text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, mektubun içinde yer alan çizimin sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanan başvurucu tarafından gönderilen ve içeriğinde yılbaşı tebriğine yönelik bir çizim bulunan mektup, ceza infaz kurumu disiplin kurulunca sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde mevzuat hükümlerine yer verilmiştir. Başvurucu, göndermek istediği mektubun alıkonulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek Bolu İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, başvurucunun haberleşme hürriyetine yönelik müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle şikâyetin kabulüne ve mektubun muhatabına gönderilmesine karar vermiştir. Söz konusu karara Başsavcılık tarafından yapılan itiraz, çizimde 14 sayısının bulunduğu ve bu durumun örgüt haberleşmesi olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiş ve İnfaz Hâkimliği kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 15/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 12/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12329 | Başvuru, mektubun içinde yer alan çizimin sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı sürecinde hukuka aykırı fiziksel müdahaleye maruz kalınması ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca adil yargılanma hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ileeşitlik ilkesi yönünden başvurunun kabul edilemez olduğuna; kötü muamele yasağı yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun benzer mahiyetteki 2/8/2017 tarihli dilekçesi 2017/30639 başvuru numarasına kaydedilmiş ise de dilekçe mahiyetinin ek beyan dilekçesi olduğu anlaşıldığından 10/7/2020 tarihinde başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan ve Afyonkarahisar'da yaşayan başvurucu, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne bağlı erkek yetiştirme yurdunda öğretmen olarak görev yapmaktayken 26/8/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle evinde yapılan aramanın ardından kolluk görevlileri tarafından gözaltına alınmıştır. Gözaltına alındığı tarihte başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlenmiştir. Afyonkarahisar Devlet Hastanesi (Devlet Hastanesi) tarafından düzenlenen genel adli muayene raporunda başvurucuda darp ve cebir izinin olmadığı tespiti yer almaktadır. Başvurucu gözaltına alındığı tarihten yirmi gün sonra 15/9/2016 tarihinde avukatının huzurunda kolluk görevlilerine ifade vermiş, sonrasında hakkındaki adli işlemler tamamlanarak 19/9/2016 tarihinde Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcılığına (Savcılık) sevk edilmiştir. Savcılığa sevk edildiği tarihte başvurucu hakkında yeniden sağlık raporu düzenlenmiştir. Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen ikinci genel adli muayene raporunda da başvurucuda darp ve cebir izinin olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, Savcılıkça alınan ifadesinin ardından FETÖ/PDY üyesi olma suçunu işlediği isnadıyla Afyonkarahisar Sulh Ceza Mahkemesinin 19/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Afyonkarahisar E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) gönderilmiştir. İnfaz Kurumuna giriş işlemleri esnasında başvurucu hakkında üçüncü kez sağlık raporu düzenlenmiştir. Devlet Hastanesi tarafından İnfaz Kurumuna hitaben düzenlenen 20/9/2016 tarihli raporda başvurucunun kalçasında iki taraflı, geçmiş ekimoz (çürüme, morluk) ve sol üst azı dişinde hassasiyet tespit edildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Savcılığa yazdığı 22/9/2016 tarihli dilekçeyle gözaltında kaldığı süre içinde kolluk görevlileri tarafından farklı zamanlarda dört beş kez darbedildiğini, kendisine şiddet uygulandığını, bu durumun sağlık raporuyla tespit edildiğini ifade etmiş ancak uygulanan şiddetten dolayı şikâyetçi olmadığını belirterek gereğinin yapılmasını talep etmiştir. Savcılıkça başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun 17/3/2017 tarihinde ifadesi alınmıştır. Anlatımına göre başvurucu, gözaltına alınmak üzere Devlet Hastanesine götürülürken araç içinde kolluk görevlilerinin fiziksel ve sözlü şiddetine uğramış; bu bağlamda başına darbe almış; ayrıca "FETÖ'nün liboşusunuz." diyerek hakarete ve sinkaflı küfürlere maruz kalmıştır. Hakkında sağlık raporu düzenlendikten sonra kolluk merkezine getirilen başvurucunun bu aşamadan sonra yaşadığını iddia ettiği olaylar şöyledir: "...koridorlar boştu benim geldiğimi söylemeleri üzerine [A.] Başkomiser olarak bildiğim kişi ile kendilerini tanımadığım 7-8 sivil kişi beni aralarına aldılar, yumruk ve tekme ile beni dövmeye başladılar ben 2014 yılında kulağımdan ameliyat olmuştum kulağıma vurmamalarını söyledim ancak beni dinlemediler. Daha sonra odada bulunan ve asker olduğunu sonradan öğrendiğim genç bir çocuğu bana gösterdiler ve tanıyıp tanımadığımı sordular tanımadığımı söylemem üzerine 'bunu tanıyacaksın' diyerek tekrar dövmeye başladılar, daha sonra başıma keten bir çuval geçirdiler, sıcakta çuval içerisinde 10-15 dakika beklettiler sonra başka bir odaya aldılar burada alt kıyafetimi yani pantolonumu ve iç çamaşırımı çıkardılar bir koltuğun önünde kafamı öne doğru eğdiler, sonradan isminin [B.] olduğunu öğrendiğim uzun boylu kır saçlı iri yarı olan bir polis cinsel organını çıkararak benim makatıma sokmaya çalıştı diğer polis memurları bunu seyrettiler, görevlilerden bir tanesi bu durumu cep telefonu ile çekti. Bana gösterdikleri çocuğu kast ederek 'bu çocuğu tanıyacaksın' dediler ben tanımadığımı söyledim, 'tanımazsan 30 gün bizimlesin yarın da makatına jop sokacağız' dediler. Buradan çıkarıp karanlık bir odaya götürdüler başıma çuval geçirip yarım saat kadar burada beklettiler. Daha sonra koridora alıp 15 dakika kadar yerde çömelterek beklettiler daha sonra bir memur gelerek işlemlerimin bittiğini belirtip Kapalı Spor Salonuna götürmek üzere beni getirdikleri araca bindirdiler, araç içerisinde [A.] Başkomiser ile beni evden alan iki kişi vardı. Araç içerisinde giderken [A.] Başkomiser ile aracın önünde sağ tarafta oturan beyaz saçlı ve top sakallı olan kişi bana '40 gündür sizin yüzünüzden eve gidemiyoruz' diyerek sinkaflı küfürler ettiler. Kapalı Spor Salonuna vardığımızda koridorda giderken beni ittirdiler ayrıca [A.] Başkomiser bana çelme takıp yere düşürdü, sırt üstü yatırdı karnımın üzerine oturdu 'senin hangi kulağın ağrıyor' diyerek yüzümün her iki tarafına 50-60 kez tokat attı. Ayrıca sinkaflı küfürlerine de devam etti. Son olarak da yüzük bulunan sağ eli ile bir kez alnıma bir kez de dişlerime vurdu dudaklarım patladı, yüzümde darp izleri meydana geldi. Daha sonra oradaki görevlilere 'bunu kapıya yakın oturtun biz hergün gelip bunu dövecegiz' dedi. İki - üç gün burada kaldım, gelen giden olmadı. Pazar günü akşam beni tekrar alıp TEM Şubeye götürdüler, koridorda [T.] Müdür, [A.] Başkomiser, [A.] ve [B.] isimli polis memuru ile birlikte kim olduklarını bilmediğim toplamda 8-9 kişi vardı. [B.] isimli polisin elinde jop vardı, jop ile kaba etlerime vurmaya başladılar, ellerim ters kelepçeli idi, [T.] Müdür dışında diğerleri de yumruk ve tekme ile rastgele heryerime vurdular. [T.] Müdür bu sırada bizi seyrediyordu, sonra [T.] Müdür'ün odasına götürdüler, burada da 8-9 kişi jopla ve elleri ile beni tekrar dövmeye başladılar, pantolonum bu arada düştü jopla kaba etlerime vurdular ve çok acıdı, [T.] Müdür, daha önce gösterdikleri çocuğu kast ederek 'bunu tanıyacaksın 30 gün buradasın, ben karışmam hergün döverler seni' dedi. Daha sonra beni alt katta bulunan nezarethaneye götürdüler. Ertesi gün saat 30'da tekrar üst kata çıkardılar burada bazı fotoğraflar gösterdiler 'bunları tanıyacaksın eşini de alırız, eşin başkalarının altında yatar 25 yıl hapis yatarsın' dediler. Ben de korktum, bana gösterdikleri resimlerden bir kaç kişiyi tanıdığımı söyledim. Bir kaç gün sonra saat 30 sıralarında beni uyandırdılar yukarıya çıkardılar, [A.] nın elinde uzun, [B.] nin elinde kısa jop vardı bu joplarla beni dövdüler, kaba etlerime vurdular 'Bizim dediğimiz herşeyi kabul edeceksin ancak evine böyle gidersin' dediler, bu nedenle ben bana fotoğraflarını gösterdikleri kişileri tanıdığımı söyledim. Birkaç gün sonra eşim [S.A.] yı, TEM Şubeye getirdiler, onu da gözaltına alacaklarını söylediler bu nedenle ben korktum ve söyledikleri herşeyi kabul ettim.Gözaltına alındıktan 14 gün sonra aile hekimlerini gözaltına almaya başlamışlar biz nezarethanede 2-3 kişi iken 30 kişi olduk nezarethane doldu. Aile Hekimlerinin ifadelerini almaya başladılar, saat 00 sıralarında beni yukarı çıkardılar, yukarıda [A.], ellerim kelepçeli olduğu halde karnıma yumruk atmaya başladı. 'Sen bu doktorları neden organize ediyorsun bunların ifadeleri neden kilitlendi' diyerek bir kaç kez yüzüme yumruk attı, dişim kırıldı, dişim şu an kırıktır, cezaevinde sürekli tedavi oldum. Gözaltında iken beni doktora da götürmediler.25 gün sonra bana söyledikleri herşeyi kabul ettim ve ifadeleri imzaladım. 19/09/2016 günü TEM Şubede bulunan bir odaya iki polis nezaretinde götürdüler, içeride doktor olduğunu söylediler ayrıca doktorun yanında bir kaç polis memuru daha vardı, polislerin bulunduğu ortamda, doktor darp cebir olup olmadığını sordu, yanımda polis memurları olduğu için korktum ve darp cebir olduğunu söyleyemedim, doktor da beni soymadı ve muayene etmedi, benim bu beyanıma göre rapor düzenledi ayrıca beni ve gözaltında bulunan diğer kişileri Devlet Hastanesine götürmediler, bizi şube dışına çıkarmadılar şubeden doğrudan Adliyeye getirdiler. 20/09/2016 günü saat 04,00'a kadar mahkemede sorgum yapıldı ve tutuklama kararı verildi. Cezaevi mahkum kabul bölümünde darp cebir olduğunu söyledim bunun üzerine beni revire götürdüler burada doktor beni muayene etti, kaba etlerimde darp izi olduğuna dair ayrıca dişimde hassasiyet olduğuna dair rapor düzenledi." Başvurucu uzun süre gözaltında kalması ve eşinin de dışarıda olması nedeniyle 22/9/2016 tarihli dilekçesinde kötü muameleden dolayı şikâyetçi olmadığını açıklayarak Savcılıkça alınan ifadesinde kendisine şiddet uyguladığını iddia ettiği kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Gözaltından çıkarılırken ve İnfaz Kurumuna alınırken başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında imzası bulunan doktorlar Savcılık tarafından tanık olarak dinlenmiştir. Gözaltı çıkış raporunu düzenleyen tanık doktor O.S.B. genel olarak hastane veya polis merkezinde gözaltında bulunan kişileri muayene ederek sağlık raporu düzenlediğini, bu muayeneler sırasında kolluk görevlilerinin olmadığını belirtmiş; başvurucuyu hatırlamadığını, nerede ve ne şekilde başvurucuyu muayene ettiğini bilmediğini beyan etmiştir. İnfaz Kurumuna giriş raporunu düzenleyen tanık doktor B.Ü. başvurucuyu hatırlamadığını, İnfaz Kurumunda geçici olarak görevlendirildiği tarihlerde başvurucuyu muayene ettiğini ve kalçasında geçmiş ekimoz olduğunu tespit etmesi nedeniyle bunu raporuna yazdığını, ekimozun oluşma tarihinin tam olarak tespit edilemeyeceğini ancak oluşmuş bir ekimozun genellikle 7-14 gün arasında kaybolacağını ifade etmiştir. Savcılık 29/3/2017 tarihinde başvurucunun tutulduğu nezarethane ve diğer yerleri gösterir kamera görüntülerini il Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Emniyet Müdürlüğünce verilen cevapta başvurucunun tutulduğu Polis Okulunda kamera kayıt sisteminin olmadığı, nezarethane kamera kayıtlarının ise on gün kayıt yaptıktan sonra üstüne yeni görüntülerin kaydedilmesi nedeniyle başvurucunun burada kaldığı döneme ait görüntülerin bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucunun bir kısım dernek, vakıf ve gazete temsilciliği ile bir siyasi parti liderine hitaben 2/8/2017 tarihinde yazdığı ancak İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu tarafından sakıncalı görülerek gönderilmeyen mektuplar delil olarak soruşturma makamınca incelenmiştir. Başvurucunun söz konusu mektuplardaki ifadelerinin ilgili kısmı şöyledir:"...Gözaltında tutulduğum 25 günün nasıl geçtiğini, ifadeleri hangi şartlarda verdiğimi belirtir bu hikayemi sizlere anlatıp sizlerden her türlü hukuki ve insani ve vicdani desteği bekliyorum. 25 gün Afyon emniyetinde TEM Şubede işkence gördüm, kafama çuval geçirilerek dakikalarca bekletildim, bu haldeyken TEM polislerinin cinsel saldırılarına(tecavüz) maruz kaldım. 7-8 polisin sürekli ellerinde tekme tokat ve joplarla dövüldüm. 112 acil servise kaldırıldım. Baskı altında ifadelere imza atmak zorunda bırakıldım. .... Bu dilekçemde hangi şartlarda FETÖ üyesi yapıldığım ve ifadeleri hangi şartlarda kabul ettiğimi ve neden şimdi kabul etmek istemediğimi anlatıyorum. Hukuki açıdan 11 aydır uğraşıyorum ama bütün insanlar sağır, dilsiz, hukuk ve yargı topal, ilerlemiyor. Sizlerden hukuki, vicdani ve insani her türlü desteği bekliyorum." Savcılıkça FETÖ/PDY ile ilgili yürütülen bir başka soruşma kapsamında şüpheli olarak ifadesi alınan A.K.nın beyanında geçen bazı bilgilerin başvuruya konu soruşturmayla ilgili olduğunu değerlendirilerek anılan İfade Tutanağı delil olarak soruşturma dosyasına alınmıştır. A.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:" 2016 tarihinde yapılan duruşma sonrası tutuklanarak Afyonkarahisar Cezaevine teslim edildim. Orada aynı dosya kapsamında tutuklu bulunan [A.Y.] ve Ahmet AŞIK başta olmak üzere bir çok şüpheli ile aynı koğuşa yerleştirildik. Tutuklu kaldığım yaklaşık 3 ay boyunca koğuşta soruşturmaya yönelik birçok konuşma yapılıyor. [A.Y.] tutuklu olan bir çok eski askeri personel ile koğuş içerisinde bizlerden ayrı olarak görüşüyor. [A.Y.]nin koğuş içerisinde diğer tutuklulara emniyette baskı altında ifade verdiklerini, emniyet müdürlüğünde kendilerine işkence yapıldığını, ilk mahkemede ifadelerini değiştirmelerini, avukatlarına bu konular ile ilgili şikayet dilekçesi vermelerini söylediğini duydum. Bu şahıs benim yanıma da birkaç kez geldi. Bana emniyette verdiğimi ifademi sorarak eğer ifademde her şeyi anlattıysam ilk duruşmada bunları inkâr etmemi, baskı ve işkence ile bu ifademi verdiğimi söylememi, güzel günlerin bizleri beklediğini hatta eğer ifademi değiştirmezsem bu davadan çok ağır cezalar alacağımı söylemişti." Savcılık tarafından yapılan soruşturma sonucunda 25/12/2017 tarihinde başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak kolluk görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmalar sonucunda Fettulahçı Terör Örgütü üyelerinin örgütsel özellikleri incelendiğinde,Örgütte 'Yalan söylemek, tedbir olarak uygulanan önemli bir stratejidir. FETÖ/PDY silahlı Terör Örgütü, Devlet içine yerleştirdikleri özellikle askeriye, emniyet ve yargı birimlerindeki örgüt üyelerinin, kendilerini gizleme yöntemi olarak ima ile namaz kılma, susuz abdest alma, cuma namazlarına gitmeme, oruç tutmama gibi uydurulmuş bir din anlayışı ile İslam esasları ile bağdaşmayan bir düşünce yapısı içinde hareket etmesini sağlamıştır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyelerinin bu eylemleri takiyye mantığı ile yaptıkları, bunu ibadet olarak gördükleri, Örgüt lideri [F.G.], soruşturma ve takibata uğramamak ve zarar görmemek için kendince bir görüş geliştirerek; yalan söylemeyi, inandığı ve olduğundan farklı görünmeyi, yaptığı bir işi başkasına yüklemeyi, dini emir ve yasaklarla kendini bağlı saymamayı, hukuku dolanmayı, ahlaki kural kabul etmemeyi çevresine öğreterek adına tedbir (takiyye) demiştir. Ona göre, örgüte zarar gelmemesi için yalan söylemek, iftira etmek, hırsızlık yapmak, suç işlemek, dinen haram sayılan içki, kumar, fuhuş gibi günahları işlemek mübahtır' anlayışı mevcut olduğu anlaşılmıştır.Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılan soruşturma sonunda; müşteki Ahmet AŞIK'ın gözaltına alındığı 26/08/2016 tarihinde iddia ettiği şekilde insanlık dışı hareketlere maruz kalması nedeniyle durumunu ifade aşamasında avukatına, rapor aldırılmak üzere götürüldüğü Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde muayenesini yapan doktora, mevcutlu olarak getirildiği gün Cumhuriyet Başsavcılığımıza veya çıkartıldığı Sulh Ceza Hakimliğinde Hakime açıklamadığı, bu durumu yaklaşık 7 ay sonra 17/03/2017 tarihinde 22/09/2017 tarihinde vermiş olduğu dilekçesinde kendisine şiddet uygulandığı ancak şikayetçi olmadığı şeklindeki beyanı nedeni ile resen başlatılan soruşturma kapsamında 17/03/2017 tarihinde beyan etmediği, Bu tarihe kadar bu durumu şikayet konusu yapmadığı, bu tarih sonrasında şikayet konusu yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, Ahmet AŞIK'ın adli işlemleri tamamlandıktan sonra Cumhuriyet Başsavcılığımıza çıkartılmak üzere gözaltından çıkış için 19/09/2016 günü Afyonkarahisar Devlet Hastanesine götürülerek saat 10:20'de 19/09/2016 tarih ve 83399 sayılı raporda darb-cebir izine rastlanılmamış olması, yapılan araştırma ve inceleme sonucunda müştekinin iddialarının ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığı, soyut iddiada kaldığı, ayrıca işkence altında verdiğini iddia ettiği ifadesinin de diğer şüpheli ve tanıkların beyanı ile örtüştüğü,Bu haliyle Ahmet AŞIK'ın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgüt üyelerince insan haklarının ihlal edildiği propagandası yapılarak Devletimizi Uluslararası kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak, Terör Örgütü soruşturmalarını sulandırmak ve Terörle Mücadele edilmesinin önüne geçmek için örgütsel faaliyetler çerçevesinde şikayetçi olduğu kanaatine varılmış olup, Ahmet AŞIK'ın iddiaları hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına," Başvurucunun Savcılık kararına itirazı Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/1/2018 tarihli kararıyla Savcılık kararının hukuka uygun olduğu gerekçesine dayanılarak reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 23/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, soruşturma süreci devam ederken 12/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun soruşturma süreci bittikten sonra, 2/8/2017 tarihinde kötü muamele iddialarına ilişkin ayrıntılı dilekçe ibraz etmesi üzerine beyanları yeni başvuru olarak değerlendirilerek 2017/30639 başvuru numarasına kaydedilmiş ise de dilekçe mahiyetinin ek beyan dilekçesi olduğu anlaşıldığından 10/7/2020 tarihinde başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir. Savcılıkça ayrıca başvurucunun bireysel başvuru tarihinden sonra "suç işlemediğini bildiği halde şikayetçi olarak kolluk görevlileri haklarında soruşturma yapılmasına neden olması ve sonraki beyanında da iddialarında ısrarcı olması nedeniyle" başvurucu hakkında iftira suçunu işlediği isnadıyla 26/3/2018 tarihinde ceza davası açılmasına karar verilmiştir. Başvurunun inceleme tarihi itibarıyla başvurucu hakkında açılan davanın devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. Afyonkarahisar Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sürecinde kolluk görevlilerinden bir kısmı şikayetçi olarak, başvurucu ile birlikte aynı nezarethanede kalan iki kişi ise tanık olarak dinlenmiştir. Kolluk görevlilerinden A. başvurucuya kötü muamele uygulandığı iddialarını reddetmiş, başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Polis Okulu spor salonunun o dönemde nezarethane olarak kullanıldığını belirten A. başvurucunun muayenesinin kolluk merkezi veya hastanede yapılıp yapılmadığını hatırlamadığını, genel olarak muayenelerin kolluk merkezinde yapıldığını beyan etmiştir. A. başvurucunun eşinin kolluk merkezine getirilmediğini hatırladığını, benzer olaylarda şüphelilerin ailelerini gördükleri zaman yumuşayacakları ve vatan sevgilerinin ortaya çıkacağı, dolayısıyla susmaktan vazgeçecekleri düşünülerek aileleri ile görüşmelerine izin verildiğini ancak bunun herhangi bir vaat ya da tehdit olarak kullanılmadığını ifade etmiştir. A. bu dönemde yapılan sorgularda duruşma salonlarında kolluk görevlilerinin de bulunduğunu, başvurucunun ilk ifadesini avukat huzurunda kendisinin aldığını, daha sonra örgütten gelen talimat doğrultusunda başvurucunun kendileri aleyhine suç isnadında bulunduğunu ifadesine eklemiştir. Bir diğer kolluk görevlisi B.A. da başvurucudan şikâyetçi olmuş, başvurucunun iddialarını kabul etmemiştir. Başvurucunun gözaltı süresinin uzatılması ile Polis Okulu spor salonunun nezarethane olarak kullanılmasının Savcılık talimatı olduğunu, başvurucunun eşinin kolluk merkezine geldiğini ancak kolluk görevlilerince zorla getirme durumunun söz konusu olmadığını ifade etmiştir. 29/8/2016 ile 5/9/2016 tarihleri arasında başvurucu ile birlikte aynı nezarethanede kaldığını belirten tanık K. başvurucunun günde iki üç kere yukarıya çıkarıldığını, döndüğünde halsiz olduğunu gördüğünü, sebebini sorduklarında başvurucunun kendisine işkence edildiğini söylediğini ifade etmiştir. Tanık ayrıca başvurucunun pijamasını indirdiğinde kasıklarında ve sırtından diz kapağına kadar morluklar olduğunu, morlukların geçmesi için kolluk görevlilerinin başvurucuya merhem verdiklerini beyan etmiştir. Diğer tanık A.O. 9/8/2016 tarihinden itibaren yaklaşık yedi gün nezarethanede başvurucu ile kaldıklarını, bu dönemde başvurucunun yaralarına kremi kendisinin sürdüğünü, başvurucunun görünmeyen yerlerinde morluklar olduğunu, göğüs bölgesinde, sırtında ve bacaklarında çok sayıda morluk bulunduğunu ifade etmiş; kolluk görevlilerinin gece saatlerinde "Ahmet geliyoruz, uyan." şeklinde bağırarak başvurucuyu taciz ettiklerini de ifadesine eklemiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine dair içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27330 | Başvuru, gözaltı sürecinde hukuka aykırı fiziksel müdahaleye maruz kalınması ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; prime esas gerçek ücretin tespiti davasında ileri sürülen delillerin değerlendirmesi yapılmadan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Davadan Önceki Süreç Başvurucu 10/2/1999 tarihinde davalı işveren şirkette çalışmaya başlamıştır. 28/1/2014 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu 24/2/2014 tarihinde, iş akdinin sendikal faaliyette bulunması sebebiyle haksız olarak feshedildiğini belirterek işe iade ve sendika tazminatı talebiyle dava açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi 4/11/2014 tarihli kararı ile davanın kabulüne, sendikal nedenle yapıldığı tespit edilen feshin geçersizliğine, başvurucunun işe iade edilmesine ve tazminata hükmetmiştir. Karar, temyiz denetiminden geçerek 18/3/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Bakırköy İş Mahkemesinin 4/11/2014 tarihli kararının ardından işe iade edilmediğini belirterek işveren aleyhine işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde gerçek ücretinin net 800 TL olduğunu belirtmiş; işçilik alacakları bakımından yapılacak hesaplamada gerçek ücretin esas alınmasını talep etmiştir. Bakırköy İş Mahkemesi tarafından yapılan yargılama neticesinde 23/6/2016 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında, toplanan deliller ışığında başvurucunun aylık ücretinin 800 TL olduğu tespitinde bulunulmuş ve buna istinaden işçilik alacaklarına yönelik hesaplama da 800 TL üzerinden yapılmıştır. Davalı, karara karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Karar 11/12/2017 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu 14/5/2014 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve işveren aleyhine, işveren tarafından ödenmesi gereken gerçek prim miktarının belirlenebilmesi amacıyla prime esas alınan gerçek ücretin tespiti davası açmıştır. Bakırköy İş (Sosyal Güvenlik) Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 5/2/2016 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme gerekçeli kararında; dinlenen tanık beyanları ve işçilerle yapılan mülakatlar dikkate alınarak tanzim edilen İstanbul Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün 23/10/2013 tarihinde davalı işverene ait işyerine ilişkin tanzim ettiği raporu esas aldığını belirtmiştir. Kararda ayrıca ilgili raporda işverenin bordroda yaptığı düzenlemenin gerçeği yansıtmadığına yönelik tespitin yer aldığı, her ne kadar rapora karşı işverence yapılan itirazın İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi tarafından kabulüne ve yaptırımın kaldırılmasına karar verilmiş ise de kaldırılan idari yaptırım kararının fazla mesai ödemelerine ilişkin olduğu, işverenin bordroya yansıyan ücret ile gerçek ücret arasındaki farkı elden ödediğine yönelik tespitin geçerliliğini koruduğu hususlarına yer vermiştir. 5/2/2016 tarihli karar SGK tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) yaptığı temyiz incelemesi neticesinde 22/1/2018 tarihinde bozma kararı tesis etmiştir. Bozma kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının davalı iş yerinde deri kesici/biçici olarak çalıştığı, 1999 ile 2009 tarihleri arasındaki çalışmalarının davalı işyerinden kesintisiz olarak ve asgari ücretin bir miktar üzerinde ücretle Kuruma bildirildiği, 1999-Mayıs 2009 dönemine ilişkin ücret bordrolarının tamamında ve kıdem tazminatı bordrosunda davacının imzası bulunduğu, davacının Kuruma bildirilen prime esas kazanç miktarlarının imzalı ücret bordroları ile uyumlu olduğu, mahkemece emsal ücret araştırması yapılarak Deriteks Sendikası tarafından bildirilen emsal ücrete göre tespite karar verildiği anlaşılmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan 2013 tarihli inceleme raporunda, müfettiş tarafından ifadesi alınan sigortalılar arasında davacının bulunmadığı, 2013 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu İnceleme Raporunda, işyeri kayıt ve defterleri üzerinde yapılan incelemede kuruma yapılan bildirimlerin aksine kayda rastlanmadığının belirtildiği görülmektedir.Davacı, davalı iş yerinde en son net 650 TL ücretle çalıştığını ileri sürmektedir. Davacının iş yerindeki çalışmaları Kuruma ücret bordrolarında belirtilen ücret üzerinden bildirilmiş ve bildirime uygun olarak da primleri ödenmiştir. Dosyaya sunulan ve davacının bildirimi yapılan süreyi kapsayan ücret bordroları, davacı tarafından imzalanmış olup imzalı bordrolar davacı çalışmalarının işyerinde belirtilen ücret üzerinden geçtiğinin karinesidir. Karinenin tersinin ise eşdeğerdeki belgelerle kanıtlanması gerektiği söz götürmez. Başka bir anlatımla, yazılı belgelerin varlığı halinde tanık sözlerine itibar edilemez. Ayrıca dosya kapsamından davacının talep ettiği miktarda ücret aldığına dair herhangi bir yazılı belge bulunmamaktadır.Davacının ücret bordrolarında belirtilen ücretine göre Kuruma bildiriminin yapıldığı, bu bordroların imzalı olduğu ve dosya kapsamında aksini gösteren yazılı bir delil bulunmadığı değerlendirilerek davanın reddine karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması bozma nedenidir...." Bozma kararının ardından Mahkeme 26/4/2018 tarihli celsede Yargıtayın bozma ilamına uyulmasına karar verildiğini belirterek yargılamaya devam etmiş ve yine aynı celsede davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; dosya kapsamında mevcut olan ücret bordrolarının davacı tarafından imzalandığı, bunun davacının işyerinde belirtilen ücret üzerinden çalıştığının karinesini teşkil ettiği, bunun tersinin dosya kapsamına göre eş değerdeki belgelerle kanıtlanamadığı belirtilmiştir. Kararı başvurucu 8/11/2018 havale tarihli dilekçe ile temyiz etmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde özetle İstanbul Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün 23/10/2013 tarihli raporuna konu denetiminde ele alınan bir hususun da işverence gerçek ücret üzerinden prim ödenmediğine yönelik olduğunu, anılan rapor ile bu durumun saptandığını, işçilik alacağıyla ilgili olarak işverene karşı açılan davada tazminatın emsal ücret üzerinden hesaplandığını ve anılan kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini belirtmiş; buna dair ilgili mahkeme kararlarını temyiz dilekçesi ekinde ibraz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/10/2019 tarihinde kararı onamıştır. Daire; gerekçesinde, temyize konu edilen 26/4/2018 tarihli kararın 22/1/2018 tarihli bozma kararına uyularak tesis edildiğini, bozma ile kesinleşen ve karşı taraf lehine kazanılmış hak durumu oluşturan yönlerin yeniden incelenmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Nihai karar başvurucuya 28/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 22/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 31/5/2006 tarihli 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesi ile ilga edilen "Prime esas ücretler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Sigortalılarla işverenlerin bir ay için ödeyecekleri primlerin hesabında:a) Sigortalıların o ay için hakettikleri ücretlerin,b) Prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan sigortalılara o ay içinde ödenenlerin,c) İdare veya kaza mercilerince verilen karar gereğince (a) ve (b) fıkralarında yazılı kazançlar niteliğinde olmak üzere sigortalılara o ay içinde yapılan ödemelerin,Brüt toplamı esas alınır.Şu kadar ki, ölüm, doğum ve evlenme yardımları, yolluklar, kıdem, ihbar ve kasa tazminatları, aynî yardımlar ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca miktarları yıllar itibariyle belirlenecek yemek, çocuk ve aile zamları, sigorta primlerinin hesabına esas tutulacak kazançların aylık tutarının tespitinde nazara alınmaz. Bunların dışında her ne ad altında ödeme yapılırsa yapılsın tüm ödemeler prime tabi tutulur.Her sigortalının prim hesabına esas tutulacak aylık kazanç toplamının bin liraya kadar olan lira kesri nazara alınmaz.Günlük, haftalık veya aylık olarak belirli bir ücrete dayanmış olmayıp da komisyon ücreti ve kâra katılma gibi belirsiz zaman ve miktar üzerinden ücret alan sigortalıların prim ve ödeneklerinin hesabında esas tutulacak günlük kazançları, 78 inci madde hükmü saklı kalmak şartiyle, Bakanlar Kurulu kararıyle belli edilir.Şu kadar ki, sigortalının ayrıca belirli bir kazancı varsa bu takdirde prim ve ödeneklerin hesabında esas tutulacak günlük kazancı, yukarıki fıkraya göre hesabedilecek günlük kazancına belirli kazancı üzerinden hesaplanacak günlük kazancın ilavesi suretiyle bulunur.Bu kanun gereğince primlerin hesabına esas tutulacak günlük kazanç, sigortalının, bir ay için prime esas tutulan kazancının otuzda biridir.Günlük kazancın hesabına esas tutulan ay içindeki bazı günlerde çalışmamış ve çalışmadığı günler için ücret almamış sigortalının günlük kazancı, o ay için prime esas tutulan kazancı ücret aldığı gün sayısına bölünerek hesaplanır.Sigortalıların günlük kazançlarının hesabında esas tutulan gün sayıları, aynı zamanda, bunların prim ödeme gün sayılarını gösterir.Bir ay içinde çeşitli işverenlerin işinde çalışan sigortalının bu kanun gereğince alınacak primlerine esas tutulacak aylık ve günlük kazancının tesbitinde her işverenden elde ettiği aylık ve günlük kazanç tutarı ayrı ayrı nazara alınır ve primler buna göre hesaplanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Senetle ispat zorunluluğu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir."B. Yargıtay Kararları Usuli Kazanılmış Hakka İlişkin Yargıtay Kararları Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu (YİBBGK) 9/5/1960 tarihli ve E.1960/21, K.1960/9 sayılı kararında usuli kazanılmış hakka ilişkin açıklamalara yer vermiştir. Anılan kararda usuli kazanılmış hakkın bozma kararına uyulması ile oluştuğuna, bozma gereğince taraflardan birinin lehine, diğerinin aleyhine muamele yapma ve hüküm verme neticesi doğurduğuna işaret edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (YHGK) 20/12/2017 tarihli ve E.2017/5-2575, K.2017/1906 sayılı kararında ise usuli kazanılmış hakkın istisnalarının oluştuğu hâllere yer verildiği görülmektedir. Kararda istisnaların da Yargıtay içtihatları ile getirildiğine dikkat çekilerek mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı verilmesinin, geçmişe etkili yeni bir kanun çıkarılmasının yahut hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptal kararı tesis edilmesinin usuli kazanılmış hakka istisna teşkil edeceği belirtilmiştir. YHGK'nın 6/11/2018 tarihli ve E.2016/22-388, K.2018/1607 sayılı kararında maddi ve hukuki yanılma hâllerinin usuli kazanılmış hakka tesiri yönünden değerlendirme yapılmıştır. Kararda maddi yanılgı; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup da her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış hata olarak tanımlanmıştır. Bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün olmadığı belirtilerek bu hatanın düzeltilmesinin zorunluluğuna dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte bozma kararında hukuki yönden yapılmış yanlış bir delil değerlendirmesinin maddi yanılgı sayılamayacağı belirtilmiştir. Bu tespit ışığında delil değerlendirmesinin yanlışlığı sonucunda oluşan hukuki yanılgının sonradan tespitinin bozmaya uyulması ile oluşan usuli kazanılmış hakkın varlığına istisna getirmeyeceği saptamasında bulunulmuştur. Prime Esas Ücret Tespiti Davalarına İlişkin Yargıtay Kararları YHGK 17/6/2020 tarihli ve E.2016/10-2688, K.2020/425 sayılı kararında; - İlk derece mahkemesi 16/12/2013 tarihli ilk kararında, davacının prime esas teşkil edecek ücretini belirlerken Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen işçilik alacağı davasında fazla çalışma ve tatil ücreti hesabındaki son net ücreti esas almıştır. Karar, davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) 28/4/2014 tarihli kararı ile öncelikle kural olarak prime esas kazancın tespitine yönelik davalarda yazılı delil ile ispat kuralının uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Bununla birlikte 506 sayılı Kanun'un (a) ve (b) bendi uyarınca asıl ücretin eki niteliğindeki prim ve ikramiye niteliğindeki ödemelerin de prime esas kazançlar olarak brüt tutarları üzerinden ödediği aylar itibarıyla prime esas alınacağının hükme bağlandığına işaret etmiştir. Öte yandan bu kazançların yalnızca tahakkuk ettirilmiş olmasının prime esas alınabilmesi için yeterli olmadığını belirten Hukuk Dairesi, ödenmiş olma şartının arandığına dikkat çekmiştir. Aynı Kanun'un (c) bendinde sayılan idare ve kaza mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca sigortalılara yapılan ödemelerin de prime esas ücretin tespitinde referans alınması gerektiğine işaret eden Hukuk Dairesi; bu kazançlar yönünden de salt hak kazanmanın yeterli olmadığına, yargılama mercii yahut idare tarafından verilen karar sonrasında işçiye ödeme yapılmış olması şartının aranması gerektiğine dikkat çekmiştir. Bu kapsamda ilk derece mahkemesi tarafından hükme esas alınan mahkeme kararı kapsamında davacıya davalı işverence ödeme yapılıp yapılmadığının net olarak belirlenmesi gerektiğini, ödeme yapılmamış ise yazılı delille ispat kurallarının uygulanması gerektiğini belirterek kararı bozmuştur.- İlk derece mahkemesi Hukuk Dairesinin 28/4/2014 tarihli bozma kararına uymuş ve 8/12/2014 tarihli kararıyla işçilik alacağına hükmedilen karar kapsamında ilamın icrasının yürütüldüğü takip dosyasında brüt alacağın nete çevrilmesi suretiyle ödeme yapıldığını ve primlerin de buna uygun olarak SGK'ya yatırıldığını belirterek davanın kabulüne hükmetmiştir.- Karar davalı SGK tarafından temyiz edilmiştir. Hukuk Dairesi 24/11/2015 tarihli kararı ile 8/12/2014 tarihli mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde 28/4/2014 tarihli bozma kararının gereklerine riayet edilmediği, 28/4/2014 tarihli bozma kararı ile brüt alacağın nete çevrilmesi suretiyle ödeme yapıldığının tespiti ile yalnızca son aya ilişkin ücretin tespitinin yapılabileceği, diğer dönemlere ilişkin ücretler yönünden ise emsal kararlar doğrultusunda yazılı delil sunulmadığı gözetilerek karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.- Mahkeme 22/2/2016 tarihinde 8/12/2014 tarihli kararında direnme kararı tesis etmiştir. Direnme kararının temyizi üzerine uyuşmazlık YHGK önüne taşınmıştır.- YHGK, prime esas kazancın tespiti için açılan davada, davalı işveren aleyhine açılan işçilik alacağına ilişkin davada hükmedilen alacakların nete çevrilmesi suretiyle ödenmesinin prime esas ücretin tespitine yönelik olarak ispata yeter delil sayılıp sayılamayacağını değerlendirmiştir. 17/6/2020 tarihli kararı ile Özel Daire bozma kararına uyulması gerektiğini belirterek mahkeme kararını oyçokluğuyla bozmuştur. Kararda; ödemenin sadece son ay için baz alınması yönündeki değerlendirmenin isabetli olmadığı, anılan ödemenin geçmiş dönemlere ilişkin ücretin tespitinde dikkate alınması gerektiğine dair görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. YİBBGK'nın 4/10/2019 tarihli ve E.2018/1, K.2019/5 sayılı kararında, yurt içi ve yurt dışında sefer yapan tır şoförlerine sefere her çıktıklarında ödenen paranın niteliği, bu ödemenin kıdem tazminatının ve prime esas kazancın tespitinde dikkate alınıp alınmayacağı hususu ele alınmıştır. Kararda; sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan davalar ile iş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarda delillerin toplanması ve ispat yükü bakımından farklılıkların bulunduğuna dikkat çekilmiştir. İşçilik alacağına ilişkin yargılamalarda kural olarak taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olduğuna ve bu sebeple ücret miktarının tespitinde ispat yükünün işçinin üzerinde olduğuna, bununla birlikte sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan prime esas ücretin tespiti davalarında ise resen araştırma ilkesinin uygulandığına dikkat çekilmiştir. Bu tespitten hareketle sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan ve kamu düzenini ilgilendiren prime esas ücret tespiti davalarında hâkimin kendiliğinden delil toplaması gerektiği belirtilerek ispat yükünün bir tarafa yüklenemeyeceği vurgulanmıştır. İspat yükü bakımından işaret edilen bu farklılık dikkate alındığında her dava dosyasında somut olayın özelliği ile delil durumu da dikkate alınarak yapılan ödemenin ücret veya harcırah/yolluk olarak kabulünün mümkün olabileceğinin altı çizilmiş, bu itibarla temel amacı aynı tür uyuşmazlıklar bakımından hukukta birliği ve bütünlüğü sağlamak olan içtihadı birleştirme kararlarının bu amacıyla bağdaşmayacağından somut meseleye ilişkin içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. YHGK'nın 8/6/2022 tarihli ve E.2020/(21)10-280, K.2022/871 sayılı kararında sosyal güvenlik hakkına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Sosyal güvenlik hakkının anayasal bir kavram olan sosyal hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret edilen kararda bu hakkın bireye devletten asgari yaşam standardının sağlanmasını ve bu yönde tedbirlerin alınmasını talep etme hakkı tanıdığı belirtilmiştir. Kararda, sosyal güvenlik hakkı vazgeçilmez ve devredilmez bir hak olarak tanımlanmış; devletin bu hakkın yaşama geçirilmesi yönünden sorumluluğu bulunduğuna vurgu yapılmıştır. Hizmet tespiti ve prime esas kazancın tespiti davalarının sosyal güvenlik hakkının özünü oluşturduğuna dikkat çekilmiş, bu nedenle prime esas kazancın tespiti davalarında yapılan yargılamanın -bu davaların kamu düzeninden olmaları nedeniyle- özel bir titizlik ve duyarlılıkla yürütülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Prime esas ücretin tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerektiğinin belirtildiği kararda bu uyuşmazlıklar yönünden yazılı delille ispat kuralının uygulanmayacağının, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağının tatbik edilmeyeceğinin altı çizilerek uyuşmazlığın her türlü delille aydınlatılabileceği belirtilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38643 | Başvuru, prime esas gerçek ücretin tespiti davasında ileri sürülen delillerin değerlendirmesi yapılmadan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, internet haber sitesinde yer alan bir habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, www.bianet.org adresindeki Bağımsız İletişim Ağı isimli web sitesi üzerinden internet haberciliği yapmaktadır. Bahse konu internet haber sitesinde 17/10/2011 tarihinde "Aradaki Farkı Bulun" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haber şöyledir: "Eğitim Bakanlığı gibi bir görevde bulunan kişinin, böyle bir suçla anılıyor olması kabul edilemez. ...'nın ya intihal yapmadığını kanıtlaması ve herkesi ikna etmesi ya da Guttenberg’le tanışması gerekiyor.Bilgi Üniversitesi Medya İletişim Sistemleri'nin ilk dersiydi; Bölüm Başkanı ... sınıfa girdi. Yanılmıyorsam söylediği ilk şeydi: 'Plagiarism will not be tolerated.' Bizim dilde 'İntihale tolerans gösterilmeyecektir' oluyor.Çünkü intihal, 'hırsızlık' demektir; başkasının fikrini, tezini, çalışmasını alıp kendininmiş gibi sunmaktır. Akademik bir suçtur. Cezası vardır, ağırdır. Kariyerinizi bitirebilir, itibarınızı sıfırlayabilir. Olması gereken budur.Mesela Almanya'da böyle olur. 39 yaşındaki Savunma Bakanı Karl-Theodor zuGuttenberg, 475 sayfalık doktora tezinin bazı bölümlerinde intihal yaptığı ortaya çıkınca 2010 Mart'ında görevinden istifa etmişti.Kararını açıklarken, doktora teziyle ilgili yapılacak araştırmaya kendisinin de katılacağını söyledi ve daha fazla Almanya'da kalamayarak Amerika'ya yerleşti.Şimdi Guttenberg'in siyasetteki hızlı yükselişi ve doktora tezindeki intihal nedeniyle yaşadığı düşüş bir filme konu oluyor.Peki, Türkiye'de ne oluyor?Hakkında intihal suçlamaları olan ..., Türkiye'de Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapıyor.Üniversite Konseyleri Derneği, geçtiğimiz gün ...'nin 'İşletme Yönetimine Giriş (1995)' ve 'İşletme Yönetimi (1996)' kitaplarındaki intihal iddialarını karşılaştırma yaparak raporladı ve yayımladı. Sonuç olarak da, Milli Eğitim Bakanı'nın akademik unvanlarının geri alınması çağrısında bulundu.İroninin boyutuna bakar mısınız?Aslında, 2005'te intihal ortaya çıktığında Yükseköğretim Kurulu (YÖK), ...'ye 'üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası' verdi.Çünkü Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği'nin 11/3 maddesi açık: 'Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek' üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasını gerektiren bir fiildir.Ama beş yıl sonra, 29 Aralık 2010 tarihli 'YÖK Müşterek İnceleme Raporu'nda ...'nin eserinde 'tam olarak' intihal yapılmadığına karar verildi. Danıştay, YÖK Disiplin Yönetmeliği'nde değişiklik yaptı ve ...'nin 'Profesör' unvanı geri alınmadı...., iddiaları reddetti. Hakkındaki iddiaların 'Ergenekon'un bir parçası olduğunu ve bunları organize edenin de emekli Tuğgeneral ... olduğunu söyledi.'İntihal iddiası, tam bir faciadır. İntihal beni en çok yaralayan bir olaydır. Ergenekon'un benim müsteşarlıktan alınmam için hazırladığı özel bir projedir. Kendini devlet yerine koyanları korumadığım için bunlar başıma geldi. Benimle ilgili operasyonu başlatan şu anda içeride, Ergenekon'dan tutuklu olan bir paşa' dedi.Burada ...'nin intihale konu olan kitabının ilgili sayfaları, intihal yapıldığı söylenen ...'nın kitabıyla karşılaştırmalı olarak sunuluyor. Kendiniz bakıp karar verebilirsiniz.Kimler intihalle suçlanmıştı?Daha önce, ÖSYM (Ölçme, Seçme Ve Yerleştirme Merkezi) Başkanı Prof. Dr. ...'nin 1990'da Teknik ve Tekstil Dergisi'nde dokuz bölüm süren yazı dizisinde intihal yaptığı ortaya çıkmıştı. ..., özür diledi ve görevinde kaldı.2007 Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Onur Ödülü'ne layık görülen, ilk YÖK Başkanı Prof. Dr. ...'nin intihal yaptığı iddiasını gazeteci ... gündeme getirmişti. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, uzun zaman sonra ...'nin imzasını taşıyan 'Annenin El Kitabı' adlı eserde intihal olmadığına, 8'e karşı 39 oyla karar vermişti. Kitabın aslı Amerika Birleşik Devletleri'nin en ünlü çocuk hastalıkları uzmanlarından Benjamin Spock'ın 'Baby and Child Care' adlı çok bilinen çalışmasıydı.İstanbul Üniversitesi Rektörü ...'nın da adı uzun süre intihalle anıldı. 'Laparoskopik Cerrahi' eserinde intihal yaptığı için rektörlükten alındı; Türk Tabipler Birliği ...'yı iki ay süreyle 'meslekten men' etti. Danıştay Dairesi ise meslekten men cezasına ait kararın yürütmesini durdurdu.Türkiye, intihale alışkın. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı gibi bir görevde bulunan kişinin, böyle bir suçla anılıyor olması kabul edilemez. ...'nin ya intihal yapmadığını kanıtlaması ve herkesi ikna etmesi ya da Guttenberg'le tanışması gerekiyor. (IC)" Haberde bahsi geçen Bakan (müşteki), haberin yayımlandığı www.bianet.org sitesinin de aralarında bulunduğu birçok internet haber sitesinde yer alan haber içerikleri nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek internet içeriğine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 8/7/2015 tarihinde haber içeriğine erişimin engellenmesine karar vermiştir. Gerekçeli karar şöyledir: "Talep konusu içeriklerin, yayınla talepte bulunan hakkında bırakılan intiba ve saik de dikkate alındığında, basın özgürlüğü, düşünce açıklama özgürlüğü, haber verme ve eleştiri hakkı sınırlarında değerlendirilemeyecek, talepte bulunanın kişilik haklarını ihlal edici nitelikte olduğu sonuç ve vicdani kanaatine varılmış, bu nedenle talebin kabulü yönünde aşağıdaki karar tesis edilmiştir." Başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/8/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 14/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kuralları için bkz. Ali Kıdık (B. No: 2014/5552, 26/10/2017, §§ 21-29) kararı. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15873 | Başvuru, internet haber sitesinde yer alan bir habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vazife malulü sayılmama işlemine karşı açılan davada hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1994 yılında uzman erbaş olarak Eğirdir Dağ Komando Okulu Eğitim Komutanlığı bünyesinde göreve başlamıştır. Görevine devam ederken kulağındaki işitme kaybı nedeniyle hakkında uzman erbaş olarak görev yapamaz kararı alınan başvurucu 2008 yılında adi malul olarak emekli edilmiştir. Başvurucu, emekli edilmesine sebep olan işitme kaybının görevi esnasında katıldığı çatışmalar ve çatışmalarda meydana gelen havan atışları, patlamalar nedeniyle oluştuğunu belirtmek suretiyle vazife malulü olarak emekli edilmesi için başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi, dosyasında mevcut bilgi ve belgeler uyarınca işitme kaybının görevi nedeniyle meydana gelmediği gerekçesine yer verilerek Vazife Malullüğü Tespit Kurulunun 21/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.10 Başvurucu, söz konusu işlemin iptali için Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır. AYİM Başsavcılığı tarafından uyuşmazlığa ilişkin bildirilen 20/1/2014 tarihli görüşte özetle meselenin teknik ve özel bilgiyi içeren tıbbi bir değerlendirmeye ihtiyaç duyduğu bu bağlamda başvurucunun işitme kaybının askerlik hizmetinin tesiri ile ortaya çıkıp çıkmadığı konusunda tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılarak bu incelemenin sonucuna göre karar verilmesi gerektiği bildirilmiştir. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) öncelikle başvurucunun görevi nedeniyle işitme kaybı yaşadığı yönündeki iddiasını belge ya da tutanağa dayandırmadığını belirlemiştir. 19/10/2002 tarihinde görev yapılan komando tabur komutanlığı tarafından işitme kaybına ilişkin yazılı bir belge verilmişse de bu yazının rahatsızlığın o tarihte oluştuğuna dair bir tespit olmadığını ifade eden Mahkeme ilk kez 2006 yılında tespit edilen işitme kaybının 2003, 2004, 2005 yıllarında düzenlenen sağlık kurulu raporlarında da yer almadığını vurgulamıştır. Sonuç olarak işitme kaybının görev nedeniyle oluşmadığına kanaat getiren Mahkeme davanın reddine hükmetmiştir. Ret kararına karşı yapılan karar düzeltme istemi Mahkemenin 11/9/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 26/9/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 15/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.'' 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.'' 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16232 | Başvuru, vazife malulü sayılmama işlemine karşı açılan davada hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle hemşirelik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2016 yılında girmiş olduğu Kamu Personeli Seçme Sınavı'ndan 75,46 puan alarak Şırnak Devlet Hastanesine hemşire olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 16/3/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, adli sicil kaydı bulunmadığını belirtmiştir. Herhangi bir siyasi örgütle legal veya illegal ilişkisi olmadığını söylemiştir. Güvenlik soruşturmasını olumsuz olarak sonuçlandıracak herhangi bir durum olmaması nedeniyle işlemin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 20/6/2018 tarihli ara kararı ile güvenlik soruşturmasına esas bilgi ve belgeleri istemiştir. Ancak ara kararına cevap olarak gönderilen bilgi ve belgeleri başvurucuya tebliğ etmemiş ya da başvurucuya inceleme imkânı sağlamamıştır. Mahkeme 25/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayda, Mahkememizin ara kararına cevaben davalı idarece gönderilen belgeler ile dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacının yürüteceği kamu görevinin özelliği ve hassasiyeti de dikkate alındığında, güvenlik soruşturması sonucu olumsuz kabul edilerek, adı geçenin atamasının iptal edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu, karara karşı 22/1/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, dava dilekçesinden farklı olarak hakkında edinilen istihbari bilginin hiçbir ek delil veya bilgi ile desteklenmeksizin soyut bilgiden ibaret olduğunu vurgulamıştır. Elde edilen soyut bilgiye dayanılarak güvenlik soruşturmasının olumsuz kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 15/5/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 29/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." 3/5/2002 tarihli ve 24744 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Adayların, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48 inci maddesinde belirtilen koşullar ile kamu kurum ve kuruluşlarının kendi mevzuatındaki diğer adaylık koşullarını da taşımaları zorunludur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25685 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle hemşirelik görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 15/5/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16193 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 5/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1978 doğumlu olan başvurucu, 15/1/2007 tarihinden itibaren Borsa İstanbul Anonim Şirketi (Kurum) bünyesinde çalışmaya başlamış; en son uzman olarak çalışmakta iken 10/2/2017 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Fesih bildiriminde, istihbarat kurumlarından gelen bilgilerin değerlendirilmesi neticesinde başvurucunun Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisaklı olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum aleyhine 9/3/2017 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; iş akdinin haklı ve geçerli bir sebep olmaksızın feshedildiğini, fesih işleminin usul ve yasaya aykırı olduğunu, savunması dahi alınmadan işten çıkarıldığını, hakkında adli yahut idari bir soruşturma bulunmadığını ileri sürmüştür. Davalı Kurum ise cevap dilekçesinde darbe teşebbüsün yaşandığı gece ekonomi ve finans kurumlarından sadece Borsa İstanbul A.Ş.nin kritik önemi nedeniyle darbeciler tarafından işgale uğradığını belirtmiştir. Bu kapsamda personele yönelik inceleme başlatıldığını ifade eden Kurum, Borsa İnsan Kaynakları Direktörlüğünden alınan bilgilere göre başvurucunun cari hesap kaydı ile kardeşi hakkında birtakım tespitler bulunduğunu (kardeşinin ByLock kullanıcısı olduğu, 15/7/2016 tarihinden sonra yurt dışında bulunduğu, Türkiye'ye giriş yapmadığı), bu kapsamda 1/9/2016 tarihli ve 29818 ( mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 673 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) verdiği yetkiye istinaden iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini ileri sürmüştür. Öte yandan 26/10/2016 tarihinde davalı Kurum, işten çıkarılan personele yönelik olarak FETÖ/PDY kapsamında suç duyurusunda bulunmuş; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) soruşturma başlatmıştır. Mahkeme, başvurucu hakkında müzekkere yazarak bilgi/belge toplama yoluna gitmiş; bu kapsamda Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda örgüt üyeliği kapsamında yürütülen soruşturmanın devam ettiği bilgisi verilmiştir. Mahkeme 21/12/2017 tarihli kararı ile 673 sayılı KHK'nın maddesi gereği başvurucunun iş akdinin geçerli nedenle feshedildiği ve yine anılan madde gereğince işe iadesinin mümkün olmadığı kanaatiyle davanın reddine hükmetmiş; başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu, istinaf dilekçesinde ceza soruşturmasının bekletici mesele yapılmasını talep etmiş; davalı Kurumun feshe dayanak olarak ileri sürdüğü cari hesap bilgisi ile kardeşi yönünden ileri sürdüğü iddialara da ayrıca cevap vermiştir. Bu kapsamda Bank Asyadan 2010 yılında konut kredisi çektiğini belirten başvurucu; İzmir'den İstanbul'a taşınması sebebiyle 31/1/2014 tarihinde evini sattığını, banka ipoteğinin kaldırılması amacıyla gerekli parayı yatırdığını, akabinde söz konusu Banka ile tüm ilişkisini kestiğini, ipotek kaldırma işlemleri sonrası hesabında kalan tüm parasını (583,36 TL) Garanti Bankasındaki hesabına aktardığı ifade etmiştir. Banka hesabını tamamen boşaltarak ilgili şubeye hesap kapama talimatı verdiğini belirten başvurucu 10/2/2014 tarihinden sonrası için hesap hareketliliği bulunmadığını, ayrıca ev satış bedeli olan 500 TL'yi de direkt olarak eşinin Ziraat Bankası hesabına yatırdıklarını beyan etmiştir. Ağabeyi ile ilgili olarak ise iddia edildiği gibi ağabeyinin ByLock kullanıcı olması sebebiyle kaçak durumda olmadığını, aksine yurt dışında ikamet etmesine rağmen B. Üniversitesinde Skype programı üzerinden ders veren bir eğitmen olduğunu, ağabeyi hakkında herhangi bir soruşturma olmadığını belirtmiştir. FETÖ/PDY ile hiçbir bağlantısı ve irtibatı bulunmadığını ifade eden başvurucu, işveren Kurum tarafından da iddialarını somutlaştıracak nitelikte bir kanıt ibraz edilemediğini ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) tarafından 8/5/2018 tarihinde yapılan değerlendirmede eksik inceleme ile yargılamanın neticelendirildiğini belirterek kararın kaldırılmasına ve dosyanın Mahkemeye iadesine hükmetmiştir. Bu süreçte Başsavcılık, başvurucu hakkında 17/9/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Şüphelinin çalıştığı kurum tarafından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı olduğu gerekçesi ile iş akdine son verildiği ve Cumhuriyet Başsavcılığımıza bildirimde bulunulduğu, yapılan soruşturmada şüphelinin telefon rehberinde 'abi, abla, hoca' lakaplarıyla kayıtlı çok sayıda kişi bulunmasının örgüt üyeliğine delil olarak kabul edilemeyeceği, Bank Asya'da hesabı bulunmakla birlikte 2014 yılı Ocak ayında bu hesaba son kez para yatırıp hemen ertesi ay hesabı sıfırladığı ve bir daha para yatırmadığı, dolayısıyla örgüt elebaşının talimatı doğrultusunda bankayı kurtarmak amacıyla hareket ettiğinin kabul edilemeyeceği, Yargıtay Ceza Dairesinin kararları da dikkate alındığında Türk Ceza Kanununun maddesinde düzenlenen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksuçunun maddi ve manevi unsurlarının oluştuğunun kabulü için iltisak, sempati gibi kavramların yeterli olmadığı, dosya kapsamında şüphelinin örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğuna, hiyerarşik yapıya uygun olarak talimat aldığına veya verdiğine, diğer örgüt üyeleriyle iletişim kurabilmek için özel yöntem ve araçlar kullandığına, örgütle devamlılık arz edecek şekilde organik bir bağının bulunduğuna, özetle örgütle 'üyelik' olarak nitelendirilebilecek seviyede bir ilişki içerisinde olduğuna dair kamu davasına dayanak teşkil edecek yeterli delil bulunmadığı anlaşılmakla,CMK 172 maddesi uyarınca KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA..." Mahkeme 28/3/2019 tarihli kararı ile davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Davalı tarafından yargılama aşamasında fesih gerekçesi olarak bildirilen iddia haklı sebep yönünden incelendiğinde ise yargılama aşamasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/130801 soruşturma nolu dosyasında davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı şeklinde karar verildiğinin bildirildiği görülmüştür. Dolayısıyla davacının FETÖ/PDY ile ilişkili olduğu iddiasına yönelik olarak davalı işverenlik tarafından dosyaya sunulmuş her hangi bir kanıt ve ihbar olmadığı gibi hakkında açılan soruşturma da kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar ile sonuçlandığı anlaşılmıştır." Davalı Kurum, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; verilen hükmün Yargıtay içtihadına aykırı olduğunu, Başsavcılığın kararının hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı olmadığını belirtmiştir. Başvurucu hakkında yapılan tespitlere değinen Kurum, şüphe feshi için yeterli somut bilgi ve belge olduğunu ileri sürmüştür. Bölge Adliye Mahkemesi 10/10/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüne ve davanın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosya kapsamı ve tüm delillerin birlikte değerlendirilmesinden; davacının davalı şirkete ait iş yerinde 15/01/2017-10/02/2017 tarihleri arasında İç Kontrol Yetkilisi, uzman olarak çalıştığı, işten ayrılış sebebinin sigortalı işten ayrılış bildirgesinde (37 kodu ile) 'KHK ile Kamu görevinden çıkarma' olarak belirtildiği, 10/02/2017 tarihli fesih bildirimi ile Devlet İstihbarat Kurumlarından gelen istihbari bilgiler değerlendirilerek FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisakı olması nedeniyle davacının iş akdinin kıdem ve ihbar tazminatı ödenmeksizin feshedildiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamından davacı tarafından Asya Katılım Bankası A.Ş.'den konut kredisi çekildiği, 29/09/2013 tarihinde konutun satışı için ilan verildiği, konut satışından eline geçen 500,00 TL'nin 31/01/2014 tarihinde T. Ziraat Bankası A.Ş. hesabına yatırıldığı, söz konusu bankadaki mevduat hesabının 2014 yılı Ocak ayında 583,36TL'ye yükseltildiği, 2014 yılı Şubat ayında hesabın sıfırlandığı ve 2016 yılı Temmuz ayına kadar hiç para yatırılmadığı anlaşılmıştır. İstanbul Başsavcılığının 2018/149876 soruşturma nolu soruşturma dosyasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Davacının Asya Katılım Bankasındaki hesap hareketleri, telefon rehberinde 'abi, abla, hoca' lakaplı kayıtlar olması, davacının iş akdinin devlet istihbarat kurumlarından gelen bilgiler doğrultusunda feshedilmesi, davacı hakkında Savcılık soruşturması açılması hususları nazara alındığında davacının şüphe feshi nedeniyle iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğinin kabulü gerektiği, ancak haklı feshin koşullarının oluşmadığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesince davanın reddi gerekirken, davanın kabulü ile davacının işe iadesine karar verilmesi isabetli değildir.Dosya kapsamı, ilk derece mahkemesi kararının dayandığı deliller, delillerin takdiri, karar gerekçesine göre istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olmak ve kamu düzeni kapsamında yapılan inceleme sonucunda davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen KABULÜ ile, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına oy birliği ile karar vermek gerekmiş olup, aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Nihai karar 11/11/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39669 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla süreli yayın satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyon tarafından anılan şikâyet dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, ayrıca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31549 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucuların ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla süreli yayın satın alma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sosyal medyada yazdığı bir yazı dolayısıyla cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye'de uzun süredir PKK'nın neden olduğu şiddetin ve terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla Hükûmet tarafından 2012 yılı sonlarında demokratik açılım adı verilen bir süreç başlatılmıştır. Çözüm süreci olarak da isimlendirilen ve yaklaşık üç yıl devam eden süreçte şiddet ve terör olayları önemli ölçüde azalmıştır (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 10). Hükûmetin çözüm süreci kapsamında gerekli çalışmaları yürüteceği, terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültürel, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımları belirlemesi planlanmıştır.B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Olayların meydana geldiği tarihte Adalet Bakanı olan S.E. 27/3/2013 tarihinde düzenlediği bir basın toplantısında çözüm süreciyle ilgili olarak basın mensuplarının kendisine sorduğu soruları yanıtlamıştır. Barış ve Demokrasi Partisinin (BDP) çözüm sürecini yönetenlerle ilgili yasal teminat istekleri ve "Bir savcı çıkar da dava açarsa çok zor durumda kalabiliriz." şeklindeki kaygıları Bakan'a basın mensupları tarafından hatırlatılmıştır. Bunun üzerine Bakan "Bir savcı çıktığında, 'siz niye Türkiye'ye barışı getirmeye çalışıyorsunuz diye hesap mı soracaktır? Akan kanın, gözyaşının dindirilmesi için niçin gayret ediyorsunuz diye mi soracaktır? Bu suçsa ben bu suçu işliyorum burada.” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Mardin'de avukatlık yapan ve Mardin Barosu başkanlığı da yapmış olan başvurucu, Bakan'ın yukarıda belirtilen açıklamasının akabinde 28/3/2013 tarihinde sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşım yapmıştır:"'Adalet Bakanı' barış istemek suçsa ben bu suçu isteyerek işliyorum' demiş. Ben de bu suçu işliyorum Mardin'in niteliksiz ve seviyesiz hakim ve savcılarına büyük bir zevk ile duyurulur." Söz konusu paylaşım üzerine Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle 29/3/2013 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Mardin Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucunun yirmi dörthâkim ve savcıya karşı işlediği hakaret suçundan -aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiil ile işlendiği gerekçesiyle artırım yaparak- 680 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"Hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun belli veya belirlenmesinin mümkün bulunması gerekmektedir. Sanığın 'Mardin'in niteliksiz ve seviyesiz hakim ve savcılarına büyük bir zevk ile duyrulur' şeklindeki beyanında isnadın yöneldiği kişilerin belli veya belirlenebilir mahiyette olması karşısında sanığın savunmasında söylediği, belli kişi ya da şahısları kastetmediği, bu beyanının geçmişte bu adliyede görev yapan barış istemenin suç olduğunu belirterek soruşturma yürüten barışa karşı çıkan hakim ve savcılara yönelik olduğuna dair savunmalarının suçtan kurtulmak amaçlı olduğu kanaatine varılmış olmakla bu savunmalara itibar edilmemiştir. Sanık duruşmada yapmış olduğu savunmasında, şikayetçi olduğu şahıs hakkında 4 defa adliye kamerasından geçmesine rağmen tespit edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği, dolayısıyla bazı şeylerin nitelik gerektirdiği, görevini layıkıyla yerine getiremeyen savcıların varlığına dair kendi savunmalarıyla çelişen beyanları da mahkememizde bu kanaatin oluşmasına sebep olmuştur.Dosya içerisinde mevcut sanığın facebook hesabında yapılan teknik inceleme neticesinde alınan site fotoğraflarından, sanığın kendi facebook hesabında ekli olarak 17 arkadaşının bulunduğu ve yazdığı bu yazıyı bütün arkadaşlarının görebileceği şekilde paylaştığı, hatta arkadaşları tarafından da yorumlar yapıldığı görülmüş olmakla hakaret suçunun mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlendiğinin kabulü gerekmiştir. Ancak bu yazıya doğrudan mağdur veya müştekilerin vakıf olmasının mümkün olmaması, yazıyı kendi arkadaş grubu içerisinde paylaşmış olması karşısında hakaretin gıyapta işlendiğinin kabul edilmiş olmakla, gıyapta hakaretin cezalandırılabilmesi için eylemin 'en az 3 kişiyle ihtilat ederek' işlenmesi koşulu sanığın arkadaş grubundaki 10 kişi tarafından yaptığı yorumun beğenildiğine yönelik site teknik analizinde alınan fotoğraflardan anlaşılmış olmakla, failin yazıyı bütün arkadaş grubuna dahil olan kişilerle paylaştığı ve ihtilat kastının bulunduğu, böylelikle ihtilat koşulunun da gerçekleştiği kanaatine varılmıştır." Başvurucu ilgili kararı temyiz etmiştir. Temyiz üzerine verilen karar Yargıtay Ceza Dairesinin 12/10/2016 tarihli ilamıyla onanmış ve nihai karar başvurucuya 2/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir....(3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinde güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM'e göre demokratik bir toplumun hayati mekanizmalarından olan yargı sisteminin işleyişine ilişkin konular kamusal menfaatlerin alanında kalır. Bu kapsamda yargının toplum içindeki özel rolü dikkate alınmalıdır. Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hayati bir işlev gören yargı, görevlerini başarıyla yapabilmek için kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bu güveni ciddi şekilde zarara uğratabilecek temelsiz saldırılara karşı -özellikle yargıçların kendilerini hedef alan eleştirilere karşı cevap vermelerine engel olan bir sağduyuya sahip olma yükümlülükleri gözönünde bulundurulduğunda- korumak gerekebilir. Yargı erkinin otoritesi özellikle mahkemelerin hukuksal uyuşmazlıkların çözümü ve cezai konularda bir kişinin suçlu ya da masum olup olmadığının belirlenmesinde uygun mekanizmalar olmasını ve kamuoyunca da böyle kabul edilmesini, dahası kamuoyunun genel olarak mahkemelerin görevlerini yerine getirebilme konusundaki kapasitesine güvenmesini ve saygı duymasını da içerir. Buradaki güven, demokratik bir toplumda mahkemelerin cezai uyuşmazlıklar nazara alındığında sadece suçlanan kişide değil bir bütün olarak kamuoyunda uyandırdığı güvendir. Ancak -temelsiz ve ağır biçimde yaralayıcı saldırılar bir kenara bırakılırsa- yargı görevlileri de kabul edilebilir sınırlar içindeki eleştirilere -sadece teorik ve genel olanlar değil- konu olabilirler. Bu kişilerin görevlerini ifa ederken kendilerine yönelik kabul edilebilir eleştirinin sınırları sıradan bir vatandaşa kıyasla daha geniştir (Morice/Fransa, B. No: 29369/10, 23/4/2015 §§ 128-131). AİHM'in Perruzzi/İtalya (B. No: 39294/09, 30/6/2015, § 8) kararında avukatların yargının işleyişiyle ilgili açıklama yapma hakları bulunmakla birlikte söz konusu eleştirilerin yargısal meseleyi tamamen medyatik zemine çekme veya görevli hâkimlerle çatışma niyet veya stratejisinden başka bir amaca hizmet etmeyen temelsiz veya içi boş saldırılardan yargı erkini korumayı amaçlayan bazı sınırları geçmemesi gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda AİHM, avukatların yargı mensuplarıyla ilgili sağlam bir olgusal temeli olmaksızın kabul edilebilir yorum seviyesini geçen ağırlıktaki ifadelerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15279 | Başvuru, sosyal medyada yazdığı bir yazı dolayısıyla cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak soyadı tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, yaşadıkları Almanya'da resmî makamlara başvurarak soyadlarını 3/1/2006 tarihinde Kaplan olarak değiştirmiştir. Birinci başvurucunun İçişleri Bakanlığının 20/4/2006 tarihli kararı ile Türk vatandaşlığından çıkmasına izin verilmiş; birinci başvurucu çıkma belgesini aldığı 2/6/2006 tarihinde Türk vatandaşlığını kaybetmiştir. 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun maddesi gereğince mavi kart sahibi olan birinci başvurucu Alman vatandaşıdır ve Almanya'da yaşamaktadır. İkinci ve üçüncü başvurucular hem Türk hem Alman vatandaşı olup Almanya'da yaşamaktadır. Başvurucular 13/11/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açarak Almanya resmî makamları tarafından verilen belgelerde yalnızca Kaplan soyadının bulunduğunu, Çökelekoğlu soyadının kullanılmadığını, bu durum resmî kayıtlarda ve özel kurum ve kuruluşların kayıtlarında karışıklığa neden olduğundan özel hayatta ve iş hayatında zorluklar yaşadıklarını belirtmiş ve nüfus kayıtlarında Çökelekoğlu olarak geçen soyadlarının Kaplan olarak değiştirilmesini talep etmiştir. Mahkeme 8/9/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda birinci başvurucu Alman vatandaşı olduğundan nüfus kaydının kapalı hâle getirildiği, bu nedenle soyadının değiştirilmesinin mümkün olmadığı, ikinci başvurucunun 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi gereğince eşinin soyadını kullanması gerektiği, reşit olmayıp müşterek çocuk olan üçüncü başvurucunun ise 4721 sayılı Kanun'un maddesi gereğince reşit oluncaya kadar babasının soyadını kullanması gerektiği belirtilerek başvurucuların soyadı değişikliklerinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucuların temyiz talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/4/2018 tarihli kararıyla, karar düzeltme talebi ise Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular nihai hükmü 20/12/2018 tarihinde tebliğ ettikten sonra 15/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1464 | Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak soyadı tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/11929 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/11929 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuruculardan bir kısmı, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, HAGB şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası mevzuat, içtihat ve belgeler için bkz. Atilla Yazar ve diğerleri [GK], B. No: 2016/1635, 5/7/2022, §§ 64- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/11929 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/3/2019 tarihinde birinci başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işleminin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiş ise de Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün (Göç İdaresi) 8/3/2019 tarihli cevabi yazısından başvurucunun 5/3/2019 tarihinde ülkesine sınır dışı edildiğinin anlaşılması sonrasında tedbir talebi reddedilmiştir. 2019/11398 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2019/7221 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/7221 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. 2019/11398 başvuru numaralı dosyada da ikinci başvurucunun sınır dışı edilmesine ilişkin olarak ilk aşamada tedbir kararı verilmiş fakat bireysel başvuru yapmasından önce ülkesine sınır dışı edildiğinin görülmesi üzerine tedbir talebinin kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu 1992 doğumlu olup Kongo Cumhuriyeti (Kongo) vatandaşıdır. Diğer başvurucu ise 1980 doğumludur ve Demokratik Kongo (Demokratik Kongo) Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucular yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmışlardır. Başvurucular farklı tarihlerde sahte ikamet belgeleriyle yurt dışına çıkmak isterlerken durumun kamu makamlarınca anlaşılması üzerine haklarında adli işlemler başlatılmıştır. Adli işlemler sonrasında birinci başvurucu hakkında İstanbul Valiliğinin 18/2/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) ve (h), diğer başvurucu hakkında ise İzmir Valiliğinin 1/4/2019 tarihli kararıyla aynı kanun maddesinin (d) bendi uyarınca sınır dışı etme ve idari gözetim altına alma kararları tesis edilmiştir. Başvurucular, sınır dışı etme kararlarına karşı etkili bir yol bulunmadığını belirterek doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucular iptal davası açtıklarına ilişkin bir bilgi veya belge sunmamıştır. Göç İdaresinden gelen yazıdan ikinci başvurucunun Anayasa Mahkemesine başvuru yaptığı gün saat 50 civarında (başvuru saatinden önce) sınır dışı edildiği anlaşılmıştır. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7221 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Olağanüstü Hal Sürecinde Uygulanan Tedbirler Ülkemizin 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmasına ilişkin süreç, bu teşebbüsün arkasında uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen terör örgütüne ilişkin bilgiler, Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararları, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) süreci ve bu süreçte uygulanan tedbirler Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında detaylı şekilde yer almaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-66; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10; ayrıca bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı). OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına da karar verilmiş ve bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilerek alınan tedbirlerin yanı sıra kişiler hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler tesis edilmiştir. Örneğin 1/9/2016 tarihli ve 29818 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (672 sayılı OHAL KHK'sı) maddesiyle, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan kimi kamu görevlilerinin başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamu görevlerinden çıkarılmalarına karar verilmiştir. Ayrıca aynı maddede; bu kapsamdaki kişilerin mahkûmiyet kararı aranmaksızın memuriyetlerinin alınacağı, bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmeyecekleri, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmeyecekleri de hüküm altına alınmıştır (Kamu görevinden çıkarma tedbirlerine ilişkin detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Yine 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) ve maddeleri kapsamında kamu görevinden çıkarılanların, uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS, Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).B. Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç Başvurucu, 1994 yılında hukuk fakültesini bitirmiş ve Ankara Barosunda (Baro) avukatlık stajını tamamlayarak 7/12/1995 tarihinde baro levhasına yazılmıştır. Başvurucunun kaydı, talebi üzerine 14/12/1995 tarihinde baro levhasından silinmiştir. 1995 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kamu görevine başlayan başvurucu, 15 Temmuz darbe girişiminin gerçekleştiği tarihte sınıf emniyet müdürü unvanıyla görev yapmaktadır. 672 sayılı OHAL KHK'sının maddesiyle, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY ile aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerine ilişkin açıklanan listede başvurucunun ismine de yer verilmiş ve bu suretle başvurucu 1/9/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmıştır. Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yeniden yazılma talebiyle Bursa Barosuna (Baro) başvurmuştur. Baro, 27/9/2016 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderdiği yazı ile başvurucu hakkında terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçu kapsamında bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuştur. Başsavcılık tarafından gönderilen 3/10/2016 tarihli cevap yazısında başvurucu hakkında yürütülen herhangi bir ceza soruşturmasının olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun talebi, yasal şartlara uygun olduğu gerekçesiyle Baro Yönetim Kurulunun 2/3/2017 tarihli kararıyla oyçokluğuyla kabul edilmiştir. Söz konusu karar Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunun 19/4/2017 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. TBB tarafından verilen karar, Bakanlık tarafından yerinde görülmeyerek bir daha görüşülmek üzere 27/4/2017 tarihinde TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde;i. Başvurucunun Bursa Emniyet Müdürlüğü bünyesinde sınıf emniyet müdürü olarak görev yapmakta iken 672 sayılı OHAL KHK'sı ile ihraç edildiği, anılan OHAL KHK'sının maddesi gereğince kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği belirtilmiştir.ii. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un , ve maddelerinin de bu kapsamda hükümler içerdiği, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde de avukatların yargı görevi yapan kişilerden sayıldığı vurgulanmıştır. iii. Kamu hizmetinin idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce yapılmasının zorunlu olmadığı, kamu hizmetinin bir kısmının kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce de yerine getirildiği ifade edilmiştir. iv. Avukatların verdikleri hizmetlerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanlarından olduğu belirtilmiştir. Kararda; 672 sayılı OHAL KHK'sı ile başvurucu hakkında alınan tedbirin, avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususlarının gözardı edilmemesi ve idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. Böylesi dar bir yorumun OHAL KHK'sının amacıyla bağdaşmadığı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı ileri sürülmüş ve söz konusu tedbirin ilgilinin bir daha kamu hizmetinde çalışamamasını da içerdiği ifade edilmiştir.v. Ayrıca OHAL KHK'sı ile alınan tedbirin yalnızca idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması açısından yaşamsal bir öneme sahip yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği belirtilmiştir. TBB Yönetim Kurulu, 4/5/2017 tarihli kararıyla, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabulüne karar vermiştir. Israr kararının gerekçesinde; Bakanlığın geri gönderme kararının usule ve yasaya uygun olmadığı ifade edilmiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen karara karşı 29/5/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini de içeren ve Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kayda alınan dava dilekçesinde;i. Başvurucunun 672 sayılı OHAL KHK'sı ile kamu görevinden çıkarıldığı hatırlatılmış ve terör eylemlerinin türüne ve niteliklerine ilişkin 12/4/1991 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında açıklamalarda bulunulmuştur. Ayrıca MGK tarafından 26/2/2014-26/5/2016 tarihleri arasında gerçekleştirilen toplantılarda FETÖ/PDY'nin, millî güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, Devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, yasa dışı ekonomik boyutu bulunan ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapıldığı ve bu terör örgütü ile tüm kurum ve birimlerin birlikte etkin bir şekilde mücadele edilmesine dair kararların alındığı hatırlatılmıştır. ii. Devlet organlarına sızan FETÖ/PDY bağlantılı kişilerin sadece demokratik hukuk düzenine tehdit oluşturmakla kalmadıkları, 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunmak suretiyle de millî güvenliğe karşı fiilen büyük bir tehdit oluşturdukları ifade edilmiştir. Bu nedenle, darbe teşebbüsünün akabinde Devlet kurumlarının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı veya mensubiyeti değerlendirilen kişilerden hızlı bir şekilde arındırılabilmesi amacıyla OHAL KHK'larının çıkarıldığı belirtilmiştir.iii. Bu kapsamda yürürlüğe giren 672 sayılı OHAL KHK'sının maddesinin (2) numaralı fıkrasında, OHAL KHK'sı ile meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Söz konusu meslekten veya kamu görevinden çıkarma tedbirinin, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir.iv. Yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin hukuki sorunların ve anlaşmazlıkların adalete ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi, hukuk kurallarının tam olarak uygulanması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından yaşamsal bir öneme ve değere sahip olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı organlarına, yetkili kurul ve kurumlara yardımda bulunmanın bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden avukatlığın amaçlarından biri olduğu ileri sürülmüştür.v. 