Duruşmada tanık olarak dinlenen U.A. soruşturma aşamasındaki beyanında; Pülümür Orman İşletme Şefliğince gerçekleştirilen usulsüz kesim iddialarının bulunduğu dönemde Tunceli Merkez Orman İşletme Şefliğinde görevli olduğunu ifade etmiştir. U.A., haksız bir şekilde gerçekleştirildiğini düşündüğü tayini ile ilgili başvurucuya Pülümür’de tanzim ettiği suç tutanakları nedeniyle bazı çevrelerin rahatsız olmuş olabileceğini ve bu nedenle tayininin çıkmış olabileceğini söylediğini belirtmiştir. Ancak kesinlikle başvurucuya müşteki hakkında tanzim ettiği bir suç tutanağı bulunduğunu söylemediğini vurgulamıştır. Duruşmadaki beyanında da soruşturma aşamasındaki beyanını tekrar ettiğini ifade ettikten sonra çalıştığı süre içinde usulsüz yapılan işlemlerle alakalı tutanak tuttuğundan dolayı bazı çevrelerin rahatsız olduğunu ve atamaya tabi değilken yerinin değiştirildiğini belirtmiştir. Bizzat müşteki ile alakalı ise herhangi bir suç tutanağı tanzim etmediğini, sadece bir firma hakkında kurum adına suç duyurusunda bulunduğunu ifade etmiştir. Soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifadelere göre başvurucu şikâyet konusu olan açıklamalarında geçen hususları U.A.dan öğrenmiştir. Başvurucunun bizatihi belgeye ve görgüye dayalı herhangi bir tespiti bulunmamaktadır. U.A.nın başvurucuya söylediğine göre görev sahası içinde usulsüz kesim yapan kişileri U.A. tespit etmiş, bu kişilere görevi gereği müdahale etmek istediğinde şahıslar ona müştekinin akrabası olduklarını, işlem yapmamasının daha uygun olacağını söylemişlerdir. Mahkeme 13/7/2015 tarihinde başvurucuyu hakaret suçundan 080 TL adli para cezasına mahkum etmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Mahkeme kararında; başvurucunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnat etmiş olduğunu ve isnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilememiş olması nedeniyle başvurucunun hakaret suçunu işlediğini belirtmiştir. Başvurucu 20/7/2015 tarihinde karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 24/8/2015 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 4/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden … veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. … (3) Hakaret suçunun; B)    Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,…İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. ”B. Uluslararası Hukuk AİHM; Jalbă/Romanya (B. No: 43912/10, 18/2/2014) kararında, bir kamu görevlisinin itibarının yeterince korunmamış olması nedeniyle ihlal kararı vermiştir. Söz konusu kararda; Galati Belediye Başkanlığında teknik birimin başkanı olarak görev yapan başvurucunun fotoğrafıyla birlikte “Enayiler Jalba’ya boşuna şikâyet ediyorlar.” Başlığıyla yerel online bir gazetede “Belediye Başkanlığında iki kurnaz Galati’deki maxi-taxi mafyasını koruyor” başlıklı bir makale yayımlanmıştır. Makaleyi kaleme alan gazeteciye göre başvurucunun halefinin oğlu, bölgede bulunan maxi-taxi ulaşım sağlayıcılarının en büyük şirketlerinden biri olan S. Şirketinde müdür olarak istihdam edilmiştir ve bu tesadüf değildir. Bunun amacı Şirketin yol güvenliğini ve kârlılığını garanti altına almaktır. Ayrıca başvurucunun bu tür sinsi işlerde yer alan eski bir tilki olduğu ve maxi-taxi güzergâhında faaliyet yapan birçok aracın sahibi olduğu belirtilmiştir. Son olarak başvurucunun ulaşım hizmetlerinin gelişimiyle değil banka hesaplarını doldurmakla meşgul olduğu gibi kimi iddialarda bulunulmuştur. AİHM, söz konusu kararda olgu isnadı ve değer yargılarının ifade edilmesi arasında ayrım yapılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM, Galati Bölge Mahkemesinden farklı olarak bu davadaki iddiaları değer yargısı olarak görmemiştir. AİHM, kamu görevlilerinin katlanmaları gereken eleştiri marjının sıradan vatandaşlara göre daha geniş olduğunu ancak bu olayda başvurucuya yönelik yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialarının onun performansını etkileyebileceğini belirtmiştir. Yargılamalar esnasında iddiaların doğruluğuna ilişkin bir kanıt sunulmamış, mahkemelerin de bu yönde bir tespiti olmamıştır. AİHM’e göre makaledeki ifadeler kabul edilebilir sınırları aşmıştır. AİHM, gazetecinin ifade özgürlüğünün başvurucunun itibarının korunmasına nazaran ağır basmasıyla ilgili olarak Bölge Mahkemesinin ileri sürdüğü gerekçelerin yetersiz olduğuna karar vermiştir. AİHM’e göre, ifade özgürlüğü ve başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevinin de gözönüne alınması gerekir. Bununla birlikte kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (Lesnik/Slovakya, B. No: 35640/97, 11/3/2003, § 53; Raichinov/Bulgaristan, B. No: 47579/99, 20/4/2006, § 48). Ayrıca mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulanifade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile kamu görevlilerinin itibar hakkının korunmasına ilişkin diğer uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15997
Başvuru, sendika üyesinin basın açıklamasında söylediği sözlerden dolayı cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bel ve bacakta ağrı, yürüyememe ve kamburluk şikâyetleri nedeniyle Şanlıurfa Devlet Hastanesi Fizik Tedavi Servisindeyatan hasta olarak tedavi gören başvurucunun ayağında, yapılan enjeksiyondan sonra uyuşma meydana gelmiştir. Tedaviyi yürüten doktor tarafından soğuk uygulama yapılmış ve bir kısım tetkikler sonrası şikâyetin enjeksiyondan kaynaklanmadığı düşüncesiyle rutin tedaviye devam edilmiştir. Başvurucu kendi isteği ile Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş, burada yapılan muayene ve tetkiklerden sonra kendisine, altı ay süreyle önerilen tıbbi tedavi ve fizik egzersizlerine davam edilmesi hâlinde kesin iyileşme olacağı bilgisi verilmiştir. Hatalı enjeksiyon nedeniyle oluşan zararlarının tazmini için idareye yaptığı başvuruya olumsuz yanıt alan başvurucu, 12/5/2004 tarihinde idareye karşıtam yargı davası açmıştır. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu tarafından 15/9/2008 tarihli rapor hazırlanmıştır. Raporda; başvurucunun sol ayağında oluşan güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, ancak enjeksiyonun yanlış yere yapıldığına dair tıbbi bir kayıt bulunmadığı, bel ve sırt ağrılarına yönelik olarak kalçadan ağrı kesici yapılmasının genel tababet kuralları içinde olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 6/5/2009 tarihli ek raporda da ilk rapordaki sonuç tekrarlandıktan sonra, enjeksiyonun doğru yere yapılması hâlinde bile nöratipiye neden olabileceği ve başvurucuda oluşan şikâyetin komplikasyon olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Anılan raporlara itiraz üzerine Adli Tıp Kurumu Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 2/7/2010 tarihli raporu hazırlanmıştır. Anılan raporda da İhtisas Kurulunun tespitleri tekrarlandıktan sonra; başvurucunun sol ayağında oluşan güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, enjeksiyona bağlı nöropatilerin komplikasyon olarak kabul edildiği, enjeksiyonu yapan memura kusur atfedilemeyeceği, başvurucunun beden gücünde kayıp oranının yüzde on yedi olduğu ifade edilmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 29/7/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuda meydana gelen rahatsızlık ile kendisine uygulanan iğne arasında illiyet bağı bulunduğunun anlaşıldığı, ancak bilirkişi raporları gözetildiğinde meydana gelen rahatsızlık nedeniyle idareye yüklenebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı, ayrıca dava konusu olayda başvurucunun manevi değerlerinde bir eksilme olduğunun hukuken kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Danıştay Onbeşinci Dairesi 27/5/2014 tarihinde, reddedilen tazminat üzerinden nisbi vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmın bozulmasına, kararın davanın reddine ilişkin kısımlarının ise usul ve hukuka uygun olması nedeniyle onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 8/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 24/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme vekâlet ücreti yönünden yargılamaya devam ederek,13/1/2016 tarihinde idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesine karar vermiştir. Anılan kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi 14/12/2016 tarihinde, 27/5/2014 tarihli kararı ile derece mahkemesinin davanın reddine ilişkin kısmını onadığını ve bu yönüyle kararın kesinleştiğini hatırlatarak ilk temyiz incelemesinde ileri sürülen temyiz nedenlerin yinelenerek kararın kesinleşmiş olan kısmın bozulmasının istenmesine olanak bulunmadığını vurgulamış ve başvurucunun temyiz talebinin incelenmeksizin reddi ile kararın onanmasına hükmetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/9/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 26/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38119
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, 16/10/1973 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle taşınmazlarını kullanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla ili, Marmaris ilçesi, Çamlı köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 744 ve 741 parsel numaralı taşınmazlar F.A. ve müşterekleri adına tespit edilmiştir. Bu tespit kararı üzerine başvurucu, 16/10/1973 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmış, dava, Marmaris Kadastro Mahkemesinin E.1973/83 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Marmaris Kadastro Mahkemesi, 21/6/2001 tarih ve E.1973/83, K.2001/17 sayılı kararıyla 741 parsel numaralı taşınmaz yönünden davanın tefrikine ve 744 parsel numaralı taşınmaz yönünden davanın reddine karar vermiştir. 741 parsel numaralı taşınmaz yönünden Mahkeme, 3/1/2011 tarih ve E.2001/17, K.2011/5 sayılı kararla davanın reddine, taşınmazların kadastro tespit tutanağındaki tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 17/9/2013 tarih ve E.2013/8291, K.2013/8273 sayılı ilâmıyla; İlk Derece Mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/4/2014 tarih ve E.2014/2987, K.2014/3629 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Dava dosyası henüz yeni bir esasa kaydedilmemiş olup, yargılama halen devan etmektedir. Başvurucu, 19/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6436
Başvurucu, 16/10/1973 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle taşınmazlarını kullanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, idari işlemin iptali ve parasal hakların ödenmesi talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/11/2014 tarihinde dava açmıştır. Danıştay İkinci Dairesi 10/12/2019 tarihinde kararı onamıştır. Karar düzeltme talebinde bulunulmamış, hüküm 28/1/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 18/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24946
Başvuru, idari işlemin iptali ve parasal hakların ödenmesi talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 21/6/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20/12/2004 tarihli iddianamesiyle geceleyin silahlı yağma suçundan cezalandırılması için Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucunun duruşmalara gelmemesi nedeniyle Mahkemece hakkında yakalama kararı çıkartılmış ve 22/4/2011 tarihinde yakalanmış; İstanbul Barosu tarafından tayin edilen müdafisinin huzurunda savunması alınarak tutuklanmıştır. Başvurucu 3/6/2011 tarihinde, kaldığı Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan bir yanlışlık sonucu tahliye edilmiştir. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında yeniden yakalama kararı çıkartmış ve başvurucu, 14/2/2012 tarihinde yakalanmış; İstanbul Barosu tarafından tayin edilen müdafisinin huzurunda savunması alınarak yeniden tutuklanmıştır. Başvurucu 2/3/2012 tarihli sonuncu celseye katılmış ve müdafisi huzurunda yeniden savunma yapmıştır. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi, 2/3/2012 tarihli kararı ile başvurucunun 36 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. İlk derece mahkemesinin kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 14/3/2013 tarihli ilamı ile onanmış ve karar kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 17/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kararların verilmesi usulü” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Duruşmada verilecek kararlar, Cumhuriyet savcısı, duruşmada hazır bulunan müdafi, vekil ve diğer ilgililer dinlendikten; duruşma dışındaki kararlar, Cumhuriyet savcısının yazılı veya sözlü görüşü alındıktan sonra verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “İfade ve sorgunun tarzı” başlıklı maddesi şöyledir:(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.b) Kendisine yüklenen suç anlatılır.c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. d) 95 inci madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhâl bildirilir.e) Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir.f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır.g) İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.h) İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında, teknik imkânlardan yararlanılır.i) İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır. Bu tutanakta aşağıda belirtilen hususlar yer alır: İfade alma veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih. İfade alma veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği. İfade almanın veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise nedenleri. Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı. İmzadan çekinme hâlinde bunun nedenleri. 5271 sayılı Kanun’un “Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir.(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi ile görüşme” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,Baro tarafından görevlendirilir. (2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer”. 5271 sayılı Kanun’un “İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur.(2) Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır.(3) Tutuklu sanığın çağrılması duruşma gününün tebliği suretiyle yapılır. Sanıktan duruşmada kendisini savunmak için bir istemde bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmesi istenir; müdafii de sanıkla birlikte davet olunur. Bu işlem, tutuklunun bulunduğu ceza infaz kurumunda cezaevi kâtibi veya bu işle görevlendirilen personel yanına getirilerek tutanak tutulmak suretiyle yapılır.(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un “Ara verme” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.(2) 176 ncı maddede belirlenen süreye uyulmamış ise duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu sanığa hatırlatılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın duruşmada hazır bulunmaması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Suçun niteliğinin değişmesi” başlıklı maddesi şöyledir:(1) Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.(2) Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.(3) Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.(4) Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4784
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, kamusal güç kullanımı neticesi ölüme neden olunması ve bu olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 9/12/2019 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayların Arka Planı PKK terör örgütü 12/8/2015 tarihinden itibaren Diyarbakır'ın Silvan ilçesinin de dâhil olduğu bazı merkezlerde "öz yönetim" ilan etmiştir. Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (anılan olaylar, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkındaki arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 67, 346-348). PKK terör örgütü yukarıda belirtilen stratejisi çerçevesinde öz yönetim ilan ettiği diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi Silvan ilçesinde de hendek ve barikatlar oluşturarak bunları patlayıcı maddelerle tuzaklamış, sivil halka ve güvenlik kuvvetlerine karşı ateşli silah ve bombalar kullanarak saldırılarda bulunmuştur. 18/8/2015 tarihinden itibaren özellikle Konak, Mescit, Tekel ve Ferudun Mahallelerinde yoğunlaşan bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin korunması amacıyla düzenlenen operasyonlarda PKK terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında şiddetli silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Başvuruya konu olayın gerçekleştiği 2/10/2015 tarihinde Silvan Kaymakamlığı tarafından sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve güvenlik güçlerince sabah saatlerinde kapsamlı bir terörle mücadele operasyonu başlatılmıştır. B. Somut Başvuruya Konu Olaylar ve Ceza Soruşturması Başvurucunun oğlu A. 2/10/2015 tarihinde saat 00 sıralarında yoğun çatışmaların devam ettiği Konak Mahallesi Dicle Caddesi Sokak'taki metruk bir binada yapılan aramada ölü olarak bulunmuştur. 2/10/2015 günü Silvan ilçesinde düzenlenen güvenlik operasyonu sırasında Gözcü 5 kodlu ekip tarafından etkisiz hâle getirilen bir terör örgütü mensubunun silahı ile birlikte Konak Mahallesi Dicle Caddesi Sokak'ta bulunan binanın içine çekilerek saklanmaya çalışıldığı tespit edilmiştir. Bunun üzerine aynı gün Silvan Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında belirtilen ev ve eklentilerinde adli arama ve elkoyma işlemleri icra edilerek delillerin tespit edilmesine karar vermiştir. Aynı gün düzenlenen ev arama ve olay yeri inceleme raporları ile olay yeri krokisine göre olay yerinde tespit edilen deliller özetle şöyledir:1-  Olay yeri inceleme görevlilerince arama ve delil tespiti işlemleri devam ettiği sırada, inceleme yapılan yerin çevresinde terör örgütü mensuplarının güvenlik güçlerine yönelik roketatarlar ve otomatik silahlarla gerçekleştirdikleri saldırılar devam etmektedir.2-  Konak Mahallesi 1041 Sokak No: 58/2 adresindeki metruk binanın önüne gelindiğinde yerde kan izleri görülmüş, bu kan izleri takip edildiğinde binanın eklentisi durumundaki kiler kısmına doğru izler devam etmiştir. Binanın kiler kısmına girildiğinde üzerinde PKK terör örgütünün kırsal alanda faaliyet yürüten mensuplarının giydiğine benzer kıyafet olan bir kişinin ölü olarak yerde yattığı ve karnının sol alt tarafında kan izlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu şahsın üst aramasında A. adına düzenlenmiş kimlik kartı bulunmuştur.3-  Binanın tandır kısmında, zeminde bir roket emniyet tapası, A.nın cesedinin hemen yanında ise silindir demir boru içine hazırlanmış, üzerine şeffaf bant sarılmış ve fitille irtibatlandırılmış patlamamış el yapımı patlayıcı bulunmuştur. Binada devam eden aramada iki Kalaşnikof marka tüfek, bu tüfeğe ait şarjör ve seyyar dipçik ile el yapımı patlayıcı yapımında kullanılan demir borular, koli bantları, torpil ve fitiller ele geçirilmiştir. Bu delillerle birlikte olay yerinde bulunan kan lekeleri, üzerinde kan lekeleri bulunan bir şapka, cep telefonu gibi delil değeri olabilecek diğer eşyalar muhafaza altına alınmıştır.4-  Olay yeri yakınlarında güvenlik güçlerine yönelik terörist saldırıların yoğunlaşması üzerine A.nın cesedi operasyona katılan görevliler tarafından Silvan Emniyet Müdürlüğü önüne getirilmiş, burada olay yeri inceleme görevlileri tarafından cesetten el ve yüz svapları, avuç ve parmak izleri alınmıştır. Ayrıca cesedin üzerinden çıkan elbiseler de muhafaza altına alınarak tüm işlemler kamerayla kaydedilmiştir. 2/10/2015 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan otopsi işlemi sonucunda A.nın ölümünün sol dirsek kısmından vücuduna giren mermi çekirdeğinin dirseğin iç bölgesinden çıkmasının ardından kaburga hattının hemen altından yeniden vücuda girmesi sonucunda oluşan kemik kırıkları, iç organ ve büyük damar yaralanmaları sonucu gerçekleştiği belirlenmiştir. Ayrıca ölüme neden olan atışın uzak atış mesafesinden yapıldığı tespit edilmiştir. A.nın vücudundan elde edilen mermi çekirdeği nüvesi ve çekirdek gömlek parçaları ile birlikte olay yerinden elde edilen tüm deliller üzerinde Ankara ve Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarınca incelemeler yapılmıştır. Bu incelemeler sonucunda mermi çekirdeği nüvesi ve çekirdek gömlek parçalarının hangi silahtan atıldığını tespite yarar karakteristik iz taşımadığı, A.nın üzerinden çıkan elbiselerde atış artıkları bulunduğu, elbiselerdeki izlere göre atışın uzak atış mesafesinden yapıldığı, A.nın cesedinden alınan svaplarda ise atış artığı olmadığı belirlenmiştir. 2/10/2015 tarihli operasyon tutanakları ile güvenlik güçlerinin telsiz görüşmelerine göre somut başvuru konusu olaylarla ilgili bilgiler şöyledir:i. Sabah erken saatlerde başlayan operasyonda kritik noktalara Gözcü kodlu keskin nişancı personel yerleştirilmiştir. Bu kapsamda Gözcü 5 kodlu birim, Dilan Düğün Salonu binasının üstünde konuşlandırılmıştır. ii. Saat 37'den itibaren güvenlik operasyonuna katılan güvenlik görevlileri terörist unsurların hareketlerini telsizden rapor etmeye başlamıştır. Telsiz görüşmelerinden Azizoğlu, Tekel ve Karabehlül Caddelerinde terör örgütü mensuplarının roket ve otomatik silahlar kullanarak güvenlik güçlerine saldırdığı, Tekel ve Azizoğlu Caddelerinin barikatlarla kapatıldığı anlaşılmıştır.iii. Saat 54'ten itibaren çatışmalar Azizoğlu Caddesi, Dicle Caddesi 1011, 1014 numaralı sokaklar ve Yıldızlı Sokak üzerinde yoğunlaşmıştır. Gözcü birimleri roket ve otomatik silahlar taşıyan terör örgütü mensuplarını etkisiz hâle getirdiklerini telsizle birçok kez anons etmiştir. Özellikle Gözcü 9 Biriminin konuşlandığı Dicle Caddesi'nde yoğun çatışmalar yaşanmış, güvenlik güçlerine bixi tabir edilen ağır makineli tüfeklerle saldırılar düzenlenmiş, Gözcü 9 Birimi çok sayıda terör örgütü mensubunu etkisiz hâle getirmiştir. Güvenlik güçlerinin Azizoğlu Caddesi'ndeki barikatı aşarak ilerlemeye başlamasının ardından Kiraz Sokak üzerinde görevlilere roketli saldırı düzenlenmiştir.iv. Gözcü 5 Birimi saat 32'de elinde Kalaşnikof marka silah bulunan bir şahsı vurduğunu telsizle anons etmiştir. Bu sırada operasyona havadan destek veren helikopter Azizoğlu Meydanı'na çıkan sokakların terör örgütü mensuplarınca branda ile kapatıldığını, meydanda çok sayıda tuzaklama olduğunu, 8-10 kişilik bir terörist grubun elinde roket ve uzun namlulu silahlar görüldüğünü anons ederek ekipleri uyarmıştır. Azizoğlu Meydanı'na operasyon düzenleyen güvenlik güçlerine meydanda konuşlanan keskin nişancı terör örgütü mensupları ateş açmış, Gözcü 9 Birimi de terörist unsurlarca uzak mesafeden yoğun ateş altına alınmıştır.v. İlerleyen saatlerde güvenlik güçlerinin Azizoğlu Caddesi üzerindeki barikatları aşarak bölgeyi kontrol altına alması üzerine terör örgütü mensupları yer değiştirmiş ve eylemlerine Silvan ilçesinin çeşitli bölgelerinde devam etmiştir. Bu kapsamda operasyona katılan çok sayıda ekip, evlerin çatılarından uzun namlulu silahlarla kendilerine ateş edildiğini, terör örgütü mensuplarının ateşli silahlar ve el yapımı patlayıcı kullanarak saldırılar düzenlediğini anons etmiştir. Gözcü 5 Birimi saat 19'da elinde Kalaşnikof marka silah bulunan bir terör örgütü mensubunu vurduğunu, bir kadının vurulan kişiye yardım ederek onu ikametin içine çektiğini, kişinin elindeki silahı da kadın şahsın aldığı bilgisini vermiştir. Silvan Cumhuriyet Başsavcılığı A.nın ölümüyle ilgili yürüttüğü soruşturmada 14/4/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu kararda yukarıda özetlenen olay ve delillere göre A.nın güvenlik güçlerine yönelik silahlı saldırı düzenlediği sırada Gözcü 5 Birimince meşru müdafaa kapsamında öldürüldüğü, ardından diğer terör örgütü mensuplarınca bina içine çekildiği hususlarının sabit olduğu gerekçesine yer verilmiştir. Karar,başvurucunun itirazının Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmesi sonucu kesinleşmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4632
Başvuru, kamusal güç kullanımı neticesi ölüme neden olunması ve bu olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ateşli silahla yaralanma neticesinde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ve bunlarla bağlantılı ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 5/7/1994 günü saat 00 civarında Bornova İlçe Jandarma Komutanlığına (Jandarma Komutanlığı) İzmir ili Bornova ilçesi Yaka köyü sınırlarındaki arsa içinde bir erkek cesedi bulunduğuna dair telefon gelmiştir. Akabinde olay yerine giden jandarma görevlileri tarafından ağaçların arasında göğsünün sağ ve sol kısmı ile çene ve kafasından olmak üzere dört kurşunla vurulmuş bir erkek cesedi bulunmuştur. Olay yerindeki boş kovanlardan olayda kullanılan silahın 9 mm'lik bir tabanca olabileceğinin değerlendirildiği, olay yerine yakın yerde bulunan kişilerin olaydan sonra T... marka bir aracın olay yerinden uzaklaştığının görüldüğünün tespit edildiği, olay yerinde maktule ait bir kimlik belgesi bulunamadığı hususları da tutanağa bağlanmıştır. Olay yerinin basit krokisi çizilmiştir. Aynı gün olayı ihbar eden tanık H.B.nin jandarma görevlileri tarafından beyanı alınmıştır. H.B. olayın olduğu yere 50-60 metre mesafedeki tarlanın sahibi olduğunu, eşiyle birlikte ekin toplarken saat 00 sıralarında plakasını görmedikleri, T... marka olduğunu tahmin ettikleri mavi bir aracın ormana giden yoldan içeri girdiğini gördüklerini, şoförün yanındaki koltukta da bir kişinin oturduğunu, 5-10 dakika sonra iki el silah sesi duyduklarını, aynı aracın hızla geri çıktığını görünce kendisinin merak ederek olay yerine doğru gittiğini ve kanlar içinde birinin yerde yattığını görerek jandarmayı aradığını, failleri görmediğini beyan etmiştir. Jandarma görevlileri tarafından aynı gün saat 30 sıralarında bir erkek cesedi bulunduğunun bildirilmesi üzerine Bornova Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı ) tarafından olayla ilgili olarak derhâl ve resen soruşturma başlatılmıştır. Adli tıp uzmanı bir doktor ile olay yerine giden Cumhuriyet savcısı tarafından 5/7/1994 tarihinde olay yeri ve ölü muayene tutanağı düzenlenmiştir. Tutanağa göre, ağacın altında yatar vaziyetteki erkek cesedinin sağ yanında ileride iki adet boş kovan bulunmuştur. Yapılan muayenede sağ göz kapağında ekimoz hematoma, sol yan çene altında, sol meme başının üst kısmında, göğsün sağ yanı üst kısmında ve sırtının orta kısmında ateşli silah yaralarına rastlanmıştır. Şahsın ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak öldüğü düşünülse de klasik otopsi yapılması adli tıp uzmanı tarafından uygun görülmüştür. Olayı ihbar eden H.B.nin 5/7/1994 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından tanık olarak beyanı alınmış olup H.B. beyanında kolluk beyanlarını tekrar etmiştir. İzmir İl Emniyet Müdürlüğünün (Emniyet Müdürlüğü) 6/7/1994 tarihli yazısıyla hastane morgunda bulunan erkek cesedinden alınan parmak izlerinin yapılan arşiv karşılaştırması neticesinde cesedin 1979 yılında hırsızlık, 1991 yılında ise 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından parmak izi alınmış olan İ.ye ait olduğu tespit edilmiştir. Müteveffanın kardeşi de 6/7/1994 tarihinde cesedi teşhis etmiştir. Şahsın Adli Tıp Kurumu (ATK) İzmir Grup Başkanlığı tarafından 6/7/1994 tarihinde otopsisi yapılmış ve düzenlenen özet raporda kesin ölüm nedeninin başına ve vücuduna isabet eden mermi çekirdeklerinin neden olduğu beyin, beyincik ile her iki akciğer ve aort harabiyeti ve kanaması olduğu tespitine yer verilmiştir. ATK tarafından düzenlenen 25/8/1994 tarihli ayrıntılı otopsi raporunda özetle şahsın vücudunun çeşitli yerlerinde mermi çekirdeği giriş ve çıkış izlerinin bulunduğu, burnunda yüzeysel sıyrık ile sağ göz kapağında hematom dışında başka bir kesici ya da delici alet izi olmadığı, yapılan toksikolojik incelemede herhangi bir toksik maddeye rastlanmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca başına ve vücuduna isabet eden dört adet mermi çekirdeğinin neden olduğu beyin, beyincik ile her iki akciğer ve aort harabiyeti ve buna bağlı kanamalar neticesinde şahsın vefat ettiği, üç mermi çekirdeği izinin bitişik atışa işaret ettiği, diğer bir çekirdeğin atış mesafesinin kesin tespiti için şahsın giysilerinin incelenmesi gerekeceği belirtilmiştir. Jandarma görevlileri tarafından 12/7/1994 tarihinde İ.nin eşi olan başvurucunun beyanı alınmıştır. Başvurucu, vekili huzurunda verdiği beyanında olaydan önceki gece eşiyle birlikte annesinin evinde kaldıklarını, eşinin sabah işe gitmek üzere evden çıktığını, sonrasında da ölü bulunduğunu, hiçbir düşmanının olmadığını, hiçbir tehdit almadıklarını, faillerin bulunmasını istediğini ifade etmiştir. Soruşturma kapsamında İ.nin kayınbiraderi olan S. 12/7/1994 tarihli kolluk beyanında 4/7/1994 günü annesinin evine geldiğinde eniştesini -uyumuş olduğundan- göremediğini, 5/7/1994 günü ise saat 30 sıralarında sivil polislerin, gece saat 00 civarlarında ise bir başka polis ekibinin geldiğini, İ.yi sorduklarını, kendisinin de eniştesinin dolandırıcılık suçundan arandığını bildiğinden polislere yerini bilmediğini söylediğini, polislerin de onu cehenneme gitse dahi bulacaklarını söylediklerini ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/7/1994 tarihli müzekkereyle Emniyet Müdürlüğüne, Jandarma Komutanlığıyla irtibatlı olmak suretiyle şahsın öldürülmeden önce kimlerle görüştüğü, nereye gittiği hususlarınınaraştırılarak faillerin ivedi olarak tespiti için gerekli tahkikatın yürütülmesi talimatını iletmiştir. Tahkikat evrakının iletilmemesi üzerine 21/9/1994, 24/10/1994 ve 6/12/1994 tarihlerinde bu müzekkeresinin akıbetini sormuştur. Jandarma Komutanlığı 27/12/1994 tarihli yazısıyla Olay Yeri Tespit Tutanağı, olay yeri basit krokisi, tanık beyanları, olayın faillerinin bulunamadığı ve araştırılmaya devam edildiği yönündeki tutanaktan oluşan tahkikat evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Jandarma Komutanlığının 29/12/1994 tarihli yazısıyla, olaydan yaklaşık iki hafta sonra 19/7/1994 tarihinde faillerin tespitine ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında olay yerinde jandarma görevlilerince yapılan yeni bir araştırmada bir adet boş kovan daha bulunduğuna dair tutanak, 1 adet boş kovan ve önceden muhafaza altına alınan boş kovanlara ilişkin kriminal raporCumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü İzmir Bölge Kriminal Polis Laboratuvarının 6/7/1994 tarihli raporunda olay yerinde bulunan üç adet kovanın tek bir silahtan atıldığı, faili meçhul arşivinde yapılan karşılaştırmada herhangi bir irtibatına rastlanmayan söz konusu kovanların faili meçhul arşivinde geçici olarak alıkonulduğu belirtilmiştir. Bu aşamadan sonra Cumhuriyet Başsavcılığı ile Jandarma Komutanlığı arasında 14/1/1995 ila 9/3/2013 tarihleri arasında olayın faillerinin araştırılmaya devam edilmesi talimatını içeren ve karşılığında olayın faillerinin araştırılmaya devam edildiği yönünde cevaplar içeren mutat yazışmalar yapılmıştır. Bornova Adliyesinin kapatılması ve İzmir Adliyesi yargı alanına dâhil edilmesi üzerine olaya ilişkin soruşturma dosyası İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına devredilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İl Asayiş Şube Müdürlüğü ile çeşitli ilçe jandarma bölük komutanlıklarına dağıtımlı, 18/3/2004 tarihli müzekkere ile daimî aramada olan soruşturma dosyalarının listesi iletilerek soruşturma dosyalarına konu olayların faillerinin zamanaşımı süresince ciddi biçimde araştırılarak üç aylık sürelerde düzenli olarak bilgi verilmesi talimatı verilmiştir. Başvurucu Azize Mihyaz, vekili aracılığıyla 18/3/2004 havale tarihli dilekçesiyle soruşturma dosyasının fotokopisini talep etmiştir. Savcı tarafından otopsi raporunun fotokopisinin verilmesi uygun görülmüştür. Bu aşamadan sonra İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı ile Jandarma Komutanlığı arasında 24/9/2004 ila 25/2/2014 tarihlerinde olayın faillerinin araştırılmaya devam edilmesi talimatını içeren ve karşılığında olayın faillerinin araştırılmaya devam edildiği yönünde cevaplar içeren mutat yazışmalar yapılmıştır. Başvuru dosyasının incelenmesinden bu yöndeki son yazışma tarihinin 25/2/2014 olduğu anlaşılmıştır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 17/3/2015 tarihinde, kasten adam öldürme suçu için olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Bahse konu karara başvurucu vekilince yapılan itiraz, İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/5/2015 tarihli kararıyla kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 3/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu bireysel başvuruyu 2/7/2015 tarihinde yapmıştır. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin bilgiler Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29-61) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11214
