text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, sahibi olduğu televizyon kanalında gizli ticari iletişim yapıldığından bahisle başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 9/4/2019 tarihinde görüş bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte medya hizmet sağlayıcı bir şirkettir. Başvurucunun sahibi olduğu televizyon kanalında Samanyolu Haber logosu ile her gün ana haber bülteni yayımlanmaktadır. 28/6/2014 tarihinde yayımlanan ana haber bülteninde bazı özel dershane ve kolejlerin gizli reklamının yapıldığı gerekçesiyle Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) resen inceleme başlatmıştır. RTÜK'ün 16/7/2014 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 887 TL idari para cezası uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hükmedilen idari para cezasının iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 22/5/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. İtiraz üzerine verilen karar Danıştay Onüçüncü Dairesinin 29/2/2016 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 25/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) maddesi ile Samanyolu TV'nin kapatılmasına karar verilmiştir. 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (670 sayılı KHK) ile de kapatılan özel televizyonların bağlı oldukları şirketlerin faaliyetlerinin sonlandırılarak ticari sicil kayıtlarının resen terkin edileceği hükme bağlanmıştır. 668 sayılı KHK'nın "Alınan tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;b) Ekli (2) sayılı listede yer alan özel radyo ve televizyon kuruluşları kapatılmıştır....2 Sayılı ListeTelevizyonlar...13 Samanyolu TV" 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir." Bireysel başvuru anında tüzel kişiliği olan ancak bireysel başvurunun incelenmesi aşamasında tüzel kişiliğini yitiren ticaret şirketleri hakkında yapılan değerlendirmelerde kullanılan ulusal hukuk kaynakları için ayrıca bkz. Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2013/5016, 12/6/2018, §§ 8- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9785 | Başvuru, sahibi olduğu televizyon kanalında gizli ticari iletişim yapıldığından bahisle başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazların incelenmemesi ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla pasaportun iptal edilmesi ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkı ile seyahat hürriyetinin; söz konusu el koyma kararlarının tebliğ edilmemesi nedeniyle etkili başvuru hakkının; hukuka aykırı arama kararları nedeniyle adil yargılanma ve özel hayata saygı hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumunda gerçekleştirilen ayrımcı uygulamalar nedeniyle eşitlik ilkesinin; vekille görüşlerin kayıt altına alınması nedeniyle savunma hakkı ile adil yargılanma hakkının; ihraç listesinin ulusal düzeyde yayın yapan basın kuruluşları ile sosyal medya platformlarında paylaşılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12).B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucu; ifadesinde -üniversite dönemi de dâhil- hayatının herhangi bir sürecinde örgüt evlerinde ya da yurtlarında kalmadığını, dershanelerine gitmediğini, sohbet adı altında yapılan toplantılarına iştirak etmediğini, örgüt tarafından organize edilen yurt içi veya yurt dışı gezilere katılmadığını, Bank Asya aracılığı ile herhangi bir bankacılık işlemi yapmadığını, kurban veya bağış adı altında örgüte herhangi bir yardımda bulunmadığını, mesleğe giriş sürecinde örgütün hiçbir katkısının olmadığını belirtmiştir. Başvurucu; 2010 yılında dünyaya gelen çocuğunun tedavisine Ankara'da devam edilmesi nedeniyle Bakanlıkta tetkik hâkimliğine başladığını, çocuğunun tedavisinin yurt dışında görülmesi gerektiğini, bu nedenle talep ettiği ve şartları taşıdığı hâlde kendisinden daha kıdemsiz ve İngilizcesi yetersiz olan kişilerin örgütün etkisiyle yurt dışına gönderildiğini, tedavisi eksik kalan çocuğunun 2011 yılı içinde vefat ettiğini ve bu durumdan örgütü sorumlu tuttuğunu, yeniden çocuk sahibi olabilmek için eşinin de yurt dışında tedavi görmesi gerektiğini, ancak 2013 yılına kadar örgütün etkisiyle yurt dışına gönderilme taleplerinin reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca 17-25/12/2013 tarihlerinde Amerika'da eğitimde olduğunu, 2010 ve 2014 tarihlerinde yapılan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde aktif olarak görev almadığını, müşahitlik yapmadığını, kamera çekimlerinde bulunmadığını, hiçbir adayın seçim çalışmasına katılmadığını, kızını gönderdiği okulun örgüt ile iltisakı olduğunu bilmediğini, ilerleyen süreçte okula kayyım atanması vesilesi ile durumdan haberdar olduğunu ve kızını başka bir okula kaydettirdiğini, darbe girişimini televizyondan öğrendiğini, kendisinin Kadiri tarikatı üyesi olduğunu, ailesinin Kadiri tarikatının Malatya-Adıyaman kolunun 1970’ten bu yana temsilcisi olduğunu, üzerine yüklenen suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesinde Savcılıkta verdiği ifadeyi tekrar ettiği, bahsi geçen örgüt ile alakasının olmadığını belirttiği anlaşılmıştır. Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir: "Açıklanan nedenlerle ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 16/7/2016 tarihli ve 2016/4 sayılı kararı ile Dairesinin 16/7/2016 tarihli ve 2016/9052 sayılı kararı ile elde edilen deliller, somut şüphe oluşturan olguların olması, müsnet suçun niteliği, öngörülen cezanın miktarı, atılı suçun 100/3-a-11’de sayılan ve kaçma şüphesi var olduğu kabul edilen katalog suçlardan oluşu, öngörülen ceza miktarı ile tutuklama tedbiri karşılaştınldığında bu aşamada Anayasa’nın maddesinde ifade olunan ölçülülük ilkesine uygun olacağı düşünülmesi, eylemin silahlı bir terör örgüdünün faaliyeti kapsamında işlenmiş olması, amaç ve yöntem olarak temel hak ve özgürlüklerin sonlandırmak gayesini gütmesi, bu hali ile vehamet arz etmesi, hali hazırda anayasal düzeni değiştirmeye yönelik eylemlerin sonlanmamış ve devam ediyor olması ile adli kontrol uygulanmasının bu aşamada yetersiz oluşu ile 2802 sayılı Yasa’nın maddesindeki suç üstü koşullarınında gerçekleştiği gözetilerek, 103/a maddesinde belirtilen ve tutuklama nedeni var sayılan katalog suçlardan olması, öngörülen ceza miktarının yüksekliği nedeniyle kaçma şüphelerinin bulunması, adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağının anlaşılması dikkate alınarak şüpheliler Mehmet Takımsu, …’ın üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 94/1 maddesi yollaması ile CMK 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA, ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutukluluk hâlinin devamı kararına itiraz etmiş; Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliği 24/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, başvuru formunda; ayda bir yapılması gereken tutukluluk incelemelerinin yapılmadığını, tahliye taleplerine de cevap verilmediğini belirtmiştir. Başvurucunun 9/9/2016 tarihli dilekçesi ile tahliye talebinde bulunduğu ancak talebi hakkında herhangi bir karar verilmediği, UYAP üzerinden yapılan incelemede de başvuru tarihine kadar yapılan herhangi bir tutukluluk incelemesinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu 13/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 30/8/2016 tarihli karar ile başvurucu hakkında aynı mahiyetli soruşturma yürütüldüğü gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmedilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 11/7/2017 tarihli kararı ile hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığı ve aynı yer ağır ceza mahkemesine ait olduğunu belirterek 11/1/2017 tarihli yetkisizlik kararıyla dosyanın Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 11/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticiliği suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle hakkında Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucuya isnat edilen suç ile ilgili olarak şu şekilde bir değerlendirme yapılmıştır:"...Örgüt üyeliği; örgütün kuruluş amaçlarını faliyet ve eylemlerini benimseyerek, gönüllü olarak örgüt hiyerarşiye dahil olmayı tercih etmek suretiyle işlenmektedir. Terör örgütüne üye olma suçu özel saikle işlenen suç olduğundan kişinin bu yapılanmanın silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi ve terör örgütünün amacını da bilerek örgüt içine girmesi gerekir. Bu bakımdan eylemin örgüte iştirak bilinç ve iradesiyleolması gerekir....Terör örgütüne üye olma suçu şahsi suç olup ayrıca temadi eden bir suç olduğundan kesintinin gerçekleştiği diğer bir deyişle, yakalamanın gerçekleştiği zaman suçun işlenme tarihidir. Yargıtayın süreklilik kazanmışkararlarında silahlı Örgüt üyeliği kabul edilebilecek olan bazı hallere örnek vermek gerekirse; Örgütle organik bağ içine girip (hiyerarşik yapıya dahil olmak) faliyette bulunmak, Örgüte ait kamplarda siyasi veya silahlı eğitim almak, kod adı kullanmak, yakalanmamak için sahte isim ve pasaport kullanmak, örgüte özgeçmiş raporu vermek, örgütün faliyetleri doğrultusunda ders almak, örgüte elaman temin etmek vb. Eylem ve fiiller örnek gösterilebilir (CGK. 2006/141-140, 2006 gün ve 2005/7021E. 2006/859K.)." İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:- Başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olduğunun sabit görülmesi nedeniyle HSYK'nın 24/8/2016 tarihli ve 426 sayılı kararıyla meslekten çıkarılmış olması,-Başvurucunun çocuğunun FETÖ/PDY ile irtibatı ve iltisakı tespit edilen ve bu kapsamda da üst kuruluşu olan şirkete kayyım atanan Burç Okullarında 2015-2016 eğitim öğretim yılında kaydının bulunması,- Örgütün talimatı, yönlendirmesi ve desteği ile başvurucunun yurt dışı dil eğitimine gitmesi,- Başvurucunun örgüt üyesi olduğunu gösterir olay ve davranışlarına dair tanık beyanıdelil olarak gösterilmiştir. Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin yargı yapılanmasına mensup olduğu gerekçesiyle hakkında soruşturma yürütülen ve etkin pişmanlık hükümleri çerçevesinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Ö. beyanında; başvurucunun Mardin/Savur'dan kendisinin halefi olduğunu, başvurucu ile görüştüklerini ve cemaatçi olduğunu ifade etmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 22/9/2017 tarihinde yetkisiz olduğuna ve dosyanın yetkili Adana Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Adana Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Yargılama Adana Ağır Ceza Mahkemesinde 2017/341 sayılı dosya üzerinden görülmeye başlanmış, 12/12/2017 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Savcılık, başvurucunun meslekten çıkarıldığı, irtibat ve iltisakını bildiği hâlde kızını örgütün okuluna gönderdiği, yine örgütün yargı içinde en güçlü olduğu dönemlerde yurt dışı dil eğitimine gönderildiği olguları ile tanık beyanlarına istinaden başvurucunun örgüt ile arasında organik bir bağ bulunduğu gerekçesiyle cezalandırılmasını talep etmiş; Mahkeme ise 10/5/2018 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karara karşı Savcılığın 15/5/2018 tarihli yazısı ile istinaf yoluna başvurulmuş, Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 5/10/2018 tarihli ilamı ile istinaf talebi reddedilmiş ve karar 1/11/2018 tarihinde kesinleşmiştir. İyileştirme ve Sosyal Faaliyetlerin Sınırlandırılmasına İlişkin Süreç Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (İdare ve Gözlem Kurulu) 9/8/2016 tarihli kararıyla FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklananlara vaiz görüşmeleri dâhil herhangi bir eğitim ve iyileştirme faaliyeti verilmemesine karar verilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı itiraz, Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 3/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan kişilerin sayıca yüksek olduğu belirtilerek herhangi bir güvenlik zafiyeti yaşanmaması amacıyla söz konusu tedbirin alındığı vurgulanmıştır. Bu doğrultuda tutukluların güvenliğinin sağlanması, örgütsel faaliyetlerinin engellenebilmesi amacıyla FETÖ/PDY soruşturmalarından tutuklananlara eğitim ve iyileştirme faaliyetlerinin verilmemesinin uygun olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Kararda; İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının bu yönde yetkisinin bulunduğu, yapılan işlemin usul ve yasaya uygun olduğu, takdir hakkının aşılması suretiyle kötüye kullanıldığına dair uygulama yapıldığına ilişkin herhangi bir delil ve emare bulunmadığı ifade edilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 29/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Telefonla Haberleşme ve Kapalı Görüş Hakkının Sınırlandırılmasına İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 1/8/2016 tarihinde 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi uyarınca, terör suçlarından tutuklu ve hükümlü olarak bulunanların telefon hakları ile ziyaret haklarından on beş günde bir yararlandırılmalarına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itiraz ettiği yönünde dosya kapsamında herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. İlgili ulusal hukuk için bkz. Fatma Maden, B. No: 2016/28719, 17/7/2018, §§ 21, 22; Abdurrahim Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, § 26; İbrahim Kaptan, B. No: 2017/30510, 18/7/2018, §§ 15-30; İbrahim Kaptan (2), B. No: 2017/30723, 12/9/2018, §§ 15-19; Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, §§ 18- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/63712 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazların incelenmemesi ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla pasaportun iptal edilmesi ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkı ile seyahat hürriyetinin; söz konusu el koyma kararlarının tebliğ edilmemesi nedeniyle etkili başvuru hakkının; hukuka aykırı arama kararları nedeniyle adil yargılanma ve özel hayata saygı hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumunda gerçekleştirilen ayrımcı uygulamalar nedeniyle eşitlik ilkesinin; vekille görüşlerin kayıt altına alınması nedeniyle savunma hakkı ile adil yargılanma hakkının; ihraç listesinin ulusal düzeyde yayın yapan basın kuruluşları ile sosyal medya platformlarında paylaşılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Siirt Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksekokulundan mezun olmuştur.Başvurucu 16/10/2016 tarihli Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sonucuna göre 17/3/2017 tarihinde Siirt Pervari 3 No.lu Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonuna sağlık teknikeri olarak yerleştirilmiştir. Yerleştirme sonuçları çerçevesinde başvurucunun güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Sağlık Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 20/7/2017 tarihli yazısı ile başvurucuya 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin sekizinci alt bendinde belirtilen şartları taşımadığı gerekçesiyle yerleştiği sözleşmeli personel pozisyonuna atamasının yapılamayacağı tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 17/8/2017 tarihinde, Sağlık Bakanlığının 20/7/2017 tarihli atama işleminin yapılmamasına dair işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucu vekili dava dilekçesinde; güvenlik soruşturması sonucu ulaşılan ve başvurucunun devlet memuru olmasına engel teşkil eden bilgi ve verilerin açıkça ortaya konulması gerektiğini, dava konusu işlemin soyut bir kanun maddesine atıftan ibaret olduğunu, herhangi bir gerekçe içermediğini, söz konusu soyut ibarenin somut bir idari işleme esas teşkil etmesinin hukuken olanaklı olmadığını ve bu hâliyle denetlenebilir olmadığını ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi 31/10/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında güvenlik soruşturması sonucunda elde edilen ve davalı idare tarafından dosyaya sunulan bilgi ve belgeler incelendiğinde, elde edilen bilgilerin başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilmesi için yeterli olduğu ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Karara karşı yapılan istinaf başvurusu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 20/2/2019 tarihli kararı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 8/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26356 | Başvuru, kişisel verilerin güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir siyasetçi hakkında yapılan haber nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvuruya konu gazete haberinin yayımlandığı tarihten önce -2013 yılında- aralarında siyasetçi ve kamu görevlilerinin de bulunduğu çok sayıda kişinin hukuka aykırı olarak ortam dinleme araçlarıyla dinlenerek özel hayatlarına ve haberleşme özgürlüklerine müdahale edildiğine ilişkin iddiaları araştırmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu (Komisyon) kurulmuştur. Komisyon, daha önce emniyet genel müdür yardımcılığı ve istihbarat daire başkanlığı görevlerinde bulunan E.A.nın konuyla ilgili olarak bilgisine başvurmuştur. E.A. Komisyona verdiği ifadesinde, ismini vermediği bir büyükşehir belediye başkanının yasa dışı dinleme aracı kullandığı iddiasında bulunmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kahramanmaraş milletvekili olan Ö. de yasa dışı dinleme cihazları konusunda açıklamalar yapmıştır. Ö., Komisyonda bilgilerine başvurulan kişilerin beyanlarına da atıfta bulunarak Emniyet Genel Müdürlüğünün envanterinde bulunan teknik takip ve dinleme yapan araçlardan bir kısmının kaybolduğunu, araçlardan birinin ise o dönemde Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanı olan G. (davacı) tarafından şantaj amacıyla kullanıldığını iddia etmiştir. Bu iddialar başvuruya konu haberin yayım tarihinden önce çeşitli basın organlarında yayımlanarak gündem oluşturmuştur. CHP İzmir Milletvekili Er.A. da kaybolduğu iddia edilen dinleme cihazlarıyla ilgili olarak içişleri bakanı tarafından cevaplanması amacıyla soru önergesi vermiştir. Yukarıda belirtilen gelişmelerden sonra başvurucunun yayımcısı olduğu ulusal bir gazete olan Sol gazetesi (gazete), E.A.nın Komisyondaki ifadesi ile milletvekillerinin beyanlarına atıfta bulunarak davacı hakkında ileri sürülen bu iddiaları haberleştirmiştir. Gazetenin 30/9/2013 tarihli nüshasında yer alan "Hayalet dinleme aracı [G.de] iddiası" başlıklı haberin ilgili kısmında şu ifadeler yer almıştır: "Ortam dinlemesi için kullanılan 11 mobil aracın 5'inin MİT'te olduğu belirlenirken kalan 6 aracın durumu belirsizliğini koruyor. Kayıp dinleme araçlarından birinin bir belediye başkanı tarafından kullanıldığı iddiası gözleri [G.ye] çevirdi.CHP Kahramanmaraş milletvekili [Ö.nün], Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı[G.nin] izleme ve ortam dinlemesi yapan araç kullandığı iddiasıyla yeniden gündeme gelen, teknik takip yapan ve kayıp olduğu iddia edilen 'Observer' araçlarının akıbeti belirsizliğini koruyor. Araçların son durumuyla ya da araçlardan birini kullandığı iddia edilen [G.] ile ilgili herhangi bir soruşturma başlatılmazken, bu araçlardan ülkede 11 adet olduğu ve 5 minibüsün 2013 yılında tüm teçhizatıyla MİT'e devredildiği biliniyor. Kalan 6 aracın sorumluluğunu hiçbir kamu kuruluşu almıyor, bu araçların kim adına ve nerede kullanıldığı bilinmiyor.İçişleri Bakanlığı topu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na atarken, Gümrük Bakanlığı da kayıtlarında araçlarına dair bilgi olmadığını savunuyor.Emekli Emniyet Yetkilisi İddiaları DoğruluyorBöcek Komisyonunun yasadışı dinlemeler için bilgisine başvurduğu Emniyet Genel Müdürlüğü Emekli Müdür Yardımcısı [E.A.nın] ifadeleri de bu araçların varlığını ve bunlardan birinin bir belediye başkanı tarafından kullanıldığı iddialarını doğruluyor. TBMM Yasadışı Dinleme Komisyonu'nda konuşan [E.A.] bu tarz cihazların genelde Almanya'da [R.S.] firmasından alındığını söylüyor ve komisyon üyelerine 'Ben size şu kadar net söyleyeyim: Bazı büyükşehir belediye başkanlarımızın bile bu aracı yıllardan beri kullandığını herkes biliyor' diyor. CHP Balıkesir milletvekili [N.H.nin] bu tür cihazların faturasız, kayıtsız ülkeye nasıl girdiği sorusuna ise 'Türkiye'ye her şey yasal mı giriyor sayın milletvekilim' diye cevap veriyor.Cevapsız kalan sorularCHP İzmir milletvekili [E.A.nın] tüm bu iddiaları içeren soru önergesine İçişleri Bakanı [G.] dinleme ve izleme faaliyetlerine dair her türlü bilginin TİB'in sorumluluğunda olduğu cevabını verdi. Bu cihazların gümrük kayıtlarının olup olmadığına yönelik soruları ise Gümrük Bakanı [H.Y.], ellerinde herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı şeklinde yanıtladı.'[G.] şantajla Belediye Başkanlığı yapıyor'[Ö.], kayıp cep telefonlarını bile bulan devlet yetkililerinin, yurt dışından özel olarak getirilen kayıp dinleme araçlarını bulamamalarının manidar olduğunu söyleyerek 'Geçtiğimiz yıl böcek komisyonu toplantısında bu araçlardan birinin bir belediye başkanında olabileceği konuşulmuştu. Ben o belediye başkanının [G.] olduğunu düşünüyorum. [G.], bugüne kadar milletvekillerinden tutun, mahkeme başkanlarına, iş adamlarından tutun hatta başbakana, birçok kişiye şantaj yaptı. Bunca yolsuzluğunun, usulsüzlüğünün ortaya çıkmamasının sebebi belediye başkanının şantajlarıdır' diye konuştu.Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ilgili bir başka iddiayı da gündeme getiren [Ö.], 'Ankara Belediyesinde kaç tane hakim savcı yakını, istihbarat elemanı çocuğu çalışıyor bilmiyoruz ama bizim duyumlarımız kritik görevlerdeki birçok insanın yakınının [G.] tarafından çalıştırıldığı yönünde. [G.] bunu da elinde bir koz olarak bulunduruyor' dedi." Davacı, anılan haberde geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 1/10/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) gazete aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme 25/6/2015 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun 000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Her ne kadar söz konusu yayın içeriğinde muhabirin kişisel yorumundan ziyade CHP milletvekili [Ö.nün] beyanları esas alınarak haber yapılmış ise de davalının basın özgürlüğü kapsamında sınırsız hareket edemeyeceği herhangi bir konuyu haberleştirirken kamu yararı ile hakkında haber yapılanın menfaati arasındaki dengeyi objektif olarak koruması ve habere konu hususun en azından görünür gerçekliğe uygun olup olmadığının araştırılması gerektiği, somut olayda davalı söz konusu araştırmayı yapmaksızın [Ö.] tarafından ileri sürülen iddiaları haberleştirirken davacının hakkında olumsuz kanaat oluşturulmasına yönelik hareket edildiği, davacının şantajcı bir kişiliğe sahip olduğunun ileri sürüldüğü bu hususun kişilik haklarının ihlali mahiyetinde olduğu ve davacının manevi tazminat talebinin yerinde olduğu anlaşılmakla birlikte manevi tazminatın mahiyeti gereği zenginleşmeye sebebiyet vermeyecek şekilde tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile tazminata esas olayın mahiyeti gözönüne alınarak miktarın tespiti gerektiği düşüncesiyle talebin kısmen kabulüne karar vermek gereği duyularak aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir..." Tarafların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 19/2/2018 tarihinde kararı oyçokluğuyla onamıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 4/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı bir karar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 18- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24677 | Başvuru, bir siyasetçi hakkında yapılan haber nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, sığınmacı statüsü verilmesi için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine (BMMYK) yaptığı başvurunun sonucu beklenmeksizin, pasaportu bulunmadığı gerekçesi ile sınır dışı edilmesine ilişkin işlem nedeniyle iade edileceği ülkesinde yaşam hakkının ihlal edilme ve işkence ve kötü muameleye tabi tutulma riski bulunduğunu, sınır dışı edilmek üzere 68 gün boyunca Yalova Yabancılar Şube Müdürlüğünde tutularak özgürlüğünden yoksun bırakıldığını, anılan süreçteki idari gözetim koşullarının kötü olduğunu iddia ederek Anayasa’nın , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 27/12/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından, başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike olduğu iddiasının ciddi bulunması nedeniyle Bölüm, 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (5) numaralı fıkrası ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi gereğince tedbir talebinin kabulüne, Mahkemece yeniden bir karar verilinceye kadar başvurucunun Cezayir’e sınır dışı edilmesine ilişkin idari işlemin uygulanmamasına, ara karar gereğinin ivedi olarak ifası için İçişleri Bakanlığına bildirilmesine 30/12/2013 tarihinde oy çokluğu ile karar vermiştir. Bölüm tarafından 20/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 29/7/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içerisinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Cezayir vatandaşı olup 2001-2003 yılları arasında kaçak olarak Türkiye’de yaşamış, 2003 yılında pasaportsuz seyahat ettiği gerekçesi ile yakalanarak ülkesi Cezayir’e sınır dışı edilmiştir. Başvurucu 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kamuoyunca “Arap Baharı” olarak isimlendirilen gelişmeler sırasında ülkesi Cezayir’de kurulan siyasi nitelikteki “Reshad Hareketi” (Rachad Movement) isimli oluşuma katılmış, yapılan bir barışçıl protesto eylemine liderlik ettiği gerekçesi ile polis tarafından gözaltına alınmış ve kendi beyanına göre gözaltı sırasında gördüğü işkence sonrasında ayağı kırılmıştır. Anılan gösterilerin sona ermesinin ardından sık sık hakkında ceza soruşturmaları açılan başvurucu siyasi nedenlerle tekrar hapsedileceği endişesiyle ülkesini terk ederek Suriye’ye gitmiş, anılan dönemde bu ülkede yaşanan iç kargaşa sebebiyle pasaport ve resmi belgelerini alamadan Hatay ili, Cilvegözü sınır kapısından pasaportsuz olarak Türkiye’ye giriş yapmıştır. Başvurucu, Türkiye’ye daha önce yasal yollarla giriş yapan eşi ve çocuklarının bulunduğu Yalova iline giderek ailesiyle birlikte bu ilde yaşamaya başlamış, yaşadıkları konutta, komşusunun gürültü yaptıkları şikayeti üzerine yapılan kontrol esnasında pasaportu bulunmadığı gerekçesi ile 3/11/2013 tarihinde gözaltına alınarak Yalova Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğünde idari gözetim altına alınmıştır. Başvurucu, polise verdiği ifadesinde siyasi nedenlerle önce Suriye’ye ve bu ülkede yaşanan kargaşa nedeniyle pasaportunu ve diğer resmi belgelerini yanına alma imkânı bulamadan pasaportsuz olarak Türkiye’ye geldiğini belirterek sığınma talebinde bulunmuştur. İdarece başvurucu hakkında sığınma talep formu doldurularak ekli belgeler ile birlikte karar verilmek üzere İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir. İçişleri Bakanlığı tarafından dosya üzerinde gerekli değerlendirme yapılarak sığınma başvurusunun reddedildiğine ilişkin karar 6/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilerek 72 saat içerisinde bu karara itiraz edilebileceği bildirilmiştir. Başvurucu, sığınma talebinin reddine ilişkin karara usul ve esasa ilişkin nedenlerle, ayrıca itiraz süresinin çok kısa olduğunu ve avukatı ile görüşerek ek bir itiraz dilekçesi vermek istediğini belirterek itiraz etmiştir. Başvurucunun avukatı, 17/12/2013 tarihinde BMMYK’ya iltica başvurusunda bulunmuştur. Başvurucunun avukatı 23/12/2013 tarihinde BMMYK’ya yapılan iltica başvurusunun örneğini de ekleyerek idareye yeni bir itiraz dilekçesi vermiş, başvurunun sonucunun beklenmesi ve başvurucunun serbest bırakılmasını talep etmiştir. 25/12/2013 tarihli ve 17:30 saatli cevabi yazı ile sığınma başvurusunun nihai olarak reddedildiği ve Cezayir’e sınır dışı edileceği bildirilmiş, başvurucu bu konudaki tebligat evrakını imzalamaktan imtina etmiştir. Başvurucu 3/11/2013 tarihinde pasaportu olmadığı için gözaltına alınarak Yalova Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğünde alıkonulduğunu, 18/11/2013 tarihinde iltica-sığınma mülakat formu doldurarak sığınma talebinde bulunduğunu, İçişleri Bakanlığı tarafından sığınma başvurusunun reddedilmesine ilişkin kararın 5/12/2013 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini, bu karara karşı 72 saat içerisinde itiraz edebileceğinin bildirilmesi üzerine 6/12/2013 tarihinde karara itiraz ettiğini, bu arada durumu avukatına bildirmesi üzerine başvurucu avukatının 17/12/2013 tarihinde BMMYK’ya iltica başvurusunda bulunduğunu, bu durumun belirtilerek avukatı aracılığıyla 23/12/2013 tarihinde İçişleri Bakanlığı ve Yalova Emniyet Müdürlüğüne başvurarak sığınma talebinin reddine ilişkin karara itiraz etmesine rağmen BMMYK’nın kararı beklenmeksizin başvurusunun 25/12/2013 tarihinde nihai olarak reddedildiğini ve sığınma dosyası kapatılarak sınır dışı edilmesine karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucunun avukatı, 27/12/2013 tarihli başvuru dilekçesinde “…Yalova Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğü yetkilileri ile yaptığı görüşme neticesinde başvuranın pasaportu bulunmadığından 27/12/2013 Cuma günü İstanbul’daki Cezayir Konsolosluğuna götürüleceği, Cezayir’e gönderilmesi için seyahat belgesi (travel document) düzenlendikten sonra uçakla ülkesine gönderileceği, açılacak bir davada mahkeme kararı verilmesini veya BMMYK kararını bekleyemeyecekleri, İçişleri Bakanlığından bir talimat gelmediği sürece en kısa sürede şahsı ülkesine göndermek zorunda olduklarının (şahsın pasaportu bulunmadığından istediği –güvenli üçüncü- bir ülkeye gönderemeyeceklerini) ifade edildiğini” belirtmiştir. Başvurucu, Yalova Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğünde sınır dışı edilmek üzere bekletilmekte olduğu sırada Anayasa Mahkemesine tedbir talepli olarak yaptığı başvuruda, Mahkeme yeniden bir karar verilinceye kadar başvurucunun Cezayir’e sınır dışı edilmesine ilişkin idari işlemin uygulanmamasına 30/12/2013 tarihinde oyçokluğu ile karar vermiştir. Başvurucu vekili tarafından 20/2/2014 tarihinde Bakırköy Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı aracılığı ile Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilen dilekçede “Yüksek Mahkemenin 30/12/2013 tarihli tedbir ara kararına bağlı olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından verilen sığınma talebinin reddi ve sınır dışı edilmesi kararının askıya alındığı, başvurucunun 7/1/2014 tarihinde serbest bırakıldığı ve yabancılara mahsus ikamet tezkeresi verildiği, başvurucunun salıverildiği sırada, her hafta Cuma günü düzenli olarak Yalova Yabancılar Polisine imza vermesi gerektiği bildirilmesi nedeniyle, düzenli olarak Emniyete imza vermekte olduğu” belirtilmiştir. Başvurucu hakkında sınır dışı edilme işlemi askıya alınarak yabancılara mahsus ikamet tezkeresi düzenlenerek kendisine verilmiş, bu süreçte 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca bu Kanun’un Resmî Gazetede yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe gireceği belirtilen maddeleri ve bu kapsamda “Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez” şeklindeki maddesinin (3) numaralı fıkrası 11/4/2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.B. İlgili Hukuk 11/4/2013 tarihli ve 28615 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Kanun’un aynı Kanun’un maddesi uyarınca 11/4/2014 tarihinde yürürlüğe giren maddesi şöyledir:“(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır. (2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un aynı Kanun’un maddesi uyarınca 11/4/2014 tarihinde yürürlüğe giren “Geri gönderme merkezleri” başlıklı maddesi birinci fıkrası şöyledir:“İdari gözetime alınan yabancılar, geri gönderme merkezlerinde tutulurlar.” 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası ile yürürlükten kaldırılan 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’un (YİSHK) ve maddeleri şöyledir:“Madde 17 - Siyasi sebeplerle Türkiye'ye sığınan yabancılar ancak İçişleri Bakanlığınca müsaade olunacak yerlerde ikamet edebilirler.”“Madde 23- Memleket dışına çıkartılmalarına karar verilipte pasaport tedarik edemediklerinden veya başka sebeplerden dolayı Türkiye'yi terkedemiyenler İçişleri Bakanlığının göstereceği yerde oturmağa mecburdurlar.” 13/12/1955 tarihinde imzalanan ve 12/4/1989 tarihli ve 3527 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan “Avrupa İkamet Sözleşmesi” nin maddesi şöyledir: “ Akit Taraflardan birinin, diğer akit ülkesinde yasal olarak ikamet eden uyrukları ancak milli güveliği tehdit ettikleri veya kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı davrandıkları takdirde sınır dışı edilebilirler. Akit taraflardan birinin, diğer herhangi bir akit taraf ülkesinde yasal olarak iki yıldan fazla bir süredir ikamet etmekte olan uyruğu; milli güvenlik açısından kesin zorunluk yoksa, kendisi hakkındaki sınır dışı kararına karşı itirazda bulunmasına ve bu amaçla yetkili makama veya yetkili makamca özel olarak belirlenmiş kişi veya kişilere başvurmasına ve bu organlar önünde temsil olunmasına müsaade edilmeksizin sınır dışı edilemez. Akit Taraflardan birinin, diğer bir Akit Taraf ülkesinde on yıldan fazla bir süredir. İkamet eden uyrukları, yalnızca mili güvenlik nedeniyle veya bu maddenin birinci bendinde zikredilen diğer nedenlerin, özellikle ciddi bir nitelikte olması hallerinde sınır dışı edilebilir.” Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “Bu Sözleşme'ye Taraf Devletlerden birinin ülkesinde yasal olarak bulunan bir yabancı, bu ülkeden ancak yasalara uygun olarak verilmiş bir karar uyarınca sınır dışı edilebilir ve ulusal güvenlik bakımından zorunlu nedenler aksini gerektirmedikçe, sınır dışı edilmesine karşı nedenler ileri sürmesine ve durumunun yetkili makamlar ya da yetkili makamlarca özel olarak atanmış kişi ya da kişilerce yeniden gözden geçirilmesine ve bu amaçla yetkili merciler önünde temsil edilmesine izin verilecektir.” Avrupa İşkencenin ve İnsanlıkdışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi Yabancı Uyruklu Kişilerin Tutulma Koşullarına İlişkin Standartlarının ilgili kısımları şöyledir:“… CPT’ye göre, yabancıların mevzuat uyarınca kişilerin uzun süre boyunca özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarının gerekli görüldüğü durumlarda, bu amaca özel olarak tasarlanmış, yasal durumlarına uygun maddi koşullar, uygun bir sistem sunan ve uygun niteliklere sahip personelin görev aldığı merkezlerde barındırılmaları gerekmektedir. Bu tür merkezlerin yeterli mobilyaya sahip, temiz, tamire ihtiyacı bulunmayan ve içerdiği kişi sayısına yeterli yaşam alanı sunacak bir barınma yeri sağlaması gerektiği açıktır. Ayrıca, bir cezaevi ortamı izlemini uyandırmayı mümkün olduğunca çok engellemek için binaların tasarımına ve planına dikkat gösterilmesi gerekmektedir. Sistemsel faaliyetler ise açık havada egzersiz, dinlenme odasına ve radyo/televizyon ile gazete/dergilere erişimin yanı sıra diğer uygun boş zaman değerlendirme faaliyetlerini (örneğin masa oyunları, masa tenisi) içermelidir. Kişilerin tutulduğu süre ne kadar uzun olursa, kendilerine sunulan faaliyetlerin de o kadar fazla gelişmiş olması gerekmektedir.… Düzensiz göçmenlerin tutulma koşulları, özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarının niteliğini, sınırlı kısıtlamalar ile ve çeşitli etkinlikleri kapsayan sistemiyle yansıtmalıdır. Örneğin, tutulan düzensiz göçmenlerin … tutuklu yerleşkesi içerisindeki hareket serbestilerinin mümkün olduğunca az kısıtlanması gerekmektedir.” Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9 Aralık 1988 tarihli ve 43/173 sayılı kararıyla kabul edilen Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler’in ve maddeleri şöyledir:“Madde 1-İnsani tarzda muamele yükümlülüğü Her hangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, insaniyetin ve insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onuruna saygının gerektirdiği bir biçimde muamele görür.”“Madde 4-Tutmanın ve diğer tedbirlerin yargısal denetimi Her türlü tutma veya hapsetme kararı ve tutulan veya hapsedilen bir kimsenin insan haklarını her hangi bir biçimde etkileyen bütün tedbirlere yargısal veya diğer bir makam tarafından karar verilir veya bu tedbirler bu makamların etkili denetimine tabi tutulur.” Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Yürütme Komitesinin “Mültecilerin ve Sığınmacıların Alıkonulması” konulu 44 nolu kararın ve fıkrası ile fıkrasının (f) bendi şöyledir:“Yürütme Komisyonu, Mültecilerin Statüsüne ilişkin 1951 Sözleşmesi’nin Maddesi’ni hatırlatarak...(f)Mültecilerin ve sığınmacıların alıkonma koşullarının insani olması gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle, mülteciler ve sığınmacılar mümkünse, adi suçlu olarak tutulmakta olan kişilerin yanında tutulmayacak ve fiziksel güvenliklerinin tehlike altında olduğu yerlerde bulundurulmayacaktır.” Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:“ Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tâbiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir. Bununla beraber, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkum olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci, işbu hükümden yararlanmayı talep edemez.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9673 | Başvurucu, sığınmacı statüsü verilmesi için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine (BMMYK) yaptığı başvurunun sonucu beklenmeksizin, pasaportu bulunmadığı gerekçesi ile sınır dışı edilmesine ilişkin işlem nedeniyle iade edileceği ülkesinde yaşam hakkının ihlal edilme ve işkence ve kötü muameleye tabi tutulma riski bulunduğunu, sınır dışı edilmek üzere 68 gün boyunca Yalova Yabancılar Şube Müdürlüğünde tutularak özgürlüğünden yoksun bırakıldığını, anılan süreçteki idari gözetim koşullarının kötü olduğunu iddia ederek Anayasa’nın 17. , 19. , 20. , 40. ve 4 maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna ve ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Olay tarihinde deniz binbaşı rütbesiyle Genel Kurmay Başkanlığında görev yapmaktayken 20/10/2016 tarihinde başvurucunun kamu görevinden çıkarılmasına karar verilmiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 7/11/2016 tarihli yazısı üzerine FETÖ/PDY mensuplarınca münhasıran kullanılan kriptografik haberleşme programlarından "ByLock And Chat" isimli programı kullandıkları tespit edilen 523 asker şahıs hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 18/12/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 19/12/2016 tarihli yazısı ile "ByLock And Chat" isimli programı kullandıkları tespit edilen asker şahıslar hakkında yürütülen soruşturma kapsamında Bank Asyada 17/25 Aralık 2013 döneminden sonraki hesap hareketlerinin dökümü ile birinci derece yakınlarının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan 2010 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) soruşturması şüphelilerinden olup olmadıkları, ayrıca yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan ve terör örgütünün üst düzey yöneticileri ile eylemlerini konu alan çatı davasına ilişkin iddianamede geçen sanıklar başta olmak üzere ülke genelinde hakkında FETÖ/PDY ile ilgili suçlardan adli işlem yapılan şahıslarla irtibatları olup olmadıkları hususlarında gerekli araştırmaların yapılmasını Emniyet Genel Müdürlüğünden istemiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 20/12/2016 tarihli yazısı ile verdiği cevapta; "ByLock" listesinde bulunanların isimlerini de ekli listede göndererek "ByLock" listeleri üzerindeki çalışmaların devam ettiğini ve listelerin sürekli güncellendiğini, çalışmalar devam ettiği için gönderilen liste ile güncel listenin birebir uyuşmayabileceğini ve bahse konu listenin en güncel hâli için ilgili kuruma başvurulması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu 30/12/2016 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde müdafii huzurunda ifade vermiş, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu 5/1/2017 tarihinde İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki savunması şöyledir:"Deniz Binbaşı rütbesiyle Genelkurmay başkanlığında görev yaptım, 20/10/2016 tarihi itibariyle ihraç edildim, FETÖ ile bağlantılı okul yurt ve dershaneler ile ilişkim olmadı, yayınlarına abone olmadım, bank asya da hesabım olmadı, by-lock programını bilmiyorum, logosunu dahi bilmem, indirmedim kullanmadım, FETÖ ile bağlantılı herhangi bir dernekle bağlantım yoktur, himmet yada başka bir yardımım olmamıştır toplantılarına katılmadım, 15 Temmuz gecesi; 11-15 temmuz tarihleri arasında izindeydim ve evimdeydim, darbe teşebbüsü ve sonrasında da mesai başlangıcı olan 18 temmuza kadarda evimdeydim, darbe teşebbüsüne ilişkin herhangi bir emir veya talimat almadım, ben TSK'nın bir üyesiyim, 14 yaşından itibaren TSK'nın içindeydim, ben her zaman bana verilen emirleri yerine getirdim, onun dışında herhangi bir kurum, kuruluş veya bir örgütle alakam olmadı, bu zamana kadar adli veya idari bir kovuşturmaya da maruz kalmadım, serbest bırakılmamı isterim." Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... şüphelilerin Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olarak çeşitli rütbelerde görev yapan askeri personel oldukları, FETÖ /PDY'nin diğer örgütlerden farklı olarak bir istihbarat ve casusluk şebekesi gibi yapılanıp faaliyet gösterdiği, bu amaçla özel haberleşme programı geliştirdikleri, örgüt faaliyetlerinin deşifre olması ve takibattan kurtulmaları amacıyla, 'bylock' isimli geliştirilerek örgüt mensuplarınca haberleşmede kullandıkları, örgüt elebaşısının 'tüm üyeler bylock üzerinden görüşmeler yapsın, normal telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur' şeklinde talimat verdiği, bu talimatla örgüt üyelerinin bylock programının flash bellekle kurulum dosyasının telefona kopyalanmasıyla kurulduğu, şifre oluşturulduktan sonra Türkiye haricinde başka bir ülkenin server'i üzerinden bağlantının sağlandığı, örgüt mensuplarının bu program vasıtasıyla haberleştikleri, örgüt elemanı olmayan, örgüt içerisinde faaliyet göstermeyen kimsenin bylock programına ulaşmasının mümkün olmadığı, şüphelilerin Türk Silahlı Kuvvetleri çalışanları olarak FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün kullandığı 'bylock' isimli programı kullandıkları, bu program üzerinden gelen emir ve talimatları uyguladıkları, hiyerarşik yapı içerisinde yer aldıkları, şifreli mesaj ve görüşme programı olan bylock isimli programını aktif bir şekilde kullandıklarının tespit edildiği, şüphelilerin FETÖ/PDY üyesi oldukları hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, FETÖ / PDY örgütünün bilindiği üzere 15/7/2016 tarihinde kanlı bir darbe teşebbüsünde bulunduğu, bu örgütün devletin her kademedeki birimlerine militanlarını yerleştirdiği gibi, özel sektörde ve ticaret alanında da bir çok mensubunun bulunduğunun anlaşıldığı, birçok soruşturmanın devam ettiği, bu örgütün bütün faaliyet alanlarının ve mensuplarının henüz ortaya çıkarılamadığı, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Hükümetine yönelik tehdit ve tehlikesinin devam ettiği, buna göre şüphelilerin eylemleri ve bağlantıları dikkate alındığında FETÖ/PDY örgütü üyesi oldukları hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delillerin bulunduğu, şüpheliler hakkında uygulanması talep olunan tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı bir tedbir olduğu, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından...... atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin varlığı, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, atılı suçun katalog suçlardan olması nazara alınarak bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK' nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 17/1/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başsavcılık 23/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ve "ByLock" programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve başvurucunun eylemlerine değinilmiştir. İddianamede başvurucuya isnat edilen suçlamaya esas alınan olgular şöyledir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY mensuplarınca münhasıran kullanılan "ByLock" isimli programı kullandığı ileri sürülmüştür.ii. FETÖ/PDY'ye yönelik yapılan soruşturmaya konu olan ve bu örgütle iltisak ve irtibatı nedeniyle Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan şirketlerden Sürat Kargo Lojistik ve Dağıtım Hizmetleri A.Ş. Bünyesinde başvurucunun kardeşleri H.H.U. ve G.U.nun çalıştıkları belirtilmiştir.iii. Başvurucunun eşi olan F.U. hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında KPSS ile bağlantılı olarak şüpheli sıfatıyla işlem yapıldığının tespit edildiği bildirilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"Yürütülen soruşturma neticesinde; şüphelilerin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca münhasıran kullanılan Bylock And Chat isimli programı kullandıklarından Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak suçunu işledikleri anlaşıldığından" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/101 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 9/3/2017 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 10/5/2017 tarihinde karşı yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi için Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara 19/5/2017 tarihinde tutukluluk yönünden itiraz etmiş, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2/6/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, kararı 12/6/2017 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 13/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 2/8/2017 tarihli kararıyla Mahkemenin 10/5/2017 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargılamaya Mahkemenin E.2017/319 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Mahkemede 28/11/2017 tarihinde ilk duruşma yapılmış, başvurucu ile birlikte diğer şüphelilerin savunmaları alınmış ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu, Mahkemece 6/3/2018 tarihli ikinci duruşmada alınan kararla iddia makamının talebine de uygun olarak tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Sanıkların üzerine atılı suçu işlendiğine dair somut olgular var olmakla birlikte, delillerin büyük ölçüde toplanmış olması, işin önemi, verilmesi beklenen ceza ile tutuklulukta geçen süre, şahsi ve ailevi durumları da dikkate alınarak tutuklamadan beklenen amacın gerçekleştiği kanaatine varıldığından sanıkların tutukluluk hallerinin kaldırılmasına ... [karar verildi.]" Yargılama sırasında Mahkemece belirlenen bilişim uzmanı bilirkişi tarafından hazırlanarak dosyaya ibraz edilen 9/10/2018 tarihli raporda; başvurucunun kullandığı cep telefonu hattı ve kullanımında olan cep telefonuyla 10/11/2014-23/11/2014 tarihleri arasında 55 kez "ByLock" sunucuları/sistemleri ile iletişim kurduğu, bu tarihler arasında aynı hat ve cep telefonuyla yaptığı diğer görüşmelere ilişkin baz istasyon bilgilerinin birbirleriyle eşleştiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Mahkemeye gönderilen 3/10/2019 tarihli yazı ve eklerinde ise "ByLock" programına ilişkin yapılan sorgulama sonucuna göre başvurucunun "ByLock" kaydının olduğu ve CGNAT (internet trafiği) verilerinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında bulunduğunun bildirildiği görülmüştür. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Abdurrahim Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, §§ 19, 20, | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27431 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumlarında bulunan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 12/12/2016 tarihinde öğrendikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/9295 | Başvuru, ceza infaz kurumlarında bulunan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ithal edilen ürünlerin ilaçlara yardımcı ve ilaçları tamamlayıcı ürünler olmasına karşın parfümeri ve kozmetik olarak nitelendirilmesi sonucu fazladan özel tüketim vergisi tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 30/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/477 numaralı bireysel başvuru ile farklı tarihlerde yapılan 2016/481, 2016/487 ve 2016/491 numaralı bireysel başvuruların kişi yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2016/477 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket ilaç sektöründe faaliyet gösteren ve üretim faaliyetleri yanında ilaç, ilaçlara yardımcı ve ilaçları tamamlayıcı ürünler de ithal eden bir ticari kuruluştur. Başvurucu, tüzel kişiliği adına tescilli 28/9/2009, 8/2/2010, 25/3/2010 ve 25/10/2010 tarihli serbest dolaşıma giriş beyannameleri muhteviyatı eşyaların 19 gümrük tarife istatistik pozisyonunda sınıflandırılarak ihtirazi kayıtla ödenen özel tüketim vergisinin söz konusu eşyaların 00 gümrük tarife istatistik pozisyonunda sınıflandırılması gerektiği gerekçesiyle 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun maddesi uyarınca ticari faizi ile birlikte iadesi talebiyle İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğüne (İdare) başvurularda bulunmuştur. İdarenin süresinde cevap vermemesi üzerine başvurucu şirket, mezkur ret işlemlerinin iptali ile ödenen tutarların iadesi istemiyle İstanbul ve Vergi Mahkemeleri nezdinde davalar açmıştır. Başvurucu dava dilekçelerinde şu iddialarda bulunmuştur:i. İthalatı gerçekleştirilen Tonimer Gel, Tonimer Normal, TonimerBaby, Tonimer Single, Tonimer Dose Vials, Sprey, Tonimer Normal Sprey cinsi ürünler ana madde olarak deniz suyu ihtiva eden %0,9 oranında sodyum klorür ve izotonik deniz suyu içermektedir.ii. Anılan ürünler, burun mukozasının temizlenmesinde ve yumuşatılmasında kullanılmakta olup bebek, çocuk ve yetişkinler için önerilen ara ürün olarak isimlendirilen ilaç benzeri ürünler kategorisine girmektedir.iii. İdarece ithalat konusu eşyanın sınıflandırılması gerektiği iddia olunan 19 pozisyonunun diğer parfümeri, kozmetik veya tuvalet şeklinde olması gerekmektedir.iv. Beyanname tescil tarihi itibarıyla Sağlık Bakanlığı izni ile ruhsatlandırılarak ithaline izin verilen ürünler, parfümeri ve kozmetik olmayıp hasta şikâyetlerini giderici, ilaçlara yardımcı ve ilaçları tamamlayıcı ürünlerdendir.v. Bu durumda tüm bu ürünlerin İdarece belirtilen pozisyonda sınıflandırılması uygun değildir.vi. Sonuç olarak ithal edilen ürünlerin ilaçlara yardımcı ve ilaçları tamamlayıcı ürünler olmasına karşın parfümeri ve kozmetik olarak nitelendirilmesi sonucu fazladan özel tüketim vergisi tahsil edilmiştir. Mahkemeler 7/3/2012 ve 20/4/2012 tarihlerinde davaların reddine karar vermişlerdir. Kararların gerekçelerinde, uyuşmazlığın çözümü için başvurucu şirketçe ithal edilen eşyaların dâhil olduğu gümrük tarife ve istatistik pozisyonlarının belirlenmesinin gerektiği, bu belirlemenin ise ancak eşyaların teknik özelliklerinin gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılması suretiyle ortaya konulması suretiyle gerçekleştirilebileceği belirtilmiştir. Mahkemelere göre bu şekilde elde edilecek veriler ise tarifenin yorumu ile ilgili genel kurallar ve ilgili pozisyonların açıklama notlarının yorumunu gerektirmektedir. Mahkeme bu nedenle somut olaylarda yanlışlıkla fazladan tahakkuk ettirilerek tahsil edilen bir verginin söz konusu olmadığı görüşüne varmışlardır. Temyiz edilen kararlar Danıştay Yedinci Dairesince 30/10/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talepleri ise aynı Dairenin 16/6/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai kararlar 24/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2015 tarihinde bireysel başvurularda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Berko İlaç ve Kimya San. A.Ş., B. No: 2015/14612, 22/1/2019, §§ 15- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/477 | Başvuru, ithal edilen ürünlerin ilaçlara yardımcı ve ilaçları tamamlayıcı ürünler olmasına karşın parfümeri ve kozmetik olarak nitelendirilmesi sonucu fazladan özel tüketim vergisi tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru bir bankaya el konulması sürecinde yapılan protokole uyulmadığı gerekçesine dayalı olarak başvurucunun mal varlığı hakkında haciz ve satış işlemleri yürütülmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2015/13350 numaralı bireysel başvuru ile farklı tarihlerde yapılan 2015/13657 ve 2016/9457 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle 2015/13350 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Denizli'de 1927 yılında kurulan İktisat Bankası A.Ş. (Banka) 1984 yılında başvurucu ve ailesi tarafından satın alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 15/3/2001 tarihinde bu Bankanın yönetimi ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şu tespitlere yer verilmiştir:i. Banka kaynaklarının, Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde hissedarlarının oluşturduğu sermaye grubuna aktarıldığı belirtilmiştir.ii. Ayrıca Banka zararının özkaynakları aşarak yabancı kaynaklara sirayet ettirildiği vurgulanmıştır. iii. Son olarak Bankanın mali bünyesindeki zafiyetin, taahhütlerini karşılayamayacak boyutlara ulaştığına ve faaliyetine bu haliyle devamının mevduat sahiplerinin haklarını ve mali sistemin güven ve istikrarını tehlikeye düşürdüğüne işaret edilmiştir. TMSF Fon Kurulunun 23/3/2006 tarihli kararı doğrultusunda başvurucunun grup şirketleri ile 9/5/2006 tarihinde Borç Tasfiye Protokolü (Protokol) düzenlenmiştir. Bu Protokol'ü başvurucu da bizzat borçlu sıfatıyla imzalamıştır. Protokol'e göre 31/10/2005 tarihi itibarıyla Fon bankalarına olan 865 Amerikan doları (dolar) nakdi ve 875 dolar gayrinakdi grup borcunun on iki yılda ödenmesi öngörülmüştür. Protokol'ün "Açılmış dava ve takipler" kenar başlıklı maddesinde, borçlular tarafından Protokol hükümlerine uyulduğu sürece daha önce açılan takiplerin işlemde kalmasını sağlamak amacıyla usuli işlemler dışında başkaca bir işlem yapılmayacağı hükmüne yer verilmiştir. Protokol'ün maddesinde ise temerrüt koşullarına yer verilmiştir. Yine Protokol'ün maddesinde de şu hükme yer verilmiştir: "Protokol'ün hiçbir hükmü borcun yenilenmesi (tecdidi) ... anlamında yorumlanamaz." Fon Kurulu 3/4/2008 tarihinde söz konusu Protokol'ün kamu alacaklarının tahsili açısından ileriye yönelik olarak ilave bir yarar sağlamayacağını tespit ederek Protokol'ün temerrüde ilişkin hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Fon Kurulu bu kapsamda Erol Aksoy Grubuna dâhil tüm gerçek ve tüzel kişi borçlular hakkında yasal takip işlemlerine ve borçlu gruba ait ticari ve iktisadi bütünlük kapsamına alanına varlıkların satışına devam edilmesine karar vermiştir. Kararda, borçlu grubun Protokol'de belirtilen 31/3/2007, 30/6/2007 ve 30/9/2007 tarihlerine ait 000 dolar tutarındaki taksitlerin 303 dolar tutarındaki kısmının hâlen ödenmediği belirtilmiştir. Ayrıca Protokol'de yer alan çok sayıda taahhüt ve edimlerinin yerine getirilmediği vurgulanmıştır.B. İstanbul İdare Mahkemesinde Görülen Dava Süreci TMSF başvurucunun hissedarı olduğu S.T. Pazarlama Turizm Otelcilik İnşaat ve Ticaret A.Ş.nin mülkiyetinde bulunan İzmir'in Menderes ilçesine bağlı Görece köyünde bulunan 1515, 1782 ve 1784 parsel sayılı taşınmazların satışının yapılmasına karar vermiş ve 14/10/2008 tarihinde de ihale işlemleri yapılmıştır. Başvurucu iptal istemiyle 15/12/2008 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 6/5/2009 tarihinde dava konusu taşınmazların satışa çıkarılması işleminin mi yoksa yapılan ihale işleminin mi iptalinin istenildiğinin belirli olmadığı gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir. Başvurucu 10/7/2009 tarihinde yeniden dava dilekçesi vermiştir. Dava dilekçesinde taşınmazların satışa çıkarılması kararı ile satış işleminin iptali istenilmiştir. Mahkeme 28/7/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 3/4/2008 tarihli Fon Kurulu kararının 19/6/2008 tarihinde tebliğ edildiği, buna karşın davanın ise 15/12/2008 tarihinde açıldığı belirtilerek davanın bu kısmının süre aşımı yönünden incelenmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Mahkeme diğer yandan idareye devredilen bankalardan kullanılan ve vadesinde ödenmeyen kredilerin bu bankaların devriyle birlikte kamu alacağı niteliği kazanacağını, bu sebeple davalı idarenin bu alacakları 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil yetkisinin olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre tahsil edilemeyen kamu alacağının başvurucunun hissedarı olduğu şirketin mülkiyetinde bulunan taşınmazların satışının yapılması işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Temyiz edilen karar Danıştay Onüçüncü Dairesince 10/6/2011 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin kararda isabet görülmediği, bu gerekçeye göre satış işlemleri yönünden de ayrıca bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme 30/1/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu 3/4/2008 tarihli Fon Kurulu kararının kesinleşen kamu alacağının tahsili amacıyla imzalanan Protokol'e davacının uymaması sonucu tesis edildiği, dolayısıyla bu işlem yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca bozma öncesi verilen kararda belirtilen gerekçeleri yineleyerek kamu alacağının tahsili amacıyla taşınmazların satışı işlemlerinin yapılması yönünden de hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Temyiz edilen karar Daire tarafından 22/4/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairece 4/6/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 7/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul İdare Mahkemesinde Görülen Dava Süreci Başvurucu 9/5/2006 tarihli Protokol'e konu alacağın 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edilemeyeceğini belirterek buna göre başlatılan takiplerin durdurulması için 17/12/2010 tarihinde TMSF'den talepte bulunmuştur. Başvurucunun talebine süresinde cevap verilmemiştir. Başvurucu bu idari işleme karşı İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 3/10/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun Protokol'den kaynaklanan edimlerini yerine getirmediği hususunun İstanbul İdare Mahkemesinin kesinleşen kararı ile sabit olduğuna vurgu yapılmıştır. Mahkeme bu sebeple davalı TMSF tarafından tahsil edilmesi gereken alacakların bankacılık mevzuatındaki ilgili hükümlere göre 6183 sayılı Kanun uyarınca tahsil edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca borcun yenilendiği, bu yüzden kamu borcu bulunmayıp sözleşmeye dayalı yeni bir borcun mevcut olduğu yönündeki itiraza ise söz konusu Protokol'de borcun yenilendiğine dair herhangi bir ibareye yer verilmemiş olduğu için itibar edilemeyeceğini açıklamıştır. Kararda borcun bir şekilde tahsil edilebilmesi için taraflarca akdedilen ve aslında borcun ödenmesi için başvurucuya belirli imkânlar tanıyan protokolün imzalanmasının borcun kamu borcu niteliğini değiştirmeyeceği vurgulanmıştır. Temyiz edilen karar Daire tarafından 13/5/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairece 4/6/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 9/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul İdare Mahkemesinde Görülen Dava Süreci Başvurucu grup şirketlerine el konulmasına ilişkin bütün işlemlerin iptali istemiyle 18/11/2008 tarihinde TMSF aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme iptali istenen idari işlemlerin açık bir şekilde belirtilmesi gerektiğine vurgu yaparak 8/1/2009 tarihinde dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu bu defa 18/3/2009 tarihinde yeniden dilekçe vererek grup şirketlerine el konulmasına ilişkin 18/9/2008 tarihli Fon Kurulu kararının iptalini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; Fon Kurulu kararının kendisine tebliğ edilmediği, Protokol'e uygun ödeme tekliflerinin TMSF tarafından reddedildiği ve Protokol hükümlerinin kendisi tarafından yerine getirildiği hâlde temerrüde düşmesinin sağlandığı iddialarına yer verilmiştir. Mahkeme 6/10/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davada İstanbul İdare Mahkemesi tarafından anılan işlem açısından davanın süre yönünden reddine karar verildiği belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca grubun temerrüde düşmesi nedeniyle kamu alacağının tahsilinin etkin bir şekilde sağlanabilmesi bakımından, başvurucunun şirketler grubuna dâhil 36 şirketinin yönetiminin devir alınmasına ilişkin işlemde kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Temyiz edilen hüküm Daire tarafından 27/12/2011 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, İstanbul İdare Mahkemesinin süre aşımı yönünden verdiği kararın temyiz üzerine bozulmuş olması gerekçe gösterilmiştir. TMSF tarafından yapılan karar düzeltme istemi Dairenin 4/7/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 30/9/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme davaya konu Fon Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davada İstanbul İdare Mahkemesinin süre aşımı yönünden verdiği kararın bozulması üzerine yapılan yargılamada sonuç olarak davanın reddine karar verildiğine dikkati çekmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun Fon Kurulu kararının iptaline ilişkin olarak açtığı dava reddedildiğinden grubun temerrüde düşmesi nedeniyle kamu alacağının tahsilinin etkin bir şekilde sağlanabilmesi bakımından başvurucunun şirketler grubunda yer alan şirketlerin yönetiminin devralınmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucunun temyiz ettiği karar Daire tarafından 4/6/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 16/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 18/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun maddesinin (7) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"a) Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi halinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın; hisseleri kısmen veya tamamen kendisine intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin, bu bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran tüzel kişi ortaklarının, gerçek ve tüzel kişi ortaklarının yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulundurdukları şirketlerin ortaklarının, bu şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç, ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir...b) Hisseleri kısmen veya tamamen Fona intikal eden bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının veya yöneticilerinin, yönetim kurulu, kredi komiteleri, şubeler, diğer yetkili ve görevliler aracılığıyla veya sair suretlerle banka kaynaklarını ve varlıklarını doğrudan veya üçüncü kişilere rehnetmek, teminat göstermek, ekonomik gücü olmayan kişilere kredi vermek, karşılığında kredi temin etmek amacıyla kredi kullandırmak, yurt içi veya yurt dışı banka ve malî kuruluşlar nezdinde depo veya sair adlarla hesap açtırmak veya bu hesapları teminat göstermek ve sair şekillerde kullanmak suretiyle veya başkaca dolanlı işlemlerle edindikleri veya bu suretle üçüncü kişilere edindirdikleri para, mal, her türlü hak ve alacakların temininde kullanılan banka kaynakları ve varlıkları nedeniyle doğan alacak Fon alacağı sayılır. Bu alacaklar hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır. Fon, bu para, mal, her türlü hak ve alacaklara ihtiyati haciz koymaya, muhafaza altına almaya ve bunlardan değeri Fon tarafından belirlenemeyenleri 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 72 nci maddesine göre kurulan takdir komisyonlarının Fon tarafından belirlenecek kurum ve kuruluşlarca hazırlanacak raporları da dikkate alarak tespit edeceği değeri üzerinden, alacağına ve/veya bu bankaların Fon tarafından devralınan zararlarına mahsuben devralmaya yetkilidir..." 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun geçici maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun yayımı tarihinden önce, 2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18 inci maddeleri, ek 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ncı maddeleri ile geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir." 6183 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Haczedilen her türlü mallar satılarak paraya çevrilir." 6183 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Gayrimenkuller, satış komisyonlarınca açık artırma ile satılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bankalara el konulması ile bağlantılı şikâyetleri, bankaya el konulmasını kimi durumlarda mülkiyetten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi ülkedeki bankacılık sektörünü kontrol etmek amacına yönelik bir tedbir niteliğinde olduğu gerekçesiyle mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Reisner/Türkiye, B. No: 46815/09, 21/7/2015, § 47; Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 146, 147). Bununla birlikte AİHM'e göre söz konusu müdahale Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde belirtilen genel ilke ışığında yorumlanmalıdır. Buna göre müdahalenin hukuka uygun olup olmadığı, kamu yararına dayalı meşru bir amacının olup olmadığı ve başvurucunun mülkiyet hakkı ile müdahalenin taşıdığı meşru amacın dayandığı kamu yararı arasında adil bir denge sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir (Reisner/Türkiye, § 47). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13350 | Başvuru bir bankaya el konulması sürecinde yapılan protokole uyulmadığı gerekçesine dayalı olarak başvurucunun mal varlığı hakkında haciz ve satış işlemleri yürütülmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sendika yöneticisinin kanuna aykırı şekilde iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Davalı işyeri, internet sitesinde yer alan bilgilere göre 150'den fazla ülkede 750'den fazla servis merkezinden oluşan küresel ağa sahiptir. Davalı işyeri, benzinli-dizel yakıt sistemleri, bakım çözümleri, motor yönetimi ve araç elektroniği dâhil olmak üzere araçlara servis ve onarım hizmeti vermektedir. Başvurucu 5/5/2007-27/8/2017 tarihleri arasında davalı işyerinde operatör olarak çalışmıştır. Başvurucu 2015 yılına kadar da işyerinde yetkili olan Türk Metal Sendikasına üyedir. Sonrasında bu Sendikadan ayrılarak 10/8/2015 tarihinde Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikasına (TOMİS) üye olmuş ve 27/1/2016 tarihinde TOMİS Yönetim Kurulunun yedek üyeliğine seçilmiştir. Başvurucu, iş sözleşmesinin sonlandırıldığı tarihte TOMİS Yönetim Kurulu yedek üyesidir. Başvurucunun iş sözleşmesi 27/8/2017 tarihinde işveren tarafından 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında geçerli nedenle feshedilmiştir. Fesih gerekçesinde; başvurucunun çalıştığı Bursa fabrikasında hizmet verilen müşterilerden gelen iş talep oranında düşüş yaşandığı, talep düşüşünün ciddi ve kalıcı olmasının başvurucunun iş ilişkisinin devamını mümkün kılmadığı, istihdamın korunmasına yönelik tüm tedbirlerin alınmasına rağmen fesihten başka çare kalmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, yapılan feshin sendikal nedenle yapıldığını, haksız ve geçersiz olduğunu ileri sürerek işe iade ve sendikal tazminat talebiyle dava açmıştır. Başvurucu ayrıca işyeri sendika yöneticisi olduğunu, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesi kapsamında iş sözleşmesinin geçerli nedenle feshedilemeyeceğini savunmuştur. İlk derece mahkemesi 2/10/2018 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun işe iadesine, sendikal tazminat talebinin reddine ve başvurucunun sendika temsilcisi güvencesinden yararlandırılmasına karar vermiştir. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"...davacıya farklı bir bölümde çalışması için teklif götürülmediği, fesihten sonra montaj operatörü olarak yeni işçi alımı yapıldığı, işletmesel kararın uygulanmasında işverenin, keyfi davranmama, ölçülülük ve feshin son çare olması ilkelerine uygun davranmadığı, halen davacının kıdeminden daha az kıdemli işçilerin çalışmaya devam ettiği anlaşıldığından, davacının iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiği kanısına varılmıştır. Davacı taraf iş akdinin sendikal nedenle feshedildiğini iddia etmişse de bu iddiayı destekler mahiyette işveren tarafından özellikle sendika üyesi işçilerin işten çıkartıldığına dair bir uygulamanın bulunduğuna ilişkin somut veriler elde edilememesi, sendikalı olup halen çalışan işçilerin bulunması, davacının fesih tarihlerinde aktif bir sendikal faaliyetinin bulunmaması, tanık beyanlarında bahsi geçen olayların sendikalar arasındaki rekabettten kaynaklanan ve işverenle direkt bağlantı kurulamayan olaylar olması hususları dikkate alındığında davacının bu konudaki talebi yerinde görülmeyerek sendikal tazminata hükmedilmemiştir..." Kararın istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 4/4/2019 tarihli kararıyla, başvurucunun işe iadesine, sendikal tazminat talebinin reddine ve sendika temsilcisi güvencesinden yararlandırılmayacağına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...6356 sayılı Kanun’un ve maddeleri ve 135 sayılı ILO sözleşmesinin 1, 3 ve maddeleri birlikte değerlendirildiğinde ulusal mevzuatımız 6356 sayılı Kanun, ILO sözleşmesinin maddesinde yer alan düzenleme kapsamında korumadan yararlanacak temsilcileri yetkili sendika tarafından atanan işyeri temsilcileri olarak belirlemiş, 6356sayılı Kanun maddesinde korumadan temsilcilik süresince yararlanılacağı kabul edilmiştir. Somut olayda davacının, fesih tarihinde TOMİS'in yönetim kurulu yedek üyesi ve işyeri sendika temsilcisi olduğu anlaşılmakta ise de, davalı işyerindeki yetkili sendika Türk Metal Sendikası'dır. Davacı, 6356 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında işyerindeki yetkili sendikanın temsilcisi olmadığından madde ile sağlanan güvenceden yararlanmaz..." Nihai karar başvurucuya 14/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5/5/1983 tarihli ve 2821 sayılı mülga Sendikalar Kanunu'nun "Ortak hükümler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Bu Kanunun uygulamasında yönetim ve denetim kurulu üyeleri yönetici sıfatını taşırlar..." 2821 sayılı mülga Kanun'un "İşçi sendikası ve konfederasyonu yöneticiliğinin teminatı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sendika ve konfederasyonların yönetim kurullarında veya başkanlığında görev aldığı için kendi isteği ile çalıştığı işyerlerinden ayrılan işçiler, bu görevlerinin seçime girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi istekleriyle çekilmek suretiyle son bulması halinde, ayrıldıkları işyerinde işe yeniden alınmalarını istedikleri takdirde, işveren, talep tarihinden itibaren en geç bir ay içinde bu işçileri o andaki şartlarla eski işlerine veya eski işlerine uygun bir diğer işe, diğer isteklilere nazaran öncelik vererek almak zorundadır... " 6356 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (i) bendi şöyledir: "(i) Yönetici: Kuruluşun ve şubesinin yönetim kurulu üyelerini, ifade eder." 6356 sayılı Kanun'un "İşçi kuruluşu yöneticiliğinin güvencesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İşçi kuruluşunda yönetici olduğu için çalıştığı işyerinden ayrılan işçinin iş sözleşmesi askıda kalır. Yönetici dilerse işten ayrıldığı tarihte iş sözleşmesini bildirim süresine uymaksızın veya sözleşme süresinin bitimini beklemeksizin fesheder ve kıdem tazminatına hak kazanır. Yönetici, yöneticilik süresi içerisinde iş sözleşmesini feshederse kıdem tazminatı fesih tarihindeki emsal ücret üzerinden hesaplanır. (2) İş sözleşmesi askıya alınan yönetici; sendikanın tüzel kişiliğinin sona ermesi, seçime girmemek, yeniden seçilmemek veya kendi isteği ile çekilmek suretiyle görevinin sona ermesi hâlinde, sona erme tarihinden itibaren bir ay içinde ayrıldığı işyerinde işe başlatılmak üzere işverene başvurabilir. İşveren, talep tarihinden itibaren bir ay içinde bu kişileri o andaki şartlarla eski işlerine veya eski işlerine uygun bir diğer işe başlatmak zorundadır. Bu kişiler süresi içinde işe başlatılmadığı takdirde, iş sözleşmeleri işverence feshedilmiş sayılır. (3) Yukarıda sayılan nedenler dışında yöneticilik görevi sona eren sendika yöneticisine ise başvuruları hâlinde işveren tarafından kıdem tazminatı ödenir. Ödenecek tazminatın hesabında, işyerinde çalışılmış süreler göz önünde bulundurulur ve fesih anında emsalleri için geçerli olan ücret ve diğer hakları esas alınır. İşçinin iş kanunlarından doğan hakları saklıdır." 6356 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesi şöyledir: "Maddede sendika yöneticiliği güvencesi düzenlenmiştir. İşçi kuruluşu yöneticiliğine seçildiği için çalıştığı işyerinden ayrılan işçinin iş sözleşmesinin askıya alınarak iş ilişkisinin devamı sağlanmıştır. Yönetici seçilen işçiye dilerse iş sözleşmesinin derhal sona erdirme imkânı getirilerek kıdem tazminatına hak kazanması öngörülmüştür." 6356 sayılı Kanun'un "İşyeri sendika temsilciliğinin güvencesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) İşveren, işyeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve nedenini yazılı olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez ... (3) Temsilcinin işe iadesine karar verilirse fesih geçersiz sayılarak temsilcilik süresini aşmamak kaydıyla fesih tarihi ile kararın kesinleşme tarihi arasındaki ücret ve diğer haklarıödenir. Kararın kesinleşmesinden itibaren altı iş günü içinde temsilcinin işe başvurması şartıyla, altı iş günü içinde işe başlatılmaması hâlinde, iş ilişkisinin devam ettiği kabul edilerek ücreti ve diğer hakları temsilcilik süresince ödenmeye devam edilir. Bu hüküm yeniden temsilciliğe atanma hâlinde de uygulanır....(5) Bu madde hükümleri işyerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanır.” 6356 sayılı Kanun’un “İşyeri sendika temsilcisinin atanması ve görevleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendika; iş yerinde işçi sayısı elliye kadar ise bir, elli bir ile yüz arasında ise en çok iki, yüz bir ile beş yüz arasında ise en çok üç, beş yüz bir ile bin arasında ise en çok dört, bin bir ile iki bin arasında ise en çok altı, iki binden fazla ise en çok sekiz işyeri sendika temsilcisini iş yerinde çalışan üyeleri arasından atayarak on beş gün içinde kimliklerini işverene bildirir. Bunlardan biri baş temsilci olarak görevlendirilebilir. Temsilcilerin görevi, sendikanın yetkisi süresince devam eder. (2) Sendika tüzüğünde işyeri sendika temsilcisinin seçimle belirlenmesine ilişkin hüküm bulunması hâlinde, seçilen üye temsilci olarak atanır. (3) İşyeri sendika temsilcileri ve baş temsilcisi; işyeri ile sınırlı olmak kaydı ile işçilerin dileklerini dinlemek ve şikâyetlerini çözümlemek, işçi ve işveren arasındaki iş birliğini, çalışma barışını ve uyumunu sağlamak, işçilerin hak ve çıkarlarını gözetmek ve iş kanunları ile toplu iş sözleşmelerinde öngörülen çalışma şartlarının uygulanmasına yardımcı olmakla görevlidir. (4) İşyeri sendika temsilcileri, işyerindeki işlerini aksatmamak ve iş disiplinine aykırı olmamak şartı ile görevlerini yerine getirir. İşyerlerinde, sendika temsilcilerine görevlerini hızlı ve etkili biçimde yapmalarına imkân verecek kolaylıklar sağlanır.” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin amatör sendika yöneticilerinin işyeri sendika temsilcisinin güvencelerinden faydalanması konusundaki 9/9/2014 tarihli ve E.2014/18644, K.2014/23273 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...6356 sayılı Kanun'un 'İş yeri sendika temsilciliğinin güvencesi' başlıklı maddesinin bendinde, bu madde hükümlerinin işyerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir. Kanun koyucu, sendika yöneticilerini profesyonel ve amatör yöneticiler olarak ikiye ayırmış ve yöneticilik güvencesi bakımından ayrı ayrı değerlendirmiştir. Profesyonel yönetici, sendikadaki yöneticilik görevi sebebiyle işyerinden ayrılan yöneticiyi; amatör yönetici ise sendikadaki yöneticilik görevini işyerinden ayrılmadan, başka bir anlatımla, işyerinde çalışmaya devam ederek yerine getiren yöneticiyi ifade etmektedir. Kanun koyucu, profesyonel sendika yöneticilerinin güvencesini 6356 sayılı Kanun'un maddesinde; amatör sendika yöneticilerinin güvencesini ise, aynı kanunun maddesinde düzenlemiştir. Hal böyle olunca, amatör sendika yöneticilerine işyeri sendika temsilcisinin güvencesine ilişkin hükümler uygulanacaktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin sendika yönetim kurulu yedek üyesinin işyeri sendika temsilcisinin güvencelerinden faydalanması konusundaki 14/12/2022 tarihli ve E.2016/6678, K.2022/16835 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Mahkemece davacının yedek üye olması ve fiilen yöneticilik yaptığını ispatlayamaması nedeniyle talebin reddine karar verilmiş ise de, 6356 sayılı Yasa'nın'Tanımlar' başlıklı maddesinin i bendinde, Yasadaki 'yönetici' tabiri ile ifade edilmek istenilenin ' kuruluşun ve şubesinin yönetim kurulu üyeleri' olduğu belirtilmiş olup, tanımda asil-yedek üye ayrımı da yapılmadığı dikkate alındığında fesih tarihinde işyeri sendika yönetim kurulu yedek üyesi olduğunu ispatlayacak davacının 6356 sayılı Yasa'nın maddesinden yararlanmasına engel bir durum bulunmamaktadır....davacının sendika yönetim kurulu yedek üyesi olup olmadığı ve yedek üye olduğu tarih aralığı sorularak açıklığa kavuşturulmalı davacının sendika yönetim kurulu yedek üyesi olduğunun tespiti halinde 6356 sayılı Yasa'nın maddesine göre hüküm kurulmalıdır." Yukarıda yer verilen içtihat, Yargıtayın farklı dairelerince de benimsenmiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/12/2022 tarihli ve E.2022/15701, K.2022/16835 sayılı kararı). Bununla birlikte yukarıda yer verilen kararlarında Yargıtayın yetkili olmayan sendika yöneticileri yönünden konuyu açıkça tartışmadığı görülmektedir. Yargıtayın yetkili sendika ve yetkili olmayan sendika yöneticisi ayrımı yaparak söz konusu güvencelerden kimlerin yararlanıp yararlanamayacağını açıkça değerlendirdiği Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/11/2018 tarihli ve E.2018/8455, K.2018/21083 sayılı kararının ilgili kısmı ise şöyledir:"...Davacı vekili ise, müvekkilinin Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikası Genel Merkez Yönetim Kurulu asıl üyesi olduğunu, işe iade ile birlikte sendikal tazminata da hükmedildiğini ancak 6356 Sayıl Kanunun maddesinin fıkrasına ilişkin olarak karar verilmediğini,... talep ederek istinaf kanun yoluna başvurmuş, Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi davacının sendika işyeri temsilcisi olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırarak 6356 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca hüküm kurulmuştur.Davacının, 2015 tarihinde Türk Metal Sendikası’nda istifa ederek 2015 tarihinde Tüm Otomobil Metal İşçileri Sendikası’na üye olduğu, aynı zamanda bu Sendika’nın kurucu üyesi ve yönetim kurulu asil üyesi olduğu, davalı işyerindeki yetkili Türk Metal Sendikası ile imzalanan toplu iş sözleşmesinden ise dayanışma aidatı ödeyerek yararlandığı anlaşılmaktadır.Uyuşmazlık davalı işyerinde yetkili olmayan bir sendikanın kurucu üyesi ve yönetim kurulu üyesi olan davacının, 6356 sayılı Kanun kapsamında işyeri sendika temsilciliğinin güvencesinden yararlanıp yararlanmayacağı noktasındadır.6356 sayılı Kanun’un maddesinde;... (5) Bu madde hükümleri işyerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanır.' hükmü,Aynı Kanun’un 'İşyeri sendika temsilcisinin atanması ve görevleri' başlıklı maddesinin birinci fıkrasında da, 'Toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendika; işyerinde işçi sayısı elliye kadar ise bir, elli bir ile yüz arasında ise en çok iki, yüz bir ile beş yüz arasında ise en çok üç, beş yüz bir ile bin arasında ise en çok dört, bin bir ile iki bin arasında ise en çok altı, iki binden fazla ise en çok sekiz işyeri sendika temsilcisini işyerinde çalışan üyeleri arasından atayarak on beş gün içinde kimliklerini işverene bildirir. Bunlardan biri baş temsilci olarak görevlendirilebilir. Temsilcilerin görevi, sendikanın yetkisi süresince devam eder.' hükmü yer almaktadır.2 Haziran 1971 tarihinde ILO tarafından kabul edilen 135 sayılı İşçi Temsilcileri Sözleşmesi ülkemizce 1992 tarihinde kanunlaşmış 1992 tarih 21432 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.1982 Anayasasının maddesinin son fıkrasında 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek: 2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.' düzenlemesi de yer almaktadır.135 sayılı ILO sözleşmesinin maddesinde 'İşletmelerdeki işçi temsilcileri, kanunlara toplu sözleşmelere veya yürürlükteki sözleşmelere dayalı diğer düzenlemelere uygun hareket etmeleri koşulu ile işten çıkarma dahil kendilerine zarar verebilecek ve işçi temsilcisi sıfatını taşımalarından veya bu sıfatla faaliyetlerde bulunmalarından, sendika üyesi olmalarından veya sendika faaliyetlerine katılmalarından ileri gelecek her nevi işleme karşı etkili bir korumadan yararlanırlar.' maddesinde 'Bu sözleşmenin uygulanmasında 'işçi temsilcileri' deyimi ulusal mevzuat ve uygulama ışığında; Ya sendika temsilcileri, şöyle ki; sendikalarca veya bu tür kuruluşların üyelerince seçilen veya atanan temsilciler; Ya da seçimle gelen temsilciler, şöyle ki; ulusal mevzuat veya toplu sözleşme hükümlerine göre işletmenin işçileri tarafından serbestçe seçilen ve ilgili ülkede, sendikalara tanınan özel ayrıcalıklı faaliyetleri içermeyen görevlere sahip temsilciler, anlamına gelir.' düzenlemeleri yer almaktadır.Aynı sözleşmenin maddesinde ise 'Ulusal mevzuat, toplu sözleşme, hakem kararları veya mahkeme kararları, bu Sözleşmede sözü edilen kolaylıkları ve korunmaya hak kazanacak işçi temsilcileri tipini veya tiplerini belirleyebilir.' düzenlemesi yer almaktadır.6356 sayılı Kanun’un ve maddeleri ve 135 sayılı ILO sözleşmesinin 1, 3 ve maddeleri değerlendirildiğinde ulusal mevzuatımız 6356 sayılı Kanun, ILO sözleşmesinin maddesinde yer alan düzenleme kapsamında korumadan yararlanacak temsilcileri yetkili sendika tarafından atanan işyeri temsilcileri olarak belirlemiş, 6356 sayılı Kanun maddesinde korumadan temsilcilik süresince yararlanılacağı kabul edilmiştir.Davacı ise, Tüm Otomobil Metal İşçileri Sendika’nın kurucu üyesi ve yönetim kurulu asil üyesi olup, davalı işyerindeki yetkili sendika ise Türk Metal Sendikasıdır. Davacı 6356 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında işyerindeki yetkili sendikasının temsilcisi olarak atanmamıştır. Başka bir değişle davacı 6356 sayılı Kanun kapsamında sendika temsilcisi olmadığından anılan Kanun’un maddesi ile sağlanan güvenceden yararlanmak için gerekli koşula sahip değildir." Öte yandan Yargıtayın, davalılar tarafından yetkili olmayan sendika yöneticilerinin Kanun'un maddesindeki güvencelerden yararlandırılmaması gerektiği yönündeki savunmalarının bulunduğu bazı davalarda, konuya ilişkin ayrıca bir açıklama yapmadan sendika yöneticilerinin söz konusu güvencelerden yararlandırılması gerektiğine dair kararları da bulunmaktadır. Bu kapsamda Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/2/2017 tarihli ve E.2016/33409, K.2017/1107 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:...Temyiz:Karar davacı vekili tarafından 6356 sayılı Kanun kapsamında yöneticilik tazminatının belirlenmediğini, hükümde boşta geçen süre ücretine karar verilmediği gibi işe başlatmama tazminatının ise kıdeme göre eksik belirlendiğini sendikal tazminat talebinin yöneticilik teminatı olduğunu belirterek kararı temyiz ederken, davalı vekili ise cevap nedenlerini [Davalının cevap nedenleri şöyledir: 'Davalı işveren vekili, işyerinde yetkili bir sendika bulunmadığını, davacının sendika işyeri temsilcisi olmadığını, davacının diğer işçilerden bir farkının olmadığını, emekliliğini hak etmiş olan davacı işçinin istihdam fazlası olması nedeniyle iş sözleşmesinin feshedildiğini, fesih işlemlerinin sendikal veya kişisel nedenlere dayanmadığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.']Gerekçe:Uyuşmazlık davalı işyerinde amatör sendika yöneticisi olarak çalışan davacının, işletme gerekleri ile feshedilen iş sözleşmesinin geçersizliği, işe iadesi ile boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatına hak kazanıp kazanmadığı, bu haklarının 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi mi yoksa 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında mı değerlendirileceği noktasında toplanmaktadır.Mahkemece feshin geçersizliği ve işe iade değerlendirilirken, geçersizliğin sonucuna bağlı boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı 4857 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca tespit edilmiştir.Kanuni düzenlemeye göre 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanun'un maddesi ile sendika temsilcileri için özel bir düzenleme getirmiş ve anılan maddenin son fıkrasında ise 'madde hükümlerinin işyerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanacağı' belirtilmiştir....Somut uyuşmazlıkta amatör sendika yöneticisi olan davacının iş sözleşmesi haklı neden olmadan feshedildiğinden, mahkemece feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmesi, 6356 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca da isabetlidir. Ancak boşta geçen süre ücret ve işe başlatmama tazminatı yönünden anılan madde hükümleri yerine, 4857 sayılı Kanun’un madde hükümlerinin dikkate alınarak hüküm kurulması hatalıdır." Yukarıdaki kararlardan anlaşılacağı üzere Yargıtayın konuya ilişkin yerleşik bir içtihadı bulunmamaktadır. Yargıtayın yetkili sendika olup olmadığına bakılmaksızın tüm sendika yöneticilerinin Kanun'un maddesindeki güvencelerden yararlandırılması gerektiği anlamına gelen kararları bulunmakla birlikte bu güvencelerden sadece işyerindeki yetkili sendikanın yöneticilerinin yararlandırılması gerektiği anlamına gelen kararları da vardır.B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler 25/11/1992 tarihli ve 3847 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkına İlişkin 87 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanarak 12/7/1993 tarihinde yürürlüğe giren Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 87 No.lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi'nin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 2:Çalışanlar ve işverenler herhangi bir ayırım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluşları kurmak ve yalnız bu kuruluşların tüzüklerine uymak koşulu ile bunlara üye olmak hakkına sahiptirler.Madde 3:Çalışanların ve işverenlerin örgütleri tüzük ve iç yönetmeliklerini düzenlemek, temsilcilerini serbestçe seçmek, yönetim ve etkinliklerini düzenlemek ve iş programlarını belirlemek hakkına sahiptirler.Kamu makamları bu hakkı sınırlayacak veya bu hakkın yasaya uygun şekilde kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmalıdırlar....Madde 11:Hakkında bu sözleşmenin yürürlükte bulunduğu Uluslararası Çalışma Örgütünün her üyesi, çalışanların ve işverenlerin örgütleme hakkını serbestçe kullanmalarını sağlamak amacıyla gerekli ve uygun bütün önlemleri almakla yükümlüdür. 