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemenin avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde olması esasına dayandığı ifade edilmiştir. Yine Kanun'un ve maddelerinin mesleğin kamu hizmeti niteliğinde olduğunun bir göstergesi olduğu, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin bu durumu teyit ettiği iddia edilmiştir.vi. Kamu hizmetinin bir kısmının idare tarafından idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce gerçekleştirildiği, diğer bir kısmının ise idare hukuku anlamında kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce yerine getirildiği ifade edilmiştir. Avukatların verdiği hizmetin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. vii. Anayasa Mahkemesinin 23/6/1989 tarihli bir kararına yer verilerek avukatlık mesleğinin kamu hizmeti ve serbest meslek olarak iki yönlü olduğunun kabul edildiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanı olduğu belirtilmiştir. 672 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında meslekten veya kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin olarak alınan tedbirin avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususları gözardı edilerek yorumlanmaması gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu düzenlemenin idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmasının OHAL KHK'sının amacıyla bağdaşmayacağı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı iddia edilmiştir.viii. Ayrıca, söz konusu tedbirin sadece idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı, hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından hayati önemi bulunan ve yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği vurgulanmıştır. Bu nedenlerle 672 sayılı OHAL KHK'sı ile kamu görevinden ihraç edilen başvurucunun avukat olarak baro levhasına yazılmasının yerinde olmadığı ve TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmüştür. Davalı TBB tarafından sunulan 25/8/2017 tarihli cevap dilekçesinde; başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmesine ilişkin verilen kararın ve bu yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Cevap dilekçesinde;i. Kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunan veya işlem yapanlarla bu işlemlerin yapılmasına kamu hukuku usulü çerçevesinde katkı sunan, bu kişilere faaliyetlerinde yardımda bulunanların kamu görevini ifa ettikleri, kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunmayan veya işlem yapmayan ve bu faaliyetlere kamu hukuku usulü çerçevesinde yardımda bulunmayanların ise kamu hizmeti gördükleri belirtilmiştir. ii. Kamu görevi kavramı; yasama ve yargı faaliyetlerinin yanı sıra devletin olmazsa olmaz birincil amaçlarının gerçekleşmesi için devlete özgü, devletçe yapılması zorunlu, egemen gücün, yetkinin ve kamu hukuku kurallarına göre oluşturulan idarenin kullanılmasını ve örgütlenmesini yansıtan etkinlikler bütünlüğü olarak tanımlanmıştır. Kamu hizmeti kavramı ise devletin ikincil amaçlarını gerçekleştirmek için başkalarına da bırakabileceği etkinlikler şeklinde açıklanmıştır. Serbest avukatlar gibi yaptıkları hizmetin kamu hizmeti olduğu yasalarca kabul edilenlerin kamu kesimindeki bir kuruluşta çalışmadıkları sürece kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. iii. Ayrıca yürütmenin durdurulması için gerekli olan koşulların bulunmadığı ve bu yöndeki talebin reddine karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuş ve talebi Mahkemece kabul edilmiştir. Mahkeme, 20/9/2017 tarihli kararıyla koşulları oluştuğu gerekçesiyle TBB tarafından tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde;i. 1136 sayılı Kanun'unda yer alan düzenlemeler dikkate alındığında avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünün güçlendirildiği ifade edilmiştir.ii. Devletin egemen gücünü kullanan makamlarda bulunan kişilerden devlet tarafından özel bir sadakat ve güven bağlılığı talep edilmesinin meşru olduğu, avukatların icra ettikleri görev yönünden kamu görevlisi olarak nitelendirilebilecekleri, bu nedenle millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisak içinde olduğu gerekçesiyle 672 sayılı OHAL KHK'sı ile ihraç edilen başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin talebinin kabul edilmesi yönünde tesis edilen işlemin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir.iii. Hukuka açıkça aykırı olan söz konusu işlem nedeniyle başvurucunun avukatlık mesleğini icra etmesi durumunda telafisi güç veya imkânsız zararların doğabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 19/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, İdare Mahkemesince verilen kararın mevzuata aykırı olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, 27/12/2017 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; i. Bir hizmetin kamu hizmeti sayılıp sayılmayacağı konusunun yasama organının yetkisinde olduğu, 1136 sayılı Kanun'un ve maddeleri gereğince avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünün güçlendirildiği ve devletin kamu gücünü kullanan kişilerden sadakat beklentisi içinde olmasının meşru olduğu belirtilmiştir.ii. 672 sayılı OHAL KHK'sının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı ve mensubiyeti değerlendirilen kişilerin devlet kurumlarının hızlı bir şekilde arındırılması amacıyla yürürlüğe girdiği ve söz konusu tedbirin meslekten ve kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin düzenlemeler içeren söz konusu OHAL KHK'sı kapsamında alındığı ifade edilmiştir. iii. OHAL KHK'larının meslekten veya kamu görevinden çıkarma, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğinde olduğu vurgulanmıştır. Bu kapsamda başvurucu hakkında tesis edilen dava konusu işlemin hukuka uygun olmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. TBB ve başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi, 5/6/2018 tarihli kararıyla, istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; İdare Mahkemesince verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 6/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesince ve idari yargı mercilerince verilen yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37- 672 sayılı KHK'da yer alan düzenlemeler, 6/2/2018 tarihli ve 7080 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmış ve aynen kabul edilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24939 | Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, temyiz sebepleri bildirilmediğinden temyiz isteminin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen soruşturma neticesinde 10/10/2016 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Yargılamayı yürüten İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 4/5/2007 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... PKK/KCK silahlı terör örgütüne ait kamplarda siyasi ve askeri eğitim alması, kod adı kullanması, örgüt faaliyetleri kapsamında rapor düzenlemesi, örgütsel toplantılarda ve basın açıklamalarında yer alması, örgüte eleman kazandırılmasına yönelik faaliyetlerde bulunması, örgüt üyesi şahıslarla irtibatının olması hususları değerlendirildiğinde sanığın PKK/KCK silahlı terör örgütünün üyesi olduğu sonucuna varılmıştır. Mahkemenin mahkumiyet hükmünde usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar vermiştir." İstinaf talebinin esastan reddi kararı başvurucu müdafiine 15/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. İstinaf talebinin reddi üzerine başvurucu müdafii 20/11/2017 tarihli duruşma talepli temyiz dilekçesinde kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu ve ayrıntılı dilekçesini sunacağını belirtmiştir. Ancak başvurucu, detaylı temyiz sebeplerini içeren dilekçeyi Yargıtaya vermemiştir. Yargıtay Ceza Dairesince yapılan inceleme sonucu 30/5/2018 tarihinde başvurucunun temyiz talebinin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddelerinde 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun maddesinden farklı olarak temyiz edenin temyiz sebeplerini açık bir biçimde göstermesi zorunluluğunun getirildiği belirtilmiştir. Doktrine de atıfta bulunulan kararda, temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermemesi hâlinde usulüne uygun olarak yapılmış bir temyiz talebinin varlığından söz edilemeyeceği vurgulanmıştır. Kararda, başvurucu müdafiinin 20/11/2017 tarihli temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerini açıklamamış olması sebebiyle temyiz isteminin reddi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu nihai kararı 31/7/2018 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesi kaleminde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 27/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un "Temyiz nedeni" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. (2) Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır." 5271 sayılı Kanun’un "Hukuka kesin aykırılık halleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması,b) Hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hâkimin hükme katılması,c) Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu hâlde hâkimin hükme katılması veya bu istemin kanuna aykırı olarak reddedilip hâkimin hükme katılması,d) Mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili görmesi,e) Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması,f) Duruşmalı olarak verilen hükümde açıklık kuralının ihlâl edilmesi,g) Hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi,h) Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması,i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması." 5271 sayılı Kanun’un "Temyiz başvurusunun içeriği" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. (2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir." 5271 sayılı Kanun’un "Temyiz gerekçesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir..." 5271 sayılı Kanun’un "Temyiz isteminin reddi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Yargıtay, süresi içinde temyiz başvurusunda bulunulmadığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını ya da temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğini saptarsa, temyiz istemini reddeder. " 5271 sayılı Kanun’un "Temyiz isteminin esastan reddi veya hükmün bozulması" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "(3) Hüküm, temyiz dilekçesinde gösterilen sebeplerle bozulduğunda, dilekçede açıklanmış olmasa bile saptanan bütün diğer hukuka aykırılık hâlleri de ilâmda gösterilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddenin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM; mahkemeye erişim hakkının doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektirdiğini, bu düzenlemelerin zaman ve yer itibarıyla topluluk ve bireylerin ihtiyaç ve imkânlarına göre değişebileceğini, bu nedenle Sözleşmeci devletlerin bu konuda takdir hakkına sahip olduklarını kabul etmektedir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36). AİHM, yasal yollara başvuru için süre ve usul kuralları öngörülmesinin amacının adaletin iyi yönetimini güvenceye bağlamak ve hukuki güvenlik ilkesini sağlamak olduğunu hatırlatmakta; bunun yanında yargısal başvurulara ilişkin usullerin, özellikle tebligat sistemi ışığında uyulması gereken başvuru sürelerinin hesaplanmasının Sözleşme'nin maddesinin gerektirdiği şekilde mahkeme hakkının etkililiğini güvence altına alacak nitelikte olması zorunluluğuna vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre başvurucunun kamu otoritelerinin menfaati ile kendi menfaati arasında adil denge tesis eden tutarlı bir sisteme güvenebilme imkânına ve özellikle haklarına doğrudan müdahale teşkil eden ilgili idari işleme itiraz edebilecek açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olması önem taşımaktadır (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003). AİHM, dava hakkını süre ve usul koşuluna bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). AİHM'e göre temyiz için öngörülen usul ve süre sınırlarına ilişkin kurallar, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedefler. Bu kuralların uygulanması beklenir. Ancak söz konusu kurallar veya bu kuralların uygulanması, davacıların mevcut bir başvuru yolundan faydalanmalarına engel teşkil etmemelidir. Ayrıca madde istinaf veya temyiz mahkemeleri bakımından uygulanırken ilgili yargılama sürecinin özel koşullarına bağlı kalınmalı ve ulusal yasal düzende yapılan yargılamaların bütünlüğü ile temyiz mahkemesinin bu yargılamalardaki rolü dikkate alınmalıdır. Usulen temyize ilişkin kabul edilebilirlik koşulları, sıradan bir temyize kıyasla daha katı olabilir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 32, 33). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26121 | Başvuru, temyiz sebepleri bildirilmediğinden temyiz isteminin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, derece mahkemesi kararlarının gerekçesiz olması ve yargılamanın sonucunun adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 5/5/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işlediği iddia edilen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu nedeniyle 18/4/2004 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/4/2004 tarihinde İzmir Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmış ve isnat edilen suça ilişkin olarak 21/4/2004 tarihli ve E.2004/748 sayılı iddianameyle hakkında İzmir Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2004/160 sayılı dosyasında yürütülen yargılamada 306/2004 tarihinde başvurucunun salıverilmesine karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince başvurucu hakkında atılı suçtan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Dosya sanığın temyizi üzerine gönderildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/10/2005 tarihli yazıyla yeni kanunların yürürlüğe girmesiyle nedeniyle yeniden değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle Mahkemesine iade edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının iadesi üzerine yeniden yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 28/12/2005 tarihli ve E.2005/571, K.2005/635 sayılı ilamıyla sanığın (başvurucunun) cinsel amaçlı hürriyetinden yoksun kılma suçundan 18 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 6/5/2009 tarihlive E.2006/8121, K.2009/5351 sayılı ilamıyla bozulmuştur. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 30/7/2009 tarihli ve E.2009/264, K.2009/298 sayılı kararıyla başvurucu, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan toplam 18 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Gerekçeli kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "DELİLLER:-Sanığa ait nüfusve adli sicil kaydı.-Mağdureye ait nüfus kaydı.-Mağdure F. B. nin soruşturma ve kovuşturma safhalarındaki özde değişmeyen samimi beyanları.-Mağdure ile ilgili raporlar.-Yakalama tutanağı ve içeriği.-Emanete alınan bıçak.-Olay yeri görgü tespit tutanağı.-Sanığın kaçamaklı ikrarı.-Mahkememizin 2004 gün ve 160-299 ve 2005 gün 571-635 sayılı kararlarında sanığın evli mağdureyi şehvet hissiyle kaçırmaya kalkışmak suçunun sübutuna ve niteliğine yönelik gerekçe.-İddia ve tüm dosya kapsamı gibi deliller. GEREKÇE: Yapılan yargılamaya, toplanan delillere, bunlardan edinilen vicdani kanaate göre;Sanığın, mağdurenin kocası ... [ile] akraba oldukları, olaydan bir müddet öncesi iş bulmak amacıyla İzmir'e geldiği ve H. B.ye ait olay yeri evde bir süre misafir olarak kaldığı, sanığın misafir olarak kaldığı sırada yengesi F. B.ye karşı bir takım duygular hissettiği ve sanığın mağdureye birlikte olma önerisinde bulunduğu ancak mağdurenin bunu kabul etmediği ve olayı H. B.nin öğrenmesi üzerine sanığın evi terk ettiği, olay günü mağdurenin evde yalnız olduğu sırada sanığın mağdureyi evden telefonla arayıp geleceğini söylediği ancak mağdurenin bu teklifi kabul etmemesine rağmen sanığın olay yeri eve geldiği ve kapıya vurduğu ve mağdureden kapıyı açmasını istediği, mağdurenin kapıyı açmaması üzerine sanığın kapıyı zorlamaya başladığı, bu sırada mağdurenin olayı telefonla polise ihbar ettiği, sanığın zorladığı kapıyı açarak içeriye girip mağdurenin kolundan tutup kaçma önerisinde bulunduğu, mağdurenin kabul etmemesi üzerine mağdureyi tokatladığı, mağdurenin direnmesi üzerine mutfağa geçen bıçakla mağdureyi tehdit ettiği, o sırada polislerin olay yerine geldiği, polislerin geldiğini gören sanığın evin çatısına gizlendiği, polisler tarafından çatıda gizlenen sanığın yakalandığı anlaşılmaktadır.Sanığın birlikte olma önerisinde bulunduğu evli mağdurenin, sanığın bu teklifini geri çevirmesinden sonra evden ayrılan sanığın mağdurenin yalnız olduğu suç günü telefonla mağdureyi arayıp geleceğini söyleyip, mağdurenin gelmemesini söylemesine rağmen ısrarla olay yerine gelip kapıyı kırıp içeriye girmesi ve kolundan tuttuğu mağdureye birlikte kaçma önerisinde bulunması, mağdurenin kabul etmemesi üzerine mağdureyi raporda belirtildiği şekilde dövmesi ardından mutfağa geçip aldığı bıçakla mağdureyi teklif etmesi şeklindeki eyleminin evli mağdureyi şehvet hissiyle kaçırma ([c]insel amaçlı zorla [h]ürriyetinden yoksun kılma) suçunu oluşturduğu, mağdurenin telefonla haber verdiği polislerin olay yerine gelmesi üzerine sanığın eylemine ara vermesi nedeniyle eyleminin evli kadını kaçırmaya eksik kalkışma suçunu oluşturduğu, sanığın sabit olan eyleminin 765 sayılı TCK'nun 429/2, maddeleri ile 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun 109/2, 35/2, 109/3-a,109/5, 53/1- maddelerine uyduğu anlaşılmıştır.(...) 5237 sayılı TCK'nun 109/2, 35/2, 109/3-(a), 109/5, 53/1- maddelerine göre yapılacak uygulamanın sanık lehine olduğu görülmüştür." Mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2013 tarihli ve E.2012/143, K.2013/12737 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama kararı 7/2/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 18/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(3) Bu suçun; a) Silahla, …İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2362 | Başvuru, yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, derece mahkemesi kararlarının gerekçesiz olması ve yargılamanın sonucunun adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, isnadın sebebinin ve niteliğinin zamanında bildirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. OLAYLAR ve OLGULAR Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1979 doğumlu olup olayların gerçekleştiği tarihte Umman'daki bir üniversitede çalışmaktadır. Beyanına göre Arapçayı yeterli düzeyde bilmemektedir. Başvurucunun boşanma davası devam ederken müşterek çocuklarının velayeti Mahkemece başvurucunun eşine verilmiştir. Başvurucunun müşterek çocuğunu alarak Umman'a gitmesi üzerine eşi tarafından başvurucu şikâyet edilmiş ve Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 3/11/2010 tarihli iddianamesiyle çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçlarından başvurucunun cezalandırılması için Malatya Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucunun savunmasının alınması için Umman'a istinabe (adli yardımlaşma) evrakı düzenlenmiş ve başvurucunun savunması Umman Sultanlığı adli makamlarınca 17/10/2012 tarihinde alınmıştır. Başvurucunun savunması İngilizce bilen tercüman eşliğinde alınmıştır. Başvurucunun iddiasına göre ana dilde (Türkçe) tercüme talebi reddedilmiştir. Umman Sultanlığı adli makamınca iddianamenin savunması öncesinde başvurucuya tebliğ edildiğine veya ifadesi sırasında okunduğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır. Suçlamanın dayanağı olan ceza normu (suçlamanın niteliği) ise başvurucuya sözlü olarak bildirilmiştir. Başvurucu istinabe suretiyle alınan savunmasında eşi ile çocuğun kendisine verilmesi hususunda anlaştığını, annenin rızası ile çocuğu teslim aldığını, onu kaçırmadığını, Türkiye'ye gidip ayrıca savunma yapacağını beyan etmiş; savunma için süre talep etmemiştir. Malatya Sulh Ceza Mahkemesinin 22/1/2013 tarihli kararı ile çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçlarından başvurucunun 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararında, anılan savunmanın dışında başka delillere de dayanılmıştır. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, anılan ilamdan 2/1/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 14/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur.(...)(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un “Ara verme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.(2) 176 ncı maddede belirlenen süreye uyulmamış ise duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu sanığa hatırlatılır.”5271 sayılı Kanun’un “Ara verme” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı söyledir:“Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. (...) Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.” İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 2/3/2016 tarihli ve E.2015/16928, K.2016/3932 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Sanığa, CMK'nın 176/ maddesi uyarınca iddianame tebliğ edilmeden ve aynı Kanunun 190/ madde ve fıkrası gereğince iddianamenin okunmasından önce duruşmaya ara verilmesini isteyebileceği hususu da hatırlatılmadan hükümlülük kararı verilerek savunma hakkının kısıtlanması [bozmayı gerektirmiştir.]"Yargıtay Ceza Dairesinin 10/12/2015 tarihli ve E.2015/4957, K.2015/33241 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliği olunur (CMK 176/1). (...) Sanıktan duruşmada kendisini savunmak için bir istemde bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmesi istenir; müdafii de sanıkla birlikte davet olunur. (...) CMK 176/3). Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir (CMK 176/4). maddede belirlenen süreye uyulmamış ise duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu sanığa hatırlatılır (CMK 190/2). Sanık, savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma hakkına sahiptir (AİHS 6/3-b) Somut olayda, iddianame ve çağrı kâğıdı tutuklu olan sanığa tebliğ edilmemiş ve CMK'nın maddesinin fıkrası gereğince herhangi bir işlem yapılmamıştır. Sanık 2013 tarihli duruşmaya getirtilmiş, iddianame okunarak savunması sorulmuş, ancak CMK'nın maddesinin fıkrası uyarınca duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu hatırlatılmamıştır. Sanıkrahatsızlığı ve yakınlarından vefat edenlerin bulunması nedeniyle avukatları ile görüşemediğini, ayrıca suçlama hakkında bilgisinin bulunmadığını belirterek, savunmasını yapmak üzere süre verilmesini istemiştir. Sanığın müdafileri de savunma için süre verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Sanığın ve müdafilerinin bu talebi Mahkeme tarafından, aynı tarihli oturumda, dava zamanaşımının 2015 tarihinde dolacağı ve sanığın şimdiye kadar savunmasını hazırlayacak durumda olduğu gerekçesiyle reddedilmiş ve sanığın sorgusu yapılmamıştır.Böylece, AİHS'nin ve CMK'nın belirtilen hükümlerine aykırı hareket edilerek, sanığın savunma hakkı kısıtlanmıştır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları SözleşmesiAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:“ Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak … görülmesini isteme hakkına sahiptir.… Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin şüphelinin/sanığın yalnızca işlediği iddia olunan fiil ile bu fiilin kendisine isnat edilmesinin nedenleri hakkında bilgilendirilmesini değil fiilin ne şekilde vasıflandırıldığı hususunda da detaylı bir şekilde bilgilendirilmesi hakkını güvence altına aldığına vurgu yapmaktadır (Penev/Bulgaristan, B. No: 20494/04, 7/1/2010, § 33). Mahkeme, ceza davalarında şüpheliye/sanığa karşı yapılan suçlamayla ilgili detaylı bilgilendirme yapılmasına ve sonuç olarak derece mahkemesinin benimsediği vasıflandırmanın yargılama sürecinin adil olmasının temini için temel bir ön koşul teşkil ettiğine karar vermiştir (Penev/Bulgaristan, § 34). Suç isnadı altındaki kimseye, kendisine yöneltilen suçlamaların ağırlığını tamamen anlayabilmesi ve bu doğrultuda kapsamlı bir savunma hazırlayabilmesi için bilginin detaylı sağlanması gerekmektedir. Ancak “detaylı” bilginin kapsamı her davanın kendine özgü koşullarına bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu bağlamda isnadın bildirilmesine ilişkin maddenin (3) numaralı fıkrasının (a) bendinin, suç isnadı altında bulunan herkese savunmasını hazırlayabilmesi için yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı tanıyan (b) bendi ile ilişkili bir şekilde ve daha genel olarak maddenin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkı ışığında değerlendirilmesi gerekir (Mattoccia/İtalya, B.No: 23969/94, § 60). Şüphelinin/sanığın, aleyhine yapılan suçlamanın sebebi ve türü hakkında bilgilendirilme yöntemine ilişkin herhangi bir özel ve şekli şart öngörülmemektedir (Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94,25/3/1999, § 53). AİHM, Brozicek/İtalya (B. No: 10964/84, 19/12/1989, § 41) davasında İtalyan olmayan ve İtalya’da ikamet etmeyen başvurucunun İtalyanca bilmediği için yazının içeriğini anlamakta güçlük çektiğini İtalyan adli makamlarına çok açık bir şekilde bildirdiği hâlde İtalyan adli makamlarının, başvurucunun aslında aleyhindeki isnatları bildiren mektubun anlamını tebligattan anlayabilecek kadar İtalyanca bildiğini kanıtlayamamaları durumunda bu bilgilerin çevirisini sunması gerektiğine karar vermiştir. Mahkeme, Kamasinski/Avusturya (B. No: 9783/82, 19/12/1989, § 81) davasında savunma hazırlamak için yeterli olacaksa suç isnadına ilişkin bilginin iddianamenin sözlü bir tercümesi ile de aktarılabileceği sonucuna varmıştır. AİHM, ayrıca suç isnadı altındaki kimseye yöneltilen suçlamada ve suçlamanın “gerekçesinde” yapılabilecek tüm değişikliklerin usulüne uygun olarak eksiksiz bir şekilde haberdar edilmesi, bunlara karşı girişimde bulunabilmesi ve yeni durum temelinde savunmasını hazırlayabilmesi için yeterli zaman ve imkân tanınması gerektiği kanaatindedir (Mattoccia/İtalya, § 61). Çünkü Sözleşme’nin maddesinin (a) bendi ile suç isnadı altında bulunan kişinin “savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma” hakkına ilişkin (b) bendi birbiriyle bağlantılıdır (Pélissier ve Sassi/Fransa, §§ 51-54) Süpheli/sanık, isnatla ilgili olarak yargılamaya başlanmadan veya en azından hâkim önüne çıkmadan önce savunmasını hazırlamaya yetecek kadar sürede bilgilendirilmelidir (Chichlian ve Ekindjian/Fransa, B. No: 10959/84, 16/3/1989 tarihli Komisyon raporu, § 49). Adli Yardımlaşma Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti ile Umman Sultanlığı Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma Anlaşması'nın (Resmî Gazete, Sayı: 27588) ilgili maddeleri şöyledir:"Madde 25 1) Akit Taraflar, ceza alanında birbirlerine karşılıklı olarak adli yardımda bulunmayı taahhüt ederler. 2) Ceza alanında adli yardımlaşma özellikle belgelerin tevdii, arama, delil teşkil eden belge ve eşyalara el konulması ve teslimi, bilirkişi incelemesi, sanıkların ve tanıkların sorgulanması, bilirkişilerin dinlenmesi ve keşif yapılması gibi usul işlerinin yerine getirilmesini kapsar.Madde 27 1) Bir adli yardım talebinin yerine getirilmesi için istenilen makam kendi Devletinde yürürlükte bulunan kanuni hükümleri uygulayacaktır. Bununla birlikte, istenilen makam isteyen makamın talebi üzerine, istenilen Tarafın kanunlarına aykırı olmadığı ölçüde diğer Akit Tarafın usul hükümlerini uygulayabilir.Madde 29 1) Tebliği istenilen belgeler, istenilen Taraf dilinde yapılmış veya resmen tasdik edilmiş tercümelerle birlikte gönderildiği takdirde, istenilen makamca tebligat kendi Devletinin bu konuyu düzenleyen kanuni hükümlerine uygun şekilde yapılacaktır. Aksi takdirde istenilen makam bu belgeyi muhatabına ancak muvafakat etmesi halinde tebliğ edecektir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/875 | Başvuru, isnadın sebebinin ve niteliğinin zamanında bildirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6302 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, düzenlenmek istenen gösteri yürüyüşüne izin verilmemesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 8/6/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Açıklamalar Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır (2012 ve 2015 yılları arasında Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilen PYD/YPG ile DEAŞ'ın ortaya çıkışı, eylemleri ve bunun Türkiye'ye etkileri ile gerçekleştirilen şiddet eylemlerine ilişkin ayrıntılı açıklamalar için bkz. Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, § 9; Selahattin Demirtaş (5), B. No: 2016/4154, 10/6/2020, § 8; Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, §§ 9-17; Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 26, 27; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019). 5/6/2015 tarihinde Diyarbakır'da Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından yapılan seçim mitingi sırasında gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamaya göre 2 kişi hayatını kaybederken 100'den fazla kişi de yaralanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017,20/7/2015, § 41). 20/7/2015 tarihinde ise Suruç'ta, Suriye'deki çatışmalara ilişkin basın açıklaması sırasında DAEŞ terör örgütü tarafından gerçekleştirilen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi de yaralanmıştır (Gülser Yıldırım (2), § 28; Selahattin Demirtaş (5), § 11). 10/10/2015 tarihinde bazı sivil toplum örgütlerinin düzenlediği bir toplantıya katılmak için hareket hâlinde olan gruplara yönelik olarak Ankara Garı önünde DAEŞ tarafından gerçekleştirilen bombalı saldırıda 109 kişi yaşamını yitirirken 500'den fazla kişi yaralanmıştır. 13/3/2016 tarihinde Ankara Kızılay'da otobüs duraklarına yakın bir mesafede, PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen bombalı saldırıda 38 kişi hayatını yitirmiş, 125 kişi yaralanmıştır. İstanbul'da da 2015-2016 yılları arasında Sultanbeyli ilçesi, Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı, Sultanahmet Meydanı, İstiklal Caddesi, Vezneciler semti, Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali ve Beşiktaş ilçesindeki Vodafone Park yakını ile Maçka Demokrasi Parkı'nda bombalı eylemler gerçekleştirilmiş; ölenler ve yaralananlar olmuştur (İstanbul'da 2015-2016 yılları arasında gerçekleştirilen terör eylemleri konusunda detaylı bilgi için bkz. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) [GK], B. No: 2017/36889,29/9/2022, § 9).B. Başvuru Konusu Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneği (Dernek) 1994 yılında Ankara'da kurulan ve 2005 yılından bu yana Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğüne kayıtlı olup tüzel kişiliği bulunan bir dernektir. Dernek; amacını kadın eş cinseller ile erkek eş cinsellerin özgürlükçü değerleri benimsemelerine, eş cinsel varoluşlarını gerçekleştirmelerine ve kendilerini yetiştirerek toplumsal barış, huzur ve refahın gelişmesine bireysel, toplumsal, kültürel hayat ve davranışlarıyla katkıda bulunabilmelerine destek olmak olarak belirlemiştir (Kaos Gl Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneği, B. No: 2014/18891, 23/5/2018, § 8). Dernek 17/5/1990 tarihinde eş cinselliğin Dünya Sağlık Örgütü tarafından hastalık listesinden çıkarıldığını, bu sebeple 2004 yılından beri söz konusu tarihin Homofobi ve Transfobi Karşıtı Günü olarak ve bu kapsamda maruz kalınan hak ihlallerine kamunun, medyanın ve politikacıların ilgisini çekmek amacıyla dünyanın 130'dan fazla ülkesinde kutlandığını belirtmiştir. Dernek de 2006 yılından bu yana 17 Mayıs Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtı Günü kapsamında çeşitli etkinlikler düzenlediğini, 2016 yılında da anılan gün kapsamında Ankara'da, içeriğinde atölye faaliyetleri, söyleşiler ve sosyal çalışmalar olan bir program hazırladığını ifade etmiştir. Programın son günü olan 22/5/2016 tarihinde ise 00-00 saatleri arasında Kurtuluş Kavşağı ile Kolej Kavşağı arasında homofobi karşıtı bir yürüyüş/açık hava toplantısı gerçekleştirmeyi ve basın açıklaması yapmayı planlamıştır. Planlanan gösteri yürüyüşü için oluşturulan yedi kişilik Düzenleme Kurulu12/5/2016 tarihinde gerekli tedbirlerin alınması amacıyla Ankara Valiliğine (Valilik) bildirimde bulunmuştur. Valiliğin Ankara İl Emniyet Müdürlüğünden (Müdürlük) görüş istemesi üzerine Müdürlük 17/5/2016 tarihli yazısında, yapılmak istenen toplantıya katılacak grup ve şahıslara bazı kesimlerin birtakım toplumsal duyarlılıklar nedeniyle tepki gösterebileceği ve bunun provokasyonlara neden olabileceği değerlendirildiğinden bahse konu toplantı ve gösteri yürüyüşünün kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, genel ahlakın korunması nedeniyle yasaklanmasının uygun olacağına dair görüşünü bildirmiştir. Valilik 18/5/2016 tarihinde, Müdürlüğün görüşünde sunduğu gerekçeler doğrultusunda 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (A) ve (C) bentleri ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi uyarınca planlanan gösteri yürüyüşünün düzenlenmesinin uygun olmadığına karar vermiştir. Gösteri yürüyüşünün Valilik tarafından yasaklanması üzerine Dernek 20/5/2016 tarihinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davası açmıştır. Derece mahkemesi aynı gün, dava konusu işlemin belirli bir tarihte gerçekleşecek olması ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararların ortaya çıkabileceği gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir. Valilik yürütmenin durdurulması kararına itiraz etmiş ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu yine aynı gün itirazı kabul ederek yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Kararda, kitlesel tepkilere ve provokatif eylemlere zemin oluşturabileceği gerekçesiyle yasaklanan toplantının anılan tarihte yapılmasını zorunlu kılan geçerli bir neden ortaya konulmadığı, uyuşmazlığa konu işlemin uygulanması hâlinde davacı Derneğin telafisi güç ve imkânsız zararının oluşmasından söz edilemeyeceğinin açık olduğu belirtilmiştir. Anılan karar, başvurucu vekiline 21/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 17/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrası Hukuki Süreç Valilik, devam eden iptal davası kapsamında savunma için Müdürlükten tekrar görüş sormuştur. Müdürlük 27/5/2016 tarihli yazısında, Türkiye'de meydana gelen son gelişmeler doğrultusunda terör örgütü mensuplarının önümüzdeki süreçte gerçekleştirecek toplantı, miting, yürüyüş ve diğer faaliyetlere yönelik sansasyonel eylem girişiminde bulunabilecekleri yönünde terör örgütlerinin muhtemel eylemleriyle ilgili bilgilerin arttığını, ayrıca mayıs ayı içinde 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlama programları ile çeşitli siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının genel kurul toplantılarının gerçekleştirileceğini, son süreçte yaşanan menfur terör olayları da dikkate alındığında ilave emniyet tedbirlerinin artırılarak aldırılmasının kaçınılmaz olduğunu, tehdit içerikli istihbarı bilgiler de gözönünde bulundurulduğunda yapılmak istenen toplantının yasaklanmasının uygun olduğunu belirtmiştir. İlk derece mahkemesi başvurucunun iptal davasını 29/12/2016 tarihinde reddetmiştir. Mahkeme; gerekçesinde terör örgütü mensuplarının gerçekleştirilecek toplantı, miting, yürüyüş ve diğer faaliyetlere yönelik sansasyonel eylem girişiminde bulunabileceğinin, terör örgütlerinin muhtemel eylemleriyle ilgili bilgilerin sıklaştığının, tehdit içerikli istihbari bilgiler dikkate alındığında yapılmak istenen toplantının kitlesel tepki ve provokatif eylemlere zemin oluşturabileceğinin anlaşıldığını belirterek kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna vardığını belirtmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 7/11/2017 tarihli kararında, Derneğin gösteri yürüyüşü yapma hürriyeti olmakla birlikte gösteri yürüyüşünün planlandığı günde bir siyasi partinin olağanüstü kongresinin olması nedeniyle ortaya çıkabilecek olumsuzluklar ve Dernek üyelerine yönelik provokatif eylemler olabileceği gözönüne alındığında belirtilen günde gösteri yürüyüşü yapılmasının uygun olmadığı sonucuna varmış ve istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 2911 sayılı Kanun'un "Toplantının ertelenmesi veya bazı hallerde yasaklanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir." 5442 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"A) Vali......C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) örgütlerin toplantı haklarının ihlal edildiğinden şikâyet edebilmelerinin bu konudaki içtihadıyla açık hâle geldiğini belirtmiştir (Hyde Park ve diğerleri/Moldova, B. No: 6991/08, 15084/08, 14/9/2010, § 32). Bu kapsamda AİHM, her yıl yaptıkları festival tarzındaki toplantıları idare tarafından kamu düzeni ve güvenliği sebepleriyle yasaklanan Çingene Konseyinin toplantı haklarının ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvuruda mağdur sıfatı bulunduğunu kabul etmiştir (The Gypsy Council ve diğerleri/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 66336/01, 14/5/2002). AİHM, kendilerini dinî bir topluluk olarak tanımlayan Christians Against Racism and Fascism ((k.k.), B. No: 8440/78, 16/7/1980) grubunun gerçekleştirmek istediği yürüyüşün o sırada Londra'da genel olarak belli nitelikteki tüm toplantıları yasaklayan bir idari kararın yürürlüğe girmesiyle iptal edilmesi nedeniyle toplantı haklarının ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları başvuruda da söz konusu topluluğun mağdur sıfatını tartışma konusu yapmamıştır (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık; aynı yöndeki başka AİHM kararları için bkz. ACCEPT Derneği ve diğerleri/Romanya, B. No: 19237/16, 1/6/2021, §131; Identoba ve diğerleri/Gürcistan, B. No: 73235/12, 12/5/2015, §§ 47-49; Vallianatos ve diğerleri/Yunanistan [BD], B. No: 29381/09 ve 32684/09, 7/11/2013, §§ 47-50). AİHM Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık kararında, idarenin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini genel olarak yasaklamasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan kararda bir süredir National Front isimli aşırı sağcı bir siyasi parti önderliğinde gerçekleştirilen eylemler ile karşıt görüşteki eylemler nedeniyle şiddetli çatışmaların yaşandığı Londra'da emniyet müdürü tarafından verilen yasaklama kararı incelenmiştir. Söz konusu karar uyarınca Londra'nın tamamında iki ay boyunca -geleneksel olarak düzenlenen dinî, eğitim amaçlı, festival ya da törensel niteliktekiler hariç- tüm yürüyüşler yasaklanmıştır (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 141). Başvurucu Christians Against Racism and Fascism isimli topluluk, birkaç kilisenin ortak girişimiyle düzenlenen bir konferansta bir araya gelmiş ve daha sonra resmî olarak dernek statüsü kazanmıştır. Söz konusu Dernek genel olarak ırkçılık ve faşizme karşı kilisenin tavrını temsil ettiğini belirtmektedir. Bununla birlikte amaçları arasında aşırı sağcı partiler olan National Front ya da National Partynin ayrımcı politika ve eylemlerine karşı ulusal düzeyde harekete geçmeleri için kilise liderlerini teşvik etmek olduğunu da açıkça ilan etmiştir. Başvurucu Dernek anılan yasaklama kararından önce kuruluşunu ve politikalarını kamuoyuna duyurmak amacıyla Londra'da oldukça geniş bir topluluğa ulaşabileceği bir yürüyüş organize etmiş ve böyle bir yükümlülük olmamasına rağmen gerekli önlemlerin alınması talebiyle yürüyüş yapacağını Londra Emniyetine bildirmiştir. Fakat söz konusu yasaklama kararı uyarınca başvurucu Derneğin planladığı yürüyüş iptal edilmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, §§ 139, 140). Yasaklama kararının öngörüldüğü Kamu Düzeni Kanunu'nun kanunilik koşulunu karşıladığını ve kamu düzeninin korunması meşru amacına yöneldiğini kabul eden AİHM, daha sonra söz konusu kararın demokratik toplum düzeninde gerekli olup olmadığını incelemiştir. Öncelikle ilgili Kanun'da belli bir toplantı ya da yürüyüşün yasaklanmasına izin verilmediğini, yalnızca genel olarak toplantıların tamamı ya da -yine spesifik bir eylem belirlenmeden- belli nitelikteki toplantı veya yürüyüşlerin yasaklanabileceğinin öngörüldüğünü, ayrıca bu yasaklamanın belirli bir süre uyarınca verilebileceği hususlarını dikkate almıştır. AİHM bu doğrultuda ilgili Kanun'un belli toplantı ya da yürüyüşler yönünden keyfî olarak uygulanmasını önleyebilecek garantiler içerdiğini kabul etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150). AİHM daha sonra toplantı ve yürüyüşlerin genel olarak yasaklanmasının demokratik bir toplumda gerekli kabul edilebilmesi için ortada kamu düzeni yönünden tehlike teşkil eden ciddi bir durum bulunması ve bu tehlikenin daha az sınırlayıcı önlemlerle giderilmesi imkânı olmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu doğrultuda yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısının bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantaj karşısında ağır basması, ayrıca yaratılan bu dezavantajın gerek yasağın süresi gerek geçerli olduğu yer yönünden yapılabilecek kısıtlamalarla giderilemeyecek olması gerektiğini açıkça ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150). AİHM son olarak belirlediği söz konusu ilkeleri somut olaya uygulamıştır. İlk olarak ilgili zamanda Londra'daki atmosferin gergin olduğunu kabul eden AİHM, National Front topluluğunun gerçekleştirdiği eylemler ve karşı eylemler nedeniyle polisin etkin müdahalesine rağmen can ve mal zararının engellenemediği durumlar oluştuğunu, anılan topluluğun parlamento seçimlerinden sonra yapmayı planladığı yürüyüşün de başvuru konusu yasak kapsamında kaldığını belirtmiştir. Bu bağlamda gerek parlamento seçimlerinden üç gün sonrasına kadar devam edeceği kabul edilen yasağın süresi gerekse anılan siyasi topluluğun daha önce kabul edilen başka bir yasak kararının yer yönünden kapsamı dışında kalan bir mekânda tekrar kamu düzenini bozan eylemlerde bulunduğu dikkate alındığında başvuru konusu yasağın tüm Londra'yı kapsamasının makul olduğunu kabul etmiştir. AİHM, yasak kararının alındığı tarihte başvurucunun planladığı yürüyüşten haberi olmasına rağmen somut olayda Londra Emniyetinin başvurucu yönünden özel ayarlamalar yapmasını gerektiren ve mümkün kılan bir durum olmadığını, ayrıca bu konuda başvurucu topluluğun açıkça National Front adlı siyasi partisinin ideolojisine ters bir görüşe sahip olduğunun ve bu nedenle yürüyüşlerini gerçekleştirmeleri hâlinde kamu düzeninin bozulabileceğinin de gözönüne alınması gerektiğini ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151). Ortada kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğunu belirten AİHM, somut olayda başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantajın orantılı olup olmadığını tartışmıştır. AİHM; başvurucu topluluğun planladığı yürüyüşü yalnızca iki gün sonra yapmasının mümkün olduğunu, bunun dışında planlanan tarihte de Londra dışında söz konusu yürüyüşü gerçekleştirebileceğini hatta başvurucu topluluğun planlanan tarihte zaten Londra'da yürüyüş şeklinde değil fakat belli bir yerde toplantı biçiminde bir eylem gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda somut olayın koşullarında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden oluşan dezavantajı makul biçimde gidermesinin başvurucudan beklenebileceğini kabul eden AİHM, başvuru konusu yasaklama kararının orantısız da olmadığına ve demokratik toplum düzeninde gerekli olduğunun yeterince gösterildiğine karar vermiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151). | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11193 | Başvuru, düzenlenmek istenen gösteri yürüyüşüne izin verilmemesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında meydana gelen terör saldırısı nedeniyle yaşam, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ankara'da çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından organize edilen 10/10/2015 tarihli toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşen (kamuoyunda Ankara Gar patlaması olarak bilinen) bombalı terör saldırısı sonucu 100'den fazla kişi hayatını kaybetmiş ve çok sayıda kişi yaralanmıştır (söz konusu saldırı ilgili olarak İçişleri Bakanlığının yaptırdığı ön incelemeyle ilgili süreç, bu süreç sonundan düzenlenen soruşturma raporu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan diğer işlemlere ilişkin tüm izahatlar için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-15). Olay yerinde olduğunu ileri süren ve fiziken yaralanmayan ancak 14/10/2015 ile 17/10/2015 tarihleri arasında travma sonrası stres bozukluğu tanısıyla iş göremezlik raporu aldığı anlaşılan başvurucu, terör saldırısının gerçekleşeceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olunmasına rağmen gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle kamu makamlarının ağır kusurlu olduklarını ileri sürerek ruhsal travmadan kaynaklı uğradığı manevi zararın tazmini için Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 23/5/2019 tarihli kararında özetle patlama sonucu ölüme, yaralanmalara tanık olmanın tek başına tazmin sorumluluğu doğurmayacağı, aksi düşüncenin tazminat sorumluluğun alanını amacı dışında genişleteceği gerekçesine yer vererek davayı reddetmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 17/10/2019 tarihinde kararın usul ve hukuka uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü kayıtlarının incelenmesi neticesinde başvurucu vekilinin nihai kararı UYAP'tan (avukat portal uygulaması) 8/12/2019 tarihinde saat 27'de okuduğu görülmüştür. Başvurucu, nihai kararın 10/12/2019 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 9/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1907 | Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında meydana gelen terör saldırısı nedeniyle yaşam, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; menfi tespit davasında davacı tanıkları dinlendiği hâlde davalının tanık dinletme talebinin gerekçesiz reddedilmesi, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve davanın sonucuna etkili olabilecek bir iddia incelenmeden yetersiz gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 29/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Batman İcra Müdürlüğünün 2004/3573 sayılı dosyasında borçlu N.Ç. aleyhine, bonoya dayalı olarak000 TL asıl alacak, 520 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 520 TL alacağın tahsili için kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibi başlatmıştır. Borçlu (davacı) N.Ç., söz konusu takibe konu senetten kaynaklanan borcu bulunmadığı iddiasıyla başvurucu aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 22/3/2005 tarihinde menfi tespit davası açmıştır. Davacı N.Ç. dava dilekçesinde eşinin başvurucudan 000 Alman markı alacağı bulunduğunu, eşinin cezaevinde olması sebebiyle alacağın tahsiliyle kendisinin ilgilendiğini, başvurucunun borcun bir kısmına karşılık kendisine köyde taşınmaz satın almayı teklif etmesi üzerine başvurucuya tapu devir işlemi için vekâletname ve tapu masrafları için bir miktar para gönderdiğini, başvurucunun taşınmazın bedelinin devir tarihinde belirleneceğini söylerek bedel belirlenene kadar kendisinden bir senet istediğini, boş bir senedi imzalayarak başvurucuya verdiğini, başvurucunun taşınmazları aldığını belirterek üç adet tapuyu kendisine verdiğini ancak tapuların sahte olduğunu, boş olarak verdiği senedi başvurucunun doldurup kambiyo senedi hâline getirdikten sonra icraya koyduğunu belirterek icra takibi nedeniyle başvurucuya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, yargılama sürecinde davacının bildirdiği tanıkları dinlemiş; başvurucunun tanık dinletme taleplerini ise 6/7/2006 ve 20/2/2007 tarihli duruşmalarda herhangi bir gerekçe belirtmeden reddetmiştir. Yargılama sonunda Mahkeme 12/11/2009 tarihli ve E.2005/106, K.2009/400 sayılı karar ile takip konusu senedin tapuları sahte çıkan taşınmazların satın alımıyla ilgili olarak ve hileyle verildiği iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Davacı davasını hile iddiasına dayandırmıştır. Hile bir kimsenin gerçek durumu bilmesi halinde yapılmasına muvafakat etmeyeceği bir muameleye muvafakatini sağlamak için teşebbüs edilen fiil ve hareketlerle, bu yolda sarf edilen sözlerdir. Somut olayda davalının davacının gayriresmi eşine olan 000 DM borcunu ödemek için bir taşınmazını devrettiği, kalan kısmı için de köyde taşınmazlar satın almayı teklif ettiği, davacının davalıya satın alınacak taşınmazlar için tapu masraflarına karşılık parça parça toplam 000 DM havale yoluyla gönderdiği, satın alınacak taşınmazın satış bedeli belirlenmediğinden bedel belirlenene kadar senet vermesini istediği, bu nedenle icra takibine konu senedin isim, rakam ve tarih kısımları boş olarak imzalanarak davalıya verildiği iddia edilmektedir. Tapu masraflarına karşılık yapılan masraflar için muhtelif banka şubelerine yazılar yazılmış, iddia edilen işlem ile ilgili kayıt bulunamamıştır. Davacı vekili 10/09/2009 tarihli duruşmada, davacı tarafından havale işlemi yapıldığı ancak araştırmalarına rağmen kayıtları çıkaramadığı açıklanmıştır. İcra takibine dayanak alınan senedin, TTK.’nun maddesinde öngörülen zorunlu unsurları içerdiğinden “bono” niteliğinde kambiyo senedi olduğu anlaşılmaktadır. Bono, soyut borç ikrarı içeren senettir. Soyut borç ikrarı içeren senedin bedelsizliğini lehdara karşı ileri süren taraf, önce senedin belli bir sebebi olduğunu, sonra da bu sebebin gerçekleşmediğini HUMK’nun 288 ve devamı maddeleri gereğince yasal ve yazılı delille kanıtlamak durumundadır. Dinlenen tanık . senedin taşınmaz satışına karşılık verildiği yolunda ifade vermiştir. Tanığın ifadesi takip konusu senedin, hangi taşınmaz ya da taşınmazların satın alınışı ile ilgili olduğu yolunda bir açıklık taşımamakta olup, davacının hile iddiasını kanıtlar nitelikte olmadığı kanaatine varılmıştır. Çünkü taraflar arasında başka taşınmaz devri de gerçekleştirilmiştir. Davacı tarafça tapu masraflarına karşılık 000 DM’nin parça parça havale edildiği iddia edilmişse de, bu husus kanıtlanamamıştır.Davacı tarafça varlığı iddia edilen alacak davacının kendisine ait olmayıp, cezaevinde bulunan gayriresmi eşi B.ye aittir. Davacı, gayriresmi eşi B.nin vasisi değildir. Davacının gayriresmi eşinin alacağının tahsili için davalı ile bir kısım işlemler yapması, borçlu olduğunu iddia ettiği şahsa tapu masraflarına karşılık 000 DM göndermesi, ayrıca tamamen boş bir senedi imzalayarak vermesi hayatın olağan akışına uygun değildir. Davalının sahte tapu senedi düzenlemek suçundan dolayı mahkum edilmiş olmasının, takip konusu senedin tapuları sahte çıkan taşınmazların satın alınması için davalıya verildiği iddiasını kanıtlar nitelikte olmadığı sonucuna varılmış, Ağır Ceza Mahkemesi kararının gerekçe kısmındatakip konusu senetten söz edilmediği de dikkate alınarak Ağır Ceza Mahkemesi dosyasının Yargıtay’dan dönüşünün beklenmesine gerek görülmemiştir. HUMK.’nun maddesine uygun yasal ve yazılı delillerle takip dayanağı senedin Ağır Ceza Mahkemesine konu Bismil’de bulunan taşınmazların satın alınışı ile ilgili verildiği iddiasını kanıtlayamayan senet borçlusunun ancak karşı tarafa yemin teklif etme hakkı vardır. 10/09/2009 tarihli duruşmada davacı tarafa bu yöndeki iddiası yönünden yemin deliline dayanıp dayanmayacağı sorulmuş, davacı vekili 09/10/2009 tarihli dilekçesi ile yemin deliline dayanmayacaklarını açıklamıştır. HUMK.’nun 344 ve izleyen maddeleri gereğince yemin kesin delillerdendir. Davacının, takip konusu senedin hile ile tapuları sahte çıkan taşınmazların satın alınışı ile ilgili olarak verildiği iddiasını kanıtlayamadığı anlaşılmış, davanın reddine karar vermek gerekmiştir." Davacının temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/5/2010 tarihli ve E.2010/548, K.2010/6188 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında sahte tapu senedi düzenlemek suçundan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde açılan ceza davasının sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 4/11/2010 tarihli ve E.2010/10529, K.2010/11437 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bozma sonrası Mahkemenin E.2010/473 sırasına kaydedilen dosyada Mahkeme, bozma ilamına uyulmasına ve başvurucu hakkında Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde açılan ceza davasının sonuçlanmasının beklenmesine karar vermiştir. Başvurucu, bozma sonrasındaki yargılama sürecinde 15/11/2011 tarihli dilekçe ile tanık dinletme talebinin daha önce iki kez gerekçesiz reddedilmesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek isimlerini bildirdiği tanıkların dinlenmesini talep etmiş; hile iddiasına dayanan davanın ilgili Kanun'da öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde açılmamış olması nedeniyle reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 27/12/2011 tarihli ve E.2010/473, K.2011/424 sayılı karar ile davanın kabulüne, başvurucu tarafından başlatılan takip nedeniyle davacının borçlu olmadığının tespitine, takibin iptaline, takip dayanağı senedin bedelsiz olduğunun tespitine, 000 TL kötü niyet tazminatının başvurucudan alınıp davacıya verilmesine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: "...Dosya kapsamına, toplanan delillere, celp edilen dosya içeriklerine, tarafların iddia ve savunmaları ile kamu davasında dinlenen tanık beyanlarına göre; davacı N.Ç.nin dava dışı B. ile birlikte yaşadığı, ... B.nin davalı Ali Yanar'dan alacaklı olduğu, B.nin cezaevine girmesi nedeniyle davacı Nurten Çelik'in bu alacakla ilgilendiği, bu borç ilişkisi nedeniyle davalı Ali Yanar'ın davacıya Ankara ili, Çankaya İlçesi, Murat Mahallesinde kain 7297 ada 15 nolu parseldeki taşınmazı 12/06/1998 tarihinde devrettiği, davalının bakiye borç için gayrimenkul alma teklifinde bulunduğu, davacının da bu teklifi kabul ettiği, adına gayrimenkul alması için davacının davalıya Bakırköy Noterliğince düzenlenmiş 05/06/2000 gün 15488 yevmiye nolu vekaletnamesiniverdiği,aradanbirsüregeçtiktensonradavalınındavacıyagayrimenkulleri aldığına dair 2 adet sahte tapu senedi getirip verdiği, ayrıca davacının davalıya masraf olarak 000 Mark para verdiği anlaşılmıştır. Düzenlendiği sırada hazır bulundukları anlaşılan tanıklar, A.B.nin Cumhuriyet Savcılığında 04/05/2005 tarihinde verdiği ifadesi ile aynı tanığın ve diğer tanık B.Ç.nin Mahkememizde verdikleri 17/05/2006 tarihli ifadelerinde: düzenlendiği sırada boş olarak verilen imzalı senedin sonradan bono haline getirilerek takibe dayanak yapıldığı açıklanmıştır.Batman İcra Müdürlüğünün 2004/3573 sayılı dosyasında takip dayanağı yapılan senet sahte tapular verilmek suretiyle aldatılarak davacının elinden alınmış, imzalı senet iken bono haline getirilerek kambiyo takibine dayanak yapılmıştır. Davalının davacıya verdiği tapuların sahteliği Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/108 esas, 2010/237 karar sayılı kararı ile sabittir. Davalı sahte tapular karşılığında davacıdan 000 Mark para ile icra takibine dayanak yaptığı boş ve imzalı senedi almıştır. Batman İcra Müdürlüğünün 2004/3573 takip sayılı dosyasında takibe dayanak yapılan imzalı senedin, bono vasfında olmadığı gibi bedelsiz olduğu dosyadaki delillerle davacı tarafından kanıtlanmıştır. Toplanan delillere tarafların iddia ve savunmalarına ve tüm dosya kapsamına göre davacının iddiası sabit olmuştur. Yukarıda açıklanan gerekçeye göre, davanın kabulü gerekir." Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/5/2012 tarihli ve E.2012/3291, K.2012/8113 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi." Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 17/4/2013 tarihli ve E.2012/11430, K.2013/7213 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 13/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan eder. Hile ile haleldar olmuş yahut ikrah ile yapılmış olan bir akde icazet, zarar ve ziyan talebinden feragati istilzam etmez.” 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir. ...Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir....” 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Bono veya emre muharrer senet: Senet metninde (Bono) veya (Emre muharrer senet) kelimesini ve senet Türkçe'den başka bir dilde yazılmışsa o dilde bono karşılığı olarak kullanılan kelimeyi; Kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedeli ödemek vaadini; Vadeyi; Ödeme yerini; Kime ve kimin emrine ödenecek ise onun ad ve soyadını; Senedin tanzim edildiği gün ve yeri; Senedi tanzim edenin imzasını;ihtiva eder.” 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değer leri dörtyüz milyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.” 1086 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler dörtyüz milyon liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5216 | Başvuru, menfi tespit davasında davacı tanıkları dinlendiği hâlde davalının tanık dinletme talebinin gerekçesiz reddedilmesi, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve davanın sonucuna etkili olabilecek bir iddia incelenmeden yetersiz gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 11/9/2013 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 16/6/2006 tarihinde, alışveriş merkezinde boşluğa düşerek yaralanmıştır. Başvurucu, 21/6/2006 tarihinde Tatvan Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak olay yerinde tespit yapılmasını talep etmiş, Mahkemece aynı tarihte tespit yapılarak bilirkişi raporu alınmıştır. Başvurucu ve sekiz arkadaşı, 26/4/2007 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesinde Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) aleyhine açtıkları davada, TOKİ konutlarının olduğu yerde bulunan alışveriş merkezindeki açık boşluktan düşerek yaralandığını, davalının tedbir almaması nedeniyle olayın meydana geldiğini ve ağır hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek, 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın faiziyle tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, 22/5/2007 tarih ve E.2007/363, K.2007/1408 sayılı kararla; zarara konu fiilin Tatvan ilçesinde meydana geldiği ve Van İdare Mahkemesinin yetki alanında olduğu gerekçesiyle davanın yetki yönünden reddine, dava dosyasının Van İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Van İdare Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, 29/5/2009 tarih ve E.2007/2821, K.2009/1243 sayılı kararla; işyerinin olay tarihinden önce sahibine teslim edildiği, uyuşmazlığın Borçlar Kanunu’nun bina sahibinin sorumluluğunu düzenleyen hükmü uyarınca adli yargıda çözümlenmesi gerektiği belirtilerek görev yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz edilmeyen karar, 20/11/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, 10/12/2009 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinde TOKİ Başkanlığı, Pekhan İnş. ve Tic. Koll. Şti. ve Metroplan Müş. ve Müh. San. Tic. Ltd. Şti. aleyhine açtığı davada, davalıların kusurlu filleri sonucu düşerek yaralandığını ileri sürerek, 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın faiziyle tahsilini talep etmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, 21/5/2013 tarih ve E.2009/693, K.2013/348 sayılı kararla; davalıların kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, 11/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7236 | Başvurucu, Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru; elektronik postada sarf edilen söz sebebiyle iş akdinin feshedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, iş akdinin haksız feshedildiğinden bahisle fesih tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz ile birlikte kıdem ve ihbar tazminatı ödenmesine karar verilmesi talebiyle işveren aleyhine Çatalca Asliye Hukuk Mahkemesinde (iş mahkemesi sıfatıyla) (Mahkeme) işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davası açmıştır. Mahkeme, davanın reddine karar vermiş; karar gerekçesinde başvurucunun kendisine yapılan yıllık %5,3 oranındaki ücret artışını benimsemeyerek işyerindeki yönetici ve işçilerin hesabına "Merhabalar, bana verilen zam oranını zarf içinde insan kaynaklarına iade ediyorum. Bu oranı kim ya da kimler belirlediyse aralarında paylaşsınlar, bilgilerinize." şeklinde elektronik posta attığına değinmiştir. Söz konusu elektronik postanın 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince işverenin veya onu temsile yetkili olan ve zam oranını belirleyen işveren vekillerinin onur ve saygınlığına zarar verebilecek örtülü hakaret niteliği taşıdığını, işveren tarafından yapılan feshin haklı olduğunu belirterek başvurucunun kıdem ve ihbar tazminatı talebini reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) anılan karar onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 23/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38733 | Başvuru, elektronik postada sarf edilen söz sebebiyle iş akdinin feshedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Türk vatandaşı ile olan evliliğin sırf Türkiye'de ikamet edilebilmesi için yapıldığı, dolayısıyla aile birliği kurmaya yönelik olmadığından bahisle oturma izninin iptal edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 19/6/1976 doğumlu olup Gürcistan vatandaşıdır. 24/5/2003 tarihinde "fuhuş yapmak ve vize ihlali" nedeniyle Türkiye'den sınır dışı edilmiştir. Başvurucu Türkiye'ye yeniden giriş yapmış ve 12/4/2011 tarihinde bir Türk vatandaşı ile evlenerek önceki evliliğinden olan Gürcistan vatandaşı iki çocuğu ile birlikte Antalya'da yaşamaya başlamıştır. Başvurucuya 3/5/2011-3/5/2012 ve 3/5/2012-3/5/2013 tarihleri arasında geçerli olmak üzere evlilik amaçlı ikamet tezkeresi verilmiştir. Antalya İl Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğü tarafından 15/1/2013 tarihinde yapılan idari tahkikatta başvurucu ve eşinin beyan ettikleri adreste ikamet etmedikleri ve çevrelerinde tanınmadıkları tespit edilmiştir. Başvurucu ikamet tezkeresini yenilemek için talepte bulunmuş ve Yabancılar Şube Müdürlüğüne oturduğu adresi bildirmiştir. Söz konusu belge, 4/5/2013-4/5/2015 tarihleri arasında geçerli olacak şekilde yenilenmiştir. 8/5/2013 ve 3/1/2014 tarihlerinde yapılan idari tahkikatlarda, başvurucunun beyan ettiği adrese gidildiğinde kiralık olan evde yabancı uyruklu bir başka kadın ile birlikte oturduğu, kira kontratının bu kadının erkek arkadaşı adına yapıldığı anlaşılmıştır. Ev sahibi ve çevrede oturanlardan edinilen bilgilere göreeve değişik erkeklerin gelip gittiği, bu durumdan komşuların rahatsız olması üzerine ev sahibinin uyarıda bulunduğu, bunun üzerine eve gelenlerin olmadığı, bu defa başvurucunun ve diğer kadının geceleri çoğunlukla aynı taksi durağından edinilen ticari taksilerle dışarı çıkıp sabaha karşı eve döndükleri tespit edilmiştir. Ayrıca, başvurucunun evlendiği tarihten sonra Antalya ilinde çok sayıda değişik otellerde farklı erkeklerle kaldığına dair kayıtların bulunduğu saptanmıştır. Bunun yanı sıra başvurucu ve evlendiği kişi Yabancılar Şube Müdürlüğüne davet edilerek kendileriyle ayrı ayrı mülakat yapılmıştır. Mülakatta birbirlerine ve yaşamlarına dair, örneğin eşinin ana baba isminin ne olduğu, düğün veya herhangi bir kutlama yapıp yapmadıkları, alyanslarının olup olmadığı, eşinin tahsil durumu, mülakat tarihinden önceki Pazar gününü nasıl geçirdikleri gibi sorular sorulmuştur. Başvurucu, düğün veya herhangi bir kutlama yapmadıklarını, alyanslarının olmadığını, kendisinin ortaokul mezunu olduğunu, Pazar günü kendisinin evde olduğunu, eşinin çalıştığı için eve gelmediğini beyan etmiştir. Başvurucuyla evlilik akdi gerçekleştiren kişi ise eşinin anne ve baba adını bilmediğini, eşinin doğum tarihini ve kan grubunu bilmediğini, evlendikten sonra kutlama olarak yemek organizasyonu yaptıklarını, alyanslarının olduğunu, Pazar günü kendisinin evde olduğunu, eşiyle birlikte alışveriş yaptıklarını söylemiştir. Yabancılar Şube Müdürlüğü tarafından söz konusu mülakata dair düzenlenen tutanakta, sorulan sorulara başvurucu ve evlendiği kişinin çelişkili ve birbirlerinden farklı cevaplar verdikleri, şahısların birbirlerini tanımadıklarının anlaşıldığı bildirilmiştir. Söz konusu otel kayıtları, yaşantısına dair alınan beyanlar sonucu başvurucunun fuhuş yaptığı ve Türk vatandaşı ile yaptığı evliliğin ülkede kalmak için yapılan anlaşmalı bir evlilik olduğu tespit edildiğinden ikamet tezkeresi iptal edilmiş ve on beş gün içinde Türkiye'den ayrılması gerektiği yönünde karar alınmıştır. Söz konusu kararı 30/5/2014 tarihinde tebliğ alan başvurucu 12/6/2014 tarihinde Türkiye'den ayrılmış, ancak üç ay sonra tekrar Türkiye’ye giriş yapmıştır. Bu arada başvurucu ikamet tezkeresinin iptali işlemine karşı Antalya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin 2/10/2014 tarihli kararıyla dava kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinde başvurucunun resmî nikah yaptığı kişiyle gerçek bir evlilik birlikteliği içinde yaşamadığının ve evliliğin ikamet izni alabilmek amacıyla yapılmış olduğunun idare tarafından somut olarak ortaya konulmuş olduğu, bu nedenle idari işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Karar başvurucuya 5/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Türkiye’de kaldığı son dönemde hamile kaldığını belirtmiş ve ülkede kalabileceği son gün olan 6/12/2014 tarihinde tekrar yurtdışına çıkmak zorunda olmasının aile bütünlüğünü bozacağı iddialarını ileri sürerek tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir kararı verilmesi istemi, Anayasa Mahkemesinin 5/12/2014 tarihli kararı ile "...başvurucunun yurtdışına çıkması durumunda yaşam hakkına ya da bireyin maddi ve manevi bütünlüğüne yönelik bir risk bulunmaması..." gerekçesiyle reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Anlaşmalı evlilik yoluyla talep edilen aile ikamet izni" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Aile ikamet izni verilmeden veya uzatılmadan önce makul şüphe varsa, evliliğin sırf ikamet izni alabilme amacıyla yapılıp yapılmadığı valiliklerce araştırılır. Araştırma sonucunda, evliliğin bu amaçla yapıldığı tespit edilirse aile ikamet izni verilmez, verilmişse iptal edilir.(2) Aile ikamet izni verildikten sonra da evliliğin anlaşmalı olup olmadığı konusunda valiliklerce denetim yapılabilir.” 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır: ... ç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlar ... f) İkamet izinleri iptal edilenler...”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma şeklindeki bir hakkı güvence altına almamaktadır (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 9473/81, 9474/81, 28/5/1985, § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği yükümlülüğün, çiftlerin evlenme suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmeleri ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10,24/5/2016, § 117). Ayrıca AİHM devletlerin, yabancı ile bir vatandaş arasında gerçekleştirilen evlenmenin sadece o ülkede ikamet izni alabilmek amacıyla yapılmış olup olmadığını araştırma ve gerektiğinde bu tip evlilikleri engelleme konusunda yetkilerinin olduğunu, bu yönde bir araştırmanın Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen evlenme hakkını ihlal etmeyeceğini kabul etmektedir (O'donoghue ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 34848/07,14/12/2010, § 87; Frasik/Polonya, B. No: 22933/02, 5/1/2010, § 89). Öte yandan Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen aile hayatına saygı hakkı, aile kurma hakkını güvenceye almaz. Söz konusu hak, hâlihazırda mevcut olan ve hakiki aile yaşamı oluşturan fiilî, yakın ve şahsi bağların kurulduğu aile ilişkilerini korumaktadır. Bu hüküm kapsamında aile kavramı, evliliğe dayalı ilişkilerle sınırlı değildir ve tarafların evlilik olmadan bir arada oturduğu fiilî "aile" bağlarını da kapsayabilir. Dolayısıyla Sözleşme ve AİHM içtihadı resmî evlilik akdi gibi şeklî unsurlarla ilgilenmemekte, gerçek ve mevcut aile yaşamını korumayı esas almaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin amaçları bakımından "aile hayatı"nın varlığı ya da yokluğu, somut olayda yakın kişisel bağların mevcut olup olmadığına bağlı olan olgusal bir sorundur (K. ve T./Finlandiya [BD], B. No: 25702/94, 12/7/2001, § 150; Marckx/Belçika, B. No: 6833/74, 13/6/1979, § 31). AİHM, yakın tarihli Schembri/Malta (B. No: 66297/13, 19/9/2017, §§ 53, 54) kararında göçmenlerle ilgili kurallardan kurtulmak, ikamet izni veya vatandaşlık kazanmak için yapılan, dolayısıyla hakiki olmayan anlaşmalı evliliklerin "aile hayatı" kapsamında olmadığını, dolayısıyla da konu bakımından maddenin kapsamında olmadığını vurgulamıştır. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK) da evliliğin amacının bir aile hayatı kurmak değil ülkeye giriş, çalışma ve/veya ikamet izni almak için yapıldığının tespit edildiği başvuruları, ortada Sözleşme'nin maddesi kapsamında korunması gerekli gerçek bir aile hayatı bulunmadığı gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur (Ayhan Yavuz/Avusturya (k.k.), B. No: 25050/94, 16/01/1996; F.P./Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 20118/92, 12/10/1992). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19023 | Başvuru, Türk vatandaşı ile olan evliliğin sırf Türkiye de ikamet edilebilmesi için yapıldığı, dolayısıyla aile birliği kurmaya yönelik olmadığından bahisle oturma izninin iptal edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, turizm ve otelcilik işiyle iştigal eden bir limitet şirkettir. A. Olayın Arka Planı Zonguldak ili Karadeniz Ereğlisi ilçesi Göktepe köyünde kâin 649 parsel numaralı taşınmaz 1983 yılından önceki bir tarihte yapılan kadastro çalışması sonucu A.B. adına tespit ve tescil edilmiştir. Hazine tarafından 21/5/1996 tarihinde Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açılan davayla taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine ve tespit dışı bırakılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme tarafından 13/6/1996 tarihinde Tapu Sicil Müdürlüğüne yazı yazılarak "Davalıdır." şerhinin tapu siciline işlenmesi talep edilmiştir. Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından bu talep yerine getirilerek "Davalıdır. 1996 Yev:1096" şerhi tapu sicilinin beyanlar hanesine işlenmiştir. Yargılama devam ederken A.B.nin mirasçıları 24/1/2008 tarihinde 000 TL bedelle taşınmazı başvurucuya satmıştır. Bu tarihten sonra başvurucu, davalı olarak davaya dâhil edilmiştir. Yargılama sırasında birkaç kez karar verilip Yargıtay tarafından bozulduktan sonra Mahkemece en son 12/7/2012 tarihinde verilen kararla taşınmazın tapusunun iptaline ve taşınmazın tespit dışı bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın denizin doldurulması suretiyle oluşturulduğu ve tarıma elverişli olmadığı tespiti yapılmıştır. Ayrıca taşınmazın özel mülkiyete konu olmasının hukuken mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Karara yönelik temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 24/6/2014 tarihli kararıyla reddi üzerine karar kesinleşmiştir. B. Bireysel Başvuruya Konu Tazminat Davası Süreci Başvurucu 15/7/2014 tarihinde 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine dayalı olarak Hazine aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın tapusunun tazminatsız olarak iptal edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, satın alma bedeli olarak ödediği 000 TL'nin güncellenip tazminat olarak ödenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 27/10/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, resmî satış senedinin arkasında "Davalıdır. 1996 Yev:1096" ibaresi yazılı olduğuna ve tarafların senedin bu kısımda imzalarının bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Kararda, 4721 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan ve kimsenin tapu sicilindeki kaydı bilmediğini iddia edemeyeceğini ifade eden hükme atıfta bulunularak başvurucunun taşınmazın davalı olduğuna ilişkin şerhi tapu sicilinde görmesine rağmen taşınmazı satın almasının basiretli bir iş adamı gibi hareket etme yükümlülüğüne aykırı olduğu ifade edilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun Yargıtay Hukuk Dairesinin önceki malikler aleyhine kararı bozması üzerine davanın ilk derece mahkemesinde derdest olduğu sırada taşınmazı satın aldığına da vurgu yapılmıştır. Kararda son olarak kanun koyucunun tacirlere basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğü yüklediği hatırlatılarak tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 5/7/2018 tarihli kararıyla oyçokluğuyla onanmıştır. Karara muhalif kalan üye, eski malike tanınan haklardan yeni malikin de yararlanması gerektiğini ifade etmiştir. Karar düzeltme istemi, Dairenin 17/1/2019 tarihli kararıyla yine aynı üyenin karşıoyu ve oyçokluğuyla reddedilmiştir. Başvurucu 4/2/2019 tarihinde kararı öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu 18/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanunda geçen deyimlerden;Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi,Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı,...ifade eder." 3621 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır....Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. ...Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davanın esasını teşkil eden zararı giderecek tazminatın ulusal mahkemeler tarafından hesaplanması gereken hâllerde kendini bu konuda karar vermeye yetkili görmemektedir. Doğrusu AİHM, kamulaştırılan yerin değerini belirleyecek ve buna karşılık ödenecek tazminatın kriterlerini belirlemede kendini Türk mahkemelerinin yerine koyamaz. Ne var ki somut olaydaki dava dosyası içeriğine göre AİHM, başvurucunun ulusal mahkemelerce hükmedilen tazminat bedelinin mülkün değeri ile makul bir bağlantı kurmadığını gösterebildiğini gözlemlemektedir (Yıltaş Yıldız Turistik Tesisleri A.Ş./Türkiye, B. No: 30502/96, 24/4/2003, § 38). AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4977 | Başvuru, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yürütülen yargılama süreci ve sonucu nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu; Ege Bölgesi'nde çevreyi, kültürel ve doğal varlıkları korumak amacıyla çalışmalarda bulunmak, bunların bozulmasına sebep olabilecek faaliyetler konusunda kamuoyunu bilgilendirmek ve söz konusu faaliyetleri önlemek için gerekli hukuksal yollara başvurmak, demokratik baskı grubu işlevini görmek amacıyla kurulmuş, merkezi İzmir'de bulunan bir özel hukuk tüzel kişisidir. Başvurucu İzmir'in Aliağa ilçesi sınırları içinde kurulması planlanan İzdemir Enerji Santrali için düzenlenen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptaline karar verilmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu Aliağa bölgesine yapılan enerji yatırımlarının bölgedeki diğer sanayi tesisleriyle birlikte planlanmadığını, bu alandaki çevre kirliliğinin tarım ve hayvancılık üzerindeki olumsuz etkilerinin giderek arttığını vurgulamıştır. Ayrıca ÇED olumlu kararına konu termik santral için kullanılacağı belirtilen kül depolama alanın tarım arazisi niteliğinde olduğunu, alandaki flora ve faunaya yönelik saha çalışması yapılmadığını ifade eden başvurucu, ÇED olumlu kararına konu projenin tarıma, hayvancılığa, balıkçılığa ve iktisadi hayata etkileri olacağının tespit edildiğini ancak bu etkilerin neler olacağının açıkça orta konulmadığını belirtmiştir. İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) ilk olarak 12/10/2017 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu sonucunda Danıştay (kapatılan) Ondördüncü Dairesince mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde nihai ÇED raporunun yeterliliği ve raporda yer alan belirlemelerin çevreye ve ekolojik dengeye etkisinin tespiti amacıyla aralarında çevre mühendisi, meteoroloji mühendisi, ziraat mühendisi olmak üzere, tarafların iddiaları da dikkate alınarak gerekirse başka dallarda da öğretim üyeleri seçilerek oluşturulacak yeni bir bilirkişi heyetiyle, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak uyuşmazlığın esası hakkında yeniden bir karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Mahkeme, Danıştay kararında belirtilen hususlar çerçevesinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan raporu da dikkate alarak 7/1/2019 tarihli kararıyla yeniden dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu Danıştay Altıncı Dairesinin 23/10/2019 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve mahkeme kararının bozulmasına ve davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, ÇED olumlu kararına konu olan tesisin bulunduğu alanın nâzım imar planında termik santral alanı olarak belirlendiği, tesisin ilk ünitesinin faaliyette olduğu 2015 yılından bu yana atık depolama alanının kullanılmadığının bilirkişi raporları ile tespit edildiği, kullanılmayan depolama alanının zeytin üretimine olumsuz etkisinin ne olabileceğinin bilimsel olarak ortaya konulamadığı ve sonuç olarak ÇED olumlu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca duruşmalı işler için belirlenen 075 TL vekâlet ücretinin başvurucunun da aralarında bulunduğu davacılardan alınarak davalı idareye verilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 3/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 3/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5151 | Başvuru; çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yürütülen yargılama süreci ve sonucu nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuların posta yolu ile göndermek istediği dokümanların sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2015/17773 ve 2016/49677 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. 