Başvuru, ateşli silahla yaralanma neticesinde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ve bunlarla bağlantılı ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, Antalya Valiliği tarafından verilen idari para cezası aleyhine kanun yollarına başvurulduğunu, kanun yolu incelemesi sürecinde idari para cezasının dayanağı olan mevzuatta değişikliğe gidilerek ceza miktarında lehe düzenlemeler yapıldığını ancak lehe olan kanun hükmünün tatbik edilmediğini, ayrıca talebi hakkında yürütülen yargılama sürecinin adil olmadığını belirterek, Anayasa’nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/11/2012 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine, 29/12/2005 tarihli suç tutanağına istinaden, Antalya Valiliğinin 30/06/2008 tarih ve 1413 sayılı yazıları ile 650,00 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu tarafından bahse konu para cezasının kaldırılması için Antalya Sulh Ceza Mahkemesine müracaatta bulunulmuş ve Mahkemece 2/4/2010 tarih ve 2008/1840-1840 D-İş sayılı karar ile başvurunun reddine karar verilmiştir. Başvurucu bu karar aleyhine Antalya Ağır Ceza Mahkemesine itirazda bulunmuş, Mahkemenin 26/5/2010 tarih ve 2010/859 D-İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından 18/2/2011 tarihli dilekçe ile Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/859 D-İş sayılı dosyasında verilen hükmün kanun yararına bozulması talep edilmiştir. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 3/5/2011 tarih ve 24564 sayılı yazıları ile dosya kapsamına, dayandığı gerekçeye ve mahkemenin takdirine nazaran Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/859 D-İş sayılı kararı aleyhine kanun yararına bozma yoluna gidilmediği bildirilmiştir. Başvurucu tarafından 7/6/2011 tarihli dilekçe ile ikinci defa kanun yararına bozma talebinde bulunulmuştur. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 24/8/2011 tarih ve 44618 sayılı yazıları ile Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/859 D-İş sayılı kararının kanun yararına bozulmasının istenilmesi talebiyle dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 24/8/2011 tarih ve 44618 sayılı yazısına istinaden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2011 tarih ve 270876 sayılı yazıları ile, anılan kararın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca bozulması hususunda Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığına ihbarda bulunulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 6/2/2012 tarih ve E.2011/9749, K.2012/1332 sayılı kararı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görülmediğinden reddine karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 22/4/1926 tarih ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun maddesinin beşinci fıkrası, 30/3/2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı, maddesinin (1) numaralı ve maddesinin (1) numaralı fıkraları ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi, maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri ve maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/644
Başvurucu, Antalya Valiliği tarafından verilen idari para cezası aleyhine kanun yollarına başvurulduğunu, kanun yolu incelemesi sürecinde idari para cezasının dayanağı olan mevzuatta değişikliğe gidilerek ceza miktarında lehe düzenlemeler yapıldığını ancak lehe olan kanun hükmünün tatbik edilmediğini, ayrıca talebi hakkında yürütülen yargılama sürecinin adil olmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. , 38. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sayfasında yer alan bir köşe yazısına erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, başvuru tarihinde internet ve insan hakları alanında çalışan akademisyenlerdir. Başvurucuların akademik çalışmaları hakkında detaylı bilgi için Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz (2) (B. No: 2015/15977, 12/6/2019, § 12) kararına bakılabilir. Ulusal ölçekte yayın yapan Sözcü gazetesinde yer alan ve gazeteci B. tarafından kaleme alınan "Savcı kaçtı, Sanık oturuyor" başlıklı köşe yazısının çevrim içi versiyonuna talepte bulunanın dilekçesi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 7/9/2015 tarihinde erişim engellenmiştir. Başvurucular, bilgi ve fikir alma haklarının ihlal edildiğini belirterek erişimin engellenmesi kararına itiraz etmişlerdir. Başvurucuların itirazı taraf sıfatlarının olmadığı, ayrıca bu aşamada bir zararlarının bulunmadığı gerekçe gösterilerek İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/10/2015 tarihli ek kararı ile reddedilmiştir. Başvurucuların ek karara yaptıkları itiraz da İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 23/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 6/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular aynı tarihte bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili uluslararası hukuk kuralları için Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz (2) (aynı kararda bkz. §§ 21-26) kararına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17387
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sayfasında yer alan bir köşe yazısına erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, murisin 1992 yılında terör örgütü tarafından kaçırıldığı ve kendisinden bir daha haber alınamadığı iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/8/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 5/10/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemiaracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi E.nin 1992 yılı Kasım ayında kimliği belirsiz silahlı kişiler tarafından zorla bir arabaya bindirilmek suretiyle kaçırıldığı ve bir daha kendisinden haber alınamadığı iddia edilmiştir. Başvurucular, murisleri E.nin 1992 yılının Kasım ayında yol üzerinde araçtan inen silahlı kişilerce kaçırıldığını, bir daha kendisinden haber alınamadığını belirterek E.nin gaipliğine karar verilmesi istemiyle Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde 2/8/2005 tarihinde dava açmışlardır. Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/2/2007 tarihli ve E.2005/727, K.2007/36 sayılı kararıyla Batman Emniyet Müdürlüğünden gelen yazı cevabı, tanık beyanları ve yapılan ilanlar dikkate alınarak 1992 yılından beri kendisinden haber alınamayan E.ningaipliğine karar verilmiştir. Başvurucular 27/7/2005 tarihinde, murislerinin kimliği belirsiz silahlı kişilercekaçırıldığı ve kendisinden bir daha haber alınamadığından bahisle 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılmaları ve zararlarının karşılanması istemiyle Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)başvurmuşlardır. Komisyon 30/5/2007 tarihli ve 2007/1-562 sayılı kararı ile başvuruya konu olayın terörle bağlantısının ispat edilemediği ve bu sebeple 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurucular murisin silahlı kişilerce zorla kaçırıldığını ve ölümüne kesin gözüyle bakılacak şekilde kaybolduğunu, murisin düşmanı bulunmayıp olayın terör örgütlerinin siyasi amaçları doğrultusunda gerçekleştiğinin açık olduğunu, 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi ve manevi zararlarının karşılanması gerektiğini belirterek başvurunun reddine ilişkin 30/5/2007 tarihli Komisyon kararının iptali ile maddi ve manevi tazminat istemiyle Batman Valiliği (İdare) aleyhine 15/8/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 20/11/2008 tarihli ve E.2007/1366, K.2008/2169 sayılı kararı iledavanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:"5233 sayılı Kanun hükümlerinden faydalanabilmek için; meydana gelen zararın ya bizzat terör eylemi sebebiyle oluşması ya da terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşması gerekmekte olup...5233 sayılı Kanun, terörden veya terörle mücadele faaliyetlerinden zarar gören kişilerin zararlarının tazminine yönelik özel bir kanundur.İlgililerin bu kanun hükümlerinden faydalanabilmesinin yegane koşulu; terör eylemlerinden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden dolayı zarara uğramış olmaktır....Dava konusu olayda, murisin silahlı kişiler tarafından kaçırıldığı hususunda davacıların iddiaları dışında herhangi bir bilgi-belge bulunmadığı gibi murisin söz konusu tarihte kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldığına ilişkin dava dosyasında davacılar iddiasını destekleyecek ya da bu iddiaya dayanak alınacak somut hiçbir bilgi ve belge de bulunmamaktadır.Terörün yoğun olarak yaşandığı bölgede ilgilinin kimliği belirsiz kişilerce alınarak götürülmesi ve bir daha bulunamaması üzerine yeterli arama ve tarama çalışmasını yapmaması sebebiyle idarenin kusurlu olduğu ileri sürülebilir. İdarenin arama tarama çalışmasını yeterli şekilde yapmaması sebebiyle kusurlu olduğu savı, ancak genel tazminat hukuku çerçevesinde açılacak bir davada ileri sürülebilir. İş bu dava genel tazminat kuralları içerisinde açılmış bir tam yargı davası olmayıp, özel nitelikte bir kanun olan 5233 sayılı Kanun uygulamasından kaynaklanan bir dava olduğuna göre, bu iddianın bu davada karşılanma olanağı bulunmamaktadır. Bu durumda, murisin terörle mücadeleden dolayı kaybolduğu iddiasının somut delillerle ispatlanamadığı anlaşıldığından, 5233 sayılı Kanunda geçen koşulların sağlanmaması sebebiyle davacıların bu kanun hükümlerinden faydalandırılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığından, tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunma (dığı)" Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 5/6/2013 tarihli ve E.2011/9876, K.2013/4212 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar, başvuruculara 30/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar'ın maddesi (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-24). 5233 sayılı Kanun'un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. ... Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Gaiplik kararının istenebilmesi için, ölüm tehlikesinin üzerinden en az bir yıl veya son haber tarihinin üzerinden en az beş yıl geçmiş olması gerekir.Mahkeme, gaipliğine karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne göre yapılan ilânla çağırır.Bu süre, ilk ilânın yapıldığı günden başlayarak en az altı aydır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İlândan sonuç alınamazsa, mahkeme gaipliğe karar verir ve ölüme bağlı haklar, aynen gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılır.Gaiplik kararı ölüm tehlikesinin gerçekleştiği veya son haberin alındığı günden başlayarak hüküm doğurur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6819
Başvuru, murisin 1992 yılında terör örgütü tarafından kaçırıldığı ve kendisinden bir daha haber alınamadığı iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, genelevde genel kadın olarak çalışma izni verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; benzer nitelikteki davalar kabul edilirken açılan davanın reddedilmesi ve temyiz inceleme kararının yeterli gerekçeyi içermemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumludur ve İstanbul'da yaşamaktadır. Fuhuş yaparak geçimini sağladığını belirten başvurucu, İstanbul Genelevinde genel kadın olarak çalışmak için başvuruda bulunmuştur. Genel Kadın ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Komisyonu (Komisyon) tarafından 10/11/2009 tarihli kararla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Komisyon kararının gerekçesini "İstanbul Genelevinin fiziki koşullarının can ve mal güvenliğinin sağlanmasına olanak vermemesi nedeniyle genel kadın sayısının arttırılmasının uygun olmaması" hususu oluşturmaktadır. Başvurucu, ret işleminin iptali amacıyla İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme)dava açmıştır. Mahkemece dava, Komisyon tarafından fuhşu kendisine sanat edinmiş kadınların genel kadın olarak tesciline karar verilirken başvuru sahibi kadının gerekli şartları taşıyıp taşımadığı hususunun yanı sıra bu kadınların çalışacağı yerlerin mevcut fiziki şartlarının da gözönüne almasının gerekmekte olduğu belirtilerek işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesine istinaden 21/6/2010 tarihinde oyçokluğuyla reddedilmiştir. Muhalefet şerhinde; genelevlerin fiziki koşullarının iyileştirilmesi, gerekli tedbirlerin alınması, bunun mümkün olmaması hâlinde genelevin başka bir yere taşınması, böylece yasal olmayan yollardan fuhuş yapılması engellenerek zührevi hastalıkların yayılmasının önüne geçilmesinin idarenin görev ve sorumluluğunda olduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun genel kadın olarak çalışmasına engel bir hâlinin bulunmadığının tespit edildiği ve fuhuş yaparak geçimini sağladığı tespitine yer verilmiştir. Dolayısıyla başvurunun yasal olmayan yollardan fuhuş yapmak zorunda bırakılmasının 19/4/1961 tarihli ve 10786 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 30/3/1961 tarihli ve 5/984 sayılı Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü'nün (Tüzük) amacına aykırı olduğundan Komisyon tarafından tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı görüşüne yer verilmiştir. Bu arada aynı şekilde tescil talebini içeren farklı kişilerin başvuruları da Komisyon tarafından reddedilmiş, Komisyon kararı aleyhine açılan davalar İstanbul'da yer alan farklı idare mahkemeleri tarafından kabul edilmiştir. Kabul kararları Danıştayın Onuncu Dairesinin (Daire) temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir (Danıştay Onuncu Dairesi 30/6/2010 tarihli ve E.2009/16486, K.2010/5833 sayılı; Danıştay Onuncu Dairesi 31/12/2010 tarihli ve E.2010/401, K.2010/11852 sayılı; Danıştay Onuncu Dairesi 31/12/2010 tarihli ve E.2010/8047, K.2010/1863 sayılı kararı). Başvuru konusu Mahkeme kararı, Daire tarafından 26/1/2011 tarihinde temyiz incelemesinde muhalefet şerhi gerekçesi benimsenerek bozulmuş; Mahkemenin direnme kararı vermesi üzerine dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (İDDK) gönderilmiştir. Danıştay İDDK tarafından 19/6/2014 tarihli kararla, oyçokluğuyla (sekiz muhalif oya karşı dokuz oy) Mahkemenin direnme kararı, gerekçesine atıf yapılarak onanmıştır. Karar, başvurucuya 11/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "İnsan ticareti" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  "Zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek, fuhuş yaptırmak veya esarete tâbi kılmak ya da vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri ülkeye sokan, ülke dışına çıkaran, tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden ya da barındıran kimseye sekiz yıldan oniki yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adlî para cezası verilir.(2) Birinci fıkrada belirtilen amaçlarla girişilen ve suçu oluşturan fiiller var olduğu takdirde, mağdurun rızası geçersizdir.(3) Onsekiz yaşını doldurmamış olanların birinci fıkrada belirtilen maksatlarla tedarik edilmeleri, kaçırılmaları, bir yerden diğer bir yere götürülmeleri veya sevk edilmeleri veya barındırılmaları hallerinde suça ait araç fiillerden hiçbirine başvurulmuş olmasa da faile birinci fıkrada belirtilen cezalar verilir.(4) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur." 5237 sayılı Kanun’un "Fuhuş" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.(2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır.(3) (Mülga: 6/12/2006 – 5560/45 md.)(4) Cebir veya tehdit kullanarak, hile ile ya da çaresizliğinden yararlanarak bir kimseyi fuhşa sevk eden veya fuhuş yapmasını sağlayan kişi hakkında yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır.(5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.(6) Bu suçların, suç işlemek amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.(7) Bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.(8) Fuhşa sürüklenen kişi, tedaviye veya psikolojik terapiye tâbi tutulabilir." 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun "Umumi kadınlar hakkında ahkam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Sıhhat ve İçtimai Muavenet ve Dahiliye Vekaletleri müştereken bir nizamname neşrederek umumi kadınlar ve evlerin tabi olacakları hükümler ve bu fuhuş yüzünden intişar eden hastalıkların ve bilhassa zührevi hastalıkların sirayetine mani olacak tedbirleri tesbit ve yine müştereken tatbik ederler. Umumi kadınlarla umumi evler ve bunlara benzer mahaller bu nizamnamede tarif ve tahdit olunacaktır.” Anılan hüküm uyarınca çıkarılan Tüzük'ün "Komisyon ve kurullar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Fuhuşu murakabe etmek, fuhuş sebebiyle bulaşan zührevi hastalıkların yayılmasına ve bu yüzden amme nizamının bozulmasına mani olmak üzere biri "Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonları" diğeri "Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonlarına Yardım Kurulları" olmak üzere iki teşekkül kurulmuştur." Tüzük'ün "Komisyonun vazifesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  "Fuhuşu murakabe etmek, fuhuş sebebiyle bulaşan zührevi hastalıkların yayılmasına ve bu yüzden amme nizamının bozulmasına mani olmak üzere biri "Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonları" diğeri "Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonlarına Yardım Kurulları" olmak üzere iki teşekkül kurulmuştur." Tüzük'ün "Komisyonun vazifesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Komisyonun vazifesi:a) Fuhuş yüzünden bulaşan zührevi hastalıkların yayılmasını önlemek için gereken tedbirleri almak,b) Zührevi hastalıkların ve fuhuşun zararlarını ve yayılmasını önlemeğe dair olan kanun ve tüzüklerin gereği gibi uygulanmasını sağlamak,c) Teşkilatın hesaplarını denetlemek." Tüzük'ün "İcra kısmı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  "Komisyonun icra kısmı; genel kadınlarla, fuhuşu sanat ve geçim vasıtası yapan 23 üncü maddedeki kadınların ve genel evlerin tesbit ve tescili, gizli fahişelerle gizli fuhuş yapılan yerlerin meydana çıkarılması, muayenesine lüzum görülen şahısların getirilmesi, kapanması gereken yerlerin kapatılması ve zührevi hastalıklar ve fuhuşla mücadele komisyonları tarafından alınan kararların uygulanması ve yürütülmesi için mahallin en yüksek polis amirinin gözetim ve sorumluluğu altında yeteri kadar ahlak zabıtası memuru veya sivil polisle, katip ve dosya memurlarından ibarettir." Tüzük'ün "Tarifler" kenar başlıklı İkinci Kısım'ının "Genel kadınlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Başkalarının cinsi zevkini menfaat karşılığı tatmin etmeyi sanat edinen ve bunun için değişik erkeklerle münasebette bulunan kadınlara (Genel kadın) denilir." Tüzük'ün maddesi şöyledir: "Komisyonca bir kadının genel kadın olarak tesciline karar verilebilmesi için, aşağıdaki şartların bulunması lazımdır:a) Fuhşu kendisine sanat edinmek veya 20 nci madde gereğince hakkında komisyonca karar verilmiş olmak,b) 21 yaşını bitirmiş olmak,c) Yabancı tabiiyetinde bulunmamak,d) Tabiiyetsiz olmamak"B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." 25/7/1951 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanması Sözleşmesi'nin Başlangıç kısmı şöyledir:  "Fuhuş ve bunun beraberinde fuhuş amacıyla insan ticareti, insan onuru ve değeri ile bağdaşmamaktadır ve bireyin, ailenin ve toplumun refahını tehlikeye atmaktadır." 30/1/2003 tarihli ve 4804 sayılı Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun'la onaylanması uygun bulunan, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş olan 12-13 Aralık 2000 tarihli Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol'ün maddesi şöyledir: "Bu Protokol’un amaçları bakımından:(a) “İnsan ticareti”, kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhuşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içerecektir.(b) İnsan ticaretinin (a) bendinde belirtilen yöntemlerden herhangi biriyle yapılmış olması halinde, mağdurun bu istismara razı olup olmaması durumu değiştirmeyecektir.(c) Bu maddenin (a) bendinde öngörülen yöntemlerden herhangi birini içermese bile, çocuğun istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması “insan ticareti” olarak kabul edilecektir.(d) Onsekiz yaşının altındaki herkes “çocuk” kabul edilecektir." 11/6/1985 tarihli ve 3232 sayılı Kanun'la uygun bulunan, 14/10/1985 tarihli ve 18898 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Taraf Devletler kadın ticareti ve fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasama dahil, gerekli bütün önlemleri alacaklardır." Uluslararası İçtihat Laskey, Jaggard ve Brown/Birleşik Krallık (B. No: 21627/93, 21826/93, 21974/93, 19/2/1997) kararlarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen her türlü cinsel aktivitenin mutlaka Sözleşme'nin maddesi kapsamında görülemeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e göre şüphesiz cinsel yönelim ve cinsel aktiviteler özel yaşamın mahrem yönünü oluşturmaktadır ancak olayda çok sayıda kişinin yer aldığı bir sadomazoşist grup seksin söz konusu olması, gruba yeni üyelerin kazandırılmaya çalışılması, cinsel aktiviteye ait video kasetlerinin grup içinde dolaştırılması hususları dikkate alındığında başvurucuların söz konusu cinsel aktivitelerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamında özel yaşam kavramı içine girip girmediği kuşkulu ve tartışmaya açıktır (Laskey, Jaggard ve Brown/Birleşik Krallık, § 36). Başvuru konusuyla ilgili olduğundan insanın kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkıyla ilgili olarak AİHM'in kişisel özerklik kavramı doğrultusunda verdiği kararları incelenmelidir. AİHM kişisel özerkliğin Sözleşme'nin Maddesinde düzenlenmiş bir hak olmamakla birlikte bu maddede tanımlanan güvencelerin yorumlanmasında önemli bir ilke olduğunu belirtmiştir (Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 61). Sözleşme'nin özünün insan onuruna ve özgürlüğüne saygıya dayanmakta olduğunu vurgulamış (Pretty/Birleşik Krallık, § 65; Christine Goodwin [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90); Sözleşme ile korunmuş olan yaşamın kutsallığı ilkesini yadsımaksızın yaşamın kalitesi kavramının madde bakımından önem arz ettiğini belirtmiştir (Pretty/Birleşik Krallık, § 65). Bu suretle AİHM, Sözleşme’nin maddesinin kişisel özerklik ve yaşam kalitesi unsurlarını da içerdiğini kabul etmiştir. Kural olarak bireylerin bedenleri üzerinde fiziksel zarara rıza göstermelerini AİHM, kişisel özerklik içinde görmüş ancak rıza dâhilinde kabul edilebilecek zararın derecesinin belirlenmesinde devletlerin geniş takdir yetkisine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre bu konuda çatışan hukuki menfaatler, kişisel özerklik ile genel sağlığın korunmasıdır (Laskey, Jaggard ve Brown/Birleşik Krallık, § 44). AİHM; eş cinsel olan ve fuhuş yapan kişinin hapis cezasıyla cezalandırılmasının şikâyet konusu yapıldığı başvuruda, ücret elde etme saiki ile yapılan ve profesyonel olarak yürütülen fahişeliğin Sözleşme'nin maddesi kapsamında olmadığını belirterek konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (F./İsviçre (k.k.), B. No: 11680/85, 10/3/1988). Bir başka başvuruda ise icra etmekte olduğu fahişeliği bırakmak ve sigortalı olmak isteyen kişi, Sosyal Güvenlik Kurumunun kendisini prim ödemeye zorlaması nedeniyle bu işi yapmaya devam etmek zorunda bırakıldığını belirterek Sözleşme'nin ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM, söz konusu başvuruda fuhşa zorlamanın insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele sayılacağını belirtmiştir. Ancak rızaya dayalı fuhuş için böyle bir kabul oluşturmamış, bunun nedenini de bu konuda bir Avrupa konsensüsünün oluşmamış olmasına dayandırmıştır (T./Fransa, B. No: 37194/02, 11/9/2007, § 24). AİHM, fuhşu meslek edinen kişilerin kendi hür iradeleri ile rıza gösterip göstermediği konusu hakkında farklı görüşlerin bulunduğunu, bazı görüşlerin sosyal ve ekonomik koşulların zorlamasıyla yapılan fuhşun asla gönüllü sayılamayacağını savunduklarını ancak somut olay bakımından bu tartışmaya girilmesinin gerekmediğini belirtmiş; bu tartışmaya girmekten kaçınmıştır (T./Fransa, § 26). AİHM, söz konusu kararda kamu makamlarının başvurucuyu fahişelik yapmaya zorlamadıklarını ve başvurucunun sigorta primlerini ödemek için fuhuş dışında başka bir iş yapmasının mümkün olduğunu belirterek bu yönüyle maddenin ihlal edilmediğini ortaya koymuştur (T./Fransa, §§ 33-35). Aldona Margorzata Jany ve diğerleri (B. No: 268/99, 20/11/2001) kararında Avrupa Birliği Adalet Divanı, fahişeliği ücret karşılığı yapılan ekonomik bir faaliyet olarak kabul etmiştir. Bu kabulün temelinde Avrupa Birliği'ne üye devletlerin birçoğunda fuhşun yasaklanmamış bir eylem olduğu, düzenlemelerle fuhşa izin verildiği bilgisi yer almaktadır (Aldona Malgorzata Jany ve diğerleri, § 71). Öte yandan AİHM; adil yargılanma hakkının, hukukun üstünlüğünün sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin Ön sözü'yle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). AİHM; hukuki güvenlik ilkesinin hukuki durumlarda belli bir istikrarın sağlanmasını ve toplumun adalete olan güvenini desteklemeyi amaçladığını, aynı olaya ilişkin farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesinin toplumun yargısal sisteme olan güvenini azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizliğe yol açabileceğini belirtmiştir (Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 582/05, 9/2/2016, § 52). Buna karşın bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18275
Başvuru, genelevde genel kadın olarak çalışma izni verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının; benzer nitelikteki davalar kabul edilirken açılan davanın reddedilmesi ve temyiz inceleme kararının yeterli gerekçeyi içermemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; müvekkilleri ile görüşmek için gittikleri ceza infaz kurumunda içeri alınmayan başvurucuların içeri girmekte ısrar etmeleri üzerine infaz koruma memurları tarafından ittirilerek engellenmeleri nedeniyle kötü muamele yasağının, müvekkilleriyle görüşmelerine engel olunması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 31/1/2017 tarihinde, tutuklu olan müvekkilleriyle görüşmek için İzmir 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna (Kurum) gelmiştir. Yanlarında bulunan kalem ve saatlerin Kuruma sokulmaması nedeniyle başvurucular ve infaz kurumu görevlileri arasında tartışma yaşanmıştır. Başvurucu Nergiz Tuba Aslan kalem ve saatini teslim etmeksizin içeriye girmiş, Fatma Demirer giriş alanında beklemeye devam etmiştir. Nergiz Tuba Aslan görüşme odasına alınmamış, beklerken dışarıya çıkan Fatma Demirer'in ise Kuruma tekrar giriş yapmasına izin verilmemiştir. Başvurucular müvekkilleriyle görüş gerçekleştiremeden Kurumdan ayrılmıştır. Başvurucular 19/4/2017 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi vermiştir. Şikayet dilekçesinde özetle müvekkilleriyle görüşme talepleri karşısında Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından zorluk çıkarıldığı, yasaklara dayanak olan kararların kendilerine gösterilmediği, içeri alınmayan eşya ile ilgili olarak belge düzenlenmesi isteklerinin kabul edilmediği, müvekkilleriyle görüşmelerine izin verilmediği, avukat görüş odasına ve Kuruma girme çabalarının fiziksel olarak engellendiği ve ittirildikleri, kapıda beklememeleri yönünde tehdit edildikleri hususlarını belirtmişlerdir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak soruşturma başlatmıştır. Şüpheli sıfatıyla bir infaz ve koruma memuru ile Kurum İkinci Müdürlerinden ikisinin beyanı alınmıştır. Şüpheli beyanlarında özetle Ceza İnfaz Kurumuna müvekkilleri ile görüşmek için gelen Nergiz Tuba Arslan ve Fatma Demirer'in Ceza İnfaz Kurumu girişinde bulunan X-Ray cihazından geçerken saatlerini ve tükenmez kalemlerini bırakmak istememeleri üzerine konuya ilişkin İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının kararı olduğu, avukat görüş bölümünde saat ve kalem bulunduğu hususları açıklanmasına karşın avukatların ısrarcı olduğu, Nergiz Tuba Arslan'ın avukat bekleme bölümüne girdiği, İdare Kurulu kararını tanımadığını ve içeri girip müvekkili ile görüşeceğini söylediği, oturduğu yerden kalkıp avukat görüş kabininin olduğu yere girmeye çalıştığı, bu sırada orada bulunan infaz ve koruma memuru tarafından avukatın girişine engel olunduğu, Kurum İkinci Müdürü tarafından avukatlara dokunulmaması talimatının verildiği, avukatların bir süre bekledikten sonra Kurumdan ayrıldığı hususları belirtilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olaya ilişkin kamera kaydı görüntüleri dosyaya getirtilmiş ve Görüntü İzleme Tutanağı alınmıştır. İzmir 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi ve teknik ofis sorumlusu R.B. tarafından düzenlenen 8/3/2017 tarihli Görüntü İzleme Tutanağı'nda avukatlara karşı kötü muamele, tehdit ya da hakarette bulunulduğuna dair bir tespit yapılmamıştır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 22/6/2017 tarihinde, şüphelilerin üzerlerine atılısuçları işlediklerine dair soyut iddia dışında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucuların yaptığı itiraz İzmir Sulh Ceza Hâkimliği tarafından19/11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvuruculara 22/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 22/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma dosyası içinde bulunan kamera görüntüleri Anayasa Mahkemesince temin edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3195