25/11/1992 tarihli ve 3845 sayılı İşletmelerde İşçi Temsilcilerinin Korunması ve Onlara Sağlanacak Kolaylıklar Hakkında 135 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanarak 12/7/1993 tarihinde yürürlüğe giren ILO 135 No.lu İşçi Temsilcileri Sözleşmesi'nin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 1: İşletmelerdeki işçi temsilcileri, kanunlara toplu sözleşmelere veya yürürlükteki sözleşmelere dayalı diğer düzenlemelere uygun hareket etmeleri koşulu ile işten çıkarma dahil kendilerine zarar verebilecek ve işçi temsilcisi sıfatını taşımalarından veya bu sıfatla faaliyetlerde bulunmalarından, sendika üyesi olmalarından veya sendika faaliyetlerine katılmalarından ileri gelecek her nevi işleme karşı etkili bir korumadan yararlanırlar....Madde 3: Bu sözleşmenin uygulanmasında "işçi temsilcileri" deyimi ulusal mezuat ve uygulama ışığında;Ya sendika temsilcileri, şöyle ki; sendikalarca veya bu tür kuruluşların üyelerince seçilen veya atanan temsilciler;Yada seçimle gelen temsilciler, şöyle ki; ulusal mevzuat veya toplu sözleşme hükümlerine göre işletmenin işçileri tarafından serbestçe seçilen ve ilgili ülkede, sendikalara tanınan özel ayrıcalıklı faaliyetleri içermeyen görevlere sahip temsilciler, anlamına gelir....Madde 5: Aynı işletmede hem sendika temsilcilerinin ve hem'de seçilmiş temsilcilerin bulunduğu hallerde, eğer gerekiyorsa, seçilmiş temsilcilerin bulunmasının ilgili sendikaların veya temsilcilerinin durumunu zayıflatacak şekilde kullanılmaması ve ilgili bütün konularda seçilmiş temsilcilerle, ilgili sendikalar ve onların temsilcileri arasında işbirliğini teşvik için önlemler alınacaktır..." 25/11/1992 tarihli ve 3848 sayılı Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunmasına ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin 151 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanarak 12/7/1993 tarihinde yürürlüğe giren ILO 151 No.lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi'nin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 1:Bu Sözleşme, diğer uluslararası çalışma sözleşmelerinde bu kesime uygulanabilecek daha elverişli hükümler bulunmadığı durumlarda kamu makamlarınca çalıştırılan herkese uygulanır.Bu Sözleşmede öngörülen güvencelerin, görevleri izlenecek politikaları belirleme ve yönetim işleri kabul edilen üst düzey görevlilere veya çok gizli nitelikte görevler ifa edenlere hangi ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla belirlenecektir.Bu Sözleşme öngörülen güvencelerin silahlı kuvvetlere ve polise ne ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla belirlenecektir....Madde 4:Kamu görevlileri, çalıştırılmaları konusunda sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır.Böyle bir koruma, özellikle aşağıdaki amaçlara yönelik tasarruflara karşı uygulanacaktır:Kamu görevlilerinin çalıştırılmalarını, bir kamu görevlileri örgütüne katılmama veya üyelikten ayrılma koşuluna bağlamak,Bir kamu görevlisini, bir kamu görevlileri örgütüne üyeliği veya böyle bir örgütün normal faaliyetlerine katılması nedenleriyle işten çıkarmak veya ona zarar vermek.Madde 5:Kamu görevlileri örgütleri, kamu makamlarından tamamen bağımsız olacaklardır.Kamu görevlileri örgütleri kuruluş, işleyiş veya yönetimlerinde kamu makamlarının her türlü müdahalesine karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır.Bir kamu makamının tahakkümü altında kamu görevlileri örgütlerinin kuruluşunu geliştirmeye veya kamu görevlileri örgütlerini bir kamu makamının kontrolü altında tutmak amacıyle mali veya diğer biçimlerde desteklemeye yönelik önlemler bu madde bakımından müdahaleci faaliyetler olarak kabul edilecektir." Türkiye bakımından 24/12/1989 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Konseyinin 18/10/1961 tarihli ve ETS No. 35 sayılı Avrupa Sosyal Şartı’nın ilgili maddeleri şöyledir:"Madde 22: Çalışma koşullarının ve çalışma ortamının düzenlenmesine ve iyileştirilmesine katılma hakkı:Âkit Taraflar, çalışanların işletmede çalışma koşullarının ve çalışma ortamının düzenlenmesine ve iyileştirilmesine katılma haklarını etkili bir biçimde kullanmalarını sağlamak amacıyla, ulusal mevzuat ve uygulama uyarınca çalışanların ya da temsilcilerinin;a- çalışma koşullarının, işin örgütlenmesinin ve çalışma ortamının düzenlenmesi ve iyileştirilmesine ... katılma olanağı veren önlemler almayı ya da bunları özendirmeyi taahhüt ederler. ...Madde 28: Çalışanların temsilcilerinin işletmede korunma ve kolaylıklardan yararlanma hakkı:Âkit Taraflar, çalışanların temsilcilerinin görevlerini yerine getirme haklarını etkili bir biçimde kullanmalarını sağlamak amacıyla işletmede;a- işletmedeki çalışanların temsilcisi olarak etkinlikleri ya da statüleri nedeniyle kovulmalarını da içermek üzere kendilerine yönelik zarar verici eylemlere karşı etkili bir korumadan yararlanmalarını,b- ilgili işletmenin gereksinimleri, büyüklüğü ve kapasitesi ve ülkenin endüstriyel ilişkiler sistemi göz önünde tutularak, görevlerini derhal ve etkili bir biçimde yerine getirmelerini mümkün kılmak için uygun olabilecek olanaklar tanınmasını taahhüt ederler.Madde 29: Çalışanların toplu işten çıkarma sürecinde bilgilendirilme ve danışılma hakkı:Âkit Taraflar, çalışanların toplu işten çıkarma sürecinde bilgilendirilme ve danışılma hakkını etkili bir biçimde kullanabilmelerini sağlamak amacıyla ... çalışanların temsilcilerine zamanında danışmasını ve bilgi vermesini sağlamayı ... taahhüt ederler.Değiştirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın EkiMadde 21 ve 22:1- Bu maddelerin uygulanmasında, “çalışanların temsilcileri” terimi, ulusal mevzuat ya da uygulama tarafından böyle nitelendirilen kişiler anlamına gelir.2- “Ulusal mevzuat ve uygulama” terimi, duruma göre, yasaların ve yönetmeliklerin yanı sıra toplu iş sözleşmelerini, işverenler ve çalışanların temsilcileri arasındaki diğer anlaşmaları, gelenekleri ve ilgili yargı kararlarını kapsar....Madde 28 ve 29:Bu maddelerin uygulanmasında, “çalışanların temsilcileri” terimi, ulusal mevzuat ya da uygulama tarafından böyle nitelendirilen kişiler anlamına gelir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sendika temsilcisinin şikâyetini incelediği bir başvuruda Avrupa Sosyal Şartı'nın maddesini de gözönünde bulundurarak işçi temsilcilerinin kural olarak ve belirli sınırlar içinde, sendikal işlevlerini hızlı ve etkili bir şekilde yerine getirebilmeleri için uygun kolaylıklardan yararlanmaları gerektiğini belirtmiştir (Sanchez Navajas/İspanya (k.k.), B. No: 57442/00, 2001-VI). AİHM ayrıca anlamlı ve etkili sendika haklarını güvence altına almak için ulusal makamların orantısız cezalar yoluyla sendika temsilcilerinin sendika üyelerinin çıkarlarını ifade etmekten ve savunmaya çalışmaktan vazgeçirilmemelerini güvence altına alması gerektiğini vurgulamıştır (Trade Union of the Police in the Slovak Republic ve diğerleri/ Slovakya, B. No: 11828/08, 25/9/2012, § 55). | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19836 | Başvuru, sendika yöneticisinin kanuna aykırı şekilde iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, 25/4/2000 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde aleyhlerine açılan kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 15/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 4/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/1/2014 tarihli görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 30/1/2014 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Derik ilçesi Zeytinpınar mahallesi 496 ada, 33, 62, 65, 116, 174, 175, 183, 188, 189, 221 ve 222 parsel numaralı taşınmazlar 1999 yılında yapılan kadastro çalışması sonunda başvurucular ve murisleri adlarına tespit edilmiştir. Z.A. ve arkadaşları, anılan taşınmazların kendilerine ait olduğu iddiasıyla başvurucular ve murisleri aleyhine, 25/4/2000 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Mahkemece, 25/1/2008 tarih ve E.2000/79, K.2008/1 sayılı kararla; davacının Kadastro Kanunu'nun maddesine göre keşif giderlerini süresi içinde yatırmadığı, dolayısıyla keşif deliline dayanmaktan vazgeçtiği, mevcut delillere göre de davacının davasını ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine, taşınmazların başvurucular ve murisleri adlarına tapuya tescillerine karar verilmiştir. Davacılar tarafından temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/5/2009 tarih ve E.2008/4808, K.2009/1926 sayılı ilamıyla davacılara keşif giderlerini yatırması için verilen sürenin Kadastro Kanunu'nun maddesine uygun olarak verilmediği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılamaya Derik Kadastro Mahkemesinin E.2010/1 sayılı dava dosyasında devam edilmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7288 | Başvurucular, 25/4/2000 tarihinde Derik Kadastro Mahkemesinde aleyhlerine açılan kadastro tespitine itiraz davasında yargılamanın halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Üzüm Eken'in 30/11/2015 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiştir. 2/1/2017 tarihli yazı ile mirasçılarına, başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edip etmeyecekleri sorulmuş, devam edecek olmaları hâlinde buna ilişkin belgelerin Anayasa Mahkemesine gönderilmesi gerektiği bildirilmiştir. Başvurucunun mirasçıları 23/1/2017 tarihli dilekçe ile bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edeceklerini belirterek vekâletnameleri ile mirasçılık belgesinin onaylı suretini göndermişlerdir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Üzüm Eken, trafik kazası sonucu cismani zarar nedeniyle ortaya çıkan maddi ve manevi zararının karşılanması talebiyle 16/3/2001 tarihinde dava açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 13/11/2002 tarihli kararı ile davalıların diplomatik dokunulmazlıklarının bulunduğu gerekçesiyle yargılamanın durdurulmasına karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/6/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 14/5/2015 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz talebinde bulunulmuş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12481 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ilk derece mahkemesince mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen tutukluluk hâlinin devamına dair karardan sonra yapılan tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi ve tutukluluğun sürdürülmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu 1993 yılında Cumhuriyet savcısı olarak göreve başlamış, 2001 yılında Anayasa Mahkemesi raportörü olarak görevlendirilmiş, kısa bir süre idari görevde bulunduktan sonra 2010 yılında -üst kademe yöneticileri arasından- Anayasa Mahkemesi yedek üyeliğine seçilmiş ve aynı yıl yapılan Anayasa değişikliği sonrası yedek üyeler asil üye olmuş, 2011 ile 2015 yılları arasında Anayasa Mahkemesi başkan vekili olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucu aynı gün gözaltına alınmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu sorgu sırasındaki ifadesinde suçlamaları reddetmiş ve hiçbir örgütle ilişkisinin olmadığını savunmuş; ayrıca Anayasa Mahkemesi üyesi olması nedeniyle hakkında ancak Anayasa Mahkemesince soruşturma ve kovuşturma yapılabileceğini, bunun istisnasını oluşturan ağır cezalık suçüstü hâlinin ise somut olayda söz konusu olmadığını, dolayısıyla yapılan işlemlerin usul kurallarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu tarafından ileri sürülen, görevi (Yüksek Mahkeme üyeliği) dolayısıyla özel soruşturma usullerine tabi olması nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin yetkili olmadığına dair iddia Hâkimlik tarafından "şüphelilerin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması, suçüstü halinin varlığı dikkate alınarak ... soruşturmanın genel hükümlere tabi olduğu" gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Sorgu sonucunda Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/8/2016 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 25/10/2017 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Anılan fezlekede 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğu belirtilmiş; bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinilmiştir. Savcılık, darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu sonucuna varmıştır. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak başvurucu hakkında genel hükümlere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir. FETÖ/PDY'nin kuruluşu ve yapısı ile yargı organlarındaki örgütlenmesine ilişkin etraflıca açıklamaların yer aldığı fezlekede, başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıdaki yapılanmasında bilerek ve isteyerek yer aldığına ilişkin birtakım olgulara dayanılmıştır (bu olgulara ilişkin olarak bkz. Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 25). Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15/1/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Yargıtay Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Yargıtay Ceza Dairesi 6/3/2019 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 11 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutukluluğunun devamı kararına 7/3/2019 tarihinde itiraz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 28/3/2019 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda başvurucunun itirazının kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 10/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucu hukuka aykırı olarak tutuklandığı iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuş; AİHM 16/4/2019 tarihinde -Yargıtay Ceza Dairesinin başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına hükmetmesinden sonra- başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Alparslan Altan/Türkiye, 16/4/2019, B. No: 12778/17). Kararda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde suçun işlendiği esnada ya da işlendikten hemen sonra tespit edilmesi durumuyla bağlantılı olan suçüstü kavramının klasik bir tanımına yer verildiği; buna karşın Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli kararına (E.2017/YYB-997, K.2017/404) göre 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca bir suç örgütüne üye olma şüphesinin herhangi bir fiilî unsur veya devam eden cezai bir eylem belirtisine ihtiyaç duyulmaksızın suçüstü hâli bakımından yeterli görülebileceği belirtilmiştir. AİHM'e göre suçüstü hâli kavramının tespitine ilişkin olarak yapılan bu geniş yorum, başvurucu açısından 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'da yer alan güvenceleri etkisiz hâle getirmiştir (Alparslan Altan/Türkiye, § 112). AİHM, Yargıtayın mütemadi suça ilişkin yerleşik içtihadının suçüstü hâli kavramının kapsamının genişletilmesini nasıl haklılaştırdığının ilgili kararından anlaşılamadığını belirtmiştir. AİHM'e göre Yargıtayın -önceki kararlarından görüldüğü kadarıyla- temadi eden suçların niteliğine ilişkin yaklaşımı, ceza mahkemelerinin yetkisini belirlemek ve bu tür davalarda zamanaşımı kuralının uygulanmasını sağlamak amacına yöneliktir. Bu değerlendirmeler ışığında AİHM, ulusal mahkemelerin suçüstühâli kavramını genişletmelerinin ve ulusal hukuku somut olayda uygulama biçimlerinin belirsizliğe yol açtığı sonucuna varmıştır (Alparslan Altan/Türkiye, §§ 114, 115). Başvurucu 22/4/2019 ve 20/5/2019 tarihli dilekçeleri ile anılan AİHM kararında belirlenen hukuki durum çerçevesinde tutukluluk durumunun incelenerek tahliye edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu taleplerinin değerlendirilerek sonucunun başvurucuya tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Başvurucu, hakkında Yargıtay Ceza Dairesince verilen mahkûmiyet hükmünü vekili aracılığıyla 31/5/2019 tarihinde temyiz etmiş olup temyiz dilekçesinde ayrıca -mahkûmiyetten sonra AİHM tarafından verilen karar gözönüne alınarak- tutukluluk hâlinin incelenerek tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca 20/6/2019, 27/6/2019, 4/7/2019, 11/7/2019, 18/7/2019 ve 24/7/2019 tarihlerinde de devam eden tutukluluk durumunun AİHM kararındaki hukuki belirlemeler kapsamında incelenerek tahliye edilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu taleplerinin değerlendirilerek sonucunun başvurucuya tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Başvurucu 25/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi için gönderildiği Yargıtay Ceza Genel Kurulunda derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Alparslan Altan, §§ 39-71; Ç.Ö., [GK], B. No: 2014/5927, 19/7/2018, §§ 16-24; Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25385 | Başvuru, ilk derece mahkemesince mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen tutukluluk hâlinin devamına dair karardan sonra yapılan tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi ve tutukluluğun sürdürülmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, bu süreçte idari gözetim merkezinde tutulması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sınır dışı etme kararına karşı açılan iptal davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonlarca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1997 yılı doğumlu olan başvurucu, Suriye vatandaşıdır. Anlatımına göre başvurucu, ülkesindeki savaş ortamından ailesiyle birlikte kaçarak Türkiye'ye sığınmış; geçici koruma statüsünden yararlanarak geçici kimlik kartı edinmiştir. Daha sonra bu kartını kaybettiğini ifade eden başvurucu; Mersin'de başka bir Suriye vatandaşıyla evlendiğini, ardından Yunanistan'a yasa dışı yollarla geçmeye çalıştığı esnada yakalandığını dile getirmiştir. Göçmen kaçakçılığı suçu kapsamındaki ihbarı değerlendiren kolluk görevlileri, başvurucuyu 24/10/2016 tarihinde İzmir'de bir minibüste Suriye uyruklu otuz altı kişiyle birlikte yakalamıştır. Araçta yapılan arama neticesinde 25 can yeleği, 2 şambrel ve 1 şişirme pompası bulunduğu tutanaklara yansımıştır. Başvurucunun başkasına ait kimlik bilgilerini kullanarak Türkiye'ye yasa dışı yollardan giriş yaptığı parmak izi karşılaştırılması sonucu bilirkişi raporuyla tespit edilmiştir. Başvurucu, yakalanmasının ardından İzmir İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edilmiştir. İzmir Valiliğinin 25/10/2016 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi (kamu güvenliği açısından tehdit oluşturma) uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine ve 6 ay idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu Harmandalı Geri Gönderme Merkezine yerleştirilmiştir. Sınır dışı etme kararı 26/10/2016 tarihinde başvurucunun kendisine tebliğ edilmiş olup ilgili evraklar Türkçe ve Arapçadır. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle 22/2/2017 tarihinde İzmir Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) vekili vasıtasıyla dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olmasının yanı sıra kendisinin sınır dışı edilemeyecek şahıslardan olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca tebligatın usulüne uygun yapılmadığını, kendi dilinde okuryazarlığının yeterli olmadığını, bu nedenle kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia etmiştir. İdare Mahkemesinin 15/3/2017 tarihli kararıyla davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Suriye uyruklu olan davacının [H.B.] isimli kişinin kimlik bilgilerini kullanarak Türkiye'ye kaçak yollarla giriş yaptığı, 2016 günü saat:0030 sıralarında, İzmir-Karabağlar Limontepe Toki Konutları sokak üzerinde... plakalı minibüs içesinde davacının da aralarında bulunduğu 37 suriye uyruklu şahsın yakalandığı, araçta 25 can yeleği, 2 adet şambrel, 1 adet şişirme pompası ele geçirildiği, Harmandalı Geri Gönderme Merkezine teslim edilen davacı hakkında, 6458 sayılı Yasa'nın 54/1-d maddesini ihlal ettiğinden bahisle İzmir İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 2016 tarih ve 2sayılı kararı ile hakkında sınır dışı etme kararı alındığı, bu kararın kendi dilinde 2016 tarihinde bizzat davacıya tebliğ edildiği, bu işlemin iptali istemiyle bu tarihi takiben 15 gün içinde dava açılması gerekirken, dava açma süresi geçtikten çok sonra 2017 tarihinde bakılan davanın açıldığı görülmektedir. Bu durumda, yasal süresi içinde açılmayan davanın esastan incelenme olanağı bulunmamaktadır. " Başvurucu 6/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, ayrıca sınır dışı etme kararının tedbiren durdurulmasını talep etmiştir. Başvurucu sunduğu vekâletnamede eğitim durumunun ortaokul veya dengi olduğunu, Arapça dilini kullandığını tercüman vasıtasıyla belirtmiştir. Anayasa Mahkemesinin 7/4/2017 tarihli kararıyla başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunup bulunmadığının değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelere ihtiyaç duyulduğu, bununla birlikte araştırma sürecinde sınır dışı işleminin gerçekleştirilmesi hâlinde telafisi imkânsız sonuçlar ortaya çıkabileceği için ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Diğer taraftan başvurucu, İdare Mahkemesinin ret kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bireysel başvurusundan sonra istinaf talebi İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 20/9/2017 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:"Bu bakımdan; Dairemizce 6458 sayılı Yasa uyarınca tesis edilen işleme yönelik olarak davacı tarafından yapılan başvuru üzerine, uyuşmazlığın esası incelenmeden özel yasasındaki dava açma sürelerine ilişkin kurallar uyarınca süreaşımı nedeniyle davanın reddine yönelik olarak verilen karara yapılan istinaf başvurusunun incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. (Benzer bir yaklaşım ve inceleme için; Danıştay Dairesinin, 2016 tarih, E:2014/1508, K:2016/276 sayılı kararına bakılabilir.)Dosyadaki belgeler ile 13/04/2017 günlü ara kararımıza davalı idarece verilen yanıt ve başvuru dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, istinaf başvurusuna konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle, İzmir İdare Mahkemesince verilen 15/03/2017 tarih, E: 2017/331, K: 2017/496 sayılı karara davacı tarafından yapılan istinaf başvurusunun reddine" Anayasa Mahkemesi başvurucunun sınır dışı edilmesi hâlinde maruz kalacağını iddia ettiği kötü muamele iddialarına ilişkin bilgi ve belge vermesi için başvurucuya 27/1/2020 tarihinde iki haftalık kesin süre vermiştir. Başvurucu vekili tarafından 29/1/2020 tarihinde verilen cevapta, başvurucuyla irtibatının kopması nedeniyle başvurucunun sınır dışı edilip edilmediği veya ülkeyi terk edip etmediğinin bilinmediği belirtilmiş; idari gözetim kararının kaldırılarak 27/2/2017 tarihi itibarıyla başvurucunun serbest bırakıldığı açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19507 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, bu süreçte idari gözetim merkezinde tutulması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sınır dışı etme kararına karşı açılan iptal davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasına ilişkin başvuruda idare karşısında eşit muamele yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 9/3/2016 tarihinde görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı 29/3/2016 tarihinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: İstanbul Emniyet Müdürlüğü Atatürk Havalimanı Şube Müdürlüğü Pasaport Kontrol Büro Amirliğince kimlik bildirmeme kabahatini işlediği gerekçesiyle 5/11/2013 tarihinde başvurucuya 88 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucunun anılan cezai işleme karşı yaptığı itiraz, Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli ve 2013/20151 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kesin olarak verilen karar, başvurucu vekiline 27/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 27/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Bireysel başvuru sonrasında Bakanlık tarafından Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli ve 2013/20151 Değişik İş sayılı kararına karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/6/2014 tarihli ve E.2014/12330, K.2014/13258 sayılı kararıyla bozulmuş; idari para cezası kaldırılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1312 | Başvuru, idari para cezasına ilişkin başvuruda idare karşısında eşit muamele yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, avukat olan başvurucu hakkında bazı suçlar yönünden müdafilikten yasaklanmaya ilişkin karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukattır. Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Adli Müşavirliği 14/8/2017 tarihinde başvurucunun sosyal medyada paylaştığı birtakım yazılar sebebiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. 17/8/2017 tarihinde "Fetö Davalarında Neler Yaşanıyor?" konulu bir televizyon programına katılan başvurucu hakkında yine aynı şekilde Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Adli Müşavirliği tarafından 22/8/2017 tarihinde ihbarda bulunulmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2017 tarihinde yer yönünden yetkisizlik kararı vermesi üzerine dosya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosuna gönderilmiştir. Terör örgütü üyeliği kapsamında devam eden soruşturmada 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında başvurucu ve müdafiinin soruşturma dosyasını inceleme ve örnek alma yetkilerinin kısıtlanmasına karar verilmesi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/11/2017 tarihinde talep edilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı gün başvurucu ve müdafiinin dosyanın içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Soruşturma devam ederken başvurucunun evinin ve işyerinin aranması, bilgisayar ve bilgisayar kütüklerinde inceleme yapılması, ayrıca yakalandığı andan itibaren başvurucunun yirmi dört saat süreyle müdafiiyle görüşmesine izin verilmemesi 1/3/2018 tarihinde talep edilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, soruşturma kapsamında delil elde edilmesine yönelik söz konusu taleplerin kabulüne karar vermiştir. Başvurucu 2/3/2018 tarihinde gözaltına alındığını belirtmektedir. Başvurucu gözaltındayken 5/3/2018 tarihinde, 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgisi bulunan soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında, başvurucunun müdafilik görevlerini üstlenmekten yasaklanmasına ilişkin istemde bulunulmuştur. Ayrıca başvurucunun FETÖ/PDY kapsamında karar tarihinden önce üstlenmiş olduğu soruşturma ve kovuşturmalardan men edilmesi de talep edilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 5/3/2018 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebini aynen kabul etmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/3/2018 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Bu kararın başvurucuya tebliğ edilmediği anlaşılmaktadır. Bu arada gözaltında tutulan başvurucu hakkında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 14/3/2018 tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Daha sonra başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçları kapsamında 29/3/2018 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/5/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Başvurucu vekili, dosyanın fiziki olarak incelediği sırada İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/3/2018 tarihli kararının 1/6/2018 tarihinde öğrenildiğini belirterek başvurucunun müdafilik görevinden yasaklanmasına ilişkin olarak 7/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvurucunun 9/7/2018 tarihinde yapılan duruşmada konutu terk etmemeye ilişkin adli kontrol tedbiriyle tahliye edildiği anlaşılmıştır. 30/1/2019 tarihli duruşmada başvurucu hakkında müdafilikten yasaklanmaya ilişkin verilen tedbir kararının süresinin bitimine kadar devamına, süre bittiğinde talep hâlinde tedbirin kaldırılmasına ilişkin celse arasında değerlendirme yapılmasına karar verilmiştir. Sonraki duruşmalarda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından müdafilikten yasaklanma konusunda süre uzatımına ilişkin herhangi bir talepte bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 6/11/2019 tarihinde silahlı terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçu kapsamında neticeten 7 yıl 6 ay hapis cezası verilmiştir. İstinaf incelemesi devam etmektedir. 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendi, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. 6749 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...g) Yürütülen soruşturmalarda, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 149 uncu maddesine göre seçilen veya aynı Kanunun 150 nci maddesine göre görevlendirilen müdafi, hakkında bu maddede sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması halinde müdafilik görevini üstlenmekten yasaklanabilir. Cumhuriyet savcısının yasaklamaya ilişkin talebi hakkında, sulh ceza hâkimliği tarafından gecikmeksizin karar verilir. Yasaklama kararı, şüpheliye ve yeni bir müdafi görevlendirilmesi için ilgili baro başkanlığına derhal bildirilir.” 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin maddesi, 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun’un maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. 7070 sayılı Kanun'un maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkrasına ibareler eklenmiştir. Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, 2019/65 sayılı kararıyla söz konusu (3) numaralı fıkrada yer alan “…soruşturma ya da…” ibaresi ile (4) numaralı fıkrada yer alan “…avukat hakkındaki soruşturma veya…” ve “…soruşturma veya…” ibareleri iptal edilmiştir. İptal kararı verilmeden önce olayların geçtiği tarihte 5271 sayılı Kanun’un "müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma" başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şu şekildeydi:"(Ek: 25/5/2005 - 5353/22 md.) 149 uncu maddeye göre seçilen veya 150 nci maddeye göre görevlendirilen ve Türk Ceza Kanununun 220 ve 314 üncü maddesinde sayılan suçlar ile terör suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen avukat, hakkında bu fıkrada sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma bulunması halinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten yasaklanabilir. (Ek:25/5/2005 - 5353/22 md.) Cumhuriyet savcısının yasaklamaya ilişkin talebi hakkında, hâkim veya mahkeme tarafından gecikmeksizin karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz edilebilir. İtiraz sonucunda yasaklama kararının kaldırılması halinde avukat görevini devam ettirir. Müdafilik görevinden yasaklama kararı, avukat hakkındaki soruşturma veya kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere, bir yıl süre ile verilebilir. Ancak, soruşturma veya kovuşturmanın niteliği itibariyle bu süreler altı aydan fazla olmamak üzere en fazla iki defa uzatılabilir. Soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi veya kovuşturma sonunda mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi halinde, kesinleşmesi beklenmeksizin yasaklama kararı kendiliğinden kalkar." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18733 | Başvuru, avukat olan başvurucu hakkında bazı suçlar yönünden müdafilikten yasaklanmaya ilişkin karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 15/10/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Ölçme Seçme ve Değerlendirme Merkezi (ÖSYM) Başkanlığı Bilgi Güvenliği ve Yönetimi Daire Başkanlığında bilişim personeli olarak görev yapmakta iken darbe teşebbüsü sonrasında 18/7/2016 tarihinde başvurucunun sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, FETÖ/PDY'ye yönelik soruşturmalar kapsamında 5/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 20/9/2016 tarihinde başka şüphelilerle birlikte Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde "İddia edildiği gibi silahlı terör örgütü üyesi değilim. FETÖ/PDY terör örgütü ile bir alakam yoktur. İTÜ Bilgisayar Mühendisliği bölümünü 2002 yılında bitirdikten sonra özel şirketlerde çalıştım. Daha sonra STV'de bir süre çalıştıktan sonra buradaki yöneticiyle anlaşamayınca ÖSYM'nin iş ilanını gördüm, sözleşmeli olarak burada Bilgi İşlem Dairesinde 2013 yılı Aralık ayında işe başladım. Darbeden sonra sözleşmem feshedildi. Görev yaptığım birim adayların müracaat ve kayıt işleriyle alakalıydı. ÖSYM'nin bu kayıtların tutulduğu yazılımı ile alakalı yaşadığı sıkıntılardan dolayı bu tarz bir iş ilanı verilmiş idi. Bu yeni projede ben de bu şekilde görev almış oldum. Bylock isimli uygulamayı kullanmadım. Darbe olayına kadar bu uygulamayı hiç duymamıştım. Öğrencilik dönemimde de daha sonrasında da bu yapıya ait ışık evlerinde kalmadım. Işık evlerinde abilik ya da başka bir isim altında bir organize görevi yapmadım. ÖSYM'yi özellikle tercih etmiş değilim. Ancak bilişim personeline ödediği ücret diğer memurlara ödediği ücretten daha fazladır ... çocuklarımın gittiği okul o dönem için iyi bir okul olarak biliniyordu. Ancak sonradan ben çocuklarımın kaydını da bu okuldan aldım." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 20/9/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler ... Savaş Keleş'in silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren yakalama ve arama işlemlerine ilişkin belgeler, arama ve el koyma işlemlerine ilişkin belgeler, emniyet ve Savcılığındaki alınan ifadeleri ile tüm dosya kapsamındaki somut delillere göre soruşturmanın henüz tamamlanmadığı şüphelilerin üzerlerine atılı suçun temadi eder nitelikte suçlardan olduğu, şüpheliler hakkında henüz toplanmamış delillerin bulunduğu, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin mevcut olduğu, açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulamasının da yetersiz kalacağı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK 100/2-11 maddesi hükmündeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nın maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 26/7/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve kırk yedi şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. 18/11/2016 tarihinde alınan Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporunda başvurucunun Bank Asyanın Ankara'daki OSTİM ve Kızılay Şubelerinde hesabının bulunduğu ve bu hesapların daha sonra kapatıldığı, para transferi ilişkisinde bulunduğu kişilerin FETÖ/PDY soruşturmalarında adlarının geçtiği belirtilmiştir. ii. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin üst düzey yöneticilerinden biriyle telefon irtibatının bulunduğu ileri sürülmüştür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/66 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu 21/8/2017 tarihli duruşmada savunmasını yapmıştır. Başvurucu savunmasında;i. Bank Asya ile 2009 yılından beri müşteri ilişkisinin olduğunu, değişik şubelerdeki hesaplarını konut finansmanı için açtırdığını, ev almak için kullandığı finansmanın ödemesinin bitiş tarihi olan 2015 yılında üç hesabını da kapattırdığını belirtmiştir. ii. Para transferleri ile ilgili olarak Ç. adlı şahsa yaptığı ödemenin avukat ilişkisinden kaynaklanan vekâlet ücreti olduğunu, yengesi N.K. ile olan para transferinin aile içi alacak borç ilişkisi çerçevesinde ödenen bir para olduğunu, K. ile olan para transferinin ise kurban hisse bedeli olduğunu belirtmiştir. iii. K. adlı FETÖ/PDY yöneticisiyle görüştüğü iddiasına ilişkin olarak ise çocuğu için okul araştırdığı sırada Nurettin Topçu isimli özel okulla da görüştüğünü, bu okulun telefonunun özel okulların genel müdürü olan K. adına kayıtlı olduğunu, bu kişiyi tanımadığını ve bu kişiyle görüşmediğini, görüşme tarihlerine bakıldığında bu tarihlerin erken kayıt dönemi olduğunun anlaşılacağını belirtmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 22/9/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 25/9/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Bu karar 5/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 30/10/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanıklar ... Savaş Keleş hakkında üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süreleri, celsede beyanlarına başvurulan diğer sanıkların sanıklar lehine beyanları ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında, adli kontrol tedbirine başvurulmak kaydıyla tahliyesine ... [karar verildi.]" Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 16/5/2018 tarihinde başvurucu hakkındaki kamu davasının E.2017/66 sayılı dava dosyasından tefrik edilerek yeni bir esasa (E.2018/97) kaydına karar vermiştir. Başvurucudan elde edilen dijital materyallere ilişkin 16/4/2019 bilirkişi inceleme raporu Mahkemeye sunulmuş ve 19/7/2019 tarihli duruşmada okunmuştur. Anılan raporda; dijital materyallerden elde edilen bulgular ışığında başvurucunun FETÖ/PDY'ye müzahir haber sitelerini ziyaret ettiği, Fetullah Gülen'in vaazlarını cep telefonuna yükleyerek izlediği, Bank Asya internet bankacılığını yoğun şekilde kullandığı,genel amaçlı mesajlaşma uygulamaları yüklü olmakla birlikte cep telefonuna FETÖ/PDY mensuplarınca da kullanılan Wickr Me, Kakaotalk ve Line mesajlaşma uygulamalarını yüklediği ve kullandığı, "Fetullah Gülen Hocaefendi" adlı uygulamayı kurduğu, bu uygulamayı bir kez kullanıp telefondan kaldırdığı, verileri silmeye yönelik Clean Master isimli programı yüklediği ve daha sonra bu uygulamayı da kaldırdığı belirtilmiştir. Öte yandan yargılama devam ederken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yeni bir soruşturma başlatılmıştır. Emniyetteki ifadesi sırasında başvurucuya ÖSYM'de çalıştığı dönemde kendisinden sınav sorusu istenip istenmediği, A.U., H.T., K.Ç., H.A., A., H.Ö.T., T., Y.Ü., S.A., S.Ö., B.T., İ.E.T., İ.T. adlı kişileri tanıyıp tanımadığı (GSM hatlarının aynı adreste kurulu baz istasyonundan sinyal verdiği belirtilerek) altı kez ardışık olarak aranmasının nedeni, ardışık olarak arayan şahsın kim olduğu ve örgütteki konumu, on farklı sabit/ankesörlü telefondan altmış bir kez periyodik olarak aranmasının sebebi, periyodik olarak arayan şahsın kim olduğu ve örgütteki konumu, örgütün tepe yöneticilerinden olan K. isimli şahsı tanıyıp tanımadığı, bu şahısla dört kez telefon görüşmesi yapmasının sebebi, ÖSYM'ye girmesinde B.K. isimli şahıstan (Sınav sorularının sınav öncesinde ÖSYM'den dışarıya sızdırılmasını organize ettiği ve şüpheli olarak firari durumda olduğu belirtilmiştir.) yardım alıp almadığı ve bu şahısla olan telefon irtibatı, (mahrem hizmetler bilişim yapılanmasında faaliyet gösterdiği ileri sürülen ve kaçak olan) A.A. isimli şahsı tanıyıp tanımadığı, bu şahısla olan HTS kaydının sebebi sorulmuştur. İfade alma işlemi sırasında ayrıca kontörlü (büfe) sabit/ankesörlü telefon hattı ve ardışık aramaları ile ilgili olarak yapılan çalışmalar kapsamında alınan beyanlardan, terör örgütünün mahrem yapı sorumlusunun kontörlü (büfe) sabit hat ve/veya ankesörlü telefon hattından arama yaptıktan sonra son aradığı numaranın telefonun hafızasında kalmasını önlemek için en son aramadan sonra ilgisiz bir numarayı arayarak tedbir uyguladığının anlaşıldığı belirtildikten sonra bu kapsamda başvurucuya kendisinin aranmasından hemen sonra 312 numarasının aranmasının sebebi sorulmuştur. Başvurucu 11/4/2019 tarihli ifadesinde ÖSYM Başkanlığında çalıştığı süre içinde FETÖ/PDY ile herhangi bir bağı, irtibatı ve bu örgüte iltisakının olmadığını, ÖSYM Başkanlığında çalışması dolayısıyla sınav öncesinde FETÖ/PDY mensuplarına ya da başka birilerine verilmek üzere kendisinden sınav sorusu getirmesini talep eden olmadığını, zaten bu Kurumda çalıştığı yerin sınav sorularını temin edeceği bir birim olmadığını, sadece aday işlemlerinin, başvuru sistemlerinin ve tercih sistemlerinin yazılımlarını yapmakta olduğunu, A.U. isimli şahsı tanıdığını, kendisi ile Vakıfbank Genel Müdürlüğünde ve ÖSYM Başkanlığında aynı dönemde fakat farklı birimlerde görev yaptıklarını, Vakıfbank Genel Müdürlüğünden kendisinden önce ayrıldığını ve önce ÖSYM Başkanlığında işe girdiğini, bu şahıs ile işyeri arkadaşlığı dışında da samimiyeti ve arkadaşlığının bulunduğunu, işyeri dışında bu kişi ile ailecek görüştüklerini, ÖSYM Başkanlığından ayrıldıktan sonra bu şahısla görüşmediğini belirtmiştir. Adına kayıtlı hattan altı adet ardışık şekilde aranması ile ilgili olarak ise bu görüşmelerihatırlamadığını, ismi geçen şahıslardan E.B.yi tanımadığını ve bu şahısla da hayatı boyunca bir araya gelmediğini, ismi geçen diğer şahıslardan A.nın Vakıfbank'ta aynı dönemde çalışmaları dolayısıyla işyeri arkadaşı olduğunu, ankesörlü hattan kendisini arayan bu şahısların kendisinin ardından neden başka bir kişiyi aradığını bilmediğini ancak bu şahıslar ile herhangi bir şekilde FETÖ/PDY toplantısına katılmadığını, ankesörlü hattan arayan kişiyi de bilmediğini hatta arandığını da hatırlamadığını ifade etmiştir. On farklı sabit/ankesörlü telefondan altmış bir kez periyodik aranması ile ilgili olarak ankesörlü hattan arandığını da görüşme yaptığını da hatırlamadığını, kimin aradığını ve neden aradığını bilmediğini, son aranılan numaranın telefonun hafızasında kalmasını önlemek için en son aramadan sonra ilgisiz bir numaranın aranması şeklindeki tedbirden haberinin olmadığını, K. isimli şahsı tanımadığını ancak yukarıda da beyan ettiği ve daha önceki soruşturmasında da bu şahsın kendisine sorulduğunu, bu şahısla hatırladığı dört adet görüşme kaydının olduğunu, bu şahsı neden aradığını veya bu şahsın kendisini neden aradığını bilmediğini ancak yargılamaaşamasında kendisini arayan numaranınşahsın sahibi olduğu Özel Samanyolu Okuluna ait olduğunu öğrendiğini, o dönem aktif olan ve kapatılmamış olan okulu aramış veya okul tarafından aranmış olabileceğini, bu okulu da çocuklarının eğitimi için ön kayıt ve bilgi almak amacı ile aradığını ileri sürmüştür. Sınav sorularının sınav öncesinde Kurumdan dışarıya sızdırılmasını birlikte organize ettiği ileri sürülen ve dosya kapsamında şüpheli olarak firari durumda bulunan B.Ş. isimli şahısla otuz kez HTS irtibatının bulunması ile ilgili olarak ise B.Ş. isimli şahsı tanımadığını, bu ismi ilk kez duyduğunu, bu şahısla yapmış olduğu görüşmeleri hatırlamadığını, bu kişi ile herhangi bir samimiyeti ve tanışıklığının da olmadığını, ÖSYM Başkanlığına kimsenin yönlendirmesi ile girmediğini, HTS irtibatı bulunan FETÖ/PDY'nin mahrem hizmetler/bilişim yapılanmasında faaliyet gösterdiği iddia edilen A.A. isimli şahsı tanımadığını, kesinlikle bu şahıs ile bir samimiyeti ve arkadaşlığının da olmadığını, aynı baz istasyonundan sinyal veren GSM hatlarının sahipleri H.T., A.U., K.Ç., H.A., A., H.Ö.T., T., Y.Ö., S.A., S.Ö., B.T., İ.E.T ve İ.T. isimli şahıslardan H.T., A.U., K.Ç., H.A., A., H.Ö.T., T., S.A., İ.T.yi mesai arkadaşları olmasından dolayı tanıdığını, bu şahıslar dışında ismi geçen H.A., Y.Ö. ve İ.E.T.yi gözaltına alındıktan sonra tanıdığını, S.Ö. ve B.T. isimli şahısları ise tanımadığını ve onlarla bir samimiyeti olmadığını, ismi geçen şahıslar ile FETÖ/PDY kapsamında herhangi bir şekilde bir araya gelmediğini beyan etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 16/9/2019 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili yapılan değerlendirmeler özetle şöyledir:i. İddianamede Emniyet Genel Müdürlüğünce hazırlanan 18/5/2018 tarihli FETÖ/PDY'nin askerî mahrem yapılanması konulu bilgi notuna atıf yapılmıştır. Bu belgeye göre ardışık arama yöntemi ile sadece askerî personelin aranmadığı, mahrem yapıda görevli imamların da ilk zamanlarda ankesörlü/kontörlü arama yöntemini kullandıkları, aramanın sadece büfe, lokanta, market vs. kontörlü arama yapılabilen yerler olmadığı, ayrıca ankesörlü telefonlar ile kontörü olmadığından bahisle rica yolu ile işyerlerinde mevcut sabit hattan da arama işlemi yapılabildiği, arama işlemi sonrasında gizlilik ve tedbir amaçlı olarak rastgele numaraların çevrildiği, redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışıldığı, daha önceden sözleşilen noktaya gelinmediği takdirde ya da mahrem imam il dışında ise ve periyodik zamanlarla bir araya geliniyorsa bir gün önce mahrem imamın arayarak çağrı bıraktığı belirtilmiştir.ii. ÖSYM Başkanlığında üst düzey veya kritik önemi haiz özel bilgi, beceri, eğitim, öğretim gerektiren birimlerde aktif olarak çalışması muhtemel olan örgüt mensubu sivil şahısların tespiti amacıyla ardışık-periyodik arama HTS analiz raporlarının hazırlandığı ifade edilmiştir.iii. Bu kapsamda başvurucunun kendi adına kayıtlı olarak kullandığı ve ÖSYM Başkanlığına irtibat telefonu olarak verdiği üç ayrı telefon hattı ile on farklı sabit/ankesörlü telefon hattı arasında altı kez ardışık, altmış bir kez periyodik olarak iletişim kaydının bulunduğu iddia edilmiştir.iv. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY'nin üst yönetimi ile ilgili yürütülmekte olan soruşturma kapsamında adı geçen K. isimli şüpheli ile başvurucunun telefon irtibatının bulunduğu belirtilmiştir.v. Baz analizi ile ilgili verilerin incelenmesi neticesinde 3/1/2011-4/9/2016 tarih aralığında 00 ile 00 saatleri arasındaki zaman diliminde, başvurucuya ait GSM hattı ile başvurucunun yargılandığı davadaki diğer kişilerin hatlarının aynı yerdeki baz istasyonundan sinyal verdiği belirtilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 7/10/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/31 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi aynı tarihte aralarında fiilî ve hukuki bağlantı bulunduğunu belirterek E.2019/31 sayılı dosya ile E.2018/197 sayılı dosyanın birleştirilmesine ve yargılamanın E.2018/197 sayılı üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Yargılama bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Özcan Güney B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 30- Ayrıca Yargıtay Ceza Dairesinin 13/11/2019 tarihli ve E.2018/5526, K.2019/6842 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan özellikler doğrultusunda, bir asker şahsın; örgütün gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta vb. gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun delil olacağında kuşku yoktur...." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36190 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ceza davasında müdafi yardımından yararlandırılmama, ek savunma hakkı tanınmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 7/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte İzmir'de ikamet etmektedir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 19/10/2011tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında bilişim sistemleri banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık, resmî belgede sahtecilik ve bilişim sistemlerinin kullanılması sonucu hırsızlık suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçlardan hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 7/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27601 | Başvuru, ceza davasında müdafi yardımından yararlandırılmama, ek savunma hakkı tanınmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir I | 1 |
Başvuru, sınır dışı edilmek üzere havalimanındaki transit (uluslararası) bölgede idari gözetim kararı olmaksızın fiilen tutulma nedeniyle kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 5/7/2019 tarihli kararıyla başvurucunun sınır dışı ve idari gözetimin kaldırılması yönündeki tedbir talepleri reddedilmiştir. Başvuru formu ve ekleri, ilgili kurumlardan ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu Suriye ve Lübnan vatandaşı olduğunu ifade eden başvurucu, Lübnan’daki mülteci kampından kaçarak Türkiye’den transit olarak geçmek isterken 25/5/2019 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yakalanmıştır. Kabul edilemez yolcu statüsünde bulunan başvurucunun Türkiye’ye girişine izin verilmeyerek başvurucu, havalimanında transit bölgede bekletilmiştir. Başvurucu 19/6/2019 tarihinde Lübnan’a deport edilmiş ancak Lübnan makamları başvurucuyu ülkeye kabul etmeyerek bir gün sonra Türkiye’ye iade etmiştir. Başvurucu vekilinin 17/2/2020 tarihli dilekçesinde verdiği bilgilere göre başvurucu 16/7/2019 tarihinde Türkiye'ye kabul edilerek serbest bırakılmıştır. Göç İdaresi Başkanlığının 14/1/2021 tarihli yazısında başvurucunun Türkiye’ye kabul edilerek Edirne’de ikamet etmeye başladığı bildirilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21018 | Başvuru, sınır dışı edilmek üzere havalimanındaki transit (uluslararası) bölgede idari gözetim kararı olmaksızın fiilen tutulma nedeniyle kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü üyeleri tarafından kardeşinin ve babasının kaçırıldığını, güvenlik endişeleri nedeniyle köyünden ayrılmak zorunda kaldığını belirterek 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının giderilmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Erzurum İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 18/2/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesinin onama ve karar düzeltme ret kararları üzerine Mahkeme kararı kesinleşmiştir. Nihai karar 3/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 21/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuruda bulunduktan sonra 2/1/2019 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun murisleri bireysel başvuruya devam etmek istedikleri yolunda bir beyanda bulunmamışlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14524 | Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gösteri yürüyüşü esnasında yapılan eylem ile yolun araç trafiğine kapanmasına yol açtığı gerekçesiyle başvurucu hakkında tesis edilen idari para cezasına yapılan itirazın başvurucunun iddiaları değerlendirilmeden duruşmasız ve gerekçesiz olarak mahkemece reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Eskişehir ilinde 10/9/2013 tarihinde gerçekleştirilen gösteri yürüyüşü esnasında yapılan eylemde yolun araç trafiğine kapanmasına yol açtığı gerekçesiyle Eskişehir Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü tarafından idari para cezası tesis edilmiştir. Başvurucu, idari para cezasına itiraz etmiştir. Eskişehir Sulh Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 10/10/2013 tarihli tensip zaptı ile itiraz dilekçesindeki hususlara yönelik beyanlarının bildirilmesi için dilekçenin bir örneğinin Eskişehir Trafik Denetleme Şube Müdürlüğüne gönderilmesine ve idari para cezasına dayanak teşkil eden belgelerin anılan Müdürlükten istenilmesine karar vermiştir. Eskişehir Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünün 12/11/2013 tarihli cevap yazısı 21/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu karşı beyanda bulunmamıştır. Başvurucunun idari para cezasına yaptığı itiraz, Mahkemenin 26/12/2013 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "Her ne kadar hakkında düzenlenmiş olan trafik suç tutanağına muteriz itiraz etmiş ise de; dosyaya gelen tüm bilgi ve belgelerden muterizin itirazı haklı ve yerinde görülmemekle muterizin itirazının reddine karar vermek gerekmiştir. Şöyle ki: Muterizin işlediği fiil açıkça 2918 sayılı Yasa'nın maddesindeki düzenlemeye uygun şekilde trafik akışını engellemektir.Bu durum Anayasanın teminatı altında olan toplantı ve gösteri hakkının kullanılması olarak kabul olunamaz. Gerek hukukun evrensel ilkelerine ve gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki düzenlemeye göre; bir hakkın kötüye kullanılmasını kanun himaye etmez ve toplantı ve gösteri hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki diğer hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bir şekilde veya bu amaçla kullanılamaz. Olayımızda da merhum bir şahsın anılması adı altında açık bir şekilde trafiğin akışı muteriz ve yanındakiler tarafından kasıtlı olarak engellenmektedir. Gerçekte böyle bir anma töreni trafik akışı engellenmeden de yapılabileceğinden mahkememiz bu hali belirtildiği şekilde hakkın kötüye kullanılması olarak kabul etmiştir ve diğer şehir sakinlerinin ulaşım hakkının açıkça ihlal edilmesi sonucunu doğuran bu durum toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması olarak kabul olunamaz. Aynı fiile hem suç hem kabahat yaptırımı uygulanamayacağı şeklindeki hukuksal sorunun irdelenmesine gelince: Mahkememiz, olayın toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkındaki kanun uyarınca soruşturulması halinin, açıkça bir trafik kabahati olan 2918 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesini mümkün kılmayacağı kanatinde değildir. Çünkü suç fiili başka türlü de yani, trafik akışı engellenmeden de işlenebileceği gibi kabahat fiili de Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa aykırılık teşkil etmeden değişik şekillerde işlenebilir. Olayımızda da bu durum söz konusudur. Yani muteriz eylemini trafik akışını engellemeden ana bir artelde gerçekleştirse eylem trafik kabahati olmayacak Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında değerlendirilecektir. Tersi halinde de yani örneğin muteriz tek başına trafik akışını engellerse bu durum Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri(hakkındaki) Kanununa muhalefet olamaz. Açıklandığı üzere hiç tereddütsüz ve gayet açık bir şekilde muteriz eylemi 2918 sayılı Yasanın maddesindeki düzenlemeye uygun trafik akışını engelleyen bir kabahat olduğundan muterizin itirazı kabulü mümkün olmamış ve bu nedenlerle itirazın reddine dair aşağıdaki hükümler uygun bulunmuştur." Karar, başvurucuya 10/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1622 | Başvuru, gösteri yürüyüşü esnasında yapılan eylem ile yolun araç trafiğine kapanmasına yol açtığı gerekçesiyle başvurucu hakkında tesis edilen idari para cezasına yapılan itirazın başvurucunun iddiaları değerlendirilmeden duruşmasız ve gerekçesiz olarak mahkemece reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlilerince gerçekleştirilen fiziksel şiddet ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, teğmen olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Atatürk Havalimanı'nda yaşanan olaylara katıldığı gerekçesiyle 17/7/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır (15 Temmuz darbe girişimine ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Başvurucu 18/7/2016 tarihinde anayasayı ihlal (cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme) ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında açılan kamu davasında başvurucunun anayasayı ihlal suçu nedeniyle müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş olup dava inceleme tarihi itibarıyla Yargıtay bozma ilamı sonrasında derdesttir. Başvurucu 9/12/2019 tarihinde gözaltında kötü muamele gördüğü iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu bu şikâyetinde özetle; i. 17/7/2016 gözaltında tutulduğu karakoldan sorgusunun yapılması için Çağlayan Adliyesine götürüldüğünü, elleri arkadan kelepçelenerek konulduğu nezarethanede polis memurlarının fiziksel şiddetine maruz kaldığını, yumruk ve tekmelerle yaralandığını, adli muayeneyi gerçekleştiren hekimin yaralanmalarını rapora yansıtmadığını,ii. Kolluk görevlilerinin ayakkabı ve botlarıyla vurup basması nedeniyle sağ kaburga kemiklerinin çöktüğünü, Mehmet Akif Ersoy Araştırma Hastanesinin bu deformasyona ilişkin raporunun olduğunu, tedavi yapılamayacağının söylendiğini,iii. B. isimli polis memurundan ve diğer polis memurlarından şikâyetçi olduğunu,iv. Birlikte gözaltında tutulduğu kişilerin dinlenilmesini, kamera kayıtlarının incelenmesini, sağlık raporlarının istenmesini, Adli Tıp Kurumuna sevkinin yapılmasını talep ettiğini belirtmiştir. Başsavcılık 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) maddesi gereğince ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma ve kovuşturma olanağı bulunmadığı gerekçesiyle 6/1/2020 tarihinde soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu, olayın adliye nezarethanesinde elleri arkadan kelepçeli olarak tutulduğu sırada gerçekleştiğini, bastırılacak bir eylem bulunmadığı için 668 sayılı KHK'nın uygulanamayacağını, ilgili hüküm yönünden Anayasa Mahkemesinde norm denetimine başvurulmasını talep ettiğini belirterek 2/3/2020 tarihinde karara itiraz etmiştir. Başvurucu, karara itirazlarına ek olarak 13/4/2020 tarihli dilekçesinde sağlık raporlarını sunmuştur. Başvurucunun dilekçesinin ekinde sunduğu Mehmet Akif Ersoy Araştırma Hastanesinin 8/11/2019 ve 4/12/2019 tarihli raporlarında kaburgalarında içten çöküklük bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 8/6/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 19/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20266 | Başvuru, kolluk görevlilerince gerçekleştirilen fiziksel şiddet ve olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararı sürecinin makul sürede tamamlanmaması, mahkeme tarafından dinlenilmeden aleyhe karar verilmesi ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmesi iddialarına ilişkindir. Başvurucu ayrıca karar nedeniyle küçük çocuğuyla ilişki kuramadığından yakınmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 6/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 6/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/59198 | Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararı sürecinin makul sürede tamamlanmaması, mahkeme tarafından dinlenilmeden aleyhe karar verilmesi ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmesi iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri dolayısıyla tazminat ödenmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 16/3/2017 tarihinde gözaltına alınmış; 22/3/2017 tarihinde yurt dışına çıkış yasağı, kolluk birimine müracaat ederek imza verme, belli bir yerleşim bölgesini terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirlerine tabi tutularak tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkında verilen adli kontrol kararlarından yurt dışına çıkış yasağı 22/3/2017-10/7/2017, il dışına çıkma yasağı 22/3/2017-10/7/2017, imza atma yükümlülüğü ise 22/3/2017-3/7/2017 tarihleri arasında uygulanmıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar verilmiş, beraat kararı 29/6/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; haksız olarak yedi gün gözaltında kaldığını, gözaltı ve adli kontrol kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, gözaltına alınmadan önce aylık ortalama 000 TL gelir elde ettiğini belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde gözaltının haksız olduğu iddiasını beraat kararı verilmiş olmasına dayandırmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde gözaltının hukuki olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun zarara uğradığına ilişkin iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle adli kontrol kararlarından kaynaklı maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca tazminata hak kazandığını belirterek yedi gün gözaltı için başvurucuya 52 TL maddi, 900 TL manevi tazminat ile 770 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu, adli kontrol tedbirleri yönünden tazminat talebinin reddedilmesinin hatalı olduğunu, bu tedbirler yönünden de zarara uğradığını belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 6/3/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.A. Adli Yardım Talebi Yönünden Ödeme gücünden yoksun olduğunu belirten başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir (Mehmet Şerif Ay, B. No: 2012/1181, 17/9/2013).B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Başvurucunun İddiaları Başvurucu, haksız gözaltı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Değerlendirme Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesiyle bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi A.A. kararında ([GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021) Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetler yönünden başvuru yollarının tüketilmiş sayılabilmesi için başvurucuların ilk derece mahkemelerinde yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin iddialarını -5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında- açıkça ileri sürerek dava açmaları gerektiğini belirtmiştir. Anılan tedbirlerin hukuka uygun olmadığına dair iddialar dile getirilmeden -Anayasa'nın maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilen- 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayalı olarak dava açılmasının başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmediğine karar vermiştir (A.A., §§ 70-90). Gözaltının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca bir tazminat davası açılmadığı anlaşılan somut olay yönünden anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Hakkaniyete Uygun Yargılama Hakkı Yönünden a. Başvurucunun İddiaları Başvurucu, gözaltına alma nedeniyle hükmedilen tazminatların yetersiz olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.b. Değerlendirme Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesiyle bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Anayasa Mahkemesi A.A. kararında 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan davalarda hükmedilen tazminatın yetersiz olduğu yönündeki iddiaların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini belirtmiştir (A.A.,§ 87). Bu itibarla başvurucunun bu kısımdaki şikâyetlerinin adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir. Temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden ve bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren durumlar dışında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara dair şikâyetler bireysel başvurunun incelemesi kapsamında değildir (Ş.K., B. No: 2018/753 12/1/2022, § 19). Somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı anlaşılan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Adil Kontrol Tedbirine İlişkin Tazminat Talebinin İncelenmediğine İlişkin İddiaa. Başvurucunun İddiaları Başvurucu; tazminat davasında adli kontrol tedbirleri nedeniyle kendisine herhangi bir tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür.b. Değerlendirme Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesiyle bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirleri kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale oluşturmadığından başvurucunun iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir. Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak hakkın kapsamı düzenlenmemiştir. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına "ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 53). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin ve buna ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadının da gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22). Anayasa Mahkemesi Yahya Çevik (B.No:2018/15454, 17/11/2021) başvurusunda 5271 sayılı Kanun'un maddesinde imza atmak suretiyle adli kontrol altında kalma nedeniyle oluştuğu iddia edilen zararlara karşılık açık bir yasal dayanağın bulunmadığını, ortada kanun tarafından açıkça veya dolaylı olarak kabul edilmiş bir hakkın varlığından söz edilemeyeceğini, yargısal uygulamaların da söz konusu taleplere ilişkin olarak savunulabilir medeni nitelikte bir hakkın kabul edilmesine dayanak oluşturabilecek ve imkân verecek düzeyde olmadığını belirterek adil yargılanma hakkı açısından konu bakımından yetkisizlik kararı vermiştir (Yahya Çevik, §§ 28-43). Somut başvuru yönünden anılan kararda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Başvurucunun İddiaları Başvurucu; koruma tedbirleri nedeniyle açtığı tazminat davasında ağır cezalık işler için öngörülen miktar üzerinden vekâlet sözleşmesi yapmasına rağmen yapılan düzenlemeyle sulh ceza hâkimliği için öngörülen vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet, mahkemeye erişim ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Değerlendirme Başvurucunun iddiaları mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi E. (B. No: 2018/696, 9/5/2019) kararında aynı mahiyetteki şikâyete ilişkin olarak başvurucunun mevcut bir mülkü veya mülkü edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu ortaya koyamadığını, dolayısıyla mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığını belirterek konu bakımından yetkisizlik kararı vermiştir (E., §§ 36-38). Somut başvuru yönünden anılan kararda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11278 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri dolayısıyla tazminat ödenmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/5172 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/5172 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuruculardan bir kısmı, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, HAGB şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası mevzuat, içtihat ve belgeler için bkz. Atilla Yazar ve diğerleri [GK], B. No: 2016/1635, 5/7/2022, §§ 64- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/5172 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haber sitesinde yayımlanan birden fazla makalede kullandığı ifadeler nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Kendisine ait Giresun Time isimli haber sitesinde köşe yazarlığı yapan başvurucu, Giresunspor Kulüp başkanı olan müşteki hakkında ifadeler içeren 11/7/2014 ve 19/7/2014 tarihli üç farklı makale kaleme almış ve yayımlamıştır. 11/7/2014 tarihinde yayımlanan makaleler "Giresunlular Bunları Konuşuyor" ve "Beygirci [B.] Adamsan Bırak" isimli makaleler olup, 19/7/2014 tarihli makale ise "Alooo... Beni Vuracaklar" isimlidir. Söz konusu makalelerde yerel düzeyde tanınırlığı olan, aralarında olayların geçtiği tarihte Giresunspor Başkanı N.T.B.nin de bulunduğu, kişileri ilgilendiren bazı iddia ve değerlendirmelere yer verilmektedir. Söz konusu makalelerin yayımlanmasının ardından N.T.B (müşteki) tarafından Giresun Cumhuriyet Başsavcılığına 24/7/2014 tarihinde başvurucudan şikayetçi olunmuştur. Müşteki; başvurucunun kendisinden para talep ettiğini, para vermemesi hâlinde ise kendisini aleyhine beyanlarla topluma rezil etmekle tehdit ettiğini belirtmiştir. Söz konusu makalelerde başvurucu tarafından kullanılan "Giresun'un delisi, akıllı deli" şeklindeki ifadelerin hakaret, "rant sağladığı, ortağı olduğu, ihale aldığı" şeklindeki ifadelerin ise iftira olduğunu belirten müşteki, başvurucunun söz konusu makalede kendisine karşı kullandığı ifadeler nedeniyle hakaret, şantaj ve iftira suçlarını işlediğini ileri sürmüştür. Anılan şikâyet üzerine Giresun Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında şantaj suçlaması ile iddianame düzenleyerek dava açmıştır. İddianamede; başvurucunun müştekiden para istediği, müştekinin bu isteği reddetmesi üzerine müştekiye "Seninle görüşürüz, bakalım bu yazıların nasıl altından kalkacaksın?" dedikten sonra anılan makaleleri kaleme aldığı belirtilmiştir. İddianamenin anlatım kısmında; makalelerde müşteki için kullanılan "Boz adam boşuna şahsi çekini yazmıyor, Giresun'un delisi dediğimize bakmayın bu akıllı deli", "Beygirci B. adamsan bırak, bütün zamanını transferden çok at yarışlarına vakfeden B.nin derhal Giresunspor başkanlığını bırakması isteniyor.", "Acaba ayı sürüsüne çobanlık eden kahraman mı olmaya çalışıyor?", "Beygirlerden umudu kesmiş olmalı ki ekürü arıyor." gibi ifadelerin müştekinin toplumdaki şeref ve haysiyetini zedeleyici nitelikte olduğu belirtilmişse de başvurucunun söz konusu ifadeleri yazmamak için müştekiden para istediği, müştekinin bu talebi reddetmesi üzerine ilgili yazıları kaleme aldığı kabul edilmiştir. Başvurucu hakkında Giresun Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından yargılama yapılmıştır. Mahkeme 10/4/2015 tarihli kararında, başvurucu hakkında her ne kadar "şantaj" suçundan iddianame tanzim edilmiş ise de başvurucunun müştekiden istediği parayı alamaması sebebi ile iddianameye konu ifadeleri kullandığı hususunun müştekinin beyanı dışında başkaca bir delille ispat edilemediğini belirtmiştir. Başvurucunun söz konusu makalelerde müşteki için kullandığı "Boz adam boşuna şahsi çekini yazmıyor, Giresun'un delisi dediğimize bakmayın bu akıllı deli", "Beygirci B. adamsan bırak, bütün zamanını transferden çok at yarışlarına vakfeden B.nin derhal Giresunspor başkanlığını bırakması isteniyor.", "Acaba ayı sürüsüne çobanlık eden kahraman mı olmaya çalışıyor?", "Beygirlerden umudu kesmiş olmalı ki ekürü arıyor." şeklindeki ifadelerin müştekinin şeref ve haysiyetini zedeleyici olduğunu kabul eden Mahkeme, başvurucunun hakaret suçundan 740 TL adli para cezasına mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan karar, hükmolunan sonuç adli para cezasının miktar itibarıyla kesin olması nedeniyle karar tarihinde kesinleşmiş ve başvurucuya 10/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır... (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Hacı Boğatekin (B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20) kararına bakılabilir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7877 | Başvuru, haber sitesinde yayımlanan birden fazla makalede kullandığı ifadeler nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, özel ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İran uyruklu olup 1968 doğumludur. Başvurucu, bireysel başvuru formunda yaklaşık 30 yıldır Türkiye'de yaşadığını ve gayrimenkul sektöründe çalıştığını bildirmiştir. Başvurucu 14/7/1999 tarihinden bu yana bir Türk vatandaşı ile evlidir. Başvurucunun bu evliliğinden 1998 ve 2000 doğumlu iki çocuğu vardır. Bireysel başvuru formunda başvurucunun çocuklarından birinin üniversitede, diğerinin ise lisede öğrenim gördükleri belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi ve Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davaları sonucunda başvurucunun farklı isimlerle düzenlenmiş nüfus cüzdanı, pasaport, sürücü belgesi, Moldova ve Fransa'da oturma izin belgelerinin sahte olduğu, ayrıca on yedi sahte mühür bulundurduğu tespit edilmiştir. Başvurucu; Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında verdiği ifadesinde 1991 yılında yasal olarak Türkiye'ye geldiğini, vizesinin süresi dolunca sınır dışı edilerek İran'a döndüğünü, İran'da pasaportuna el konulduğunu, daha sonra yasal olmayan yollardan Türkiye'ye girdiğini ve İstanbul'a gittiğini, sahte belgeleri ve mühürleri burada düzenlettiğini belirtmiştir. Yargılamalar sonucunda Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin 17/10/2008 tarihli ve Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin 28/11/2012 tarihli kararlarıyla resmî belgede sahtecilik ve mühürde sahtecilik suçları nedeniyle başvurucunun toplamda 4 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Söz konusu cezaların infazı sırasında İstanbul Anadolu İnfaz Hâkimliğinin 27/10/2016 tarihli kararı uyarınca başvurucu denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak tahliye edilmiştir. Bunun üzerine İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 28/10/2016 tarihinde başvurucunun işlediği suçu gözönüne alınarak kamu düzenini tehdit ettiği, kaçma ve kaybolma riski bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında sınır dışı ve idari gözetim kararı alınmıştır. 28/10/2016 tarihinde başvurucu İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğü Geri Gönderme Merkezine yerleştirilmiştir. Başvurucunun, idari gözetim kararına karşı yaptığı itirazın kabulü üzerine başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/11/2016 tarihli kararıyla salıverilmiştir. Başvurucu 7/11/2016 tarihinde sınır dışı kararına karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; uzun yıllardır Türkiye'de yaşadığını, Türk vatandaşıyla evli olduğunu, iki çocuğunun Türkiye'de eğitim gördüğünü, sınır dışı edilmesi hâlinde aile birliğinin bozulacağını belirtmiştir. Davalı İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından verilen savunmada, başvurucunun ceza kanunlarına göre suç teşkil eden resmî belgede sahtecilik ve mühürde sahtecilik eylemlerini gerçekleştirerek kamu düzenini ve güvenliğini ihlal ettiği vurgulanmıştır. Ayrıca 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi gereğince başvurucunun eylemlerinin emniyet ve asayişi bozucu dolayısıyla kamu düzeni ve güvenliğini tehdit edici nitelikte olduğu, bu nedenle sınır dışı edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme 23/3/2017 tarihinde davayı kesin olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinde, isnat edilen suç nedeniyle başvurucunun kamu düzeni için tehdit oluşturduğu kabul edilmiş ve sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Karar, başvurucuya 26/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun sınır dışı işlemine yönelik tedbir kararı verilmesi istemi, Anayasa Mahkemesinin 29/5/2017 tarihli kararı ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesi uyarınca reddedilmiştir. Ayrıca 27/2/2020 tarihinde Komisyonca başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle “Sınır dışı etme kararı” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un "Sınır dışı etme kararı alınacaklar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlar (2) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında, sadece ülke güvenliği için tehlike oluşturduklarına dair ciddi emareler bulunduğunda veya kamu düzeni açısından tehlike oluşturan bir suçtan kesin hüküm giymeleri durumunda sınır dışı etme kararı alınabilir." 6458 sayılı Kanun’un "Türkiye'ye giriş yasağı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak, kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir. (2) Türkiye’den sınır dışı edilen yabancıların Türkiye’ye girişi, Genel Müdürlük veya valilikler tarafından yasaklanır. (3) Türkiye’ye giriş yasağının süresi en fazla beş yıldır. Ancak, kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından ciddi tehdit bulunması hâlinde bu süre Genel Müdürlükçe en fazla on yıl daha artırılabilir. (4) (Değişik:6/12/2019-7196/71 md.) Vize veya ikamet izni süresi sona eren ve bu durumları yetkili makamlarca tespit edilmeden önce Türkiye dışına çıkmak için valiliklere başvuruda bulunup hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancılara, idari para cezalarını ödemiş olmaları ve Bakanlıkça belirlenen ihlal sürelerini aşmamaları kaydıyla, Türkiye’ye giriş yasağı kararı alınmayabilir. (5) 56 ncı madde uyarınca Türkiye’yi terke davet edilenlerden, süresi içinde ülkeyi terk edenler hakkında giriş yasağı kararı alınmayabilir. (6) Genel Müdürlük, giriş yasağını kaldırabilir veya giriş yasağı saklı kalmak kaydıyla yabancının belirli bir süre için Türkiye’ye girişine izin verebilir. (7) (Değişik:6/12/2019-7196/71 md.) Kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı sebebiyle Genel Müdürlükçe; idari para cezaları ve kamu alacakları sebebiyle ise valiliklerce yabancıların ülkeye kabulü ön izin şartına bağlanabilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) öncelikle uluslararası yerleşik hukuk çerçevesinde ve Sözleşme'ye dâhil diğer anlaşmalardan doğan yükümlülüklerine dayalı olarak Sözleşmeci devletlerin yabancıların ülkeye girişlerini, ülkede ikamet etmelerini ve ülkeden sınır dışı edilmelerini denetleme hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir (Vilvarajah ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 13163/87, 13164/.., 30/101991, § 102; Ahmut/Hollanda, B. No: 21702/93, 28/11/1996, § 67-b). Sözleşme, bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma şeklindeki bir hakkı güvence altına almamaktadır (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9214/.., 28/5/1985, § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği yükümlülüğün, çiftlerin evlenmek suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmeleri ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10, 24/5/2016, § 117). Sözleşme yabancıların ülkeye girişi veya orada yerleşmeleri hususundaki bir hakkı güvence altına almamakla birlikte kişinin yakın aile bireylerinin bulunduğu bir ülkeden ayrılmak zorunda olması belirli koşullar altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmesine neden olabilir (Boultif/İsviçre, B. No: 54273/00, 2/8/2001, § 39). Aile hayatına saygı hakkının yalnızca vatandaşlar tarafından değil hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancılar tarafından oluşturulan aile birliklerini de koruduğunun kabulü gerekir. AİHM'in sınır dışı etme ve suçluların iadesi tedbirlerine ilişkin içtihadında, aile hayatı yönünden Sözleşmeci devletin hâkimiyet alanında yasal olarak ikamet eden yabancıların Sözleşme'nin sağladığı güvencelerden yararlanabileceğine vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda aile hayatı, çekirdek aile ile sınırlı olarak anlaşılır. Bununla birlikte AİHM, Sözleşme'nin bir kişinin belirli bir ülkede aile kurma gibi bir hakkı içermediğine hükmetmiştir. Bunun yanı sıra belirli koşullar altında ülkede hukuka aykırı olarak bulunan yabancıların aile yaşamının da belirtilen güvenceden yararlanması söz konusu olabilir. Ancak göç kontrolü ve kamu düzeninin korunması için söz konusu olan gereklilikler aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında devletlere geniş takdir yetkisi verir. Bu bakımdan AİHM içtihadında; aile yaşamının gelişim gösterdiği koşullar, aile hayatındaki ilişkilerin ne ölçüde kesildiği ya da kesileceği, Sözleşmeci devletteki bağların ne ölçüde olduğu, başka bir yerde aile yaşamını sürdürmek için aşılamaz nesnel engeller olup olmadığı, göç kontrolünün gereklerinin veya sınır dışı edilmenin ağır bastığı kamu düzenine ilişkin değerlendirmelerin olup olmadığı gibi kriterler dikkate alınmaktadır (Slivenko/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 9/10/2003, § 94; Amara/Hollanda (k.k.), B. No: 6914/02, 5/10/2004). AİHM tarafından sınır dışı etme ve ülkeye kabul ile Sözleşme'nin maddesiyle bağlantısı kurularak değerlendirme yapılan davalarda aile kavramının çekirdek aile olarak yani çiftler arasındaki ilişkilerle ebeveyn ve küçük çocuklar arasındaki ilişkileri kapsayacak şekilde ele alındığı, yetişkin çocukların ise aileye bağımlı ve muhtaç olduklarının ispat edilebildiği ölçüde aile kavramına dâhil edildikleri ve bu suretle aile kavramının bu alanda oldukça dar yorumlanmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır (Slivenko/Letonya, § 94; A.A/Birleşik Krallık, B. No: 8000/08, 20/9/2011, § 49; Bousarra/Fransa, B. No: 25672/07, 23/9/2010, §§ 38, 39). Sınır dışı kararı alınması ile ülkeden fiilen çıkarılma işlemleri arasında belirli bir zaman aralığı söz konusu olabilir. Bu zaman aralığı içinde kişilerin özel ve aile hayatlarında birtakım değişikliklerin olması mümkün olup bir aile yaşamının mevcut olup olmadığının hangi tarihe göre belirleneceği sorunu ortaya çıkmaktadır. AİHM sınır dışı gibi tedbirlerin söz konusu olduğu başvurularda Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir aile hayatının mevcut olup olmadığını hangi tarihe göre belirleyeceğini kararlarında göstermiştir. Buna göre AİHM, aile hayatına müdahale oluşturan tedbirin kesinleştiği ve nihai hâle geldiği tarihte mevcut bir aile hayatı olup olmadığını dikkate almaktadır (Maslov/Avusturya [B.D], B. No: 1638/03, 23/6/2008, § 61; Ezzouhdi/Fransa, B. No: 47160/99, 13/2/2001, § 25; Yıldız/Avusturya, B. No: 37295/97, 31/10/2002, § 34; Mokrani/Fransa, B. No: 52206/99, 15/7/2003, § 34). AİHM birçok içtihadında, belirli suçları işlemiş olmaları nedeniyle kamu düzeni açısından tehlike oluşturduğu kanaatiyle sınır dışı edilmesine karar verilen başvurucular tarafından aile hayatına saygı hakkı bağlamında ileri sürülen ihlal iddialarını değerlendirmiş ve kamu makamlarının sınır dışı etme, zorla çıkartma, ülke topraklarına girmeyi yasaklama gibi işlemlerinin kişilerin aile hayatına müdahale oluşturduğunu belirtmiştir (Nasri/Fransa, B. No: 19465/92, 13/7/1995, § 34; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/6/1988, § 23; Boultif/İsviçre, § 40; Maslov/Avusturya [BD], B. No: 1638/03, 23/6/2008, § 61). AİHM, kamu makamlarının oturma izni vermeme gibi hareketsiz kaldığı durumlarda ise aile hayatına saygı hakkı bakımından pozitif yükümlülüklerinin gündeme geleceğini ifade etmiştir (Jeunesse/Hollanda, B. No: 12738/10, 3/10/2014, § 105; Butt/Norveç, B. No: 47017/09, 4/12/2012, § 78) AİHM, sınır dışı işlemi gibi aile hayatına saygı hakkına yönelik müdahaleleri Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kanunilik, meşru amaç, demokratik toplumda gerekli ve orantılı olma ilkeleri bakımından incelemeye tabi tutmaktadır. AİHM, orantılılık incelemesi yaparken başvurucuların aile hayatı ile sınır dışı işleminin uygulanması bağlamında gözetilen kamusal menfaat arasında adil bir denge kurulması gereğine işaret etmiştir. Söz konusu değerlendirmede dikkate alınması gereken unsurlar arasında başvurucu tarafından işlenen suçun niteliği ve ağırlığı, sınır dışı edilmeden önce başvurucunun ülkede ikamet süresi, suçun işlenmesinin ardından geçen süre, ilgili diğer kişilerin vatandaşlıkları, başvurucunun aile durumu, evliliğinin süresi, çiftin gerçek ve hakiki bir aile yaşamı sürdürüp sürdürmediğini gösteren diğer etkenler, eşin aile yaşamı kurduğu anda söz konusu suçtan haberdar olup olmadığı, evlilikte çocuk sahibi olup olmadıkları, varsa çocukların yaşı gibi hususlar yer almaktadır. Her ne kadar bir kişinin sınır dışı edilen eşiyle sınır dışı edildiği ülkede birlikte yaşamasının bazı zorlukları olacağı olgusu tek başına sınır dışı edilmeye engel oluşturmasa da Mahkeme, özellikle eşin başvurucunun ülkesinde karşılaşması muhtemel zorlukların ciddiyetini de gözönünde tutmaktadır (Boultif/İsviçre, § 48; Üner/Hollanda [BD], B. No: 46410/99, 18/10/2006, §§ 62-66). Ancak hakkında millî güvenlik hususlarına dayanan bir tedbir uygulanan bir kişi, keyfîliğe karşı tüm garantilerden mahrum edilmemelidir. Söz konusu tedbirin hukuka uygunluğunu denetlemek ve olası keyfîlik, kötüye kullanmayı engellemek için somut olayın koşulları ve ilgili mevzuata ilişkin tüm ilgili sorunları gözden geçirme yetkisine sahip bağımsız, tarafsız bir organ tarafından incelenmesi imkânı tanınmalıdır. Hakkında tedbir uygulanan kişinin bu organ önünde iddia ve görüşlerini sunabilmesi, hakkındaki isnatları çürütebilmesi için çelişmeli yargılama imkânlarına sahip olması gerekir (Lupsa/Romanya, B. No: 10337/04, 8/6/2006, § 38; Al-Nashif/Bulgaristan, B. No: 50963/99, 20/6/2002, §§ 123, 124). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24261 | Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı ve çalışma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında ıslah talebinin zamanaşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, işçi olarak çalışmaktayken 9/11/2002 tarihinde iş kazası geçirmiş ve yaralanmıştır. Başvurucu, Kocaeli İş Mahkemesinde (Mahkeme) 21/4/2006 tarihinde iş kazası nedeniyle asıl işverene karşı fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000 TL maddi tazminat talepli dava açmıştır. Başvurucu 2/3/2007 tarihli dilekçeyle alt işverene karşı da 000 TL maddi tazminat talepli, 4/5/2012 tarihli dilekçeyle de 000 TL manevi tazminat talepli dava açmıştır. Başvurucunun açtığı davalar Kocaeli İş Mahkemesinde (açılan ilk dava dosyası üzerinde) birleştirilmiştir. Mahkeme 19/6/2012 tarihli kararla asıl işveren yönünden davanın reddine, alt işveren yönünden ise; 348,31 TL maddi tazminatın, 000 TL manevi tazminatın işverenden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun ıslah dilekçesi ile maddi tazminat istemini artırarak toplam 348,31 TL talep ettiği belirtilmiştir. Başvurucunun iş göremezlik derecesinin % 43,20 olarak tespit edildiği, davalıların olayın oluşumunda %80 kusurlu olduğu belirtilerek Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan ve istenebilecek maddi zararının 348,31 TL olduğu ifade edilmiştir. Karar tarihi itibarıyla otuz dört yaşında olan başvurucunun genç yaşta geçirdiği kaza nedeniyle meydana gelen zarardan dolayı yaşadığı ve bundan sonra yaşaması muhtemel ruhsal sorunlar, iyileşme süresinin uzunluğu, yaşamının geri kalanını sakat bir insan olarak sürdürmek zorunda kalması nedeniyle 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 9/4/2013 tarihinde bozma kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde; hükme dayanak alınan bilirkişi raporunda bilirkişinin iş güvenliği uzmanı olmadığı ve maddi olayın belirlendiği ceza mahkemesince alınan kusur raporu dikkate alınmadan karar verilmesi nedeniyle eksik inceleme yapıldığı belirtilmiştir. Bozma kararı sonrası Mahkeme tekrar bilirkişi incelemesi yaptırmış, 4/4/2014 tarihli hesap raporunda başvurucunun maddi zararı 919,67 TL olarak hesaplanmıştır. Başvurucu, 11/4/2014 tarihli dilekçeyle 571,36 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesiyle istemiyle Kocaeli İş Mahkemesinde ek dava açmış açılan bu davada Kocaeli İş Mahkemesinde (açılan ilk dava dosyası üzerinde) birleştirilmiştir. Mahkeme 13/5/2014 tarihli kararla asıl işveren yönünden davanın reddine, alt işveren yönünden ise; 919,67 TL maddi tazminatın, 000 TL manevi tazminatın işverenden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde; 4/4/2014 tarihli hesap raporunda başvurucunun maddi zararının 919,67 TL olarak hesaplandığı, başvurucunun da bu hesaplama doğrultusunda 11/4/2014 tarihinde ek dava açarak talepte bulunduğu, davalı tarafın ise ek dava dilekçesinin tebliğinden sonra süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğu ifade edilmiştir. Olay tarihi 9/11/2002 ise de başvurcunun sürekli iş göremezlik oranının 7/1/2006 tarihinde kesinleştiği, son kontrol muayene tarihinin 7/1/2006 olduğu dikkate alındığında başvurucunun zararı bu tarih itibarıyla öğrenmiş olduğu kabul edilmiş, on yıllık zamanaşımı süresinin bu tarihten itibaren dikkate alınması gerektiği belirtilerek ek davanın süresi içinde açıldığı ifade edilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 1/4/2015 tarihinde bozma kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde;-Uyuşmazlık konusu bu tür davalarda 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılması gerektiğine değinilmiştir. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda ise zamanaşımına başlangıç olarak, hastalık seyrinin yani gelişiminin tamamlandığı tarihin esas alınması gerektiği ifade edilmiştir. -Somut olayda kuyruk sokumu ve kalça kemiği kırılan başvurucu bakımından değişen ve gelişen bir durumun olmadığı, 22/4/2004 tarihinden itibaren çalışabileceğine ilişkin 12/2/2004 tarihli raporla birlikte zararın öğrenildiği belirtilmiştir. Bu durumda 11/4/2014 tarihinde açılan ek davada süresi içerisinde zamanaşımı defi ileri sürüldüğünden davanın reddedilmesi gerekirken anılan dava ile talep edilen miktarı da kapsar biçimde maddi tazminat talebinin kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu sonucuna varılmıştır. Bozma kararı sonrası Mahkeme 20/10/2015 tarihli kararla maddi tazminat yönünden direnme kararı vermiştir. Asıl işveren yönünden davanın reddine, alt işveren yönünden ise; 919,67 TL maddi tazminatın, 000,00 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme karar gerekçesinde; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (Hukuk Genel Kurulu) verdiği bir karara atıf yapmış on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin kazanın meydana geldiği tarih veya maluliyete ilişkin düzenlenen ancak kesinleşmemiş olan raporun değil, maluliyetin kesin olarak tespit edildiği tarih olarak dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. Temyiz istemi üzerine dosya Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenmiş 10/5/2017 tarihli kararla ek maddi tazminat talebi için açılan davadaki talep edilen miktar yönünden zamanaşımı gerçekleştiği gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir. Bozma kararı sonrası Mahkeme 19/7/2018 tarihli kararla asıl işveren yönünden davanın reddine, alt işveren yönünden ise; 348,31 TL maddi tazminatın, 000 TL manevi tazminatın işverenden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Temyiz istemini Yargıtay Hukuk Dairesi 21/5/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu kararı 18/6/2019 tarihinde öğrenmiş, 8/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23742 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında ıslah talebinin zamanaşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Almanca yayın yapan ve Alman gazetesi olan Die Welt’in Türkiye muhabiridir. 20/12/2016 tarihinde kimliği açıklanmayan bir kişi tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bir e-mail gönderilmiştir. Söz konusu mailde sol Marksist/devrimci terör örgütleriyle bağlantılı olan Redhack adlı hacker grubunun enerji bakanının kişisel mail hesabını hacklediği, hacklenen maillerin terörist grubun açtığı yeni bir mail adresine gönderildiği, ardından bu örgütle ilişkisi olan bir kişi tarafından Twitter üzerinden sohbet odası açıldığı, başvurucunun da aralarında bulunduğu on sekiz kişinin bu sohbet odasına dâhil edildiği, bu sohbet odasında maillerin transfer edildiği yeni bir e-mail hesabının şifresinin paylaşıldığı ve e-maillerin nasıl servis edileceğinin tartışıldığı iddia edilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, belirtilen on sekiz Twitter kullanıcısından dokuzunun kimlik bilgisine ulaşılmıştır. Başvurucunun bu kişiler arasında yer aldığı tespit edilmiştir.Şüpheli şahısların tespit edilmesinin ardından 24/12/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısının talimatıyla bu kişilerin gözaltına alınmasına karar verilmiştir. Ayrıca Başsavcılık tarafından soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle müdafinin dosyaya erişiminin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kısıtlama kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 22/2/2017 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir.Bu karara yapılan itiraz da İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/4/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.26/12/2016 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Yakalama evrakında başvurucunun üzerine atılı suçlar silahlı terör örgütüne üye olma, bilişim sistemine hukuka aykırı olarak girme ve orada kalma, bilişim sistemindeki verileri bozma, yok etme, erişilmez kılma, sisteme veri yerleştirme olarak gösterilmiştir.Başvurucu 14/2/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Aynı gün kolluk görevlileri tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucuya enerji bakanının e-maillerinin Redhack adlı hacker grubu tarafından hacklenmesi ve bu hacklenen bilgilerin başvurucunun da dâhil olduğu bir grup gazeteciyle paylaşılması olayı ile ilgili sorular sorulmuştur. Başvurucu, Savcılıkta ifade vereceğini beyan ederek sorulara cevap vermemiştir. 15/2/2017 tarihinde başvurucunun evinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararına istinaden arama yapılmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin verdiği arama kararı, itiraz yolu açık olmak üzere verilmiştir. Başvurucu 20/2/2017 tarihinde gözaltına alınmasına ve gözaltı kararının uzatılmasına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 22/2/2017 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu 27/2/2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifadesi sırasında avukatları da hazır bulunmuştur. Savcılık sorgusunda başvurucuya hakkındaki suçlamalar ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Başvurucuyaifadesi sırasında PKK yöneticisi Cemil Bayık ile irtibatının olup olmadığı, ayrımcılığı körükleyici nitelikte olma ihtimali bulunduğu iddia edilen 26/10/2016 tarihli yazısı, 6/11/2016 tarihli gazete haber başlığında Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafı üzerine yazılan “darbeci” yazısı, 21/7/2016 tarihli yazısında kullandığı “bir üçkağıtçının verdiği teminatın değeri” şeklindeki ifadeleri, PKK terör örgütünün propagandası mahiyetinde olduğu iddia edilen 19/6/2016 tarihli yazısı, 27/10/2016 tarihli yazısında kullandığı “beyan ve ifadelerine hassaten Ermenilere yapılan soykırım gibi sembolik sorulara verilen cevaplar Erdoğan’ın birkaç sene öncesinekadar yayınladığı resmi yazıdaki çekingen tavrının değiştiğini gösteriyor… Türkiye’nin eski batı yönlü politik kültür ve elit dokusu şimdilerde Erdoğan’ın yeni türkiyesi ile daha otoriter, yobaz ve sıradan bir kimliğe bürünmüş.” Şeklindeki ifadeleri, 7/10/2016 tarihli “20 Gb’lık Hackleme Erdoğan Rejimine Ne Gibi Zarar Verebilir” başlıklı yazısına istinaden Redhack grubu ile bir irtibatı olup olmadığı ve hacklenen mailleri temin edip etmediği, 18/7/2016 tarihli yazısında Fetullah Gülen’i Cumhurbaşkanı’nın eski ortağı olarak adlandırdığı yazısı, 12/12/2016 tarihli yazısında kullandığı “19 yaşındaki H.A. …Kürt şehri Cizre’deki silahlı çatışmada diğerleri ile bir bodrumda saklanan ve burada muhtemelen güvenlik güçleri tarafından yakılarak öldürülen’’ şeklindeki ifadeleri sorulmuştur.Aynı gün Cumhuriyet savcısı, başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Cumhuriyet savcısı, tutuklama talebinde şu ifadelere yer vermiştir:“Başvurucu gazetecilik görünümü altında PKK/KCK silahlı terör örgütünün yöneticisi konumunda olanCemil Bayık ile röportajlar yaparak terör örgütünü legalleştirme girişimlerine katkı yapmıştır. Gazetede yayınlanan yazılarında, ülkemizi bölmeyi ve parçlamayıamaç edinen PKK/KCK terör örgütünün eylemlerine eleştiri getirmemekte, güvenlik güçlerinin haklı operasyon ve işlemlerine yönelik olumsuz algı oluşturmaktadır. Güvenlik güçlerinin keyfi insan öldürdüğünü ve doğu bölgelerinde yaptığı güvenlik faaliyetlerinin katliam olduğunu ifade etmektedir. Cizre’de ölen H.A.nın güvenlik güçlerince kasıtlı şekilde öldürüldüğü de yazılarında belirtilmektedir. Ayrıca bir başka yazısında Türk ve toplumlar arasına kin ve nefreti körükleyecek bir fıkraya yer vermiştir.”Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. 27/2/2017 tarihinde yapılan sorgu işlemi sırasında başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgusunda “Bana sormuş olduğunuz ‘Türkiye’nin Musul’da tamamen kendine özgün bir ajandası var’ başlıklı 26/10/2016 tarihli yazıda bir takım çeviri hataları vardır. Öncelikle ben anlattığım fıkrada söz konusu übjekt ilişkin Türkler ile Kürtler arasıdaki ilişki nasıldır diye Kürt vatandaşlarımıza sorduğumuzda bunu en iyi anlatan bu fıkradır şeklinde bir cevap aldığımı belirtmek istemiştim. Ayrıca bana okumuş olduğunuz çeviride ‘En iyi tanımlayan, en bilindik’ şeklinde yazılmış oysa benim Almanca yazımda belirttiğim ‘Büyük oranda’ ibaresidir. Bu fıkra bilinen bir fıkradır. Ülkemizde geçmiş dönemde Kürt vatandaşlarımızın bir takım. Haksızlıklara maruz kaldıklarını, bu hükümet döneminde hükümet yetkililerinin de söyleyerek çözüm süreci altında bence de çok doğru olan bir açılım süreci başlatıldı ve bir takım olumlu adımlar atıldı, ben söz konusu yazımda Suriye’de yaşanan iç karışıklıktan dolayı Türkiye’nin geçmiş dönemlerdeki durumlarına düşme riskinin olabileceğini belirtmiştim. Bu yüzden de dış politikasını eleştirmiştim. Söz konusu yazımda kimseyi aşağılama, kin ve düşmanlığa tahrik etme gibi bir amaç gütmedim. Bu yazının tamamı bir yorum ve analiz yazısıdır. Gazeteci olarak yazmış olduklarım sonradan doğru da yanlış da kabul edilebilir. Bu gazeteci için bir risktir. Bugün aynı konuyu kaleme alsam aynı şekilde yazmam. İŞİD ile mücadelenin kanaatimce Türkiye hükümeti çok uzun bir süre ciddiye almadı. Ancak şuan ciddiyet ile mücadele etmektedir ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Suriye politikasını son zamanlarda değiştirmiştir. Özetle anlatmak istediğim Suriye’de bir İŞİD terör örgütü vardır ve bu çok büyük bir tehdittir. Türkiye’nin önceliğinin Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumuna engel olmaya yönelik politikasını eleştirmemdir. Bana sormuş olduğunuz 06/11/2016 tarihli yazıya ilişkin bu yazı uzun bir yazıdır. Kapak kısmında bu yazmaktadır. Çalışmış olduğum gazetenin Pazar sayılı bir dergisinin başlığı ve içeriğindeki dört sayfalık yazıya ilişkindi. Darbeci ibaresini ben. Kullanmadım. Manşet adan ve yazan her zaman farklı kişilerdir. Bu manşeti ben atmadım. Yazının içeriğini sadece internetten üye olan kişiler görmekte, üstbaşlığını ise herkes görebilmektedir. Bana okumuş olduğunuz 21/7/2016 tarihli yazıyı ben 18/7/2016 tarihinde yayım1adığımı hatırlıyorum. Ben orjinal yazımda hükümet übjektif söz konusu darbenin gülen yapılanması tarafından yapıldığının söylendiğini ancak buna ilişkin henüz kesin ve açık bir delilin olmadığını yazmıştım. Türkiye’de hükümetin bir iddiasını kendisini destekleyen gazeteci grup varmış gibi sürekli haber yapar, kendisini desteklemeyen başka bir gazeteci grup ise yokmuş gibi haber yaptığını gözlemlediğimden dolayı birşeyden emin olmadan ki o tarihte herşey çok net değildi. Zaten o tarihte Uluslararası medyada da kesin bir dil kullanılmamıştır. Bir iddia olarak haber kullanılmıştır. Çeviride eksik kalan henüz kesin açıklayıcı bir delil yok ibaresi çeviride yoktur. Oysa ben bunu kast etmiştim. Bunun gülen yapısı übjektif yapılmadığına ilişkin bir beyan ya da yazım olmamıştır. Ayrıca o tarihte bu darbenin arkasında sadece Fetö’nün olmadığı, başkalarının da olduğu konuşuluyordu. Yine bu yazıda bir üç kağıtçının verdiği teminatın değeri adlı -bir benzetme vardır. Bu bir benzetmeden ibarettir, hakaret amaçlı değildir. Benim burada demek istediğim geçmiş yıllarda Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü konusunda sıkıntılar yaşanmış olmasaydı Başkanının o gün, o anki OHAL, temel hak ve özgürlüklerini etkilemeyeceğini beyan etmesi daha inandırıcı olurdu. Yoksa darbecilerle mücadele edilmesin diye birşey söylemedim… Ben darbe gecesi genel yayın yönetmenimin dışarıya çıkma tehlikeli demesine rağmen ben dışarıya çıktım.19/06/2016 tarihli Erdoğan’ın bize yaptıklarını unutmayacağız yazısı ileilgili olarak ben Abdullah Öcalan ile ilgili olarak başkomutan ibaresini kullanmadım. Şef ibaresini kullanmadım. PKK komutanı diye birşey kullanmadım. PKK kadrosu diye birşeykullandım. Bu yazımda ‘halk oylaması yoluyla diktasını egemen kılmak istemekte’ çevirisi yanlış çevrilmiş olabilir. Darbe teşebbüsü sonrasında alınan tedbirler otoriter bir rejime doğru gitmeye başladı. Bunu eleştiriyorum. Bu sadece benim bir söylemim değildir. Siyasette ana muhalefet liderinin de söylediği birşeydir. Yine bana sormuş olduğunuz 12/12/2016 tarihli yazıda Cizre’de ölen Hacer Aslan’a ilişkin Beşiktaş’taki saldırıdan sonra yazmış olduğum bir yazıdır. Terör olaylarından dolayı 19 yaşında hayatını kaybetmiş olan insanlardan Beşiktaştaki saldında öldürülen bir gençten başlayarak, Ankara Garı saldırısı, Eskişehir’de öldürülen Ali İsmail Korkmaz, Beşiktaş’ta PKK saldırısında öldürülen Berkay Akbaş hepsine ilişkin gençlerin terör saldırılarında hayatlarını kaybetmeleri ve hepsinin 19 yaşında olmalarıdır. Burada konu Cizre değildir. 19 yaşındaki insanların hayatını kaybetmesidir. Ben gazeteci olarak ismini saydığım bazı kişilerin aileleri ile konuştum, annelerinin göz yaşlarını gördüm. Türkiye’nin yaşamış olduğu bu kan ortammdan duymuş olduğum acıyı dile getirmek istedim. Cizrede bodrum katında nelerin yaşandığı açık deği1dir. Bir takım iddialar vardır. Meclise bir muhalif parti tarafmdan bu husus dile getirilmiştir. Yine Cenevre BM İnsan hakları komisyonunda incelenmesi talebinde bulunulmuştur. Operasyonlarda görev alan birçok subay ve polis FETÖ soruşturmasından tutuklanmışladır. Bilinçli de yapılmış olabilirler, suçlamaları kabul etmiyorum, ben evrensel gazetecilik doğrultusunda işimi yapmaya çalışıyorum … Savcının sevk yazısında PKK’yı eleştiren herhangiyazısı yoktur şeklinde birşey yazılmış oysa benim PKK’yı eleştiren bir sürü yazım vardır. Ben hatta Almanya’da birçok yazımda TAK diye bir örgüt yoktur. Bu PKK’nın taşeronudur diye yazılar yazmıştım. Ben kesinlikle darbecilerle mücadele edilmesi gerektiğini savunuyorum. Darbenin tüm bağlantılarının ortaya çıkmasını istiyorum…. Ayrıca yazılarımın bir çoğu basın kanununa göre zamanaşımına uğramış yazılardır.” Şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Sulh Ceza Hâkimliği; başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik “Şüpheli İlker Deniz Yücel’in üzerine atılı terör örgütü propagandası yapmak ve halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçlarına ilişkin tüm dosya kapsamı birlikte incelendiğinde; şüphelinin en son Almanya ülkesi basın kuruluşlarından Die Welt adlı gazetede yazarlık yaptığı, şüphelinin PKK silahlı terör örgütünün ele başlanndan Cemil Bayık ile kandilde röportaj yaptığı ve röportaj başlığının “Başkanlık hayali suya düşünce intikama sarıldı” şeklinde olduğu ve röportajda PKK terör örgütünün meşru bir yapıymış izlenimi vererek örgüt ele başısı Cemi1 Bayık’ın Türkiye Cumhurbaşkanı hakkındaki söylemlerine yer verildiği, yine şüphelinin 26/10/2016 tarihli bir yazısında ‘Kürtler arasında Türk devletinin Kürtlere olan tavrını belkide en iyi tanımlayan fıkra şöyle bir Türk ve bir Kürt ölüm cezasına çarptırılır, Kürde son isteğin nedir diye sorarlar, Kürt kısa bir süre düşünür ve şöyle der; anneciğimi çok seviyorum bu dünyadan göçüp gitmeden önce annemi son bir kez daha görmek istiyorum, aynı soru Türk’e de sorulunca Türk tereddüt etmeden cevap verir ve Kürdün annesini görerneden ölmesi…Bu anlatım aslında Türkiye’nin Suriye ve Irak’da yürüttüğü politikanın temelini ve önceliklerini en iyi şekilde açıklıyor. Milyonlarca insan Türkiye’ye sığınıyor, Kürdün annesini görmeden ölmesini isteyenlerin ülkesine yani’ şeklinde söz konusu fıkrayla Türkiye’nin politikasının aynı amacı amacı güttüğünü belirterek kardeş olan Türk ve Kürt vatandaşlarını kin ve düşmanlığa alenen tahrik ettiği,17/0212017 tarihli bir yazısının kapak kısmında Türkiye Cumhuriyeti başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın resmi arkafonda Türk bayrağı varken manşet olarak “darbeci” şeklinde manşet atıldığı ve söz konusu yazıda “Cumhurbaşkam Recep Tayyip Erdoğan hiçkimseye aldırış etmeden kendi devletini kuruyor, protestolarla boğaşan ülke parçalanmaya gidiyor” şeklinde olduğu, 17/2/2017 tarihli yazısının başlığının “Bir üçkağıtçının verdiği teminatın değeri” şeklinde olduğu ve bu yazı içeriğinde 15 Temmuz hain darbe girişimine ilişkin Fetö ele başısının darbe teşebbüsünde rol üstienip üstlenmediği yada ne ölçüde rol üstlendiğinin muamma olduğunu, 19/6/2016 tarihli yazı içeriğinde PKK ele başısı Öcalana ilişkin PKK’nın başkomutanı Abdullah Öcalan söyleminin kullanılarak söz konusu terör örgütünün propagandasının yapıldığı, 27/10/2016 tarihli “şimdilerde Türkiye’ye ahlaki çöküş jargonu egemen” adlı yazısında Erdoğan darbeye karşı darbe olarak kullanıyor başlığının detaymda halkoylaması yoluyla diktasını egemen kılmak istemekte ve kurmak istediği bu rejimde parlemento ve partileri uzlaşma çerçevesince karar verici bir rolünün bulunmadığıın, ulaşılmak istenilen tek amacının saltanattan farksız olduğunu belirttiği, 18/7/2016 tarihli yazısında 15 Temmuz hain darbe girişimine ilişkin söz konusu, darbenin sorumlularının kim olduğu hala gizemini koruduğunu darbeyi FETÖ terör örgütünün yaptığına dair kesin bir kanıt bulunmadığını belirterek örgüt propagandası yaptığı, 12/12/2016 tarihli yazısında Cizre’de masum vatandaşların evlerini gasp ederek hendek kazıp içerisini bombayla dolduran silahlarla güvenlik güç1erimize saldıran terör eylemlerine ilişkin olarak 19 yaşında Hacer Arslan isimli bir kişinin Cizre’de bodrum katında muhtemelen güvenlik güçleri tarafından yakılarak öldürüldüğü şeklinde gerçek olmayan örgüt propagandası ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik edecek şekilde yazısının bulunduğu” şeklindeki değerlendirme ile başvurucu yönünden terör örgütünün propagandasını yapma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesuçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır. Kararın tutuklama koşullarına ilişkin kısmı ise şöyledir: “Atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK’nun Ve devamı maddeleri uyarınca şüphelinin tutuklanmasına… [karar verildi.]” Başvurucu tutuklandıktan sonra Bakırköy Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. 1/3/2017 tarihinde Metris Ceza İnfaz Kurumundan Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Kurum İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 1/3/2017 tarihli kararıyla tek kişilik odaya yerleştirilmiştir. Başvurucu 6/3/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 13/3/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. 22/3/2017 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.Başvurucu 27/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/2/2018 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun dosyasının diğer şüphelilerin dosyasından tefrikine karar vermiştir. Aynı tarihte Savcılık; başvurucuhakkındaki bilişim sisteminin işleyişini engelleme veya bozma suçlarına dair iddialarla ilgili olarak yapılan soruşturmada bu suçlarla ilgili iddianın soyut düzeyde kaldığı, başvurucunun üzerine atılı bulunan suçları ispata yarar, somut, tarafsız ve yeterli delillerin elde edilemediği gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş ancak terör örgütü propagandası yapma ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:“19/06/2016 tarihli yazısında, PKK/KCK silahlı terör örgütü mensubu olan bir kısım şahıslarla ilgili olarak bu şahıslar tarafından söylenmiş nitelikte olduğunu iddia ettiği, bir kısım açıklamalarda bulunduğu, silahlı terör örgütü mensubu olan bu kişilerle ilgili olarak ‘rütbeli bir PKK komutanı’ ve silahlı terör örgütü elebaşı ile ilgili olarak ise ‘PKK’nın başkomutanı Abdullah Öcalan’ şeklinde övücü mahiyette ibareler kullanarak PKK/KCKsilahlı terör örgütünün sözde ideolojisi, lideri ve sembolleri üzerinde yüceltme maksadıyla söylemlerde bulunduğu, yine örgüt mensuplarının yapılan operasyonlarda ölü ele geçirilmeleri sonrasında, örgüt tarafından bir şekilde gömüldükleri yerlerden taşınmak suretiyle örgüt sembolleri ile birlikte düzenlemeleri yapılan sözde örgüt şehitliği kurulması şeklinde gelişen örgütsel faaliyetler ile ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin almış olduğu idari ve askeri tedbirleri, mezarlıkların tahrip edilmesi şeklinde gösterdiği, bu şekilde de örgüte yönelik operasyonları hukuka aykırı gösterme gayretinde olduğubu suretle deatılı bulunan PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği, 18/07/2016 tarihli yazısında, 15/07/2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirmeye teşebbüs edilen darbe girişimi ile ilgili olarak bu örgütü aklamaya yönelik ‘sorumluların kim oldukları hala gizliliğini koruyor, bu darbeyi düzenleyenin Erdoğan’ın Amerika’da yaşayan eski ortağı Fetullah Gülen’in destekçileri olduğuna dair kesin bir kanıt bulunmuyor’ şeklinde beyanlarının bulunduğu ve bu suretle deatılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği, 24/07/2016 tarihli yazısında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin PKK/KCK silahlı terör örgütüne yönelik yasal meşruiyetinin izahtan vareste olduğu operasyonları ile ilgili olarak bu operasyonlara ilişkin ‘etnik temizlik’ şeklinde beyanlarının bulunduğu bu suretle deatılıPKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği,06/11/2016 tarihli yazısında, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının fotoğrafı ve arkasında da Türk Bayrağı olan fotoğrafın üstünde ‘Darbeci’ şeklinde başlık atmak suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün söylem ve ideolojisi çerçevesinde beyanlarının bulunduğu, bu suretle de atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün eylemlerini meşrulaştırmak maksadıyla kullanmış olduğu söylemleri tekrarlamak suretiyle örgüt propagandasını yapmaya devam ettiği,Yine PKK/KCK silahlı terör örgütü sözde liderlerinden olan Cemil BAYIK ile yüzyüze yapmış olduğu bir söyleşiyi kaleme alarak PKK/KCK silahlı terör örgütünü meşru ve siyasi bir yapıymış izlenimi vermek suretiyle silahlı terör örgütü elebaşının söylemlerini kitlelere yansıttığı ve bu suretle dePKK/KCK silahlı terör örgütü propagandasını yapma suçunu işlemeye devam ettiği,12/12/2016 tarihli yazısında iseTürkiye Cumhuriyeti Devletinin PKK/KCK silahlı terör örgütüne yönelik yasal meşruiyetinin izahtan vareste olan operasyonları ile ilgili olarak Cizre ilçesinde, bu kapsamda yapılan operasyonlar esnasında H.A. isimli bir şahsın ölümü ile ilgili olarak ‘ve 19 yaşındaki H.A. …Kürt şehri Cizre’deki silahlı çatışmada diğerleri ile bir bodrumda saklanan ve burada muhtemelen güvenlik güçleri tarafından yakılarak öldürülen’ şeklinde beyanlarının mevcut olduğu ve bu suretle de atılıPKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu tekraren işlediği tespit edilmiştir.Şüphelinin aynı gazetede yayınlanan 26/10/2016 tarihli yazısında ise ‘Kürtler arasında Türk Devletinin Kürtlere olan tavrını belki de en iyi tanımlayan, en bilindik fıkra şöyle: bir Türk ve bir Kürt ölüm cezasına çarptırılır, Kürde son isteğin nedir diye sorarlar, Kürt kısa bir süre düşünür ve şöyle der:anneciğimi çok seviyorum, bu dünyadan göçüp gitmeden önce son bir kez daha görmek istiyorum. Aynı soru Türk’e de sorulunca, Türk tereddüt etmeden cevap verir: Kürt’ün annesini göremeden ölmesi.. şeklinde beyanlarının olduğu ve yine 27/10/2016 tarihli yazısında, Osmanlı Devleti döneminde Ermeni ve Müslüman vatandaşlar arasında yaşanan sosyal vakıalarla ilgili olarak ‘Ermeniler’e yapılan soykırım’ şeklinde beyanlarının mevcut olduğu, bu beyanları ile halkın bir kesimini diğer bir kesimine yönelik olarak aleni şekilde kin ve düşmanlığa tahrik ettiği anlaşılmıştır. Şüphelinin ikametinde yapılan aramada, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü elabaşı Fetullah Gülen tarafından yazılan bir adet kitap ele geçirilmiş olup, yine şüphelinin hts kayıtlarında yapılan incelemede ise, PKK/KCK silahlı terör örgütü üyeliği/mensubiyeti veya iltisakı nedeniyle kolluk kuvvetleri uhdesinde kayıtları bulunan 59 farklı şahısla arasında 2014-2017 yılları içerisinde hts ve görüşme kayıtlarının mevcut olduğu tespit edilmiş, bu suretle de şüphelinin FETÖ/PDY ve PKK/KCK silahlı terör örgütü ile arasında irtibatının mevcut olduğunun tespit edildiği, elde edilenbu bilgiler muvacehesinde şüphelinin üst paragrafta izah edilen yazıları da göz önüne alındığında, şüphelinin bu eylemleri ile FETÖ/PDY ve PKK/KCK silahlı terör örgütlerinin söylem ve ideolojileri doğrultusunda yazılar yazmak suretiyleatılısuçları işlediğinin anlaşıldığı, Şüphelinin üst paragraflarda izah edilen yazılarının yayınlanma tarihleri, söylemlerin yönelik olduğu terör örgütlerinin farklılığı ve şüphelinin kastı dikkate alındığında, atılı suçlardan silahlı terör örgütü propagandası yapma suçununiki kez zincirleme işlendiği anlaşılmakla,Toplanan deliller içeriğine göre; şüpheli İlker Deniz Yücel’in PKK/KCK silahlı terör örgütünün ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandası suçlarını zincirleme ika ettiği, keza halkın bir kesimini diğer bir kesimine yönelik olarak kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek suçlarını işlediği anlaşılmakla … şüpheli İlker Deniz Yücel hakkında tanzim edilen iddianamenin kabulü ile yargılaması yapılarak eylemlerinin yazılı sevk maddeleri gereğince cezalandırılmasına… [karar verilmesi talep ve iddia olunur.]” Tutuklama kararı ve iddianame doğrultusunda başvurucunun suçlanmasına dayanak olan yazıların ve haberlerin tamamı Almancadır. Bu nedenle yazılara ve haberlereyer verilirken başvurucunun sunduğu çeviriler dikkate alınmış, suçlamaya dayanak olan bölümlerin olduğu yerlerde Savcılığın esas aldığı çevirilere de yer verilmiştir. Suçlamaya dayanak olan yazılar ve haberler şöyledir:- 23/8/2015 tarihli “EVET ÖRGÜT İÇİ İNFAZLAR YAPILDI” başlıklı Cemil Bayık ile yapılan röportaj şöyledir: Cemil Bayık, Kod adı Cuma. PKK’nın 2 numaralı ismi. Türkiye’de yaşanan sorunlarda uluslararası aracıların devreye girmesini istiyor – örneğin ABD’nin. Ayrıca söyleşide, PKK’nın hatalarını itiraf ediyor. Cemil Bayık 18 yaşında bir üniversite öğrencisiyken Abdullah Öcalan’ın etrafında oluşmuş bir gruba katıldı. 1978 yılında bu gruptan Kürdistan İşçi Partisi doğdu. Bayık o günden bu yana PKK’nın yönetici kadrosunda. 60 yaşındaki Bayık PKK çatı örgütü KCK’nın(Kürdistan Topluluklar Birliği) iki yöneticisinden biri ve 16 yıldır Türkiye’de cezaevinde bulunan Öcalan’ın vekili olarak görülüyor. Bayık Türkiye’de tutuklama emriyle aranıyor. Söyleşi Kuzey Irak’ta Kandil dağında yapıldı. Başvurucu: Türkiye, dört hafta önce hem IŞİD’e hem PKK’ye karşı operasyon başlattı. O zamandan beri IŞİD zayıfladı mı?Cemil Bayık: Aslında IŞİD büyük darbeler yemişti. Türkiye’nin PKK’ye saldırılmasının nedenlerinden biri, IŞİD korumaktır. Türkiye, IŞİD’le savaşmıyor.Başvurucu: Savaşmıyor mu?Cemil Bayık:Kesinlikle. Erdoğan, Ortadoğu’da egemen olmak istiyor, halife olma peşinde. IŞİD, Rojava’daki Kürtlere ve Esad’a karşı Sünni cephenin parçası. Ve IŞİD, Erdoğan için sadece bir araç değil, ideolojik yakınlığı da var. Sadece, Türkiye’ye üzerine baskılar çok artmıştı, Türkiye itibarı için bir şeyler yapmak zorundaydı.Başvurucu: Ama IŞİD daha yeni Türkiye’ye karşı tehditler içeren bir video yayınladı.Cemil Bayık:IŞİD o videoda, Türkiye’nin bir yandan PKK, diğer yandan “haçlı seferliler” tarafından kuşatıldığını söylüyor. AKP de nerdeyse kelimesi kelimesine kadar aynı şeyleri söylüyor. IŞİD Erdoğan’a sahip çıkıyor; Türkiye’yi aynı düşmanlara karşı uyarıyor. Başvurucu: Peki, PKK darbe aldı mı?Cemil Bayık:Hayır. Biz gereken tedbirlerimizi aldık. Ama savaş elbette bizi ve dolaysıyla IŞİD’le mücadelemizi etkiliyor.Başvurucu: Ateşkesi kim bozdu?Cemil Bayık: Erdoğan. Bu savaş, öyle söylendiği gibi iki polisin Ceylanpınar’da vurulmasıyla başlamadı. 5 Nisan’dan sonra Önder Apo bütün ilişkileri kestiler. Erdoğan atılan tüm adımları yok saydı: “Müzakere yok, taraf yok, Kürt sorunu yok” dedi. Ondan sonra gerginlik siyasetiyle seçimleri kazanacağını düşündü. Gerillanın Amed’deki HDP mitingindeki katliama cevap vereceğini tahmin etti. Bunu, seçimleri iptal etmek için bahane olarak kullanacaktı. Ama biz, o tuzağa düşmedik. Seçimlerde HDP, Erdoğan’ın Başkanlık hayallerini suya düşürdü ve AKP’yi iktidardan düşürdü. İntikam olarak seçimlerden sonra saldırılar devam etti.Başvurucu: Ceylanpınar’daki polis cinayetini PKK mi yaptı?Cemil Bayık: Hayır. Kendine “Apocu” diyen bir grup yaptı.Başvurucu: Cinayeti kınamadınız ama.Cemil Bayık: O kadar saldırıların olduğunda onu kınamak, aleyhimizde sonuçlara yol açabilirdi.Başvurucu: Ama şimdi savaşa girdiniz.Cemil Bayık: Biz savaşa girmiş değiliz. Sadece misilleme hakkımızı kullanıyoruz.Başvurucu: Geçen hafta Silvan gibi bazı Kürt şehirlerindeki görüntüler savaş manzarasıydı.Cemil Bayık: Orada gençler ve halk, devletin saldırılarına karşı kendilerini amatörce korumaya çalışıyor. Devlet, buna ellindeki tüm gücüyle karşılık veriyor. Bu yüzden devleti uyardık: Eğer siz bu halkın üzerine böyle giderseniz, biz gerillaya şehirlere girmesi talimatını vereceğiz. Başvurucu: Yani savaşa gireceksiniz, öyle mi?Cemil Bayık: Eğer Türkiye bu siyasete ısrar ederse, gerilla savaş girebilir. Ama bizim istediğimiz bu değil. Çünkü biliyoruz ki, bu operasyonun esas hedefi, HDP projesini boşa çıkarmak.Başvurucu: Nasıl yani?Cemil Bayık: Türkiye’nin imha ve inkâr siyasetiyle tüm kimlikler yok olmak üzereydi. En son Kürtler kalmıştı. Ama Kürtler direndiler ve kendileriyle birlikte diğer kimlikleri de canlandırdılar. Sonunda, yok edilmek istenen bütün kimlikleri parlamentoya taşındı. Şimdi Erdoğan, seçim hiç yapılmamış gibi davranıyor ve erken seçimde baraj altında kalması için HDP’yi karalıyor.Başvurucu: HDP’nin önem kazanması, PKK için bir önem kaybı değil mi?Cemil Bayık: HDP’den rahatsız olsaydık, seçimlerin gerçekleştirilmesi için o kadar çaba göstermezdik. Ve HDP’yi ortaya çıkartan, PKK’nin mücadelesiydi. Önder Apo, Kürt sorununun ve ülkenin diğer sorunlarının çözülmesi için Kürtleri, solcuları, demokratik güçleri parlamentoya çekti. HDP’nin görevi budur. Bu yüzden, HDP’siz çözüm olamaz.Başvurucu: PKK ve HDP arasında hiyerarşik bir ilişki var mi?Cemil Bayık: Yoktur. Kürt hareketinin üç temel öge vardır: Önder Apo, PKK ve HDP. Her birinin rolü farklıdır.Başvurucu: “Misilleme hakkımız” dediğinizle HDP’ye zarar vermiyor musunuz?Cemil Bayık: Hayır. Tayyip Erdoğan’ın hesabı şuydu: “Ben saldırabilirim ve PKK’nin bunun karşısında duramaz. Dursa da, bunu Kürtlerin aleyhinde kullanabilirim.” Yani hem HDP’ye karşı, hem de IŞİD’le mücadelesi sayesinde uluslararası alanda iyi bir imaj elde etmiş olan PKK’ye karşı. Bizi tuzağa çektiğini düşünüyor. Yanılıyor.Başvurucu: Gayet başarılı bir plan.Cemil Bayık: Hayır. Çünkü Erdoğan’ın neden PKK’ye saldırdığını herkes anladı. Ama bir süreç başlattı. Erdoğan Meclis’i hiçe saydığı için, halk artık yerel demokrasiyi inşa etmeye başladı.Başvurucu: HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş her iki tarafı ellerini silahtan çekmeye çağırdı.Cemil Bayık: Sadece o değil. Biz, bütün bu çağrıları değerli buluyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki, artık ne Türkiye ne biz sorunları savaşla çözemeyiz. Biz, şimdiye kadar sekiz defa tek taraflı ateşkes ilan ettik, sonunda gerillayı geri çekmeye başladık. Ama devlet, bizi önce oyaladı ve sonunda çözüm süreci kapsamında atılan tüm adımları inkâr etti. Başvurucu: Sizin ateşkes ilan etmeniz için ne olmalı?Cemil Bayık: Bundan sonran tek taraflı ateşkes olmayacak. Devlet de resmi olarak ateşkes ilan etmeli. İki tarafta da ateşkesi gözleyen bir izleme komitesi oluşturulmalı. Sonra, müzakereler özgür ve eşit şartlarda sürdürülmeli ve Önder Apo müzakere başı olarak kabul edilmeli. Ve arabuluculuk yapan üçüncü bir taraf lazım. Bütün operasyonlar durdurulmalı, son dönemde gözaltına alınan insanlar serbest bırakılmalı. Yoksa biz, Türkiye’nin yarın tekrardan herşeyi inkâr etmeyeceğine nasıl güvenelim ki?Başvurucu: Kim bu üçüncü taraf olabilir? ABD mi?Cemil Bayık: Bunu defalarca önerdik.Başvurucu: Buna gerçekten inanıyor musunuz?Cemil Bayık: Neden yapmasın? ABD, Kuzey İrlanda’da arabuluculuk yaptırmıştı.Başvurucu: ABD ile ilişkiniz var mi?Cemil Bayık:Başvurucu: Amerikan hükümeti bunu yalanladı.Cemil Bayık: ABD, Türkiye’yi IŞİD’e karşı savaşa katmak istiyor ve bu yüzden diplomatik bir dil kullanarak Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkate alıyor.Başvurucu: ABD, PKK’ye karşı operasyonu onayladı mı?Cemil Bayık: Bunu açıkça söylemiyorlar ama bence, Amerika yeşil ışık yakmasaydı bu kapsamda operasyonlar olmazdı. Öte yandan ABD, IŞİD’le karşı en etkili şekilde Kürt özgürlük hareketinin savaştığını biliyor. Uluslararası koalisyonda ikimize de ihtiyacı var: hem Türkiye’ye, hem PKK’ye. Çelişki bundan kaynaklanıyor.Başvurucu: Kalıcı bir çözüm nasıl olur?Cemil Bayık:Türkiye herşeyden önce bir Kürt sorunun var olduğunu kabul etmeli. Erdoğan da hep “Kürt kökenli vatandaşların sorunlarından” söz etti, hiç bir zaman bir halkın özgürlük sorununu olarak ele almadı.Başvurucu: Ama bugün devlet televizyonunda Kürtçe kanalı var, belediyelere Kürtçe de konuşuluyor…Cemil Bayık: Biz, 40 yıla yakın mücadele yürütüyoruz. Elbette Türkiye bunlar karşında bazı adımları atmak zorunda kaldı. Ama bütün bu küçük adımlar, büyük adımlardan kaçmak içindi. Yani, Kürt sorunu anayasal güvence altına alınmalı. Kürt kültürü üzerine baskı sona ermeli, Kürtçe eğitim dili olarak kabul edilmeli ve Kürtler yerel yönetimleriyle kendilerini yönetebilmeli. Bu çözümü, yalnız Kürtler için değil, Türkiye’de herkes için istiyoruz. Başvurucu: Bütün bunlar olsa, siz silahları teslim eder misiniz?Cemil Bayık: Silahlı mücadeleyi bırakmak ve silahları teslim etmek ayrı şeylerdir. Kürt sorunu çözülmedikçe ve IŞİD tehlikesi sürdükçe, kimse bize silahları teslim etmemizi dayatamaz. Ve biz, sadece Kürtler için savaşmıyoruz. IŞİD’e karşı savaşmak, bütün insanlık için savaşmak demek.Başvurucu: Siz, bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan’ı kurmak için bu yola çıkmıştınız. Bu hedeflerden ne geri kaldı?Cemil Bayık: O zamanlar bütün dünyada reel sosyalizmin geliştirdiği bir paradigma vardı ve PKK de bu paradigmayı esas aldı. Ama biz, pratikte bu paradigmanın eksiklerini fark ettik ve yeni bir paradigma geliştirmeye başladık. Mesela gördük ki, özgür toplum, özgür kişilikler amacımıza ulaşmak için devlet uygun araç değil, proletarya diktatörlüğü hiç değil.Başvurucu: PKK’nin şimdiye kadar en büyük başarısı nedir?Cemil Bayık: En büyük başarısı, kadınların özgürleşmesidir.Başvurucu: Öte yandan en büyük hataları neydi?Cemil Bayık: Mücadele eden herkes hatası olur.Başvurucu: Eski PKK yöneticisi Selim Çürükkaya’ya göre, PKK’nin kurucu kadrolarının arasında iç infazlarla ölenlerin sayısı, çatışmalarda veya işkencede ölenlerin sayısının üstünde.Cemil Bayık: Bunlar doğru değil. Evet, iç infazlar oldu. Ama bu infazlara kurban giden arkadaşların çoğunun itibarı iade etmiştir. Ve çoğu iç infazı yapan kimdi, biliyor musunuz? Bugün bizi bunlarla suçlayan kişilerdi. Ama o zamanlar PKK’nin içindeydi. Biz bu yüzden sorumluluğumuzu üstleniyoruz.Başvurucu: Katledilen öğretmenler veya aileleriyle birlikte öldürülen köy korucuları için de mi?Cemil Bayık: Köy koruculara karşı yapılan eylemlerden yapan kişilerin hiç biri bugün PKK’de değil. Biz, 1990’da dördüncü kongremizde bunun için özeleştirimizi verdik ve açık şekilde özür diledik. Ve biz Güney Afrika’da yapıldığı gibi hakikat komisyonların inşa edilmesini öneriyoruz. Araştırılsın istiyoruz: Biz ne yaptık, devlet ne yaptı, PKK’ye sızdırılan ajanlar ne yaptı. Fakat bu tarz önerileri gündeme getiren hep biziz, devlet değil.Başvurucu: PKK’de konuşulan dil nedir?Cemil Bayık: Eskiden ağırlıkla Türkçeydi. Bugün, raporların yaklaşık yüzde yetmişi Kürtçedir.Başvurucu: Çok rapor yazılır mı PKK’de?Cemil Bayık: Evet. Herkes rapor yazar: Yöneticisi, savaşçısı… Ben de yazıyorum.Başvurucu: Bu raporlar sonra imha mi edilir yoksa arşivliyor musunuz?Cemil Bayık: Onlar bizim tarihimiz. Biz bunu nasıl imha edebiliriz?Başvurucu: Kendiniz de sonradan Kürtçe öğrendiniz, doğru mu?Cemil Bayık: Evet. Ben yatılı okullarda okudum ve Türkleştirilmiştim. Ancak, arkadaşım Kemal Pir beni Başkan Apo’yla tanıştırdıktan sonra Kürt olduğumu öğrendim. Bunun için Kemal Pir’e karşı kendimi hep borçlu hissettim.Başvurucu: Kemal Pir Türk’tü ve 1982’de cezaevinde açlık grevinde öldü.Cemil Bayık: En çok acı yaşadığım an oydu.Başvurucu: Ağladınız mı?Cemil Bayık: Biraz. Ama arkadaşlara belirtmedim.Başvurucu: 35 yıldır dağdasınız. Memleketinizi özlediniz mi?Cemil Bayık: Ben, memleketimden hiç bir zaman kopmadım ki. Ama köyüme gitmek isterdim.Başvurucu: PKK’nin kuruluşunda 23 yaşındaydınız. Sizin nesil ve şimdiki nesil arasındaki fark ne?Cemil Bayık: Bizim zamanımızdan farklı olarak Kürdistan’da aşiretlerin ve feodal yapıların etkisi neredeyse kaybolmuş. Bugünkü nesil, dünyadan daha fazla haberdar, daha özgüvenli. Daha tekililer – bazen bize karşı fazla kafa tutuyorlar. Ve bu nesil daha radikal. Pek çoğu aileleriyle köylerinden edildi, büyük yoksulluk içinde büyüdü. Bu yüzden büyük öfkeleri var ve bazen bu öfkeyi yanlış hedeflere yönlendiriyorlar.Başvurucu: Bu savaşta, çoğu sizin saflarınızda olmak üzere en az 35 bin insan hayatını kaybetti. Bunun sorumluluğunu üstleniyor musunuz?Cemil Bayık: Bizim hatalarımızdan kaynaklı ölen insanlar oldu, bunun sorumluğunu üstleniyoruz. Ama esasında Türk devleti sorumludur. Türkiye, Kürt halkını inkâr etmeseydi, bütün bu acılar yaşanmayacaktı.- 13/12/2016 tarihli “BENİM OĞLUM ŞEHİT OLMADI. BENİM OĞLUM KATLEDİLDİ.” Başlıklı yazı şöyledir:“Beleştepe, Taksim Meydanı ile Türk Futbol şampiyonu Beşiktaş’ın stadı olan İnönü stadı arasındaki tepeye halkın taktığı isim. Birkaç ağacın yer aldığı bu çimenlik yer, gerçekten de elinizde bir şişe birayla takılıp sahada olan biteni izleyebileceğiniz ideal bir yer. Beleştepe. Adı üstünde. Gerçi bundan üç sene evvel eski stat baştan aşağı yıkıldı; şimdiki adıyla Vodafon Arena’yı dışarıdan izlemek mümkün değil. Ama tepenin adı kaldı. Cumartesi akşamı İstanbul’da meydana gelen iki patlamanın ardından patlama yeri hakkında önce farklı söylentiler çıktı, çünkü o kadar şiddetli olmuştu ki, uzak semtlerde oturanlar bile, hemen yanı başlarında olduğunu sanmıştı. Ama bir süre sonra kesin yer belli oldu: Beleştepe. Terör kurbanı 44 kişiden büyük çoğunluğu bu mevkide hayatını kaybetti. Ölenlerin sayısı Pazartesi günü daha da arttı. Ölenler arasında 36 polis ve 8 sivil halktan kişi bulunmakta. Yasaklı PKK’dan ayrılmış bir grup olan (Kürdistan Özgürlük Şahinleri’ (TAK)’m üstlendiği saldırıdan 36 saat sonra, Pazartesi öğleden önce, olay yeri çok kalabalık. Kısa süre önce yabancı diplomatlar çelenk bırakmışlar. Avusturya Başkonsolosluğunun çelengi görülüyor, hemen yanında da Yahudi cemaatinin çelengi. Ama herkes sessizce anmıyor ölenleri Üstünde ‘Teröre karşı milyonlarca yürek tek yürekte birleşti’ yazılı bir pankart altında söz alan kırklı yaşlarda topluca bir zat, ‘Şehitlere Allah rahmet eylesin’ diye bağırıyor. Çevredekiler ‘Amin’ diye cevap veriyorlar. ‘Allah ailelerine sabır versin’ diye devam ediyor. Gene ‘Amin’ diyorlar. ‘Allah milletimizi gelecekte bu tür belalardan korusun’ diyor, Gene ‘Amin’. Ve derken, sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi: ‘Allah hepimize şehitlik mertebesi ihsan etsin!’ diyor, Bu zat kendi adını vermek istemiyor, ama sorduğumuzda, İstanbul Valilik makamında görevli olduğunu belirtiyor. Şehrin bütün idari mercileri, polis de dahil olmak üzere, valiliğe bağlıdır. En azından bu kişinin yaptığı konuşma, Türk politikacılarının söylemleriyle örtüşüyor. ‘Bizi böyle bir şeyle sindirebileceklerini sanıyorlarsa, şunu iyi bilsinler: Bu yerleri bu alçak hainlere terketmeyeceğiz’ demişti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.. ‘Biz bu yola kefenlerimizi giyip de çıktık. Bizim inancımıza göre, şehitlik mertebesi en büyük şereftir.’ Erdoğan’ a bir yere giderken eşlik eden devasa konvoyu, kendisini koruyan sayısız yakın koruma görevlisini gören herkes isterse bu sözlerde istihza sezsin. Ama kendi taraftarlarına ulaşıyor. Erdoğan’ın bir vakitler adeta kişisel politik geleceğine yatırım gibi gördüğü barış sürecinin niye bitirildiği sorusunu ise, soran kimse iyi ki Yok, Aynı şekilde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sözleri de benzerbir cengaverce tını barındırıyor. Soylu, saldırının hemen ardından en acil görevimiz, intikam almaktır demiş ve saldırganların adresini de şöyle vermişti: ‘Siz karanlık batılı güçlerin elinde bir maşadan, bir kiralık katilden başka birşey misiniz? Hayır.’ Soylu örneğinde de bu tür -aslında bir hukuk devleti içişleri bakanının ağzından duyulması şaşırtıcı- sözler, pratik bir işlev yerine getiriyor. Böylece hiç kimse, 81 ilde PKK üyesi olduğu kabul edilen kişilere karşı 000 kişilik bir güçle baskınlar düzenleyen polisin nasıl olup da aynı günün akşamında İstanbul’un göbeğinde iki intihar bombacısı tarafından havaya uçurulabildiğini sorgulamıyor. Bu teorik tırmandırmanın bir muhatabı da, Soylu’nun sorusunda dile getirdiği gibi, Batı ülkeleridir. Pazartesi günü İ.K. PKK’nın ve Suriye’deki kollarının ABD ile Avrupa tarafından beslendiğini yazmıştır. Karagül,AKP’ye yakın Yeni Şafak gazetesinin yayın yönetmenidir. Gülen örgütü ve IŞID’ın da Batı tarafındanTürkiye’ye karşı kullanıldığını söylüyor: ‘Bu saldırının arkasında Avrupa var’ diyor, Karagül. Bu propagandanın dış politikada ne gibi sonuçlar doğuracağını bekleyip göreceğiz. İçerideki sonuçları ise şimdiden belli olmaya başlamıştır: Pazartesi sabahı polisler, Kürt yanlısı HDP’nin İstanbul’daki parti merkezini basmış ve tahrip etmişlerdir. Oysa HDP, saldırıyı en başta kınayanlar arasında yer almaktaydı. Kütüphanede duvarlara ‘Geldik ama siz yoktunuz’ ve ‘Gene geleceğiz’ şeklinde mesajlar yazılmıştır. Ülke çapında 200 den fazla yerel HDP politikacısı tutuklanmıştır. Yılın başından bu yana partinin yaklaşık 5600 politikacısı, aralarında iki eş başkan, sekiz milletvekili ve 50 kadar da belediye başkanı olmak üzere, cezaevine konmuştur. İhtilafın barışçı çözümünü zehirleyen bir tutumdur bu ve sadece iki tarafın işine yarar: Erdoğan’ın ve ekstremistlerin .Bu arada ‘Özgürlük Şahinleri’nin de, PKK’nın iddia ettiği gibi, PKK yönetiminden tamamen bağımsız hareket ettiğine dair hiç bir veri yoktur. Aradaki ilişkinin gerçekte ne olduğu, bilinmiyor. Kendi suikastçılarına ne isim verdikleri ise biliniyor: şehit. Ne ki, bu ‘şehit’ söylemini duymak dahi istemeyen birisi var. Oğlu Berkay da Cumartesi gecesi öldürülenler arasında yer alan S.A. ‘19 yaşındaydı. Tıp fakültesi ikinci sınıftaydı’, diyor boğuk bir sesle gözyaşlan arasında, geniş ilgi uyandıran bir röportajda. ‘Sınavları bittiğinde sadece iki gün için gelmişti Ankara’dan İstanbul’a. Arkadaşlarıyla eğleneceklerdi. Tamamen tesadüfen taksiyle oradan geçiyorlar. Hepsi bu. Sadece bu kadar. Bu kadar tesadüfi, bu kadar basit, bu kadar ucuz. Bunun için şimdi şehit deniyor. Oğluma şehit denmesini istemiyorum. Oğlum katledildi.’ B.A., Türkiye’nin kanlı çöküşünü anlatabileceğimiz bir dizinin şu an içinson kurbanı. Tıpkı onun gibi 19 yaşında ölen bir başkası da, 2013 baharında Gezi protestoları sırasında Türkiye’nin Batısında yer alan Eskişehir’de polisler ve Erdoğan yanlıları übjektif dövülerek öldürülen A.İ.K. Ekim 2015’te Ankara’da solcuların ve Kürtlerin ortak gösterisi sırasında IŞID intihar bombacıları tarafından öldürülen üniversite öğrencisi A.U. Da 19 yaşındaydı. Tıpkı arkadaşı O.A.nın mart ayında Kızılay meydanında Özgürlük Şahinleri’nden bir intihar bombacısının saldırısı sırasında öldürülmesi gibi. Ankara’da darbe girişimi sırasında bir tankın altında kalıp ölen Ö.T. de var. Kürtlerin yaşadığı Cizre’deki çatışmalar sırasında başkalarıyla beraber bodruma sığınan ve oradagüvenlik güçleri tarafından yakıldığı iddia edilen 19 yaşındaki H.A. var ve işte şimdi de B.A. pazartesi günü Ankara’da toprağa verildi. Cenaze törenine hükümeti temsilen kimse katılmadı.(Soruşturma dosyasındaki çeviri: 19 yaşındaki H.A.Kürt şehri Cizre’deki silahlı çatışmada diğerleriyle bir bodrumda saklanan ve burada muhtemelen güvenlik güçleri tarafından yakılarak öldürülen…)”- 19/6/2016 tarihli “ERDOĞAN’IN BİZE YAPTIKLARINI ASLA UNUTMAYACAĞIZ” başlıklı yazının ilgili kısımları şöyledir:“Demirtaş konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, terörle mücadeleninkıyamete kadar süreceği sözleri yüzünden eleştirmişti. ‘Bu insanların ölümü kader değildir’ diye seslendi Demirtaş. Erdoğan’ın barışın önündeki en büyük engel olduğunu da ekledi. Bunun ardından meclisteki üç büyük partinin liderlerini, daha fazla kanın dökülmesini engellemek için birlik olmaya davet etti. ‘Bunu başaramazsak, hepimiz istifa ederiz,’ dedi. Taraftarları tereddütlü bir tutumla alkışlıyordu. Birkaç saat sonra Erdoğan, milletvekili dokunulmazlıklarının bir defaya mahsus kaldırılmasını öngören anayasa değişikliğini onaylayacaktı. Artık 59 HDP milletvekilinin 55’i çoğu son derece gülünç terör ithamlarıyla mahkeme önüne çıkarılacak. Sırf Demirtaş hakkında yürürlükte olan 93 dava bulunuyor. Demirtaş şiddet tarafları arasında ezilmiş durumda.Peki ya PKK olan bitenlerden nasıl bir sonuç çıkarıyor? ‘Kimi zaman siyasi başarılar zaman içinde ortaya çıkar;’ diyor yüksek rütbeli bir PKK kadrosu Diyarbakır’da bir yerde. “Halk bu devletten bek1eyeceği hiçbir şeyi olmadığı gördü, PKK’nın direnişi olmasa Erdoğan kendidarbesini çoktan yapmıştı.” Peki PKK’nın, Suriye’deki Kürt bölgelerine Türkiye’nin askeriolarak girmesini engellemek amacıyla şiddetin tırmanmasına katıldığı tezi doğru mu? “Evet, o da var,” diyor. (Soruşturma dosyasındaki çeviri: Peki ya PKK hangi denge politikasını yürütüyordu? Bazen politikacıların başarıları zamanla anlaşılır açıklamasında bulunmuştu. Diyarbakır’ın bir yerlerinde bulunan yüksek rütbeli bir PKK komutanı.)Buna karşın PKK’nın siyasi çevresinden gelen ve gerçek adıyla mesleğinin açıklanmasını istemeyen 30’lu yaşlardaki Ruken, ‘PKK tarihi bir hata yaptı,’ diyor. ‘PKK, devletinsaldırılarına askeri olarak karşılık vermek zorundaydı, ama hendek savaşı yanlış bir hamleydi,’ diye de ekliyor. ‘PKK, bilhassa Sur ve Cizre’de bunun sonuçlarını, yani devletin uyguladığı vahşeti, yıkımın devasa boyutlarını, Kütlerin ilgisizliğini, ülkenin kalan kesimindeki duyarsızlığı yakından gördü …. Bun rağmen aynı şeyi güçlü olduğu diğer yerlerde neden tekrarladı?Ruken komplo teorilerini andıran ve esn sık dile getirilen devlet içindeki bazı güçlerin PKK ile beraber şiddetin tırmandırılmasını kapalı kapılar ardında kararlaştırdığı tezine ise katılmıyor. Başka bir açıklaması olmasa da ‘önderlik’ tabir edilen ve 2015 Nisanından bu yana hücre hapsinde tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın sorumluları yerin dibine sokacağından emin. (Soruşturma dosyasındaki çeviri: Ancak kendisi (ruken) Örgütün hapiste tutulan ve Nisan 2015’ten beri izole edilmiş PKK’nın başkomutanı Abdullah Öcalan’ın sorumluların mal mülk işleri yüzünden bu işe kalkıştığı söylemine inanıyor. Önce oğlumu aldılar, şimdi de anısını tüm bunlara ilave olarak burada yaşayanlar buzdolaplarında içlerine dışkı doldurulmuş tencereler bulduklarını ya da kızlarımn, eşlerinin iç çamaşırlarının evin içine saçılmış olduğunu söylüyor. Aşağılama eylemleri. Nefret en çok mezarlıklarda göze çarpıyor. İki yılık ateşkes süresinde PKK savaşçıları dağdaki mezarlarından çıkarılıp mezarlıklara taşınmıştı. Sokağa çıkma yasağından önce öldürülen YPS savaşçılarının bir kısmı da burada defnedilmişti. PKK’ lıların mezar taşları parçalanmış, YPS savaşçılarının mezarları dağıtılmış, hatta mezarlık duvarı bile yıkılmış. Mevtanın yakınları, yıkılan duvarın taşlarıyla mezarları tamir etmiş ve üzerlerine plastik çiçekler koymuş. Mezarların üzerinden geçirilen zırhlı aracın lastik izleri hala görülebiliyor.” - 18/7/2016 tarihli “DARBENİN KURBANLARI, ERDOĞAN EFSANESİNİN KAHRAMANLARIDIR” başlıklı yazının ilgili kısmı şöyledir:“Bunun dışında sorumlular hakkında elde henüz çok fazla bilgi yok. Her şeyden önce, ABD’de yaşayan ve Erdoğan’ın eski müttefiki olup, halen Erdoğan ve hükümet tarafından elebaşı olmakla suçlanan Fethullah Gülen’in yandaşı olduklanna dair hala bir kanıt yok. (Soruşturma dosyasındaki çeviri: Sorumluların kim oldukları hala gizemini koruyor. Bu darbeyi düzenleyenin, Erdoğan’ın Amerika’da yaşayan eski ortağı Fetullah Gülen’in destekçileri olduğuna dair kesin bir kanıt bulunmuyor. Ancak Erdoğan ve hükümet baş sorumlu olarak Fetullah Gülen’i görüyor.)Geçen yıl emekliye ayrılıncaya kadar Hava Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan Orgeneral A.Ö.nün darbecilerin başı olduğu kabul ediliyor. İlk aşamada olaylarla ilgili hiçbir şekilde herhangi bir bağı kabul etmediği bildirilmişti. Ancak Pazartesi öğleden sonra, devletin Anadolu Haber Ajansı, Öztürk’ün darbe girişimiyle ilgili itirafta bulunduğunu duyurdu. Yine kısa süre sonra özel haber kanalları Habertürk ve NTV, Öztürk’ün sorgusunda olaylara karıştığını kabul etmediğini bildirdi. Gülen’le herhangi bir bağının bulunup bulunmadığı ise ayrı bir konu.”-27/10/2016 tarihli “TÜRKİYE’DE ARTIK SOKAK AĞZI HÂKİM” başlıklı yazı şöyledir: Darbenin ardından tüm emareler Türk-İslam sentezini işaret ediyor. Erdoğan’m otorite Evet efendimciliği’ne boyun eğen meclis yakında feshini onaylayacak. Aslında Frankfurt Kitap Fuarı konuk ülkeleri Hollanda ve Flaman bölgesiydi. Ama fuara bakıldığında bu sene ağırlık noktasını Türkiye’nin oluşturduğu izlenimine kapılabilinirdi pekala. Fuarın açılışı etkinliğinde tutuldu bulunan yazar Aslı Erdoğan’m bir mektubu okundu, çok sayıda panelde konu Türkiye’ydi. Sayısız yayınevi Türkiyeli yazarların eserlerini ya dakonu ile alakalı kuramsal kitapları sergilemekteydi.Bir tek kültür bakanlığının düzenlediği Türkiye standında tüm bunların esamesi okıınmuyordu. Türkiye’nin resmi konuk ülke olduğu sekiz yıl önceki dönemde Türkçe edebiyatın çeşitliliğini sergilemek için az da olsa bir çaba varken, şimdi raflar son derece tek boyutlu: Dini yazıtlar, Osmanlı tarihi, kaligrafiler. En çok öne çıkan isim ise, siyasi İslamın en önemli ismi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık alıntıladığı şair ve yayıncı Necip Fazıl Kısakürek’in yazıları. Ayrıca ücretsiz reklam prospektüsleri ve seyahat rehberleri. İslamcılık ve iş bağlantıları; birkaç metrekarede AKP programının özeti. Rakı isteyen Alman marketine gitsin Tıpkı Krenzberg’teki rakı meselesini andırıyor: Bir Alman süpermarket zincirinin bu semtteki şubeleri bu ‘Türk içkisini’ mağazalarında satışa sunarken, mahalledeki çoğu Türk bakkalı, ya kendi rızalarıyla ya da mümin müşterilerini kaybetme korkusuyla alkol satmıyor. Rakı isteyen Alman marketine gitsin; çağdaş Türkiye edebiyatıyla ilgilenenler, Alman yayınevlerinin stantlarına baksın. Bu kendini tasvir etme hali her ne kadar ciltler dolusu şey anlatsa da, buradaki kendinikonumlandırmayı sadece kısmen karşılıyor. Bir süredir esamesi bile okunmayan Türk milliyetçiliği, PKK ile süren ateşkesin önceki yılın yazında sona ermesi, ama en geç darbe teşebbüsüyle beraber AKP’nin İslamcılığı ile uğursuz bir ittifak kurmayı başardı. Bunu Ermeni soykırımı gibi sembolik meselelerde açıkça gözlemlemek mümkün; daha birkaç yıl önce tereddütle de olsa resmi söylemden sapan Erdoğan, günümüzde bu konunun savunma hattının liderliğini yapıyor.Türk emniyeti Kürt belediye başkanını tutukladıAynısını Kürt politikasında da görmek mümkün: Meclisteki dokunulmazlıklarınınkaldırılması ya da son olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi belediye başkanı Gülten Kışanak’ın tutuklanması gibi. Uzun lafın kısası, Kürtleri yasal siyasi ortamdan uzaklaştırılmak için MHP’nin takınacağı tutum da ancak bu kadar oldurdu.Erdoğan darbe teşebbüsünü karşı darbe için kullanıyorOlağanüstü halin ilanından bu yana Erdoğan liderliğinde ülke kararname ile yönetiliyor. Darbe gecesi bombalanan meclis binası ise bir tür müzeye dönüştürülmüş durumda ve yegane amacı darbecilerin caniliğini, en son Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault’un ziyaretinde olduğu gibi yabancı konuklara sergilemek ve alınan karşı önlemler için anlayış kazanmak. Darbecilerin nasıl bir rejimin hayalini kurduklan bilinmez ama kesin olan bir şey var: O da darbe başarılı olsaydı belki de yapılan temizlik, tutuklama ve el koymalardan etkilenecek insanların sayısı bugünden pek de fazla olmayacak, hukuk devleti şimdikinden daha çok yıpranmayacaktı.Erdoğan, muhalefetin en azından Kürt olmayan kesimine -taktik sebeplerle ya da güvensizlikten- zaman zaman yakınlaşma eğilimi gösterirken, günümüzde bu darbe teşebbüsünü, bir tür karşı darbeyle plebisiter bir dikta kurmak için ‘Allah’ın lütfu’ olarak kullanacağından şüphe duymak için herhangi bir sebep yok. Böyle bir rejimde meclis ya da siyasi partiler gibi aracı merciler herhangi bir rol oynamayacak. Burada olan biten, kuvvetler ayrılığının söz konusu olmadığı ve medya organlarının koşulsuz teslim olduğu bir lider hükümdarlığının kurulması ve halkoylamasında gerekli çoğunluğun elde edilmesi için devletin tüm kaynakları harekete geçiriliyor. Çünkü Erdoğan’ın gözünde ‘demokrasi’ bu demek: Keyfince yönetmek için gerekli çoğunluk. (Soruşturma dosyasındaki çeviri: Erdoğan ara sıra – taktiksel sebeplerden mi yoksa güvensizlikten mi bilinmez- Kürt olmayan muhaliflerin bir kısmını da hiçbir gerekçe sunulmaksızın Allah’ın lütfu olarak gördüğü darbe teşebbüsünde parmağı olduğu şüphesiyle tasfiye ederek karşı darbesini yapmakta ve halk oylaması yoluyla diktasını egemen kılmak istemekte.)- 27/10/2016 tarihli “TÜRKİYE’NİN MUSUL’DA KENDİ AJANDASI VAR” başlıklı yazının ilgili kısmı şöyledir:“Türkiye, Musul operasyonuna kayıtsız kalamaz. Fakat siyasi ve askeri konularda söz sahibi olmak isterken, aslında kendi çıkarlarının peşinden gidiyor. Bunu yaparken de mevcut sınırları sorguluyor. Türk devletinin tutumunu betimlemek ıçin Kürtlerin anlatmaktan hoşlandıkIan bir hikayedir: Bir Türk’le bir Kürt idam cezasına mahkum edilirler. İdam edilmeden hemen önce Kürt’a, ‘Son isteğin nedir” diye sorulunca, bir an düşünür ve ‘Ben en çok anamı severim. Şu dünyadan göçüp gitmeden son bir kez anamı göreyim’ der. Ardından da Türk’e son isteği sorulur. O ise hiç tereddüt etmeden,’Kürt anasını görmesin’ der. Bu denklem, Türk siyasetinin Suriye ve ırak’ta izlenen ilke ve önceliklerinin önemli bir payını barındırıyor. Komşu ülke Suriye kanlı bir iç savaşta parçalanıyor mu? Milyonlarca insan Türkiye’ye mi sığınmış? Kürt anasını görmesin. (Soruşturma dosyasındaki çeviri: Kürtler arasında Türk Devleti’nin Kürtlere olan tavrını belki de en iyi tanımlayan en bilindik fıkra şöyle: Bir Türk ve Bir Kürt ölüm cezasına çarptırılır. ‘Kürde “son istediğin nedir’ sorarlar. Kürt kısa bir süre düşünür ve şöyle der:Anneciğimi çok seviyorum. Bu dünyadan göçüp gitmeden önce annemi son bir kez daha görmek istiyorum. Aynı soru Türk’e de sorulunca, Türk tereddüt etmeden cevap verir: Kürdün annesini görmeden ölmesi. Bu anlatım aslında Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta yürüttüğü politikanın temelini ve önceliklerini en iyi şekilde açıklıyor. Milyonlarca insan Türkiye’ye mi sığınıyor! Kürdün, annesini görmeden ölmesini isteyenlerin ülkesine yani…)Ülke sınırında “İslam Devleti” adını taşıyan cehennem fantezisinin vücut bulmuş bir tezahürü mü yayılıyor? Türkiye’nin IŞID’e karşı takındığı – en hafif deyimle – gevşek tutumu PKK ile barış sürecini mi tehlikeye düşürmüş? Kürt anasını görmesin. Iraklı Kürt peşmerge birimleri, Irak, iran ve ABD’nin oluşturduğu bir ittifak Musul’u IŞID’dan kurtarmaya mı hazırlanıyor? En önemlisi; Kürt anasını görmesin. Türkiye’nin tek gayesi IŞID’ınkovulması değil. Bu nedenle de Türkiye IŞID’ı ancak nispeten geç bir aşamada terörist tehdit olarak sınıflandırdı. Aynca İncirlik Hava üssünü açarak, IŞID karşıtı koalisyona resmi olarak katıldıktan sonraki neredeyse en önemli icraatı, PKK üslerinin bombalanması olmuştur. Ve sonuç: Suriye’de, bölgede ve aslında tüm dünyada esaserı “büyük aktör” olmak isterken, gelinen noktada Türkiye Suriye’deki çatışma sahalarında ancak, ABD ve Rusya gibi gerçek anlamdaki “büyük aktör’lerin bıraktığı nişlerde bir hareket alanına sahip olabildi. Ağustos sonu itibarıyla Suriye’nin Cerablus şehrine düzenlenen askeri operasyon da bu kapsamda yer alıyor. Üstelik Türk ordusunun Özgür Suriye Ordusu’yla birlikte ilerledlği bu operasyonun da tek hedefi, lŞID’in sınır hattından uzaklaştırılması değildi. İkinci ve en az eşdeğer öneme sahip olan diğer açık hedef ise şöyledir: Kürt anasını görmesin. Bu şu anlama gelir. Söz konusu şerit asla Suriyeli Kürt YPG milislerinin eline düşmemelidir. Zira öyle olursa Afrin ve Kobani isimli iki Kürt kantonu’nun arasındaki koridor kapanmış olacak.- 6/11/2016 tarihli yazısının kapak kısmında Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafıyla birlikte “DARBECİ” şeklinde başlık atıldığı, başlığın altında “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan devletini pervasızca değiştiriyor. Eleştiriler susturulmakta, ülke parçalanmakta.” (Soruşturma dosyasındaki çeviri: Cumhurbaşkanı Erdoğan hiç kimseye aldırış etmeden kendi devletini kuruyor, protestolarla boğuşan ülke parçalanmaya gidiyor.) şeklinde bir yazı yazılmıştır.-21/7/2016 tarihli “İŞKENCE GERİ DÖNECEK KORKUSU” başlıklı yazının ilgili kısmı şöyledir: “ İktidar sahibi Erdoğan yönetimindeki olağan hal düşünüldüğünde, Türkiye’de ilan edilen OHAL’in farkını göstermesi zor olacak. Öte yandan yeni bir gelişme, işkencenin gözle görülür işaretleri. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Perşembe akşamı televizyondan yaptığı konuşmasında üç aylık bir olağanüstü hal açıkladı. Artık kanun hükmünde kararname ile ülkeyi yönetebilir. Yetkiler toplanma ve basın özgürlüğünü askıya alabilir ya da kısıtlayabilir, sokağa çıkma yasağı ilan edebilir ve orta ve yüksek öğretim. Kurumlarmda verilen eğitimi durdıırabilir, emniyet kuvvetleri her an kontrol yapabilir ve şüpheli bulduldan kişileri iki gün boyunca gözaltına alabilir. Diğer bir deyişle: Erdoğan şu ana kadar zaten yaptıklarını yapmaya devam edebilir. OHAL’in ilan edilmesi, sınır kenti Suruç’ta, IŞID üyesi bir canlı bomba olduğu tahmin edilen kişinin gerçekleştirdiği ve sol görüşlü 33 gencin ölümüne sebep olduğu terör saldırısının yıldönümüyle aynı güne denk ge1di. Bunun hemen ardından Kürt PKK ile süregelen ateşkes sona erdi. O günden bu yana, her iki tarafın da yükünü sivil halkın sırtına koyduğu savaş, Kürt bölgelerine geri dönmüş oldu.Erdoğan yönetiminin halihazırda zaten mevcut olan otoriter eğilimleri, gazetecilere açılan davalar, gazetelere ve televizyon kanallarına atanan kayyumlar ya da bilim adamlannm toplu halde görevden alınmasıyla ayyuka çıktı. Olağan halin böyle olduğu bir ülkede OHAL, farkını hissettirmek için epey çaba göstermek zorunda kalacak. ‘Bul karayı al parayı’ teminatı(Soruşturma dosyasındaki çeviri: Bir üç kağıtçının verdiği teminatın değeri)Erdoğan geçmişte, OHAL altında her şeyin daha kötü olacağına dair emareler vermemiş olsa tüm bu olan biteni kara mizaha çalan bir rahatlıkla karşılamak mümkün olabilirdi veErdoğan’ın, vatandaşların özgürlüklerinin kısıtlanmayacağı taahhüdünün kıymeti harbiyesi, ‘bul karayı al parayı’ oyununda büyük para kazanılabileceği teminatı kadar. Erdoğan geçmiş süreçlerde yeteri kadar korku yaratmamış olsaydı, olağanüstü hal ile her şey daha da kötü olmakla kalmayacak aynı zamanda Erdoğan’ın vatandaşların özgürlükleri kısıtlanmadığı açıklaması birine çok para kazandırabilecek bir üçkağıtçının sarf etmiş olduğu bir sözden daha fazla bir değere sahip olabilirdi.Kasım ayındaki terör saldırılarının ardından olağanüstü halin yürürlükte olduğu Fransa’yı örnek göstermek, tam da bu sebeple uygun değil. Fransız yetkililer OHAL nedeniyle demokratik hakları askıya almasına karşın kimse Francois Hollande’ın otoriter bir tek adam rejimi kurmak niyetinde olduğu şüphesini taşımıyor.Erdoğan’a karşı duyulan bu güvensizlik, sadece geçmişteki olaylardan değil, aynı zamanda darbe teşebbüsüne şimdiye kadar verdiği tepkiden de besleniyor. Darbe teşebbüsünün ardından subay, yargıç, savcı, üniversite öğretim görevlileri, öğretmen ve neredeyse tüm alanlardan memurlar tutuklandı ya da açığa alındı. Şimdilik bu baskıcı tutum, İslam vaizi Fethullah Gülen’in gerçek ya da sözde taraftarlarına yönelik; mükerrer defalar tekrarlamakta beis yok, Gülen bir zamanlar Erdoğan’ın müttefikiydi ve Gülen cemaati, komplolar vasıtasıyla değil, Erdoğan ve AKP’nin bilgisi ve görevi dahilinde devlet aygıtının içine sızmıştı. Erdoğan, yolsuzluk soruşturmaları sürecisinde Gülen ile kopuşunun hemen ardından gelen gerçek bir şaşkınlık anında “Ne istediler de vermedik?” demişti. Oysa ki, Gülen’in darbe teşebbüsüne dahil olup olmadığı, olduysa hangi oranda katıldığı hala kesin değil. Halihazırda eldeki yegane bilgi, Genelkurmay Başkanı Hulnsi Akar’ın yaveri olan ve Gülen cemaati üyesi olduğunu itiraf ettiği söylenen Yarbay Levent Türkkan’ın ifadesi. Ancak Türkkan’ın elleri ve karnı pansumanlı, başı sargılı, yüzü yaralı haldeki fotoğrafları ışığında bu ifadenin nasıl verildiği sorusu akla geliyor.”İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 14/2/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/24 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.Başvurucu 16/2/2018 tarihinde tahliye edilmiştir.Dava, ilk derece mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde,tutuklama nedeni var sayılabilir:G) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kontrol” kenar başlıklı Maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak…b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. …f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. …j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.” 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” kenar başlıklı Maddesi şöyledir: “(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini,diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör örgütleri” kenar başlıklı Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur.” 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliklerinin görevleri” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“İnfaz Hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikayetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tabi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikayetleri incelemek ve karara bağlamak.…” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir.Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir.Şikâyet yoluna, kendisi ile ilgili olmak kaydıyla hükümlü veya tutuklu ya da eşi, anası, babası, ayırt etme gücüne sahip çocuğu veya kardeşi, müdafii, kanunî temsilcisi veya ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu başvurabilir.Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz.Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkansız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir: (Değişik: 10/6/1994 – 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:a) (İptal: Anayasa Mahkemesinin 21/9/1995 tarihli ve E.1995/27, K.1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 – 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,… İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır…” 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“ (1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmi dört saati geçemez.(Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre on iki saatten fazla olamaz. (2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır. (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir. …” 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin , Ve Maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:“ Madde 4 - …Nezarethane: Şüpheli veya sanıkların haklarındaki işlemlerin tamamlanıp adlî mercilere sevk edilinceye kadar bekletilmesi amacıyla yapılmış yerleri,…ifade eder.…Madde 11 – Üst araması yapılan kişinin nezarethaneye girişi, bu Yönetmeliğe ekliNezarethaneye Alınanların Kaydına Ait Defter”e (EK-B) kaydedilerek sağlanır.Nezarethane işlemlerinde;a) Aynı suçla ilgisi olanlar, birbirine hasım olanlar, erkek ve kadınlar bir araya konulmazlar, çocuklar yetişkinlerden ayrı tutulurlar.b) Nezarethanede zarurî hâller dışında beşten fazla kişi bir arada bulundurulmaz.c) Tuvalet, temizlik gibi zorunlu ihtiyaçların giderilmesi görevli memurun gözetiminde sağlanır.d) Yiyecek ve içecekler önceden kontrol edilir.e) Gözaltına alınan kişi saldırgan bir tutum sergilemeye başladığı veya kendisine zarar vermeye kalkıştığı takdirde önce sözle kontrol altına alınmaya çalışılır. Bu mümkün olmadığı takdirde, hareketini giderecek derecede kuvvet kullanılabilir. Ancak zarurî olmadıkça gerek kendisinin gerek başkasının hayatı, vücut bütünlüğü veya sağlığı tehlikeye girmedikçe kuvvet kullanılmaz.f) Saldırgan tutum ve davranışları kontrol altına alınamayan kişiler tıbbî müdahalede bulunulması için sağlık kuruluşlarına gönderilir.g) Gözaltına alınan kişilerin yaşama haklarını koruyucu gerekli önlemler alınarak, bu amaçla ilgili gözetlenebilir. Gözetleme işlemi teknik imkânlar ölçüsünde kayda alınabilir. h) Gözaltındaki kişinin beslenme, nakil, sağlığının korunması ve gerektiğinde tedavisi, yakalandığının yakınlarına haber verilmesi giderleri ilgili birimin bağlı olduğu Bakanlığın bütçe ödeneklerinden karşılanır.…Madde 25 – Nezarethaneler en az 7 metrekare genişliğinde, 2,5 metre yüksekliğinde ve duvarlar arasında en az 2 metre mesafe olacak şekilde düzenlenir. Yeterli doğal ışıklandırma ve havalandırma imkânları sağlanır. Ancak, şüpheli sayısının çokluğu sebebiyle nezarethane imkânlarının yetersiz olması durumunda, nezarethaneler için öngörülen fizikî şartlara sahip başka yerler de kullanılabilir.Nezarethanelerde gözaltına alınan kişilerin yatmaları ve oturmaları için yeteri kadar sabit ve dayanıklı oturma yerleri bulundurulur.Mevsim ve gözaltı yerlerinin maddî şartları da dikkate alınarak, geceyi gözaltında geçirecek şahıslar için yeterli miktarda battaniye ve yatak temin edilir.Tuvalet, banyo ve temizlik ihtiyaçlarının giderilmesi için gerekli tedbirler alınır.Nezarethane girişine, onaylanmış nezarethane talimatı asılır.İç ve dış emniyeti sağlanmış, özel surette hazırlanmış, teknik donanımlı, bağımsız yerlerin ifade alma odası olarak kullanılmasına özen gösterilir.Mevcut nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygun hâle getirilmesi bütçe imkânları çerçevesinde sağlanır.”…Madde 26 – Nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygunluğunu sağlamak amacı ile kolluk kuvvetlerinin yetkili birimleri tarafından denetleme yapılır.Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanların Kaydına Ait Deftere kaydederler.Yetkili ve görevli mercilerin mevzuatta öngörülen denetim yetkileri saklıdır.”B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özgürlük ve güvenlik hakkı” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“ Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:… c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;… “ Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” kenar başlıklı Maddesi şöyledir: “ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği (Buzadji/Moldova [BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, § 101) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması gerekir. AİHM’e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı -elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında- olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde bir kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O’Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü, § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü, § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).b. İfade Özgürlüğü Yönünden AİHM Sözleşme’nin Maddesinin ikinci paragrafı bağlamında, politik söylem veya kamu çıkarı ile ilgili sorunlara ilişkin tartışmaların sınırlanmasına dair çok dar bir alan olduğuna işaret etmiştir. AİHM, hükûmet ile ilgili olarak yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırının bireyler veya siyasetçiler hakkında yapılan eleştiriye oranla daha geniş olduğunu belirtmiştir. AİHM’e göre demokratik bir sistemde hükûmetin fiilleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı otoritelerinin değil aynı zamanda kamunun da incelemesine açık olmalıdır. Hükûmetin güçlü konumu dolayısıyla kendisine yönelik eleştirilere ve haksız saldırılara başka yöntemlerle karşılık vermesinin mümkün olduğu hâllerde ceza davası başlatma konusunda çekimser davranması gerekir (Ceylan/Türkiye [BD], B. No: 23556/94, 8/7/1999, § 34). Sürek ve Özdemir/Türkiye ([BD], B. No: 23927/94 ve 24277/94, 8/7/1999) kararına konu olayda başvurucuların PKK liderlerinden biriyle yapılan bir röportaj nedeniyle terörist örgütlerin bildirilerini yayımlama ve bölücü propaganda yapma suçlarından mahkûm edilmeleri söz konusudur. AİHM, başvurucuların ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Demirel ve Ateş/Türkiye, B. No: 10037/03,14813/03,12/4/2007; Demirel ve Ateş (2)/Türkiye, B. No: 31080/02, 29/11/2007; Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012; Gözel ve Özer/Türkiye, B. No: 43453/04, 31098/05,6/7/2010). Kararın ilgili kısımları şöyledir: … Mahkeme ilk olarak, söz konusu ropörtajların yasa dışı bir örgütün bir üyesiyle yapılmış olması gerçeğinin başvuranların ifade özgürlüğü haklarına yapılan müdahaleyi haklı göstermeyeceğine dikkat çeker; ayrıca ropörtajların içerisinde resmi politikaya karşı getirilen ağır eleştiriler vardır ve Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan rahatsızlıkların kaynağı ve sorumluluğuna ilişkin olarak tek taraflı bir yaklaşım benimsenmektedir. Röportajlarda kullanılan kelimelerden mesajın uzlaşmazlık olduğu ve PKK’nın hedefleri garantiye alınmadıkça yetkililerle anlaşma olmayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Ancak metinler bir bütün olarak ele alındığında kin ve düşmanlığa tahrik ettiği söylenemez. Mahkeme, ropörtajların bu şekilde yorumlanabilecek bölümleri üzerinde dikkatle durmuştur. Ancak Mahkemeye göre, ‘Bizden topraklarımızdan çıkmamız istenirse, bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğimiz bilinmelidir’ veya ‘Bizim tarafımızda tek bir kişi kalana kadar savaş devam edecek’ veya ‘Türkiye Devleti bizi topraklarımızdan atmak istiyor. İnsanları köylerinden çıkarıyor’ veya ‘Bizi yok etmek istiyorlar’ gibi ifadeler, karşı tarafın amaçlarına devam etmek için çözülmesinin ve bu açıdan liderlerinin gösterdiği tavırların bir yansımasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ropörtajlar Türkiye’nin güneydoğusundaki resmi politikaya muhalefetin ardındaki itici güçlerin psikolojisine ilişkin olarak kamuoyunu aydınlatmak ve bu ihtilafta yer alan çıkarları değerlendirmek açısından haber niteliği taşımaktadır. Mahkeme, doğal olarak, yetkililerin bölgedeki güvenlik durumunu kötüleştirebilecek kelimeler ve eylemler üzerinde önemle duracağının farkındadır, çünkü bu bölge yaklaşık 1985 yılından beri çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve bölgede olağanüstü halin kurulmasıyla sonuçlanan ve PKK üyeleriyle güvenlik güçleri arasında meydana gelen rahatsız edici durumlarla karşı karşıya kalmıştır. Mahkemeye göre, anılan davada yerel yetkililerin Türkiye’nin güneydoğusunda süregelen durumla ilgili olarak halkı farklı bir perspektiften, bu perspektif her ne kadar hoş olmasa da, bilgilendirmeleri hususunda gereken dikkati göstermedikleri görüşündedir. Daha önce de belirtildiği üzere, ropörtajlarda ifade edilen görüşler, şiddete tahrik olarak değerlendirilemez; şiddete tahrik etmeye meyilli olarak da yorumlanamaz. Mahkemenin görüşüne göre, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından başvuranları suçlamak ve cezalandırmak adına gösterilen sebepler, ilgili olsalar da, başvuranların ifade özgürlüğü haklarına yapılan müdahaleleri haklı göstermek için yeterli olarak değerlendirilemez. Bu karar, başvuranların 1991 tarihli Yasa’nın Maddesi kapsamında, ortak bildirinin yayınlanmasına ilişkin olarak, mahkum edilmeleri için de geçerlidir çünkü Mahkemeye göre metnin içinde şiddete tahrik etme olarak yorumlanacak herhangi bir husus yoktur. Mahkeme, ayrıca, Sn. Sürek’in ağır para cezasına ve Sn. Özdemir’in ise hem para cezasına hem de altı ay hapis cezasına çarptırıldığını ifade etmiştir. Söz konusu yayınların yer aldığı derginin tüm kopyaları yetkililer tarafından toplatılmıştır. Bu bağlamda Mahkeme, verilen cezaların ağırlığının yapılan müdahalenin oranı değerlendirilirken göz önüne alınması gereken faktörler olduğuna dikkat çeker. Mahkeme, medya mensupları tarafından ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına eşlik eden ‘görev ve sorumlulukların’ ihtilaflı ve gergin ortamlarda özel önem taşıdığını vurgular. Bu yüzden de Devlete karşı şiddet kullanma yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayınlanırken, medya şiddeti tahrik eden ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye, daha fazla özen gösterilmelidir. Aynı zamanda, bu tür görüşler böyle sınıflandırılamayacağı için, Sözleşmeci Devletler, ceza hukukunun ağırlığını medya üzerine toplayarak, toprak bütünlüğü veya ulusal güvenliğin korunmasının veya suç ve asayişsizliğin önlenmesinin halkın bu hususlarda haber alma hakkını kısıtladığını ifade edemezler. Yukarıda bahsedilen görüşlerin ışığında Mahkeme, başvurucularrn suçlanmasının ve cezalandırılmasının izlenen amaçla orantılı olmadığı, bu yüzden de demokratik bir toplumda gerekli olmadığı kararına varmıştır. Bu sebepten dolayı da Sözleşmenin Maddesinin ihlali söz konusudur. Jersild/Danimarka ([BD], B. No: 15890/89, 23/9/1994) kararına konu olayda Yeşil Ceketliler isimli ırkçı bir grubun üyeleri ile televizyonda röportaj yapan bir gazetecinin mahkûm edilmesi söz konusudur. AİHM, başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM bu sonuca ulaşırken bir bütün olarak alındığında programın ırkçı görüş ve fikirlerin propagandasını amaçladığı görüntüsünü objektif olarak verdiğinin söylenemeyeceğini, aksine röportajın amacının sınırlı ve sosyal durumlarından dolayı hayal kırıklığı içinde olan, daha önce suç işlemiş ve şiddet barındıran tutumlara sahip bu muayyen gençlik grubunu teşhir ve tahlil etmeye, açıklamaya çalışmak olduğunu belirtmiştir. AİHM’e göre hem televizyon sunucusunun takdimi hem de başvurucunun röportaj sırasındaki hareket tarzı, başvurucuyu açık bir şekilde röportaj yapılan kişilerden ayrı kılmaktadır. Keza başvurucu programa katılanların bazı görüşlerini de çürütmeye çalışmıştır. AİHM; bir röportaj esnasında başkası tarafından dile getirilen görüşlerin yayımına destek olduğu için bir gazetecinin cezalandırılmasının kamu çıkarını ilgilendiren konuların tartışılmasında basının katkısını ciddi biçimde engelleyeceğini, bu şekilde davranmayı gerektirecek güçlü sebepler olmadıkça bu yola başvurulmaması gerektiğini vurgulamıştır. Cox/Türkiye (B. No: 2933/03, 20/5/2010) davasında başvurucu, iki Türk üniversitesinde eğitim veren bir Amerikan vatandaşıdır. Başvurucu, öğrenciler ve meslektaşlarının önünde “Türkler, Kürtleri asimile etmişlerdir.” Ve “Ermenileri sınır dışı etmişler ve katletmişlerdir.” Dediği için 1986 yılında Türkiye’den sınır dışı edilmiş ve başvurucunun Türkiye’ye girişi yasaklanmıştır. Başvurucu, iki kere daha sınır dışı edilmiştir. 1996 yılında başvurucu, yasağın kaldırılması amacıyla dava açmış ancak dava reddedilmiştir. AİHM, başvurucunun yalnızca Türkiye’de değil uluslararası düzeyde de hararetli tartışmalara neden olan Ermeni ve Kürt sorunlarına ilişkin tartışmalı beyanları nedeniyle ülkeye dönüş yapamadığını tespit etmiştir. Bununla birlikte AİHM, ulusal mahkemelerin gerekçesinden hareketle başvurucu görüşlerinin Türkiye’nin ulusal güvenliğine nasıl bir zararı olduğunun belirlenmesine imkân olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca AİHM, ihtilaf konusu durumun başvurucunun temel bir hakkının kullanılması alanına girdiğini kabul etmiştir. Başvurucunun bir suç işlediğinin hiçbir zaman ifade edilmemesi ve Türkiye açısından zararlı bir eylemde açıkça yer aldığının gösterilmemesinden dolayı ulusal mahkemeler tarafından ileri sürülen gerekçeler başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için yeterli ve yerinde gerekçeler olarak kabul edilmemiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16589 | Başvuru, uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; sözleşmede yer alan cezai şartın uygulanması üzerine açılan davada uyuşmazlığın sonucuna etkili iddiaların ve itirazların karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile Türk Eczacılar Birliği (TEB) arasında düzenlenen 19/1/2009 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu Kapsamındaki Kişilerin Türk Eczacılar Birliği Üyesi Eczanelerden İlaç Teminine İlişkin Protokol'ün hükümlerinde öngörüldüğü şekliyle başvurucunun ilaç teslim ettiği kişilerin kimlik kontrolünü yapmadığı gerekçesiyle hakkında 658,80 TL cezai şart uygulanmıştır. Başvurucu, SGK'nın 25/3/2013 tarihli yazısıyla bildirilen cezai şartın haksızlığının tespit edilmesi ve önlenmesi talebiyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış; Mahkeme, reçetelerin yasal yollar izlenerek oluşturulduğu, iğfal kabiliyetini haiz olduğu, idare tarafından uygulanan cezai şartın haksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Davalı SGK, temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/2/2016 tarihli ilamıyla özetle eczane sabihi olan başvurucunun ibraz edilen reçetelerin arkasına ilaçları teslim alan kişilerin kimlik bilgilerini yazması gerektiğini, kendisinin de taraf olduğu protokol hükümlerinde öngörülen kimlik tespiti yapma yükümlülüğünü yerine getirmediğini, ilaçların dava dışı kurum sigortalısına teslim edilmediğini, protokolün 3 maddesine aykırı hareket etmesi nedeniyle hakkında uygulanan cezai işlemin yerinde olduğunu, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Mahkeme 6/6/2017 tarihinde bozma kararına uyarak davanın reddine karar vermiş; başvurucunun temyiz ettiği bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/6/2019 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 27/9/2019 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar 19/10/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. SGK ile TEB arasında düzenlenen protokolün ilgili kısmı şöyledir:"... Reçetelerin arka yüzünde; ilacı/ilaçları alan kişinin adı, soyadı ve '..kalem... kutu ilacı aldım' ibaresi, hastanın veya birinci derece yakınının telefon numarası ve/veya adresi, imzası, ilacın/ilaçların reçete sahibi veya birinci derece yakını dışındaki kişilerce alınması halinde ise ayrıca T. kimlik numarası, T. kimlik numarası olmaması hâlinde ibraz edilen kimlik belge numarası yer alacaktır.... Eczanenin Kuruma fatura ettiği reçetelerde bulunması gereken ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine ya da yakınına teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibine veya ilaçların teslim edildiği yakınına ait olmadığının tespit edilmesi halinde reçete bedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı yazılı olarak uyarılır, tekrarı hâlinde reçete bedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 1 ay süre ile sözleşme yapılmaz...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/2/2016 tarihli ve E.2014/22441 K.2016/4207 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dava, davalı Kurum tarafından uygulanan uyarı ve cezai şart işleminin protokole aykırı olduğu ileri sürülerek açılmış, işlemin haksızlığının tespiti ve çekişmenin önlenmesi istemine ilişkindir. Davalı, kurumlarına verilen hasta şikâyetleri üzerine yaptıkları araştırmalarda hak sahibi sigortalıların Gazi Hastanesinde Medula sisteminde yer alan tarihlerde muayene olmadıklarını, adlarına düzenlenen rapor ve reçetelerden haberdar olmadıkları gibi ilaçları da eczaneden alıp kullanmadıklarını beyan etmeleri üzerine yürütülen soruşturma sonucunda, davacı eczane tarafından 11 adet sahte reçetenin kuruma fatura edilmesi sonucunda ceza uygulandığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, medula sisteminde kayıtlı rapor ve reçetelere güvenilerek ilaç verilmesinde davacının bir kusurunun olmadığı, yolsuzluk yapan kişilerin davalıya ağır zarar verdiğine ilişkin bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının sözleşmenin 3 maddesini ihlal etmediği gerekçeleri ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Davacının, bir dönem sahibi olduğu Eczanesi ile birlikte 31 eczane hakkında yapılan şikayet ve soruşturma neticesinde düzenlenen müfettiş raporu doğrultusunda davacıya ait eczanede usulüne uygun olarak düzenlenmemiş 11 adet reçetenin bulunduğunun belirlendiği, bu reçetelerin kişiler tarafından sahte olarak tanzim olunduğu ve bedellerinin kuruma fatura edilmesinden dolayı idare tarafından sözleşmenin 3 maddesi uyarınca cezai işlem tesis edildiği, davacı eczanenin ibraz edilen reçetelerin arkasına ilaçları teslim alan kişilerin kimlik bilgilerini yazması gerektiği, davacının kendisinin de taraf olarak imzaladığı protokol hükümlerine göre kendisine yüklenen kimlik tespiti yapma yükümlülüğünü yerine getirmediği, şayet ilaçları teslim etmek için reçeteyi ibraz eden kişilerden kimlik bilgilerini sormuş olsa idi bu kişilerin ilaçları teslim almaya yetkili olmadıklarının anlaşılacağını, davaya ve davalının işlemine konu reçetelerin sahteliği sabit olup, bilirkişi raporu ile belirlenen iğfal kabiliyeti hususunun ceza yargılaması yönünden sonuç doğuracağı, davacının kimlik tespiti yapma yükümlülüğünü yerine getirmemiş olması nedeniyle sorumluluğunun ortadan kalkmayacağı, davacı eczanenin eyleminin sabit olup, yapılan işlemin protokole uygun olduğu dolayısıyla uygulanan cezai işlemin hukuka uygun olduğu tereddüte ya da duraksamaya mahal bırakmayacak şekilde sabittir. Ayrıca dava konusu işleme esas teşkil reçetelerin sahte olduğu tarafların ve mahkemenin kabulündedir. Dava konusu para cezasına ilişkin işlemin dayanağı olan taraflar arasındaki sözleşmenin maddesinde;" eczanenin kuruma fatura ettiği reçetelerden bulunması gereken ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine yada yakınına teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibine veya ilaçları teslim edildiği yakınına ait olmadığının tespit edilmesi halinde, reçete bedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı yazılı olarak uyarılır, tekrarı halinde reçetebedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 1 (bir) ay süre ile sözleşme yapılmaz" şeklinde düzenleme yapılmıştır. Dosya kapsamı ve özellikle dava dışı sigortalının şikayet dilekçesi içeriği itibariyle ilaçların dava dışı davalı kurum sigortalısına teslim edilmediği halde, bu kişilere teslim edilmiş gibi reçete arkasının imzalandığı sabit olup, davacının bu şekilde sözleşmenin maddesine aykırı davranması nedeniyle davacı hakkında uygulanan cezai işlemin yerinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıklamalar karşısında davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/11/2021 tarihli ve E.2017/(13)3-1977, K.2021/1346 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... UYUŞMAZLIK Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; üçüncü kişilerin sahtecilik eylemleri neticesinde oluşturulan gerçeğe aykırı sağlık raporları ve bunlara bağlı reçeteleri davalı kuruma fatura eden davacı eczane hakkında, ilaç teslimi sırasında hak sahiplerinin kimlik tespitlerinin usulüne uygun yapılmadığı gerekçesiyle cezai işlem uygulanmasında hukuka aykırılık bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. GEREKÇE Dava eczacılık protokolü çerçevesinde haksız uygulandığı ileri sürülen cezai işlemin iptali suretiyle muarazanın giderilmesi istemine ilişkin olup Mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın çözümünde öncelikle konuyla ilgili mevzuat ve sözleşme hükümlerinin incelenmesi gereklidir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Sağlık hizmetlerinden yararlanma şartları” başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasına göre “…genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için sağlık hizmet sunucularına başvurduklarında acil haller hariç olmak üzere (acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra); biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli sağlık kartı belgelerinden birinin gösterilmesi zorunludur”. Aynı Kanun’un maddesine göre ise 'Sağlık hizmeti sunucuları, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilere sağlık hizmeti sunumu aşamasında (acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra), 67 nci maddenin üçüncü fıkrasında sayılan belgeleri ve bu belgelerin başvuran kişiye ait olup olmadığını kontrol etmek zorundadır.' 