2015/17773 Numaralı Başvuru Yönünden Başvurucu; başvuru tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu; bir dergiye kitap tanıtımı, hikâye ve denemelerden oluşan bir mektup göndermek istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu söz konusu el yazısı metni incelemiş ve içeriğini dikkate alarak metnin Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kuruluna sunulmasına karar vermiştir. Disiplin Kurulu, incelemesinin sonucunda el yazısı metni sakıncalı görerek metnin Kurum dışına gönderilmemesine ve alıkonulmasına karar vermiştir. Disiplin Kurulu, kararında söz konusu metnin suç örgütü mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yönelten yalan ve yanlış beyanlar ile örgüt mensuplarını öven ve yücelten ifadeler içerdiğini kabul etmiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulu kararına karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 12/6/2015 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Ret kararında Hâkimlik, Disiplin Kurulu ile benzer nitelikte olan bazı gerekçelere değinmiştir. Söz konusu açıklamalar sonrasında Hâkimlik, dokümanın gönderilmemesinin 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrasının bir gereği olduğunu, bu nedenle Disiplin Kurulu kararının hukuka uygun olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı 18/6/2015 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bolu Ağır Ceza Mahkemesi, Hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. B. 2015/16699 Numaralı Başvuru Yönünden Başvurucu; başvuru tarihinde Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, avukat olduğunu belirttiği B.T. adlı kişiye bir sayfadan oluşan mektup ile on altı sayfadan oluşan karikatür göndermek istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu başvurucuya, söz konusu mektup ve eklerinin savunmaya yönelik olup olmadığını sormuştur. Başvurucu, dokümanın savunmaya yönelik olmadığını bildirmesine rağmen buna dair bir dilekçe vermemiştir. Bunun üzerine Ceza İnfaz Kurumu dokümanı doğrudan Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine göndermiştir. Hâkimlik, başvuruya konu mektubu ve ekindeki karikatürleri incelemiştir. İnceleme sonucunda Hâkimlik, dokümanın savunmaya yönelik olmadığını tespit ettikten sonra içeriğinde yargı mercilerini aşağılayıcı unsurlar bulunduğunu belirtmiş ve ilgilisine gönderilmemesine karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı 31/8/2015 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi, Hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. 2016/49677 Numaralı Başvuru Yönünden: Başvurucu, başvuru tarihinde Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, avukat olduğunu belirttiği A.H.K. adlı kişiye bir doküman göndermek istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu savunmaya yönelik olabileceğini değerlendirerek dokümanı doğrudan Edirne İnfaz Hâkimliğine göndermiştir. Hâkimlik başvuruya konu dokümanı incelemiştir. İnceleme sonucunda Hâkimlik, dokümanın savunmaya yönelik olmadığını tespit etmiş ve gönderilmemesine karar vermiştir. Hâkimlik dokümanın içeriğine dair bir değerlendirme yapmamıştır. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Edirne Ağır Ceza Mahkemesi, Hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmının olay tarihindeki hâli şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez...." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16699 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuların posta yolu ile göndermek istediği dokümanların sakıncalı bulunarak gönderilmemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı tedbiri nedeniyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 26/2/2004 tarihinde doğmuş olup olay tarihinde çocuktur. Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 21/3/2017 tarihinde saat 00'da gözaltına alınmış; 22/3/2017 tarihinde imza vermek suretiyle adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştır. Başsavcılık 6/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, görevi yaptırmamak için direnme, toplantı ve yürüyüşlere silah veya maddede belirtilen aletlerle katılma suçlarından aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianame Adana Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/4/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/138 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 20/9/2017 tarihinde yaptığı duruşmada, üzerine atılı suçlardan başvurucunun beraatine karar vermiş, karar istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Başvurucu 9/10/2017 tarihli dilekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca haksız yere gözaltında kalması nedeniyle 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle dava açmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2018 tarihinde 46,80 TL maddi tazminat ve 100 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 21/3/2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya verilmesine, ayrıca kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 845 TL vekâlet ücretinin de ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememize açılan iş bu davanın 20/10/2017 tarihinde,kesinleşme tarihiitibariyle CMK'nın 141/1 maddesinde yazılı bir yıl içinde ve süresinde açıldığı, davacının yerleşim yerinin bulunduğu yer olan Adana Mahkemelerinde açılmış olduğu, davacının gözaltındakaldığı süreye ilişkin mahsup işleminin yapılmadığı, gelen yazı cevapları ve UYAP üzerinde yapılan araştırmalara göre davacı tarafından iş bu davaya konu gözaltı sebebiyle başka mahkemelerde açılmış bir tazminat davası kaydının olmadığı, tüm bu açıklamalar doğrultusunda davacının haksızgözaltı nedeniyle tazminata hak kazandığı mahkememizce kabul edilmiştir.Davacının, 29/9/29017 tarihli vekaletname ile vekiline, CMK'nın ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız koruma tedbiri nedeniyle tazminat talep etme konusunu içerirözel yetki verdiğianlaşılmıştır.17/1/2018 tarihli duruşmada davacı vekili maddi tazminata hükmedilmesi halinde asgari ücret tarifesi üzerinden hesaplanmasına muvafakatleri olduğunu bildirmekle;davacının gözaltı kaldığı süreye ilişkin olarak çalışma bakanlığı tarafından belirlenen davacının en azkazanılabileceği kabul edilen aylık ve günlük asgariücret esas alınarakve mahkememiz tarafından yapılan hesaplamada davacının1 gün gözaltındakalması nedeniyleoluşangünlükmaddi gelir kaybı;2017 yılı için asgari ücret tarifesine göre aylık asgari ücretin 06 TL olduğu, aylık olarakücretin belirlenmiş olması nedeniyle aylık ücret 30 gün üzerinden değerlendirilmiş ve günlük olarak hesaplandığında 80 TL'ye denk geldiği anlaşılmış, yapılan hesaplamalar neticesinde davacının 1 gün için 80 TL maddi zarara uğradığı kanaatine ulaşılmış ve bu tazminata davacı vekilinintalebinde belirttiği üzere haksız gözaltı tarihi olan 21/3/2017 ' den itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir.Manevi tazminatın zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağı, davacının üzerine atılı suçun niteliği, gözaltında kaldığı süre, sosyal ve kişisel durumu, özgürlüğün önemibirlikte değerlendirildiğinde 100 TL manevi tazminatın makul ve makbul bir miktar olduğu,bu tazminata da dava dilekçesinde talep edildiği üzere haksız gözaltı tarihi olan 21/3/2017 den itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmiştir.694 sayılı KHK ile tazminat davalarında vekalet ücretine ilişkin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanun'u maddeye eklenen düzenlemede dikkate alınarak 845TL vekalet ücretine hükmedil[mesine karar verilmiştir]." Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 3/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yerel Mahkemece verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmakla, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:İstinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;Mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu, cezaların kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığından,İstinaf başvurusunda bulunan davacı vekilinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla, istinaf başvurusunun esastan reddine,dosyanın hükmü veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine [karar verildi]." Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını 28/5/2018 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 5/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 15- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17073 | Başvuru, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı tedbiri nedeniyle ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu, doğum belirtilerinin başlaması üzerine 6/11/2007 tarihinde saat 00'da Tunceli Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş, saat 00'te normal doğum yoluyla ve 300 gr ağırlığında Sinan Cem Açılan adında bir erkek çocuğu dünyaya getirmiştir. Bebeğin sol kolunu oynatamadığının tespiti üzerine 8/11/2007 tarihinde Elâzığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmiş, bebeğin burada yapılan muayenesinde doğum yaralanması teşhisi konularak tedavisi yapılmış ve 10/11/2007 tarihinde taburcu edilmiştir. Başvurucuların tıbbi ihmal iddiasıyla tazminat talebinin idare tarafından reddedilmesi üzerine birinci ve ikinci başvurucu kendi adlarına asaleten, üçüncü başvurucu adına ise velayeten Malatya İdare Mahkemesine (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, doğum sırasında bebeğin sol omzunun doğum yolunda takılmasına bağlı olarak sol kolda kalıcı sinir ve işlem kaybı oluşmasında hizmet kusuru bulunduğu belirtilmiştir. Mahkeme; doğum eyleminde davalı idare personelinin kusurunun olup olmadığı, bebeğin sol kolunda meydana gelen sinir ve işlev kaybında davalı idarenin herhangi bir hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı, hizmet kusuru var ise bu kusurun ağırlık derecesi ve oranı ile sol kolda meydana gelen işlev kaybı ve işgöremezlik oranının tespiti hususlarında Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir. ATK İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından hazırlanan 29/11/2010 tarihli bilirkişi raporunda; bebek doğum ağırlığı 300 gr olan gebenin normal doğuma bırakılma kararının uygun olduğu, omuz takılmasının normal doğumda bir komplikasyon olarak görülebildiği ifade edilmiştir. Raporda ayrıca omuz kurtarılmasının her zaman mümkün olamayacağı cihetle doğumu yaptıran doktorun eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu, Hastanede yapılan tıbbi işlemlerde herhangi bir kusur bulunmadığı belirtilmiştir. Bebekte mevcut sol kol brachial plekusun üst trunkusun kronik orta ağır derecede pleksopatisine neden olan arızasının % 28 oranında meslekte kazanma gücü kaybına neden olduğu vurgulanmıştır. Mahkeme 30/11/2011 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; öncelikle ATK raporu özetlenmiş ve anılan raporun karara esas alınabilecek nitelikte olduğu belirtilerek başvurucuların itirazlarının raporu sakatlar nitelikte bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca normal yolla doğum yaptırılmasının tıp kurallarına uygun olduğu, bebeğin omzunun doğum yoluna takılması ve buna bağlı olarak sol kolunda sinir ve işlev kaybı meydana gelmesinin bir komplikasyon olduğu dikkate alındığında olayda idarenin ağır hizmet kusuru bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen kararın vekâlet ücreti dışındaki kısımları, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 9/5/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı Dairenin 23/5/2017 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşı oylarda mahkeme kararının vekâlet ücreti kısmı da dâhil olmak üzere tamamının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiştir. Nihai karar 26/7/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34516 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 17/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 24/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19602 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir televizyon programında dile getirdiği düşünceleri gerekçe gösterilerek başvurucunun bir üniversiteye öğretim elemanı olarak alınmamasının ifade özgürlüğünü; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmamasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucu, 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiş ve ardından Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsünde Türkiye Cumhuriyeti Tarihi alanında yüksek lisans yapmıştır. Başvurucu 2005 yılından itibaren Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümünde sözleşmeli olarak çalışmış ve ders vermiştir. Başvurucu, başvuruya konu olaylardan önce misafir öğretim görevlisi unvanıyla "toplumsal yapılar, tarihsel dönüşümler" isimli bir ders vermiştir. Yıldız Teknik Üniversitesinde 2008 yılının Ekim ayında öğretim görevlisi kadrosu açılmıştır. Üniversite yönetimi tarafından yapılan sınava başvurucuyla birlikte dört kişi katılmıştır.Kısa bir süre sonra başvurucunun en yüksek puanı aldığı ve sınavı kazanmış olduğu Üniversitenin İnternet sitesinde ilan edilmiştir. Buna karşın başvurucunun ataması Üniversite yönetimince yapılmamıştır. Başvurucu 30/3/2009 tarihinde Üniversite yönetimine "...atamanın yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa ne zaman yapılacağı, yapılmayacaksa gerekçesinin tarafına bildirilmesini..." talep eden bir başvuru yapmıştır. Başvurucu, atamasının yapılması talebinin idare tarafından zımni olarak reddedilmesi işleminin iptali istemiyle 2/7/2009 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Davalı idare savunmasını "objektif unsurlar" ve "subjektif unsurlar" olarak iki başlığa ayırmıştır. Objektif unsurlar başlığı altında, başvurucunun rektör tarafından atanmamasının gerekçesi olarak sözlü sınav komisyonunun aday seçiminde subjektif davrandığını ve sınav komisyonunun değerlendirmelerinin mevzuata aykırı olduğunu belirtmiştir. Davalı idare ilk derece mahkemesine verdiği savunmasının subjektif unsurlar başlığı altındaki bölümünü başvurucunun katıldığı televizyon programına ve buradaki beyanlarına ayırmıştır."12- Davacı 21 Kasım 2008 tarihinde SKY TÜRK kanalında "Kan Uykusundan Uyanmak" adlı programa katılmıştır. Ekte sunduğumuz program kayıtlarından da anlaşılacağı üzere kendisi siyasi ve politik konularda açıklama yapmıştır. Davacının programdaki beyanları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesini ve de 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun maddesi ve maddesinin a ve b bentlerini açıkça ihlal etmektedir. Bu nedenle de davacı söz konusu göreve atanmaya layık bulunmamıştır. İdaremizce yapılacak işlemlerde normlar hiyerarşisi dolayısıyla öğretim görevlilerinin atanmasına dair yönetmelikten önce kanun maddelerinin uygulanması kaçınılmazdır. Yönetmelikler bilindiği gibi kanunları uygulamak üzere konulmuş hukuk normları olup zaten kanunun istemediği bir sonuca ulaşılmasında araç teşkil edemez. 13- Söz konusu maddelerin uygulanması, düşünce özgürlüğüne aykırılık teşkil etmez, edemez. Çünkü devlet memuru olacak davacının, devletin bütünlüğü ve işleyişi açısından gerekli görevleri ve de kendisinin atanmasından beklenen faydayı ancak yukarıdaki maddeler çerçevesinde gösterebilecektir. Bu faydayı gösteremeyeceğini açıkça ifade eden davacının söz konusu göreve atanmasında kamu yararı bulunmamaktadır. 14- Söz onusu maddeler üstelik davacının görevi açısından da oldukça bağımlı bir niteliktedir. Davacı, söz konusu kadroya atandığı takdirde üniversitemizde hepimizin bildiği "Atatürk Devrimi ve İnkılap Tarihi" dersini anlatacaktır. Oysaki davacının söz konusu programdaki beyanları, davacının belirtilen kanun maddeleri çerçevesinde bu dersi anlatamayacağını açıkça gözler önüne sermektedir. Bir an için davacının bu dersi kanunun öngördüğü şekilde anlatabileceğini varsaysak bile davacının bu anlatımında dürüst ve samimi olamayacağı çok açıktır. 15- Ayrıca davacının söz konusu televizyon kanalındaki beyanlarıyla ilgili olarak "düşünce özgürlüğü" savunması da yerinde değildir. çünkü "düşünce özgürlüğü" tanımı kendini ifade etmek ve de düşüncelerini yayabilmek özgürlüğünü içerir. Oysaki davaya konu idari işlem davacının düşüncelerini ifade etmesini veya yaymasını engelleyen herhangi bir niteliği bulunmamaktadır. Zaten ifade edilmiş ve de yayımlanmış bir düşünce açısından "düşünce özgürlüğü"nün kısıtlanmasından bahsedilemez. Davadaki esas sorun davacının Devlet Memurları Kanunu'nun ve de Yüksek Öğretim Kanunu'nun gereklerini yerine getirecek niteliğe sahip olup olmamasıdır." Başvurucu, idare mahkemesindeki yargılamada diğer hususların yanı sıra atama işleminin asıl olarak katıldığı televizyon programında dile getirdiği düşüncelerinin rahatsızlık yaratmasına dayandığını iddia etmiştir. Başvurucu delil olarak da davalı idarenin yapmış olduğu savunmayı göstermiştir. İlk derece mahkemesi 24/3/2010 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkeme, ilk olarak, yapılan giriş sınavında başvurucunun başarılı olduğunu ve Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığının başvurucunun atanmasına ilişkin yazıyı Rektörlüğe gönderdiğini ancak Rektörlükçe atamaya onay verilmediğini tespit etmiştir. Mahkeme daha sonra ayrıntılı olarak mevzuata ve bu mevzuatın değerlendirmesine yer vermiştir. Mahkeme sözlü sınavda adayların mesleki ifade becerisi, analitik düşünme ve akademik yeteneği, genel kültür düzeyi ve başvurduğu alanla ilgili beceri ve ilgi düzeyleri değerlendirilmeden sözlü sınav notlarının verildiği kanaatine ulaşmıştır. Mahkeme, davacının -değerlendirmeye tabi tutulan puan türlerinde yabancı dil hariç- en düşük puan türüne sahip olduğunu; davacı ile diğer adaylar arasındaki yüksek puan farkının nedeninin açıklanamadığını belirlemiştir. Mahkemeye göre sınav komisyonu, aday seçiminde subjektif davranmış ve davalı idare bu sebeple davacının atanmasına onay vermemiştir. Mahkeme, atanma talebinin zımnen reddine ilişkin işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığına karar vermiştir. İlk derece mahkemesi, kararında ne başvurucunun katıldığı programda dile getirdiği düşüncelerine ve ne de davalı idarenin cevap dilekçesinde ifade ettiği bu konudaki değerlendirmelerine yer vermiştir. Hem başvurucu hem de davalı idare sözü geçen televizyon programında dile getirilen düşüncelerden genel değerlendirmelerle bahsetmiştir. Derece mahkemelerindeki yargılama sürecinde davalı idare başvurucunun tam olarak hangi düşüncelerinin kabul edilemez olduğunu açıklamadığı gibi başvurucu da sözü geçen programda ileri sürdüğü düşünceler üzerinde somut değerlendirmeler yapmamıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 9/5/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 5/5/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar başvurucu vekiline 25/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Öğretim görevlileri; üniversitelerde ve bağlı birimlerinde bu Kanun uyarınca atanmış öğretim üyesi bulunmayan dersler veya herhangi bir dersin özel bilgi ve uzmanlık isteyen konularının eğitim - öğretim ve uygulamaları için, kendi uzmanlık alanlarındaki çalışma ve eserleri ile tanınmış kişiler, süreli veya ders saati ücreti ile görevlendirilebilirler. Öğretim görevlileri, ilgili yönetim kurullarının görüşleri alınarak fakültelerde dekanların, rektörlüğe bağlı bölümlerde bölüm başkanlarının önerileri üzerine ve rektörün onayı ile öğretim üyesi, öğretim üye yardımcısı ve öğretim görevlisi kadrolarına atanabilirler veya kadro şartı aranmaksızın ders saati ücreti veya sözleşmeli olarak istihdam edilebilirler. Öğretim üyesi kadrolarına öğretim görevlileri en çok iki yıl süre ile atanabilirler; bu süre sonunda işgal ettikleri kadroya başvuran öğretim üyesi bulunmadığı ve görevlerine devamda yarar görüldüğü takdirde aynı usulle yeniden atanabilirler. Atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. Bunların yeniden atanmaları mümkündür. Bu takdirde ilk atama usulü uygulanır. Konservatuvarlar ile meslek yüksekokullarına gerektiğinde sürekli olarak öğretim görevlisi atanabilir." 31/7/2008 tarihli ve 26953 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Öğretim Üyesi Dışındaki Öğretim Elemanı Kadrolarına Naklen veya Açıktan Yapılacak Atamalarda Uygulanacak Merkezi Sınav ileGiriş Sınavlarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin ilk hâli şöyledir:"(1) Sınavlarda başarılı olan adaylar, başarı puanları esas alınarak ilan edilir. İlan edilen kadro sayısını geçmemek şartıyla yedek aday da ilan edilebilir. Atamalar yürürlükteki mevzuata göre yapılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) pek çok kararında bir kimsenin devlet memuru olarak atanma talebinin reddedilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) kapsamında tek başına şikâyet konusu olamayacağını belirtmiştir. AİHM, sözleşmeci devletlerin devlet memuru olarak işe alınma hakkını Sözleşme'de ve eki protokollerinde bilinçli olarak yer vermediklerini vurgulamıştır. Bununla birlikte bu ifadeden devlet memurlarının Sözleşme kapsamı dışında kaldıkları sonucu çıkarılamaz (örnek kararlar için bkz. Wille/Lihtenştayn, B. No: 28396/95, 28/11/1999, §§ 40- 41; Kayasu/Türkiye, B. No:64119/00 ve 76292//01, 13/11/2008, § 79; Glasenapp/Almanya, B. No:9228/80, 28/8/1986, §§ 47- 53; Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/3/1987, § 59; Kosiek/Almanya, B. No: 9704/82, 28/8/1986, §§ 34-35; Massa / İtalya, B. No: 265-B, 24/8/1993, § 26; Neigel / Fransa, B. No: 18725/91, 17/3/1997, § 44).) Almanya'ya karşı yapılan Glasenapp/Almanya başvurusunda başvuran, orta öğretim öğretmeni olarak atanmamasının tek nedeninin siyasi faaliyetleri olduğunu ileri sürmüştür. AİHM, Sözleşme’nin ifade özgürlüğüne ilişkin maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir. Mahkeme; başvuranın memuriyete girişini engelleyen ilgili bakanlığın, başvuranın düşünce ve faaliyetlerini sadece deneme sürecinde kendisini kanıtlayıp kanıtlamadığını ve söz konusu görev için gerekli kişisel niteliklerden birine sahip olup olmadığını tespit edebilmek amacıyla dikkate aldığı kanaatine varmıştır. AİHM'e görebaşvurunun merkezinde, kamu hizmetlerine girme meselesi yer almaktadır. Yetkili Eyalet makamı, Bayan Glasenapp’ın memuriyete girme talebini reddederken başvurucunun görüşlerini ve davranışını sadece söz konusu kadronun gerektirdiği kişisel niteliklerden birine sahip olup olmadığına kanaat getirmek için dikkate almıştır. Durum böyle olunca AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında korunmuş olan hakkın kullanılmasına bir müdahalede bulunulmamıştır (Glasenapp/Almanya, §§ 47- 53) . | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12112 | Başvuru, bir televizyon programında dile getirdiği düşünceleri gerekçe gösterilerek başvurucunun bir üniversiteye öğretim elemanı olarak alınmamasının ifade özgürlüğünü; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmamasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/14355 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda mektup ve faks gibi yazılı haberleşme araçlarının kullanılmasının yasaklanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, açık görüş hakkının sınırlandırılması nedeniyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle(kapatılan) Çorlu Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Tekirdağ T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuş, buradan sırasıyla Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna ve Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir.A. Hükümlü ve Tutukluların Mektup, Faks ve Telgrafları Alma ve Gönderme Haklarının Kısıtlanmasına İlişkin Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) 12/8/2016 tarihli talimat yazısıyla FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında ceza infaz kurumlarında tutuklu olarak bulunan şüphelilerin OHAL süresince yazılı haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına karar verilmiştir. Ceza infaz kurumu müdürlüklerine gönderildiği belirtilen yazı şöyledir:"Cumhuriyet Başsavcılığımızca; 15/7/2016 tarihinde vuku bulan, FETÖ/PYD silahlı terör örgütü mensuplarının gerçekleştirdiği, kısa adıyla darbeye teşebbüs suç ve eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturmalar kapsamında halen Silivri Kapalı Ceza Evlerinde tutuklu bulunan şüphelilerin olağanüstü hal süresince 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi gereğince mektup ve faks gibi haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına karar verilmiştir. Verilen karar gereğince uygulama ve işlem yapılması rica olunur." Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (İdare ve Gözlem Kurulu) tarafından da Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu talimatı doğrultusunda 30/11/2016 tarihli bir karar alınmıştır. Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulunun anılan kararına karşı Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itirazda bulunmuştur. Dilekçesinde başvurucu; kapsamı ve sınırları belirli olmayan, bireyselleştirme yapılmadan verilen söz konusu tedbir kararının hukuka aykırı olduğunu ve bu karar nedeniyle haberleşme hürriyetinin engellendiğini ileri sürmüştür. Söz konusu itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 30/5/2017 tarihli kararıyla esasa girilmeden reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; yazılı haberleşme araçlarının yasaklanmasına ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kararın denetlenmesinin İnfaz Hâkimliğinin görev ve yetki alanında olmadığı, esas yönünden bir inceleme yapılamayacağı belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 24/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 18/8/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/11/2017 tarihli ara kararıyla başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Şüphelilerin yazılı haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu talimatı 27/2/2018 tarihli kararla kaldırılmıştır.B. Açık Görüş Hakkının Sınırlandırılmasına İlişkin Süreç İdare ve Gözlem Kurulunun 28/11/2016 tarihli kararıyla ilgili mevzuatta sayılan suçlardan hükümlü ve tutuklu olanların açık görüşlerinin iki ayda bir kez yaptırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...18/8/2016 tarihli, 29805 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren "Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in maddesi ile ihdas olunan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in 5/1-e maddesindeki düzenleme 'Kurum mevcudu, güvenliği ve düzeni dikkate alınmak suretiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3 713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan, hükümlü ve tutuklular için ceza infaz kurumlarındaki açık görüşler idare ve gözlem kurulu kararıyla iki ayda bir yaptırılabilir.' şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin verdiği yetkiye istinaden; bu suçlardan tutuklu/hükümlü olanların açık görüşlerinin iki ayda bir İdare ve Gözlem Kurulunun belirlediği gün ve saatte yaptırılmasına; ..." Başvurucu; İdare ve Gözlem Kurulunun söz konusu kararına karşı İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunarak ayda bir kez yaptırılan açık görüşün iki ayda bir kez olacak şekilde sınırlandırılması nedeniyle maddi ve manevi varlığının zayıflatıldığını, ailesiyle ilişki kurmasının engellendiğini ileri sürmüştür. Anılan itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 2/6/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, açık görüşün sınırlandırılmasına ilişkin kararın mevzuata ve ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesinin 22/6/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 4/8/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen 3/7/2018 tarihli yazıda başvurucunun yakınlarıyla açık ve kapalı görüş yaptığı tarihlere ilişkin bilgi verilmiştir. Buna göre başvurucu 30/9/2016 ile 6/4/2017 tarihleri arasında bulunduğu Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda on dokuz kez kapalı ve üç kez açık, 6/4/2017-10/11/2017 tarihleri arasında bulunduğu Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda ise on kez kapalı ve altı kez açık görüş gerçekleştirmiştir. A. Haberleşme Hürriyeti Yönünden İlgili Mevzuat 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2018 tarihli ve E.2018/2990, K.2018/6506 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... yeterli uzmanlığı bulunmayan bilirkişiye rapor düzenlettirerek, bu raporu esas alıp dava açan Cumhuriyet savcısının eylemlerinden ötürü manevi tazminat isteminde bulunulduğu görülmekle, belirtilen davanın 5271 sayılı CMK'ın 141/3 maddesinde düzenlenen hakim ve Cumhuriyet savcısının verdiği karara ve yaptığı işleme dayanılarak açıldığı, 6545 sayılı Kanunun maddesi ile ekli CMK'nın 141/3 maddesinde, 'Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabileceği'nin belirtildiği, aynı Kanun'un maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici maddesinde ki 'Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.' şeklinde düzenleme dikkate alındığında, CMK'nın 141/3 maddesinde belirtilen hakim ve Cumhuriyet savcılarının karar veya işlemlerine dayalı tazminat davalarının ağır ceza mahkemelerinde karar bağlanacağı hususu gözetilmeden, davanın görev yönünden reddine dair yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, ... sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı ... bozulmasına ... karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2018 tarihli ve E.2017/8495, K.2018/5987 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... tarihli duruşmada davacı vekili tarafından, dinleme kararı veren hakim hakkında, kurul tarafından soruşturma açıldığının iddia edilmesi karşısında, tazminat istemine dayanak soruşturma dosyasında görev yapan Cumhuriyet savcıları ve hakimler hakkında yürütülen adli ve idari soruşturma olup olmadığı, olması halinde sonucunun, Cumhuriyet savcıları ve hakimlerin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerinin bulunup bulunmadığı, CMK'nın 141/ maddesinde belirtilen halin davacı lehine oluşup oluşmadığının araştırılmaması ... Kanuna aykırı olup ... hükmün ... bozulmasına ... karar verildi." B. Aile Hayatına Saygı Hakkı Yönünden Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihadında mahpusların açık görüş hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası mevzuat ile konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına yer vermiştir (Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, §§ 18-37; Ö., B. No: 2017/34584, 22/3/2018, §§ 18-37). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34332 | Başvuru, ceza infaz kurumunda mektup ve faks gibi yazılı haberleşme araçlarının kullanılmasının yasaklanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, açık görüş hakkının sınırlandırılması nedeniyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Uşak Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamanın duruşması üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 15/8/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 16/2/2018 tarihinde yapılmasına, başvurucunun duruşmanın ilk celsesinde duruşma solununda hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 16/2/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkeme bir sonraki celsede başvurucunun duruşma salonunda hazır edilmesi için Kuruma müzekkere yazılmasına, duruşmaya ara vererek sonraki celsenin 30/5/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Mahkemeye gönderdiği 25/5/2018 tarihli dilekçesinde, 30/5/2018 tarihinde yapılacak celseye bizzat katılmak istediğini belirtmiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 30/5/2018 tarihli ikinci celseye ilişkin Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Yine aynı celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak amacıyla süre talebinde bulunmaları üzerine süre talebinin kabulüne, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada SEGBİS aracılığıyla hazır edilmesine, duruşmaya ara vererek sonraki celsenin 19/7/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, yargılamanın 19/7/2018 tarihli üçüncü celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra duruşmalara bizzat katılamaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/33732 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, asker olması sebebiyle hakkındaki soruşturmanın askerî makamlar tarafından yürütülmesi gerekirken adli makamlar tarafından yürütülmesi ve soruşturma mercilerinin görevsizlik kararı vermemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesince 24/12/2018 ve 7/1/2019 tarihlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılarak başvurucu hakkında tutuklamaya esas alınan bilgi ve belgelerin gönderilmesi istenmiş, bu kapsamda bir kısım belge gönderilmiştir. Komisyonca 11/10/2019 tarihinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Türk Silahlı Kuvvetlerinde kıdemli başçavuş olarak görev yapmıştır. Başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında Gölbaşı (Ankara) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi 26/7/2016 tarihinde Gölbaşı (Ankara) Cumhuriyet Başsavcılığında alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"...İfademde de belirttiğim gibi 25/6/2016 tarihinde izne ayrıldım. Bu iznim bayramdan önce başladı. Bir haftalık izin bu şekilde geçti, arkasından 9 günlük resmi tatil eklendi. Tatil kampının çıkıp çıkmayacağı sonradan belli oldu. 11/7/2016 tarihinde İzmir Özderedeki askeri kampta tatile başladık. 25/7/2016 tarihindeki olayları akşam televizyondan öğrendim. Kampa giriş çıkış yaptığım ve kampta kaldığım kamera görüntülerinden ve tesis kayıtlarından tespit edilebilir. Ayrıca burada kredi kartımla harcamalarda da bulundum. Ertesi gün saat 00 sıralarında İ. Astsubayı arayarak durumu sordum. Kendisi de A. paşanın emir subayı olan S.Ç. binbaşıyı aramış, o da izne devam etmemizi söylemiş. Fakat ben 16/7/2016 tarihinde akşamleyin kampı yarıda keserek yola çıktık. Önce Eskişehirdeki kayın valideme uğrayıp geceyi orada geçirdik. Ertesi gün tekrar yola çıkıp saat 00 gibi Ankara'ya geldik. FETÖ silahlı terör örgütü ile hiç bir ilgim ve alakam yoktur. Benim olay gecesi İzmir Özderedeki kampta olduğuma dair emekli Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral E. ve onun koruması olan B. astsubaydır. Hatta B. astsubayla 16/7/2016 tarihinde sabahleyin kampın bahçesinde çay içtik. Atılı suçlamaları kesinlikle kabul etmiyorum. Böyle bir oluşumun içerisinde yer almadım. Darbeye teşebbüs eylemine katkı sağlamadım veya iştirak etmedim. Ayrıca geçmişimde de herhangi suç kaydı yoktur. Ben bu şekilde Ankara'ya döndükten sonra pazartesi gününden itibaren A. Paşanın konutunda sabah 09:00 akşam 18:00 saatleri arasında mesai yaptık, bu mesaiyi diğer koruma arkadaşlarım olan İ.A., K. ile bu görevi yaptık." Başvurucu; Gölbaşı (Ankara) Cumhuriyet Başsavcılığınca, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle 26/7/2016 tarihinde Gölbaşı (Ankara) Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu, Gölbaşı (Ankara) Sulh Ceza Hâkimliğince 26/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunmuştur. Gölbaşı (Ankara) Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2016 tarihinde başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler hakkında soruşturma yürütülen anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin yasal anlamda var sayılması, şüphelilerin tüm evrak içeriğine nazaran yoğun ve kuvvetli suç şüphesi altında bulunduğu atılı suç için kanunda öngörülen cezanın nevi ve süresi ile şüphelilerin sosyal durumu nazara alındığında şüpheliler hakkında kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgularının bulunduğunun kabulünün gerektiği, henüz delillerin toplanmamış olması, buna göre delillerin karartılma şüphesinin bulunduğunun kabulünün gerektiği anlaşılmakla ve özellikle kanunda öngörülen cezanın nevi ve süresine göre şüpheli hakkında duruma uygun ve yeterli ölçüde tedbir mahiyetinde olabilecek adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına olanak bulunmadığı değerlendirilerek ve işin önemi verilmesi beklenen ceza ile ölçülülüğün bulunduğu değerlendirilerek CMK.nun 100, 100/2, 100/3-a-11 ve maddeleri gereğince şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; itirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 18/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Gölbaşı (Ankara) Sulh Ceza Hâkimliği'nin 26/7/2016 tarih ve 2016/82 sorgu sayılı tutuklama kararının gerekçesinde hukuka aykırı herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, tutuklama tarihinden bu yana şüpheliler lehine herhangi bir değişiklik olmadığı ve ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü hal de dikkate alınarak itirazların reddine... [karar verildi.]" Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 7/10/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, anılan karara yapılan itirazı Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 26/10/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Karar başvurucuya 7/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı 23/11/2016 tarihinde mevcut delil durumunu değerlendirerek başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Başvurucu, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/11/2016 tarihli kararıyla tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...tutuklulukta geçen süre, dosyadaki mevcut delil durumu, şüphelilerin sabit ikamet sahibi oluşu nazara alındığında talep yerinde görülmüş ve şüphelilerin adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle tahliyeleri ... [karar verildi.]" Başvurucu hakkındaki soruşturma bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/60589 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, asker olması sebebiyle hakkındaki soruşturmanın askerî makamlar tarafından yürütülmesi gerekirken adli makamlar tarafından yürütülmesi ve soruşturma mercilerinin görevsizlik kararı vermemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; devlet memurluğundan çıkarılma işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve bu yargılama neticesinde ulaşılan sonuç esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiası Anayasa Mahkemesinin 25/12/2018 tarihli ve 2018/34972 sayılı kararı ile başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Nevşehir'in Ürgüp Belediye Başkanlığı bünyesinde zabıta memuru olarak görev yapmıştır. Başvurucunun görev yaptığı dönemde Ürgüp pazar yerinde toplanan işgaliye ve etiket bedelleri ile ilgili olarak belediye çalışanları hakkında idari soruşturma yapılmıştır. Soruşturma sürecinde başvurucuya kullanılan tahsildar makbuzlarının aslına ve dip koçanına farklı rakamlar yazmak ve kayıt dışı pazar etiketi bastırarak gelir elde etmek filleri isnat edilmiştir. Soruşturma sonucunda isnat edilen fiileri gerçekleştirdiği kanaatine varılan başvurucu 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (E) bendinin (g) alt bendi (memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak) uyarınca 16/1/2008 tarihli işlemle devlet memurluğundan çıkarılmıştır. Diğer taraftan başvurucu hakkında zimmet, resmî belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma suçlarının isnadıyla kamu davası açılmıştır. Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi 17/9/2013 tarihli kararıyla başvurucuyu isnat edilen eylemler yönünden suçlu bularak her suç için ayrı ayrı hapis cezasına hükmetmiş ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Hüküm itiraz edilmeden kesinleşmiştir. Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Ekrem Aysu'nun, diğer sanıklar A.T. ve E.T. ile birlikte sahte olarak bastırmış olduğu pazar etiketlerin bir kısmı karşılığında almış olduğu paralarla, gerçek pazar etiketleri sonucunda almış olduğu bir kısım paraları ilgili yerlere yatırmayıp mal edinmek suretiyle teselsülen basit zimmet suçunu, özel belge niteliğinde bulunan çok sayıda pazar etiketi bastırmak suretiyle teselsülen özel belgede sahtecilik suçunu ve düğün kirası olarak yatırılmak üzere kendisine verilen birden fazla kira bedellerini mal edinmek suretiyle güveni kötüye kullanmak suçunu işlediği sabit olmuştur." Başvurucu, hakkında tesis edilen devlet memurluğundan çıkarılma işlemine karşı Kayseri İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 4/10/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlık konusu olayda davacının 'zimmet' suçlaması nedeniyle yargılandığı Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin E.2010/253 sayılı esasına kayıtlı dava dosyasında 2013 tarihinde verilen K.2013/269 sayılı kararı ile davacının diğer sanıklar A.T. İle E.T. ile birlikte sahte olarak bastırmış olduğu pazar etiketleri karşılığında almış olduğu paraları ve gerçek pazar etiketleri karşılığında tahsil etmiş olduğu paraları, yasal olarak yatırması gereken ilgili yerlere yatırmayarak mal edinmek suretiyle basit zimmet suçunu, özel belge niteliğinde bulunan çok sayıda pazar etiketi bastırmak suretiyle özel belgede sahtecilik suçunu, düğün kirası olarak yatırılmak üzere kendisine verilen kira bedelleri ile özel mülk edinmek suretiyle de güveni kötüye kullanma suçunu işlediği gerekçesiyle TCK.nun maddesine göre suçun işleniş biçimi yeri, zamanı ve özeni göz önünde bulundurularak eylemine uyan 5237 sayılı TCK. maddesi delaletiyle aynı yasanın 247/ Maddesi uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırıldığı ve yasal olarak yapılması gerekli teşdid ve tahfif maddeleri uygulanarak neticeten 1 yıl 8 ay 25 gün hapis cezası ile cezalandırıldığı, sanığa verilen sonuç cezanın iki yıldan az olması nedeniyle, oluşan zararların aynen geri verilmek suretiyle tarafından giderilmiş olduğundan ve bir daha suç işlemeyeceği kanaatine varılarak 5271 sayılı CMK.nun 231/ maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir.Bu durumda davacının memuriyetten çıkarılması işleminin dayanağı olan fiillerinden dolayı hakkında açılan ceza davası neticesinde Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/253, K.2013/269 sayılı ilamı ile zimmet, özel belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma suçlarını işlediğine karar verildiği, davacı tarafından işlenen fiillerin, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici nitelikte bulunduğu anlaşıldığından, davacının eylemine uyan 657 sayılı Yasanın 125/E-g maddesi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır." Danıştay Onikinci Dairesi 27/9/2017 tarihli kararıyla ret hükmünü onamış ve 5/2/2018 tarihinde de karar düzeltme istemini reddetmiştir. Başvurucu nihai kararı 2/4/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 2/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı maddesinin (E) bendi ile bendin (g) alt bendi şöyledir: " E - Devlet memurluğundan çıkarma : Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzerememurluktan çıkarmaktır.Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: ...g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak," 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrasının son cümlesi şöyledir:"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan güvencenin iki yönünün bulunduğu ifade edilmiştir. Ceza yargılamasının yürütülmesine dair usule ilişkin bu güvence ile, sonucunda mahkûmiyet kararı dışında bir hüküm kurulan ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda, daha sonra yürütülecek yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması amaçlanır. Bu usule ilişkin yön kapsamında masumiyet karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usule ilişkin güvence olarak kamu görevlilerinin davalının suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar. Ancak bu husus, cezai meselelerde usule ilişkin güvence ile sınırlı olmayıp daha geniştir ve devletin hiçbir temsilcisinin mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu söylememesini gerekli kılar. Bu bağlamda, sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları, disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken masumiyet karinesi güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır. AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu eylemi nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, § 51). Bu bağlamda Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının sağladığı korumanın ikinci yönüne göre sanığın beraatiyle veya davanın düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında söz konusu kişiye, masumiyetine uygun bir muamelede bulunulması gerekir. Bu ikinci yönde maddenin genel amacı bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması düşen kişileri, itham edildikleri suçtan aslında suçlu olduklarını düşünen kamu görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda masumiyet karinesi -adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için- sağladığı usule ilişkin güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının korunmaması hâlinde Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil yargılanma güvenceleri teorik ve hayalî olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13227 | Başvuru, devlet memurluğundan çıkarılma işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması ve bu yargılama neticesinde ulaşılan sonuç esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kadıköy Kaymakamlığı tarafından 2/2/2021 tarihli kararla COVID-19 salgını nedeniyle toplum sağlığının korunması, kamu düzeninin sağlanması, salgının yayılmasının engellenmesi amacıyla ve toplumsal iç barışı tehdit edebilecek etkinliklerin gerçekleşme ihtimali gözönüne alınarak 2/2/2021 tarihinden itibaren yedi gün süre ile Kadıköy ilçesindeki tüm açık alanlarda gerçekleştirilmesi planlanan toplantı, miting, yürüyüş, basın açıklaması, konser gibi etkinlikler yasaklanmıştır. Bu karar 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin (Ç) fıkrası ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi uyarınca alınmıştır. Kadıköy Kaymakamlığı tarafından alınan yasaklama kararı, sosyal medya üzerinden protesto ve basın açıklaması için çağrılar yapan ilgili kişi ve kuruluşlara telefon, resmî tebligat ve basın açıklaması yoluyla ilan ve tebliğ edilmiştir. Güvenlik güçlerince yapılan tespite göre TKP/ML, PKK/KCK, DHKP-C gibi birtakım silahlı terör örgütlerinin katılımıyla oluşturulduğu iddia edilen Birleşik Mücadele Güçleri tarafından sosyal medya platformlarından bir üniversiteye rektör atanmasını protesto etmek amacıyla 4/2/2021 tarihinde İstanbul/Kadıköy'de yapılacak protesto ve basın açıklamasına katılma çağrısı yapılmıştır. Güvenlik güçlerince hazırlanan Olay ve Yakalama Tutanağı'na göre 4/2/2021 tarihinde bu çağrı üzerine basın açıklaması ve protestoya katılmak amacıyla Kadıköy'de 50 ila 60 kişilik bir grup toplanmıştır. Kadıköy Kaymakamlığı tarafından alınan yasaklama kararı, toplanan gruba birçok defa tebliğ edilmiştir. Grubun dağılmamakta ısrar etmesi, sözlü ve fiilî karşı koyması üzerine güvenlik güçlerince gruba müdahalede bulunulmuş ve aralarında başvurucunun da bulunduğu 61 kişi yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Cumhuriyet savcısı huzurundaki ifadesinde özetle yasaklama kararından haberi olduğunu, güvenlik güçlerinin gruba dağılması yönünde uyarıda bulunmadığını, anayasal güvence altında olan hakkını kullandığını belirtmiştir. Güvenlik güçlerince hazırlanan fezlekede ise olay tarihine ilişkin video kaydında başvurucunun slogan atarak eylem yapan ve dağılmamakta ısrar eden grupta yer aldığının ve yürüyüş yaptığının görüldüğü, başvurucunun bir siyasi partinin eş genel başkanı olduğu ve hakkında halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyana tahrik etme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçlarından devam eden yargılamalar bulunduğu bilgilerine, ayrıca başvurucunun birtakım sosyal medya paylaşımlarına yer verilmiştir. Aralarında başvurucunun da yer aldığı birçok şüpheli hakkında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından 2911 sayılı Kanun’un maddesinde düzenlenen kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan tutuklama kararı verilmesi talep edilmiştir. Tutuklama talebinde, başvurucunun atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedeninin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, müsnet suçun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde sayılı katalog suçlardan olduğu, güvenlik tedbirinin orantılı olduğu, cezanın üst sınırının gözetildiği belirtilmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği ( Sulh Ceza Hâkimliği) 9/2/2021 tarihinde başvurucu ve diğer bazı şüpheliler hakkında "... suçun vasfı..., suç mahiyetinin şüpheliler lehine değişme ihtimali, ...suçun alt ve üst sınırları, mevcut delil durumu, tutuklama ile umulan faydanın adli kontrol tedbirleriyle sağlanabileceği" gerekçesiyle tutuklama talebinin reddine, yurt dışına çıkamama ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliğince 18/2/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 19/3/2021 tarihinde öğrenmiş ve 26/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı tespit edilmiştir. İddianamede; Kadıköy'de muhtemel toplumsal olaylar gerçekleşeceğinin, basın açıklamaları ve gösteri yürüyüşleri yapılacağının, bazı gruplar organizesinde sosyal medya üzerinden Kadıköy'de 4/2/2021 tarihinde başta gerçek kişi ve sivil toplum örgütleri olmak üzere çeşitli marjinal gruplar tarafından toplantı amacıyla bireysel ve kitlesel çağrıların yapıldığının tespit edildiği, Kadıköy ilçesindeki tüm açık alanlarda gerçekleştirilmesi planlanan toplantı, basın açıklaması, konser gibi etkinliklerin Kadıköy Kaymakamlığı tarafından 2/2/2021 tarihinden itibaren yedi gün süreyle yasaklandığı, söz konusu yasaklama kararının sosyal medya üzerinden çağrılar yapan ilgili kişi ve kuruluşlara telefon, resmî tebligat ve basın açıklamasıyla ilan ve tebliğ edildiği, yasaklama kararına rağmen 4/2/2021 tarihinde daha önce yapılan çağrılar doğrultusunda planlanan basın açıklamasının yapılacağı yönünde çağrıların devam etmesi üzerine güvenlik güçlerince gerekli güvenlik tedbirlerinin alındığı, basın açıklaması için toplanan 50 kişilik grubun yasaklama kararına rağmen yürüyüşe geçmesinin ardından yasaklama kararı gruba tebliğ edilerek dağılmaları ve dağılmamaları hâlinde güvenlik güçlerince müdahale edileceği yönünde birçok kez uyarıda bulunulduğu, uyarıya rağmen grubun yürüyüş yapmak istemesi üzerine müdahale edilerek dağıtıldığı, bu sürecin birçok kez tekrarlandığı belirtilmiştir. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi), 29/3/2021 tarihinde adli kontrol tedbirinin niteliği, tedbirin konulduğu tarih ve kamu davasının açıldığı gözetilerek başvurucu hakkındaki konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına, yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol tedbirinin devamına ve başvurucu hakkında imza atmak suretiyle en yakın polis merkezine başvuruda bulunmak şeklindeki adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Yargılama, Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde derdesttir. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına ve iddiaların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/27498 | Başvuru, haksız olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Zübeyde Füsun Üstel 25/3/2019 tarihinde, Sharo İbrahim Garip 12/6/2018 tarihinde, Yasemin Gülsüm Acar 13/6/2018 tarihinde, Ayda Rona Aylin Altınay Cingöz 1/6/2018 tarihinde, Melda Tunçay 1/6/2018 tarihinde, İzzeddin Önder 3/9/2018 tarihinde, Canan Özbey 25/10/2018 tarihinde, Nazlı Ökten Gülsoy 21/11/2018 tarihinde ve Zübeyde Gaye Çankaya Eksen 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş ve incelemeye 2018/17635 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 3/7/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Hendek Olayları Anayasa Mahkemesinin Ayşe Çelik (B. No: 2017/36722, 9/5/2019, §§ 10-13) kararında hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi şu şekilde verilmiştir: " Türkiye'de uzun süredir devam eden, PKK'nın neden olduğu şiddetin ve terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla Hükûmet tarafından 2012 yılının sonlarından itibaren demokratik açılım adı verilen bir süreç başlatılmıştır. Çözüm süreci olarak da isimlendirilen ve yaklaşık üç yıl devam eden süreçte şiddet ve terör olayları önemli ölçüde azalmıştır. Güvenlik güçlerinin daha sonra yayımlanan raporlarına bakılırsa bu dönemde PKK terör örgütü bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapmış, 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet bu kez şehirlerde baş göstermiştir. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri; Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi; Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri; Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş ve buralara patlayıcılar yerleştirilerek bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Yaklaşık on ay süren şiddet olayları daha sonra hendek olayları olarak isimlendirilmiştir. Hendek operasyonları, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen, başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlardır. Güvenlik güçleri, anılan yerlere halkın giriş ve çıkışını engellemek isteyen terör örgütü mensuplarına operasyon düzenlemiş ve çatışmaya girmiştir. Bu operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaşanan kayıpların büyüklüğü konusunda 2016 yılının Mayıs ayında bazı resmî görevlilerin açıklamalarına göre en az 500 terörist öldürülmüş, 480 güvenlik görevlisi de şehit olmuş, ayrıca 000'in üzerinde güvenlik görevlisi de yaralanmıştır. Açık kaynaklarda yer alan, resmî olmayan ve doğrulanmamış bazı açıklamalara göre 100'ün üzerinde sivil hayatını kaybetmiş, 000'in üzerinde sivil ise yaralanmıştır. Buna ilave olarak en az 400 bin kişinin çatışma bölgelerinden başka bölgelere göç etmek zorunda kaldığı ileri sürülmüştür. Kesin rakamların yer aldığı resmî bir açıklama bulunmadığı gibi bu konuda güvenilir ve bağımsız herhangi bir rapor da Anayasa Mahkemesinin bilgisine sunulmamıştır."B. Başvurucuların İmza Verdiği Bildiri 11/1/2016 tarihinde 128 akademisyenin imzasıyla 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen ve yukarıda kısaca özeti verilen çatışma ve operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısı yapan bir bildiri yayımlanmıştır. "Barış İçin Akademisyenler Bildirisi" veya "Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi" olarak isimlendirilen bildirinin yayımlanmasını takip eden hafta içinde imzacı akademisyenlere destek olmak amacıyla gelen yeni imzalarla birlikte bildirinin nihai imzacı sayısı 200'ü aşmıştır. Değişik üniversitelerde görev yapan başvurucular da bildiriye imza atan akademisyenler arasındadır. Yurt içinden ve yurt dışından akademisyen ve entelektüellerin imza attığı bildiri metni Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde hazırlanmıştır. Bildirinin tam metni şöyledir:"Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz." Yayımlanmasından sonra kamuoyunda bildiriye yönelik sert eleştirilerde bulunulmuştur. İmzacı akademisyenler hakkında ceza soruşturmaları başlatılarak kamu davaları açılmış ve bazı üniversiteler, akademisyenlerin işine son vermiştir. Akademisyenlerin bir kısmı olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri (KHK) ile kamu görevinden ihraç edilmiş, bir kısmı çalıştıkları üniversitelerin yönetimlerince işten çıkarılmıştır. İmzacı akademisyenler hakkındaki disiplin işlemleri çeşitlilik göstermektedir. Bunlardan bir kısmı istifaya davet edilmiş veya emekli edilmiş, diğer bir kısmı ise üniversite öğretim üyeliğinden veya kamu görevinden çıkarılması talebiyle Yükseköğretim Kuruluna sevk edilmiş, görevden uzaklaştırılmış veya idari göreve son verilmesi işlemine maruz kalmıştır. Eldeki verilere göre çok sayıda akademisyen istifa etmiştir. Anayasa Mahkemesine sunulan belgelere göre bildiri nedeniyle gözaltına alınan ve tutuklanan akademisyenlerin de olduğu anlaşılmaktadır. Başvurunun görüşüldüğü tarih itibarıyla imzacı 2200 akademisyenden 785'i hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan ceza davası açılmıştır. Bunların bir kısmı hakkında ceza davaları devam ederken geri kalanlar değişen miktarlarda hürriyeti bağlayıcı cezalar ile cezalandırılmıştır. Başvurucular Hakkındaki Yargılamalar Zübeyde Füsun Üstel Uzun bir süre Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümünde öğretim üyeliği, daha sonra da Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Başkanlığı yapan başvurucu Zübeyde Füsun Üstel, bildirinin yayımlanmasından sonra emekli olmuştur. Bildirinin yayımlanmasından sonra başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan soruşturma başlatılmış ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 22/9/2017 tarihli iddianamesi ile ceza davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun da aralarında bulunduğu akademisyenlerin başvuruya konu bildiriyi imzalamaları nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütünün sorumlusu ve faili olduğu şiddet olayları karşısında silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yaptıkları ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/4/2018 tarihli kararı ile başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan sonuç olarak 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bir daha suç işlemeyeceğine kanaat getirilmediğinden başvurucu hakkında erteleme hükümlerinin uygulanmamasına karar vermiştir. İlk derece mahkemesi karar gerekçesinde, kısa adı PKK olan terör örgütü hakkında bazı genel bilgiler vererek bildirinin yayımlandığı dönemin şartlarına eğilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir: "PKK/KCK Terör örgütünün; Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik faaliyetlerde bulunmak, anayasal düzeni ve Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını bozmak ve bu amaca yönelik olarak; bu güne kadar aralıksız sürdürdüğü silahlı terör faaliyetleri ile binlerce sivil ve güvenlik gücünün ölümüne sebep olmak ve halen bu eylemlerine devam ederek bu haliyle çok sayıda vahim sayılacak eylemler gerçekleştirmek suretiyle terör faaliyetlerinde bulunmak olan ana amacı dikkate alındığında; suç tarihi olan 11/01/2016 tarihinde ülkemizin bir bölümünde yaşanan ve ülkemizi şiddet sarmalının içine sokmaya çalışan ve çatışmaları şehir merkezlerine taşımayı amaçlamak suretiyle 2015 yılının ikinci yarısı içerisinde doğu ve güneydoğu bölgesindeki belirli ilçe merkezlerine sızdırdığı teröristlerin yollara bombalı tuzaklarla barikatlar kurup aynı zamanda içerisine patlayıcılar yerleştirilmiş barikatlar oluşturup hendekler kazarak, sözde öz yönetim adı altında işgal eylemleri gerçekleştirdikleri, işgal edilen bu yerlerde yaşayan halktan evini terk etme imkanı bulamayanları rehin alan teröristlerin kadın, çocuk, yaşlı insanları kendisine kalkan olarak kullanmak suretiyle eylemlerde bulunarak bazı yerleşim yerlerinde devlet idaresinden bağımsız öz yönetim adı altında terör örgütü hakimiyetinde bölgeler yaratmayı amaçladığı açıktır. 2015 yılının ikinci yarısında ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesindeki bazı ilçe merkezlerinde terör örgütünün yapmış olduğu terör eylemleri nedeniyle yaşanan olaylar sonucunda bahse konu terör eylemlerinin ülkemiz açısından yaşattığı vehametin anlaşılması için örnekleme yoluyla bir takım istatistiki veriler aşağıda belirtilmiştir. 2015 yılının ikinci yarısında başlayıp 2016 yılının ikinci yarısında biten ve yaklaşık bir yıl süren yaşanan bu terör olaylarında;- 337 asker, 182 polis ve 13 korucu olmak üzere 532 güvenlik görevlisi şehit edilmiştir.- 228 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.- Güvenlik güçleri tarafından 2307 hendek ve barikat kaldırılmıştır.-Bahse konu ilçe merkezlerinde yaşanan terör eylemleri sonucunda Devletin vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak için almış olduğu sokağa çıkma yasağı kararı sonucunda 000 kişi doğrudan etkilenmiştir.-Bahse konu ilçe merkezlerinde PKK/KCK terör örgütünden kaynaklı yaşanan terör eylemleri sonucunda Devletin vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak için almış olduğu sokağa çıkma yasağı kararı sonucunda000 öğrenci eğitim hakkından mahrum kalmıştır.Terör örgütünün yaşanan bu eylemler ve bu eylemlerin sonucunda ortaya çıkan sonuçlar ile konuya uluslararası mahiyet kazandırma niyetinde olduğu ve ülkemizi uluslararası kamuoyu nezdinde küçük düşürme ve hatta ülkemize bu olaylar sonucunda uluslararası örgütler tarafından müdahale sonucunu doğuracak bir ortamı arzu ettiği açıktır." İlk derece mahkemesi "iç güvenlik harekatı, düşük yoğunluklu çatışma, uluslararası olmayan silahlı çatışma, iç karışıklık" kavramları etrafında bildirinin yayımlandığı tarihte devam eden çatışmaların iç hukuka uygun olarak yapıldığı değerlendirmesini yapmış ve şunları ilave etmiştir:"...Aksinin kabulü halinde devletin vatan toprağında terör örgütünün şiddet içeren eylemlerine kayıtsız kalması ve vatandaşlarına sahip çıkmaması gibi bir sonuç doğacağı aşikardır. Yaşanan bu süreçte sözdebarış çağrısı yapan ve sivillerin zarar görmemesini isteyen kişilerin Devletten terörle mücadele etmemesininve terör örgütünün şiddet içeren eylemlerine kayıtsız kalmasını beklemesinin ve yine devletin tamamen iç hukuka ve uluslararası hukuka uygun eylemlerini katliam, kasıtlı ve planlı kıyım olarak nitelendirmesinin çelişki içerdiği açıktır." İlk derece mahkemesine göre PKK'nın varoluş amacı bir kısım ülke toprağını devlet idaresinden ayırıp bağımsız ayrı bir devlet kurulmasını sağlamaktır. PKK 2015 yılının ikinci yarısında Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki belirli ilçe merkezlerine bazı teröristleri sızdırmış, özyönetim adı altında işgal eylemleri gerçekleştirmiş, yollara bombalı tuzaklarla barikatlar kurmuş ve hendekler kazmıştır. Mahkeme, teröristlerin çatışma bölgesinde yaşayan halkın bir kısmını rehin aldıklarını ve kendilerine kalkan olarak kullandıklarını, buna karşın güvenlik güçlerinin vatandaşların zarar görmemesi için azami gayret sarf ettiğini, sokağa çıkma yasağının ise zorunlu olarak ilan edildiğini ifade etmiştir. Mahkeme, terör örgütünün bulabildiği tüm araçları kullanarak kamuoyuna çatışmaları güvenlik güçlerinin sivil vatandaşlara karşı sebepsiz öldürme ve imha eylemi olarak tanıttığını, terör örgütü ile destekçilerinin, güvenlik güçlerini saldırgan olarak gösterdiğini ve olayların gerçek sorumlusu olan teröristleri akladığını belirtmiştir. Cumhuriyet Savcılığı iddianamesinde bir üst düzey PKK'lının 22/11/2015 tarihinde yaptığı "Aydın ve demokratik çevreler öz yönetimlere sahip çıksın" şeklindeki bir çağrı üzerine başvuruya konu bildirinin imzalandığını ileri sürmüştür. İlk derece mahkemesine göre -iddianamede ileri sürülen- söz konusu çağrı talimat mahiyetindedir ve iki ay kadar sonra yargılamaya konu edilen bildiri yayımlanmıştır. Mahkeme, bildiride olayların sorumlusunun devlet olduğu algısının yaratılarak yalnızca devlete çağrı yapıldığını, aynı mahiyette bir çağrının terör örgütüne yapılmasının düşünülmediğini belirtmiş ve bunun sanığın sözde aydın, barışçı, demokrat, sorumluluk sahibi ve tarafsız akademisyen kimliği ile bağdaşmadığı kanaatine de ulaşmıştır. Mahkeme açıklamalarına şu şekilde devam etmiştir:"...sanığın bu bildiriyle PKK/KCK silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, bu tarz yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde terör örgütü propagandasını yaptığını bilmemesi, bu bildirinin silahlı terör örgütünün propagandasında bir araç olarak kullanılacağını düşünmemesi de hiç bir şekilde tarafsız, barış yanlısı ... sözde aydın akademisyen kimliği ile bağdaşmamaktadır. Nihayetinde; yayımlanan bildiride PKK/KCK silahlı terör örgütünün yaşanan bu süreçte sorumluluğunun olduğu, ...bu sürece ve olaylara neden olduğu ve ...terör örgütünün ...eylemlerinin ...yaşanan ölümlere sebebiyet verdiği yönünde hiç bir tespit, eleştiri veya görüş bildirmemesi de sanığın aslında silahlı terör örgütü PKK/KCK'yı koruma ve kollama saiki içinde hareket ettiğini açıkça ortaya koymaktadır." Mahkeme daha sonra başvurucunun bildiriyi bu platform için açılan mail adresine e-posta göndermek suretiyle imzaladığını tespit etmiş ve nihai değerlendirmelerini şöyle yapmıştır: "...terör örgütünün ...eylemlerini kamuoyunun dikkatinden kaçırmak ve olayların tek sorumlusunun devlet güvenlik güçleri olduğunu anlatmak amacı taşıyan bildirinin içeriğinde 'katliam', 'işkence', 'sürgün', 'kasıtlı ve planlı kıyım' gibi ...kavramların bilinçli olarak seçilerek kullanıldığı ...nazara alındığında sanığın PKK/KCK terör örgütünün doğu ve güneydoğudaki bazı yerleşim birimlerinde örgüt militanları tarafından yollara barikatlar kurulması, hendekler kazılması ve bombalı tuzaklar yerleştirilmesi ve sözde özyönetim adı altında işgal eylemleri gerçekleştirmesi ve özellikle sivil vatandaşlar açısından bölgeyi yaşanmaz hale getirmesi... bu yerde yaşayan ve evini terk edemeyenleri rehin olarak alan ve canlı kalkan olarak kullanan teröristlere karşı yasanın verdiği yetki ve sorumlulukla azami gayret göstererek mücadele eden güvenlik güçlerinin operasyonlarını orada yaşayan sivillere karşı yapılıyormuş gibi göstermeye çalışması ...eyleminin terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek mahiyette olduğu... sanığın PKK/KCK terör örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği... Sanığın [bildiriyi] elektronik ortamda imzalaması ve ...isminin 'Barış için akademisyenler platformu' isimli internet sitesinde... yayımlanacağını bilmesi... nedeniyle ...suçu basın ve yayın yoluyla işlediği sabit olduğundan cezasında 3713 sayılı yasanın 7/2- cümle gereğince 1/2 oranında artırım yapılmasına ...karar verilmiştir....Sanığın muvafakatı bulunmadığı anlaşıldığından hakkında... hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin kanunen uygulanmasına yer olmadığına, yine sanığın savunmaları dikkate alındığında, işlediği suçtan dolayı herhangi bir pişmanlığının bulunmadığı ve ayrıca mahkememizce pişmanlık göstermeyen kişiliği gözetildiğinde suç işlemekten çekineceğine dair kanaat oluşmadığı anlaşılmakla TCK'nın maddesinde yer alan erteleme hükümlerinin takdiren uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiş[tir]..." İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 25/2/2019 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 28/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Sharo İbrahim Garip Başvurucu Sharo İbrahim Garip, lisans ve lisansüstü öğrenimini Köln Üniversitesi Ekonomi Bölümünde tamamlamış olan Alman vatandaşı bir akademisyendir. Avrupa'da çeşitli üniversitelerde akademik faaliyetlerde bulunduktan sonra 2014 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sosyoloji ve Metodoloji Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaya başlamıştır. Başvurucu hakkında başvuruya konu bildiriye imza attığı gerekçesiyle Van Cumhuriyet Başsavcılığınca, terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Van Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/1/2016 tarihli kararı ile başvurucunun yurt dışına çıkmamak şeklinde adli kontrol altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında yürütülen soruşturma, Van Cumhuriyet Başsavcılığının 27/1/2016 tarihli yetkisizlik kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkındaki soruşturmayı diğer akademisyenler hakkında yürütülen soruşturma dosyası ile birleştirmiştir. Başvurucuyla ilgili soruşturma yaklaşık iki yıl sürmüş ve bu süre zarfında hakkındaki yurt dışı çıkış yasağı kaldırılmamıştır. Soruşturma dosyasında aynı koşullardaki 000'i aşkın sayıda Türk ve yabancı akademisyen hakkında işlem yapılmasına ve yabancı uyruklu olmasına rağmen hakkında yurt dışı yasağı uygulanan tek akademisyenin başvurucu olduğu ileri sürülmüştür. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bildiriye imza atan tüm akademisyenler hakkında 2016/5734 soruşturma sayılı dosya üzerinden soruşturma yapmakta iken daha sonra her bir akademisyen hakkında ayırma kararları vererek ayrı iddianameler düzenlemiştir. Başvurucu hakkında da terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla 22/11/2017 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir. Mahkeme; yapılan yargılama neticesinde 23/2/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkeme, birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesi ile aynı gerekçelere dayanmıştır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/5/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 15/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yasemin Gülsüm Acar Başvurucu Özyeğin Üniversitesinde sosyal psikoloji alanında öğretim görevlisi olduğu sırada bildiriyi imzalamıştır. Başvurucu hakkında da terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla 17/10/2017 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde 12/4/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Mahkeme, birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesi ile aynı gerekçelere dayanmıştır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/5/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 16/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayda Rona Aylin Altınay Cingöz İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İngilizce İktisat Bölümünde öğretim görevlisi olan başvurucu on altı yıllık akademisyendir. Bildirinin 11/1/2016 tarihinde yayımlanmasından sonra başvurucu 20/1/2016 tarihinde bildiriye desteğini geri çektiğini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanlığına iletmiştir. Başvurucunun bildiriden desteğini çektiğini bildirmesi üzerine idari soruşturma ceza verilmemesi ile sonuçlanmıştır. Buna karşın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 26/9/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde 23/2/2018 tarihli ikinci duruşmada başvurucunun isnat edilen suçtan neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek başvurucu hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Mahkeme birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesi ile aynı gerekçelere dayanmıştır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 4/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Canan Özbey Başvurucu Canan Özbey, siyaset bilimi alanında doktora öğrencisidir. Başvurucu; bildirinin İngilizce metnini görmediğini, Türkçe metnini imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu hakkında 11/10/2017 tarihinde ceza davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde 17/7/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek başvurucu hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Mahkeme, birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesi ile aynı gerekçelere dayanmıştır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 25/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Melda Tunçay Melda Tunçay kimya profesörü iken Marmara Üniversitesinden emekli olmuştur. Başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla 10/10/2017 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde 5/4/2018 tarihinde, başvurucunun isnat edilen suçtan neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Birinci başvurucunun yargılandığı mahkemeden farklı bir mahkemede yargılanan başvurucu hakkında ilk derece mahkemesi birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesine benzer gerekçelere dayanmıştır. Bu Mahkeme de bildirinin terör örgütünün eylemlerini kamuoyunun dikkatinden kaçırma ve olayların tek sorumlusunun devlet güvenlik güçleri olduğunu anlatma amacı taşıdığını kabul etmiştir. Buna göre bildiride terör örgütüne yönelik operasyonlar sivillere karşı yapılıyormuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle de "bildiriyi imzalayan sanığın eylemi terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek mahiyette terör örgütüne destek amaçlı olduğu" açıktır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 7/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İzzeddin Önder İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesinde görev yapan başvurucu uzun süre ulusal gazetelerde köşe yazarlığı da yapmıştır. Başvurucu İzzeddin Önder hakkında 25/9/2017 tarihinde ceza davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde 23/2/2018 tarihinde, isnat edilen suçtan başvurucunun 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Mahkeme, birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesi ile aynı gerekçelere dayanmıştır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 9/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Nazlı Ökten Başvurucu, Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesi iken bildiriyi imzalamıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca açılan ceza davası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. Yapılan yargılama neticesinde 26/9/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Mahkeme, birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesi ile aynı gerekçelere dayanmıştır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 22/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Zübeyde Gaye Çankaya Eksen Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünde öğretim üyesi iken bildiriyi imzalayan başvurucu hakkında açılan ceza davası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. Yapılan yargılama neticesinde 26/9/2018 tarihinde başvurucunun neticeten 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirilerek hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Mahkeme, birinci başvurucunun mahkûmiyet gerekçesi ile aynı gerekçelere dayanmıştır. HAGB kararına yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 24/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesi 29/6/2006 tarihli ve 5532 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilmiştir. Maddenin propaganda suçunu düzenleyen ikinci fıkrasının değişiklikten önceki hâlinin ilgili kısmı şöyledir: "Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır..." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin propaganda suçunu düzenleyen ikinci fıkrasının 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen ve somut olayda başvurucular hakkında uygulanan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır... ” Anılan değişikliğin gerekçesi şu şekildedir:"AİHM, şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır."Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye "cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde" ibaresi eklenerek suçun kapsamı AİHM standartlarına uyumlu hale getirilmektedir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren ilk hâlinin örgüt propagandasına ilişkin (8) numaralı fıkrası şöyledir: "Örgütün veya amacının propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasında 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun'un maddesi ile değişiklik yapılmış "veya amacının" ibaresi madde metninden çıkartılmıştır. Maddenin (8) numaralı fıkrasının değişiklikten sonraki hâli şöyledir: "Örgütün propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasında 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile bir kez daha değişiklik yapılmıştır. Maddenin (8) numaralı fıkrasının değişiklikten sonraki nihai hâli şöyledir: "Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." Söz konusu değişikliğin gerekçesi şöyledir:"Maddede yapılan değişiklikle, Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinde yapılan düzenlemeye paralel olarak örgüt propagandası suçunun unsurları yeniden belirlenmekte ve hangi fiillerin propaganda suçunu oluşturacağı hususu daha somut hale getirilerek AİHM standartlarıyla uyum sağlanmaktadır." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle; terör örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapan kişinin bir yıldan beş yıla kadar hapisle cezalandırılması, suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde cezanın yarı oranında artırılması öngörülmüştür. 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasında da benzer bir düzenlemeye gidilerek; suç örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişinin bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılacağı, suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde de cezanın yarı oranında artırılacağı ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasında amaç propagandası metinden çıkarılmıştır. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Dairesinin 29/9/2016 tarihli ve E. 2016/1297, K. 2016/4872 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunun maddesi ile 3713 sayılı Kanunun maddesinin fıkrasında yapılan değişiklik sonucu; terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; örgütün 'cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde' yapılması zorunlu kılınmıştır.Toplantı veya gösteri yürüyüşünde olsun veya olmasın; yazı veya sözler (atılan slogan, taşınan pankart veya giyilen üniforma) ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın kimliği, konumu, konuşulan yer ve zaman gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;... Ceza Mahkemesinin 2001/144 Esas sayılı dosyasında devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak suçundan verilen hükmün tefhimi sonrasında; 'biji serok apo' şeklinde terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da teşvik eden içerik taşımayan slogan attığı kabul edilen eylemde, olayın meydana geldiği yer ve muhatap kitle de dikkate alındığında propaganda suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,.." Yargıtay Ceza Dairesinin 9/6/2016 tarihli ve E. 2015/8605, K. 2016/3876 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"II- Sanıklar ... ve ... hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarına gelince;A- İfade özgürlüğü T. Anayasasının ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşmenin maddesi ile teminat altına alınmıştır.İfade özgürlüğünün kullanımına meşru bir müdahale için;1-Müdahalenin kanunlarda öngörülmüş olması,2-Ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu emniyeti, kamu düzeninin sağlanması ve suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın korunması, ahlakın, başkalarının şöhret ya da haklarının korunması, gizli tutulması kaydıyla alınmış bilgilerin açıklanmalarının engellenmesi ve yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasına ilişkin değerlerden bir veya bir kaçını korumaya yönelik olmalıdır.3-Müdahale demokratik bir toplumda gerekli bulunmalıdır.