Başvuru, müvekkilleri ile görüşmek için gittikleri ceza infaz kurumunda içeri alınmayan başvurucuların içeri girmekte ısrar etmeleri üzerine infaz koruma memurları tarafından ittirilerek engellenmeleri nedeniyle kötü muamele yasağının, müvekkilleriyle görüşmelerine engel olunması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silahla yaralanma sonucu ölüm ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ardahan'ın Damal ilçesinde bulunan bir birlikte piyade er olarak zorunlu askerlik görevini yapmakta iken 6/3/2013 tarihinde yaşamını yitiren 1992 doğumlu A.nın babasıdır. Başvurucunun oğlu A. olay günü 00-00 saatleri arasında nöbet kulübesinde nöbet tutmakta iken -tanık anlatımına göre- 30 civarında bacaklarının ağrıdığını belirterek nöbet kulübesini terk etmiş ve kışla akaryakıt istasyonuna gitmiştir. Yaklaşık on dakika sonra nöbet arkadaşı olan diğer piyade er T.B. bir silah sesi duymuş, dışarıya çıktığında A.yı akaryakıt istasyonu önünde yerde hareketsiz ve başından vurulmuş bir şekilde bulmuştur. T.B.nin haber vermesi üzerine olay yerine Bölük Komutanı P. Kd. Ütğm. Ö.Y. gelmiş, A.yı secde pozisyonunda yere çömelmiş şekilde bulmuş ve kontrolü sonucunda nabzının alınamadığını görmesinin ardından A.yı sırt üstü yere yatırarak ona kalp masajı uygulamışsa da sonuç alamamıştır.A. Soruşturma Kapsamında Yapılan İlk İşlemler ve Alınan Raporlar Askerî savcının olay yerine intikalinin üç saat içinde gerçekleşebileceğinin anlaşılması üzerine olay yerinde gerekli incelemelerin yapılması ve gerekli tedbirlerin alınmasını teminen Hanak nöbetçi Cumhuriyet savcısı olayla ilgili olarak görevlendirilmiştir. Hanak nöbetçi Cumhuriyet savcısının talimatı ile saat 30'da Ardahan İl Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme timi alana yönlendirilmiştir. Saat 25'te olay yerine ulaşan Olay Yeri İnceleme timi olay yerini emniyete alarak fotoğrafların ve kamera çekimlerinin yapılması, ölen askerle nöbet tutan asker ve olaya ilk müdahale eden Bölük Komutanı Ö.Y.nin el, yüz svapları ile parmak izlerinin alınması, olay yerinde gerekli incelemelerin yapılması, kroki çizimlerine esas ölçümler yapılması gibi işlemleri gerçekleştirmiş ve Olay Yeri İnceleme Raporunu düzenlemiştir. Raporda şu hususlara yer verilmiştir:i. Olay akaryakıt istasyonunun önündeki 20-25 cm yüksekliğindeki karla kaplı zeminde meydana gelmiştir. ii. Olay yerinde hava sıcaklığının -18 °C ve havanın kararmakta olduğu, olayın meydana geldiği birliğin ilçenin güneyinde, yerleşim yeri bulunmayan bir yerde bulunduğu, bölük binasının olay yerine yaklaşık 200-250 metre olduğu tespit edilmiştir. iii. A., birlikte nöbet tuttuğu Er T.B.nin yanından ayrılarak yaklaşık 30-35 metre uzaklıktaki akaryakıt istasyonu önünde, kendisine zimmetli G-3 piyade tüfeği ile çenesinin altına bir el ateş etmek suretiyle intihar etmiştir. Olayın meydana geldiği yerin nöbet kulübesinden görünmesi mümkün değildir.iv. Bölük Komutanı Ö.Y.nin A.ya ait olduğunu beyan ettiği ceset; baş kısmı kuzey, ayakları güney yönünü gösterir şekilde sırt üstü yatar vaziyette, sağ kolu hafif yana açık, avuç içi yukarı bakar vaziyette, sol kolu vücuduna paralel, sağ bacağı altta, sol bacağı üstte, karın boşluğuna bükülü şekilde bulunmuştur. Cesedin çene altında yaklaşık 8 cm genişliğinde ateşli silah yarası bulunduğu, yaranın çevresinde alev yanığı tabir edilen lekeler bulunduğu, yüz kısmının kan lekeli olduğu, sağ yanağında dışarıya doğru şişkinlik, burun delikleri ve ağız içinde kan lekesinin olduğu, sol kulağında burun deliğine doğru kan lekesi olduğu, kafasının üst kısmında 2 cm çapında bir adet mermi çıkış deliğinin bulunduğu, ayrıca baş kısmı ile alnının kan lekeli olduğu tespit edilmiştir. Başında bulunan berenin üst kısmında da bir adet delik bulunmaktadır. v. Cesedin sağ eline 15 cm mesafede, bir adet kabza ve askı kayışı kan lekeli, emniyet mandalının emniyet konumunda olduğu bir adet G3 piyade tüfeği bulunmaktadır. Emniyet mandalının kazaya yol açılmasını engellemek için Ö.Y tarafından bu konuma getirildiği, cesedin sağ karın boşluğunun altında G3 piyade tüfeğine ait bir adet boş şarjörün bulunduğu kaydedilmiştir.vi. Tüfek dipçiğinin batı yönünde, kar içinde bir adet boş kovan bulunmuştur.vii. Akaryakıt istasyonunun güneydeki duvarının güneybatı köşesine dayalı vaziyette, diğer nöbetçi Er T.B.ye zimmetli olan, takılı şarjörü boş, emniyet mandalı "E" pozisyonunda, üzerinde kan lekesi olmayan bir G-3 piyade tüfeği bulunmaktadır.viii. Nöbet kulübesi içinde ve etrafında herhangi bir kan lekesi veya ateşli silaha ait delil veya bulguya rastlanmamıştır.ix. Bölük Komutanı Ö.Y ve Er T.B.nin el ve yüz svapları ile on parmak izi alınmış, olay yeri fotoğraf ve kamera çekimleri yapılmış, kroki çizimine esas ölçümler tamamlanmıştır. x. Saat 05'te olay yerine intikal eden nöbetçi Cumhuriyet savcısı, yapılan işlemler hakkında bilgilendirilmiş, elde edilen bilgiler aktarılmış, cesedin ambulans ile Damal Toplum Sağlığı Merkezine götürülmesinin ardından cesedin bulunduğu alanda ikinci bir inceleme yapılmış, olay yeri dedektör ile taranmış ancak herhangi bir mermi çekirdeğine rastlanmamıştır. xi. Silah ve teçhizat üzerinde yapılan inceleme neticesinde ceset üzerinde hücum yeleği içinde yirmi adet fişek bulunan, dolu bir şarjör bulunmuş; maktül A.ya ait tüfek üzerinde takılı bulunan şarjör içinde ise on sekiz adet fişek olduğu tespit edilmiştir. Şarjör çıkarıldıktan sonra yapılan doldur boşalt işleminde atım yatağı içinde de bir adet fişek olduğu, buna göre maktül A.ya ait şarjörlerde toplam otuz sekiz adet fişek bulunduğu anlaşılmıştır.xii. A.nın birlikte nöbet tuttuğu T.B.nin üzerindeki hücum yeleğinde bulunan iki şarjörünher birindeyirmişer adet olmak üzere toplam kırk adet fişek bulunduğu belirtilmiştir. xiii. Erlere nöbet mahalline giderken boş şarjör ve hücum yeleğinde bulunan iki adet tam dolu şarjör vermekte, erler toplam kırk adet fişek ile nöbet tutmaktadır.xiv. Maktulün soyunma dolabında ve sivil elbiselerinin bulunduğu valizde yapılan aramada herhangi bir intihar mektubu, cep telefonu veya sim kartına rastlanmamıştır.xv. Damal Toplum Sağlığı Merkezi acil müşahade odasına getirilen ceset üzerinde muayene işlemi yapılmadan önce cesedin el ve yüz svapları ile parmak izleri alınmış; ceset üzerinde bulunan elbiselerin ceplerinde yapılan araştırmada parka cebinden bir kâğıt parçası çıkmıştır. Kâğıt parçasında şu not yer almaktadır:"Ayaklar-dizler-eller-kollar-gözler- ve Bel hepsi küsmüş ve bende aldığım son kararla onların infazını verecem VEDE ÖZLEM-SIKINTI-BUNALIM İÇİNDEYİM KESİNLİKLE ALLAHA KARŞI BİR-İSYANIM YOKTUR Benim tek isyanım var oda ALEME HERKES HAKKINI HELAL ETSİN Bana bol bol dua edin [A.]" xvi. Ceset üzerinden çıkan intihar notunun maktule ait el yazısı ile yazılıp yazılmadığının tespit edilebilmesi amacıyla maktule ait mukayese yazılarının bulunduğu not defteri askerî savcıya teslim edilmiştir. Damal Toplum Sağlığı Merkezinde görev yapan Pratisyen Doktor Y.E. tarafından ceset üzerinde ölü muayenesi yapılmış, ancak ilçede patolog doktor bulunmaması nedeni ile otopsi işleminin gerçekleştirilemeyeceği gerekçesiyle cesedin Trabzon Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesine sevki kararlaştırılmıştır. Ölü muayene tutanağında, hüviyet tanığı sıfatıyla Bölük Komutanı Ö.Y.nin şu ifadesine yer verilmiştir: "Bana göstermiş olduğunuz cesedi tanırım, ceset görev yaptığım bölüğün askeridir, kendisi 22/01/2013 tarihinde bölüğümüze katıldı, RDM [Rehberlik ve Danışma Merkezi] kapsamında değildi, herhangi bir sorunu olduğunu bana söylemedi, olayın oluşunun görmedim, fakat 06/03/2013 günü saat 15:40 sıralarında maktul [A.]'nın nöbet arkadaşı olan piyade er [T. B.], bölüğün nizamiyesindeki telefonu arayarak görevli arkadaşa [A.]'ın intihar ettiğini söylemesi üzerine ben olay yerine gittiğimde piyade er [T.B.]'nin[A.]'nın 1 metre gerisinde diz çökere[k] ağladığını gördüm, [A.] isimli asker ise secde vaziyetinde, kafası sağ tarafa doğru dönüktü, ben asker [A.]'nın nabzına baktım, nabzı atmıyordu, bunun üzerine [A.]'yı secde vaziyetinden ellerim ile tutup kaldırdığımda çenesinin altında bir adet mermi giriş deliği, kafasının üstünde bir adet mermi çıkış deliği olduğunu gördüm, kalp masajı yaptım, [T.B.] isimli piyade er ağlayarak diz üstü çökmüş vaziyette keşke göndermeseydim, keşke izin vermeseydim, benim yüzümden oldu diyerek ağlıyordu, ben sağlık ekibine haber verilmesi için bağırdım, ama kime bağırdığımı hatırlamıyorum, ben [A.]'yı resmi olarak teslim edilen 226023 6-76 G3 piyade tüfeğini herhangi bir kazaya yol açmaması için emniyete mandalını oynatarak emniyete aldım, başka bir müdahalede bulunmadım, [T.B.] isimli nöbette yanında bulundurduğu G3 piyade tüfeğinin ise olayın meydana geldiği yer olan bölüğün benzin istasyonunun güney tarafındaki duvara dayalı vaziyette olduğunu gördüm, silaha müdahale etmedim." Ölü muayene tutanağında doktor bilirkişi tarafından yapılan tespitlerin ilgili kısmı şöyledir:"...Alt çenenin boyunla birleştiği hizaya doğru yaklaşık 8 cm boyunda kenarları düzensiz, yatay hizada yara dudaklarında yanık izlerinin bulunduğu, ağız boşluğuna uzanan ağız boşluğunda yaklaşık 3x2 cm genişliğinde lasarasyon mevcut, hastanın mandibulasında parçalı kırık mevcut, sağ yanak alt çene hizasında 4x4 cm genişliğinde şişlik mevcut, hastanın üst damak arka farenks kısmında 2x2 cm lasarasyon mevcut, maksilla kemiğinde üst damakta kırık mevcut, her iki burun deliğinde pıhtılaşmış kan mevcut, sağ kulakta kanama mevcut, hastanın verteks kısmında yaklaşık 3x3 cm boyutlarında kenarları düzgün olmayan cilt altına uzanan lasarasyon mevcut, aynı bölgede uyan temporal kemik uç kısımlarda kırık mevcut,Cesedin vücudunun diğer kısımlarında herhangi bir darp cebir izine rastlanılmadı...." 7/3/2013 tarihinde ceset üzerinde otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Otopsi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"06/03/2013 tarihinde 'ateşli silah yaralanması sonucu' öldüğü bildirilen Mehmet Mirza oğlu, Zuhriye'den olma 01/09/1992 Batman doğumlu [A.]'nın cesedi üzerinde 07/03/2013 günü Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi'nde yapılan otopsisinden, otopsi esnasında alınan kan, göz içi sıvısı ve idrarın kimyasal tetkikinden elde edilerek yukarıda kaydedilen bilgi ve bulgulara göre; Kişinin ölümünün ateşli silah yaralanmasıyla oluşabilir nitelikte yaygın maksillofasiyal ve kafatası kubbe-kaide kemik kırıklarıyla birlikte bulunan beyin zarları-beyin-beyincik harabiyeti ve kanamasından ileri geldiğini, Kişinin vücudunda 1 adet ateşli silah ürünü giriş, 1 adet ateşli silah ürünü çıkış deliği saptandığı,dış muayenede 1 no ile tarif edilen ateşli silah ürünü yaranın öldürücü nitelikte olduğu, otopsi esnasında ateşli silah ürünü elde edilemediğini, Dış muayenede 1 no ile tarif edilen ateşli silah ürünü yaranın cilt ve ciltaltı bulgularına göre atışının bitişik veya bitişiğe yakın atış niteliğinde olduğunu, Kimyasal analizlerde Kimya İhtisas Dairesi Sistematiğinde aranabilen toksik madde ve alkol tespit edilmediğini, Adli tahkikatın ileriki aşamalarında lüzumu halinde DNA tetkiki amacıyla kullanılmak üzere FTA kartına damlatılmış kan örneğinin daha önceden savcılığınıza gönderildiğini bildirir tıbbi kanaat raporudur." Öte yandan olay yerinde tespit edilen ve Jandarma Kriminal Daire Başkanlığına gönderilen deliller üzerinde yapılan incelemeler sonucunda muhtelif uzmanlık raporları düzenlenmiştir. A.nın üzerinden çıkan intihar notu ile A.ya ait not defteri üzerinde yapılan el yazısı incelemelerine ilişkin 28/3/2013 tarihli Uzmanlık Raporunun ilgili kısmı şöyledir:"İnceleme konusu belge üzerinde bulunan el yazıları ile [A.]'a ait olduğu bildirilen mukayese konusuel yazıları arasında yapılan inceleme ve karşılaştırmada; Yazıların genel şekli ve işleklik derecesi, Ortak harflerin tersimi(A, B, E, H, K, L, M, N, R, S, U, Y, b, d, e, f, k, m, r, s, t, v, y, z), Yuvarlak harflerin başlangıç ve bitim noktası (a, o), Noktalama ve sedil işaretlerinin yapılışı (İ, , i, ü, Ç) Kaligrafik ve karakteristik özellikler yönünden benzerlikler görülmüş olup, inceleme konusu belge üzerinde bulunan söz konusu el yazıları ile [A.]'ya ait olduğu bildirilen mukayese konusu el yazılarının AYNI ŞAHIS EL ÜRÜNÜOLDUĞU kanaatine varılmıştır." El ve yüz svapları ileM.A.ya ait kamuflajlı parka ve hücum yeleği üzerinde atış artığı belirlemek amacıyla yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 27/3/2013 tarihli Uzmanlık Raporunda ise A.ya ait sağ el iç, sağ el dış ve sol yüz bölgesinden alınan svaplar üzerinde atış artıklarının tespit edildiği, Er T.B.ye ait sağ el dış ve sol el dış bölgesinden alınan svaplar üzerinde de atış artıklarının tespit edildiği,P. Ütğm. Ö.Y.ye ait olduğu belirtilen svaplar üzerinde atış artıklarına rastlanmadığı belirtilmiştir. A.ya ait olduğu belirtilen giysiler üzerinde herhangi bir delinmeye rastlanmamakla birlikte parkanın ön ve kol bölgeleri ile hücum yeleğinin ön bölgesinde atış artıklarının bulunduğu hususuna yer verilmiştir. Maktul A.ya zimmetli 226023 seri No.lu G-3 tüfeği ile nöbet arkadaşıT.B.ye zimmetli 251793 seri No.lu G-3 marka tüfeği ve olay yerinde bulunan bir adet 62x51 mm çapında "MKE 95" ibareli boş kovan üzerinde yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen 3/4/2013 tarihli Uzmanlık Raporunun ilgili kısmı şöyledir:" İnceleme konusu tüfeklerin yapılan teknik kontrol ve muayenelerinde; emniyet ve ateş ayar mandallarının sağlam ve işler durumda olduğu, atışlarına mani mekanik herhangi bir arızalarının bulunmadığı, laboratuvarımızda yapılan deneme, mukayese atışlarında çap ve tiplerine uygun fişekleri patlattıkları müşahede olunmuştur. Tetkik konusu tüfeklerden laboratuvarımızda elde edilen mukayese kovanları ile bir adet 62x51 mm. çapında suç konusu kovanın makroskopta ayrı ayrı yapılan karşılaştırılmaları neticesinde; bu bir adet 62x51 mm. çapında suç konusu kovanın "226023" seri numaralı silahtan atıldığı tespit edilmiştir. ..." Öte yandan A.ya zimmetli 226023 seri No.lu G-3 tüfeği üzerinde ve olay yerine ilk ulaşan Er T.B., Bölük Komutanı Ö.Y. ve maktul A.nın parmak izleri yönünden yapılan inceleme sonucunda hazırlanan 5/4/2013 tarihli Uzmanlık Raporunda tüfek üzerinde mukayeseye elverişli iz olmadığı yönünde görüş bildirilmiştir. B. Soruşturma Kapsamında İfadesi Alınan Kişilerin Beyanları Askerî savcılıkça A.nın yanına ilk giden kişi olan nöbet arkadaşı Piyade Er T.B.nin 6/3/2013 tarihinde alınan ifadesi şöyledir:"Ben [A.]'yı geldiği günden beri tanırım. Kendisi sessiz, efendi bir insandı. Benim bildiğim kadarıyla bir problemi yoktu, sadece bacaklarının ağrıdığını felç gibi olduğunu söylüyordu. Kendisinin bu nedenle Ardahan Askeri Hastanesine gittiğini biliyorum. Zannediyorum kendisine ilaç verdiler. Bana ailesi veya sivildeki yaşamıyla ilgili herhangi bir probleminden bahsetmedi. Kendisi sessiz biriydi pek konuşmazdı. Ben onun herhangi bir kimseden veya komutanımızdan yakındığını duymadım. Tek bildiğim bacaklarının ağrıdığı idi. Biz bu gün ilk kez birlikte nöbete gittik. İkimizde 3 nolu kule nöbetçisiydik, birlikte kuleye girdik. Biraz ısındık, ben nerelisin dedim, Batmanlıyım dedi. Ne iş yapıyorsun dedim, Batman'da kazancı olduğunu 4 yıldır kazan çalıştırdığını sertifikası olduğunu söyledi. Bir iki dakika sonra bacaklarım ağrıyor ben biraz dışarı çıkıp dolaşacağım dedi, Ben çıkma dışarısı soğuk dedim. Bir şey olmaz biraz gezeceğim bacaklarım o zaman iyileşir dedi Ayakta duramıyorum dedi. Dışarı çıktı, ben onun dışarıda dolandığını gördüm. Dışarı çıkmasından yaklaşık 10 dakika sonra ben arabaların geçtiği yol tarafına bakarken silah sesini duydum. Ben silah sesini duyunca silahımı aldım koşarak dışarı çıktım, benzinliğin ön tarafına doğru secde pozisyonunda yerde yatıyordu. Yüzünden kafasından kan geliyordu, ben şok oldum elimi boynuna koydum nabzı atmıyordu daha doğrusu anlayamadım. Ben koşarak kulenin içindeki telefondan nizamiyeyi aradım. Yetişin yardım edindiye bağırdım telefonu kapattım, tekrar yanına koştum (ifade sahibi [T.B.]'nin ifadesi sırasında sürekli ağlaması nedeni ile yüzünü yıkaması için bir dakika ara verildi tekrar ifadesinin tespitine geçildi) Tekrar bu sefer sesli olarak yardım için bağırdım o sırada telefon sesini duydum tekrar kulübeye gittim. Telefonu açtım ancak ses gelmedi, ben telefonu kapattım tekrar nizamiyeyi aradım, Koşun yardım edin diye bir daha bağırdım, geliyoruz dediler. Bir daha yanına gittim yine bağırdım bu sırada Bölük Komutanımız ve birkaç arkadaş geldi. Hatırladığım kadarıyla bunlardan birisi [E.Y.]'ydi. Ben şokta olduğum için başka kim vardı hatırlayamıyorum Bölük Komutanı yüzümü tuttu bakma dedi ben o sırada ağlıyordum. Ondan sonrasını hatırlamıyorum beni götürdüler.S/ Ben o ana kadar [A.]'nın intihar edebileceğine yönelik en ufak bir hisse kapılmadım. Her zamanki gibiydi morali bozuk bile durmuyordu. Neden böyle bir şey yaptığını anlayamıyorum ben onun çok yakın bir arkadaşı değildim. Ancak hiçbir kötülüğünü görmedim, dediğim gibi sessiz çok iyi birisiydi.S/ Ben []'nin yanına gittiğimde kendisi secde pozisyonunda yatıyordu. Silahta dibinde yan yatıyordu. Ben Bölük Komutanının silahı emniyete aldığını gördüm. Ayrıca Bölük Komutanı Ambulans diye bağırdı, [] Bçv koşarak geri gitti. Ben bunları hatırlayabiliyorum başkaca bir bilgim yoktur, dedi." Bölük Komutanı Ö.Y. nin 7/3/2013 tarihinde alınan ifadesi şöyledir:"Ben 13 Temmuz 2012 tarihinden bu yana Ardana/Damal 7'inci Hd. Tb. 4'üncü Hd. Bl. Komutanı olarak görev yapmaktayım. [A.]'yı buraya geldiği 22 Şubat 2013 tarihinden beri tanırım. Bana memleketinde kazancı olarak çalıştığını maddi problemi olmadığını geldiği gün yaptığım danışmanlık görüşmesinde söyledi. İlk celp danışmanlık görüşmemde bir probleminden bahsetmedi. Ertesi gün revirciye dizleri ağrıdığından dolayı başvurmuş, ben sağlık ocağına gönderdim. Oradan Askeri hastaneye sevk edildi. Askeri Hastane de ortopedi uzmanı olmadığından dolayı Ardahan Devlet Hastanesine sevk edildi. İlk önce 2 gün istirahat verildi. Bu istirahatı kullandı. Daha sonra şikayetleri devam edince tekrar Ardahan Devlet Hastanesine gitti. Ancak bu kez istirahat almadı bana kendisi veya herhangi bir kimse sağlıkdurumu veya diz ağrıları ile ilgili başkaca bir şey söylemedi. Bana herhangi bir konuda şikayeti veya müracaatı olmadı. Onu intihara sürükleyebilecek herhangi bir konuda bilgim olmadığı gibi böyle bir izlenim de edinmedim. Aynı tertip 2 Er'e sorunlarından dolayı silah vermedim, atış yaptırmadım nöbette yazdırmadım. Ancak []'nin Psikososyal risk faktörü tarama anketinde böyle bir değerlendirme yoktu. Psikolojik sorunu ortaya koyabilecek elimde bir bulgu yoktu. Zaten kendisi 10 - 15 gün önce birliğe geldiğinden kendisini derinlemesine tanıma fırsatı bulamadım. Hastane gidiş dönüşlerinde kendisiyle görüşürdüm. Benden herhangi bir izin talebi olmadı. Olsaydı en azından izin verip vermeme veya psikiyatrik yönden izne ihtiyacı olup olmadığı konusunda bir değerlendirme yapıp gerekirse bu yolla izne gönderebilirdik. Bana herhangi bir konuda ailesinden, arkadaşlarından veya komutanlarından bir şikayeti olmadığı gibi, herhangi bir disiplinsizliğini de görmedim. Can dostları da bana herhangi bir sıkıntısını bahsetmedi. Tek bildiğim dizlerinin ağrıdığı idi. S/C: Kendisi kez hastaneye gittiğinde istirahat almadığından ve kendisi nöbete gitmeme yönünde bir talepte bulunmadığından kendisine herhangi bir nöbet olayından muafiyet tanımadık. Eğer hastane bu yönde bir tespit yapsaydı ve ya istirahat verseydi buna göre bir tedbir alınabilirdi.S/ Benim onunla hiçbir husumetim olmadı. Zaten hiçbir saygısızlığını görmedim. Bana olaydan önce askerlikle ilgili herhangi bir problemi yansımadı. İntihara meyilli olduğu konusunda hiçbir kanaat edinmedim. Bu olay herkesi olduğu gibi beni de şaşırttı ve üzdü.S/ Olay olduğunda diğer nöbetçi olan [T.] nizamiyeyi aramış ani müdahale mangasından bir asker yanıma geldi. Çok heyecanlıydı 3 numaralı kulede intihar olmuş dedi. Bende koşarak 3 nolu kuleye doğru intikal ettim. Gittiğimde asker secde pozisyonunda yerdeydi. [T.] de bir metre uzağında şok durumunda diz çökmüş ağlıyordu. Keşke kuleden ayrılmasına izin vermeseydim diye kendi kendine ağlıyordu. Silah []'nin hemenyanında altı kara saplanmış namlusu dışarı vaziyette idi. Önce nabzını kontrol ettim, nabzı yoktu. Sonra sırt üstü yatırdım, kalp masajı yapmaya başladım. Arkadan koşarak gelenlere bağırarak ambulans çağırın dedim. 5-7 dakika içinde sağlık ocağından doktor hemen geldi. Onları gördükten sonra silahın emniyetini kapattım. Çünkü silah çok yakındı sadece emniyetini kapattım silahı başkaca bir yere almadım. Ben diğer nöbetçiden herhangi bir şekilde şüpheli hareket görmedim. Onun silahı da benzinliğin yanında dayalı bir şekilde duruyordu. O silahada kimseyi dokundurtmadım. Müteakiben tabur komutanına haber verdim. Tabur merkezimiz Çıldır'dadır. Tabur komutanımız oradan intikal etti. Tabur komutanımız Ardahan Tugay Komutanlığına da bilgi vermiş. Benim bu olay kapsamında söyleyeceğim başkaca bir husus yoktur. Bu olayın meydana gelmesinden dolayı üzgünüm. Sorunları bize yansısa idi böyle bir durumun gerçekleşmemesi için elimizden geleni yapardık, dedi." Askerî savcı bunun dışında piyade erler Ç., , A.B., E.Ö., E.K., N.E., H.K., K. B., piyade çavuşlar Ç., P. ile Piyade Yüzbaşı U.nun da ifadelerini almış; tüm ifadelerde olayın oluşu ile A.nın kişiliğine ilişkin aynı yönde beyanların yer aldığı görülmüştür. Soruşturma Sonucunda Verilen Karar Hanak Cumhuriyet Savcılığı 25/4/2013 tarihli kararıyla, yapılan incelemelerin sonuçlarını içeren dosyanın gereği için yetkili ve görevli Kara kuvvetleri Komutanlığı Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Askerî Savcılık 22/9/2014 tarihli kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya incelendiğinde müteveffanın Sivas'ta acemi birliğinden itibaren diz ağrılarından şikayet ettiği, acemi birliğindeki arkadaşlarından [N.E.] (DZ.69) Sivas'ta iken 'Ben ölmek istiyorum, öleceğim.' şeklinde konuşma yaptığı, üzerindeki elbiseden çıkan ve Jandarma Kriminal Laboratuarı tarafından müteveffanın eli ürünü olduğu tespit edilen not kağıdında 'ayaklar dizler eller kollar gözler ve bel hepsi küsmüş ve bende aldığım son kararla onların infazını vereceğim ve de özlem sıkıntı bunalım içindeyim, kesinlikle Allah'a karşı bir isyanım yoktur benim tek isyanım var o da aleme, herkes hakkını helal etsin, bana bol bol dua edin [A]' yazdığı, (Dz.21), müteveffanın not defterinde büyük harflerle 'Hayat buysa üstü kalsın.' şeklinde not bulunduğu (Dz.15), müteveffanın not defterinde büyük harflerle 'Dışarıda yıllara meydan okurken askerde günlere esir kaldık gülüm.' şeklinde not yer aldığı (Dz.18), tüm bu yazılardan müteveffanın ruhsal bunalım içerisinde olduğu ve özellikle ağrıları nedeniyle sıkıntısının arttığı değerlendirilmiştir. Olay mahalline ilişkin olay yeri tespit tutanağı, fotoğraflar ve tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde müteveffanın nöbetçi olduğu kulübeden nöbet arkadaşı [T.B.]'ın gitmemesi konusundaki ısrarına rağmen çıktığı ve uzaklaştığı, yakıt istasyonunun önünde dizleri üstüne çömelerek tüfeği çenesinin altına dayamak suretiyle intihar ettiği anlaşılmıştır. Tanık beyanları dikkate alındığında ise müteveffanın birlik içerisinde hiç kimse ile husumetinin bulunmadığı, uyumlu bir kişilik yapısına sahip olduğu, can dostu olan asker arkadaşlarına ve tanık olarak dinlenen diğer silah arkadaşları dahil hiç kimseye, komutanlarından veya asker arkadaşlarından yakınmadığı, sadece Ardahan asker Hastanesi ile ilgili yakınmalarının olduğu anlaşılmıştır. Otopsi sonucunda vücudunda herhangi bir boğuşma izine rastlanmadığı, mermi giriş yerinin çene altı çıkış yerinin ise kafa tepe bölgesi olduğu, otopsi sonuç raporunda atışın bitişik veya bitişiğe yakın atış olarak rapor edildiği göz önüne alınarak müteveffanın ölüm medeninin intihar olduğu değerlendirilmiştir. Böylelikle, her hangi bir kimsenin müteveffa ile husumeti, dolayısıyla onu öldürmek için bir sebebi bulunduğuna dair emareye ulaşılamaması, olayda kullandığı belirlenen tüfek üzerinde herhangi birinin parmak izinerastlanmaması, atışınbitişik atış mesafesinden ve çene altından yapılmış olması, müteveffanın bulunduğu alana olaydan önce ondan başka kimsenin girdiğine dair emareye rastlanmaması karşısında, söz konusu eylemin tespit edilemeyen içsel bir nedenden ötürü müteveffa tarafından gerçekleştirdiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda;Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere, tüm dosya kapsamından; müteveffanın kendisini vurmak suretiyle intihar etmiş olduğu, müteveffanın ölümünde, uygun nedensellik bağı oluşturabilecek şekilde başkaca bir kimsenin azmettirmesi, kararını kuvvetlendirmesi, iknası, yardımı, kusuru ya da ihmali bulunmadığı, olay sebebiyle kamu davası açılmasını gerektirecek herhangi bir durum olmadığı değerlendirilmiştir...." Başvurucu; mermi giriş deliğinin 6x4 olmasına karşılık çıkış deliğinin 3,5x3 cm olmasının açıklamasının yapılmadığı, soruşturma sırasında dinlenilen erbaş ve erlerin terhis olmalarını müteakip daha rahat ve mantıklı beyanlarda bulunmaları ihtimaline binaen beyanlarının tekrar alınması gerektiği ve kararın hukuka aykırı olduğu iddialarıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Kara Kuvvetleri Komutanlığı Üçüncü Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) 17/11/2014 tarihli kararı ile;i. Adli Tıp Kurumu tarafından otopsi sonucu alınan raporda müteveffanın boyun ön yüzünde 6x4 cm ebatta düzensiz yırtık şeklinde ateşli silah ürünü giriş yarası ile kafa tepe bölgesinde 3,5x3 cm ebatta düzensiz yırtık şeklinde ateşli çıkış yarası olmasının tıbben açıklandığı ancak teknik boyutunun açıklanmadığı, dolayısıyla nitelikleri itibarıyla müteveffada mevcut mermi giriş çıkış yırtıklarının müteveffa tarafından meydana getirilip getirilemeyeceği, G-3 piyade tüfeğinin bitişik atış veya bitişik atışa yakın atışta, vücudun ilgili bölgeleri gözönünde bulundurularak mermi giriş deliğinin çıkış deliğinden geniş olmasının mümkün olup olmadığı hususlarında adli tıp uzmanı bir bilirkişiden mütalaa alınmasına,ii. Müteveffanın kendisine zimmetli G-3 piyade tüfeğine, olay sırasında intihar önleyici etkiye sahip metal tetik koruma aparatını takma zorunluluğunun gerekip gerekmediği, gerekiyorsa sorumluların tespitine,iii. Müteveffanın bel, diz ve ayak rahatsızlığının dosyadaki tüm sağlık evrakı dikkate alınıp ortopedi uzmanı bir bilirkişinin dinlenerek olay günü fiziksel güç gerektiren mühimmatlı kule nöbetçisi olarak görevlendirilmesine engel teşkil edip etmediğinin tespiti için soruşturmanın genişletilmesine ve bu hususlarda soruşturmanın Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına yaptırılmasına karar vermiştir. Yukarıda belirtilen hususlarda yapılan incelemeler sonucunda;i. Adli tıp uzmanının atışın bitişik veya bitişiğe yakın olması nedeniyle çıkış deliğinin giriş deliğine göre küçük olmasının olayda olağan olduğu, çıkış deliğinin yara dudaklarının dışa doğru meyilli olduğu, diğer bulgularla da bütüncül bir değerlendirme yapıldığında olayın müteveffa tarafından meydana getirilebilir nitelikte olduğu sonucuna varıldığı yönünde görüş bildirdiği,ii. Ortopedi uzmanının müteveffanın askerliğe başladıktan sonraki ilk ortopedik şikâyetinin 29/1/2013 tarihinde diz ağrısı şeklinde olduğu, şikâyeti ile sevk edildiği Sivas Numune Hastanesinde menüsküs yırtığı tanısıyla kendisine ağrı kesici ilaç tedavisi uygulandığı, Ardahan'daki birliğine katıldıktan sonra diz ağrısı şikâyeti ile iki kez Devlet Hastanesine sevk edildiği, kendisine iki gün istirahat ve ağrı kesici ilaç tedavisi uygulandığı, en son 4/3/2013 tarihinde diz ağrısı şikâyeti ile başvurduğu, bel ve ayak rahatsızlığından dolayı herhangi bir sağlık kurumuna başvurusu olmadığı, diz ağrısı dışında herhangi bir ortopedik yakınması olmadığı, mevcut rahatsızlığının fiziksel güç gerektiren mühimmatlı kule nöbetçisi olarak görevlendirilmesine engel teşkil etmediğinin değerlendirildiği yönünde görüş bildirdiği,iii. A.ya zimmetli G-3 tüfeğinde intihar önleyici etkiye sahip metal tetik koruma aparatının olmaması konusu ile ilgili olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı Loj. K.lığının tetik tertibına kaza önleyici, ilave emniyet parçası kullanım esasları konulu emri gereği, tetik tertibatlarının iç güvenlik birlikleri ile hudut birliklerinde kullanılmayacağının belirlenmesi dolayısıyla bu aparatın kullanılmayışının mevzuata uygun olduğunu bildirdiği anlaşılmıştır. Daha önce toplanan deliller ile soruşturmanın genişletilmesi sonucunda araştırılan hususlarda alınan uzman görüşlerine dayanarak Askerî Mahkeme, A.nın nöbet tuttuğu esnada nöbet yerini terk ederek kendisine zimmetli G-3 piyade tüfeği ile yaşamına son vermek kastıyla intihar ettiği, ölümünün ateşli silah yaralanmasına bağlı beyin harabiyetinden kaynaklandığı, müteveffanın bu eylemini gerçekleştirmesinin öncesinde veya sırasında bu karara katkıda bulunan ve illiyet bağı kurulabilecek hiçbir davranış ile kişilerin sorumluluğunu gerektiren hiçbir eylemin bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı başvurucu tarafından yapılan itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 25/2/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, anılan olay sebebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açtığına dair herhangi bir bilgi vermemiştir. İlgili hukuk için bkz. Coşkun Çiftler, B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-61; Kumrişan Akkuş ve Sefer Akkuş, B. No: 2014/14672, 1/2/2017, §§ 45-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5408
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silahla yaralanma sonucu ölüm ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/14349 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/14349 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/14349
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırılması istemiyle açtığı davanın reddedilmesi ve on sekiz yıldır hâlihazırda karara bağlanmamış olması nedeniyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 16/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 26/2/2014 tarihli yazı ile benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 30/9/1971-3/9/1974 tarihleri arasında Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü olarak görev yapmakta iken Türkiye Kömür İşletmeleri Personel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı görevine atanmıştır. Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanı 12/5/1976 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7/11744 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile iptal edilip yerine dereceli Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı kadro unvanı ihdas edilmiştir. 17/2/1978 tarihli ve 7/14593 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı kadrosu derece olarak değiştirilmiştir. 28/8/1978 tarihli ve 7/16168 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bu kez dereceli Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanı ihdas edilmiştir. 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun ek maddesine dayanılarak yürürlüğe konulan 1/5/1995 tarihli XIII sayılı eşitlik cetveliyle mülga Zat ve Sicil İşleri Müdürlüğü kadrosu Personel ve Eğitim Daire Başkanlığı kadrosuyla eşitlenmiştir. Başvurucu da bu eşitleme nedeniyle daire başkanı makam tazminatından yararlandırılmıştır. Başvurucunun, 24/8/1992 tarihli VIII sayılı eşitlik cetvelinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve Eğitim Daire Başkanı kadro unvanının Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanına eşitlendiğini ileri sürerek kendisine genel müdürlere uygulanan ek gösterge ve makam tazminatının verilmesi istemiyle yaptığı başvuru, 23/6/1995 tarihli Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü işlemiyle reddedilmiştir. Başvurucunun ret işleminin iptali istemiyle açtığı davada, Ankara İdare Mahkemesinin 30/4/1997 tarih ve E.1995/956, K.1997/628 sayılı kararıyla Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının önce Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı ve nihayet Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanına eşitlendiği hususları dikkate alındığında tesis edilen işlemde hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 23/12/2003 tarih ve E.2001/614, K.2003/5631 sayılı kararıyla, “ dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının, dereceli Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği, dereceli Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanı ile eşitlenen kadro unvanının ise dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve Eğitim Daire Başkanı kadro unvanı olduğu sonucuna varıldığı; bu durumda, davacının Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği, Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürü kadro unvanı ile eşitlenmediği hususu gözetilmeden dava konusu işlemin iptali yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmediği; öte yandan, davacının Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü görevinden derecenin kademesinde iken 3/9/1974 tarihinde ayrıldığı, eşitlenmesini istediği Bakanlık Personel Genel Müdürü kadrolarının ise dereceli kadrolar olması nedeniyle Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadrosunun Bakanlıklar Genel Müdürü için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlanmamsına bu yönden de olanak bulunmadığı” gerekçesiyle bozulmuş, bozma kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 19/11/2004 tarih ve E.2004/726, K.2004/4597 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi bozma kararına uymayıp ilk kararında ısrar ederek 15/3/2005 tarih ve E.2005/482, K.2005/341 sayılı kararıyla, önceki gerekçesi doğrultusunda dava konusu işlemi iptal etmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 8/5/2008 tarih ve E.2005/1724, K.2008/1295 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararını “davacının yürüttüğü Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanının Bakanlıklar Ana Hizmet Birimi Daire Başkanı kadro unvanı ile eşitlendiği ve ilgilinin bu eşitlik cetveline karşı bir dava açmadığı, Maliye Bakanlığı Personel ve Eğitim Genel Müdürlüğü kadro unvanı ile eşitlenen kadro unvanının ise dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Zat ve Sicil İşleri Müdürü kadro unvanı olmayıp dereceli Gümrük ve Tekel Bakanlığı Personel ve Eğitim Daire Başkanı olduğu hususu gözetilmeden verilen iptal kararında hukuki isabet görülmediği” gerekçesiyle bozmuştur. Anılan karara karşı başvurucunun karar düzeltme talebi ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 23/1/2013 tarih ve E.2008/2398, K.2013/142 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 20/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan, başvuru dilekçesinde yer almamakla birlikte, başvurucunun iddialarının incelenmesi amacıyla Mahkememizce başvuruya konu dava dosyasının istenmesi üzerine sunulan Danıştay Dairesinin 15/4/2014 tarihli yazısından ve UYAP sisteminde yapılan araştırmadan, Ankara İdare Mahkemesinin, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına uymak suretiyle 16/7/2013 tarih ve E.2013/1106, K. 2013/1101 sayılı kararıyla davayı reddettiği, başvurucu vekili tarafından temyiz edilen bu kararın Danıştay Dairesinin 14/4/2014 tarih, E.2013/4497, K.2014/1770 sayılı kararıyla onandığı ve başvurucu tarafından 5/5/2014 tarihinde karar düzeltme başvurusunda bulunulması üzerine dosyanın Danıştay Başkanlığına gönderildiği ve henüz bu konuda bir karar verilmediği anlaşılmıştır. B. İlgili Hukuk 8/6/1949 tarih ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun ek maddesi şöyledir:“Daha önce bulundukları kadrolar veya aylık almakta oldukları dereceler için belirlenmiş olan ek göstergeler, yürütmekte oldukları görevler veya aylık almakta oldukları dereceler için belirlenen ek göstergelerden yüksek olanlar hakkında 15 inci maddenin (h) fıkrası hükmü dikkate alınarak emeklilik yönünden en yüksek ek gösterge uygulanır. Kaldırılmış kadrolarda bulunmuş olanlardan iştirakçi bulunanlar ile emekli olanlar veya ölmüş bulunanlar için uygulanacak ek göstergeler Devlet Personel Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ile T.Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü tarafından birlikte belirlenir.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı,f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir.(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur. (2) Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir. (3) Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.  …” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5338