2008 tarihli, 26981 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Genel Sağlık Sigortası İşlemleri Yönetmeliği’nin maddesi de aynı yöne işaret etmektedir. Somut olayın gerçekleştiği tarihte geçerli olan Sağlık Uygulama Tebliğinin (SUT) 3/6 maddesine göre de 'Sağlık kurum ve kuruluşları, Kurum sağlık yardımlarından yararlandırılan kişilerin müracaatı aşamasında (acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra) nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya verilmiş ise Kurum sağlık kartı belgelerinden biri ile kimlik tespiti yapacaktır. Kimlik tespiti yükümlülüğünü yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle Kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından uğranılan zarar geri alınır.' Açıklanan hükümler gereği sağlık hizmeti sunucusu olan eczaneler kendisine başvuran kişiye hizmetini sunarken kişinin kimlik tespitini usulüne uygun şekilde yapmak zorundadır. Taraflar arasındaki 2009 yılına ait 'Sağlık Hizmeti Alım Protokolü'nün 'Reçetelerin arka yüzünde; ilacı ilaçları alan kişinin adı, soyadı ve ' ... kalem .... kutu ilacı aldım' ibaresi, hastanın veya birinci derece yakınının telefon numarası ve veya adresi, imzası, ilacın ilaçların reçete sahibi veya birinci derece yakını dışındaki kişilerce alınması hâlinde ise ayrıca T. kimlik numarası, T. kimlik numarası olmaması hâlinde ibraz edilen kimlik belge numarası yer alacaktır' şeklindeki (3) maddesi uyarınca eczane, karşıladığı reçetedeki ilaçları verirken kimlik kontrolü yapmak ve reçete arkasına ilaçları alan kişinin bilgilerini doğru kaydetmek yükümlülüğü altındadır. Anılan bu sözleşme hükmüne aykırılığın yaptırımı, protokolün cezai şart uygulanacak fiiller başlığı altında (3) maddesinde düzenlenmiş olup maddenin üçüncü bendine göre, eczanenin Kuruma fatura ettiği reçetelerde bulunması gereken ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine veya yakınına teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibi ya da yakınına ait olmadığının tespit edilmesi hâlinde, reçete bedelinin beş katı kadar cezai şart uygulanarak eczacının yazılı olarak uyarılacağı, tekrarı durumunda reçete bedelinin beş katı tutarında cezai şart yanında sözleşmenin feshedileceği ve bir ay süreyle sözleşme yapılamayacağı hükme bağlanmıştır. Cezai şart uygulanmasını gerektirir hâllerden bir diğeri ise eczacı ya da eczane çalışanlarınca Kurumu zarara uğratmak maksadıyla kasıtlı olarak Kuruma sahte ilaç fiyat küpürü, sahte reçete veya rapor fatura edilmesi hâlidir ve bu durumda protokolün (19) maddesinde düzenlenen sahte reçete bedelinin on katı tutarında cezai şart ile sözleşmenin feshi ve iki yıl süreyle yeni sözleşme yapılmaması müeyyidesi uygulanır. Yine protokolün 6 maddesine göre 3 maddesinde sayılan fiillerin varlığının tespiti durumunda reçete bedellerinin ödenmeyecek, Kurumca yersiz ödeme yapılmışsa eczacının tahakkuk etmiş alacağından mahsup edilecektir. Somut olayda davalı Kurum Teftiş Başkanlığının 2012 tarihli soruştuma raporunda dava dışı hastanedeki birtakım usulsüz işlemler çerçevesinde sahte rapor ve reçeteler düzenlendiği iddiası araştırılmış, gerçekten de pek çok eczaneye bu sahte belgelerin verildiği ve ilaçların Kuruma fatura edildiği tespit olunmuştur. Bu çerçevede yapılan incelemede davacının da aralarında bulunduğu bazı eczanelerde söz konusu sahte belgeleri sunarak ilaç isteyen kişilerin kimlik tespitinin usulüne uygun yapılmadığı belirlenmiş ve bu eczanelerin sahtecilik eylemine iştirakleri olmadığından protokolün (19) maddesinden değil, yalnızca kimlik kontrol yükümlülüğüne aykırılık nedeniyle (3) maddesi çerçevesinde cezai işlem uygulanmıştır. Davacı açtığı davada; sahteciliğe iştirak etmedikleri gibi sahte raporların Medula sistemine kaydedilmiş olmasının eczaneleri yanılttığını ve uygulanan ceza ile mağdur edildiklerini ileri sürmüş ve Mahkemece de bu iddialar yerinde bulunmuştur. Ne var ki dava konusu işlemin sahtecilik eylemi ile ilgisi bulunmamaktadır. Zira protokolün (3) hükmü şeklî bir sözleşmeye aykırılık hâlini düzenlemekte ve eczanenin 5510 sayılı Kanun, ilgili Yönetmelik ve SUT hükümleri gereğince yapmakla yükümlü olduğu kimlik tespit ve kontrol işlemini yerine getirmemesine cezai sonuç bağlamaktadır. Söz konusu yaptırımın uygulanması için eczacı veya eczane çalışanlarının zarar kastı yahut Kurumun zarara uğraması gerekmez. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 2016 tarihli, 2014/13-1185 E., 2016/1079 K. sayılı, 2015 tarihli, 2014/13-267 E., 2015/1673 K. sayılı kararları da aynı yöndedir. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken hatalı değerlendirmeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38575 | Başvuru, sözleşmede yer alan cezai şartın uygulanması üzerine açılan davada uyuşmazlığın sonucuna etkili iddiaların ve itirazların karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanunun suç saymadığı fiillerden dolayı mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin; usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle de çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucular Hakkında Dava Açılması Süreci Olayların geçtiği tarihte başvurucu Mehmet Emin Karamehmet, Pamukbank (Banka) Yönetim Kurulu Başkanı; Osman Berkmen Yönetim Kurulu Üyesi ve Orhan Emirdağ ise Genel Müdür olarak görev yapmaktadır. Başvurucular aynı zamanda Banka kredi tahsis komitesinde görevlidir. Anılan tarihlerde Banka Yönetim Kurulu Başkanı olan başvurucu, aynı zamanda Çukurova Grubu şirketlerinin de sahibidir. Banka tarafından 1980’li yıllardan itibaren Çukurova Grubu şirketlerine, Ç. ve B. gruplarına dâhil birçok şirkete çeşitli miktarlarda TL ve döviz cinsinden krediler kullandırılmıştır. Bu kredilerin vadesinde ödenmediği ve Bankanın malî durumunun kötüleştiğinin tespiti üzerine Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğünce ilki 16/8/1991 tarihinde olmak üzere çeşitli tarihlerde yazı ile Çukurova Grubuna hiçbir surette kredi kullandırılmaması yönünde Pamukbank Yönetim Kurulu Başkanlığına talimatlar verilmiştir. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK); istenen tedbirleri almadığı ve yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığı, kaynakların Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde, yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının lehlerine kullandırıldığı gerekçeleriyle 18/6/2002 tarihinde Bankaya elkonulmasına karar vermiştir. Banka daha sonra Türkiye Mevduat ve Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmiştir. Bankanın TMSF’ye devredilmesinden sonra başvurucular görevlerinden alınmıştır. Bankalar Yeminli Murakıplarının 8/11/2002 tarihli raporunda özetle; Banka kaynaklarının Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde, Ç. ve B. gruplarına dâhil muhtelif firmalara tahsis edildiği, karşılığında söz konusu grupların ilgili dönemde sahibi bulunduğu E. Bank A.Ş.den Çukurova Grubuna dâhil şirketlere aynı tutar ve koşullarda kredi kullandırıldığı, dolayısıyla karşılıklı (back to back) kredi yöntemiyle Bankanın zarara uğratılmasına sebebiyet verildiği belirtilmiştir. Bu arada E. Bank da TMSF'ye devredilmiştir. Anılan olaylarla ilgili olarak BDDK tarafından 10/1/2003 tarihinde Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Anılan ihbar üzerine Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sırasında ceza hukuku anlamında bir zararın bulunmadığı gerekçesiyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz, Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesince 3/10/2003 tarihinde reddedilmiştir. İtirazın reddine ilişkin bu karar, Bakanlıkça kanun yararına bozma kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 20/1/2004 tarihli kararıyla “Pamukbank T.A.Ş. ve [E.]bank A.Ş. sahiplerinin bankalardan kendi şirketlerine aktardıkları kredi miktarının bankalar yasasında belirlenen limitleri aşması ve Hazine Müsteşarlığınca uyarılmaları üzerine, karşılıklı kredi verme yöntemiyle başlangıç ve vade tarihleri ile miktarları aynı olan kredileri karşılıklı olarak varlığı ve bilançoları, mal varlıkları, alınan krediyi ödeyip ödemeyecekleri araştırılmadan birbirlerinin şirketlerine verdikleri ... gözetilerek ... iştirak halinde kredi görünümünde banka parasının zimmete geçirildiğine ilişkin dosyada mevcut delillerin tayin ve takdirinin mahkemeye ait bulunduğu, sonradan kredinin geri ödenmesinin oluşan suçu ortadan kaldırmayacağı[nın] gözetilmemesi” nedeniyle bozulmuştur.B. Başvurucular Hakkında Açılan Davalar Yargıtay Ceza Dairesinin bozma kararı üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2004 tarihli iddianamesiyle aralarında başvurucuların da bulunduğu şüpheliler hakkında banka zimmeti suçundan cezalandırılmaları istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmış ve Mahkemenin E.2004/140 sayılı ana dosyasında yargılamaya başlanmıştır. Bunun ardından;- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/12/2003 tarihli iddianamesi ile başvurucular hakkında banka zimmeti suçundan cezalandırılmaları talebiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde,- Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 8/4/2004 tarihli iddianamesi ile başvurucular hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılmaları talebiyle Şişli Asliye Ceza Mahkemesinde,- Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 15/6/2004 tarihli iddianamesi ile başvurucular hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılmaları talebiyle Şişli Asliye Ceza Mahkemesinde,-Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 16/6/2004 tarihli iddianamesi başvurucular hakkında güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılmaları talebiyle Şişli Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davalar da Mahkemede (E.2004/140) görülen ana davayla birleştirilmiştir. Başvurucular yargılamada özetle kredi kullandırılan firmaların kredi yeterliliklerinin bulunduğunu, kredilerin o dönemde şahsi imzaları gerçek anlamda bir teminat değeri taşıyan kişilerin kefaletiyle, geri alınmak amaç ve niyetiyle verilmiş olduğunu, mevzuatta karşılıklı krediyi suç kabul eden ve cezalandıran herhangi bir hüküm bulunmadığını, kredilerin daha sonra ödenmesi nedeniyle beraatlerine karar verilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 10/2/2010 tarihli karar ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2004 ve 24/12/2003 tarihli iddianamelerine konu eylemlerle ilgili olarak açılan kamu davalarının dava zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ve Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 8/4/2004, 15/6/2004 ve 16/6/2004 tarihli iddianamelerine konu eylemlerle ilgili olarak başvurucuların zimmet suçundan hapis ve adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hükümlerin temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Dairesinin 15/6/2011 tarihli kararıyla 11/5/2004 ve 24/12/2003 tarihli iddianamelerle açılan davalarla ilgili hükümlerin onanmasına, diğer hükümlerin ise başvuruculara atılı suçun hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçunu oluşturabileceği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek zimmet suçundan mahkûmiyet hükmü tesis edildiği gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay Ceza Dairesinin bu kararına itiraz etmiştir. İtiraznamede;- Başvurucu Mehmet Emin Karamehmet hakkında 11/5/2004 tarihli iddianame ile açılan kamu davasında yerel mahkemece hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçunu oluşturduğu gerekçesiyle zamanaşımından düşme kararı verilen eylemlerin banka zimmeti suçunu,- Başvurucular hakkındaki 24/12/2003 tarihli iddianamenin konusunu oluşturan ve Mahkemece zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen eylemlerin banka zimmeti suçunu,- Başvurucular hakkındaki 8/4/2004, 15/6/2004 ve 16/6/2004 tarihli iddianamelerle açılan kamu davalarındaki eylemlerin nitelikli zimmet suçunuoluşturduğu iddia edilmiş ve bu hükümlere yönelik Daire kararının kaldırılması talep edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11/1/2011 tarihli kararında;- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2004 tarihli iddianamesine konu eylemlerle ilgili olarak yerel mahkemece hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan kamu davasının zamanaşımı dolayısıyla ortadan kaldırılmasıyla ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmeleri yapmış ve onama kararının başvurucu Mehmet Emin Karamehmet yönünden kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlık, Çukurova Grubunun sahibi olduğu Pamukbank tarafından [B.] Grubu firmalarına 1998-1998 tarihleri arasında kullandırılan krediler ile [B.] Grubunun o dönemde sahibi olduğu [E.]bank tarafından Çukurova Grubu firmalarına kullandırılan kredilerin; tarih, tutar, vade ve faiz oranı açısından bire bir örtüştüğü, dolayısıyla back to back (karşılıklı) kredi yöntemiyle Pamukbank ve[E.]bankın zarara uğratıldığı iddiası ile ilgili olup konuya ilişkin bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda: ...Kural olarak bankacılık mevzuatına uygun olarak verilen bir kredinin geri dönmemesi suç oluşturmamaktadır. Bununla birlikte, bankacılık sektöründe kredilerle ilgili olarak karşılaşılan yasal engellerin aşılması amacıyla kimi zaman çeşitli yöntemlere başvurulabilmektedir. Bu yöntemlerden birisi de, iki ayrı banka tarafından cins, tutar, vade, faiz oranı, kullanım tarihleri ve teminat şartları yönünden aynı olmak üzere, bankaların sahibi olan firma ve iştiraklerinin karşılıklı olarak kredilendirilmesi şeklinde tanımlanan ve öğretide 'sırt sırta kredi' ya da 'karşılıklı kredi' de denilen 'back to back' kredilerdir. ...Sözcük anlamı, 'uzatma' olan temdit, hukuki anlamda, tarafların aralarında yaptıkları bir sözleşme ile asıl sözleşmede kararlaştırılan borcun ödeme zamanını uzatmaları biçiminde, bankacılık hukuku açısından da kullandırılan kredilerin, ödeme zamanını uzatan yeni bir irade birliği şeklinde tanımlanabilir.Kredi verme işlemlerinde suç tarihinin saptanması önem taşımaktadır. Geri ödenmeyeceği bilinerek kredi kullandırma şeklinde işlenen zimmet suçunda, suçun kredinin açıldığı tarihte, buna karşın açıldığı tarihte hukuka uygun olarak verilen bir kredinin sonradan hukuka aykırı bir temdit ile ödenmeyecek hale getirilmesi durumunda ise, koşullarının oluşması halinde zimmet suçu temdit tarihinde oluşacaktır.Kredi açma eylemi ilk şekliyle zimmet suçunun unsurlarını taşıyorsa, vadenin dolması ile teminatlara yönelinmeyip kredilerin tahsili cihetine gidilmemiş ve aynı kredinin geri dönmeyeceği bilinerek kaynak aktarımı kasdı ile vadesi uzatılmışsa kuşkusuz bu durumda da başlangıçta suç teşkil eden eylemin devamı ve bir anlamda yenilenmesi niteliğindeki son eylem yani temdit tarihi suç tarihi sayılacaktır. Temdit işlemi ile kredinin hukuka aykırı hale getirilmesinde göz önüne alınacak ölçü, kredinin niçin temdit edildiği hususudur. Kredi alan firmaların mali yapısının bozulduğu, banka çıkarlarını düşünen ve düşünmesi gereken yetkililer tarafından tespit edildiğinde yapılması gereken iş yasal yollardan kredilerin tahsili cihetine gidilmesidir. Yasal hükümler ve bankacılık teamülleri gereğince, kredilerin tahsil edilmesi için uğraşılmamış ve teminatlara da başvurulmayarak temdit yöntemi izlenmişse zimmet kastıyla hareket edilmiş demektir. Buna göre, mali yapısı bozulan firma kredileri ödeyemeyecek durumda olmasına karşın temdit işlemi yapılmışsa zimmet suçu oluşacaktır. O halde bankacılık mevzuatı ve teamüllerine göre kredinin ilk açıldığı andaki koşullar göz önüne alınarak değerlendirme yapmak ve buna göre de nakit çıkış tarihini esas alarak eylemi nitelendirmek ve kredilerde vade uzatımının suç oluşturmayacağını söylemek her zaman doğru olmayacaktır. Eğer kredilerin vadesi uzatılmışsa, bu işlemin de zimmet suçunun unsurlarını oluşturup oluşturmayacağı ayrıca incelenmelidir. Kredinin temdit edilmesi başlangıçta hukuka uygun olarak açılan bir krediyi hukuka aykırı hale getirebilir ya da başlangıçta da hukuka aykırı olan kredi kullandırma eyleminin devamı ve yenilenmesi niteliğinde olabilir. Bunun belirlenmesi için kredinin niçin temdit edildiğinin, kredi kullanan firmanın kredinin açılma tarihiyle temdit tarihi arasındaki mali yapısının ve kredibilitesinin, kredi kullandıran bankanın kredinin açıldığı ve temdit edildiği tarihlerde içinde bulunduğu mali durum gibi hususlar ve bunlara göre faillerin hangi kasıtla hareket ettiklerinin saptanması gerekmektedir. Bankanın, ekonomik durumunun kötüye gitmesine ve bu konuda yetkili makamlar tarafından yapılan tespitler sonucunda uyarılmasına rağmen, verilen kredilerin tahsil edilmesi yerine temdit etme yöntemi tercih edilmişse ya da kredi kullanan firmaların mali yapısının bozuk olması nedeniyle kredinin ödenmeyeceğinin anlaşılmasına karşın verilen kredilere ait teminatlar kullanılarak kredinin tasfiyesi yerine vadesi uzatılmışsa zimmet kastı ile hareket edildiği ortadadır. ...Mali durumları bozuk olan iki bankanın Hazine Müsteşarlığının uyarı yazılarından dolayı kendi grup firmalarına kredi kullandıramamaları nedeniyle karşılıklı olarak birbirlerinin grup firmalarına kredi kullandırmaları, bu kredilerin ilk vadelerinde ödenmemesi üzerine 2 ay 18 gün sonra TMSF’ye devredilecek olan banka [E.]bank tarafından kullandırılan kredilerin vadelerinin uzatılmasının söz konusu olduğu olayda, kredilerin temdit edildiği 2000 tarihinin suç tarihi olduğu kabul edilmelidir.... Back to back (karşılıklı) kredilerin zimmet suçunu oluşturabilmesi için kredi kullandırmanın amacının banka kaynaklarının kredi görünümü altında başkalarına aktarılması gerekmektedir. Kredi veren bankanın içinde bulunduğu mali durum, krediyi alan firmaların kredibiliteleri ve yeterli teminat alınıp alınmadığı saptanarak kredi vermedeki amaca ulaşılabilir. İnceleme konusu olayda Hazine Müsteşarlığı talimatlarına rağmen hakkında kredibilite çalışması yapılmayan firmalara kredi verilmesi, krediler vadelerinde ödenmediği halde tahsili cihetine gidilmeden vadelerinin uzatılması, kredi görünümü altında banka parasının başkalarına aktarılması sonucunu doğurduğundan, somut olayda eylemlerin zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir. ...İnceleme konusu olayda, [E.]bank ve Pamukbank yönetim kurulu tarafından hakim hissedarların sahibi olduğu grup firmalarına aynı dönemde back to back yöntemle kredikullandırma suretiyle gerçekleştirilen eylemler bankaların TMSF’ye devredilmesinden sonra basit bir denetimle ortaya çıkarıldığından hileli davranış niteliğinden yoksun olup eylemin basit zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.Bu nedenlerle, [başvurucu] Mehmet Emin Karamehmet ...hakkında (1) nolu uyuşmazlık konusunu oluşturan[E.]bank tarafından Çukurova Grubu firmaları olan ...kredi kullandırma eylemlerinin hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gerekçesiyle 765 sayılı TCY’nın 102/4 ve 104/ maddeleri uyarınca kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmün onanmasına ilişkin Özel Daire kararında isabet bulunmamaktadır. - İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/12/2003 tarihli iddianamesinin konusunu oluşturan ve Mahkemece talimatlara aykırılık suçunu oluşturduğu gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen, başvurucuların gayrinakdi kredi kullandırma eylemlerinin banka zimmeti suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmeleri yapmış ve onama kararını başvurucular yönünden kaldırmıştır:"Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2003 gün ve 449 sayılı iddianamesine konu beş firmaya nakdi ve gayrı nakdi kredi kullandırma ile avans verme suretiyle Pamukbank’ın zarara uğratıldığı iddiası ile ilgili olup, yerel mahkemece eylemlerin talimatlara aykırılık suçunu oluşturduğu kabul edilerek 765 sayılı TCY’nın 102/4 ve 104/2 maddeleri uyarınca kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiş[tir.]...Uyuşmazlık konusu kredilerle ilgili olarak, Hazine Müsteşarlığının Çukurova Grubuna doğrudan veya dolaylı olarak hiçbir şekilde kredi kullandırılmaması yönündeki birden fazla uyarısına rağmen, Pamukbank yönetim kurulu üyesi aynı zamanda banka kredi tahsis komitesinde görevli olan sanıkların, kredibiliteleri bulunmayan beş firma ile ilgili ön istihbarat çalışması yapılmadan, mali durum analiz raporu düzenlenmeden, adı geçen firmalara kredi kullandırma, avans verme ve gayrı nakdi kredi temin etme şeklinde gerçekleştirdikleri eylemlerin hem 4389 sayılı Yasanın maddesinin fıkrasından düzenlenen talimatlara aykırılık suçunu hem de aynı maddenin fıkrasında düzenlenen banka zimmeti suçunu oluşturduğu, 765 sayılı TCY’nın 79 ve 5237 sayılı TCY’nın maddesi uyarınca en ağır cezayı gerektiren banka zimmeti suçundan dolayı cezalandırılmaları gerektiği sonucuna ulaşılmıştır....... yapılan açıklamalar uyarınca, sanıkların eylemlerinin basit bir iç denetimle ortaya çıkarılması nedeniyle hileli davranış niteliğinden yoksun bulunduğu anlaşıldığından suçun basit zimmet olarak kabulü gerekir. Bu nedenle ... kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında isabet bulunmamaktadır." - İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/4/2004, 15/6/2004 ve 16/6/2004 tarihli iddianamelerle açılan kamu davalarındaki eylemlerinin banka zimmeti suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:"Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2004 gün ve 2778 sayılı, 2004 gün ve 4725 sayılı ve 2004 gün ve 4774 sayılı iddianamelerine konu toplam 13 firmaya kredi kullandırma eylemlerinin banka zimmeti suçunu oluşturduğu yerel mahkemece kabul edilmiş, zincirleme suretiyle banka zimmeti suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece güveni kötüye kullanma suçunu oluşturabileceğinden bahisle oyçokluğu ile bozulmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise eylemlerin nitelikli zimmet suçunu oluşturacağı görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur. ...Bu uyuşmazlıkla ilgili aşağıda yapılacak açıklamaların (a) bölümünde bahsedilen krediler Çukurova Grubu firmalarına 4389 sayılı Yasa yürürlüğe girdikten sonra 2000 ve 2001 yıllarında kullandırılmış, (b) bölümünde bahsedilen krediler Çukurova Grubu firmalarına ve (c) bölümünde bahsedilen krediler ise grup dışı firmalara 4389 sayılı Yasa yürürlüğe girmeden önce kullandırıldıktan sonra Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra temdit edilmiştir.Yukarıda yapılan açıklamaların “a” ve “b” bölümlerinde adı geçen grup firmalarına.../ [k]ullandırılan kredilerde yeterli teminat alınması nedeniyle zimmet suçunun oluşmayacağı düşünülebilirse de; suç konusu kredilerle ilgili teminatların kredi borçlusu olan diğer grup firmalarının kefaletleri olduğu, vadelerin dolmasından sonra bu teminatlara başvurulmadığı, kredi kullanan ve kredi sözleşmelerinde kefaleti bulunan şirketlerin banka hakim ortağı olan sanık Mehmet Emin Karamehmet’e ait firmalar olduğu, böylece kredi veren, kredi kullanan ve temin edenlerin aynı kişilere ait firma ve kurumlar olduğu anlaşıldığından, ödenmeyeceği bilinerek kullandırılmış ve vadeleri uzatılmış krediler için alınan teminatların geçerli olmadığı, kağıt üzerinde formalite olarak kaldığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla,...[anılan] kredi kullandırma eylemlerinin zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.Sanıkların eylemlerinin zimmet suçunu oluşturduğunun kabulünün ardından, zimmet suçunun basit mi yoksa nitelikli halinin mi gerçekleştiğine yönelik olarak yapılan değerlendirmede;Pamukbank yönetim kurulu ve aynı zamanda kredi tahsis kurulu başkan ve üyeleri olan sanıkların bankacılık usul ve teamüllerine aykırı olarak, baştan itibaren geri dönmeyeceğini bile bile grup firmalarına kredi kullandırma suretiyle banka kaynaklarının aktarılmasına neden oldukları olayda, bankanın aldatılmasından, dolayısıyla yapılan işlem ve eylemlerin hileli davranışlar niteliğinde olduğundan söz edilmeyeceği gibi, zimmet ve miktarının Hazine Müsteşarlığı müfettişlerinin olağan denetimi ile, bilirkişilerin banka içi kayıtlar üzerinde yaptıkları inceleme ve araştırma sonucunda, kesin bir biçimde ortaya çıkarılmış olması karşısında, suçun basit zimmet olarak kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. ...Grup dışı firmalara 4389 sayılı Bankalar Yasasının yürürlüğe girmesinden önce kullandırılıp Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra temdit edilen kredilere gelince; ...... (c) bölümünde adı geçen ...Film ve Yapımcılık San. Tic. A.Ş ve ... Holding A.Ş’ye kredi kullandırma eylemlerinden önce, firmaların kredibilitelerinin bulunup bulunmadığının tespitine yönelik olarak ön istihbarat çalışmasının yapılmadığı, mali durum analiz raporları düzenlenmediği, kredilerin vadelerinde ödenmediği halde yasal takibata geçilmediği ve teminatlara yönelinmediği, haklarında çeşitli alacak davaları ve icra takipleri olan ve bu suretle kredibiliteleri bulunmayan firmalara kullandırılan kredilerin geri dönmeyeceği bilinerek temdit edildiği anlaşıldığından, eylemlerin zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir. ...Uyuşmazlığa konu eylemlerin de bankanın TMSF’ye devredilmesinden sonra basit bir iç denetimle ortaya çıkarılması nedeniyle hileli davranış niteliğinden yoksun bulunduğu anlaşılmakla suçun basit zimmet olarak kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.Diğer taraftan, (3) nolu uyuşmazlıktaki eylemler nedeniyle suçun basit zimmet olarak nitelendirilmesinden sonra, sanık Mehmet Emin Karamehmet yönünden 5411 sayılı Yasanın 160/ maddesinin uygulanmasının isabetli olup olmadığı konusunun da ayrıca ele alınması gerekmektedir....Suç ve cezaların yasallığı ilkesi uyarınca 5020 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önceki kredi işlemlerinin 4389 sayılı Bankalar Yasasının 22/ maddesi ve 5411 sayılı Bankacılık Yasasının 160/ maddesinde düzenlenen ve her iki Yasaya göre de basit zimmet suçundan daha ağır yaptırımlar öngören varsayımsal zimmet suçunu oluşturmayacağı açıktır.Bu itibarla, Ceza Genel Kurulunda yapılan değerlendirmeler sonucunda eylemlerin basit zimmet suçunu oluşturduğu kabul edildikten sonra, sanık Mehmet Emin Karamehmet hakkında eylem tarihlerinden sonra hukukumuza giren ve suç olarak düzenlenen varsayımsal zimmete ilişkin 4389 sayılı Bankalar Yasasının maddesinin fıkrasının ya da 5411 sayılı Bankacılık Yasasının maddesinin fıkrasının uygulanma koşullarının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Öte yandan, birden fazla kredilendirme eylemlerinin her birinin ayrı zimmet suçunu mu oluşturduğu yoksa zincirleme suç olarak mı kabulünün gerekeceği konusunun da çözümlenmesi gerekmektedir:...Bu açıklamalar gözönüne alınarak somut olay değerlendirildiğinde;Banka mevduatının doğrudan ya da usulsüz kredi verilmek suretiyle zimmete geçirilmesi şeklinde gerçekleştirilen tüm suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlendiği anlaşılmaktadır. ... back to back kredilendirme yöntemiyle gerçekleştirilen eylemlerin mağdurunun [E]bank olduğu ve bu eylemin ayrı suç oluşturması gerektiği düşünülebilirse de; back to back kredilendirme yöntemiyle gerçekleştirilen kredi ilişkisinde eylemlerin karşılığını oluşturacak şekilde aynı miktarda Pamukbank tarafından da [B. ve Ç.] grubuna kredi kullandırıldığı ve bu kredilerin temdit edilmediği için itiraz kapsamına dahil edilmediği anlaşıldığından, sanık Mehmet Emin Karamehmet hakkında (1) nolu uyuşmazlık konusunu oluşturan eylemler de dahil olmak üzere sanıkların tüm eylemlerinin zincirleme biçimde basit zimmet suçunuoluşturduğu kabul edilmelidir. Bozma sonrası 21/11/2012 tarihli celsede başvurucuların bilirkişi incelemesi talebi aşağıdaki gerekçeyle reddedilmiştir:"[Başvurucu] müdafilerinin,gerek temdit konusu işlemlerle ilgili, gerekse talimatlara aykırılık teşkil eden eylemlerin zimmet oluştup oluşturmadığı yönünden, bilirkişi heyet raporu alınması yönündeki taleplerin, dosyada mevcut bilirkişi raporlarında, gerek temdit gereksetalimatlara aykırılık teşkil eden kredilendirme, avans gibi işlemler yönünden tespit ve değerlendirmelerin mevcut olduğu, mahkememizcebilirkişi raporlarındaki madditespitlerin, değerlendirilmesinin yapılacağı gözönünde bulundurularak, sanık müdafilerinindosyanın yeniden bilirkişi heyetine tevdii yönündeki taleplerinin [reddedilmiştir.]" Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda başvurucular 10/5/2013 tarihli karar ile zincirleme biçimde basit zimmet suçundan hapis cezalarına mahkûm edilmiştir. Anılan hükümlerin başvurucular tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesince 23/1/2015 tarihli kararla firmalara gayrinakdi kredi sağlanması fiilleri ile ilgili olarak bu firmaların kredibilitelerinin bulunup bulunmadığının tespitine yönelik ön istihbarat çalışması yapılmadığı ve malî durum analiz raporları düzenlenmediği gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Anılan karara Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itiraz Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 2/6/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Geri dönmeyeceği bilinerek kaynak aktarımı kasdı ile hareket edip etmediklerinin, dolayısıyla banka zimmeti suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenebilmesi açısından sözkonusu araştırmanın yapılmasında zorunluk bulunmaktadır.Sözü edilen firmalara kullandırılan kredi tutarları, sanıklar hakkında temel cezanın belirlenmesi ve zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasına da etki edeceğinden, bu kredilerin zimmet suçunun konusu olup olmadığının tespitine yönelik olarak araştırmanın tamamlanması ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması kanuna aykırıdır." Mahkemece yeniden yapılan yargılamada başvurucular hakkında 10/5/2013 tarihli hükümde zimmet miktarına esas alınan, bazı şirket ve holdinglere 24/5/2000 tarihinde yapılan avans ödemelerine ilişkin eylemlerin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle bu işlemler zimmet miktarına dâhil edilmeyerek 7/12/2015 tarihinde 8/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesi uyarınca hapis cezalarına hükmedilmiştir. Yargılama kapsamında birçok bilirkişiden rapor alınmıştır. Başvurucuların Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında da belirtilen kredibiliteye yönelik malî durum analiz raporlarının düzenlenmesi hususuyla ilgili bilirkişi incelemesi yapılması talebi Mahkemece aşağıdaki gerekçeyle kabul edilmemiştir: "Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2015-7/379 esas 2015/177 karar nolu 2015 tarihli kararında, firmalara kredi kullandırma öncesinde kredibiliteye yönelik araştırma yapılmadığı, geri dönmeyeceği bilinerek kaynak aktarımı kastı ile hareket edip etmediklerinin, dolayısı ile banka zimmeti suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenebilmesi açısından, kredibiliteye yönelik mali durum analiz raporlarının düzenlenip düzenlenmediği konusunda araştırma yapılmadığından, eksik inceleme olduğu kabul edilmiştir. Oysa Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğünün 1991, 1998, 2000 tarihli uyarı yazıları, bankanın 1999 tarihli mali tabloları ile bankalar yeminli başmurakıplarının inceleme sonucu düzenledikleri 2000 gün ve R-2 R-2 sayılı mali bünye raporlarına göre, firmaların kredibilitelerinin olmayıp mali verilerinin olumsuz olduğu tereddüt hasıl olmayacak şekilde açıktır. Bu sebeple bu hususların yeniden araştırılması ve zimmet suçunun oluşup oluşmayacağının tespiti ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2015-7/379 esas 2015/177 karar nolu 2015 tarihli kararına uyulma[mıştır.]" Kararın gerekçesinde, başvurucuların yönetim ve denetimlerinde bulunan Bankaya ait parayı Çukurova Grubu şirketlerine kredi veriyormuş gibi gösterip usulsüz işlemlerle ve karşılıklı kredi verip alarak Bankanın hâkim hissedarı olan Çukurova Grubu şirketlerine ve lehlerine menfaat temin ettikleri belirtilmiştir. Mahkemenin 7/12/2015 tarihli bu hükmü de başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Mahkemece ilk hükümde yer almayan yeni ve değişik gerekçe ile karar verildiğinden hükmün Özel Daire tarafından incelenmesi gerektiği düşüncesini içeren ve onama istekli tebliğname düzenlemiştir. Dosyanın gönderildiği Yargıtay Ceza Dairesince 5/5/2016 tarihinde aşağıdaki şekilde karar verilmiştir. "Dairemizin 2015 tarihli 5 ve 6 nolu bozma kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine ilişkin 2015 tarihli kararı üzerine, yerel mahkemece verilen 2015 günlü hüküm Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun ve Dairemizin kararına direnme niteliğinde olup, konuyu inceleme görevinin Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu'na ait bulun[maktadır.]" Talep Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve Mahkemenin son uygulamasının direnme kararı olmayıp yeni hüküm niteliğinde bulunduğu gerekçesiyle dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dosya kendisine gelen Yargıtay Ceza Dairesi de 30/11/2016 tarihli kararıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucular nihai karardan 22/12/2016 tarihinde haberdar olmuş ve 19/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrası Yaşanan Gelişmeler Başvurucular onama kararından sonra Yargıtay Ceza Dairesinin 30/11/2016 tarihli kararına yönelik olarak itiraz kanun yoluna gidilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından talepte bulunmuşlardır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, itirazı gerektirir maddi ve hukuki bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle itiraz yoluna gitmemiştir. Başvurucular 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'na eklenen geçici maddeyle mezkûr eylemin suç olmaktan çıkarıldığını belirterek Mahkemeden uyarlama talebinde bulunmuşlardır. Uyarlama talebi, anılan düzenlemenin ulusal ve uluslararası konjonktür kaynaklı makroekonomik gelişmeler dolayısıyla ülkemizde yaşanan ekonomik darboğaz nedeniyle reel sektörde borçlu şirket/firmaların finansal sorunlarının çözümlenmesi amacıyla şartları taşıyan ve yükümlülükleri yerine getiren borçlu şirket/firmalar ile finans kurumlarının yapacağı finansal yeniden yapılandırma sözleşmelerinde uygulanabilme imkânının bulunduğu ve geçmişte yapılan iş ve işlemlere ilişkin olarak uygulanma imkânının olmadığı belirtilerek reddedilmiştir. Başvurucular birçok kez yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuş, ancak bu talepleri her defasında reddedilmiştir. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir.Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası verilir." 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Geçen iki maddede yazılı cürümler meslek ve sanat veya ticaret veya hizmet sebebiyle veya emanetçi sıfatiyle veyahut idare etmek için kendisine tevdi olunan veya teminat olarak teslim edilen şeyler üzerinde yapılırsa faili hakkında bir seneden beş seneye kadar hapis cezası tertip olunur ve şikâyetname itasına hacet kalmaksızın takibat yapılır." 4389 sayılı mülga Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. ... Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında indirilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4902 | Başvuru, kanunun suç saymadığı fiillerden dolayı mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin; usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle de çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmemesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak kişiyi öldürme suçundan tutuklanmıştır. Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2016 tarihli iddianamesinin kabulü ile başvurucu hakkında aynı suçtan kamu davası açılmıştır. Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesince görülen yargılamada başvurucunun kasten öldürme suçundan cezalandırılmasına istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar verilmiştir. Karara karşı yapılan istinaf kanun yolu başvurusu neticesinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 24/2/2017 tarihli kararıyla hükmün bozulmasına, yeniden incelenmek ve hükmedilmek üzere dosyanın Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bozma üzerine yapılan yargılamada başvurucunun kasten öldürme suçundan cezalandırılmasına istinaf kanun yolu açık olmak üzere yeniden karar verilmiştir. Başvurucunun soruşturma evresinden itibaren seçilmiş müdafii olan Av. A.K. istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf başvurusu Ceza Dairesinin 3/5/2019 tarihli kararıyla temyiz yolu açık olmak üzere esastan reddedilmiştir. Ceza Dairesi, başvurucu müdafiinin 23/4/2019 tarihinde vefat ettiğini tespit ederek başvurucuya resen bir müdafi tayin edilmesi için 29/5/2019 tarihinde İstanbul Baro Başkanlığına yazı yazmıştır. Baro Başkanlığının 18/6/2019 tarihli yazısıyla da başvurucuya Av. B.E. müdafi olarak görevlendirilmiştir. Ceza Dairesinin kararı hem başvurucuya hem de Baro tarafından görevlendirilen müdafi B.E.ye tebliğ edilmiştir. Başvurucu müdafii B.E. temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında düzenlenen tebliğname de 6/6/2020 tarihinde başvurucu müdafii B.E.ye tebliğ edilmiştir. Hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 12/1/2021 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu 22/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonlar Başraportörlüğü tarafından Ceza Dairesine müzekkere yazılmış, istinaf kararının tebliği aşamasında başvurucunun seçilmiş müdafii olan Av. A.K.nın vefat ettiğinin fark edilmesi üzerine başvurucuya müdafi görevlendirmesi yapıldığı ve Av. B.E.nin resen yeni müdafi olarak görevlendirildiği açıklanmıştır. Bahse konu görevlendirmenin başvurucuya bildirildiğine dair evrakın bir sureti Ceza Dairesinden talep edilmiştir. Gelen cevabi yazıda görevlendirmenin başvurucuya tebliğ edilmediği bildirilmiştir. Komisyon, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile müdafi yardımından yararlanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/38824 | Başvuru, zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmemesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murislerine karşı 15/11/1965 tarihinde açılan davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35492 | Başvuru, hukuk davasında uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, anlatımları mahkûmiyet için belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1983 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Adana'da ikamet etmekte ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarında memur olarak çalışmaktadır. Başvurucu hakkında PKK terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 26/8/2008 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. İddianameye göre, önceki bir tarihte güvenlik güçlerine teslim olan ve başka bir dosyada terör örgütüne üye olma suçundan sanık olan U.T., kendisi hakkında yürütülen soruşturma evresinde başvurucuyla ilgili olarak şu şekilde beyanda bulunmuştur:"H.T. [Başvurucu], Bitlis Tatvan'lı Eskişehir Anadolu Üniversitesi Raylı Sistemler Bölümünden 2006 yılında mezun oldu. DDY Adana İşletmesinde memur. Örgüt adına propaganda yapar. Üniversiteye yeni kayıt yaptıran öğrencilerden PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne eleman kazandırma faaliyetinde bulunur. 2006 Nevruzunda Eskişehir'de PKK ve Abdullah Öcalan lehine slogan atarak kitleyi yönlendiriyordu." U.T.nin bahse konu ifadesi üzerine başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada, hakkında toplatma kararı bulunduğu belirtilen şu yayınlar ele geçirilmiştir: "1 adet Kürtlerde Anadolu Merkezci Yabancılaşma, 1 adet Tohum, 1 adet Özgür Yaşamla Dialoglar isimli kitaplar, 1 adet 2008 yılına ait Salnamege Navenda Çanda Mezopotamya duvar takvimi, 4 adet Ajda isimli dergi ile 2 sayfa Tayyibin Danışmanları, 3 sayfa Ezilenlerin Pedagolojisi başlıklı belge, 2 adet Natoya Hayır başlıklı trik, 4 adet Alternatif Yaşamda Demokrasi ve Yeni Başık adlı günlük gazete, 2 adet Che Guerava'ya ait poster." (Kapatılan) Adana Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 21/10/2009 tarihinde başvurucu hakkında sanık U.T.nin beyanı dışında delil olmadığı gerekçesiyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini sabit görmeyerek beraatine hükmetmiştir. Hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 12/6/2013 tarihli kararıyla başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay ilamının ilgili kısmı şu şekildedir:"Açıklamalarında samimi görülüp hakkında etkin pişmanlık hükümleri uygulanan başka dosya sanığı [U.T.nin] kollukta müdafi huzurunda özgür iradesiyle verdiği ifadesi ve aşamalardaki aynı mahiyetteki anlatımları ile sanığın evinde yapılan aramada ele geçirilen haklarında toplatma kararı olduğu bildirilen yayınlar ve tüm dosya kapsamına göre örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan sanığın gerçekleştirdiği eylem ve faaliyetleri de nazara alındığında sübuta eren yüklenen suçtan mahkumiyeti yerine yazılı gerekçe ile beraatine karar verilmesi..." Yargıtay bozma ilamı sonrası, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) kapatılması nedeniyle dosyalarının devredildiği Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) bozma sonrası ilk celsede Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. Başvurucu müdafileri bozma sonrası yargılamanın ilk celsesinde, başvurucu aleyhinde beyanda bulunan U.T.nin Mahkemece dinlenmesini talep etmiştir. Mahkeme ise bu talebi şu gerekçeyle reddetmiştir:"Dosya kapsamı, toplanan deliller dikkate alınarak [U.T.nin] daha önce bir başka mahkemede yapılan yargılamadaki savunmaları ve ifadeleri yeterli görülmekle yeniden mahkememizde dinlenmesine gerek bulunmadığından bu konudaki talebin reddine karar verildi." Mahkeme; bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda U.T.nin başvurucu hakkındaki beyanını, başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen yayınları ve daha önceden geçirdiği bazı soruşturma ve kovuşturmaları dikkate alarak 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararında tanık U.T.nin dinlenmesinin gerekli olmadığını Yargıtay ilamlarından örnek vererek açıklamıştır. İlk derece mahkemesi kararının bu kez başvurucu müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 9/5/2017 tarihli kararı ile mahkûmiyet hükmü onanmıştır. Başvurucu, Yargıtay ilamından 25/7/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 11/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” Terör suçlarına ilişkin ulusal hukuk için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:...d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın tanık kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/4/2012, § 45). Bu kavram duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, §§ 7, 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) kapsayabilir. Bu bakımdan duruşmada ister okunsun ister okunmasın ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda [GK], B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40). AİHM, duruşma salonunda bulunmayan tanıkların beyanlarının mahkûmiyet hükmüne esas alındığı bir yargılamanın adilliğini değerlendirirken iki hususa vurgu yapmakta ve ilk olarak tanığın duruşmaya katılmaması için geçerli nedenlerin olup olmadığını incelemektedir. AİHM ikinci olarak -makul bir gerekçenin olduğu durumda bile- sanığın sorgulama imkânına sahip olmadığı bir tanık tarafından verilen ifadenin hükmün dayandığı tek veya belirleyici temel olup olmadığını değerlendirmektedir. Hükmün büyük ölçüde veya yalnızca bu nitelikteki tanığın ifadesine dayanması durumunda yargılamalar detaylı incelemelere tabi tutulmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık [BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011, §§ 119, 147; Cevat Soysal/Türkiye, B. No: 17362/03, 23/9/2014, § 75). AİHM, yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/.., 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/7/2012, § 38). Terör suçlarına ilişkin uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal, §§ 34- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32857 | Başvuru, anlatımları mahkûmiyet için belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanığın duruşmada sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, fiziksel ve sözlü şiddete ilişkin olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucunun Yaralanmasına İlişkin Soruşturma Süreci Başvurucu 22/9/2012 tarihinde köy yerindeki arazi anlaşmazlığıyla ilgili olarak yaşanan bir kavga sırasında sol gözünü kaybetmiştir. Genç Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başvurucuya karşı kasten yaralama, tehdit ve hakaret suçlarını işledikleri iddiasıyla şüpheliler N.Y., Se.Y., Su.Y., B., P.Y., hakkında soruşturma başlatılmıştır.B. Müşteki (Başvurucu) Beyanı ve Sanık Savunmaları Başsavcılık 5/11/2012 tarihinde başvurucunun müşteki şüpheli sıfatıyla ifadesini almış; başvurucu özetle olay günü şüphelilerin kendisine ve kızına saldırmaya kalkıştığını, bu nedenle evlerine kapandıklarını, şahısların giderken beş veya altı kez ateş ettiklerini, oğlunun hayvanları otlatmaya götürdüğü için olay sırasında orada bulunmadığını ancak oğlu döndüğü sırada şüphelilerin oğlunu taş ve sopalarla yaradığını, oğluna yardıma koşarken bu şahısların saldırısına uğradığını, kavgaya engel olmak isteyen Z.K. ve Z.A.nın kendisini tuttuğunu, bu sırada P.Y.nin gözüne taşla vurduğunu, daha sonra B.nin aynı taşı gözüne vurduğunu, Z.K.nın kendisini bıraktığını ve yere düştüğünü, yerde iken üzerine taşların geldiğini, kendisinin kimseye vurmadığını beyan etmiştir. Başvurucunun Genç Asliye Ceza Mahkemesindeki (Mahkeme) beyanı da benzer mahiyettedir. Sanık Se.Y. 8/2/2013 tarihinde alınan ifadesinde özetle olay günü evinde olduğu sırada başvurucunun av tüfeği ile evlerine doğru ateş ettiğini, silah sesi duyması üzerine dışarı çıktığını ve başvurucuyu gördüğünü söylemiş; suçlamaları reddetmiştir. Diğer sanıklar kollukta ve Mahkemedeki savunmalarında suçlamaları reddetmiştir. Olay Tespit Tutanağı ve Uzmanlık Raporu 22/9/2012 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda; daha önce aralarında arazi anlaşmazlığı bulunan başvurucu ve N.Y.nin kavga ettiği, başvurucunun tüfek ile ateş etmesi sonucunda N.Y.nin yaralandığı ihbarı üzerine olay yerine gidildiği belirtilmiştir. Yapılan incelmede N.Y.nin üzerinde kan izi olduğu, yürümekte zorlandığı, P.Y., Su.Y., B. ve Se.Y.de belirgin bir yaralanma görülmediği, başvurucunun sol göz kısmında darp izleri olduğu, başvurucunun oğlu Z.K.nın başında yaralanma olduğunun görüldüğü ifade edilmiştir. Olayın meydana geldiği N.Y. ve başvurucunun evinin arasındaki dere yatağı ile boş alanda yapılan araştırmada boş kovan bulunamadığı belirtilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Laboratuvar Amirliği tarafından düzenlenen 12/12/2012 tarihli uzmanlık raporunda Su.Y.ye ait tişörtün ön kısmında eser miktarda atış artıklarının tespit edildiği, başvurucuya ait gömleğin ön ve kol bölgelerinde atış artıklarının tespit edildiği belirtilmiştir. Tanık Beyanları Olay tarihinde köyün muhtarı olan tanık Z.K. 14/11/2012 tarihli beyanında;başvurucu ile N.Y.nin kavga ettikleri yönünde ihbar gelmesi üzerine Z.A. ile birlikte olay yerine gittiklerini, olay yerine ulaştıklarında kavganın sona erdiğini, Z. ile birlikte N.Y.yi ve ailesini sakinleştirmeye çalıştıklarını, bir süre sonra Z.K.nın hayvan otlatmadan döndüğünü, N.Y.nin oğlu Su.Y.nin Z.K.ya hakaret ettiğini Z.K.nın da aynı şekilde karşılık verdiğini, daha sonra Z.K.nın evine giderek elinde sopa ile dışarı çıktığını, yanında babası olan başvurucunun da olduğunu ifade etmiştir. Her iki tarafın da birbirlerine sopalarla saldırdıklarını, P.Y.nin ve B.nin de olay yerinde olduklarını, bu şahısların elinde taş veya sopa görmediğini, P.Y.nin ve B.nin de kendisiyle birlikte kavgayı ayırmaya çalıştıklarını, kimin kime vurduğunu görmediğini fakat kavga esnasında N.Y.nin ve oğulları Su. ile Se.nin başvurucu ve oğluylataş ve sopalarla birbirlerine saldırdıklarını, kavga başlayınca aradan çekilmek zorunda kaldığını söylemiştir. Tanık Z.K. ayrıca ikametinde bulunduğu sırada olayın olduğu saatlerde dört kez tüfek sesi duyduğunu, amacının kavgayı ayırmak olduğunu ifade etmiştir. Tanık Z.A. beyanında; olay günü köy muhtarının isteği üzerine tarafları yatıştırmak amacıyla muhtarla birlikte olay yerine gittiklerini, olay yerine vardıklarında herhangi bir kavganın olmadığını, başvurucunun da evde olmadığını, bu sırada başvurucunun oğlu Z.K.nın hayvanları otlatmadan döndüğünü, N.Y.nin ve oğlu Su.Y.nin Z.K.ye hakaret ettiklerini ve "sabah senin baban bize ateş etti" dediklerini, tarafların tartışmaya başladıklarını belirtmiştir. Tanık ayrıca, Z.K.nın ikametine giderek sopa getirdiğini, muhtar Z.K.nin Z.yi tutarak kavga etmeyin dediğini, kendisinin de N.Y.yi tuttuğunu, bu sırada başvurucu ile N.Y.nin oğullarının geldiklerini ve tarafların birbirlerine taş ve sopalarla saldırdıklarını, kendilerini korumak için muhtarla birlikte aradan çekildiklerini, başvurucunun gözündeki yaralanmanın bu kavga esnasında olduğunu ifade etmiş, B.nin kavgayı ayırmak için orada olduğunu ve bu sırada yaralandığını, ayrıca P.Y.nin kavga sona erdikten sonra olay yerine geldiğini, taraflardan hangisinin taş ve sopayla diğerlerine vurduğunu ayırt edemeyeceğini, her iki tarafın da elinde taş ve sopa olduğunu, birbirlerini bu şekilde yaraladıklarını söylemiştir.E. Başvurucunun Adli Raporları Başvurucu hakkında Bingöl Genç Devlet Hastanesi tarafından 22/9/2012 tarihinde düzenlenen adli muayene raporunda, sol göz alt dış kısmında kesi mevcut olduğu, aynı zamanda aktif kanamanın olduğu, lezyonların basit tıbbi müdahale ile giderilip giderilemeyeceğine ve hayati tehlikesinin mevcut olup olmadığına bir üst merkezce karar verileceği belirtilmiş, başvurucu Bingöl Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Fırat Üniversitesi Hastanesi tarafından düzenlenen 4/4/2013 tarihli raporda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı, yüzünde sabit iz niteliğinde olduğu ve sol gözünün işlevini yitirmesine neden olduğu belirtilmiştir.F. Sanıklar Hakkında Açılan Kamu Davasına İlişkin Süreç Savcılığın 15/4/2013 tarihli iddianamesi ilebaşvurucuya karşı kasten yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla sanıklar N.Y., Su.Y., Se.Y., B., P.Y., hakkında kamu davası açılmıştır. Mahkemece 23/5/2013 tarihi ile 9/4/2015 tarihi arasında gerçekleştirilen on duruşmada, Z.K. hakkında Adli Tıp Kurumundan rapor alınmış; bir kısım sanıkların savunması dinlenmiş ve görevsizlik konusunda inceleme yapılmıştır. Mahkemenin 7/5/2015 tarihli kararıyla bir kısım sanıkların beraatine ve bazı sanıkların da cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Tanık Z.A. aşamalarda vermiş olduğu ifadesinde, olay tarihinde Tevfik ve Z. ile N,, S., ve S. arasında taşlı sopalı kavga yaşandığını ve kavgayı kendisi ile beraber Z., P. ve ile beraber ayırmaya çalıştıklarını belirttiği, kavga öncesinde Su.nun Z.ye 'a..s.' diyerek küfür ettiğini belirttiği, olay esnasında ve öncesinde bir ateş açılma hadisesini görmediğini belirttiği anlaşılmıştır. Tanık Z.K. aşamalarda vermiş olduğu ifadesinde, Z.nin hayvan otlatmaktan geldiği sırada Su.nun Z.nin yanına giderek kendisine küfür ettiğini, Z.nin de Su.ya karşılık verdiğini, daha sonra Z.nin evine doğru gittikten sonra T. ile beraber ellerinde sopa ile geldiklerini aralarında kavga başlaması neticesinde Tevfik ve Z. ile N., Su. ve Se.nin birbirlerine girdiklerini belirttiği anlaşılmıştır....sanıklar P.Y. ve B. hakkında basit yaralama ve kasten yaralama suçlarını işledikleri iddiası ve cezalandırılmaları talebi ile kamu davası açılmış ise de, tanıklar Z. ve Z.nin beyanlarında adı geçen sanıkların meydana gelen kavgayı ayırmaya çalıştıklarının anlaşıldığı, sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair dosya kapsamında katılan sanıklar Z. ve Tevfik'in beyanları dışında her türlü şüpheden uzak ve somut delillerin bulunmaması ve yüklenen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeni ile 5271 sayılı CMK'nun 223/2-e maddesi uyarınca atılı suçlardan sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir....Katılan sanıklar Su., N. ve sanık Se.nin üzerlerine atılı kasten yaralama suçu yönünden yapılan değerlendirmede: katılan sanıklar Tevfik ve Z.ye ait adli muayene raporları, tanık anlatımları, sanıkların tevil yollu ikrarları bir arada değerlendirildiğinde, katılan sanıklar S., N.ve sanık S.nin silah vasfı taşıdığı kuşkusuz olan taş ve sopa kullanmak suretiyle her iki katılan sanığa da cizmen eza verdikleri ve bu suretle üzerlerine atılı yaralama suçunu işledikleri sabit görülmüştür....Sanıklar Se.Y., Su.Y. ve N.Y. üzerlerine atılı kasten yaralama suçunu müştereken Tevfik KAYNAR'a karşı işledikleri sabit görülmekle; TCK'nın maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi ve meydana gelen tehlikenin ağırlığı göz önüne alınarak eylemine uyan TCK’nın 86/ maddesi gereğince takdiren alt sınırdan ceza belirlenmiş, sanıkların eylemi silahla gerçekleştirdikleri anlaşıldığından cezada TCK'nın 86/3-e maddesi uyarınca arttırıma gidilmiş, sanıkların eylemi neticesinde mağdurun duyularından birinin işlevini yitirmesine neden oldukları anlaşılmakla TCK'nun 87/2-b maddesi uyarınca cezalarında arttırıma gidilmiş, sanıkların cezalarında TCK'nın 87/2-son maddesi uyarınca yasal arttırıma gidilmiş, sanıkların eylemi olay esnasında ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığının tespit edilememesi sebebiyle haksız tahrik altında gerçekleştirdikleri anlaşılmakla cezada TCK'nın maddesi uyarınca indirime gidilmiş, sanıkların dosyaya yansıyan olumsuz tavır ve davranışları bulunmaması nedeniyle cezada TCK'nın maddesi gereğince takdiren indirime gidilmiş, sanıklar hakkında hükmolunan hapis cezasının miktarı dikkate alındığında CMK'nın 231/ maddesi ile TCK'nın ve maddelerinin uygulanmasına yasal olanak bulunamamış ve aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4642 | Başvuru, fiziksel ve sözlü şiddete ilişkin olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, savunma yapma imkânının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Akdeniz Üniversitesi Rektörlük Yazı İşleri Müdürlüğünde büro personeli olarak görev yapmakta olan başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve 15/8/2016 tarihine kadar gözaltında tutulmuştur. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 15/8/2016 tarihinde, başvurucuyu silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Antalya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun müsnet suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu 19/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 19/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 21/9/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 26/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2016 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak müdafinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tahliye talebinde bulunması üzerine Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 17/10/2016tarihinde, -adli kontrol tedbirleri uygulanarak- tahliyesine karar verilmesi istemiyle Antalya Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimlik 18/10/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine ve -yurt dışına çıkmasının yasaklanması ve ikametgâhının bulunduğu yerdeki karakola haftada bir kez başvurması yükümlülükleri uygulanarak- adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 12/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu dışında dokuz şüpheli hakkında da aynı suçtan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İddianamede, eşi adına olan Bank Asyadaki hesabın bakiyesinde FETÖ/PDY yöneticilerinin çağrısı üzerine artış yaşanmasına, çocuklarının FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen okullarda öğrenim görmesine ve evinde yapılan aramada üzerinde GEÇERSİZ ibaresi olan 1 dolarlık banknotun bulunmasına dayanılarak başvurucunun FETÖ/PDY ile organik bağının bulunduğu ileri sürülmüştür. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 14/4/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/266 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 8/3/2018 tarihinde "silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerini gösterir, mahkumiyete yetecek derecede vicdani kanaat sağlayacak bir delilin dosya içeriğinde mevcut olmadığı" gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca "beraat eden sanıkların gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği süreler yönünden, beraat kararının kesinleştiğinin sanıklara tebliğ edildiği tarihten itibaren 3 ay içinde ve her halde kararın kesinleştiği tarihten itibaren 1 yıl içinde oturdukları yere en yakın ağır ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile başvuruda bulunmak suretiyle tazminat haklarının bulunduğunun ihtarına" da hükmetmiştir. Karar, istinaf yolu tüketilmeksizin 16/3/2018 tarihinde kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir. ..." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/28719 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, savunma yapma imkânının kısıtlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruya konu Gaziantep'in Şehitkamil ilçesi Karacaoğlan Mahallesi 920 ada 1 parsel sayılı taşınmaz 22/12/1993 tarihinde 1/000 ölçekli uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu 20/3/1995 tarihinde bu taşınmazdan hisse satın almıştır. Başvurucu 9/11/2009 tarihinde bu taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle meydana gelen zararların ödenmesi istemiyle Millî Eğitim Bakanlığına (Bakanlık), 9/11/2009 tarihinde ise Şehitkamil Belediyesine (Belediye) başvurmuş fakat bu yolla bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine söz konusu işlemlerin iptaliyle imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazı kullanamamasından dolayı oluşan zararlarının ödenmesi istemiyle 8/3/2010 tarihinde Gaziantep İdare Mahkemesinde (Mahkeme), Bakanlık ve Belediye aleyhine iptal ve tam yargı davası açmıştır. Mahkemece 30/12/2010 tarihinde tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun hissedarı olduğu taşınmazın imar planında okul alanı olduğu ve idarelerin eylemi ile oluştuğu ileri sürülen zarar arasında herhangi bir illiyet bağı kurulamadığı vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun ne tür aktüel zararlarının olduğunu ispatlayamadığı, herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığı ve kusursuz sorumluluk hâlinin de söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesince (Daire) 24/3/2015 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi ise Daire tarafından 9/1/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 25/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9677 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, mülga (kapatılan) Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü bünyesinde mühendis olarak görev yapmakta iken izinsiz olarak yurt dışına çıktığından bahisle aylıktan kesme cezası ile cezalandırıldırıldığını beyan etmiştir. Başvurucu tarafından hakkında hükmedilen disiplin cezası aleyhine 21/5/2007 tarihinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 22/5/2008 tarihli ve E.2007/473, K.2008/910 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 21/2/2011 tarihli ve E.2008/5770, K.2011/797 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/12/2013 tarihli ve E.2011/5236, K.2013/10455 sayısı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 29/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2269 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çalıştığı kamuya ait Türkiye Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğü (TESTAŞ), Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleştirilerek bu kurum tarafından işletilmeye başlanmıştır. TESTAŞ, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirme yoluyla 31/12/1995 tarihinde T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satılmış, başvurucu özelleştirilen bu şirkette çalışmaya devam etmiştir.A. Aydın İdare Mahkemesinin E.1995/2342 Sayılı Dosyasına İlişkin Dava Süreci S.K. isimli şahıs tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine 1995 yılında Aydın İdare Mahkemesinde açılan davada, güvenoyu almamış Başbakan’ın Özelleştirme Yüksek Kuruluna atama yapamayacağı, dolayısıyla Özelleştirme Yüksek Kurulunun teşekkül etmediği ve özelleştirme de yapamayacağı iddiasıyla TESTAŞ’a ait Aydın tesislerinin özelleştirme işleminin iptali talep edilmiştir. Aydın İdare Mahkemesi, 16/2/1999 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline karar vermiş; temyiz üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 24/9/2001 tarihli ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 31/1/2005 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. B. Ankara İş Mahkemesinde Görülen Dava Süreci Başvurucunun iş akdi T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. tarafından 26/4/1998 tarihinde feshedilmiş; bunun üzerine başvurucu, TESTAŞ Genel Müdürlüğü, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Ankara İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasında, işçi olarak çalıştığı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, tüm aktif ve pasifiyle Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğüne devredildiğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirilerek T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satıldığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini, ancak işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmediğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının özelleştirme işlemi sırasında hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek işçilik tazminatları ve alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ankara İş Mahkemesince, 12/11/2001 tarihinde verilen kararla, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün dava tarihinden önce Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşerek tüzel kişiliğinin sona erdiği, davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünün, işyerinin özelleştirildiği 31/12/1995 tarihine kadar olan tazminat ve alacaklardan sorumlu olduğu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine hizmet kusuruna dayalı açılan davada görevli yargı yerinin idare mahkemeleri olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne, kıdem tazminatının, belirli kısmının davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden faizi ile birlikte, kalan kısmının davalılar Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşmesi sonucu tüzel kişiliği sona erdiği için anılan davalı hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına, davalı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bakımından bu konuda idari yargı yeri görevli olduğu için davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/9/2002 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır. Manisa İcra Dairesinde Yürütülen İcra Takip Süreci Başvurucu, 2/4/2002 tarihinde Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Manisa İcra Müdürlüğünün E.2002/1363 sayılı icra takip dosyasında, Ankara İş Mahkemesinin 12/11/2001 tarihli kararına dayalı olarak icra takibi başlatmıştır. Her iki borçlu aleyhine ayrı ayrı icra emri gönderilerek söz konusu borçların faizleri ile birlikte ödenmesi istenmiştir. Borçlu Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü 22/4/2002 tarihinde icra takibine konu borcunu ödemiştir. Borçlu T.F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine yapılan icra takibi hâlen devam etmekte olup borçluya ait gayrimenkuller üzerinde haciz işlemi yapıldığı anlaşılmıştır. Aydın İdare Mahkemesinin E.2007/807 Sayılı Dosyasına İlişkin Dava Süreci Başvurucu, 17/4/2007 tarihinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığına başvurarak Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden tahsil ettiği tazminat dışında kalan miktarın ödenmesini istemiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının talebi reddetmesi üzerine başvurucu, 3/7/2007 tarihinde Aydın İdare Mahkemesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine açtığı davada, davalının hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü dışında diğer borçludan tahsil edemediği tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Aydın İdare Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli kararında, başvurucunun Ankara İş Mahkemesinde açtığı davanın Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ilişkin kısmının görevsizlik nedeniyle reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği tespiti yapıldıktan sonra "görevsiz yargı yerine açılan davada, idari yargı mercilerinin görevli olduğundan bahisle verilen kararın kesinleşmesinden itibaren 30 günlük dava açma süresi içinde görevli idari yargı mercilerinde dava açılması gerekirken, Ankara İş Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesinden yaklaşık 5 sene sonra yapılan başvurunun, zamanaşımına uğramış dava açma süresini ihya etmeyeceğinin açık olduğu" gerekçesiyle süre aşımı yönünden dava reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, Ankara İş Mahkemesinin anılan kararının onanmasına ilişkin Yargıtay kararının taraflara tebliğ edilmediği ve bu kararı öğrenme tarihinden itibaren süresinde dava açtığı iddiasıyla temyiz edilen bu karar, Danıştay Onikinci Dairesinin, 29/11/2011 tarihli ilamı ile "Tazminat talebini oluşturan davacının kıdem tazminatı ve sair alacaklarının TESTAŞ Aydın Tesislerinin özelleştirilmesi sırasında idarenin kusurlu hareket ettiği savına dayalı olarak talep edildiği, bu durumda, davanın özelleştirmeye ilişkin işlemle doğduğu ve davacının zararının doğduğunu öğrendiği tarih olan iş akdinin feshinden sonra 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen dava açma süresinde dava açmadığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmamaktadır" gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiş, ilam başvurucuya 15/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2461 | Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 7/1/2021 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İran İslam Cumhuriyeti (İran) vatandaşı olan başvurucu 1977 doğumludur. Başvurucu; ülkesinden ayrılarak 14/1/2013 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye geldiğini, uluslararası koruma talebinde bulunduğunu, 13/11/2014 tarihinde koruma başvurusunun kabul edildiğini ifade etmiştir. Başvurucunun Ankara'da bir güzellik merkezinde izin almaksızın çalıştığı tespit edilerek durum Kırıkkale Valiliğine (Valilik) bildirilmiştir. Kırıkkale Valiliğinin6/9/2017 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi (ikamet yerinin izinsiz terk edilmesi) uyarınca başvurucunun koruma talebinin geri çekilmiş sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle Kırıkkale İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesinin 8/2/2018 tarihli kararıyla iptal davası reddedilmiş, ret kararı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 5/6/2018 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Uluslararası koruma talebi geri çekilmiş sayılan başvurucunun Valiliğin 26/3/2018 tarihli kararıyla 6458 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi (uluslararası koruma başvurusu geri çekilmiş sayılma) uyarınca sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, sınır dışı işlemin iptali amacıyla İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olmasının yanı sıra sınır dışı edildiği takdirde kötü muameleye maruz kalacağını ve idam cezasına çarptırılacağını belirterek kendisinin 6458 sayılı Kanun'un maddesi gereği sınır dışı edilemeyecek şahıslardan olduğunu dile getirmiştir. İran Krallığı Meclisi aktif üyesi olduğunu ileri süren başvurucu, sosyal medya aracılığıyla siyasi düşüncelerini açıkladığını, İran'da devam eden rejimi açıkça protesto ettiğini, bu eylemlerinin hükûmet ajanları tarafından tespit edilerek açıkça tehdit edildiğini, eylemlerinin yürürlükte olan Ceza Kanunu'na göre suç olarak nitelendirildiğini ve bu suç için öngörülen cezanın idam cezası olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca dava dilekçesine iddia ettiği hususlarla ilgili bir kısım belgeler eklemiştir. İdare Mahkemesi 21/8/2020 tarihli ara kararıyla sadece, başvurucu hakkında sınır dışı etme işlemi bulunup bulunmadığı ve şayet işlem mevcutsa işlemin tebliği ile ilgili Valiliğin İl Göç İdaresi Müdürlüğünden (Göç İdaresi Müdürlüğü) bilgi istemiş, Göç İdaresi Müdürlüğü 4/9/2020 tarihli cevabıyla başvurucu hakkında sınır dışı etme kararı bulunduğunu belirterek karar örneğini ve tebliğ belgelerini İdare Mahkemesine iletmiştir. İdare Mahkemesi başkaca araştırma yapmaksızın 25/11/2020 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 8/12/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Bu durumda, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin fıkrasının (i) bendinde anılan, uluslararası koruma başvurusu geri çekilmiş sayılan kişilerden olduğu açık olan davacının sınırdışı edilmesine dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Öte yandan; davacı tarafından her ne kadar, geri gönderilemeyecek kişilerden olduğu iddia edilmekte ise de; davacının sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emareler bulunmadığı, 6458 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan ve hakkında sınırdışı kararı alınamayacak olan şahıslardan olduğunailişkin somut herhangi bir belgenin dedava dosyasında bulunmadığı hususlarıbir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacının, 6458 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan ve hakkında sınırdışı kararı alınamayacak olan şahıslardan olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı açık olduğundan, davacının bu iddiasına itibar edilmemiştir." Başvurucu 6/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, bireysel başvuru formuna bir kısım belgeler eklemiştir. Eklenen belgelerin bir kısmının farklı dillerde olduğu, Türkçe tercümesinin yapılmadığı görülmüştür. Başvurucunun başvuru formuna eklediği belgelerden Türkçe olanların bir kısmı başvurucunun siyasi düşüncelerini ifade ettiği yazılardan oluşmaktadır. Diğer kısmı kısaca şöyledir:- İran Merkez Barosu Hukuk Üyesi Av. H.R. tarafından ilgili makama hitaben yazılmış 4/6/2020 tarihli bir sayfalık mektupta başvurucunun aktif siyasi aktivist olduğu, son on yıldır İran İslam rejimine karşı mücadele ettiği, bu nedenle birçok suçlamayla karşılaştığını, ülkesine iadesi hâlinde kötü muameleye maruz kalma riski olduğu belirtilmiştir.- İran Anayasa Partisi Danışmanı F.P. imzalı ve parti adına yazılmış tarih içermeyen bir sayfalık yazıda başvurucunun adı geçen partide 2012 yılından beri siyasi çalışmalarını yürütmesi nedeniyle İran İslam rejimine muhalif olarak bilindiği, İran'a dönmesi hâlinde idam cezasıyla cezalandırılabileceği ve kötü muameleye maruz kalabileceği ifade edilmiştir.- 7/1/2017 tarihli ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından düzenlenmiş mülteci belgesinde başvurucuya mülteci statüsü tanındığına ve kötü muameleye maruz kalacağı bir ülkeye karşı korunması gerektiğine yer verilmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/599 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin ise kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1971 doğumlu olup Midyat'ta ikamet etmektedir. Başvurucu Mardin'in Midyat ilçesi Işıklar Mahallesi'nde kâin 397 ada 18 parsel sayılı 332,59 m² büyüklüğündeki taşınmazın maliki olup söz konusu taşınmazın bir kısmı 11/6/2002, 4/9/2006 ve 7/4/2010 tarihli ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarında yol olarak tahsis edilmiştir. Başvurucu 4/3/2013 tarihinde Midyat Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) aleyhine hukuki el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, taşınmazın imar planında yol olarak ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının kısıtlandığını belirtmiş; kamulaştırmasız el atma mahiyetinde olduğu ileri sürülen bu fiil nedeniyle uğranılan zararın tazmin edilmesini talep etmiştir. Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 22/12/2013 havale tarihli raporda taşınmazın yol yapılmak suretiyle fiilen el atılan kısmının (30,79 m²sinin) değeri 391,79 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme 13/2/2014 tarihinde davayı kabul etmiş ve başvurucu lehine 391,79TL tazminata hükmetmiş, ayrıca taşınmazın tapusunun 30,79 m²lik kısmının iptali ile yol olarak terkinine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtay Hukuk Dairesinin yerleşik içtihatlarına göre bu tür davaların kamulaştırmasız el atma niteliğinde olduğu vurgulanmış ve 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri uyarınca hesaplanacak tazminatın başvurucuya ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 24/11/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde; fen bilirkişi raporu ile dosyaya sunulan imar paftası ve krokilerden dava konusu taşınmaza imar planına uygun olarak el atılmaya başlandığının anlaşıldığı belirtilmiş, proje bütünlüğü açısından fiilî el atmanın gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda, bu nedenle imar planında yol ve kanal olan taşınmazın tamamının bedeline hükmedilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bozma kararına uyan Mahkemece yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bilirkişi tarafından hazırlanan 8/5/2015 havale tarihli raporda taşınmazın yol olarak el atılan 30,79 m² ve 232,10 m²sinin değeri 477,05 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkemece bilirkişinin belirlediği tutar üzerinden 15/10/2015 tarihinde davanın kabulüne hükmedilmiş ve başvurucuya 477,05 TL tazminat ödenmesine, ayrıca taşınmazın 30,79 m² ve 232,10 m²lik bölümlerinin yol olarak terkinine karar verilmiştir. Mahkeme kararı Dairenin 19/12/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 11/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 10/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3026 | Başvuru, taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun bir dernek faaliyeti kapsamında katıldığı bir etkinliğin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2017/37761 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/37725 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/37725 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrencidir. Başvurucu, DHKP/C terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 3/6/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Daha sonra tutuklanması için sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğince 6/11/2010 tarihinde serbest bırakılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/3/2011 tarihli iddianamesiyle DHKP/C terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/3/2013 tarihinde, başvurucunun DHKP/C terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarından ise kovuşturmasının ertelenmesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, iddianame ile sanık savunmalarını ve esas hakkında mütalaayı özetlemiş; ardından etkin pişmanlıktan yararlanan bazı sanıkların savunmaları ve gizli tanık beyanları kapsamında Kocaeli Öğrenci Gençlik Derneğinin (Dernek) Halk Cephesine bağlı olarak faaliyet yürüttüğünü, Halk Cephesinin ise terör örgütü DHKP/C'ye bağlı bir yapılanma olduğunu belirtmiştir. Gerekçeli kararda Mahkeme, etkin pişmanlıktan yararlanan bazı sanıkların başvurucu hakkındaki beyanlarına da yer vermiştir. Bu kapsamda;i. Sanık S., bir tarihte başvurucu ile okul notlarını almak için görüştüğünü, Derneğe gitmediğini ama başvurucunun kendisiyle Dernek adına görüşmek istediğini ve T.T.nin daha önce söylediği sözlere benzer ifadeler kullandığını ancak bu ifadeleri tam olarak hatırlamadığını beyan etmiştir. Ayrıca S. başvurucu ve G.nin o tarihlerde Dernekte etkin bir konumda olduklarını ve yapılan her türlü eylemi takip ettiklerini, başvurucunun hukuk fakültesi öğrencisi olduğunu, bu nedenle başvurucuya bazı sorular sorduğunu, bir eyleme başvurucu ve diğer sanıklarla birlikte katıldığını ifade etmiştir.ii. Sanık G.K. yapılan eylemler ve çalışmalar sırasında yeni elemanlar kazandıklarını, bu kapsamda başvurucu ve diğer bazı sanıkların da eylemlere katılmaya ve Derneğe gelip gitmeye başladığını beyan etmiştir.iii. Sanık B. gitmiş olduğu Dev-Genç şenliğinden geldikten sonra başvurucu ile tanıştığını, başvurucunun S.nin arkadaşı olduğunu ve hukuk okuduğunu bildiğini, katıldığı bir kamptan sonra bir daha faaliyetlerde yer almamaya karar verdiğini ve bunun bilgisini başvurucuya da verdiğini ifade etmiştir. iv. Sanık B.Ç. başvurucuyu tanıdığını ancak kendisiyle samimiyetlerinin olmadığını, başvurucunun hukuk fakültesinde okuduğunu bildiğini ve başvurucu ile internetteki bir haber hakkında telefonda görüştüklerini beyan etmiştir. v. Sanık Y.E. kendisini eylemlere E.S., K. ve isimli şahısların yönlendirdiğini, başvurucunun yönlendirmediğini ifade etmiştir. Mahkemenin başvurucu hakkındaki mahkûmiyet gerekçesi ise şu şekildedir:"Sanıklar [E.S.K.], [T.T.], [A.], [E.Ç.], [Z.], [S.K.], [Y.E.], [N.A.], [G.U.], Hakan Yılmazöz, [B.], [B.Ç.], [] ve [A.A.nın] üzerine atılı terör örgütü üyesi olma suçunu, Kocaeli Öğrenci Gençlik Derneği adıyla yasal olarak faaliyette bulunur gözüken derneğin yukarıdaki anlatılan beyanlarla terör örgütü DHKP-C'ye bağlı olarak faaliyette bulunan Halk Cephesi adına faaliyette bulunduğunun anlaşılması, sanıkların da bu derneğin mensubu olarak terör örgütü adına faaliyette bulunmuş olması..." Temyiz incelemesi sonucunda başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçu yönünden verilen mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 25/5/2017 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, Yargıtay ilamından 19/10/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 3/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk normları için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28- | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37725 | Başvuru, başvurucunun bir dernek faaliyeti kapsamında katıldığı bir etkinliğin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, müdafiliğe ilişkin hakları hususunda bilgilendirilmemesi, tanıkların ve mağdurenin Mahkeme tarafından dinlenilmemesi ve bu kişilere soru sorulamaması, eksik soruşturmaya dayalı mahkûmiyet hükmü kurulması ve delillerin değerlendirilmesinde hata yapılması nedenleriyle müdafi yardımından yararlanma, tanık sorgulama ve yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/6/2014 tarihinde Kozan Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/10/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi vasıtasıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: E. isimli kişinin 31/8/2010 tarihinde evinde darbedilmesiyle ilgili hazırlanan polis tutanağına göre mağdure, tanımadığı bir erkeğin kendisine saldırdığını söylemiştir. Sevk edildiği Kozan Devlet Hastanesinde polisler tarafından tırnak örneklerinin ve parmak izlerinin alınması esnasında mağdure E., gelini olan başvurucunun ağzını tuttuğunu, bir erkeğin de kendisine vurduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 31/8/2010 tarihli ifadesinde, mağdureyi en son olaydan bir gün öne gördüğünü söylemiş ve suçlamayı kabul etmemiştir. Tanıklar H.K. ve A.Ö., çığlık sesi duymaları üzerine mağdurenin evine geldiklerini fakat kapıyı açamadıklarını, mağdurenin yerinden kalkamadığını ve kalkınca açabileceğini belirttiğini, kapıdan çıktığında mağdurenin elinin ve yüzünün kan içinde olduğunu, tanımadığı bir kişinin kendisini dövdüğünü söylediğini ifade etmişlerdir. Başvurucu, müdafisiyle birlikte Cumhuriyet savcısı önünde verdiği 1/9/2010 tarihli ifadesinde suçlamaları reddetmiştir. Mağdure E., 3/9/2010 tarihli ifadesinde başvurucu ile geçmişe dayalı husumetlerinin olmadığını fakat yaralama olayından bir gün önce başvurucuyla sözlü olarak tartıştıklarını, olayın şoku ile gelen komşularına saldıran kişiyi tanımadığını söylediğini, Kozan'da kendine biraz geldikten sonra ise darbedilmesi esnasında gelini olan başvurucunun ağzını kapattığını hatırladığını, başka hiç kimseden şüphelenmediğini, gelininden ve darbeden diğer kişiden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Tanık A.A., Cumhuriyet savcısı önündeki 23/9/2010 tarihli ifadesinde polis ve komşuların gelmesiyle olayı öğrendiğini, hastaneye giden ambulansta kendisinin de bulunduğunu; mağdurenin, gelini olan başvurucunun ağzını tuttuğunu ve maskeli bir erkeğin kendisini bu hâle getirdiğini söylediğini, olay akşamı başvurucu ile mağdure arasında kendisinin bilmediği bir münakaşanın yaşanmış olduğunu belirtmiştir. Mağdure E., Saimbeyli Cumhuriyet Savcılığına 28/9/2010 tarihli bir dilekçe vererek olayın şoku ile ne söylediğini ve neden şikâyetçi olduğunu bilmeden yaralanmasına neden olan kişinin başvurucu olduğunu belirttiğini fakat başvurucunun kendisini darbetmediğini ve şikâyetinden vazgeçtiğini ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı, dilekçe tarihinde mağdureE.nin ifadesini de almıştır. E. ifadesinde ise olay gecesinde kapıyı kilitlediğini ve anahtarı boynundaki ipe bağladığını, kapıyı sürgülediğini fakat mutfak penceresinin açık olduğunu, olay sırasında başvurucunun ağzını tuttuğunu ve tanımadığı bir erkeğin kendisine vurduğunu, başvurucuyla öncesinde bir kez tartıştıklarını, bir kez de kendisini sözlü olarak uyardığını belirtmiştir. Mağdure devamında yaşlı olduğu, yalnız yaşadığı ve çocuklarıyla uğraşmak istemediği gerekçeleriyle şikâyetini geri almıştır. Yaralama olayı sonrasında düzenlenen 31/8/2010 tarihli raporda, mağdurenin hayati tehlikesinin bulunduğu ve kesin raporun mağdurenin sevk edildiği hastane tarafından verileceği belirtilmiştir. Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adli Tıp Polikliniğinde görevli adli tıp uzmanınca düzenlenen 6/9/2010 tarihli raporda yaralanmanın mağdurun yaşamını tehlikeye uğrattığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği, kemik kırığının bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Saimbeyli Cumhuriyet Savcılığı 22/3/2011 tarihinde, başvurucu hakkında beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan mağdureyi basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyecek biçimde ve yaşamını tehlikeye sokar şekilde yaralama suçundan iddianame düzenlemiştir. (Kapatılan) Saimbeyli Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davanın 7/7/2011 tarihli ilk duruşmasında başvurucuya, müdafi seçme ya da görevlendirilmesini istemek ve susma hakkı da dâhil olmak üzere kanunun şüphelilere/sanıklara tanıdığı haklar hatırlatılmıştır. Başvurucu, savunmasını kendisinin yapacağını belirtmiş; suçlamaları kabul etmemiş ve önceki ifadelerinin kendisine ait olduğunu söylemiştir. Saimbeyli Asliye Ceza Mahkemesi, mağdurun beden ve ruh itibarıyla kendisini savunabilecek durumda olup olmadığına dair rapor aldırtmıştır. Dr. Ekrem Tok Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinin 30/11/2011 tarihli raporunda, mağdure E.nin davaya konu suç bakımından ruhsal açıdan kendisini savunamayacağı ve telkine yatkın olduğu tespitine yer verilmiştir. Mağdure E., kendisine tebligat yapılmasına rağmen herhangi bir duruşmada hazır bulunmamış ve Mahkeme huzurunda dinlenmemiştir. Saimbeyli Asliye Ceza Mahkemesi 9/12/2012 tarihli ve E.2011/15, K.2012/8 sayılı kararıyla başvurucunun yaralama suçundan sonuç olarak 4 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:"YARGILAMA, KANITLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: ... yapılan yargılaması neticesinde, tüm dosya kapsamından olaya dair görgüye dayalı bilgisi bulunan tanık bulunmadığı anlaşılmış olup yargılamayı sürüncemede bırakmamak amacı ile tanıkların soruşturma aşamasında mevcut beyanları ile yetinilmekle tanıklar mahkememizce yeniden dinlenmemişlerdir.Her ne kadar olaya dair görgüye dayalı bilgi sahibi olan tanık bulunmamakta ise de Yargıtay'ın yerleşik içtihatları uyarınca mağdurun ilk beyanına üstünlük tanınması gerekeceği ve mağdurun sanık Hasibe Dulukluya suç atmak amacını gerektirir nitelikte aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığı ve tarafların akrabalık ilişkileride dikkate alındığında, her ne kadar müşteki Savcılığı huzurunda tespit edilen beyanında sanıktan şikayetçi olmadığını beyan etmiş ise de söz konusu beyanında dahi eylemi gerçekleştiren kişinin gelini Hasibe olduğunu, ancak kendisi ile kötü olmak istemediği için artık şikayetçi olmadığını beyan ettiği ve atılı suçun kovuşturmasının şikayet şartına bağlı olmadığı nazara alınarak yargılamaya devam olunmuş ve müştekinin baştan beri tutarlı ve birbiri ile çelişmeyen beyanlarına itibar edilmiştir....... Doktor Ekrem Tok Adana Ruh Sağlığı Hastalıkları ... hastanesince tanzim edilen 2011 tarihli sağlık raporunda mağdura Senilite tanısı konularak kişinin ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olduğunun ifade edildiği anlaşılmıştır.Yukarıda mevcut açıklamalar ve mahkememizce yapılan yargılama ve hukuksal değerlendirme neticesinde sanık Hasibe Duluklu'nun ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan ve üst soyu sayılan mağdur (kayınvalidesi)'a karşı diğer asli fail kimliği belirlenemeyen şahıs ile birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde mağdureyi tutmak suretiyle savunmasının hale getirerek yaralama suçu bakımından kanunda sayılan unsurları gerçekleştirdiği ... anlaşılmış olup, ..." Başvurucu, mağdurenin ifadesinde çelişkiler bulunduğu, ifadelerin istikrarlı olduğu değerlendirmesiyle ceza verilmesinin yerinde olmadığı, eylemi gerçekleştirenin başvurucu olduğunu nasıl anladığının (yüzünü mü gördüğü ya da sesinden mi tanıdığı) mağdureye sorulması ve olay yerinde keşif yapılması gerektiği; suçun sübutunda, cezanın tayininde ve vekilliğin tespitinde hata yapıldığı gerekçeleriyle kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 7/5/2014 tarihli ve E.2013/29885, K.2014/17864 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünü onamıştır. Yargıtay ilamı 5/6/2014 tarihinde Mahkeme Kalemine dönmüştür. Başvurucu 19/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: "(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, ... üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10249 | Başvuru, müdafiliğe ilişkin hakları hususunda bilgilendirilmemesi, tanıkların ve mağdurenin Mahkeme tarafından dinlenilmemesi ve bu kişilere soru sorulamaması, eksik soruşturmaya dayalı mahkûmiyet hükmü kurulması ve delillerin değerlendirilmesinde hata yapılması nedenleriyle müdafi yardımından yararlanma, tanık sorgulama ve yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elektrik abonesi olan başvurucu Şirket, elektrik faturalarında kayıp kaçak ve diğer bedeller altında haksız olarak tahsilat yapıldığını ileri sürerek 30/5/2016 tarihinde dağıtıcı şirkete karşı alacak davası açmıştır. Vezirköprü Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 10/10/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde; dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici madde uyarınca kanun değişikliğinin derdest davaları uygulanacağı ve dava konusu bedellerin Eneri Piyasası Düzenleme Kurumu kararlarına dayanılarak alınmış olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Mahkeme, kanun değişikliği nedeniyle davanın reddedildiğini açıklayarak davalılar lehine vekâlet ücretine hükmetmemiştir. Başvurucu, davanın esasına ve vekâlet ücretine ilişkin itirazları kapsamında istinaf yoluna başvurmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 30/3/2018 tarihinde istinaf talebini kısmen kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmıştır. İstinaf Mahkemesi, 6719 sayılı Kanun hükümleri uyarınca dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına ve dava tarihi itibarıyla dava açmakta haklı olduğundan başvurucu lehine 180 TL maktu vekâlet ücretine kesin olmak üzere hükmetmiştir. Nihai karar 25/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aksaray Tır Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/8/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14580 | Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanmak suretiyle sebep olduğu hayati tehlike ve sonrasında bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve başvuruya konu olaya ilişkin soruşturma evrakına göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Çaldıran 1'inci Hudut Taburu 2'nci Hudut Bölük Komutanlığına bağlı Yavuz Selim Hudut Karakolunda görevli askerlerce 15/9/2011 günü saat 00 sıralarında termal kamera ile yapılan gözetlemede, birinci derecede askerî yasak bölge içinde bir kamyonet ile bir minibüse kaçak olduğu değerlendirilen eşya yüklendiği tespit edilmiştir. Piyade Üsteğmen B.P.nin talimatı ile Piyade Uzman Çavuş A.A.; içinde Piyade Çavuş E.K. ve Piyade Onbaşı Ü.T. ile Piyade Er H.A., ve E.nin de yer aldığı bir hudut mangası kadar kuvveti de yanına alarak eşya yüklenen yere intikal etmiştir. Yaklaşan askerleri fark etmeleri nedeniyle kaçışan ve sayısı tespit edilemeyen kişilerden biri, av tüfeği olduğu düşünülen bir silahla bir el ateş etmiştir. Bu esnada askerlerin mevzi almasından yararlanan kamyonet devriye yolundan Sarıçimen köyüne doğru kaçmaya başlamış, minibüsün şoförü ise aracı bulunduğu yerde bırakıp kayıplara karışmıştır. A.A., E.K., Ü.T., H.A., ve E. ile Alparslan Hudut Karakolunda görevli olup olaydaki rolleri daha sonra anlatılacak Piyade Uzman Çavuş A.G. ve emrindeki askerlerden Piyade Çavuş T. ile Piyade Onbaşı E.T. tarafından düzenlenen Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre dur ihtarına uymayan kamyonetin içinden kaçış esnasında ateş edilmiştir. Atış sayısı tutanakta belirtilmemiştir. B.P.nin kaçan kamyonetin devriye yolundan Sarıçimen köyüne doğru gittiğini telefonla haber vermesi üzerine A.G., emrindeki askerler T., E.T., Ah., O., A., T.O., N.K., İ.S. ve E.Y. ile birlikte devriye yoluna çıkıp kamyoneti durdurmak amacıyla yola taş dizmiştir. Başvurucu, aracın ön yolcu koltuğunda oturan on yaşındaki yeğeni A. ile birlikte kendi adına tescilli beyaz renkli bir kamyonetle saat 00 sıralarında Sarıçimen köyüne gitmekte iken A.G. ve emrindeki askerlerce durdurulmak istenmiştir. Durmaması üzerine kamyonete A.G. tarafından keskin nişancı tüfeği ile ateş edilmiştir. Olay esnasında atılan bir taş nedeniyle ön camı da kırılan kamyonet Sarıçimen köyüne doğru yoluna devam etmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre yüklemenin yapıldığı yerde bırakılan minibüsün içinde menşei belirsiz akaryakıt olduğu değerlendirilen, her biri 18 litre kapasiteli kırk bidon ele geçirilmiştir. Ayrıca çevrede yapılan geniş çaplı arama-tarama faaliyetinde, içinde menşei belirsiz akaryakıt olduğu değerlendirilen 18 litrelik 450 bidon, bir av tüfeği, otuz altı eşek, bir inek, bir gömlek ve iki çift ayakkabı bulunmuştur. Olaydan saat 00 sıralarında haberdar olması üzerine derhâl soruşturma başlatan Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı), altında Cumhuriyet savcısının imzası bulunmayan Cumhuriyet Savcısı ile Yapılan Görüşme Tutanağı'na göre Çaldıran Jandarma Komutanlığı (Jandarma Komutanlığı) görevlilerinden muhafaza altına alınan olay yerinin Olay Yeri İnceleme Birimi görevlilerince incelenmesini, ele geçirilen eşyaların muhafaza altına alınmasını, olaya karışan kişilerin ifadelerinin alınmasını, yaşı küçük A.nin ifadesinin müdafi nezaretinde alınmasını ve kaçan sürücünün tespit edilmesini istemiştir. 15/9/2011 tarihinde şikâyetini ifade etmek üzere müracaat ettiği Cumhuriyet Başsavcılığınca müşteki olarak beyanı tespit edilen başvurucu, komşuları T.Y.nin hayvanlarının kaybolması nedeniyle ağabeyi S.nin sabah saatlerinde kendisini uyandırdığını, hayvanları bulmak amacıyla kamyonetiyle 2 km kadar gittiğini, hayvanları göremeyince köye dönmeye karar verdiğini, köye 200 metre kala kamyonetinin ön camına bir taş isabet ettiğini, nereden geldiğini anlamadığı taşın minibüsün ön yolcu koltuğunda oturan A.nin göğsüne geldiğini, olay sebebiyle A.nin bayıldığını, daha sonra kamyonetine beş altı merminin isabet ettiğini, kamyonetinin sağ arka lastiğinin patladığını, kamyoneti durdurup A. ile birlikte eve doğru yürüdüğünü, peşlerinden askerlerin de evlerine geldiğini belirterek kamyonetine ateş eden askerlerden şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Müşteki sıfatıyla aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan başvurucunun kardeşi S., fahri imamlık yaptığını, saat 00 sıralarında ezan okumak için camiye giderken yol üzerinde karşılaştığı T.Y.nin hayvanlarının kaybolduğundan bahsettiğini, cami minaresinden durumu anons edince köy halkının toplandığını, hayvanları aramaya başladıklarını, başvurucunun da kamyoneti ile hayvanları aramaya çıktığını, başvurucudan duyduğuna göre askerlerin başvurucunun kamyonetine taş atıp ateş ettiğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 16/9/2011 tarihinde A. hakkında adli rapor düzenlenmesini istediği Çaldıran Devlet Hastanesi,A.nin başının sol tarafında hafif ödem tespit edildiğini ve raporun beyin cerrahi uzmanı tarafından verilmesinin uygun olduğunu açıklamıştır. Başvurucunun kamyonetine ateş edilmesi olayının meydana geldiği yer, Olay Yeri İnceleme Birimi görevlilerince 16/9/2011 günü saat 00 sıralarında incelenmiştir. Yapılan incelemeye ilişkin raporda; Sarıçimen köyünün çıkışında bulunan Dere Mahallesi'ndeki köprünün 17 metre doğusunda, önü batıya bakan beyaz renkli, mavi şeritli plakasız bir kamyonetin durduğu, yol üzerinde çiziklerin bulunduğu, ruhsat bilgilerine göre aracın başvurucuya ait olduğu, aracın ön camının tamamen kırık olup aracın kabin bölümünde kırık cam parçalarının bulunduğu, aracın içinde herhangi bir mermi izine rastlanmadığı, aracın sağ arka tekerinin olması gereken yerde tekerlek olmayıp sadece jantın bulunduğu, bahse konu tekerleğin kamyonetin kasasında olduğu, yoldaki çiziklerin jant tarafından meydana getirildiğinin değerlendirildiği, aracın sağ tarafında gözle görülür biçimde dört mermi izinin bulunduğu belirtilmiştir. Rapora göre birinci mermi aracın sağ ön tekerleğinin hemen üstünde bulunan çamurluğun 6 cm üzerinde kapı ile çamurluk arasından girip kabin içindeki yolcu koltuğunun altından çıkmıştır. İkinci mermi, kamyonetin kasasının sağ ön köşesinin 14 cm üstünden girip kasa altındaki hava filtresini delip gitmiştir. Üçüncü ve dördüncü mermiler ise sağ arka tekere ait çamurluğunun üzerinden girip çıkmıştır. Kamyonet kasasında bulunan tekerde ve bu tekere ait iç lastikte birer mermi giriş ve çıkış deliği tespit edilmiştir. Mermi giriş deliklerinden ilk ikisinin yukarıdan aşağıya doğru 20-30 derecelik bir açıyla, son ikisinin ise arkadan öne doğru 30-40 derecelik bir açıyla ateş edilmesi sonucu meydana gelmiştir. Ayrıca raporda; olayın başvurucuya ait aracın 300 metre kadar doğusunda bulunan virajlı asfalt yolda meydana geldiği, virajı inmeden önce yolda küçük cam parçalarının bulunduğu, virajı döndükten sona Sarıçimen köyüne 30 metrelik mesafede yol üzerinde dört mermi sekme izinin bulunduğu, bu izlerin yukarıdan aşağıya doğru yaklaşık 30 derecelik bir açıyla ateş edilmesi sonucu meydana gelebileceği, mermi sekme izlerinin sekiz metre kadar doğusundaki yamaçta yan yana üç adet boş kovan bulunduğu ve bu kovanların K... keskin nişancı tüfeği veya B... makineli tüfeği olarak bilinen silahlarda kullanılan silahlara ait boş kovanlar olduğu belirtilmiştir. Raporda belirtilen araçtaki mermi giriş ve çıkış delikleri, aracın kasası, olayın meydana geldiği yol ve yoldaki mermi sekme izleri fotoğraflanmıştır. Ayrıca olay yerinin krokisi çizilmiştir. Jandarma Komutanlığı 17/9/2011 tarihinde, A.G., Ah., T., O., A., T.O., N.K, İ.S., E.Y., A.A., E.K. ve Ü.T.nin şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır.i. A.G., olay günü saat 00 sıralarında gözetleme kulesinde nöbet tutarken kendisiyle iletişim kuran Piyade Üst. B.P.nin devriye yolundan köye doğru markası belli olmayan bir kamyonetin gittiğini söylediğini, bunun üzerine emrindeki askerlerle birlikte bölgeye intikal ettiğini, aracın farları sönük bir şekilde yaklaştığını görünce aracı durdurmak amacıyla yola taş dizdiğini, T. ile birlikte aracın durması için araca el kaldırıp el fenerini yakıp söndürdüğünü, kendilerini görmesine rağmen sürücünün aracı hızla üzerilerine doğru sürdüğünü, yolun kenarına kaçtıklarını, bu esnada araçtan dört beş el ateş edildiğini, aracı durdurmak maksadıyla keskin nişancı tüfeğiyle önce havaya, daha sonra ise aracın tekerleklerine ateş ettiğini ve durdurmayı başaramadığı aracın köye doğru gittiğini beyan etmiştir.ii. A.G.nin emrindeki askerler Ah., T., O., A., T.O., N.K., İ.S. ve E.Y. de A.G. ile aynı yönde ifadede bulunmuşlardır.iii. A.A., olay günü saat 00 sıralarında termal kameradan devriye yolunda yükleme yapan biri minibüs, diğeri kamyonet iki araç tespit ettiklerini, Komutan B.P.nin talimatı ile araçların bulunduğu bölgeye doğru yola çıktıklarını, B.P.nin termal kamera ile gözetlemeye devam edip kendilerini yönlendirdiğini, bölgeye yakın bir yerde araçtan inip yürümeye başladıklarını, kendilerini fark eden kişilerin "Askerler geliyor!" diyerek bağırdıklarını, bu esnada av tüfeği olduğunu tahmin ettiği bir silahla ateş edildiğini, mevzi almalarını fırsat bilen kamyonet sürücüsünün süratle kaçmaya başladığını, gördüğü kadarıyla kamyonetin beyaz olduğunu, kamyoneti yakalayamamaları üzerine B.P.nin A.G.yi arayıp kamyonetin kaçış yönünü bildirdiğini, A.G.nin nasıl müdahalede bulunduğunu bilmediğini, minibüsün bulunduğu yere gittiklerini, minibüsün içinde kaçak akaryakıtla dolu olduklarını tahmin ettikleri her biri 18 litrelik 35-40 bidon gördüklerini, kamyonetin kaçtığı bölgede atılı vaziyette, her biri 18 litrelik 250 bidon bulduklarını, bidonların arasında bir av tüfeği ve bir çift ayakkabı ile bir gömlek gördüklerini, ayrıca olay bölgesinde otuz altı eşek ile bir inek bulduklarını, eşeklerin üzerinde toplam 200 bidon bulunduğunu, olay yerine vardıklarında kaçan kamyonetin kasasına bidonların bir kısmının yüklendiğini gördüklerini, uyarı maksadıyla da olsa ateş etmediklerini söylemiştir.iv. A.A.nın emrindeki askerler E.K. ile Ü.T., A.A. ile aynı yönde beyanda bulunmuşlardır. Yaşının küçüklüğü nedeniyle kendisine tayin edilen bir vekil nezaretinde 19/9/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan A., komşuları T.Y.nin hayvanlarını aramak için köyün üst kısmında bulunan su deposuna başvurucunun kamyonetiyle gittiklerini, T.Y.nin telefonla hayvanların bulunduğunu başvurucuya haber vermesi üzerine köye döndüklerini, köye girmek üzereyken bir askerin attığı taşın kamyonetin ön camını kırıp kafasına isabet ettiğini, daha sonra silah sesleri duyduğunu ve kafasına isabet eden taşın etkisiyle bayıldığını beyan etmiştir. Jandarma Komutanlığınca 20/9/2011 tarihinde bir vekil nezaretinde ifadesi alınan A., amcası olan başvurucunun komşularının kaybolan hayvanlarını aramak için kendisini uyandırdığını, amcasına ait kamyonetle köyün üst taraflarına gittiklerini, 15 dakika kadar sonra komşuları T.Y.nin telefonla amcasını arayıp hayvanların bulunduğunu haber verdiğini, köye dönmek için yola çıktıklarını, köye giderken önlerine çıkan askerlerin aracın camına taş atmaya başladıklarını, bu taşlardan birinin kafasına, diğerinin ise göğsüne isabet ettiğini, atılan taşlar nedeniyle aracın ön camının kırıldığını, bu esnada askerlerin araca ateş ettiğini ve kendisinin bayıldığını söylemiştir. Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 20/9/2011 tarihli kesin adli raporundan, A.nin başının sol tarafındaki yaranın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2012 tarihinde, başvurucunun ve A.nin şikâyetlerine konu eylemlerle ilgili soruşturmayı kaçakçılık suçu nedeniyle yürütülen soruşturmadan ayırmış; askerî suçlardan olduğu gerekçesiyle başvurucuya ve A.ye yönelik suçlar yönünden görevsizlik kararı vererek soruşturma evrakını Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçakçılık suçu nedeniyle yürüttüğü soruşturmayı daha sonra 2011/6 Sor. sayılı soruşturmayla birleştirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen belgelerden söz konusu soruşturmanın faili tespit edilemeyen kaçakçılık suçlarıyla ilgili olduğu, soruşturma kapsamında başvurucunun ifadesinin alınmadığı ve farklı bir tarihte meydana gelen kaçakçılık suçu yönünden 5/3/2011 tarihinde daimî arama kararı verildiği tespit edilmiştir. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığının soruşturma emri üzerine Askerî Savcılık 26/4/2012 tarihinde A.G., İ.S., Ah. ve T.O.nun tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. Adı geçenler, daha önceki ifadeleriyle aynı yönde beyanda bulunmuşlardır. Daha önce verdiği ifadesinde kamyonetin neresinden ateş edildiği yönünde beyanda bulunmayan T.O., kamyonetin ön yolcu koltuğundan oturan kişinin kamyonetin camından havaya dört beş el ateş ettiğini söylemiştir. Askerî Savcılığın talebi üzerine olay yerinde bulunan üç boş kovanı inceleyen Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği (Kriminal Laboratuvar) 19/6/2012 tarihli raporunda söz konusu boş kovanların tek bir silahtan atıldığını belirtmiştir. Askerî Savcılık ne maksatla olay yerinde bulundukları, kendilerine dur ihtarında bulunup bulunulmadığı, aracın farlarının açık olup olmadığı, araç plakasının araca takılı olup olmadığı, aracın sağ arka tekerinin neden söküldüğü, olay esnasında kendilerinde ateşli silah bulunup bulunmadığı, olay esnasında aracın kasasında ne olduğu ve aynı gece kaçakçılık şüphesi ile takibe alınan minibüsün sahibi B.yi tanıyıp tanımadıkları konularında başvurucunun, S.nin ve A.nin ifadelerini istinabe suretiyle almıştır. i. Başvurucu ve A. ifadelerinde; birlikte komşularının kayıp hayvanlarını kamyonetle aradıkları için olay mahallinde bulunduklarını, aracın farlarının yandığını ve plakalarının takılı olduğunu, dur ihtarında bulunan biri olmadığını, bilmedikleri bir nedenle kamyonetin taşlandığını, korkularından durmayıp devam ettiklerini, daha sonra kamyonetin kurşunlandığını, kamyonetin sağ arka tekerini kendilerinin sökmediğini, olay esnasında kamyonetin kasasında bir şey bulunmadığını, olay nedeniyle tekerin kendiliğinden çıktığını, olay esnasında kendilerinde silah olmadığını, minibüsün sahibi B.yi tanımadıklarını söylemişlerdir. ii. S. ise önceki ifadesiyle benzer mahiyette beyanda bulunup hayvanların bulunduğunu başvurucuya kendisinin haber verdiğini, tam olarak neler yaşandığını bilmediğini, sabah namazını kılarken silah sesleri duyduğunu, namazdan sonra köylüler ile askerlerin birbirine girdiğini gördüğünü ifade etmiştir. Askerî Savcılık, başvurucunun kamyonetine ateş edilmesi olayına karışan askerlere teslim edilen silahlara ait taşınır mal teslim-tesellüm belgelerini ve olaydan yaklaşık 15 ay sonra kendi isteği ile askerlik görevinden ayrılan A.G.nin terhis belgesi ile daha önce ifadeleri alınan veya Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda imzası bulunan A.A. dışındaki diğer askerlerin terhis belgelerini soruşturma dosyasına getirtmiştir. Askerî Savcılığın talebi üzerine Kriminal Laboratuvar 29/11/2012 tarihinde, daha önce incelediği üç kovan ile A.G.ye 5/8/2011 tarihinde teslim edilen 53507 seri numaralı, 62 mm çaplı, Rusya yapımı .. marka tüfeği incelemiş ve üç kovanın da sözü edilen tüfekten atıldığını saptamıştır. Askerî Savcılık, A.G.nin şüpheli sıfatıyla, olay tespit tutanağında imzaları bulunan A.A., H.A., E.K., , E., E.T., Ü.T. ve T. ile Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda imzaları bulunmasa da başvurucunun kamyonetine müdahale eden mangada görevli A., E.Y., O. ile N.K.nın tanık sıfatıyla ifadelerinin alınması için başka yer askerî savcılıklarından ya da Cumhuriyet başsavcılıklarından istinabe talep etmiştir. İstinabe talebi üzerine A.G., , A., E.T. E.Y. ve O.nun ifadeleri kolluk görevlilerince, diğerlerinin ifadeleri ise askerî savcı veya Cumhuriyet savcısınca alınmıştır.i. E.K., olay yerine vardıklarında bir minibüs, bir kamyonet ve çok sayıda eşek gördüklerini, kendilerini fark eden sivil kişilerin ateş etmeye başlamaları üzerine siper aldıklarını, kamyonetin kaçmaya başladığını, kamyonetin farlarının açık olup olmadığını hatırlamadığını, kamyonete veya başka bir araca taş atmadıklarını, kaçan kamyonetin kasasında akaryakıt veya başka bir malzeme olup olmadığını bilmediğini, havanın karanlık olması ve kamyonetin kasasının kapalı olması nedeniyle kasanın içini göremediklerini, A.G.nin Alparslan Hudut Karakolunda görevli olduğunu, bu nedenle A.G.nin yanlarında olmadığını söylemiştir. ii. H.A., hudut taşında kırk beş eşek tespit ettiklerini, ele geçirilen eşekler ile kaçak eşyaları Jandarma Komutanlığına teslim ettiklerini, olay yerinde kamyonet veya başka bir araç görmediğini beyan etmiştir.iii.A., daha önceki ifadesinden farklı olarak 15/9/2011 günü saat 00 sıralarında sınıra giden dağlık bir yol üzerinde görev yaptıklarını, sınır tarafından farları açık bir kamyonetin hızla bulundukları yere doğru geldiğini, A.G. ile arkadaşlarının sesle ve el fenerleri ile aracı durması konusunda uyardıklarını, kamyonete taş atılmadığını, kamyonetten kendilerine birkaç el ateş edildiğini, A.G.nin havaya birkaç el uyarı atışı yaptığını, kaçan kamyonetin kasasındaki bidonların görüldüğünü ifade etmiştir.iv. E. ifadesinde, olay yerindeki eşekler ile bir inekten söz etmiştir.v. Ü.T., başvuruya konu olay hakkında herhangi bir bilgi verememiştir.vi. A.A., olay tarihinde biri kamyonet olmak üzere üç araçtan oluşan kaçakçı grubuna müdahale ettiklerini, o esnada eşekler ile getirilen kaçak akaryakıtların araçlara yüklendiğini, kendilerini fark eden kaçakçıların bir el ateş edip kaçmaya başladıklarını, en arkada bulunan aracın kaçamadığını, kamyonetin farları sönük bir şekilde kaçtığını, kamyonete başka bir tim tarafından müdahale edildiğini ileri sürmüş; kendisine gösterilen resimdeki başvurucuya ait minibüsün kaçan kamyonet olduğunu beyan etmiştir.vii. , termal kamera ile kaçakçı olduğu tahmin edilen kişilerin tespit edilmesi üzerine içinde yer aldığı manganın sınır bölgesine gittiğini, oraya nasıl gittiklerini hatırlamadığını zira ona benzer pek çok olayla karşılaştıklarını, emniyetçi olduğu için 20 metre kadar geride ağır silahıyla tedbir aldığını, duyduğu kadarıyla A.G.nin iki üç kez dur ihtarında bulunduğunu, uyarıların ardından bir iki kez silah sesi duyduğunu, sesin av tüfeği sesine benzediğini, kamyonet olduğunu tespit edebildiği aracın durmadığını, kamyonete taş atılıp atılmadığını bilmediğini, kamyonetin boş olması hâlinde dur ihtarına uyacağını, farları kapalı olan kamyonetin kendilerine yaklaşınca farlarını açıp hızlandığını ve kamyonet kaçarken başka silah sesi duymadığını söylemiştir.viii. O., olayın yaşandığı gün dokuz kişilik manga ile pusuya yattıklarını, başlarında rütbeli olarak sadece A.G.nin bulunduğunu, kamyonetin dur ihtarına uymayıp üzerilerine doğru geldiğini, şoförün bulunduğu taraftan bir iki el ateş edildiğini, A.G.nin bir yandan bağırarak dur ihtarında bulunduğunu, bir yandan da kamyonetten yapılan atışa ateş ederek cevap verdiğini, araç üzerine doğru geldiği esnada aracın sağ tarafına bir taş atıldığını, taşı atanı görmediğini, elinde silah bulunduğu için taşı A.G.nin atmış olamayacağını, kamyonetin kasasının bidonlarla dolu olduğunu, farları kapalı olan kamyonetin kendilerini fark edince farlarını açtığını ifade etmiştir. ix. N.K., olay tarihinde termal kamera ile gözetleme yapan Manga Komutanı A.A.nın sınırdan geçiş yapıldığını söylediğini, bunun üzerine sınırdan geçiş yapılan yere doğru hareketlendiklerini, bir süre sonra telsizle araçların kendilerine yaklaştığının bildirildiğini, A.A.nın kendisi de dâhil üç kişiyi güvenlik sağlaması için tepe bölgesine gönderdiğini, yola inen diğer askerlerin barikat kurduğunu, barikatta durmayan iki aracın hızla köye doğru gittiğini, bu esnada Uzman Çvş. A.nın (A.A.yı mı yoksa A.G.yi kastettiği anlaşılamamıştır.) havaya bir el ateş ettiğini, A. ile manganın köye kadar kaçan araçları takip ettiğini, kaçan araçlara taş atıldığını görmediğini, araçlara ateş edilmediğini, bulunduğu yer itibarıyla araçların içinde herhangi bir malzeme olup olmadığını göremediğini beyan etmiştir.x. A.G., olay tarihinde gözetleme kulesinde bulunduğu esnada kendisini mobil telefondan arayan B.P.nin termal kamera ile tespit ettikleri iki araçtan birinin yüklü olarak bölgelerine doğru geldiğini haber verdiğini, durumu bildirdiği Karakol Komutanı'nın aracı yakalamaya çalışmalarını emrettiğini, sekiz dokuz kadar askerle devriye yoluna çıktığını, yanlarında bariyer veya kapan benzeri bir şey olmadığından fark edilebilecek büyüklükte taşları yola koyduklarını, bir müddet sonra farları yanmayan bir araç gördüklerini, şoförün görebileceği şekilde el feneri ile selektör yaptığını, ışığı fark eden şoförün daha da hızlandığını ve üzerilerine doğru gelmeye başladığını, bu esnada aracın içinden, sağ taraftan ateş edilmeye başlandığını, atılan mermilerin nereye gittiğini göremediğini, önce havaya iki üç el ateş ettiğini, aracın durmaması üzerine de aracın lastiklerine doğru birkaç el ateş ettiğini, yoluna devam eden aracın camına taş atılmadığını beyan etmiştir.xi. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan E.Y., gözetleme kulesinde görevli askerlerin İran sınırında bir grup kaçakçı tespit etmesi üzerine A.G. komutasında olay mahalline hareket ettiklerini, su deposu yakınlarında yolu kapattıklarını, askerlerin kendilerine doğru gelen, plakasını hatırlamadığı bir kamyonetin durması için el fenerlerini yakıp söndürdüklerini, bu esnada kamyonetin farlarının sönük olduğunu, dur ihtarına uyulmaması üzerine A.G.nin havaya bir el ateş ettiğini, kamyonetin hızla yola devam ettiği esnada kamyonetin içinden rastgele ateş edildiğini, kasası dolu olan ve içinde üç kişi bulunan kamyonetin köye girdiğini, kamyonete taş atılıp atılmadığını görmediğini beyan etmiştir.xii. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan T., olay tarihinde termal kameralar ile bir kamyonet ve çok sayıda atlı kaçakçı tespit edildiğini, A.G.nin komutasında pusu görevine çıktıklarını, bulundukları yere projektör tutan köylülerin kendilerini fark ettiğini, bunun üzerine atlıların daha da hızlandığını, onların bulunduğu taraftan bir el ateş edildiğini, A.G.nin, ismini hatırlamadığı bir askerin ve kendisinin müdahale için yaklaştığını, diğer askerlerin ise güvenlik için geride durduklarını, Dereköy'de yaşayan elli kadar atlının üzerilerine geldiğini, sadece havaya ateş edebildiklerini, atlar geçtikten sonra beyaz bir kamyonetin üzerilerine doğru geldiğini, sürücünün dur ihtarına uymadığını, kamyonetin sağa sola giderek hızını artırdığını, A.G.nin kamyonetin tekerlerine bir iki el ateş ettiğini, kamyonete taş atılmadığını, aksine kendilerine taş atıldığını, atlarda ve kamyonette akaryakıt kaçakçılığında kullanılan bidonlar bulunduğunu, A.G.nin olay yerinden boş kovan toplamadığını, olay yerindeki boş kovanları toplayan köylülerin şikâyetçi olduğunu, olay esnasında kamyonetinin farlarının açık olup olmadığını hatırlamadığını beyan etmiştir.xiii. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan E.T., olay tarihinde sınır kaçakçılığını önlemek amacıyla devriyeye çıktıklarını, bulunduğu tim ile A.G.nin içinde yer aldığı timin farklı karakollara bağlı olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca ifadesinde E.T., devriye esnasında kendi timi ile A.G.nin timi arasında belli bir mesafe bulunduğunu, birkaç el ateş edildiğini duyduklarını, kısa bir süre sonra diğer timin kamyoneti ve içindeki şahısları alıp yanlarına geldiğini, kamyonetin kasasının boş olduğunu ve farlarının yandığını, ateş edilmeden önce uyarı yapılıp yapılmadığını duymadıklarını, kamyonetin camına taş atılmadığını ve kamyonettekilerin ateş edip etmediğini görmediğini söylemiştir. Kolluk görevlilerine silah kullanma yetkisi veren tüm mevzuatı bir bütün olarak değerlendiren Askerî Savcılık; soruşturmaya konu olayın yasal olmayan yollarla Türkiye'ye kaçak akaryakıt getiren başvurucu, S. ve A.nin yakalanması amacıyla yürütülen faaliyet kapsamında meydana geldiği, hudut birliği askerlerinin başvurucunun kamyonetini durdurmak amacıyla el işareti yapıp el fenerlerini yakıp söndürdükleri, başvurucunun kamyoneti durdurmadığı, bunun üzerine havaya uyarı atışı yapıldığı, kamyonetin içinden dört beş el ateş edilmesi üzerine durdurmak maksadıyla A.G. tarafından kamyonetin tekerlerine ateş edildiği, eylemin askerlerin silah kullanma yetkileri kapsamında kaldığı, ayrıca olayda meşru savunma durumunun bulunduğu, bu nedenle suç izafe edilebilecek herhangi bir kimsenin bulunmadığı gerekçesiyle 30/12/2014 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda herhangi bir şüpheli ismine yer verilmemiş ve olay, "başvurucunun kamyonetinde hasar meydana gelmesi ve A.nin yaralanmasına neden olunması" olarak belirtilmiştir. Başvurucu; Askerî Savcılıkça ifadesinin alınmadığını, kararda şüpheli ismine ve suç vasfına yer verilmediğini, şüphelilerin ifadelerinin sadece kollukça alındığını, olaya dâhil olan askerlerin tanık sıfatıyla ifadelerinin alındığını, olayın köye yakın bir alanda meydana gelmesine rağmen tanık tespiti yapılmadığını, dinlenen tanıkların beyanlarının dikkate alınmadığını, zor kullanmayı gerektiren bir durumun bulunmadığını, adil, tarafsız ve etkin bir soruşturma yürütülmediğini, yaşam hakkının ihlal edildiğini belirterek Askerî Savcılıkça verilen karara vekili aracılığıyla itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı; önce havaya uyarı atışı yapıldıktan sonra aracın tekerlerine doğru ateş edildiği, olayda kanun hükmünün yerine getirilmesi ile meşru savunma hâlinin olduğu, saldırı ile savunma arasında orantı bulunduğu, aracın camına ateş eden kimse tespit edilememiş olsa da aracın görevli askerlerin üzerine doğru geldiği, bu nedenle taş atma eyleminin de meşru savunma kapsamında olduğu, gerekli tüm delilerin toplandığı gerekçesiyle 23'üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesince (Askerî Mahkeme) 2/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Askerî Mahkemenin kararı 14/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanun'un "Görev, yetki ve görev ilişkileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kara sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait olup bu görev sınır birliklerince; Kendi sorumluluğunda olan bölgede sınırı korumak ve güvenliğini sağlamak, Gümrük hattındaki giriş ve çıkış kaçakçılığı ile kara sınırları boyunca tesis edilen birinci derece askeri yasak bölge içerisinde suç teşkil eden eylemleri önlemek, suçluları yakalamak, bu bölgede işlenen meşhut suç faillerini ikinci derece askeri yasak bölgede de takip etmek ve yakalamak, failler hakkında zorunlu yasal işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç delillerini ilgisine göre mahalli güvenlik kuvvetlerine teslim etmek,...Şeklinde yerine getirilir....Sınır birlikleri mensupları kendilerine bu Kanun ile verilen görevlerin yapılmasında; diğer kanunların, silah kullanma yetkisi dahil, güvenlik kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler...." 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun askerlerin silah kullanma yetkilerini düzenleyen , , ve maddeleri şöyledir:"Madde 87 - (Değişik madde: 25/04/1972 - 1582/1 md.)Askerler karakol, karakol nöbetçisi, devriye, nakliyat muhafazası hizmetlerinde veya asayişi temin için görevlendirildiklerinde aşağıda gösterilen hallerde silah kullanmaya yetkilidirler.I - Silah kullanmasını gerektiren hallera) Bu hizmetlerden birini yaparken müessir bir fiil ile taarruza uğranıldığı veya müeesir bir fiil veya tehlikeli bir tehdit ile bu hizmetlerle yapılmasına mukavemet edildiği takdirde bu taarruz ve mukavemetleri gidermek için,b) Bir taarruz veya mukavemete hazırlanan ve silahını veya mukavemete elverişli bir aleti bırakmaya davet edildiği halde, bu davete derhal itaat etmiyen veyahut bıraktığı silahı veya aleti tekrar eline almaya davranan veya alan kimseyi itaate zorlamak için,c) Bu kanunun 80 ve 81 inci maddeleri gereğince muvakkaten yakalanan bir şahsın veyahut muhafaza ve sevki kendisine tevdi edilmiş olan bir tutuklunun veya hükümlünün kaçması veya kaçmaya teşebbüs etmesi ve verilecek dur emrini dinlemediği görüldüğünde başka türlü ele geçirilmesi kabil olmadığı takdirde yakalanması için,d) Kendi muhafazasına tevdi edilmiş olan insan ve her türlü eşyaya karşı vukubulan taarruzu defetmek için,e) Bu maddede sayılan görevleri yapan askerlere karşı, sözle yapılan sataşma veya hareketlerin bertaraf edilmesi sırasında mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehlikeli bir tehditle karşılaşıldığında bu halleri gidermek için.II - Silah kullanma derecesiBu maddede yazılı hizmetlerin yapılması sırasında silah kullanılması için başkaca bir çare kalmaması veya zaruret olması şarttır. Şahıs veya topluluk silahsız ise; mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehdidin derecesine göre asayiş hizmeti ile görevli birlik komutanı gerekli uyarmayı yaparak silah kullanılacağını ihtar eder. Bu ihtara itaat edilmezse bunu sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır. Şahıs veya topluluk silahlı veya taarruzun önemli derecede etkili kılacak şekilde aletleri taşıyorsa, silah veya aletlerin bırakılması ihtar olunur. Tecavüz taarruz veya mukavemet buna rağmen devam ederse itaati sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır.III - Silah kullanma tarzı Silah çeşitlerine göre etkili olabilecek şekilde kullanılır. Önce kesici ve dürtücü silahlar ile ateşli silahlar hedefe tevcih edilir, sonra ateşli silahların dipçik ve kabzaları kullanılır, daha sonra kesici ve dürtücü ve ateşli silahlar bilfiil kullanılır. Silah kullanmak mutlaka ateş etmek değildir. Ateş etmek son çaredir. Önce havaya ihtar ateşi yapılır. Sonra ayağa doğru ateş edilir, mukavemet veya taarruza veyahut tehlikeli bir tehdide varan mukavemet hali devam ederse, hedef gözetilmeksizin ateş edilir.IV - Ateş emri ve kendiliğinden ateş etmek Ateş etmek bilhassa bunun için emir verilmiş olmasına bağlıdır. Ateş emri verilmemiş olsa dahi her asker silahını kullanabilir. Ancak silahını kullanılacağı zamanın ve kullanma derece ve tarzının tayini her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutularak silahını kullanacak asker tarafından bizzat takdir olunur.V - Ateş emri vermeye yetkili makamlar Bu maddede yazılı görevleri yapmak için birliğe görev veren üst komutan olay yerinde bulunuyorsa sözle ateş emri vermeye yetkilidir. Komutan, bu emri yazı ile teyit eder. Asayişe memur edilen kuvvetlerin olay yerinde bulunan birlik komutanı veya asayişe memur edilen birliğin parçalarına komuta eden en küçük komutan ve amirler dahi önceden emir verilmemiş olsa bile sözle ateş emri vermeye yetkilidir.VI - SorumlulukHer olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutulmak kaydiyle bu madde hükümlerine göre silahını kullanan askere ve silah kullanma emrini veren birlik komutanına sorumluluk yüklenemez.VII - Soruşturma usulü ve adli yardım(Ek fıkra: 22/11/1990 - 3683/5 md.) Silah kullanmak zorunda kalan asker kişiler hakkında, hazırlık soruşturması Askeri Savcı, Cumhuriyet Savcısı veya yardımcıları tarafından yapılır. Haklarında dava açılan sanık asker kişiler duruşmadan vareste tutulabilir. Olayın mahiyetine ve kusurun derecesine göre sanığın mensup olduğu Bakanlıkça durumu uygun görülenlerin vekalet verdiği avukatın ücreti, bu bakanlıkların bütçesine konulacak ödenekten karşılanır. Avukat tutma ve avukatlık ücretinin ödeme usul ve esasları, Milli Savunma ve İçişleri bakanlıklarınca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.Madde 88 - (Değişik madde: 25/04/1972 - 1582/1 md.)Silah kullanma yetkisini haiz bulunan her asker veya silah kullanma emrini vermeye yetkili her komutan kanunun tayin etmiş olduğu müsaadeleri yerinde ve zamanında kullanmaz veya silahlarından tamamiyle istifade etmezse fiilin mahiyetine göre cezalandırılır.Madde 89 - 87 nci maddede gösterilen hallerden başka hizmete ait bir vazifeyi yaparken maruz kaldığı bir mukavemeti bertaraf etmek veyahut askere veya askeri eşyaya karşı yapılan bir tecavüze karşı koymak için silah kullanmak zarureti hasıl olursa, her asker silah kullanmaya salahiyetli ve vazifelidir.Madde 90 - 87 ve 89 uncu maddelerde gösterilen hallerden başka her asker meşru müdafaa halinde silah kullanmaya salahiyettardır." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında ... kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. ...Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. Polis; a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında, ...c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde...silah kullanmaya yetkilidir.Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir. Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir." 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun "Silah kullanma yetkisi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Gümrük Kanunu gereğince belirlenen kapı ve yollardan başka yerlerden gümrük bölgesine girmek, çıkmak veya geçmek isteyen kişiye 'dur' uyarısında bulunulmasına rağmen bu uyarıya uymaması halinde, havaya ateş edilmek suretiyle uyarı yinelenir. Ancak silâhla karşılığa yeltenilmesi ve sair surette meşru müdafaa durumuna düşülmesi halinde, yetkili memurlar saldırıyı etkisiz kılacak oranda doğrudan hedefe ateş edebilir..." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Kanun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez." 5237 sayılı Kanun'un "Meşru savunma ve zorunluluk hâli" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” B. Uluslararası Hukuk Dayanak Sözleşme Hükmü Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur... Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;..." Silahlı Güç Kullanımı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşama hakkını koruyan madde, Sözleşme'nin en temel hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana değerlerinden birini korumaktadır. AİHM, bu maddenin ihlal edildiği iddiasını en dikkatli incelemeye tabi tutmalıdır. Devlet görevlileri tarafından güç kullanımına ilişkin davalarda, yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı zamanda mevcut ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve kontrolü gibi bu olayı çevreleyen tüm faktörlerin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Sözleşme'nin maddesinin fıkrasında da görülebileceği üzere polis memurları tarafından ölümcül bir gücün kullanılması belirli durumlarda haklı görülebilir. Ancak kullanılan güç, kesinlikle gerekli olandan daha fazla olmamalıdır yani olayın gerçekleştiği şartlarda kullanılan güç kesinlikle orantılı olmalıdır. Yaşama hakkının temel hak olduğu gözönünde bulundurulduğunda can kaybının haklı görülebileceği durumlar dar yorumlanmalıdır (Nachova ve Diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, §§ 93, 94, 97; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, §§ 56-59; Atiman/Türkiye, B. No:62279/09, 23/9/2014, § 29; Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014, § 46). Ayrıca silahla ateş açılırken mümkünse başlangıcın uyarı ateşleriyle yapılması gerekir (Aydan/Türkiye, B. No: 16281/10, 12/3/2013, § 66). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi, yaşamdan mahrum bırakmanın haklı kabul edilebileceği durumlara ek olarak devletin kolluk kuvvetlerinin güç ve ateşli silah kullanabileceği sınırlı koşulları tanımlayan, ilgili uluslararası standartlara uygun yasal ve idari sistemleri uygulamaya koymaya yönelik asli bir görevi olduğunu ima etmektedir (Atiman/Türkiye, § 30; Makaratzis, §§ 57-59). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin ikinci paragrafında açıklanan amaçlardan birine ulaşılması amacıyla devlet görevlileri tarafından güç kullanılmasının olayların meydana geldiği dönemde görevlinin davranışının makul ancak daha sonra hatalı olduğunun kabul edilmesi gibi geçerli sebeplerle iyi niyete dayandırıldığında bu hüküm bakımından haklı gösterilebileceği kanısındadır. Aksini ifade etmek devlete ve yasaları uygulamakla görevli memurlarına, görevlerini yerine getirirken kendilerinin ve başkalarının hayatlarına zarar verecek şekilde gerçekçi olmayan bir sorumluluk yüklemek olacaktır (McCann ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 200; Kalkan/Türkiye, B. No: 37158/09, 10/5/2016, § 57). AİHM, ölümün güvenlik güçlerinin silah kullanımı sonucu gerçekleştiğinin tartışmasız olduğu olaylarda, bu konudaki ispat yükünün taraf devlete ait olduğunu belirtmekte ve mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı gerçekleştiğinin kanıtlanamaması hâlinde yaşam hakkının usul ve esas yönünün ihlal edildiğine karar vermektedir (Bektaş ve Özalp/Türkiye, B. No: 10036/03, 20/4/2010, § 57). AİHM'e göre yakalamaya ilişkin bir operasyonun planlanmasında elzem unsurlardan biri de yakalanacak kişinin işlediği iddia edilen suçun niteliği ile bu kişinin neden olduğu -şayet neden olmuşsa- tehlikenin derecesi de dâhil olmak üzere yakalamayı çevreleyen koşullarla ilgili mevcut bilgilerin analiz edilmesidir. Ayrıca yakalanacak kişi kaçmaya teşebbüs ettiğinde ateşli silah kullanılıp kullanılmayacağı ve hangi koşullarda kullanılmasının öngörülebileceği açık yasal hükümlere ve ateşli silah kullanacak kişilerin uygun bir eğitimine dayandırılmalıdır (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 103; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 651/10, 25/2/2014, § 101; Atiman/Türkiye, § 30). Yaşam Hakkının Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin Usul Boyutu Yönünden Bu konudaki AİHM uygulaması, şimdiye kadar yapılan pek çok bireysel başvuru hakkında verilen kararda yer almaktadır (birçok karar arasından bkz. İrfan Durmuş ve diğerleri, B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 51-55; Ahmet Şenol ve diğerleri, B. No: 2014/16947, 22/2/2018, §§ 55-57; Sultani Acar, B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 40-42). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6547 | Başvuru, güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanmak suretiyle sebep olduğu hayati tehlike ve sonrasında bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu görevlilerinin üyesi oldukları sendikanın aldığı karara istinaden katıldıkları protesto eyleminden dolayı disiplin cezası ile cezalandırılmaları nedeniyle sendika haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünde mühendis olarak görev yapmaktadır. Başvurucular ayrıca Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) üyesidir. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsünün savuşturulmasının ardından ise ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL süresince yirmi dört tane (667-690 sayılı) Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarılmıştır. Bu KHK'lar ile genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler de yapılmıştır (15 Temmuz darbe girişimine ilişkin geniş arka plan bilgisi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Somut olay ise terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerine yönelik kamu görevinden çıkarma tedbirini de içeren, 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname etrafında şekillenmiştir. Söz konusu KHK kapsamında Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğünde (YEGM) görev yapan bazı sendika üyelerinin de kamu görevinden çıkarılması üzerine Kurum yemekhanesinde uygulamayı protesto eden konuşmalar yapılması ve anılan kişilerin uğurlanması amacıyla bir sendika kararı alınmıştır. Başvurucular, söz konusu karara istinaden YEGM yemekhanesinde öğle arasında (personelin yemek yediği esnada) yapılan toplantıya katılmıştır. Yaklaşık on kişinin katıldığı eylemde Sendika Başkanı Ş. ve görevlerine son verilen E.A. ile Ö.F.K. açıklamalarda bulunmuştur. Bunun yanında katılımcılardan bir kısmının çeşitli sloganlar attığı, bazılarının ise "Geri Döneceğiz" yazılı kâğıt dövizler taşıdığı kamera kayıtlarına ve ilgili tutanaklara yansımıştır. Başvurucular hakkında anılan eyleme katıldıkları gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu Hasan Taş ifadesinde; işten çıkarılan üç arkadaşının veda konuşmasını dinlemek amacıyla YEGM yemekhanesine gittiğini, ziyaretçi kartıyla Kuruma girdiğini, konuşmaları görüntülediğini, grubun olaysız bir şekilde dağıldığını belirtmiştir. Başvurucu Yılmaz Koçak ise arkadaşlarının kötü gününde yanlarında olmak üzere YEGM'ye gittiğini, etkinliğin güvenlik görevlilerinin nezaretinde gerçekleştirildiğini, slogan atılmadığını ve pankart açılmadığını beyan etmiştir. Soruşturma neticesinde başvurucuların bir kamu kurumunda izinsiz olarak gerçekleştirilen protesto gösterisine katıldıkları ve gösteriyi gerçekleştiren grupla beraber hareket ettikleri, Hasan Taş'ın olayı video kaydına alarak, Yılmaz Koçak'ın ise aynı gösteride döviz kaldırarak gösteriye katkı sağladıkları değerlendirilmiştir. Nihayetinde başvurucuların 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendi olan "hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak" uyarınca kınama cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başvurucular, disiplin cezalarının iptali istemiyle idare mahkemelerine başvurmuştur. Yargılama neticesinde mahkemelerce eylemlerin sendika hakkı kapsamında kaldığı ve suç teşkil etmediği değerlendirilerek dava konusu işlemlerin iptaline karar verilmiştir. Davalı idare, iptal kararlarına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge idare mahkemeleri, başvurucuların başka bir kurumun yemekhanesinde diğer insanların ve kurumun huzurunu bozacak şekilde davranışlarda bulunduğunu, sendika kararının KHK ile görevlerine son verilen sendika üyelerine destek amacıyla alındığını, bu nedenle sendikal faaliyet niteliğinde olmadığını belirtmiştir. Nihayetinde bölge idare mahkemeleri, eylemlerin başvurucuların görev ve meslekleri ile herhangi bir şekilde ilişkisi olmadığı veprotesto gösterisinin sendikaların çekirdek faaliyet alanlarına dâhil olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararlarının kaldırılmasına ve davaların reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. 2020/26102 numaralı başvurunun 2020/21790 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21790 | Başvuru, kamu görevlilerinin üyesi oldukları sendikanın aldığı karara istinaden katıldıkları protesto eyleminden dolayı disiplin cezası ile cezalandırılmaları nedeniyle sendika haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/4/2011 tarihinde açtığı dava 13/6/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 3/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29833 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 21/2/2008 tarihindegözaltına alınmış ve sonrasında tutuklanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 28/2/2013 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 2/7/2014 tarihliilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı kısmen bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 30/12/2015 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Karar, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11817 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 22/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şırnak'ın Uludere ilçesinde zorunlu askerlik hizmetini ifa ettiği sırada 9/8/2013 tarihinde ateşli silah yaralanması sonucu yaşamını yitiren 1993 doğumlu A.A.nın annesidir. Başvurucunun oğlu A.A. 8/5/2013 tarihinde askere sevk edilmiş ve 11/5/2013 tarihinde Beşinci Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Piyade Eğitim Alay Komutanlığına (Tokat/Merkez) teslim olmuştur. A.A., burada kendisi ile yapılan anketlerde herhangi bir psikolojik rahatsızlığının bulunmadığını ve bu kapsamda herhangi bir tedavi görmediğini belirtmiştir. Askerlik eğitimini tamamlayan A.A. 29/7/2013 tarihinde Şırnak'ın Uludere ilçesindeki askerî birliğine teslim olmuştur. Askerî birliğine teslim olan A.A.ya 2/8/2013 tarihinde 754246 seri numaralı G-3 piyade tüfeği ile beş adet şarjör teslim edilmiştir. Taşınır Mal Tesellüm Belgesi başlığını taşıyan bu belgenin altında A.A.nın imzası bulunmaktadır. A.A. 5/8/2013 tarihinde, askerlik hizmetini tamamlayacağı bölüğün konuşlandığı Altıntepe üs bölgesine gitmiştir. Soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelere göre 9/8/2013 günü saat 15 sıralarında askerî birliğin yemekhanesinin kiler olarak kullanılan kısmından bir el silah sesi duyulmuştur. Sesin geldiği yere gidilmesi üzerine başvurucunun oğlu A.A.nın göğüs bölgesinden giren ve sırt bölgesinden çıkan bir mermiyle vurulmuş olduğu görülmüştür. Yapılan kontrolde nefes aldığı anlaşılan A.A. helikopterle Şırnak Asker Hastanesine götürülmüş ancak kurtarılamayarak aynı gün yaşamını yitirmiştir. Uludere İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri saat 30 sıralarında olayı Uludere Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiştir. Bunun üzerine Uludere Cumhuriyet savcısı Olay Yeri İnceleme ekibi ile birlikte saat 00 sıralarında helikopterle Altıntepe üs bölgesine gitmiştir. Cumhuriyet savcısının da katılımıyla olay yeri incelemesi gerçekleştirilmiş, olay yerinin krokisi çizilmiş ve fotoğrafları çekilmiştir. Olay yeri incelemesi sonucunda hazırlanan raporda özetle olayın yemek yapımında kullanılan malzemeleri saklamak amacıyla kullanılan kilerde gerçekleştiği, kiler ile mutfağın bir duvarla bölünmüş olduğu ve mutfak kısmından açılan bir kapıyla kilere geçmenin mümkün olduğu belirtilmiştir. Olay yeri inceleme raporunda; Şırnak Asker Hastanesine kaldırıldığı için A.A.nın olay yerinde olmadığı, emniyet tertibatı T konumunda olan, 754246 seri numaralı G-3 piyade tüfeğinin kilerin zemininde olduğu, tüfeğin şarjöründe on sekiz fişeğin bulunduğu, bunun yanı sıra silahın atım yatağında da bir adet patlamamış fişeğin olduğu, tüfeğin 30 cm doğu istikametinde bir adet mermi kovanının olduğu ve bunların muhafaza altına alındığı ifade edilmiştir. Raporda, olay yerinde yapılan inceleme ve araştırmada mermi çekirdeğinin bulunamadığı belirtilmiştir. Son olarak tavan üzerinde yeni kırılmış ve dökülmüş bir bölge tespit edildiği ancak bunun mermi izi olduğu konusunda kesin bir kanaate varılamadığı ifade edilmiştir. Uludere Cumhuriyet savcısı tarafından olay yeri incelemesi yapıldığı sırada Şırnak Cumhuriyet savcısı tarafından da Şırnak Asker Hastanesinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü muayene işlemi sonucunda kesin ölüm sebebinin klasik otopsi işlemi yapılarak tespit edilmesinin yerinde olacağı değerlendirilmiştir. Ölü muayene işlemi sırasında ayrıca Cumhuriyet savcısının talimatı ile A.A.nın el ve yüz svapları ile parmak izleri alınmıştır. Yine Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda A.A.nın atleti ile kamuflajı muhafaza altına alınmıştır. Kesin ölüm sebebinin klasik otopsi işlemi yapılarak tespit edilmesinin yerinde olacağının değerlendirilmesi üzerine kesin ölüm sebebinin tespiti için klasik otopsi işlemi yapılmasına karar verilmiştir. Klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan 9/8/2013 tarihli raporun ilgili kısımları şöyledir:"(...)1-Meme başı hizasında sol parasternal bölge 2-3'üncü interkostal aralık hizasında 1x1,5 cm. genişliğinde atipik etrafında barut ve is artıkları bulunan ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası,2- Sol skapulanın 1 cm. altında 1x0,5 cm. ebadında yara dudakları düzgün ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarası tespit edildi. (...)Haricen 1 nolu ile tarif edilen ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliğinden vücuda giren mermi çekirdeğinin iskelet kemik kırıkları ve akciğer harabiyeti meydana getirerek aşağıdan yukarıya, sağdan sola seyirde haricen 2 noda tarif edilen ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarasından vücudu terk ettiği tespit edildi. (...)SONUÇ: (...)1- Kişinin vücudunda 1 adet ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliği tespit edilmiş olup, müstakilen öldürücü nitelikte olduğu,2- Ateşli silah mermi çekirdeğinin elbiseli bölgeye isabet etmesi nedeniyle atış mesafesi isteniyorsa kişinin olay anında üzerinde bulunan kıyafetlerinin fizik incelemesinin yapılması gerektiği,3- Otopsi sırasında cesedin vücudundan ateşli silah mermi çekirdeği elde edilmediği,4- Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iskelet kemik kırıkları, iç organ harabiyeti ve iç kanama nedeniyle meydana geldiği kanaatindeyiz.” Olay yeri incelemesi sonrasında Uludere Cumhuriyet savcısı tarafından bazı tanıkların ifadesi alınmıştır. Cumhuriyet savcısı, bu kapsamda A.A.yı vurulmuş vaziyette ilk gören Y.G.nin ifadesini almıştır. Y.G. 9/8/2013 tarihli ifadesinde özetle 29/7/2013 tarihinde Uludere'deki birliğine katıldığını, dört gün önce de Altıntepe üs bölgesine dağıtımının yapıldığını, A.A. ile yaklaşık on gün önce tanıştığını belirtmiştir. Y.G. ifadesinin devamında aşçı olduğu için saat 00 sıralarında yemekhaneye geldiğini, bulaşıkçı olan A.A.nın da saat 10 sıralarında yemekhaneye geldiğini, saat 10'dan olayın olduğu ana kadar her şeyin normal olduğunu, olay anında kendisinin mutfakta yemek pişirdiğini, A.A. ile diğer bazı askerlerin ise kilere yemek malzemelerini taşımakla meşgul olduğunu, bu sırada bir el silah sesi duyduğunu, bunun üzerine hemen yan tarafta bulunan kilerin kapısını açtığını ve A.A.yı sırt üstü yatar vaziyette gördüğünü belirtmiştir. Y.G. son olarak A.A.yı o şekilde görür görmez hemen bağırarak diğer arkadaşlarına haber verdiğini, diğer arkadaşlarının ise olayı Uzman Çavuş ye bildirdiğini, bunun üzerine nin olay yerine gelerek kilere girdiğini, kendisinin kilere girmediğini ifade etmiştir. A.A.yı vurulmuş vaziyette yerde gören Y.G.nin bağırması üzerine olay yerine giden ilk erlerden biri olan G.K. ifadesinde özetle olay anında nöbet yerinde iken silah sesine benzer bir ses duyması üzerine hemen sesin geldiği tarafa gittiğini, olay yerine vardığında A.A.nın yerde yattığını, yanında ise adını bilmediği bir arkadaşının olduğunu gördüğünü belirtmiştir. G.K. daha sonra olayı hemen komutanlarına haber verdiklerini belirtmiştir. Olayın kendisine bildirilmesi üzerine olay yerine giden Uzman Çavuş 9/8/2013 tarihli ifadesinde özetle olay günü idari işlerle uğraştığı sırada askerlerin söz konusu olaydan bahsetmesi üzerine koşarak olayın gerçekleştiği yere gittiğini, yemekhanenin kiler bölümüne ulaştığında A.A.yı yerde sırtüstü yatar vaziyette gördüğünü, bu sırada A.A.nın ayaklarının titremekte olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine hemen üzerindeki fanilayı çıkararak mermi giriş deliği olan göğüs bölgesine tampon yaptığını, bu sırada olayın diğer komutanlara da bildirildiğini ve bölgeye helikopter gelmesinin sağlandığını, helikopterin gelmesiyle A.A.yı helikoptere bindirerek Şırnak Asker Hastanesine gönderdiklerini belirtmiştir. ifadesinin devamında olay anında yemekhanede olmadığı için olaya şahit olmadığını, A.A.nın üs bölgesine dört gün önce geldiğini, dosyasında herhangi bir sıkıntısı olduğuna dair kayıt olmadığı gibi kendisinin de herhangi bir sorununun bulunduğundan bahsetmediğini, A.A.nın gönüllü olması üzerine yemekhanede görevlendirildiğini ancak olay günü askerî birlikte karşılaştıklarında yemekhaneden çıkmak istediğini belirttiğini, kendisinin de "Daha yeni başladın, ne oldu?" dediğini, A.A.nın "Bir şey yok, çıkmak istiyorum." dediğini, bunun üzerine kendisinin de "Tamam, birlik komutanına iletirim, daha sonra bir karar veririz." dediğini, daha sonra A.A.nın yemekhaneye doğru yoluna devam ettiğini belirtmiştir. İfadesinde son olarak A.A.yı helikopter pistine götürdükleri sırada A.A.nın "Melike" gibi bir isim söylediğini, bu kişinin kız arkadaşı olabileceğini düşündüğünü, olaydan sonra A.A.nın arkadaşlarıyla konuştuğunda A.A.nın babasının piyasaya borcunun olduğunu, ağabeyinin hapiste olduğunu, annesinin ise şeker hastası olduğunu öğrendiğini ifade etmiştir. Soruşturma kapsamında ifadeleri alınan diğer askerler genel olarak A.A.nın neşeli birisi olduğunu, kimseyle husumetinin bulunmadığını, intihar ettiğine inanamadıklarını belirtmişlerdir. Olaydan sonra gerçekleştirilen ilk soruşturma işlemlerinden sonra Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı ile Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı görevsizlik kararları vermiştir. Soruşturmaya Hava Kuvvetleri Komutanlığı Komutan Yardımcılığı ve Birleştirilmiş Hava Harekât Merkezleri Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) devam etmiştir. Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan A.ya ait 754246 seri numaralı G-3 marka piyade tüfeği, bir adet şarjör ve bir adet mermi kovanı gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğine gönderilmiştir. Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğince hazırlanan uzmanlık raporunda, 754246 seri numaralı tüfeğin ateş etmesine mani mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı ve incelenmek için gönderilen bir adet mermi kovanının 754246 seri numaralı tüfek ile atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır. Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğince yapılan parmak izi incelemesinde ise silah ve şarjör üzerinde herhangi bir iz olmadığı tespitinde bulunulmuştur. Başvurucunun oğlu A.A.nın el ve yüz bölgesinden atış artığı transfer kitiyle alınan svaplar üzerinde Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından hazırlanan 11/9/2013 tarihli uzmanlık raporuna göre A.A.dan alınan tüm svaplarda atış artığı tespit edilmiştir. Uzmanlık raporunda ayrıca kamuflajın ön kısmında bulunan mermi deliğinde atış artıklarının bulunduğu, atış artıklarının dağılımı ve yoğunluğu dikkate alındığında atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğunun değerlendirildiği belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında A.A.nın telefon kayıtları incelenmiş ancak şüpheli bir durum tespit edilememiştir. Soruşturma kapsamında A.A.nın anne (başvurucu) ve babası ile bazı akrabaları da dinlenmiştir. Başvurucu 6/11/2013 tarihli ifadesinde özetle oğlunun herhangi bir probleminin olmadığını, onunla ortalama iki günde bir telefonla görüştüğünü, oğlunun gerek askerlik gerekse başka bir konu ile ilgili herhangi bir yakınmasının olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca oğlunun ciddi olarak görüştüğü bir kız arkadaşının olmadığını, Melike isminde bir kız arkadaşının da olmadığını belirtmiştir. A.A.nın babası ile diğer akrabaları da genel olarak başvurucunun beyanına benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek A.A.nın ölümünde herhangi bir kişiye atf-ı kabil kusur ve ihmal bulunmadığı, ölümün intihar sonucu meydana geldiği kanaatine varmış; 17/4/2015 tarihli karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık bu kararında A.A.ya ait tüm svaplarda atış artığı bulunmasına, olayda kullanılan silahın A.A. üzerine zimmetli olmasına, A.A.nın askerî birlik içinde kimseyle husumetinin bulunmamasına, A.A.nın tehdit edildiğine yahut baskı gördüğüne ilişkin bir bilginin tespit edilememiş olmasına özellikle vurgu yaparak A.A.nın kendi isteği ve iradesiyle ani şekilde gelişen bir kararla hayatına son verdiği kanaatine varmıştır. Başvurucu, oğlunun intihar ettiğine inanmadığını belirterek anılan karara itiraz etmiştir. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) 31/7/2015 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar 25/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15790 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir I | 0 |
Başvuru, bir mahpusun infaz koruma memurlarınca darbedilmesi ve bu olay bakımından etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hâkim olarak görev yapmakta iken 16/7/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuklanmış ve Kocaeli 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Kurum) alınmıştır. Başvuru formuna göre 18/8/2016 tarihinde başvurucu, avukat görüşü sonrası infaz koruma memurlarının şiddet ve iftirasına maruz kalmıştır. Arama yapıldıktan sonra itelenen başvurucunun kolları tutularak sıkılmış, sonrasında başvurucu beton zemine atılmıştır. Eylemler sebebiyle başvurucunun kollarında, omzunda ve dizlerinde ekimozlar oluşmuştur. Darp sonrasında başvurucu, Kurum hekimine götürülmeyip boş bir odaya kapatılmış, beş saat boyunca başvurucuya ilacı verilmemiş, başvurucu getirilen yemeği kaşık ve çatal verilmediği için yiyememiştir. Olaydan altı saat sonra Kurum hekimine götürülen başvurucunun sağlık raporuna darp iddiasıyla ilgili bir not yazılmamıştır. İnfaz koruma memurları tarafından başvurucu hakkında suç uydurularak infaz koruma memurlarını darbettiğine ilişkin gerçek dışı tutanak tutulmuş, Ö. isimli infaz koruma memuru tarafından darbedildiğine ilişkin olarak olaydan dokuz saat sonra Kurum dışından hileli yollarla sağlık raporu alınmıştır. Kurum tarafından düzenlenen 18/8/2016 tarihli tutanakta özet olarak başvurucunun 18/8/2016 günü saat 30'da avukat Ç. ile görüşmeye başladığı anda görevli memurlara “CMK'ya göre siz burada bizi dinleyemezsiniz çıkın gidin buradan.” diyerek avukat görüşme yerinin kapısını kapatmaya ve görevli memurların görevini yapmasına engel olmaya çalıştığı, yapılan uyarılardan sonra olağan avukat görüşünün devam ettiği, görüşten sonra başvurucunun üst aramasına itiraz ettiği, görevli memurlara rencide ve tahrik edici sözler söylediği, .. sicil numaralı infaz koruma memurunun göğsüne eliyle sertçe vurduğu, ardından görevlilerin müdahalesinden kurtulmak için görevlileri tekmeyle ve tırnaklayarak yaralamaya çalıştığı, yeteri kadar kuvvet uygulanarak müşahede odasına alındığı, burada agresif hâl ve hareketlerini sürdürerek “Hepinizin Allah belasını versin!” diye bağırdığı ifade edilmiştir. Kurum Hekimliğinin 18/8/2016 tarihli adli muayene raporunda;başvurucunun "görüş dönüşünde görevlilerden biriyle sözlü sonra fiziki tartışma olduğu" biçimindeki şikâyeti rapora yazılarak fizik muayene bulgularının “sağ dirsek ön iç kısımda 3x0,2 cm uyluğunda yüzeysel sıyrık, her iki kolda ve boyunda ağrı olduğu ancak harici bulgu bulunmadığı, sağ omuz üstünde 2x2 hiperemik alan mevcut” şeklinde olduğu tespit edilmiştir. İzmit Seka Devlet Hastanesinin 18/8/2016 tarihli adli raporu ile Ö.Ş.nin darp ve cebir şikâyeti belirtilerek fizik muayene bulgularının “sol el bileği iç lateral bölgede 0,5 cm sıyrık, sağ el bileği iç lateral bölgede 3x0,5 cm yüzeysel sıyrık, sol meme ... 3x2 cm ekimoz” biçiminde olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca raporun durum bildirir geçici hekim raporu niteliğinde olduğu ve kati raporun adli hekim tarafından verileceği belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Kurum tarafından başvuruya konu olaylar sebebiyle 29/8/2016 tarihinde 11 gün süre ile hücreye koyma cezası uygulanmasına karar verilmiştir. Disiplin Kurulu Başkanlığınca kararda özet olarak Olay Tutanağı, savunma, kamera görüntüleri ve sağlık raporlarının değerlendirilmesi neticesinde başvurucunun infaz koruma memurunun önce göğüs bölgesine sert bir şekilde vurduğu, ardından tekmeleme ve tırnaklama suretiyle onu yaraladığı ifade edilerek başvurucunun cezalandırıldığı açıklanmıştır. Kararda; kamera görüntülerinde başvurucunun görevli memura agresif ve sert bir şekilde uzakta durmasını söylediği, “Yasaya aykırı, siz burada bizi dinleyemezsiniz.” diyerek kapıyı sert bir şekilde kapatmaya çalıştığı, “Tutanağımı tut!” dediği, kendinde olmadığını beyan ettiği, sağlık raporunda başvurucunun ve görevli infaz memurunun yaralanmasının olduğunun belirtildiği ifade edilmiştir. Başvurucu; gıyabında tutulan tutanak ile olayın tek ve asıl suçlusu olarak gösterildiğini, olayın tüm ayrıntılarının kamera kayıtlarından tespitinin mümkün olduğunu belirterek disiplin cezası uygulanması kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Kocaeli İnfaz Hâkimliğince 13/12/2016 tarihinde disiplin cezasının iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özetle kamera kayıtları incelendiğinde başvurucu ile görevliler arasında avukat görüş mahallinin önünde bir konuşma yaşandığı, bu sırada görevlilerin ani bir şekilde olaya müdahale ederek başvurucuyu yere yatırdıkları ve kontrol altına aldıkları, başvurucunun görevlilere vurduğuna ya da tekme attığına dair görüntü tespit edilemediği belirtilmiştir. Başvurucu, başvuruya konu olaya ilişkin olarak kötü muamelede bulunan infaz koruma memurlarının tespit edilerek cezalandırılması talebiyle 19/8/2016 tarihinde Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu, ihbar dilekçesinde özetle 18/8/2016 günü avukat görüşmesi sonrası yapılan üst aramasında infaz koruma memurunun çıkarmasını söylediği ayakkabısını daha sonra ters çevirmesini istemesi üzerine “Sen ara.” dediğini, kendisini iteleyerek kenara geçmesini istediğini, neden itelediğini sorunca yanındaki iki görevliyle birlikte kolunu çevirmeye başladıklarını, infaz koruma başmemuru ve yanındaki beş altı infaz koruma memurunun üzerine çullandığını, nefessiz kalınca “İmdat işkence var!” diye bağırdığını, kollarını ve boynunu sertçe kıvırarak kendisini boş bir koğuşa aldıklarını, doktora gitmek istediğini söylediği hâlde olaydan beş altı saat sonra doktora götürüldüğünü, kolundaki sıyrıkları gösterdiğini, üzerindeki giysileri çıkarmadan doktorun muayene etmesi sebebiyle ekimozları sonradan aynaya baktığında fark ettiğini, koğuşta tek başına kaldığı sırada sabah kullandığı ilacının öğle üzeri verildiğini ancak su verilmediği için ilacını vaktinde alamadığını, gelen öğle yemeğini temiz tabak kaşık ve temizlik malzemesi bulunmadığı için yiyemediğini belirtmiştir. Kurum Müdürü, aynı olaya ilişkin olarak başvurucu hakkında adli işlem başlatılması talebiyle 22/8/2016 tarihinde suç ihbarında bulunmuştur. Dilekçede 18/8/2016 tarihli tutanak (bkz. § 12) içeriği aktarılarak olayla ilgili adli işlem yapılması talep edilmiştir. Başvurucu; başvuru konusu olaya ilişkin olarak 25/11/2016 tarihinde infaz koruma memuru Ö.Ş. ile .., .., .. sicil numaralı infaz koruma memurları ve infaz koruma memuru Ö.Ş.nin yaralanmasına ilişkin adli rapor tanzim eden Seka Devlet Hastanesinde görevli hekim Ç. hakkında iftira, resmî belgede sahtecilik ve suç uydurma suçlarından ceza soruşturması başlatılması için ihbarda bulunmuştur. Yine aynı olaya ilişkin olarak başvurucu 29/12/2016 tarihinde İnfaz Koruma Başmemuru S. hakkında tehdit ve görevi kötüye kullanma suçlarından ceza soruşturması başlatılması için şikâyette bulunmuştur. Başsavcılık tarafından başvuruya konu olaya ilişkin soruşturmaların birleştirilmesine karar verilmiştir. Birleştirme işlemi sonrasında soruşturma kapsamında olay yeri inceleme uzmanı polis memuru bilirkişiden alınan 11/7/2017 havale tarihli bilirkişi raporunda (6) numaralı kameranın kaydettiği görüntülerde“kamera saatine göre 08:48:47'de, kamera açısına göre koridor sonu sol taraftaki bir kapıdan kıyafetinden infaz koruma memuru olduğu anlaşılan bir görevlinin koridora çıktığı ve yönünü kapıya doğru döndüğü, aynı kapıdan sivil giyimli bir şahsın çıktığı, görevli memurun sivil şahsı el ile üst aramasını yaptığı esnada koridorun sağ tarafındaki açık olan kapıdan çıkan bir görevlinin yanlarına geldiği, sivil şahsın daha sonra ayakkabısını giyerek üç görevli memur ile birlikte yürüyerek koridor sonuna doğru yürüyerek gittiği, koridor sonuna yakın saat 08:49:22'de sivil şahıs ile görevli memurların koridorda durarak konuşmaya başladıkları, konuşma esnasında görevli memurların sivil şahsın her iki koluna girmeye çalıştığı esnada şahıs ile görevliler arasında küçük çaplı bir arbede yaşandığı, görevli memurların şahsı koridora yüzüstü yatırmak suretiyle etkisiz hale getirdikleri, ellerini arkada birleştirip şahsı ayağa kaldırarak koridor sonuna doğru yürüyerek götürdükleri, kamera saatine göre 08:50:40 itibarı ile kaydın son bulduğu” ve “izlenilen altı adet görüntü dosyasında görevli memurların veyahut üçüncü bir şahsın görüntülerdeki sivil şahıs olarak tarif edilen şahsa veyahut başka bir şahsa herhangi bir vurma, çarpa, dövme vb darp konusu olduğunu gösterir herhangi bir görüntüye rastlanılmadığı” tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından alınan 28/12/2018 havale tarihli ek bilirkişi raporunda (6) numaralı kameranın kaydettiği görüntülere göre “08:49:22'de sivil şahıs ile görevli memurların koridorda durarak konuşmaya başladıkları, konuşma esnasında görevli memurların sivil şahsın her iki koluna girmeye çalıştığı, sivil şahıs görevli personellerden birini göğüs bölgesine eli ile iteklemesi neticesinde görevli personelin geriye doğru sendelediği, bunun üzerine diğer görevlilerinde şahsın etrafını çevirmek suretiyle hareketlerini kontrol altına almaya çalıştığı, sivil şahsın saldırgan tutumundan kaynaklı hareketlerinin devam etmesi üzerine görevli memurların şahsı koridora yüz üstü yatırmak suretiyle etkisiz hale getirdikleri, sivil şahsın ellerini arkada birleştirip ayağa kaldırarak koridor sonuna doğru yürüyerek götürdükleri, kamera saatine göre 08:50:40 itibarı ile kaydın son bulduğu” tespit edilmiştir. Başvurucu 24/11/2016 tarihinde Başsavcılık tarafından alınan ifadesinde özet olarak olay günü avukatı ile görüş esnasında kamera kaydının da yapıldığı ortamda yanlarına infaz koruma memurunun oturduğunu, infaz koruma memuruna uzakta durmasını söylediğini ve sinirlenerek dinlememesi için kapıyı hafifçe ittiğini, bu tavrına sinirlendiklerini, bu şekilde görüşmeye razı olduğunu, görüşmeden sonra yanlarında bulunan infaz koruma memurunun agresif şekilde kendisini aramaya çalıştığını, ayakkabısını çıkarıp ters çevirmesini söylediğini, ayakkabısını çıkarıp memura “Kontrol et!” dediğini, memurun sinirlenerek “İleri geç!” dediğini, kendisini iteklemesi üzerine bunu yapmaması gerektiğini söylediğini, bunun üzerine infaz koruma memurlarının kollarından sıkıca tutmaya ve sıkmaya başladıklarını, başmemurdan talimat alarak kendisini yere yatırdıklarını, kafa, kol ve vücuduna ayakları ve dizleriyle bastırdıklarını, kollarını ters çevirip çok sert şekilde kıvırdıklarını belirtmiştir. Başvurucu, “İşkence var!” diye bağırmaya başladığını, kendisini kaldırıp kolları arkadan kıvrılmış biçimde götürerek boş bir koğuşa aldıklarını, doktora götürülmesini istediği hâlde altı saat sonra götürdüklerini, doktorun yanında dört tane infaz koruma memuru olması sebebiyle işkenceye ilişkin beyanlarının tutanağa geçirilmediğini, doktorun üstünü çıkartmadan muayene ettiğini, kollarındaki sıyrık ve morarmaları söylediğini ve söylediklerin infaz koruma memurlarından birinin yazdığını, banyo yaparken vücudundaki morlukları gördüğünü, ertesi gün boynunun ağrıması üzerine doktorun boyun fıtığından şüphelenerek kendisine bir beyin cerrahına acilen gitmesini söylediğini, üç ay sonra sevkinin yapıldığını ifade etmiştir. Soruşturma kapsamında infaz koruma memuru Ö.Ş. Başsavcılık tarafından 27/10/2016 tarihinde müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde özet olarak olay günü Kurumda infaz koruma memuru arkadaşı O.K. ile birlikte başvurucu ile avukatı arasındaki konuşmaları dinlemek üzere onların yanında bulunan sandalyelere oturduğunu, başvurucunun “CMK'ya göre burada duramazsınız.” diyerek demir kapıyı oturduğu sandalyeye çarptığını, avukatın başvurucuyu yatıştırdığını, görüşmeden sonra üst araması yaptıklarını, ayakkabılarının aranacağı sırada başvurucunun ayakkabısını çıkarıp kendisine fırlattığını, tedirgin olduğu için eğilip ayakkabının içine bakmadığını, ayakkabıya yukarıdan bakarak giyebileceğini söylediğini, gideceği sırada beklemesini, dedektör ile arama yapacağını söylediğini ve“bir saniye” diyerek omzuna dokunduğunu, o arada başvurucunun “Sen beni arayamazsın!” diyerek avucunun içi ile göğsüne sert bir şekilde vurduğunu belirtmiştir. Ayrıca, infaz koruma memuru O.nun başvurucunun koluna girdiğini, başvurucunun bu defa kolunu bilek kısmından sıkı bir şekilde tekrar tutarak kanattığını ve tekme attığını, sesler üzerine Başmemur S.K.nın geldiğini, başvurucuyu normal kuvvet kullanarak etkisiz hâle getirdiklerini, başvurucunun yürürken “İşkence var!” diye bağırmaya başladığını, ağzını kapatarak müşahedeye götürdüklerini, “Hepinizin Allah belasını versin!” diye bağırdığını ifade etmiştir. Başsavcılık tarafından 12/11/2018 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde Ö.Ş. özet olarak başvurucunun ittirmesi ve fiziki müdahalede bulunması nedeniyle orantılı ve kademeli olarak sınırı aşmadan başvurucuya karşı zor kullandığını, başvurucunun sözleri ve davranışlarıyla tahrik edici bir üslup takındığını, buna rağmen yetki aşımı ile sonuçlanan herhangi bir eylem gerçekleştirmediğini, olay sebebiyle yaralandığı için önce Kurumda, sonra Kurum dışında muayene olarak rapor aldığını, olaydan birkaç gün sonra başvurucunun helallik istediğini belirtmiştir. Soruşturma kapsamında infaz koruma memuru O.K. Başsavcılık tarafından 27/10/2016 tarihinde müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde özet olarak olay günü Kurumda infaz koruma memuru arkadaşı Ö.Ş. ile birlikte başvurucu ve avukatı arasındaki konuşmaları dinlemek üzere hazır bulundukları sırada başvurucunun “Burada duramazsınız!” diyerek demir kapıyı Ö.Ş.nin oturduğu sandalyeye çarptığını, başmemura haber verdiğini, başvurucu sakinleşince görüşün devam ettiğini, görüşten sonra arama sırasında başvurucunun Ö.Ş.nin göğsüne sert bir şekilde vurduğunu ve onu kolundan tuttuğunu, başvurucuyu kollarından tutarak etkisiz hâle getirmeye çalıştıklarını, bu sırada Ö.ye iki tane, başmemura bir tane tekme salladığını, başvurucuyu yere yatırdıklarını ve müşahedeye götürdüklerini, başvurucunun “Hepinizin Allah belasını versin!” diye bağırdığını ifade etmiştir. Soruşturma kapsamında İnfaz Koruma Başmemuru S.K. Başsavcılık tarafından 27/10/2016 tarihinde tanık sıfatıyla alınan ifadesinde özet olarak olay günü kurul toplantısında olduğunu, başvurucunun kamera kaydı ve memur refakatine karşı çıktığının bildirilmesi üzerine avukat görüşme odasına geldiğini, durumu avukat ile birlikte izah edince görüşmenin devam ettiğini, toplantıya döndüğünü, tekrar görüşme yerine doğru gittiğinde başvurucunun üst aramasına itiraz ettiğini, ayakkabısını fırlatarak Ö.Ş.ye yumruk ve tekme attığını, Ö.Ş.nin kolunu tırnakladığını, kollarını arkasına alarak müşahede odasına götürülen başvurucunun burada “Hepinizin Allah belasını versin!” diye bağırdığını ifade etmiştir. Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğünün 19/12/2016 tarihli raporunda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğünün 6/9/2017 tarihli raporunda Ö.Ş.nin yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından 6/2/2019 tarihinde başvurucu hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan; infaz koruma memurları Ö.Ş., O.K. ve S.K. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama, işkence, iftira, resmî belgede sahtecilik suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. İnfaz koruma memuru Ö.Ş.nin yaralanmasına ilişkin adli rapor tanzim eden hekim Ç. hakkında ise işleme konmama kararı verilmiştir. Aynı soruşturma kapsamında 12/2/2019 tarihinde tanzim olunan iddianame ile başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme suçundan cezalandırılması istemi ile Kandıra Asliye Ceza Mahkemesinde başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgili kısmı şöyledir: “...olayda dosyaya alınan görev belgelerine göre infaz ve koruma personeli oldukları anlaşılan müşteki şüpheliler [S.K.], [Ö.Ş.] ve [O.K.nın] zor kullanma yetkilerini kullanma koşullarının oluşup oluşmadığının, oluşmuş ise gerekenden fazla kuvvet kullanıp kullanmadıklarının, dolayısıyla üzerlerine atılı zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçunun unsurları itibariyle oluşup oluşmadığının irdelenmesi gerekmektedir: 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçunun oluşabilmesi için her şeyden önce failin zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisi olması, zor kullanma yetkisinin kullanılmasını gerektirecek bir nedenin bulunması, kullanılan zorun kamu görevlisinin görevi sırasında ve görevinin gereği olması, görevin gerektirdiği ölçünün dışında zor kullanılması ve bu zor kullanımının kasta dayanması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Zor kullanma, kişilerin kendilerine düşen belirli bir yükümlülüğün gereklerine uygun davranmamaları halinde, bu yükümlülüğün gereklerine uygun davranmalarını sağlamak amacıyla güç kullanılmasıdır. Ancak zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinde, direnen kimseye zarar verme, onu ızdıraba, acıya sevk etme gibi bir kast bulunmamalıdır. Zor kullanandaki kast, sadece zor kullanmaya neden olan fiilleri orantılı bir şekilde etkisiz hale getirme amacına yönelik olmalıdır. Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, kanun ve diğer mevzuatın tayin ettiği hallerde görevin yerine getirilmesinin gerektirdiği ölçü ve oranda kişilere karşı zor kullanması hukuka uygunluk nedenini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, kamu görevlisinin görevinin gerektirdiği ölçüde kullandığı zor nedeniyle bir kişi yaralanmış olsa dahi, eylem hukuka uygun sayılacağı için suç teşkil etmeyecektir. Konuya ilişkin yukarıda yazılı bulunan düzenlemeler, açıklanan hususlar ve soruşturma dosyasında yer alan tüm bilgi belgeler ile hassaten yukarıda zikredilen bilirkişi tespit tutanağı ile hekim raporları içeriği birlikte değerlendirildiğinde, müşteki şüpheliler [S.K.], [Ö.Ş.] ve [O.K.ya] atılı zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçu bakımından; adı geçenlerin 5237 sayılı TCK’nun 24/1- maddesinde düzenlenen kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilen, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan emri icra ettikleri ve bu icra sırasında aşırılığa kaçmadıkları, görevlerini yaptıkları esnada kamu görevinin gerektirdiği ölçüde kuvvet kullandıkları, bu anlamda zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aştıklarının düşünülemeyeceği, dolayısıyla TCK'nun 256/1 delaleti ile TCK'nun 86/2 ve 86/3-d maddesinde düzenlenen suçun unsurları itibariyle oluşmadığı ve dosya içerisindeki hekim raporlarına göre basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte yaralandığı anlaşılan müşteki şüpheli Kemal Karanfil'de meydana gelen yaralanmanın şüphelilerin kanun tarafından verilen zor kullanma yetkisini yukarıda izah edilen çerçeve içerisinde kullandıkları sırada gerçekleştiğinin kabulü gerektiği ve adı geçenin yaralanmasının mahiyeti göz önüne alındığında zor kullanma yetkisinin kullanılması sırasında herhangi bir sınır aşımı ve orantısızlık bulunmadığı, açıklanan nedenlerle ve müşteki şüpheli Kemal Karanfil'in olay sırasındaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurulduğunda olayda hukuka uygunluk sebebinin bulunduğu, dolayısıyla müşteki şüpheliler [S.K.], [Ö.Ş.] ve [O.K.] tarafından tanzim olunan olay tutanağının maddi gerçek ile uyumlu olduğu ve bu nedenle adı geçenlere atılı iftira ve resmi belgede sahtecilik suçlarının unsurları itibariyle oluşmadığı, müşteki şüpheliler [S.K.], [Ö.Ş.] ve [O.K.nın] eylemlerinin yukarıda izah edildiği üzere zor kullanma yetkisinin kullanılması kapsamında gerçekleştirilen hukuka uygun eylemler olduğunun kabul edilmesi karşısında adı geçenlere atılı işkence suçunun oluştuğundan da söz edilemeyeceği, kaldı ki müstekar Yargıtay içtihatlarına göre işkence suçunun oluştuğundan söz edebilmek için işkence suçunun hareket unsuru olarak gösterilen eylemlerin sistematik ve belli bir süreç içinde işlenmesi gerektiği, vaki olayın ise her şeyden önce belirtilen koşulları taşımadığı, yine müşteki şüpheli Kemal Karanfil'in diğer müşteki şüphelilere yönelik olarak söylediği iddia edilen “Allah belanı versin” şeklindeki beddua niteliğinde olan sözlerin, muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı,son olarak müşteki şüpheli Kemal Karanfil'in şikayet edilen [Ç.] hakkındaki iddialarının 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesinin fıkrasında yer alan koşulları taşımadığı, müştekinin iddialarının suç işlendiği varsayımından ibaret olduğu, ayrıca iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanmadığı anlaşılmak ve değerlendirilmiş olmakla...” Başvurucu; ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapmış olduğu itirazında şüphelilerin beyanlarının gerçeğe aykırı olduğunun kamera görüntüleri ile ispatlandığını, eksik inceleme ile karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucunun ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına itirazını inceleyen Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince 14/3/2019 tarihinde dört şüpheli hakkında verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar yapılan itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde “dosya içeriği itibari ile şikâyetçi vekilinin itiraz dilekçesinde soruşturmadaki iddialarını tekrar ettiği ancak kamu davasının açılmasının gerektirebilecek olaylar ve delilleri birlikte gösteremediği, buna dayalı olarak ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın da usul ve yasaya uygun bulunduğu” ifade edilmiştir. Karar başvurucu vekiline 1/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan Kandıra Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında yapılan yargılama neticesinde 19/12/2019 tarihinde başvurucunun 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde her ne kadar sanık savunmasında, iddianame ile üzerine atılı görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediğini inkar etse de katılan anlatımlarını doğrulayan tanık beyanlarına dikkat edildiğinde, infaz koruma memuru olan katılanın eline aldığı dedektör ile sanığın üzerini aramak amacıyla sanığa yöneldiğinde, sanığın eliyle müştekinin göğüs bölgesine sert bir şekilde vurmak suretiyle görevini yapmasına engel olduğu sabit olmuştur.Sanık savunmasında, hakkında olay nedeniyle cezaevi idaresi tarafından kendisine yönelik olarak uygulanan disiplin kararının olaya ilişkin kamera görüntülerinin net olmadığı nedeniyle Kocaeli İnfaz Hakimliğinin 2016/4200 Esas 2016/5746 Karar ve 13/12/2016 tarihli kararı ile kaldırıldığını beyan etmiş olsa da kararın incelenmesinde Hakimliğin gerekçesinin sanığın görevli memurlara vurduğuna veya tekme attığına dair herhangi bir görüntü tespit edilemediğine dayandığı anlaşılmıştır. İnfaz Hakimliklerince verilen kararlar iddianameye konu suçun işlenip işlenmediğine yönelik ve işin esasına ilişkin olmayıp suçun gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda olaya ilişkin tüm deliller ayrıntılı olarak değerlendirilip incelenmediğinden maddi ceza hukuku anlamında kesin hüküm teşkil etmediğinden sanığın bu yöndeki savunmasına mahkememizce itibar edilmemiştir.Mahkememizce olaya ilişkin kamera görüntülerini içerir CD hakkında bilirkişi raporu tanzim ettirilmiş, düzenlenen raporda her ne kadar olayın oluş şeklini gösteren ayrıntılı görüntülere rastlanılmamış ise de sanığın İKM'lere yönelik olarak direnç gösterdiği şeklindeki belirlemenin dinlenen tanık anlatımları ile uyumlu olduğu anlaşıldığından TCK'nın maddesinde 'görevi yaptırmamak için direnme' başlığıyla 'seçimlik hareketli' ve 'amaçlı bir fiil' olarak düzenlenen ve görevin yapılmasını önleme maksadıyla kamu görevlisine karşı gelinmesi eylemleri cezalandırılan suç tipinde; hareketin 'cebir veya tehdit' şeklindeki icrai davranışlarla işlenebileceğinin öngörüldüğü göz önüne alındığında; sanığın iddianame kapsamında, üzerinin aranmasını engellemeye yönelik olarak katılanın göğüs bölgesine vurduğunun tanık anlatımları, doktor raporu ve tüm dosya kapsamı ile sabit olduğundan üzerine atılı suçu işlediğine yönelik mahkememizde tam bir vicdani kanı oluşmakla eylemine uyan ve TCK'nın 265/1 maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği sabit olduğundan cezalandırılmasına karar verilmiş, cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkileri lehine takdiri indirim nedeni sayılarak TCK'nın maddesine göre cezasında indirim yapılmış, CMK'nın 231/5-6 maddelerinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair hükümlerin hakkında uygulanmasını talep etmediğinden sanık hakkında CMK’nın 231/5-6 maddesi uygulanmamış ardından sanık hakkında hükmedilen kısa süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilerek mahkememizce aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ” Başvurucunun mahkûmiyet hükmüne yaptığı itiraz Sakarya Bölge Adliye Mahkemesince “kararda usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu” gerekçesiyle 2/11/2020 tarihinde esastan kesin olarak reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 - 5328 S.K./mad) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Madde 3 - İşkence yasağıHiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30; Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM aynı prensibin özgürlüğünden yoksun olan ve ceza infaz kurumu yönetiminin kontrol ve sorumluluğunda bulunan ceza infaz kurumunda tutulan kişiler için de uygulanacağını belirtmektedir. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16064 | Başvuru, bir mahpusun infaz koruma memurlarınca darbedilmesi ve bu olay bakımından etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tanığın duruşmada sorgulanmaması, soyut iddialara ve istihbari rapora dayalı olarak delillerin hatalı değerlendirilip mahkûmiyet kararı verilmesi ve mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 23/1/2015 ve 29/1/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvurucu Ulaş Bayraktaroğlu yönünden görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Ulaş Bayraktaroğlu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2015/1797 numaralı bireysel başvuru dosyasının hukuki bağlantı nedeniyle 2015/1521 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/1521 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Sırasıyla 1976 ve 1973 doğumlu olan başvurucular olayların geçtiği tarihte İstanbul'da ikamet etmektedirler. Devrimci Karargâh örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği düşünülen havan mermileriyle saldırı düzenleme, çeşitli bomba bırakma, silahlı saldırılar sonucu polislerin şehit edilmesi gibi olaylar nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) (Başsavcılık) bilgisiyle Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce koordineli olarak 2008 ile 2011 yılları arasında örgüte yönelik birden çok soruşturma yürütülmüştür. Başvurucular soruşturma kapsamında 21/9/2010 tarihinde gözaltına alınmışlar, 24/9/2010 tarihinde ise tutuklanmışlardır. Soruşturma aşamasında, hakkında PKK/KONGRA-GEL terör örgütü üyeliği suçundan soruşturma yürütülmekte olan N. isimli tanığın beyanına başvurulmuştur. N. isimli tanık 27/10/2009 tarihinde kollukta verdiği beyanında Devrimci Karargâh örgütüne ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Bu açıklamaların yer aldığı 27/10/2009 tarihli Bilgi Alma Tutanağı'nın başvuruculardan Tuncay Yılmaz'la ilgili kısmı şöyledir:"bana gösterilen fotoğraflar içinden Tuncay YILMAZ'ın Devrimci KARARGAH terör örgütü liderlerinden [O.Y.nin] anmasına katıldığını teşhis ettim. Tuncay YILMAZ Çatı Partisinin Koordinatörü olduğunu dolayısıyla Devrimci Karargah terör örgütünün Türkiye Sorumlularından birisi olduğunu bana söylemişti. Devrimci Karargah örgütü içinde faaliyet yürüttüğünü bildiğim Tuncay YILMAZ, yüzbaşı seviyesinde asker kişilerle görüşen kişidir." Soruşturma kapsamında başvurucuların ikamet adreslerinde yapılan aramalarda örgütsel nitelikte olduğu değerlendirilen çok sayıda doküman ve dijital kayıt bulunmuştur. Teknik takip ve izleme neticesinde elde edilen bilgilere dayanılarak başvurucular ile soruşturma dosyasında yer alan diğer şüpheliler arasında örgütsel içerikli görüşmeler yapıldığı iddia edilmiştir. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından başvurucularla birlikte diğer birçok şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, resmî belgede sahtecilik, ruhsatsız ateşli silah ve mermileri satın alma, taşıma ve bulundurma, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, bulundurulması, yargı görevini yapanı etkileme, gizliliği ihlal, kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirme ve yayma, terör örgütü mensuplarına bilerek ve isteyerek yardım etme, terörle mücadelede görev almış kişileri hedef gösterme suçlarından Başsavcılığın 24/1/2011 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanan davada 13/4/2011 tarihli kararla dava dosyasının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2009/213 esasına kayden görülmekte olan ana dava ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuruculardan Tuncay Yılmaz, N. isimli tanığın beyanlarının delil niteliği taşımadığını ileri sürerek aleyhinde beyanda bulunan bu tanığın duruşmada dinlenmesi yönünde birkaç kez talepte bulunmuş; başvurucunun talepleri Mahkemece reddedilmiştir. Başvurucular, yargılama süresince dava dosyasında yer aldığını belirttikleri Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından düzenlenen istihbarat raporunun delil niteliğini haiz olmadığı gerekçesiyle dava dosyasından çıkarılması yönünde talepte bulunmuşlardır. Mahkeme; iddianamede ilgili rapora atıf yapıldığından talebin reddine, söz konusu raporun hukuki delil olarak dikkate alınıp alınmayacağı hususunun ise kararla birlikte değerlendirilmesine karar vermiştir. Mahkeme 19/7/2013 tarihli kararla başvurucuların Devrimci Karargâh örgütünün üyesi olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Kararda ayrıca başvurucu Tuncay Yılmaz hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin başvurucuların örgüt üyeliğinden mahkûmiyetlerine dair ilgili kısımları şöyledir:"...ULAŞ BAYRAKTAROĞLU Devrimci Karargah örgüt üyeliği yönünden:Sanık Ulaş Bayraktaroğlu'nun Sosyalist Demokrasi Partisinin MYK üyesi olduğu, sanığın 03/05/2009 tarihinde çıkan çatışmada öldürülen dervimci karargah örgüt militanı [O.Y.yi] Sultangazi ilçesinde anma gösterisinde okuduğu metinde 'devrimci bir komutan olarak yoldaşın destansı direnişini selamlamak ve ona sahip çıktığımızı, dosta düşmana göstermek için buradayız' diyerek hitapta bulunduğu, devam eden açıklamalarda [O.Y.nin] sadece Devrimci Karargah ve şehit Ongan müfrezesi değil, Türkiye Devrimci Hareketinin ve Kürt Özgürlük Hareketinin ortak şehidi olduğu şeklinde açıklamalarının yapıldığı anlaşılmıştır. Bu eylemin yukarıda da açıkladığımız üzere ayrıca Sosyalist Demokrasi Gazetesinde yapılan haber içeriğinde de anlaşılacağı üzere SDP organizesinde farklı grupların katılımı ile gerçekleştirildiği ve Devrimci Karargah terör örgütünün ve örgüt mensubu [O.Y.nin] sahiplenildiği bir eylem olarak değerlendirilmiştir. Suça konu eylemden 5 gün sonra Ulaş Bayraktaroğlu'nun08/05/2009 tarihinde okunan metnin aynısı Sosyalist Demokrasi Partisinin yayın organı olan 'Devrim Yolunda Sosyalist Demokrasi Gazetesinin' 08/05/2009 tarihli 2009/79 sayısında da aynı gazetenin www.sosyalistdemokrasigazete.net adresindeki bölümde yer aldığı, bu hususlar değerlendirildiğinde sanığın Devrimci Karargah terör örgütü ve militanı [O.Y.] ile örgütsel organik bağının bulunduğu belirlenmiştir.Sanık hakkında yapılan araştırmada 31/05/1995 tarihinde Kadıköy ilçesi, Çifte Havuzlar Vakıflar şubesinin güvenlik görevlisini gaz tabancası ile etkisiz hale getirerek 65 mm tabancasını ve bankaya ait 427 milyon lirayı yağmaladıktan sonra tekne ile Kınalı Adaya kaçmasına müteakip belirtilen yerde polisle girmiş olduğu silahlı çatışma sonrasında yağmaladığı silah ve paralar ile yakalanarak tutuklandığının anlaşıldığı, 18/05/2002 tarihinde Ankara ilinde Kızılay Güvenparkta YÖK yasa tasarısı ile ilgili yapılan izinsiz gösterilere katıldığı ve görevlilere taşlı sopalı saldırılarda bulunarak 17 polisin yaralanmasına neden olan grup içerisinde yer aldığı anlaşılmıştır.Sanığın ikametinde yapılan aramada dijital verilerle birlikte 1 adet Abdullah Öcalan'ın yazmış olduğu bir halkı savunma isimli kitap, 1 adet Kürdistanda demokratik siyasetin rolü üzerine isimli kitap, 1 adet kurtuluş savaşçıları ölümsüzdür isimli kitap 1 adet Kürdistan halk kongresi demokratik kurtuluş belgeleri, KONGRA-GEL isimli kitap ele geçirilmiştir. Sanığın 06/07/2009 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleştirilen IMF toplantısı ve Dünya Bankasını protesto etmek için Beyoğlu ve Şişli ilçelerinde yasa dışı gruplar tarafından gerçekleştirilen olaylara katılanların yapılan kimlik tespiti çalışmalarında İstiklal Caddesi üzerinde iş yerlerinden aldıkları malzemelerle güvenlik güçlerine karşı barikat oluşturan grup içerisinde yüzünde kar maskesi bulunan kahverengi yelek, gri renkli tshört, kahverenkli pantolon giyen kişinin Ulaş Bayraktaroğlu olduğu, çevredeki işyerlerine ait eşyalarla güvenlik güçlerini engellemek amacıyla barikat oluşturduğu, eylemci grubun içerisinde aktif bir şekilde yer aldığı tespit edilmiştir. 30/05/2010 günü Ankara ilinde Sosyalist Demokrasi Partisi güdümünde faaliyet gösteren Devrimci Liseliler (Dev-Lis) organizesinde dershane sistemini protesto etmek için 300-400 kişinin katılımı ile Kızılay meydanda gerçekleştirilen izinsiz yürüyüşe katılanların içerisinde sanık Ulaş Bayraktaroğlu'nun bulunduğu belirlenmiştir. Sanığın [E.P.] ile birlikte ikamet ettiği (...) yerde ele geçirilen dijital malzemeler içerisinde 'belgeler doc'isimli 19 sayfadan oluşan ve proğram başlıklı belge içerisinde 'proletaryanın devrimci kurtuluş örgütü programı' olduğunun görüldüğü, ayrıca 'demokratik halk iktidarının korunması milis güçleri insiyatifi ile başarılacaktır. Yıkılan sosyalizm deneyimlerinde olduğu gibi halkın deneyimlerinden uzak uzmanlaşmış, profosyonel askeri aygıtlarla, sosyalizmi koruma perspektifinden uzak durulacak, sosyalizmin kurulmasında olduğu gibi korunmasında da halkın kendi sosyalist insiyatifi belirleyici olacaktır.' Maddesinde demokratik halk iktidarı için milis güçleri insiyatifi ile başarılacaktır.' ibaresinin terör örgütü tanımlamasına uygun olarak yer aldığı, ' tüzük isimli 2 sayfadan oluşan dökumanda gençlik örgütlenmesinin tüzüğü olduğu, tüzükte proleterya, devrimci kurtuluş örgütünün gençlik yapılanmasının işleyişi, faaliyeti, organın görev seçim şekli, kongreleri, üyelik, komitenin işleyişine dair hususların' bulunduğu, devam eden belge ve yazılarda PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile ilgili tespitlerin bulunduğu,yine'07 Haziran.doc' isimli 3 sayfadan oluşan 07/07/2009 toplantı başlıklı belge içeriğinde 'politik kurum, kongre, örgütsel durum' konu başlıklarının yer aldığı 'DALIJPG' resmin ön izlemesi olduğu, SDP'CHE'den Adalı'ya vardık, varız var olacağız' ibaresinin bulunduğu, ibarede yer alan Adalının Necdet Adalı olduğu, Necdet Adalı'nın 'Kurtuluş Hareketi' nin lise kanadı 'dev-lismilitanlarından olduğu gerekçesi ile tutuklandığı ve 8 Eylül 1980'de idam edildiği' şeklinde kayıtların bulunduğu belirlenmiştir. Sanık üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş ise de; tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanık Ulaş Bayraktaroğlu'nun SDP içerisindeki görevi, SDP'nin Devrimci Karargah terör örgütü ve mensupları ile bağlantısı, sanığın çıkan çatışmada öldürülen [O.Y.ye] sahip çıkma şekli, amacı, onunla aynı yol ve örgütte olduğunu gösteren anma toplantısındaki söz, davranış, bilgi ve belgeleri, yukarıda açıkladığımız katıldığı eylemler ve tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında, sanığın Devrimci Karargah terör örgütü üyesi olduğu vicdani kanısına varıldığından, eylemine uyan TCK.nın 314/2, 3713 sayılı yasanın Maddesi gereğince mahkumiyetine karar verilmiştir. (...)TUNCAY YILMAZ :a) Devrimci Karargah örgüt üyeliği yönünden:Sanık Tuncay Yılmaz'ın Devrimci Karargah terör örgütü militanı, çıkan çatışmada öldürülen [O.Y.nin] 03/05/2009 tarihinde Gazi Mahallesinde SDP'nin organizasyonunda yapılan anma toplantısına katıldığı, toplantıyı organize ettiği, bu gösteride [O.Y.] için hazırlanan metin içeriğinde kendisinin şehit ongan müfrezesi olarak bahsedildiği, Devrimci Karargah terör örgütü militanı için 'ona sahip çıktığımızı dosta düşmana göstermek için burdayız' şeklinde açıklamalarda bulunulduğu, sanığın organize ettiği bu gösteride yürüyüşe katılanlara hitaben 'değerli dostlar, yoldaşlar, bu gün Türkiyedeki sosyalistler, devrimciler, yurt severler olarak bir sıra neferini daha uğurlamak için burda bulunuyoruz, [O.Y.nin] direnişçi kimliği, devrimci kimliği, kapitalizmi yıkmaya ve eşit adil düzen kurmaya dönük azmin bizlere ve bizden sonraki kuşaklara ve bizler gibi mahirler gibi, bedrettinler gibi ışık olmaya önder olmaya devam edecek, şimdi açıklamamızı yapmadan önce [O.Y.] ve tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.' şeklindeki açıklamalar değerlendirildiğinde sanığın Devrimci Karargah örgütü ile örgütsel ve organik bağının olduğu kanatine varılmıştır. Sanığın yukarıda gerekçesini açıkladığımız ve Kuzey Irakta PKK kamplarında Devrimci Karargah terör örgütü adına askeri ve siyasi eğitim alan [S.A.] ile irtibatının bulunduğu belirlenmiştir. Sanık Tuncay Yılmaz'ın 06-07 Ekim 2009 tarihinde IMF protesto eylemlerine yüzünü kapatarak katıldığı, güvenlik güçlerinde taşlı, sopalı, molotoflu saldırı eyleminde bulunan şahıslardan olduğu, kaldırım taşılarını sökerek saldırığına ve elinde taş olduğuna dair dosya içerisinde fotoğraflarının olduğu anlaşılmıştır.Yine PKK KONGRAGEL örgüt mensubu [N.] ifadesinde sanığın Devrimci Karargah terör örgütü yöneticisi olduğunu beyan etmiştir. [N.] ifadesinde; Tuncay Yılmaz'ın ayrıca çatı partisinin koordinatörü olduğunu belirtmiştir.Dosyamız yakalamalı sanıklarından [S.S. ile] 03/12/2010 tarihinde örgütsel konuşmayı yaptığı tape kaydından anlaşılmıştır. Sanığın örgütün amaç ve stratejisi arasında yer alan demokrasi için birlik hareketinin yürütme kurulu üyesi olduğu belirlenmiştir.Sanık hakkında yapılan araştırmada 12/02/2000 tarihinde insan haklarına saygı adı altındaki yürüyüşten, 05/07/2007 tarihinde 1 Mayısda görevli memuru engellemekten, 16/06/2007 tarihinde kürt halkına özgürlük adı altında yürüyüş yapmaktan hakkında yasal işlem yapıldığı anlaşılmıştır. 17/10/2009 günü, Beyoğlu ilçesi, Galatasaray lisesi önünde ezilenlerin sosyalist partisi, emekçi hareket partisi, emekçi kadınlar derneği mensupları tarafıdan 28/09/2009 tarihinde yaşamını yitiren Ceylan önkol'un ölümünü protesto etmek için basın açıklaması gerçekleştirilmiş, katılanlar 'Ceylan Önkol'un katili devlettir, katillerden hesap soracağız,' yazılı pankart ile 'Ceylan Önkol'un katili ergenekon devlettir, Ceylan Önkol'un katili militarizmdir' yazılı dövizlerin açıldığı, eyleme katılanlar arasında Tuncay Yılmaz'ın da bulunduğu, yine 10/10/2009 günü Beyoğlu ilçesi, Taksim tranvay durağından Galatasaray lisesi önüne yürüyen, Sosylist Parti ve Sosyalist Demokratik Partisi içerisinde faaliyet yürüten DEV-LİS organizesindeki 30-35 kişilik grup tarafından 'Necdet Adalı kavgamızda yaşıyor,' içerikli 'sosyalist parti' imzalı pankart ile 'emperyalizme ve oligarşiye karşı Necdet Adalının yolundayız, devrimci gençlik birliği' yazılı dövizlerin açıldığı, katılanlar arasında Tuncay Yılmaz'ın yer aldığı, 05/10/2010 günü BDP organizesinde çeşitli sol örgütlerin katılımıyla yapılan mitinde Tuncay Yılmaz'ın da katıldığı, sosyalist demokrasi parti gurubunu yönlendirdiği tesbit edilmiştir.Tuncay Yılmaz'dan elde edilen dijital verilerde sol örgüt kurucularının, İbrahim Kaypakkaya'nın, Şeyh Bedrettin'in resimlerinin, Türkiye Dervimci Hareketinin övgüsünün resimlerinin bulunduğu görülmüştür.Sanıktan elde edilen 20 GBlık dijital mazemenin yapılan incelemesinde 'Basın ve Komuoyuna' 2 sayfadan oluşan belgenin içeriğinde [O.Y.nin] övüldüğü, örgütün propangandasının yapıldığı, belgenin altında sol örgüt freksiyonlarının yer aldığı görülmüştür. Tuncay Yılmaz'an elde edilen samsung marka 20 GB dijital malzemenin incelenmesinde 'dbh_yk9' isimli sayfadan oluşan belgenin demokrasi için birlik hareketi toplantısında Devrimci Karargah terör örgütü ile ilgili tutuklanan örgüt mensuplarına destek olabilecek çalışmaların anlatıldığı, toplantıya katılan ve gelmeyen isimlerin belirtildiği, Devrimci Karargah tutuklulularına destek amacıyla aileleriyle birlikte basın açıklaması hazırlığının yapılacağı gibi hususların yazıldığı görülmüştür.Yine sanığın (...) iş yerinde yapılan aramada [O.Y.ye] ait mail adresleri, izinsiz gösteri ve yürüyüşleri sırasında çekilmiş fotoğraflar bulunmuştur.Sanık üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş ise de; açıkladığımız bu hususlara göre, Tuncay Yılmaz'ın Devrimci Karargah terör örgütüyle bir mensubu olarak bütünleştiği, örgüt adına çalıştığı, örgütün stratejisi doğrultusunda demokrasi için birlik hareketinde yer aldığı, [O.Y.yi] anma gösterisinde onu bir yoldaş, devrimci komutan ve şehit ongan müfrezesi olarak gösterdiği, yukarıda açıkladığımız bir çok örgütsel faaliyetlere katıldığı, katıldığı gösteri yürüyüşlerde kitleleri organize ettiği anlaşılmış olup; tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında sanığın Devrimci Karargah terör örgütü üyesi olduğu vicdani kanısına varıldığından eylemine uyan TCK'nın 314/2, 3713 sayılı yasanın maddesi gereğince mahkumiyetine karar verilmiştir." Başvurucular, MİT raporunun dava dosyasından çıkarılması gerektiği hâlde bu yöndeki taleplerinin dikkate alınmamasının hukuka aykırı olduğunu belirterek hükmü temyiz etmişlerdir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/12/2014 tarihli kararı ile başvurucular hakkında örgüt üyeliği suçundan ve başvurucu Tuncay Yılmaz'ın resmî belgede sahtecilik suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri yönünden onanmış; 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri yönünden ise bozulmuştur. Kararda, İstanbul MİT Bölge Başkanlığının 17/3/2011 tarihli raporunun dosyadan çıkarılmasına ilişkin taleplerin Mahkemece 5/12/2012 tarihli ara karar ile reddedilmesinin anılan raporun delil olarak hükme esas alınmamış olması nedeniyle sonuca etkili görülmediği belirtilmiştir. Karar, başvurucular tarafından sırasıyla 27/12/2014 ve 6/1/2015 tarihlerinde öğrenilmiştir. Başvurucular sırasıyla 23/1/2015 ve 29/1/2015 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvuru sonrasında başvuruculardan Tuncay Yılmaz tarafından verilen 21/12/2018 havale tarihli ek beyan dilekçesinde, bozulan hükümler yönünden İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince devam edilen yargılamada 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan açılan dava yönünden kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiği beyan edilmiştir. Başvurucu, itiraz üzerine resmî belgede sahtecilik suçundan aldığı mahkûmiyet hükmünün bozulduğunu ve bu suçtan da beraat ettiğini dilekçesinde bildirmiştir. Başvuruculardan Ulaş Bayraktaroğlu'nun başvuru tarihinden sonra 9/5/2017 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1521 | Başvuru, tanığın duruşmada sorgulanmaması, soyut iddialara ve istihbari rapora dayalı olarak delillerin hatalı değerlendirilip mahkûmiyet kararı verilmesi ve mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39415 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/10727 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2018/10727 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. 2018/10727 numaralı bireysel başvuru dosyasına ait başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculara ait pasaportlar 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) (5) numaralı maddesi kapsamında iptal edilmiştir. İşlemin iptali istemiyle açılan davalarda başvurucular dava ve istinaf dilekçelerinde, yargı yerleri tarafından haklarında verilmiş yurt dışına çıkış yasağının bulunmadığını, 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesinde yer alan pasaport veya seyahat vesikası verilmeyecek kişiler arasında yer almadıklarını, pasaportlarının iptal edilmesinin maddi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür. Gitmek istedikleri ülkelerle kişisel ve mesleki bağlarının olduğunu ve pasaportlarının iptal edilmesi nedeniyle seyahat hürriyetlerinin ihlal edildiğini vurgulayan başvurucular, yurt dışına çıkışlarının genel güvenlik bakımından mahzurlu bir durum olmadığını belirtmiştir. Derece mahkemelerince davaların reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçelerinde; 667 sayılı KHK'da yer alan hüküm uyarınca, ilgili idareye başvurucular hakkındaki soruşturma veya kovuşturmaya konu eylemin niteliği hakkında değerlendirme yapma yetkisi tanınmadığı, bu konuda idarelerin bağlı yetkisinin olduğu vurgulanarak bu husustaki bildirim üzerine başvurucuların pasaportlarının iptal edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucular nihai kararlardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 667 sayılı KHK'nın "Yürütülen soruşturmalarda alınacak tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir." 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un "Yürütülen soruşturmalarda alınacak tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilebilir..." 5682 sayılı Kanun'un "Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen yurtdışındaki her türlü eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucu ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere pasaport veya seyahat vesikası verilmez." Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021 §§ 19-30; Onur Can Taştan [GK], B. No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10727 | Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve kesinleşen mahkeme kararı ile hükmedilen taşınmaz bedeline kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranının işletilmemesi, taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 5/10/2010 tarihinde Midyat Asliye Hukuk Mahkemesinde Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında 18/4/2012 tarihli karar ile 636,24 TL tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine hükmedilmiş, temyiz istemi üzerine İlk Derece Mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/11/2012 tarihli ilamı ile onanmış, onama ilamı başvurucuya 14/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, taraflarca karar düzeltme isteminde bulunulmaması sonucu yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucu tarafından Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile lehine hükmedilen alacağın tahsili için Midyat İcra Dairesinin E.2013/37 sıra sayısına kayden icra takibi başlatılmıştır. Başvurucu tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 22/3/2016 tarihli dilekçede ilgili icra dosyasına 9/2/2016 tarihinde kısmi ödeme yapıldığı ancak yapılan ödemenin zararı tamamen karşılamadığı ifade edilmiştir. Başvurucu vekili, kendisine Anayasa Mahkemesi tarafından güncel alacak-borç bilgilerini bildirmesi amacıyla gönderilen ve 18/11/2016 tarihinde tebellüğ ettiği müzekkereye süresinde cevabını sunmamıştır. İlgili idare 13/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile başvurucuya 9/2/2016 tarihinde ödeme yapıldığını bildirmiş, ayrıca Midyat İcra Dairesinin E.2013/37 sayılı icra takip dosyasının incelenmesi sonucu anılan İcra Dairesinin 17/2/2016 tarihinde karar tensip tutanağı düzenlediği, icra takip dosyasının infaz ile kapatılmasına karar verdiği görülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15076 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve kesinleşen mahkeme kararı ile hükmedilen taşınmaz bedeline kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranının işletilmemesi, taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Ankara'nın Altındağ ilçesi Önder Mahallesi Bereket Sokak No:21 adresinde bulunan 23430 ada üzerindeki taşınmazın müşterek sahipleridirler. İlgili ada üzerinde zemin, ve katlardan oluşan üç katlı betonarme bir yapı bulunmaktadır. Bu taşınmaz başvuruculara murislerinden miras yoluyla intikal etmiştir. Altındağ Belediyesi (Belediye) tarafından imar uygulaması sonucunda başvuruculara ait taşınmaz üzerinde bulunan ve konut olarak kullanıldığı belirtilen yapının kaçak ve ruhsatsız olduğu ve imar uygulaması sonucunda kentsel dönüşüm projesi alanında kaldığı gerekçesiyle yıkımına karar verilmiştir. Bu karar gereğince bina Belediye tarafından 19/8/2015 tarihinde yıkılmıştır. Başvuru formu ve eklerinde binanın hangi tarihte yapıldığına ilişkin açık bir bilgi yer almamaktadır. Ancak başvurucular, içlerinden Tahsin Ekici tarafından bu binaya ilişkin imar affı müracaatı olduğunu belirtmişlerdir. Başvuru formu ekinde buna ilişkin olarak başvurucular arasında yer alan Tahsin Ekici tarafından 1983 yılında Belediyeye yapılan imar affı müracaatına ilişkin başvuru formu yer almaktadır. Başvurucular, 16/10/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yıkım nedeniyle oluşan zararının tazmini istemiyle tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme 17/3/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, başvuruculara ait taşınmazın imar uygulaması sonucunda kentsel dönüşüm projesi içinde kaldığına ve binanın ruhsatsız olarak inşa edildiğine değinilmiştir. Ayrıca başvurucuların yıkım kararına karşı yargı yoluna başvurmadığı saptaması yapılmıştır. Kararda son olarak dava konusu taşınmaza ilişkin olarak 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'a göre yapılmış bir imar affının bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular, Mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuşlardır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 28/11/2017 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunu kesin olmak üzere esastan reddetmiştir. Başvurucular Bölge İdare Mahkemesi kararı kesin olmasına rağmen karar aleyhine 17/1/2018 tarihinde temyiz talebinde bulunmuşlardır. Bölge İdare Mahkemesi, 28/3/2018 tarihinde kesin nitelikli kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağı gerekçesiyle temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucular, temyiz talebinin reddine ilişkin mezkur karara karşı 16/4/2018 tarihinde temyiz talebinde bulunmuşlardır. Danıştay Ondördüncü Dairesi 6/6/2018 tarihinde temyiz isteğinin reddi kararını onamıştır. Danıştay Dairesinin kararı, başvurucular vekiline 16/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26696 | Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, evli olan mahpusun eşi ile mahrem görüşme yapamaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç; OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK] B. No: 2016/22169, 20/06/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliğinin 31/5/2017 tarihli kararıyla tutuklanarak Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu, Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 18/10/2017 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmış; karara karşı yapılan istinaf başvurusu Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 12/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 4/7/2018 tarihli onama kararıyla başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir. Başvurucu, 8/2/2018 tarihli dilekçesiyle mahrem oda uygulamasından yararlandırılması konusunda talepte bulunmuştur. Başvurucu, dilekçesinde diğer hükümlü ve tutukluların mahrem oda uygulamasından yararlandırılmasına rağmen kendisinin uygulamadan yararlandırılmadığını ileri sürerek söz konusu uygulama ödül mahiyetinde ise ödül uygulamasına dâhil olma ve mahrem oda hakkından faydalanma talebinde bulunmuştur. Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 16/2/2018 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararda; ödüllendirmenin bir hak olmayıp teşvik esaslı ayrıcalık olduğu, takdir yetkisinin İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunda bulunduğu belirtilmiştir. Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 2/4/2018 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesi yerinde görülerek anılan karara yapılan itiraz reddedilmiş, nihai karar 12/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Ödüllendirme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kurum içindeki veya dışındaki genel durumları, iyileştirme etkinliklerine ilgileri ve uyumları, kurum düzenine karşı tutumları, kendilerine verilen işlerdeki gayretleri gibi beklenen davranış ve tutumları gösteren hükümlülere teşvik esaslı ayrıcalıklar tanınır....(3) Ödüllendirme sisteminin esas ve usûlleri tüzükte gösterilir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Ödüllendirme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kurum içindeki veya dışındaki genel durumları, iyileştirme etkinliklerine ilgileri ve uyumları, kurum düzenine karşı tutumları, kendilerine verilen işlerdeki gayretleri gibi beklenen davranış ve tutumları gösteren hükümlülere teşvik esaslı ayrıcalıklar tanınır." Tüzük'ün "Ödüllendirilecek tutum ve davranışlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlülerin ödüllendirilecek tutum ve davranışları şunlardır:a) Katılması gereken iş, eğitim, öğretim ve benzeri faaliyetlerde devamsızlığı bulunmamak,b) Davranışları ile arkadaşları ve çevresine iyi örnek olmak,c) Kurum içi ve dışındaki spor, sanat, kültür ve sosyal faaliyetlerde veya yarışmalarda başarı göstermek,d) İyileştirme faaliyetlerinde gösterdiği davranışlarla bu çalışmalara katkı sağlamak,e) Kurumun araç, gereç ve donanımlarını koruma ve kullanmada örnek olmak,f) Sağlık ve güvenlik konularında örnek tutum ve davranışlar içerisinde olmak." 30/3/2013 tarihli ve 28603 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ödüllendirilmesi Hakkında Yönetmelik'in (Ödül Yönetmeliği) "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmelikte geçen;...ç) Kurul: İdare ve Gözlem Kurulunu,...ifade eder." Ödül Yönetmeliği'nin "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...c) Hükümlü ve tutuklulara ödül verilirken bunların bir hak değil, teşvik esaslı ayrıcalık olarak verilebileceği göz ardı edilemez." Ödül Yönetmeliği'nin "Ödül türleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlü ve tutuklulara;a) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki evli hükümlü ve tutuklulara, kurum personelinin yakın nezareti olmaksızın eşleri ile mahrem görüşme,...ödülü verilebilir." Ödül Yönetmeliği'nin "Ödüllendirmede yetkili merci" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü ve tutukluların ödüllendirilmesi ile verilecek ödülün türüne, sayısına, süresine veya geri alınmasına Kurul tarafından Ek-1’de yer alan form doldurulmak suretiyle karar verilir." Ödül Yönetmeliği'nin "Ödüllendirme usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kurul, resen veya kurumda görev yapan servislerin teklifi üzerine ilgililerin ödüllendirilmesine karar verebilir.(2) Kurul, ödül verilecek hükümlü ve tutukluları ayda en az bir kez yapacağı toplantıda oy çokluğuyla kararlaştırır ve ödülün niteliğine göre uygun şekilde ilgililere bildirir...." Ödül Yönetmeliği'nin "Eş görüşmesi ödülü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumundaki hükümlü ve tutuklulara, en geç üç ayda bir kez olmak üzere, üç saatten yirmi dört saate kadar eşleriyle kurumun bu tür ziyaretler için ayrılan bölümünde ve personelin yakın nezareti olmaksızın mahrem şekilde eş görüşmesi ödülü verilebilir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12508 | Başvuru, evli olan mahpusun eşi ile mahrem görüşme yapamaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Bartın/Amasra Taşkömürü Projesi’nin gerçekleştirilmesi amacıyla Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürlüğü ile H. Enerji Kaynakları A. Ş. (Şirket) arasında imzalanan ve madencilik faaliyetinde bulunulmasına izin veren rödövans (maden kirası) sözleşmesinin feshedilmesi talebiyle Bartın’da ikamet eden başvurucu tarafından açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2013 tarihinde Bartın Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 18/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği Bartın il temsilciliği, Ziraat Mühendisleri Odası Bartın il temsilciliği, Bartın Kent Konseyi üyeliği, Bartın Çevre Meclisi üyeliği ve Bartın Platformu üyeliği gibi görevlerde bulunduğunu belirten ve ziraat mühendisi olan başvurucu, uzun yıllardır Bartın’da ikamet etmektedir. Başvurucu, Bartın il sınırları içinde kalan Amasra B sahasının madencilik faaliyeti kapsamında işletileceği konusunda 2005 yılının başından itibaren basında çıkan haber içeriklerinin doğruluğunu teyit etmek amacıyla TTK Genel Müdürlüğüne yaptığı bilgi edinme başvurusunda, belirtilen bölgede madencilik faaliyeti yürütülmesine izin veren imzalanmış bir sözleşmenin bulunup bulunmadığını sormuş ve bulunması hâlinde bir örneğinin kendisine verilmesini talep etmiştir. Ancak söz konusu bilgilerin ticari sır kapsamında bulunduğu gerekçesiyle talep TTK tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, bilgi edinme başvurusunun reddi kararına karşı 26/12/2005 tarihinde Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna itiraz etmiş; anılan Kurulun 12/4/2006 tarihli ve 2006/219 sayılı kararı ile itiraz kabul edilerek başvurucunun bilgi edinme hakkına sahip olduğuna karar verilmiştir. Kurul kararının gerekçesi şöyledir: “Ayşe Sevtap Uzun’un itirazının kabulü ile, İtiraza konu belge olan Bartın-Amasra B projesini gerçekleştirmek üzere Türkiye Taşkömürü Kurumu ile H. A.Ş. arasında imzalanan sözleşmenin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde değerlendirilmesi neticesinde, sözleşme içeriğinde kanunlarda ticari sır olarak tanımlanan veya gerçek veya tüzel kişilerden gizli kalması kaydıyla sağlanan ticari ve mali nitelikte bilgilerin bulunmadığına, dolayısıyla sözleşmenin 4982 sayılı Kanunun 23 üncü maddesi kapsamında bir belge olarak kabul edilmesinin yerinde olmadığına, esasen sözleşme konusu işin Anayasa’nın maddesi hükmü gereğince Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan tabii servetler ve kaynakların aranması ve işletilmesi hakkının belirli bir süre için bir özel hukuk tüzel kişisine devredilmesi işlemine ilişkin bulunduğuna, bu nedenle mezkur sözleşmenin ticari bir faaliyet hakkında olmayıp bir kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin olduğuna, 4982 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen demokratik ve şeffaf yönetim ilkeleri gereğince yurttaşların söz konusu kamu hizmetinin devredilmesi işlemine ilişkin bilgileri öğrenme hakkına sahip bulunduğuna, açıklanan gerekçeler doğrultusunda bilgi edinme başvurusuna konu sözleşmenin itiraz sahibine verilmesi gerektiğine oybirliğiyle karar verilmiştir.” Kurul kararı gereğince TTK ile Şirket arasında 8/3/2005 tarihinde imzalanan rödövans sözleşmesinin bir örneği başvurucuya verilmiştir. Başvurucu, anılan sözleşme ile imtiyaz sahibi olan Şirkete iki yıl süreyle araştırma izni verildiğini, bu süre içinde elverişli kaynaklar bulunduğu takdirde on beş yıl süreli maden işletme aşamasına geçilebileceğini, söz konusu iki yıllık süre sonunda metan gazı bulunamaması durumunda ise işletme aşamasına geçilmeyeceğinin ve sözleşmenin kendiliğinden feshedilmiş sayılacağının kurala bağlandığını ancak sözleşme tarihinin üzerinden altı yıl geçmesine rağmen sözleşmenin devamını elverişli kılabilecek metan gazının bulunamadığını, bu durumda sözleşmenin feshedilmesi gerektiğini belirterek fesih talebiyle TTK’ya başvurmuştur. İdarenin altmış gün içinde bir cevap vermemesi üzerine başvurucu, şartların oluşması nedeniyle sözleşmenin feshedilmesi gerekirken ilgili Şirket tarafından maden aramalarının hâlen sürdürüldüğünü ve taahhüt edilen maden kirasının ödenmediğini, bu durumun doğal kaynakların kullanımının engellenmesi anlamına geldiğini ve kamu zararına neden olduğunu, TTK’nın kanunlara ve tarafı olduğu sözleşmeye aykırı hareket ettiğini belirterek sözleşmenin iptal edilmesi talebiyle 25/4/2011 tarihinde Zonguldak İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Zonguldak İdare Mahkemesinin 10/5/2011 tarihli ve E.2011/901, K.2011/643 sayılı kararıyla başvurucunun bu davayı açmaktaki hukuki yararının ve hangi sıfatla davayı açtığı husususun dilekçede açıklanmadığı, buna ilişkin bilgi ve belgelerin dava dilekçesine eklenmediği, bu durumun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle dilekçenin reddine karar verilmiştir. 8/6/2011 tarihinde yenilenen dava dilekçesi ile başvurucu; otuz yıldır ikamet ettiği Bartın’da birçok sivil toplum kuruluşunda ve meslek örgütünde aktif rol aldığını, çevreye duyarlı bir vatandaş olarak kamu yararı amacı taşıyan ancak çevreye etkisi olabilen kamusal işlem ve eylemlerin hukuka uygun şekilde gerçekleşip gerçekleşmediğinin denetlenmesi konusunda çaba sarf ettiğini, sözleşme gereğince imtiyazlı Şirketin iki yıllık süre için araştırma izninin bulunduğunu, sözleşmenin devamı için gerekli olan işletmeye elverişli kaynakların bu süre içinde bulunamadığını, dolayısıyla on beş yıllık işletme aşamasına geçilmeyerek sözleşmenin feshedilmesi gerektiğini, imtiyazlı Şirketin sözleşme doğrultusunda metan gazını bularak 18/1/2007 tarihinde işletme aşamasına geçtiği şeklinde TTK tarafından cevap verildiğini ancak anılan tarihten dava tarihine kadar geçen yaklaşık dört yıllık süre içinde bulunduğu iddia edilen kaynakların işlettirilmediğini, sözleşme karşılığı belirlenen miktarın tahsil edilmediğini, bu hususları haklı kılacak herhangi bir gecikme hâlinin de bulunmadığını, sözleşmeye aykırı biçimde imtiyazı devam eden Şirket tarafından sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmemesi nedeniyle 2007 yılından beri ülke ekonomisine herhangi bir katkı yapılamadığını, bu durumun kendisinin ve gelecek nesillerin refahını engellediğini zira TTK ile imtiyazlı Şirket arasında imzalanan sözleşmenin özel hukuk sözleşmesi olmadığını, aksine sözleşmenin kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin olduğunu ve kamuya etkisinin bulunduğunu, sözleşmeye konu maden alanının bulunduğu coğrafi bölgede yaşayan bir vatandaş ve bir anne olarak davayı açmakta haklı bir menfaatinin ve refah beklentisinin bulunduğunu belirterek önceki dilekçesindeki taleplerini tekrarlamıştır. Zonguldak İdare Mahkemesinin 17/6/2011 tarihli ve E.2011/1192, K.2011/918 sayılı kararıyla davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...İptal davası açılabilmesi için gerekli olan menfaat ilişkisi kişisel, meşru, güncel bir menfaatin bulunması halinde gerçekleşecektir. Başka bir anlatımla, iptal davasına konu olan işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için, davacıyı etkilemesi, yani davacının kişisel menfaatini ihlal etmesi, işlem ile davacı arasında ciddi ve makul bir ilişkinin bulunması gerekmektedir. Aksi halde, kişilerin kendisine etkisi bulunmayan, menfaatlerini ihlal etmeyen idari işlemler hakkında da iptal davası açma hakkı doğar ve bu durum idarenin işleyişini olumsuz etkiler. İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesi için ön koşullardan olan "Dava açma ehliyeti" iptal davasına konu kararın niteliğine göre idari yargı yerince değerlendirilmektedir. Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından TTK Genel Müdürlüğü ile H. A. Ş. arasında yapılan 2005 tarihli sözleşmenin maddesi uyarınca, 2 yıl içinde işletilebilir metan gazı bulunmaması nedeniyle etüt arama hakkının sona erdiği, sözleşmeden sonra 6 yıl geçmesine rağmen söz konusu şirketin halen ticari bir gaz çıkaramamış olması nedeniyle yapılan sözleşmenin feshedilmesi gerektiğinden söz edilerek, sözleşmenin feshi istemiyle 2011 tarihinde yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması koşuluna ihtiyaç vardır. Her olay ve davada, yargı merciine başvurarak dava açan kişinin menfaatinin, iptali istenen işlemle ne ölçüde ihlal edildiğinin takdiri de yargı mercilerine bırakılmıştır. Davacı tarafından, dava konusu sözleşmenin kamu hizmeti ve kamu malı olan bir sözleşme olması nedeniyle bir yurttaş ve bir anne olarak dava konusu ile arasında menfaat ilişkisi olduğu iddia edilerek dava açtığı belirtilmekte ise de dava konusu işlemin iptalini isteme konusunda meşru ve güncel bir menfaat ilişkisinin ve dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Anılan karar, temyiz üzerine Danıştay Dairesinin 19/6/2012 tarihli ve E.2011/3520, K.2012/1784 sayılı ilamıyla onanmış; karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 11/4/2013 tarihli ve E.2012/3322, K.2013/1044 sayılı ilamıyla reddedilerek kesinleşmiştir. Ret kararı 16/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup 13/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “İlkeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler şunlardır: a) Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler. b) Çevrenin korunması, çevrenin bozulmasının önlenmesi ve kirliliğin giderilmesi alanlarındaki her türlü faaliyette; Bakanlık ve yerel yönetimler, gerekli hallerde meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yaparlar. c) Arazi ve kaynak kullanım kararlarını veren ve proje değerlendirmesi yapan yetkili kuruluşlar, karar alma süreçlerinde sürdürülebilir kalkınma ilkesini gözetirler. d) Yapılacak ekonomik faaliyetlerin faydası ile doğal kaynaklar üzerindeki etkisi sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde uzun dönemli olarak değerlendirilir. e) Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür. f) Her türlü faaliyet sırasında doğal kaynakların ve enerjinin verimli bir şekilde kullanılması amacıyla atık oluşumunu kaynağında azaltan ve atıkların geri kazanılmasını sağlayan çevre ile uyumlu teknolojilerin kullanılması esastır. g) Kirlenme ve bozulmanın önlenmesi, sınırlandırılması, giderilmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için yapılan harcamalar kirleten veya bozulmaya neden olan tarafından karşılanır. Kirletenin kirlenmeyi veya bozulmayı durdurmak, gidermek veya azaltmak için gerekli önlemleri almaması veya bu önlemlerin yetkili makamlarca doğrudan alınması nedeniyle kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan gerekli harcamalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kirletenden tahsil edilir. h) Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve giderilmesi için uyulması zorunlu standartlar ile vergi, harç, katılma payı, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve temiz teknolojilerin teşviki, emisyon ücreti ve kirletme bedeli alınması, karbon ticareti gibi piyasaya dayalı mekanizmalar ile ekonomik araçlar ve teşvikler kullanılır. ı) Bölgesel ve küresel çevre sorunlarının çözümüne yönelik olarak taraf olduğumuzuluslararası anlaşmalar sonucu ortaya çıkan ulusal hak ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi için gerekli teknik, idarî, malî ve hukukî düzenlemeler Bakanlığın koordinasyonunda yapılır. Gerçek ve tüzel kişiler, bu düzenlemeler sonucu ortaya çıkabilecek maliyetleri karşılamakla yükümlüdür. j) Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevre sorunlarının çözümüne yönelik gerekli teknik, idarî, malî ve hukukî düzenlemeler Bakanlığın koordinasyonunda yapılır. ...” 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Madencilik faaliyetlerinde izinler” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak, temdit talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama getirilebilir. İlk müracaat veya ihale yolu ile yapılacak ruhsatlandırmalarda müracaatın yapılacağı alanlar diğer kanunlar ile getirilen kısıtlamalar gözönüne alınarak Bakanlıkça ruhsat müracaatına kapatılabilir. Kısıtlama gerekçesi ortadan kalkan alanlar ihale yoluyla aramalara açılır. Bu Kanun dışında madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılacak her türlü kısıtlama ancak kanun ile düzenlenir.” 3213 sayılı Kanun’un ek maddesi şöyledir: “3867 sayılı Ereğli Kömür Havzasındaki Ocakların Devletçe İşlettirilmesi Hakkında Kanun ile Devletçe işlettirilmesi kararlaştırılan Ereğli Kömür Havzasındaki madencilik faaliyetleri bu Kanun hükümlerine tâbidir. Ruhsat süresi bu Kanunla getirilen süre sınırlamasına tâbi değildir. Sınırları Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen Ereğli Kömür Havzasındaki taşkömürlerini işletmeye ve hukuku uhdesinde kalmak şartıyla işlettirmeye Türkiye Taşkömürü Kurumu yetkilidir. Ereğli Kömür Havzasındaki taşkömürü için kamu tarafından yürütülecek faaliyetler, bu Kanunun hak düşürücü ve mali hükümlerine tabi değildir, ruhsat bedeli ve Devlet hakkından muaftır. Ancak taşkömüründen özel idare payı ve köylere hizmet götürme birliği payı alınır. Diğer madenler için yürütülen faaliyetlerden de Devlet hakkı, özel idare payı ve köylere hizmet götürme birliği payı alınır. 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun ile maden işletmeciliğine tanınan haklar, Ereğli Kömür Havzası içerisindeki taşkömürü madenciliği için geçerlidir. Ereğli Kömür Havzasının imtiyaz alanının Bakanlar Kurulu kararıyla küçültülmesi sonucu serbest kalan alanlar, koordinatları Genel Müdürlükçe belirlenerek bu Kanunun 30 uncu maddesine göre ihale edilir.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: ... c) Ehliyet, ... Yönlerinden sırasıyla incelenir..” 2577 sayılı Kanun’un “İlk inceleme üzerine verilecek karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin; ... b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine, ... karar verilir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6260 | Başvuru, Bartın/Amasra Taşkömürü Projesi’nin gerçekleştirilmesi amacıyla Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürlüğü ile H. Enerji Kaynakları A. Ş. (Şirket) arasında imzalanan ve madencilik faaliyetinde bulunulmasına izin veren rödövans (maden kirası) sözleşmesinin feshedilmesi talebiyle Bartın’da ikamet eden başvurucu tarafından açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2016/523 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/523 | Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2012 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 16/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 11/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 25/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 9/8/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 23/9/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8808 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; tutuklamanın hukuka aykırı olması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve yasal eylemlerden dolayı tutuklanma nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği şüphesiyle 13/9/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 17/9/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/105 sayılı dava dosyasında tutuklu bulunan başvurucu 27/5/2014 tarihli duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesini talep etmiş ancak başvurucunun bu talebi aynı duruşmada reddedilmiştir. Başvurucu, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2014 tarihli ret kararına itiraz etmiş ancak başvurucunun itirazı Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2014 tarihli ve 2014/480 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 13/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 18/7/2014 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11189 | Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırı olması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve yasal eylemlerden dolayı tutuklanma nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 29/3/2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde Cizre Belediye Başkanı olarak seçilmiştir. Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga maddeyle görevli bölümü) yürütülen bir soruşturma kapsamında 24/12/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) 25/12/2009 tarihli kararı ile terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 9/6/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucunun "terör örgütüne üye olma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. Kamuoyunda "KCK Ana Davası" olarak bilinen dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) E.2010/444 sayılı dosya üzerinden görülmüş olup başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 3/1/2014 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 13/1/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu 20/1/2014 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi ile CMK mülga maddeyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/3/2014 tarihli kararı ile dosyanın Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine devredilmesine karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/235 sayılı dosyası üzerinden devam olunan yargılamada 14/4/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesinde, başvurucunun tutukluluk süreci içinde 4/1/2012-6/8/2012 tarihleri arasında başka mahkemece verilen hapis cezasının infaz edildiğini tespit etmiştir. Mahkemece 6/6/2014 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiş, başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki serbest seçim hakkını, "yasama organı"nın seçimi ya da bu organın iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir (Gorizdra/Moldova (kk.), B. No: 53180/99, 2/7/2002, hukuk kısmı, § 2; Cherepkov/Rusya (kk.), B. No: 51501/99, 25/1/2000, hukuk kısmı, § 1). AİHM, serbest seçim hakkının kapsamını, yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin, ulusal yasaları yerel düzeyde uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca, belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya (kk.)), bölgesel seçimlerin (Malarde/France (kk.), B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Santoro/Italy, B. No: 36681/97, 16/1/2003), belediye ve ilçe meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (kk.), B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında olmadığına karar vermiştir. | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/780 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutukluluk dolayısıyla siyasi faaliyetlerin yerine getirilememesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, suç duyurusu üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından soruşturma izni verilmediğini ve bu karara karşı gidebileceği bir başvuru yolunun bulunmadığını belirterek adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenle, tazminat ile yargılama giderlerine hükmedilmesini ve soruşturma açılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 19/3/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 21/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:a. Başvurunun Arka Planı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 9/5/2008 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkındaki suç işlemek için örgüt kurmak veya üye olmak ve şantaj suçlarından açılan davanın 5 yıllık zamanaşımın dolması nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Bu karar, ceza davasının katılanları olan E. Ş. ve F. A. tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 17/5/2007 tarihli ilamıyla, suç işlemek için örgüt kurmak veya üye olmak suçlaması bakımından, daha yüksek zamanaşımına tabi olduğu ve lehe kanun hususunun tartışılması yönünden kararı bozmuştur. Diğer suçlamayla ilgili ortadan kaldırma hükmü ise onanmıştır. b. Başvuruya Konu Olaylar Başvurucu, 18/1/2013 tarihli dilekçesiyle, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/5/2007 tarihli ilamında imzası bulunan başkan ve üyeler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu, Yargıtay içtihatları uyarınca örgüt kurma suçlarından açılan davalara kişilerin katılma imkânının bulunmadığını; belirtilen ilamda ise İlk Derece Mahkemesinin ortadan kaldırma kararının, katılan sıfatı bulunmayan ve temyize hakkı olmayan kişilerin dilekçesi üzerine ve temel hukuk kurallarına aykırı biçimde kasıtlı olarak bozulduğunu iddia etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 31/1/2013 tarih ve 2013/383 Basın Soruşturma numaralı görevsizlik kararıyla, soruşturma evrakının 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun maddesi uyarınca Yargıtay Birinci Başkanlık Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, 14/2/2013 tarih ve 23 sayılı kararı ile, “benzer konuların değişik kişiler tarafından verilen dilekçeler üzerine incelendiği ve konunun, “hakimlerin takdir hakkı ve yargı erkinin kullanılmasına ilişkin bulunması nedeniyle, herhangi bir işlem yapılmasına yer olmadığına” karar verildiği” gerekçesiyle, başvurucunun suç duyurusu hakkında herhangi bir işlem yapılmasına yer olmadığı sonucuna varmıştır. Bu karar, 20/2/2013 tarihinde tebliğe çıkartılmıştır. Başvurucu, 19/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/2/1983 tarih ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun “Kişisel ve görevle ilgili suçlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir” | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2156 | Başvurucu, suç duyurusu üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından soruşturma izni verilmediğini ve bu karara karşı gidebileceği bir başvuru yolunun bulunmadığını belirterek adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenle, tazminat ile yargılama giderlerine hükmedilmesini ve soruşturma açılmasına karar verilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinde 5/4/2007 tarihinde açtığı dava görevsizlik kararı üzerine Kayseri İdare Mahkemesinde görülmüş ve dosya Danıştay Onbeşinci Dairesinde karar düzeltme incelemesindedir. Başvurucu 10/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2200 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mağdur olunan bir suç sonucu oluşan gebeliğin sonlandırılması talebinin sürüncemede bırakılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Suriye uyruklu olan başvurucu, eşi ve dört çocuğu ile birlikte Türkiye'de mülteci olarak bulunmaktadır. Eşinin kendisine ve çocuklarına sürekli olarak şiddet uyguladığı gerekçesiyle Şanlıurfa'da ki evlerinden ayrılan başvurucu, çocukları ile birlikte Hatay'ın Kırıkhan ilçesindeki akrabalarının yanına yerleşmiştir. Başvurucu; eşinin 15/11/2019 tarihinde çocuklarının önünde kendisine cinsel saldırıda bulunması nedeniyle gebe kaldığını, sonrasında da telefonda tehditlerde bulunduğunu belirterek 11/2/2020 tarihinde Kırıkhan Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) başvurmuştur. Başvurucu; dilekçede 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hükümleri gereğince nafaka, velayet ve tedbir kararları verilmesini, ayrıca kimlik ve adres bilgilerinin gizli tutulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 11/2/2020 tarihinde 6284 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan tedbir taleplerinin kabulüne, yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle nafaka, velayet ve gizlilik taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucunun itirazı üzerine yapılan incelemede adres ve kimlik bilgilerinin gizli tutulması talepleri de kabul edilerek nafaka ve velayete ilişkin talepleri ispata elverişli delillere dayanmaması nedeniyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun 26/2/2020 tarihinde Kırıkhan Devlet Hastanesine müracaatı üzerine yapılan muayene ve tetkikler sonucunda düzenlenen aynı tarihli rapora göre 14 hafta 5 günlük gebeliği olduğu belirlenmiştir. Başvurucu, 27/2/2020 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına (Şanlıurfa Başsavcılığı) gönderilmek üzere Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcılığına (Kırıkhan Başsavcılığı) şikâyet dilekçesi vermiştir. Dilekçede; eşinin kendisine ve çocuklarına sürekli olarak şiddet uyguladığını, Şanlıurfa'da yaşayan kayınpederinin ve kayınvalidesinin torunlarını görmek istemesi üzerine 15/11/2019 tarihinde Şanlıurfa'ya gittiğinde eşinin cinsel saldırısına uğrayarak gebe kaldığını ifade etmiştir. Gebeliğinin sonlandırılması için başvurduğu sağlık kurumunda eşinin izninin bulunmadığı gerekçesiyle işlem yapılmadığını belirten başvurucu, gebeliğinin henüz yirminci haftaya ulaşmaması nedeniyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (6) numaralı fıkrası gereğince rahim tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu son olarak cinsel saldırı fiili Şanlıurfa'da yaşanmasına rağmen göçmen statüsü gereği il değişikliğinin izne tabi olduğunu, her ne kadar muhabere yolu ya da yetkisizlik kararı ile Kırıkhan'a sunduğu dilekçenin Şanlıurfa'ya gönderilmesi mümkün ise de gebeliğinin ilerlemesi nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddeleri kapsamında soruşturmanın Kırıkhan'da yürütülmesini talep etmiştir. Kırıkhan Başsavcılığı, şikâyet dilekçesini aynı tarihte Şanlıurfa Başsavcılığına göndermiştir. Şanlıurfa Başsavcılığı 18/3/2020 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Kararda, başvurucunun Hatay'da yaşadığı ve daha önce de Hatay'da şikâyetçi olduğu belirtilerek şikâyete konu olayların Kırıkhan ilçesinde gerçekleştiği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu 1/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden, bireysel başvuru sonrasında yürütülen soruşturma kapsamında Kırıkhan Başsavcılığı, suç yerinin Şanlıurfa olduğu gerekçesiyle 2/4/2020 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı olumsuz yetkili uyuşmazlığının giderilmesi için Hatay Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) gönderdiği anlaşılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi 15/4/2020 tarihinde başvurucunun anlatımına göre somut olayda Şanlıurfa Başsavcılığının yetkili olduğunu kesin olarak belirlemiştir. Şanlıurfa Başsavcılığına yazılan yazıya verilen cevapta başvurucunun şikâyeti kapsamında yapılan soruşturma sonucunda 18/3/2021 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği bildirilmiştir. Kararda; şüphelinin atılı suçu reddettiği, başvurucunun olaya ilişkin herhangi bir tarafsız tanık bildirmediği, tarafların çocuklarının yaşları itibarıyla yönlendirmeye açık oldukları dikkate alındığında şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair somut bir delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 7/8/2020 tarihinde sağlıklı bir bebek dünyaya getirmiştir. Başvurucunun geçici koruma statüsü, üçüncü ülkeye çıkışı nedeniyle 31/5/2023 tarihinde kaldırılmıştır. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11939 | Başvuru, mağdur olunan bir suç sonucu oluşan gebeliğin sonlandırılması talebinin sürüncemede bırakılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme ya da kötü muamele riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/2/2017 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İran İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılan davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 4/2/2019 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5382 | Başvuru, öldürülme ya da kötü muamele riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucular vekilinin başvuru formunda bildirdiği adrese tebliğe çıkarılmış ancak tebliğ işlemi başvurucular vekilinin adresinden taşınmış olması nedeniyle yapılamamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturma ve Yargılama Süreci Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucuların da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvuruculardan Muhammed Ali Iklı ve Muhammed İkbal Kayaduman 24/7/2014 tarihinde, diğer başvurucular ise 22/7/2014 tarihinde anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmışlardır. Başsavcılık başvuruculardan Mesut Yılmaz'ı 25/7/2014 tarihinde, diğer başvurucuları ise 26/7/2014 tarihinde tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde altlık-üstlük ilişkilerini kullanarak yasa dışı bir örgütlenmede bir araya geldikleri, devletin istihbarat faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve güç ile yasaların verdiği yetkileri görevin gereklerine aykırı kullanarak amaçlarına ulaşmak için toplumda tanınan ve kamuoyuna mal olmuş medya, siyaset, bürokrasi ve iş dünyasındaki kişiler ile belirli dinî toplulukların ileri gelenlerini organize suç örgütleriyle ilişkilendirmek ve bu kişilere ait bilgileri bildikleri hâlde kişinin gerçek kimliğini gizlemek veya eksik ya da yanlış bilgi vermek suretiyle içeriği itibarıyla sahte belgelerle temin edilen dinleme kararlarıyla dinledikleri, bu şekilde özel hayatın gizliliğini ihlal ettikleri ifade edilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2014 tarihinde, başvurucu Mesut Yılmaz'ın resmî belgede sahtecilik ve kişilerin arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Diğer başvurucular yönünden ise İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2014 tarihinde, başvuruculardan Erol Demirhan ile Ali Fuat Yılmazer'in suç işlemek amacıyla örgüt kurma, resmî belgede sahtecilik ve kişilerin arasındaki konuşmaların kayda alınması suçlarından, diğer kalan tüm başvurucuların ise resmî belgede sahtecilik ve kişilerin arasındaki konuşmaların kayda alınması suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik 26/7/2014 tarihli kararında, başvurucu Mesut Yılmaz haricindeki tüm başvurucular yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğinin tevdi ve ek tevdi raporlarına atıfta bulunmuştur. 26/7/2014 tarihli aynı kararda; kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde altlık-üstlük ilişkilerini kullanarak yasa dışı bir örgütlenmede bir araya geldikleri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinde görev yaptıkları dönemde görevin sağladığı nüfuz ve gücü, görevlerinin gereklerine aykırı bir şekilde kullanarak toplumda tanınan ve kamuoyuna mal olmuş birçok kişi hakkında, bu kişileri suç örgütleri ile ilişkilendirmek suretiyle iletişim tespiti kararları aldıkları, bu kararları alırken yargı mensuplarını da aldatacak şekilde, aleyhinde dinleme kararı alınan kişilerin gerçek kimlik bilgilerini gizleyerek veya eksik yazarak hatta yanlış bilgi vererek talepte bulundukları, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları bu kararlarla amaç dışı kaydettikleri, bu kararları alabilmek için iletişime müdahale talep formlarını yaygın, sistemli ve organize bir şekilde sahte olarak düzenleyip kullandıkları yönündeki olgulara değinilmiştir. Hâkimlik 26/7/2014 tarihli kararda tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "[başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin] ...üzerlerine atılı kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etme suçlarının yasada öngörülen ceza miktarının alt ve üst sınırı, işlendiği iddia edilen suçların önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklamanın var sayıldığı, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı yasa ile değişik 5271 sayılı CMK’nun [Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel bir hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suçlar ve bu şüpheliler açısından 'yetersiz' kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği" değerlendirmesinde bulunmuş, başvurucular Ali Fuat Yılmazer ile Erol Demirhan yönünden ayrıca tutuklama kararı verilen suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde belirtilen katalog suçlardan olmasına ve bu suçta tutuklama nedenlerinin varsayıldığı hususuna vurgu yapmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 26/9/2014 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucuların da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve "Şüphelilerin üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, şüphelilerin suç işleme kastlarının yoğunluğu, atılı suçların yasada ön görülen cezalarının üst sınırı, şüphelilerin üzerine atılı suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluşu, soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı..." gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 30/3/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucuların da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve "İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğince yapılan incelemeler üzerine düzenlenen raporlardaki tespitlerden suç tarihi olduğu iddia edilen tarihler aralığında İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğünde çeşitli kademe ve rütbelerde çalıştıkları anlaşılan şüphelilerin, bu tarihler aralığında yer alan çeşitli tarihlerde, PVSK.nın [Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu] ek maddesi ve TMK [Terörle Mücadele Kanunu] hükümleri çerçevesinde düzenledikleri önleme için iletişim tespiti karar talep yazılarında, iletişimin tespiti istenilen kişilerin gerçek kimlik bilgilerini gizleyerek, yanıltıcı kimlik bilgileri vererek ve gerçek kimlik bilgilerini verdikleri kişileri de çeşitli terör örgütleri ile bağlantılı oldukları intibaı uyandıracak gerçek dışı bilgiler kullanarak çeşitli mahkeme ve hakimliklerden iletişim tespit kararları aldıkları ve bu kararlara istinaden bazı gazeteci yazar, öğretim görevlisi, üst düzey polis bürokratları, yasama dokunulmazlığına sahip milletvekilleri, tv programcıları, eski siyasetçiler, siyasi partilerin yöneticileri, spor klubü yöneticileri gibi önemli görevlerde bulunmuş ve bulunan tanınmış kişilerin iletişimlerini dinlemeye aldıkları, aleni olmayan konuşmalarını amaç dışı kayıt ettikleri, bu suretle üzerlerine atılı kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etme suçlarını, eylem tarihleri itibari ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü ve müdür yardımcısı olan şüpheliler Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan'ın da devlet hiyerarşisi dışında, görevlerinin sınırlarını aşarak ve görevleri gereği kendilerine verilen konumları kullanarak kanun dışı örgütlenme oluşturmak suretiyle az yukarıda belirtilen dinleme faaliyetlerini yaygın, sistemli ve organize bir şekilde gerçekleşmesini sağladıkları, bu suretlesuç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunu işledikleri yolunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların ve delillerin bulunduğu; Üzerine resmi belgede sahtecilik, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etme suçları atılı şüphelilerin bu eylemlerini birden fazla defa gerçekleştirmiş oldukları iddia edildiğinden ve atılı herbir eylemin ayrı birer suç oluşturacağı da gözönüne alındığında, eylem ve suçlarının sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel toplam cezalarının, atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının üst hadleri de dikkate alındığında, bu eylemlerle suçlanan şüpheliler bakımından kaçma şüphesinin varlığına ve bu şüphenin de kuvvetli olmasına delalet ettiği, kaldı ki şüphelilerin yalnızca bu suçlardan tutuklanmalarına karar verilmiş olsa da haklarında yürütülen soruşturmanın suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulmuş örgüte üye olma, örgüt faaliyetleri kapsamında TCK.nın[Türk Ceza Kanunu] kitap kısmının bölümünde düzenlenen casusluk, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verileri kaydetme gibi suçları da kapsadığı, bu suçların işlendiğine dair kuvvetli olmasa da suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunduğu ...Şüpheliler Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan'a atılı olup, tutuklandıkları suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun ise, CMK.nın 100/3-a-9 madde, fıkra ve bendi hükmünde sayılan tutuklama nedeni varsayılan suçlardan olduğu; Şüphelilerin suç işlendiği iddia olunan dönem boyunca devletin istihbari birimlerinde görev almış olmaları, görevleri gereği aldıkları eğitim, mesleki deneyimleri ve uzmanlıkları dikkate alınarak, suç delillerinin henüz tam olarak toplanmamış olması da göz önüne alındığında atılı suçların niteliği bakımından suç delillerini karartma ihtimallerinin söz konusu olduğu; Şüphelilerin bu eylemlerini sayısal olarak birden fazla defa işlemiş oldukları iddia edildiğinden suçlarının sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel toplam cezalarının, suçların kanunda öngörülen cezalarının üst hadleri de dikkate alındığında, haklarında verilen tutuklama kararının ölçülülük ilkesine uygun olduğu; Yukarıda açıklanan nedenlerle haklarında CMK.nın 109 maddesi hükmü gereğince adli kontrol tedbirlerinin uygulanması ve bu suretle serbest kalmalarının atılı suçların ve unsurlarının hiçbir karanlık nokta kalmadan tüm unsurlarıyla ortaya konulması suretiyle aydınlatılması, böylece soruşturmanın selametle sonuçlandırılması bakımından sakıncalı olacağı, maddede sayılan adli kontrol tedbirlerinin hiçbirinin bu sakıncaları giderme ve soruşturmanın sonuçlandırılması, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçları bertaraf edebilme niteliğine haiz olmadığı; Şüphelilerin tutuklandıkları tarihten bu zamana kadar toplanan delillerden ve yapılan soruşturma işlemlerinden şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte, şüpheliler lehine yeni bir gelişme olmadığı, tutuklamayı gerektiren nedenlerin ortadan kalkmadığı..." gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucuların da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve "...şüphelilerin üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve delillerin henüz toplanmamış olması, atılı suçun yasada ön görülen cezasının üst sınırı, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, şüphelilerin kaçması, saklanması, veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut delillerin bulunması, soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, suçun sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu suretle şüphelilerin tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı..." gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucular, anılan kararı 8/5/2015 tarihinde öğrenmişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde, Hâkimliğin 29/4/2015 tarihli tutukluluk hâlinin devamıyla ilgili kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. Başvurucular, itiraz yolunun etkili olmadığını belirterek doğrudan 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bu bireysel başvuru öncesinde başvurucular, tutuklama ve tutukluluğun devamına dair kararlara altı kez itirazda bulunmuşlardır. Bu itirazlar İstanbul Adliyesindeki farklı sulh ceza hâkimliklerince 7/8/2014, 17/10/2014, 12/11/2014, 11/12/2014, 16/2/2015 ve 27/4/2015 tarihlerinde kesin olarak reddedilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine 21/10/2015 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar verirken "...Dosya içerisinde bulunan beyanlar, tutanaklar ve diğer belgeler değerlendirildiğinde adı geçen şüphelilerin müsnet suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu kanaati oluşmuştur. Şüphelilerin üzerlerine atılı suç ve cezanın ağırlığına göre serbest kaldıkları takdirde kaçma şüphelerinin bulunduğu değerlendirilmiştir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan ‘ölçülülük’ ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada, soruşturmaya konu suç açısından ‘yetersiz’ kalacağı ve ‘amaca hizmet etmeyeceği’ değerlendirilmiştir..." gerekçesine dayanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, görevi kötüye kullanma, iftira, resmi belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/371 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 6/11/2015 tarihinde yaptığı tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sırasında başvurucuların tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve "Tutuklu sanıklar ... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, bas istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 103/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu..." gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme, 19/4/2016 tarihli duruşmada başvurucuların tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve "Tutuklu sanıklar ... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, savunmalarının henüz alınamamış olması, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklar Erol Demirhan ve Ali Fuat Yılmazer'e atılı suçlardan olan suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği, diğer bir kısım tutuklu sanıklarhakkında kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetmek suçlarından çok sayıda cezalandırılmalarının talep edilmiş olması ve bu suçlara TCK da öngörülen toplam ceza süreleri, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve sanıklara isnat edilen eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu..." gerekçesiyle başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 14/6/2016 tarihinde yapılan duruşmada başvuruculardan Hayati Başdağ, Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan'ın tutukluluk hâllerinin devamına, diğer tüm başvurucuların ise tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme tutukluluğun devamına karar verirken "Tutuklu sanıklar Hayati Başdağ, Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan'ın üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, savunmalarının henüz alınmamış olması, işlendiği iddia edilen eylemlerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubede yoğunlaşmış olması ve bu sanıkların İstanbul emniyet Müdürlüğünde yönetici konumunda bulunmaları, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 103/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu..." gerekçesine dayanmıştır. Tahliye kararında ise Mahkeme, diğer tüm başvurucuların tutuklulukta geçirmiş oldukları süreleri ve sabit ikametgâh sahibi olmalarını dikkate alarak bu kararı verdiğini belirtmiştir. Tahliye kararı sonrasında Mahkemece 23/9/2016 tarihli duruşmada, daha önce haklarında tahliye kararı verilen başvuruculardan Ali İhsan Tezcan ile Tolga Güzeltaş haricindeki tüm başvurucular yönünden bu defa silahlı terör örgütüne üye olma suçundan "üzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanıkların bir celse önce tutuklu bulundukları resmi belgede sahtecilik suçundan tahliye olmaları ve bu celse mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemeleri ve kaçma şüpheleri nedeniyle" gerekçesiyle yakalama emri çıkartılmıştır. Hakkında yakalama emri çıkarılması üzerine başvuruculardan Abdulhalim Sönmez 3/3/2017 tarihinde yakalanmıştır. Aynı tarihte bu başvurucunun ifadesi Mahkemece alınmış ve daha sonra serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Hakkında yakalama emri çıkarılan bu başvurucu haricindeki diğer tüm başvurucuların yakalanması mümkün olmamıştır. Mahkeme 13/7/2017 tarihli duruşmada tutuklu başvurucular Hayati Başdağ, Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan'ın tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve "Tutuklu sanıklar Hayati Başdağ, Ali Fuat Yılmazer, Erol Demirhan ...'ın, üzerlerine atılı Türkiye Cumhuriyet Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, işlendiği iddia edilen eylemlerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubede yoğunlaşmış olması ve bu sanıkların İstanbul emniyet Müdürlüğünde yönetici konumunda bulunmaları, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşteki beyanları, imaj alma tutanakları, dijital inceleme tutanakları, tevdi raporları, tespit tutanağı gibi müşahhas deliller bulunması, CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve her bir müştekiye karşı eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu..." gerekçesiyle bu başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu Ali İhsan Tezcan hakkında Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinde silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla görülen yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen bu yargılamayla Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2017 tarihli kararıyla birleştirilmiştir. Bu birleştirme üzerine Mahkeme, 20/4/2018 tarihinde bu başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendirmiş ve başvurucu Ali İhsan Tezcan'ın tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme tutukluluğun devamına karar verirken "Tutuklu sanıkAli İhsan Tezcan'ın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, işlendiği iddia edilen eylemlerin Emniyet İstihbarat Şubede yoğunlaşmış olması, sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşteki beyanları, imaj alma tutanakları, dijital inceleme tutanakları, teşhis tutanakları, araştırma tutanakları, gözaltı, arama, el koyma tutanakları ile kararları, dosyaya gelen bylock raporu gibi tüm dosya kapsamına göre hakkında müşahhas deliller bulunması, sanık üzerine atılı suçlardan bir kısmı ile silahlı terör örgütü üyeliği suçunun CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanığaisnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve sanığın eylemlerinin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanığın eylemlerinin subüta ermesi halinde sanığa verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanık üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu" gerekçesine dayanmıştır. Mahkeme 26/4/2018 tarihli duruşmada başvurucular Hayati Başdağ, Ali Fuat Yılmazer, Erol Demirhan ve Ali İhsan Tezcan'ın tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve "Tutuklu sanıklar ...'in üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, işlendiği iddia edilen eylemlerin İstanbul ve Edirne Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubede yoğunlaşmış olması ve bu sanıkların bir kısmının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yönetici konumunda bulunmaları, sanıkların haklarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşteki beyanları, imaj alma tutanakları, dijital inceleme tutanakları ve dosyaya gelen bylock raporu gibi kuvvetli suç şüphesini gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklar üzerine atılı suçlardan bir kısmının ve silahlı terör örgütü üyeliği suçunun CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan tutuklanmayı gerektirir katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu..." gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 13/11/2018 tarihli duruşmada başvurucular Hayati Başdağ, Ali Fuat Yılmazer, Erol Demirhan ve Ali İhsan Tezcan'ın tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve "Tutuklu sanıklar ...'ın üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, işlendiği iddia edilen eylemlerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Edirne Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubede yoğunlaşmış olması ve bu sanıkların bir kısmının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yönetici konumunda bulunmaları, sanıkların haklarında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşteki beyanları, imaj alma tutanakları, dijital inceleme tutanakları, tevdii raporları, usulsüz dinlemelere ilişkin talep formları ile tutunaklar ve dosyaya gelen sanıkların örgütün gizli haberleşme aracı bylock'u kullandıklarına ilişkin raporlar ve teknik veriler gibi müşahhas deliller bulunması, sanıklar üzerine atılı suçlardan bir kısmının ve silahlı terör örgütü üyeliği suçunun CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan tutuklanmayı gerektirir katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu ve tutuklu kaldıkları süre..." gerekçesiyle tahliye taleplerinin reddine ve tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucular Hayati Başdağ, Ali Fuat Yılmazer, Erol Demirhan ve Ali İhsan Tezcan'ın tutukluluk durumu devam etmektedir.B. Başvuru Öncesi Süreç Başvurucular, aynı soruşturma kapsamında ayrıca 27/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine (B. No: 2014/14061) başvuruda bulunmuşlardır. Söz konusu başvuruda başvurucular, haklarında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından tutuklandıklarını, tutuklama ve tutuklamaya itiraz üzerine verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, tutuklama kararına karşı etkili başvuru yolu bulunmadığını, gözaltı süresinin aşıldığını, kanuna aykırı delillerin kullanıldığını, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini belirterek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği, maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ile maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi 8/4/2015 tarihinde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve yasal gözaltı süresinin aşıldığı iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmadığı ile itirazların gerekçesiz olarak reddedildiği, tutuklama yasağı kapsamında olan suçtan tutuklama kararı verildiği, serbest bırakılma sonrasında yeni delil olmaksızın yakalama emri çıkarıldığı, doğal hâkim ilkesine aykırı, tarafsız ve bağımsız olmayan yargı merciince tutuklandıkları, soruşturma dosyasına erişim imkânı ve savunma için makul süre verilmediği iddiaları ile etkili başvuru hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7696 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle mal varlığına ulaşamamasından dolayı uğradığı maddi zararın ilgili mevzuat hükümleri uyarınca tazmini istemiyle 25/7/2005 tarihinde Tunceli Valiliğine başvuruda bulunmuştur. Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar TespitKomisyonu (Zarar Tespit Komisyonu) 25/10/2007 tarihli kararıyla başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir. Zarar Tespit Komisyonu kararı 10/12/2007 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, söz konusu kararın iptali ve tazminata hükmedilmesi istemiyle 8/2/2008 tarihinde İzmir İdare Mahkemesi tarafından havale edilen dilekçeyle maktu harç ödeyerek Malatya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Malatya İdare Mahkemesi 13/3/2008 tarihli kararıyla uyuşmazlık konusu tazminat miktarının gösterilmemiş olması sebebiyle idari yargılama usulü kurallarına uygun düzenlenmediği gerekçesiyle otuz gün içinde usulüne uygun şekilde yeniden düzenlenecek dilekçe ile dava açılmak üzere dava dilekçesini reddetmiştir. Dilekçe ret kararı 18/4/2008 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, dilekçe ret kararı üzerine İzmir İdare Mahkemesi aracılığıyla ve14/5/2008 tarihli havale kaydıyla Malatya İdare Mahkemesine yeniden dilekçe göndermiştir. Başvurucu yenilediği dilekçesinde, uyuşmazlık konusu tazminat miktarını 000 TL olarak belirtmek suretiyle dilekçe ret kararında gösterilen usule ilişkin eksiklikleri gidermiş; aynı zamanda talep edilen tazminat tutarına bağlı olarak ödenmesi gereken nispi harçtan muaf tutulmak için bu kez adli yardım talebinde bulunmuştur. Malatya İdare Mahkemesinin 28/5/2008 tarihli kararıyla başvurucunun adli yardım talebi reddedilmiş; bu karara istinaden 16/6/2008 ve 22/9/2008 tarihli Başkanlık yazılarıyla, eksik yatırdığı 961 TL nispi harç ve 40 TL posta ücretini verilen süre içinde tamamlaması gerektiği hususu başvurucuya bildirilmiştir. Malatya İdare Mahkemesi 16/1/2009 tarihinde, başvurucunun süresi içinde harç veposta ücretindeki eksikliği tamamlamadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Söz konusu karar, başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/10/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, dava dosyasına fakirlik kâğıdı ibraz eden başvurucunun adli yardımdan faydalanmak için gerekli şartları taşıdığının anlaşılması karşısında talebinin kabulü yönünde karar verilmesi gerekirken adli yardım talebinin reddi ile sonrasında davanın açılmamış sayılması yolunda verilen Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Bozma kararı üzerine dava dosyasını yeniden esasa kaydeden Malatya İdare Mahkemesi 30/1/2012 tarihinde davanın yetki yönünden reddine, dosyanın yetkili Elazığ İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 13/1/2012 tarihli kararıyla, Tunceli'nin Malatya İdare Mahkemesinin yargı alanından çıkarılarak Elazığ İdare Mahkemesinin yargı alanına bağlandığı, dolayısıyla davanın görüm ve çözümünde Elazığ İdare Mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Elazığ İdare Mahkemesi (Mahkeme), Danıştayın 4/10/2011 tarihli bozma kararı doğrultusunda öncelikle 23/3/2012 tarihli ara kararıyla başvurucunun adli yardım talebini kabul etmiş; ardından aynı tarihte verdiği kararla idari yargılama usulü kurallarına uygun düzenlenmediği gerekçesiyle otuz gün içinde usulüne uygun şekilde yeniden düzenlenecek dilekçe ile dava açılmak üzere 14/5/2008 tarihli dava dilekçesini reddetmiştir. Dilekçe ret kararına gerekçe olarak dava dilekçesindeki ifadelerden dava konusu işlemin tebliğ tarihinin tam olarak anlaşılamaması, ayrıca talep edilen tazminat miktarına esas zarar kalemlerinin ve değerlerinin ayrı ayrı belirtilmemiş olması gösterilmiştir. Dilekçe ret kararı 4/7/2012 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, adli tatil sonuna kadar uzayan yenileme süresi içinde ve 31/8/2012 tarihinde Mahkemeye yeniden dilekçe vermiştir. Mahkeme 19/2/2013 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; dava konusu Zarar Tespit Komisyonu kararının 10/12/2007 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edildiği, dolayısıyla dava açma süresinin 8/2/2008 Cuma günü mesai saati bitiminde sona erdiği, buna göre 14/5/2008 tarihinde havale edilen dilekçeyle açıldığı anlaşılan davanın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 25/12/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, onama kararına karşı karar düzeltme yoluna gitmiştir. Başvurucu 8/4/2014 tarihli karar düzeltme dilekçesinde, davanın 8/2/2008 tarihinde Malatya İdare Mahkemesine gönderilmek üzere İzmir İdare Mahkemesi tarafından havale edilen dilekçeyle açıldığını belirtmiştir. Bu iddiasını ispata yönelik olarak 8/2/2008 tarihli dava bilgi formunudilekçe ekinde Danıştaya sunan başvurucu, davanın süresinde olduğunu ifade ederek Mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 1/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 22/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanunlar 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış... gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,(...)Tarihi izleyen günden başlar.(...)" Aynı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı bendinin ilgili kısımları şöyledir:"Dilekçeler,(...)(...)g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları, Yönlerinden sırasıyla incelenir." Anılan Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" [] maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin; (...)d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak ... üzere dilekçelerin reddine, (...)Karar verilir.(...) 1 inci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde dava reddedilir." 17/7/2014 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar." Danıştay İçtihadı Danıştay Beşinci Dairesinin 29/1/2003 tarihli ve E.2002/784, K.2003/205 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun … maddesinin 1/(d) bendi hükmü ile 3 ve maddelere aykırı olduğu için dilekçenin reddine karar verilmesi halinde, 30 gün içinde 3 ve maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenerek veya noksanları tamamlanmak suretiyle dilekçenin yenilenmesine olanak tanınmıştır. Bu gibi hallerde 2577 sayılı Yasanın maddesine göre, dava açma süresinin hesaplanmasında, başlangıç olarak reddedilen dilekçenin Mahkeme kaydına geçtiği tarihinin dava açma tarihi olarak kabul edileceği açıktır.Bakılan uyuşmazlıkta …davacının… naklen atanmaya ilişkin İzmir Valiliği işlemine karşı açtığı davanın süresinde olup olmadığının saptanmasında, 2001 tarihli dilekçe ret kararının verildiği dosyadaki dava dilekçesinin Mahkeme kaydına geçtiği tarihin ve bu dilekçe ret kararı üzerine 2577 sayılı Yasanın maddesinin 1/(d) bendinde öngörülen 30 günlük süre içinde yenilenip yenilenemediğinin araştırılması gerekmektedir.Bu durum karşısında dilekçe ret kararına konu olan dava dilekçesinin Mahkemeye verildiği tarih dikkate alınmaksızın, dilekçe ret üzerine verilen yenileme dilekçesinin tarihine göre, davanın süre yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir." Danıştay Altıncı Dairesinin 25/3/2015 tarihli ve E.2011/509, K.2015/1773 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:" Dosyanın incelenmesinden, İdare Mehkemesince verilen 2009 tarihli... karar ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun maddesi dayanak alınarak, iptali istenen işlem veya işlemlerin tebliğ veya öğrenme tarihinin, davanın konusunun, sebeplerinin ve dayandığı delillerin dava dilekçesinde gösterilmediği ve dava konusu işlem veya işlemler ile bu işlem veya işlemler bir başvuru üzerine tesis edilmişse başvuru dilekçesinin dava dilekçesine eklenmediği, dava dilekçesinin ve eklerinin karşı taraf sayısından bir fazla olması gerektiği halde tek suret olduğu gerekçesiyle yeniden dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar verildiği, bunun üzerine davacı tarafından mahkemeye ibraz edilen 2009 tarihli dava dilekçesinde; davanın kanusunun açıklığa kavuşturulduğu bu davada hangi işlemlerin iptalinin istenildiğinin açık ve net bir biçimde ortaya konulduğu böylece davanın konusunun açıklığa kavuşturulması gerektiği yolundaki "dilekçe ret" kararının gereklerinin yerine getirildiği ve bu yeni dilekçesi ile Kanunun tanıdığı ve mahkemenin uygulamaya soktuğu dilekçesini yenileme hakkını kullandığı anlaşılmaktadır.Bu durumda idare mahkemesince; dava açma süresi hesaplanırken, ilk dava açma tarihi olan 2009 tarihinin süreye esas alınması gerekirken; dava konusunun açıklığa kavuşturulması amacıyla verilen dilekçe ret kararı üzerine davacı tarafından verilen yenileme dilekçesinin kayda giriş tarihinin dava açma süresinin hesaplanmasında esas alınmasına ve sonuç itibariyle dilekçe ret kararının davacıya verdiği yenileme hakkının ortadan kaldırılmasına yönelik mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Remzi Altuntaş, B. No: 2014/13905, 9/11/2017,§§ 32- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1188 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, olağanüstü hâl döneminde kamu makamlarının toplantı ve gösterilere ilişkin kararlarına uymayarak çeşitli toplantılara katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle ekli tabloda yer verilen bireysel başvuru dosyalarının birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Veli Saçılık, Adnan Vural, Aslıhan Han Özden ve Ömer Faruk Kök Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. A. 