İfade özgürlüğü terörle mücadele kapsamında en çok müdahale ve sınırlamaya maruz kalan temel haklardandır. Nitekim 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/ maddesindeki propaganda yasağı bu duruma örnek teşkil etmekle birlikte kanun koyucu maddede zaman zaman yaptığı değişikliklerle özgürlüğü genişletmiştir. Bu amaçla 2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunun maddesi ile yapılan değişiklik sonucu; terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; örgütün 'cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde' yapılması zorunlu kılınarak, sınırlamanın AİHS uygun hale getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak, aynı Kanunun maddesinin fıkranın b bendinde ise; toplantı ve gösteri yürüyüşünde gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;1-Örgüte ait resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, 2-Slogan atılması, 3-Ses cihazları ile yayın yapılması, 4-Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi, Şeklindeki fiil ve davranışlar propaganda suçundan cezalandırılacaktır. Bu düzenleme ile kanun koyucu herhangi bir unsurun varlığına bağlı olmaksızın bu suçun oluşacağı kabul edilmek suretiyle ifade özgürlüğü parametrelerini dışlayan tipe uygun eylem tanımlaması yapmıştır.T. Anayasasının 90/son maddesine göre; 'usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konularda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.'Temel hak ve hürriyetlere ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ekli protokoller Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmıştır. Anayasal düzenleme karşısında, ifade özgürlüğüne ilişkin Avrupa Sözleşmesinin maddesi bir iç düzenleme şekline dönüşmüştür.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de; kişinin hakkı ile toplumun çıkarı ve özellikle kişinin temel ifade özgürlüğü hakkı ve demokratik toplumun terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı kendini korumaya ilişkin meşru hakkı arasında bir denge kurulması ihtiyacını beraberinde getirmektedir. (Zana v. Türkiye) Devletlerin terör ile mücadelesinin zorluklarına vurgu yaparak, müdahalenin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, hedeflenen meşru amaca uygun olup olmadığı, devlet yetkililerince ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı ortaya konulmalıdır.Terör ile mücadele kendine özgü bir takım zorlukları barındırdığından devletler bu mücadelede daha geniş bir takdir marjına sahip olduğu kabul edilmekle birlikte terör ile mücadele de bir hukuk rejimidir. Uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihmal edilebileceği bir alan değildir.Toplantı veya gösteri yürüyüşünde olsun veya olmasın; yazı veya sözler (atılan slogan, taşınan pankart veya giyilen üniforma) ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın siyasi kimliği, konumu, konuşulan yer ve zamanı gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır.İfade özgürlüğü sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler içinde uygulanabilmelidir.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;2012 tarihinde gerçekleştirilen toplantı ve gösteri yürüyüşünde gruba yönelik sanık ...'ın okuduğu basın açıklaması metni ile sanık ...'ın taşıdığı pankartın terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı söz konusu basın açıklaması metni ve pankart içeriğinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde, yasal olmayan gerekçeyle propaganda suçundan mahkumiyet hükmü kurulması, ...Kanuna aykırı, ... hükümlerin bu sebeplerden dolayı bozulmasına, 2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 17/7/2015 tarihli ve E. 2015/2742, K. 2015/2316 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:".... [Önceki karardaki ilkelere aynen yer verilmiştir]Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, sanığın nevruz etkinlikleri sırasında bulunduğu araç camından dışarıya sarkarak terör örgütü lehine sloganlar attığı, daha sonra içinde bulunduğu topluluğun cebir ve şiddete başvurmadan kendiliğinden dağıldığı olayda propaganda suçunun oluştuğu gerekçesiyle mahkumiyet hükmü kurulmuş ise de atılan sloganların terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde, yasal olmayan gerekçeyle propaganda suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,Kanuna aykırı olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı bozulmasına, 2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 9/2/2016 tarihli ve E. 2015/7466, K. 2016/1025 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Terör örgütünün propagandası suçunun oluşumu için; faaliyetleri devam eden bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri teşvik edecek şekilde yapılması gereklidir...Dairemizin uygulamaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına göre; kullanılan yazı, sözler veya araçların; 1- Şiddet, bir araç olarak görülüyorsa; 2- Kişiler hedef gösterilip kanlı bir intikam isteniyorsa;3- Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru bir yol olduğu ileri sürülüyorsa;4- İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortamı kışkırtıyorsa;İfade özgürlüğünün sınırlandırılması makul görülebilecektir. Somut olayda çeşitli sendikalar ve legal sivil toplum kuruluşlarının yasal izin alarak organize ettiği cebir veya şiddete başvurmaksızın sonlanan 1 Mayıs gösterisinde 'Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş' şeklinde atılan sloganın şiddeti çağrıştırsa bile toplumda bilinen ve kalıplaşmış sözlerden olduğu, izinli ve olaysız gösteride atıldığı ulusal güvenlik ve kamu düzeni üzerindeki potansiyel etkisinin sınırlı olduğu ve ciddi bir tehlike yaratmadığı gibi, diğer sloganlarla birlikte değerlendirildiğinde genelinde hükümet icraatlarını eleştiri mahiyetinde ifadeler içerdiği, vahamet arz eden eylemlerin sanığın doğum tarihinden önce gerçekleştiği gözetildiğinde silahlı terör örgütü olduğu kabul edilen THKP/C ile toplantıyı organize eden legal dernekler arasında örgütsel bağlantıyı gösterir hiyerarşik ilişkiyi sanığın tespit etme olanağının bulunmamasına göre silahlı terör örgütünün propagandası kastı ile hareket ettiği savunmasının aksi sabit olmadığından yerel mahkemenin kabulünde isabetsizlik görülmediğinden;Yapılan yargılama sonunda sanığa yüklenen suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazının reddiyle..."B. Uluslararası Hukuk 6/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) giriş bölümünün ilgili kısmı şöyledir:''Avrupa Konseyi'nin üye devletleri ve imzacılar olarak;Terörizmi önlemek için etkin önlemler almayı ve özellikle, terör suçlarını işlemeyi alenen tahrike, terörist saflara katmaya ve eğitime karşı mukabelede bulunmayı arzu ederek;...Bu Sözleşmenin mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde olmadığını kabul ederek;Terörist eylemlerin doğası veya koşulların gereği olarak, halkı sindirmek veya bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir eylemi yerine getirmeye veya yerine getirmekten kaçınmaya haksız olarak zorlamak veya bir ülkeyi veya uluslararası bir örgütü ciddi biçimde istikrarsız hale getirmek veya temel siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yıkmak amacını güttüklerini hatırda bulundurarak;Aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin "Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17635 | Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza veren başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, infaz erteleme talebinin reddedilmesi kararına karşı kanun yolu öngörülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2012 tarihli kararı ile taksirle bir kişinin ölümüne sebep olma, bir kişiyi de yaralama suçlarından 3 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 24/2/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi sonrasında cezanın infazı için Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) çıkardığı çağrı kağıdı 7/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, cezanın infazına hemen başlandığı takdirde eş ve çocuklarının mağduriyet yaşayacağını belirterek Başsavcılıktan cezanın infazının 1 yıl süre ile ertelenmesini talep etmiştir. Başsavcılık, 11/7/2014 tarihli kararı ile bildirilen mazeretlerin 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında sayılan veya benzer nitelikteki mazeretlerden olmadığı gerekçesiyle Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince infazın ertelenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 17/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13647 | Başvuru, infaz erteleme talebinin reddedilmesi kararına karşı kanun yolu öngörülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma işleminin iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz, hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 30/4/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 10/9/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak gerekçesiz, adil olmayan bir karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20013 | Başvuru, kamulaştırma işleminin iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz, hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir siyasi partinin ilçe binasında açlık grevi yapanların ziyaret edildiği gerekçesiyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1971 doğumlu olup olay tarihinde Diyarbakır'da Merkez Celal Güzelses İlköğretim Okulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen/Sendika) Diyarbakır Yönetim Kurulu üyesi ve Şube sekreteri olarak sendikal faaliyet yürütmektedir. Olay tarihinde, (Kapatılan) Demokratik Toplum Partisinin (DTP) Diyarbakır Merkez ilçe binasında ceza infaz kurumundaki koşullara dikkat çekmek amacı ile grev yapılmaktadır. Başvurucu 16/5/2007 tarihinde açlık grevi yapanları ziyaret etmiştir. Başvurucu hakkında DTP'nin binasında açlık grevinde bulunanları ziyaret ettiği gerekçesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin D bendinin (o) alt bendi (bkz. § 18) uyarınca 20/11/2007 tarihinde bir yıl süre ile kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası verilmiştir. Başvurucu hakkındaki muhakkik raporunda yer alan tespitlerin bir kısmı şöyledir:"...İlimiz Emniyet Müdürlüğünün ... yazılarında; İlimiz Merkezinde faaliyet gösteren 'Tutuklu Hükümlü Aileleri Demokratik Hukuk ve Dayanışma Derneği (TUHAD-DER) tarafından İmralı'da tutuklu bulunan PKK/KONGRAGEL terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın sağlık durumuna dikkat çekmek amacıyla 16/7/2007 günün saat 00 sularında İlimiz Celal Güzelses İlköğretim Okulunda sınıf öğretmeni olarak görev yapan [başvurucunun] DTP Merkez ilçe binasına gelerek açlık grevine katılan kişileri ziyaret ettiği belirtilerek [başvurucunun] DTP Merkez ilçe binasına gittiğine ilişkin iddia resim ve CD kaydıyla desteklenmiştir. [Başvurucu] ise ifadesinde; DTP Merkez ilçe binasına yaptıkları ziyaretin DTP ve PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ı desteklemek amacıyla yapılmadığını belirterek Diyarbakır Demokrasi Platformu bileşeni olarak Eğitim-Sen adına katıldığını belirtmiş ise de, söz konusu ziyaretin bir siyasi parti binasında olması ve devlet memuru olan [başvurucunun] DTP Diyarbakır merkez ilçe binasında açlık grevinde bulunanları ziyaret etmesi fiilinin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde belirtilen 'Devlet memurları ...herhangi bir siyasi parti... yararına davranışta bulunamazlar' hükmüne aykırı hareket ettiği anlaşılmaktadır.Bu duruma göre [başvurucunun] DTP...binasına gittiği iddiasının sübuta erdiği ve sübuta eren bu fiiilin 657 sayılı Kanunun...maddesi uyarınca 'herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak' kapsamında olduğundan, '1 yıl kademe ilerlemesinin durdurulması' cezası ile cezalandırılmasının uygun olacağı..." Başvurucu anılan işlemin iptali ve uğradığı zararın tazmini talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 12/6/2009 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme;i. Kararının gerekçesinde 657 sayılı Kanun'un memurların siyasi faaliyette bulunması ve öngörülen yaptırıma ilişkin ve maddesinin D bendinin (o) alt bendine atıfta bulunmuştur. Yine 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu'nun "Sendika ve Konfederasyonların Yetki ve Faaliyetleri" başlıklı maddesine değinen Mahkeme 16/5/2007 tarihinde Diyarbakır Merkez ilçesinde bulunan DTP binasında ceza infaz kurumundaki koşullara dikkat çekmek amacı ile grev yapıldığını, bu grevin bir parti binasında yapılması karşısında grevin bir parti eylemi olduğunun kabulü gerekeceğini, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve başvurucunun yöneticisi olduğu Sendikanın da grevi yapan kişileri ziyaret etmelerinin anılan grevi destekledikleri anlamına geleceğini belirtmiştir.ii. Bu şekilde ziyaret yapanların bir parti faaliyetini desteklediklerinin açık olduğunu, bu durumun parti yararına faaliyet niteliği taşıdığını, başvurucu tarafından da bahsi geçen ziyaret gerçekleştirilmekle greve ve dolayısıyla parti faaliyetine destek verildiğini ifade etmiştir.iii. Her ne kadar başvurucu, Sendikayı temsilen ziyarete katıldığını ileri sürse de 4688 sayılı Kanun'un maddesine göre sendikanın faaliyetlerinin ancak kamu görevlilerini ilgilendiren meselelerle sınırlı olduğuna ve yapılan ziyaretin ise kamu görevlileri ile ilgili bir yanının bulunmadığına dikkat çekmiştir.iv. Bu durumda başvurucunun DTP binasında grev yapanları ziyaret ederek fiilen bu Parti yararına faaliyette bulunduğunu ve bu suretle 657 sayılı Kanun'un yukarıda anılan maddesinde belirtilen fiilin faili olduğunu belirterek disiplin cezasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığına karar vermiştir.v. Başvurucunun işlem nedeni ile yoksun kaldığını öne sürdüğü parasal hakların tazmini istemini, dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun ortaya konulmuş olması nedeniyle reddetmiştir.Başvurucu kararı temyiz etmiştir. Danıştay 2/4/2013 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de 7/11/2014 tarihinde Danıştayca reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 19/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında mevcut başvuruya konu soruşturma dışında iki ayrı disiplin soruşturması daha yürütülmüştür. Bu soruşturmaların konusu 21/4/2007 tarihinde DTP'nin Belediye Konukevi önünde düzenlediği basın açıklamasına katılma ve 15/6/2007 tarihinde yine DTP'nin Sur Belediye Başkanı ve Meclis üyelerinin bir parkta düzenlediği basın açıklamasına katılma eylemleridir. Başvurucu 21/4/2007 tarihli olay nedeniyle bir yıl süre ile kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası almıştır. Bu cezaya ilişkin olarak başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmış olup 24/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi nedeniyle yeniden yargılama yapılması yönünde karar vermiştir (Hasan Güngör, B. No: 2013/6152, 24/2/2016). Başvurucu 15/6/2007 tarihli olay nedeniyle fiilin tekerrür etmesinden dolayı Millî Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 16/4/2008 tarihli kararıyla memuriyetten ihraç edilmiştir. A. Ulusal Hukuk Anayasa'nın maddesinin fıkrası şöyledir:"Hâkimler ve savcılar, Sayıştay dahil yüksek yargı organları mensupları, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, Silahlı Kuvvetler mensupları ile yükseköğretim öncesi öğrencileri siyasî partilere üye olamazlar." 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler." Anılan Kanun'un maddesinin D bendinin (o) alt bendi şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:D - Kademe ilerlemesinin durdurulması : Fiilin ağırlık derecesine göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 - 3 yıl durdurulmasıdır.Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...o) Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak.” Aynı Kanun'un maddesinin E bendinin (a), (b), (c) ve (ı) alt bentleri şöyledir: " E - Devlet memurluğundan çıkarma : Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır.Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a)İdeolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, kamu hizmetlerinin yürütülmesini engelleme , işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmak,b) Yasaklanmış her türlü yayını veya siyasi veya ideolojik amaçlı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya bunları kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek,c) Siyasi partiye girmek,...ı) Siyasi ve ideolojik eylemlerden arananları görev mahallinde gizlemek,"B. Uluslararası Hukuk AİHM'in Kara/Türkiye (B. No: 22766/04, 30/6/2009) kararı şu şekilde özetlenebilir:i. Başvurucu, Anadolu Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneğinin (TAYAD) başkanıdır. Derneğin Yönetim Kurulu 29/11/2000 tarihinde F tipi ceza infaz kurumuna nakledilmelerini protesto etmek üzere o dönemde açlık grevi başlatan tutukluları desteklemek amacıyla 1/12/2000 tarihinden itibaren üyelerinin de belirli olmayan bir süre için açlık grevine başlamalarına karar vermiştir. 2/12/2000 tarihinde Dernek bir broşür dağıtmıştır. Ceza infaz kurumlarında yapılan açlık grevlerini desteklemek amacıyla dışarıda başlatılan açlık grevi nedeniyle başvurucu hakkında açlık grevi organize etmek ve broşür dağıtmak suçlarından 6 ay hapis cezasına hükmedilmiş ve bu ceza 000 TL (günümüzdeki nominal karşılığı yaklaşık 547 TL) para cezasına çevrilmiştir.ii. Başvurucunun TAYAD üyesi olduğunu hatırlatan AİHM, olayın meydana geldiği dönemde yeni ceza infaz kurumu rejiminde koğuş yerine bir ila üç kişilik yaşam birimleri öngören F tipi ceza infaz kurumu kurulmasını protesto etmek amacıyla tutukluların açlık grevleri başlattığını belirtmiştir. AİHM, başvurucu ve diğer TAYAD üyelerinin bu iki tip eylemi uygulamaya koyarak sadece ceza infaz kurumlarında başlatılan açlık grevleri ve F tipi ceza infaz kurumlarının kendi deyimleriyle içler acısı durumdaki tutukluk koşulları hakkında kamuoyunun duyarlılığını artırmayı amaçladıklarını ifade etmiştir. AİHM'e göre başvurucu somut olayda başkalarını açlık grevi yapmaya veya şiddet uygulamaya ya da silahlı direnişe ve ayaklanmaya teşvik etmemiş, sadece aralarında yakın akrabasının da bulunduğu tutuklularla dayanışma içinde yapılan bu eylemler vasıtasıyla Türk toplumunun gündeminde olan bir konu üzerinde kamuoyunun duyarlılığını artırmak istemiştir. iii. Sonuç olarak AİHM, demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün çok önemli bir yeri olmasına da vurgu yaparak verilen cezanın demokratik toplumda gerekli olmadığını belirtmiş ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Devlet memurları söz konusu olduğunda görüşlerin dengeli ve siyaseten yansız olarak açıklanıp açıklanmadığı, kişisel tavırlar sergilenip sergilenmediği ve tarafsızlıklarının güvence altında olup olmadığı ifade özgürlüğü incelemesinde değerlendirmeye alınır. Bu bağlamda AİHM uygulamalarında memurun bulunduğu konum ile görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesini belirlemede ulusal makamlara bir takdir marjı tanınmaktadır (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, § 28; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). Devletin kamu hizmetinde çalışan memurlarına bir bağlılık görevi getirmesi, ödev ve sorumluluklar yüklemesi memurların statüleri gereği meşru kabul edilebilir bir durumdur. Fakat devlet memurlarının da birey olduğu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlere sahip olduğu ve bu nitelikleriyle AİHS’in ve maddelerinden yararlanma haklarının bulunduğu şüpheden uzaktır (İsmail Sezer/Türkiye, § 52; Vogt/Almanya, § 53). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1554 | Başvuru, bir siyasi partinin ilçe binasında açlık grevi yapanların ziyaret edildiği gerekçesiyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 19/10/2007 tarihinde Mersin Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı anonim şirket hissedarlığının tespiti ve tescili davasında usul ve yasaya uygun yargılama yapılmadığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir. Başvuru, 26/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hissedarı olduğu Özel Mersin Eğitim Öğretim Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin genel kurulu tarafından hukuka aykırı olarak ortaklıktan çıkarıldığı, şirketteki hisselerinin hukuka aykırı olarak H.İ.'ye geçirildiği iddiasıyla 19/10/2007 tarihinde Mersin Asliye Ticaret Mahkemesinde şirket aleyhine açtığı davada hissedarlığının tespitini ve ticaret siciline tescilini talep etmiştir. Mahkemenin 14/10/2010 tarih ve E.2007/506, K.2010/267 sayılı kararıyla başvurucunun davalı şirkete aynî sermaye olarak adına kayıtlı Mersin ili Tarsus ilçesi Bölge Konaklar köyü 373 parselde kayıtlı taşınmazını koyması karşılığında şirketin diğer ortaklarından 4960 hisse almak suretiyle ortak olmak istediği ve aralarında protokol imzalandığı, bu protokolün maddesinde açıkça yer alan "... Hediye Yıldırım'a hisse devri, yönetim kuruluna alınması ve imza yetkisi verilmesi hususunda genel kurulun yapılıp ticaret sicilinde tescili yapılmadığı takdirde taşınmazın bugünkü değerinin iki katı değeri alınacak çeklere yazılıp şirket ortakları aleyhine icra takibine geçilecektir. Hediye Yıldırım'ın ortaklıktan çıkarılması halinde yine taşınmazın rayiç bedelinin iki katı kadar çekler yazılmak suretiyle çekler icrai takibe konulacaktır." şeklindeki düzenleme ile tarafların anlaştığı, ancak başvurucunun protokole uyulmaması üzerine protokoldeki maddede öngörülen şartı işleterek takip yoluyla alacağını tahsil ettiği, bu durumun başvurucu tarafından Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan E.2006/90 sayılı tapu iptali ve tescil davasında verilen karar ile sabit hale getirildiği, protokol uyarınca taşınmazın ortaklık için aynî sermaye olarak kabulü ile karşılığında diğer ortaklardan hisse alma hususu gerçekleşmediğinden başvurucunun seçimlik hak olarak protokolde öngörülen çekleri icra takibine koyduğu ve satışı yapılan taşınmazın karşılığını aldığı, başvurucunun bu seçimlik hakkını kullanmasının şirketteki paylarından vazgeçmesini de kapsadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda ise Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/7/2012 tarih ve E.2011/4790, K.2012/11689 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 22/1/2013 tarih ve E.2012/17806, K.2013/1347 sayılı ilâmı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 1/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 26/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 29/6/1956 tarih ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Aşağıda yazılı kimseler, kanun veya esas mukavele hükümlerine ve bilhassa afaki iyi niyet esaslarına aykırı olan umumi heyet kararları aleyhine, tarihlerinden itibaren üç ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yerdeki mahkemeye müracaatla iptal davası açabilirler: Toplantıda hazır bulunup da karara muhalif kalarak keyfiyeti zapta geçirten veya reyini kullanmasına haksız olarak müsaade edilmiyen yahut toplantıya davetin usulü dairesinde yapılmadığını veyahut gündemin gereği gibi ilan veya tebliğ edilmediğini yahut umumi heyet toplantısına iştirake salahiyetli olmıyan kimselerin karara iştirak etmiş bulunduklarını iddia eden pay sahipleri; İdare meclisi; Kararların infazı idare meclisi azalariyle murakıpların şahsi mesuliyetlerini mucip olduğu takdirde bunların her biri. İptal davasının açılması keyfiyetiyle duruşmanın yapılacağı gün, idare heyeti tarafından usulen ilan olunur.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2100 | Başvurucu, 19/10/2007 tarihinde Mersin 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı anonim şirket hissedarlığının tespiti ve tescili davasında usul ve yasaya uygun yargılama yapılmadığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru; uzun tutukluluk nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu;suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, örgüte bilerek veya isteyerek yardım etme, nitelikli yağma, ihaleye fesat karıştırma, suçluyu kayırma, birden fazla kişi tarafından birlikte yağma ve tehdit suçlarından 9/1/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının E.2011/120 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/54 sayılı dava dosyası üzerinden bir süre devam eden yargılama, anılan Mahkemenin kapatılması nedeniyle İskenderun Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/74 sayılı dava dosyası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. İskenderun Ağır Ceza Mahkemesi 19/6/2014 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz, İskenderun Ağır Ceza Mahkemesinin 4/7/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 9/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, yargılama devam ederken 5/1/2015 tarihinde tahliye edilmiştir. İskenderun Ağır Ceza Mahkemesi 20/11/2015 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine ve hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12314 | Başvuru, uzun tutukluluk nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, otel inşaatının yıkılmasına dair Alaçatı Belediye Encümen kararının değerlendirilmesi için idareye yaptığı başvurunun zımnen reddedildiğini, zımni ret işleminin iptali talebiyle açtığı davada ileri sürdüğü iddialar esastan incelenmeden davanın kesin hüküm nedeniyle reddedildiğini belirterek, Anayasa'nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/12/2014 tarihli yazısı ile Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen görüş bildirilmeyeceği beyan edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Alaçatı Belediyesi tarafından başvurucu şirkete otel yatırımı projesi çerçevesinde inşaata başlanması için 11/5/1992 tarihinde ön izin verilmiş, başvurucu inşaatın subasman seviyesini tamamlamış ve Turizm Bakanlığınca söz konusu proje hakkında 25/6/1992 tarihinde yatırım teşvik belgesi ve turizm yatırım belgesi verilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine Alaçatı Belediyesi tarafından 10/7/1992 tarihinde inşaat ruhsatı verilmiştir. İnşaatın süresinde tamamlanmaması nedeniyle Alaçatı Belediyesince 31/8/1998 tarihinde inşaat ruhsatı yenilenmiştir. Söz konusu otel inşaatı tamamlanmış, Alaçatı Belediyesince 17/11/2000 tarihinde yapı kullanma izni verilmiş, başvurucu şirket tarafından otelcilik faaliyetine geçilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde Alaçatı Belediye Başkanı ve üç belediye personeli hakkında açılan davada, Mahkemenin 18/12/2000 tarih ve E.1999/440, K.2000/407 sayılı kararıyla, başvurucu şirket adına düzenlenen otel inşaatı yapı ruhsatının sahte olduğu tespiti yapılarak sanıkların sahtecilik suçunu işlemeleri nedeniyle hapis cezasıyla cezalandırılmalarına hükmedilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2001 tarih ve E.2001/5276, K.2001/50454 sayılı kararıyla onanmış, bu karara karşı yapılan itiraz ise Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/7/2001 tarih ve E.2001/6-142, K.2001/147 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Anılan davada sanıkların yargılamanın yenilenmesi talepleri 28/8/2001 tarihli kararla kabul edilmiş, ancak Mahkemenin 26/9/2002 tarih ve E.1999/440, K.2000/407 sayılı ek kararıyla, adli tatil döneminde verilmiş olan 28/8/2001 tarihli kararın usule aykırı olduğu, sanıklar vekili tarafından ileri sürülen hususların kesinleşmiş mahkeme kararının değiştirilmesini gerektirecek etki ve nitelikte deliller olmadığı gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulüne ilişkin kararın kaldırılmasına, infazı durdurulan hükümlerin infaza verilmesine hükmedilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2000 tarih ve E.1999/440, K.2000/407 sayılı kararı sonrasında Alaçatı Belediyesi Encümeninin 27/9/2002 tarih ve 403 sayılı yıkım kararıyla, inşaatın ruhsatının sahte olarak verildiğinin hükme bağlandığı gerekçesiyle yargı kararı uyarınca söz konusu otel binasının yıkılmasına karar verilmiştir. Anılan yıkım kararı şöyledir; “hernekadar adı geçen inşaat sahiplerinin 11/5/1992 tarih ve 78 imar durum belgesiyle yenilenen 7/12/1990 tarihli imar durum belgesine dayanılarak projesinin hazırlandığı, projesinin Belediyemiz İmar Dairesince 22/5/1992 tarihinde 3194 sayılı İmar Kanunu, 2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu, 2863 sayılı Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu ile bu kanunlara dayanılarak çıkarılan yönetmelik, genelge ve imar planlarına ve plan notlarına uygun bulunarak onaylandığını, Turizm Bakanlığından 25/6/1992 tarihinde Turizm Yatırım Belgesi aldığı, 3/7/1992 tarihli dilekçe ile Yapı Ruhsatı istediği, bu belgelere dayanarak 10/7/1992 tarihinde aldığı 50 numaralı yapı ruhsatı yasal düzenlemeye uygun ise de, Anayasa gereğince uygulanması gereken yargı kararı karşısında zorunlu olarak yasal düzenlemeye uygun bulunmadığının bizzarur kabul edilmesine, bu nedenle sözkonusu otel inşaatının yıkılmasına, yasal süre içinde bu karar aleyhinde bir yargı kararı alınmadığı takdirde yıkım kararının uygulanmasına…” Başvurucu şirketin anılan belediye encümeni kararına karşı açtığı dava, İzmir İdare Mahkemesinin 27/2/2003 tarih ve E.2002/1318, K.2003/233 sayılı kararıyla, belgelerde tahrifat yapılarak yapı ruhsatının düzenlendiğinin ve sahte olduğunun kesinleşen yargı kararı ile saptanmış bulunması karşısında, geçerli olmayan yapı ruhsatına dayanılarak inşa edilen ve esasen ruhsatsız konumda bulunan uyuşmazlık konusu yapının yıktırılmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan karar, Danıştay Dairesinin 23/11/2004 tarih ve E.2003/2833, K.2004/5898 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 8/6/2005 tarih ve E.2005/1844, K.2005/3374 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucunun aynı işlemin iptali istemiyle açtığı dava İzmir İdare Mahkemesinin 5/7/2006 tarih ve E.2006/1413, K.2006/1024 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu, yapı ruhsatı iptal edilmeden ve 3/5/1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesindeki şartlar yerine getirilmeden yıkım kararı verildiği iddialarıyla yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun yargılamanın yenilenmesi talebi İzmir İdare Mahkemesinin 20/9/2006 tarih ve E.2006/1413, K.2006/1143 sayılı kararıyla “yargılamanın yenilenmesi için öne sürülen nedenlerin 2577 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirine uygun olmadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan karar Danıştay Dairesinin 5/6/2007 tarih ve E.2007/991, K.2007/3358 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu Alaçatı Belediye Başkanlığına başvurarak yıkım kararının yeniden değerlendirilerek kaldırılmasını istemiş, bu başvurunun cevap verilmeyerek reddedilmesi üzerine söz konusu zımni ret işlemine karşı dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesinin 24/3/2010 tarih ve E.2009/1668, K.2010/330 sayılı kararıyla, “aynı işlemin iptali istemiyle üçüncü kez açılan davanın kesin hüküm nedeniyle esasına girilmeden incelenmeksizin reddi gerektiği” gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Danıştay Dairesinin 13/11/2012 tarih ve E.2011/9637, K.2012/7936 sayılı kararıyla, başvurucu tarafından kaldırılması istenen 27/9/2002 günlü encümen kararına karşı açılan davanın reddedildiği ve kararın kesinleştiği, kesinleşen yargı kararı ile hukuka uygun olduğu saptanan encümen kararının kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 8/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar başvurucu vekiline 17/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 3194 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir; “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce (...) (3) tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5259 | Başvurucu, otel inşaatının yıkılmasına dair Alaçatı Belediye Encümen kararının değerlendirilmesi için idareye yaptığı başvurunun zımnen reddedildiğini, zımni ret işleminin iptali talebiyle açtığı davada ileri sürdüğü iddialar esastan incelenmeden davanın kesin hüküm nedeniyle reddedildiğini belirterek, Anayasa'nın 35. , 36. , 38. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvurucu, 12/12/2007 tarihinde Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinde Kat Mülkiyeti Kanunu'ndan doğan uyuşmazlık nedeniyle aleyhine açılan davada lehine vekâlet ücretine hükmedilmediğini, bu durumu düzeltebilmek için yargılama masraflarına katlanmak zorunda kaldığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yanlışlıklar sonucu katlanmak zorunda kaldığı yargılama masraflarının ödenmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, 1/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 15/12/2014 tarihli görüşüne karşı başvurucu 9/1/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, 12/12/2007 tarihinde on bir davacı tarafından Kat Mülkiyeti Kanunu'ndan kaynaklanan uyuşmazlık nedeniyle Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi, 25/1/2012 tarih ve E.2007/2458, K.2012/114 sayılı kararı ile davacılar tarafından ara karar gereğinin verilen kesin süreye rağmen yerine getirilmemesi nedeniyle davanın reddine hükmetmiş, ancak başvurucu lehine avukatlık ücreti takdirinde bulunmamıştır. Başvurucu, lehine avukatlık ücreti takdir edilmesi ve bu şekilde İlk Derece Mahkemesi kararının düzeltilerek onanması için temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz incelemesi sonucu, Yargıtay Hukuk Dairesi, 15/5/2012 tarih ve E.2012/2970, K.2012/5561 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını düzelterek onamış, ancak başvurucu lehine vekalet ücretine hükmetmek yerine maddi hata sonucu davacı taraf lehine vekâlet ücreti hükmedilmesi gerektiğine karar vermiştir. Söz konusu hata nedeni ile başvurucu maddi hatanın düzeltilmesi isteminde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi, 1/10/2012 tarih ve E.2012/8672, K.2012/10311 sayılı ilâmı ile tespit ettiği eksikliklerin giderilmesi amacıyla dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesince eksikliklerin tamamlanmasının ardından, yeniden Yargıtaya gönderilen dosyaya ilişkin karardaki maddi hatalar, aynı Dairenin 17/1/2013 tarih ve E.2012/14857, K.2013/430 sayılı ilâmı ile "600 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine" şeklinde düzeltilmiştir. Bu karar başvurucuya 7/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 6100 sayılı Kanun’un “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır:a) Sulh hukuk mahkemelerinin görevine giren dava ve işler.…” 6100 sayılı Kanun’un “Yargılama giderlerinin kapsamı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Yargılama giderleri şunlardır: a) Celse, karar ve ilam harçları.b) Dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderleri.c) Dosya ve sair evrak giderleri.…ğ)Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti, … 6100 sayılı Kanun’un “Yargılama giderlerinden sorumluluk” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” 23/6/1965 tarih ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun “Kat mülkiyetinin devri mecburiyeti” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kat maliklerinden biri bu kanuna göre kendisine düşen borçları ve yükümleri yerine getirmemek suretiyle diğer kat maliklerinin haklarını, onlar için çekilmez hale gelecek derecede ihlal ederse, onlar, o kat malikinin müstakil bölümü üzerindeki mülkiyet hakkının kendilerine devredilmesini hakimden istiyebilirler.” 634 sayılı Kanun’un “Görevli mahkeme” kenar başlıklı ek maddesi şöyledir:“Bu Kanunun uygulanmasından doğacak her türlü anlaşmazlık sulh mahkemelerinde çözümlenir.” 3/4/2012 tarihli Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin “Yargılama giderlerinin iadesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Yargılama gideri için tahsil edilen paranın kullanılmayan kısmı hükmün kesinleşmesinden sonra yazı işleri müdürü tarafından ilgilisine iade edilir. Hesap numarası bildirilmiş ise iade elektronik ortamda hesaba aktarmak suretiyle yapılır. Hesap numarası bildirilmemiş ise masrafı kalan paradan karşılanmak suretiyle PTT merkez ve işyerleri vasıtasıyla adreste ödemeli olarak gönderilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2225 | Başvurucu, 12/12/2007 tarihinde Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesinde Kat Mülkiyeti Kanunu'ndan doğan uyuşmazlık nedeniyle aleyhine açılan davada lehine vekâlet ücretine hükmedilmediğini, bu durumu düzeltebilmek için yargılama masraflarına katlanmak zorunda kaldığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yanlışlıklar sonucu katlanmak zorunda kaldığı yargılama masraflarının ödenmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun konutunda 2/7/2006 tarihinde kolluk görevlileri tarafından arama yapılmış, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 18/2/2008 tarihli iddianamesi ile suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, yağma ve hırsızlık suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 18/5/2010 tarihli kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesince 26/4/2011 tarihinde, başvurucunun eylemlerinin yüklenen suçları oluşturup oluşturmadığına ilişkin kanıtları takdir ve tartışmanın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesiyle görevli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerektiği değerlendirmesiyle bozulmuştur. Bozma sonrasında (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde görevli) 8/8/2012 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/12/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 25/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2624 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kolluk kuvvetlerinin yaptığı operasyon sırasında çıkan çatışmada intihar etmek amacıyla el bombasının patlatılması üzerine bileğin ampute olması ve diğer sağlık sorunlarından dolayı dört gün hastanede kalındıktan sonra taburcu edilerek yaralı hâlde gözaltında tutulma ve sağlık durumunun ceza infaz kurumu koşullarına uygun olmamasına rağmen tahliye edilmeme nedenleriyle kötü muamele yasağının; bu şartlarda gözaltında tutulduğu sırasında müdafi bulundurulmadan yaptırılan teşhis ve alınan ifadelerin yargılamada kullanılması suretiyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 16/4/2014 ve 16/3/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2015/4989 numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/5324 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/5324 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Her iki dosyadaki belgelerin bir örneği bilgi için -henüz birleştirme kararı verilmediği için- farklı tarihlerde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşlerini bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşlerine karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgiler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler 1991 doğumlu ve PKK terör örgütü mensubu olduğunu söyleyen başvurucu, 24/4/2012 günü Bingöl ili Genç ilçesi Yolakçı köyü kırsalında örgüt mensuplarıyla güvenlik kuvvetleri arasında çıkan çatışma sırasında intihar etmek amacıyla el bombasını patlatması sonucunda sağ kolunu kaybetmiş ve sol gözünde görme kaybı yaşamıştır. Çatışmada altı terörist öldürülmüş, iki asker şehit olmuş, on bir asker de yaralanmıştır. Başvurucu; öldü zannıyla ceset torbasına konulduktan sonra sağ olduğu anlaşılınca aynı gün Bingöl Devlet Hastanesine, oradan da sevk edildiği Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Tıp Fakültesi) getirilerek tedavi sürecine alındığını ifade etmiştir. 27/4/2012 günü saat 30’da tanzim edilen, Fırat Üniversitesi Plastik Cerrahi Servisi Doktoru A.Ç. tarafından imzalanan belgede sorgulanmasına, gözaltına alınmasına, araçla sevkine engel teşkil edecek bir durumu olmadığı belirtilen başvurucu, bir hafta sonra plastik cerrahi poliklinik kontrolüne gelmesi önerisiyle taburcu edilmiştir. Taburcu edildiği gün Bingöl İl Jandarma Komutanlığında gözaltına alınan başvurucu -27/4/2012 tarihli Mülakat ve Bilgi Alma Tutanağı başlıklı belgede belirtilen şekliyle- terör örgütü içinde kaldığı süreçteki faaliyetleri hakkında bilgi vermek istemesi üzerine örgüte katılım süreci ve içinde yer aldığı bazı olaylar hakkında anlatımda bulunmuştur. Başvurucu bu bilgileri verirken 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'ndaki yasal hakları konusunda bilgilendirildiğine dair bir ibare tutanakta bulunmamaktadır. Mülakat esnasında müdafi bulundurulmamıştır. Tutanakta; başvurucunun sağ elinin kopması, sol elinin de yaralı olması nedeniyle imzasının alınmadığı yazılıdır. Başvurucu 28/4/2018 tarihinde Bingöl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) getirilmiş, kırsalda birlikte faaliyette bulunduğu örgüt mensupları hakkında bilgi vereceğini ve fotoğrafların kendisine gösterilmesi hâlinde bu kişileri teşhis edebileceğini bildirmiştir. Tutanakta, savcının başvurucuya Emniyet Müdürlüğünde teşhis yaptırdığı kayıtlıdır. Başvurucuya 5271 sayılı Kanun'un maddesindeki susma, müdafi yardımından yararlanma vb. diğer haklarının hatırlatıldığı zapta geçirilmiştir. Susma ve müdafi yardımından yararlanma hakkını kullanmayan başvurucunun "özgür iradesiyle beyanda bulunacağını ifade etmesi" üzerine tanzim edilen ve toplam yirmi sekiz sayfadan müteşekkil tutanakta, örgüte katılımı ve eylemleri hakkında bazı açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu anılan tutanakta, yaralandığı 24/4/2012 günü sabah saatlerinde güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği operasyonda çıkan çatışma hakkında da bilgi vermiştir. Çatışmanın sabah 30’da başladığını, bir Kobra helikopterin bulundukları yeri bombalaması sonucunda sağ bacağından yaralandığını, korucuların üstlerine gelmeleri üzerine çaresizlikten el bombasının pimini çekerek yanında bulunan H. kod adlı arkadaşını ve kendisini imha etmek istediğini, H.nin öldüğünü, kendisinin de bileğinin koptuğunu ve ağır şekilde yaralandığını, sonrasında helikopterle Bingöl Devlet Hastanesine götürüldüğünü söylemiştir. Başvurucu bunun dışında bilgi sahibi olduğu altı eylem hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Tutanağın sonunda kendisine gösterilen fotoğraflardaki örgüt mensuplarını özgür iradesiyle net olarak, baskı ve tesir altında kalmadan teşhis ettiğini ifade etmiştir. Tutanakta başvurucunun imzası yer almaktadır. B. 2014/5324 No.lu İlk Başvuruya Konu Olaylar 30/4/2012 tarihinde gözaltından çıkarılan başvurucu, Savcılıkta müdafii ile birlikte savunma yapmıştır. Susma ve diğer hakları ifadeden önce kendisine hatırlatılmıştır. Başvurucu ifadesinde 2011 yılı Temmuz ayında terör örgütüne katıldığını, 24 Nisan’daki çatışmada yaralandığını, askerlerin kendisini yakalamasından korktuğu için intihar etmek amacıyla el bombasını patlattığını ancak ölmediğini, çatışmada diğer arkadaşlarının vefat ettiğini, askerlerin nasıl öldüğünü bilmediğini, çatışmada askerlere ateş açmadığını belirtmiştir. Başvurucu, fotoğraflı teşhis tutanağında yaptırılan tespitlerin bilinci yerinde olmadığı sırada yaptırılmasından dolayı kabul etmediğini dile getirmiştir. Bunun üzerine savcı, ifadeye başlamadan iki saat kadar şüphelinin dinlendiği, bilincinin yerinde olduğu, sorulara gayet mantıklı cevaplar verdiği yolundaki gözlemlerini tutanağa geçmiştir. Başvurucu vekili ise müvekkilinin yaralı olduğunu, hastaneye sevkinin sağlanmadığını, bu yüzden ifadesinin 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 30/4/2012 tarihinde yaptığı sorgu sonucunda başvurucu, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (TMK madde ile görevli) yapılan soruşturmalar sonunda 6/10/2012, 14/11/2012 ve 21/11/2012 tarihli iddianamelerle devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma, örgüt faaliyeti çerçevesinde mala zarar verme, 6136 sayılı Yasa'ya muhalefet, terör amaçlı ve silahla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, terör amaçlı geceleyin silahla yol kesmek suretiyle birden fazla kişiyle yağma, kişileri yerine getirdikleri kamu görevi nedeniyle tasarlayarak öldürmeye teşebbüs suçlarından kamu davası açılmıştır. Tüm davaların birleştirilerek görüldüğü Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (TMK 10 madde ile görevli) duruşmalarda başvurucunun tahliye taleplerini reddetmiştir. Başvurucu ceza infaz kurumunda sağlık durumunun giderek ağırlaşması, sağ gözünün görme yetisini kaybetmeye başlaması ve kafasında yer alan metal parçasından dolayı hafıza kaybı yaşamasına rağmen her defasında"üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, olay tutanakları, otopsi tutanakları, olay yeri inceleme tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, sanığın kaçma ihtimalinin mevcut olup adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kaldığı" gerekçesiyle tahliye taleplerinin reddedildiğini söylemektedir. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesiyle görevli mahkemelerin kapatılmasından sonra dosyanın tevzi edildiği Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 3/2/2014 tarihinde başvurucunun üzerine atılı suçlardan dolayı bir kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 95 yılhapis cezası ile cezalandırılmasına, suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, bu suçların katalog suçlardan olması, verilen ceza miktarları, tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Hükümle birlikte verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara başvurucunun yaptığı itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 17/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/4/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvurucu hakkında mala zarar verme ve yağma suçlarından verilen, sırasıyla 6 yıl ve 21 yıllık hapis cezaları Yargıtay Ceza Dairesinin 23/10/2014 tarihli ilamıyla bozulmuş, diğer hükümler ise onanmıştır. Bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 19/6/2015 tarihli kararıyla yağma ve mala zarar verme suçlarından sırasıyla 9 ve 6 yıl hapis cezası tayin edilmiştir. Başvurucunun temyizi, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/3/2016 tarihli kararıyla reddedilerek bu hükümler de onanmıştır. 2015/4989 No.lu, Birleştirilen İkinci Başvuruya Konu Olaylar İlk başvurudaki olaylara ilaveten başvurucu 27/9/2013 tarihinde sağlık durumu elvermemesine karşın gözaltına alınması ve tedavisinin sürdürülmemesi, yasak sorgu yöntemleriyle gözaltında fotoğraf teşhisi yaptırılması, mülakat metoduyla ifadesinin alınması nedenleriyle işkence ve görevi kötüye kullanma eylemlerinden suç ihbarında bulunmuştur. Dilekçesinde başvurucu; el bombası patlayınca sağ elinin koptuğunu, görme kaybı yaşadığını, hastanede tedavisi devam ederken 28/4/2012 tarihinde gözaltına alındığını, başı, sağ kol ve ayağı sargılı olmasına karşın tekerlekli sandalye ile nezarethanede bekletildiğini, 30/4/2012 tarihinde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde alınmak istenen ifadesinde susma hakkını kullandığını, Savcılıkta ve sorgu sırasında ise teşhis ve mülakat tutanaklarını kabul etmediğini ifade etmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 28/1/2015 tarihinde genel ve soyut nitelik taşıdığı gerekçesiyle dilekçenin 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un maddesinin son fıkrası gereğince işleme konulmasına yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: “...somut olayın incelenmesinde emniyet görevlilerine atfı kabil suç oluşturabilecek herhangi bir eyleme rastlanmadığı, soruşturma aşamasında emniyet görevlilerince mülakat niteliğinde olan tutanağın CMK vs. mevzuata göre ifade olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, kolluk görevlilerin şüpheli ile aralarında geçen konuşmaları tutanak haline getirmelerinin soruşturma aşamasında delillerin toplanılması açısından sık kullanılan bir yöntem olduğu, yine bu tutanağın delil niteliğinde olup olmadığı hususundaki değerlendirmenin yargılamayı yapan mahkemece yapılabileceği gibi şikayete konu iddiaların yargılama sırasında öne sürülebileceği,Müştekinin Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/144 esas sayılı dosyası ile Devletin Birliği ve Ülke Bütünlüğünü Bozma, Örgüt faaliyeti Kapsamında Mala Zarar Verme, 6136 sayılı yasaya Muhalefet, Tasarlayarak Öldürmeye Teşebbüs, Terör Amaçlı Geceleyin Birden Çok Kişiyle Yol Kesmek Suretiyle Yağma suçlarından yargılamasının yapılarak mahkumiyetine karar verildiği, adı gecen dosyanın incelenmesinde müştekinin Fırat Üniversitesi Hastanesinde tedavisinin yapılmasının akabinde 2013 tarihinde taburcu edildiği, gözaltı ve ifade işlemlerinin müştekinin taburcu edildikten sonra gerçekleştiğinin sabit olduğu, bu anlatımla yasak sorgu usulleri ve işkenceden söz edilemeyeceği, TCK 94 maddesinde düzenlenen suçun gerçekleşebilmesi için kanunda belirtilen kişinin bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine ve irade yeteneğinin etkilenmesine yönelik davranışların gerçekleşmesinin öngörüldüğü, somut olayda suç oluşturabilecek herhangi bir eyleme rastlanmadığı Dosya kapsamı ve mevcut delillerden anlaşılmakla;4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 4/3 fıkrasına göre, "Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması … zorunludur. Bu şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler … işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir." hükmü gereğince [işleme konulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.]” 13/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilen bu karara karşı 16/3/2015 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır. Kronolojik Sıraya Göre Tıbbi Belgeler Başvurucunun sağlık durumuyla ilgili raporlar soruşturma dosyasındaki ve UYAP Ceza İnfaz Kurumu Uygulaması'ndaki verilerden elde edilmiştir.i. Gözaltına Alındığı 27/4/2012 Tarihine Kadar- 24/4/2012 tarihinde saat 00’te tanzim edilen Bingöl Devlet Hastanesinin raporunda elde bomba patlaması şikâyetiyle gelen hastanın Tıp Fakültesine sevk edildiğinden bahsedilmiştir. - 24/4/2012 tarihinde saat 35’te başvurucu Tıp Fakültesine getirilmiştir. Acil tıp uzmanı, ortopedi uzmanı ve kalp damar cerrahı tarafından Acil Serviste muayene edilmiştir.- Saat 35’te Acil Serviste yapılan muayeneye göre Fırat Üniversitesine getirildiğinde hastanın bilinci açık, genel durumu orta-kötü, nabzı 128, kan basıncı 110/60, ateşi 36,6° olup hastayla oryantasyon (uyum) ve kooperasyon (iletişim) sağlanabilmektedir. İlk tanı sağ kolda ateşli silah yarası ve göz kapağı abrazyonudur (sıyrık). Hasta Değerlendirme Formu'nda sol göz kapağında 2x1 cm parçalı açık yara, sağ frontoparietal (alın ve kafanın yan tarafı) alanda 8x1 cm açık yara, sağ ön kol 1/3 proksimalden (üst kısım) ampute (kopuk), sağ dirsekte hassasiyet, flexor (bükücü kas) alanda 1x1 cm açık yara, sağ diz ve uyluk anteriorda (ön kısım) yaklaşık 4x3 cm, 3x2 cm, 3x3 cm, 2x1 cm ve daha küçük çok sayıda açık yara, sol dizde ve anteriorda yaklaşık 4x2 cm, 2x2 cm, 3x1 cm, uyluk anteriorda 2x1 cm, 1x1 cm çok sayıda açık yara ve abrazyon mevcuttur. Hasta, Acil Servisteki muayenesinden sonra Plastik Cerrahi Servisine yatırılmıştır.- Saat 50’de ortopedi uzmanı tarafından yapılan muayeneye göre skalpte (kafa tası) yaklaşık 8 cm’lik kesi, sol göz üst kapağında 2x1 cm parçalı açık yara ve ekimoz (morluk), sağ ön kol orta diafizden (kemik gövdesi) ampute, kontamine (kirli) açık yara, sol dirsekte multipl (çok sayıda) açık yara, her iki diz, uyluk ve femoralde (uyluk bölgesi) çeşitli boyutlarda açık yara mevcuttur; nörolojik muayene net değerlendirilememiştir. - Saat 55’te kalp damar cerrahı tarafından yapılan muayeneye göre sağ el bileği ½ proksimalden itibaren kopuk, kemik, kas dokular parçalanmış, muhtemel yanığa maruziyet, her iki uyluk anterior yüzde çok sayıda ateşli silah yaralanmasına ait defektler (şekil bozukluğu, kusur) mevcuttur; kalp damar cerrahisi açısından şu anki bulgularla acil cerrahi girişim gerektirecek patoloji (normal dışı seyir gösteren durum) saptanmamıştır. Sağ üst ekstremitede (kol) doku bütünlüğü olmadığından herhangi bir müdahale düşünülmemiştir. - 25/4/2012 tarihinde göz hekimi tarafından yapılan muayeneye göre görmeler bilateral (çift taraflı), 2-3 metreden parmak sayma … (okunamadı), tansiyon ölçümü bilateral parmakla normal, ışık reaksiyonları doğal, göz hareketleri serbest, sağ göz ön segment (bölüm) normal, sol göz peruokuler (göz çevresi) ödem izleri ve ekimoz mevcut, sol üst kapakta abrazyon izleri mevcut, sekresyon (akıntı) mevcuttur; kemozis (sıvı birikmesi) yok, fundus (göz dibi) görülebilir alanlar doğaldır. - 25/4/2012 tarihinde ortopedi uzmanı tarafından yapılan muayeneye göre genel durumu iyi, sağ ön koldaki ampütasyon güdüğü (amputasyon sonrası uzuvdan arta kalan kısım) kapatılmış, açık yaralar pansumanla kapatılmış, dolaşımı rahat ve gerginlik yoktur.- 26/4/2012'de beyin cerrahı tarafından yapılan muayeneye göre hastaya nörolojik girişim (beyin cerrahi ameliyatı) düşünülmemiş, sol parietalde (kafa tasının yan kısımları) muhtemel … (okunamadı), klinik takip önerilmiş, devir düşünülmemiştir, lüzumu hâlinde tekrar konsülte edilmelidir. - 26/4/2012 tarihinde göğüs cerrahı tarafından yapılan muayeneye göre her iki hemitoraks (göğüs yarısı) solunuma eşit katılmakta, dinlemekle akciğer sesleri doğaldır, fizik muayenede palpasyonla (dokunma) cilt altı amfizem (hava keseciği) saptanmamıştır, hassasiyet yoktur, perküsyonda (el ya da parmakla vurarak yapılan muayene ) sonarite (akciğerin normal sesi) alınmaklatrakea (soluk borusu) orta hatta bilateral diafrogmatik sinüsler açıktır, cilt altı amfizem (hava keseciği) saptanmamıştır, kot kaburga fraktürü (kırık) izlenmemiştir, parankim (organ dokusu) yapıları doğaldır.- 27/4/2012 tarihinde genel cerrah tarafından yapılan muayeneye göre iki gün önce silahlı çatışmada elinde bomba patlaması sonucu plastik cerrahi kliniğine yatırılan hastanın kontrol edilmesi plastik cerrahi tarafından istenmiş olduğundan hasta yatağında değerlendirilmiştir. Fizik muayenesinde batın (karın) normal bombelikte olup bağırsak sesleri normal olarak değerlendirilmiştir, batında hassasiyet, defans rebound (doku refleksi) yoktur. - 27/4/2012 günü saat 30’da tanzim edilen taburcu belgesine göre Fırat Üniversitesi Plastik Cerrahi Servisi Doktoru A.Ç. tarafından imzalanan ilgili makama başlıklı bu belgede 24/4/2012 tarihindeBingöl Devlet Hastanesine sevk edilen ve aynı gün Fırat Üniversitesi Hastanesi Acil Polikliniğine getirilerek tedavi gören hastanın sorgulanmasına, gözaltına alınmasına, araçla sevkine engel teşkil edecek bir durum olmayıp ilgili bölümlerin (göz, beyin cerrahi, genel cerrahi ve göğüs cerrahisi) önerilerinin uygulanması gerekir. Hastanın herhangi bir şikâyeti durumunda ilgili bölümlerin muayenesi önerilmektedir. Bir hafta sonra plastik cerrahi poliklinik kontrolü uygun görülen hasta taburcu edilmiştir.- 27/4/2012 saat 45 ve 28/4/2012 saat 05'te tanzim edilen gözaltı giriş ve çıkışında Bingöl Devlet Hastanesi tarafından verilen raporlarda; mevcut eski lezyonların (yara) hayati tehlike oluşturmadığı, yeni lezyon bulunmadığı kayıtlıdır. ii. Gözaltından Çıkarılarak Tutuklandığı 27/4/2012 Tarihinden Sonra- Başvurucu tutuklandıktan sonra misafir hükümlü olarak Sincan Ceza İnfaz Kurumuna getirilmiştir.- Ankara Numune Hastanesi Göz Servisi tarafından düzenlenen 19/9/2014 tarihli Epikriz (hastalık hikâyesi) Formu'na göre patlama sonucunda sol gözünden yaralanan başvurucu bir dizi ameliyat geçirmiştir. Hastalık öyküsü olarak sol gözde görme azlığı bulunan ve 2012 yılında sol gözüne küt darbe aldığını ifade eden hastaya 14/11/2012’de PPV IUM soyutlaması ameliyatı (vitreus denilen göz içi sıvısı içindeki kanamaların, çekinti yapan bantların, göz içi yabancı cisim veya enfeksiyon varsa onuntemizlenmesi ve retinanın tekrar eski anatomik yapısına kavuşması amacıyla yapılan ameliyat), 6/2/2013 tarihinde sol serklaj (gözün hacmini azaltarak vitroretinal çekilmeyi gidermek amacıyla göz çevresine yerleştirilen silikon bant) PPV retinotomi endolaze silikon ameliyatı (göz içi basıncı düşürmek amacıyla retinaya yapılan cerrahi müdahale), son olarak da 17/9/2014’te sol göz GAA katarak ameliyatı yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un , , , , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:"İnfazda temel ilkeMadde 2- … (2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz. Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkelerMadde 6- (1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:...b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.…f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.…Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi Madde 16- Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır. (2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır. (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere,birsürebulunmadığıtakdirdebirer yıllık dönemleregöre bu fıkrada yazılı usule uygunolarakincelettirilir. İncelemesonuçlarınagöregeribırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir. ... (6) (Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.Hastaneye sevk Madde 80- (1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir. İnfazı engelleyecek hastalık hâli Madde 81- (1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.Tutukluların yükümlülükleriMadde 116- (1) Bu Kanunun; … hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, … hastalık nedeniyle nakil, … muayene ve tedavi istekleri, … konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir. 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili yerleri şöyledir:"Sağlık kontrolü Madde 9- Yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir.Gözaltına alınan kişinin herhangi bir nedenle yerinin değiştirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, serbest bırakılması veya adlî mercilere sevk edilmesi işlemlerinden önce de sağlık durumu hekim raporu ile tespit edilir.Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır. Bu durumdaki kişilerden kronik bir rahatsızlığı olanların, istekleri hâlinde varsa kendi hekimi nezaretinde resmî hekim tarafından muayene ve tedavi edilmeleri sağlanır.Gözaltına alınan kişinin ifadesini alan veya soruşturmayı yürüten kolluk görevlisi ile bu kişiyi tıbbî muayeneye götüren kolluk görevlisinin farklı olması zorunludur. Ancak personel yetersizliği nedeniyle farklı kolluk görevlisinin bulunmaması hâlinde bu durum belgelendirilir.Tıbbî muayene, kontrol ve tedavi, adlî tıp kurumu veya resmî sağlık kuruluşlarınca yapılır....Yakalama veya nezarethaneye giriş raporunun bir nüshası raporu tanzim eden sağlık kuruluşunda saklanır, ikinci nüshası gözaltına alınana, üçüncü nüsha ise soruşturma dosyasına eklenmek üzere ilgili kolluk görevlisine verilir....Hekim muayene esnasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 94 üncü maddesinde belirtilen işkence, 95 inci maddesinde belirtilen neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence ve 96 ncı maddesinde belirtilen eziyet suçlarının işlendiği yolunda herhangi bir bulguya rastlaması hâlinde, keyfiyeti derhâl Cumhuriyet savcısına bildirir...Hekim ile muayene edilen şahsın yalnız kalmaları, muayenenin hekim hasta ilişkisi çerçevesinde yapılması esastır. Ancak, hekim kişisel güvenlik endişesini ileri sürerek muayenenin kolluk görevlisinin gözetiminde yapılmasını isteyebilir. Bu istek belgelendirilerek yerine getirilir. Bu durumda gözaltına alınan kişinin talebi hâlinde müdafiî de muayene sırasında gecikmeye neden olmamak kaydıyla hazır bulunabilir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Birçok karar arasından bkz. Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahi yetkililerin bu kişilerin fiziksel ve ruhsal esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No. 27229/95, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). AİHM; hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutukluluk koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma koşullarının kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 94). AİHM ayrıca Sözleşme’nin tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir genel zorunluluk getirmediğini ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebileceğini belirtmektedir (Mouisel/Fransa, B. No: 67263/01, 14/11/2002, §§ 38-40; Ürfi Çetinkaya/Türkiye, B. No; 19866/04, 23/7/2013, § 88). AİHM, tutuklu/hükümlülerin zayıf konumda olduklarını ve yetkililerin bunları koruma görevi olduğunu ifade etmektedir. Yetkililerin engelli bir kişinin yerleştirilmesine ve özgürlüğünden alıkonulmasına devam edilmesine karar verdiği durumlarda engellilikten kaynaklanan özel ihtiyaçları karşılayacak koşulların garanti edilmesinde özel ilgi gösterilmesi gerektiğini kabul etmektedir (Zarzycki/Polonya, B. No: 15351/03, 12/3/2013, § 102). Bu tür davalarda AİHM, sağlık durumunun endişeye sebep olduğu durumlardabaşvurucunun alıkonulmasına devam edilmesinin sağlık durumu açısından uygun olup olmadığının değerlendirilmesinde özellikle üç etkenin dikkate alınmasının gerektiğini belirtmiştir. Bunlar hükümlü/tutuklunun sağlık durumu, sağlanan bakımın kalitesi ve sağlık durumu açısından başvurucunun tutulmasına devam edilmesinin gerekip gerekmediğidir (Zarzycki/Polonya , § 103). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5324 | Başvuru, kolluk kuvvetlerinin yaptığı operasyon sırasında çıkan çatışmada intihar etmek amacıyla el bombasının patlatılması üzerine bileğin ampute olması ve diğer sağlık sorunlarından dolayı dört gün hastanede kalındıktan sonra taburcu edilerek yaralı hâlde gözaltında tutulma ve sağlık durumunun ceza infaz kurumu koşullarına uygun olmamasına rağmen tahliye edilmeme nedenleriyle kötü muamele yasağının; bu şartlarda gözaltında tutulduğu sırasında müdafi bulundurulmadan yaptırılan teşhis ve alınan ifadelerin yargılamada kullanılması suretiyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 26/10/2016, 29/11/2016 ve 23/5/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/54368, 2017/24546 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2016/30220 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2016/30220 numaralı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ses sanatçısı olup aynı zamanda Meydan gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Bu kapsamda FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarındaki; eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik soruşturmalar yapılmış ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuyla birlikte otuz beş kişi hakkında FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/8/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği” gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu 8/9/2016 tarihinde bu kısıtlama kararına itiraz etmiştir. Bu karara yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu bu kararı 26/9/2016 tarihinde elden tebliğ almıştır. Başvurucu kısıtlama kararı ile ilgili olarak 26/10/2016 tarihinde 2016/54368 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu ve diğer otuz dört kişi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/8/2016 tarihinde gözaltı kararı verilmiştir. Gözaltı kararını basından öğrenen ve tatil için şehir dışında olan başvurucu, Twitter hesabından İstanbul’a dönerek ifade vereceğine dair açıklama yapmış; 31/8/2016 tarihinde ise dönüş yolunda olduğuna ilişkin bir video yayınlamıştır. Bu açıklamanın hemen sonrasında 31/8/2016 tarihinde Bursa’da gözaltına alınmıştır. Başvurucu gözaltına alındıktan sonra hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne sevk edilmiştir. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından 1/9/2016 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya, köşe yazıları ve sosyal medyadaki paylaşımları nedeniyle FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasında faaliyet gösterdiği yönünde şüpheler olduğu söylenmiş ve bunlara ilişkin savunması sorulmuştur. Başvurucuya yöneltilen soruların temel dayanağını oluşturan ve kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan “Açık Kaynak Kodlu Tespit Raporu” isimli belgede başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olgular özetle şöyle ifade edilmiştir: i. 2013 yılı Haziran ayından sonra başvurucunun Twitter hesabından yaptığı paylaşımlar ile kamuoyunda güçlü bir etkiye sahip olduğu belirtilmiştir. FETÖ/PDY’nin Twitter’ı kamuoyu oluşturmak amacıyla kullandığı, başvurucunun da örgüt mensupları tarafından sistemli bir şekilde gündem olmasının sağlandığı ileri sürülmüştür.ii. Bu kapsamda başvurucunun darbeye zemin hazırladığı düşünülen bazı sosyal medya paylaşımlarına atıf yapılmıştır. Bu atıflar; - 14/2/2011 tarihinde “Darbe zamanlarında bile daha fazla demokrasi vardı sanki”,- 15/2/2011 tarihinde “Mısır’da ordu geldi göreve bi tane tutuklama var mı orası burdan daha özgür bi de örnek olacakmışlar pehh peh”,- 15/2/2011 tarihinde “O kadar isterdimki bir darbe olsun”,- 28/2/2011 tarihinde “Ordu göreve”, - 9/2/2015 tarihinde “Erdoğan bir gün, o ya da bu şekilde gidecek. Tabi ki ardında kutuplaşmış, parçalanmış itibarsızlaşmış, ekonomisi çökmüş bir ülke bırakarak”,- 20/2/2015 tarihinde “Erdoğan 28 Şubat sunumunu izlerken gözyaşlarını tutamamış. Gün gelip onun devrini sunduklarında, göz yaşlarını tutamayacak milyonlar var!”,- 4/3/2015 tarihinde “Erdoğan birgün sustuğunda sen nereye gideceksin acaba? Mikser Yiğit” şeklindedir.iii. Başvurucunun sosyal medya hesabındaki bazı paylaşımlarıyla Türkiye’nin DAEŞ’e destek verdiği algısını oluşturduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda;- Bir siyasetçinin “Hep merak ederim; tüm büyük ülkeler DAEŞ’karşı mücadele ettiklerini söylüyorsa, bu terör örgütü silahları kimden alıyor acaba? Bilen söylesin.” Şeklindeki paylaşımına “Bi zahmet onu da siz söyleyiverin hoca, biz söyleyince cezaevine atıyosunuz!” şeklindeki cevabı,- “İŞİD birini kaçırırsa kimse korkmasın! MİT hemen alır gelir, nede olsa yabancı sayılmazlar birbirlerine.” Şeklindeki paylaşımlara atıf yapılmıştır.iv. Başvurucunun yaptığı paylaşımlarla Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Hükûmet aleyhine kamuoyu oluşturduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda;- 3/9/2013 tarihinde “@Fgulencom seversiniz sevmessiniz ama Fethullah hocanın cami ve Cemevi projesini gönülden destekliyorum. İyi niyetli ve gerekli bir proje” ,- 12/9/2013 tarihinde “12 Eylül’den bugüne ne değişti ? Eskiden asker vardı, şimdi polis var, Devlet babamız döver de, sever de”,- 21/12/2013 tarihinde “Türkiye’yi duble yollarla kapladılar ama, hala en büyük sorunumuz yolsuzluk, yetmiyor demek”,- 25/12/2013 tarihinde “Hükümet yolsuzlukların üstüne gideceğiz deyip, savcıları engellemek için her şeyi yapıyor. Kaç yıldır şarkıcıyım, böyle fasıl görmedim.”,- 6/1/2014 tarihinde “Bu Karadayı’daki Savcı’ya özel yetki vericen, yolsuzluk soruşturması aynı gün kapanır. İlgilere duyurulur!”,- 10/1/2014 tarihinde “Devletinize yardımcı olun, çevrenizde yolsuzluk, hırsızlık ve bilumum suçlarla uğraşan polisler varsa, onları hükümete ihbar edin !”,- 6/2/2014 tarihinde “Bal tutanın parmağını yaladığı, herkesin yolunu duble duble bulduğu bir ortamda, yolsuzluk’tan söz edemeyiz, bu olsa olsa ‘Yolluluk’ olur!”,- 1/6/2014 tarihinde “Ak parti seçim sonuçlarına yine itiraz etmiş, kazanana kadar devam!”,- 3/7/2014 tarihinde “YSK 11 Temmuz’a kadar RTE’den mal dökümü istemiş. Hayır anlamadığım, sıfırlanmadan önceki mi? Sonraki mi?”,- 15/7/2014 tarihinde “Erdoğan Ekmel Hoca’nın 1000 tl lik seçim bağışını geri çevirmiş Ee 10 milyon Dolar’i reddeden adam, böyle küçükparaları kabul eder mi hiç?”,- 15/7/2014 tarihinde “Milli irade deyince aklıma geldi de, Esad yeniden seçildi. Erdoğan Esad’a diktatör diyordu ya, şimdi ne diyecek? Demek ki sandık yetmiyormuş,”,- 18/7/2014 tarihinde “Erdoğan kendini öylesine abarttı ki, destekçileri onu gerçekleri Dünya Lideri sandı! Gelinen noktada, eskiden varolan etki ve güç de yokoldu!”, - 18/7/2014 tarihinde “Erdoğan Dünya lideriymiş, e bende Dünya starıyım o zaman, hadi bakalım nasıl olacak?”,- 24/7/2014 tarihinde “Yahudi kongresi Erdoğan’a verilen, Yahudi cesaret ödülünü geri istemiş, Vermicem vermicem! Benim değil mi? Vermicem!”,- 25/7/2014 tarihinde “TRT açılım= Tayyip Radyo Televizyon Kurumu”, - 25/9/2014 tarihinde “Erdoğan her ağzını açtığında şimdi ne yalan söylecek bakalım? Diye dinliyorum. Artık onu da yapamıyorum. Görmek bile zul geliyor.”, -2/11/2014 tarihinde “Sigara içmeye bile anında ceza yazılmasını isteyenlerin, tarihin en büyük yolsuzluk iddiasına karşı takipsizlik verdirmeleri de yarı güzel.” ,- 3/11/2014 tarihinde “Yarın sokakta şöyle gezsek, darbe girişiminden tutuklanırız yeminle!”, - 4/11/2014 tarihinde “Halkımıza duyrulur! Sonra vay ben duymadım işitmedim demeyeceksiniz! Padişahımız sultan Recep han tmişti!” ,- 11/11/2014 tarihinde “Devletin tüm imkanları kullanılarak yapılan yolsuzluğun üstüne örtme operasyonları, yolsuzluk var! Diye bağırıyor adeta.” ,- 11/11/2014 tarihinde “Ak saray’ın aylık elektrik parası 700 bin tl’ymiş. Reza için bir kol saati parası, o ödesin.”, - 14/11/2014 tarihinde “@ortasayfa’daki yeni yazım, Erdoğan’ı sevmemek için sadece 10 sebep! Ortasayla net/erdoğani-sevme”, - 18/11/2014 tarihinde “-Alo savcı! Canım dava çekti elinizde nelere var? – Yolsuzluk! -onu geç!”,- 12/12/2014 tarihinde “Yanlışın var. Türkiye’de moda, yalakalık yap Erdoğan’a hayatın kurtulsun. Yapan sanatçılara bakarsan görürsün.”, - 25/12/2014 tarihinde “İnsanların sana hırsız demesine istemiyorsan, kendini o pozisyona sokmayacaksın. Girersen de, beni yargılayın! Diye bağıracaksın! Saygılarımla!”, -14/1/2015 tarihinde “Yolsuzluk ihbarında bulunanlara ödül mü? E hırsız var diyen hapse gidiyor nerdeyse, kim cesaret edecek böyle ödüle?”, - 16/1/2015 tarihinde “Yeni ve ilk pop protest şarkım ‘HIRSIZ VAR’ çok yakında tam da buradan yayında!”,- 16/1/2015 tarihinde “Türkiye’nin ilk pop protest şarkısı ‘HIRSIZ’ birazdan, burda olacak, Yasaklanmadan dinleyin derim, başka yerde yok!:))”, - 7/2/2015tarihinde “Neden Samanyolu’na demeç vermişim? Ulan kanal mı kaldı? Hepsi tayyiptv!”, - 5/2/2015 tarihinde “Bunların iç güvenlik yasası dediği ülkeyi değil, sadece kendilerini korumaya yönelik. Torba torba yasalarla darbe yaptılar, uyu Türkiyem uyu!”, - 25/2/2015 tarihinde “RTE’nin baskılarından bunalan Ali Babacan istifa etmiş ama Davutoğlu tarafından vazgeçirilmiş Onlar bile bıktı artık”, - 23/3/2015 tarihinde “Ben asıl yarın sabah havuz gazetelerini merak ediyorum! Onlar kimi gömerlerse, bilin ki RTE diğerinin tarafındadır! 😊)”, - 23/3/2015 tarihinde “Bir sabah kalkıcaz, tv de radyolarda mehter marşı, saltanat ilan edilmiş, Yedikule zindanlarında tiz kellemiz vurla! Sultan Recep haan!” ,- 23/3/2015 tarihinde “Ulan arkadaş ülkeye bak be! Ülkede yolsuzluk var ama 8 Haziran’daki seçimden önce öğrenemiyoruz! AKP’yi seçerek açıkliicaklar!”- 20/5/2015tarihinde “Terör bitecekse, bir daha hiç dokunulmazlık olmasın ama amaç, Erdoğan’a ve tek adamlığa yol açmak, bun görmek için müneccim olmaya gerek yok!” - 20/8/2015 tarihinde “Ben zaten Tayyip beyi hep sevmişimdir. Yanlış anlaşıldı bence, o aslında çok demokrat biri 😊”, - 21/9/2015 tarihinde “Hakkında soruşturma açılanlar kervanına bugün ben de katıldım. Birgün böyle bir şeyle gurur duyacağım aklıma gelmezdi. 😊” ,- 4/4/2016 tarihinde “Yarın Tayyip ağayla mahkememiz var. Dua edinde Tayyiban bir hakim’e çatmayalım.:)” , - 20/5/2016 tarihinde “Beter olalım, iyice dibe vuralım. Evlerimizden alsınlar bizi, sorgu sualsiz işkence edip cezaevlerine tıksınlar. Faşizm’e doyalım, düzelir belki”, - 24/5/2016 tarihinde “Kutlu olsun bugün 17 Aralık! Neşe doluyor tüm hırsız kalabalık! Ayakkabı kutuları parayla dolsun! Polis gelirse, Reza’nın önüne yatarık!”,- 26/5/2016 tarihinde “Abilerim ablalalarım kupa kaybeden, suçüstü yakalanan, başarısız olan, bahane mi lazım, paralelmatik tam size göre, iki tane alana bi bedava!” , -27/5/2016tarihinde “Ramazan yaklaştı, eğer gerçekten inanıp haramdan korkuyorsanız, bunların kurduğu iftar sofralarında bile uzak durun, yetim hakkıyla doludur!”,- 27/5/2016 tarihinde (İstanbul’un Fethi Kutlamaları ile ilgili Sayın Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafının da bulunduğu afişi de ekleyerek) “Gören de İstanbul’u o fethetti zanneder! ☹ ☹“ , - 27/5/2016 tarihinde “K (Meydan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni) Tanıdığım en ahlaklı, beyefendi, dürüst, kibar ve insan evladı adamlardandır, dostturcandır, Nokta,” ,-28/5/2016 tarihinde “Gezi parkı damarlarımıza basılıp kızdığımızda ne kadar güzelleşebildiğimiz! Bize göstermişti!” şeklindeki paylaşımlara yer verilmiştir.v. Başvurucunun FETÖ/PDY’nin basın kuruluşu olduğu iddia edilen Meydan gazetesindeki (27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılmıştır.) yazıları ile FETÖ/PDY’nin amaçları doğrultusunda kamuoyu oluşturduğu, FETÖ/PDY’ye yönelik soruşturmalar ile alakalı olarak da kamuoyunda algı oluşturduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda başvurucunun aşağıdaki yazılarına değinilmiştir (Bu yazıların soruşturma makamlarınca ilgili görülen kısımlarına yer verilmiştir.):- 27/5/2015 tarihli “Yolun Sonu Görünüyor” başlıklı yazı“LAMBAYA PÜF DE! Seçim süreci malum çok sıkıcı ve insanlarımız bunaldılar. Bir nebze olsun neşelenin diye şarkıcılık günlerime geri dönüp, sizlere küçük ve eğlenceli bir sürpriz yaptım. Barış Manço ’nun yıllar önce söylediği bir şarkıyı okuyup, bir de evde kendi imkânlarını ve çok akıllı telefonumla bir klip hazırladım. Eğer biraz gidip oynamak sıkıcı gündemden uzaklaşmak isterseniz, YouTube’a girip, ‘LAMBAYA PÜF DE, KORMA TİTRE’ yazarsanız izleyebilirsiniz. Umarım eğlenirsiniz.”-1/7/2015 tarihli”Millet Seni Başkan Yaptırmadı” başlıklı yazı“... son umudun savaş kaldı ama unutma, kendi evladını askere göndermeye kıyamayanların, başkalarının evlatlarının ölüm fermanın hem de hiç yoktan sebeplerle imzalamaya da hakları yoktur. ......! Umarım bunlar son oyunlarınız ve son gayretlerinizdir. Ha çok da savaş istiyorsanız, yanınıza oğlunuzu, damadınızı, makarnalarınızı, jöleli fedailerinizi, kefenlilerinizi, 4 bakanınızı, hayırsever Reza’nızı ve biatçılarınızı da alır gidersiniz!”- 20/7/2015 tarihli “Hayırsever Reza Eniştemiz” başlıklı yazı“Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyları vardır. 17-25 Aralık soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan R.Z.nin kuryesi A.K. Cumhuriyet gazetesine yaptığı bomba açıklamalarla gündeme geldi. Karahan. 2012-2013 yıllan arasında yurtdışına 200 ton altın çıkardık. ‘Bir yılda eski para ile 18 katrilyonluk attını yurtdışma çıkardık. Bu 18 katrilyonun yüzde 4’ü siyasilere yüzde 4’ü ise Zarraba kalıyordu. Ama işin asıl arkasında kimler var bilmiyoruz.’ Dedi. Basında haklarında çıkan nerdeyse her habere yasak getirip, haberi yapanlara dava açanlardan çıt bile çıkmadı. Birileri ağzını açtı, ağzını açmak isteyen birçok kişi de sırada bekliyor. Dünyanın başka bir yerinde böyle bir açıklama, adalet mekanizmasını harekete geçirirdi, kıyametler kopardı ama kimseden çıt yok!. Sadece bu bile insanın midesinin bulanmasına yeterken, hasıraltı yapılan onca şeye bakılırsa hiçbir şey olacağı da yok gibi. İran’da hakkında binlerce dosyalık dava açılan, vergi konusunda cimri, bahşiş konusunda bonkör R.Z., ülkemizde bakanlar tarafından ödül verilip, Başkanı tarafından hayırsever olarak nitelendirilen birisi üstelik de en ünlü sanatçılarımızdan biriyle evli, yani kendisi eniştemiz de olur. Enişteyi koruyan koruyana da. Peki bir gün onları kim koruyacak Malumunuz bizde enişteler çok kıymetlidir ve sevilirler ama yine de kimse bu yüzden eniştesinin önüne yatmaz. Ha bahşişi peşin ödenenler hariç tabii ki. Onlar enişteyi değil ama bahşışi çok sev erler...... Bazı insanlar vardır dava adamıdırlar, bazılarıysa para adamı Bazı adamlar vardır, bir sözleriyle vezir, bir sözleriyle rezil olurlar. Bazıları davalarını satar zengin, meşhur hatta ihya olurlar. Bazı adamlar da vardır, davaları uğruna her türlü hakaret ve eziyete katlanır, adam gibi adam diye anılırlar! Her raman söylüyorum, cemaatti hükümetti bilmem, tanımam ben! Doğrular konusunda ise asla mütevazı olmam, çünkü doğrucuyumdur! Son zamanlarda sevabı ve günahıyla ama her türlü zulmün yapıldığı bir adam tamdan, adı E. Haksız bir şekilde sürekli üzerine gelinip durulduğu halde, hâlâ terbiyesini bozmadan gururla direnen bir adam ...”- 31/7/2015 tarihli “Gasp Edilmiş İktidar?” başlıklı yazı“Farkında mısınız bilmiyorum ama şu anda iktidarda olmaması gerekenler ülkeyi tek partiymiş gibi yönetmeye devam ediyor, çok ciddi kararlar alıyor, atamalar yapıyor, ihale dağıtıyor, savaşa hükmediyor ve kafalarına göre takılıyorlar...”- 7/8/2015 tarihli “Böl ve Yönet” başlıklı yazı“Bir kesim, cemaate yönelik baskılara, tutuklamalara, basın özgürlüğü ihlallerine ‘Aman bırakın oh olmuş, iyi olmuş, beter olsunlar’ diyor! Bilmiyorlar ki baskıya yüz veriyorlar. Nasılsa başıma gelmedi, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyorlar! Bilmezler ki o yılan onlara da uğrayacak bir gün! ...”- 19/8/2015 tarihli “Sahiden İnandınız mı?” başlıklı yazı “...Yandaşların önüne yatıp, gençleri bir bir ölüme atacaklarına, o ölümler üzerinden de oy hesabı ve prim yapacaklarına cidden inandım! Şimdi, ne yaparlarsa yapsınlar, bu gün gelip bu millete hesap vereceklerine de işte öyle inanıyorum! Geçen günkü şehit cenazesinde gördüğüm bir fotoğraf beynime ve yüreğime adeta kazındı! Bir eli Türk Bayrağına sarılı bir şehit tabutunun üzerinde, önünde çökmüş ağlayan bu şehit babası, üzgün konuklar, askerler ve diğer elinde mikrofon, her zamanki mağrur ve kendinden emin tavırlarıyla konuşan Tayyip Erdoğan, ....... Öfkemi, üzüntümü, içime atıyorum. Ve şu cümle dökülüveriyor dilimden. ‘HİÇ AÇILIŞIMIZ KALMADI, AMA CENAZEMİZ VAR!’ Buyrun konuşabilirsiniz sayın Cumhurbaşkanı!”- 21/8/2015 tarihli “Terörist Bunlar” başlıklı yazı“... Bu tv patronu terörle ilgili dizi oynattı, al işte terörist bu! Bak şu gazete MIT TIR’larını haber yaptı. Ne kadar da vatan haini ve terörist bu gazete! Şu medya kurumunu gördünüz mü? Terör haberi yaparak teröre destek veriyor, çünkü terörist bunlar! Bakın şu kadınlar basılan gazete ya da okulların önünde oturmuş cevşen okuyorlar, kesin beddua da ediyorlardır bize, alayı terörist bunların! Aha bak Cemaat dedi! Hem paralel hem de terörist bu! Artık ne kadar kolay terörist veya vatan haini ilan edilmek. Lügatlerimizden birçok kelimeyi çıkarmak gerek ... Yıllar önce bir vesileyle Boydak ailesini tamına fırsatı bulmuştum. Kayseri’de ve Türkiye’de sevilip sayılan, binlerce insana ıstihdam sağlayan, hayır işleriyle de bilinen gayet mütevazı bir ailedir. Koza İpek ailesi de öyle. B.yi gözaltına aldıklarında gerçekten çok şaşırdım. Ülkesini seven, işinde gücünde, inançlı, gerçekten düzgün, başarılı bir işadamı kendisi, iyi bir insan.Yine o iyi insanlardan H.K, aylardır sudan bir sebeple cezaevinde yatıyor. Akın İpek bir sürü mesnetsiz iddiayla suçlanıyor. Onlara ve ailelerine çok geçmiş olsun, iyi insanlara yapılan bu zulümler de lütfen artık bir son bulsun!”- 2/9/2015 tarihli”Özgür Basını Susturamayacaksınız!” başlıklı yazı “Bugün gazetesi ve İpek Grubu’na yapılan baskınları kınayarak başlıyorum söze. Lafı uzatmayacağım. İstiyor ki herkes sussun! İstiyor ki muhalifler olmasın! İstiyor ki babasının çiftliği gibi yönetsin ülkeyi! Ama bak ne diyeceğim, o işler öyle olmuyor işte! Sen bastırdıkça bağırası geliyor insanların! Sen vurdukça sesleri daha gür çıkıyor! Ve ne olursa olsun, canımıza da kastedilse susmayacağız!”