Başvurucu, genel müdürler için öngörülen ek gösterge ve makam tazminatından yararlandırılması istemiyle açtığı davanın reddedilmesi ve on sekiz yıldır hâlihazırda karara bağlanmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. , 10. , 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, dilekçenin reddi kararı üzerine yenilenen dava dilekçesinde aynı yanlışlıkların bulunduğu belirtilerek davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Edirne İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapan başvurucu hakkında 12/5/2017 ile 16/10/2018 tarihleri arasında senelik izinli veya görevli olmaksızın yurt dışına giriş çıkış yaptığından bahisle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu hakkında yapılan disiplin soruşturması sonucu Edirne Valiliği İl Polis Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/2/2019 tarihli tek işlemi ile 68 kez, ayrı ayrı 1 günlük aylıktan kesme cezası verilmiştir. Uygulanan işlem dayanağının 31/1/2018 tarihli ve 7068 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin (3) fıkrasının (8) numaralı bendi olduğu belirtilmiştir. Başvurucu işlemin iptali talebiyle Edirne İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 10/4/2019 tarihli kararla 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi gereğince dilekçenin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun amirinden izin almaksızın görevli bulunduğu il sınırları dışına 68 defa çıktığından bahisle hakkında disiplin cezası tesis edildiği ve her bir olayın birbirinden bağımsız olması nedeniyle talepler arasında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunmadığına vurgu yapılmıştır. Buna göre her bir aylıktan kesme cezasına ayrı olmak üzere 68 ayrı dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu 2/5/2019 tarihinde dava dilekçesini süresinde yenilemiş, yine tek bir dilekçe ile işlemlerin iptalini Mahkemeden istemiştir. Başvurucu yenilediği dilekçesinde; davaya konu ettiği cezaların tek bir işlemle yapıldığını, bu sebeple aralarında maddi ve hukuki yönden bağlılık ve sebep-sonuç ilişkisi bulunduğunu, aynı sebebe dayanan tek bir işlem için 68 ayrı dava açmanın usul ekonomisiyle uyuşmayacağını belirtmiştir. Mahkeme 8/5/2019 tarihli kararıyla 2577 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrası gereği davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu tarafından dilekçe ret kararı üzerine düzenlenen dava dilekçesinde aynı yanlışlığın tekrarlandığını, 68 ayrı disiplin cezasına karşı başvurucunun yeniden aynı dilekçe ile dava açtığını belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemenin daha önce benzer konularda tek bir işlem ile tesis edilen birden fazla disiplin cezasını içeren uyuşmazlıkları esastan incelediğini belirterek istinaf talebinde bulunmuştur. Yapılan başvuru İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) tarafından 20/9/2019 tarihli karar ile kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararın 20/10/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine başvurucu süresinde başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "Aynı dilekçe ile dava açılabilecek hâller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir. Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir." 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:...g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine,... Karar verilir.... 1 inci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde dava reddedilir. ”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38387
Başvuru, dilekçenin reddi kararı üzerine yenilenen dava dilekçesinde aynı yanlışlıkların bulunduğu belirtilerek davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı ve silahlı çatışma ortamından dolayı başvurucunun yaşamının tehlikeye girmesi, temel hizmetlere erişememesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayın gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün silahlı ayaklanma girişimine karşı Cizre'de sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Cizre'nin birçok bölgesinde yürütülen güvenlik operasyonlarında terörist unsurlarla güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Bu süreçte terör örgütü mensuplarının ağır silahlar ve bombalar kullandığı terör saldırılarında çok sayıda güvenlik görevlisi yaralanmış birçok görevli ise şehit olmuştur (bu olaylar ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 342). 17/5/2016 tarihinde yapılan somut başvuruda Cizre'de ikamet ettiğini ifade eden başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sokağa çıkma yasağı uygulamasının durdurulmasına ayrıca bu uygulama kapsamında temel hak ve özgürlüklerine yapılan orantısız müdahalelerin ortadan kaldırılmasına yönelik geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, başvurucunun iddialarıyla ilgili olarak Şırnak Valiliğinden bilgi ve belge temin edilmesinin ardından 23/5/2016 tarihli ara kararıyla geçici tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" Anayasa Mahkemesi, mülki amirler tarafından alınan sokağa çıkma yasağı kararlarına ilişkin başvurular kapsamında anılan kararların yürütmesinin tedbiren durdurulması istemini içeren genel nitelikli talepleri yakın tarihlerde reddetmiştir (Mehmet Girasun ve Ömer Elçi [TAK], B. No: 2015/15266, 11/9/2015, § 14; Meral Danış Beştaş [TAK], B. No: 2015/19545, 22/12/2015, § 16). Somut olayın koşulları altında başvurucunun sokağa çıkma yasaklarına ilişkin genel nitelikteki tedbir talepleri hakkında anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bununla birlikte bireysel başvurunun niteliği gereği, tedbir talebi sadece başvurucunun şahsına yönelik iddialar yönünden değerlendirilebilir (Meral Danış Beştaş, § 17). Bu nedenle başvurucunun kişisel durumuyla ilgili olarak tedbir kararı verilmesinin koşullarının bulunup bulunmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak ayrıca değerlendirilecektir. Somut olayda başvurucu bulunduğu adresin yakınına kurşun isabet etmesi nedeniyle hayatını kaybetme kaygısı yaşadığını ifade etmiş ancak hangi adreste bulunduğu hakkında bilgi vermemiştir. Buna karşın başvuru formunda başvurucunun sokağa çıkma yasağı nedeniyle ikametine dönemediği belirtilmektedir (bkz. § 12). Dolayısıyla başvuru formunda yer alan bilgilerden başvurucunun sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede olup olmadığı belirlenemediğinden sokağa çıkma yasağından doğrudan etkilenip etkilenmediği hususu tam olarak anlaşılamamaktadır. Öte yandan başvurucunun Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmadan önce kamu makamlarıyla doğrudan iletişime geçmediği, emniyet veya sağlık birimlerinden herhangi bir konuda yardım talebinin bulunmadığı anlaşılmaktadır (bkz. § 18). Nitekim sağlık görevlilerinin 20/5/2016 tarihinde başvurucuyla doğrudan iletişime geçtiği ancak başvurucunun bulunduğu adreste kalmak istediğini belirttiği görülmektedir (bkz. § 19). Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik derhâl tedbir kararı verilmesini gerektiren ciddi bir tehlike bulunduğu dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelerden anlaşılamadığından bu aşamada tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerekir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9400
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı ve silahlı çatışma ortamından dolayı başvurucunun yaşamının tehlikeye girmesi, temel hizmetlere erişememesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında maddi tazminat talebinin reddedilmesi ve hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İkinci başvurucu hamileliğinin ayında ortaya çıkan şikâyetler nedeniyle Bandırma Kapıdağ Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) gerekli kontrolleri yaptırmış, ayında şikâyetlerinin artarak devam etmesi üzerine B. Özel Hastanesine (Özel Hastane) müracaat etmiştir. Burada yapılan ultrason sonucunda bebeğin sırt omurgaya yakın bölgesinde kitle olduğu, bu durumun bebeğin ve kendisinin sağlığı açısından tehlike yarattığı belirtilmiştir. Akabinde 12/9/2010 tarihinde Devlet Hastanesinde doğum gerçekleşmiş ve birinci başvurucu dünyaya gelmiştir. 11/10/2010 tarihinde Bursa Uludağ Üniversitesi Hastanesinde (Üniversite Hastanesi) birinci başvurucunun omuriliğindeki kese alınmış ancak bebeğin ayaklarını hissetmediği, bu nedenle yürüme probleminin olabileceği ve beyninde su toplama olasılığının bulunduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak birinci başvurucu %80 oranında engelli kalmıştır. Başvurucular hamilelik sırasındaki belirtilerin ve şikâyetlerin dikkate alınmadığını ve ilgililerin görevlerini layıkıyla yerine getirmeyerek mağduriyete sebep olduklarını belirterek 000 TL manevi, birinci başvurucunun ömür boyu meslekte kazanma kaybı yaşayacağını, sürekli bakım ve yardıma ihtiyaç duyacağını, tedavi giderlerinin devam etmekte olduğunu belirterek fazlaya ilişkin kısım saklı kalmak kaydıyla 000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Balıkesir İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 12/12/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu (ATK) tarafından düzenlenen 28/12/2011 tarihli bilirkişi raporuna da atıfta bulunularak tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, doğum sürecinin her aşamasında bilgilendirilmenin yapıldığı, tam ve sağlıklı doğumun meydana gelmemesinde hizmet kusurundan söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay (kapatılan) Onbeşinci Dairesi (Daire) 18/2/2016 tarihinde İdare Mahkemesi kararının maddi tazminat talebinin reddedilmesine ilişkin kısmının onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; somut olaydaki patolojinin hekimlerin eylemi ile oluşmadığının sabit olduğu, bilirkişi raporunda yer alan üç haftalık tanı gecikmesinin bebeğe ve anneye uygulanacak işlemlerin niteliğinde ve uygulamasında bir fark oluşturmayacağı, meningomyelosel hastalığının gebelik haftasına bağlı olmaksızın tedavisinin mümkün olmadığı tespitine yer verilmiştir. Bu bağlamda anomaliyle gerçekleşen doğum nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın karşılanmasına hukuken olanak bulunmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca Daire, bebekteki rahatsızlığın gebeliğin haftasında tespit edildiğini ve başvurucuların bu konuda bilgilendirildiğini belirterek bu hususta ikinci başvurucu annenin "doktorlar yaptıkları muayenelerde çocuğun hasta olduğunu söyleselerdi, ben yine de çocuğumu doğururdum ancak psikolojimi ona göre hazırlardım" şeklindeki beyanına da vurguda bulunmuş ve birinci başvurucunun meningomyelosel hastası olarak doğumunda idarenin kusurunun bulunmadığı sonucuna varmıştır. Bununla birlikte Daire, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat talebinin reddedilmesine ilişkin kısmının bozulmasına karar vermiştir. Bu hususta Devlet Hastanesinde doğumsal anomalilerin tespitinde kullanılan kan testlerinin yapılmadığı bilindiği hâlde, şikâyetlere yönelik ileri tetkik ve takip için ikinci başvurucunun başka bir merkeze sevk edilmediği, gebelik takibinde yeterli anamnezin alınarak kayıt altına alınmadığı yönündeki tespite yer verilmiştir. Buradan hareketle ikinci başvurucunun ileri tetkik ve takip konusunda yönlendirilmediği, gebelik takibinde gerekli özenin gösterilmediği, bu yönleriyle sağlık hizmetinin sunumunun kusurlu olduğu sonucuna varılarak manevi tazminat talebinin reddi yönünde verilen İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 16/2/2017 tarihli kararıyla Dairenin bozma kararına uymak suretiyle aynı gerekçeyle manevi tazminat talebini kısmen kabul ederek ikinci başvurucu için 000 TL, üçüncü başvurucu için 000 TL ve birinci başvurucu için 000 TL olmak üzere toplam 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucular hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğu ve maddi tazminat talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde maddi tazminat talebiyle ilgili olarak başvurucular, birinci başvurucuya konulan tanının gecikmesi nedeniyle rahim tahliyesi imkânının ellerinden alındığını, bu hususta annenin doğumdan bir yıl sonraki beyanına itibar edilemeyeceğini vurgulayarak maddi tazminata hükmedilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Daire 22/2/2018 tarihli kararıyla temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Karar düzeltme talebi ise Dairenin 12/2/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/3/2019 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucuların ilgili hekimler hakkındaki şikâyeti üzerine Bandırma (kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından görevi kötüye kullanmak suçundan ceza yargılaması yürütülmüştür. Yargılama safahatında ATK tarafından 28/12/2011 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda ikinci başvurucunun gebeliğin 12- ve 16- haftalarında Devlet Hastanesine müracaat ettiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte gebeliğin haftasında tespit edilen kitlenin haftasında görülmesinin beklenmediği, haftasında ise görülemeyebileceği ayrıca kitlenin tespit edilmesiyle birlikte bilgilendirmenin de yapıldığı vurgulanarak birinci başvurucuda tespit edilen patolojide hekim kusuru olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme 30/4/2013 tarihinde ilgili hekimler hakkında beraat kararı vermiştir. Gerekçeli kararda, kitleyi tespit etmiş olan doktor G.K.nın beyanına yer verilmiştir. G.K. kitlenin tespit edilmesiyle birlikte gebeliğin anneye zarar verilmeden sonlandırılabileceği hususunu ikinci ve üçüncü başvurucuya anlattığını ve ikinci başvurucuyu Üniversite Hastanesine sevk ettiğini belirtmiştir. Bununla birlikte söz konusu kitlenin yasal kürtaj süresi olan on haftalık gebelik sürecinde tespitinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Aynı kararda ikinci başvurucunun beyanına da yer verilmiştir. İkinci başvurucu, G.K.nın Üniversite Hastanesine yaptığı sevk sonrasında burada kendilerine ayrıntılı bilgi verilmediğini, sadecenormal doğum yapmasının, birinci başvurucunun sırtında kitle olduğunun ve yaşayacağının söylendiğini beyan etmiştir. İlgili hukuk için bkz. Engin Aslan B. No: 2017/15517, 30/6/2021, §§ 16-22; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30, Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11781
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında maddi tazminat talebinin reddedilmesi ve hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, Halkevleri Derneğine ait bir bildiri dağıtan başvurucu hakkında emre aykırı davrandığı gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının; suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/5/2019 yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 13/2/2019 tarihinde, ülkedeki ekonomik kriz ile ilgili düşüncelerini açıklamak amacıyla Ankara'nın Mamak ilçesinde bulunan Mutlu Mahallesi Pazar Yerinde üç arkadaşı ile birlikte Halkevleri Derneğine ait bir bildiri dağıtmaya başlamıştır. Kolluk tutanaklarına göre söz konusu bildirinin içeriği; toplumun büyük bir ekonomik krizle mücadele içinde olduğu, söz konusu ekonomik krizin hükûmet politikalarının bir sonucu olduğu ve krize karşı topyekûn mücadele edilmesi gerektiği şeklindedir. Söz konusu alanda izinsiz bildiri dağıtıldığının haber alınması üzerine kolluk kuvvetleri tarafından pazar yerine gelinmiş, başvurucu ve arkadaşları hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca işlem yapılacağı bilgisi verilerek haklarında yakalama işlemi yapılmıştır. Başvurucu ve arkadaşları polis merkezine götürülmüş ve idari işlemler yapıldıktan sonra salıverilmiştir. Başvurucu hakkında 13/2/2019 tarihinde izinsiz bildiri dağıttığı gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 320 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen İdari Yaptırım Tutanağı'nda başvurucunun eylemine dair herhangi bir bilgi yer almamış, yalnızca 5326 sayılı Kanun'un maddesine aykırı davrandığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından söz konusu idari para cezasına itiraz edilmiştir. İtiraza yönelik yargılama esnasında kolluk kuvvetleri tarafından verilen cevabi yazıda söz konusu idari para cezasının izinsiz bildiri dağıtma nedeni ile 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/c maddesi, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun 2/A ve B maddeleri gereğince uygulandığı belirtilmiştir. İtirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından "itiraz edenin dilekçesinde sunmuş olduğu gerekçelerin yerinde olmadığı, idare tarafından uygulanmış olan idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu ile herhangi bir isabetsizlik olmadığı" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Karar 13/4/2019 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..." 5442 sayılı Kanun'un 11/c. maddesi şöyledir: "İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. (Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.) Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir. (Mülga birinci cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) (…) Bu fıkra kapsamında alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır." 2559 sayılı Kanun'un 2/A ve B maddesi şöyledir:"Polisin genel emniyetle ilgili görevleri iki kısımdır.A) Kanunlara, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine, yönetmeliklere, Hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmıyan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almakB) İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak,' düzenlemesini taşımaktadır."B. Uluslararası Hukuk Suç ve cezaların kanuniliği ilkesine ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16868
Başvuru, Halkevleri Derneğine ait bir bildiri dağıtan başvurucu hakkında emre aykırı davrandığı gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının; suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru yurt dışına döviz çıkarmaya teşebbüs kabahatinden ötürü verilen idari para cezasının iptaline rağmen peşin olarak ödenen tutarın faizinin ve kur kaybının ödenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2017/15925 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/78974 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/78974 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Libya uyruklu olup Libya'nın Bingazi şehrinde ikamet etmektedir.A. İdari Para Cezası Süreci Başvurucu 31/3/2012 tarihinde Bingazi'den İstanbul aktarmalı olarak Ürdün'ün Amman şehrine gitmek üzere yola çıkmış ancak uçağın İstanbul'a gecikmeli olarak gelmesi üzerine Amman'a gidecek uçağa yetişemeyince 1/4/2012 tarihli -saat 25- uçağa bilet almıştır. Havaalanı kontrol noktasında yapılan arama neticesinde başvurucunun çantasında 500 Amerikan doları nakit para bulunmuş ve bu paraya kolluk görevlilerince el konulmuştur. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 13/4/2012 tarihinde, başvurucuya yurt dışına bildirimsiz döviz çıkarmaya teşebbüs kabahatinden dolayı 074 TL tutarında idari para cezası verilmesine karar vermiştir. Kararda idari para cezasının kanun yoluna başvurulmadan on beş gün içinde ödenmesi hâlinde 556 TL olarak ödenebileceği belirtilmiştir. Başvurucu 2/5/2012 tarihinde Bakırköy Mal Müdürlüğü veznesine 556 TL tutarında ödeme yapmıştır. Başvurucunun 4/5/2012 tarihinde idari para cezasına yaptığı itiraz Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesince 7/6/2012 tarihinde kabul edilmiştir. Mahkeme başvurucunun İstanbul aktarmalı olarak Amman'a gitmek üzere seyahate çıktığına vurgu yapmıştır. Mahkemeye göre başvurucunun Libya'dan yanında getirdiği döviz cinsi parayı ülkeye sokma amacı bulunmadığı gibi paranın ülkeden yurt dışına çıkarılması da söz konusu değildir. Mahkeme bu sebeple isnat edilen kabahatin kanunda öngörülen unsurlarının oluşmadığı sonucuna varmıştır. Ancak Başsavcılığın itirazı üzerine Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi itiraza konu kararı kaldırmıştır. Kararın gerekçesinde, hangi sebeple olursa olsun Türkiye'ye giriş yaptığı sırada başvurucunun çantasında bulunan parayı yetkili makamlara bildirmemesinin yurt dışına bildirimsiz döviz çıkarmaya teşebbüs kabahatini oluşturduğu belirtilmiştir. Başvurucu kanun yararına bozma talebinde bulunmuş, Yargıtay Ceza Dairesi 9/10/2013 tarihinde Asliye Ceza Mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kabahatlinin Libya'dan getirdiği döviz cinsi parayı ülkeye sokmak amacıyla hareket etmediği gibi yurt içindeki dövizin ülke dışına çıkarılmasının da amaçlanmadığı vurgulanmıştır. Buna göre itirazın reddi yerine kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediği açıklanmıştır. Bozma kararına uyan Asliye Ceza Mahkemesi 22/1/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığının itirazın reddi ile itiraza konu idari yaptırımın kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın bu şekilde kesinleşmesi üzerine 27/1/2014 tarihinde başvurucunun ödediği para kendisine iade edilmiştir.B. Maliye Bakanlığı Aleyhine Açılan İdari Dava Süreci Başvurucu iade edilen paranın kanuni faizi ile dövizin uğradığı değer kaybının ödenmesi talebiyle 10/2/2014 tarihinde Maliye Bakanlığına başvurmuştur. Maliye Bakanlığı 8/4/2014 tarihli bir yazı ile talebin uygun görülmediğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu 3/6/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (E.2014/1046) Maliye Bakanlığı aleyhine iptal davası açmıştır. Mahkeme 22/4/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kanunda idari para cezalarının kesinleşmeden icra yoluyla tahsil edileceğine ilişkin veya peşin ödeme indiriminden yararlanılarak ödenen idari para cezasının iadesi hâlinde kanuni faiz ve kur farkı ödeneceğine ilişkin bir düzenlemenin yer almadığına vurgu yapılmıştır. Mahkeme idari para cezasının ancak kesinleşmesi hâlinde tahsil edilebilir duruma geleceğine dikkati çekmiştir. Mahkeme başvurucunun ise cebri icra tehdidi altında olmaksızın peşin ödeme indiriminden yararlanmak amacıyla ve rızaen kanun yoluna başvurmadan önce idari para cezası tutarının dörtte üçüne tekabül eden miktarı ödediğini belirtmiştir. Mahkemeye göre konuyla ilgili olarak davalı idareye yüklenebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığından tazminat isteminin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 7/10/2016 tarihinde ilk derece mahkemesinin hükmünü onamıştır. Kararın gerekçesinde, başvurucunun talebine konu ödemenin bir yargılama sürecine bağlı olarak gerçekleştiği belirtilerek bu kaybı karşılama yükümlülüğünün davalı idareye ait olduğu sonucuna varılmasının hukuken mümkün olmadığı açıklanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 22/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adalet Bakanlığı Aleyhine Açılan İdari Dava Süreci Başvurucu ayrıca haksız yere idari para cezasına hükmedilmesi nedeniyle uğradığı zararlarının tazmini için Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık 17/2/2014 tarihli bir yazı ile talebi reddetmiştir. Başvurucu 3/6/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (E.2014/1047) Bakanlık aleyhine iptal davası açmıştır. Mahkeme 5/10/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkının en önemli ilkelerinden birini oluşturduğu belirtilerek yargılamanın uzun sürmesi hâlinde devlete bir kusur atfedilebileceği vurgulanmıştır. Mahkeme bununla birlikte olayda yaşanan hukuki prosedürün usulüne uygun şekilde ve makul bir sürede tamamlanarak başvurucunun mağduriyetinin giderildiğini belirtmiştir. Bu sebeple maddi ve manevi zararının ortaya çıkmasında idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını kabul ederek tazminat istemlerinin reddi gerektiği sonucuna varmıştır. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 27/4/2016 tarihinde usule ve kanuna uygun bulduğu ilk derece mahkemesinin hükmünü onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de 1/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 10/1/2017 tarihinde tebliğ edilmekle birlikte başvuru formunda 3/1/2017 tarihinde karardan haberdar olunduğu bildirilmiştir. Başvurucu 9/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir: "Kambiyo, nukut, esham ve tahvilat alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle tediyeyi temine yarıyan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı veya memlekete ithalinin tanzim ve tahdidine ve Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Bakanlar Kurulu salahiyetlidir." 1567 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci ve yedinci fıkraları şöyledir: "...Fiil, 1 inci maddede yazılı kıymetlerin izinsiz olarak yurttan çıkarılması veya yurda sokulması mahiyetinde ise 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerine göre suç veya kabahat oluşturmadığı takdirde kişi; eşya ve kıymetlerin rayiç bedeli kadar, teşebbüs halinde bu bedelin yarısı kadar idarî para cezası ile cezalandırılır....Kabahatin konusunu yabancı para oluşturması halinde, idarî para cezasının hesaplanmasında fiilin işlendiği tarih itibarıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bu paraya ilişkin 'döviz satış kuru' esas alınır...." 11/8/1989 tarihli ve 20249 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun Türk Parasının Kıymeti Koruma Hakkında 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılı kararının maddesinin ilgili kısmının ilk hâli şöyledir:"d) Türkiye'de yerleşik kişiler yurt dışına çıkışlarında, beraberlerinde 000 ABD Doları veya eşitine kadar döviz çıkarabilirler. Bu miktarın üzerinde döviz çıkarılabilmesi, ancak kendilerine bankalarca döviz verildiğinin tevsiki kaydıyla mümkündür. Dışarıda yerleşik kişiler ile Türkiye'de yerleşik sayılmakla birlikte yurt dışında çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda girişlerinde beyan etmiş olmak kaydıyla, 000 ABD Doları veya eşitini aşan miktarlardaki dövizlerini beraberlerinde yurt dışına serbestçe çıkarabilirler." 20/6/1991 tarihli ve 20907 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 12/6/1991 tarihli ve 91/1935 sayılı Kararı ile 32 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:"f) Yolcular 000 ABD Doları veya eşitine kadar efektifi beraberlerinde yurtdışına çıkarabilirler.Dışarıda yerleşik kişiler ile Türkiye'de yerleşik sayılmakla birlikte yurtdışında çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda girişlerinde beyan etmiş olmak, Türkiye'de yerleşik kişiler ise görünmeyen işlemler çerçevesinde bankalar ve özel finans kurumlarından döviz satın aldıklarını tevsik etmek kaydıyla 000 ABD Doları veya eşitini aşan miktarlardaki efektifi beraberlerinde yurtdışına serbestçe, çıkarabilirler." 11/6/2015 tarihli ve 29383 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 14/4/2015 tarihli ve 2015/7603 sayılı kararı ile 32 sayılı kararın ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:"f) 000 Avro veya eşitini aşan efektifin yurt dışına çıkarılması Bakanlıkça belirlenecek esaslar dahilinde yapılır." Hazine Müsteşarlığının Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı karara ilişkin 2008/32-34 sayılı Tebliğ'in maddesine 30/12/2015 tarihli ve 29578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan tebliğ ile şu fıkralar eklenmiştir:"(2) Yolcu beraberi yapılan 000 Avro veya eşitini aşan döviz çıkışlarında gümrük idarelerine Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından yayımlanan nakit beyan formu ile beyanda bulunulur. (3) Yolcu beraberi yapılan 000 Avro veya eşitini aşan döviz çıkışlarında beyanda bulunulmaması veya yanlış ya da yanıltıcı beyanda bulunulduğunun tespiti halinde söz konusu değerler gümrük idaresince muhafaza altına alınır ve durum şüpheli kabul edilerek Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına bildirilir. Ayrıca, gümrük idarelerince Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca işlem yapılabilmesini teminen Cumhuriyet Savcılıklarına bildirimde bulunulur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Para alacaklarının değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/2267, 21/12/2017, §§ 39-43; Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 25-31; Vildan Utku Atalay, B. No: 2015/4812, 7/2/2019, §§ 25-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/78974
Başvuru yurt dışına döviz çıkarmaya teşebbüs kabahatinden ötürü verilen idari para cezasının iptaline rağmen peşin olarak ödenen tutarın faizinin ve kur kaybının ödenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 16/7/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 21/12/2018 tarihinde sona ermiştir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7203