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü Nedeniyle Olağanüstü Hâl İlanı Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Millî Güvenlik Kurulu, darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra 20/7/2016 tarihinde yaptığı toplantıda "demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla" Hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12, 47). Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20/7/2016 tarihinde, 21/7/2016 Perşembe günü saat 00'den itibaren ülke genelinde doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanmıştır. TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında Hükûmet adına söz alan Adalet Bakanı, olağanüstü hâl ilan edilme nedenini şu sözlerle ifade etmiştir:"...darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, millî irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüş ... Bakanlar Kuruluna ilet[il]miştir. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa gereği toplanan Bakanlar Kurulumuz, bu görüş doğrultusunda Türkiye'de üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir ... Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarını önlemek, başarısız kılınan darbe teşebbüsünün tekrarı ile bundan sonra Türkiye'de darbe teşebbüslerine teşebbüs edilebilmesinin önüne geçmek, halkımıza en büyük kötülüğü yapan, kamu düzenimizi bozan, ekonomimize zarar veren, demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizin tecelligâhı Meclisimizi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Hükûmetimizi darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan, devletimizi âdeta bir kanser hücresi gibi sarmış bulunan bu Fetullahçı terör örgütüyle ve bu örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, Emniyet ve üniversitelerimiz başta olmak üzere, kamu içindeki bütün uzantılarının kamudan temizlenmesi ve demokrasimizin, devletimizin, milletimizin, hukuk devletimizin emniyeti bakımından tam emniyetli hâle getirilmesi ve bunların ülkemiz için, demokrasimiz ve hukuk devletimiz için bir daha tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması maksadıyla bu karar alınmıştır."(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 48). Diğer taraftan darbe teşebbüsünün ülkemizin birçok terör örgütünün açık hedefi olduğu ve neredeyse her gün bir terör saldırısının yapıldığı veya engellendiği bir dönemde gerçekleştirilmesi, demokrasi ve hukuk devletinin devamı yönünden oluşturulan tehlikenin ağırlığını daha da artırmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 214). Darbe teşebbüsünden önceki ve sonraki yaklaşık bir yıllık süreçlerde, ülkemizin doğu ve güneydoğusu ağırlıklı olmak üzere İstanbul, Ankara ve İzmir de dâhil birçok ilde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) dışındaki terör örgütleri tarafından terör saldırıları gerçekleştirilmiş, güvenlik güçlerinin yanında birçok sivil yaralanmış ya da hayatını kaybetmiştir (detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 40-46). Olağanüstü hâl ilanından hemen sonra, 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin genel gerekçesinde "Anayasal düzenin, milli iradenin, hukuk devletinin, demokrasinin ve temel hak ve hürriyetlerin korunması, ülkemizde yaşanan bu son darbe teşebbüsünün tamamen sonlandırılması ve buna benzer bir müdahale girişiminin yeniden yaşanmaması"nın yanı sıra "terörle mücadelenin daha etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için" olağanüstü hâl süresince birtakım ivedi tedbirlerin alınmasının zorunlu hâle geldiği belirtilmiştir. Anılan Kararname'nin maddesinde de olağanüstü hâl ilanının amacı, "olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemek" olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla olağanüstü hâlin ilanına sebebiyet veren olay temelde 15 Temmuz darbe teşebbüsü olmakla birlikte ülkenin maruz kaldığı terör saldırılarının da bu hususta etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne sunulan derogasyon beyanlarında, darbe teşebbüsünün yanı sıra diğer terör saldırılarına da atıfta bulunulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 227). Yapılan terör saldırıları dikkate alındığında Türkiye'deki terörizm tehdidinin ülkenin belirli bir bölgesi ile sınırlı olmadığı, nüfusun tümünü, üstelik de şiddetli bir şekilde etkiler boyutta ve sıklıkta olduğu anlaşılmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 228). Yukarıdaki bilgiler ışığında olağanüstü hâl döneminde uygulanan tedbirlerin genel olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY ve ayrıca terörden kaynaklanan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik olduğu görülmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 229). Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 5/10/2016, 3/1/2017, 17/4/2017, 17/7/2017, 17/10/2017, 18/1/2018 ve 18/4/2018 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmış ve 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Olağanüstü hâl süresince çıkarılan otuz dört olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle (OHAL KHK) olağanüstü hâlin sona erdiği dönemde toplam 806 kişi kamu görevinden çıkarılmıştır. Bu bakımdan Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları bünyesindeki askerî personelle birlikte Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan polisler de ilk sırada yer almıştır. Olağanüstü hâl süresince görevden çıkarmalarla birlikte kamu görevlisi alımları yapılmaya devam edilmiştir. B. Başvuru Konusuna İlişkin Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Veli Saçılık, Mahmut Konuk, Ömer Faruk Kök, Adnan Vural ve Aslıhan Han Özden başvuru konusu toplantılara katıldıkları tarihlerde OHAL KHK'larıyla kamu görevinden çıkarılmış durumdadır. Başvurucu Simge Aksan ve Mustafa Aydın Keçeli başvuru konusu toplantılara katıldıkları tarihlerde üniversite öğrencisidir. Başvurucu Murat Çeşme başvuru konusu toplantılara katıldığı tarihlerde kamu görevlisi olarak, başvurucu Mustafa Anil ise işçi olarak çalışmakta; başvurucu Öztürk Türkdoğan ise avukatlık yapmaktadır. Son olarak başvurucu Perihan Pulat başvuru konusu toplantılara katıldığı tarihlerde emekli olduğunu ifade etmiş, başvurucu Aslı Saraç ise bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Görevinden çıkarılması nedeniyle açlık grevine başlayan eski akademisyen N.G. tarafından 2016 yılı Kasım ayında Ankara'nın Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde başlatılan ve Konur Sokak'ın Yüksel Caddesi'yle kesiştiği bölgede uzunca bir süre devam ettiği anlaşılan protesto gösterileri yaşanmıştır. Başvurucular, kendilerinin kamu görevinden çıkarılmalarını ya da genel olarak yaşanan görevden çıkarmaları ve OHAL dönemi uygulamalarını protesto etmek veya görevlerinden çıkarılmaları nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek vermek amaçlarıyla çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmıştır. Başvurucu Mahmut Konuk anılan toplantılar dışında ayrıca çeşitli tarihlerde, kamu görevinden çıkarılmadan önce çalıştığı Çankaya Toplum Sağlığı Merkezi önünde ve bir gün de Altındağ Defterdarlığı Muhasebe Müdürlüğü önünde kendisinin görevden çıkarılmasını protesto etmek amacıyla yapılan toplantılara katılmıştır. Başvurucular Ömer Faruk Kök ve Murat Çeşme ise söz konusu toplantılar dışında ayrıca, öğretmen olan arkadaşlarının görevden çıkarılmasını protesto etmek amacıyla arkadaşlarının eskiden görev yaptığı Ankara'nın Altındağ ilçesinde bir ortaokul önündeki toplantıya katılmıştır. 2016 yılının sonundan başlayarak 2018 yılının ortalarına kadar uzanan bir süreçte, çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmaları nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucular hakkında emre aykırı davranışta bulunmaktan idari para cezalarına hükmedilmiştir. Bu kapsamda başvurucu Veli Saçılık hakkında elli altı, başvurucu Mahmut Konuk hakkında yirmi sekiz, başvurucu Ömer Faruk Kök hakkında beş, başvurucu Murat Çeşme hakkında iki, başvurucu Aslı Saraç hakkında altı, başvurucu Perihan Pulat hakkında yirmi beş, başvurucu Öztürk Türkdoğan hakkında bir, başvurucu Simge Aksan hakkında otuz altı, başvurucu Adnan Vural hakkında dört, başvurucu Aslıhan Han Özden hakkında bir, başvurucu Mustafa Anil hakkında altı ve başvurucu Mustafa Aydın Keçeli hakkında ise on dört idari para cezasına hükmedilmiştir. İdari para cezalarının miktarı 2016 yılı için 219,60 TL, 2017 yılı için 227 TL ve 2018 yılı için 259 TL'dir. Başvurucular hakkında hükmedilen idari para cezaları, olağanüstü hâlin devam ettiği süreç içinde verilmiştir. Başvurucuların5326 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca aykırı davrandıkları kabul edilen emir, Ankara Valiliğinin çeşitli tarihlerdeki izne bağlama ve yasaklama kararlarıdır. Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı dışındaki tüm kararları aynı gün ya da birkaç gün sonra Valiliğin internet sitesinden duyurulmuştur. Ankara Valiliği, 30/8/2017 tarihli kararının ise Medya-Protokol ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğüne gönderildiğini fakat kamuoyuna ilanının yapılıp yapılmadığına dair bir bilginin bulunmadığını belirtmiştir. Ankara Valiliğinin ilgili kararları şu şekildedir:"17/10/2016 tarihliValiliğimize ulaşan istihbarı bilgilere göre, yasadışı terör örgütlerinin ilimizde eylem arayışı içinde oldukları ve bazı hazırlıklar yaptıkları tespit edilmiştir. Özellikle insanların toplu olarak bulundukları açık ve kapalı alanlarda toplantı, gösteri yürüyüşleri ve benzeri faaliyetlerde eylem yapılmak istendiği tahmin edilmektedir.Bu nedenle, can ve mal güvenliğinin sağlanması, kamu düzeni ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla Ankara il sınırları içinde; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak, park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun Ek 1 inci maddesi kapsamında umuma açık alanlarda düzenlenecek oyun, temsil, açıklama ve çeşitli şekillerdeki gösteriler 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11 inci maddesinin verdiği yetkiye istinaden 17 Ekim 2016 tarihinden başlamak üzere 2016 tarihine kadar yasaklanmıştır. Kamu kurum ve kuruluşlarının umuma açık alanlarda yapacağı etkinlikler, Valilik iznine tabidir.Yukarıda belirtilen emir ve yasaklamalara uyulmaması halinde, ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde adli ve idari işlem yapılacaktır. 24/5/2017 tarihli Ankara’da bulunan bazı cadde ve sokaklarda güneşin batmasından sonra gece geç saatlerde ateş yakarak, şarkı-türkü ve marş söyleyerek eylem yapıldığı görülmektedir. Bu durum vatandaşlarımızı tedirgin etmekte, kamu düzeni ve güvenliğini bozmakta, terör örgütlerinin eylem yapan topluluklara yönelik bombalı saldırı yapma riskini artırmakta ve güvenlik güçlerinin bu olaylara müdahalesini zorlaştırmaktadır. Bu sebeple;Ankara İli genelinde bulunan cadde ve sokaklarda güneşin batımından sonra ateş yakmak suretiyle eylem yapılması, yüksek sesle çevreyi rahatsız edici şekilde şarkı, türkü, marş vb. sloganlar atmak suretiyle toplantı, basın açıklaması vb. her ne suretle olursa olsun eylem yapılması, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri kapsamında yasaklanmıştır.Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun ile maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 Sayılı İl İdare Kanunu’nun 11/C ile madde hükümleri, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.3/7/2017 tarihliToplumsal güvenliği tehlikeye düşüren ve terör örgütleri (DEAŞ-PKK/KCK) tarafından bu türden toplantılara yönelik eylem istihbaratının yapılması da göz önüne alındığında ekli krokide (Çankaya ilçesi Atatürk Bulvarı Kızılay Kavşak’tan Ziya Gökalp Caddesi Mithatpaşa Caddesi kesişimi arasında kalan güzergah, Ziya Gökalp Caddesi Mithatpaşa Caddesi kesişiminden Mithatpaşa Caddesi Meşrutiyet Caddesi arasında kalan güzergah, Meşrutiyet Caddesi Mithatpaşa kesişiminden Meşturiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişimi arasında kalan güzergah ile Meşrutiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişiminden Atatürk Bulvarı Kızılay Kavşak arasında kalan [Yüksel Caddesi, Selanik Caddesi, Bayındır 2 Sokak, Konur Sokak, Ihlamur Sokak, Karanfil Sokak, Hatay Sokak] ve bağlayan yol üzerinde bulunan yerler) gösterilen tüm cadde ve sokaklar ile bağlayan yollar üzerinde ve çevresinde; geceli/gündüzlü (24 saat esasına göre) yüksek sesle çevreyi rahatsız edici şekilde şarkı, türkü, marş, vb. sloganlar atmak suretiyle toplantı, basın açıklaması vb. her ne suretle olursa olsun eylem yapılması 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun Maddesi, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/C maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Kanunu'nun 11/m maddesi hükümleri kapsamında yasaklanmıştır.31/7/2017 tarihliOHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek ve tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla, 24 saat esasına göre ilimiz muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi, oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır. Bu tür eylemlerin, mevsim şartları da göz önünde bulundurulduğunda hava sıcaklığından dolayı vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmesinden dolayı çevreye rahatsızlık verebileceği, DEAŞ terör örgütü ve benzeri örgütlerin, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda, 2017 Ağustos ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser ve bu gibi toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet kamu esenliğinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır. Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun ile maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c ile madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır. 30/8/2017 tarihliOHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen ve işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek ve tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla, 24 saat esasına göre ilimiz muhtelif yerlerinde/ parklarında açlık grevi/ oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır. Bu tür eylemlerin, mevsim şartları da göz önünde bulundurulduğunda hava sıcaklığından dolayı vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmesinden dolayı çevreye rahatsızlık verebileceği, DEAŞ terör örgütü ve benzeri örgütlerin, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda, Eylül 2017 ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser ve bu gibi toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet kamu esenliğinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır. Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun ile maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır. 29/9/2017 tarihliOHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır. Bu tür eylemlerin, vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmeleri nedeniyle çevreye rahatsızlık verebileceği; DEAŞ terör örgütü vb. örgütlerin katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 2017 Ekim ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl idaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır. Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun ile maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır. 30/10/2017 tarihliOHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö.’ye destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır. Bu tür eylemlerin, vatandaşların istirahat ve dinlenme amacıyla kullanılan parkları yoğun olarak tercih etmeleri nedeniyle çevreye rahatsızlık verebileceği; terör örgütleri tarafından, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapılabileceği ve böylelikle kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 1 Kasım 2017 tarihinden itibaren üç (3) ay süreyle açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl idaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır. Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun ile maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır. 21/1/2018 tarihli...... Ankara'nın muhtelif yerlerinde birtakım eylem ve etkinlikler yapılacağı yönünde paylaşımlarla toplanma çağrısında bulunulduğuna dair istihbarî bilgiler elde edilmiştir.Bu tür eylemlerin, umuma açık alanları, meydanları, yolları, parkları ve diğer dinlenme mekânlarını kullanan vatandaşlarımız ile eylemi gerçekleştiren şahıslar arasında, istenmeyen olayların yaşanmasına yol açabileceği; bu eylemler sırasında, terör örgütlerinin katılımcılar ve vatandaşlarımıza yönelik olarak bombalı eylemler yapabileceği yönünde istihbari duyumlar alınmaktadır.Bu sebeple, 21 Ocak 2018 tarihinden itibaren, ... Operasyonunun devam ettiği sürece park, bahçe, genel yollar, kamu binalarının önleri ve umuma açık alanlarda düzenlenecek açık ve kapalı yer toplantıları, basın açıklamaları, açlık grevi, oturma eylemi, konser, şenlik, şölen ve benzeri eylem ve etkinlikler; kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, temel hak ve özgürlükler ile can ve mal emniyetinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda Valiliğimizden izin alınarak yapılacaktır.Yukarıda belirtilen düzenlemelere uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci ile 28’nci maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66’ncı madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır." Başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının dayanağı olmamakla birlikte Ankara Valiliğinin 10/1/2017 tarihinde de genel bir yasaklama kararı verdiği görülmektedir. Anılan karar şu şekildedir:"Valiliğimize ulaşan istihbarı bilgilere göre, yasadışı terör örgütlerinin ilimizde eylem arayışı içinde oldukları ve bu amaçla hazırlık yaptıkları tespit edilmiştir. Özellikle insanların toplu olarak bulunduğu açık ve kapalı alanlarda yapılan toplantı, gösteri yürüyüşü ve benzeri faaliyetlerde eylem yapılmak istendiği tahmin edilmektedir.Bu nedenle, can ve mal güvenliğinin sağlanması, kamu düzeninin ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla Ankara il sınırları içinde; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak, park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun Ek 1 inci maddesi kapsamında umuma açık alanlarda düzenlenecek oyun, temsil, açıklama ve çeşitli şekillerdeki gösteriler ile basın açıklamaları, Kamusal alanlarda stant açılması, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11 inci maddesinin verdiği yetkiye istinaden 30 gün süre ile yasaklanmıştır. " Başvurucular, haklarında uygulanan idari para cezalarına itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazları ilgili Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiş ve bu kararlar başvuruculara tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:...m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak..." 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir." 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir." 5326 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir." 5442 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık ((k.k.), B. No: 8440/78, 16/6/1980) kararında, idarenin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini genel olarak yasaklamasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan kararda, bir süredir National Front isimli aşırı sağcı bir siyasi parti önderliğinde gerçekleştirilen eylemler ile karşıt görüşteki eylemler nedeniyle şiddetli çatışmaların yaşandığı Londra'da emniyet müdürü tarafından verilen yasaklama kararı incelenmiştir. Söz konusu karar uyarınca Londra'nın tamamında iki ay boyunca, geleneksel olarak düzenlenen dinî, eğitim amaçlı, festival ya da törensel niteliktekiler hariç olmak üzere tüm yürüyüşler yasaklanmıştır (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 141). Başvurucu Christians Against Racism and Fascism isimli topluluk, birkaç kilisenin ortak girişimiyle düzenlenen bir konferansta bir araya gelmiş ve daha sonra resmî olarak dernek statüsü kazanmıştır. Söz konusu Dernek genel olarak ırkçılık ve faşizme karşı kilisenin tavrını temsil ettiğini belirtmektedir. Bununla birlikte amaçları arasında aşırı sağcı partiler olan National Front ya da National Partynin ayrımcı politika ve eylemlerine karşı ulusal düzeyde harekete geçmeleri için kilise liderlerini teşvik etmek olduğunu da açıkça ilan etmiştir. Başvurucu Dernek anılan yasaklama kararından önce kuruluşunu ve politikalarını kamuoyuna duyurmak amacıyla Londra'da oldukça geniş bir topluluğa ulaşabilecekleri bir yürüyüş organize etmiş ve böyle bir yükümlülük olmamasına rağmen gerekli önlemlerin alınması talebiyle yürüyüş yapacaklarını Londra Emniyetine bildirmiştir. Fakat söz konusu yasaklama kararı uyarınca başvurucu Derneğin planladığı yürüyüş eylemi de iptal edilmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, §§139, 140). Yasaklama kararının öngörüldüğü Kamu Düzeni Kanunu'nun kanunilik koşulunu karşıladığını ve kamu düzeninin korunması meşru amacına yöneldiğini kabul eden AİHM, daha sonra söz konusu kararın demokratik toplum düzeninde gerekli olup olmadığını incelemiştir. Öncelikle ilgili Kanun'da belli bir toplantı ya da yürüyüşün yasaklanmasına izin verilmediği, yalnızca genel olarak toplantıların tamamı ya da -yine spesifik bir eylem belirlenmeden- belli nitelikteki toplantı veya yürüyüşlerin yasaklanabileceğinin öngörüldüğü, ayrıca bu yasaklamanın belirli bir süre uyarınca verilebileceği hususları dikkate alınmıştır. AİHM bu doğrultuda ilgili Kanun'un belli toplantı ya da yürüyüşler yönünden keyfî olarak uygulanmasını önleyebilecek garantileri içerdiğini kabul etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150). AİHM daha sonra toplantı ve yürüyüşlerin genel olarak yasaklanmasının demokratik bir toplumda gerekli kabul edilebilmesi için ortada kamu düzeni yönünden tehlike teşkil eden ciddi bir durum bulunması ve bu tehlikenin daha az sınırlayıcı önlemlerle giderilmesi imkânı olmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu doğrultuda yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısının bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantaj karşısında ağır basması, ayrıca yaratılan bu dezavantajın gerek yasağın süresi gerek geçerli olduğu yer yönünden yapılabilecek kısıtlamalarla giderilemeyecek olması gerektiğini açıkça ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150). AİHM son olarak belirlediği söz konusu ilkeleri somut olaya uygulamıştır. İlk olarak ilgili zamanda Londra'daki atmosferin gergin olduğunu kabul eden AİHM, National Front topluluğunun gerçekleştirdiği eylemler ve karşı eylemler nedeniyle polisin etkin müdahalesine rağmen can ve mal zararının engellenemediği durumlar oluştuğunu, anılan topluluğun parlamento seçimlerinden sonra yapmayı planladığı yürüyüşün de başvuru konusu yasak kapsamında kaldığını belirtmiştir. Bu bağlamda gerek parlamento seçimlerinden üç gün sonrasına kadar devam edeceği kabul edilen yasağın süresi gerekse anılan siyasi topluluğun daha önce kabul edilen başka bir yasak kararının yer yönünden kapsamı dışında kalan bir mekânda tekrar kamu düzenini bozan eylemlerde bulunduğu dikkate alındığında başvuru konusu yasağın tüm Londra'yı kapsamasının makul olduğunu kabul etmiştir. AİHM, yasak kararının alındığı tarihte başvurucunun planladığı yürüyüşten haberi olmasına rağmen somut olayda Londra Emniyetinin başvurucu yönünden özel ayarlamalar yapmasını gerektiren ve mümkün kılan bir durum olmadığını, ayrıca bu konuda başvurucu topluluğun açıkça National Front adlı siyasi partisinin ideolojisine ters bir görüşe sahip olduğunun ve bu nedenle yürüyüşlerini gerçekleştirmeleri hâlinde kamu düzeninin bozulabileceğinin de gözönüne alınması gerektiğini ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151). Ortada kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğunu belirten AİHM daha sonra somut olayda başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantajın orantılı olup olmadığını tartışmıştır. AİHM; başvurucu topluluğun planladığı yürüyüşü yalnızca iki gün sonra yapmasının mümkün olduğunu, bunun dışında planlanan tarihte de Londra dışında söz konusu yürüyüşün gerçekleştirilebileceğini hatta başvurucu topluluğun planlanan tarihte zaten Londra'da yürüyüş şeklinde değil fakat belli bir yerde toplantı biçiminde bir eylem gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda somut olayın koşullarında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden oluşan dezavantajı makul biçimde gidermesinin başvurucudan beklenebileceğini kabul eden AİHM, başvuru konusu yasaklama kararının orantısız da olmadığına ve demokratik toplum düzeninde gerekli olduğunun yeterince gösterildiğine karar vermiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151). | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36237 | Başvuru, olağanüstü hâl döneminde kamu makamlarının toplantı ve gösterilere ilişkin kararlarına uymayarak çeşitli toplantılara katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idarenin koronavirüs salgın hastalığının engellenmesi amacıyla verdiği kararlara uyulmayarak etkinliklere katılma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Koronavirüs (COVID-19) olarak adlandırılan yeni tip bir virüsün tüm dünyayı etkilemesi nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü küresel salgın ilan etmiştir. Ülkemizin de salgından etkilenmesi nedeniyle İçişleri Bakanlığı ve/veya mahallî mülki amirlikler ya da umumi hıfzıssıhha meclisleri 2020 yılı Mart ayından 2021 yılı Haziran ayına kadar uzanan sürede salgınla mücadele etmek için bazı tedbirler almış ve bu muhtelif tedbirlere uymadıkları gerekçesiyle de ilgililer hakkında idari para cezaları düzenlemiştir. İçişleri Bakanlığı, mahallî mülki amirlikler ve/veya umumi hıfzıssıhha meclisleri koronavirüs salgın hastalığını önlemek için sokağa çıkma yasağı ve/veya sosyal mesafeye uyma kuralı ya da maske takma zorunluluğu şeklinde bazı tedbirler alınmasına yönelik kararlar vermiştir. Başvurucuların COVID-19 salgın hastalığının engellenmesine yönelik olarak idarenin farklı tarihlerde aldığı tedbirleri ihlal ettikleri gerekçesiyle 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun maddesiya da 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca farklı tarihlerde başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucuların haklarında uygulanan idari para cezalarına itirazları sulh ceza hâkimliklerince reddedilmiştir. Başvurucular, nihai hükümleri farklı tarihlerde öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuru yapmıştır. Komisyon 2021/27358 (2021/27461 birleşen), 2021/55189 numaralı başvuruların 2021/26114 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26114 | Başvuru, idarenin koronavirüs salgın hastalığının engellenmesi amacıyla verdiği kararlara uyulmayarak etkinliklere katılma gerekçesiyle idari para cezası uygulanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun kanun ile öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, müştekilerden birinin yargılama aşamasında dinlenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 9/1/2014 tarihinde Gebze Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 13/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/378 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 1/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (4/12/2004 tarihli ve5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga maddesi ile görevli) 5/11/2007 tarihli ve 2007/97 Sorgu sayılı kararıyla suç işlemek için örgüt kurma ve nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (5271 sayılı Kanun’un mülga maddesi ile görevli bölümü) 26/11/2007 tarihli ve E.2007/1474 sayılı iddianamesiyle başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma, nitelikli yağma, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve kasten yaralama suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Davaya bakan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (5271 sayılı Kanun’un mülga maddesi ile görevli) E.2007/510 sayılı dosya üzerinden yapılan yargılamayı başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürmüştür. Mahkemenin 6/12/2012 tarihli ve E.2007/510, K.2012/328 sayılı kararı ile başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan 4 yıl 2 ay hapis, (on altı ayrı) nitelikli yağma suçundan toplam 135 yıl 40 ay hapis, (üç ayrı) kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan toplam 15 yıl hapis, (dört ayrı) tehdit suçundan toplam 8 yıl 4 ay hapis, kasten yaralama suçundan 3 yıl 4 ay hapis, "6136 sayılı Yasa'ya muhalefet" suçundan 1 yıl 8 ay hapis ve 600 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, hüküm ile birlikte “almış oldukları hapis cezalarının cins ve miktarı, sanıkların kaçma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması ve atılı suçların 5271 sayılı CMK’nın 100 vd. maddelerinde gösterilen katalog suçlardan olması hususları da dikkate alınarak adı geçen sanıkların mahkûm oldukları yağma ve örgüt suçları yönünden 5271 sayılı CMK'nun maddesinde öngörülen adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı” gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar, başvurucuya duruşmada tefhim edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinden başvurucunun hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz ettiği anlaşılamadığı gibi başvurucu tarafından bu konuda herhangi bir bilgi ve/veya belge de sunulmamıştır. Yine UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun anılan karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna yönelik bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyet hükmünü temyiz etmiştir. Dosya 9/10/2013 tarihinde temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/4/2014 tarihinde tebligat eksikliklerinin ikmali için Mahkemesine iade edilmiştir. Mahkemece, eksiklikler ikmal edildikten sonra dosyanın 2/7/2014 tarihinde tekrar Yargıtaya gönderildiği anlaşılmıştır. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un mülga maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/1 sayısına aktarılmıştır. Başvurucu hakkında verilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2012 tarihli mahkûmiyet hükmü, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 10/6/2015 tarihli ve E.2015/876, K.2015/41339 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Yargıtay bozma ilamı sonrası dosya 5271 sayılı Kanun’un mülga maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması dolayısıyla Gebze Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/329 sayısını almış ve anılan Mahkeme 14/7/2015 tarihinde tensip incelemesi ile birlikte başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, inceleme tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. Başvurucu 9/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten yaralama” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Tehdit” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Tehdidin;a) Silahla, ...c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,...İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli yağma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Yağma suçunun;...a) Silahla, ...c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,...g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,...İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/657 | Başvuru, tutukluluğun kanun ile öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, müştekilerden birinin yargılama aşamasında dinlenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırmadan önceki dönemde maruz kaldığı kısıtlamalar için tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1955 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu, İstanbul'un Büyükçekmece ilçesi Eskice Mahallesi Karakova mevkiinde kâin 8515 ve 8517 parsel sayılı taşınmazların hissedarıdır. 8517 parsel numaralı taşınmazın tamamı, 8515 parsel numaralı taşınmazın ise bir kısmı Büyükçekmece Baraj Gölü mutlak koruma alanında kalmaktadır. Sözü edilen taşınmazların göl mutlak koruma alanında kalan kısmı 13/6/2003 tarihli 1/000 ölçekli uygulama imar planında yeşil alan olarak gösterilmiştir.A. Kamulaştırma Süreci Anılan taşınmazlara ilişkin olarak İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) tarafından 5/11/2011 tarihinde kamulaştırma kararı verilmiştir. İSKİ bünyesindeki Kıymet Takdir Komisyonunca belirlenen bedel üzerinden yapılan satın alma teklifi maliklerce kabul edilmemiştir. İSKİ 16/7/2014 tarihinde Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesince atanan bilirkişi tarafından hazırlanan raporda taşınmazların kamulaştırma bedeli toplam 559,50 TL olarak hesaplanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/11/2015 tarihinde davayı kabul ederek bilirkişi tarafından belirlenen tutarın kamulaştırma bedeli olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu maliklere ödenmesine ve taşınmazların İSKİ adına tescil edilmesine hükmetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/3/2017 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 14/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, taşınmazların göl mutlak koruma alanı içine alınmak suretiyle tasarruf yetkisinin kısıtlanması sebebiyle oluşan zararlarının tazmini istemiyle 11/7/2016 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 9/8/2016 tarihinde usule ilişkin eksiklikler nedeniyle dava dilekçesini reddetmiştir. Başvurucu 30/9/2016 tarihinde dava dilekçesini yenilemiştir. Yenilenen dava dilekçesinde, taşınmazla ilgili olarak 2011 yılında kamulaştırma kararı verilmesine karşın bedel tespiti davasının idarenin kusuruyla 2014 yılında açıldığı belirtilmiştir. Dilekçede; taşınmazın göl mutlak koruma alanına alınması sebebiyle kullanılamaz hâle geldiği, bu nedenle kamulaştırma sürecinin tamamlanmasından önceki dönem için tazminat ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kamulaştırma işlemlerinin geciktirilmesinin hukuki el atma mahiyeti taşıdığı savunulan dilekçede, mutlak koruma alanında olan taşınmaz üzerinde inşaat yapılmasının ve tarımsal faaliyette bulunulmasının mümkün olmadığı iddia edilmiştir. Dilekçede son olarak taşınmazlarda meydana gelen kısıtlamanın uygun bir tazminat ödenerek telafi edilmesi, bu sebeple hukuki el atmanın başladığı tarihten kamulaştırma sürecinin tamamlandığı 18/11/2015 tarihine kadar geçen dönem için tazminat ödenmesi gerektiği ileri sürülmüş; fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere 000 TL tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir. İdare Mahkemesi 11/10/2016 tarihinde davayı incelemeksizin reddetmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu bu karardan sonra mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 12/12/2018 tarihinde, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararda, Anayasa Mahkemesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin iptal edildiği hatırlatılarak uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmamasının ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir (Nazan Eryiğit, B. No: 2017/23146, 12/12/2018, § 21). Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının İdare Mahkemesine ulaşmasından sonra İdare Mahkemesi 6/2/2019 tarihinde dosyayı esasa kaydetmiş ve yargılamaya devam edilmesine karar vermiştir. İSKİ'nin bu aşamadan sonra dosyaya sunduğu savunma yazısında; taşınmazın kamulaştırıldığı ve Asliye Hukuk Mahkemesinin tescil kararıyla mülkiyetinin idareye geçtiği, davanın açıldığı tarihte başvurucunun taşınmaza malik olmadığı belirtilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesince hükmedilen kamulaştırma bedelinin ödendiğinin vurgulandığı dilekçede, başvurucunun başkaca bir tazminat talep etme hakkının bulunmadığı savunulmuştur. İdare Mahkemesi 10/4/2019 tarihinde davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın kamulaştırılarak kamulaştırma bedelinin ödendiği vurgulanmıştır. Kararda, kamulaştırmasız el atıldığından bahisle tazminat ödenmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Nihai karar 8/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Mülkiyet hakkının içeriği" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir." 20/11/1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un "Görev ve yetkiler'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İSKİ'nin görev ve yetkileri şunlardır:a) İçme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyaçlarının her türlü yeraltı ve yer üstü kaynaklarından sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için; kaynaklardan abonelere ulaşıncaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak, bu projelere göre tesisleri kurmak veya kurdurmak, kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek,b) Kullanılmış sular ile yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması ve zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya bu sulardan yeniden yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların toplanacakları veya bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri kurmak ya da kurdurmak; kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek,c) Bölge içindeki su kaynaklarının, deniz, göl, akarsu kıyılarının ve yeraltı sularının kullanılmış sularla ve endüstri artıkları ile kirletilmesini, bu kaynaklarda suların kaybına veya azalmasına yol açacak tesis kurulmasını ve bu tür faaliyetlerde bulunulmasını önlemek, bu konuda her türlü teknik, idari ve hukuki tedbiri almak,d) Su ve kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki belediyelere verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri kullanmak,e) Her türlü taşınır ve taşınmaz malı satın almak, kiralamak, ekonomik değeri kalmamış araç ve gereçleri satmak, İSKİ'nin hizmetleriyle ilgili tesisleri doğrudan doğruya yahut diğer kamu veya özel kuruluşlarla ortak olarak kurmak ve işletmek, bu maksatla kurulmuş veya kurulmakta olan tesislere iştirak etmek,f) Kuruluş amacına dönük çalışmaların gerekli kılması halinde her türlü taşınmaz malı kamulaştırmak veya üzerinde kullanma hakları tesis etmek."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye (adil tatmin) kararında, taşınmazın yirmi bir yıl boyunca kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmaması sebebiyle hükmedilen mülkiyet hakkı ihlalinin taşınmazın güncel değerine eşdeğer tutarda tazminat ödenmesi suretiyle giderilmesine karar vermiştir (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, [adil tatmin] B. No: 37546/02, 20/7/2010, §§ 15-20). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18639 | Başvuru, tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırmadan önceki dönemde maruz kaldığı kısıtlamalar için tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca tutuklamanın hukuki olmadığı için kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği şikâyeti dışındaki iddialar yönünden 13/3/2019 tarihinde kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin bu kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde Elazığ'da Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 31/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten ihraç edilmesine karar verilmiş ve anılan karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 11/8/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı 12/8/2016 tarihinde, başvurucuyu silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Elazığ Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun müsnet suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında 3/11/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince resen yapılan incelemede tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 25/11/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Verilen bu karar başvurucuya 6/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 9/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 11/7/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede; başvurucu hakkında Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesince E.2017/116 numarasına kayden yapılan yargılama sürecinde 25/8/2017 tarihli ilk celsede başvurucunun tahliyesine karar verildiği, yargılama sonucunda ise 2/5/2019 tarihli karar ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan üzerine atılı suçu işlediği sabit olmadığından beraatine hükmedildiği, anılan kararın istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın 10/5/2019 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. İlgili hukuk için bkz. Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, §§ 21, 22) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/77246 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, süresi içinde ilçe kongresini yapmayan bir siyasi partinin ilçe dönem başkanı olan başvurucu hakkında idari para cezasına hükmedilmesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruya konu Hür Dava Partisi (Hüda Par/Parti) 19/12/2012 tarihinde yasal olarak kurulmuş ve faaliyetlerini hâlen sürdüren bir siyasi partidir. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Hüda Par Ankara Gölbaşı ilçesi ilçe dönem başkanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu hakkında Ankara Valiliğinin 31/10/2017 tarihli oluru ile 881 TL idari para cezası verilmiştir. Ceza verme gerekçesi olarak Partinin bir önceki olağan kongresini 11/3/2013 tarihinde gerçekleştirdiği ve bir sonraki kongresini 11/3/2015-11/3/2016 tarihleri arasında yapması gerekirken 8/10/2017 tarihinde yapması gösterilmiştir. Başvurucunun anılan işleme karşı yaptığı itiraz, Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/5/2018 tarihli kararıyla idari para cezasının miktarı itibarıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...itiraz eden, parti tüzüğünde il ve ilçe kongrelerinin toplanması ile ilgili sürelerin açık bir şekilde düzenlendiğini, ancak gerek siyasi gerekse de sosyal ve maddi koşulların il ve ilçe kongrelerinin zamanında gerçekleştirilmesine engel olduğunu, bu nedenlerden dolayı mevcut durumda ilçe kongrelerini toplamayan ilçe teşkilatlarının mevcut olduğunu, bu durumun her ne kadar hayatın olağan akışısına uygun bir durum ise de, parti tüzüğünün ilgili maddelerinin ihlaline sebep olduğunu, bu nedenle cezanın kaldırılması gerektiğini savunmuş ise de, yapılan savunmasının geçerli bir mazeret olmadığı, itiraz edenin ilçe teşkilatı kongresini süresinde toplantıya çağırmadığı, kanun ve tüzük hükmüne aykırı olarak 3 yıllık süre dolduktan sonra yapılmasına sebebiyet verdiği anlaşıldığından itirazın reddine..." Ret kararı başvurucuya 22/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun “İlçe teşkilatı” kenar başlıklı maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:" İlçe kongresi, il kongresinin yapılmasına engel olmayacak şekilde parti tüzüğünde gösterilen süreler içinde toplanır." 2820 sayılı Kanun’un “Kongrelerle ilgili genel hükümler” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“22 Kasım 1972 tarihli ve 1630 sayılı Dernekler Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri, siyasi partilerin her kademedeki kongreleri için de uygulanır.” 2820 sayılı Kanun’un “Genel ceza hükümleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunla, 22 Kasım 1972 tarihli ve 1630 sayılı Dernekler Kanununa yapılan atıflar hakkında, söz konusu Kanunda yer alan ve bu Kanun hükümlerine aykırı bulunmayan ceza müeyyideleri, siyasi partiler ve sorumluları hakkında da uygulanır.” 2820 sayılı Kanun’un “Diğer sebeplerle başvuru” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Bir siyasi partinin bu Kanunun 101 inci maddesi dışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici hükümlerine aykırılık halinde bulunması sebebiyle o parti aleyhine Anayasa Mahkemesine, Cumhuriyet Başsavcılığınca re`sen yazı ile başvurulur.Anayasa Mahkemesi, söz konusu hükümlere aykırılık görürse bu aykırılığın giderilmesi için ilgili siyasî parti hakkında ihtar kararı verir.” 22/11/1972 tarihli ve 1630 sayılı mülga Dernekler Kanunu’nun “Ceza hükümleri” kenar başlıklı bölümünde yer alan maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Genel kurul toplantılarını kanun ve tüzüklerine aykırı olarak yapan dernek yöneticileri hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, ikibin liraya kadar ağır para cezası hükmolunur. Gerektiğinde, kanun ve tüzüğe aykırı yapılan genel kurul toplantılarının iptaline de mahkemece karar verilebilir.” 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun “Cemiyetler ve dernekler kanunlarına yapılan atıflar” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Diğer kanunlarda, 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu, 1630 sayılı Dernekler Kanunu veya 2908 sayılı Dernekler Kanunu ile bunların ek ve değişikliklerine veya belli maddelerine yapılan atıflar, bu Kanuna veya bu Kanunun aynı konuları düzenleyen madde veya maddelerine yapılmış sayılır. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde aynı konuları düzenleyen 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ilgili hükümlerine atıf yapılmış sayılır.” 5253 sayılı Kanun’un “Ceza hükümleri” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir: “Genel kurulu süresinde toplantıya çağırmayan, genel kurul toplantılarını kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak veya dernek merkezinin bulunduğu veya tüzüğünde belirtilen yer dışında yapan dernek yöneticilerine beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Mahkemece, kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak yapılan genel kurul toplantılarının iptaline de karar verilebilir.” 5253 sayılı Kanun’un “Cezaların uygulanması” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Bu Kanunda yazılı olan idarî yaptırımlara karar vermeye mahalli mülki amir yetkilidir.”B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvuruya ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği karar için bkz. Metin Bayyar ve Halkın Kurtuluş Partisi [GK], B. No: 2014/15220, 4/6/2015, §§ 28- | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16233 | Başvuru, süresi içinde ilçe kongresini yapmayan bir siyasi partinin ilçe dönem başkanı olan başvurucu hakkında idari para cezasına hükmedilmesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın sit alanı ve anıt eser olarak tescil edilmesine ilişkin idari işlemlerin yargı kararlarıyla iptal edilmesine rağmen açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Muğla'nın Bodrum ilçesine bağlı Bitez Beldesi'ndeki 21 ada 1287 parsel sayılı taşınmazın hisseli malikidir. Bu taşınmaz, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 26/9/1990 tarihli kararı ile derece doğal sit alanı olarak belirlenmiştir. Başvurucu 17/4/2000 tarihinde İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna başvurarak taşınmazıyla ilgili alınmış herhangi bir karar olup olmadığını sormuş, aynı günlü işlemle 26/9/1990 tarihli karar kendisine verilmiştir. Başvurucu bu kez taşınmazı için alınmış olan sit kararının kaldırılması istemiyle 12/6/2001 tarihinde başvuruda bulunmuş, başvuru 1/11/2001 tarihli işlemle reddedilmiştir.B. 1/9/2003 Tarihli Koruma Bölge Kurulu Kararına Karşı Açılan İptal Davası Başvurucu daha sonra sit kararının tekrar gözden geçirilmesi istemiyle Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna (Koruma Bölge Kurulu) 1/9/2003 tarihinde başvuruda bulunmuş, talep reddedilmiştir. Başvurucu, Koruma Bölge Kurulunun 1/9/2003 tarihli kararının iptali istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine Muğla İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 19/4/2004 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiş, bu karar Danıştay Altıncı Dairesince 9/6/2006 tarihinde onanmıştır. 27/2/2008 Tarihli Koruma Bölge Kurulu Kararına Karşı Açılan İptal Davası Başvurucu 12/11/2007 tarihinde ise günün şartlarının değiştiğini belirterek anılan taşınmazın doğal sit alanından çıkarılması talebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığına bir başvuru daha yapmıştır. Koruma Bölge Kurulu söz konusu parselde derece doğal sit özelliğinin devam ettiği hususuna vurgu yaparak 27/2/2008 tarihinde başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, Koruma Bölge Kurulunun 27/2/2008 tarihli kararının iptali istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine Mahkeme nezdinde dava açmıştır. Mahkemece 12/6/2009 tarihinde mahallinde teknik bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. İkisi Peysaj Mimarlığı Bölümü, biri de Coğrafya Bölümü öğretim üyesi olan üç akademisyenden oluşan bilirkişi heyetince düzenlenen ve 29/6/2009 tarihinde Mahkemeye sunulan raporda, bölgenin derece doğal sit alanı tanımına uygun özelliklere sahip olmadığı ve parselin sit derecesinin değiştirilerek derece doğal sit alanı kapsamına alınması durumunda doğal sit bütünlüğünün etkilenmeyeceği görüşü ifade edilmiştir. Mahkeme 28/9/2012 tarihinde bilirkişi raporundaki görüşe istinaden dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın kabulüne karar vermiş ve idari işlemin iptaline hükmetmiştir. Karar, Danıştay Ondördüncü Dairesince (Daire) 23/9/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairece 3/2/2016 tarihinde reddedilmiştir. 21/9/2008 Tarihli Koruma Bölge Kurulu Kararına Karşı Açılan İptal Davası Koruma Bölge Kurulu 21/9/2008 tarihinde mezkur taşınmazda tespit edilen kült alanına ait kaya kütlelerinin anıt eser olarak tescil edilmesine ve çevresinde 25 metrelik koruma alanı bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Koruma Bölge Kurulunun 21/9/2008 tarihli kararının iptali istemiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine aynı Mahkeme nezdinde bir dava daha açmıştır. Mahkeme 24/6/2010 tarihinde bilirkişi raporundaki görüşe istinaden taşınmaz üzerinde ve çevresinde arkeolojik bulguya rastlanmadığı ve kaya kütlelerinin anıt eser olarak değerlendirilemeyeceği gerekçelerine yer vererek davanın kabulüne karar vermiş ve dava konusu idari işlemin iptaline hükmetmiştir. Karar, Danıştay Dairesince 27/2/2013 tarihinde onanmıştır. Bu karara karşı karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup dava hâlen derdesttir.E. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu bu defa Koruma Bölge Kurulunun 27/2/2008 ve 21/9/2008 tarihli kararlarına ilişkin tesis edilen işlemlerin yargı kararları ile iptal edildiğinden bahisle maddi ve manevi tazminat talebiyle aynı Mahkemede 12/9/2012 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 28/9/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Koruma Bölge Kurulunun anılan kararlarıyla ilgili olarak iptal kararları verilmiş ise de idari işlemlerin tesis edildikleri anda hukuka uygunluk karinesinden yararlandığı belirtilmiştir. Mahkeme hukuka aykırılığın ancak yargı kararlarıyla ortaya konulabileceğini kabul etmekle birlikte idarelerin hukuka ve mevzuata aykırı bulunarak iptal edilen her işleminin tazmin sorumluluğu yaratmayacağını ancak açık bir şekilde kişisel husumet veya siyasi saiklerle işlem tesis edilmesi durumunda tazmin sorumluluğunun gündeme gelebileceği hususuna vurgu yapmıştır. Diğer taraftan Mahkeme, iptal kararı verilen dava dosyasındaki bilirkişi raporunda taşınmazın derece doğal sit özelliklerini gösterdiğinin ortaya konulduğunu, bunun da idarenin başvurucunun iddia ettiği gibi zarar kastı ile hareket etmediğinin kanıtı olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme başvurucunun mağdur edilmesi ya da doğrudan başvurucuya yönelik ağır bir durumun varlığından söz edilemeyeceğini belirterek maddi tazminat ödemesini gerektiren şartların oluşmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme ayrıca, kişilik haklarına doğrudan bir saldırı ve başvurucunun anılan işlem nedeniyle acı ve üzüntüye düştüğünden veya şeref ve haysiyetinin incindiğinden söz edilemeyeceği gerekçesiyle manevi tazminatın da ödenmemesine karar vermiştir. Karar, Dairece 18/2/2016 tarihinde onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 12/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 22/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun “Tanımlar ve kısaltmalar” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Kültür varlıkları; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır.Sit; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır. Doğal (tabii) sit; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır" 2863 sayılı Kanun'un “İzinsiz müdahale ve kullanma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır." 2863 sayılı Kanun'un “Tespit ve tescil” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır.Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur. Tespit ve tescil ile ilgili usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir." 2863 sayılı Kanun'un “Koruma Bölge Kurullarının görev, yetki ve çalışma şekli” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Koruma bölge kurulları, Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde olmak kaydıyla aşağıdaki işleri yapmakla görevli ve yetkilidir.b) Korunması gerekli kültür varlıklarının gruplandırılmasını yapmak,c) Sit alanlarının tescilinden itibaren üç ay içinde geçiş dönemi yapı şartlarını belirlemek," 10/12/1987 tarihli ve 19660 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) “Kısaltmalar ve Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Tabii sit": ilginç özellik ve güzelliklere sahip olan ve ender bulunan korunması gerekli alanları ve taşınmaz tabiat varlıklarınıİfade eder" Yönetmelik'in “Tespitlerde değerlendirme kıstasları” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarından korunması gereklilerinin tespitinde aşağıdaki hususlar gözönünde bulundurulur:j) Tarihi sit'ler için; yazılı bilgi ve tarihi araştırmalar sonucunda önemli tarihi olayların cereyan ettiği hususunun sabit olması." 5/1/1999 tarihli ve 658 sayılı Arkeolojik Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları ile İlgili İlke Kararı'nın ilgili bölümleri şöyledir:"Arkeolojik Sit: İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygurlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlardır. Derece Arkeolojik Sit: Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır." 19/6/2007 tarihli ve 728 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun Doğal (Tabii) Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları ile İlgili İlke Kararı'nın (İlke Kararı) ilgili bölümleri şöyledir:"Doğal (Tabii) Sit: Jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup, ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.Bu alanlarda yapılacak tespit çalışmalarında, alanın özelliğine göre ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınması esastır.1- Derece Doğal (Tabii) Sit: Bilimsel muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç özellik ve güzelliklere sahip olması ve ender bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka korunması gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak alanlardır.Bu alanlarda, bitki örtüsü, topografya, silüet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacağına, ancak;a) Kesin yapı yasağı olmakla birlikte, resmi ve özel kuruluşlarca zorunlu olan alanlarda, teknik altyapı hizmetleri (kanalizasyon, açık otopark, telesiyej, teleferik, içme suyu, enerji nakil hattı, telefon hattı, doğalgaz hattı, GSM baz istasyonu ve benzeri) uygulamalarının koruma bölge kurulunun uygun göreceği şekliyle yapılabileceğine;...b) 1/000 ölçekli Çevre Düzeni Planı veya 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı doğrultusunda hazırlanacak projesine göre ilgili koruma kurulundan izin almak koşulu ile halka açık rekreasyon amaçlı günübirlik tesisler (lokanta, büfe, kafeterya, soyunma kabinleri, wc, gezi yolu, açık otopark ve benzeri) ile alanın ve çevrenin özelliklerinden kaynaklanan faaliyetlerin korunması ve geliştirilmesi amacına yönelik yapıların (iskele, balıkçı barınağı, bekçi kulübesi ve benzeri) yapılabileceğine,c) Alanın doğal bitki dokusunu değiştirmeden Orman Genel Müdürlüğünün ilgili biriminden alınacak uygun görüş doğrultusunda koruma kurulunca ağaçlandırmaya izin verilebileceğine,ç) Kar ve rüzgar devrikleri, doğal afetlerden etkilenmiş, hastalanmış veya kıymet ağacı olmayan ağaçlar ile ormanların bakımı ve doğal dengenin korunmasını sağlamak amacıyla Orman Genel Müdürlüğünün ilgili biriminden alınacak teknik rapor doğrultusunda ağaç kesimine koruma kurulunca izin verilebileceğine,d) Orman alanlarında yangın için gerekli koruma önlemlerinin ilgili kuruluşlarca alınmasına,e) Taş, toprak, kum alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzemenin dökülmemesine, ancak sit kararı ilanından önce ruhsat almış olan işletmelerde sahanın rehabilite edilerek yasal süresi içinde işlerinin tasfiyesine,f) Doğal dengenin devamlılığının sağlanması amacıyla ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri doğrultusunda alanın özelliğinden kaynaklanan faaliyetlerin koruma kurulu izni doğrultusunda sürdürülebileceğine,g) Bu alanların korunmasını sağlamak amacına yönelik, hertürlü bilgi verici uyarı levhalarının konulmasına, bu alanlardaki koruma önlemlerinin ilgili kuruluş ve yerel yönetimlerce alınmasına,ğ) Mevcut tescilli ve tescilsiz yapıların bakım ve onarımlarının yürürlükteki ilke kararları doğrultusunda yapılabileceğine,2 – Derece Doğal (Tabii) Sit: Doğal yapının korunması ve geliştirilmesi yanında kamu yararı gözönüne alınarak kullanıma açılabilecek alanlardır.Bu alanlarda, turizm yatırım ve turizm işletme belgeli turistik tesisler ile hizmete yönelik yapılar dışında herhangi bir yapılaşmaya gidilemeyeceğine,a) Kullanıma açılacak bölgelerde geçici dönem yapılanma koşullarının ilgili kurumların görüşleri alınarak Koruma Kurullarınca belirlenmesine, bu belirlemede varsa çevre düzeni planı veya nazım plan kararları ile arazinin topografya, peyzaj, silüet vb. karakteristiklerinin gözönünde tutulmasına, ancak hazırlanacak Koruma Amaçlı İmar Planı kriterlerini etkileyebilecek nitelik ve yoğunluktaki uygulamalara Koruma Amaçlı İmar Planı yaptırılmadan izin verilemeyeceğine,b) Taş, toprak, kum alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi artığı ve benzeri malzemenin dökülmemesine, ancak sit kararı ilanından önce ruhsat almış olan işletmelerde sahanın rehabilite edilerek yasal süresi içinde işlerinin tasfiyesine,c) Doğal dengenin devamlılığının sağlanması amacıyla ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri doğrultusunda alanın özelliğinden kaynaklanan faaliyetlerin Koruma Kurulu izni doğrultusunda sürdürülebileceğine,ç) Mevcut tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin sürdürülebilmesinin yanısıra, koruma kurulundan izin almak koşuluyla yeni tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin yapılabileceğine,...karar verildi"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı ve dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda, görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM bu bağlamda, getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmaları veya kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982,§§ 56-74). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15703 | Başvuru, taşınmazın sit alanı ve anıt eser olarak tescil edilmesine ilişkin idari işlemlerin yargı kararlarıyla iptal edilmesine rağmen açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; sağlık problemlerine karşın tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza infaz kurumunda sağlık hizmetlerine erişememe ve uygun olmayan tutma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu isnadıyla 3/5/2016 tarihinde tutuklanmış; hakkında Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu 8/6/2016 tarihinde Mardin E Tipi Ceza İnfaz Kurumundan Diyarbakır D Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu 24/8/2016 tarihli duruşmada sağlık sebepleri ve diğer gerekçelerle tahliye talebinde bulunmuş, tahliye talebi reddedilerek tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara karşı yapılan itirazın 7/9/2016 tarihinde reddedilmesi üzerine başvurucu 5/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 16/11/2016 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında 2/11/2018 tarihinde verilen beraat kararı istinaf edilmeden kesinleşmiştir. Başvurucu, beraat kararının kesinleşmesinin akabinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tazminat davası açtığını Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Bu dava sürecinin sonuçlanıp sonuçlanmadığına ilişkin bilgi sunmamıştır. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir." 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı ve "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddeleri şöyledir:" MADDE – İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahedeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.MADDE – Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, her halde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geçüç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir.Şikâyet yoluna, kendisi ile ilgili olmak kaydıyla hükümlü veya tutuklu ya da eşi, anası, babası, ayırt etme gücüne sahip çocuğu veya kardeşi, müdafii, kanunî temsilcisi veya ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu başvurabilir.Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkansız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/34610 | Başvuru, sağlık problemlerine karşın tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza infaz kurumunda sağlık hizmetlerine erişememe ve uygun olmayan tutma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir protesto eylemine kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak müdahale edilmesi sonucu hayati tehlike geçirilecek şekilde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen Taksim Meydanı civarındaki gösterilere 31/5/2013 ile 11/6/2013 tarihleri arasında katıldığını, kolluk görevlilerinin attığı plastik mermi ile elinden yaralandığını, 11/6/2013 tarihinde ise göz yaşartıcı gaz kapsülü ile hayati tehlike geçirecek şekilde başından yaralandığını belirtmiştir. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Anayasa Mahkemesi Özge Özgürengin (B. No:2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir. Başvurucu 10/12/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) verdiği şikâyet dilekçesi ile kendisini yaralayan kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Anılan dilekçede başvurucu, 31/5/2013 tarihinde kolluk görevlilerinin tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sonrası kaçtığını, birkaç gösterici ile birlikte bir çıkmaz sokakta sıkıştıklarını, bu esnada polis memurlarının attığı plastik mermiyle sağ omzundan yaralandığını dile getirmiştir. Başvurucu ayrıca aynı günün gecesinde yoğun göz yaşartıcı kimyasal gaza maruz kaldığını, atılan gaz kapsüllerinden birinin eline, bir diğerinin ise sol göğsüne geldiğini, devam eden günlerde de yoğun şekilde göz yaşartıcı gaza maruz kaldığını iddia etmiş; İstanbul Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi gördüğünü ifade etmiştir. Başvurucu -tarih belirtmemekle birlikte 11/6/2013 tarihi olduğu anlaşılan- yine Taksim Meydanı'na gittiğini, göz yaşartıcı gaz müdahalesinden etkilenerek alandan yüz metre kadar uzaklaştığını, Abdülhak Hamit Caddesi üzerinde oturarak dinlendiği esnada arkasından görse hatırlayabileceği birinin "Sağdaki!" diye bağırdığını, arkasına döndüğü esnada başına bir şey olduğunu ancak soluduğu gazdan olduğunu düşündüğünü, sonra bir Çevik Kuvvet polisinin arkasından koşarak uzaklaştığını gördüğünü belirtmiştir. Başvurucu, daha sonra yanına gelen birinin başından vurulmuş olduğunu söylediğini, sonra sedyeyle önce E.K. Surp Agop Hastanesine, oradan 112 Acil Servis ambulansı gelmediği için özel bir ambulansla İstanbul Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) götürüldüğünü ve tedavi altına alındığını dört gün sonra kendine geldiğinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; söz konusu yaralanma nedeniyle sol kulağının tamamen, sağ kulağının ise yarı oranında işitme kaybına uğradığını ileri sürmüş ve kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu hakkında Hastane tarafından 11/6/2013 tarihinde düzenlenen genel adli muayene raporunun sadece sonuç bölümünün doldurulduğu görülmüştür. Raporun sonuç kısmı şöyledir:"Hastanın geliş vitalleri [ateş, nabız, tansiyon, solunum] stabil (TA: 110/65, Nabız: 77/dk Pulse 02: %99) Dinlemekle her iki ac eşit havalanıyor. Başında sağ pariatelde [kulak üst kısmı] deplese fraktürü [ayrılmış kırık] mevcut. Kranial [kafatası] BT [Bilgisayarlı Tomografi] de parçalı fraktür ve altında kanama mevcut. Hasta NRŞ [Noroloji] tarafından acil operasyona alınmış olmakla beraber hayati tehlikesi mevcuttur." Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/12/2013 tarihinde soruşturma başlatılmış, 10/1/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak başvurucunun ifadesinin alınması, olaya ilişkin kamera görüntüsünün ve kolluk tutanağının temini istenmiştir. Aynı müzekkere 11/3/2014 tarihinde bu sefer Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne (İlçe Emniyet Müdürlüğü) yazılmıştır. İlçe Emniyet Müdürlüğünün 28/3/2014 tarihli cevabında, Taksim Meydanı ve civarını gören trafik kamera kaydının (MOBESE) 30/5/2013 ile 4/6/2013 tarihleri arasındaki kısmının gönderildiği ancak 5/6/2013 tarihinden sonraki kaydın MOBESE kameralarının olaylar nedeniyle hasar görmesi sonucu temin edilemediği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesinin alındığı, ifadesinde belirttiği araç plakasının emniyet hizmetlerinde kullanılan bir araca ait olmadığı da ifade edilmiştir. Evrak ekinde iki Olay ve Yakalama Tutanağı, MOBESE kameralarının zarar gördüğüne ilişkin olarak düzenlenen bir tutanak ile başvurucunun ifade zaptına yer verildiği görülmüştür. Olay ve yakalama tutanaklarından biri 31/5/2013, diğeri ise 11/6/2013 tarihinde düzenlenmiştir. Bu tutanaklarda genel olarak olayların seyri ile gözaltına alınanların -başvurucunun ismi bulunmayan- isim listesine yer verildiği, 11/6/2013 tarihli tutanakta göstericilere yapılan sesli ikaz sonrası göstericilerin şiddete başvurması ve bu nedenle maddi güç kapsamında yapılan müdahalenin anlatıldığı, başvurucunun yaralanması olayına ilişkin ise herhangi bir bilgiye yer verilmediği görülmektedir. Başvurucu kollukta alınan ifadesinde; yaralanmasına ilişkin olaya K.yı tanık olarak gösterdiği, "Sağdaki!" diye seslenen kişinin sivil giyimli, esmer, 185 cm boylarında, görse tanıyabileceği, 1/6/2013 tarihinde yemek yediği lokantaya .. plaka numaralı, bej renkli ve F... marka araçla gelen kişi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca başından yaralanmasına neden olan Çevik Kuvvet polisinin kısa boylu ve zayıf birisi olduğunu dile getirmiştir. Başvurucu tanık olarak gösterdiği, Kütahya'da yaşayan K.nın telefon ve açık adresini daha sonra ileteceğini belirtmiş; hakkında düzenlenen sağlık raporlarının ilgili hastanelerden Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilmesini talep ederek şikâyetini yinelemiştir. Anılan soruşturma 26/1/2015 tarihinde benzer yönde şikâyetler içeren başka bir soruşturma dosyasıyla birleştirilmiş, 21/5/2015 tarihinde ise tekrar ayrılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu hakkında düzenlenen tüm tıbbi evrak ilgili sağlık kuruluşlarına müzekkere yazılarak temin edilmiş ve 30/6/2015 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucu ifadesinde kati adli raporunun temin edilmesini, daha önce verdiği plaka bilgisinin emniyet hizmet aracı olmasa dahi hangi araca ve kime ait olduğunun araştırılmasını talep etmiş; kollukta verdiği ifadede belirttiği sivil giyimli kişinin o bölgede görev yapan sivil polis olduğunu ve Sarı İbo lakabıyla anıldığını iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 14/8/2015 tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak plaka bilgisi verilen aracın kime ait olduğu, Sarı İbo lakaplı polis memurunun kim olduğu sorulmuştur. Kolluğun 3/9/2015 tarihli cevabında plakası belirtilen aracın trafik kaydının bulunmadığı, evveliyatında ise .. şasi numaralı, .. marka, 4/4/1975 tescil tarihli, S.Ş. adına kayıtlı olup hurdaya ayrıldığı belirtilmiştir. Belirtilen lakabı kullanan polis memuru hakkında ise civardaki bazı işyerlerine sorularak araştırma yapıldığı ancak herhangi bir tespit yapılamadığı not edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/2/2016 tarihinde, şüpheli bilgisi "İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan ilgili kolluk görevlileri", suç bilgisi "kasten yaralama", suç tarihi "31/5/2013" ve zamanaşımı süresi "sekiz yıl" olarak belirtilen daimî arama kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Yapılan tüm araştırmalara rağmen şüpheli emniyet görevlilerinin tespit edilemediği,Bu şekilde, atılı suçu işlediği iddia edilen kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin, çok sıkı bir şekilde araştırılarak kimliklerinin belirlenmesi, yakalandıkları takdirde mevcutlu olarak savcılığımıza sevk edilmeleri, aksi halde zamanaşımı tarihine kadar sürekli olarak araştırmaya devam edilmesi ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir Cumhuriyet Başsavcılığımıza bilgi verilmesi rica olunur. " Başvurucu vekilince 18/4/2016 tarihinde dosyadaki belgelerin bir sureti istenmiştir. 23/8/2016 ve 2/11/2016 tarihlerinde UYAP ortamına aktarılan -daimî arama kararı gereği olağan uygulama kapsamındaki- iki kolluk tutanağında, yapılan araştırmada herhangi bir şüpheli kimlik tespiti yapılamadığı belirtilmiştir. 9/11/2016 tarihinde ise dosyaya başvurucu vekilince soruşturmanın genişletilmesi ve derinleştirilmesi talepli bir dilekçe sunulmuştur. Anılan dilekçede, soruşturmanın ilk etapta birleştirildiği ana soruşturma dosyası içinde bulunan kamera görüntülerinin incelenmesi (UYAP erişimi ile yapılan kontrolde birleşen ana dosyada birçok ulusal haber kanallarından, gazete ve haber ajanslarından kamera görüntüleri ve fotoğraf istendiği görülmüştür.), olay yerinde bulunması yüksek olasılıklı olan özel kişilere ait güvenlik kamera kayıtlarının araştırılması, K isimli tanığın dinlenmesi ile belirtilen plakalı aracın sahte plaka olarak kullanılma ihtimalinin araştırılması istenmiştir. Başvurucu 17/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturmanın genişletilmesi talebinden yaklaşık bir yıl sonra 21/11/2017 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya tekrar ele alınmıştır. Bu kapsamda 22/12/2017 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumundan (ATK) başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak kati adli rapor düzenlemesi istenmiştir. ATK tarafından 25/12/2017 tarihinde tanzim edilen raporun ilgili kısmı şöyledir:"Kişinin yaşamını tehlikeye SOKTUĞU,Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI, Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi AĞIR (4) derece olduğu kanaatini bildirir rapordur." Başvurucunun olaya tanık olduğunu belirttiği K.nın ifadesinin alınması için ilgili Cumhuriyet başsavcılığına 21/12/2017 ve 24/5/2018 tarihlerinde iki kez talimat yazılmıştır. Bu kapsamda K.nın bilgi veren sıfatıyla 28/12/2017 ve 31/5/2018 tarihlerinde kolluk tarafından iki kez ifadesi alınmıştır. İfadelerde K. geçici olarak olay tarihinde İstanbul'a gittiğini, başvurucuyla da bu esnada tanıştığını, olay tarihinde Beyoğlu civarında polis memurlarının kalabalığı dağıtmak için uzaktan gaz fişeği attıklarını, bu fişeğin başvurucunun kulağına isabet ettiğini, yaralanan başvurucuya ambulans gelene kadar yardım ettiğini belirtmiştir. Daha sonra başvurucunun ziyaretine de gittiğini ifade eden tanık; kasıtlı bir yaralama olmadığını düşündüğünü zira gaz fişeğinin uzaktan atıldığını, sorumlu polis memurlarını tanımadığını, yüzlerinde gaz maskesi olduğundan teşhis edemeyeceğini, ayrıca Beyoğlu Tarlabaşı semtindeki sivil polis memurlarıyla Sarı İbo lakaplı polis memurunu da tanımadığını beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 23/1/2018 tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun soruşturmanın genişletilmesine dair dilekçesinde belirttiği başka soruşturma dosyasına girmiş görüntü kaydının bulunup bulunmadığının araştırılması istenmiştir. Ayrıca aynı müzekkerede olay yerini gören kamera görüntüsü ile bildirilen plaka bilgisinin tekrar araştırılması talimatı verilmiştir. Kolluk tarafından verilen cevapta, başvurucunun yaralandığı tarih itibarıyla MOBESE kameralarının hasarlı olduğu, 30/5/2013 ile 4/6/2013 tarihleri arasındaki kaydın ise gönderildiği bilgisi tekrar edilmiştir. Ayrıca olay tarihinde olay yerini gören herhangi bir güvenlik kamera kaydına rastlanmadığı da vurgulanmıştır. Başvurucunun bildirdiği araç plakasına ilişkin araştırmada, .. şasi numaralı, 1967 model, .. marka, 4/4/1975 tescil tarihli aracın 6/6/2011 tarihinde mevcut olmayan araç kapsamında hurdaya ayrıldığı bildirilmiştir. Ayrıca aynı plakanın 11/7/2000 tarihinde .. şasi numaralı, 2001 model, P... marka araca tescilli olduğu, 37/6/2001 tarihinde .. plakaya nakil gittiği, aynı şasi numaralı aracın 21/8/2006 tarihinde tekrar .. plakasına nakil geldiği, 25/4/2011 tarihinde ise .. plakasına nakil gittiği, yapılan plaka sorgulamasında ise söz konusu .. plakasının aktif görünmediği bilgilerine yer verilmiştir. Plaka sorgulama ekran çıktıları da evrak ekinde sunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/12/2018 tarihinde yazılan müzekkere ile kolluktan tekrar olay yerini gören güvenlik kamera görüntüsü araştırması yapması istenmiş, yapılan araştırmada bir otele ait güvenlik kamerası bulunduğu ancak 2014 yılında faal hâle geçtiği, ayrıca bir MOBESE kamerası bulunduğu ancak olay tarihindeki kayıtlara ulaşılamadığı bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/9/2019 tarihinde tekrar daimî arama kararı verilmiştir. Kararda nitelikli kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlinden suç nitelemesi yapıldığı ve buna göre on beş yıl zamanaşımı süresi belirlendiği anlaşılmaktadır. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun maddesinin toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde güvenlik kuvvetleri mensuplarına topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunma ve topluluk dağılmazsa zor kullanma yetkisi verdiği, bunun yanında 2559 S.Y.m. 16 uyarınca görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları halinde Polisin bu direnişi kırma amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanma yetkisi bulunduğu, ancak yasa tarafından verilen bu yetkilerin yine yasaya uygun bir şekilde kullanılması gerektiği, Toplanan deliller ışığında soruşturma evrakı içerisinde yer alan disiplin soruşturması dosyası, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü yazıları ve eki belgelerden müştekinin katıldığı gösterinin yasal olmadığı ve barışçıl nitelik taşımadığının açıkça belli olduğu, ancak soruşturma evrakı içerisindeki adli raporlar, bu rapordaki bulguların müştekinin beyanıyla uyuşması, müştekinin yaşadığı olaydan hemen sonra müracaatta bulunması birlikte değerlendirildiğinde kimliği tespit edilemeyen bir polis memurunun zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak müştekinin hayati tehlike arzeden, basit tıbbi müdahale ile giderilemez, vücudunda kemik kırığına yol açacak şekilde yaralanmasına neden olduğu, .." Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığının 18/6/2019 tarihli yazısı üzerine idari soruşturma açılıp açılmaması konusunda idarenin bir ön inceleme yürüterek 18/7/2019 tarihli yazısı ile sonucu Cumhuriyet Başsavcılığına bildirdiği görülmektedir. Cevap yazısında; alınan ifadelerde belirtilen şikâyetin soyut düzeyde kaldığı, somut delillerle desteklenemediği belirtilerek disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığı kanaatiyle işlemden kaldırma kararı verildiği bildirilmektedir. Başvurunun incelendiği tarih itibarıyla UYAP erişimi ile yapılan incelemede Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen son daimî arama kararından sonra soruşturmanın akıbetini etkileyecek nitelikte bir bilgi ya da belgenin dosyaya girdiğine yahut bu yönde tekrar bir araştırma faaliyetine rastlanmamıştır. A. Ulusal Hukuk Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında; 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısımlarına yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında 2911 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında; 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin ve maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğünün 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkardığı iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirdiği ve Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili kısımlarına yer vermiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında; 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili kısımlarına, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) göz yaşartıcı gaza ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35918 | Başvuru, bir protesto eylemine kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak müdahale edilmesi sonucu hayati tehlike geçirilecek şekilde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı davada, Bandırma Asliye Ceza Mahkemesince delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verildiğini ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 22/4/2014 tarihinde Karacabey Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 14/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Bandırma Özel Tip Cezaevinde hükümlü olarak tutulduğu süreçte 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında diğer bazı hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma aşamasında başvurucu hakkında 30/3/2000 tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucunun soruşturma aşamasında kolluk veya Cumhuriyet savcısı tarafından savunması alındığına dair herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Başvurucu hakkında Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı, 30/5/2000 tarih ve E.2000/549 sayılı iddianame ile silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkışmak suçundan cezalandırılması talebiyle aynı yer Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır. Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi, 4/1/2005 tarih ve E.2000/386, K.2005/1 sayılı kararı ile başvurucunun 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûmiyetine karar vermiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 22/12/2005 tarih ve 4-2005/180627 sayılı yazıları ile karara ilişkin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında lehe hususlar açısından yeniden değerlendirme yapılması için dosyayı Mahkemesine geri göndermiştir. Diğer taraftan Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi iş yükü nedeniyle Asliye ve Asliye Ceza Mahkemesi olarak ikiye bölünmüştür. Bu kapsamda dosyanın yeniden tevzi edildiği Bandırma Asliye Ceza Mahkemesinin E.2006/40 sayısına kayden yapılan uyarlama yargılamasında Mahkeme, 15/12/2011 tarih ve E.2006/40, K.2011/729 sayılı kararı ile başvurucuyu, lehe kabul ettiği önceki karara uygun olarak 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarih ve E.2013/7012, K.2013/16579 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, karardan 24/3/2014 tarihinde haberdar olmuş ve 22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi, 5237 Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesi, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile (2) numaralı fıkrasının (a) bendi, 4/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası, 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi, 135/A maddesi, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5532 | Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı davada, Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesince delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verildiğini ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı uyarınca bir gün göreve gelmemesi nedeniyle hakkında açılan idari soruşturma sonucu görev yerinin değiştirilmesinin örgütlenme özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 3/8/2018 tarihinde öğrendikten sonra 31/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28083 | Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı uyarınca bir gün göreve gelmemesi nedeniyle hakkında açılan idari soruşturma sonucu görev yerinin değiştirilmesinin örgütlenme özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tren kazası sonucu meydana gelen ölümler nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2019/19209, 2019/20738, 2019/20742, 2019/20957, 2019/21282, 2019/21949 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/17966 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2019/17966 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiş ve başvurucular da Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından tespit edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi Dönem Başvurucuların yakınlarının içinde bulunduğu Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treni 8/7/2018 tarihinde Tekirdağ'a bağlı Çorlu ilçesi yakınlarında raydan çıkmış ve meydana gelen kaza sonucu aralarında çocukların da bulunduğu 25 kişi hayatını kaybetmiş, 328 kişi yaralanmıştır. Başvurucular, hayatını kaybeden kişilerin yakınlarıdır. Kazanın akabinde Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmış, başvurucular olayı takiben farklı tarihlerde Başsavcılığa sundukları dilekçelerle sorumluluğu bulunduğunu ileri sürdükleri başta Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı yetkilileri (Bakan, Bakan Yardımcısı, Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı) olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) görevlileri (Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcıları ve hiyerarşik olarak daha alt düzeyde bulunan görevliler) ile demiryollarına ilişkin faaliyette bulunan şirketler ve resen tespit edilecek kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık, trende görevli makinistler H.A., S.Ş. ve Tren Şefi H.K. ile TCDD Bölge Halkalı 14 Bakım Müdürü T.K., Bakım Şefi Ö.P., hat bakım ve onarım memuru Ç.nin ifadesinin alınması ve trendeki görevlilere alkol, uyuşturucu madde testi yapılması için gerekli talimatları vermiştir. Trende bulunan ve ifade verebilecek durumda olan yolcuların da beyanlarının alınması talimatını veren Başsavcılık, Olay Yeri İnceleme ekipleri tarafından gerekli irdeleme yapılarak rapor hazırlanması, video kaydı alınması, olay gününe ilişkin meteoroloji bilgisinin temin edilmesi; rayların üzerinden geçtiği su tahliye menfezlerin durumuna ilişkin bilgilerin, lokomotif işletme kayıtlarının ilgili birimlerden edinilmesi için gerekli yazışmaları gerçekleştirmiştir. Başsavcılığın söz konusu taleplerinin ilgili makamlar tarafından takip eden süreçte (aynı ay içinde) yerine getirildiği, ilgili evrakın Başsavcılığa sunulduğu anlaşılmıştır. TCDD Bölge Müdürlüğü tarafından mevzuat bağlamında, ilgili müdürlüklerin/personelin görev ve sorumluluklarını belirten bilginin 26/7/2018 tarihinde Başsavcılığa sunulduğu anlaşılmaktadır. Kazanın gerçekleştiği alanda bulunan menfezin inşa tarihini ve ihale bilgilerini talep eden Başsavcılık, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İnşaat Mühendisleri Odası tarafından kazaya ilişkin hazırlanan raporu da 18/9/2018 tarihinde soruşturma dosyasına dâhil etmiştir. Sunulan yazılarda, menfezin 1912 yılında yapıldığı, 1965 yılında sıva tamiratı gördüğü ve rutin kontrollerde bakıma ihtiyaç duymadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Başsavcılık talimatıyla, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Ana Bilim Dalı ile İnşaat Mühendisliği Ana Bilim Dalında görevli profesör unvanlı iki öğretim üyesi, Namık Kemal Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde öğretim görevlisi yüksek mühendis ile serbest çalışan inşaat ve makina mühendisleri tarafından kazaya ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporu 8/10/2018 tarihinde soruşturma dosyasına sunulmuştur. Raporda, trenin dolgulu kesim üzerinde seyir hâlindeyken raydan çıktığı, kazanın meydana gelmesinde en önemli faktörün menfez üzerindeki balast (demir yolu platformu üzerine serilen, demir yolu bağlantılarının yükünü taşıyan ve suyun boşaltılmasını sağlayan kırılmış keskin köşeli taş) ve dolgu tabakasının yağmur birikmesi ile erozyona uğraması sonucu ray ve travers (rayı destekleyen dikdörtgen şeklinde ahşap ya da beton parça) çerçevesinin altının boşalması olduğu vurgulanmıştır. Bu boşalmanın Yol Bakım Onarım Müdürlüğü/Şefliği tarafından fark edilmediği, Yol Bakım Onarım ekibinin aşırı yağış konusunda farkındalık oluşturmadığı ve aşırı yağışlara rağmen kontrol yapılmadığının belirtildiği raporda Uzunköprü-Halkalı hattı bakım/yenileme ve üstyapı çalışmalarında bölgedeki iklim dikkate alınarak toprak dolgu yerine çimento enjeksiyonu gibi yeni teknolojilerin kullanılması gerektiği değerlendirilmiştir. TCDD bünyesinde hava koşullarını anlık değerlendiren bir birim bulunmadığına, meteoroloji ile koordinasyon sağlanmadığına, yeni teknolojilerin eski hatlarda etkin şekilde kullanılmadığına dikkat çekilen raporda ayrıca 2018 yılını Mayıs ayında düzenlenen senelik umumi muayene raporunda kaza mahallindeki menfez için balast tutucu duvar yapılması gerektiği ifade edilmesine karşın bu konuda bir çalışma yapılmadığı, iptal edilen ve yeni çıkılan ihalede kaza mahallindeki menfez için bir çalışma öngörülmediğinin altı çizilmiştir. Raporda ayrıca kaza anında -video kayıtlarından anlaşıldığı üzere- makinistin seri fren yapmasının sürüklenmeyi azaltarak daha fazla kayıp yaşanmasının önüne geçtiği değerlendirmesi yapılmıştır. Taşkın suların izlediği yolların değerlendirilmemesinin, rutin kontrollerin sadece gözlemle yaptırılmasının, menfez temizliğinin ve ıslahının yapılmamasının, menfez değişimi ile ilgili proje yapılmamasının mevzuattan kaynaklanan eksiklikler olduğu ve yapısal organizasyon ile yönetim bloğunun kazanın meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığının belirtildiği raporda sonuç olarak TCDD Bölge Halkalı 14 Bakım Müdürü T.K., Bakım Onarım Şefi Ö.P., hat bakım ve onarım memuru Ç. ile senelik umumi muayene raporunda imzası bulunan Köprüler Şefi Ç.Y.nin asli kusurlu oldukları yönünde kanaat bildirilmiştir. Başsavcılık soruşturmayı 20/2/2019 tarihinde tefrik ederek TCDD Bölge Müdürlüğü nezdinde görevli diğer kişiler hakkında (2019/2966 soruşturma numarası ile) soruşturmayı sürdürürken diğer soruşturma dosyasında (2018/9579) bilirkişi raporunda kusurlu bulunan dört kişi için (bkz. § 12) taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçu isnadıyla 26/2/2019 tarihli iddianameyi düzenlemiştir. Anılan dört kişi hakkında Çorlu Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 5/3/2019 tarihi itibarıyla ceza yargılamasının (2019/60 sayılı dosya üzerinde) başladığı anlaşılmıştır. Soruşturma dosyasını tefrik eden Başsavcılık 2018/9579 sayılı dosya üzerinde siyasetçiler, bürokratlar, TCDD üst yönetiminde bulunan kişiler ile trende görevli makinistler H.A., S.