- 30/10/2015 tarihli”Tutuklandık, Vurulduk!” başlıklı yazı“1 Kasım sonrası bunlar daha iyi günlerimiz diyerek, önümüzde daha kara günlerin olduğunu ifade etmiştim. Günler birer birer kararmaya devam ederken, her geçen gün faşizan uygulamalar ve baskılar daha da artarak sürüyor. MİT tırları haberi yüzünden adeta hukuk ve adalet katledilerek ve E.G. yeni bir dalgayla tutuklanırken, üzerinden iki gün geçmeden Diyarbakır Baro Başkam Tahir Elçi’mn vurulması ve iki polisimizin de şehit edilmesi bunun en çarpıcı örneği oldu. ... Geçen gün Can Dündar ve Erdem Gül’e destek için Cumhuriyet gazetesine gittiğimde konuştuğum bir çok insan, artık ülkeden, demokrasiden ve özgürlüklerden umudunu kesmiş durumdalar. Bu yazdığımı bir yere not etsin bilileri; ‘%5 oy belki sizi tek başına iktidar yapar ama eğer herkesi kucaklayamaz ve bu despotlukta devam ederseniz, top ve tüfekle bile yönetemezsiniz bu ülkeyi!’ Bu arada insanlar artık mevzunun cemaat ya da paralel olmadığını geç de olsa anlamaya başlamış durumdalar, bunun bir hedef saptırma olduğunu biliyorlar artık, bunun genel bir nabız yoklama, birşahsi intikam meselesi olduğu sır değil artık...”- 30/10/2015 tarihli “Diktatör Olsam...” başlıklı yazı“... Suçları ne kadar büyükse, artık neden bu kadar korkuyorlarsa, ülkenin yanması bile umurlarında değil! Gözleri kin ve nefretten kararmış, zaten suratlan çok kötü görünüyor ekranda, kalpleri gibi kapkara! Başaramayacaklar! Göstere göstere faşizme bizler de göstere göstere direneceğiz! Türkiye esaret ve baskı altında yaşayabilecek insanlardan oluşmuyor, hatırlatayım dedim! Destek için gittiğim Bugün TV’de macera filmlerindeki ne benzer olaylar yaşadım. Değerli dostum E. A.yı’ aradım o anda reji odasından program yapıyorlardı. Beni alması için birini gönderdi, arkadaşı polis görmüş ve kapının önünde girmemize engel oluyordu! Giremezsiniz dedi sertçe, o zaman beni tutuklaması gerektiğini söyledim, biraz itekleştik ama tutuklamadı, yalnız içerden beni almaya çıkan arkadaş artık içeri giremiyordu. Tam o an da da ekranlar karartıldı zaten, işte size Türkiye’den bir ileri demokrasi manzarası, kanunsuzca kanallara bir sürü şirkete el koyuluyor hem de seçim öncesi ve bunlar kim bilir hangi iktidar yalakalarına peşkeş çekilecek! İnsanların binbir emek ve zorlukla kurdukları işler kim bilir hangi iktidar yalakasına ve havuz bekçilerine verilecek! Kul hakkı mı dediniz? Evet dik alasını yiyorlar!”- 20/11/2015tarihli “Basın Özgürmüş, Peh!..” başlıklı yazı “Basın özgürmüş peh! Gazeteciler saldırıya uğrarken, muhalif basın susturulurken, bir bir iftirayla üzerlerine gidilirken, Tivibu’dan sonra şimdi de, dijital platformlarda yasaklara yenilerini eklemek için, savcılık tarafından Süper Online’na ait Turkcell TV plus: Samanyolu Haber, Samanyolu TV, Bugün TV ve Kanaltürk”iin yayından kaldırılması istenmiş. Samimi söylüyorüm diktatörlükleri ya da faşist yönetimleri de geçtik...”- 20/11/2015 tarihli “Kayyum Cumhuriyeti” başlıklı yazı “Bizi şaşırtmamaya devam ediyorlar. Şimdi de Kaynak Holding”e kayyum atadılar. Kayyum deyip de geçmeyin. 105 bin TL maaş alıyorlar. Çok cazip iş bu zamanlarda. Demokratik hukuk devleti olması gereken bir ülkede insanların malını canım korumakla yükümlü hükümetimiz, istediği yere istediği gibi hukuksuzca çökebilen bir umacıya döndü, Konuşuyor, anlatıyor, bağırıyoruz ama milleti öyle sindirip yordular ki. Cılız da olsa ses ve tepki duyamıyoruz artık! Böyle nereye kadar. Nasıl gider bilmiyorum ama adalet tecelli ettiğinde Türkiye çok büyük tazminatlara maruz kalacak gibi...”- 15/2/2016 tarihli “Sıfır Sorundan, Binbir Soruna!” başlıklı yazı “...MELEK ANNE VE ŞEYTANLAR Cemaate vapılan operasyonlar sonucunda adeta günah keçisi ilan edilerek haksızca varlıklarına el koyulan kayyımlar atanan Akın Ipek’in annesi olarak tanıdım kendisini. Herkesin “Melek Anne dediği yardımsever olduğu şüphe götürmez şekilde anlatılan, çok mantıklı sözler eden, çevresindeki herkesin de dediği gibi, zeki ve inançlı tam bir hanımefendi kendisi, adı gibi bir Melek. Bu kadına paralel iddiaları üzerinden yapmadık zulüm bırakmadılar.En son doktor dönüşü bu hasta hanımefendiyi kendi evine dahi sokmadılar Bir yanda bir Melek, öte yanda onunla uğraşan şeytanlar gibilerdi adeta ...”- 7/3/2016 tarihli “Bunun Adı Gasptır” başlıklı yazı“Cumhurbaşkanı Erdoğan yurtdışına çıkarken yaptığı açıklamada, ‘Ortalık karışabilir!’ diyerek ‘ZAMAN’ ayarlı bombayı ortaya bırakıp gitti. Çok sever böyle dikkat çekmeleri, iyi biliriz! İster ki hep o belirlesin gündemi, hep onun dediği olsun, oldu da! ‘Ne istediniz de vermedik?’ ten, ‘Ne istedik de almadık?’ a giden süreç işte böyle başladı, istedikleri yapılmayınca. Her şeyden önce şunun adını net bir şekilde koymalıyız, bu açıkça devlet eliyle gasptır! Daha önce İpek Medya’ya yapıldığı gibi sudan bahanelerle işin başına kayyımlar getirilir. Sonra gazete, hükümet bültenine çevrilir, ardından da batırılarak yok edilir! ...”- 9/3/2016 tarihli”Kayyum Ülkesinin Sessiz Sakinleri” başlıklı yazı “Falanca şirkete kayyum atamışlar, bir sürü insan işinden aşından olmuş. Ses etmeyin canım boş verin: bize bir şey diyen mı var. Olan onlara oluyor! Hem için için de seviniyoruz işte, sevmezdik zaten bunları biz paraleldi zaten hepsi, vatan hainiymişler, (havuzun) gazetede okudum! Hem paralelden kurtuluyoruz. Her gün şehit haberleri geliyor, çok üzülüyoruz ama ne yapalım, terör var. Bak onlar sayesinde bizim çocuklarımız ve bizler sağız zaten. Hem şehit olup en yüksek mertebeye ulaşıyor cennete gidiyorlar. Askerlik ve polislik yan gelip yatma yeri değilmiş zaten, öyle dedi reis bize! Falanca işadamlarını hapse tıkmışlar, aman bize ne kardeşim, biz fakiriz ama onlar lüks içinde yaşıyorlarken iyiydi.... Gazetecileri cezaevine atmışlar, e onlar da casusluk yapmışlar ama (havuzun) gazetede okudum, (havuz) haberlerde izledim, kahvede söylediler!..... Adalet, hukuk yokmuş: yalan kardeşim, varmış aslında. (havuzun) gazetede yazıyordu! ...... Gazete önünde, gazetesine destek veren başörtülü kadınları dövmüşler, çoluk çocuk demeden biber gazı atmış yerlerde sürüklemişler, ha bir de poliste gerçeği yokmuş gibi plastik mermi sıkmışlar bunlara? ...Sevgili okurlarım, bu yazdıklarım sizlere hayal ürünü gibi gelebilir ama bugünkü kayyumlar ülkesi sakinlerinin kafalarında küçük bir gezintiye çıkarmak istedim sizi. Hiçbirini uydurmadım ve bu söylemlerin çoğunu yandaş ve trollerin yazdıklarından günlük konuşmalarından bire bir aldım. Abartı değil, aşağı yukarı değil, kafadaki ses aynen budur. Şimdi biraz olsun anlıyor musunuz, biz mahalle cayır cayır yanarken neden böyle rahat, sessiz ve tepkisiziz?”- 14/3/2016 tarihli “Hazret Diyorki” başlıklı yazı“Hazret diyor ki: ‘Bunlar o gazetenin (Zaman’ın) önüne getirdikleri başörtülü kadınları Güneydoğu’da da PKK’lılarla sırt sırta getirdi. Ve yine diyor ki hazret: ‘Ne dedik, inlerine gireceğiz dedik ... Gelin vicdanlarımızı iki dakikalığına gözden geçirelim ve düşünelim: Cemaati seversin, sevmezsin... Düşmansın, değilsin, belki de nefret edersin, bu başka bir şey: ama göz göre göre zulmü alkışlamak çok başka bir şey. Hatta bu kadarı gerçekten açık ara haksızlık! ‘İnlerine gireceğiz dedik, girdik!’ demek, ne demektir? Açıkça diyor ki, (itiraf ediyor ki) ‘Zaman’a kayyum kararı hukuki değil, siyasidir, ben yaptırdım!’ Ayrıca Zaman Gazetesi önünde tartaklanan, dövülen kadınlar için söyledikleri de inanılmaz! ‘Bu kadınların, bu insanların PKK ile nasıl, ne işi olur, el insaf Düne kadar bu insanlar sizin seçmeniniz, beraber iş yaptığınız, can ciğer olduğunuz, ne isterlerse verdiğiniz, sizi gönülden destekleyen insanlar değil miydi? Ne ara Pkk’lı oldular?’ Bu sözler kendine çok güvenen birinden ziyade, kimseyi takmamasından, kimseye hesap verecek olmamasından da kaynaklanıyor...”- 18/3/2016 tarihli “Alışmayacağız, Alıştıramazsınız!” başlıklı yazı“...Sîzler son derece sıkı korunurken. Bir yerden başka bu yere, hatta tuvalete dahi koruma ordusuyla giderken, sokağa bile çıkmaya korkan insanları, teröre alıştıramazsınız!.. MİT’iniz, polisiniz işi gücü, istihbaratı bırakıp, bütün gücüyle ve vaktiyle muhalif avlarken, okul ve gazete basarken, içi boş bahanelerle şirketlere kayyumlar atarken, bu arada ülkenin başkentinde bomba dolu arabalar cirit atarken hiç kimseyi terörle yaşamaya alıştıramazsınız!”- 20/4/2016 tarihli “Demokrat Avrupa, Amerika ve Canım Merkel Ablam!” başlıklı yazı“...Gazetem diye söylemiyorum ama Meydan Gazetesi de onca sıkıntıya onca baskıya rağmen grafiği sürekli yükselişte olan bir gazete oldu. Başta genel yayın yönetmenimiz sevgili dost K. olmak üzere, tüm ekip harika işler çıkarıyor. Hepsi takdiri hak ediyorlar ama övgü ya da takdir için değil gerçekleri halka duyurmak için çalışıp didiniyorlar, hepsine buradan bir selam çakıyorum”- 27/5/2016 tarihli “Halk Çıldırınca” başlıklı yazı“.....BASINI SUSTURUNCA Bir iddiaya göre Ankara’da anayasal düzene karşı işlenen suçlar bürosu savcısı S. Ulaştırma Bakanlığı’na bir talimat göndererek muhalif radyo televizyon ve internet sitelerinin iletişimlerinin uydu üzerinden kapatılmasını istiyor. Tabii bu yasadışı ve saçma sapan talimata herkes çok şaşırıyor. Nedense ben hiç şaşırmadım. Gerekçesi de toplumda kutuplaşmaya yol açtıkları iddiası. Bak savcı bey sana bir çift sözüm var. Birincisi sen git Kuzey Kore ya da İran’da savcılık yap. Tam sana göre! İkincisi basını susturmana gerek yok. Çünkü toplumda kutuplaşma ve ayrılık yaratan bir tane isim var. Onu da zaten kapatamazsın. Kim olduğunu da gayet iyi biliyorsun, kim sana talimat verdiyse ta kendisi!” - 10/6/2016 tarihli “Ulan Hepiniz Oradaydınız” başlıklı yazı“Kimi paralel yaftası yiyip cezaevine girmekten, kimi sürülmekten, soruşturmalardan, kimi de işsiz kalmaktan korkan bir toplum, başındaki demir yumruğa teslim olmuş durumda. Sesi çıkanın sesini anında keserler yoksa. Birkaç cesur yürek kaldı ortalıkta, onlar da kelleyi koltuğun altına alıp haykırıyor gerçekleri. Ne kadar ya da nereye kadar sürer bilinmez ama fizik kurallarına ve eşyanın tabiatına da aykırı tüm bu yapılanlar ve olanlar. Adalet yeniden dönüp de hesap verme günü gelip çattığındaysa çil yavrusu gibi dağılacak ve inkar edecekler yaptıklarını, tıpkı Nazi’ler gibi ‘Hiçbir şeyden haberimiz yoktu!’ diyecekler ama biliyoruz kimin ne yaptığını ve günü geldiğinde haykıracağız tüm gücümüzle. ‘Ulan hepiniz ordaydınız be!’ diyerek hem de!”- 15/6/2016 tarihli “Ölürsem Cenazeme Gelme İstemem!” başlıklı yazı“Ülkeye döner dönmez de kıt imkanlarla yayın yapan CanErzincan TV ye sardılar... kapatmak için küçücük bir TV den bile korkuyorlar, bütün basın ellerinde olduğu halde hem de. Hayadan korku dolu, o yüzden bu kadar tahamülsüzce saldırıyorlar zaten. Onlara karşı olan herkesi ve her şeyi yok etmek istiyorlar. Onca güçlerine, paraya ve desteğe rağmen korku içinde yaşıyorlar...”vi. Başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğunu açıklayan basketbolcu E.K. ile fotoğraf çektirdiği, E.K.nin yayınladığı videoda “Atilla abi bu maç senin için” şeklinde ifadelerin bulunduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu anılan bu suçlamalara ilişkin olarak kolluktaki ifadesinde;i. FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasında yer alıp almadığına ilişkin soruya karşılık: “Benim FETÖ/PDY örgütü ile ilgili herhangi bir bağlantım yoktur. Söz konusu terör örgütünde kamuoyunda isimleri geçen şahıslarla bir alakam yoktur. Yapılanma hakkında bilgi sahibi değilim.”ii. Medya organlarındaki ve sosyal medyadaki yazı ve paylaşımlarına ilişkin soruya karşılık: “Ben hayatımı şarkıcılık yaparak idame ettiririm. Son dört yıldır piyasa durumundan dolayı ben şarkıcılık mesleğinden para kazanamadım. Maddi durumum kötüydü. Kiramı ödeyemiyordum. Benim kullanmış olduğum twitter adresim oldukça popülerdir. Sosyal ağda binlerce takipçim vardır. Güncel olaylara ilişkin paylaşımlarda bulunuyorum. Bu paylaşımlarımın beğenilmesi üzerine yaklaşık bir yıl önce Meydan gazetesinden beni telefonla arayarak haftada üç kez gazetelerinde yazı yazmamı istediler. Ben de teklifi kabul ettim ve yaklaşık bir yıldır da kendi irademle yazmış olduğum yazıları köşemde yazdım. Ben kesinlikle FETÖ/PDY terör örgütünü destekler nitelikte hiçbir platformda paylaşımda bulunmadım. Fakat benim geçmişte Ergenekon, KPSS gibi usulsüzlük olduğunu düşündüğüm davalar ile ilgili paylaşımlar vardır. Hatta bir tanesi ‘Ergenekon değil, engizisyondur’ şeklindedir.Ben sosyal demokrat bir insanım, dolayısı ile ben aynı hesapta siyasi iktidara muhalif paylaşımlarım da olmuştur, bunları ifade özgürlüğü kapsamında dile getirdim. Paylaşımlarımda devletya da hükümet yetkililerine hakaret içeren söylemlerde bulunmadım. 15 Temmuz darbe girişimi akşamından itibaren darbe karşıtı olduğumu gösteren paylaşımlar hala mevcuttur. Bu tarihten önceki paylaşımlarımda da her türlü darbeye karşı olduğumu belirtmiştim...”iii. 15/2/2011 tarihli “O kadar isterdimki bir darbe olsun”; 14/2/2011 tarihli “Darbe zamanlarında bile daha fazla demokrasi vardı sanki”; 28/6/2011 tarihli “Ordu Göreve” şeklindeki paylaşımlarına ilişkin olarak: “Bu paylaşımlar Twitter hesabımın yeni açtığım zamanlarda yaklaşık 500 kadar takipçim olduğu dönemlerde yapılmış paylaşımlardır. Bu paylaşımları attığımı hatırlamıyorum. Söz konusu hesap bana ait fakat ne için paylaştığımı hatırlamıyorum. Zaten 2011 yılında yapılmış paylaşımlardır. Şimdi kendim bile bunları okurken ne kadar saçma olduğunu düşündüm. Ama saçma bile olsa ifade vermiş olduğum soruşturma kapsamındaki isnatlar herhangi bir bağı yoktur.”iv. E.K. ile çektirdiği fotoğrafa ilişkin olarak “Yaklaşık bir sene kadar önce E.K. benim köşe yazıları yazdığım Meydan gazetesine ziyarete gelmiş, arkadaşlarıma Atilla Taş’ın twitterdan hayranıyım, kendisi ile tanışma istiyorum demesi üzerine ben gazeteye gittim. Kendisi ile tanıştım. Kendisi ile bu fotoğraf çekildi. Kendisi de bana bir forma hediye ederek jest yaptı. Benim tanışmam ve görüşmem bundan ibarettir. O günden sonra kendisi ile Twitter üzerinden yazışırım. Paylaşımlara yorum yapar, onun dışında sosyal hiçbir bağım alakam yoktur. Ben ünlü bir insanım kendisi de ünlü bir insan, benim bir çok kişiyle fotoğrafım vardır.”v. FETÖ/PDY terör örgütüne himmet ya da herhangi bir yardım yapıp yapmadığını destekleyip desteklemediği ile ilişkili olarak “...kimseye de herhangi bir para yardımında bulunmadım. Zaten maddi durumum kötü.” Şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiş ve burada Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınmıştır. Başvurucunun avukatının da hazır bulunduğu ifade alma işlemi sırasında -ifade tutanağına göre- başvurucu, kendisine isnat edilen suçlarını anladığını belirtmiştir. İfadesinde, “...yazmış olduğum twitler ve yazılar herhangi bir örgüte veya gruba faydalı olsun. Amaçta olan yazılar değildir. Sadece zaman zaman vatandaşlardan mağduriyet olduğu konusunda tarafıma bilgi geldiğinde bende bildiğim kadarıyla bu mağduriyetleri dile getirmeye çalıştım. Benim çalıştığım dönemde Meydan Gazetesine gitmişliğim veya yönetimle yüz yüze gelmişliğim. Yoktur veya 1-2 defadır. Yazılarımı İnternet üzerinden yazıp gönderiliyorum. Her hangi bir örgütün amacı doğrultusunda faaliyet göstermem mümkün değildir...” şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında kolluk tespiti, arama tutanakları ve açık kaynak araştırmaları dikkate alındığında suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtmiştir. Başvurucu sorgusunda “...Benim Twitter, İnsatagram ve Facebook hesaplarım vardır, bu hesaplarda çeşitli paylaşımlarda bulundum. Benim Twitter hesabımda 1 Milyon 600bin tmiştim vardır. Sosyal medyada popüler olunca beniMeydan Gazetesindene genel yayın yönetmeni K. arayarak köşe yazarlığı teklifi etti, K. daha önce magazin müdürüydü, bende magazin dünyasında bulunduğum için kendisini daha önceden tanıyordum, o da beni tanıyordu.uzunzamadır işsiz olduğum için teklifinikabul ettim, haftada üç gün yazı yazdım. Ben yazılarımı telefondan e-mail olarak gönderiyordum, gazeteye çalışma süresinde © sefer dışında gitmedim. Gazetede odam dahi yoktu. Ben Levet Kenez bana ilk iş teklifi ettiğinde Atatürçü, sosyal, demokrat bir insan olduğumu, ifade tmiştim, kendisi bana gazetenin magazin ağırlıklı bir gazete olacağını, söylemişti. Bende bu sebeple kabul etmitim.FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hedefi ve amacı doğrultusunda hal ve sıfatını bilerek herhangi bir eylem de bulunmadım. Örgüt üyelerinin birbirleri ile irtibat kurdukları belirtilen BYLOCK, EAGLE ve COCO programlarını telefonumda kullanmadım. Bank Asya Finans Kuruluşunda herhangi bir hesabım yoktur. Bu Fetö silahlı terör örgütünü evined yurdunda kalmadım, bu örgütne himmet, bağış adı altında herhangi bir maddi yardımda bulunmadım. 15 Temmuz 2016 tarihinde evimdeydim, darbe fiilini Twitter üzerinde öğrendim. İlk tepki veren insanlardın biriyim. Süreci evimden takip ettim, ben bu örgütün silahli terör örgütü olduğu kanaatine 15 Temmuz 2016 tarihden sonra sahip oldum, genel komuoyu ve insanların büyük kısmıda ancak bu tarihten sonra bu örgütün silahlı terör örgütü olduğu sonucuna vardılar. Eğer bu gazetede çalıştığım için suçlu isem, benim devletim silahlı terör örgütünü gazete çıkarmasına neden izin vermiştir. Ben böyle bir yapılanma içinde olduklarını bilseydim değil çalışma, selam dahi vermezdim...” şeklinde açıklamada bulunmuştur. Başvurucu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/9/2016 tarihli kararıyla “örgüte bilerek isteyerek yardım etme” suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama gerekçesi şöyledir:“... ATİLLA TAŞ’ın üzerlerine atılı Örgüte Bilerek İsteyerek Yardım Etme suçundan şüphelilerin savunması ve soruşturma evrakı kapsamına göre şüphelilere yüklenenÖrgüte Bilerek İsteyerek Yardım Etme suçunun işlendiği hususunda kuvvetli suç şüphesininvarlığını gösteren somut delillerin bulunması, suçun niteliği, delil durumu, delillerin tamolarak toplanmamış olması ve suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırlarına göre tutuklama tedbirinin verilmesi beklenen ceza ile ölçülü olması, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı dikkate alınarak, şüphelilerin üzerlerine atılı suçtan CMK’nun Ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]” Başvurucu tutuklandıktan sonra bir televizyon programındaki katılımcılar başvurucunun örgüt ile bağlantılarını kendilerine anlattığını, hatta FETÖ/PDY’nin propaganda faaliyetlerinin yürütüldüğü sosyal medya hesaplarının başında gelen fuatavni isimli hesabın kullanıcısı/kullanıcıları ile doğrudan mesajlaştığını söylediğini beyan etmişlerdir. Bunun üzerine 6/9/2016 tarihinde başvurucunun yeniden ifadesi alınmıştır. 6/9/2016 tarihli ifadesinde başvurucu “...Ayrıca Beyaz TV’de yayınlanan ve N.nin konuk olduğu E.K.nin de canlı yayına bağlandığı programda benim “fuatavni” ile doğrudan mesajlaşmalarımın olduğu yönündeki beyanlar ve benim Meydan Gazetesinin FETÖ örgütünün gazetesi olduğunu bilerek ve gelecekte buradan fayda sağlayacağımı düşünerek yazı yazdığım yönündeki beyanları yalandır. Her ikisiyle de şahsi husumetim vardır. Ben “fuatavni” ile doğrudan mesajlaşmadım. “fuatavni” hesabı benim takipçim oldu ancak kim tarafından yönetildiği konusunda hiçbir bilgim yoktur. Şahsi husumetim den dolayı canlı yayında bu tür söylemlerde bulunduklarını düşünüyorum...” şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 7/9/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddi kararının ilgili bölümü söyledir:“...Şüphelilerin çalışma yaşamına ilişkin geçmişleri, sosyal medya paylaşımları ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisakı bulunan kurum ve kuruluşlarla ilişkileri birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu, atılı suç ve öngörülen ceza miktarına göre de tutuklama tedbirinin orantılı olduğu anlaşıldığından itirazların ayrı ayrı reddine ... [karar verildi.]” Başvurucu 28/10/2016 tarihinde tahliyesine karar verilmesi istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimlik, 31/10/2016 tarihinde başvurucunun tahliye talebini kabul etmeyerek tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu 9/11/2016 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/11/2016 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucu 29/11/2016 tarihinde 2016/30220 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 16/1/2017 tarihli iddianameyle başvurucu ve diğer sanıklar hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili olarak -yukarıda da yer verilen- Meydan gazetesinde yazdığı yazılara ve Twitter hesabından yaptığı paylaşımlara atıf yapılmıştır.İddianamede başvurucunun örgütle mücadele kapsamında kayyum atanan Bugün TV’ye giderek TV ekranlarında görünür şekilde destek olması, sosyal medya hesabından FETÖ mensuplarını övücü ve örgütle mücadele kapsamında yapılan soruşturmaları itibarsızlaştırıcı paylaşımları ve örgütün genel tavrına uygun olarak Cumhurbaşkanı’na çeşitli ithamlarda bulunması gibi tespitler dikkate alındığında, her ne kadar örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçundan tutuklanmış ise de terör örgütü üyesi olduğu belirtilmiştir. İddianamede son olarak Beyaz TV de yayınlanan bir programda katılımcıların başvurucuyu kastederek örgüt ile bağlantılarını kendilerine anlattıklarını, hatta ‘fuatavni’ isimli sosyal medya hesabının kullanıcısı/kullanıcıları ile doğrudan mesajlaştığını söylediğini beyan ettikleri şeklinde bir tespitte bulunulmuştur. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve dava Mahkemenin E.2017/67 sayılı dosyası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. Başvurucunun savunması 27/3/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada alınmıştır.Başvurucu savunmasında özetle;i. Hükûmeti eleştirmenin, başbakanı eleştirmenin terör suçu olmaması gerektiğini, FETÖ/PDY ile ilişkilendirildiği tek delilin Meydan gazetesinde bir yıllık zaman diliminde yazdığı yazılar olduğunu, ancak beş yıllık dönemdeki paylaşımlarına bakıldığında muhalif olarak hep aynı çizgide olduğunu ifade etmiştir.ii. Bugün gazetesine kayyum atanmasını protesto etmesiyle ile ilgili olarak o gün birçok milletvekilinin ve değişik kesimden insanın orada bulunduğunu, bu eyleme basın özgürlüğü adına katıldığını, başka bir gazete için de bunu yapacağını ileri sürmüştür.iii. Meydan gazetesinde çalışmasına ilişkin olarak “Nerede yazdığın değil ne yazdığın önemlidir.” Düsturuyla bu gazetede yazmaya ikna olduğunu, o dönem muhalif olduğu için başka bir platformda yer alamadığını, hatta bir televizyonda başlayacak olan programının engellendiğini,bu çaresizlikle yazmayı kabul ettiğini, sonuçta bu gazetenin yasal bir gazete olduğunu, terör örgütü gazetesiyse bu gazeteye neden izin verildiğini belirtmiştir.iv. 17-25 Aralık süreciyle ilgili tweetlerinin suç oluşturmadığını, o dönemde birçok kişinin bu konuda açıklama yaptığını, o dönemde Meydan gazetesinde de çalışmadığını savunmuştur.v. Fuatavni ile görüştüğü iddiasının dedikodu niteliğinde bir iftira olduğunu, bu iftirayı atan kişilerle husumeti olduğunu dile getirmiştir.vi. Örgüt üyelerinin, paylaşımlarınıretweet ettikleri, yurt içi ve yurt dışında Twitter’da gündem oluşturdukları iddiasına ilişkin olarak 1 milyon 700 bin takipçisinin olduğunu, böyle bir platformda kendi tweetlerini paylaşanları kontrol etmesinin mümkün olmadığını, kendi iradesi dışında gelişen bir durumla suçlanmasının absürd olduğunu söylemiştir.vii. 15/2/2011 tarihli “O kadar isterdimki bir darbe olsun.” Şeklinde; 14/2/2011 tarihli “Darbe zamanlarında bile daha fazla demokrasi vardı sanki” şeklinde; 15/2/2011 tarihli “Mısır’da ordu geldi göreve bi tane tutuklama var mı orası burdan daha özgür bi de örnek olacakmışlar pehh peh” şeklinde ve 28/2/2011 tarihli “Ordu Göreve” şeklinde, 20/2/2015 tarihli “Erdoğan 28 Şubat sunumunu izlerken gözyaşlarını tutamamış. Gün gelip onun devrini sunduklarında, göz yaşlarını tutamayacak milyonlar var!” şeklinde; 9/2/2015 tarihli “Erdoğan bir gün, o ya da bu şekilde gidecek. Tabi ki ardında kutuplaşmış, parçalanmış itibarsızlaşmış, ekonomisi çökmüş bir ülke bırakarak” şeklindeki tweetleriyle ilgili olarakbu tweetlerden 15/2/2011 tarihli olanının Mısır ile ilgili olduğunun çok açık olduğunu, Cumhurbaşkanı ile ilgili tweetinde Cumhurbaşkanı’nın da bir gün öleceğini ima ettiğini, bunun altında başka © aranmaması gerektiğini, 2011 yılındaki tweetlerinin espri amacıyla atıldığını beş yıl önce atılan bu tweetlerin 15 Temmuz darbe girişimiyle bir alâkasının olmadığını ifade etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada 27/3/2017 tarihinde başlayan ilk duruşma 31/3/2017 tarihine kadar devam etmiştir. 31/3/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı başvurucunun da aralarında olduğu on üç sanığın tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu dâhil yirmi bir sanığın tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Sanıklar ... ATİLLA TAŞ’ın üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç vasfının ileride sanıklar lehine değişme ihtimali, sabit ikametgah sahibi olmaları ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanıklar ve müdafilerinin tahliye taleplerinin kabulü ile başka suçtan tutuklu ve hükümlü değiller ise bu suçtanBİHAKKIN TAHLİYELERİNE, bu hususun temin için Cezaevi Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, tahliyelerine karar verilen sanıklar hakkında CMK.nun 109-3-a maddesi kapsamında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına [karar verildi.]” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca tahliye kararından birkaç saat sonra yeni bir soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2017 tarihinde 668 sayılı KHK’nın Maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca bu soruşturma dosyası hakkında kısıtlama kararı vermiştir. Bu soruşturma çerçevesinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2017 tarihinde başvurucu hakkında yakalama ve gözaltı kararı verilmiştir. Yakalama ve gözaltı kararları Silivri Ceza İnfaz Kurumuna ¼/2017 tarihinde 41 ve 44 saatlerinde gönderilmiştir. Yargılama dosyasında yer alan bilgilere göre başvurucu saat 00’de Silivri Ceza İnfaz Kurumunda yakalanarak gözaltına alınan diğer kişilerle birlikte İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. Başvurucu on dört gün süreyle gözaltında tutulduktan sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğünde 13/4/2017 tarihinde ifade vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu aynı gün -ifadesi alınmaksızın- anayasal düzeni ve Hükûmeti cebren değiştirme ve yıkmaya teşebbüs suçlarından tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında başvurucunun 668 sayılı KHK ile kapatılan Meydan gazetesinde ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından idari tedbir kararı uygulanan Haberdar adlı internet haber sitesinde köşe yazarlığı yaptığı, 25/2/2016-1/3/2016 tarihlerinde yurtdışına çıkış yaptığı, FETÖ/PDY örgütüyle bağlantılı olan ve ByLock kullanan kişilerle irtibatı olduğu, Bugün gazetesine kayyum atanması sonrasında protesto gösterilerinin yapıldığı Bugün Televizyon Kanalının binası çevresindeki baz istasyonlarından başvurucunun telefonundan sinyal alındığı belirtilmiştir. Sorgu tutanağında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca tanzim edilen evrak ve eklerinin başvurucuya okunduğu, isnat edilen suçlamanın anlatıldığı belirtilmiştir. Başvurucu haklarını anladığını, müdafileriyle birlikte savunmasını yapacağını beyan etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun anayasal düzeni ve Hükûmeti cebren değiştirme ve yıkmaya teşebbüs suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“...şüpheli Atilla TAŞ’ın pop müzik sanatçısı olduğu, örgüte ait ve kapatılan meydan gazetesi ve haberdar isimli internet sitesinde köşe yazarlığı yaptığı, özellikle haberdar isimli internet istesinin örgütün faaliyetleri çerçevesinde toplumda algı oluşturmak için fuatavni isimli twitter hesabından yayınlanan paylaşımları haber yaptığı, şüphelinin örgütsel faaliyet kapsamında sosyal medya hesabından twitler paylaştığı, aynı şekilde bu şüphelinin örgütün üst düzey mensupları olan E., E.Ş., S.S. isimli kişilerle telefon görüşme kayıtlarının bulunduğu, bu şüphelinin bylock kullanan örgüt mensupları olan R.B.T., K., E.G.A. ve K.G. ile telefon görüşme kayıtlarının bulunduğu, bu şüphelininde örgüt tarafından kendisine yüklenen misyon gereğince sosyal medyada ve kamu oyunda algı operasyonları yaptığı, anlaşılmakla tüm şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın-yayın ve medya yapılanmasında faaliyette bulundukları bu kapsamda eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettiği, darbe girişimi eylemlerinin etki ajanlığı görevini ifa ettikleri dikkate alınarak üzerlerine isnat edilen TCK 309 fıkra 1 ve 312 fıkra 1 maddesindeki suçlar ilişkin kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçların katolog suçlar arasında yer aldığı, suçların alt sınırları dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, anlaşılmakla isimleri belirtilen şüpheliler ... Atilla TAŞ’ın ... CMK.100 ve devamı maddeleri uyarıncaayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi.]” Başvurucu bu karara 20/4/2017 tarihinde itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 28/4/2017 tarihinde tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararı 9/5/2017 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 23/5/2017 tarihinde 2017/24546 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır. 5/6/2017 tarihinde başvurucu hakkında ikinci soruşturma kapsamında iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine hitaben düzenlenen iddianamede FETÖ/PDY’nin elinde bulundurduğu medya organları ile algı operasyonları yaptığı, başvurucunun da örgütün amacı doğrultusunda gerek yazılı gerek görsel medyada gerekse internet ortamında algıya yönelik eylemler yaptığı, örgütün algı faaliyetlerine katılarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya engellemeye teşebbüs etme suçunu işlediği iddia edilmiştir. İddianamede başvurucuyla ilgili olarak Meydan gazetesinde ve BTK tarafından idari tedbir kararı uygulanan Haberdar adlı internet haber sitesinde köşe yazarlığı yaptığı, 25/2/2016-1/3/2016 tarihlerinde yurtdışına çıkış yaptığı, FETÖ/PDY örgütüyle bağlantılı olan ve Bylock kullanan kişilerle irtibatı olduğu, Bugün gazetesine kayyum atanması sonrasında protesto gösterilerinin yapıldığı Bugün Televizyon Kanalının binası çevresindeki baz istasyonlarından başvurucunun telefonundan da sinyal alındığı şeklinde tespitlerde bulunulmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 16/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/223 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 18/8/2017 tarihli duruşmada E.2017/67 sayılı dava dosyası ile iş bu dava dosyasının aralarında şahsi, hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu gerekçesiyle birleştirilmesine, yargılamanın aynı Mahkemenin E.2017/67 sayılı dava dosyası üzerinden yürütülmesine vebaşvurucunun tutukluluk hâlinindevamına karar vermiştir. Başvurucu 18/8/2017 tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla yaptığı savunmasında ikinci iddianamede belirtilen suçlamalarla ilgili olarak özetle; i. S.S. (Haberdar adlı internet haber sitesinin sahibi ve genel yayın yönetmeni) isimli kişinin internet sitesinde bir yazısını yayınladığını, iki tane yazıyı daha yayınlayabilmek için kendisini aradığını ve bu teklifi kabul ettiğini, bu kişinin daveti üzerine yemek yediklerini, bunun sıradan bir sosyal münasebet olduğunu, gazeteci çevresinden birileriyle tanışmak istediğini bu kişinin fuatavni olduğunu bilmediğini, E.A., A. ile de bu vesileyle tanıştığını söylemiştir.ii. E.nin, kızının doğum yapması üzerine kendisini tebrik etmek için aradığını, bu kişiyi daha önce tanımadığını, bu kişinin çalıştığı yayın grubunun başındaki adam olduğunu ifade etmiştir.iii. Diğer irtibatı olduğu kişilerin de medya çalışanları, çalıştığı gazetenin doktoru ve avukatı olduğunu, görüşmelerinin olağan görüşmeler olduğunu belirtmiştir.iv. 27-29 Ekim tarihleri arasında Bugün Televizyonuna gittiğini ancak o tarihlerde muhalefet partilerinin, milletvekillerinin, her kesimden insanın da orada bulunduğunu, bunun suç olmadığını ifade etmiştir.v. Yurtdışına çıkışlarıyla ilgili olarak ise konser, televizyon programı yapmak ve klip çekmek amacıyla yurtdışına çıktığını beyan etmiştir. 24/10/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tutuklulukta geçirdiği süre, suç vasfının değişme ihtimali nazara alınarak yurt dışına çıkış yasağı konulmak ve her ay iki defa kolluk biriminde imza atmak suretiyle adli kontrol altına alınarak tahliyesine karar verilmiştir. Savcılık 6/2/2018 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Mütalaada başvurucunun cep telefonu üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda belirtildiği üzere android işletim sistemi kurulu bir cihazın standart uygulamaları ve uygulama marketi üzerinden indirilip yüklenen uygulamaların mobil cihaz ekranında görüntülenme şekli tasarımları sunan Launcher isimli uygulamanın alt klasöründe silinmiş ya da aynı market kimliği ile bir başka cihaza yüklenmesi nedeniyle bu cihazda görünmeyen FETÖ/PDY mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan, münhasıran bu suç örgütünün mensupları tarafından kullanılan, örgüt talimatı ile bu ağa dâhil olunan ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanılan bir ağ olanByLock uygulamasının indirildiğinintespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu 20/2/2017 tarihinde dosyadaki bilirkişi raporuna karşı uzman mütalaası sunmuştur. T.B. tarafından hazırlanan uzman raporuna göre Bylock uygulamasına ait kalıntının telefona 27/11/2014 tarihinde indirilen APUS adındaki ve yaklaşık bir milyon kişi tarafından indirilen hâlen Google Play’den indirilebilen farklı bir uygulamaya ait cloudcashi.db isimli veri tabanında tespit edildiği, APUS uygulamasının telefonun arayüzünü değiştirerek daha kullanışla hâle getiren, uygulamaları türlerine göre listeleyebilen, Türkçe dil desteği sağlayan bir uygulama olduğu, uygulama içinde kategoriler hâlinde reklam olarak da iki yüz seksen sekiz adet farklı programın önerildiği, Bylock uygulamasının da reklam olarak önerilen bu uygulamalardan biri olduğu, başvurucunun telefonunda APUS uygulaması tarafından reklam amaçlı Bylock uygulamasının adı, indirilme linki ve Bylock logosunun bağlantısı gibi bilgilerin otomatik ve gayri iradi olarak indirildiği ve bir veri tabanı dosyasına iki yüz seksen sekiz farklı uygulama ile kaydedildiği belirtilmiştir. Sonuç olarak uzman raporunda başvurucunun Bylock uygulamasını indirmediği, çalıştırmadığı ve kullanmadığı, Bylock kalıntısının APUS adlı uygulama üzerinden reklam amaçlı olarak indirildiği değerlendirilmesinde bulunulmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili bölümü şöyledir:“Sanık Atilla TAŞ, esasen Türk Pop Müziği şarkıcısı olup, sunuculuk ve oyunculuğun yanı sıra FETÖ-PDY soruşturması kapsamında kapatılan Meydan Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmıştır. Meydan gazetesi, FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti nedeniyle 668 sayılı KHK ile kapatılmıştır....HTS analiz raporlarından sanığın diğer sanıklardan S.S. A. ile ve dava dışı başta E. olmak üzere FETÖ/PDY irtibatı nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma yapılan çok sayıda kişi ile irtibat halinde bulunduğu anlaşılmaktadır.Sanığın, örgüte aidiyeti nedeniyle kayyum atanan ve kapatılan kurumlar çevresinde düzenlenen protesto eylemlerinde yer alarak destek verdiği görülmektedir.Sanığın iddianamede belirtilen ve kendisine aidiyeti sanık tarafından inkar edilmeyen bir kısmı gayriciddi mahiyette çok sayıda yazı ve twit şeklindeki paylaşımlarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü övücü, hükümeti ve Cumhurbaşkanını çok sert bir dille eleştirir içerikler bulunduğu, sanığın anılan örgütün fikir ve ideolojisine paralel olarak örgüte destek verdiği,...Sanıktan elde edilen SAMSUNG marka cep telefonu üzerinde mahkememizce yaptırılan ve inceleme sonucu dosyaya ibraz edilen bilirkişi raporuna göre, android işletim sistemi kurulu bir cihazın standart uygulamaları ve uygulama marketi üzerinden indirilip yüklenen uygulamaların mobil cihaz ekranında görüntülenme şekli tasarımları sunan Launcher isimli uygulamanın alt klasöründe silinmiş ya da aynı market kimliği ile bir başka cihaza yüklenmesi nedeniyle bu cihazda görünmeyen, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan, münhasıran bu suç örgütününmensupları tarafından kullanılan, örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunan ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanılan bir ağ olanByLockuygulamasınınindirildiğitespit edilmiş ise de sanığın bu programı kullandığı tespit edilememiştir.Sanığın FETÖ/PDY’nin finansman kaynağı olan Bank Asya’da hesabının bulunmadığı anlaşılmıştır.Her ne kadar sanık Atilla TAŞ, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne aidiyeti nedeniyle 668 sayılı KHK ile kapatılan Meydan gazetesi bünyesinde bir süre çalışmış, yazı ve twitleriyle örgütün amacı ve ideolojisi doğrultusunda örgütün propagandasını yaparak hedef kitle üzerinde hükümeti ve Cumhurbaşkanını itibarsızlaştırmaya yönelik faaliyetlerde bulunmuş, her aşamada örgütün yanında saf tutmuş, örgüt mensuplarıyla irtibat içinde bulunup görüntü vermiş ise de; Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması gereklidir. Ancak sanığın,örgüt amacını benimsediği,örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk edip, örgütle organik bağ kurduğuna dair kanıtların bu yönde kesin kanaat oluşturmak için yeterli olmadığı, örgüt üyeliği için aranan süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk unsurlarının bir arada gerçekleşmediği, sanığın adı geçen örgütle geçmişe dayalı bir iltisakının ve örgütsel geçmişinin bulunmadığı, sabit olan eylemlerinin devleti ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelen bir terör örgütü olduğuo tarihler itibariyleartık tüm halk tarafından anlaşılmış olanörgütün amacını ve faaliyetlerinde kullanılacağını bilerek, örgütün halk nezdinde yok olan dini cemaat algısının yeniden oluşturulması ve örgüte yönelik tasfiye operasyonlarının durdurulmasını sağlamaya yönelik, örgütün amacını gerçekleştirmeye hizmet edecekyardım niteliğindeki bulunduğu,örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu oluşturduğunun kabulü gerektiği kanaatiyle sanığın TCK. Nın 220/7 maddesi göndermesiyle 314/2 maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/10/2018 tarihli ilamıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Karar bu suretle kesinleşmiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 41- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/30220 | Başvuru, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2014 tarihinde Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/2120 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında Sincan Sulh Ceza Mahkemesinin 3/5/2012 tarihli ve 2012/59 Sorgu sayılı kararı ile hırsızlık, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından tutuklanmıştır. Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının 24/4/2013 tarihli ve E.2013/3438 sayılı iddianamesiyle başvurucunun hırsızlık, dolandırıcılık, resmî belgede sahtecilik ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 10/5/2013 tarihli ve E.2013/171, K.2013/103 sayılı kararı ile davaya bakma hususunda Ankara Ağır Ceza Mahkemelerinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verilmiştir. Mahkeme aynı kararda başvurucunun tutukluluğunun devamına da karar vermiştir. Dava dosyasının gönderildiği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2/8/2013 tarihli ve E.2013/297, K.2013/267 sayılı kararı ile davaya bakma hususunda Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili oluğundan bahisle (karşı) yetkisizlik kararı vermiştir. Mahkeme aynı kararda tutukluluğun devamına da karar vermiştir. Sincan Ağır Ceza Mahkemesi ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesi arasındaki yetki uyuşmazlığının giderilmesine ilişkin olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 2/10/2013 tarihli ve E.2013/12967, K.2013/9615 sayılı ilamı ile Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi ilamı sonrasında dava, Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/279 sayısını almış olup Mahkemece 6/5/2014 tarihli celsede başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu 8/5/2014 tarihinde karara itiraz etmiş ancak Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 15/5/2014 tarihli ve 2014/1594 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan ret kararı 22/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun yargılandığı davada Sincan Ağır Ceza Mahkemesince 21/8/2014 tarihli celsede tutukluluğun devamına karar verilmiş, başvurucunun anılan karara yönelik itirazı Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 10/9/2014 tarihli ve 2014/2320 Değişik İş sayılı kararı ile kabul edilerek başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucu aynı tarihte (10/9/2014) tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, hâlen İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Hukuka. Kanun Metinleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir....(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."b. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 29/2/2016 tarihli ve E.2015/2851, K.2016/3143 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... müvekkili olan davacı hakkında 2009 yılında başlayan kovuşturmanın devam ettiğini ve davacının (sanığın) 5 yıldır tutuklu olarak yargılandığını uzun süren yargılama ve tutukluluk halinin yasa ve mevzuat ihlali olduğunu, tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiğini, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiğini, maktu ve esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğünü ve davacının manevi kayba uğradığı gerekçeleriyle CMK’nın 141/1-a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuştur....... Somut olayda tazminat isteminin haklı olup olmadığı irdelemesini yapacak olan mahkemenin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunup bulunmadığının tespitidir...Aynı şekilde tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulunun aranmayacağı da dikkate alınarak bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle ... tarihinde tutuklanan ve dosyaya fotokopisi sunulan ve dosya içerisine alınan bir kısım kararlara göre tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/l-a-d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin, makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasının celp edilip soruşturma ve kovuşturma kapsamı ayrıntılı olarak incelenip bu hususa ilişkin ayrıntılı dosya inceleme tutanağı da düzenlenerek, özellikle davacı (sanık) hakkında düzenlenmiş olan yakalama, gözaltı ve ifade tutanakları, tutuklama kararı, tüm tutuklama inceleme tutanakları, tutuklama ve tahliye müzekkereleri ile iddianameler başta olmak üzere ilgili bütün karar, tutanak ve belgelerineksiksiz ve Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde aslı ya da onaylı örnekleri de dosya içine alınarak yargılamaya konu olayın, savcılık ve mahkemece yapılan işlemlerin kapsamı ve niteliği ile soruşturma aşamasından itibaren yargılama süreci boyunca geçirilen tüm safhalar belirlenip göz önünde bulundurularak, davacının taleplerinin incelenmesi ve ... somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi" Aynı Dairenin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... müvekkilinin yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu bir vaziyette, hakim karşısına çıkarılmayarak çok uzun süre tutuklulukta kaldıktan sonra duruşmaya çıkarılmış olması nedeniyle CMK’nın l41/l-d maddesindeki makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle ... manevi tazminatın ... verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda ... 'davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle' dava dilekçesininCMK’nın 142/ maddesi gereğince reddine karar verilmiş ... ...Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle ... tarihinde tutuklanan tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanakdosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve ... soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi" Aynı Dairenin 29/9/2015 tarihli ve E.2015/201, K.2015/13994 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... davacı ile ilgili yapılan soruşturmada tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiği, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan 4 sene süreyle tutuklama tedbirine maruz bırakıldığı, tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiği, maktu gerekçeler ve klişe laflarla esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğü ... nedenleri ile CMK’nın 141/1,a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece 'davacının CMK’nın 102/2 maddesine göre 5yıllık uzun tutukluluk süresinden daha az süre tutuklu kaldığı, tutuklulukta geçen sürenin makul olduğu gerekçesiyle' davanın reddine karar verilmiştir.5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, dolayısıyla bunedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep ile ilgili olarak karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.Aynı şekilde tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır... ...Dosya kapsamı itibariyle ... sanık (davacı) hakkında5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin vemakul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi bakımından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamının incelenmesi, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan soruşturma dosyasındaki iddianame, davacıya ait tutuklama kararları tutukluluğun devamına dair kararlar ve tutuklama inceleme tutanakları, davacı ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip incelenerek davacının taleplerinin incelenmesinden sonra karar verilmesi gerekirken eksik kovuşturmaya dayalı olarak hüküm kurulması" Aynı Dairenin 28/9/2015 tarihli ve E.2014/22510, K.2015/13907 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... davacının (sanığın) 5 yıldır tutuklu olarak yargılandığını uzun süren yargılama ve tutukluluk halinin yasa ve mevzuat ihlali olduğunu, tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiğini, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiğini, 'matbu gerekçeler ve klişe' laflarla esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğünü ve davacının manevi kayba uğradığı gerekçeleriyle CMK’nın 141/1, a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece tensiben yapılan incelemede '... davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle' davanın reddine karar verilmiş olup ...5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan maddesinde; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde” bulunulabileceği hükme bağlanmış ve Kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürdülmüştür.Ancak; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde,bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bunedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır....Tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır. Bu çerçevede ... sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin vemakul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve ... somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasınındeğerlendirilmesinden sonra sanığın tazminat talebinin değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi" Aynı Dairenin 16/6/2015 tarihli ve E.2014/6167, K.2015/10867 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... davacı ile ilgili yapılan soruşturmada tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiği, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan 4 sene süreyle tutuklu tedbirine maruz bırakıldığı, tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiği, maktu gerekçeler ve klişe laflarla esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğü ... nedenleri ile CMK’nın 141/1,a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece 'davacının makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkartılarak yargılamasının yapıldığı bu nedenle CMK’nın ve maddeleri gereğince şartların oluşmadığı gerekçesiyle' davanın reddine karar verilmiştir....... tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır. Bu çerçevede,Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre, davalı vekilinin tüm,davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;Dosya kapsamı itibariyle ... sanık (davacı) hakkında5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin vemakul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi bakımından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamının incelenmesi soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan soruşturma dosyasındaki iddianame, davacıya ait tutuklama kararları tutukluluğun devamına dair kararlar ve tutuklama inceleme tutanakları, davacı ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip incelenerek davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi" Aynı Dairenin 8/6/2015 tarihli ve E.2014/23346, K.2015/10032 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekilinin ... davacı hakkında her defasında kanundaki ibarelerin tekrar edilmesi suretiyle tutukluluk halinin devamına karar verildiğini, tutuklamanın koruma tedbiri olduğu kuralının ihlal edildiğini ve davacı hakkında makul sürede karar verilmediğini belirterek CMK'nın maddesinin fıkrasının (a) ve (d) bendleri uyarınca manevi tazminat talebinde bulunduğu dikkate alındığında, tazminat davasının dayanağı olan ceza dava dosyasının celp edilip, incelenerek denetime olanak verecek şekilde davacı ile ilgili evrakların onaylı suretleri dosyaya konularak, davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi ve CMK'nın 142/ maddesi gereğince, tarafların duruşmadan haberdar edilerek duruşmalı olarak karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi" Aynı Dairenin 9/3/2015 tarihli ve E.2014/15450, K.2015/4363 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı (sanık) vekili ... 5271 sayılı CMK’nın 102/ maddesi gereğince tutukluluğun azami süresi olan beş yıllık süre 2012 tarihinde dolduğu halde, tahliye taleplerinin reddedildiği ve Anayasa Mahkemesine yapmış oldukları bireysel başvuru talebinin kabul edilerek hak ihlali kararı verilmesine rağmen davacının (sanığın) halen tahliye edilmediği gerekçesi ile ... maddi ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece yapılan inceleme sonunda tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasında davacının (sanığın) mahkumiyetine hükmedildiği ve hükmün henüz kesinleşmediği gerekçesiyle 5271 sayılı CMK'nın 142/ maddesi gereğince reddine dair, hükmüne yönelik olarak yapılan incelemede;...davacının koruma tedbirine konu ceza davasında tutuklu kaldığı süre yönünden ve konuya ilişkin AİHM'in[Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin] tutukluluk konusunda benimsediği ilkelere bakıldığında; davanın kapsamı, dosyadaki delillerin çokluğu, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliği, sanıkların sayısı ve davanın karmaşık olması durumunun tutukluluk süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate aldığı gibi özellikle organize suçlar bakımından ve ayrıca olayın istisnai koşullarının, karmaşıklığının, başvurucunun kovuşturulmasına neden olan eylemin ağırlığının başvurucunun kaçma ihtimalinin de AİHM tarafından dikkate alındığı görülmektedir. Somut olayda davacının (sanık) diğer 49 sanıkla birlikte yakalandığı, atfedilen suçların ciddi ve ağır olduğu, davacı (sanık) hakkında 13 kez çıkar amaçlı silahlı suç örgütü üyesi olma, bir kez nitelikli yağma, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen adam öldürme suçuna iştirak, bir kez tehdit etme, bir kez kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve bir kez de ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılama yapıldığı, yargılandığı suçların niteliği, özellikle eylemlerin sayısı, sanık sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık düzeyi dikkate alındığında, AİHM tarafından tutukluluk ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesi olarak 'delillerin durumu' ifadesinin ciddi suç göstergelerinin varlığının devamlılığı hususunda bir etken olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda yargılamanın özenli yürütülmediğine ilişkin somut veriler bulunmadığı gibi böyle bir iddia da ileri sürülmemektedir. Sadece tutukluluğun uzunluğuna ilişkin itiraz ve serbest bırakmaya ilişkin talepler herhangi bir belgeye dayalı olmayıp buna karşın mahkemenin dayanılan delillere göre atılı suçların işlendiğine ilişkin kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinin varlığının devamına ilişkin gerekçesininolay veolgulara dayandırılmış olması karşısında,Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; mahkemeceyukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda davanın reddi yerine, tazminat talebinin dayanağı olan ... beraat hükmünün henüz kesinleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi gerekçesi itibariyle hatalı ancak sonucu itibariyle doğru olduğundan davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA" | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8515 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir gösteride söylenen marşa eşlik etmesi ve slogan atması nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 30/10/2018 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümlerin daha önce verdiği kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1993 doğumlu olan başvurucu, başvuruya konu olayın meydana geldiği 26/12/2013 tarihinde İnönü Üniversitesi Bilgisayar Öğretmenliği Bölümü üçüncü sınıf öğrencisidir. Başvurucu, aynı Üniversitenin öğrencilerinden oluşan yaklaşık 125 kişilik bir grupla birlikte, olay tarihinden iki yıl önce Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Ortanca köyü yakınlarında gerçekleşen ve 34 kişinin ölümüne neden olan bombalama olayının yıl dönümü nedeniyle tertip edilen anma toplantısı ve basın açıklamasına katılmıştır. Anma toplantısı 28/12/2011 tarihinde yapılan hava bombardımanı sonucunda bazı kaçakçıların ölümüne neden olunmasına ilişkindir. Olayın hemen ardından bölgeye ulaşan ekipler 34 kişinin hayatını kaybettiğini tespit etmişlerdir. Bölgeye sızmaya çalışan silahlı terör örgütü mensupları ile mücadele kapsamında yapılan bombardıman nedeniyle meydana gelen ölümlerde devletin sorumluluğunun olup olmadığı yönünde bugüne kadar devam eden tartışmalar yaşanmıştır. 24/1/2014 tarihinde, ölenlerin yakınlarına tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvuruya konu anma toplantısına katılan grup, herhangi bir şiddet olayına sebebiyet vermeksizin yürüyüşe geçmiş "Katil Devlet Hesap Verecek", "Roboskiyi Unutma Onurunu Kaybetme", "Roboski Candır Canlar Unutulmaz" şeklinde sloganlar atarak kampüs içinde ilerlemiştir. Topluluk, siyah zemin üzerine Uludere'de ölen kişileri temsil eden 34 adet beyaz karanfil resmi olan ve kırmızı sprey boya ile "Halepçe, Gewer, Roboski unutmayacağız" yazılmış bez afişi taşımıştır. Yürüyüş sonunda basın açıklaması yapılmıştır. Basın açıklaması metninin okunmasından önce ''devrim şehitleri'' adına olduğu belirtilerek bir dakikalık saygı duruşunda bulunulmuştur. Basın açıklamasının ardından ise polis tarafından yapılan tespitlere göre 44 kişi Çerka Şoreşe (Devrim Çarkı) isimli marşı söylemiş ve marşı "Önderimiz Başkan Öcalan" şeklinde bitirmiştir. Orijinali Kürtçe olan marşın sözleri şöyledir:"Devrim çarkı bugün geniş dönüyorSesi dünya meydanlarında yankılanıyorProletaryanın (işçi sınıfının) değirmenini ince ince öğütüyorSömürücü ve uşakları alanlardan kovuyorYaşam tohumu serptiler, alanlarda yeşerdiSümbüller filizlenirdi partizanların sesiyleDağların kalbinden rüzgâr estirdilerAyaklandılar, Kürdistan'a hayat verdilerZindanlardan dağ doruklarına kadarKızıl Bayrakları yükselttiler, yaşamak direniştirYol aydınlık, önderiyle beraber: şehitlerin kanıÖnderimizdir İşçi Partisi" Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 3/6/2014 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması için ceza davası açılmıştır. Savcı, PKK terör örgütü ile onun alt bileşenleri ve bağlantılı terör örgütlerinin günümüze kadar gerçekleştirdiği şiddet eylemleri hakkında genel bazı bilgiler verdikten sonra başvurucu ile ilgili olarak şu iddialarda bulunmuştur:"Şüpheli Meki Katar'ın 28/12/2011 tarihinde Uludere'de 34 vatandaşımızın hayatını kaybettiği olayın yıl dönümü nedeniyle Malatya İnönü Üniversitesi kampüs alanı içerisinde bulunan üniversite kütüphanesinin önünde 26/12/2013 tarihinde yaklaşık 125 kişilik grup tarafından yapılan basın açıklamasına katıldığı, açıklama sırasında; DVD-R'de yer alan IMG_1080 isimli fotoğrafın ve 00115 isimli görüntünün 00:27 saniyesinde devrim şehitleri adına bir dakikalık saygı duruşunda bulunduğu sırada PKK / KCK Terör örgütünün sembol ismi Abdullah Öcalan'ı övücü nitelikte olan ve örgütün marşı haline gelen 'Çerxa Şoreşe' isimli marşı söylediği ve üzerine atılı suçu işlediği anlaşılmıştır." Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında başvurucu, basın açıklamasına katıldığını kabul etmiş, ancak bahse konu marşı söylemediğini savunmuştur. Buna karşın Mahkeme, başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına 26/12/2014 tarihinde karar vermiştir. İlk derece mahkemesi, mahkûmiyet kararının gerekçesinde ilk olarak PKK terör örgütü hakkında genel bazı bilgiler vermiş; PKK'nın bir terör örgütü olduğuna dair birçok ilk derece mahkemesi kararı ile Yargıtay içtihadı bulunduğunu hatırlatmıştır. İlk derece mahkemesi ayrıca, silahlı bir terör örgütü olan PKK'nın Anayasa'da belirtilen Cumhuriyet'in niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve Cumhuriyet'in varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak ya da ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulduğunu ifade etmiştir. İlk derece mahkemesi PKK'nın bu amaçlarına ulaşmak için cebir ve şiddet kullandığını, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerine başvurduğunu, askerî ve sivil hedeflere yönelik birçok silahlı eylem gerçekleştirdiğini ve bu tür eylemleri gerçekleştirmeye devam ettiğini de ifade etmiştir. İlk derece mahkemesi, başvuruya konu davayı Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) maddeleri ışığında ele almış ve ifade özgürlüğünün önemine değinerek somut olayı şöyle değerlendirmiştir: "Sanık Meki Katar'ın suç tarihi olan 26/12/2013 tarihinde İnönü Üniversitesi içerisinde yapılan yürüyüş esnasında içinde bulunduğu grup ile birlikte 'Çerxa Şoreşe' isimli ve silahlı terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası mahkemelerce de kabul edilen PKK/KCK örgütünün marşı olarak herkesçe kabul edilen, içerik olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin topraklarının bir kısmını bölerek başka bir ülke kurma özlemi (kürdistana yaşam verdiler), bu amaca yönelik yapılan konusu suç teşkil eden eylemleri (öncüsü mevcut: şehit kanı), bu eylemleri gerçekleştiren bu silahlı terör örgütünü (öncümüzdür işçi partisi-PKK) ve bu örgütün sözde liderini (önderimizdir Abdullah Öcalan) öven marşı söylediği gerek tevilli ikrar kabul edilen beyanları, gerek dosya içindeki 00115 isimli görüntünün 27 saniyesindeki görüntüler gerekse de tüm dosya kapsamından anlaşılmış maddi olay mahkememizce bu şekilde kabul edilmiştir.Sanığın soruşturma ve yargılama aşamasında görüntülerdeki kişinin kendisi olduğunu ve gösteriye katıldığını alınan ifadesinde açıkça ve tereddüte yer vermeyecek biçimde kabul ettiği de anlaşıldığından, bu şekilde kullanılması, görev ve sorumluluk yükleyen ifade özgürlüğünü kötüye kullanarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün temini ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla yasa ile düzenlenen ve suç olarak benimsenen terör örgütü propagandasını yaptığı ve böylelikle PKK/KCK Terör Örgütünün propagandasını yapmak suçunu işlediği..." Başvurucunun anılan karara itirazı Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 26/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin propaganda suçunu düzenleyen ikinci fıkrasının ilk hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"...örgütle ilgili propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve ellimilyon liradan yüzmilyon liraya kadar ağır para cezası hükmolunur." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 2002 yılında yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir:"...terör yöntemlerine başvurmaya özendirecek şekilde örgütle ilgili propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar ağır para cezası verilir." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 2003 yılında yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir:"...şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşyüzmilyon liradan birmilyar liraya kadar ağır para cezası verilir." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 2006 yılında yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir:"Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır..." 3713 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmının 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen ve somut olayda başvurucular hakkında uygulanan hâli şöyledir: “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır... ” Anılan değişikliğin gerekçesi şöyledir:"AİHM, şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır.Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye 'cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde' ibaresi eklenerek suçun kapsamı AİHM standartlarına uyumlu hale getirilmektedir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren ilk hâlinin örgüt propagandasına ilişkin (8) numaralı fıkrası şöyledir: "Örgütün veya amacının propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasının 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişiklikten sonraki nihai hâli şöyledir: "Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır." Anılan fıkradan "amaç propagandası"nınçıkarılmasının gerekçesi şöyledir:"Maddede yapılan değişiklikle, Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinde yapılan düzenlemeye paralel olarak örgüt propagandası suçunun unsurları yeniden belirlenmekte ve hangi fiillerin propaganda suçunu oluşturacağı hususu daha somut hale getirilerek AİHM standartlarıyla uyum sağlanmaktadır." Yargıtay İçtihadı Yargıtay çok sayıda kararında 3713 sayılı Kanun'un maddesinin terör örgütünün propagandasını yapma suçuna ilişkin ikinci fıkrasında 2013 yılında yapılan değişikliğin anlamını açıklamış ve bu kararlarda terörle mücadelenin uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihmal edilebileceği bir alan olmadığının altını çizmiştir. Yargıtaya göre söz konusu değişiklik sonucunda, terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için örgütün "cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde" yapılması zorunlu kılınmıştır. Yargıtay -toplantı veya gösteri yürüyüşü sırasında olsun veya olmasın- yazı veya sözlerle (atılan slogan, taşınan pankart veya giyilen üniforma) verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamın oluşmasını körükleyecek nefret söylemi niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın kimliği, konumu, konuşulan yer ve zaman gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulması gerektiğini ifade etmiştir (Yargıtay Ceza Dairesinin 15/6/2017 tarihli ve E.2017/1334, K.2017/4470 sayılı; 29/9/2016 tarihli ve E.2016/1297, K.2016/4872 sayılı; 9/6/2016 tarihli ve E.2015/8605, K.2016/3876 sayılı kararları). Nitekim Yargıtayın bu yaklaşımı neticesinde “biji serokapo” (yaşasın başkan apo) şeklindeki bir sloganın terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini öven, meşru gösteren ya da teşvik eden içerik taşımadığına, olayın meydana geldiği yer ve muhatap kitle de dikkate alındığında propaganda suçunun unsurlarının oluşmadığına karar verilmiştir (Yargıtay Ceza Dairesinin 29/9/2016 tarihli ve E.2016/1297, K.2016/4872 sayılı; 15/6/2017 tarihli ve E.2017/1334, K.2017/4470 sayılı kararları). Yargıtay bir kararında da önceki uygulamalarına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yerleşik içtihatlarına atıf yaparak ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasını makul gösterebilecek hâlleri saymıştır. Yargıtaya göre yapılan bir düşünce açıklamasında (1) şiddet bir araç olarak görülüyorsa, (2) kişiler hedef gösterilip kanlı bir intikam isteniyorsa, (3) benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru bir yol olduğu ileri sürülüyorsa, (4) insanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortam kışkırtılıyorsa ifade özgürlüğüne müdahale edilmesi mümkündür. Yargıtay söz konusu kararda, somut olayda çeşitli sendikalar ve legal sivil toplum kuruluşlarının gerekli bildirimleri yaparak organize ettiği barışçıl bir 1 Mayıs gösterisinde “Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” şeklindeki sloganın şiddeti çağrıştırsa bile toplumda bilinen ve kalıplaşmış sözlerden olduğu, izinli ve olaysız gösteride atıldığı, ulusal güvenlik ve kamu düzeni üzerindeki potansiyel etkisinin sınırlı olduğu ve ciddi bir tehlike yaratmadığı gibi diğer sloganlarla birlikte değerlendirildiğinde genelinde hükûmet icraatlarını eleştiri mahiyetinde ifadeler içerdiği, sloganda ismi geçen kişilerce yapılan şiddet eylemlerinin olay tarihinden uzunca bir zaman önce gerçekleştirildiği gibi gerekçelerle propaganda suçunun unsurlarının oluşmadığına karar vermiştir (Yargıtay Ceza Dairesinin 9/2/2016 tarihli ve E.2015/7466, K.2016/1025 sayılı kararı). Yargıtay Ceza Dairesi yakın tarihli bir kararında Anayasa Mahkemesinin önündeki başvuru ile aynı olaya ilişkin bir kararı değerlendirmiştir. Başvurucu ile aynı toplantıya katılan, aynı marşı söyleyen ve aynı sloganlara iştirak eden bir kişi Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 23/10/2014 tarihli kararı ile beraat etmiştir. İlk derece mahkemesi sanığın amacının Uludere'de hayatını kaybeden 34 vatandaşımızı anmak olduğunu belirterek hem sanığın hem de içinde bulunduğu grubun şiddete başvurmadığı, okunan marşta da doğrudan şiddete çağrı olarak anlaşılabilecek sözler bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Yargıtay, sanığın suç işleme kastı bulunmadığı yönündeki kabulünde isabetsizlik bulmayarak ilk derece mahkemesinin beraat kararını onamıştır (Yargıtay Ceza Dairesinin 28/6/2018 tarihli ve E.2018/2362, K.2018/2143 sayılı kararı).B. Uluslararası Hukuk Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi Türkiye'nin de tarafı olduğu 6/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin (Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi) "Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "1) Bu Sözleşmenin amaçları açısından, 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır." Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporu, şiddet içeren terör suçlarına doğrudan veya dolaylı teşvik oluşturacak mesajlara yönelik belirli sınırlamaların AİHS'e uygun olduğunu hatırlatmıştır (açıklayıcı raporda bkz. §91). Açıklayıcı raporda, daha sonra terör suçlarının işlenmesine dolaylı teşvik ile meşru eleştiri hakkı arasındaki sınırın nerede olduğu meselesinin önemine değinilmiştir:" Doğrudan tahrik, çoğu hukuk sisteminde bir şekilde suç teşkil ettiğinden özel bir soruna yol açmamaktadır. Dolaylı tahriki bir suç haline getirmenin amacı uluslararası hukukta veya eylemde mevcut olan boşluğu bu alanda hükümler ekleyerek telafi etmektir. Bu hüküm, suçun tanımı ve uygulaması bakımından Taraflara belirli miktarda takdir yetkisi tanımaktadır. Örneğin, bir terör suçunu gerekli ve haklı göstermek dolaylı teşvik suçunu oluşturabilir. Ancak, uygulanmasında iki şartın karşılanmasını gerektirmektedir: ilk olarak, bir terör suçunun işlenmesi hususunda özel bir kastın varlığı gerekir, aşağıda verilen paragraftaki diğer bir gerekliliğe göre de tahrik hukuka aykırı bir şekilde ve kasten işlenmelidir. İkinci olarak, böyle bir eylemin sonucu, bu tip bir suçun işlenmesi tehlikesine neden olmalıdır. Böyle bir tehlikeye neden olup olmadığı değerlendirilirken, yazarın ve mesajın muhatabının niteliği yanında suçun hangi bağlamda işlendiği AİHM’nin oluşturduğu içtihat anlamında dikkate alınacaktır. Tehlikenin önemi ve inandırıcılığı iç hukukun gereklerine uygun olarak ele alınmalıdır…" Terör Örgütünün ve Liderinin Övülmesi Eylemine AİHM'in Yaklaşımı AİHM, slogan atılması suretiyle veya başka bir biçimde terör örgütünün ya da örgüt liderinin övüldüğü hâllerde düşünce açıklamalarının doğrudan şiddete teşvik edip etmediği üzerinde durmuştur. Nitekim AİHM, Abdullah Öcalan'ın (A.Ö.) Kürtlerin lideri olarak ifade edilmesinin tek başına şiddete teşvik etmediği kanaatine ulaşmıştır. AİHM, Bahçeci ve Turan/Türkiye (B. No: 33340/03, 16/6/2009, § 31) kararında "Yaşasın Abdullah Öcalan, Yaşasın Başkan, Yaşasın Halkların Kardeşliği, Yaşasın Kürdistan" sözlerini değerlendirmiş ve söz konusu mesajın içerik olarak şiddete başvurmayı, silahlı direnişi ve başkaldırıyı teşvik etmediğini, kin ve husumet dolu bir söylemin de söz konusu olmadığını ifade etmiştir. AİHM, Savgın/Türkiye (B. No: 13304/03, 2/2/2010, § 45) kararında A.Ö.nün başkan olarak anıldığı mesajların ve sloganların şiddete teşvik etmeyeceği görüşüne ulaşmış; Öner ve Türk/Türkiye (B. No: 51962/12, 31/3/2015, § 24) kararında da başvuranın adı geçeni Kürtlerin lideri olarak tanımladığı konuşmasının şiddete teşvike yol açmadığına karar vermiştir. AİHM, Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 36443/06, 14/4/2015, § 50) kararında da bir pankartın üzerinde bulunan "Sayın Abdullah Öcalan siyasi irademizdir" yazısının şiddet kullanımına, silahlı direnişe ya da başkaldırıya teşvik etmediğini ifade etmiştir. AİHM’e göre benzer olaylarda nefret içeren düşünce açıklamalarının dikkate alınması gerekse de somut olayda böyle bir açıklama söz konusu değildir. AİHM benzer olaylardaki değerlendirmelerinde düşünce açıklamasının şiddeti destekleyip desteklemediğine ilave olarak açıklama nedeniyle herhangi bir zarar doğup doğmadığını da değerlendirmektedir. Nitekim AİHM, Kılıç ve Eren/Türkiye (B. No: 43807/07, 29/11/2011, §§ 27-29) kararında “Sürekli Ayaklanalım, Başkanımız Öcalan” şeklindeki sloganın şiddet içeren bir tonlamayla atıldığı sonucuna varmakla birlikte anılan sloganın atılmasının -anlık olarak- herhangi bir kişiye zarar vermediğinin altını çizmiştir. AİHM bahse konu sloganın -ulusal güvenlik ve kamu düzeni üzerindeki potansiyel etkisini sınırlandıran- yasal ve barışçıl bir toplantı sırasında atıldığını, bu nedenle şiddeti teşvik etmediğini belirtmiştir. AİHM'e göre benzer bir slogan nedeniyle kişilerin cezalandırılması için açık ve olası bir tehlike bulunduğunun gösterilmesi gerekir. Bahsi geçen kararda AİHS'in maddesinin yalnızca ifade edilen fikirlerin esasını ve bilgileri değil aynı zamanda bunların ifade edilme şekillerini de koruduğunu vurgulamıştır. AİHM'e göre düşünce açıklamasının kamu düzeni üzerinde olumsuz bir etkisinin olup olmadığı incelenmelidir. Nitekim Belge/Türkiye (B. No: 50171/09, 6/12/2016, §§ 34, 35) kararında terör örgütü ve A.Ö. lehine içinde şiddet çağrısı da bulunan sloganların atıldığı, adı geçenin fotoğraflarının taşındığı bir toplantıda konuşma yapan ve A.Ö.ye Kürtlerin lideri diyen başvurucunun cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulduğu kararında AİHM, konuşmanın yapıldığı kapsamı ve göstericilerin davranışlarını dikkate almıştır. AİHM, ayrıca başvuranın konuşmasının kamu düzeni üzerinde olumsuz bir etkisinin olup olmadığını incelemiş; başvuruya konu toplantının barışçıl olmadığını veya gösteriye katılan kişilerin başvuranın konuşmasını dinledikten sonra şiddet içeren eylemlerde bulunduğunu gösteren herhangi bir delil olmadığını belirtmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4916 | Başvuru, bir gösteride söylenen marşa eşlik etmesi ve slogan atması nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, bir basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında izinsiz basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 24/11/2020, 4/12/2020 ve 8/1/2021 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/38167, 2020/38327, 2020/38361, 2020/38706, 2020/38712, 2020/39446 ve 2021/3228 sayılı bireysel başvuru dosyalarının 2020/37789 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mersin Valiliği (Valilik) tarafından 15/1/2020 tarih ve 1251 sayılı Valilik oluru ile mülki sınırlar içerisinde 2020 yılı toplanma alanları, yürüyüş güzergâhları, miting alanları ve basın açıklaması yapılacak yerler belirlenmiş, ilan edilmiş ve ilgili taraflara tebliğ edilmiştir. Anılan kararda ayrıca basın açıklaması etkinliklerinin kamu düzenini, eğitim-öğretimi, çalışma hayatını ve ticaret hürriyetini engelleyici veya bozucu biçimde olmamak kaydıyla ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun "Bildirim Verilmesi" başlıklı maddesinde belirtilen süre içinde bilgi verilmek suretiyle yapılması hususu belirtilmiştir. Başvurucular, basın açıklamasına katıldıkları tarihte Mersin Kadın Platformuna müzahir kişilerdir. Başvurucular 18/8/2020 tarihinde Mersin'in Güvenevler Mahallesi Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nda bulunan Koton Mağazası önünde "İstanbul Sözleşmesini Korumak İçin Nöbetteyiz" konulu basın açıklamasına katılmıştır. Söz konusu tarihte kolluk kuvvetleri tarafından Valiliğin ilgili kararı gereğince basın açıklamasının yapılacağı yere gelinerek uyarılarda bulunulmuştur. Yapılan uyarılara rağmen basın açıklaması gerçekleştirilmiş ve başvurucuların da aralarında bulunduğu grup herhangi bir taşkınlık yapmadan ve müdahale edilmeden kısa süre içinde dağılmıştır. Başvurucuların tamamı hakkında bildirim yapılmaksızın düzenlenen basın açıklamasına katılmaları nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunmaktan idari para cezasına hükmedilmiştir. Başvurucular tarafından idari para cezalarına farklı tarihlerde itiraz edilmiştir. İtirazları inceleyen ilgili Mersin Sulh Ceza Hâkimlikleri (Hâkimlikler), başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle farklı tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Kararlar farklı tarihlerde başvurucuların vekillerine tebliğ edilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..." 2911 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il ve ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde ve 22 nci maddenin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı belirlenebilir.Belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı yerel gazeteler ile valilik ve kaymakamlık internet sitelerinden ilan edilerek halka duyurulur." 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/A maddesi şöyledir: "Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür." 5442 sayılı Kanun'un 11/C maddesi şöyledir:"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. (Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.) Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir.(Mülga birinci cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) (…) Bu fıkra kapsamında alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır." düzenlemesini taşımaktadır." 