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir internet haber sitesinde yayımlanan haberde kullanılan ifadelerin halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama suçunu oluşturduğu gerekçesiyle yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanması nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kaos GL Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Dernek) 2005 yılından bu yana Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğüne kayıtlı, tüzel kişiliği olan bir dernektir. Dernek; amacını kadın eş cinseller ile erkek eş cinsellerin özgürlükçü değerleri benimsemelerine, eş cinsel varoluşlarını gerçekleştirme ve kendilerini yetiştirerek toplumsal barış, huzur ve refahın gelişmesine bireysel, toplumsal, kültürel hayat ve davranışlarıyla katkıda bulunabilmelerine destek olma şeklinde belirlemiştir. 27/11/2017 tarihinde yeniakit.com isimli internet haber sitesinde "Sapkınları AB Besliyor" başlıklı, H.S. imzalı bir haber yayımlanmıştır. Anılan internet sitesinde hâlâ yer alan söz konusu haber şu şekildedir:"AB ve Alman Vakıfları’nın beslediği sapkın homolar iyice azıttı.Sapkınlar Üniversitelere El AttılarBatı’nın fonladığı ve ülkemizi karıştırmak için maşa niyetine kullandığı LGBTİ’li sapkınlar şimdi de üniversitelerde kulüp çatısı altında bir araya gelerek sapkınlıklarını yaymanın peşindeler. Türkiye’nin saygın eğitim kurumlarından olan Boğaziçi Üniversitesi’nde Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks (LGBTİ) Çalışmaları Kulübü adıyla bir araya gelen ahlaksızlar, hastalıklarını ülkemizin geleceği olan genç dimağlara da bulaştırmak istiyorlar. Müslümanların en kutsal zaman dilimi olan Ramazan ayında sözde onur yürüyüşü düzenleyerek toplumun sinir uçlarıyla oynayan, ahlaksızlıklarının propagandasını yapmak için LGBTİ film festivali düzenlemek isteyen sapkın homoların üniversitelerde de örgütlenmeye başlaması tehlikenin boyutlarını gözler önüne serdi. Sapkınların 6 Aralık’ta Boğaziçi Üniversitesi Uçaksavar Kampüsü’nde Kürvivor adı altında her türlü sapkınlığa zemin hazırlayan bir etkinlik düzenleyecek olması da hedeflerine ulaştıklarını kanıtlar nitelikte. En son ODTÜ’de yapılmak istenen korsan LGBTİ film gösterimi Rektör [K.nin] yerinde müdahalesiyle engellenmişti. Şimdi gözler Boğaziçi Üniversitesi yönetiminin söz konusu rezaleti yasaklayıp yasaklamayacağına çevrildi.Homolar Türkiye'de Nasıl Taban BuluyorAhlaksızlığı yaşam biçimi haline getiren homolar ise Batı’dan büyük bir destek görüyor. Gazetemiz Akit daha önce bir çok defa bu konuyu gündeme getirmiş ve ahlaksızların Alman Vakıfları’nın fonlarıyla beslendiğini deşifre etmişti. Geçtiğimiz günlerde ise Ankara’da düzenlenmek istenen fakat valilik kararıyla yasaklanan Alman LGBTİ Film Gösterimi Günleri’nin de Almanya Büyükelçiliği’nin desteğiyle gerçekleştiğini kamuoyuna Akit duyurmuştu. LGBTİ’lilerin önceki hafta Mardin’de düzenleyecekleri 'Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik Projesi' temalı provokatif etkinliğin de Avrupa Birliği Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Avrupa Aracı’nın (DİHAA) fonu ile gerçekleştirileceğini gazetemiz okuyucularıyla paylaşmıştı.Akit, Liselere Dahi Sızdıklarını YazmıştıAkit 31 Mart’ta yayımladığı 'Robert Kolejinde sapkınlık' başlıklı haberinde homoseksüelliğin lise düzeyinde meşru gösterilmeye çalışıldığını deşifre etmişti. Söz konusu haberde şu ifadelere yer verilmişti: 'Eşcinsellik hastalığını topluma normal bir insani durum gibi yansıtan sapkınlar korosuna Amerikan Robert Koleji de katıldı...'" 2/12/2017 tarihinde ise yeniakit.com isimli internet haber sitesinde "Bu Sapkınlığa Kim Dur Diyecek" başlıklı, yine H.S. imzalı bir haber daha yayımlanmıştır. Anılan internet sitesinde hâlâ yer alan söz konusu haber şu şekildedir:"Sapkınların çatı kuruluşu KAOS GL’nin LGBTİ’lerin İnsan Haklarının İzleme, Raporlama ve Sistem Geliştirilmesi Projesi için Soros’tan destek alıyor.Ülkemizin baş belaları sapkın homoları, George Soros’un başında olduğu [A.T.] Vakfı'nın desteklediği ortaya çıktı. Sapkınların çatı kuruluşu KAOS GL’nin LGBTİ’lerin İnsan Haklarının İzleme, Raporlama ve Sistem Geliştirilmesi Projesi için Soros’tan destek alıyor.Ülkemizde sürekli olarak provokatif faaliyetleri düzenleyerek genel ahlak yapımızı ifsad eden sapkın homoların en büyük finansörünün George Soros’un başında bulunduğu [A.T.] Vakfı olduğu ortaya çıktı. Sapkınların sözde haklarını korumak kılıfı adı altında toplumun sinir uçlarıyla oynayan KAOS GL, Ramazan ayında Onur Yürüyüşü düzenlemek isteyen Mersin 7 Renk, trans evi rezaletiyle ahlaksızlıklarını meşru hale getirmeye çalışan İstanbul LGBTİ, gayri ahlaki yaşam tarzlarını sosyal hayata dayatmaya çalışan SPod, Pembe Hayat, Kırmızı Şemsiye ve Hak Eşitlik Varoluş İçin LGBTİ Derneği isimli sapkın oluşumların Soros’un kirli paralarıyla ayakta durduğu öğrenildi.Paralar Soros'tan'Alışın her yerdeyiz' sloganıyla sapkınlıklarını Müslüman Anadolu milletine dayatmak isteyen, en kutsal zaman dilimimiz olan Ramazan ayında 'Onur Yürüyüşü' adı altında toplumumuzu provoke etmeye çalışan, hak ve özgürlük arayışı adı altında üniversitelere hatta liselere kadar sızan sapkın homoların finansörü, dünyanın baş belası George Soros’un [A.T.] Vakfı olması şaşırtmadı. Faaliyet gösterdikleri her ülkede yıkıcı marjinal grupları destekleyerek iç savaşın fitilini ateşleyen, renkli devrimler dönemini açarak milli irade düşmanlığı yapan, bölücü gruplara verdiği destekle bilinen Soros’un başında bulunduğu [A.T.] Vakfı homoların neredeyse bütün faaliyetlerine finansör olmuş. Ülkemizdeki bütün sapkın oluşumların çatı kuruluşu olarak bilinen KAOS GL’nin LGBTİ’lerin İnsan Haklarının İzleme, Raporlama ve Sistem Geliştirilmesi Projesi’ne büyük oranda destek olmuş. Müslümanların en kutsal zaman dilimi Ramazan ayında onur yürüyüşü düzenlemek isteyerek toplumu provoke etmeye çalışan Mersin 7 Renk adlı ahlaksızlar güruhunun Akdeniz LGBTİ Hakları Buluşmalarına maddi olarak destek vermiş.Bütün Homoları Desteklemişİstanbul’da açtıkları trans evi rezaletiyle gayri ahlaki yaşam tarzlarını rahatça yaşamaya başlayan İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği de Saros’un kirli paralarından payını fazlasıyla almış. Sapkınlara yönelik ayrımcılık yapıldığı iddiasıyla faaliyet gösteren ve ahlaksızlığın meşru hale gelmesi için her türlü kirli çabayı sergileyen Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği ise (SPoD) Belediye Eşitlik Endeksi adlı projeyi kan ve gözyaşı baronunun parasıyla gerçekleştirmiş. Saldırgan ve gayri ahlaki davranışlarıyla toplumumuzda büyük bir huzursuzluğa sebebiyet veren travestilere yönelik çalışmalarıyla bilinen Pembe Hayat ise Pembe Hayat Kuirfest ahlaksızlığını Soros’tan aldıkları paralarla gerçekleştirmiş. Açlıktan ve soğuktan ölen mülteci çocuklarını görmeyen ölüm baronu Soros, mültecilerin ahlaksızlaşması için çalışan Hak Eşitlik Varoluş İçin LGBTİ Derneği’nin LGBTi Mülteci Elkitabı adlı projesine binlerce lira destekte bulunmuş. Soros’un [A.T.] Vakfı, Kırmızı Şemsiye adlı sapkınlar örgütünün Şiddet Mağduru Trans Kadınların Korunma/Destek Mekanizmalarına Erişimlerinin Güçlendirilmesi Projesi’ne de büyük oranda destek olmuş." Başvurucu, Küçükçekmece Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurarak anılan haberleri yapan H.S. ile sorumlu yazı işleri müdürü (gazeteciler) hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama suçundan kamu davası açılması talebinde bulunmuştur. Gazeteciler, Başsavcılığa verdikleri yazılı beyanlarında şikâyete konu haberde geçen ifadelerin somut olgulara dayanan ve eleştiri sınırlarını aşmayan ifadeler olduğunu, haberde cinsel yönelim farklılığının Batılı devletler ve uluslararası kuruluşlar eliyle Türk toplumu içinde normalleştirilmeye çalışılmasının eleştirildiğini ifade etmiştir. Gazeteciler savunmalarında; kimsenin doğuştan eş cinsel olmadığını, eş cinselliğin sonradan kişinin tercihi ile ortaya çıktığını, soruşturmaya konu haberin de eş cinselliğin toplumda normalleştirilmesinin yol açacağı sorunlara dair eleştiriler içerdiğini ileri sürmüştür. Eş cinselliğin bizatihi varlığının geleneksel toplum yapısına yöneltilmiş ciddi ve ağır bir eleştiri olduğunu belirterek geleneksel toplum yapısının devamını destekleyen kişilerin de buna karşılık eş cinselliği eleştirmelerinin doğal olduğunu iddia etmiştir. Bu nedenle haberin güncel, kamu yararına ilişkin olduğu, kullanılan ifadelerin eleştiri sınırlarını aşmadığı iddiasıyla ifade ve basın özgürlüğü kapsamında kalması gerektiğini ileri sürmüştür. Başsavcılık 5/4/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun oluşabilmesi için halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edilmesinin yeterli olmadığını, bunun kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikeyi de ortaya çıkarması gerektiğini vurgulamıştır. Anılan suçun somut tehlike suçu olduğunu belirterek suçun oluşması için şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahriklerin varlığı şartının arandığını ifade etmiştir. Sonuç olarak Başsavcılık; şikâyete konu haberin açıklanış şekliyle konusu arasında düşünsel bir bağ bulunan, değer yargılarının sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirildiği yorum ve eleştirilerden ibaret olduğu, bu hâliyle ifade ve basın özgürlükleri kapsamında düşünce açıklama ve bilgi verme hakkı içinde kaldığı kanaatine ulaşmıştır. Başvurucu; anılan karara itirazında haberde kullanılan "sapkın homolar" ve "sapkınların çatı kuruluşu Kaos GL" şeklindeki ifadelerin haber yorum amacı ile mi yoksa aşağılama amacı ile mi kullanıldığının derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi gerektiğini, ayrıca halkın bir kesimini aşağılama suçunun oluşması için açık ve yakın bir tehlikenin varlığı şartının aranmayacağını ileri sürmüştür. Başvurucu Dernek ayrıca şikâyete konu eylemin hakaret suçunu oluşturup oluşturmayacağına dair bir araştırma yapılmadığını belirterek takipsizlik kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İtirazı inceleyen Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği itiraz edilen kararın dayandığı gerekçelerin soruşturmanın kapsamına, usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Ret kararı 22/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı bir karar için bkz. Mehmet Aytaç, B. No: 2017/26514, 11/2/2021, §§ 14-
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20035
Başvuru, bir internet haber sitesinde yayımlanan haberde kullanılan ifadelerin halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama suçunu oluşturduğu gerekçesiyle yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanması nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kararına karşı açılan davada verilen yürütmenin durdurulması isteminin incelenmeksizin reddine ilişkin karar nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/4/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, polis memuru olarak görev yapmaktayken 8/7/2018 tarihli ve 30472 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 701 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (701 sayılı KHK) ekli 1 sayılı listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, kamu görevinden çıkarılma işlemine karşı 18019549 başvuru numarası ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 15/10/2019 tarihinde başvuruyu reddetmiştir. Kararda başvurucunun üst amirinin 26/1/2018 tarihli değerlendirmesinde Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasıyla (PDY) kuvvetli irtibat ve iltisakı bulunduğu yönünde görüş belirttiği ifade edilmiştir. Başvurucunun Samanyolu Yayın Grubu kanallarının Digiturk platformundan çıkarılmasını gerekçe göstererek Digiturk aboneliğini 8/10/2015 tarihinde iptal ettirdiği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra başvurucunun FETÖ/PDY'nin örgüt arşivine göre emniyet teşkilatı içinde örgütün mahrem yapılanmasında yer aldığı vurgulanmıştır. Bu tespitlerden hareketle başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu sonucuna varılmıştır. Komisyon kararı başvurucuya 6/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, İçişleri Bakanlığına karşı 20/1/2020 tarihinde Komisyon kararının iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, herhangi bir disiplin sürecine dayanmadan ve savunma hakkı tanınmadan doğrudan kamu görevinden çıkarılmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiş, anılan durumun masumiyet karinesine aykırı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, tesis edilen işlem ile mahkeme kararı olmaksızın terör örgütü üyesi olarak ilan edildiğinden yakınmıştır. Örgüt tarafından hukuka aykırı olarak kişisel verilerinin kaydedildiğini, bu kayıtlara dayanılarak tesis edilen işlemin sebep unsuru bakımından sakat olduğunu ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi 24/1/2020 tarihinde yürütmenin durdurulması isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi ile 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesine yer verildikten sonra yürütmenin durdurulması isteminin esasının incelenmesine olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 14/2/2020 tarihinde itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 2/3/2020 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararda, 6755 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmediği belirtilerek uyuşmazlık konusu olaya uygulanacak olan maddenin yürürlükte olduğu ifade edilmiştir. Anılan karar başvurucuya 14/4/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "Yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştayda veya idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz. (Değişik: 2/7/2012 - 6352/57 md.) Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. (Ek cümle: 21/2/2014-6526/17 md.) Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz. Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. ...... Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlar;... idare ve vergi mahkemeleri ile tek hakim tarafından verilen kararlara karşı bölge idare mahkemesine, ... kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler, dosyanın kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir." 6755 sayılı Kanun'un "Yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:" Olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında alınan kararlar ve yapılan işlemler nedeniyle açılan davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13908
Başvuru, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kararına karşı açılan davada verilen yürütmenin durdurulması isteminin incelenmeksizin reddine ilişkin karar nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında maruz kalınan kötü muameleden doğan zararların karşılanmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu başvurucu 5/9/2011 tarihinde İstanbul Kasımpaşa Askerî Hastanesi Emniyet Hizmet Birlik Komutanlığında askerlik hizmetine başlamıştır. Başvurucu, zorunlu askerlik vazifesini er olarak yaptığı sırada Şubat 2012 başında üstleri tarafından darbedilerek dalağının alınmasına yol açacak derecede yaralandığını ileri sürmüştür. Başvurucunun babasının 7/3/2012 tarihinde suç ihbarında bulunması üzerine ceza soruşturması başlatılmış, 2/5/2013 tarihinde ise tam yargı davası açılmıştır.A. Ceza Soruşturması Süreci Başvurucunun yaralanması konusunda Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından yürütülen soruşturma sonucunda27/11/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara karşı Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru sonucunda etkili soruşturma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere kararın Askerî Savcılığa gönderilmesine karar verilmiştir (ceza soruşturmasına ilişkin olay ve olgular için bkz. Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016, §§ 9-30).B. İhlal Kararından Sonra Ceza Soruşturması Süreci İhlal kararından sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) yeniden soruşturma başlatılmıştır. Savcılık, iddia edilen darp ile başvurucunun dalağının yaralanması arasında illiyet bağı olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan rapor almıştır. 26/12/2016 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:"...kişi hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerin incelenmesinde kişinin uğradığı iddia olunan darp olayı tarihinde bir sağlık kuruluşuna başvurmadığı, söz konusu yaralanması ile ilgili tıbbi belge düzenlenmediği, ayrıca uğradığı iddia olunan darp olayı ile dalak yırtılması arasında geçen süreçte (yaklaşık 3 hafta) de kişinin karın ağrısı şikayeti ile bir sağlık kuruluşuna başvurmadığı ve her hangi bir tıbbi görüntüleme yapılmadığı anlaşıldığı cihetle, dalak yırtılması ile 3 hafta kadar önce uğradığı iddia olunan darp olayı arasında illiyet bağı kurmaya yeter ölçüde tıbbi delil bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur." Savcılık; bu rapora dayanarak ve tanıkların olayın şakalaşma amacıyla meydana geldiğini ifade ettiklerini, suç işleme kastıyla hareket edildiğine dair yeterli delil bulunmadığını belirterek 4/7/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 6/10/2017 tarihinde kabul edilerek karar kaldırılmıştır. Kararda, mağdurun hastaneye ilk kaldırıldığında darbedildiğini beyan etmemesinin kendisini baskı altında hissetmesinden kaynaklanabileceğine işaret edilmiştir. Savcılık 13/2/2018 tarihinde şüpheli H.İ. hakkında işkence suçundan kamu davası açmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir: “…Bu itibarla dosyada mevcut müşteki Sinan Işık'ın iddiaları ve şüphelinin beyanları, tanık anlatımları, aşamalardaki tıbbi raporlar ve tüm evrak kapsamından, Dz. Sıh.Onb. olan şüpheli [H.İ.nin] askeri gazinoda müştekiyi diğer askerlerin de bulunduğu bir ortamda kelepçe ile kalorifer peteğine bağlayıp omuz ve karın bölgesine vurarak darp eyleminde bulunduğu, bu olaydan yaklaşık 3 hafta kadar sonra müştekinin dalağının travmaya bağlı olarak gelişen dalak yırtılması sebebiyle alındığı, tanıklarca sözü edilen olayın şakadan ibaret olduğu belirtilmiş ise de söz konusu tanıkların asker olduklarından ifadelerini verirlerken yönlendirebilmiş de olabilecekleri, ayrıca mağdurun eylemin şaka olduğunu kabul etmediği, bu itibarla tıbbi kanıtlar yanında tanıkların beyanlarının da mahkemece değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmıştır.Olay tarihi itibarıyla müşteki ve şüphelinin askerlik görevlerini ifa etmekte oldukları, bu sebeple şüphelinin darp suçu yönünden eyleminin 1632 S. Askeri Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında kalabileceği anlaşılmasına karşın şüphelinin iddia olunan eylemi işleyiş biçimi, müştekiyi kelepçeledikten sonra kendisini darp etmesi ve bunun sonucunda da müştekinin dalağının alınmış oluşu dikkate alındığında eylemin işkence suçu kapsamında değerlendirilebileceği sonucuna varılmıştır.…” İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin baktığı dava 17/9/2019 tarihinde sonuçlanmıştır. Asta müessir fiil suçundan 10 ay hapis ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın gerekçesi henüz yazılmadığından kesinleşmemiştir. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu 14/2/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığından (MSB) olayla ilgili maddi ve manevi tazminat talep etmiştir. MSB başvurucunun talebine cevap vermemiştir. Başvurucu bunun üzerine 2/5/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde tam yargı davası açmıştır. Denizli Devlet Hastanesinin 21/5/2013 tarihli özürlü sağlık kurulu raporunda, splenektomi (ameliyatla dalağın alınması) ve travma sonrası stres bozukluğu saptanan hastanın %37 oranında vücut fonksiyon kaybı bulunduğu bildirilmiştir. AYİM’in Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisinden (GATA) aldırdığı 11/7/2014 tarihli raporun ilgili kısımları şöyledir: “…GATA Genel Cerrahi AD Başkanlığının 2014 tarihli raporunda, yapılan incelemede GATA Haydarpaşa Eğitim Hast. Genel Cerrahi kliniğinin 2012/190 tarihli ameliyat raporu ve 2012/B013522Û12 tarihli patoloji raporuna istinaden hastaya yapılan “splenektomi” ameliyatının dış etkiler sebebiyle meydana geldiğinin değerlendirildiği kayıtlıdır.Splenektomi ameliyatı yapılmasına neden olan olayın; Yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLDUĞU. Vücutta kemik kırık ve çıkığına neden OLMADIĞI,… Dalağın anatomik kaybının organlardan birinin işlevinin YİTİMİ niteliğinde OLDUĞU,… …tespit edilen "splenektomi'nin 11 Ekim 2008 tarih ve 27021 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğinden yararlanılarak ve mesleği bildirilmemekle meslek grup numarası grup (1) alınarak … yaşına (21) göre (E Cetveli) %14,3 (yüzde ondört virgül üç) oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı, Kişiye ait 2012 tarihli ameliyat notunda, batında 1500-2000 cc hemorajik vasıfta mayi saptandığı, dalakta hilusa uzanan grade 3-4 laserasyon olduğu ve splenektomi yapıldığı, 2012 tarihli patoloji raporunda; 186 gr olan splenektomi materyali kesitlerinde özellik izlenmediği, normal histolojik görünüm tespit edildiği, 2014 tarihli hematoloji konsültasyonunda; kişide splenektomi gerektirecek ve aynı zamanda kanama bozukluğu veya travma sonrası kanamaya yatkınlık oluşturabilecek primer hematopatoloji saptanmadığı bildirildiği dikkate alındığında;a. Kişide splenektomi (ameliyatla dalağın alınması)'ye neden olan rahatsızlığının bünyesel bir hastalıktan dolayı meydana geldiğinin tıbbi delillerinin OLMADIĞI,b. Splenektomiye neden olan batın içi kanama ve dalak laserasyonunun, künt travma sonucu tıbben husulünün mümkün OLDUĞU,c. Bu hususun_askerlik hizmeti yeya Askeri Savcılığın KYOK kararında belirtilen olaya bağlı olup olmadığının adli soruşturma ile belirlenebileceği kanaatini bildirir rapordur.” 5/11/2014 tarihinde dava oyçokluğuyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Dava dilekçesinde davacı vekili tazminat istemini aynı birlikte görevli başka bir personelin davacıyı darp etmesi sebebiyle davacının dalağının parçalanması sonucunda oluşan sakatlığa dayandırmaktadır. Davacı vekilinin iddia ettiği darp olayı ile ilgili olarak Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığınca yapılan soruşturma esnasında ifadesine başvurulan tanıkların hiçbirisinin davacı vekilinin iddialarını doğrulamadığı, iddia edilen olay Şubat 2012 ayının başında meydana gelmesine rağmen davacının rahatsızlığının olaydan yaklaşık olarak 20 gün sonraki bir tarih olan 24 Şubat 2012 tarihinde meydana geldiği, davacıyı muayene ve ameliyat eden doktorların tümünün bahse konu rahatsızlığın bir travma sonucu oluştuğu kanaatinde olmaları sebebiyle, davacıya ısrarla sormalarına rağmen davacının her defasında başından herhangi bir darp ve cebir olayının geçmediği şeklinde cevap verdiğini beyan ettikleri, yine aynı doktorların bu seviyede bir travma sonucu oluşan rahatsızlığın birkaç saat içinde hastanın dalağının alınmasını gerektireceğini, bu sürenin en fazla 12 saate kadar uzayabileceğini beyan ettikleri, oysa ki iddia edilen olayın dalak yaralanması olayından yaklaşık olarak 20-25 gün önce meydana geldiği, tüm bu sebeplerle soruşturma sonucunda Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığının 27 Kasım 2012 gün ve 2012/90 Karar sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, dolayısıyla dava konusu olayda davalı idarenin tazmin sorumluluğunu doğuracak hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğunu gerektiren bir durumun söz konusu olmadığı bu nedenle maddi ve manevi tazminat istemli davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır...." Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme istemi 3/6/2015 tarihinde aynı Dairece kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. 29/6/2015 tarihinde tebliğ edilen ret kararına karşı 27/7/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Mevzuat 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasının bir arada yürütülmesiMadde 131- Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez.Memurun ceza kanununa göre mahkûm olması veya olmaması halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olamaz.160 sayılı Devlet Personel Dairesi Kurulması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde sayılan kuruluşlarda çalışan personel hakkında; görevden doğan veya görevi sırasında işledikleri suçlarla kişisel suçları sebebiyle Cumhuriyet savcıları veya askeri savcılar veya sorgu hakimlikleri veya Memurun Muhakematı hakkında Kanun uyarınca yetkili kurullarca yapılan soruşturma sonunda düzenlenen takipsizlik, meni muhakeme, iddianame, talepname veya lüzumu muhakeme karar suretleri ile ilgili mahkemelerce verilen kesinleşmiş karar suretleri bu personelin bağlı olduğu bakanlık veya kurum veya kuruluşa gönderilir.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “ Ceza hukuku ile ilişkisindeMadde 74- Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Utku Kalı (2), B. No: 2014/1358, 12/1/2017, § B. Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 2/11/1999 tarihli ve E.1999/1746, K.1999/5376 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:  “İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucumu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.…Dava konusu olayda tazmini istenen zarar işkence sonucu ölüm nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre ölümün işkence nedeniyle meydana gelip, gelmediğinin, işkence eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip, gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır....” Danıştay Beşinci Dairesinin 11/10/2017 tarihli ve E.2016/16018, K.2017/21064 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “…Öte yandan; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde, "Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması disiplin kovuşturmasını geciktiremez. Memurun ceza kanununa göre mahkum olması veya olmaması halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olamaz." hükmü yer almaktadır.Yasa'nın anılan hükmü bağlamında ceza mahkemesi kararlarının disiplin cezalarına etkisinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Disiplin cezasının sebebini oluşturan eylem ve davranışlar, aynı zamanda ceza kanununda da suç sayılabilir. Bu durumda, disiplin cezası yaptırımı ile birlikte ceza yaptırımı da uygulanabilir. Bu iki yaptırım türünün hukuki dayanağı, amaç ve sonuçları birbirlerinden farklıdır. Ceza yargılamasında suçun niteliği ve delillerin takdirinde uygulanan ilke ve kurallar ile disiplin hukuku açısından uygulanan ilke ve kurallar birbirinden farklı olduğundan, idarenin, kamu görevlisi hakkında disiplin cezası vermemesi, ceza mahkemelerince ceza verilmesine hukuki engel oluşturmayacağı gibi, aynı şekilde, ceza yargılaması sonucu beraat kararı verilmiş olmasının da, kuramsal olarak, disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmeyeceği açıktır.Ancak; ceza yargılaması neticesinde suçun unsurlarının oluşmadığı ya da suçun o kişi tarafından işlenmediği gerekçesiyle verilen beraat kararının, disiplin cezası bakımından da sadece birebir aynı suç nev'i bakımından etkili olacağı, başka bir ifadeyle, ceza yargılamasındaki beraat kararının konusunu teşkil eden suç, disiplin hukuku yönünden de aynı suç kapsamında değerlendirilerek disiplin cezası verilemeyebileceği kuşkusuzdur.Öte yandan, ceza yargılaması neticesinde suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle ya da delil yetersizliğinden dolayı beraat eden memurun eylem, tutum ve davranışlarının başka bir disiplin suçu kapsamına girmesi halinde, disiplin hukuku yönünden başka bir disiplin cezası ile cezalandırılmasına hukuki bir engel bulunmamaktadır.Bir memura isnat olunan disiplin cezasına konu fiillerin, Türk Ceza Kanunu mucibince de cezalandırılmasının gerekli olması durumunda, disiplin cezası hakkında karar verilmesi için mevcut deliller yeterli görülmeyerek ceza mahkemesi kararına ihtiyaç duyulduğu kanaati hasıl olmuşsa, disiplin cezasına konu fiilin hukuki denetiminden önce ceza mahkemesi kararının kesinleşmesinin beklenmesi gerekir.…”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12734
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında maruz kalınan kötü muameleden doğan zararların karşılanmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; doçentlik müracaatının, kamu görevinden ihraç edilme gerekçe gösterilerek iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların yaşandığı tarihte Akdeniz Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde yardımcı doçent olan başvurucu, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığına (Kurul) hitaben yazdığı dilekçe ile Nisan 2016 döneminde doçentlik başvurusu yapmıştır. Doçentlik müracaatına ilişkin olağan süreç işlemekteyken başvurucu, 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Kurulun 30/11/2016 tarihli işlemi uyarınca; başvurucunun, kamu görevinden çıkarılmış olması nedeniyle 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 683 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (683 sayılı KHK) maddesi kapsamında doçentlik başvurusu iptal edilmiştir [olağanüstü hâl (OHAL) ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 47-66]. Başvurucu, OHAL döneminin sona ermesini gerekçe göstererek doçentlik müracaatının yeniden değerlendirilmesi talebiyle 15/1/2019 tarihinde Kurula başvuruda bulunmuştur. Anılan başvuruya yönelik olarak Kurul Genel Sekreterliği tarafından 25/2/2019 tarihinde başvurucunun talebi ile ilgili yapılabilecek bir işlem bulunmadığı yönünde cevap verilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 19/4/2019 tarihinde OHAL döneminin sona ermesi nedeniyle değişen hukuki durum gözetilerek doçentlik başvurusunun sonuçlandırılması talebiyle Kurula tekrar başvurmuştur. Kurul Genel Sekreterliği 28/5/2019 tarihinde, başvurucunun doçentlik müracaatının 683 sayılı KHK uyarınca iptal edildiği, başvurucunun talebi ile ilgili yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı cevabını vermiştir. Başvurucunun, Kurulun 28/5/2019 tarihli işleminin iptali amacıyla 18/7/2019 Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davanın 26/12/2019 tarihinde reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun doçentlik müracaatının 683 sayılı KHK uyarınca bağlı yetki çerçevesinde iptal edildiği, dava konu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, anılan Mahkeme kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire), 11/3/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusuna konu edilen kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğunu ifade etmiş ve istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 27/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 28/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapılması sonrasında 11/11/2020 tarihli ve 7256 sayılı Kanun'un maddesiyle, 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Kanun ile kanunlaşan 23/1/2017 tarihli ve 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye bir madde eklenmiştir. Söz konusu düzenleme ile OHAL kapsamında kabul edilen ve daha sonra kanunlaşan kanun hükmünde kararnamelerde yer alan ilave tedbirlere karşı bir başvuru yolu getirilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/14629