Ş ve Tren Şefi H.K. hakkında 19/2/2019 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ceza hukukunda eylemin meydana gelmesinde doğrudan kusuru bulunan kişilerin sorumluluk taşıdığını, somut olayda bilirkişi raporunda belirtilen dört kişi dışında kusur atfedilebilecek bir kişinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Söz konusu karara yönelik itirazlar Çorlu Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 25/4/2019-26/4/2019 tarihlerinde reddedilmiştir. Başvurucular Çorlu Sulh Ceza Hakimliğinin itirazın reddine dair söz konusu kararını takiben 27/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Dönem Başsavcılık 2019/2966 sayılı dosya üzerinde yürüttüğü soruşturmada senelik umumi rapor üzerine hangi işlemlerin yapıldığı, bu süreçten görev alanı itibarıyla hangi birimlerin/personelin sorumlu olduğu, senelik rapora ilişkin işlem yapılmadı ise gerekçesinin ne olduğu gibi hususlarda TCDD Genel Müdürlüğünden bilgi talep etmiştir. İlgili birimler tarafından Başsavcılığa bilgi sunulduğu anlaşılmaktadır. Başsavcılık ayrıca balast koruyucu duvar yapılmış olsaydı kazanın vuku bulup bulmayacağı hususunun tespiti ve balast tutucu duvarların yapılmamasında ihmali bulunan görevlilerle varsa kusurlarının belirlenmesi için yeni bir bilirkişi raporuna ihtiyaç duyulduğunu belirterek İstanbul, Ege ve Boğaziçi Üniversitelerinden daha önce TCDD ile hukuki, fiilî ilişki kurmamış geoteknik, ulaştırma ve altyapı alanında uzman profesörlerin bildirilmesini talep etmiştir. Başsavcılık ayrıca Çorlu Ağır Ceza Mahkemesinden iddianame kabulü sonrası dosyaya giren evrakın gönderilmesini talep etmiştir. Başsavcılığa sunulan 11/2/2021 tarihli bilirkişi raporunda da özetle kazanın dolgunun göçmesi ile ray altının boşalmasına bağlı olarak gerçekleştiği, rayın altının boşalmasının demir yolu işletmeciliğinin kırmızı çizgisi olduğu, buna yol açacak her türlü riskin bertaraf edilmesine yönelik bir tasarımın gerektiği, eskiden inşa edilmiş demir yolu hatlarında dolgu, yarma ve sanat yapılarının durumunun hat boyunca metodolojik olarak kontrolünün kritik önemi haiz olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılık Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesine de bilirkişi raporu talep etmiştir. 22/6/2022 tarihli raporda özet olarak tren kazasına menfezin bakım ve temizliğinin yeterince yapılmamasının neden olduğu, menfezin kontrolünü yapmakla görevli kişilerin kazada sorumluluklarının bulunduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan Çorlu Ağır Ceza Mahkemesi de kazanın oluş şekli, nedenleri ve kusur durumuna ilişkin olarak yeni bir bilirkişi raporu düzenletmiştir. 23/10/2020 tarihli raporda özetle yağışın öngörülebilir olduğu, menfez kapasitesinin yetersiz bulunduğu, risk analizlerinin ve tedbirlerin alınmasında eksiklik olduğu, hat sinyalizasyonunda bir eksiklik bulunmadığı, meteoroloji ile koordinasyon eksikliğinin kazada kritik rol oynadığı, denetleme ve kontrol için personelin yetersiz olduğu, trenler modernize edilirken yol üstyapısında gereken yenilemenin yapılmadığı belirtilerek TCDD AR-GE biriminin, Merkez ve Bölge Emniyet Risk Yönetimi Müdürlüklerinin, altyapı ve sanat yapılarını yenilemeden sorumlu başkanlığın, yol ve geçit kontrol memuru istihdam etmekle sorumlu başkanlığın kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Başvuruculardan bir kısmının itirazı üzerine ek bilirkişi raporu düzenlenmiş ve 26/2/2021 tarihli raporda, önceki rapora ek olarak sonuç kısmında sanıklar Ç., Ö.P., Ç.Y. ve T.K.nın kusur oranlarının tespitinin Kurulun uzmanlık alanı dışında kaldığı, bu kişilerin görev ve sorumlulukları, raporda kusurlu bulunan birimler açısından durumlarının iş güvenliği uzmanı hukukçu bilirkişilerce daha sağlıklı tespit edilebileceği belirtilmiş; raporun sonuna İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Geoteknik Laboratuvarı tarafından zemine ilişkin olarak düzenlenen teknik analiz raporu eklenmiştir. Başsavcılık 8/9/2022 tarihinde TCDD Bölge Müdürü Nh.A., TCDD Bölge Müdür Yardımcısı emlak, bakım ve modernizasyon servis alanlarından sorumlu , TCDD bölge üstyapıdan sorumlu Bakım Servis Müdür Yardımcısı K., TCDD bölge altyapıdan sorumlu Bakım Servis Müdür Yardımcısı Nz.A., TCDD Bölge Müdürlüğünde yol kontrolörü B.O., TCDD Bölge Müdürlüğünde inşaat mühendisi T.B.Ö., TCDD Bölge Müdürlüğünde mühendis olarak görev yapan P. ve K.B. hakkında taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçu; TCDD Bölge Bakım Servis Müdürü K. hakkında ise bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçu isnadıyla iddianame düzenlemiş ve iddianameye esas dosyanın diğer dört şüpheli hakkında yürütülen ceza yargılamasına ilişkin dosya (bkz. § 13) ile birleştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Başsavcılık ayrıca aynı gün verdiği kararla gerek 11/2/2021 gerekse 23/10/2020 tarihli bilirkişi raporlarını dikkate alarak TCDD Taşımacılık A.Ş. çalışanları, TCDD Genel Müdürlüğü Merkez Teşkilatı görevlileri ve Genel Müdürlüğün Taşra Teşkilatı olan TCDD Bölge Müdürlüğü çalışanları, Yönetim Kurulu üyeleri S.K., T.A., Ş.K., Ü.U., K., İ.A.,TCDD Genel Müdürlüğü ve AR-GE Dairesi Başkanlığı, Merkez ve Bölge Demiryolu Emniyet ve Risk Yönetimi Müdürlükleri (diğer sıfat ve görevlerinden doğan sorumluluklarına dair ihmalleri varsa bunlar saklı kalmak kaydıyla), trafik kapasite ve satın almadan sorumlu Bölge Müdür Yardımcısı H.K., insan kaynakları, destek hizmetleri ve muhasebattan sorumlu Bölge Müdür Yardımcısı A.E., sinyalizasyon ve haberleşmeden sorumlu Bölge Servis Müdür Yardımcısı A.B. ile elektrifikasyondan sorumlu Bölge Servis Müdür Yardımcısı Ö., yol sürveyanı G.Y., Tarım Şefi N.Ç. hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Mevcut durum itibarıyla on iki sanık hakkında ceza yargılamasının devam ettiği, duruşma zabıtlarından anlaşıldığı kadarıyla da TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğünden organizasyon şemasının, hat yenileme çalışmaları öncesinde jeolojik, hidrolojik ve meteorolojik değerlendirme raporlarının, üstyapının dışında altyapı yenilemesi/tadilatının gerekliliği konusunda ön raporun talep edildiği, meteoroloji dâhil ilgili birimlerle yazışmalar yapıldığı, sanıklar hakkında yurt dışı çıkış yasağı konulduğu görülmektedir. Ayrıca başvuruculardan bazılarının idari ve adli yargı kolunda yaşanan ölümler nedeniyle tazminat davaları açtığı ancak bu davaların esasına yönelik olarak kesinleşmiş bir karar bulunmadığı anlaşılmaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17966 | Başvuru, tren kazası sonucu meydana gelen ölümler nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, resmî evrakta sahtecilik suçundan verilen düşme kararından sonra haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının, suçlu olduğunu çağrıştıracak ibarelerle reddine karar verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 26/1/1995 tarihli iddianamesi ile sahte çek düzenlediği iddiasıyla resmî evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi) 14/10/2004 tarihli karar ile başvurucunun diğer sanık olan eşi ile birlikte başkasına ait çek koçanını alıp çok sayıda çeki imzalayarak tedavüle soktuğu gerekçesiyle 2 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar başvurucunun bildirdiği adreste tebliğ edilemediğinden 5/1/2005 tarihli ve 25691 sayılı Resmî Gazete'de ilan edilmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesi nedeniyle 25/1/2006tarihli uyarlama yargılaması sonucunda 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu hükümlerinin başvurucunun lehine olduğu belirtilerek yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş ve bu karar 26/9/2004 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi uyarınca tebliğ edilerek ilk karar kesinleştirilmiştir. Başvurucu, kesinleşen karar nedeniyle 13/9/2009 tarihinde yakalanarak hakkındaki hükmün infazına başlanmıştır. Başvurucu hükmün infazı aşamasında kesinleştirme işleminin geri alınması ve tahliye isteminde bulunmuş, ancak Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi 9/4/2010 tarihinde talebi reddetmiştir. İtiraz mercii olan Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi) 15/4/2010 tarihli kararı ile talebin temyiz niteliğinde olduğunu belirterek dosyanın Yargıtaya gönderilmesine ve hükmün infazının durdurulup başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 7/6/2012 tarihli karar ile başvurucuya yapılan tebligatın usulsüz olması nedeniyle temyiz istemini süresinde bulmuş ve inceleme tarihine kadar dava zamanaşımı dolmuş olduğundan 14/10/2004 tarihli kararı bozarak kamu davasının düşmesine karar vermiştir. Başvurucu, hakkındaki kamu davası düşme ile sonuçlanmış olmasına rağmen ilk derece mahkemesinin usule aykırı kesinleştirme işlemi nedeniyle hükmün infazına başlanıp 7 ay 3 gün süreyle haksız olarak ceza infaz kurumunda tutulduğunu belirterek 045 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat istemiyle dava açmıştır. İstanbul Anadolu Ağır CezaMahkemesi 13/3/2013 tarihli karar ilehakkında düşme kararı verilen kişilerin tazminat isteyemeyecekleri gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Mahkeme, bu gerekçenin yanı sıraceza mahkemesinin kanıtlarını da göstermek suretiyle suçun işlendiğini tespit ettiğini ve mahkûmiyete ilişkin kararın daha sonra Yargıtay temyiz incelemesinde usulsüz tebligat nedeniyle bozulup inceleme tarihine kadar dava zamanaşımı dolduğundan kamu davasının düşmesine karar verilmesinin mahkeme kararına dayalı hapis cezasının infazını haksız hâle getirmeyeceğini de belirtmiştir. Hüküm temyiz edilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 20/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai kararın başvurucuya tebliğine ilişkin herhangi bir belge ve bilgi bulunmadığından başvurucunun kararı öğrendiğini bildirdiği 18/4/2014 tarihi esas alınarak başvurunun süresi içinde olduğu kabul edilmiştir. 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bir kimse resmen memur olmadığı halde 339 uncu maddede gösterilen suretlerle resmi bir varakada sahtekarlık yaparsa iki seneden sekiz seneye kadar ağır hapis cezasile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un ''Dava zamanaşımı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;...e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,Geçmesiyle düşer.'' 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(8) Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir. Ancak, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediği anlaşılırsa; gerçekleşmesini beklemek üzere, durma kararı verilir. Bu karara itiraz edilebilir.'' 5271 sayılı Kanun'un ''Tazminat isteyemeyecek kişiler'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmışöyledir: “(1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:...c) Genel veya özel af, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler. '' 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un '' İnfazın koşulu '' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Mahkûmiyet hükümleri kesinleşmedikçe infaz olunamaz." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7066 | Başvuru, resmî evrakta sahtecilik suçundan verilen düşme kararından sonra haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının, suçlu olduğunu çağrıştıracak ibarelerle reddine karar verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı hâlde kısa kararın tefhiminden itibaren başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 21/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 23/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/390 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı hâlde kısa kararın tefhiminden itibaren başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yağma ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçlarını işlediği iddiasıyla 30/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış; sonrasında hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. (Kapatılan)İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 10/3/2014 tarihli kararıyla Mahkemenin kapatılması nedeniyle dava dosyasının Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2014 tarihli kararıyla Mahkemenin yetkisizliğine ve dava dosyasının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/11/2014 tarihli kararıyla Mahkemenin yetkisizliğine, olumsuz yetki uyuşmazlığının çözümü için dava dosyasının Yargıtaya gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2014 tarihli kararıyla Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına dava dosyasının Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yargılama İlk Derece Mahkemesinde devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15463 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/10369 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mağdur sıfatıyla katılınan ceza soruşturmasının makul sürede tamamlanmaması sonucu maddi ve manevi zararlara sebebiyet verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 20/4/1992 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaralanmıştır. Olay nedeniyle Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından soruşturma açılmış ve yürütülen bu soruşturma sonucunda bazı şüpheliler hakkında kamu davası açılmıştır. Midyat Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada Mahkeme 23/12/1993 tarihinde, üzerilerine atılı suçları işledikleri yönünde mahkûmiyetlerine yeter derecede kesin ve inandırıcı delillerin elde edilemediği gerekçesiyle sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar vermiştir. Söz konusu karar, temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 30/5/1994 tarihli kararıyla onandığından aynı tarihte kesinleşmiştir. Mahkeme, kararın bu şekilde kesinleşmesi üzerine fail ya da faillerinin tespit edilerek yakalanması amacıyla Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, olay hakkında yeniden soruşturma açmış ve bazı işlemler gerçekleştirmiş ise de bu mümkün olmamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2014 tarihinde, davada zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Midyat Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/8/2014 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 5/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılan bireysel başvuru 6/10/2014 ila 11/10/2014 tarihlerinde bölgede yaşanan toplumsal olaylar yüzünden Adliyenin kapalı tutulması nedeniyle 13/10/2014 tarihinde yapılabilmiştir. Komisyon tarafından bu durumun başvurucu bakımından haklı bir mazeret olduğu değerlendirilerek başvuruda süre aşımının bulunmadığı kabul edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16211 | Başvuru, mağdur sıfatıyla katılınan ceza soruşturmasının makul sürede tamamlanmaması sonucu maddi ve manevi zararlara sebebiyet verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma davasında hükmedilen tazminat bedelinin ödenmemesi ve kararın kesinleşme tarihinden itibaren hükmedilen tazminata kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 20/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 22/6/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 5/4/2005 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde Ankara Valiliği (İdare) aleyhine açtığı kamulaştırmasız el atma davasında, Ankara ili Çankaya ilçesi Topraklık mevkiinde bulunan ve kendisine miras yolu ile intikal eden taşınmazın üzerine davalı İdare tarafından ilköğretim okulu yapıldığını belirterek söz konusu taşınmazın İdare adına tesciline karar verilmesini ve dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte lehine 500 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 15/12/2005 tarihli ve E.2004/510, K.2005/425 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, söz konusu taşınmazın İdare adına tapuya tesciline; 033,66 TL'nin, dava tarihinden itibaren değişik oranlarda yasal faiz uygulanarak davalı İdareden tahsil edilmesine ve başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 29/5/2006 tarihli ve E.2006/3095, K.2006/6407 sayılı ilamı ile dava konusu taşınmazın iştirak hâlinde mülkiyete tabi olduğunu, bu nedenle diğer mirasçı paydaşların da davaya katılımının sağlanması gerektiğini, katılım sağlanamadığı takdirde miras şirketine mümessil tayin edilmesi ve böylelikle davaya devam edilmesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasına hükmetmiştir. Bozma ilamına uyularak dosyanın tekrar incelenmesinin ardından Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 7/12/2006 tarihli ve E.2006/344, K.2006/497 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, söz konusu taşınmazın İdare adına tapuya tesciline, 033,66 TL'nin başvurucuya ödenmesine, söz konusu bedele dava tarihinden itibaren değişik oranlarda yasal faiz uygulanmasına, başvurucunun fazlaya ilişkin talebinin reddine hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonunda İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/2/2007 tarihli ve E.2007/1044, K.2007/2170 sayılı ilamı ile onanmış; taraflarca karar düzeltme isteminde bulunulmaması üzerine 2/4/2007 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, kesinleşen Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi kararına dayanarak 24/4/2007 tarihinde Ankara İcra Müdürlüğü nezdinde icra takibi başlatmış; borçlu İdareye 4/5/2007 tarihinde icra emri tebliğ edilmiş ve icra takibi kesinleşmiştir. Borçlu idare Ankara İcra Müdürlüğüne gönderdiği 7/9/2007 tarihli yazı ile kamulaştırma faslında yeterli ödenek bulunmadığından yeterli ödenek temin edildiğinde ilgili dosyaya ödemenin yapılacağını bildirmiştir. Başvurucu hâlen ödemenin yapılmadığını belirterek 20/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 6/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile 6/2/2014 tarihinde borçlu İdare tarafından ödemenin yapıldığını ancak borcun ödenmesinin yaklaşık yedi yıl sürdüğünü bu nedenle mağduriyetinin söz konusu olduğunu ifade etmiştir.B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici maddesinin , , ve Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, 2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmeden önceki fıkraları şöyledir:“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.…Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir. …… Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez...…4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…” 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.” 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir: “Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/11/2011 tarihli ve E.2011/5396, K.2011/22096 sayılı kararında şöyle denilmektedir:"… Kamulaştırmasız el atma davaları uygulamada sıklıkla karşılaşılan davalardan olmakla birlikte, yasa ile düzenlenmiş değildir. Bu konuya ilişkin tek yasal düzenleme olan 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun maddesi de 2003 tarih ve 2002/112 E. 2003/33 K. sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir. Uygulamada kamulaştırmasız el atma davaları; İBK, HGK ve Hukuk Dairelerinin içtihatlarıyla yön bulmaktadır. Konunun Dairemizi ilgilendiren yönü ise, bu nevi davalarda hükmedilen tazminatların zamanında ödenmemesi halinde uygulanacak faizin ne tür ve oranda olması gerektiği noktasındadır. Zira kamulaştırma yasası gecikme faizini öngörmemektedir. Bu cümleden olmak üzere, HGK kararları ve Dairemizin istikrar bulmuş içtihatlarında; "Kamulaştırma bedelinin arttırılması ilamlarında uygulanan T.C Anayasasının 4709 Sayılı Yasanın maddesi ile değişik 46/son maddesinde yer alan kamulaştırma bedelleri ile mahkemece kesin hükme bağlanan arttırma bedellerine, son fıkraya göre kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanacağı" hükmünden farklı olarak, "Kamulaştırmasız el atmanın hukuksal niteliği itibariyle bir haksız eylem olduğu, haksız eylemden doğan borçların, tazmini nitelikte olmaları nedeniyle uygulanacak faizin 3095 Sayılı Yasada belirlenen yasal faiz olduğu belirtilerek, uygulama bu güne kadar yasal faizin uygulanması şeklinde sürdürüle gelmiştir. Ancak, Anayasa'nın maddesi ile koruma altına alınmış olan mülkiyet hakkının, hak sahibinin rızasına bakılmaksızın kamulaştırmasız el atma nedeniyle ihlali halinde, toplumun genel menfaatleri ile bireyin temel haklarının korunması arasında adil bir denge gözetilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle, mülkün gerçek değeriyle orantılı makul bir tazminat ödenmediği sürece, bir mülkten mahrum bırakılmanın genelde aşırı bir ihlal teşkil edeceği, yasal faiz oranında gecikme faizi ödenmesinin yeterli olmadığı görüşü gerek öğretide gerekse uygulamada ağırlık kazanmaya başlamıştır.Bu bağlamda mülkiyete saygı hakkının ihlalinin, mahkemelerin, kamulaştırmasız el atmaya maruz kalan kişiler lehine hükmettikleri tazminat tutarının tayininde, yargılama süresi ile enflasyon arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkan değer kaybını dikkate almalarına imkân sağlayan yasal bir düzenlemenin olmayışından da kaynaklandığı, bu nedenle adil tatmin taleplerinin karşılanması gerektiği hususu benimsenmeye başlanmıştır.Tüm bu açıklamalar ışığında idare, kendisine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri yasaya uygun bir biçimde kullanmaksızın taşınmaza el atarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz. Anayasa'nın maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlama olmakla, Dairemizce içtihat değişikliğine gidilerek, özü ve vardığı hukuki sonuç itibariyle aynı nitelikler taşıyan kamulaştırmasız el atmaya ilişkin ilamlarda hüküm altına alınan tazminatlara da Anayasanın 46/son maddesinde düzenlenmiş olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır." (Aynı yönde diğer bir karar için bkz. Yargıtay HD., 26/10/2011 tarihli, E.2011/5698, K.2011/20397) | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9403 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma davasında hükmedilen tazminat bedelinin ödenmemesi ve kararın kesinleşme tarihinden itibaren hükmedilen tazminata kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerlik hizmetinden kaynaklandığı ileri sürülen rahatsızlık ve bu rahatsızlığın tedavisinde hatalı müdahalede bulunulması sebebiyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 20/7/2011 tarihinden itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde uzman onbaşı statüsünde görev yapmakta iken 6/9/2011 tarihinde Isparta Asker Hastanesi Baştabipliği tarafından sağ hobital omuz çıkığı ön tanısıyla ileri tetkik ve tedavi için Etimesgut Asker Hastanesi ortopedi bölümüne sevk edilmiştir. Etimesgut Asker Hastanesinde 16/11/2011 tarihinde yatışı yapılarak başvurucu ameliyat edilmiştir. Hastanenin 21/11/2011 tarihli sağlık kurulu raporuyla, başvurucu hakkında omuz bankart tamiri ameliyatlısı tanısı konulmuş ve bir buçuk ay hava değişimi raporu tanzim edilmiştir. Aynı Hastanenin 4/1/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile sağ eklem çıkığı (sağ omuz artroskopik bankart tamiri ameliyatlısı nekahatlisi tanısıyla kırk beş gün istirahat raporu tanzim edilmiştir. Başvurucu, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde (GATA) 17/7/2012 tarihinde yeniden ameliyat edilmiştir. 17/7/2012 tarihli ve 662 sayılı ameliyat raporunda şöyle denilmiştir:"... Sağ omuz içi anatomik yapılar görüldü. Glenion anteriorunda önceden yerleştirilmiş migre olan anchor vidaları izlendi ve çıkarıldı. Humerus başı anteromedialinde 2x2 cm.lik vidaların sürtünme sonrası oluşturduğu kondral lezyon izlendi düzenlendi. Bol yıkamayı müteakip portaller çekildi. Portal girişleri usulüne uygun kapatılarak pansumanı yapıldı. Omuz askısı uygulanarak ameliyata son verildi." Başvurucuya 23/8/2012 tarihli sağlık kurulu raporuyla appendektomi ameliyatlısı tanısıyla on gün ve 11/10/2012 tarihli sağlık kurulu raporuyla da sağ omuz hareket kısıtlılığı tanısıyla kırk beş gün hava değişimi raporu tanzim edilmiştir. Söz konusu raporlar üzerine Dağ Komanda Tugay Komando Komutanlığının 3/11/2012 tarihli işlemi ile başvurucunun, hava değişimi ve istirahat sürelerinin üç aydan fazla olması nedeniyle 17/11/2012 tarihinden geçerli olmak üzere uzman erbaşlık sözleşmesi feshedilmiştir. Belirtilen işlemin iptali istemiyle açılan davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinin 9/10/2013 tarihli ve E.2013/160, K.2013/971 sayılı kararıyla "... davacının istirahat ve hava değişimi ve almasına yol açan rahatsızlığının 3269 Sayılı Kanunun 10'uncu maddesinde belirtilen ilişiğinin kesilmemesini ve izinli sayılmasını gerektirecek mahiyette görev esnasında veya görev dışında görevinden dolayı uğradığı bir kaza sonucu ya da bir meslek hastalığından kaynaklanmadığı göz önüne alınarak kanun hükmünden kaynaklanan bağlı yetki uyarınca sözleşmesinin feshedilerek TSK. ile ilişiğinin kesilmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." gerekçesiyle davanınreddine karar verilmiştir. Başvurucu, sözleşmesinin feshine ilişkin olan bu karara karşı bireysel başvuruda bulunarak eşitlik ilkesinin ve çalışma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de Anayasa Mahkemesi 2014/3748 sayılı başvuruyu 3/7/2015 tarihli kararıyla konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Diğer yandan başvurucu hakkında GATA Hastanesi tarafından düzenlenen 31/1/2013 tarihli raporda başvurucunun sağ omuz eklem hareket kısıtlığı tanısı ile TSK'da görev yapamayacağı tespit edilmiştir. Başvurucu, askerlik görevi sırasında 6/9/2011 tarihinde düşerek omzunda tahribat oluştuğu ve rahatsızlığın tedavisiyle ilgili 17/11/2011 tarihli ameliyatın kusurlu olduğu iddialarıyla maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle 2/12/2013 tarihinde idari başvuru yapmıştır. Başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 19/2/2014 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açılmıştır. AYİM 9/7/2014 tarihli ve E.2014/380, K.2014/1094 sayılı kararıyla davayı süre aşımı gerekçesiyle oyçokluğuyla reddetmiştir AYİM gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasında bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının 2011 yılında Dağ Komando Okulu Eğitim Merkezi Komutanlığında P.Uzm.Onb. olarak görevli iken komutanlık önüne hastaneye sevk konulu yazmış olduğu dilekçesinde: "2 yıl önce düşmem sonucunda meydana gelen omuz çıkmaları ilk başlarda rahatsız etmemekteydi, Konya'da yapmış olduğum askerlik hizmeti sırasında omuz çıkmaları artarak ağrılar fazlalaşınca Konya Askeri Hastaneinde muayenemi olarak tedavi süreci başladı, sonuç olarak ameliyata karar verildi, Askerlik hizmetini yapmakta iken KKK.lığı uzman erbaş seçme sınavına girerek kazandım ve ameliyat olmaktan vazgeçtim ve P.Uzmn.Onb. olarak okuldaki eğitimimi almaya başladım ama omuzumdaki ağrılar şiddetli bir şekilde artmaya başlayınca Isparta Askeri Hastanesine sevkim uygun görüldü" şeklinde beyanda bulunduğu, ... [anlaşılmıştır]....Dava konusu olayda tazminat isteminin sebebi olan omuz çıkması olayının (idari eylemin) davacının el yazısı ile komutanlık önüne yazmış olduğu dilekçeden anlaşılacağı 2009 yılında meydana geldiği, hatta bu sürenin davacının askere sevk edilmeden önceki tarihi de ihtiva edebileceği şüphesini uyandırdığı, dikkate alındığında davacının omzunun çıktığı tarihten itibaren omuz çıkma olayı şayet mecburi askerlik hizmetinde gerçekleşmişse bir yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemesinin gerektiği, halbuki davacı rahatsızlığını iyi niyet kurallarına aykırı bir şekilde uzman erbaş sınavında saklayarak davalı idareyi kandırdığı, rahatsızlığını tedavi ettirmeyerek büyük bir efor sarf edeceği bir eğitim olan komando eğitimine iştirak ederek rahatsızlığın artmasına bilerek sebebiyet verdiği, bu gerçekler karşısında davacının iyi niyetli olduğundan bahsedilemeyeceği, rahatsızlığının artmasında asıl sorumluluğun davacıya ait olduğu sonucuna varılmıştır.Davacı vekili bir yıllık kesin süre geçtikten sonra 2013 tarihinde tazminat istemiyle idareye müracaat ettiğinden davada süre aşımı bulunmaktadır. Her ne kadar davacı hakkında eylem tarihinden yaklaşık dört yıl sonra kesin işlemli rapor tanzim edilmiş ve davacı bu rapor üzerine 2013 tarihinde ön karar tesis için idareye müracaat ettikten sonra davasını ikame etmiş ise de anılan raporun geçirilen dava süresini ihya kabiliyeti bulunmadığından süre aşımından reddi gerektiği sonucuna varılmıştır." Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 12/11/2014 tarihli ve E.2014/1365, K.2014/1594 sayılı kararıyla, olayda karar düzeltme sebeplerinin bulunmadığı gerekçesiyle oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşıoyda şöyle denilmiştir:".. sürenin zararın ortaya çıktığı tarihten başlatılma zorunluluğu vardır. Zarar ortaya çıkmadan istenecek bir tazminat konusu olmayacağından dava açma hakkı da olmayacaktır. Tazminat istenebilmesinin ilk koşulu bir zararın varlığıdır. Sözleşmeli uzman çavuş olan davacının yaralanması ve devamında yapılan tedavide hata dolayısıyla oluşan rahatsızlığı, sağlık durumuna ilişkin raporunun onaylanması ile tespit edilmiştir. Bu nedenle zorunlu idari müracaat süresinin onaylanan raporun davacıya tebliğ edildiği tarihten başlatılması gerekmektedir. Davacı hakkında lüzenlenen GATA Hastanesi Sağlık Kurulunun ... raporun hangi tarihte onaylanarak kesinleştiği dosya içeriğinden ... anlaşılamamıştır. Ancak zorunlu idari müracaat süresinin rapor tarihinden başlatılması durumunda dahi 2013 tarihinde davalı idareye yapılan zorunlu müracaatın bir yıllık müracaat süresi aşılmadan yapılmış olduğu ... davada süre aşımı bulunmadığı kanaatinde olduğumuzdan, karar düzeltme alebinin kabul edilerek, süre aşımı yönünden davanın reddine ilişkin verilen kararın kaldırılması ve davanın esastan görülmesi gerek[[mektedir]." Bu karar başvurucu vekiline 8/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38). Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır; aksi takdirde bu sınırlama maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57). Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve diğerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51). Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, §§ 50-51). AİHM Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013) kararında, süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvuranın mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış, tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda başvurucunun 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş; başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmaması tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26). AİHM, Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre (B.No: 52067/10 ve 41072/11, 11/3/2014) başvurusunda daEşim/Türkiye başvurusundaki içtihadını sürdürmüştür. Başvuruya konu olayda başvuranlar,1965 yılından 1978 yılına kadar çalışma ortamında amyanta (asbest) maruz kalması sebebiyle oluşan hastalık nedeniyle 2005 yılında vefat eden bir teknisyenin eşi ve çocuklarıdır. Olayda hastalığın amyanttan kaynaklandığı 2004 yılında belli olmuş ve başvuranların mirasçısı 25/10/2005tarihinde işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İsviçre Federal Mahkemesi, on yıllık zamanaşımı süresinin, zararın ortaya çıktığı andan değil olayın oluş anından itibaren başlayacağını belirterek davacının 1995 yılından sonra amyanta maruz kalmadığını, 1995'ten önceki olaylar açısından ise taleplerin zamanaşımına uğradığına karar vermiştir. AİHM söz konusu başvuruda, zamanaşımına ilişkin kuralların amyantın yol açtığı gibi tetikleyici olaylardan ancak yıllar sonra teşhis edilebilen hastalıklardan muzdarip kişilere sistematik olarak uygulanmasının, bu kişileri iddialarını mahkemeler önünde ortaya koyma olanağından yoksun bırakma ihtimali bulunduğuna dikkat çekmiştir. AİHM, kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda bu gerçeğin zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınması gerektiğini belirterek zamanaşımı sürelerinin uygulanmasının başvuranların mahkemeye erişimini, söz konusu haklarının özüne halel getirecek derecede kısıtlamış olduğuna karar vermiştir (Howald Moor ve Diğerleri/İsviçre,§§77,78). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19756 | Başvuru, askerlik hizmetinden kaynaklandığı ileri sürülen rahatsızlık ve bu rahatsızlığın tedavisinde hatalı müdahalede bulunulması sebebiyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi ya da satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28385 | Başvurular, ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunanların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların kendilerine teslim edilmemesi ya da satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle açılan davanın kesin hükmün varlığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Bilal Güvendi'nin Doğumundaki ve Sonrasındaki Tıbbi Tedavi Uygulaması ile Buna Dair Yargısal Süreç Başvurucu Bilal Güvendi 8/8/2012 tarihinde Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doğmuştur. Doğum sonrasında doktorlar, başvurucuya özefagus atrezi (yemek borusunun mide ile bağlanamaması sonucu doğuştan gelen bir bozukluk) tanısı koymuştur. Bu nedenle başvurucunun Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Araştırma Hastanesi) sevk edilmesi gerekmiştir. Başvurucu, söz konusu rahatsızlığı nedeniyle 9/8/2012 tarihinde Araştırma Hastanesinde ameliyat edilmiştir. Ameliyat sonrası ağızdan besleme yapılamaması nedeniyle başvurucuya damar yoluyla beslenme sıvısı verilmiştir. Beslenme sıvısı verilirken sağ elinde ciddi derecede şişlikler meydana gelmesi üzerine başvurucu aynı hastanede bir kez daha ameliyat edilmiştir. Başvurucunun annesi Sevgi Güvendi ile babası Şevket Güvendi başvurucu adına velayeten, kendi adlarına ise asaleten, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte toplam 250 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebiyle Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna karşı 17/2/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılmıştır. Anılan davada Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen raporda "... küçüğe TPN başlanmasının tıbben doğru olduğu, verilen beslenme sıvısının damar dışına kaçması neticesinde meydana gelen cilt nekrozunun her türlü özene rağmen oluşabilen, herhangi bir tıbbi ihmal ve kusura izafe edilemeyen komplikasyon olarak değerlendirildiği, komplikasyon yönetiminin tıp kurallarına uygun yapıldığı, yapılan cerrahi müdahalenin tıbben doğru olduğu, küçükte elde meydana gelen kontraktürün küçüğe fizik tedavi uygulansa bile büyüyen organ neticesinde beklenen bir durum olduğu cihetle, ilgili sağlık personellerine atfı kabil bir kusur tespit edilmediği..." belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 27/4/2017 tarihli kararıyla ATK tarafından hazırlanan bilirkişi raporu ile sağlık personeline atfı kabil bir kusur tespit edilemediği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (İstinaf Dairesi) 25/10/2017 tarihli kararla istinaf başvurusunu kısmen kabul etmiş, kararın manevi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmını kısmen kaldırarak takdiren 000 TL manevi tazminatın davacılara ödenmesine hükmetmiş, kararın maddi tazminat ve manevi tazminatın kalan kısmına yönelik istinaf başvurusunu reddederek bu kısmı onamıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlıkta, Adli Tıp raporunda özefagus atrezisi nedeniyle ağızdan beslenmesinin yapılamayacağından küçüğe TPN başlanmasının doğru olduğu, verilen beslenme sıvısının damar dışına kaçması neticesinde meydana gelen cilt nekrozunun her türlü özene rağmen oluşabilen, herhangi bir tıbbi ihmal ve kusura izafe edilemeyen komplikasyon olarak değerlendirildiği belirtilmekte ise de; beslenme sıvısının damardan verilmesi sırasında davalı idarece gerekli tedbirlerin alınarak meydana gelebilecek zararların önlenmesi gerekmektedir.Olayda, davalı idarece beslenme sıvısının damardan verilmesi sırasında gerekli tedbirler alınmadığından davacının olay nedeniyle oluşan zararının karşılanması gerektiği tabiidir.Bu durumda davacıların çocuğu Bilal Güvendi'nin elinde doku kaybı başladığı ve tedavi sürecinin sürmesi edeniyle duyduğu acı, üzüntü ve ruhsal sıkıntılarının kısmen de olsa dindirilmesi için takdiren 000,00 TL manevi tazminatın davacılara ödenmesi gerekmektedir." Başvurucular bu karar üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 4/7/2022 tarihli ve B. No 2018/1571 sayılı kararıyla başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: '' Somut olayda gerekli tedbirlerin alınmadığı ve meydana gelebilecek zararların önlenmesi gerektiği derece mahkemesi tarafından tespit edilmiştir. Bu duruma göre sağlık hizmetinin yürütülmesinde bir yetersizlik olmadığı söylenemez. Maddi tazminata hükmetmek ve tazminatın nasıl hesaplanacağı konusu hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin bir mesele olarak derece mahkemelerinin takdirindedir. Bariz takdir hatası veya keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesinin derece mahkemesinin bu takdirine müdahale etmesi mümkün değildir. Bununla birlikte hâlihazırda sağ elini etkin şekilde kullanamayan ve tam olarak bir daha ne zaman kullanacağı da anlaşılamayan birinci başvurucunun maddi nitelikte birtakım zararları olabileceği gibi hizmet kusurunun açıkça tespit edilmiş olması ve dava dosyasına sunulan birtakım belgeler karşısında birinci başvurucunun babası olan diğer başvurucunun da maddi tazminata ilişkin taleplerinin neden reddedildiği anlaşılamamıştır. Bu zararın idarenin gerekli tedbiri almaması sonucunda ortaya çıktığı konusunda derece mahkemesinin kabulü ve tespitleri dikkate alındığında sadece manevi tazminat talebinin kabul edilmesinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi bakımından yeterli olmadığı açıktır. Nitekim derece mahkemesince bir kusur tespitine yer verilmesine rağmen maddi tazminat talebinin reddi yönünden somut değerlendirme yapılmamış ve maddi zararın tazmin edilmesi konusundaki anayasal gereklilikleri gözeten bir yaklaşım gösterilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun maddi zararlarının tazmin edilmesi yönündeki taleplerinin derece mahkemesince reddedilmesi nedeniyle ihlalin sonuçlarının giderildiğini söylemek güçtür. Bu nedenle somut olayın koşullarında kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı bakımından devletin pozitif yükümlülüğünün gereğinin yerine getirildiğinin kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.'' İhlal kararı üzerine dava Ankara İdare Mahkemesinin E.2022/1947 esas sayısına kaydedilerek yeniden görülmeye başlanmış olup yargılama devam etmektedir.B. Bireysel Başvuruya Konu Edilen Yargısal Süreç Başvurucunun kişisel müracaatı üzerine Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi (Çocuk Hastanesi) başvurucu hakkında heyet raporu düzenlemiştir. 8/3/2018 tarihli heyet raporunda başvurucuya eklem kontraktürü teşhisi konularak başvurucunun %51 oranında engelli olduğu tespit edilmiş ve söz konusu raporun üç yıl süreyle geçerli olduğu belirtilmiştir. Söz konusu rapor üzerine fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla başvurucu adına 500 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata 9/8/2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte hükmedilmesi talebiyle 16/8/2018 tarihinde Sağlık Bakanlığına karşı tam yargı davası açılmıştır. Dava dilekçesinde önceki tıbbi tedavi süreçleri ayrıntılı olarak anlatıldıktan sonra başvurucunun idarenin kusuru nedeniyle beş ağır ameliyat geçirdiği, tıbbi tedavi sürecinde psikolojisinin bozulduğu, arkadaşları ve çevresi ile sağlıklı iletişime geçemediği, uyum problemleri yaşadığı, öz bakım becerilerini yerine getirmekte sorunlar yaşadığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu dava dilekçesinde daha önce oluşan zararlardan farklı olarak yeni ve güncel zararların doğduğuna dair herhangi bir iddiada bulunmadığı tespit edilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) görülen dava 14/9/2018 tarihli kararla kesin hüküm nedeniyle incelenmeksizin reddedilmiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde başvurucunun hizmet kusuru nedeniyle oluştuğu belirtilen rahatsızlığından dolayı daha önce açılan ve Ankara İdare Mahkemesinin 27/4/2017 tarihli kararına konu olan tazminat davası süreci anlatıldıktan sonra İstinaf Dairesi tarafından verilen 25/10/2017 tarihli kararla söz konusu davanın kesin hükümle neticelendiği tespitinde ve değerlendirmesinde bulunulmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...[k]arar verilerek kesinleştiği anlaşıldığından, dava dilekçesinde de 'Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesinden alınan 2018 tarih ve 533 nolu raporda da durumunun tescillendiği'ni belirttikleri üzere Adli Tıp Kurumunda tespiti yapılmış olan eldeki rahatsızlığın yeni tarihli alınan raporla tescilinden ibaret olan yeni bir hizmet kusuru ya da yeni ortaya çıkan bir zarar ileri sürmeden aynı hizmet kusuru sonucu daha önceden oluşan ve tespiti yapılan zarara dayanılarak açılan davanın kesin hüküm nedeniyle incelenmesine olanak bulunmamaktadır." Başvurucu anılan karara yönelik istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde, önceki tıbbi tedavi sürecinden sonra etkilenen bölgelerin olduğunu ve zararın arttığını, yeni bir tedavi sürecine girildiğini, buna rağmen davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu nedenle, önceki süreçte değerlendirilmeyen bu yeni zararlara dayalı olarak açılan davada, süreçte tedavileri yapan tüm hastanelerden ilgili dokümanların temin edilmesinden sonra karşılaştırma ve değerlendirmeler yapılması gerekirken İdare Mahkemesince bu hususta herhangi bir inceleme yapılmaksızın davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini öne sürmüştür. İstinaf başvurusu İstinaf Dairesi tarafından 16/1/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararın 19/2/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 21/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Şenol Özdemir, B. No: 2018/14133, 11/5/2023, §§ 22- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8817 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle açılan davanın kesin hükmün varlığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 31/10/2002 tarihinde Kooperatif eski Yönetim Kurulu Başkanı aleyhine menfi tespit davası açmış, dava Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2002/749 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu 26/5/2003 tarihinde Kooperatif eski Yönetim Kurulu Üyeleri aleyhine alacak davası açmış, dava Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2003/361 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece E.2003/361 sayılı dava dosyası E.2002/749 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş, yargılamaya E.2002/749 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin kurulmasının ardından dava dosyası Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2011/408 sayılı dosyasına aktarılmış, Mahkemece 17/6/2015 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz talebi üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11849 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun temlik alan sıfatıyla açtığı tazminat davası, Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmüş; istinaf aşamasından geçtikten sonra Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/9/2020 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Nihai hükmün 28/9/2020 tarihinde öğrenilmesinden sonra başvuru 10/3/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/11186 | Başvuru, gerekçeli karar hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro tespitinin iptali ve tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/5/2006 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 21/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22026 | Başvuru, kadastro tespitinin iptali ve tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada lehe olan mevzuat hükümlerinin uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, seramik sağlık gereçlerinin üretimi alanında faaliyet göstermektedir. Başvurucu Şirket hakkında, iştigal alanında faaliyet gösteren diğer bazı şirketlerle anlaşma yaparak rekabeti bozduğu iddiasıyla Rekabet Kurumu tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu Şirketin yazılı ve sözlü savunmasının da alındığı soruşturma sürecinin sonunda, uyumlu eylemler ve anlaşmalar ile 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun hükümlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucu Şirkete Rekabet Kurumu tarafından 2/2/2006 tarihli işlemle idari para ceza verilmiştir. Başvurucu Şirket, söz konusu işlemin iptali istemiyle Danıştay Onüçüncü Dairesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 27/1/2009 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 4054 sayılı Kanun uyarınca rekabeti bozma, kısıtlama amacı taşıyan veya bu sonucu doğuran uyumlu eylem ve anlaşmaların yasak olduğu; bu nitelikte eylemlerde bulunan şirketlere ise idari para cezası verileceği hatırlatılmıştır. Seramik Sağlık Gereçleri Üreticileri Birliğinin de üyesi olan başvurucu Şirketin aynı pazarda faaliyet gösteren diğer bazı şirketler ile toplantılar vasıtasıyla da bir araya gelerek satım fiyatı ve şartlarının tespit edilmesi, arz miktarının kontrolü, pazar paylaşımı, bilgi değişimi hususlarında yatay anlaşma ve uyumlu eylemler yaptıklarının soruşturma sürecinde yapılan tespit ve elde edilen delillerden anlaşıldığı vurgulanmıştır. Başvurucu Şirket tarafından yapılan bu tespitlerin aksinin ispat edilemediği hususunun altı çizilmiştir. Ayrıca idari para cezasının karara bağlandığı toplantının usulüne uygun yapıldığı ve cezanın hesaplanmasında mevzuata aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiştir. Sonuç itibarıyla başvurucu Şirketin eylemine uygun bir biçimde idari para cezasıyla cezalandırıldığı ifade edilerek dava konusu işlem hukuka uygun bulunmuştur. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 1/4/2013 tarihli kararıyla ret hükmünü onamıştır. Karar düzeltme istemi aynı Kurulun 27/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/9/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 21/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4054 sayılı Kanun'un maddesinde teşebbüs ve teşebbüs birliği şöyle tanımlanmıştır:"Teşebbüs : Piyasada mal veya hizmet üreten, pazarlayan, satan gerçek ve tüzelkişilerle, bağımsız karar verebilen ve ekonomik bakımdan bir bütün teşkil eden birimleri,Teşebbüs Birliği : Teşebbüslerin belirli amaçlara ulaşmak için oluşturduğu tüzelkişiliği haiz ya da tüzelkişiliği olmayan her türlü birlikleri," 4054 sayılı Kanun'un "Rekabeti sınırlayıcı anlaşma, uyumlu eylem ve kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır.Bu haller, özellikle şunlardır:a) Mal veya hizmetlerin alım ya da satım fiyatının, fiyatı oluşturan maliyet, kar gibi unsurlar ile her türlü alım yahut satım şartlarının tesbit edilmesi,b) Mal veya hizmet piyasalarının bölüşülmesi ile her türlü piyasa kaynaklarının veya unsurlarının paylaşılması ya da kontrolü,c) Mal veya hizmetin arz ya da talep miktarının kontrolü veya bunların piyasa dışında belirlenmesi,d) Rakip teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması, kısıtlanması veya piyasada faaliyet gösteren teşebbüslerin boykot ya da diğer davranışlarla piyasa dışına çıkartılması yahut piyasaya yeni gireceklerin engellenmesi,e) Münhasır bayilik hariç olmak üzere, eşit hak, yükümlülük ve edimler için eşit durumdaki kişilere farklı şartların uygulanması,f) Anlaşmanın niteliği veya ticari teamüllere aykırı olarak, bir mal veya hizmet ile birlikte diğer mal veya hizmetin satın alınmasının zorunlu kılınması veya aracı teşebbüs durumundaki alıcıların talep ettiği bir malın ya da hizmetin diğer bir mal veya hizmetin de alıcı tarafından teşhiri şartına bağlanması ya da arz edilen bir mal veya hizmetin tekrar arzına ilişkin şartların ileri sürülmesi,Bir anlaşmanın varlığının ispatlanamadığı durumlarda piyasadaki fiyat değişmelerinin veya arz ve talep dengesinin ya da teşebbüslerin faaliyet bölgelerinin, rekabetin engellendiği, bozulduğu veya kısıtlandığı piyasalardakine benzerlik göstermesi, teşebbüslerin uyumlu eylem içinde olduklarına karine teşkil eder.Ekonomik ve rasyonel gerçeklere dayanmak koşuluyla taraflardan her biri uyumlu eylemde bulunmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir. 4054 sayılı Kanun'un maddesinde yasaklı eylemlerde bulunan teşebbüs niteliğindeki gerçek ve tüzel kişiler ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerine Rekabet Kurulunun idari para cezası verebileceği hüküm altına alınmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16697 | Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada lehe olan mevzuat hükümlerinin uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 24/10/2008 tarihinde açtığı iptal davası 19/6/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 5/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28170 | Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/31161 numaralı bireysel başvuru dosyasının, 2017/17155 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17155 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun izinsiz bildiri dağıttığı gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türk siyasi hayatında 2016 yılı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'ne geçilmesi bağlamında yoğun tartışmaların yaşandığı bir yıl olmuştur. Yoğun tartışmalar sonucunda Anayasa değişikliği tasarısı hazırlanmıştır. Ek bazı değişikleri de içeren taslak metinde en fazla dikkati çeken ve kamuoyunun yoğun gündem maddesini oluşturan kısım, hükûmet sistemi değişikliğine ilişkin maddelerdir. Bu taslak metinde Başbakanlık makamının kalkması ile birlikte Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetki tanımları tekrar düzenlenmiş ve yeni sistemin adı doktrinde "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi" olarak belirlenmiştir. Anayasa değişikliğine ilişkin referandumun 16/4/2017 tarihinde yapılması kararlaştırılmıştır. Referandum öncesinde değişikliğe ilişkin lehte ve aleyhte olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi toplumun birçok kesiminden kişi ve örgütler konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için toplantı ve gösteriler düzenlemiş; broşürler hazırlamıştır.B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvuruya konu olayların meydana geldiği 9/1/2017 tarihinde başvurucu, dört arkadaşıyla birlikte Ankara'nın Batıkent ilçesi metro çıkışına gelmiştir. Başvurucu ve arkadaşları, anayasa değişikliğiyle ilgili Halkevleri Derneğine ait bir bildiriyi vatandaşlara dağıtmaya başlamışlardır. İhbar üzerine bildirinin dağıtıldığı yere gelen polisler, başvurucuyu ve beraberindekileri haklarında işlem yapılması için polis merkezine davet etmiştir. Başvurucu hakkında çevreyi rahatsız ettiği gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 109 TL idari para cezası uygulanmış ve aynı gün kendisine tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bildiri dağıtma eyleminin 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını ve barışçıl bir şekilde gerçekleştirdiği eyleminin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik), uygulanan idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı 15/11/2017 tarihinde reddetmiştir. Karar 27/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/687 | Başvuru, başvurucunun izinsiz bildiri dağıttığı gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını, yargılanmasına devam olunurken bir başka suç ile ilgili olarak verilen tutukluluk kararının müdafiine tefhim edilmediğini ve duruşma tutanaklarının kendisine verilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş, tutukluluk halinin sonlandırılarak tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, başvurucu tarafından 22/3/2013 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 10/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir Ağır Ceza Mahkemesince “suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet” suçlamasıyla 17/8/2007 tarihinde tutuklanmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 14/4/2011 tarih ve E.2007/316, K.2011/70 sayılı kararıyla, başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis (dört kez) ve 62 yıl 22 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.3338, K.7873 sayılı kararı ile bozulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin bozma kararı üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmasına devam edilen başvurucunun, 24/1/2013 tarihli celsede, suç işlemek amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, kasten adam öldürmek, tehdit, silahlı tehdit, evrakta sahtecilik, şartlı tehdit ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından tutukluluk süresi beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine karar verilirken aynı duruşmada başka bir suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tutukluluk halinin devamına dair karara itiraz etmiş, ancak itirazı İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2013 tarih ve 2013/106 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, kararın kendisine 26/3/2013 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2013 tarih ve E.2012/216, K.2013/55 sayılı kararıyla başvurucunun, “suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yaralama, tasarlayarak öldürme (dört kez), tasarlayarak öldürme (teşebbüs-üç kez), mala zarar verme, korku kaygı ve panik yaratacak şekilde silahla ateş etmek” suçlarından müebbet hapis (dört kez) ve 62 yıl 16 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kasten öldürme suçunun;a) Tasarlayarak,…İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2228 | Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını, yargılanmasına devam olunurken bir başka suç ile ilgili olarak verilen tutukluluk kararının müdafiine tefhim edilmediğini ve duruşma tutanaklarının kendisine verilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş, tutukluluk halinin sonlandırılarak tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvurucu 2004 tarihinde açtığı hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını ve yargılama makamları tarafından yapılan yanlış değerlendirme neticesinde davasının reddedildiğini belirterek Anayasa’nın maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde Zonguldak İdare Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölümün Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/1/2014 tarihli görüş yazısı 14/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 3/12/2004 tarihinde bir kısım davalılar aleyhine, davalılar vekili olarak takip ettiği dava sonucunda dava konusu taşınmazların davalılar adına tescilinin sağlandığı ve yaptığı bu hizmet karşılığında ücret niteliğinde olmak üzere taşınmazın 400 m2’lik kısmına karşılık, kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında yapılacak bir adet villanın kendisine verileceğinin yapılan bir protokolde taahhüt edildiği, ancak bu taahhüdün yerine getirilmediği ve farklı bir müteahhitle yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesi kapsamında kendisine verilecek bir adet villanın yer almadığı belirtilerek, 400 m2 karşılığı bir adet villanın kendi adına tahsisi ile tapuya tescili, bunun mümkün olmaması durumunda ise 000,00 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesi talebiyle Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/350 sayılı dosyası üzerinde alacak davası açılmıştır. Mahkemenin 5/4/2005 tarih ve E.2004/350, K.2005/76 sayılı kararı ile, başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmekle Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/3/2008 tarih ve E.2006/1607, K.2008/3695 sayılı kararı ile bozulmuştur. Başvurucu tarafından, bozma kararında yer verilen gerekçelerin isabetli olmadığından bahisle yapılan karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2009 tarih ve E.2009/798, K.2009/985 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde, Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesinin 2/10/2010 tarih ve E. 2009/114, K.2010/394 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulü suretiyle 3,02 TL’nin 18/7/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak başvurucuya verilmesine karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/11/2012 tarih ve E.2011/20126, K.2012/25388 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/5/2013 tarih ve E.2013/9050, K.2013/11999 sayılı kararı ile reddedilmiş ve Yargıtay ilamı 22/7/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 19/3/1969 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder. Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir. İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz. Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır. Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5890 | Başvurucu 2004 tarihinde açtığı hukuk davasının 2013 yılında sonuçlandırıldığını ve yargılama makamları tarafından yapılan yanlış değerlendirme neticesinde davasının reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yargı merciine yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların murisi A., tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucuların murisinin tedbir talebinin 8/12/2020 tarihinde reddine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1970 doğumlu başvurucuların murisi A.ye akciğer kanseri teşhisi konulmuştur. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından 21/8/2020 tarihinde A.nin tedavisinde nivolumab etken maddeli ilaç veya ilaçların kullanımına onay verilmiş ve ilacın 6 aylık süreyle kullanımı uygun bulunmuştur. A.nin Opdivo-240 isimli ilacın finansmanının sağlanması ve ilacın yurt dışından ithali için gerekli ödemenin Türk Eczacılar Birliği Yurt Dışından İlaç Temin Birimine yapılması yönündeki başvurusunun SGK tarafından reddedilmesi üzerine A. SGK aleyhine Ankara İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) tedbir kararı verilmesi talepli dava açmıştır. İş Mahkemesi 21/9/2020 tarihinde dava konusu uyuşmazlığı çözecek şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği gerekçesiyle A.nin ihtiyati tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucuların murisi ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. A.nin karara karşı yaptığı istinaf talebi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) tarafından 22/10/2020 tarihinde "... bu aşamada, ilacın kullanılmaması halinde bu durumun davacının sağlığında ciddi, hızlı ve geri dönüşü olmayan bir bozulmaya ya da ölüme ya da yaşam beklentisinde ciddi azalmaya veya yoğun acıya sebep olacağı konusunda kanaat edinmeye elverişli ve tedbir kararı için dayanak alınacak yeterlikte bir belge dosyada bulunmadığı ve yaklaşık ispat koşulu yerine getirilmediği gibi talebin sonucu itibarıyla ihtiyati tedbirin mahiyetini aşacak ve davayı esastan çözecek nitelikte bulunduğu..." gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucuların murisi anlatılan olaylar nedeniyle 25/11/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. SGK'dan talep edilen bilgi üzerine iletilen yazıda, hastalığın belli evrelerinin gerçekleşmesi hâlinde tedbir konusu ilacın bedelinin ödendiği ve akciğer kanseri tanısında farklı etken maddeli ilaçların, bedeli ödenecek ilaçlar listesinde mevcut olduğu bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi 8/12/2020 tarihinde tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Başvuruculardan Deniz Demrici'nin eşi; Batuhan, Ecrin ve Mehmet Hilmi Demirci'nin ise babası olan A. 11/12/2020 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucular 12/3/2021 tarihli dilekçeyle murislerinin hayatını kaybettiğini bildirerek bireysel başvuruya devam etme yönündeki isteklerini Anayasa Mahkemesine iletmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, İş Mahkemesi tarafından 7/9/2021 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...kanser tedavisi gören davacının işin uzmanı tarafından tavsiye ve reçete edilen ilacın kullanmasının tedavisi için gerekli olduğu, davalı kurumun ilaç bedelinin karşılanması talebinin reddine ilişkin işleminin hukuka aykırı olduğu, dosyaya sunulan faturalar birlikte değerlendirildiğinde toplam fatura bedelinin asıl ve birleşen dosya kapsamandan 630,24 TL olduğu kanaatine varılmış, asıl ve birleşen davanın kabulüne karar vermek gerekmiş... açılan davaların kabulü ile davalı kurumun 17/09/2020 tarihli... işlemlerinin iptaline,... toplam 630,24 TL ilaç bedelinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine,..." Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından 18/10/2021 tarihinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi Hukuk Dairesi nezdinde derdesttir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36297 | Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yargı merciine yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı sürecindeki nezarethane şartları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/2/2019 tarihinde kötü muamele yasağının ihlal edildiği şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun kötü muamele yasağına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetulahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınarak Uşak ili Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğü nezarethanesine yerleştirilmiştir. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde nezarethaneden çıkarılmıştır. Başvurucu, Uşak Sulh Ceza Hâkimliğince 21/7/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararı verilene kadar sorgu işlemleri süresince başvurucu iki gün Adliye nezarethanesinde tutulmuştur. Tutuklandıktan sonra 21/7/2016 başvurucu, Uşak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. Başvurucu 16/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 22/12/2016 tarihinde tahliye edilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/8/2018 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olup bu karar, verildiği tarihte kesinleşmiştir. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: (Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:a) (İptal: Anayasa Mahkemesinin 21/9/1995 tarihli ve E.1995/27, K.1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,… İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır…” 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. 5271 sayılı Kanun’un "Gözaltı İşlemlerinin Denetimi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanlar Defterine kaydederler." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:" Madde 4 - …Nezarethane: Şüpheli veya sanıkların haklarındaki işlemlerin tamamlanıp adlî mercilere sevk edilinceye kadar bekletilmesi amacıyla yapılmış yerleri,…ifade eder....Madde 11 - Üst araması yapılan kişinin nezarethaneye girişi, bu Yönetmeliğe ekliNezarethaneye Alınanların Kaydına Ait Defter"e (EK-B) kaydedilerek sağlanır.Nezarethane işlemlerinde;a) Aynı suçla ilgisi olanlar, birbirine hasım olanlar, erkek ve kadınlar bir araya konulmazlar, çocuklar yetişkinlerden ayrı tutulurlar.b) Nezarethanede zarurî hâller dışında beşten fazla kişi bir arada bulundurulmaz.c) Tuvalet, temizlik gibi zorunlu ihtiyaçların giderilmesi görevli memurun gözetiminde sağlanır.d) Yiyecek ve içecekler önceden kontrol edilir.e) Gözaltına alınan kişi saldırgan bir tutum sergilemeye başladığı veya kendisine zarar vermeye kalkıştığı takdirde önce sözle kontrol altına alınmaya çalışılır. Bu mümkün olmadığı takdirde, hareketini giderecek derecede kuvvet kullanılabilir. Ancak zarurî olmadıkça gerek kendisinin gerek başkasının hayatı, vücut bütünlüğü veya sağlığı tehlikeye girmedikçe kuvvet kullanılmaz.f) Saldırgan tutum ve davranışları kontrol altına alınamayan kişiler tıbbî müdahalede bulunulması için sağlık kuruluşlarına gönderilir.g) Gözaltına alınan kişilerin yaşama haklarını koruyucu gerekli önlemler alınarak, bu amaçla ilgili gözetlenebilir. Gözetleme işlemi teknik imkânlar ölçüsünde kayda alınabilir. h) Gözaltındaki kişinin beslenme, nakil, sağlığının korunması ve gerektiğinde tedavisi, yakalandığının yakınlarına haber verilmesi giderleri ilgili birimin bağlı olduğu Bakanlığın bütçe ödeneklerinden karşılanır....Madde 25 - Nezarethaneler en az 7 metrekare genişliğinde, 2,5 metre yüksekliğinde ve duvarlar arasında en az 2 metre mesafe olacak şekilde düzenlenir. Yeterli doğal ışıklandırma ve havalandırma imkânları sağlanır. Ancak, şüpheli sayısının çokluğu sebebiyle nezarethane imkânlarının yetersiz olması durumunda, nezarethaneler için öngörülen fizikî şartlara sahip başka yerler de kullanılabilir.Nezarethanelerde gözaltına alınan kişilerin yatmaları ve oturmaları için yeteri kadar sabit ve dayanıklı oturma yerleri bulundurulur.Mevsim ve gözaltı yerlerinin maddî şartları da dikkate alınarak, geceyi gözaltında geçirecek şahıslar için yeterli miktarda battaniye ve yatak temin edilir.Tuvalet, banyo ve temizlik ihtiyaçlarının giderilmesi için gerekli tedbirler alınır.Nezarethane girişine, onaylanmış nezarethane talimatı asılır.İç ve dış emniyeti sağlanmış, özel surette hazırlanmış, teknik donanımlı, bağımsız yerlerin ifade alma odası olarak kullanılmasına özen gösterilir.Mevcut nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygun hâle getirilmesi bütçe imkânları çerçevesinde sağlanır.”...Madde 26 – Nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygunluğunu sağlamak amacı ile kolluk kuvvetlerinin yetkili birimleri tarafından denetleme yapılır.Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanların Kaydına Ait Deftere kaydederler.Yetkili ve görevli mercilerin mevzuatta öngörülen denetim yetkileri saklıdır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14634 | Başvuru, gözaltı sürecindeki nezarethane şartları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı incelenip karara bağlanmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında iken bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla yüksek mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz yüksek mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır (Erdal Tercan [GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, § 14). Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlerin (Selçuk Özdemir, § 22) bir kısmı şöyle özetlenebilir:i. Devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan FETÖ/PDY; amaçları doğrultusunda yetiştirdiği gençleri devlet yönetimi bakımından önemli görülen Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet teşkilatı ve mülki idare birimlerinin yanı sıra yargı kurumlarına da yerleşmeye teşvik etmiş ve yargıdaki kadrolaşmaya büyük önem vermiştir.ii. FETÖ/PDY; kendisine mensup olan hâkim ve savcılara sosyal hayatlarındaki tutum ve davranışlarının nasıl olacağından ibadetlerini -gizlilik içinde- nasıl yerine getireceklerine, görevlerini yaparken hangi yönde karar vereceklerinden eşlerini nasıl ve kimler arasından seçeceklerine, kendilerinin ve eşlerinin kılık kıyafetlerinden görev yeri olarak nereyi tercih edeceklerine, siyasal tercihlerinden kimlerle arkadaşlık kuracaklarına kadar yaşamlarının her alanını dizayn etmeye yönelik telkin ve talimatlarda bulunmuştur. iii. FETÖ/PDY ile bağı bulunan yargı mensupları, adaylık sürecinden itibaren mesleğin her aşamasında gizliliğe azami dikkat ederek bu yapılanmayla ilişkilerinin bilinmesine engel olmaya çalışmışlar; bunun için kendilerini farklı sosyal gruplara aitmiş gibi gösterme gayreti içinde bulunmuşlardır. Bu bağlamda FETÖ/PDY ile irtibatı olan birçok yargı mensubunun sosyal ortamlarda birbirleriyle yakın ilişki kurmadıkları, ibadetlerini gizli olarak yaptıkları, inançlarına aykırı davranışlarda bulundukları, aralarındaki iletişimde gizli haberleşme yöntemleri -ByLock ve kod adı gibi- kullandıkları belirtilmiştir. iv. Kendisine kutsallık atfetmekte olan FETÖ/PDY'nin yargı kurumlarındaki mensupları da vatan, devlet, millet, ahlak, hukuk, temel hak ve özgürlükler de dâhil olmak üzere her şeyin değer olarak yapılanmadan sonra geldiği anlayışına sahiptir.v. FETÖ/PDY ile irtibatı bulunan yargı mensupları, yapılanmaya olan sadakatlerinin derecesine göre kendi içlerinde gruplara ayrılmışlardır. Ayrıca yapılanmaya mensup hâkim ve savcılar, görev yerlerine göre örgütlenmişlerdir. Bu çerçevede her bir yargı kurumu/birimi içinde periyodik olarak toplantılar yapılmaktadır. vi. FETÖ/PDY mensupları, kendilerinden olmayan hâkim ve savcılarla ilgili edindikleri bilgileri ve bu kişilerin yapılanmaya yönelik tutum ve değerlendirmelerini öğrenerek bağlı oldukları üstlerine (abi/abla veya imam) iletmektedirler.vii. FETÖ/PDY içinde gerektiğinde -bu yapılanmanın kurucusu ve lideri olan- Fetullah Gülen ile doğrudan irtibat kurabilen ve yapılanmanın Türkiye imamına bağlı olarak hareket eden bir yargı imamı bulunmaktadır ve bu kişi yargı içinde söz sahibi olabilecek kişiler arasından seçilmektedir.viii. Yapılanmayla irtibatı olan yüksek yargı mensuplarının kurum içinde yapılan seçimlerde yapılanmadaki üstlerinden gelen talimatlar doğrultusunda oy kullandıkları belirtilmektedir.ix. Her seviyedeki yargı kurumu içinde örgütlenmiş olan FETÖ/PDY, örgütün imamlarından aldığı talimatlar uyarınca ve örgüt çıkarları doğrultusunda hareket eden binlerce yargı mensubu eliyle yargı sistemi üzerinde bir vesayet oluşturmuştur. B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığında müfettiş olarak görev yapmakta iken 24/2/2011 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Kurulunca (HSK) Yargıtay üyeliğine seçilmiş ve Hukuk Dairesinde görevlendirilmiştir. Soruşturma sürecinde ise başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasının sağlanması amacıyla yakalanmasına, gözaltına alınmasına, konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun konutu, işyeri ve aracında 17/7/2016 tarihinde arama yapılmış ve suç delili olabileceği değerlendirilen (laptop, harici hard disk, disket, flash disk, CD ve bilgisayar kasası gibi) bazı dijital materyallere el konulmuş; başvurucu aynı gün gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Savcılık, ifade alma sürecine geçmeden önce başvurucunun üzerine atılı suç nedeniyle başlatılan soruşturmanın 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun maddesi gereğince ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin varlığı gözetilerek yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu; alınan ifadesinde öncelikle hâlen Yargıtay üyesi olarak görev yaptığını, bu nedenle hakkında yürütülecek bir ceza soruşturmasının ancak Yargıtay Başkanlık Divanının görevlendireceği bir ceza dairesi başkanı tarafından yapılabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca FETÖ/PDY'ye ait olduğu iddia edilen yerlerde kalmadığını, Asya Finans grubuna bağlı yerlere para yatırmadığını, himmet adı altında kimseye para vermediğini beyan etmiştir. Darbe teşebbüsü sırasında evde bulunduğunu söyleyen başvurucu, darbeye ilişkin olarak kendisine herhangi bir kimse tarafından görev verilmesinin ya da teklif edilmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Sonuç olarak başvurucu, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii, başvurucunun atılı suçla bir ilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde soruşturmanın 2797 sayılı Kanun'a göre yürütülmesi gerektiğini, herhangi bir örgütün üyesi olmadığını ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüphelilerin üzerlerine yüklenilen suçun vasıf ve mahiyeti kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller, şüphelilerin saklanma veya kaçma şüphesi uyandıran somut olguların varlığı, fiilin kanunda karşılığı olan cezanın miktarı, suçun CMK'nun 109/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Maddesinde yer alan tutuklamaya yönelik şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerinCMK.nun 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 26/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 30/7/2016 tarihinde "Ankara Sulh Ceza Hâkimliği'nin 20/7/2016 tarih ve 2016/495 Sorgu sayılı tutuklama kararının gerekçesinde hukuka aykırı herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, tutuklama tarihinden bu yana şüpheliler lehine herhangi bir değişiklik olmadığı ve ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü hal ..." gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu ayrıca 22/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 9/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 19/8/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 19/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/10/2017 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Anılan fezlekede 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğu belirtilmiş; bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinilmiştir. Savcılık, darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu sonucuna varmıştır. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak başvurucu hakkında genel hükümlere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir. FETÖ/PDY'nin kuruluşu ve yapısı ile yargı organlarındaki örgütlenmesine ilişkin etraflıca açıklamaların yer aldığı fezlekede, başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıdaki yapılanmasında bilerek ve isteyerek yer aldığına ilişkin birtakım olgulara dayanılmıştır. Bunlar özetle şöyledir:i. Soruşturma mercilerince FETÖ/PDY'nin yargı yapılanması içinde yer aldıkları belirtilen kişiler arasında ByLock programı üzerinden yapılan bazı görüşmelerde başvurucuyla ilgili de bir kısım yazışmanın olduğu tespit edilmiştir. Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin yüksek mahkemeler sorumlusu örgütün sivil imamlarından "Nejat" kodlu B ile aynı örgüt mensubu eski Yargıtay Üyesi A.A. arasındaki yazışmada örgüt mensupları hakkında açılan davalarla ilgili çoğunlukla eski müfettiş olan örgüt mensuplarına danışılması konusunda konuşma geçtiği, ByLock yazışmalarında ismi geçen müfettişler arasında başvurucunun da olduğu görülmektedir. B. ile A.A. arasındaki söz konusu görüşmelerin başvurucuyla ilgili bölümleri şöyledir: "abi bu davalar ile ilgili kanaatimce ayrı şu abilerden bir kısmının fikrini alsak. Müfettiş kökenli abiler.. Mehmet Arı 22 H. , A.E., O. A. 18 H., A.Y. 20 H. , İ.K. 7 H., H.K 16 H., bu abilerden yararlanalım" ii.Başvurucunun örgüt mensuplarının örgüt içinde kullandıkları ByLock isimli programı bizzat aktif olarak kullandığı belirtilmiştir.iii. FETÖ/PDY mensuplarının 2010 yılında HSK'da çoğunluğu ele geçirmeleriüzerine yüksek mahkemelere gönderilecek kendi mensuplarının isimlerinin belirlenmesi amacıyla FETÖ/PDY içinde bulunan HSK üyeleri ile birlikte aynı yapı içinde bulunan diğer örgüt mensupları K. ve B.Ç.nin evinde toplantılar yaptıkları ve bu toplantılar esnasında örgüt mensuplarının isimlerinin belirlendiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun da FETÖ/PDY mensubu olması dolayısıyla bu evde yapılan görüşme sonucunda Yargıtaya üye olarak seçilmesine karar verilen isimlerden olduğu belirtilmiştir. iv. Başvurucunun Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığında müfettiş olarak görev yaptığı sırada da FETÖ/PDY içinde çeşitli faaliyetlerde bulunduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiası ile hakkında soruşturma yapılan G., Teftiş Kurulu Başkanlığında görev yaptığı esnada FETÖ/PDY içinde bulunan kişiler arasında başvurucunun da bulunduğunu ifade etmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21/2/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Yargıtay Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilerin yer aldığı iddianamede başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair temel olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2/10/2017 tarihli fezlekesindeki olgulara dayanılmıştır. İddianamede ayrıca FETÖ/PDY üyesi oldukları iddiasıyla haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yürütülen kişilerden Ö.K., A.H., İ.O., İ., K.T., G. ve K.Ö., Ö.F.T., A.Ş. ve B.E.nin beyanlarında, başvurucunun bu yapı içinde olduğu ifade edilmiştir. İddianamede başvurucu hakkındaki soruşturmanın yürütülmesine ilişkin olarak "... isnat olunan ... suçun ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren ve temadi eden suçlardan olduğu, temadinin fiili ve hukuki kesintiye uğradığı tarihe kadar suçun işlenmeye devam ettiği, yerleşik yargı kararları ile de kabul edilmiştir. Bu itibarla; kesinti yani yakalanma tarihi, suç tarihi olarak, bir başka ifadeyle suçüstü hali olarak kabul edileceğinden şüpheli hakkındaki soruşturma genel hükümlere göre sürdürülmüştür." değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...'Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26/9/2017 gün, 2017/956-370 Esas ve Karar' sayılı ilamı ile kesinleşen ''Yargıtay Ceza Dairesi’nin 24/4/2017 gün, 2015/3-2017/3 Esas ve Karar' sayılı ilamında açıklandığı üzere, FETÖ/PDY nin, silahlı bir terör örgütü olduğu, özellikle devletin güvenliğini ilgilendiren kurumlar başta olmak üzere,tüm yapısında yuvalandığı, teknik özellikleri, indirme ve kullanma yöntemi, kullanıcıları ve muhtevası itibariyle internet tabanlı, kriptolu haberleşme programı ByLock’un, münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanması amacıyla oluşturulduğu, bu örgüt mensupları tarafından kullanıldığı görülmüştür.Şüpheli Mehmet ARI'nın, örgüt mensuplarının çeşitli adlar altında yaptıkları, himmet/aidatların toplandığı, örgütsel talimatların verildiği toplantılarına katıldığı,müfettişlik yaptığı dönemde örgütün emir ve talimatları doğrultusunda iş ve işlemler yaptığı, örgütsel mensubiyetini ön planda tuttuğu, terör örgütü mensuplarının 2010 yılında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda çoğunluğu ele geçirmelerini müteakiben, örgüt liderinin talimatı ile üyelerinin kendi aralarında yaptıkları toplantılar sonucunda Yargıtay üyeliğine seçilmesine karar verilen isimlerden olduğu, Yargıtay Üyesi olarak görev yaptığı dönemde örgütün HSYK Teftiş Kurulu'nun sorumlusu olduğu, kendisinin onay vermediği herhangi bir tasarrufun müfettişlerin resmi olarak bağlı bulunduğu HSYK üyeleri tarafından bile yapılmasının mümkün olmadığı, yine bu dönemde Hukuk Daireleri Sorumlusu A.A. nın (... ID) altında grup sorumlularının üstünde, ara yönetici olarak faaliyet yürüttüğü, örgüt liderinin talimatı doğrultusunda örgütün finans kaynaklarından olan Bank Asya'ya yatırılan paraların takip işlemlerinin yaptığı, örgütün haberleşmede kullandığı yargı kararları ve teknik verilerle kesinlik kazanan ByLock isimli programı iki ayrı ID (hesap) ile aktif bir şekilde kullandığı, örgütsel konumuna uygun olarak verdiği ve aldığı talimatların Bylock programındaki yazışmalarında açıkça görüldüğü, ByLock kullanan örgüt üyelerinin kendi aralarındaki yazışmalarda da kendisinden örgüt üyesi olarak bahsedildiği, örgütün ve örgüt üyelerinin zarar görmemesi için yapılması gerekenler konusunda fikrinin alınacak, faaliyette bulunacak kişiler arasında isminin sayıldığı görülmüştür.Tüm dosya bir bütün olarak değerlendirildiğinde, örgütün üst yönetiminden aldığı talimatların kendisine bağlı grup yöneticileri aracılığıyla Yargıtay'da uygulanmasından sorumlu, örgüt mensuplarının üstü konumunda, kendisine bağlı olan örgüt mensuplarını emir ve talimatları ile yönlendiren, özel göreve haiz yönetici olduğu, çeşitli adlar altında yapılan örgütsel toplantıları yapacak grupları oluşturup, üyelerin katılımlarını sağladığı, Yargıtay'da da yapılacak seçimlerde örgüt mensubu üyelerin kimlere oy verecekleri, seçimin kilitlenmesi, blok oy kullanılması dahil bütün örgütsel taktiklerin uygulanmasındaki organizasyonda görev aldığı, örgüt mensubu üyelerin, örgüt tarafından takip edilen dosyalarda, örgütün istediği şekilde kararlar çıkması için faaliyet yürüttüğü, örgüt adına bağımsız olarak talimat verme ve tasarrufta bulunma konusunda yetkili olduğu hususlan bir bütün olarak dikkate alındığında,FETÖ/PDY terör örgütünün deşifre olmasını engellemek, örgüt mensupları hakkında yapılan soruşturmaların sonuçsuz kalmasını sağlamak, örgüt faaliyetlerinin belli bir disiplin içinde istikrarlı bir şekilde devamı için diğer örgüt yöneticileriyle birlikte fikir ve eylem birliği içinde hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile emir ve talimat verme noktasındaki yetkileri gözetildiğinde, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün hücre yapılanmasında, Yargıtay kurumu içerisinde özel göreve haiz yönetici sıfatında olduğu,Bu şekilde hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün yöneticisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır." Yargıtay Ceza Dairesi 26/2/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/30 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 1/3/2018 tarihinde yaptığı tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sırasında başvurucunun tutukluluk durumunu da -duruşma yapmaksızın- değerlendirmiş ve "... Sanığın üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçuna ilişkin olarak sanığın örgütün gizli haberleşme ağı olan Bylock isimli uygulamayı kullandığı, tanık beyanları, dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna göre; sanığın atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunduğu, örgüt yöneticiliği ve örgüt üyeliği suçunun faili olan pek çok kimsenin halen kaçak olduğu, işlenen suçlara dair delillerin toplanmaya devam edilmekte olduğu hususları dikkate alındığında sanığın kaçma, saklanma ve delilleri karartma şüphesinin bulunduğu, müsnet suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen ceza miktarları dikkate alındığında verilen tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu, bu aşamada hükmedilecek adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, tutuklanmasından sonra sanığın hukuki durumunda herhangi bir değişiklik de bulunmadığı ..." gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ayrıca başvurucu hakkındaki davanın ilk duruşmasının dosya sayısı ve iş yoğunluğu da dikkate alınarak 19/6/2018 tarihinde yapılması kararlaştırılmıştır. Yargıtay Dairesinin 19/6/2018 tarihli duruşmasında başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, savunmasında soruşturma şartının gerçekleşmemesi nedeniyle durma kararı verilerek dosyanın Yargıtay Birinci Başkanlık Kuruluna gönderilmesine ve iddia edilen eylemin görev suçu kapsamında kaldığından dolayı görevsizlik kararı verilerek dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesi talebinde bulunmuş; anılan talepler Yargıtay tarafından reddedilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla -ilk derece mahkemesi sıfatıyla- Yargıtay Ceza Dairesi önünde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. Öte yandan başvurucu herhangi bir tarih belirtmeksizin ceza infaz kurumundauygulanan insan haklarına aykırı kısıtlama ve tedbirlerle ilgili şikâyet dilekçesi verdiğini belirtmiş ancak başvuru formunda -herhangi bir belge eklenmeksizin- bu talebin cevaplandırılmadığını ifade etmiştir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 34- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22732 | Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı incelenip karara bağlanmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında iken bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.