5442 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008-5728/125 md.) İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24- | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37789 | Başvurular, bir basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında izinsiz basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2019/36025 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/34066 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/34066 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34066 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye talebi üzerine verilen tutukluluğun devamı kararlarının ve tutukluluğun gözden geçirilmesi kararlarının tebliğ edilmemesi, tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazın sonucunun tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelemelerinin mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Avusturya adli makamları tarafından kasten öldürme suçuna istinaden düzenlenen yakalama müzekkeresi çerçevesinde anılan ülkeye iadesi amacıyla aranan başvurucuya ilişkin difüzyon mesajının (kırmızı bülten çıkartılması zaman aldığından bu aşamada herhangi bir gecikmeye yer verilmemesi amacıyla, kırmızı bültene ilişkin kriterler çerçevesinde ilgili ülke interpolü tarafından diğer ülke interpollerine kaçak şahısların yakalanması için çekilen dağıtımlı teleks yazısı) İnterpol Ankara bürosuna ulaşması üzerine anılan mesaj Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 13/6/2018 tarihinde Bakanlığa (Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü) gönderilmiştir. Difüzyon mesajında; başvurucunun 21/5/2018 tarihinde A.R.S. adlı kişiyi kasten öldürdüğünden şüphelenildiği, başvurucunun mutfak bıçağıyla A.R.S.yi boynundan bıçakladığı, maktulde her iki elde ve ön kollarda defansif yaralar, sağdan aşağıya doğru 4 cm derinliğinde bir bıçak yarası tespit edildiği belirtilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğünün Bakanlığa gönderdiği yazıda; başvurucunun 24/5/2018 tarihinde Atatürk Havalimanı'ndan ülkeye giriş yaptığı, Anayasa'nın maddesinin son fıkrası uyarınca Türk vatandaşı olması nedeniyle iadesinin mümkün olmadığı ancak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca Türkiye'de soruşturma açılması olanağının bulunduğu belirtilmiştir. Yazıda ayrıca İstanbul Emniyet Müdürlüğünden -adres bilgisinden de faydalanmak suretiyle- başvurucunun İstanbul'da bulunulabileceği yerlerden araştırılması istenmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü daha sonra 21/6/2018 tarihinde Bakanlığa yazdığı yazıda, yapılan araştırma sonucunda başvurucuya ulaşılamadığını bildirmiştir. Bu yazı ile ilgili olarak Bakanlık Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 27/8/2018 tarihinde yazı yazılmıştır. Savcılık Bakanlık Bürosu 29/9/2018 tarihinde Bakanlık Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğünün yazısını Savcılık Suçüstü ve Müracaat Bürosuna ileterek kanuni gereğinin takdir ve ifası ile evrakın soruşturmaya kaydedilerek soruşturma numarası ile işlemlerin sonucundan bilgi verilmesini istemiştir. Bunun üzerine başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Aynı zamanda, başvurucu tarafından Avusturya'da öldürüldüğü ileri sürülen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı A.R.S.nin kardeşi B. de 12/9/2018 tarihinde Başsavcılığa müracaat ederek ağabeyinin ölümü nedeniyle başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Başsavcılık 5/10/2018 tarihinde Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğinden tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığı belirtilen başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmesini talep etmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine 5/10/2018 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Bu yakalama kararı uyarınca başvurucu 6/10/2018 tarihinde MERNİS'te (Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi) kayıtlı bulunan ikamet adresinde İzmir'in Torbalı ilçesinde yakalanmıştır. Başvurucu yakalama kararında belirtildiği şekliyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilemediğinden aynı gün Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfadesinde başvurucu "Eşimin öğretmen olması nedeniyle 2017 yılı ağustos ayında dil eğitimi görmek için eşim ile beraber Avusturyaya gittik. Orada A.R.S. Avusturya da taksicilik yapmakla beraber ayrıca öğrenci işlerini takip etmektedir. Kendisiyle Adıyaman ilinde tanışmışlığımız vardır. Bize gelirsek yardımcı olacağını söylemişti, bizde onun üzerine Avusturyada kendisini bulduk. Orada kaldığımız sürede eşim ben ve oğlum dil eğitimi aldık. Eşimin ücretsiz izni bitince geri Türkiye'ye döndük. Hatta taksici A.R.S. bizi havalimanına bıraktı. Bende evin aboneliklerini kapatmak için kaldım. Eşim 12 Mayısta döndü. [A.R.S.] şirket kuracaktı. Bütün arkadaşlarından para istedi. Biz de bütün arkadaşlar toplanıp bütün parayı verdik. Daha sonra o bize paramızı iade edecekti. Ölümü ile birlikte paramızı alamadık. Ben şahsı son görenlerden birisiyim. Ben kendisinden Türkiye'ye gideceğim için valiz istedim. Evine gittim kendisi ile çiğ köfte yedim ve ayrıldım. Evine hayat kadını çağırmış, sabaha karşı bana ve iki tane daha arkadaşıma mesaj attı. Kadın ile eğleniyorum gelin diye ben de kendisine evliyim bu ortama katılamayacağımı söyledim. Günay ve Murat isimli arkadaşlarımıza da aynı mesajı atmış. Biz sonra bir iki gün haber alamadık. Amerika'da yaşayan ablası benim arkadaşımdır. O beni aradı kardeşine ulaşamadığını söyledi, bizde bunun üzerine whatsap grubu kurduk, herkes kendi bildiğini yazdı. Sonra Viyana polisi evine gitmiş, kapıyı kırıp içeri girmiş [A.R.S.] cansız bedenine ulaşılmış. Viyana 14 cadde karakolunda biz arkadaşlar ile beraber ifademizi verdik. Viyana da kullanmış olduğum telefon ile birlikte ben Türkiye'ye geldim. Viyana kriminal polisi benimle iletişime geçti. Beni Viyana ya çağırdılar, [A.R.S.] ile son görüşmelerimiz nedeniyle bu yazışma hakkında bana soruları olduğunu söylediler. Tercümanın bana aktardığı, eve gelen kadını biliyor musun, aşık olduğu kızı biliyor musun, bir şirket kuracakmış bunun hakkında bildiklerimi soracaklarmış. Ancak eşim düşük yaptığı için Viyana'ya gidemedim. Kendilerine İstanbul Emniyetine veya Çağlayan Adliyesine gidebileceğimi söyledim. Yardım edebileceğim her türlü konuda yardım edebileceğimi söyledim. Bide Viyana Kriminal daire başkanı kendisi bana biz bir tercüman aracılığıyla sana ulaşacağız dedi. Bu konuşmaların yazışma ekranları halen telefonumda durmaktadır. Telefonumun her türlü inceleme için alınmasına razıyım. B. beni Viyana'ya cenazeyi almaya gitmem için aradı, ancak Viyana kanunlarına göre naaşı ancak derece akrabası alabilirdi, bunu ona söyledim. Sonra Amerika'da ki kardeşi beni aradı İstanbul'a geleceğini benim onu karşılamamı istedi. Bunlar da mesajlarımda mevcuttur. Ama o sırada B. hakkımda şikayette bulunmuştur. Ben Ankara'da iken komşularım aradı beni, evime polisin geldiğini söyledi. Ben de o sırada Ankara da gbt girdim ancak aranmam çıkmadı. Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığından Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere dilekçe yazdım. Dilekçemde adresimi, telefon numaramı bildirdim. Ben kaçmadım, sadece kimle irtibata geçeceğimi bilmiyordum. [B.]nin beni şikayet etme gerekçesi kendilerine yardımcı olmadığım düşüncesinde olduklarındandır. Kesinlikle üzerime atılı suçları işlemiş değilim." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başsavcılık 6/10/2018 tarihinde ifadesinin alınması sebebiyle başvurucu hakkındaki yakalama emrinin kaldırılmasına karar vermiştir ve başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Serbest kalan başvurucu 8/10/2018 tarihinde İstanbul'a gitmiş ve hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin tüm savunmalarını ve savunmaya ilişkin belgelerini yazılı şekilde ve CD ortamında bir dosya hâlinde Savcılığa teslim etmiştir. Başvurucu bu hususu tutanakla kayıt altına almıştır. Başsavcılık 8/10/2018 tarihinde ifadesi alındıktan sonra sehven serbest bırakıldığı kanaatine vararak başvurucunun ifadesinin alınması ve ifadesi alındıktan sonra da serbest bırakılmayarak tutuklanması için yakalandığı yerdeki sorgu hâkimliğine sevkinin yapılmasını talep etmiştir. Başsavcılık ayrıca 8/10/2018 tarihinde başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol kararı verilmesi talebinde bulunmuştur. Başsavcılığın talebi üzerine 9/10/2018 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Hâkimlik; dosyada bulunan tutanaklara göre başvurucunun atılı suçtan suç şüphesi altında bulunduğu, yine dosyada yer alan tutanağa göre başvurucuya ulaşılmaya çalışılıp ulaşılamadığı gerekçesiyle ve hukuka uygun delil elde edilip hazırlık soruşturmasının makul sürede sonuçlanması amacıyla talebin kabulüne karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 9/10/2018 tarihinde başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol tedbirine de karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/10/2018 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un yabancı ülkede işlenen suçlarda yetkiyi düzenleyen maddesi gereğince başvurucunun ikametgâh adresinin İzmir/Torbalı olmasından dolayı yetkisiz olduğuna ve dosyanın Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Yakalama emri gereği başvurucu 10/10/2018 tarihinde Torbalı'daki ikamet adresinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı SEGBİS üzerinden başvurucunun ifadesini aldıktan sonra aynı gün başvurucuyu kasten öldürme suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Bu arada A.S.B. (maktulün ablası) tarafından 10/10/2018 tarihinde Avusturya Başsavcılığının olaya ilişkin raporu soruşturma dosyasına sunulmuştur. Raporda; olay yerinde cesedin altında başvurucunun karışık DNA profilini taşıyan bir yara bandı bulunduğu, olayda kullanılan kanlı bıçakta başvurucunun karışık DNA profilinin tespit edildiği, olay zaman dilimi itibarıyla başvurucunun HTS baz istasyon bilgilerinin olay yeri ile örtüştüğü, tanık A.Ü.nün 21/5/2018 tarihinde saat 00 civarında olay yeri evinden kuvvetli kavga ve gürültü sesleri duyduğunu belirttiği ifade edilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 10/10/2018 tarihinde başvurucunun sorgusu yapılmıştır. Başvurucu sorgusunda "A.R.S. benim arkadaşımdır, evine gelip giden birisiyim, Viyana'da olan soruşturma ile ilgili bizzat kendim gidip ifade verdim, benim DNA profilini nasıl bilebilirler, okumuş olduğunuz belge içeriğini kabul etmiyorum, DNA eşleştirilmesi için kimse benden örnek almadı, A.Ü.nün bende ve tüm ailesinde ses kaydı vardır, üst katta bir kadının diye bağırdığını duyduğunu söylemektedir, biz kendisiyle akşam beraberdik, 20 Mayıs Pazar günü biz akşam iftarda ve sonrasında beraberdik, yaklaşık 4-5 saat beraber kaldık, iftar akşam 21:00 sularında oluyordu, evine hayat kadını getirecekti ben o nedenle gece ayrıldım, ölüm vakası benim ayrıldıktan sonraki saatlerde ve günde olmuş olabilir, ben ne zaman öldüğünü bilmiyorum, şahsın ölüm saati belli ise benimle yapmış olduğu yazışmaların saati de bellidir bu hususa bakabilir, ben olayın gerçekleştiği evde yaşadım, bu nedenle benim DNA örneğim evde bulunabilir, hakkımdaki suçlamayı kabul etmiyorum," şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, SEGBİS üzerinden yapılan sorgusunun ardından kasten öldürme suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Olayın anlatımına ve şüphelinin yakalanmasına ilişkin kolluk tutanakları, Viyana makamlarınca tanzim edilen olay yerindeki cesedin altında Oktay Şener'in karışık DNA profilini taşıyan bir yara bandı bulunduğuna, kan ile lekelenmiş olan olay bıçağında da Oktay Şener'in karışık DNA profilinin tespit edildiğine, şüphelinin 20/05/2018 günü saat 21:54 ile 21/5/2018 günü saat 03:05 arasında 1160, Familienplatz 8 adresinde bulunan baz istasyonunda veri kullanımı yaptığına, bu baz istasyonuna olay yerinden ulaşılabildiğine, tanık A.Ü.nün 21/5/2018 tarihinde saat 03:00 sularında olay yerinden kuvvetli kavga ve gürültü sesleri duyduğunu, 25/5/2018 tarihli ifadesinde ise mobilyaların devrilmesi gibi sesleri ve birinin anlaşılmaz şekilde bağırdığını beyan ettiğine ilişkin 23/8/2018 tarihli (Almanca'dan Türkçe'ye yeminli ve tasdikli tercüme) belge içeriği, şüphelinin savunmaları ve tüm dosya kapsamından şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut deliller bulunduğu, atılı suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde yazılı kanunen tutuklama nedeni var sayılan katalog suçlardan olduğu, atılı suç için ceza kanunda öngörülen ceza miktarı göz önünde bulundurulduğunda şüphelinin kaçma ihtimali bulunduğundan tutuklama tedbirinin yerinde ve ölçülü olacağı, adli kontrol tedbirlerinin yeterli olmayacağı, şüpheli yönünden herhangi bir tutuklama engeli bulunmadığı gözetilerek şüphelinin CMK'nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına... [karar verildi.]" Başvurucu 17/10/2018 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş ve tahliye talebinde bulunmuştur. Torbalı Sulh Ceza Hâkimliği 25/10/2018 tarihinde tutuklama kararındaki gerekçelere dayanarak tahliye talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu 30/10/2018 tarihli dilekçesiyle tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan getirilerek yüz yüze ifadesinin alınması, kuvvetli şüphe ve tutuklama nedenleri bulunmadığından resen tahliyesine karar verilmesi, bu istem kabul edilmez ise tutukluluk hâlinin görüşülmesinin duruşmalı bir şekilde yapılması talebinde bulunmuştur. Torbalı Sulh Ceza Hâkimliği 1/11/2018 tarihli yazısında başvurucunun taleplerinin Başsavcılığa yönelik olduğunu ve belirtilen hususların Başsavcılıkça değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Torbalı Başsavcılığı 2/11/2018 tarihli yazısında; başvurucunun tahliye talebinde bulunduğunu, bu konuda Hâkimlikçe karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Torbalı Sulh Ceza Hâkimliği 2/11/2018 tarihinde sorgu sonrası başvurucu lehine değişen bir durum olmadığı gerekçesiyle tahliye talebi ile tutukluluk hâlinin görüşülmesinin duruşmalı olarak yapılması talebinin reddine karar vermiştir. Yine başvurucu hakkındaki tutukluluk incelemesi soruşturma sürecinde avukatının katılımıyla 9/11/2018, 7/12/2018, 4/1/2019 ve 1/2/2019 tarihlerinde duruşma açılarak yapılmış ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu tutukluluk incelemeleri sırasındaki savunmalarında başvurucu vekili; başvurucunun DNA'sını taşıyan yara bandının olay yerinde bulunmuş olmasının delil niteliğinin olmadığını zira müvekkilinin o evde vakit geçiren biri olduğunu, kan ile lekelenmiş bıçağın ise müvekkili ile maktulün kutlama yapmak için aldıkları pastayı kesmek için kullandıkları bıçak olduğunu, söz konusu bıçağın böylesine bir olayı gerçekleştirmeye elverişli olmadığını, Viyana'dan gönderilen belgelerde maktulün ölüm tarihi ve saatinin belli olmadığını, müvekkilinin 20/5/2018 tarihi saat 54 ila 21/5/2018 tarihi saat 05'te maktul ile birlikte olmasından yola çıkılarak hiç başka şüpheli aranmadan cinayetin müvekkiline yüklenmeye çalışıldığını oysa aynı belgelerden anlaşıldığına göre maktulün cesedine ulaşıldığı 23/5/2018 tarihinde ceset üzerinde kırmızı kan tespit edildiğinin yazıldığını, bu hususun da cinayetin 23 Mayıs itibarıyla yakın bir zamanda işlendiğini gösterdiğini yani 3 gün önceki birliktelikten yola çıkılarak müvekkilinin şüpheli gösterilmesinin hukuka açıkça aykırı olduğunu, diğer yandan delil olarak gösterilen karışık DNA tespitlerinin olasılık hesaplarına göre bulunduğunu, gönderilen evrakın hiçbir yerinde maktulün üstünde müvekkilinin DNA'sına rastlandığının yazmadığını, boğuşma sonucunda öldürülen maktulün üzerinde müvekkilinin DNA'sının olmamasının lehine değerlendirilmesi gerektiğini, baz istasyonu verilerinin müvekkilinin bulunduğu adresi değil en az 500 metre çapında geniş bir çemberi kapsadığını, müvekkilinin cinayetin ortaya çıkmasının ardından kaçmadığını, tam tersine Viyana polisine yardımcı olmaya çalıştığını, Türkiye'ye gelmeden evvel ifadesinin alınabilmesini sağladığını, hiçbir kaçma emaresi göstermediğini, müvekkilinin 10 yıl polislik ve kriminalistik alanında yüksek lisans yaptığı gözönüne alındığında böyle bir cinayette kendisini işaret edebilecek delillerden kurtulma bilgi ve becerisine sahip olduğunu ileri sürmüştür. 9/11/2018 ile 4/1/2019 tarihli tutukluluk devam kararlarına başvurucu vekili itiraz edilmiş, itirazlar sırasıyla İzmir ve Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından 23/11/2018 ve 19/1/2019 tarihlerinde reddedilmiştir. Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan 8/2/2019 tarihli fezleke İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Fezleke ve soruşturma evrakını değerlendiren İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 18/2/2019 tarihinde başvurucunun kasten öldürmek suçundan cezalandırılması talebiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:- Viyana Savcılığının talimatı ile olay yerinden elde edilen örneklerdeki DNA profilleri ile başvurucunun DNA profillerinin karşılaştırılmasının istendiği, bu kapsamda yapılan çalışmalarda başvurucunun DNA veri bankasında kaydının bulunmadığı, bu nedenle DNA karşılaştırma profilinin hazırlanması için başvurucunun kaldığı yerdeki birçok eşyadan, duşta bulunan musluktan, yastık kılıfından alınmış örneklerin ve çarşafta bulunan iki kan izinin aynı erkeğin DNA profilini gösterdiği, bu DNA profilinin başvurucuya ait olan karşılaştırma profili olarak kullanıldığı, ayrıca karşılaştırma örneği olarak banyodaki musluktan bir örnek incelemesi yapıldığı, bu örneğin en azından üç kişi tarafından sebebiyet verilen DNA karışık profilini gösterdiği, bu kişilerden birinin erkek olduğu, bu DNA karışık izleri ana profilinin başvurucunun çarşafındaki DNA profili ile uyuştuğu, yorgan nevresiminin ve yatak çarşafının aynı şekilde karşılaştırılma örneği olarak incelendiği, yorgan nevresiminde ve yatak çarşafındaki örneklerin en azından üç kişi tarafından sebebiyet verilen DNA karışık profilini gösterdiği, profillerden en azından birinin erkek cinsiyeti taşıdığı, bu DNA karışık izleri ana profilinin başvurucunun DNA profili ile uyuştuğu, yine maktulün boyun bölgesinden, sağ el ve sol el ekleminden, anal bölgeden, sağ el ve sol elin parmak uçlarından ve penisinden alınan örneklerin bir erkek DNA profilini gösterdiği, incelenmiş olan DNA belirleyici özellik sistemlerinde bu DNA profilinin A.R.S.nin DNA profili ile uyuştuğu belirtilmiştir.- Kan lekeli yara bandında iki kişi tarafından sebebiyet verilen DNA karışık profili bulunduğu, değerlendirilebilen DNA belirleyici özellik sistemlerinde bu DNA karışık izleri ana profilinin A.R.S.nin DNA profili ile uyuştuğu, ayrıca başvurucunun DNA profiline ait olan bütün DNA özelliklerinin görüldüğü, bu nedenle bu karışık izlere kısmi olarak sebebiyet verenin başvurucu olmasının mümkün olduğu, yine olayda kullanılan bıçak sapında iki kişi tarafından sebebiyet verilen DNA karışık profilinin bulunduğu, bu DNA karışık izleri ana profilinin maktulün DNA profili ile uyuştuğu, ayrıca başvurucunun DNA profiline ait olan bütün DNA özelliklerini gösterdiği, bu nedenle bu karışık izlere kısmi olarak sebebiyet verenin başvurucu olmasının mümkün olduğu belirtilmiştir.- Başvurucunun telefonunun ve hizmet aldığı baz istasyonlarının tespiti amacıyla yapılan çalışmalarda başvurucu tarafından kullanılan telefonun verilerinin geriye dönük olarak toplanması için talepte bulunulduğu, cep telefonunda 20/5/2018 tarihi saat 54 ila 21/5/2018 tarihi saat 05 arasında 1160, Familienplatz 8 adresinde bulunan baz istasyonundan 8 adet veri kullanımı yapıldığının tespit edildiği, bu baz istasyonuna olay yerinden ulaşılabildiği belirtilmiştir.- Maktulün altındaki evde oturan tanık A.Ü. beyanında; 21/5/2018 Pazartesi günü saat 00 civarında evden gürültü duyduğunu, bir kadının devamlı olarak çok yüksek ses ile anlaşılamaz bir şekilde bağırdığını ve mobilyalarının yerinin değiştirilmesi veya devrilmesi gibi sesleri duyduğunu, yaklaşık 10 dk sonra bu gürültülerin kesildiğini, bu yüzden polisi aramadığını, daire kapısının açılıp ve kapatıldığını ise duymadığını bildirmiştir.- Yine tanık Y.nin 30/5/2018 tarihli ifadesinde olay günü bir kadının bağırdığını gazetede okuduğunu, A.R.S.nin sesinin erkek sesi gibi yüksek olmayan bir ses olduğunu, A.R.S.nin bağırdığında bunun kadın sesi gibi algılanabileceğini bildirdiği, başvurucunun cep telefonunda 21/5/2018 tarihinde saat 20'de Viyana Gablenzgasse 95-99/blok 2 adresinde bulunan baz istasyonundan iki adet veri kullanımı yapıldığı, bu baz istasyonunun olay yerine havadan yaklaşık 800 metre uzaklıkta olduğu, böylelikle başvurucunun cep telefonunun zaman açısından olay yerine çok yakın bir yerden lokalize edildiği ileri sürülmüştür.- Maktulün cep telefonunda 21/5/2018 tarihinde saat 33 ile 40 arasında kısa mesajların ve WhatsApp mesajlarının tanık E.ye gönderildiğinin tespit edildiği, bu mesajların maktul tarafından yazılmadığına E. ve diğer arkadaşlarının inandığı çünkü yazılış stilinin maktulünkine uygun olmadığı, yine aynı zaman çerçevesinde maktulün cep telefonundan başvurucunun cep telefonuna WhatsApp mesajları gönderildiğinin tespit edildiği, bu mesajlarda maktulün "kardeşim ne yazıkki beni dinlemedin ve gelmedin, kadın çok az Türkçe biliyor" diye yazdığı, başvurucunun o zaman zarfında cep telefonunun bulunduğu yer nedeniyle olayın meydana geldiği evde olduğunun düşünüldüğü, yine başvurucunun maktulün cep telefonu şifresini bilen tek kişi olduğunu arkadaşlarının tahmin ettiği, bu yüzden SMS ve WhatsApp mesajlarının başvurucu tarafından olaydan sonra yanıltma amaçlı yazıldığının düşünüldüğü ileri sürülmüştür. - Başvurucunun 24/5/2018 tarihinde saat 29'da Avusturya'dan İstanbul'a uçtuğunun tespit edildiği, geri uçuş rezervasyonun bulunmadığı, çok eşyası olduğundan giriş işlemi kontrolünde bunlar için ücret ödediği, bu nedenle Avusturya'ya geri dönmeyeceğinin düşünüldüğü, bavulu dâhil olmak üzere kendisinin şahsi eşyalarını daha önce oturduğu yerden aldığı ve maktulün evine getirdiği, maktulün evinde hiçbir eşyası bulunamadığından dolayı bu eşyalarını beraberinde alıp götürdüğünün tahmin edildiği, maktulün taksisini de kullanmış olabileceğinin ve anahtarı tekrar eve geri getirebileceğinin mümkün görüldüğü belirtilmiştir.- Tanık A. (maktulün arkadaşı) beyanında; maktulün Mayıs 2017'de kendisine evinde dost bir ailenin kalıp kalamayacağını sorduğunu, kendisinin de bunu kabul ettiğini, bunun üzerine evine başvurucu, karısı ve 8 yaşındaki oğlunun taşındığını, başvurucunun karısının Türkiye'de bir iş bulmasından dolayı olaydan yaklaşık 2 hafta önce oğlu ile birlikte Türkiye'ye geri döndüğünü, kendisinin evli olan biriyle aynı evde yaşamayı istemediği için başvurucunun taşınması gerektiğini söylediğini, maktulün de bunun problem olmadığını ve başvurucunun kendi evinde kalabileceğini söylediğini, 21/5/2018 tarihinde başvurucunun eşyalarını paketlediğini ve evi terk edeceğini kendisine mesajla bildirdiğini, başvurucuyu kısa bir süreliğine 22/5/2018 Salı günü tarihinde çantasını kendi evinden çıkartırken gördüğünü, bu rastlaşma esnasında başvurucunun diğer zamanlara göre daha stresli ve sinirli olduğunu bildirmiştir.- Tanık A.nın babası olan tanık O.K.A. beyanında; başvurucunun maktulün en iyi arkadaşı olduğunu, maktulün arabuluculuğuyla başvurucunun ailesi ile birlikte kızının evine taşındığını, başvurucunun 15/5/2018 tarihinde kızının evinden ayrıldığını ve eşyalarının bir bölümünü maktulün evine götürdüğünü, başvurucunun 20/5/2018 Pazar günü saat 30 sıralarında eşyalarını maktulün evinden aldığını çünkü maktulün kadın bir misafir beklediğini, bu durumu da kendisine başvurucunun söylediğini belirtmiştir.- Cinayet ile alakalı kendisinden haber alınamaması üzerine ailesi ve arkadaşları tarafından kurulmuş olan WhatsApp grubunda bulunan başvurucuya ait mesajlarda başvurucunun Avusturya polisine güvenmediğini çünkü orada isimli rüşvet alan ve Türk olan bir polis memuru bulunduğunu, nin tanıdığı S. isimli kadının maktul ile cinayet gecesinde beraber olduğunu iddia ettiği tespit edilmiştir.- Tanık G.T. beyanında; maktulün ABD'de yaşayan kız kardeşinin kendisini olayla ilgili bilgilendirdiğini, bunun üzerine başvurucunun kız kardeşini aradığını ve başvurucunun kız kardeşinin kendisine başvurucunun şu anda Viyana havaalanında iki Türk ajanı refakatinde bulunduğunu, Avusturya Kriminal polisinin kendisinden saç örneğini, parmak izi ve ağzından tükürük örneğini aldığından dolayı Avusturya'yı hemen terk etmesi gerektiğini ve izlerin maktulün evinde depolanacağından korktuğunu, bir polisin fuhşa aracılık yaptığını ve onun tanıdığı S. isimli kadının maktulün alt katında kiracı olarak kaldığını, bunun sadece fahişelik ve para ile alakalı olmadığını, daha çok şeyin olduğunu söylediğini ileri sürmüştür.- Toplanan delillerin değerlendirilmesi sonucunda başvurucunun tanık A.nın evini 15/5/2018 tarihinde terk ederek eşyalarını alıp maktulün evine getirdiği, maktulün de evinin anahtarını başvurucuya verdiği, olay günü maktulün evinin anahtarının kendi pantolonunun cebinde bulunduğu, evde başka bir anahtar bulanamadığı, başvurucunun eşyalarını alarak maktulün evine getirdiği, başvurucunun tanık O.K.A.ya verdiği bilgiye göre 20/5/2018 tarihinde saat 30 sıralarında eşyalarını tekrar aldığı, çünkü maktulün bir kadının gelmesini beklediği ancak bir kadının ziyareti yüzünden eşyaların evden alınmasının mantıklı bir durum olarak görülmediği, başvurucunun 24/5/2018 tarihinde kendisinden kriminal polis memurları tarafından saç, parmak izi, tükürük örnekleri alındığını söylemesine rağmen hiçbir şekilde böyle bir örneğin alınmadığı ileri sürülmüştür.- Maktulün olay anında yanında bulunduğu iddia edilen kadınının kim olduğunun tespit edilemediği, isimli Avusturyalı polis memuru ile ilgili olarak Viyana Eyalet Polis Müdürlüğünde sadece Murat isimli bir polisin bulunduğu, isimli polis memurunun tanık olarak verdiği ifadede maktulü ve S. isimli kadını tanımadığını beyan ettiği belirtilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 21/2/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/164 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 21/2/2019 tarihli tensip duruşmasında başvurucunun üzerine atılı suça ilişkin mevcut delil durumu kapsamında kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunu, atılı suçun 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendinde sayılan katalog suçlardan olduğunu, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağını değerlendirerek tutukluluk hâlinin devamına ve ilk duruşmanın 13/5/2019 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamı kararına yaptığı itiraz, İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu otuzar günlük periyotlarla resen ve talep üzerine ele alınarak incelenmiştir. 13/5/2019, 28/8/2019, 21/11/2019 ile 14/2/2020 tarihli duruşmalara bizzat katılan başvurucunun savunmaları alınmış ve tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. 21/11/2019 tarihli duruşmada maktulün ölüm saati ile ilgili olarak Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulunca düzenlenmiş olan 30/9/2019 tarihli rapor okunmuştur. Bu raporda kesin olmamakla birlikte kişinin ölüm zamanının ölü bulunduğu tarihten 1-3 gün ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 14/2/2020 tarihli duruşmada verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi aynı gün itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 12/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu iddia edilen bıçağın kişinin öldürülmesinde kullanılıp kullanılmadığına ilişkin olarak düzenlendiği 27/3/2020 tarihli raporu mahkemeye sunmuştur. Raporda, maktulün vücudunda tespit edilen kesik vasfındaki yaraların incelemesi yapılan kesici-delici alet ile meydana gelmesinin mümkün olduğu belirtilmiştir. COVID-19 salgını nedeniyle 30/4/2020 tarihinde resen açılan duruşmada başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilerek duruşma tarihi 21/7/2020 tarihine ertelenmiştir. Başvurucu 21/7/2020, 2/10/2020, 11/12/2020 ile 22/1/2021 tarihli duruşmalara SEGBİS aracılığıyla katılmış; yine alınan savunmalarının ardından başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Belirtilen tutukluluğun devamına ilişkin kararlara yapılan itirazlar İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından alınan tutukluluk hâlinin devamı kararlarında 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince başvurucuya, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından alınan, tutukluluk hâlinin devamıyla ilgili kararlara ilişkin itirazın reddine dair kararlarda ise itiraz edene tebliğ edilmesi hususu belirtilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi; yapılan yargılama sonucunda 22/1/2021 tarihinde başvurucunun üzerine atılı kasten öldürme suçunu işlediğinin sabit olduğunu değerlendirerek 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun mahkûmiyetine ilişkin istinaf incelemesi devam etmektedir. 5271 sayılı Kanun'un "Kararların açıklanması ve tebliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir. (2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, (…) (1) hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur. (3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir."5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir."5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir."5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir." 5237 sayılı Kanun'un "Vatandaş tarafından işlenen suç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir Türk vatandaşı, 13 üncü maddede yazılı suçlar dışında, Türk kanunlarına göre aşağı sınırı bir yıldan az olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçu yabancı ülkede işlediği ve kendisi Türkiye'de bulunduğu takdirde, bu suçtan dolayı yabancı ülkede hüküm verilmemiş olması ve Türkiye'de kovuşturulabilirliğin bulunması koşulu ile Türk kanunlarına göre cezalandırılır. (2) Suç, aşağı sınırı bir yıldan az hapis cezasını gerektirdiğinde yargılama yapılması zarar görenin veya yabancı hükûmetin şikayetine bağlıdır. Bu durumda şikayet, vatandaşın Türkiye'ye girdiği tarihten itibaren altı ay içinde yapılmalıdır.5237 sayılı Kanun'un "Diğer suçlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Aşağıdaki suçların, vatandaş veya yabancı tarafından, yabancı ülkede işlenmesi halinde, Türk kanunları uygulanır:a) İkinci Kitap, Birinci Kısım altında yer alan suçlar.b) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Bölümlerde yer alan suçlar.c) İşkence (madde 94, 95).d) Çevrenin kasten kirletilmesi (madde 181).e) Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188), uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190).f) Parada sahtecilik (madde 197), para ve kıymetli damgaları imale yarayan araçların üretimi ve ticareti (madde 200), mühürde sahtecilik (madde 202).g) Fuhuş (madde 227).h) (Mülga : 26/6/2009 – 5918/1 md.)i) Deniz, demiryolu veya havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması (madde 223, fıkra 2, 3) ya da bu araçlara karşı işlenen zarar verme (madde 152) suçları. (2) (Ek ikinci fıkra: 29/6/2005 – 5377/3 md.) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye'de yargılama yapılması, Adalet Bakanının talebine bağlıdır (3) Birinci fıkranın (a) ve (b) bentlerinde yazılı suçlar dolayısıyla yabancı bir ülkede mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olsa bile, Adalet Bakanının talebi üzerine Türkiye'de yargılama yapılır."5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9407 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye talebi üzerine verilen tutukluluğun devamı kararlarının ve tutukluluğun gözden geçirilmesi kararlarının tebliğ edilmemesi, tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazın sonucunun tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelemelerinin mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör suçundan mahkûm olarak ceza infaz kurumunda bulunan hükümlünün bireysel başvuru yapması için avukatına posta yoluyla göndermek istediği belgelerin gönderilmesinin engellenmesinin bireysel başvuru hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör suçundan hükümlü olarak Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu; Ceza İnfaz Kurumunda bulunan diğer hükümlülerle birlikte hazırladığı, bir mizah dergisi olduğunu ileri sürdüğü ve "Vız Gelir" ismini verdikleri derginin sayısını posta ile dışarıda bulunan bir şahsa göndermek istemiş fakat Ceza İnfaz Kurumunun kararıyla anılan dokümanın bir kısmı sakıncalı bulunarak derginin gönderilmesi engellenmiştir. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunun anılan kararına karşı yaptığı itiraz da reddedilerek 7/7/2015 tarihinde karar kesinleşmiştir. Başvurucu, bunun üzerine yaşadığını ileri sürdüğü ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkı ihlalleri nedeniyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılması amacıyla hazırladığı dilekçe ve eklerini posta yoluyla avukatına gönderilmek üzere 26/8/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu idaresine teslim etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu idaresi 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesi uyarınca savunma amacıyla avukata gönderilen mektubun denetime tabi olmadığından bahisle söz konusu mektubu incelenmesi için Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) göndermiştir. İnfaz Hâkimliği başvurucunun avukatına göndermek istediği zarfın içinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru formunun ve bazı belgelerin bulunduğunu tespit etmiştir. İnfaz Hâkimliği söz konusu ek belgelerin başvuru formunda belirtilen delillere ilişkin olduğunu belirttikten sonra başvuru formu ve eklerinin alıcısına gönderilmesi talebinin kabulüne karar vermiştir. Ankara Batı Cumhuriyet savcısı 3/9/2015 tarihinde İnfaz Hâkimliği kararına karşı itirazda bulunmuş, başvurucunun talebinin reddini istemiştir. Cumhuriyet savcısının itirazını değerlendiren Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme), Cumhuriyet savcısının itirazının kabulüne ve İnfaz Hâkimliğinin kararının kaldırılmasına 11/9/2015 tarihinde karar vermiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Hükümlünün göndermek istediği mektubun savunma amaçlı olmadığı, içeriğinde birçok örgüt üyesinin ve silahlı unsurlarının çizimlerinin bulunduğu, Devlete ve yargı organlarına karşı yapılan saldırıların meşru gösterilmeye çalışıldığı, asıl amacın savunma yapmaktan ziyade bu çizimlerin çeşitli dergilerde yayımlanması olduğu, bu yolla silahlı terör örgütünün propagandasının yapıldığı, Devleti tahrik amaçlı kullanacağı, çizimlerin bu haliyle gönderilmesinin kurum içinde diğer mahkumlara da emsal teşkil edeceği gibi dergi haline getirilmek üzere hazırlandığı anlaşılan bu çizimlerin, örgütsel bağları kuvvetlendireceği, cezanın infaz amacıyla ters düşeceği, idari otoritenin zayıflamasına yol açacağı ve cezaevi güvenliğini tehlikeye düşüreceği anlaşıldığından, Ankara Batı İnfaz Hakimliği'nin 02/09/2015 tarih, 2015/3992 Esas 2015/3940 sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunmadığından, Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı'nın itirazının kabulüne karar vermek gerekmiştir." Mahkeme kararı başvurucuya 26/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 21/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk metinleri için bkz. Candaş Kat, B. No: 2015/18467, 19/11/2019, §§ 17- | Bireysel başvuru hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16719 | Başvuru, terör suçundan mahkûm olarak ceza infaz kurumunda bulunan hükümlünün bireysel başvuru yapması için avukatına posta yoluyla göndermek istediği belgelerin gönderilmesinin engellenmesinin bireysel başvuru hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yasal kurumlarla olan ilişkisinin ve bu yasal kurumların düzenledikleri etkinliklere katılmanın terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle başvurucunun örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş olup bağımsız ve tarafsız olmayan özel yetkili bir mahkemede uzun sayılacak bir sürede yargılamanın yapılmış olması ve soruşturma sürecinde masumiyet karinesine aykırı uygulamalarda bulunulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Hatay'da ikamet etmektedir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. MLKP terör örgütü 1970'li yıllarda kurulan ve Marksist Leninist ilkelere dayalı komünist bir sistem kurmak amacıyla mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkmayı hedefleyen bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kurulduğu yıllardan 12 Eylül askerî darbesine kadar hedefini gerçekleştirmek için birçok silahlı eylemde bulunmuş; bu silahlı eylemlerini 12 Eylül askerî darbesinden sonra da zaman zaman devam ettirmiştir. Anılan soruşturma kapsamında başvurucu, dört gün gözaltında tutulduktan sonra 25/9/2006 tarihinde serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet savcısı 15/11/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/2/2008 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin arka plan açıklaması yaparak başlamıştır. Yapılan arka plan açıklaması şu şekildedir:"MLKP silahlı terör örgütüne yönelik olarak ülke genelinde yapılan operasyonlarda ele geçen örgütsel dökümanlar irdelendiğinde, örgütün dernek, sendika, vakıf, çeşitli gazete ve dergiler aracılığıyla [...] propagandasının yapıldığı; çeşitli faaliyetler yapıldığı, bunların örgütün merkez komitesi tarafından yönetildiği, Hatay'da faaliyet gösteren ESP [Ezilenlerin Sosyalist Platformu] ve SGD'nin [Sosyalist Gençlik Derneği] de MLKP terör örgütünün uzantısı olarak faaliyet yürüttüğü, bu oluşumların 2005, 2006 yllarında 21 Mart Nevruz ve 1 Mayıs işçi bayramı kapsamında etkinlikler yapıp, pankartları astıkları, örgüt ve çatışmalarda ölen örgüt üyeleri lehine sloganlar atıp, cenaze törenleri düzenledikleri ve bu eylemleri SGD ve ESP çatısı altında yaptıkları...Emniyet Genel Müdürlüğünden MLKP'nin SGD ve ESP ile ilgili irtibata dair göndermiş olduğu 66 sayfa bilgi formu incelenmesinde; MLKP terör örgütünün tüzüğünde; örgütün çizgisi ve kararları doğrultusunda faaliyet gösterecek yerel örgütler oluşturacağı ve bu oluşumların MLKP çizgisinde çeşitli yayınlar çıkarabileceği, legal alanda söz konusu oluşumları vasıtasıyla sempatizan kadrolarını şuurlandırarak propaganda çalışmaları yapacaklarının belirlendiği, bu amaç doğrultusunda örgüte yönelik operasyonlarda ele geçirilen örgütsel dökümanların tüzükte belirtildiği şekilde legal alanlarda faaliyet yapıldığı, bu çalışmaların yazılı ve görsel basında, sendikalarda dernek ve vakıflarda, sanat ve kültür evlerinde yoğunlaştığı, bunların başında SGD, ESP, EKD, Atılım Gazetesi, Dayanışma Gazetesi, Sanat ve Hayat Gazetesi gibi oluşumların olduğu. Bu oluşumlardan özellikle SGD ve ESP'nin eylem ve stratejilerinde kullanılan temaların, temaların işleyiş tarzı ve zamanlamasının MLKP ile paralellik ve eş zamanlılık gösterdiği, MLKP terör örgtü içerisinde eylem ve faaliyet gösterirken güvenlik güçleri ile çatışmaya girip ölen yada cezaevlerinde ölüm oruçlarına girerek burada ölen örgüt mensuplarını şehit olarak nitelendirip, sahip çıktıkları, SGD ve ESP'ye yönelik yapılan operasyonlarda ele geçen dökümanların MLKP terör örgütüne ait dökümanlar olduğu,; SGD'nin MLKP'nin gençlik yapılanması olan KGÖ (Komünist Gençlik Örgütü) nin legal bir oluşumu ve derneği olup, Gençlik üzerinde çalışma yaptığı, derneğin asıl amacının şahısları önce SGD üyesi yapmak daha sonra da ESP ye aktarmak, bu aşamadan sonra da MLKP terör örgütünün illegal yapılanması olan FESK (Fakirlerin ve Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) MLKP/KGÖ (MLKP Komünist Gençlik Örgütü) ve Kürdistan örgütü içerisinde silahlı faaliyet göstermek üzere yapılanmaya yönelik olduğu ve bu oluşumların MLKP terör örgütünün legal yapılanmaları olduğu..." Kararda, arka plan açıklamasından sonra başvurucunun eylemlerine ilişkin bilgiler verilmiştir. Bu eylemler kararda şu şekilde açıklanmıştır:"...Sanıkların bu oluşumlara gidip geldikleri ve üye oldukları, mitinglerine katılıp, MLKP örgütü ve lehine sloganların atılması, pankart taşınması eylemlerine katıldıkları böylece sanıklar Y.U., Ahmet Urhan, E.T., N.A., Ş.S., İ.T., A.N., H.A., P.S., S.T., T.Y., Ç., G.K.,Ç.S., A.Ş., K. ve Y.A.'ın MLKP nin alt seksiyonu olan SGD ve ESP'nin üyeleri oldukları ve eylemleri ile 3713 sk.nun 2/2 md. de nazara alındığında sanıkların eylemlerinin sabit olduğu..." Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 22/4/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, karardan 16/7/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası için bkz. Metin Birdal ([GK] (B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13961 | Başvuru, yasal kurumlarla olan ilişkisinin ve bu yasal kurumların düzenledikleri etkinliklere katılmanın terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle başvurucunun örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş olup bağımsız ve tarafsız olmayan özel yetkili bir mahkemede uzun sayılacak bir sürede yargılamanın yapılmış olması ve soruşturma sürecinde masumiyet karinesine aykırı uygulamalarda bulunulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/10/2014 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, tapulu taşınmazına kamulaştırmasız el atıldığı iddiasıyla, ilgili kamu kurumları aleyhine Derik Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 10/12/2004 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkemenin 15/4/2008 tarihli ve E.2004/257, K.2008/51 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; bir kısım davalının temyizi üzerine bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2008 tarihli ve E.2008/12859, K.2008/15310 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma sonrası E.2009/186 sırasına kaydedilen davada yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 26/3/2013 tarihli ve E. 2009/186, K.2013/76 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/6/2014 tarihli ve E.2014/7331, K.2014/18813 sayılı ilamı ile düzeltilerek onanmıştır. Yargıtay ilamı başvurucuya 3/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Söz konusu tarihi takip eden otuzuncu gün olan 3/10/2014 tarihi Kurban Bayramı arife günü olduğundan belirtilen gün saat 00’ten itibaren Kurban Bayramı tatilinin başladığı anlaşılmıştır. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğünce yayımlanan 24/9/2014 tarihli ve 69471265-010-06/8385 sayılı genelge ile kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların 3/10/2014 tarihinde yarım gün idari izinli sayılmaları uygun görülmüştür. Söz konusu genelgenin ilgili kısmı şöyledir:“Kurban Bayramı tatili, 3 Ekim 2014 Cuma günü saat 00’te başlayacaktır.Kurum yöneticilerince gerekli tedbirlerin alınarak hizmetlerin aksatılmaması, zorunlu hizmetlerin yürütülmesi için asgari seviyede eleman bulundurulması kaydıyla; kamu kurum ve kuruluşlarındaki bütün çalışanların 3 Ekim 2014 Cuma günü yarım gün idari izinli sayılmaları uygun görülmüştür.” Başvurucu 13/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru formuna ekli Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi hâkim ve kâtibi tarafından düzenlenmiş 13/10/2014 tarihli tutanakta “6/10/2014-11/10/2014 tarihleri arasında ülkemizin çeşitli yerleri ile birlikte ilçemizde de gerçekleştirilen Kobani olayları protestolarının şiddet eylemlerine dönüşmesi sonucunda güvenlik gerekçesiyle, hâkim-savcılar ve adliye personeli adliyeye gidememiş olup bu nedenle resmi tüm işlemler adliyenin kapalı olmasından dolayı yerine getirilemediğinden iş bu tutanak birlikte imza altına alınmıştır” şeklinde bir açıklama bulunduğu görülmüştür. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 17/3/1981 tarihli ve 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Aşağıda sayılan resmi ve dini bayram günleri ile yılbaşı günü ve 1 Mayıs günü genel tatil günleridir....B) Dini bayramlar şunlardır:... Kurban Bayramı; Arefe günü saat 00'ten itibaren 4,5 gündür....D) Ulusal, resmi ve dini bayram günleri ile yılbaşı günü ve 1 Mayıs günü resmi daire ve kuruluşlar tatil edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16212 | Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/9/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ereğli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu iken silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamanın duruşması üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 17/8/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 16/11/2017 tarihinde yapılmasına, başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile hazır edilmesi için tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 16/11/2017 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı yargılamanın 21/2/2018 tarihli ikinci ve 8/5/2018 tarihli üçüncü celselerinde iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuş ve hüküm açıklanmıştır. Başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesini sunmasını müteakip 28/1/2020 tarihli ek dilekçe ile duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür. Yargıtay Ceza Dairesi 24/6/2020 tarihinde hükmü onamıştır. Başvurucunun ek temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığına dair iddiasının Yargıtay tarafından karşılandığına dair somut bir veri bulunmamaktadır. İlgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29621 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Birinci başvurucu doğum sancılarının başlaması üzerine 17/3/2007 tarihinde Deva Tıp Merkezine (Hastane) başvurmuştur. Birinci ve ikinci başvurucunun kızı olan üçüncü başvurucu ebe yardımı ve normal doğum yöntemiyle 7 kg ağırlığında doğmuştur. Üçüncü başvurucunun doğum sırasında zorlanan sağ omuzunda “Brakial Plexus Paralizi” meydana gelmiştir. Başvurucular, Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) başvurarak Hastane ve personelden şikâyetçi olmuştur. Savcılık tarafından hazırlık evrakı kapsamında İstanbul Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığı İhtisas Kurulundan 28/10/2009 tarihli rapor alınmıştır. Raporda; "...Aysu Naz Diri'de ortaya çıkan brakial pleksus zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olarak meydana geldiği cihetle Ebe Sevgi Şen, Doktor Arif Çoban'ın eylemlerinin ve Özel Deva Polikliniğinde yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu oy birliği ile mütalaa olunur." şeklinde görüş bildirilmiştir. Savcılık soruşturma sonunda söz konusu rapora dayanarak Hastane ve sağlık personeli hakkında taksirle yaralamaya neden olmak ve görevi kötüye kullanma suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 11/9/2012 tarihinde 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat istemini içeren tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde ilk doğumunu yapan birinci başvurucunun doktor tarafından muayene edildikten sonra ebeye yönlendirildiğini, ebenin başvurucuya basınç uygulayarak bebeğin içinde bulunduğu zarı patlattığını, bebeğin kuruya düştüğünü, ebenin talimatıyla bir hemşire ve bir hastabakıcının taburelere çıkarak başvurucunun karnının iki yanından bastırdığını, bebeğin çekiştirilerek çıkarıldığını, zorlamalar sonucu doğumun tıbbın gerektirdiği şartlar dışında gerçekleştiğini belirtmiştir. Dilekçede; doğumdan sonra aynı gün içinde taburcu edilen bebeğin sağ kolunun hareketsiz olduğunu fark ettiklerinde başvurucuların yeniden hastaneye geldikleri, doktor tarafından yapılan muayenede bebeğin sağlıklı olduğunun söylendiği, durumun devam etmesi üzerine başka bir doktora gittikleri, ortopedi uzmanı olan bu doktor tarafından yapılan muayenede durumun doğumda gerçekleşen bir sakatlık olduğu ve sinirlerde meydana gelen zarar nedeniyle sakatlığın bebeğin ileriki yaşamını da olumsuz etkileyeceğinin ifade edildiği belirtilmiştir. Davaya cevap dilekçesinde; başvurucuların akrabaları olan ve iyi tanıdıkları, güvendikleri ebeden doğumu yaptırmasını istedikleri, doğum için yapılan işlemlerde tıbbi gereklere aykırı hiçbir işlem yapılmadığı, doğum sırasında ebenin çocuğun oksijensiz kalmaması için doğumu hızlandırdığı ve birinci başvurucunun özel durumuna uygun işlemler uygulandığı vurgulanmıştır. Dilekçede ayrıca doğumu yaptıran ebenin 35 yıllık tecrübeye sahip olduğu, bugüne kadar mesleki hatası bulunmadığı, zor doğumlarda %02 oranında kol sinirlerinin zedelenme ihtimalinin mevcut olduğu ve birinci başvurucunun normal doğum yapabileceği uygun görüldüğünden sezeryan doğumun tercih edilmediği belirtilmiştir. Mahkeme 15/12/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda hazırlık soruşturmasında alınan 28/10/2009 tarihli ATK raporuna atıf yapılarak raporda üçüncü başvurucuda ortaya çıkan brakial pleksus zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olarak meydana geldiği, işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, olayda kasıtlı ve taksirli bir davranış bulunmadığının belirtildiği vurgulanmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarihli kararıyla eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporunun hükme esas alınması nedeniyle bozulmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkeme yargılamaya devam ederek bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Gaziantep Üniversitesi (Üniversite) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanlığında görevli iki kadın doğum uzmanı tarafından hazırlanan 12/3/2013 tarihli raporda; "... Sevgi Şen ebe hastaya amniyotomi yaparak (doğum eylemini hızlandırmak için amniyon zarını açmak) normal doğuma hazırlamıştr. Bebek uterusa bası yapılarak doğurtulmuştur. Bebeğin çekiştirilerek çıkarıldığını zorlamalar sonucu çocuğun doğduğunu, doğumun tıbbın gerektirdiği şartlar dışında gerçekleştirildiği bebek Aysu Naz Diri'de doğum sırasında gelişen omuz distosisi (omuz takılması) sonucu brakial pleksus hasarı geliştiği bildirilmektedir. Türk Jinekoloji ve Obstetri Derneği'nin açıklamış olduğu omuz distosisi ile ilgili güncel durum değerlendirmesinde: 'Omuz distosisi nadir ancak potansiyel olarak çok olumsuz sonuçları olabilen bir intrapartum olaydır. Annede diyabet, obezite ve makrozomi gibi risk faktörleri tespit edilebilir olsa da, omuz distosisi en sık düşük riskli gebelerde oluşur. Omuzların doğumu için birçok manevra tarif edilmiş olmakla birlikte, bir manevranın diğerine üstünlüğünü gösteren hiç bir prospektif çalışma yoktur.' denilmektedir. Bu nedenle hasta Emine Diri'nin doğumu sırasında omuz distosisi gelişebileceği öngörülememiştir... Tüm bu bulgular değerlendirildiğinde hasta Emine Diri'nin doğumu sırasında gelişen omuz distosisi ve buna bağlı bebek Aysu Naz Diri'de (3700 gram) meydana gelen kalıcı brakial pleksus hasarının doğum eylemi öncesi öngörülemez olduğuna karar verilmiştir. Doğum eyleminin gerçekleşmesinde bir ihmal veya hata olduğunu düşünmemekteyiz." görüşü belirtilmiştir. Başvurucular bu rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde Mahkeme tarafından verilen ara kararda bir nöroloji uzmanı, bir fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı ve iki kadın doğum uzmanından oluşacak kuruldan rapor alınmasına karar verildiği, ancak alınan raporun sadece iki kadın doğum uzmanı tarafından verildiği, ara karar uyarınca heyet raporu alınması gerektiği belirtilmiştir. Bilirkişi raporuna yapılan itiraz nedeniyle ek rapor istenilmiş, Üniversitenin tek kadın doğum uzmanı tarafından hazırlanan 19/2/2014 tarihli ek bilirkişi raporunda üçüncü başvurucunun doğumdaki kilosunun 700 gram olması nedeniyle omuz distosisi riskinin %6-4 olarak belirlendiğini ve bunun doğumdan önce öngörülemez bir risk olduğunun tıpliteratüründe de vurgulandığı, üçüncü başvurucunun kilosunun omuz distosisi için yüksek riskli grupta yer almadığı ve doğum için sezeryan zorunluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir. Üniversitenin Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanlığında görevli fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı bir doktor tarafından hazırlanan 22/10/2014 tarihli raporda üçüncü başvurucuda gelişen arızanın doğumda görülebilen bir komplikasyon olduğu bildirilmiştir. Aynı üniversitede görevli bir nöroloji uzmanı doktor tarafından hazırlanan 2/12/2014 tarihli raporda üçüncü başvurucuda gelişen arızanın doğumda görülebilen bir komplikasyon olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 30/3/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda söz konusu bilirkişi raporlarında üçüncü başvurucunun kilosu dikkate alındığında meydana gelen hasarın doğumdan önce öngörülemez bir risk olduğu, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, işlemlerde kusur ve ihmal bulunmadığı ve olayın komplikasyon olduğunun belirtildiği vurgulanmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/4/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/6/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular nihai hükmü 11/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 29/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26359 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, özlük haklarına ilişkin olarak açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hukuka aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Anadolu Üniversitesi bünyesinde memur olarak çalışmaktadır. Başvurucu 2007 yılının Ağustos ayından itibaren geriye dönük olarak yararlandırılmadığını veya eksik yararlandığını belirttiği döner sermaye ücretlerinin ödenmesi istemiyle idari başvuruda bulunmuştur. Söz konusu talep Anadolu Üniversitesi Yönetim Kurulunun 18/12/2007 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Ret işleminin iptali istemiyle açılan davada Eskişehir İdare Mahkemesi (Mahkeme) 29/5/2008 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiş, ancak ret hükmü Danıştay Sekizinci Dairesinin 16/12/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkeme 29/3/2010 tarihli kararıyla davayı kısmen süre aşımı yönünden kısmen de esas yönünden reddetmiştir. Gerekçede öncelikle 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi uyarınca döner sermaye ödemelerinin yapılan işin niteliğine göre farklılık gösterebileceği ve üniversitenin döner sermaye gelirine yapılan katkı oranında ücret belirlenmesinin eşitlik ilkesine aykırılık taşımadığı hatırlatılmıştır. Başvurucunun ileri sürdüğünün aksine emsallerine kendisinden fazla döner sermaye ücreti ödenmediği yönünde belirleme yapıldıktan sonra başvurucuya 2547 sayılı Kanun'un öngördüğü sınırlar içinde kalınarak hizmet gereklerine uygun döner sermaye ödemesi takdir edildiği ve işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.Diğer taraftan başvurucunun idari başvuru yaptığı tarihten geriye dönük olarak altmış günün dışında kalan taleplerinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca süre aşımı nedeniyle incelenemeyeceği ifade edilmiştir. Ret hükmü Danıştay Sekizinci Dairesinin 16/11/2012 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 18/9/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 9/12/2013 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/562 | Başvuru, özlük haklarına ilişkin olarak açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hukuka aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı uyarınca bir gün göreve gitmemesi nedeniyle hakkında açılan idari soruşturma sonucu görev yerinin değiştirilmesinin örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. A. Arka Plan Bilgisi Kısa adı PKK olan örgütün bir terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-30). Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18). Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı söz konusu dönemde hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından 6/9/2015 tarihinde Yüksekova'da askerî karakola, 28/11/2015 tarihinde Sur'da güvenlik görevlilerine, 13/1/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde polis lojmanlarına,24/3/2016 tarihinde Sur'da askerî karakola, 31/3/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 11/4/2016 tarihinde Hani'de askerî karakola, 15/4/2016 tarihinde Şırnak'ta güvenlik görevlilerine, 1/5/2016 tarihinde Dicle'de jandarma binasına, 10/5/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 12/5/2016 tarihinde Sur'da doğrudan sivillere, aynı gün İstanbul'da askerî servis aracına, 29/5/2016 tarihinde Kulp'ta güvenlik görevlilerine, 30/5/2016 tarihinde Silopi'de polis aracına, 28/6/2016 tarihinde Dicle'de polis aracına, 10/8/2016 tarihinde Sur'da polis ekiplerine, 15/8/2016 tarihinde Bismil'de Bölge Trafik Müdürlüğüne, 9/10/2016 tarihinde Şemdinli'de askerî kontrol noktasına ve 4/11/2016 tarihinde Bağlar'da emniyete ait hizmet binalarına yönelik silahlı ve/veya bombalı saldırılar düzenlenmiş; ayrıca bombalı intihar saldırıları gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda 60 güvenlik görevlisi ve -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır (Sebahat Tuncel (3), B. No: 2017/23601, 10/10/2018, § 9; Tuncer Bakırhan, B. No: 2017/28478, 11/10/2018, § 9).B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1983 doğumlu olup başvuru konusu olaylar tarihinde İzmir'in Kiraz ilçesinde bir ortaokulda öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 31/10/2012 tarihinden itibaren Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesidir. EĞİTİM SEN'in bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 22/12/2015 tarihinde bir karar alarak kendisine bağlı tüm sendika üyelerinin 29/12/2015 tarihinde işyerlerinden çıkıp tüm illerin merkezî alanlarında basın açıklaması yapmaları çağrısında bulunmuştur. KESK'in kararı şu şekildedir:"Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan bazı il, ilçe ve mahallerde bir süredir hayata geçirilen 'sokağa çıkma yasakları' hem kamu hizmeti sunmakla görevli kamu emekçilerinin ve ailelerinin hem de kamu hizmetinden yararlananların sadece kamu hizmeti sunma ve alma hakkı değil yaşam haklarını da tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Söz konusu bölgelerde binlerce öğretmenin izine gönderilmesi sonucunda onbinlerce öğrencinin eğitim hakkı askıya alınmakta, sağlık emekçileri hastanelerden çıkmadan zorunlu nöbete tabi tutulmaktadır. Eğitim sağlık, yerle yönetim hizmetleri başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri bölgede sürdürülen operasyonlara göre yeniden dizayn edilmektedir. Ayrıca tarihi eserler tahrip edilmekte, okullar, hastaneler, öğrenci yurtları boşaltılarak şehirler polis karakolları ve askeri karargâhlar haline getirilmektedir. Sürekli çatışma ortamında kamu çalışanlarının ve yurttaşların evleri ve kendileri hedef haline gelmekte, elektriksiz, susuz bırakılarak hastalık ve açlık tehlikesiyle burun buruna bir yaşama itilmektedir. Kamu hizmeti sunma ve alma hakkının yanı sıra yaşam hakkını tehdit eden gelişmelere karşı; Anayasanın devletin sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirten maddesi; çalışanların ve işverenlerin, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma ve bu sendikalara üye olarak bu doğrultuda etkinlik yapma hakkının bulunduğunu belirten maddesi, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümlerinin uygulanacağını belirleyen maddesi, Anayasa maddenin bir gereği olarak;87, 98 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin maddesi, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın ‘Toplu pazarlık yapma ve eylem hakkı’ başlıklı maddesine dayanılarak;İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Danıştay kararları örnek alınarak,Ve bunlara ek olarak; Konfederasyon tüzüğümüzün 'Konfederasyonun Amaçları' başlıklı Dördüncü Maddesi’nin giriş ve b, c, g, i fıkralarına, 'Konfederasyonun İlkeleri' başlıklı Beşinci Maddesinin b ve g fıkralarına, 'Konfederasyonun Görev ve Yetkileri' başlıklı Altıncı Maddesinin b, f, k fıkralarına uygun olarak; DİSK, TMMOB ile birlikte;1- 'Savaşa Hayır, Barışı Savunacağız' şiarı ile ortak bildiri ve stickerler hazırlanarak web sayfamızdan yayımlanmasına, 2- 29 Aralık 2015 tarihinde Konfederasyonumuza bağlı sendika üyelerinin hizmet üretiminden gelen gücü kullanarak işyerlerinden çıkıp tüm illerde merkezi alanlarda basın açıklamaları yapmalarına karar verilmiştir.” EĞİTİM SEN Merkez Yürütme Kurulu da KESK'in kararı doğrultusunda 25/12/2015 tarihinde 12 sayılı kararı almıştır. Karar şu şekildedir:"29 Aralık 2015 tarihinde Konfederasyonumuz KESK'in diğer emek ve meslek örgütleri ile birlikte almış olduğu 92 sayılı kararı gereğince Savaşa Hayır Barışı Savunacağız şiarıyla gerçekleştireceği üretimden gelen gücümüzü kullanarak 1 günlük hizmet üretmeme kararının iş kolumuzda hayata geçirilmesine oy birliği ile karar verilmiştir." (Dilek Kaya, B. No: 2018/14313, 17/7/2019, §§ 14, 15). Başvurucu, KESK ve EĞİTİM SEN'in yukarıda yer verilen kararları doğrultusunda 29/12/2015 tarihinde görevine gitmemiştir. Başvurucu hakkında mazeretsiz olarak göreve gitmemesi üzerine idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucu hazırlanan raporda başvurucunun 29/12/2015 tarihinde derse girmeyerek görev ve yükümlülüğünü yerine getirmediği, iş bırakma eylemine katılacağına dair okul yönetimine yazılı olarak herhangi bir bildirimde de bulunmadığı belirtilmiş; böylece idarenin tedbir almasını güçleştirerek öğrencilerin, idarecilerin ve gelmeyen personelin yerine giren nöbetçi öğretmenin mağduriyetine neden olduğuna ilişkin iddiaların doğrulandığı yönünde görüş ve kanaat bildirilerek başvurucunun il dışına atanmasının uygun olacağı değerlendirilmiştir. Başvurucu 11/11/2016 tarihinde Kütahya'nın Aslanapa ilçesindeki bir anadolu lisesine öğretmen olarak atanmıştır. Başvurucu, İzmir'den Kütahya'ya atanmasına ilişkin işleme karşı iptal davası açmış, davası ilk derece mahkemesince kabul edilmiştir. Mahkeme, başvurucunun bir gün göreve gelmeme eylemi dışında bulunduğu eğitim kurumunda görev yapmaya devam etmesine sakınca oluşturacak nitelikle eylemlerde bulunduğunun idarece somut olarak ortaya konamadığını belirtmiştir. Soruşturma sürecinde, başvurucunun gerek söz konusu eylem öncesi gerek eylem sonrası ve hâlen siyasi içerikli faaliyette bulunduğuna ya da güvenlik güçlerinin terörle mücadelesini bahane ederek eğitim çağındaki öğrencilerin eğitim hakkını engelleyen, öğrencilerini boykota teşvik eden, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin aksamasına neden olan etkinliklere okulda katıldığına ilişkin bir bilgilerinin bulunmadığına dair tanık ifadeleri de mahkeme tarafından dikkate alınmıştır. Sonuç olarak ilk derece mahkemesi, başvurucunun katıldığı iş bırakma eyleminin görev yaptığı eğitim kurumu dışında gerçekleştiğini, atamaya ilişkin gerekçeleri destekler somut delillerin ortaya konulamadığını, ayrıca bir gün göreve gelmemesinin görevinde başarısızlık, olumsuzluk veya performans yetersizliğine neden olduğu, işyerindeki verimi düşürdüğü ya da huzuru bozduğunun da gösterilemediğini dikkate alarak başvurucunun başka bir yere atanmasının görevi başında kalmasının doğuracağı sakıncaların önlenmesi bakımından gerekli olmadığını ifade etmiştir. İdare, ilk derece mahkemesinin söz konusu kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf talebini inceleyen mahkeme talebi kabul ederek davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda öncelikle kamu görevlilerinin statüleri uyarınca yasa ve yönetmelikte düzenlenmiş kurallara uymakla ve kamu hizmetinin gereklerine uygun davranmakla yükümlü oldukları, kamu görevlisi statüsünün gereklerinin ikinci sıraya alınmasının kamu hizmetlerini yürütmek amacı ile kurulmuş olan kamu kurumlarının görevlerini yerine getirmekte zorlanmalarına, giderek görevlerini aksatmalarına neden olabileceği belirtilmiş; sendika üyeliğinin de bu kabulü değiştirmeyeceği ifade edilmiştir. Nitekim başvurucunun yasal olarak kurulmuş bir sendikaya üye olmasından dolayı değil üstlenmiş olduğu kamu görevini yerine getirmemesi ve böylece hizmetin aksamasına sebebiyet vermesi nedeniyle görev yerinin değiştirildiği ve bu değişikliğinin sendikal faaliyetlerine bir engel oluşturmadığı açıklanmıştır. Başvurucunun kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda, yürürlükteki mevzuat uyarınca il içinde veya iller arası atamaya tabi tutulacak personel niteliğinde olduğunu ve bu durumu bilerek öğretmenlik mesleğini seçtiğini vurgulayan istinaf mahkemesi, başvurucunun sendika üyesi olmasının meslek yaşantısı boyunca aynı yerde görev yapmasını sağlayıcı bir hak olarak görülemeyeceğini, sendika üyelerinin yerlerinin değiştirilmemesi gibi bir anlayışın Anayasa ile güvence altına alınan eşitlik ilkesinin ihlal edilmesi sonucunu doğurabileceğini değerlendirmiştir. Karar, başvurucu vekiline 27/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler.” 17/4/2015 tarihli ve 29329 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin "Hizmetin gereği olarak yapılabilecek yer değiştirmeler" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Haklarında yapılan adli veya idari soruşturma sonucunda o yerde kalmasında sakınca görülen öğretmenlerden görev yeri il içinde değiştirileceklerin atamaları, görevli oldukları yere göre sırasıyla alt hizmet alanlarındaki eğitim kurumlarına; görev yeri il dışına değiştirileceklerin atamaları ise, zorunlu çalışma yükümlülükleri de dikkate alınarak alanlarında öğretmen ihtiyacı olan eğitim kurumlarından birine yapılır." Diğer ilgili hukuk için bkz. Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 27, 28, 30-40; Dilek Kaya (aynı kararda bkz. § 27);Elif Güneysu, B. No: 2017/31733, 7/10/2021, §§21- | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2513 | Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı uyarınca bir gün göreve gitmemesi nedeniyle hakkında açılan idari soruşturma sonucu görev yerinin değiştirilmesinin örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir ili Bornova Kadastro Müdürlüğünde Genel İdare Hizmetleri sınıfında veri hazırlama ve kontrol işletmeni olarak görev yapmakta iken teknik hizmetler sınıfına geçme talebiyle 19/8/2008 tarihinde başvuruda bulunmuş; başvurucunun talebi idarece zımnen reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen işlemin iptali istemiyle 3/12/2008 tarihinde iptal davası ve maddi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. İzmir İdare Mahkemesinin 24/3/2010 tarihli ve E.2008/195, K.2010/353 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline, başvurucunun parasal haklarının yasal faiziyle ödenmesine hükmedilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine, Danıştay Beşinci Dairesinin 23/9/2011 tarihli ve E.2010/4104, K.2011/4820 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede İzmir İdare Mahkemesinin 21/2/2012 tarihli ve E.2012/292, K.2012/267 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 25/12/2013 tarihli ve E.2012/5560, K.2013/10727 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/6/2014 tarihli ve E.2014/2805, K.2014/5515 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 6/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14062 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, elektrik akımına kapılarak ağır yaralanmadan doğan zararın tazmini istemiyle açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1980 doğumlu başvurucu 7/3/2011 tarihli dilekçe ile 12/2/2007 tarihinde Viranşehir'e bağlı Sağlam köyünde komşusu K.E.nin evinin damında bulunduğu sırada elektrik akımına kapıldığını ve hayati tehlike geçirecek şekilde ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldığını, yaralanma sonucu vücudunun çeşitli yerlerinde yanıklar meydana geldiğini belirterek Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ) aleyhine tazminat davası açmıştır. Viranşehir Asliye Hukuk Mahkemesince yürütülen yargılama aşamasında Belediye ve İlçe Özel İdare Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar sonucunda yaralanmanın gerçekleşmiş olduğu bina ile ilgili herhangi bir imar çalışması yapılmamış olduğu tespit edilmiştir. Elektrik ve inşaat bilirkişilerinden alınan raporda, 1-36 kv. arası gerilime sahip iletken ile K.E.nin iki katlı evi arasında olay tarihinde 4 metre yan açıklık ve 5 metre düşey açıklık bulunduğu tespit edilmiştir. Rapora göre 4 metrelik yatay açıklık ilgili mevzuata göre güvenli mesafeyi sağlarken düşey açıklığın en az 5 metre mesafede olması gerekmektedir. Anılan bilirkişi raporunda sonuç olarak düşey mesafenin en az 5 metre olması gerekirken 5 metre olduğu, dava dışı K.E.nin güvenli mesafeyi ihlal ederek gerilim hattının altına binayı inşa ettiği, yapının ruhsatsız olduğu ve gerilim hattının emniyetli mesafeye taşınması yönünde bir müracaatın da bulunmadığı, bu nedenle bina sahibinin olayda %100 sorumlu olduğu kanaati bildirilmiştir. Başvurucu bilirkişi raporuna karşı yaptığı itirazda, dava dışı K.E.nin yaptığı iki katlı evin DEDAŞ'a ait elektrik tellerinin altından geçmesinin engellenmesine ilişkin denetim yapılmaması, gerektiğinde evin yıkılması ya da tellerin taşınması şeklinde önlem alınmaması nedenleriyle davalı Kurumun kusurlu olduğunu ileri sürmüş; tehlikeli faaliyet yürüten bir kurum olarak DEDAŞ'ın gerekli önlemleri almak ve uyarıları yapmakla yükümlü olduğunun dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu; maluliyet oranının tespiti için rapor, kusur oranının tespiti için kusur raporu, sorumluluğun tespiti için uzman görüşü alınmasını, kusur tespit edilmediği koşulda tehlike sorumluluğu çerçevesinde kusursuz sorumluluğun değerlendirilmesini talep etmiştir. Başvurucunun talepleri dosyanın karar aşamasında olması nedeniyle Viranşehir Asliye Hukuk Mahkemesince reddedilmiştir. Mahkeme 2/4/2013 tarihinde, davanın dayanağını teşkil eden 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinde öngörülen sorumluluğun söz konusu olması için yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden kaynaklanan bir zarar doğması gerektiği, davalı Kurumun olayın meydana gelmesinde yapım eksikliği veya bakım bozukluğu şeklinde nitelenebilecek herhangi bir kusurunun bulunmadığı ve olayın meydana gelmesindeki kusurun kişi durumundaki bina malikine ait olduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 12/2/2014 tarihinde onanan karar kesinleşmiştir. Anılan kararın 5/5/2014 tarihinde kendisine tebliğ edilmesi üzerine başvurucu, otuz günlük başvuru süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yapılan araştırmada, meydana gelen olaya ilişkin yürütülmüş bir ceza soruşturması tespit edilememiştir. 6098 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür." 30/11/2000 tarihli ve 24246 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:"Madde 4-...a) Genel tanımlar:1) Elektrik kuvvetli akım tesisleri: İnsanlar, diğer canlılar ve eşyalar için bazı durumlarda (yaklaşma, dokunma vb.) tehlikeli olabilecek ve elektrik enerjisinin üretilmesini, özelliğinin değiştirilmesini, biriktirilmesini, iletilmesini, dağıtılmasını ve mekanik enerjiye, ışığa, kimyasal enerjiye vb. enerjilere dönüştürülerek kullanılmasını sağlayan tesislerdir.2) Alçak gerilim: Etkin değeri 1000 volt ya da 1000 voltun altında olan fazlar arası gerilimdir.3) Yüksek gerilim: Etkin değeri 1000 voltun üstünde olan fazlar arası gerilimdir....""Madde 5- Kuvvetli akım tesisleri her türlü işletme durumunda, cana ve mala herhangi bir zarar vermeyecek ve tehlike oluşturmayacak bir biçimde yapılmalıdır.Herhangi bir kimsenin dikkatsizlikle de olsa yaklaşabileceği uzaklıktaki kuvvetli akım tesislerinin gerilim altındaki bölümlerine (aktif bölümler) dokunulması olanaksız olmalıdır ve ilerideki bölümlerde belirtilen emniyet mesafeleri ile koruma önlemleri sağlanmalıdır.""Madde 44- a) Hava hatlarında iletkenler arasında alınması gerekli en küçük uzaklıklar aşağıdaki gibi hesaplanacaktır:...h) İletkenlerin 46 ncı maddeye göre hesaplanan en büyük salgılı durumda üzerinden geçtikleri yer ve cisimlere olan en küçük düşey uzaklıkları Çizelge-8'de verilmiştir.i) Hava hattı iletkenleri ile yanından geçtikleri yapıların en çıkıntılı bölümleri arasında, en büyük salınım konumunda en az Çizelge-5'te verilen yatay uzaklık bulunmalıdır. Çizelge 5- Hava hattı iletkenlerinin en büyük salınımlı durumda yapılara olan en küçük yatay uzaklıkları Hattın izin verilen en yüksek sürekli işletme gerilimikVYatay uzaklıkm0-1 (1 dahil)11-36 (36 dahil)236-72,5 (72,5 dahil)372,5-170 (170 dahil)4170-420 (420 dahil)5Çizelge-8 Hava hattı iletkenlerinin en büyük salgı durumunda üzerinden geçtikleri yerlere olan en küçük düşey uzaklıkları İletkenlerin üzerinden geçtiği yerHattın izin verilen en yüksek sürekli işletme gerilimi (kV)0-1 (1 dahil) 1-17,5 3672,5 170 420En küçük düşey uzaklıklar (m)Üzerine herkes tarafından çıkılabilen düz damlı yapılar 2,53,53,54 58,7 | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8660 | Başvuru, elektrik akımına kapılarak ağır yaralanmadan doğan zararın tazmini istemiyle açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarının bastırılması kapsamında alınan tedbirlerin uygulanması esnasında konutta meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1967 doğumlu olup Şırnak'ın Silopi ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu, Diyarbakır 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 19/2/1993 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm edilmiştir. Başvurucunun 24/2/2016 tarihli talebi üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 24/3/2016 tarihli kararıyla memnu haklarının iadesine karar verilmiştir. A. Arka Plan Bilgisi Kısa adı PKK olan örgütün bir terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-30). Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18).B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucunun evinin bulunduğu Şırnak'ın Silopi ilçesinde 14/12/2015-19/1/2016 tarihleri arasında güvenlik operasyonları yürütülmüştür. Bu operasyonlar sonrasında düzenlenen 25/1/2016 tarihli hasar tespit raporuna göre başvurucunun evi %20 oranında hasar görmüştür. Başvurucu 2/3/2016 tarihinde Şırnak Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) başvurarak 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucunun tazminat talebi, Diyarbakır 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 19/2/1993 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm olduğu gerekçesiyle Zarar Tespit Komisyonunun 5/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği vurgulanmıştır. Başvurucu, Zarar Tespit Komisyonu kararının iptali istemiyle 24/5/2017 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, 5233 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendinde mahkûm olunan fiillerin yol açtığı zararların Kanun'un kapsamı dışında bırakıldığını belirtmiş; 23/6/1993 tarihinde kesinleşen mahkûmiyetin zararların tazminine engel teşkil etmeyeceğini savunmuştur. Başvurucu söz konusu mahkûmiyetinin cezasını çektiğini, akabinde memnu haklarının iadesine karar verildiğini de vurgulamıştır. İdare Mahkemesi 6/3/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 5233 sayılı Kanun'un maddesi ile maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendine atıfta bulunularak kanun koyucunun terör örgütüne yardım ve yataklık suçu işleyen kişiler ile terör suçundan mahkûm olan kişileri bu Kanun hükümlerinden faydalandırmamayı amaçladığı belirtilmiştir. Kararda 5233 sayılı Kanun'un amacı dikkate alındığında terör örgütüne yardım ve yataklık suçu işleyen kişiler ile terör suçundan mahkûm olan kişilerin kendilerinin terör örgütü mensubu olarak katılmadığı ya da suç faili olmadığı olaylar nedeniyle uğradığı zararlar için de bu Kanun hükümlerinden faydalandırılmaması gerektiği açıklanmıştır. Başvurucunun Diyarbakır 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 19/2/1993 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm olduğunun hatırlatıldığı kararda zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmininin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, dava dilekçesindekilere ek olarak fiilin işlendiği tarihten 25 yıl sonra ortaya çıkan olaylardan sorumlu tutulmasının hakkaniyete uygun olmadığı belirtilmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf istemini 15/3/2019 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 28/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İlgili mevzuat için bkz. Tayyip Akyürk, B. No: 2019/3039, 29/6/2022, §§ 15- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29794 | Başvuru, terör olaylarının bastırılması kapsamında alınan tedbirlerin uygulanması esnasında konutta meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu olup Rusya Federasyonu vatandaşıdır. Başvurucunun yurda kesin giriş tarihi konusunda başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir bilgi ya da belge mevcut değildir. 20/2/2015 tarihinde ikamet izninin süresini uzatmak amacıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müracaat eden başvurucu yakalanmıştır. Başvurucu hakkında idarece 20/2/2016 tarihinde vize ihlali gerekçesiyle sınır dışı etme ve idari gözetim kararı alındığı, bu karar kapsamında başvurucunun aynı tarihte Kumkapı Geri Gönderme Merkezine (Merkez/GGM) yerleştirildiği anlaşılmaktadır. 27/2/2016 tarihinde başvurucunun idari gözetim kararına itiraz etmesi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 4/3/2015 tarihinde başvurucu hakkındaki idari gözetim kararının sonlandırılmasına ve başvurucunun salıverilmesine karar verilmiştir. Söz konusu salıverilme kararı uyarınca başvurucu 5/3/2015 tarihinde yedi gün içinde bir idareye müracaat etmek ve 15 gün içinde de yurdu terk etmek koşuluyla serbest bırakılmıştır. 26/3/2015 tarihinde başvurucu imza vermek için gittiği GGM'de sınır dışı kararına karşı yasal süresinde itiraz etmediği ve on beş günlük süre içinde de ülkeyi terk etmediği gerekçesiyle tekrar yakalanmış ve hakkında ikinci kez idari gözetim kararı alınarak GGM'ye ikinci kez yerleştirilmiştir. Başvurucu söz konusu ikinci idari gözetim kararına karşı 30/3/2015 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde itirazda bulunmuştur. Başvurucunun anne sütü ile beslenen ve GGM'de yanında bulunan çocuğu K.nın hastalığı nedeniyle başvurucu 8/4/2016 tarihinde idare tarafından İstanbul'da bir adrese yerleştirilerek salıverilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 8/4/2015 tarihinde başvurucunun idare tarafından salıverilmiş olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucu 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu ile aynı tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri T.T. (B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25) kararında; 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgilimaddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. kararında (Aynı kararda bkz. §§ 23-38) açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8465 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, enerji nakil hatlarında yapılan bir çalışma sırasında elektrik akımına kapılmak suretiyle meydana gelen ölüme ilişkin açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Fadime Gül 21/8/2008 tarihinde ölen G.nin eşi, diğer başvurucular ise ölen G.nin çocuklarıdır. A. G.nin Ölümü, Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci Başvurucuların murisi G., olay tarihinde bir özel şirkette ustabaşı olarak çalışmaktadır. Özel şirket, Eskişehir Karagözler köyü mevkiinde T. Devlet Demiryollarına ait hızlı tren hattının üzerinden geçen Osmangazi Elektrik Dağıtım A.Ş. (EDAŞ) sorumluluğundaki enerji nakil hattının deplase (enerji hattının yeniden yönlendirilmesi ya da yerinin değiştirilmesi) çalışmasını yürütmektedir. Olay tarihinde elektrik kesme görevi EDAŞ'ın olup yapılan değerlendirmelerde 21/8/2008 tarihinde 30-00 saatleri arasında elektrik kesintisinin yapılacağı kararlaştırılmıştır. Olay tarihinde aralarında G.nin de bulunduğu personel çalışma sahasına gitmiştir. EDAŞ personeli olan ve elektriğin kesilmesi görevi kendisine tevdi edilen arıza bakım servisi ekip şefi, sahadan geçen yüksek gerilim hattının enerjisini kesmiş; orta gerilim hattının enerjisini söz konusu zaman diliminde kesmemiştir. G., saat 30’dan sonra çalışma yapacağı elektrik direğine orta ve yüksek gerilim enerji akışının kesildiğini düşünerek, gerekli güvenlik tedbirlerinden olan kauçuk eldiven, kask ve emniyet kemerini almaksızın tırmanmış ve direğin alt bölgesinden geçen orta gerilim hattına temas ettiği sırada hattan geçen elektriğe kapılmış; bir süre direkte takılı kalıp akabinde yere düşmüş, elektrik çarpması ve yüksekten düşmeye bağlı olarak meydana gelen solunumun ve dolaşımın durması sonucu yaşamını yitirmiştir. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olayla ilgili olarak derhâl soruşturma başlatmıştır. Başsavcılık, soruşturma sürecinde birisi makine mühendisi, diğeri iş güvenliği uzmanı olan iki kişiden oluşan bilirkişi heyetine olaydaki sorumluların ve kusurlarının belirlenmesi için dosyayı tevdi etmiştir. Alınan raporda; olayın oluşumunda çalışmanın yapıldığı direk üzerindeki elektrik hatlarını kesmekle görevli ve sorumlu olan ekip şefinin elektriği tümüyle kesmediği için asli kusurlu olduğu, yine ölenin çalıştığı işyerinin yetkili temsilcisi ve ortağının işçilerin çalışmaları sırasında denetim ve gözetim yapmayıp gerekli güvenlik önlemlerini (kauçuk eldiven, emniyet kemeri ve kask kullanılmasını sağlamak) almadığı için tali kusurlu olduğu, ölenin ise gerekli özeni göstermeyerek iş yapacağı sırada gerekli kontrolü yapmayıp eldiven giymeksizin, kask takmaksızın ve emniyet kemeri kullanmaksızın direğe çıktığı için asli kusurlu olduğu belirtilmiştir. Başsavcılık, raporda kusurlu olarak belirtilen kişilerin yanında tanık ifadelerine de başvurduktan sonra taksirle ölüme neden olma suçundan 16/12/2008 tarihli iddianame ile iki şüpheli hakkında Eskişehir Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) dava açmıştır. Ceza Mahkemesi 9/1/2011 tarihinde sanıkların atılı suçtan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, bu cezaların ise günlüğü 20 TL'den olmak üzere adli para cezasına çevrilerek neticeden 200 TL adli para ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Hüküm, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 11/2/2014 tarihinde onanmıştır.B. Tazminat Davası Süreci Aralarında başvurucuların da bulunduğu G.nin bazı mirasçıları Eskişehir İş Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat istemli olarak olayda sorumluluğu bulunduğu ileri sürülen özel şirketler ile T. Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) aleyhine Eskişehir İş Mahkemesinde 25/12/2008 tarihinde dava açmıştır. 2008/1468 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılama sırasında yapılan keşif sonrasında alınan bilirkişi raporlarında; olayın meydana gelmesinde ölenin %30, davalı üç özel şirketin ise sırasıyla % 20, %40 ve %10 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. İş Mahkemesi, davanın bazı davalılar yönünden kısmen kabul edilmesine, Genel Müdürlük yönünden ise davanın reddine 21/6/2011 tarihinde karar vermiştir. Bu karar aleyhine yapılan temyiz başvurusu neticesinde hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından kurumca bağlanan gelirlerin ilk peşin değerinin rücu edilebilecek kısmının hesaplanarak bilirkişi raporunda belirlenen zarar tutarından indirilmesi gerekirken yazılı şekilde fazla indirim yapılarak hüküm kurulması nedeniyle 15/11/2012 tarihli kararla bozulmuştur. Bozma kararı üzerine başlayan yargısal süreçte alınan raporlar doğrultusunda başvurucular ıslah yoluna başvurmuş, ayrıca aynı davalılar aleyhine Eskişehir İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) nezdinde 1/11/2013 tarihinde ek bir dava daha açmışlardır. Eskişehir İş Mahkemesinin 12/11/2013 tarihinde davaların birleştirilmesine karar vermesi üzerine söz konusu davalar İş Mahkemesinin 2013/479 Esas sayılı dava dosyası üzerinden görülmeye devam edilmiştir. İş Mahkemesi 27/2/2014 tarihinde asıl dava ile birleşen davayı ayrı ayrı değerlendirerek her iki dava yönünde davayı kısmen kabul, kısmen reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: ''...Davacıların istemi iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminata yöneliktir. Mahkememizce yapılan yargılama toplanan deliller, hükmüne uyulan Yargıtay bozma ilamı, bozmadan önce hükme esas alınan ve bozmaya konu edilmemesi nedeniyle usuli kazanılmış hak teşkil eden 08/04/2011 tarihli kusur raporu doğrultusunda davacıların murisi [G.nin] 21/08/2008 tarihinde uğramış olduğu iş kazası sonucu öldüğü, olayın oluşumunda davalılar... %40, ... %10, ... %20 oranında kusurlu olduğu, davalı TCDD Genel Müdürlüğü'nün ise kusurunun olmadığı anlaşılmıştır. Bozmadan sonra hesap bilirkişisinden alınan ek rapor doğrultusunda; davacı Fadime Gül'ün kurumca karşılanmayan maddi zararının 541,50 TL, Selin Gül'ün 563,78 TL Coşkun Gül'ün 919,12 TL olduğu anlaşılmakla bu miktarlar üzerinden maddi tazminat taleplerinin asıl dosya ve birleşen dosya yönünden kabulüne karar vermek gerekmiştir. Asıl dosya yönünden TCDD Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın davalının kusurunun bulunmaması nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir...'' Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/3/2015 tarihli kararıyla ölenin emsali bir işçinin olay tarihindeki ücretine ilişkin ilgili meslek odaları yerine TEİ, Arçelik A.Ş, Tülomsaş Gen. Müd., Entum Ltd. Şt.i ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı İkmal Bakım Merkezi gibi ölenin yaptığı iş ile ilgisi bulunmayan yerlerden gelen cevaplar esas alınarak asgari ücretin yaklaşık 3,2 katı civarında bir ücretle çalıştığının kabulüyle neticeye varıldığı için bozulmuştur. Bozma üzerine İş Mahkemesi 2015/116 Esas sayılı dosya üzerinden 26/5/2016 tarihinde başvurucuların ölene yakınlık derecesine göre asıl dava ve birleşen dava yönünden ayrı ayrı olmak üzere başvuruculara toplamda 024,60 TL, diğer mirasçılara ise toplamda 000 TL maddi ve manevi tazminatın Genel Müdürlük haricindeki diğer davalılardan tahsiline, Genel Müdürlük aleyhine açılan kısım yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: ''...Davacıların istemi iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminata yöneliktir. Bozma öncesi yapılan yargılama sonucunda verilen kararda davacıların murisinin 500,00 TL ücret aldığına ilişkin hesaplama yapılan bilirkişi raporu ile; birinci bozma kararında bozmaya konu edilmemesi nedeniyle usuli kazanılmış hak teşkil eden 08/04/2011 tarihli davacıların murisi [G.nin] 21/08/2008 tarihinde uğramış olduğu iş kazası sonucu öümü nedeniyle, olayın oluşumunda davalılar... %40,... %10, ... %20 oranında kusurlu olduğu, davalı TCDD Genel Müdürlüğü'nün ise kusurunun olmadığı yönündeki rapor hükme esas alınmıştır. Mahkememizin bu doğrultudaki 27/02/2014 tarih ve 2013/479 Esas ve 2014/135 Karar sayılı kararı sadece davalı... tarafından temyiz edilmiş ve davacıların murisinin gerçek ücretinin tespiti gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Bu durum karşısında; bozulan son kararın davalılar ... tarafından temyiz edilmemesi nedeniyle davacılar lehine usuli kazanılmış hak oluştuğu anlaşılmakla; bu davalılar önceki kararda hüküm altına alınan tazminat tutarından sorumlu tutulmuşlardır. Davalı... yönünden ise; bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda; davacılar vekili tarafından müteveffa [G.nin] ücretinin bu dosyada 500,00 Tl olduğu iddia olunmuş ise de; davacılar tarafından Eskişehir İş Mahkemesinin 2009/836ve 2009/781 Esas sayılı dosyasında açılan alacak ve hizmet tespiti davalarına ilişkin dava dilekçesinde [G.nin] son ücretinin 100,00 TL olarak belirtilmiş olması karşısında, bu tutarın yapılan ücret araştırması ile de doğrulanması nedeniyle, önceki kararda 500 TL ücret üzerinden hesaplama yapılan ve hükme esas alınan bilirkişi raporundaki hesaplamadaki veriler üzerinden davacıların murisinin 100, TL ücret aldığı kabul edilerek bilirkişiden ek rapor aldırılmış ve davalı... sorumlu olduğu tutarın davacı Fadime Gül yönünden toplam 145,86 TL, Selin Gül yönünden toplam 376,46 TL, Coşkun Gül yönünden ise 359,51 TL olduğu anlaşılmakla, asıl dosya ve birleşen dosya yönünden davalı ... bu tutardan sorumlu tutulmuştur. Asıl dosya yönünden TCDD Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın davalının kusurunun bulunmaması nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir...'' Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 5/3/2019 tarihinde kararı onamıştır. Onama ilamının 15/3/2019 tarihinde elektronik olarak tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 9/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11609 | Başvuru, enerji nakil hatlarında yapılan bir çalışma sırasında elektrik akımına kapılmak suretiyle meydana gelen ölüme ilişkin açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yaptığı başvuruda talebinin kısmen kabul edildiğini ve idare ile sulhname imzaladığını, talebinin kabul edilmeyen kısmı için açmış olduğu davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığını belirterek, Anayasa’nın , , , , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 21/1/2014 tarihinde Van Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuş, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/3/2015 tarihli yazısı ile benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak, ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 30/5/2008 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuştur. 4/3/2010 tarihli ve 2010/1-30178 sayılı Zarar Tespit Komisyonu kararında, "... Zarar Tespit Komisyonu Alt Çalışma Grubu, Köy muhtarı ve köy ihtiyar heyetinin katılımıyla 2009 tarihinde yapılan keşif sonucu düzenlenen tutanakta Beşocak köyü Çitgeliş mevkiinin yerleşim yeri olmadığı ancak tarım arazilerinin bulunduğu beyan edilmiştir. Ayrıca Başkale İlçesi Akçalı Jandarma Karakol Komutanlığınca 2008 tarihinde düzenlenen tutanakta Beşocak köyünün 1988 yılında meydana gelen kan davası nedeniyle boşaltıldığı, … Çitgeliş mevkisinde herhangi bir yerleşimin olmadığı belirtilmiştir. Mevcut bilgi ve belgelerden Beşocak köy merkezinin 1988 yılında kan davası (sosyal sebeplerden dolayı) sonucu terkedildiği, söz konusu bölgede terör olaylarının 1997 tarihinde başladığı ve bu tarihten itibaren komşu köy ve mezralarda yaşayan vatandaşların yerleşim birimlerini terk ettikleri anlaşılmaktadır. Beşocak köy merkezinin 1988 yılında kan davası sonucu tamamen boşalması; köy merkezinde mevcut yapıların yığma kargir olması; teknik yönden incelendiğinde binaların 1-2 yıl boş kalması sonucu enkaza dönüştüğü; köyün terk edilme sebebinin kan davası olması (5233 sayılı kanunda geçen terör ve terörle mücadeleden doğan zararlardan olmaması) nedeniyle bina zararının ödenmemesine; ancak civar köy ve mezralarının 1997 tarihinden itibaren güvenlik endişesi ile yerleşim birimlerini ter ettikleri ve sahip oldukları tarım arazilerini kullanamadıkları dikkate alınarak Beşocak köyü merkez ve Çitgeliş mevkiinde bulunan tarım arazilerinin kullanılamadığı 1997 (dahil) - 1999 (dahil) arasında geçen 3 yıllık süreçte oluşan tarım zararının ödenmesine; ... Kanun ve bağlı Yönetmeliğin ilgili hükümleri uyarınca müracaatçı, yasal mirasçı veya temsilcisinin ağaçlara, ürünlere, arazi, ev, ahır, ağıl ve tandır evi ile ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen zararlar için yapmış olduğu müracaat üzerine Van Valiliğinin 31/10/2005-11/02/2008 tarih ve 727-940 sayılı yazıları ile görevlendirilmesi istenen, Başkale Kaymakamlığı Komisyon Alt Çalışma Grubunun görevlendirilmesi üzerine söz konusu heyet tarafından keşif mahalli olan Van İli Başkale İlçesi Beşocak Köyüne 11/07/2009 tarihinde gidilmiş, hazır bulunan müracaatçı, vekili, mahalli bilirkişiler, köy muhtarı ve köy ihtiyar heyetinin katılımıyla taşınır ve taşınmazlara ilişkin tespitler yapılmış olup, adı geçenin uğradığı zarar miktarlarını gösterir bilgiler dosya içinde bulunan EK-1 Zarar Tablosunda (kişi hesap kartı, taahhütname) mevcuttur. Yapılan tespitler sonucu; Van İli Başkale İlçesi Beşocak Köyü’ne sınır köy ve mezra sakinlerinin yerleşim birimlerini 1997-1999 yılları arasında terör ve terörle mücadele kapsamında güvenlik endişesi ile terk ettikleri tespit edildiğinden, Beşocak köyünden müracaat eden başvurucuların sahip oldukları tarım arazilerini 1997 yılı (dahil) ile 1999 yılı (dahil) arasında geçen 3 yıllık süreç içerisinde terör ve terörle mücadele kapsamında güvenlik endişesi ile kullanamadıkları kanaatine varılmıştır. Mevcut bilgi ve belgeler ışığında; İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 22-24 Kasım 2006 ve 11-14 Şubat 2007 tarihlerinde Ankara ilinde Standardizasyon Oluşturulması’na yönelik toplantı sonucunda tarım ve hayvancılık zararları ile taşınmazlarla ilgili zararların hesaplanmasında kullanılacak değer aralıklarına ilişkin tavsiye niteliğindeki tablolarda belirtilen rakamların dikkate alınmak kaydıyla ilimiz ürün desenine uygun olarak hazırlanan Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonlarının 26/03/2007 tarih, 2007/128 sayılı kararlarıyla ilimizde kullanılacak değer aralıkları belirlenmişti. 2009 yılında uygulanan değer aralıklarına İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 22/03/2010 tarih ve 1802 sayılı yazısında belirtilen ortalama enflasyon rakamı olan (%53) oranında artırılması uygun görüldüğünden, 2010 yılında karara bağlanacak dosyalar için Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonları’nın 07/07/2010 tarih ve 5031 sayılı kararında belirtilen değerlerin esas alınmasına karar verilmiştir. Söz konusu müracaat sahibinin ortaya çıkan zararlarının yapılan hesaplamalarını gösterir rakamlar dosya içinde bulunan EK-1 Zarar Tablosunda (kişi hesap kartı-taahhütname) mevcuttur. ..." gerekçesi ile malvarlığına ulaşamama nedeniyle başvurucuya, 26 dönüm biçenek cinsi arazi için birim fiyatı 40,81 TL üzerinden ve 33 dönüm sulak cinsi arazi için birim fiyatı 95,64 TL üzerinden toplam 651,54 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Zarar Tespit Komisyonu kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim” beyanını içeren sulhname, 27/9/2010 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucu tarafından, Zarar Tespit Komisyonu kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle Van İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 27/3/2012 tarihli ve E.2011/60, K.2012/160 sayılı kararı ile, “… 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un maddesinde, … Aktarılan hükme göre, ortaya doğan zarara ilişkin taraflar arasında anlaşmaya varılması halinde sulhnamenin imzalanması; böyle bir uzlaşma olmadığında ise ilgilinin yasal süresi içinde yargı yoluna başvurarak hakkını araması gerekmektedir. Uyuşmazlıkta da; davacı tarafından komisyona yapılan başvuru üzerine talep değerlendirilmiş ve belirli bir meblağın davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Bu kapsamda hazırlanan sulhname de davacı vekili tarafından imzalanmıştır. Bu itibarla, uyuşmazlık her iki tarafın anlaşmaya varmasıyla sona ermiş; Kanun'da da ancak sulhname tasarısının süresi içinde imzalanmaması halinde ilgilisine yargıya başvurma hakkı tanınmıştır. Kaldı ki, sulh yoluyla çözümlenmiş bir konunun yargı mercilerince incelenmesi de esas olarak hukuki işleyişe aykırı olacaktır. Dolayısıyla, içeriği ve sonuçları koşulsuz şekilde sulhname ile kabul edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık; davacının maddi tazmin isteminde de hukuka uygunluk bulunmamaktadır. …” gerekçesine dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/10124, K.2013/6583 sayılı kararı ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Ret kararı 17/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 21/1/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Belirlenen tazminat miktarı 30/12/2010 tarihinde başvurucu vekilinin hesap numarasına aktarılmıştır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, § 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanması” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in “Komisyonca keşif yapılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon gerek görmesi halinde keşif yapabilir. Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir. Başvuru sahibinin kendisi, veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunurlar. Muhtar veya o yer mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunması temin edilir. … Başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde durum tutanakta belirtilir.” Aynı Yönetmeliğin “Zararın tespiti” kenar başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir: “15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Yönetmeliğin “Nakdî ödemenin şekli ve tutarı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır. Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1026 | Başvurucu, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yaptığı başvuruda talebinin kısmen kabul edildiğini ve idare ile sulhname imzaladığını, talebinin kabul edilmeyen kısmı için açmış olduğu davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığını belirterek, Anayasa’nın 10. , 20. , 2 , 23. , 35. , 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme talebinin kararı veren aynı Daire tarafından incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının; yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi ve aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Muvazzaf subay statüsünde görev yapmakta iken ahlaki düşüklük ve cinsel zafiyet içinde olduğuna dair gönderilen ihbar mahiyetindeki e-posta üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatılmış; bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından 11/6/2012 tarihinde, ahlaki durumu nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 11/6/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 11/7/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından, 21/9/2012 tarihinde Genelkurmay Başkanınca onaylandıktan sonra Millî Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan 23/10/2012 tarihli ve 2012/725 sayılı üçlü kararname ile ayırma süreci tamamlanmıştır. Başvurucu, istihbarat birimindeki görevliler tarafından mülakat adı altında çağrılarak 10/1/2011 tarihinde sorguya alındığını, sorgu esnasında kendisine cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 3/1/2013 tarihinde dava açmıştır. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 8/7/2013 tarihli düşünce yazısında, başvurucunun geçmiş mesleki safahatı itibarıyla yalnızca bir defa disiplin cezası ile cezalandırıldığı, mesleki sicil ortalamalarının çok iyi seviyede olduğu, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı, ayrıca özel hayatının gizliliği kapsamında kalması gereken bilgilerin ayırma işlemine esas alınamayacağı, bu bağlamda başvurucunun disiplin ve sicil durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülük ilkesinin ihlal edildiği, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 3/12/2013 tarihli ve E.2013/94, K.2013/1232 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, TSK'nın itibarını sarsacak derecede ahlak dışı hareketlerde bulundukları gerekçesiyle İstihbarat Başkanlığınca yürütülen tahkikat kapsamında aralarında başvurucunun da bulunduğu pek çok personelin ifadesine başvurulduğu, ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar ettiği, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel portresi çizmesine karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı, TSK'nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca, başvurucunun ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 9/4/2014 tarihli ve E.2014/409, K.2014/333 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 22/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine 3/6/2016 tarihinde sunulan söz konusu belgelerin incelenmesinden başvurucunun bir dönem birliktelik yaşadığı P.nin başvurucu hakkında yaralama, tehdit ve hakaret suçlarından 21/11/2010 tarihinde şikâyetçi olduğu ancak 25/11/2010 tarihli feragat dilekçesi ile bu şikâyetinden vazgeçtiği, bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 29/12/2010 tarihli ve 2010/71881 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde 10/1/2011 tarihinde başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı, grup hâlinde cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, yaşadı ise kimlerle, nerede ve ne zaman bu tür ilişkiler yaşadığı, bu ilişkilerini kaydedip kaydetmediği, kaydetmiş ise söz konusu görüntüleri sivil ve askeri kişilere gösterip göstermediği, birlikte olduğu kadınlarla ilgili adli bir olay yaşayıp yaşamadığı, şahsına ait bilgisayar ve cep telefonunun bulunup bulunmadığı hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışında kişilerin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği görülmüştür. 23/11/2012, 26/11/2012, 10/12/2012 ve 14/12/2012 tarihlerinde farklı makamlara verilen ve tümü Hava Kuvvetleri Komutanlığına intikal eden dilekçelerde başvurucu, istihbarata karşı koyma faaliyetleri kapsamında 10/1/2011 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı karargahına götürüldüğünü, şaşkınlık ve kurumuna olan bağlılık gereği bunu yadırgamadığını ancak saat 00'dan 00'e kadar biri kurmay binbaşı, diğeri kıdemli başçavuş rütbesinde olan iki kişi tarafından insan onurunu kırıcı, aşağılayıcı, baskıcı ve zorlayıcı şekilde sorgulandığını, sorgu esnasında kişisel ihtiyaçlarının dahi karşılanmadığını, kendisi ve çalışma arkadaşları hakkında özel hayat alanına ilişkin sorulara maruz bırakıldığını, bir hâkim ya da mahkeme kararı olmaksızın teknik takip yöntemleriyle hakkında elde edilen özel hayatına ait detayların sorgunun konusunu oluşturduğunu, haksız yere meslekten çıkarılmasına neden olacak şekilde hukuka aykırı olarak sorgulamasını yapan, yazışmalarını inceleyen, hakkındaki bilgi ve belgeleri usulsüz şekilde ele geçiren kişiler hakkında özel hayatın gizliliğini ihlal ve görevi kötüye kullanma suçlarından soruşturma açılması gerektiğini belirterek şikâyetçi olmuştur. Söz konusu şikâyet dilekçeleri Hava Kuvvetleri Komutanlığı Adli Müşavirliğince incelenmiş ve hazırlanan 27/6/2013 tarihli ve 2013/6 numaralı soruşturma açılmasına yer olmadığına ilişkin karar, Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından imzalanarak başvurucuya tebliğ edilmiştir. Kararda, hakkında şikâyette bulunulan personele atfedilebilecek herhangi bir suç unsurunun görülmediği belirtilmiştir. Söz konusu gizlilik dereceli belgeler arasında ayrıca, yalnızca Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki personelin kullandığı TSK-NET (e-posta sistemi) üzerinden başvurucunun resmî e-posta adresine gönderilen veya başvurucunun gönderdiği iletilere ilişkin Eylül-2011 tarihli E-posta Denetim Birimi İnceleme Sonuç Raporu'nun ve eklerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir. Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Amir; … maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur. Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun “Çeşitli Nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden Ayrılacak Subaylar İçin Yapılacak İşlem” kenar başlıklı maddesinin mülga (c) bendi şöyledir: “Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı subay sicil yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.” 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı mülga maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “... Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır: ... e. Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması. ...” Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı mülga maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır,, a) Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması: Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde; süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümündeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 91 inci maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra "Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir" kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra Kuvvet Komutanlıkları Personel Başkanlıklarına, jandarma subaylarının sicillerini Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına, general ve amiral sicillerini Genelkurmay Personel Başkanlığına gönderirler. Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle hakkında ayırma sicil belgesi düzenlenen bir subay hakkında bu görüşe katılmayan sicil üstü, niteliklere işaret koymaksızın sicil belgesinin kendisine ait olan kanaat hanesine, gerekçeli olarak "Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir Kanaatine Katılmıyorum" kanaatini yazar ve imza eder. Kuvvet Komutanlıkları veya Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlığı veya Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat, harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri, adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi, belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen bu emeklilik istemleri, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askeri Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenlerin hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak, hakkında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği subayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığına iade edilir. Bu gibi subaylar hakkında, Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır. Yüksek Askerî Şûra tarafından durumları incelenen subaylardan, göreve devam etmesi kararı verilenler hakkında yapılan işlemler ve sıralı sicil üstlerince düzenlenen sicil belgeleri, mazbata edilerek personelin şahsî dosyasına konur ve bu gibilerin görev yerleri değiştirilir. ...” 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: ... (h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker. ...” 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir: “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır: a) Kendi konularında; Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak, MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek, İstihbarata karşı koymak.” 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) "Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5727 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme talebinin kararı veren aynı Daire tarafından incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının; yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi ve aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı sürecinde kolluğun fiziki saldırılarına maruz kalınması ve bu eylemlerle ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). 1992 doğumlu olan başvurucu, jandarma astsubay olarak görev yapmaktayken darbe teşebbüsü sonrasında Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) yürütülen bir soruşturma kapsamında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan 6/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 6/9/2016-19/9/2016 tarihleri arasında gözaltında kalmıştır. Gözaltı giriş ve çıkışında başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarına göre başvurucunun vücudunda herhangi bir darp veya cebir bulgusuna rastlanmamıştır. Başvurucu gözaltındayken 9/9/2016 tarihinde müdafii huzurunda ifadesini vermiştir. 19/9/2016 tarihinde Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında açılan kamu davası sonucunda Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinin 27/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiş ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Başvurucu hakkındaki bu hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu hükümle birlikte serbest bırakılmıştır. Başvurucu müdafii tutukluluğa itiraz için vermiş olduğu 13/10/2016 tarihli dilekçesinde başvurucunun gözaltında işkence gördüğünden bahsetmiş ve tutukluluk hâlinin sona erdirilmesini talep etmiştir. Bu dilekçe içeriğinde toplanması gereken herhangi bir delilden söz edilmemiş ve ekinde herhangi bir belge sunulmamıştır. Bu dilekçeye istinaden ceza soruşturması başlatıldığına dair bir kayıt da mevcut değildir. Başvurucu; gözaltına alındığı tarihten yaklaşık yedi ay sonra 31/5/2017 tarihinde Savcılığa suç duyurusunda bulunarak gözaltında tutulduğu sırada kolluk personeli tarafından darbedildiğini, hakaret ve tehditlere maruz kaldığını ileri sürmüştür. Savcılık bu dilekçeye istinaden soruşturma işlemlerine başlamıştır. Bununla birlikte başvurucu 17/8/2017 tarihinde aynı iddialarla bir kez daha suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık soruşturma dosyalarını birleştirerek tek dosya üzerinden soruşturmaya devam etmiştir. Başvurucu şikayet dilekçelerinde özetle 6/9/2016 tarihinde gözaltına alındığını, gözaltındayken Terörle Mücadele Şubesinde görevli üç polis memuru ve bir başkomiser tarafından suçlamaları kabul etmesi için darbedildiğini, jopla dövüldüğünü, üstünün çıkarıldığını, cinsel uzuvlarına vurulduğunu, bu durumun kötü muamelede bulunan kişilerce telefonla kayıt altına alındığını, bu kişilerin tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığını ileri sürmüştür. Savcılıkça başvurucunun gözaltında tutulduğu nezarethane/kapalı spor salonundaki kamera kayıtlarının temini için 6/6/2017 tarihinde müzekkere yazılmıştır. Bu müzekkereye Afyonkarahisar İl Emniyet Müdürlüğü 7/6/2017 tarihli yazıyla cevap vermiştir. Söz konusu yazıda başvurucunun gözaltında bulunduğu İl Emniyet Müdürlüğü binasında bulunan nezarethane kamera kayıtlarının takip eden yedi gün içinde silinmiş olmasından ve kapalı spor salonunda kamera sistemi bulunmadığından kamera kayıtlarının temin edilemediği belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında Savcılıkça başvurucuya ait gözaltı giriş ve çıkış adli muayene raporları ile ifade ve sorgu tutanaklarının dosyaya dâhil edildiği görülmüştür. Başvurucunun müdafii huzurunda vermiş olduğu ifadede ve sorgusu sırasında kolluk tarafından kendisine kötü muamelede bulunulduğuna dair bir beyanının mevcut olmadığı anlaşılmıştır. Savcılık, soruşturma sonucunda görevi kötüye kullanma ve işkence yapma suçlarından 20/9/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Savcılık ayrıca başvurucu hakkında iftira suçundan soruşturma yapılmak üzere dosyanın bir suretini Müracaat Savcılığına göndermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Müşteki Resul ŞAHİN'in gözaltına alındığı 2016 tarihinde iddia ettiği şekilde insanlık dışı hareketlere maruz kalması nedeniyle durumunu ifade aşamasında avukatına, rapor aldırılmak üzere götürüldüğü Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde muayenesini yapan doktora, mevcutlu olarak getirildiği gün Cumhuriyet Başsavcılığımıza veya çıkartıldığı Sulh Ceza Hakimliğinde Hakime açıklamamış olması, bu durumu yaklaşık 9 ay sonra 2017 ve 2017 tarihlerinde şikayet konusu yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, alınan doktor raporlarında dar[p] cebir izine rastlanılmamış olması, yapılan araştırma ve inceleme sonucunda müştekinin iddialarının ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığı, soyut iddiada kaldığı, Resul Şahin'in FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgüt üyelerince insan haklarının ihlal edildiği propagandası yapılarak Devletimizi Uluslararası kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak, Terör Örgütü soruşturmalarını sulandırmak ve Terörle Mücadele edilmesinin önüne geçmek için örgütsel faaliyetler çerçevesinde şikayetçi olduğu kanaatine Resul Şahin'in iddiaları hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,..." Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 6/11/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 7/11/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 5/12/2017 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında iftira suçundan açılan kamu davası inceleme tarihi itibarıyla Afyonkarahisar Asliye Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar" 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir..." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39057 | Başvuru, gözaltı sürecinde kolluğun fiziki saldırılarına maruz kalınması ve bu eylemlerle ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir siyasetçiye yönelik açıklamaları nedeniyle gazeteci olan başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu Mustafa Nihat Behramoğlu (Bu karardaki başvurucu ibaresiyle aksi belirtilmedikçe birinci başvurucu Mustafa Nihat Behramoğlu kastedilmektedir.) Nihat Behram adıyla tanınmakta olup kamuoyu tarafından bilinen bir şair, yazar ve gazetecidir. Başvurucu; olay tarihinde, ikinci başvurucunun sahibi olduğu günlük Sol gazetesinde (gazete) köşe yazıları yazmaktadır.A. Arka Plan Bilgisi Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Ormanı olarak bilinen bölgeden Anadolu Bulvarı'nı Konya Yolu'na bağlayacak şekilde yol geçirilmesine ilişkin tartışmalar 1990'lı yılların başında başlamıştır. Konuyla ilgili olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) ve ODTÜ yönetiminin karşı karşıya geldiği uzun yıllar süren dava süreçleri yaşanmıştır. 2013 yılında bu konudaki tartışmalar yeniden alevlenmiştir. 2013 yılı yaz aylarında yaşanan ve kamuoyunda"Gezi Parkı olayları" olarak bilinen sürecin de etkisiyle ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden geçecek yol çalışmasına karşı çıkan bazı gruplar, siyasi parti temsilcileri, öğrenciler ve akademisyenler tarafından Ağustos 2013 tarihinden itibaren konuyla ilgili etkinlikler düzenlenmeye ve gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu gösteriler zaman zaman şiddet eylemlerine dönüşmüş ve güvenlik güçleri ile protestocular arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Konuyla ilgili olarak ODTÜ tarafından "Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğü'nün Anadolu Bulvarı'nın Devamı Olan Yol Hakkında Açıklaması" başlığı altında 3/9/2013 tarihinde yapılan ve Belediye ile ODTÜ arasındaki ihtilaflı hususların geçmişine dair bilgiler içeren açıklamada şu hususlara yer verilmiştir:i.Anadolu Bulvarı ve devamı olan yol, Belediye tarafından onaylanan “Ankara Nazım Planı 1990”da yer almış ve Anadolu Bulvarı bu plan uyarınca 1987 ile1988 yıllarında inşa edilmiştir. ODTÜ, Anadolu Bulvarı’nın devamı olan bu yolun kısmen arazisinden geçmesini kabul etmiş ve yolun ODTÜ arazisinin doğu sınır bölgesinden geçeceği kabul edildiğinden 1980’lerden sonra yola ayrılan bölgede ağaçlandırma yapmamıştır. Yola ayrılan arazinin bir kısmı daha sonra ilgili makamlarca derece doğal sit alanı olarak belirlenmiştir. Bu sit alanı kararı nedeniyle Anadolu Bulvarı’nın devamı olan yolun statüsü Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonunun görüşlerine ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayına tabidir. Anadolu Bulvarı’nın devamı olan yolun yapımı sırasında ODTÜ arazisi içinde yaklaşık 000 ağacın yol yapımından etkilenmesi söz konusudur. Bu konu da ODTÜ mensuplarının, öğrencilerinin, mezunlarının ve doğasever Ankaralıların tepkisine neden olmaktadır.ii. Yukarıda bahsedilen yol planlamasından farklı olarak Belediye tarafından 2007 tarihinde “Ankara Nazım Planı 2023” önerisine eklenen ikinci bir yol daha vardır. Bu ikinci yol, ODTÜ Kampüsünü ikiye bölecek bir hemzemin yol olarak tasarlanmıştır. ODTÜ, bu yol önerisine itiraz etmiş ve dava açmıştır. Dava ODTÜ lehine sonuçlanmış ve bu ikinci yol önerisi iptal edilmiştir. ODTÜ, bu yolu ancak tünel olarak yapılması hâlinde kabul edilebileceğini ifade etmiştir. Nihayet 18/10/2013 tarihinde Belediye ekipleri, ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden geçecek yol çalışması için güvenlik güçleri eşliğinde çalışma başlatmışlardır. Konuyla ilgili olarak Belediye tarafından 19/10/2013 tarihinde yapılanaçıklamada, yol çalışmalarıyla ilgili gerekli izinlerin alındığı ve çalışmalara ilişkin yasal bir engel bulunmadığı ifade edilmiştir. ODTÜ tarafından 19/10/2013 tarihinde "18 Ekim 2013 Cuma Gecesi ODTÜ Yerleşkesine Yapılan Müdahale ile İlgili Rektörlük Açıklaması" başlığı altında yapılan açıklamada ise yol çalışmalarıyla ilgili yasal süreçler henüz tamamlanmamasına rağmen Belediye görevlilerinin ve iş makinelerinin izinsiz olarak ODTÜ yerleşkesine girdiği belirtilmiş, bu tutumun kabul edilemez bulunduğu ve kınandığı ifade edilmiştir. Ciddi toplumsal olaylar yaşanmasına neden olan ve kamuoyunda, siyaset dünyasında ve medyada uzun süren tartışmalara konu olan yol çalışmaları tamamlanarak ODTÜ yolu adıyla da bilinen 1071 Malazgirt Bulvarı 25/2/2014 tarihinde hizmete açılmıştır.B. Başvuru Konusu Olay Başvurucu tarafından gazetenin 27/10/2013 tarihli nüshasında "Vızzzz gelir" başlıklı bir yazı kaleme alınmıştır. Oldukça kısa olan ve sadece bir paragraftan oluşan yazının ilgili kısımları şu şekildedir:"...Şuna bak yolsuzluk şampiyonu Gökçek'in yol yapma bahanesi ile ODTÜ ormanına yönelik hayat düşmanı saldırısını Hacı Bozdağ orman kanuncusu ruhu ile savunup eklemiş, her hizmetin çevreye dokunan bir yanı vardır..." Olayların yaşandığı tarihte Ankara Büyükşehir Belediye başkanı olan İbrahim Melih Gökçek (davacı) söz konusu yazıda geçen "yolsuzluk şampiyonu" şeklindeki ifadelerin kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle manevi tazminat davası açmıştır. Davayı gören Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi aşağıdaki gerekçelerle temyiz yolu açık olmak üzere davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve başvurucuları 250 TL manevi tazminat ödemeye mahkûm etmiştir:"..27/10/2013 tarihli yazıda Büyükşehir Belediye Başkanı olan davalı hakkında ... ifadelerine yer verildiği , sarf edilen sözlerin katlanılması gayrikabil nitelikte olup, eleştiri sınırlarını aştığı, öz ile biçim arasındaki dengenin muhafaza edilmediği, davacının kişilik haklarını ihlal eder nitelikte olduğu ve dolayısıyla manevi tazinatın koşullarının oluştuğu anlaşıldığından tarafların mali ve içtimai durumları ve gazetenin tirajı da nazara alınarak davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar verilmesi yönünde mahkememizde tam ve sağlam bir vicdani kanaat hasıl olmuş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..." İlk derece mahkemesinin temyiz yolu açık olmak üzere verdiği bu karara karşı başvurucuların yaptığı başvuru, Yargıtayca 13/5/2015 tarihinde temyize konu olan tutarın Kanun'da öngörülen düzeye ulaşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Red kararı başvuruculara 17/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi, ifade özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişki ve siyasetçilerin itibar haklarının korunmasıyla ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23) kararına bakılabilir. Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre basının -görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak- kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 102). AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11961 | Başvuru, bir siyasetçiye yönelik açıklamaları nedeniyle gazeteci olan başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/5562 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 13/6/2014 tarihinde açtığı davada başlayan yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli onama kararıyla son bulmuştur. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğünü iddia ederek 20/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17859 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, uzun bir süreden beri tutuklu olduklarını, haklarındaki suç vasfının değişme ihtimalinin olduğunu, tutuklu bulundukları süre dikkate alındığında ölçülülük ilkesi gereği tutuklamanın sonlandırılması gerektiğini ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, başvurucular tarafından 20/12/2012 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Yapılan incelemede 2013/72 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2013/68 sayılı bu başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 9/1/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 12/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 12/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 17/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 28/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 8/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 5/1/2010 tarihinde gözaltına alınmış olup, Gaziantep Sulh Ceza Mahkemesinin 8/1/2010 tarih ve 2010/2 sorgu sayılı kararıyla “silahlı terör örgütüne üye olma” suçunu işlediği iddiasıyla tutuklanmıştır. Derece Mahkemesi, başvurucuların tutukluluk durumunu 19/10/2010, 27/12/2010, 26/1/2011, 11/7/2012 ve 13/9/2013 tarihlerinde incelemiş ve atılı suçun vasıf ve mahiyeti, dosya kapsamındaki deliller, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, tutuklu kalınan sürenin, verilmesi muhtemel ceza ile orantılı olması gibi gerekçelerle tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucular, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 28/9/2012 tarih ve E.2010/128, K.2012/158 sayılı kararıyla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddesinin (2) numaralı fıkrası, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi gereğince örgüte üye olma suçundan 10 yıl hapis cezası ve başvurucu Sadun Doğan’ın, ayrıca 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan 1 yıl 3 ay hapis ve 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucular Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 28/9/2012 tarihli tutukluluk halinin devamına ilişkin kararına itiraz etmiş, itiraz Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/11/2012 tarih ve 2012/895 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 20/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların derece mahkemesinin kararını temyizi üzerine Yargıtay Dairesinin 27/11/2013 tarih ve E.2013/9604, K.2013/14412 sayılı kararı ile anılan hüküm bozulmuştur. Başvurucular hakkındaki dava derece mahkemesi önünde derdest olup, 21/3/2014 tarihinde başvurucular tahliye edilmiştir.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi ve 6136 sayılı Kanun’un maddesi. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Tutuklama nedenleriMadde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/68 | Başvurucular, uzun bir süreden beri tutuklu olduklarını, haklarındaki suç vasfının değişme ihtimalinin olduğunu, tutuklu bulundukları süre dikkate alındığında ölçülülük ilkesi gereği tutuklamanın sonlandırılması gerektiğini ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, F tipi ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun sohbet etmek amacıyla bir araya geldiği arkadaşlarıyla fotoğraf çektirme talebinin reddi nedeniyle Anayasa'nın , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/12/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 11/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 22/6/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm olduğu hapis cezasının infazı için hâlen Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu)bulunmaktadır. Başvurucu; ceza infaz kurumunda eğitim, iyileştirme ve bireyselleştirme faaliyetlerinin bir parçası olan sohbet etme faaliyeti sırasında grupta bulunan arkadaşlarıyla fotoğraf çektirmek için 30/11/2012 tarihinde kurum idaresine başvurmuş, başvurucunun talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 3/12/2012 tarihinde şikâyet usulüyle Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuştur. Başvurucu dilekçesinde, başka hücrede kalan arkadaşlarla bir araya gelmesinde nasıl sakınca görülmüyorsa fotoğraf çekiminde de sakınca olmaması gerektiğini ve keyfî olarak Cezaevi idaresi tarafından engellendiğini, fotoğrafların neden çektirilmediğine dair hiçbir gerekçenin belirtilmediğini ileri sürmüştür. Ayrıca diğer hapishanelerde bir engelleme olmadığını iddia etmiştir. Bu konuyla ilgili olarak bir cezaevinde dokuz kişinin beraber çekindiği fotoğrafı başvurusuna eklemiştir. İnfaz Kurumu, başvurucunun dilekçesiyle beraber konuyla ilgili daha önce verilen Kocaeli İnfaz Hâkimliği ile Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi kararlarının örneklerini, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfikevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 22/1/2007 tarihli ve 45/1 sayılı Genelgesi'nin ilgili maddesini ekleyerek aynı gün İnfaz Hâkimliğine göndermiştir. Şikâyet, ilk olarak Kocaeli İnfaz Hâkimliği 28/12/2012 tarihli ve E.2012/2303, K.2012/2529 sayılı kararına konu olmuştur. Anılan karar şu şekildedir:"...İtiraz edenin dilekçesi, ekleri bir bütün halinde inceleyip değerlendirildiğinde; Genelge hükümlerine göre ''Hükümlü ve tutuklular; kendi oda veya koğuşunda beraber kaldıkları arkadaşlarıyla veya açık görüş günlerinde ziyarete gelen yakınlarıyla, idarece belirlenen yerlerde ve bedelleri kendileri tarafından karşılanmak koşuluyla fotoğraf çektirebilir'' şeklinde düzenlenmiştir.Ceza İnfaz kurumlarında arkadaşlarıyla fotoğraf çektirelemez diye yasaklayıcı bir hüküm yoktur. Başka koğuşta kalan arkadaşlarıyla sohbet sırasında yüz yüze biraraya geldiklerine göre idarenin kontrolü(n)de ve başka amaç taşımamak kaydıyla yine idarece belirlenecek yerde hatıra fotoğrafının çektirilmesinde yasaya ve genelgelere aykırı bir durum söz konusu olamaz. Bu nedenlerle idare hükümlü ve tutuklulara gerekli kolaylığı göstermelidir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9689 | Başvuru, F tipi ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun sohbet etmek amacıyla bir araya geldiği arkadaşlarıyla fotoğraf çektirme talebinin reddi nedeniyle Anayasa nın 2., 5., 13. ve 90. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, yasal mitinglerde slogan attığı kabulü çerçevesinde cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ve yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/10/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul (Kapatılan) Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 20/3/2003 tarih ve E.2003/323 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında “yasadışı silahlı PKK-KADEK örgütü üyesi olmak, örgüt adına eylemlere katılmak” suçunu işlediği iddiası ve 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası ile 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun , , ve maddeleri uyarınca cezalandırılması talebi ile kamu davası açılmıştır. Davanın görüldüğü İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 25/4/2007 tarih ve E.2003/88, K.2007/198 sayılı kararla başvurucunun eylemine uyan ve lehinde olan 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları, maddesinin (9) numaralı fıkrası ile maddesi ve 3713 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca altı yıl üç ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında güvenlik tedbirleri, mükerrirlere özgü infaz rejimi ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar vermiş ve bu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/6/2009 tarih ve E.2009/4952, K.2009/7140 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ihlal edildiği iddiasıyla 4/3/2009 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 17252/09 no.lu anılan bireysel başvurusuyla ilgili olarak AİHM, 20/9/2011 tarihli kararıyla, başvurucunun gözaltında tutulduğu süre içerisinde bir avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadığı gerekçesiyle Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi ile birlikte aynı maddenin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiş, söz konusu karar 20/12/2011 tarihinde kesinleşmiştir. AİHM kararı üzerine başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkemenin 4/10/2012 tarih ve E.2012/68, K.2012/280 sayılı kararıyla başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“…Yargılamanın yenilenmesini düzenleyen CMK maddesinde sınırlı olarak yenilenme nedenleri sayılmıştır. Her ne kadar hükümlü LOKMAN SAPAN hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince 20 Aralık 2011 tarihinde sözleşme ihlali sebebiyle karar verilmiş ise de söz konusu AİHM kararında ihlal nedeni olarak ‘sanığın hazırlık soruşturmasında gözaltındayken bir avukatın hukuki yardımından yararlanmamış olması’ nın gösterildiği dikkate alınıp mahkememizin yukarıda sözü edilen dava dosyasında kovuşturma aşamasında sanığın bir avukatın hukuki yardımından faydalanmış olduğu, ayrıca mahkememizin sanık hakkında verdiği hükmün gerekçesinin doğrudan gözaltındaki ifadelerine dayandırılmamış olduğu, bunun yanında AİHM’nin ihlal nedeni olarak gösterdiği gözaltındayken hukuki yardımdan yararlandırılmamış olmayı yeniden yapılacak bir yargılamayla sağlama imkanının da hukuken ve fiilen bulunmadığı nazara alındığında hükümlü müdafii tarafından sunulan yargılamanın yenilenmesine yönelik iddiaların mahkememize verilmiş hükme hiçbir etkisinin olmayacağı kanaatiyle CMK Maddesi uyarınca talebin reddine …” Başvurucu, Mahkemenin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuş olup, itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 12/12/2012 tarih ve 2012/1220 Değişik İş sayılı kararı ile “… yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine dair kararında belirtilen gerekçelerde usul ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığı…” gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiş, bu şekilde başvuru yolları tüketilmiştir. Karar başvurucuya 24/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/1/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür: …f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.(2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Yargılamanın yenilenmesi istemi, kanunda belirlenen şekilde yapılmamış veya yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal hiçbir neden gösterilmemiş veya bunu doğrulayacak deliller açıklanmamış ise, bu istem kabule değer görülmeyerek reddedilir.(2) Aksi hâlde yargılamanın yenilenmesi istemi, bir diyeceği varsa yedi gün içinde bildirmek üzere Cumhuriyet savcısı ve ilgili tarafa tebliğ olunur.(3) Bu madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddialar, yeterli derecede doğrulanmaz veya 311 inci maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 314 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı hâllerde işin durumuna göre bunların önce verilmiş olan hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa, yargılamanın yenilenmesi istemi esassız olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın reddedilir.(2) Aksi hâlde mahkeme, yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verir.(3) Bu madde gereğince verilen kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/723 | Başvurucu, yasal mitinglerde slogan attığı kabulü çerçevesinde cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ve yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, hükme esas teşkil eden raporun bilimsel kesinlik taşımamasına rağmen mahkûmiyetine karar verilmesi ve bu raporun aleyhine olan delillere itibar edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ilgın Devlet Hastanesi Baştabipliği, 22/10/2008 tarihinde hastanede gerçekleşen doğum sonrasında başvurucunun eşi nin gebe kaldığı tarihte on beş yaşını doldurmamış olduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Akşehir Cumhuriyet Başsavcılığı 2/7/2009 tarihli iddianame ile çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarından cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. Akşehir Ağır Ceza Mahkemesi 24/3/2010 tarihli karar ile 10/11/1993 doğumlu nin kendi iradesiyle 4/11/2007 tarihinde başvurucu ile kaçarak karı koca hayatı yaşamaya başladığı, nin on beş yaşını doldurduğu 10/11/2008 tarihine kadar çocuğun cinsel istismarı suçunun -aynı suç işleme kastıyla- birden fazla kez işlendiği ve kişiyi cinsel amaçla hürriyetinden yoksun bırakma suçunun da bu tarihe kadar devam ettiği gerekçesiyle toplam 10 yıl 10 ayhapis cezasıyla (8 yıl 4 ay+2 yıl 6 ay) cezalandırılmasına karar vermiştir. Hüküm temyiz edilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 12/12/2103 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde nihai kararın bireysel başvuru tarihinden önce başvurucuya tebliğ edilmediği saptanmış ve kararın başvuru formunda belirtildiği üzere dosyanın Yargıtay tarafından kapatıldığı 14/1/2014 tarihinde öğrenildiği anlaşılmıştır. A. Kanun Hükümleri 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ilgili(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,Anlaşılır.(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.'' 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili (1), (3) ve (5) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:"(1)Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir....(3) Bu suçun,...f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır. ...(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.''B. Yargıtay İçtihatları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/6/2008 tarihli ve E.2008/5-56, K.2008/156 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''5237 sayılı TCY.nın 6/1-a maddesinde, 'henüz 18 yaşını doldurmamış kişi' olarak tanımlanan çocuk kavramının, yasakoyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, 'onbeş yaşını bitirmiş', 'onbeş yaşını tamamlamamış' şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alınmıştır. Buna göre bu bölümde 'onbeş yaşını tamamlamamış' çocuklar ile 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCY.nın 103/1-a maddesinde, 'onbeş yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken aynı maddenin (b) bendinde ise diğer çocuklar ifadesiyle 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış' olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Yasa koyucu bu maddede 'onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış' olan çocuklara karşı rızalarıyla yapılan cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken 'onbeş yaşını tamamlamamış' çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. TCY.nın maddesinde de, cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı bir suç olarak düzenlemiştir. Bu nedenle çocuklara karşı cinsel amaçlı olarak işlenen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının da iki kategoride ele alınması gerekmekte, birinci kategoride yer alan 'onbeş yaşını tamamlamamış' çocuklara karşı işlenen 'cinsel amaçlı olarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda, çocukların rızalarının hukuken değer ifade etmediği konusunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Öğretide de aynı esas kabul edilmiş ve eyleme razı olma ehliyeti bulunmayan küçüğün şikayet hakkı bulunmadığı vurgulanmıştır.'' Yargıtay Ceza Dairesinin 1/7/2009 tarihli ve E.2009/6976, K.2009/8824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Yaşına itiraz edilen mağdureye ait, nüfus idaresinden getirtilen doğum tutanağında "sağlık personeli yardımıyla doğduğu" belirtilmiş ve mağdurenin babası sanık Ahmet Gülen'in de "Kızım Ayvalık Devlet Hastanesinde doğdu" şeklindeki beyanı üzerine; Hasteneden bu husus sorulmuş, verilen cevabi yazı ekide, mağdurenin annesinin 1993tarihinde hastenede doğum yaptığına dair, Hasta kabul defterinin doğan bebeğin cinsiyetinin ne olduğunu gösterir sayfası olmaksızın onaysız sureti gönderilmiş bulunduğundan; öncelikle çocuğun cinsiyetini de gösterir hasta kabul defterinin onaylı suretinin getirtilmesi bundan sonra hastanede doğmadığının anlaşılması halinde; suçun unsurlarına ve oluşumuna etkisi bakımından mağdurenin yaş tesbitine esas olacak kemik film ve grafilerinin çektirilipsağlık kurulundan rapor alınması, gerektiğinde Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas kurulundan da görüş sorularak gerçek yaşının bilimsel biçimde saptanması ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdirigerekirken eksik soruşturmayla yazılı şekilde hükme varılması, [Kanuna aykırı görüldüğünden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.]'' | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2199 | Başvuru, hükme esas teşkil eden raporun bilimsel kesinlik taşımamasına rağmen mahkûmiyetine karar verilmesi ve bu raporun aleyhine olan delillere itibar edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Siirt'te bir devlet okulunda öğretmen olarak görev yapmaktayken bir siyasi partinin organize ettiği toplantıya www.siirtnews.com internet sitesi adına katılarak konuşma yaptığı iddiasıyla 11/2/2016 tarihinde hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. 13/7/2016 tarihinde sona eren soruşturma sonucunda 1/8/2016 tarihli soruşturma raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda özetle; i. www.siirtnews.com internet sitesinin 14/9/2014 tarihinde oluşturulduğu, söz konusu sitenin millî güvenlik ve kamu düzenine aykırı ve suç işlenmesini teşvik edici şekilde yayın yaptığı, PKK terör örgütünün eylemlerini meşrulaştırmaya çalıştığı, örgüt mensuplarına yönelik operasyonlarının durdurulması ve bölge halkının organize edilerek operasyonları protesto etmeye sağlamaya çalıştığı, güvenlik güçlerini suçlu göstermeye çalıştığı ifade edilmiş ve başvurucunun sitenin köşe yazarlarından biri olduğu vurgulanmıştır.ii. Siirt HDP il teşkilatı tarafından yapılan seçim değerlendirmesi konulu basın toplantısının Siirt Hükümet Bulvarı üzerinde bulunan Erdef Otel'de 8/11/2015 tarihinde düzenlendiği, toplantıya ait görüntüler incelendiğinde toplantıya katılanlar arasında HDP milletvekilleri K.Y. ve B.K.nın konuşmacı olarak katıldıkları, toplantıya HDP Siirt il teşkilatı yöneticilerinin yanı sıra basın mensuplarıyla birlikte başvurucunun da katıldığı, başvurucunun toplantıda HDP lehine konuşma yaparak yorumda bulunduğu ve toplantıya www.siirtnews.com internet sitesi adına katıldığını ifade ettiği belirtilmiştir. Bu tespitlerden hareketle başvurucunun hareketlerinin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde düzenlenen "Görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak" ile "Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak." kapsamında olması nedeniyle başvurucunun disiplin hukuku yönünden bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile tecziye edilmesi gerektiği teklifinde bulunulmuştur. Siirt Millî Eğitim Müdürlüğünün 19/8/2016 tarihli yazısıyla başvurucu 7 gün içerisinde savunmasını vermek üzere davet edilmiş ve daha sonra başvurucu hakkında Siirt Millî Eğitim Müdürlüğünün 23/1/2017 tarihli işlemiyle bir yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yapmış olduğu itirazın reddedildiğine dair işlem tesis edilmiştir. Başvurucu tarafından 23/1/2017 tarihli işlemin iptali istemiyle 3/2/2017 tarihinde dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle hakkındaki iddialar kendisine gösterilmediği, sadece 23/01/2017 tarihli yazıyla cezalandırıldığının tebliğ edildiği, suçlamanın neye ilişkin olduğunu öğrenemediği için savunma hakkını kullanamadığı gibi kendisine Disiplin Kurulunda sözlü savunma imkânı sağlanmadan disiplin cezası verildiği için hukuka aykırı bir işlem tesis edildiği belirtilmiştir. Davalı idarenin 14/3/2017 tarihli savunma dilekçesinde özetle başvurucu hakkında düzenlenen soruşturma raporunda tespit edilen hususlar doğrultusunda disiplin cezasının verildiği, savunması alınarak ceza tesis edilmesi nedeniyle işlemin hukuka uygun olduğu ileri sürülmüştür. Siirt İdare Mahkemesi 23/11/2017 tarihli kararıyla konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığında dair karar vermiştir. Kararda; başvurucunun 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) “Kamu Personeline İlişkin Tedbirler” başlıklı maddesinin birinci fıkrası uyarınca Ekli (1) sayılı listenin Millî Eğitim Bakanlığına ilişkin kısmının sırasında ismi yer almak suretiyle başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamu görevinden çıkarıldığı belirtilmiş, bu sebeple de davanın konusuz kaldığı ve esasının incelenmesine olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun istinaf başvurusu üzerine Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 13/6/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararı kesin olarak onanmıştır. Nihai karar başvurucuya 27/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (a) bendi şöyledir:" İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları" 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 1/2/2018 tarih ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un “Komisyonun oluşumu” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Anayasanın 120 nci maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla onaylanan olağanüstü hal kapsamında, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur." 7075 sayılı Kanun'un “Komisyonunun görevleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Komisyon, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen aşağıdaki işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar verir.a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya dailişiğin kesilmesi...." 7075 sayılı Kanun'un "Yargı denetimi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Komisyon kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde ilgilinin en son görev yaptığı kurum veya kuruluş aleyhine iptal davası açılabilir. Bu davalarda ayrıca Cumhurbaşkanlığına ve Komisyona husumet yöneltilemez." Danıştay İçtihadı Danıştay İkinci Dairesinin 3/11/2008 tarihli ve E.2008/3586, K.2008/4247 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, davacı tarafından ... Lisesi Müdürü olarak görev yaptığı dönemde hakkında 70 puanla orta düzeyde düzenlenen 2006 yılı sicil raporunun iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince davacının yargılama devam ederken emekliye ayrıldığı, sicil raporunun iptalini isteme konusunda güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle ... davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir....2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinin 1/a bendinde iptal davaları, 'idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan' davalar olarak tanımlanmaktadır.Maddede öngörülen menfaat ihlali koşulu, bu tür davaların kabulü ve dinlenilebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrin gerekse yargısal içtihatlarda bu şart, subjektif ehliyet şartı olarak kabul edilmekte, ancak ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davasını açma hakkı sağladığını gösterecek kesin bir ölçü ortaya konulamamakta ve bu ilişki kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.Genelde kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte, davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyetinin varlığı için yeterli sayılmaktadır....Bu durumda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun emeklilerin yeniden kamu hizmetine alınmasını düzenleyen maddesi ve Devlet memurlarından 6 yıllık sicil notu ortalaması 90 ve daha yukarı olanların aylık derecelerinin yükseltilmesinde dikkate alınmak üzere bir kademe ilerlemesi uygulanacağını hüküm altına alan maddesi uyarınca davacı hakkında düzenlenen sicil raporu ve sicil notunun önem kazandığı ve davacının menfaatini doğrudan ilgilendirdiği gibi, sicil amirlerince olumsuz düşüncelerle orta düzeyde düzenlenen uyuşmazlık konusu sicil raporu ile davacı arasında manevi ilişkinin de devam etmesi karşısında, uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulması gerekirken, davacının güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle davanın [reddi] yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Beşinci Dairesinin 15/12/2014 tarihli ve E.2012/2143, K.2014/9343 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava,koruma ve güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken tutukluluk hali nedeniyle görevden uzaklaştırılan davacının, memuriyet görevine başlatılması ve 1/3 oranında kesilen maaşının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 2010 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince ... davacının,2010 tarihinde hizmetli kadrosunda göreve başlatıldığı, 2010 tarihinde de malulen emekli olduğu anlaşılmakla, memuriyet görevine dönmek istemiyle yaptığı başvurunun reddinden kaynaklanan uyuşmazlık yönünden davanın konusunun kalmadığı; ... davacının memuriyet görevine başlatılmamasına ilişkin kısmı yönünden davanın konusunun kalmaması nedeniyle uyuşmazlığın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, maaşından yapılan kesintilerin ödenmesi talebinin reddine dair kısmı yönünden de davanın reddine karar verilmiştir. ...İptal davalarında, idari işlemlerin kuruldukları tarih itibariyle yargısal denetime tabi tutulmaları gerektiği kuşkusuzdur. İdare Hukukunun genel ilkelerine göre iptal davası açılabilmesi için, davacı ile dava konusu işlem arasında menfaat ilişkisinin varlığı yeterli olup, ayrıca bu işlemle menfaat ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesi aranmamaktadır.Davacının idari işlemle ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesini zorunlu tutmak, iptal davalarını sadece davacılar yönünden ortaya koyduğu sonuçlarla değerlendirmek ve bu davaların amacını ihmal etmek anlamını taşır. Bunun sonucu olarak, dava görülmeden önce alınacak yeni idari kararlarla davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ve böylece hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemi yargısal denetim dışında bırakmak yolu açılmış olur. Bu durumda, yargısal denetimden amaç 'hukuka uygunluk' denetimi olduğuna, yargısal denetim işlemin kurulduğu tarih itibariyle gerçekleştiğine ve yeni işlem tesis edilene kadar hukuki sonuç doğurduğuna göre, Mahkemece dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun denetlenerek bir karar verilmesi gerekmekte iken dava konusu işlemden sonra kurulan 2010 günlü bir başka işlem ile davacının malulen emekli edildiği ve davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir....Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Onikinci Dairesinin 28/10/2015 tarihli ve E.2015/1273, K.2015/5657 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava;... İl Özel İdaresi'nde genel sekreter olarak görev yapmakta iken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan ... milletvekili genel seçimlerine katılmak için ... tarihinde istifa ederek görevinden ayrılan davacının, seçimler sonucunda eski görevine atanmak istemiyle yaptığı başvurusu üzerine İl Özel İdaresinde uzman kadrosuna atanmasına ilişkin [işlemin] iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, ... davacının, seçimler sonucunda tekrar görevine dönebilmek amacıyla yapmış olduğu başvurusu neticesinde genel sekreterlik kadrosunun dolu olması nedeniyle İl Özel İdaresinde dereceli uzman kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....Davalı idarece her ne kadar davacının ... tarihinde emeklilik isteminde bulunduğu ve bu isteği üzerine emekliye ayrıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının ... tarihli yazısından anlaşıldığından, iş bu davanın davacı yönünden hukuki bir yararının bulunmadığı gibi, davanın konusuz kaldığı ileri sürülmüş ise de; iptal davası açılabilmesi için davacının dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin ihlal edilmiş olması yeterli olup, bu işlemle menfaat ilişkisini dava sonuna kadar sürdürmesi gerekmediğinden, davalı idarenin davacı emekli olduğundan davanın konusuz kaldığı yolundaki iddiasına da itibar edilmemiştir.... davacının, görevine dönme talebinde bulunduğu tarihte durumuna uygun eşdeğer görevlerin bulunup bulunmadığı hususunda gerekli ve yeterli inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken ... davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır." Danıştay Beşinci Dairesinin 19/12/2018 tarihli ve E.2018/3781, K.2018/18569 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde isimlerine yer verilmek suretiyle başka bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinden çıkartılan personelin açmış olduğu davalarda idare mahkemelerince, genellikle anılan Kanun Hükmünde Kararnamelerde söz konusu kamu görevinden çıkarılma konusunda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma yetki ve görevi verilmediği, kanun niteliğini taşıyan hukuki bir düzenleme ile kamu görevinden çıkarılma işlemi gerçekleştirildiği, dolayısıyla davalı idarece tesis edilmiş, idari davaya konu olabilecek bir idari işlemin bulunmadığı ve davanın esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle 'davaların incelenmeksizin reddi yönünde' kararlar verilmiştir. Buna karşın, Kanun Hükmünde Kararnamelerde belirlenen usul ve esaslara göre personelin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davalarda, idare mahkemelerince uyuşmazlığın esasının incelenmesine devam edilmiştir.Bu arada, personelin kendi kurumunda oluşturulan kurul tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davaların incelemesi devam ederken, aynı personelin bu kez Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarıldığı hallerde, yasa hükmünde olan Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinin herhangi bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan sonlandırılmış olması karşısında, idare tarafından oluşturulan Kurulun tesis ettiği kararın kendiliğinden ortadan kalktığı ve davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle kimi idare mahkemelerince dava hakkında 'karar verilmesine yer olmadığı' yönünde kararlar verilmiştir.Bir idari işlem açıkça idare tarafından geri alınmadığı veya bir başka işlemle yürürlükten kaldırılmadığı ya da idare mahkemesince iptal edilmediği sürece hukuk aleminde varlığını sürdürecektir. Bu nedenle, Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listelerde ismine yer verilmek suretiyle hiçbir idari işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinin sonlandırılmasına karşı açılan davalarda idare mahkemelerince, Kanun Hükmünde Kararnamelerin kanun niteliği taşıdığı gerekçesiyle 'incelenmeksizin ret' kararları verildiği de göz önünde bulundurulduğunda, personellerin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin işlemlere karşı açılan davaların (idari işlemden sonra çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde aynı personelin ismine yer verilmek suretiyle ikinci kez görevine son verilmiş olsa bile idari işlemin hukuken yürürlükte olması nedeniyle) esastan sonuçlandırılması gerektiği açıktır....Bu nedenle, anılan her iki işleme karşı açılan davalarda yargı yerlerince verilecek kararların uygulanması aşamasında ortaya çıkabilecek hukuki sorunların da önlenmesi amacıyla Mahkemece; öncelikle personelin ilgili Kanun Hükmünde Kararnamenin ekli listesinde isminin yer alması nedeniyle kamu görevinden çıkartılması işlemine karşı dava açıp açmadığı, dava açmış ise 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun hükümleri gereğince dava dosyasının İnceleme Komisyonuna gönderilip gönderilmediği, Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmasına karşı dava açmamış (ya da dava açmış) olsa bile Komisyona başvurma hakkını da kullanabileceğinden, personelin Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvuruda bulunup bulunmadığı ve Komisyonca başvuru hakkında bir karar verilip verilmediği veya Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılmasının iptali istemiyle açılmış dava nedeniyle 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun gereğince Komisyona gönderilmesi gereken bir dosyasının mevcut olup olmadığı (Komisyonca verilecek karar hem personelin hukuki durumunu hem de davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul tarafından verilen kamu görevinden çıkarma işlemine karşı açtığı davada yargı mercilerince verilecek kararın hukuki sonucunu etkileyeceğinden) araştırılmalı, Komisyona başvurusu var ise, bu başvurunun sonucu beklenmeli, Komisyon kararına karşı dava açılmış ise, yukarıda açıklandığı üzere söz konusu iki davada verilecek kararlar birbirini etkileyeceğinden, öncelikle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 38 ve devamı maddelerinde yer alan 'bağlantılı davalara ilişkin hükümler' dikkate alınarak değerlendirme yapılmalı, şayet personelin herhangi bir davası veya Komisyona başvurusu yok ise Anayasanın maddesiyle de koruma altına alınan hak arama hürriyetinin engellenmemesi adına, davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul kararı ile ihraç edilmesi işleminin iptaline konu uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelere sahip olunması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM; mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002) davasında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama-, uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, § 25). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27010 | Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, Kürtçe yazdığı mektubu yurtdışında yaşayan bir kişiye 29/4/2015 tarihinde göndermek istemiştir. Mektup ekine bir derginin iki sayfası da eklenmiştir. Söz konusu mektubun Türkçe tercümesi Ceza İnfaz Kurumunda yaptırılmıştır. Mektupta; özgürlük rehberleri ve yaşam kurucuları olarak hitap edilen silahlı terör örgütü yöneticisi veya üyesi olma suçlarından mahkum olmuş kişiler hakkında övücü ifadeler kullanılmıştır. Ayrıca mektupta bir radyo programından bahsedilmiş ve bu program üzerinden yapılan yazışmaların akıbeti hakkında birtakım bilgiler verilmiştir. Yine mektupta, "çatı yoluyla" elde edildiği ifade edilen mesajların olduğu bir ciltten bahsedilmiş ve mektup ekindeki ciltin özgürlük kampı olduğu belirtilen yere gönderilmesinin istendiği belirtilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından 3/6/2015 tarihinde verilen sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla söz konusu mektubun muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, mektupta, gönderildiği kişi aracılığıyla dağdaki terör örgütü mensuplarıyla haberleşmeyi sağlayan ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 10/6/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; mektupta terör örgütü kamplarında bulunan örgüt mensuplarına yönelik ifadelerin bulunduğu ve mektubun doğrudan değil aracı vasıtasıyla gönderilmeye çalışıldığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 29/6/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 23/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14846 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu etkileyecek bir iddianın İlk Derece Mahkemesi kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; başvuru ve itiraz üzerine verilenkararların dosya üzerinden sonuçlandırılması nedeniyle sözlü yargılama hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 12/2/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/7/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 15/1/2014 tarihli görüş yazısı 21/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 3/2/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hasta olan annesinin günlük ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olabilmek için bir dernekle irtibata geçerek, yabancı uyruklu bir bakıcı temin etmiş ve evinde çalıştırmaya başlamıştır. Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü Ankara Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün 12/4/2012 tarih ve B.TİK.00-(S.06 4800) sayılı yazısı ile başvurucuya, bakıcı olarak çalıştırdığı yabancı uyruklu kişi ile ilgili olarak 27/2/2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrasına muhalefet ettiği gerekçesiyle 163,00 TL idari para cezası verildiği bildirilmiştir. Başvurucu anılan idari para cezasına karşı süresi içerisinde Ankara Sulh Ceza Mahkemesine 27/4/2012 tarihinde başvuruda bulunmuş olup, Mahkemenin 2012/344 İş numarası ile kayıt altına alınmıştır. Bu arada, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Ankara Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Etimesgut Sosyal Güvenlik Merkezinin 21/5/2012 tarihli ve B.SGK.02/VII sayılı yazısı ile başvurucuya, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesine göre işyeri bildirgesi vererek işyerini tescil ettirmesi aksi halde tescilin resen yapılacağı bildirilmiştir. Başvurucu, ilgili idareye dilekçe ile müracaatta bulunarak, kendisine ait işyeri olmadığını, kendisinin öğretmen olduğunu, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu anlamında “işveren” olmadığını ve bu nedenle 5510 sayılı Kanun anlamında işyeri bildirgesi doldurma ve dosya oluşturma yükümlülüğünün olmadığını bildirmiştir Ankara Sulh Ceza Mahkemesi 19/7/2012 tarihli ve 2012/344 İş sayılı kararı ile başvurucunun yukarıda belirtilen (bkz. § 8) idari para cezasına karşı başvurusunun reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Gürcistan uyruklu şahsın 25/10/2011 tarihli ifadesinde Serap Öz isimli şahsın yanında bakıcılık işi yapmak üzere çalıştığını kabulü ve itiraz edenin te’villi ikrarı karşısında, tahakkuk ettirilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu sonuç ve kanaatine varılmış ...” Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin ret kararına karşı Ankara Asliye Ceza Mahkemesine itirazda bulunmuş olup, anılan Mahkemenin 9/10/2012 tarihli ve 2012/399 İş sayılı kararı ile itiraza konu kararın “…dosya kapsamı ve gerekçesine göre usul ve yasaya uygun olduğu…” gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Etimesgut Sosyal Güvenlik Merkezinin 23/11/2012 tarihli ve B.SGK. SSGM/309 sayılı yazısı ile başvurucuya resen işyeri sicil numarası verilmiş ve 5510 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen işyeri bildirgesinin, en geç sigortalı çalıştırmaya başlanılan tarihte kuruma verilmediği gerekçesiyle 837,00 TL idari para cezası verildiği bildirilmiştir. Başvuru dilekçesi veya eklerinde başvurucunun, belirtilen para cezasına karşı yargı yoluna müracaat ettiğine dair herhangi bir belge veya bilgiye rastlanmamıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin kararı başvurucuya 15/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 12/2/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4817 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Çalışma izni bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için beşbin Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu durumda, işveren veya işveren vekili yabancının ve varsa eş ve çocuklarının konaklama giderlerini, ülkelerine dönmeleri için gerekli masrafları ve gerektiğinde sağlık harcamalarını karşılamak zorundadır.” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Aşağıda belirtilen işlerde ve iş ilişkilerinde bu Kanun hükümleri uygulanmaz; … e) Ev hizmetlerinde, …” 5510 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İşyeri, sigortalı sayılanların maddî olan ve olmayan unsurlar ile birlikte işlerini yaptıkları yerlerdir. İşyerinde üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen işyerine bağlı yerler, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ile araçlar da işyerinden sayılır. İşveren, örneği Kurumca hazırlanacak işyeri bildirgesini en geç sigortalı çalıştırmaya başladığı tarihte, Kuruma vermekle yükümlüdür. Şirket kuruluşu aşamasında, çalıştıracağı sigortalı sayısını ve bunların işe başlama tarihini, ticaret sicili memurluklarına bildiren işverenlerin, bu bildirimleri Kuruma yapılmış sayılır. Ticaret sicili memurlukları, kendilerine yapılan bu bildirimi en geç on gün içinde Kuruma bildirmek zorundadır… “ 13/03/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Başvurunun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:“…“ (4) Mahkeme, başvuruda bulunan kişilere cevap dilekçesinin bir örneğini tebliğ eder; talep üzerine veya re'sen tarafları çağırarak belli bir gün ve saatte dinleyebilir. Dinleme için belirlenen günle tebligatın yapılacağı gün arasında en az bir haftalık zaman olmasına dikkat edilir. Dinleme sırasında taraflar veya avukatları hazır bulunur. Mazeretsiz olarak hazır bulunmama, yokluklarında karar verilmesine engel değildir. Bu husus, tebligat yazısında açıkça belirtilir. …(6) Dinlemede sırasıyla; hazır bulunan başvuru sahibi ve avukatı, ilgili kamu kurum ve kuruluşunun temsilcisi, varsa tanıklar dinlenir, bilirkişi raporu okunur, diğer deliller ortaya konulur.(7) Mahkeme, ilgilileri dinledikten ve bütün delilleri ortaya koyduktan sonra aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen ve hazır bulunan tarafa son sözünü sorar. Son söz hakkı, aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen tarafın kanunî temsilcisi veya avukatı tarafından da kullanılabilir. Mahkeme son kararını hazır bulunan tarafların huzurunda açıklar…” Yargıtay Ceza Dairesinin 2/2/2012 tarihli ve E.2011/7515, K.2012/1057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“…4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 21/ maddesindeki "çalışma izni bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için beşbin Türk lirası idari para cezası verilir." hükmü karşısında;İdari para cezasına karşı başvurunun reddine dair Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin 2010 tarihli ve 2010/1246 değişik iş sayılı kararında, adına idari para cezası uygulanan G.A.'nın kendisinin işveren ya da işveren vekili olmadığı yolundaki itirazını değerlendirilmeden ve yalnızca hastalığı sebebiyle kendisinin bakım işlerini görüyor olmasının madde metninde geçen işveren ya da işveren vekili sayılmasına yeterli olup olmadığı araştırılmadan karar verildiği hususları dikkate alındığında, itirazın bu yönlerden kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2010 gün ve 2010/1676 iş sayılı kararının CMK'nun maddesi uyarınca BOZULMASINA, ilgili hakkında verilen idari para cezasının kaldırılmasına, 2012 günü oybirliğiyle karar verildi.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1394 | Başvuru, karar sonucunu etkileyecek bir iddianın İlk Derece Mahkemesi kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; başvuru ve itiraz üzerine verilen kararların dosya üzerinden sonuçlandırılması nedeniyle sözlü yargılama hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 1 |