Başvuru, doçentlik müracaatının, kamu görevinden ihraç edilme gerekçe gösterilerek iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, iddianame esas alınarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilme ve bu işleme karşı açılan davanın aynı gerekçe ile reddedilmesi nedenleriyle masumiyet karinesinin; ayırma işlemi sırasında savunma alınmaması, ilgili mevzuatın uygulanmaması, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısından dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması ve kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir kanun yolunun bulunmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir Başvuru 27/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 14/3/2014 tarihine kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) subay olarak görev yapmıştır. Başvurucu görev yapmakta iken 2013 yılında işlediği iddia olunan ihaleye fesat karıştırma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında Gölcük Cumhuriyet Savcılığınca 6/11/2013 tarihli iddianame düzenlenerek dava açılmış olup Gölcük Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/273 esas sayılı dosyasında yargılama devam etmektedir. Anılan iddianamede ileri sürülen hususlara ilişkin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığınca başvurucu ile ilgili olarak TSK'dan ayırma süreci başlatılıp başvurucunun durumu aynı Komutanlık bünyesindeki komisyonda incelenerek sicil yolu ile TSK'dan ayırma işlemi yapılmasının uygun olacağı hususu komutanın onayına sunulmuştur. Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından bu kararın tasvip görmesi üzerine Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanı'nca "Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir" sicil belgesi düzenlenmiştir. İlgili silsile takip edilerek nihayetinde 14/3/2014 tarihinde başvurucunun TSK'dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, ayırma işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 17/3/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun yürürlüğe girmiş olmakla birlikte dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibarıyla 6413 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen yönetmeliğin henüz yürürlüğe girmediğinden aynı Kanun'un geçici maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 50/c maddesinin uygulanmasına devam edilmesinin yasal bir zorunluluk olduğunu ve buna göre başvurucu hakkındaki ayırma işleminin anılan 50/c maddesi ve Subay Sicil Yönetmeliği'nin ve maddeleri uyarınca tesis edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Kararda dava konusu işlemin yetki ve şekil unsurları yönünden hukuka uygun bulunduğu da açıklandıktan sonra başvurucu hakkında bir mahkeme kararı olmadığı için suçluluğunun sabit olmadığı yönündeki iddiası incelenmiş ve şöyle denilmiştir: "...; davacı hakkındaki Gölcük Cumhuriyet Başsavcılığının 2013 tarihli iddianamesinde teknik ve fiziki takip, kolluk fezlekesi ve iletişim tespit kayıtları ve buna ilişkin tapeler, bilirkişi raporları şeklinde sözü edilen ayrıntılı deliller çerçevesinde gerek davacıya isnad edilen eylemlerin davacıdan sadır olduğu gerekse bu eylemlerin (tipiklik bakımından isnad edilen suçları oluşturup oluşturmadığı hususuna ilişkin ceza yargılamasından bağımsız olarak) disiplin hukuku ilkelerine göre değerlendirilmesi sonucunda niteliği ve niceliği itibariyle vahim olduğu yönündeki davalı idare değerlendirmesinin olgulara uygun olduğu; bu itibarla sözü edilen eylemlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinın disiplin ve ahlak anlayışına açıkça ters düştüğü ve TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği; bu bağlamda davacının statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, sonuç olarak, davacı hakkında Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50/c ve Subay Sicil Yönetmeliğinin 91 ve 92'nci maddeleri uyarınca tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif ölçütlerle, hizmet gereklerine uygun, kamu yararı-birey yararı dengesi gözetilerek ve ölçülü bir şekilde kullanıldığı, dolayısıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucunun karar düzeltme istemi AYİM Birinci Dairesinin 15/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 5/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/2/2013 tarihli ve Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6413 sayılı Kanun'un "Geçiş dönemi" kenar başlıklı geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"(4) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kurulu bulunan disiplin mahkemeleri, 49 uncu maddede öngörülen yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar disiplin kurulu olarak bu Kanun hükümlerine göre faaliyetlerine devam eder. Söz konusu yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar 926 sayılı Kanunun, bu Kanunun 45 inci maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." 926 sayılı Kanun'un olayda uygulanan mülga maddesinin birinci fıkrasının(c) bendi şöyledir:"c) Disiplinsizlik veya ahlaki durum sebebiyle ayırma:Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı subay sicil yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır." Anayasa Mahkemesi, 6413 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasının (bkz. § 12) iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu üzerine anılan düzenlemeyi Anayasa'ya aykırı bulmamış ve istemi reddetmiştir. Mahkemenin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/24, K.2014/122 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"İtiraz konusu kural, Kanun’un maddesi gereğince Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken çıkarılacak olan yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar, Kanun’un maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan, disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle silahlı kuvvetlerden ayırma cezasını düzenleyen hükümlerin uygulanmasına devam olunacağını düzenlemektedir....İtiraz konusu kural ile getirilen düzenleme, esasları belirlenmiş, çerçevesi çizilmiş, sınırları kanun koyucu tarafından düzenlenmiş olan Kanun hükmünün yürürlüğe gireceği zamanın belirlenmesine ilişkindir. Kaldı ki bu durum, yeni kanunun uygulanma şekli için çıkarılması mecburi olan yönetmeliğin hazırlanmasının belli bir süre almasından kaynaklanmaktadır. Burada her ne kadar yönetmeliğin yayımlanmasının belirli bir süreye bağlanmadığı ve bu durumun belirsizlik oluşturacağı ileri sürülebilecek ise de yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar olan dönemde bir boşluk söz konusu olmayıp hem önceki dönemde hem de sonraki dönemde kişiler için uygulanacak olan düzenlemeler kanun ile yapılmış düzenlemelerdir. Kanun koyucunun, geçiş döneminde diğer hükümleri henüz yürürlükten kaldırmadığı dolayısıyla iradesini bu şekilde koruduğu gerçeği göz önüne alındığında yasama yetkisinin devrinden ve belirsizlikten söz edilemez.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın ve maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." "Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yerleşik içtihadı uyarınca, Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B.No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz, bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler Mahkemenin yeniden inceleme alanına girmez. AİHM, bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır; dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna ((No.2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).b. Masumiyet Karinesine İlişkin İçtihat Sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği ön yargısıyla hareket etmemesini ifade eden ve Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesi, birinci fıkrada teminat altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından biridir (Minelli/İsviçre, B. No: 8660/79, 25/3/1983,§ 27). Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği cezai sorumluluğun bulunmadığını tespit eden kararına uygun hareket etmelidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya [GK], B. No: 9295/81, 6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38). Ayrıntılı AİHM içtihatları için bakınız (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, §§ 18-30).c. Disiplin Cezalarına İlişkin İçtihat AİHM devlet ile kamu görevlileri arasındaki anlaşmazlıklarda Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının uygulanabilirliği hakkındaki içtihadını Vilho Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya ([BD], B. No: 63235/00, 19/4/2007) kararında ortaya koymuştur. AİHM, bu kararında ilke olarak kamu görevlileri ile ilgili uyuşmazlıkların adil yargılanma hakkı kapsamında ele alınabileceğini kabul etmektedir. Ancak devlete özel bir güven ve sadakat bağı ile bağlı olan kamu görevlileri (asker, polis vb.) açısından konuyu ayrı değerlendirmektedir. Bu çerçevede kamu görevlileri ile devlet arasındaki uyuşmazlıkların adil yargılanma hakkının kapsamı dışında tutulabilmesi için şu iki koşulun birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. İlk olarak devlet, söz konusu uyuşmazlığa ilişkin iç hukukunda mahkemeye başvuru hakkını tanımamış olmalıdır. İkinci olarak bu yoksun bırakma devletin menfaatiyle ilgili objektif sebeplerle haklı kılınmalıdır (Vilho Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya, § 62). Diğer taraftan AİHM disiplin hukukunun kapsamına giren bir suçtan dolayı meslekten ihraç kararlarına karşı yapılan başvurularda, olayın Sözleşme'nin maddesinin medeni haklar kapsamında incelenebileceğini kabul etmektedir. AİHM, meslekten çıkarmayla ilgili soruşturmanın olayın kendine özgü koşulları altında “bir suç isnadının karara bağlanmasını içermediği”ni, dolayısıyla maddenin cezai yönü bakımından uygulanamayacağını belirtmektedir (Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No:21722/11, 9/1/2013, §§ 92-95) Ayrıca AİHM içtihatlarına göre “medeni hak ve yükümlükler”le ilgili uyuşmazlıklara karar veren bir yargısal organ maddenin birinci fıkrası gereklerini bazı açılardan yerine getirmese bile bu organ önündeki yargılamalar sonradan tam yargı yetkisine sahip ve maddenin birinci fıkrasındaki güvenceleri sağlayan yargısal bir organın denetimine tabi olursa Sözleşme ihlal edilmemiş olabilir (Albert And Le Compte/Belçika [GK], B. No: 7299/75, 7496/76,10/2/1983, § 29). Memurluk görevinden çıkarma disiplin cezasının uygulanması sırasında Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) önünde savunma yapılamamasına ilişkin şikâyet daha önce AİHM önüne taşınmıştır. Melek Sima Yılmaz/Türkiye, B. No: 37829/05, 30/9/2008 kararına konu olayda başvurucu; YDK’nın kendisini 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasında yer alan yazılı veya sözlü olarak kendisi veya temsilcisi vasıtasıyla savunma yapmak, şahit dinletmek, soruşturma raporunu incelemek gibi haklar konusunda bilgilendirmediği için bu tür hakları olduğundan haberi olmadığını, bu nedenle YDK önünde savunma hakkına saygı gösterilmediğini iddia etmiştir. AİHM,başvurucunun YDK tarafından verilen görevden alınma kararına yasal yollarla itiraz etme imkânı bulduğunu ve savunma hakkının çiğnendiği iddiasını idari mahkemelerin önüne götürebildiğini tespit etmiştir. AİHM söz konusu idari davada esas itibarıyla ilgili tüm belge ve bilgilerin ilgili şahsa sunulduğu, disiplin dosyasında yer alan tutanaklar da dâhil olmak üzere karşı tarafın bütün argümanlarına itiraz etme şansı bulabildiği hususlarına da dikkat çekerek başvurucunun bu şikâyetleri yönünden adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (Melek Sima Yılmaz / Türkiye, §§ 26-28).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16727
Başvuru, iddianame esas alınarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilme ve bu işleme karşı açılan davanın aynı gerekçe ile reddedilmesi nedenleriyle masumiyet karinesinin; ayırma işlemi sırasında savunma alınmaması, ilgili mevzuatın uygulanmaması, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısından dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması ve kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir kanun yolunun bulunmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir I
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Ateş Seyhan ÇELİK!in 22/6/2011 tarihinde tutuklanmasıyla, başvurucu Murat DEMİR'in 23/6/2011 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, Yargıtay bozma kararı sonrası 14/1/2020 tarihinde mahkemece verilen beraat kararının temyiz edilmemesi üzerine kesinleşmesiyle sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7427
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ıslah talebinin zamanaşımı gerekçe gösterilerek reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 16/10/2001 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde K.Y., U. Grup Müh. Boya İzolasyon İnş. Tic. Ltd. Şti. (U. Ltd. Şti.) ve Hast. Özel Sağlık Hiz. A.Ş. ( A.Ş.) aleyhine açtığı davada; A.Ş.ye ait hastane inşaatında çalışmak için gezdiği ve inceleme yaptığı sırada hiçbir güvenlik önlemi alınmamış olması nedeniyle asansör boşluğundan düşmek suretiyle yaralandığını ileri sürerek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmiştir. Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi 27/1/2003 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Antalya İş Mahkemesine göndermiş, Antalya İş Mahkemesinin (Mahkeme) kurulmasından sonra anılan Mahkemenin 2012/13 Esas numarasına kaydı yapılan dosyada yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucunun şikâyeti üzerine Antalya Asliye Ceza Mahkemesinde K.Y. ve G. aleyhine açılan kamu davasında yapılan yargılamanın sonunda başvurucunun taksirle yaralanması suçuna ilişkin olarak 7,5 yıllık uzamış zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle sanıklar hakkında düşme kararı verilmiştir. Başvurucunun 9/2/2010 tarihinde K.Y., U. Ltd. Şti. ve A.Ş. ile Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine kazanın iş kazası olduğunun tespiti talebiyle Antalya İş Mahkemesinde açtığı davanın önce reddine karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma kararı sonrası yapılan yargılama sonunda, 10/10/2013 tarihinde kazanın iş kazası olduğunun tespitine karar verilmiş; hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/2/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Mahkeme tarafından alınan ve kusur oranlarının tespit edildiği 27/5/2009 tarihli rapora göre davalıların inşaat alanında gerekli güvenlik önlemlerini almamaları nedeniyle toplam %80 oranında, davalı alt işveren U. Ltd. Şti.nin %50, asıl işveren A.Ş.nin %25, K.Y.nin %5, başvurucunun ise %20 oranında kusurlu olduğu tespit edilmiştir. SGK'nın 12/8/2015 tarihli sürekli iş göremezlik derecesi tespitine ilişkin sağlık kurulu kararında, başvurucunun meslekte kazanma gücü kaybının %73 olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 22/7/2016 tarihinde aktüerya bilirkişi raporu, tarafların itirazı üzerine de 26/5/2017 tarihli ek rapor almış; başvurucunun gerçek zararının 928,99 TL olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 28/11/2017 tarihinde ıslah dilekçesi vererek tazminat talebini artırmıştır. Mahkeme; olayda gelişen bir durumun veya müstakbel bir zararın söz konusu olmadığı, Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinin 3/10/2003 tarihli raporundan başvurucuda devamlı uzuv zaafı olduğunun tespit edildiğinin anlaşıldığı, dolayısıyla iş kazasının gerçekleştiği 18/10/2000 tarihinden itibaren zamanaşımı süresinin başlatılması gerektiği, Adli Tıp Kurumu raporunun tarihi esas alınsa dahi ıslah tarihi olan 28/11/2017'ye kadar zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle maddi tazminata ilişkin davanın kısmen kabulüne, 000 TL maddi tazminatın kaza tarihi olan 18/10/2000'den itibaren yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine, manevi tazminata ilişkin talebin kabulüne, 000 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiştir. İstinaf talebi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi davalıların istinaf taleplerinin reddine, başvurucunun istinaf talebinin kabulüne karar vermiştir. İstinaf Mahkemesi; zamanaşımının failin ve zararın öğrenildiği tarihten başladığı, başvurucunun sürekli iş göremezlik oranının SGK'nın tespit süreci nedeniyle 12/8/2015 tarihinde belirlenmiş olmasının sonucu değiştirmeyeceği, somut olayda 28/11/2017 tarihli ıslah dilekçesinin davalılar K.Y. ve U. Ltd. Şti.ne tebliğ edildiği, 13/12/2017 tarihinde zamanaşımı definde bulundukları için anılan davalılar yönünden fazlaya ilişkin maddi tazminat talebinin reddine; davalı A.Ş. vekilinin herhangi bir zamanaşımı definde bulunmadığı dikkate alınarak anılan davalı yönünden maddi tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. İstinaf Mahkemesi bu gerekçelerle mahkeme kararının kaldırılmasına, 000 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, davalılar K.Y. ve U. Ltd. Şti. yönünden fazlaya ilişkin tazminat talebinin reddine, 928,99 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalı A.Ş.den tahsiline; 000 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 1/10/2009 tarihli kararla manevi tazminata yönelik temyiz taleplerinin miktar yönünden kesin olduğu için reddine, maddi tazminata yönelik İstinaf Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun talebi ile Antalya İcra Dairesinin 2019/444 Esas sayılı dosyasında başlatılan icra takibi üzerine 15/1/2019 tarihinde davalılara ilama dayalı icra emri gönderilmiştir. Antalya İcra Dairesinin kapatılması üzerine Antalya Genel İcra Dairesinin 2020/37817 sayılı dosyasında takibin devam ettiği, mahkeme kararıyla hüküm altına alınan alacakların henüz tamamıyla tahsil edilemediği, ödemeden aciz vesikası da düzenlenmediği anlaşılmıştır. Başvurucu 30/10/2019 tarihinde Yargıtay kararını öğrenmiş ve 29/11/2019 tarihinde başvuru yapmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39635
Başvuru, ıslah talebinin zamanaşımı gerekçe gösterilerek reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat isteğiyle aleyhe açılan davada taşınmazların tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulması ve bu tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi ve gerçekleşen kazada sorumluluğun bulunmadığının dikkate alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı 20/5/1999 tarihinde A.Z.Ü. adlı şahsa ait trafo yerine takılmak üzere kaldırıldığı sırada başvurucuya ait vincin kırılması sonucunda trafo altında kalan A.K. vefat etmiş, Y.P. ise yaralanmıştır. Meydana gelen ölüm ve yaralanma olayında kusurlu olduğu tespit edilen, aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler aleyhine kamu davası açılmıştır. Niğde Ağır Ceza Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonucunda başvurucunun tedbirsizlik ve dikkatsizlikle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin de hayati tehlike arz edecek şekilde yaralanmasına neden olma suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş ve hükmü ertelemiştir. Hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/12/2006 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci 20/5/1999 tarihli iş kazasında yaralanan Y.P. 8/9/2000 havale tarihli dilekçesiyle, meydana gelen iş kazası neticesinde sürekli şekilde malul kaldığı iddiasıyla aralarında başvurucunun da bulunduğu sorumlular hakkında maddi ve manevi tazminat isteğiyle dava açmıştır. Y.P. dilekçesinde ayrıca başvurucu adına kayıtlı araç ve taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi için tedbir isteğinde de bulunmuştur. Niğde Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 8/9/2000 tarihli tensip zaptı ile ihtiyati tedbir talebini kabul ederek başvurucu adına kayıtlı bulunan 886 ada 9 parsel, 48 ada 48 parsel, 2817 ada 7, 8, 9, 11, 12 ve 17 parsel, 808 ada 7 parsel, 1646 ada 4, 5, 6, parsel, 1667 ada 5 parsel ve 688 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar ile 51 AY 124 ve 06 ETM 08 plakalı araçlara tedbir uygulamıştır. Bu arada aynı kazada hayatını kaybeden A.K.nın mirasçıları da aynı kişiler aleyhine maddi ve manevi tazminat isteğiyle dava açmış; her iki dava, aralarındaki hukuki ve fiilî bağlantı nedeniyle birleştirilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine 51 AY 124 plakalı araç ve 48 ada 48 parsel üzerindeki tedbir sırasıyla 29/6/2011 ve 7/9/2011 tarihinde kaldırılmıştır. Mahkeme 16/1/2013 tarihli kararla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Anılan kararda Y.P lehine hükmedilen 646,20 TL maddi tazminatın 000 TL'sinin başvurucu ile diğer davalılardan ve kalan miktarının davalılardan yalnızca A.Z.Ü.den tahsiline, A.K. mirasçıları lehine hükmedilen toplam 247 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ise bütün davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi davacılar arasında zorunlu ya da ihtiyari dava arkadaşlığı bulunmadığı hâlde her iki davanın birleştirilip yeterli bir araştırma ve inceleme yapılmadan karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Mahkeme bozma ilamına uyarak A.K.nın mirasçıları yönünden davayı tefrik etmiştir. 6/9/2014 tarihinde Y.P. yönünden yargılamaya son verilerek 16/1/2013 tarihli karar yeniden verilmiştir. Gerekçeli karar incelendiğinde daha önce verilen tedbir kararının devamına ya da ortadan kaldırılmasına yönelik herhangi bir ibarenin bulunmadığı saptanmıştır. Temyiz edilen hüküm 8/9/2015 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 14/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 10/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. İbrahim Geçer (B. No: 2014/19056, 19/2/2019, §§ 19-31) kararı.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17483
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat isteğiyle aleyhe açılan davada taşınmazların tapu kaydına ihtiyati tedbir şerhi konulması ve bu tedbirin uzun süre devam etmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi ve gerçekleşen kazada sorumluluğun bulunmadığının dikkate alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, 1948-1958 yılları arasında T. Emekli Sandığına bağlı olarak çalıştığı döneme ilişkin emekli ikramiyesini ödeme tarihindeki katsayılar üzerinden almak için açtığı dava, emekli olduğu tarihteki katsayılar üzerinden hesaplama yapılmak üzere kabul edilen başvurucunun, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının (SGK) eski katsayılar üzerinden hesaplama yapması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 18/3/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 9/9/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının görüş yazısı, 21/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Adalet Bakanlığının cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 2/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/8/1948 tarihinde T. Emekli Sandığına tabi olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde astsubay olarak göreve başlamış, bu görevinden 31/5/1958 tarihinde istifa ederek başka bir sosyal güvenlik kurumuna (SSK) tabi olarak çalışmaya başlamış ve SSK’dan emekliye ayrılmıştır. Anayasa Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K. 2009/17 sayılı kararı ile 2829 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan “Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve …” ibaresini Anayasa’nın ve maddelerine aykırı olduğundan bahisle iptal etmiştir. Başvurucu 12/2/2011 tarihli dilekçesiyle SGK’dan, Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı dönemler için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiş, SGK Başkanlığı başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme), reddedilen idari işlemin iptali ve bahse konu emekli ikramiyesinin ödeme tarihindeki memur maaş katsayısı üzerinden hesaplanarak kendisine ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme, 11/6/2012 tarihli ve E.2011/842, K.2012/1649 sayılı kararıyla “…6270 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemeye göre, son defa Emekli Sandığına tabi görevde bulunmakta iken emekliye ayrılma koşulu kaldırılmış ise de, Emekli Sandığına tabi görevden ayrılan herkese değil, eşitlik ilkesine uygun olarak sadece 1475 sayılı İş Kanunu’na göre kıdem tazminatına hak kazandıracak şekilde görevden ayrılanlara ikramiye ödenmesi imkanı getirilmiştir…1475 sayılı Kanun’un maddesinde kıdem tazminatına hak kazandıracak şekilde iş sözleşmesinin sona erme halleri sıralanmış iken 1999 tarihinde yürürlüğe giren 4447 sayılı Kanun’un maddesi ile, kıdem tazminatına hak kazandıracak şekilde sona erme hallerine bir de ‘’…yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılma nedeniyle fesih’’ durumu eklenmiştir… Davacının Emekli Sandığına tabi görevinden 1999 tarihinden önce kendi isteğiyle(istifa ederek) ayrıldığı sabit ve ihtilafsız olduğundan, 6270 sayılı Kanun’un atıfta bulunduğu 1475 sayılı Kanun’un maddesinde değişiklik yapan 4447 sayılı Kanun’un maddesinden yararlandırılmasına olanak bulunmadığı…’’ gerekçeleriyle davayı reddetmiştir. Söz konusu kararı itirazen inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu ise 28/12/2012 tarihli; E.2012/9958, K.2012/13039 sayılı kararıyla; “…6270 sayılı Yasa ile getirilen bu değişikliğin ancak yürürlük tarihinden sonraki uyuşmazlıklara uygulanacağı anlaşıldığından, bakılmakta olan davanın 6270 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesinde yürürlükte bulunan yasal düzenlemeye göre çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Belirtilen durum karşısında, 2829 sayılı Yasa’nın maddesinin fıkrasının ve 5434 sayılı Yasa’nın maddesinin 5997 sayılı Yasayla değişik hükmünün Anayasa Mahkemesi’nce verilen iptal kararlarından sonraki şekline göre, farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet süreleri birleştirilmek suretiyle 2829 sayılı Yasa’nın maddesi uyarınca ilgili kurumca aylık bağlanan ancak son defa Emekli Sandığına tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen süreler için emekli ikramiyesi ödemesi yapılmayan kişilere, belirtilen hizmet süreleri ve emekli aylıklarının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar gözetilerek 5434 sayılı Yasanın ilgili hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenmesi…” gerektiği gerekçesiyle itirazın kabulüne, kararın bozulmasına ve dava konusu işlemin iptali ile emekli aylığının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak hesaplanacak emekli ikramiyesi tutarının ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucunun mahkeme kararının uygulanması için verdiği 6/3/2012 tarihli dilekçe SGK Başkanlığına 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu kendi konumunda bulunanlara çalıştıkları dönemlerde geçerli katsayılar üzerinden hesaplanarak yapılan ödemeler ve basında çıkan haberler nedeniyle SGK’ya başvurusunun sonuçsuz kalacağı düşüncesiyle 18/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun’un “Emekli ikramiyesi” başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve kendilerine bu Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara, T. Emekli Sandığına tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen sürelerinin toplamı üzerinden, 5434 sayılı T. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir.” 16/6/2010 tarihli ve 5997 sayılı Bazı Kanunlarda ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesiyle değiştirilen 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  "Hizmet sürelerinin tamamı bu Kanun ve/veya 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamında geçenlerden emekli, adi malûllük veya vazife malûllüğü aylığı bağlanan veyahut toptan ödeme yapılan asker ve sivil tüm iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarların bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir. Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve kendilerine mülga 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara ise, bu Kanuna tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda prim veya kesenek ödemek suretiyle geçen hizmet sürelerinin toplamı üzerinden bu madde hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenir. Mülga 2829 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin bu maddeye aykırı hükümleri uygulanmaz." 17/1/2012 tarihli ve 6270 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile anılan madde aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir: “Hizmet sürelerinin tamamı bu Kanun ve/veya 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun geçici 4 üncü maddesi kapsamında geçenlerden emekli, adi malullük veya vazife malullüğü aylığı bağlanan veyahut toptan ödeme yapılan asker ve sivil tüm iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarın bir aylığı emekli ikramiyesi olarak verilir. Birinci fıkra kapsamına girmemekle birlikte, bu Kanun ve/veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamında hizmeti bulunanlardan mülga 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden emeklilik, yaşlılık ya da malullük aylığı bağlananlara ise; bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerine tabi olarak bu Kanuna tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda geçen çalışmalarının, 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesinde belirtilen kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak sona ermiş olması şartıyla emekli ikramiyesi ödenir. İkinci fıkra uyarınca ödenecek emekli ikramiyesi, bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamına giren görevlerde geçen her tam fiili hizmet yılı ile sınırlı olarak bu görevlerden ayrıldıkları tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık tutarı üzerinden ve aylığın başlangıç tarihindeki katsayılar dikkate alınarak ödenir. Mülga 2829 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile üçüncü fıkrasının son cümlesinin bu maddeye aykırı hükümleri uygulanmaz.” 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanun’un maddesi ile ilga 2829 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden, ilgililere; son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca, hizmet sürelerinin eşit olması halinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca, kendi mevzuatına göre aylık bağlanır ve ödenir. Ancak, malullük, ölüm, 5434 sayılı T. Emekli Sandığı Kanununa göre yaş haddinden re'sen emekli olma, süresi kanunla belirlenen vazifelere atanma veya seçilme ve bağlı oldukları kurumun kanunla değiştirilmesi hallerinde ilgililere hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca, kendi mevzuatına göre aylık bağlanır.” 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı Mülga İş Kanunu’nun yürürlükte bulunan maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:  İşveren tarafından bu Kanunun 17 nci maddesinin II numaralı bendinde gösterilen sebepler dışında,  İşçi tarafından bu Kanunun 16 ncı maddesi uyarınca,  Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyle,  Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla; Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır. …”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2166
Başvuru, 1948-1958 yılları arasında T. C. Emekli Sandığına bağlı olarak çalıştığı döneme ilişkin emekli ikramiyesini ödeme tarihindeki katsayılar üzerinden almak için açtığı dava, emekli olduğu tarihteki katsayılar üzerinden hesaplama yapılmak üzere kabul edilen başvurucunun, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının (SGK) eski katsayılar üzerinden hesaplama yapması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmasına gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 9/12/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliğince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme ve mala zarar verme suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/64 sayılı dosyasında yapılan yargılamada 19/12/2013 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu duruşmada başvurucu ve müdafii de hazır bulunmuştur.  Bu karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının itirazın reddine karar verilmesi yönündeki mütalaasını aldıktan sonra 31/12/2013 tarihli ve 2013/287 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 20/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkeme 17/1/2014 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tutukluluk durumunu gözden geçirmiş ve aynı gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 11/4/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.Başvurucu hakkındaki dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/90 sayılı dosyasında devam etmektedir. 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:" (1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2611
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) dini inançları nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğunu, 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddenin sağladığı haklardan yararlanmak üzere yaptığı başvurunun kabul edildiğini, ancak emsallerinden farklı olarak, kendisine statü dışında olduğu döneme ait aylık ve özlük haklarının ödenmesi yönünde yaptığı talebin reddedildiğini, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) tek dereceli ve son karar mercii olduğunu, subay sınıfından olan üyelerin seçim ve atanma usullerinin hâkimlik teminatı ve yargı bağımsızlığına aykırılık teşkil ettiğini, Mahkemenin kararlarına karşı itiraz ve temyiz yolunun bulunmadığını, karar düzeltme başvurusunun aynı heyetçe incelendiğini, bu talebin reddedilmesi halinde ayrıca para cezasına hükmedildiğini, bu nedenlerle Anayasa’nın , , , , , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, TSK bünyesinde subay statüsünde görev yapmakta iken, YAŞ kararı ile 5/11/1987 tarihinde resen emekli edilmiştir. Başvurucunun, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddeden yararlanma istemi ile Milli Savunma Bakanlığı’na yaptığı başvuru, 13/5/2011 tarihinde kabul edilmiştir. Başvurucu, 17/10/2011 tarihli dilekçesi ile anılan Bakanlıktan 5/11/1987 – 13/5/2011 tarihleri arasındaki sürelere ait aylıklar ile diğer mali haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. Söz konusu idarenin talebe cevap vermeyerek zımnen başvuruyu reddetmesi üzerine, başvurucu tarafından, işlemin iptali istemiyle AYİM’e dava açılmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi, 22/11/2012 tarih ve E.2012/1038, K.2012/2286 sayılı kararla, “… Geçici 32’nci madde ile getirilen haklar söz konusu kanun maddesi metninde ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Bununla birlikte madde, görev (statü) dışında geçirilen süreye ilişkin aylık ve diğer mali hakların ödenmesine yönelik bir düzenlemeyi içermemektedir. Bu konu yasama iradesine taalluk eden bir husus olduğundan, bunun eksik düzenleme olarak kabulünün mümkün olmadığı değerlendirilmiş, Anayasaya aykırılık iddiası ciddi görülmemiştir. YAŞ kararıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiği tarihten, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde hükümlerinden yararlandırılmasına karar verildiği tarihe kadar geçen döneme ilişkin aylık ve diğer mali haklarının ödenmesinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır...” gerekçesine yer vererek, yasal dayanaktan yoksun gördüğü davayı reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu, karar düzeltme isteminde bulunmuştur. AYİM Üçüncü Dairesi, 21/3/2013 tarih ve E.2013/376, K.2013/381 sayılı kararı ile istemi reddetmiş ve bu nedenle 203 TL para cezasının başvurucudan alınmasına karar vermiştir. Bu karar, başvurucuya 6/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu, 15/4/2013 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un geçici maddesi ve 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun , , , , , ve maddeleri.
Etkili başvuru hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2507
Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) dini inançları nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğunu, 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddenin sağladığı haklardan yararlanmak üzere yaptığı başvurunun kabul edildiğini, ancak emsallerinden farklı olarak, kendisine statü dışında olduğu döneme ait aylık ve özlük haklarının ödenmesi yönünde yaptığı talebin reddedildiğini, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) tek dereceli ve son karar mercii olduğunu, subay sınıfından olan üyelerin seçim ve atanma usullerinin hâkimlik teminatı ve yargı bağımsızlığına aykırılık teşkil ettiğini, Mahkemenin kararlarına karşı itiraz ve temyiz yolunun bulunmadığını, karar düzeltme başvurusunun aynı heyetçe incelendiğini, bu talebin reddedilmesi halinde ayrıca para cezasına hükmedildiğini, bu nedenlerle Anayasa’nın 2. , 10. , 17. , 19. , 20. , 24. , 25. , 26. , 36. , 38. ve 60. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, geçici görevlendirmeye son verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğü Yakın Koruma Amirliğinde polis memuru olarak görev yaparken Polis Amirleri Eğitim Merkezi Müdürlüğünde (Eğitim Merkezi) ilk derece amirlik eğitimi alması amacıyla geçici olarak görevlendirilmiştir. Başvurucu, anılan eğitimin sonunda yapılan üç aşamalı sınavda başarılı olması üzerine amir olarak atanmaya hak kazanmıştır. Eğitim Merkezi Yönetim Kurulunun 9/3/2017 tarihli kararı ile 16/7/2015 tarihli 29418 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Polis Akademisi Başkanlığı Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ç) bendine dayanılarak başvurucunun Eğitim Merkezi ile ilişiğinin kesilmesine karar verilmiştir. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğünce 10/3/2017 tarihinde başvurucunun Eğitim Merkezindeki geçici görevlendirmesine son verilmiştir. Başvurucu 6/7/2017 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde; somut bir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesilerek görevlendirilmesine son verildiğini, idarenin takdir hakkını kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda kullanmadığını ileri sürmüştür. İdarenin cevap dilekçesinde; KOM Daire Başkanlığınca yapılan çalışma sonucunda başvurucunun kardeşi hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğüne ilişkin bilgi verildiği belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu bilgi yazısı gereğince başvurucu hakkında idari soruşturma başlatıldığı ve Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığınca adli soruşturma yürütüldüğü ifade edilerek dava konu işlemin hukuka uygun olduğu vurgulanmıştır. Mahkemece 27/10/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçede; Yönetmelik'in maddesinin (1) numaralı fıkrasında bulunan "Haklarında meslekten veya memuriyetten çıkarma cezasını gerektirecek suçlardan dolayı adli veya idari soruşturma yapılıyor olmamak." şartı dikkate alındığında dava konusu işlemin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire), Mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle istinaf talebini 8/11/2018 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, temyiz talebinde bulunmuştur. Dilekçede; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usûlü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasında belli bir meslekten, kamu görevinden veya öğrencilik statüsünden çıkarılma sonucunu doğuran işlemlere karşı açılan iptal davaları için temyiz yolunun açık olduğu belirtilerek Dairenin hukuka aykırı olarak verdiği kararın bozulması talep edilmiştir. Dairenin 15/1/2019 tarihli ek kararı ile temyiz yolu kapalı olduğundan, temyiz isteminin incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Danıştay İkinci Dairesince (Danıştay) 13/6/2019 tarihinde Dairenin ek kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek temyiz talebinin kesin olarak reddine ve hükmün onanmasına karar verilmiştir. 8/11/2018 tarihli nihai karar, başvurucunun vekiline 31/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 21/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30047
Başvuru, geçici görevlendirmeye son verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6816
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/30577 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Halil Kaya, Ali İhsan Yılmaz, Abdullah Aydın, Fatime Kaya, Nuri Oduncu, İbrahim Öner, Hasan Oktay, sırasıyla 1937, 1973, 1971, 1937, 1964, 1955 ve 1949 doğumlu olup Batman'ın Gercüş ilçesinde ikamet etmektedirler. Başvurucuların Batman ili Gercüş ilçesi Pınarbaşı ve Bağlarbaşı mahallelerinde bulunan taşınmazlarının bir kısmı üzerinden kamulaştırma yapılmadan veya idari irtifak tesis edilmeksizin 1995 yılından itibaren farklı tarihlerde enerji nakil hattı geçirilmiş, ayrıca anılan kısma elektrik direği dikilmiştir. Başvurucular muhtelif tarihlerde Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) aleyhine Gercüş Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde; arsa vasfında olan taşınmazlarının değerli bir muhitte yer aldığını, taşınmazlarının enerji nakil hattının altında kalan kısmı yönünden tasarruf imkanlarının kısıtlandığını ifade etmişlerdir. Dilekçede, arsa vasfında olan taşınmazları üzerinde imar-inşa çalışmaları yapamadıklarını, taşınmazlarının değerinde ciddi anlamda değer düşüklüğü oluştuğunu, tazminat ödenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Davalı idare ise savunmasında, tazminata hükmedilmesi gerekiyorsa taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri dikkate alınarak dava tarihindeki değeri esas alınmak sureti ile tazminat miktarının belirlenmesini, işleyecek faize ise dava tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemece muhtelif tarihlerde olay yerlerinde bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. İnşaat, elektrik ve ziraat mühendisi üç bilirkişi tarafından hazırlanan raporlarda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye çalışılmıştır. Bilirkişi raporunda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:i. Emsal teşkil ettiği değerlendirilen taşınmazın daha gelişmiş ya da az gelişmiş bir mahallede bulunması, şehir merkezine daha yakın bir mesafede olması ve konut alanının içinde yer alması, emsal taşınmazın piyasada gördüğü rağbet ve satış kabiliyeti hususları dikkate alınarak başvurucuların taşınmazlarının değerinin emsal taşınmaza nazaran az ya da çok olduğu kanaati raporda açıklanmıştır. ii. Taşınmazların bir bölümü üzerinden enerji nakil hattının geçmesi nedeniyle bölgeye yaklaşımın kısıtlandığı, yüksek gerilimin meydana getirdiği manyetik alanın insan sağlığı ve elektronik aletlerin çalışmasını olumsuz yönde etkileyeceği belirtilmiştir.iii. Taşınmazların kullanım bütünlüğünün bozulması nedeniyle değer kaybı oluşacağı sonucuna ulaşılmıştır. iv. Sonuç olarak taşınmazlar ile emsallerinin birbirleriyle mukayeseleri ile bedelin tespitinde etkili olabilecek diğer objektif unsurlar (taşınmazların cinsi, nevi, yüz ölçümü, geometrik yapısı, kamulaştırma tarihinden önce yapılmış emsal satış bedelleri) göz önüne alınarak ödenmesi gereken tazminat miktarları belirlenmiştir. Mahkeme muhtelif tarihlerde davanın kabulü ile bilirkişi raporunu hükme esas alarak belirlenen maddi tazminatın davalı idareden alınarak irtifak hakkı tesis bedeli olarak başvuruculara ödenmesine, el atılan kısım üzerinde TEDAŞ Genel Müdürlüğü adına irtifak hakkı tesisine ve tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) muhtelif tarihlerde Mahkeme kararını onamıştır. Nihai kararlar başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş (GK), B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30577
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir gösteriyi takip etmek isteyen basın mensubuna kolluk görevlilerinin güç kullanarak müdahale etmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler 1989 doğumlu olan başvurucu, www.bianet.org adresi üzerinden internet haberciliği yapmakta olan Bağımsız İletişim Ağı isimli haber sitesi bünyesinde gazeteci olarak çalışmaktadır. Başvurucunun sarı basın kartı sahibi olduğuna ilişkin olarak dosyaya sunulmuş bir bilgi veya belge mevcut değildir. Başvurucu, Yüksek Öğretim Kurulunun (YÖK) kuruluş yıl dönümünü protesto etmek amacıyla düzenlenen yürüyüşü takip etmek üzere 6/11/2015 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi önüne gitmiştir. Başvurucunun iddiasına göre polis, yapılan gösteri sırasında öğrencilere müdahale etmiş; çekim yaptığı sırada basın görevlisi olduğunu bildirmesine rağmen kendisini ters kelepçeleyerek gözaltına almıştır. Başvurucu bir müddet kelepçeli bir şekilde bekletildikten sonra bırakıldığını ve hakkında herhangi bir ceza soruşturması başlatılmadığını belirtmektedir. Başvurucu 8/12/2015 tarihinde kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuş ve olay anına ilişkin kamera görüntülerini içeren bir kompakt diski (CD) dilekçe ekinde sunmuştur. Başvurucu, Başsavcılığa sunmuş olduğu CD'nin bir kopyasını da Anayasa Mahkemesine renkli üç fotoğraf çıktısıyla sunmuştur. Başvuruya konu olay sırasında çekildiği anlaşılan fotoğraflarda başvurucunun elinde kırmızı kurdeleye tutturulmuş sarı renkli bir kart bulunmaktadır. Aynı zamanda başvurucunun, elinde telsiz bulunan sivil kıyafetli bir şahıs tarafından el bileğinden tutulmak suretiyle götürüldüğü görülmektedir. Öte yandan başvurucunun göstericilerden ayırt edilmesini sağlayan, basın mensubu olduğunu gösteren yelek ve benzeri bir kıyafet giymediği de görüntülerden anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından sunulan ve soruşturma dosyasında bir tutanak ile çözümlenmiş bulunan CD'deki görüntülerin başvuruya konu olayları içerdiği ve başvurucu tarafından kaydedildiği görülmüştür. Yaklaşık sekiz dakika süren video kaydında dördüncü dakikadan sonra başvurucuya kolluk görevlileri tarafından müdahale edildiği anlaşılmaktadır. Müdahale anına kadar serbest bir şekilde görüntü kaydı alabilen başvurucu; yerde yatan bir göstericiye kolluk görevlileri tarafından yapılan müdahaleyi kayıt altına aldığı sırada sivil giyimli, yüzleri kamera açısında olmayan kişilerin engellemesine maruz kalmış ve tutularak müdahale noktasından uzaklaştırılmıştır. Kendisine yapılan müdahale sırasında başvurucunun gazeteci olduğunu yüksek sesle ifade etmesi üzerine başvurucuyu tutan görevliler kollarını gevşetmiş ve o sırada başvurucunun yanına gelen sivil giyimli bir başka görevli tarafından başvurucu "Hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size." şeklinde uyarılmıştır. Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla başvurucuyu uyaran görevli başvurucunun yanından uzaklaşmaya hazırlandığı sırada başvurucu, kollarının boşta kalmasını fırsat bilerek zemine doğru çekim yapan kamerasını görevlinin yüzüne doğrultmuştur. Kendisini uyaran kolluk görevlisinin yüzünü görüntülemesi sonrası ise -takipsizlik kararında da belirtildiği üzere- başvurucu gözaltına alınmıştır (bkz. § 23). Başvurucunun kendisine yapılan müdahale sırasında basın mensubu olduğunu defalarca yüksek sesli olarak dile getirdiği duyulmaktadır. Görüntü kayıtlarına göre başvurucu, yaklaşık dört dakika kelepçeli bir şekilde bekletildikten sonra kendi beyanına göre gözaltına alınan göstericilerin konulduğu araçta yer kalmaması nedeniyle araca bindirilememiş; kendisinin gazeteci olduğunu anlayan bir başka kolluk amiri tarafından serbest bırakılmıştır. B. Soruşturma İşlemleri Savcılık 11/12/2015 tarihinde başvurucunun şikâyet dilekçesini Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğüne göndererek olayla ilgili olarak başvurucunun ayrıntılı beyanının alınmasını istemiş, ardından 14/1/2016 tarihli müzekkere ile yazının bila ikmal iadesini istemiştir. Savcılık 4/2/2016 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesini almıştır. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:"...Kuruluş yıl dönümü nedeniyle 06/11/2015 tarihinde Beyazıt meydanında YÖK ün kuruluş yıl dönümü nedeniyle yapılan protesto eylemlerini takip için görevlendirilmiştim. Protestocu öğrencilerin Fen Fakültesi kapısından çıkacakları bilgisini vermesi üzerine o tarafa doğru yöneldiğimde, 50-60 kadar öğrencinin ellerinde pankart ile gösteri yaptıklarını gördüm. Polis, pankartın kaldırılmasını istedi, öğrenciler de pankartı kaldırdılar. Ancak daha sonra polisin pankartın kendilerine teslimini istemesi ve öğrencilerin de kabul etmemesi üzerine polis müdahalesi başladı. Ben o sırada Fen Fakültesinin ana giriş kapısının yanındaydım. Fotoğraf makinesi ile çekim yapıyordum. Polis ve öğrencilerin arkasındaydım. Görüntü almaya çalışırken bir polis tarafından iteklendim. Ben basından olduğumu söyleyerek yavaş olmaları konusunda tepki gösterdim. Bu sırada başka polislerde geldi, basın kartımı sordular, basından olduğumu gösteren kurum kartımı gösterdim, o sırada basından olduğumu gösteren kartım elimdeyken polis memurları beni itip kakmaya başladılar, daha sonra şikayet dilekçem ekinde fotoğrafını eklediğim ek2 olarak bildirdiğim fotoğraftaki sivil polis memuru gelerek 'bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bunu öğreteceğiz size, hiçbir şey eskisi gibi değil, bunu öğreneceksiniz' şeklinde sözler söyledi. Bu sözleri defalarca kez tekrar etti. Ben çekim yapmaya devam ederken aynı sivil giyimli polis memuru kollarımdan çekiştirerek göz altına almaya çalıştı. Göz altı aracının yanına götürdü. Yine polislere bana ters kelepçe takılmasını söyledi. Polislerde ters kelepçe yaptılar. Bütün bunlar olurken ben basından olduğumu defalarca söyledim. Hatta bu sırada kamera boynumda idi ve çekim yapıyor ancak yönüm yere doğru bakıyordu. hatta sivil giyimli polis memuru, beni göz altı aracının yanına götürdüğünde diğerlerine basın kartımı göstermediğimi, polislerin fotoğraflarını çekmeye devam ettiğimi, çantamı açmamı istediği halde açmadığımı söyledi. Oysa benden çantamı açmamı istemediler, basın kartımı da kendilerine istediklerinde göstermiştim. Hatta yine ek2 fotoğrafta basından olduğumu gösteren kurum kartım, sivil polis memuru tarafından götürülmekte iken elimde görülmektedir. Bu arada diğer polis memurları tarafından itilip kakılmak suretiyle darp edildim. Orada bulunan diğer basın mensupları, polislere benim basın mensubu olduğumu söylemeleri ve ısrarla bu durumu bildirmeleri üzerine polisler beni serbest bıraktılar. Ayrıca gözaltı aracının önünde polislerden biri basın kartımı çekip almak isterken, kartım bağlı olduğu ipten çıktı, kartım polis memurunun elinde kaldı. Bu kartı daha sonra polisler oradaki basın mensuplarına vermişler. Onlarda bana ilettiler. Gerek yukarıda belirttiğim dilekçem ekinde ek2 olarak gösterdiğim fotoğrafı bulunan ve bana yönelik tehdit ve yaralama eylemlerinde bulunan sivil polis memuru ile beni itip kakan, bu şekilde yaralanmama neden olan polis memurları hakkında şikayetçiyim...." Başsavcılık 14/3/2016 tarihinde Beyazıt Polis Merkezi Amirliğine başvurucu tarafından sunulan görüntüleri de ekleyerek müzekkere yazmış ve görüntülerdeki polislerin tespit edilerek zor kullanma yetkisini aşarak yaralama suçundan şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınmasını ve Olay Yeri Tutanağı'nın temin edilerek gönderilmesini istemiştir. Y.Ş., N. ve K.A. isimli polislerin kimlikleri kolluk tarafından tespit edilerek bu kişilerin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Y.Ş.nin 2/8/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya içerisinde şahsıma atfedilen suçlamaya konu olayın yaşandığı gün görev yaptığım güvenlik şube ekip arkadaşlarımla birlikte 6 Kasım YÖK'ün kuruluşunun protestosu için sol gruplara ait 100 civarında öğrencinin Edebiyat Fakültesi kapısı önünde toplandığı, eylem ve protesto yaparak trafiği kapatarak İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsüne doğru yürümek istemeleri üzerine alınan emniyet tedbirleri kapsamında olay yerinde görevliydik. Yetkili amirlerimizin talimatı doğrultusunda protestocu gruba müdahale edildiği esnada, Çevik kuvvet minibüsünün yanında bir bağırtı duydum. Genç bir bayan basın mensubu olduğunu söylemekte fakat kimliğini ve basın tanıtıcı kartını görevli arkadaşlara göstermemekte diretiyordu. Hemen yanımda olması dolayısıyla bende kendisine kimliğini göstermekten niye imtina ettiğini sordum. Bağırmaya çağırmaya devam ederek yine 'ben gazeteciyim' dedi. Kimliğini göstermemesi üzerine kendisine göz altı işlemi uygulayarak çevik kuvvet minibüsüne götürdük. Sonrasında başkaca basın mensuplarının gelmesi ve kendisinin de kimliğini göstermesi üzerine göz altı işlemi sonlandırılarak şahıs serbest bırakılmış. Dosya içerisinde bana gösterdiğiniz fotoğraflarda göreceğiniz üzere kendisinin tarafımca sürüklendiği doğru değildir. Sol elini tuttuğum ve elimde telsiz ve telefonum olduğu sabittir. O esnada şahsın diğer kolunu tutan başkaca bir arkadaş varsa da kargaşa esnasında görmedim. Dosya içerisinde CD içerisindeki görüntülerden sormuş olduğunuz 'hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Bunu öğreteceğiz size.' cümlesi ile tam olarak hatırlamamakla beraber, o dönem devletimizin üst düzey yetkilileri tarafından terör eylemlerine karşı duruşa yönelik kararlı söylemler ve olay yerinde bulunan grubunun elindeki pankartlar ve söylemlerle polisi ve devleti aşağılayıcı ve suçlayıcı söylemlerin bulunması dolayısıyla ortaya söylenmiş bir söz olduğunu düşünüyorum. Şahsa yönelik değildir. Zaten arkamı dönüp giderken söylemişim, o şahsı ne bu olay öncesinde ne de sonrasında görmüş değilim. Kendisi ile herhangi bir husumetim yoktur. (...) Ben kimseyi tehdit ve hakaret etme kastıyla hareket etmedim. Görevim gereği ve amirlerimin emirleri gereği gözaltı işlemi yaptım. Herhangi bir zor kullanmadım, yetkimi aşmadım. Sonrasında gözaltı işlemi sonlandırılmış. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum...." N.nin 15/8/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...06/11/2015 günü 6 Kasım YÖK' ün kuruluşunun protestosu için sol gruplara ait 100 kişi civarında öğrencinin Edebiyat Fakültesi kapısı önünde toplanacağı bilgisini almamız üzerine ekip arkadaşlarımla bahse konu yere geçtik. Yetkili amirlerimizin talimatı doğrultusunda protestocu gruba müdahale etmeye başladık. Güvenli bölge oluşturmak için koridor açmaya çalıştığımız esnada Çevik kuvvet otobüsünün olduğu yerde bir bağırtı duyduk ve o noktaya doğru hareket ettiğimizde sivil bir bayanın ben gazeteciyim diye bağırdığını duydum. Daha sonra kendisine basın kartının gösterilmesi istenildiğinde 'siz kimsiniz, kendi işinize bakın' diye cevap verdi. İsmini şuan polis merkezinde olay nedeniyle öğrendiğim Beyza Kural Yılancı isimli şahsın göz altına alınma sürecinde kendisine zor kullanma yetkimi aşarak yaralanmasına sebep olmadım. Kendisine kesinlikle fiziki müdahalede bulunmadım. Polis Memuru [Y.Ş.nin] Beyza Kural Yılancı'yı göz altı aracına doğru götürdüğü esnada şahsı darp ettiğini görmedim. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum...." K.A.nın 8/8/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...06/11/2015 günü 6 Kasım YÖK'ün kuruluşunun protestosu için sol gruplara ait 100 kişi civarında öğrencinin Edebiyat Fakültesi kapısı önünde toplanacağı bilgisini almamız üzerine ekip arkadaşlarımla bahse konu yere geçtik. Yetkili amirlerimizin talimatı doğrultusunda protestocu gruba müdahale etmeye başladık. Güvenli bölge oluşturmak için koridor açmaya çalıştığımız esnada Çevik kuvvet otobüsünün olduğu yerde bir bağırtı duyduk ve o noktaya doğru hareket ettiğimizde sivil bir bayanın ben gazeteciyim diye bağırdığını duydum. Daha sonra kendisine basın kartının gösterilmesi istenildiğinde 'siz kimsiniz, kendi işinize bakın' diye cevap verdi. ismini şuan polis merkezinde olay nedeniyle öğrendiğim Beyza Kural Yılancı isimli şahsın göz altına alınma sürecinde kendisine zor kullanma yetkimi aşarak yaralanmasına sebep olmadım. Polis Memuru [Y.Ş.nin] Beyza Kural Yılancı' yı göz altı aracına doğru götürdüğü esnada şahsı darp ettiğini görmedim. Zaten göz altı kayıtlarında bu şahsın ismi bulunmamaktadır. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum...." Başvurucunun Başsavcılığa sunmuş olduğu görüntüler kolluk tarafından 31/5/2016 tarihinde çözümlenmiş ve Görüntü İzleme Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"... (CD içerisindeki ; zamana/tarihe yönelik anlık veri taşımayan, yer olarak Vezneciler Otobüs Durakları İstanbul Üniversitesi Fen Kapısı önü mevki olduğu anlaşılan, gündüz ve açık havadaki 58 (dk/saniye) süren görüntülerde)00:45 Protestocu gruba yapılan 'dağılın' uyarısına, sloganlarla karşılık verildiği,01:49 'Katil Polis Üniversiteden Defol' sloganları atan grubu çevreleyen görevlilerin müdahale ve yakalama safhasına geçtiği,03:25 'yavaş yavaş basınım, bi saniye' (kadın sesi)04:27 'yavaş yavaş napıyosunuz ya' (kadın sesi)04:32 'basınım ben napıyosunuz, neden itiyosunuz' (kadın sesi)04:34 'ben neyim kabzımal mıyım' (erkek sesi)04:40 'basın kartını göster, ondan sonra ne yapıyosan yap' (erkek sesi) (mavi renk kot pantalonlu, kahverengi deri ayakkabılı, vücudunun alt kısmı görünen, yüzü görünmeyen erkek şahıs)04:46 'sana bişey söyleyeyim bak, hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreticez size' (erkek sesi) 04:53 (Bej renk montlu, pembe gömlekli, mavi renk kot pantalonlu, kahverengi deri ayakkabılı, kısa saçlı, hafif kirli sakallı erkek şahsın (şüpheli) 'hiçbir şey eski' deyip ve aniden geri dönüp, görüntü alan cihaza doğru eli ile müdahalede bulunduğu (görüntülerde zemin/yer)04:58 'imdat imdat' (kadın sesi)05:01 'basınım' (kadın sesi) (sloganlar — katil polis hesap verecek)05:32 'ısrarla polisin fotoğraflarını çekiyorsun, basın kartını göstermiyosun, kim olduğun belli değil, ne olduğun belli değil'(görüntülerde zemin/yer) (erkek sesi)05:40 'kelepçe var mı' (erkek sesi)05:45 'tamam sakin sakin' (kadın sesi)06:01 'basın kartımı elimden aldınız ama'(kadın sesi) (sloganlar — katil polis hesap verecek (görüntülerde zemin/yer)06:51 (bağırışmalar) (görüntülerde zemin/yer)08:18 'arkadaşlar basın kartımı aldılar elimden'(kadın sesi)08:56görüntüler sona erdi.08:58 bitti.Yukarıda yazılı bulunan görüntüler görüldü ve sesler duyuldu...." Sağlık Raporları Başvurucu, olay sonrası kendi imkânlarıyla Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine müracaat etmiştir. Hastane tarafından 6/11/2015 tarihli geçici rapor tanzim edilmiştir. Raporda sağ el parmak dorsalinde (sırt) 3x1 cm'lik ve 2x1 cm'lik iki kızarıklık, sol el sırtında 2x1 cm'lik 1 kızarıklık, her iki kolda hassasiyet saptandığı kayıtlıdır. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 15/12/2015 tarihli raporuyla tespit edilen bu yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum oluşturmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek ölçüde hafif olduğu, kemik kırığı tarif edilmediği bildirilmiştir. Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan Ceza Soruşturması Sonucunda Verilen Karar Başvurucunun iddiaları üzerine yapılan soruşturma sonucunda Başsavcılık 7/9/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun gazeteci olduğunun anlaşılması üzerine serbest bırakıldığı belirtilerek şikâyet edilen polis memurlarının zor kullanma yetki sınırını aşmadığı değerlendirmesi yapılmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Olay günü Yüksek Öğretim Kurumunu protesto etmek amacıyla İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi önünde toplanmış bir grup öğrencinin 'Katil devlet yıkacağız elbet- gençlik yıkılmayacak, saray ve Yök yıkılacak' ibareli iki pankart açtıkları, grubun 'Katil Polis, Üniversiteden Defol, Yök kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek, katil devlet hesap verecek' şeklinde sloganlar attıkları, grup içinde taşkınlık yapan göstericilere polis tarafından müdahale edildiği, bu esnada internet haberciliği yapan müşteki Beyza Kural Yılancı'ya şüpheli polis memurları [Y.Ş., N. ve K.A.] gözaltı işlemi uyguladığı, müştekinin gazeteci olduğunun anlaşılması üzerine serbest bırakıldığı.Müşteki yakalanışı sırasında polis tarafından darp edildiğini iddia ettiği, müştekinin adli tıp raporunda yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu, kolunda kızarıklık ve hassasiyet görüldüğü, soruşturma dosyası kapsamındaki olay tutanağı ve adli tıp raporu incelendiğinde kolluk kuvvetlerinin zor kullanma yetkisini aşmadıkları anlaşılmakla.Polis memuru şüpheliler [Y.Ş., N. ve K.A.] hakkında atılı suçun yasal unsurları oluşmadığından, K'nın Maddesince KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,..." Anılan karara başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 17/11/2016 tarihinde tebliğ edilen bu karardan sonra başvurucu 16/12/2016 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. Vedat Şorli ve Bilal Şorli, B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-67; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 24; Mehmet Baydan [GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018, §§ 25-B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin -mağdurların davranışlarından bağımsız olarak- işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleri görevlileriyle karşı karşıya kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada- kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini hatırlatmaktadır (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09,28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011 § 106). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin asgari ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktördür. Eldeki başvuruya benzer bir davada AİHM bir gazetecinin kendisine kötü muamele yapıldığı, bilgi alma ve verme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarını incelemiştir (Najafli/ Azerbaycan, B. No: 2594/07, 2/10/2012). Bahsi geçen başvuruda olaylar şu şekilde meydana gelmiştir: Bir gazeteci olan başvurucu, muhalif gruplar tarafından politik amaçlarla icra edilen izinsiz bir gösterinin muhabirliğini yaptığı sırada polis tarafından coplanarak darbedilmiştir. Darp olayı başvurucunun polislere kendisinin muhabir olduğunu söylemesine rağmen gösterinin dağıtılması sırasında cereyan etmiştir. Söz konusu olayların ardından başvurucuda kapalı kranyo-serebral travma, sarsıntı ve başın üst kısmında yumuşak doku hasarı gibi kayda değer yaralanmalar olduğu rapor edilmiştir. Başvurucudaki söz konusu yaralanmaların nasıl meydana geldiğini tespit etmek için bir ceza soruşturması açılmış ancak soruşturma yaralanmaların sorumlusu olan polis görevlilerinin kimliklerinin tespit edilememesi nedeniyle ertelenmiştir (aynı kararda bkz. §§ 11-21). AİHM ilk olarak kötü muamele iddiasını incelemiştir. AİHM'in olayın esasına ilişkin değerlendirmeleri şu şekildedir: Başvurucu, gösterinin dağıtılması sırasında polis görevlilerinin copları ile darbedildiğini varsaymak için yeterli derecede güçlü ve tutarlı deliller sunmuş; buna karşın hükûmet bu varsayımı çürütecek ikna edici karineler ortaya koyamamıştır. Yaralanmaları gözönüne alındığında başvurucunun asgari şiddet seviyesine ulaşan bir dizi ciddi fiziksel ve ruhsal eziyete maruz kaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucuya yöneltilen şiddetin başvurucunun kendi davranışlarının sonucu ve kesinlikle gerekli olduğu gösterilememiştir. Başvurucu, polise karşı şiddet kullanmamış ya da başka bir tehdit oluşturmamıştır. Başvurucuya karşı güç kullanılmasına başka bir sebep de gösterilmemiştir. Bu yüzden başvurucuya karşı kullanılan gücün gereksiz, aşırı ve kabul edilemez olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Oybirliğiyle maddenin ihlal edildiği kanaatine varılmıştır (aynı kararda bkz. §§ 34-41). AİHM daha sonra kötü muamele şikâyetinin usule ilişkin yönünü değerlendirmiştir. AİHM'e göre başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturma maddenin gerekliliklerini karşılamamaktadır. Örneğin soruşturma işlemlerinde ciddi gecikmeler meydana gelmiş ve soruşturma yeterli bir çaba ile ele alınmamıştır. Ayrıca başvurucuya soruşturmaya etkili erişim imkânı sağlanmamış ve başvurucu soruşturmaya ilişkin işlemlerden zamanında haberdar edilmemiştir. Daha problemli olan yön ise soruşturmanın tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Başvurucunun darbedilmesinin sorumlularının tespit edilmesi görevi, suçu işlediği iddia edilen polis görevlilerinin bağlı olduğu otoriteye verilmiştir. Soruşturma, ilgili polislerin kimliklerinin tespit edilememesi gibi yetersiz gerekçelerle askıya alınmıştır. Son olarak başvurucu, polis memurlarının kimlikleri bilinemediği için hukuk davaları yoluyla etkin bir şekilde tazminat alma olanağından da mahrum bırakılmıştır. Ceza soruşturması bağımsız olmadığı ve etkisiz kaldığı için sorumlu polislerin kimliklerinin belirlenmesi hedefine ulaşılamamıştır. Dolayısıyla bir hukuk davasında davanın yöneltileceği kişilerin belirlenmesi başvurucu için aşılmaz bir güçlük olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak oybirliğiyle maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (aynı kararda bkz. §§ 45-56). Son olarak AİHM, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. AİHM ilk olarak basının kamusal meselelerle ilgili bilgi ve fikirleri yayma özgürlüğünün demokrasinin gelişimi için yaşamsal olan muhalif toplantıların ve gösterilerin haberleştirilmesi özgürlüğünü de içerdiğini ifade etmiştir. Buna karşın AİHM'e göre başvurucunun görevini yapması aşırı güç kullanımı ve fiziksel kötü muameleyle engellenmiştir. Başvurucu yaka kartı taktığı ve mesleğini açıkça söylediği için AİHM, polislerin başvurucunun muhabir olduğunu fark edemedikleri savunmasını kabul etmemiştir. Öte yandan polislerin başvurucunun muhabirlik görevini yapmasını engelleme niyetlerinin olmadığına dair hükûmetin iddiasını da kabul etmemiştir. AİHM'e göre burada önemli olan sadece işini yapmakta olan başvurucunun bir gazeteci olduğunu açıkça ortaya koymasına rağmen maddede öngörülen muameleye maruz kalmış olmasıdır. Bu nedenle başvurucunun maddede yer alan hakkına bir müdahalede bulunulmuştur. AİHM, hükûmet tarafından söz konusu müdahalenin ne meşru olduğunun ne de kanuni veya meşru bir amacı yerine getirmek için yapıldığının ikna edici bir şekilde gösterildiği sonucuna ulaşmıştır (aynı kararda bkz. §§ 64-70).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/78497
Başvuru, bir gösteriyi takip etmek isteyen basın mensubuna kolluk görevlilerinin güç kullanarak müdahale etmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, yargı mercilerince ceza infaz kurumu idaresinin işlemlerine yönelik şikâyetin esasının incelenmemesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kars T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne hitaben yazdığı 23/10/2019 tarihli dilekçesinde yemeklerin büyük karavanalarla gönderildiğini ancak tabak ve kaşık verilmediğini, bu nedenle anılan eşyaları kantinden parayla temin etmek zorunda kaldığını, maddi geliri olmadığı için bu eşyaların temininde zorlandığını belirtmiştir. Dilekçede ayrıca başvuru tarihine kadar bu eşyaların alımı için yapılan harcamaların hesaplanarak iade edilmesi ve kullanabilmesi için Ceza İnfaz Kurumu tarafından tabak ve kaşık verilmesi talep edilmiştir. Anılan dilekçenin (bkz. 2) üzerinde infaz ve koruma başmemuru tarafından yazılan "Kurum tarafından tabak ve kaşık verilmeyeceği, İaşe Yönetmeliğinde verileceğine dair bir ibarenin olmadığı hakkında bilgilendirildi" şeklinde imzalı havale bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 28/11/2019 tarihli dilekçesiyle ceza infaz kurumu idaresinin tabak ve kaşık temin etmemesi yönündeki uygulamasına karşı Kars İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu; şikâyet dilekçesinde ceza infaz kurumu idaresinin tabak ve kaşık gibi ihtiyaç maddelerini ücretsiz temin etmesini, ayrıca şikâyet tarihine kadar bu ihtiyaç maddelerine ödediği ücretlerin hesaplanarak tarafına iade edilmesini Hâkimlikten talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu müdürü Hâkimliğe hitaben 28/11/2019 tarihli üst yazısında 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in maddesinde her hükümlü için kantinden temin edilmek şartıyla bulundurulabilecek tabak ve kaşık gibi benzeri eşyaların özelliklerinin ve sayılarının belirlendiği ifade edilmiş olup ekte gönderilen dilekçede talep edilen eşyaların başvurucu tarafından kurum kantininden temin edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir. Hâkimlik 9/12/2019 tarihli kararıyla 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası gereğince başvuru dilekçesinin esasına girmeden ret kararı vermiştir. Ret kararının gerekçesinde; başvurucunun talebinin öncelikli olarak bulunduğu ceza infaz kurumunca değerlendirilerek talep hakkında hususi bir karar verilmesi gerektiği, verilen kararın başvurucuya tebliğinden itibaren yapılacak olan itirazların Hâkimlik tarafından değerlendirilebileceği belirtilmiştir. Hâkimlik kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Kars Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 17/1/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 22/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 18/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7333
Başvuru, yargı mercilerince ceza infaz kurumu idaresinin işlemlerine yönelik şikâyetin esasının incelenmemesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu görevlisinin açıkta kaldığı döneme ilişkin olarak maaş dışında kalan mali haklarının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açtığı davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh ve Sinir Hastalıkları Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktayken 25/7/2016 tarihinde açığa alınmış, 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) uyarınca kamu görevinden çıkarılmıştır. Göreve iade edilmesi talebiyle Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme (OHAL) Komisyonuna (Komisyon) yaptığı başvuru üzerine Komisyon kararı uyarınca 27/3/2019 tarihinde kamu görevine iade edilen başvurucu Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca (YÖK) Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesine öğretim üyesi olarak atanmış ve 28/5/2019 tarihinde buradaki görevine başlamıştır. Başvurucu 29/7/2019 tarihli dilekçesi ile Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğüne (İdare) başvuruda bulunarak kamu görevinden çıkarıldığı ve yeniden göreve başladığı tarihler arasında kalan döneme ilişkin olarak maaş ve hak kazandığı diğer mali haklarının (performans ücreti, ders ücreti) yasal faiziyle birlikte tarafına ödenmesini talep etmiştir. İdare 8/8/2019 tarihinde başvurucunun belirtmiş olduğu banka hesabına 690,16 TL meblağı geriye dönük maaş ödemesi açıklamasıyla yatırmıştır. Başvurucu, maaş dışında kalan mali haklarının ödenmesi talebiyle İdareye 6/11/2019 tarihli dilekçe ile bir kez daha başvurmuş ancak bu başvurusuna herhangi bir cevap alamadığını belirtmiştir. Başvurucu açıkta geçen döneme ilişkin olarak maaş dışında kalan mali haklarının ödenmesi talebinin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ve mali haklarının ödenmesine karar verilmesi talebiyle 22/11/2019 tarihinde Muğla İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme davayı 26/11/2019 tarihli kararla süre aşımı yönünden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, İdarenin 8/8/2019 tarihinde yaptığı ve sadece maaş tutarına ilişkin olan ödeme üzerine başvurucu tarafından isteminin idarece karşılanmadığının anlaşılması/öğrenilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu kabulden hareketle Mahkeme, maaşın yasal faizi ve ilave ücretlere yönelik uyuşmazlığa ilişkin dava açma süresinin bu öğrenme ile başlayacağını vurgulayarak öğrenme tarihinden itibaren altmış gün içerisinde dava açılmadığından davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenmesine imkân bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, Mahkemenin davanın süre aşımı yönünden reddine dair kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf başvurusunu inceleyen İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 25/2/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 26/3/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 21/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13947
Başvuru, kamu görevlisinin açıkta kaldığı döneme ilişkin olarak maaş dışında kalan mali haklarının ödenmesine karar verilmesi talebiyle açtığı davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 8/1/2013 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi iddiasıyla 21/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17979
Başvuru, destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Mardin Büyükşehir Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Mardin Valiliği OHAL bürosu tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu Belediyeye bildirilmiştir. İşveren tarafından güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 13/10/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 13/11/2017 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 14/12/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda Mardin Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü yazısında yer alan başvurucunun 1980 ve 1993 yıllarında PKK terör örgütü adına birtakım suçlar işlediği, bu suçlardan yakalandığı veya gözaltına alındığı şeklindeki bilgilere yer verilmiştir. İşverenin başvurucunun terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu yönündeki şüphesinin devam ettiği, bu şüphenin işveren ile başvurucu arasındaki güven ilişkisini zedelediği, feshin geçerli sebebe dayandığı vurgulanmıştır. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (İstinaf Mahkemesi) 16/1/2020 tarihinde, Mahkemece taraf teşkili sağlanmadan karar verildiğini belirterek istinaf başvurusunun kabulüne karar vermiştir. Mahkeme 30/11/2020 tarihinde istinaf kararındaki eksiklikleri gidererek daha önceki kararındaki aynı gerekçelerle davanın yeniden reddine karar vermiştir. İstinaf Mahkemesi 11/6/2021 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda, mahkeme kararında belirtilen Emniyet Müdürlüğü yazısında yer alan başvurucunun PKK terör örgütü ile ilgili 1980-1993 yılları arasında gerçekleştirildiği anlaşılan eylemlerine yer verilmiştir. Kararda ayrıca Mardin Valiliği OHAL bürosu tarafından gönderilen yazıda başvurucunun 1996 yılında PKK terör örgütünün dağ kadrosunda yakalanarak tutuklandığı, başvurucu hakkındaki bu bilgilerin adli sicil ve arşiv kayıtlarında yer almadığı ifade edilmiştir. İstinaf Mahkemesinin 11/6/2021 tarihli kararında başvurucu hakkında elde edilen bilgilerin yer aldığı kısım şöyledir: "Buna göre, Mardin İl Emniyet Müdürlüğünce, davacının PKK terör örgütü üyesi olmak, örgüte adam sokmak için teşvikte bulunmak, eylem yapmak suçlarından yakalanarak 1980-1981 yıllarında muhtelif zamanlarda yakalanarak Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığına sevk edildiği; kimliği meçhul şahıslar ile Mardin Ticaret Lisesi'ne giderek yasadışı PKK terör örgütü adına örgütün adını ve manevi cebir kullanarak para toplamak istedikleri, ancak amaçlarına ulaşamayınca tehditte bulundukları tespit edilen şahıslardan olduğu, dosya firarisi iken yakalanarak gözaltına alındığı; ilimizde PKK terör örgütü adına faaliyet gösteren şahıslara yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda örgüte yardım ve yataklık etmek, maddi ve manevi destek sağlamak ve örgüt ile ilişki içinde bulunmak suçlarından yakalanarak gözaltına alındığı; illegal PKK terör örgütü üyesi olmak, örgüt adına bölücü ve yıkıcı faaliyetlerde bulunmak, örgütün Mardin sorumluluğunu yapmak, örgütün elemanlarına yataklık yapmak suçlarından yakalanarak gözaltına alındığı, tutuklanarak Diyarbakır Askeri Cezaevine gönderildiği; yasadışı PKK terör örgütüne yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonlarda 1993 yılında yakalanarak gözaltına alındığı, Siirt İl Emniyet Müdürlüğü'nce yasadışı PKK terör örgütüne yönelik yapılan çalışmalarda hakkında işlem yapıldığı; Mardin İl Jandarma Komutanlığı'nca yasadışı PKK terör örgütüne yönelik yapılan çalışmalarda hakkında işlem yapıldığı bildirilmiştir. Yine, Mardin Valiliği İl Ohal Bürosunca, 1980-1981 yılları içerisinde davacının PKK terör örgütüne üye olmak.... suçlarından yakalanarak Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığına sevk edildiği, Diyarbakır Askeri Cezaevine gönderildiği, 1993 yılında terör örgütü PKK'nın arşivinde davacının nüfus cüzdanının çıktığı, PKK terör örgütünün dağ kadrosunda silahlı olarak eylem ve faaliyet göstermekte iken yakalanan davacının 1996 yılında tutuklandığı, verilen kararların arşiv kayıtlarında bulunmadığı bildirilmiştir." Başvurucu, nihai hükmü 6/8/2021 tarihinde öğrendikten sonra 19/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43614
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; arabuluculuk görüşmeleri sonunda anlaşmaya varılamamasına ilişkin arabuluculuk son tutanağında kanun yolu ve süresinin gösterilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu iş akdinin feshedilmesi üzerine dava şartı olan zorunlu arabuluculuğa başvurmuş, görüşmeler sonunda "anlaşamama" ile sonuçlanan 16/10/2018 tarihli hukuk uyuşmazlıklarında dava şartı olan arabuluculuk tutanağı başvurucu vekili ve işveren vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucu 1/11/2018 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade davası açmış, Mahkeme 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi uyarınca anlaşamamaya ilişkin son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren iki haftalık süre içinde işe iade davası açılmadığından hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu 16/10/2018 tarihli Hukuk Uyuşmazlıklarında Dava Şartı Arabuluculuk Son Tutanağında kanun yolları ve başvuru sürelerinin gösterilmediğini, bu hususun mahkemece dikkate alınmadan karar verildiğini belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Daire Başkanlığı 19/7/2019 tarihli kararı ile başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Bu karar 9/9/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 7/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu'nun "Dava şartı olarak arabuluculuk" kenar başlıklı 18/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır. (2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.... (10) Arabulucu; taraflara ulaşılamaması veya taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması ya da tarafların anlaşması yahut tarafların anlaşamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir...." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de götürülebilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabilir...." 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun "Dava şartı olarak arabuluculuk" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.... (8) Taraflara ait iletişim bilgileri, görevlendirilen arabulucuya büro tarafından verilir. Arabulucu bu iletişim bilgilerini esas alır, ihtiyaç duyduğunda kendiliğinden araştırma da yapabilir. Elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirme konusunda tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder. Bilgilendirme ve davete ilişkin işlemlerini belgeye bağlar.... (11) Arabulucu, taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması yahut yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34103
Başvuru, arabuluculuk görüşmeleri sonunda anlaşmaya varılamamasına ilişkin arabuluculuk son tutanağında kanun yolu ve süresinin gösterilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun menfi tespit istemiyle 30/11/2010 tarihinde açtığı dava, Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 28/4/2014 tarihli kararıyla davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkemenin söz konusu kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/9/2017 tarihli kararı ile onanmış; kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 9/5/2019 tarihli kararı ile reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan bir karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25169
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Antalya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucu, kamu personeli olduğunu ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine dava açmıştır Antalya İş Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 6/7/2017 tarihli kararla başvurucunun davasının kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararda; davacının davalı Vakfa bağlı olarak 22/11/1990 tarihinden itibaren çalışmaya başladığı, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödeme yapılacağı açıklanmıştır. Davalı Vakıf, istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi 11/12/2017 tarihli kararıyla, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı belirtilerek ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 3/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3604
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, "görevli memura direnme ve hakaret" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 23/11/2008 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu ve diğer üç şüpheli hakkında, Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığının 19/3/2009 tarih ve E.2009/299 sayılı iddianamesi ile "görevli memura direnme ve hakaret" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, 15/9/2011 tarih ve E.2009/256, K.2011/98 sayılı kararla başvurucunun "görevli memura direnme" suçundan 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları uyarınca 6 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, "kamu görevlisine hakaret" suçundan 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları uyarınca 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezaların ayrı ayrı ertelenmesine karar verilmiştir. Karar, başvurucu dışındaki diğer sanıklar tarafından temyiz edilmiş olup başvurucu temyiz talebinde bulunmamıştır. Mahkemece, 30/11/2011 tarihinde, kararın başvurucu yönünden kesinleştiği gerekçeli kararın ekine yazılmıştır. Başvurucu, 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları, maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9904
Başvurucu, "görevli memura direnme ve hakaret" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/2/2017 tarihinde sınır dışı etme işlemine ilişkin bilgi ve belgeler toplanıp yeniden değerlendirme yapılana kadar sınır dışı işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1989 doğumlu olup Tacikistan vatandaşıdır. Başvurucu, 2013 yılında yasal yollardan eşi ve dört çocuğuyla birlikte Türkiye'ye giriş yapmıştır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 2/2/2017 tarihli kararı ile başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle açılan davaların kendiliğinden sınır dışı işleminin yürütmesini durdurmadığını belirterek 9/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, İstanbul Göç İdaresi Müdürlüğüne başvuruda bulunarak ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemlerin yapılmasını talep etmiştir. İstanbul Göç İdaresi, başvurucunun talebi doğrultusunda 24/2/2017 tarihinde başvurucu ve dört çocuğunun ülkesine çıkışını sağlamıştır. Başvurucunun eşi N.S. ise DAEŞ terör örgütüne üye olmak suçundan yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmış olup hâlen Türkiye'de bulunmaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5841
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve gelir artışından mahrum kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 29/2/2012 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Onikinci Dairesi 2/5/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve gelir artışından mahrum kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 9/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23114
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve gelir artışından mahrum kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, umuma mahsus pasaport verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 30/9/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2004 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünü tamamlamış ve 2005 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun hususi damgalı pasaportu 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi kapsamında 16/8/2016 tarihinde iptal edilmiştir. Ayrıca başvurucu 1/9/2016 tarihli ve 29818 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (672 sayılı KHK) ekli listesi ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucunun 3/3/2017 tarihli umuma mahsus pasaport verilmesi talepli dilekçesi ise emniyet müdürlüğü tarafından işleme konulmayarak reddedilmiştir. Anılan ret kararında 24/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu'nun , ve maddeleri gereğince pasaport müracaatının alınamadığı ve bu konuda bilgi verilemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu, umuma mahsus pasaport talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde 27/3/2017 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyetinin ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabileceğini, hakkında mahkeme tarafından verilmiş bir yurt dışına çıkış yasağı ya da adli soruşturma ve kovuşturma bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca hiçbir terör örgütüyle ilişkisinin olmadığını, terör örgütleriyle ilgisinin ve iltisakının olduğuna dair bir tespitin de mevcut olmadığını, terör örgütleriyle ilgili hiçbir vakıf, dernek veya şirketin kurucusu, yöneticisi veya çalışanı olmadığını vurgulayarak idari işlemin sebep unsurunun hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, idarenin hangi gerekçeyle ülkeden ayrılmasında genel güvenlik aleyhine bir durum olacağını da somut olarak ortaya koymadan, hiçbir gerekçe göstermeden, pasaport talebini işleme koymayarak keyfî hareket ettiğini belirtmiştir. Akademisyen olarak sıkça yurt dışındaki kongre ve derslere katılmak zorunda olduğunu vurgulayan başvurucu, seyahat hürriyetinin ve anayasal haklarının kısıtlandığını iddia etmiştir. İdare tarafından davaya verilen cevapta, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından 667 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında başvurucunun pasaportunun iptal edilmesi talep edildiğinden hususi damgalı pasaportunun 16/8/2016 tarihinde iptal edildiği belirtilmekle yetinilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 30/3/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 672 sayılı KHK'nin ekli listesinde adına yer verilerek kamu görevinden çıkarılan başvurucu hakkında millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler grubunda bulunduğu görüldüğünden pasaportunun iptal edildiği belirtilmiştir. İlgili kurumun bildirimi üzerine hususi damgalı pasaportu iptal edilen başvurucunun söz konusu KHK ile yapılan düzenlemeden beklenen amacın sağlanması kapsamında anılan gerekçe ile umuma mahsus pasaport başvurusunun reddine yönelik işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını ve itirazlarını tekrarlamakla birlikte yurt dışında çalışma olanağının da engellendiğini belirterek Almanya'da bulunan bir üniversiteden kendisine gönderilen davet mektubu ile iş sözleşmesi çağrısını Mahkemeye sunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 19/9/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusu, derece mahkemesinin kararının hukuka ve usule uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 4/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün 1/11/2020, Ankara Valiliği İl ve Vatandaşlık Müdürlüğünün 25/11/2020 tarihli yazılarıyla, başvurucunun hizmet damgalı pasaportuna ilişkin olarak 16/8/2016 tarihinde iptal kaydı girildiği, anılan kaydın 27/7/2018 tarihinde kaldırıldığı, başvurucunun kaydında bulunan idari kararın (şerh) ise 6/2/2020 tarihinde kaldırıldığı, başvurucunun süresi dolan hizmet damgalı pasaportuna ilişkin olarak 7/2/2020 tarihinde kayıp şerhi girildiği belirtilmiştir. Ayrıca 7/2/2020 tarihli umuma mahsus pasaport alış kaydının mevcut olduğu ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 667 sayılı KHK'nın "Yürütülen soruşturmalarda alınacak tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir." 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un "Yürütülen soruşturmalarda alınacak tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilebilir..." 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun "Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen yurtdışındaki her türlü eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucu ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere pasaport veya seyahat vesikası verilmez." 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesiyle 5682 sayılı Kanun'a eklenen ek madde şöyledir:"Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle;A) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ilan edilen olağanüstü hal kapsamında kabul edilen kanunlar uyarınca kamu görevinden çıkarılmaları veya rütbelerinin alınması nedeniyle pasaportları iptal edilenler ile haklarında pasaport verilmemesine yönelik idari işlem tesis edilmiş olanlardan,B) 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 5 inci maddesi ve 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 35 inci maddesi uyarınca pasaportları iptal edilenler ile haklarında pasaport verilmemesine yönelik idari işlem tesis edilmiş olanlardan,C) Mahkemelerce yurt dışına çıkmaları yasaklananlar hariç olmak üzere bu Kanunun 22 nci maddesi uyarınca pasaportları iptal edilenler ile haklarında pasaport verilmemesine yönelik idari işlem tesis edilmiş olanlardan, haklarında aynı nedenlerden dolayı; devam etmekte olan herhangi bir idari veya adli soruşturma veya kovuşturma bulunmayanlara, kovuşturmaya yer olmadığına, beraatine, ceza verilmesine yer olmadığına, davanın reddine veya düşmesine karar verilenlere, mahkûmiyet kararı bulunanlardan cezası tümüyle infaz edilenlere veya ertelenenlere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilenlere, başvurmaları hâlinde kolluk birimlerince yapılacak araştırma sonucuna göre İçişleri Bakanlığınca pasaport verilebilir." İlgili Anayasa Mahkemesi Kararı 7188 sayılı Kanun'un maddesi ile 5682 sayılı Kanun'a eklenen ek madde Anayasa Mahkemesinin 3/6/2021 tarihli ve E.2019/114, K.2021/36 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Dava konusu kurallarda İçişleri Bakanlığı tarafından kapsamda yer alan kişilere pasaport verilebilmesi bu kişilerin haklarında aynı nedenlerden dolayı; devam etmekte olan herhangi bir idari veya adli soruşturma veya kovuşturmanın bulunmaması, kovuşturmaya yer olmadığına, beraatine, ceza verilmesine yer olmadığına, davanın reddine veya düşmesine karar verilmiş olması, mahkûmiyet kararı bulunanların ise cezalarının tümüyle infaz edilmiş veya ertelenmiş olması ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olmasının yanı sıra kolluk birimlerince yapılacak araştırma sonucuna bağlanmıştır. Kurallara göre tüm bu şartların gerçekleşmesi durumunda dahi pasaport verilmesi konusunda İçişleri Bakanlığının takdir yetkisi bulunmaktadır.Anayasa’nın maddesi uyarınca yurt dışına çıkma hürriyetinin ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle sınırlanabileceği ve hâkim kararı güvencesine bağlandığı gözetildiğinde dava konusu kurallarda Anayasa’nın anılan maddesinde yer almayan sınırlama sebepleriyle de söz konusu hürriyetin sınırlandığı ve kuralların yurt dışına çıkış yapılabilmesini idarenin yetkisine bırakarak Anayasa’da belirtilen sınırlama sebeplerine bağlanan hâkim kararı güvencesini ihlal ettiği görülmektedir. Bu itibarla kuralların yurt dışına çıkma hürriyetini Anayasa’ya aykırı olarak sınırladığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın ve maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir......7188 sayılı Kanun’un maddesiyle 5682 sayılı Kanun’a eklenen ek maddenin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu kurallara ilişkin iptal hükümlerinin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün "Serbest dolaşım özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Bir devletin ülkesi içinde usulüne uygun olarak bulunan herkes, orada serbestçe dolaşma ve ikametgahını seçebilme hakkına sahiptir. Herkes, kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeyi terk etmekte serbesttir. Bu haklar, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, kamu düzeninin korunması, suç islenmesinin önlenmesi, sağlık ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler olarak ve yasayla öngörülmüş sınırlamalara tabi tutulabilir. Bu maddenin fıkrasında sayılan haklar, belli yerlerde, yasayla konmuş ve demokratik bir toplumda kamu yararının gerektirdiği sınırlamalara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğunu belirtmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı, AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00, 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağının olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM, alınan bir tedbir sonucu bir kimsenin pasaport gibi bir seyahat belgesinden yoksun bırakılmasını Sözleşme'ye ek 4 No.lu Protokol'ün maddesinde güvence altına alınan serbest dolaşım özgürlüğünün kullanılmasına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmektedir (Baumann/Fransa, B. No: 33592/96, 22/5/2001, § 62; Sissanis/Romanya, B. No: 23468/02, 23/1/2007, § 63). Ancak AİHM, anılan protokol hükümlerinin protokole taraf olmayan ülkeler ile ilgili davalarda uygulanamayacağına dikkat çekerek bu durumda serbest dolaşıma ilişkin şikâyetlerin konu bakımından Sözleşme'yle bağdaşmayacağına karar vermiştir (Riener/Bulgaristan B. No: 28411/95, 11/4/1997, § 2; Paşaoğlu/Türkiye, B. No: 8932/03, 8/7/2008, § 41). Öte yandan AİHM, Sözleşme'nin madde hükümlerinin 4 No.lu ek Protokol'ün maddesi ile değiştirilemeyeceğine dikkat çekerek protokol maddesi hükmüyle madde arasında sıkı bir bağ olduğunu kabul etmiştir. Bu bağlamda AİHM; serbest dolaşımın ve özellikle sınır ötesi serbest dolaşımın özel hayatın geliştirilmesi açısından esas olarak değerlendirildiği bir çağda, başka ülkede ailevi, mesleki ve ekonomik bağlara sahip olan kişiler söz konusu olduğunda herhangi bir gerekçe göstermeksizin bu özgürlüğü reddetmesinin Sözleşme'ye taraf devlet açısından yükümlülüklerin ciddi ihlalini teşkil edeceğini ifade etmiştir (İletmiş/Türkiye, B. No: 29871/96, 6/12/2005, § 50; Paşaoğlu/Türkiye, § 42). Bu bağlamda AİHM; Türkiye'nin ek protokolü imzalamasına rağmen onay sürecinin tamamlanmadığını tespit ettiği iki kararında serbest dolaşım/seyahat özgürlüğüne ilişkin şikâyetleri, giriş yapılmak istenen ülkede kişisel, ailevi ve ekonomik bağların olması ölçütünü uygulayarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelemiştir. İletmiş/Türkiye kararında eşi ve iki çocuğu ile Almanya'da ikamet eden ve bu ülkede çalışan başvurucu, Türkiye'ye ziyarete geldiği sırada 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen yabancı ülkede millî menfaatlere zarar verici faaliyette bulunma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmış; ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmasına rağmen pasaportuna el konulmuş; pasaportu ise on beş yıl süren yargılama sonunda verilen beraat kararı sonrası başvurucuya iade edilmiştir (İletmiş/Türkiye, §§ 8-15). Anılan kararda; başvurucunun uzun süredir Almanya'da yaşadığı, tüm ailesinin ve işinin bu ülkede olduğu, dolayısıyla gitmek istediği ülke ile sıkı kişisel bağlarının olduğu kabul edilerek pasaporta el konulması ve uzun süre iade edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahale edildiği sonucuna varılmıştır. AİHM'e göre hiçbir gelişme göstermeden yargılama uzadıkça ve başvuran aleyhine kanıt yokluğu devam ettikçe önleyici tedbirin meşru amacına bağlı yarar, zamanla ağırlığını yitirecektir. Bu bağlamda AİHM, başvurucu hakkında yurt dışı çıkış yasağını öngören bir mahkeme kararının mevcut olmadığını, idari makamların yasağı gerekçelendiremediğini belirttikten sonra alınan tedbirin belirsiz bir şekilde uzun süre devam ettirilmesinin kaçınılmaz sosyal bir ihtiyaç olmadığı ve izlenen müdahalenin Sözleşme'nin maddesinde verilen amaçlarla orantılı olmadığı sonucuna ulaşmıştır (İletmiş/Türkiye, §§ 42-50). Paşaoğlu/Türkiye kararında ise başvuran, eşi ve çocuğuyla Yunanistan'da ikamet etmektedir. Başvurucunun 18/10/1999 yılında yaptığı pasaport süre uzatım talebi Selanik Başkonsolosluğu tarafından ülke güvenliği açısından sakıncalı olduğu gerekçesiyle hakkında düzenlenen tahdit fişi nedeniyle reddedilmiştir. AİHM; öncelikle başvurucu hakkında uygulanan idari tasarrufun bir ceza mahkûmiyeti ya da ceza soruşturmasından kaynaklanmadığını, İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen tahdit fişine dayandığını tespit etmiştir. AİHM; önleyici tedbirlerin meşru amacına bağlı yararın zamanla ağırlığını yitirebileceğini, dört yılı aşkı bir süre devam eden idari süreç boyunca başvurana yöneltilen iddialarla ilgili bir ithamda bulunulmadığını vurgulayarak gizli bakanlık verilerine dayanan belirginlikten yoksun tedbirin uzun süre devam ettirilmesinin başvuranın hayatında yol açtığı belirsizlik ve sarsıntının hesaba katılması gerektiğini ifade etmiştir (Paşaoğlu/Türkiye, §§ 44-48).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32475
Başvuru, umuma mahsus pasaport verilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, "yasa dışı terör örgütüne yardım etmek" suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 30/1/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hatay Emniyet Müdürlüğünce başlatılan soruşturma kapsamında Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine 28/6/2007 tarihinde gözaltına alınmıştır. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklama talebi üzerine, Cizre Sulh Ceza Mahkemesi, 29/6/2007 tarih ve 2007/59 Sorgu sayılı kararı ile tutuklama talebinin reddine ve başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulmasına karar vermiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/7/2007 tarih ve 2007/130 sayılı karar ile yetkisizlik kararı verilerek, dosya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili), 31/7/2007 tarih ve E.2007/1081 sayılı iddianamesi ile "yasa dışı terör örgütü üyesi olmak" suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2007/560 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 17/8/2007 tarih ve E.2007/560, K.2007/369 sayılı karar ile E.2007/560 sayılı dava dosyasının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2007/335 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya E.2007/335 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK. maddesi ile görevli), 16/2/2010 tarih ve E.2007/335, K.2010/16 sayılı kararla başvurucunun "yasa dışı terör örgütüne yardım etmek" suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/10/2012 tarih ve E.2011/10802, K.2012/11088 sayılı ilâmıyla suç tarihinde yürürlükte olan ve dava zamanaşımı yönünden 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre lehe hükümler içeren 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ve maddesinin ikinci fıkrası uyarınca zamanaşımı süresinin geçtiği belirtilerek kamu davasının düşmesine karar verilmiştir. Karar, 24/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 30/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ve maddesinin ikinci fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1238
Başvurucu, "yasa dışı terör örgütüne yardım etmek" suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucunun umuma mahsus pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, tıp alanında akademisyen olarak görev yapmaktayken olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. İlgili KHK hükümleri uyarınca başvurucunun pasaportu da iptal edilmiştir. Devam eden süreçte yurt dışında mesleki faaliyette bulunmak amacıyla umuma mahsus pasaport düzenlenmesini talep eden başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. İşlemin iptali istemiyle açılan davada başvurucu, hakkında silahlı terör örgütü üyeliği kapsamında yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini ve yurt dışına çıkış yasağının bulunmadığını belirtmiştir. Gaziantep İdare Mahkemesince (Mahkeme) davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan soruşturmada yeterli delil elde edilemediğinden bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de başvurucunun KHK ile kamu görevinden çıkarıldığı, pasaportları bu gerekçe ile iptal edilenlere sonradan yeni bir pasaport verileceğine ilişkin bir düzenlemenin mevcut olmadığı ve bu nedenlerle umuma mahsus pasaport düzenlenmesine yönelik talebin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu ret kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş olup Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi kesin nitelikte kararla istinaf başvurusunu reddetmiştir. Başvurucu nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20247
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucunun umuma mahsus pasaport verilmesi talebinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hukuk davasında uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Bekir Yakar ve Mehmet Karaman'ın 17/6/2009 tarihinde, Mehmet Doğan'ın 12/10/2011 tarihinde, Halis Karaman'ın 29/8/2012 tarihinde, Mustafa Gözeten'in ise 18/6/2015 tarihinde müdahil olarak katıldıkları davada Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesince 18/11/2015 tarihinde karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine davanın Yargıtay aşamasında derdest olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 17/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35103
Başvuru, hukuk davasında uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı olarak verilmiş olan iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararları sonucunda elde edilen delillere dayanılarak suçlamada bulunulması nedeniyle adil yargılanma hakkının, gerekli olmadığı hâlde verilen iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararları sonucunda ailesi, yakınları ve arkadaşları ile olan sosyal ilişkilerinin kayıt altına alınması ve kolluk görevlilerince hakkında yapılan istihbarı çalışmalar sonucunda düzenlenen "bilgi notu" isimli tutanağın dava dosyasına konulması nedenleriyle özel hayatın gizliliğinin ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 25/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üyesi olup Parti Tüzüğü'nün maddesi gereğince Parti Merkez Yönetim Kurulu kararıyla Merkezî Eğitim Komisyonu üyesi olarak görevlendirilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga madde ile görevli) yürütülen bir soruşturma kapsamında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga Madde ile görevli) 5/4/2011 tarihli kararı ile başvurucunun iletişiminin üç ay süreyle tespitine karar verilmiştir. Kararda, PKK terör örgütünün ülkenin birlik ve bütünlüğünü bozmaya yönelik sansasyonel eylemlerini artırdığı, "siyaset akademileri" adı altında örgüt ideolojisi doğrultusunda eğitim vereceği, eğitim veren kişilerin irtibatlarının ve faaliyetlerinin tespiti ve suç delillerine ulaşılmasının başka türlü mümkün olmadığı değerlendirmesine yer verilmiş; başvurucunun da başta Diyarbakır olmak üzere siyaset akademilerinin bulunduğu illerde aktif ve etkin olarak sorumlu düzeyde faaliyet gösterdiği, derslere katılarak eğitim verdiği, toplantı ve seminer gibi organizasyonları koordine ettiği belirtilmiştir. Yine soruşturma sürecinde başvurucu hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince (CMK mülga madde ile görevli) teknik araçlarla izleme kararı verildiği, mahkemelerce verilen kararlarla bu tedbirin birçok kez uzatıldığı görülmektedir. Başvuru formu ve eklerinde anılan tedbirin başlangıç tarihi belirtilmemekle birlikte Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) 15/3/2011 tarihinde tedbirin sekizinci kez bir hafta süreyle uzatılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, 28/1/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2012 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucunun "terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme" suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/219 sayılı dosyası üzerinden başvurucu bakımından tutuklu olarak görülmüştür. Mahkeme 13/2/2014 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 20/2/2014 tarihli kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 18/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi (CMK mülga madde ile görevli) ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/217) devredilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 22/4/2014 tarihinde resen yaptığı inceleme sonucunda başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiştir. İtirazı değerlendiren Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 25/4/2014 tarihli kararı ile başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:(1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir ......(8) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan;.. (Mülga: 21/2/2014 – 6526/12 md.; Yeniden düzenleme: 24/11/2016-6763/26 md.) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220, fıkra üç),..." 5271 sayılı Kanun'un "Teknik araçlarla izleme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi hâlinde, şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan;... (Mülga:21/2/2014–6526/14 md.; Yeniden düzenleme: 24/11/2016-6763/28 md.) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220, fıkra üç), ..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4161
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı olarak verilmiş olan iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararları sonucunda elde edilen delillere dayanılarak suçlamada bulunulması nedeniyle adil yargılanma hakkının, gerekli olmadığı hâlde verilen iletişimin tespiti ve teknik araçlarla izleme kararları sonucunda ailesi, yakınları ve arkadaşları ile olan sosyal ilişkilerinin kayıt altına alınması ve kolluk görevlilerince hakkında yapılan istihbarı çalışmalar sonucunda düzenlenen bilgi notu isimli tutanağın dava dosyasına konulması nedenleriyle özel hayatın gizliliğinin ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0