Başvuru; makul süre içinde mahkeme önüne çıkarılmama nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 4/4/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 6/4/2012 tarihinde sorgusu yapıldıktan sonra tutuklanmıştır. Başvurucunun tutukluluk durumu 30/4/2012, 1/6/2012, 3/8/2012, 31/8/2012, 31/10/2012, 29/11/2012, 18/12/2012 tarihlerinde dosya üzerinden resen incelenmiştir. 25/12/2012 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme, terör örgütü propagandası yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarından kamu davası açılmıştır. İddianamenin kabul edilmesi üzerine dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK madde ile görevli) E.2013/7 sayılı dosyasında görülmeye başlanmıştır. Kovuşturma aşamasında 13/2/2013, 13/3/2013, 10/4/2013 tarihlerinde başvurucunun tutukluluk durumu dosya üzerinden resen incelenmiştir. İlk duruşma 18/4/2013 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Başvurucu bu duruşmada tahliye edilmiştir. Bu dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. Başvurucu, makul sürede hâkim huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Tazminat talebini inceleyen Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 14/11/2013 tarihinde tutuklamaya konu davanın derdest olması nedeniyle tazminat davasının reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 19/1/2015 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tazminat davasının dayanağı olan ceza dava dosyasının incelenmesinde; 2012 tarihinde gözaltına alınarak 2012 tarihinde tutuklandığı, hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/735 sayı, 2012 tarihli iddianamesi ile kamu davası açıldığı, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/7 Esas sayılı dosyası üzerinden 2013 tarihli tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verilerek duruşmanın 2013 tarihine bırakıldığı, sanığın (davacının) 2013 tarihli celsede savunmasının alınarak tahliye edildiği, ceza yargılamasının davacı ile beraber toplam 19 sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak ve sair suçlar nedeniyle yürütüldüğü ve 115 kişinin müşteki sıfatının bulunduğu, davacı vekilinin, müvekkili hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olarak verildiğinin ileri sürülmediği, soruşturma evresinde sanık sayısının fazla olmasının tutukluluğun uzaması için neden olmasa bile, müşteki sayısının fazla olmasının sürenin uzamasına etkisinin olacağı ve ceza yargılamasına konu suçların niteliği ve dosyanın kapsamı dikkate alındığında, davacının makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı iddiasının sübut bulmadığı anlaşıldığından, davanın bu nedenle reddi yerine, mahkemece 'tazminat istemine konu davanın derdest olup sonuçlanmadığı' gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi sonucu itibariyle doğru kabul edilmekle,Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilinin davanın reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün, isteme uygun olarak onanmasına [karar verildi]." Bu karar 27/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen, kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. "B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Yakalama veya tutulma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde, kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir."Sözleşme'nin maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu madde hükümlerine aykırı olarak yapılmış bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Karaosmanoğlu ve Özden/Türkiye (B. No: 4807/08, 17/6/2014, §§ 76-78) davasında başvurucular sulh ceza mahkemesi hâkimi tarafından ifadelerinin alınmasının ardından 2/8/2007 tarihinde tutuklanmış ve davanın başlamasından sonra yani ilk duruşma sırasında 22/1/2008 tarihinde hâkim önüne çıkarılmışlardır. AİHM; bütün bu süreç boyunca başvurucuların tutuklanmaları hakkında karar vermeye yetkili hâkimlerin önüne çıkarılmadıklarını, gerek tahliye taleplerinin gerekse itirazlarının hâkim önüne çıkarılmaksızın incelendiğini tespit etmiştir. AİHM, tutukluluğa karşı yapılan itirazı değerlendirecek olan hâkimin önünde dinlenme hakkının makul aralıklarla kullanılabilmesi gerektiğini hatırlatmış; somut olayda ileri sürülen durum gibi yaklaşık altı ay süresince hâkim önüne çıkarılmadan geçen sürenin makul olarak nitelendirilemeyeceğini belirterek Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Erişen ve diğerleri/Türkiye (B. No: 7067/06, 3/4/2012, § 53) davasında da iki ve dört aydan fazla süre boyunca mahkeme huzuruna çıkarılmamanın Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasında öngörülen hâkim önünde düzenli aralılarla dinlenme hakkıyla uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Deniz Seki/Türkiye (B. No: 44695/09, 21/6/2016, §§ 17-19) kararında AİHM 24/2/2009 tarihinde tutuklanan ve ilk kez 1/10/2009 tarihinde mahkeme huzuruna çıkarılan başvurucunun Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14648 | Başvuru, makul süre içinde mahkeme önüne çıkarılmama nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, terör olayları nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurular neticesinde hükmedilen tazminat miktarının yeterli olmadığı gerekçesiyle açılan davaların reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 17/9/2014 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/3/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 7/1/2015 tarihinde, ekli tablonun A satırında başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/15360 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine; incelemenin 2014/15360 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Diyarbakır ili Lice ilçesi Sığınak köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerlerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun C satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, başvuruculara belirlenen miktarlarda tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından tazminat miktarları kabul edilmeyerek uyuşmazlık tutanağı imzalanmış, Komisyon kararına karşı Diyarbakır İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Belirtilen Komisyon kararları aleyhine başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun D satırında tarihleri gösterilen Diyarbakır İdare Mahkemeleri kararları ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dava dosyasının incelenmesinden; Diyarbakır İli, Lice İlçesi, Sığınak Köyü'nde ikamet eden davacının, yaşanan yoğun terör eylemleri nedeniyle köyünü terk ettiğini belirterek, bu nedenle uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilmesi istemiyle davalı idareye başvurduğu, başvurunun kısmen reddine karar verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Dava dosyasında ve Mahkememizde bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; yapılan nüfus sayımları sonuçlarına göre, Sığınak Köyü'nde 1985 yılında 488 kişi, 1990 yılında 494 kişi, 1997 yılında 214 kişi, 2000 yılında 259 kişinin yaşadığı, geçici köy koruculuğu uygulamasının olmadığı, davacının şahsına ve ailesine yönelik bir terör tehdidinin meydana gelmediği görülmektedir.Bu durumda, yukarıda yer verilen açıklamalara göre nüfusunda belli bir oranda azalma olsa da, asgari güvenlik düzeyinin var olduğu sonucuna varılan Sığınak Köyü halkının bir kısmının subjektif güvenlik kaygısıyla ya da ekonomik ve sosyal sebeplerle köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun E satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, ekli tablonun F satırında belirtilen tarihlerde karar düzeltme talepleri Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri, sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.” Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15360 | Başvurular, terör olayları nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurular neticesinde hükmedilen tazminat miktarının yeterli olmadığı gerekçesiyle açılan davaların reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından hükmedilen tazminatın yetersiz olması ve vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde 1996 yılında başlayan ceza yargılaması süreci 11/3/2011 tarihinde sona ermiştir. Başvurucu, ceza yargılamasında makul sürenin aşılması nedeniyle öncelikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde bireysel başvuruda bulunmuş ise de ülkemizde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonunun (Komisyon) ihdas edilmiş olması nedeniyle AİHM başvuruyu reddetmiştir. Başvurucu bu ret üzerine 9/7/2013 tarihinde Komisyona başvuruda bulunmuştur. Komisyon 27/1/2014 tarihli kararıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve 700 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucu; Komisyon tarafından verilen manevi tazminat miktarının hakkaniyete aykırı ölçüde az olduğunu, ayrıca lehine yargılama giderlerine hükmedilmemesinin AİHM içtihatlarına aykırı olduğunu ileri sürerek Komisyon kararına itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 7/5/2014 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Başvurucu itirazın reddine yönelik kararı 26/6/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 16/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12218 | Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından hükmedilen tazminatın yetersiz olması ve vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ithal edilen eşya için yapılan ek tahakkuk nedeniyle mülkiyet hakkının, ek tahakkuk işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, petrol ticaretiyle iştigal eden bir şirkettir. Başvurucu Şirket; yurt dışından getirdiği bir parti motorini Tekirdağ Gümrük Müdürlüğü denetimindeki gümrük antreposuna 31/12/2013 tarihli Antrepo Beyannamesi'ni beyan edip boşaltmıştır. Antrepo Beyannamesi 30/12/2013 tarihli proforma faturasındaki kıymet esas alınarak yapılmıştır. Daha sonra ürünün ithal edilmesi için 27/1/2014 tarihli Serbest Dolaşıma Giriş Beyannamesi düzenlenmiştir. Serbest Dolaşıma Giriş Beyannamesi, satıcı tarafından düzenlenen 3/1/2014 tarihli satış faturasındaki fiyat esas alınarak yapılmıştır. Gümrük muayene memuru, proforma faturasındaki fiyatın satış faturasındaki fiyattan yüksek olduğu yönündeki tespitini Serbest Dolaşıma Giriş Beyannamesi'nin arkasına yazmıştır. İlgili gümrük müdür yardımcısı ise bu yazının altına ithalatçıdan bilgi alınması, alınacak cevaba göre konunun değerlendirilmesi gerektiğini yazmıştır. Ayrıca 31/1/2014 tarihinde ek tahakkuk ve para cezası hesaplanarak beyannamenin arkasına yazılmıştır. Başvurucu 31/1/2014 tarihindeTekirdağ Gümrük Müdürlüğüne verdiği dilekçe ile proforma fatura ile kati fatura arasında birim fiyat farkından kaynaklanan katma değer vergisi (KDV) farkının beyan edilmesi gerektiği hususunda oluşan tereddüt nedeniyle beyanname arkasına tahakkuk çıkarıldığını belirterek bu KDV farkını ve para cezasını 7/10/2009 tarihli ve 27369 Mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Gümrük Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi hükümleri doğrultusunda depo olarak ihtirazi kayıtla yatırılmasını ve ürünün teslimini talep etmiştir. Müteakiben gümrük idaresinin proforma faturasındaki fiyatı üzerinden fark ek vergileri ve beyana göre oluşan vergi farkı nedeniyle düzenlenen para cezasına ilişkin 3/2/2014 tarihli kararları başvurucuya 24/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun anılan ek tahakkuk ve para cezası kararlarına karşı gümrük idaresine yaptığı 6/3/2014 tarihli itirazlar, süresinde yapılmadığı gerekçesiyle 26/3/2014 tarihinde reddedilmiştir. B. Para Cezasının İptaline İlişkin Dava Süreci Başvurucu, Tescilli Serbest Dolaşıma Giriş Beyannamesi muhteviyatı eşyanın kıymetinin noksan beyan edildiğinden bahisle ek olarak tahakkuk ettirilen KDV üzerinden hesaplanarak karara bağlanan para cezasına vaki itirazın reddine dair işlemin iptali talebiyle 20/5/2014 tarihinde Tekirdağ Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemece 30/12/2014 tarihinde idareye süresinde itirazda bulunulmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, adına yapılan ek tahakkuk işleminden başvurucunun haberdar olduğu vurgulanmıştır. Mahkeme; kararın gerekçesinde tahakkuk işleminin Serbast Dolaşıma Giriş Beyannamesi'nin arkasına 31/1/2014 tarihinde hesaplama yapılarak yazılmış olmasına ve yine başvurucu tarafından aynı tarihte ek tahakkuka yönelik olarak ihtirazi kayıt dilekçesi veriymiş olmasına dayanmıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Yedinci Dairesince 24/12/2015 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. Kıymet tespitinin belli bir araştırma yapılmasını gerektirmesi ve bu araştırma sonucu beklenmeksizin eşyanın yükümlüler tarafından gümrükten çekilmek istenmesi hâlinde ise ileride doğması olası vergi farkının eldeki verilere göre hesaplanmak suretiyle güvenceye alınması amacıyla teminata bağlanarak eşyanın gümrükten çekilmesine izin verilebileceği açıklanmıştır.ii. Ayrıca 31/1/2014 tarihinde beyannamenin arkasına yapılan işlemin teminat miktarının belirlenmesine yönelik olduğu vurgulanmış, idarece ek olarak tahakkuk ettirilen KDV üzerinden hesaplanarak karara bağlanan para cezasının 24/2/2014 tarihinde tebliği üzerine başvurucu tarafından yapılan itirazın süresinde olduğu belirtilmiştir. Davalı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 1/3/2018 tarihinde reddedilmiştir. Bozma sonrası Mahkemece bozmaya uyularak 5/6/2018 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, beyannamenin arkasına yapılan işlemin teminat miktarının belirlenmesine yönelik olarak idarenin hazırlayıcı iç işlemi niteliğinde olduğu açıklanmıştır. Ayrıca gümrük para cezası kararının 24/2/2014 tarihinde tebliği üzerine başvurucu tarafından 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun maddesi uyarınca 7/3/2014 tarihinde yapılan itirazın süresinde olduğu belirtilmiştir. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar, temyiz aşamasındadır. Başvuru Konusu Ek Tahakkukun İptaline İlişkin Dava Süreci Başvurucu, Tescilli Serbest Dolaşıma Giriş Beyannamesi muhteviyatı eşyanın kıymetinin noksan beyan edildiğinden bahisle yapılan ek tahakkuk kararına vaki itirazın reddine dair işlemin iptali talebiyle 20/5/2014 tarihinde Mahkemede dava açmıştır. Mahkemece 30/12/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, adına yapılan ek tahakkuk işleminden başvurucunun haberdar olduğu vurgulanmıştır. Mahkeme; kararın gerekçesinde tahakkuk işleminin Serbast Dolaşıma Giriş Beyannamesi'nin arkasına 31/1/2014 tarihinde hesaplama yapılarak yazılmış olmasına ve yine başvurucu tarafından aynı tarihte ek tahakkuka yönelik olarak ihtirazi kayıt dilekçesi veriymiş olmasına dayanmıştır. Ayrıca sonradan sehven düzenlenen 3/2/2014 tarihli ek tahakkuk ve para cezası kararlarının itiraz süresini yeniden canlandırmayacağı açıklanmıştır. Başvurucu tarafından itiraz edilen karar, Edirne Bölge İdare Mahkemesince 27/11/2015 tarihinde onanmıştır. Para cezasına ilişkin olarak dosyada verilen bozma kararına dair açıklamaları da içeren başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Bölge İdare Mahkemesince 27/5/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 11/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4458 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Gümrük vergileri, tahakkukundan hemen sonra yükümlüye tebliğ edilir.... (Ek: 18/6/2009-5911/47 md.) Bu madde hükümlerine göre tebliğ edilen gümrük vergileri; 242 nci maddede belirtilen sürelerde itirazda bulunulmaması veya süresi içinde idari yargı mercilerine başvurulmaması hallerinde bu sürelerin bittiği tarihte kesinleşir; dava açılması halinde mahkemece yükümlü aleyhine verilen kararın gümrük idaresine tebliğ edildiği tarihte tahsil edilebilir hale gelir." 4458 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Gümrük mevzuatı uyarınca, gümrük idarelerinin gümrük vergilerinin ve diğer amme alacaklarının ödenmesini sağlamak üzere bir teminat verilmesini gerekli görmeleri halinde, bu teminat söz konusu vergiler tutarının % 20 fazlasıyla yükümlü veya yükümlü olması muhtemel kişi tarafından verilir." 4458 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "202 nci maddenin birinci fıkrasında belirtilen teminat tutarı, teminata konu gümrük vergileri tutarının kesin olarak tespiti halinde bu miktar, diğer hallerde ise tahakkuk edilen veya edilebilecek gümrük vergilerinin en yüksek tutarı esas alınarak belirlenir." 4458 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir.... İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir." Yönetmelik'in "İtirazların karara bağlanmasından önce eşyanın çekilebilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yükümlüler, mercilerince verilecek kararlardan önce, ihtilaf konusu eşyayı çekmek isterlerse, aşağıda yazılı şartlarla istekleri kabul olunur ve eşyanın çekilmesine izin verilir.a) Kararların yükümlüce tebellüğ edilmiş olması ve taleplerinin bir dilekçe ile gümrüğe verilmiş olması,b) Yükümlünün beyanına göre yapılan vergi tahakkukları ile gümrük idaresince tahakkuk ettirilen bütün vergiler arasındaki farkın ve para cezalarının teminata bağlanması,c) Uyuşmazlığın idari yargı merciine intikali halinde bu hususun belgelenmesi,ç) İdarece gerekli görülecek her türlü bilgi veya belgenin sunulması. (2) Vergi tahakkukunun kesinleşmesinden önce idare ile yükümlü arasında çıkan uyuşmazlık yürürlükteki yasaklama ve kısıtlama hükümlerini ihlal eder mahiyette olduğu takdirde bu madde hükmü uygulanmaz. (3) Birinci fıkranın (b) bendinin uygulanmasında düşük kıymet beyanı şüphesiyle kıymet araştırması yapılan hallerde, araştırmanın bu maddenin uygulanmasının talep edildiği tarihten itibaren bir yılda sonuçlanmaması halinde, gümrük idaresinde mevcut verilere göre işlem sonuçlandırılır. Bu süreden sonra alınan cevaplar çerçevesinde vergi farkı ortaya çıkan hallerde gerekli işlemler yerine getirilir." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36) belirtmiştir. AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlamaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda kısıtlamaların Sözleşme'nin maddenin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). Mahkemeye etkili erişim hakkı; mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını, dava açmak veya kanun yoluna başvurmak isteyen kişilerin ilgili mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilmektedir (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 21). AİHM'e göre mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açabilir. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14254 | Başvuru, ithal edilen eşya için yapılan ek tahakkuk nedeniyle mülkiyet hakkının, ek tahakkuk işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/56454 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemeleri sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi ya da kararların tebliğ edilmemesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin; ceza infaz kurumundaki uygulamalar ve kısıtlamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından darbe teşebbüsü sonrasında Bolu Orman Bölge Müdürlüğünde orman muhafaza memuru olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle soruşturma başlatılmış ve başvurucu bu kapsamda 20/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 22/9/2016 tarihinde Düzce Emniyet Müdürlüğünde ve 23/9/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiş, ifade alma işlemleri sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadelerinde FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu 23/9/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Düzce Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Düzce Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçun 5271 sayılı CMK.nın 100/maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenlerinin varsayıldığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, ileride verilmesi beklenen muhtemel cezanın miktarı ve korunan hukuki değer ile menfaat karşılaştırıldığında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, işin önemi, verilmesi beklenen ceza miktarı göz önünde tutulduğunda verilecek tutuklama kararının ölçülülük ilkesini ihlal etmeyeceği, özgürlüklerin esas, sınırlanmasının ise istisna olduğu evrensel ilkesi bilinmekte ise de, dosya kapsamından talebin ve suçun mahiyeti gereği, mevcut delil durumu karşısında istisnai halin, istisnai önlemi haklı kılacağı anlaşılmakla konuya ilişkin şartlar oluştuğundan Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 23/9/2016 tarihli talebinin kabulü ile şüphelinin üzerine atılı suçtan 5271 sayılı CMK'nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Bolu Sulh Ceza Hâkimliği 10/11/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 20/12/2016 tarihinde tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara 4/1/2017 tarihinde itiraz etmiş, Bolu Sulh Ceza Hâkimliği 16/2/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 15/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 12/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 30/5/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve başvurucunun eylemlerine değinilmiştir. İddianamede başvurucu yönünden suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY'ye üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı olduğu gerekçesi ile orman muhafaza memurluğu görevinden çıkarıldığı belirtilmiştir.ii. Başvurucunun çocuklarının FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı nedeniyle kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan eğitim kurumlarında eğitim gördükleri bildirilmiştir.iii. FETÖ/PDY'nin finans kaynağı olan ve örgütle bağlantısı nedeniyle kapatılan Bank Asyada hesabının bulunduğu belirtilmiştir.iv. FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı Düzce Köylerini Zirai Bilinçlendirme Dayanışma ve Kültür Derneği ile Ufuk Tarım Orman Sen isimli sendikaya üye olduğunun tespit edildiği ileri sürülmüştür.v. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde beyanların yer aldığı belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak A.R.S. isimli tanığın başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin sohbet adını verdikleri toplantıya katıldığına ilişkin beyanına dayanılmıştır. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"Silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun 5237 sayılı TCK'nın 314/ maddesinde düzenlendiği örgüt üyeliği için örgüt ile bağ kurup örgüt amacı doğrultusunda süreklilik ve çeşitlilik gösteren faaliyetlerde bulunmak gerektiği, örgüt üyeliğinin oluşması için örgüt ile kurulan bağın isteyerek ve iradi olmasının gerektiği, örgüte üye olmak için örgüt yöneticilerinin rızasına gerek bulunmadığı, örgüte üye olmanın fiili bir katılma olduğu, tek taraflı irade ile örgüte katılmanın mümkün olduğu, bu kapsamda, şüphelilerin FETÖ'ye müzahir Bank Asya'da hesaplarının bulunması, şüpheli İlhami İzmirli'nin çocuğunu FETÖ'ye müzahir okula göndermiş olması, şüpheli İlhami İzmirli'nin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyelerinin sohbet adını verdikleri toplantıya katılmış olması, şüpheli İlhami İzmirli'nin FETÖ'ye müzahir dernek ve sendikaya üyeliğinin bulunması, şüphelilerin FETÖ ile irtibatı ve iltisakından ötürü mesleğinden ihraç edilmiş olmaları birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine yönelik kamu davası açmaya yeter delil ve şüphe bulunduğu anlaşıl[mıştır.]" Düzce Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 31/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/487 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 31/5/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucunun tutukluluğunun da devamına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Tutuklu sanık İlhami İzmirli'nin üzerine atılı Fetö/Pdy silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasına dair; dosya içerisinde bulunan belge ve dokümanlar, Bank Asya'ya ait hesap hareketleri, sanığın kovuşturma aşamasında henüz savunmasının alınmamış olması, kuvvetli suç şüphesinin varlığı, bu suçun 5271 Sayılı CMK'nın 100/3 maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen katalog suçlardan olması, tutuklulukta geçen süre ile kovuşturma konusu suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırları arasında ölçülülük bulunması, adli kontrol hükümlerine uymanın sanığın iradesine bırakılması ve bu aşamada yetersiz kalma ihtimali nedeniyle tutukluluğun devamı halinde mağduriyete neden olunmaması dikkate alınarak CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince tefhim tarihinden itibaren 7 günlük süre içerisinde Düzce Ağır Ceza Mahkemesi'ne itiraz yolu açık olmak üzere tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]" Mahkemece 22/11/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmış ve iddia makamının talebine de uygun olarak başvurucu tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanık İlhami İzmirli'nin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak, yargılamanın bundan sonraki safahatı açısından tutuklama sebeplerinin var olmasına rağmen, adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı sonucuna varılmakla ... tahliyesine... [karar verildi.]" Mahkeme, tanık A.R.S.yi talimat yoluyla dinlemiştir. Adı geçen tanığın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... İlhami İzmirli Yığılca Orman İşletme Müdürlüğünde orman muhafaza memuru olarak 2010 yılında görev yapıyordu diye biliyorum. 2010 yılında cemaat olarak adlandırılan fakat şu anda terör örgütü olduğu ortaya çıkan cemaatin toplantılarında 2010 yılında Yığılca ilçesinde yaklaşık 5-10 sohbetine katıldım. Bu sohbetlerin bir çoğunda İlhami İzmirli de vardı. Benim İlhami İzmirli ile alakalı başka bir bilgim yoktur. İlhami İzmirli'nin himmet adı altında para verip vermediğini bilmiyorum. O tarihlerde sohbete katıldığımız yerin adresi, Yığılca müftülüğünün karşısındaki iki katlı binanın ikinci katında cemaat denilen terör örgütünün derneği vardı. Derneğinin adını şu anda hatırlamıyorum. Orada Ramazan ayında iftar yapılıp, iftardan sonra dini sohbet yapılıyordu. Sohbetin en başında Fethullah Gülen'in kitaplarından bölümler okunuyordu. İlhami İzmirli ile beraber sohbette bulunduğumuz yerlerden bir tanesi de Yığılca ilçesindeki Arıkan petrolün yanındaki depo tarzında evden bozma, tek katlı bir yapıydı." Diğer taraftan Başsavcılıkça başka kişilerle ilgili olarak yürütülen soruşturmalarda başvurucunun adının geçtiği ifadeler ve teşhis tutanakları Mahkemeye gönderilmiştir. Mahkemece 13/9/2018 tarihli duruşmada başvurucuya okunan ifadelerin ilgili kısmı şöyledir:- B.A. 18/6/2017 tarihli beyanında başvurucuyla ilgili olarak "Ormancıdır. Fetö kapsamında tutuklandı diye biliyorum. Kızı Fem Dershanesinde öğrenci idi. Cemaatin faaliyetlerine aktif olarak katılırdı." şeklinde ifade vermiştir.- E.B. 8/2/2018 tarihli ifadesinde "Bana göstermiş olduğunuz şahıs ismini İlhami İzmirli olarak bildiğim yine Akçakoca ilçesi örgütün mütevelli heyetinde faaliyet gösteren şahıstır" şeklinde beyanda bulunmuştur. - Ö.A. 13/2/2018 tarihli beyanında "... Bu şahıslarla görüştüğüm dönem içinde Yığılca'daki sohbet gruplarına giderek zaman zaman giderek sohbetlerine katıldım. Bu grupta A.P., B., A.K., İlhami İzmirli, S.Ö. olduğunu bildiğim şahıslarla birlikte sohbet toplantıları düzenlenmesi amacı ile kiralandığını düşündüğüm evde ve Yığılca merkezdeki okuma salonunda düşünüyorduk. Katılmış olduğum sohbet toplantıları tamamen dini içerikli idi" şeklinde ifade vermiştir. Mahkeme 13/9/2018 tarihli kararıyla başvurucunun ve müdafiinin hazır bulunduğu duruşmada başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir: "...Sanık savunması, sanığın 17-25 Aralık olaylarından sonra da örgüt ile organik bağını devam ettirmesi, dernek ve sendika üyeliklerinin 15 Temmuz Darbe Girişimine kadar devam etmesinin bu hususun somut bir delili olduğu, tanık beyanlarına göre sanığın mütevelli sıfatı ile sohbetlere sürekli iştirak eden ve örgüt bağlılığı kuvvetli olan örgüt üyelerine yönelik olarak organize edilen karar ve himmet toplantılarına katıldığı, ayrıntılı tanık beyanlarının birbirleri ile ve dosya kapsamı ile uyumlu oldukları, diğer aleyhe deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde sanığın, örgüt amacını benimsediği, örgüt hiyerarşisi adı altında verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tam bir teslimiyet duygusu ile yerine getirdiği, örgüte sadece sempati duymayıp örgüt içinde yer aldığı, örgüt bünyesinde süreklilik, çeşitlilik, yoğunluluk gerektiren örgüt faaliyetlerine katıldığı bu sebeplerle sanığın Fetö/Pdy terör örgütü üyesi olarak kabulü gerektiğinden bahisle sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir." Başvurucunun 27/9/2018 tarihli istinaf talebi, yasal süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle Mahkemece 28/9/2018 tarihli ek kararla reddedilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu ise Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 23/11/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiş ve böylelikle mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 13/9/2018 tarih ve 2017/239 esas, 2018/220 karar sayılı kararı ile sanık İlhami İzmirli'nin üzerine atılı 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçundan neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın sanık ve sanık müdafinin yüzüne karşı verildiği, istinaf dilekçesinin 7 günlük süre geçtikten sonra 27/9/2018 tarihinde verildiği gerekçesiyle Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 28/9/2018 tarih ve 2017/239 esas, 2018/220 sayılı ek kararı ile istinaf talebinin CMK'nın 276/ maddesi gereğince reddine karar verildiği, CMK'nın 276/ maddesi gereğince bir karar verilmesi için sanık müdafii tarafından dilekçe verildiği, dosya içerisinde mevcut Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığının 31/8/2018 tarih ve 11017 sayılı yazısı ile dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde istinaf başvurusunun reddine ilişkin kararda isabetsizlik görülmediğinden, Sanık müdafiinin başvurusunun reddine... [karar verildi.]" İlgili hukuk için bkz. Emre Soncan, B. No: 2016/73490, 11/3/2020, §§ 32- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21175 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemeleri sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi ya da kararların tebliğ edilmemesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin; ceza infaz kurumundaki uygulamalar ve kısıtlamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kurum uzmanı sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının; terör örgütü ile irtibatlı olduğu yönündeki değerlendirme nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kahramanmaraş Defterdarlığı Muhasebe Müdürlüğünde (Müdürlük) memur olarak çalışmakta iken 2009 yılında yapılan yarışma sınavını kazanması sonrası ve Maliye Bakanlığının muvafakati ile Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumunda (TKDK) sözleşmeli statüde uzman olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun sözleşmesi, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı olduğundan bahisle 21/7/2016 tarihli işlemle feshedilmiştir. Sözleşmesinin feshedilmesi üzerine başvurucu, asıl kadrosunun bulunduğu Müdürlüğe dilekçe vererek görevine dönme talebinde bulunmuş ve 28/7/2016 tarihinde asıl kadrosunun bulunduğu Müdürlükteki görevine dönmüştür. Başvurucu 19/9/2016 tarihli dava dilekçesiyle, TKDK tarafından sözleşmesinin haksız yere feshedildiğini ve üzerine atılan iftiranın bir şekilde ortaya çıkarıldığını belirterek sözleşmesinin feshedilmesi işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Kahramanmaraş İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/4/2017 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 25/7/2016 tarihli Bakanlık Oluru ile oluşturulan kurul tarafından TKDK'da görev yapan başvurucunun da aralarında bulunduğu 179 personelin terör örgütüne üyelik, mensubiyet, irtibat ya da iltisakı olduğunun değerlendirildiği belirtilmiştir. İdarece, personelin FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirme ve tespitinde şüphe ve iltisakın yeterli görüldüğüne ve sözleşmeli olarak çalıştıracağı personelin seçimine yönelik olarak idarenin takdir yetkisinin bulunduğuna değinilmiş; idarenin hizmetinde kullanacağı sözleşmeli personelin seçimine yönelik takdir yetkisini belli bir yönde ya da belli bir kişi için kullanılmasına yargı yerlerince zorlanmasının mümkün bulunmadığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak da FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Yukarıda anılan yargılama süreci devam ederken Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık), çalıştığı kurumca görevden uzaklaştırılması üzerine başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dolayı soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılıkça yapılan soruşturmada; başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olduğuna dair somut bir delilin bulunmadığına, şüphelinin ByLock isimli programı kullanmadığına, FETÖ/PDY'ye müzahir herhangi bir yurt veya otelde kalmadığına, silahlı terör örgütüne müzahir sendikal faaliyetlerinin bulunmadığına, Bank Asya isimli bankada hesabının bulunmadığına ve yapılan araştırmalarda başvurucunun terör örgütü ile ilgili herhangi bir faaliyetine yönelik bilgi ve belge elde edilemediğine değinilmiştir. Yapılan değerlendirme neticesinde Başsavcılığın 30/5/2017 tarihli kararı ile; başvurucunun FETÖ/PDY ile süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren eylem ve davranışlar ile organik bir ilişki içerisine girdiğine veya terör örgütünün propagandasını yaptığına ya da terör örgütüne maddi yardımda bulunduğuna dair delil elde edilemediği gerekçesiyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına 30/5/2017 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucu tarafından yukarıda bahsi geçen kovuşturmaya yer olmadığı kararından da bahsedilerek Mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna gidilmiş, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İkinci İdari Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) 25/4/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar 12/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 3/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20523 | Başvuru, kurum uzmanı sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının; terör örgütü ile irtibatlı olduğu yönündeki değerlendirme nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca 2/2/2016 tarihinde tedbir talebinin İçtüzük kapsamında olmadığı değerlendirilerek dosyanın Bölüme gönderilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1994 doğumlu olup İran İslam Cumhuriyeti (İran) vatandaşıdır. 10/12/2014 tarihinde Doğubayazıt üzerinden Türkiye'ye giriş yaptığını ve giriş yaptıktan sonra tutuklandığını belirten başvurucu sekiz gün Ağrı'da bulunan bir kampta tutulduktan sonra serbest bırakıldığını ifade etmiştir. Başvurucu; serbest kaldıktan sonra yetkililerin anlattığı usul sürecini anlayamadığını, kendi çabalarıyla Ankara'daki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Ofisiyle irtibata geçerek 22/12/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunduğunu, kayıt işlemlerinden sonra 24/8/2016 tarihine randevu verildiğini ve kardeşinin yaşadığı Denizli'ye yönlendirildiğini beyan etmiştir. Başvurucu; Denizli'deki Yabancılar Şube Müdürlüğüne müracaat ettiğini, kimlik işlemlerinin tamamlanması için 22/7/2015 tarihinde bu kurum tarafından kendisine randevu verildiğini, idari işlemlerin tamamlanması amacıyla yeniden söz konusu Kuruma gittiğinde hakkında alınan sınır dışı etme kararının ve terke davet yazısının tebliğ edildiğini belirtmiştir. Sunulan belgelere göre söz konusu kararlar başvurucuya 28/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki sınır dışı etme işleminin Ağrı Valiliğinin 9/2/2015 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi uyarınca tesis edildiği görülmektedir. Denizli Valiliği başvurucu hakkında aynı hukuki gerekçelerle bu kez 28/8/2015 tarihinde yeniden sınır dışı etme kararı almıştır. Başvurucu; avukatı aracılığıyla sınır dışı etme kararının iptali amacıyla Denizli İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle; Türkiye'ye giriş yaptığından itibaren yaşadığı süreci anlatarak hakkında alınan sınır dışı etme kararının gerekçesiz olduğunu, neden bu şekilde karar verildiğini anlayamadığını, uluslararası koruma talebi sonuçlandırılmadan sınır dışı edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, ülkesinde can güvenliği olmadığını ve geri gönderilmeme ilkesine aykırı davranıldığını ileri sürmüştür. Başvurucunun açtığı iptal davası Mahkemesinin 21/10/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Dava dosyasının incelenmesinden; İran vatandaşı olan davacının 2014 tarihinde Ağrı İl Göç İdaresi Müdürlüğü Geri Gönderme Merkezinde uluslararası koruma başvurusunda bulunduğu, ancak kendisine bildirilen haftalık imza atma yükümlülüğünü üç kez üst üste yerine getirmemesi nedeniyle başvurusu geri çekilmiş sayılarak değerlendirmesinin durdurulmasına karar verildiği, süresi içerisinde itiraz edilmediği de dikkate alınarak 2015 tarihinde hakkında sınır dışı kararı verildiği, ardından Ağrı ili ile yapılan yazışmalar neticesinde davacının sınır dışı edilmesine ilişkin 2015 gün ve 2069 sayılı Denizli Valiliği Emniyet Müdürlüğü işlemi tesis edilerek Türkiye'yi terke davet edilmesi üzerine, bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda; dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler bir arada değerlendirildiğinde; davacının Ağrı İl Göç İdaresi Müdürlüğü Geri Gönderme Merkezinde yaptığı 2014 tarihliuluslararası koruma başvurusu üzerine 6458 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca getirilen haftalık imza yükümlülüğünü üç kez üst üste yerine getirmemesi sebebiyle aynı Kanun'unmaddesinin 1/ç bendi uyarınca başvurusu geri çekilmiş kabul edilerek değerlendirmesinin durdurulduğu, davacı tarafından bu karara karşı yasal süresi içerisinde itirazda bulunduğuna veya haftalık imza yükümlülüğünü yerine getirdiğine dair herhangi bir bilgi ve belgenin dava dosyasına ibraz edilemediği anlaşıldığından; başvurusu geri çekilmiş sayılan davacının, anılan Kanun'unmaddesinin 1/i bendinde yer verilen açık düzenleme uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Karar 30/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 24/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yusuf Ahmed Abdelazim Elsayad, B. No: 2016/5604, 24/5/2018, §§ 37, 38; A.A. ve A.A. (GK), B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19911 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturması sırasında el konulan tabancanın kovuşturma sonunda iadesine karar verildiği hâlde iade edilmeyip iadesine ilişkin talebin de başvurucunun hükümlü olduğu ve tahliye olması hâlinde değerlendirilebileceği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2014 tarihinde Van Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvurucu Batman İl Jandarma Komutanlığında astsubay olarak görev yapmakta olup 19/11/2006 tarihinde A. ve Y. ile birlikte kendisinin sevk ve idaresindeki 72 AT 374 plaka sayılı minibüs ile Bitlis ili istikametinden Diyarbakır ili istikametine doğru seyir hâlinde iken Bitlis ili Arıcılık mevkiinde polis noktasına geldikleri sırada araç polis memurlarınca durdurulmuştur. Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığınca 2007/690 Soruşturma sayılı dosyada verilen arama kararı doğrultusunda yapılan arama neticesinde; araç içerisinde 11 kg 792 gr daralı ağırlığı olan 26 adet paket içerisinde esrar maddesi, 1 adet Kaleşnikof marka silah ile bu silaha ait iğneli mekanizma, 9 karton gümrük kaçağı sigaranın bulunduğu tespit edilmiş ayrıca başvurucunun üst aramasında 1 adet 9 mm çapında 9063 seri numaralı tabanca ile bu tabancaya ait şarjör ve 8 adet mermi ile yine başvurucunun üst aramasında ve el çantasında ele geçirilen tutanakta belirtilen çeşitli eşyaların bulunduğu tespit edilerek bu eşyalara el konulmuş, el koyma kararı aynı tarihte Bitlis Sulh Ceza Mahkemesi tarafından onaylanmıştır. El konulan eşyalardan 1 adet kaleşnikof tüfek ve şarjörü, 1 adet 9 mm çapındaki tabanca ve şarjörü ile 8 adet mermi 21/11/2006 tarihinde suç eşyası emanet defterinin 2006/218 sırasına kaydedilerek adli emanete alınmıştır. Başvurucu 19/11/2006 tarihinde gözaltına alınmış olup Bitlis Sulh Ceza Mahkemesinin 19/11/2006 tarihli ve 2006/8 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun "Uyuşturucu Madde Bulundurma ve Nakletme" ile "Silah Kaçakçılığı" suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Yapılan soruşturma kapsamında Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/4/2007 tarihli ve 2007/10 sayılı fezleke düzenlenerek dosya, 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesi ile görevli Van Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Dosyanın gönderildiği Van Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/718 soruşturma sayılı dosyasında verilen 3/5/2007 tarihli ve 2007/704 sayılı kararı ile "toplu şekilde silah kaçakçılığı suçu" kapsamında yürütülen soruşturma yönünden görevsizlik kararı verilerek dosya Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığına iade edilmiştir. Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/694 Soruşturma sayılı dosyasında düzenlenen 7/6/2007 tarihli ve 2007/51 sayılı iddianame ile başvurucunun da aralarında olduğu sanıkların "toplu hâlde silah ticareti" suçundan 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile aynı Kanun'un 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilmeden önceki maddesinin son fıkrası uyarınca cezalandırılması talep edilmiştir. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesince iddianame kabul edilerek görülen kamu davasında verilen 27/5/2008 tarihli ve E.2007/129, K.2008/114 sayılı karar ile başvurucunun "Ticari Amaçla 1 Adet Silah Bulundurma" suçundan 6136 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca 10 yıl hapis ve 562 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve adli emanetin 2006/218 sırasında kayıtlı 1 adet kaleşnikof tüfek ve şarjörün müsadere edilmesine, aynı emanet sırasında kayıtlı 1 adet 9063 seri nolu tabanca, 1 adet şarjör ve 8 adet MKE yapımı merminin ise başvurucunun şahsi malı olduğu gerekçesiyle karar kesinleştiğinde başvurucuya iade edilmesine karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/2/2009 tarihli ve E.2008/15426, K.2009/2619 sayılı ilamıyla sanıkların sorgularının yapıldığı duruşma tutanağının bazı sayfalarında kâtip imzasının bulunmaması ve sanıkların hakları hatırlatılmadan sorgularının yapılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 22/10/2009 tarihli ve E.2009/108, K.2009/236 sayılı kararı ile başvurucu hakkında bozma öncesi verilen mahkûmiyet hükmü ile müsadere ve iadeye ilişkin hükmü tekrar ederek başvurucunun hükmen serbest bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Dairenin 27/6/2012 tarihli ve E.2010/7379, K.2012/22017 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 24/12/2013 tarihli ve E.2012/431, K.2013/381 sayılı kararı ile başvurucunun "vahim nitelikte silahı bulundurmak ve taşımak" suçundan 6136 sayılı Kanun'un maddesinin lehine bulunan 5728 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki ikinci fıkrası uyarınca 5 yıl hapis ve 675 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme aynı karar ile ayrıca, adli emanetin 2006/218 sırasında kayıtlı bulunan 1 adet kalaşnikof marka tüfek ile bu tüfeğe ait şarjörün 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine ve aynı emanet sırasında kayıtlı 1 adet 9063 seri numaralı tabanca, bu tabancaya ait şarjör ve 8 adet merminin ise başvurucunun şahsi malı olduğu gerekçesiyle karar kesinleştiğinde başvurucuya iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Sanıklar , Yıldıray ve 'nin silahtan haberdar oldukları, köye gittiklerinde , Yıldıray ve ’nin silah istemeleri üzerine, Z. ve A. isimli kişilerinin silahı temin ettikleri, parasının Yıldıray tarafından A. ve Z. isimli kişilere verildiği, yine bu hususun banka makbuzları ile anlaşıldığı, özellikle yakalama anında görevli zabıt mümzilerinin beyanı da dikkate alındığında, sanık Yıldıray’ın asker olmasından dolayı bu sıfatını kullanarak araçta bir şey olmadığını söyleyip, asker olmasının verdiği güven ile aramaya 'araçta bir şey yok' diyerek engel olmaya çalıştığı, araçta bulunan diğer şahısların silahtan haberdar oldukları için tedirgin oldukları, sanıkların silahı uyuşturucu ile birlikte araca gizledikleri, yine muhtemel yakalanma durumunda silahın çalışamaz olduğu konusunda rapor aldırma düşüncesi ile parçalara ayrıldığı, iğne kısmının ise sanık Yıldıray’ın paltosunun cebinde bulunduğu, diğer aksamının ise aracın ön gözüne saklandığı dikkate alındığında, aracın içerisinde bulunan sanıklar Yıldıray Soysal, A. ve Y.’nin suça konu kaleşnikof marka tüfeği Yüksekova ilçesinde temin ettikleri ve yanlarında bulundurdukları sonuç ve kanaatine varılmıştır. Toplanan ve tartışılan deliller dairesinde sanıklar Y., Yıldıray Soysal ve A. hakkında yapılan değerlendirmede;Sanıkların hep birlikte Batman'dan aynı araçla yola çıkarak Yüksekova'ya kadar birlikte seyahat etmeleri, araç içinde kaleşnikof marka silah alınacağı konusunda sanıklar Yıldıray ve arasında konuşmalar yapıldığına yönelik sanık 'nin Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğu 26/2/2007 tarihli ifadesindeki beyanı, bilahare sanık 'nin suça konu silahı satın aldığına dair ikrarı ile sanık 'nin beyanı, tanık olarak dinlenen S.A.'nın Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğu ifadesinde kendisinden uyuşturucu almaya gelen şahıslar olarak 3 sanığı da teşhis ettikten sonra sanıklardan Yıldıray'ın elinde kaleşnikof marka bir silah bulunduğunu belirtmesi, yakalama tutanağına ve tanık olarak dinlenen tutanak düzenleyicileri Ş.T. ve O.'nin duruşmadaki beyanlarına göre suça konu silahın iğne tertibatının sanık Yıldıray'ın montunun cebinde bulunması ve bu sanığın askeri personel kimliğini göstererek aramayı engellemeye çalışması, sanık 'nin suça konu silah ıuyuşturucu ile birlikte kendisinin araca zulaladığı, ancak şarjör sığmayınca çıkarıp başka yere sakladığına yönelik duruşmadaki ikrarı, yine sanık 'ninBitlis Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğu 26/2/2007 tarihli ifadesinde silahın alınmasının bilgisi dahilinde olduğunu beyan etmesi, aynı sanığın Van Ağır Ceza Mahkemesinde uyuşturucu suçundan savunması alınırken silahı uyuşturucu ile birlikte araca zulalarken diğer sanıklar Yıldıray ve 'nin de orada olduğunu beyan etmesi karşısında, uyuşturucu ticareti yapan sanıkların kendilerini korumak için silaha da ihtiyaç duyabilecekleri gözetildiğinde, silah ticareti suçundan mahkumiyetlerine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmayan sanıkların fikir ve eylem birliği içinde ruhsatsız ve vahim nitelikteki silahı satın alma, taşıma ve bulundurma suçunu işlemeleri sebebiyle 6136 sayılı Yasanın 13/ maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır." Başvurucu 5/5/2014 tarihinde Bitlis Ağır Ceza Mahkemesine başvuruda bulunarak ceza soruşturması sırasında el konulan tabancası, şarjörü ve mermilerinin tarafına iade edilmesini talep etmiştir. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 30/4/2014 tarihli ve 2012/431 E. sayılı yazısı ile; "hükümözlü Yıldıray Soysal'ın hükümlü olması nedeniyle adli emanetteki silahın cezaevine gönderilmesinin mümkün olmaması, hükümlünün tahliye olması halinde talebin değerlendirilebileceği ..." gerekçeleriyle başvurucunun talebi reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 9/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Başvurucu mahkûmiyetine ilişkin nihai hükmü de temyiz etmiş, Dairenin 9/6/2015 tarihli ve E.2015/2890, K.2015/18625 sayılı ilamıyla hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...sanık Yıldıray Soysal'ın, suçun oluşmadığına, eksik incelemeye, lehe hükümlerin uygulanmadığına yönelik yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, ancak;1- Sanık Yıldıray Soysal hakkında vahim nitelikte silah bulundurmak ve taşımak suçundan hüküm kurulurken, hüküm fıkrasında uygulama maddesinin 6136 sayılı Yasanın 13/ madde ve fıkrası yerine, aynı yasanın 12/ madde ve fıkrası biçimde yanlış gösterilmesi,2- Sanık Yıldıray Soysal hakkında vahim nitelikte silah bulundurmak ve taşımak suçundan, 5 yıl hapis cezası yanında 450 TL adli para cezasına hükmolunduğu halde, netice cezanın belirtildiği bölümünde adli para cezasının 450 TL yerine, 675 TL biçimde yanlış gösterilmesi,...Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun 5320 sayılı Yasanın 8/ maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, sanık Yıldıray Soysal hakkında kurulan hükümde, hüküm fıkrasında yer alan “6136 sayılı Yasanın 12/ maddesi” ibaresi çıkarılarak, yerine “6136 sayılı Yasanın 13/ maddesi” ibaresinin ilavesi ile hükümde netice cezanın belirtildiği bölümde “675TL” ibaresinin çıkartılarak, yerine “450TL” ibaresinin ilavesi ... suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun olan hükümlerin (DÜZELTİLEREK ONANMASINA)" Başvurucu vasisinin 7/9/2015 tarihli talebi üzerine Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı Adli Emanet Memurluğunca düzenlenen 22/1/2016 tarihli "Teslim - Tesellüm Tutanağı" başlıklı belgede, suç eşyası defterinin 2006/218 sırasında kayıtlı 1 adet 9063 seri numaralı tabanca ve şarjörü ile 8 adet merminin, başvurucunun aynı zamanda vekili de olan vasisi Av. Mine Gül Küle'ye teslim edildiği belirtilmiştir.B. İlgili Hukuk 6136 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Ateşli silahın, bu Kanunun 12 nci maddesinin 4 üncü fıkrasında sayılanlardan olması ya da silah veya mermilerin sayı veya nitelik bakımından vahim olması halinde beş yıldan sekiz yıla kadar hapis ve yirmibeşbin liradan az olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur." 6136 sayılı Kanun’un 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik Maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Ateşli silahın, bu Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasında sayılanlardan olması ya da silâh veya mermilerin sayı veya nitelik bakımından vahim olması halinde beş yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. ...(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir....” 5271 sayılı Kanun'un "Eşya veya kazancın muhafaza altına alınması ve bunlara el konulması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İspat aracı olarak yararlı görülen ya da eşya veya kazanç müsaderesinin konusunu oluşturan malvarlığı değerleri, muhafaza altına alınır.(2) Yanında bulunduran kişinin rızasıyla teslim etmediği bu tür eşyaya el konulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "El koyma kararını verme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, el koyma işlemini gerçekleştirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait; a) Taşınmazlara,b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına, c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,d) Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara, e) Kıymetli evraka, f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına, g) Kiralık kasa mevcutlarına,h) Diğer malvarlığı değerlerine,el konulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, el koyma işlemi yapılabilir. ..." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde el konulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14887 | Başvuru, ceza soruşturması sırasında el konulan tabancanın kovuşturma sonunda iadesine karar verildiği hâlde iade edilmeyip iadesine ilişkin talebin de başvurucunun hükümlü olduğu ve tahliye olması hâlinde değerlendirilebileceği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından tedbir talebinin karara bağlanabilmesi için ek bilgi ve belgelere ihtiyaç duyulmuş ve sınır dışı işleminin yeniden değerlendirmek üzere 9/5/2017 tarihine kadar geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/5/2017 tarihinde yapılan değerlendirme neticesinde tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1982 doğumlu olup Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 14/3/2017 tarihinde kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılacak davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek 5/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 8/6/2017 tarihli dilekçesiylebireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. Adana Valiliği İl Göç İdaresi yetkilileri tarafından 9/6/2017 tarihinde tercüman ve avukat eşliğinde yapılan görüşmede başvurucu taleplerinin doğruluğunu teyit etmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19343 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, mahkeme kararları ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 20/12/2013 tarihinde Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuran tarafından, Gaziantep ili, Nizip ilçesi, Keklik köyünde bulunan 101 ada 305 parsel sayılı, 101 ada 376 parsel sayılı, 101 ada 410 parsel sayılı ve 105 ada 368 parsel sayılı taşınmazların takdir edilen kamulaştırma bedelinin arttırılması için her bir taşınmaza yönelik Nizip Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrı davalar açılmıştır. Mahkemenin 18/11/1999 tarihli kararları ile davaların kısmen kabulüne karar verilmiş, kararların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/1/2000 tarihli kararları ile onanarak kesinleşmiştir. Mahkeme tarafından hükmedilen kamulaştırma bedelinin 941,18 TL'lik kısmı (yasal faiziyle birlikte) başvurana 30/7/2001 tarihinde ödenmiştir. Başvuran, geriye kalan alacaklarının tahsili amacıyla Nizip İcra Dairesine başvurarak ilamlı icra takiplerinde bulunmuş, takipler üzerine başvurana 22/12/2009 tarihinde alacağın son kısmı olarak 661,36 TL ödenmiştir. Başvurucu, yukarıda belirtilen Mahkeme kararında adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek, faiz başlangıç tarihinin kararın kesinleşme tarihi esas alınarak yıllık enflasyon oranlarında belirlenmesi gerekirken yasal faize hükmedilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi zarara karşılık 500 Avro, kararın geç icra edilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zarara karşılık 000 Avro ve yaptığı yargılama giderleri nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zarara karşılık 000 Avro tazminatın ödenmesi istemiyle 16/2/2010 tarihinde 15401/10 başvuru numarasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmıştır. 9/1/2013 tarih ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından başvurucu, 7/3/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvuru yaparak, AİHM başvuru formuna atıfla, aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını istemiştir. Komisyon, 29/8/2013 tarih ve K.2013/418 sayılı kararıyla, başvuranın “kesinleşmiş mahkeme kararının süresinde icra edilmesini isteme hakkının” ihlal edildiğinin anlaşıldığı, buna göre, AİHM’in konuya ilişkin yerleşik içtihatları göz önünde bulundurularak, hakkaniyet ölçüsünde ve taleple bağlı kalınarak takdiren toplam 700 TL’nin 6384 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tazminat olarak ödenmesine, Komisyonun 6384 sayılı Kanun'un kapsamını düzenleyen maddesi gereğince, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve mahkeme kararlarının icra edilmemesi veya geç ya da eksik icra edilmesine yönelik iddiaları incelemekle yetkili olduğu belirtilerek, başvuran tarafından dilekçede yer verilen diğer ihlal iddiası ve talepleri yönünden yetkisizlik nedeniyle “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir Başvurucu bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş ve AİHM’e yaptığı başvurudaki taleplerini yinelemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 6/11/2013 tarih ve İ.2013/149, K.2013/139 sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 5/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bunun yanında başvurucunun 15401/10 sayılı başvurusuyla birlikte 645 başvurunun da karara bağlandığı “Mahmut EREN ve Diğerleri/Türkiye” kararında AİHM, Mahkeme kararlarının geç icra edilmesi hakkında yapılan şikâyet hakkında 6384 sayılı Kanun ile kurulan Komisyona başvurulması gerektiğine, yasal faizin enflasyon oranı karşısında yetersiz kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği şikayeti hakkında gerçek bir değer kaybı bulunmadığından bahisle açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin borçlara uygulanmaması şikayeti hakkında ise Mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde başvurulmadığından bahisle süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir (Mahmut EREN ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3950/08, 17/9/2013). B. İlgili Hukuk 6384 sayılı Kanun’un , , , , , ve maddeleri şöyledir:“Amaç MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.KapsamMADDE 2 – (1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.(2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir.(3) İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.…Komisyon ve çalışma esaslarıMADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilir.(2) 9 uncu madde hükmü saklı kalmak üzere Komisyon üyelerine, müracaatlar sonuçlandırılıncaya kadar başka bir görev verilmez.(3) Komisyon, üye sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verir.(4) Komisyonun sekretarya hizmetleri Bakanlık tarafından yürütülür.(5) Kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek zorundadır.…Müracaatın reddi MADDE 6 – (1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini, tespit ederse müracaatı reddeder.Müracaat hakkında karar ve karara itirazMADDE 7 – (1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.(4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır.Kararın ilgili adli veya idari mercie bildirimiMADDE 8 – (1) Komisyona yapılan müracaat sonucunda Komisyonun kesinleşen kararlarının bir örneği müracaata konu işlemin yapıldığı adli veya idari mercie gönderilir.(2) Müracaata konu işlem henüz sonuçlandırılmamışsa ilgili adli veya idari merci tarafından bu işlem ivedilikle sonuçlandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9788 | Başvurucu, mahkeme kararları ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın 35. , 36. ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, hükümlüye babasının cenaze töreni ve taziyeye katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Karabük T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak barındırılan başvurucunun, babası 9/7/2020 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu, 10/7/2020 tarihli dilekçesi ile Diyarbakır'da gerçekleşecek olan cenazesi törenine katılmak için izin talebinde bulunmuştur. Başsavcılık, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 16/6/2020 tarihli yazısı çerçevesinde COVID-19 salgınının yüksek bulaşıcılığı nedeniyle ceza infaz kurumlarında özel önlemler alındığı, yapılan tahkikatta cenaze yerinde güvenlik zafiyeti olabileceğinin belirtildiği ve bahse konu mezarlıkta çok sayıda defin işlemi olduğu gerekçesiyle başvurucunun talebini aynı gün reddetmiştir. Başvurucu; izin talebinde bulunduğu tarih itibarıyla COVID-19 salgını nedeniyle ceza infaz kurumunda alınan tedbirlerin gevşetildiğini, babasının ücra bir mezarlığa defnedileceğini ve bu nedenle çok sayıda defin işleminin söz konusu olamayacağını, güvenlik tahkikatının gerçeği yansıtmadığını, cenazeye katılımı mümkün olmazsa da taziyeye katılmak istediğini belirterek ret kararına karşı infaz hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz hâkimliği, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucu bu karara karşı ağır ceza mahkemesine itirazda bulunmuştur. Ağır ceza mahkemesi; COVID-19 salgınının hâlen devam ettiği, cenaze veya taziye merasimi gibi yerlerde pandemi kurallarına uyulmadığı, Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu tarafından toplu ortamların riskli yerler olarak kabul edildiği gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/8/2020 tarihinde öğrendikten sonra 12/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28439 | Başvuru, hükümlüye babasının cenaze töreni ve taziyeye katılması için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza soruşturmasında araca el konulması sonucu uğranılan zararın giderilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik konusunda oybirliği sağlanamadığından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığının 27/7/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve F.G. hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı cezalandırılmaları kamu adına talep olunmuştur. İddianame ile ayrıca ceza soruşturması sırasında 23/3/2010 tarihinde el konulan, başvurucunun sahibi olduğu kamyona ait motorlu araç trafik belgesinin ise sahteciliğe konu olduğu gerekçesiyle dosyasında delil olarak saklanması talep edilmiştir. Mahkeme 22/11/2010 tarihli duruşmada verdiği ara kararı ile söz konusu motorlu araç trafik belgesinin başvurucuya iadesine karar vermiştir. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 14/1/2011 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendine göre başvurucunun suçu işlemediğinin sabit olması nedeniyle beraatine karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmeksizin 27/9/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 15/11/2011 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Batman Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme 28/11/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesine göre el konulmuş olsa dahi aracına ait tescil belgesini yenileme imkânı varken bundan yararlanmadığına vurgu yapılmıştır. Mahkemeye göre başvurucunun bu ihmali sebebiyle zararını devletten talep edebilmesi mümkün bulunmamaktadır. Temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesince 16/6/2014 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, el konulan ruhsat ile ilgili olarak ayrıca bir ihtiyati tedbir olmadıkça araç sahibi veya kanuni temsilcisinin zayii olduğu gerekçesiyle trafik tescil belgesi almasında bir engel bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya tebliğ edilmemiş olup kararın kesinleştirme işlemi 9/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu ise 26/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1575 | Başvuru, ceza soruşturmasında araca el konulması sonucu uğranılan zararın giderilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32633 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasakları sırasında güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlarda meydana gelen ölüm olayı ve takip eden süreç nedeniyle yaşam hakkının, yakınlarının cenazesini teslim alırken gösterilen tutum nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen, başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hale getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022). Yukarıda özetlenen operasyonların gerçekleştirilip sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) kararına istinaden 11/2/2016 tarihinde yapılan bir arama sırasında Cizre ilçesi, Sur Mahallesi, Akdeniz Sokak'ta bulunan ve güvenlik güçleri tarafından S-258 olarak belirtilen binada kimliği belirsiz birden fazla kadın ve erkek cesedi bulunmuştur. Bulunan cesetler cenaze aracıyla Cizre Devlet Hastanesine nakledilmiştir. Cesetlerin bulunmasını takiben Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında aynı gün olay yerinde fotoğraf, video çekimi gerçekleştirilip tutanağa bağlanmış, ilgili emniyet birimlerine gereken delillerin toplanması için talimat verilmiştir. Aynı gün düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre sıcak çatışma bölgesi olması nedeniyle Cumhuriyet savcısının katılmadığı aramada birden fazla otomatik tüfek (bazılarının fişek yatağı, şarjörü dolu AK-47/Kalaşnikof), bir adet el bombası, çok sayıda otomatik tüfek şarjörü, fişeği ve mermi, cep telefonu ve telsiztespit edilmiştir. Yapılan aramada yedi ceset bulunduğu, cesetlerden ikisinin üzerinde kimlik, askerî belge ile not kâğıdı olduğu belirtilmiştir. Söz konusu el bombası ve hasarlı şarjörler imha edilmiş; geriye kalan ateşli silahlar, ateşli silah ürünleri ve diğer deliller el koyma kararı verilerek muhafaza altına alınmıştır. Güvenlik güçlerince tutulan tutanaklarda (Telsiz Kayıtları Çözümlemesi ve Olay Yeri İnceleme Tutanakları) S-258 koduyla belirtilen binanın operasyonlar sırasında terör örgütü mensuplarınca kullanıldığı, güvenlik güçlerine bu binadan ateş açılıp çatışmaların yaşandığı ifade edilmiştir. 11/2/2016 tarihli tutanakta Z.A.nın üzerinde kimlik kartı, yanında mont ve montun cebinde 334 ibreli patlamamış el bombası, el telsizi, telsiz pilleri ve iki izole bant bulunduğu belirtilmiştir. 11/2/2016 tarihinde olay yerinde bulunan (daha sonra başvurucuların yakını olduğu anlaşılan) ceset üzerinde Cizre Devlet Hastanesinde Cumhuriyet savcısı huzurunda bilirkişiler aracılığıyla ölü muayene ve ön otopsi işlemleri yapılmıştır. Ölü muayene raporunda cesedin Z.A.ya ait olduğu, kıyafetlerinden numunelerin, el ve yüz svaplarının, parmak izlerinin alındığı, kesin ölüm nedeninin tespiti için klasik otopsi yapılmak üzere cesedin Şanlıurfa Adli Tıp Kurumuna sevk edildiği belirtilmiştir. 12/2/2016 tarihinde yapılan otopsi işlemi neticesinde kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği ve çok sayıda ateşli silah ürünü (şarapnel parçası/yabancı cisim) yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu meydana geldiği, cesetten toksikolojik analiz ve patlayıcı madde artığı analizi için örnek, DNA analizi için kan, kemik ve saç örnekleri alındığı ve bunların Diyarbakır Adli Tıp Kurumuna gönderildiği belirtilmiştir. 25/3/2016 tarihli rapora göre DNA testi sonucunda cesedin başvurucu Ahmet Acar'ın oğlu Z.A. olduğu tespit edilmiştir. Çatışmaların devam ettiği bölgede güvenlik güçleri tarafından yapılan araştırma sonucu olay yerini gören ve kayıt yapan kamuya ya da özel şahıslara ait kamera ve/veya tanık tespit edilememiştir. Güvenlik birimleri, yaptıkları internet taramasında terör örgütünü destekleyen yayınlar yapan ANF Ajansı isimli bir internet sitesinde PKK terör örgütünün silahlı alt yapılanmalarından olan YPS'nin Z.A.yı direnişlerde ölen YPS savaşçısı olarak andığını tespit etmiştir. Başvurucu Ahmet Acar 14/3/2016 tarihinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle oğlunun terör örgütüyle ilişkisinin olmadığını, oğlunun 14/12/2015 tarihinde Cizre ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağının ikinci gününde evden ayrılıp bir daha dönmediğini beyan etmiştir. Başvurucu, yaklaşık bir ay sonra müşteki sıfatıyla benzer içerikli bir ifade daha vermiştir. Biri gizli, altı tanık; Z.A. hakkında teşhis beyanında bulunmuştur. Fotoğraf Teşhis Tutanaklarında Z.A.nın PKK terör örgütünün gençlik yapılanması (YDG-H) içinde yer aldığı, örgütün silahlı eylemlerine aktif katıldığı, Muhtar kod adını kullandığı, komutan olduğu, bomba yapıp döşediği, barikatlarda silahlı nöbet tuttuğu, keskin nişancılar gibi pusu kurup dürbünlü silahla asker ve polislere ateş ettiği, farklı silahlarla da görüldüğü beyan edilmiştir. Başsavcılık, yürüttüğü soruşturma neticesinde 21/3/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinde özet olarak Z.A.nın cesedinin terör örgütü mensuplarınca kullanılan evde, terör örgütü mensubu olduğu değerlendirilen altı cesetle birlikte bulunduğu, ayrıca terör örgütü mensuplarınca kullanıldığı değerlendirilen birçok silah, mermi ve mühimmatın ele geçirildiği, YPS'nin ölen kişiyi örgüt üyesi olarak sahiplendiği belirtilmiştir. Elde edilen deliller uyarınca Z.A.nın terör örgütü üyesi olduğunun tespit edildiği, güvenlik güçlerinin terör örgütüne yönelik operasyonlarda ve belirtilen amaçlar doğrultusunda, yetkili merciden aldıkları hukuka uygun emri yerine getirdikleri sırada kendilerine, diğer güvenlik güçlerine ve sivil halka örgüt mensuplarınca yöneltilen, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıları o anda, hâl ve koşullara göre, saldırıyla orantılı biçimde defetme zorunluluğu olduğunun, meşru müdafaa hakkı kapsamında hareket ettiğinin değerlendirildiği, meşru müdafaa sınırının aşıldığına dair herhangi bir delil elde edilemediği ifade edilmiştir. Karara yapılan itirazı inceleyen Cizre Sulh Ceza Hâkimliğince özet olarak yukarıda sayılan deliller ve tanık beyanları açıklanmış; olayda meşru müdafaa şartlarının oluştuğu, hukuka uygunluk sebebi bulunduğu değerlendirmesinde yanlışlık bulunmadığı gerekçesiyle 11/6/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucular, nihai kararı 18/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 13/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22272 | Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasakları sırasında güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlarda meydana gelen ölüm olayı ve takip eden süreç nedeniyle yaşam hakkının, yakınlarının cenazesini teslim alırken gösterilen tutum nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir kısım işçilik alacağının tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın delillerin hatalı değerlendirilerek reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, Bursa Su Kanalizasyon Genel Müdürlüğüne (BUSKİ) bağlı işyerinde temizlikçi ve evrak görevlisi olarak 18/5/1995-15/9/2010 tarihleri arasında çalışmıştır. Başvurucu 8/10/2010 tarihinde Bursa İş Mahkemesinde (Mahkeme) iş sözleşmesinin 15/9/2010 tarihinde haklı neden olmaksızın feshedildiğini belirterek kıdem tazminatı alacağının tahsiline karar verilmesi istemiyle BUSKİ aleyhine dava açmıştır. Mahkeme 7/3/2012 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun on altı yıllık işçi olduğu ve bu çalışma süresi içinde hiçbir disiplin cezası almadığı vurgulanmıştır. Gerekçede yapılan keşfe göre özel kullanıma ait olmayan, herkesin izinsiz olarak rahatlıkla girip çıktığı, elektrik süpürgesi, kablo, poşet vb. gibi malzemelerin konulduğu yere bırakılan, dolu veya boş olduğu dahi şüpheli olan bir çikolata kutusunu, dikiş kutusu yapmak amacıyla alan başvurucunun tazminatsız olarak işten çıkartılmasının hakkaniyet ve ölçülülük kurallarına uymayan ağır bir yaptırım olduğu, haklı feshin şartlarının bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı BUSKİ temyiz talebinde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi 13/12/2012 tarihinde bozma kararı vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucudan işverene ait tüm eşyaları muhafaza ederek temizlik işini ifa etmesi beklendiği hâlde başvurucunun kimsenin bulunmadığı bir sırada başkasına ait çikolata kutusunu alarak kendisine mal etmesinin sadakat yükümlülüğüyle bağdaşmadığı, dolayısıyla sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayandığı vurgulanarak kıdem tazminatı isteğinin reddi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme bozma sonrası yeniden yaptığı yargılamada direnme kararı vermiştir. Kararı inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 7/2/2018 tarihli kararıyla, direnme kararını bozmuştur. Kararda; başvurucunun temizlik işçisi olduğu, işyerinde kimsenin olmadığı zaman dilimlerinde temizlik işini ifa eden temizlik görevlilerine işyerindeki tüm eşyaların emanet edildiği, işçilerden tüm bu malzemeleri muhafaza ederek çalışmalarının beklendiği ifade edilmiştir. Bozma kararında, Mahkemece paketin dolu olması hâlinde dahi maddi değerinin azlığına vurgu yapıldığı ancak izinsizce sahiplenilen eşyanın ekonomik değerinin az olmasının eylemin hukuka aykırılığını ortadan kaldırmayacağının açık olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun on beş yıllık bir kıdeme sahip olduğu ve daha önce hiç uyarı cezası dahi almamasının sonucu değiştirecek mahiyette olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun başkasına ait olan ve dolu olduğu anlaşılan bir çikolata paketini alarak kendisine mal ettiği, bu eyleminin doğruluk ve bağlılığa uymayan bir davranış niteliğinde olduğu, güven sarsıcı bu eylemi nedeniyle iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı işverenden beklenemeyeceği belirtilmiştir. Bu defa ilk derece mahkemesi bozma ilamına uyarak 10/9/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 28/3/2019 tarihinde onanmıştır. Yargıtayın onama kararı başvurucuya 18/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 14/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15673 | Başvuru, bir kısım işçilik alacağının tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın delillerin hatalı değerlendirilerek reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru,işe iade ve fazla mesai talebiyle açılan iki ayrı davanın çelişkili kararlar ile sonuçlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Yargılama Süreci T. A.Ş.de satış dağıtım bölüm başkanı olarak çalışmakta olan başvurucunun iş akdi 5/3/2009 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu feshin haklı nedene dayanmadığı iddiasıyla 2/4/2009 tarihinde işe iade davası açmıştır. İstanbul İş Mahkemesi 16/7/2009 tarihli karar ile kıdem ve ihbar tazminatı yanında iş güvencesi tazminatının da ödenmiş olmasının feshin geçersiz yapıldığının kabulü anlamına geldiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/11/2010 tarihli kararı ile onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir.B. İşçi Alacakları Davasına İlişkin Yargılama Süreci İş akdi feshedilen başvurucu, 2/4/2009 tarihli dilekçesiyle fazla mesai ve ihbar tazminatı talebiyle dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesi 12/12/2012 tarihli karar ile ihbar tazminatının yasal koşullarının bulunmadığı ve üst düzey yönetici konumunedeniyle fazla mesai talep edilemeyeceği gerekçesiyle bu iki isteğin reddine ve birleşen ek davadaki kıdem ve ihbar tazminatı isteğinin kabulüne karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/2/2014 tarihli kararı ile onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 10/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve 17/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Kanun Hükümleri 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir. İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddî olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir.'' 4857 sayılı Kanun'un iş sözleşmesini tanımlayan maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''-İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.'' 4857 sayılı Kanun'un "Fazla çalışma ücreti" kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:''Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.Her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir.... Fazla saatlerle çalışmak için işçinin onayının alınması gerekir....Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışmaların ne şekilde uygulanacağı çıkarılacak yönetmelikte gösterilir.'' B. Yargısal İçtihatlar Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/10/2012 tarihli ve E.2012/22020, K.2012/22780 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''İşyerinde üst düzey yönetici konumda çalışan işçi, görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda, ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamaz.Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir başka yönetici var ise işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlemesi söz konusu olmayacağından, kanunda öngörülen çalışma saatlerini aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti talep hakkı doğar.Bu bakımdan yönetici olarak çalışan işçiye başkaca bir amir, şirketin yöneticisi, yönetim kurulu üyesi vb. tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediği belirlenmelidir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/11/2013 tarihli ve E.2013/27611, K.2013/26129 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''İşyerinde en üst düzey konumda çalışan işçinin görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamaz. Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir yönetici ya da şirket ortağı bulunması durumunda, işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceğinden yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma talep hakkı doğar. O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3943 | Başvuru, işe iade ve fazla mesai talebiyle açılan iki ayrı davanın çelişkili kararlar ile sonuçlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 8/10/2007 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle, Anayasa'nın , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/1/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön inceleme neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 18/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 23/6/1986 tarihinden itibaren Çukurova A.Ş.’de işçi olarak çalışmakta iken anılan şirket 26/11/2001 tarihinde başka bir şirket tarafından devralınmış ve faaliyetine Ege Çelik Endüstri San. Tic. A.Ş. unvanı altında devam etmiştir. 10/9/2002 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiş, ardından başvurucu 11/9/2002 tarihinde asıl işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamış, 11/10/2002 tarihinde tekrar asıl işveren nezdinde işe başlamıştır. Başvurucu, 1986-2002 tarihleri arasında davalı işyerinde kesintisiz olarak çalıştığını, bağlı olduğu Sendikaya aidat ödemek suretiyle Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümlerinden yararlandığını, 2002 yılında davalı şirket tarafından, ücretini düşürmek için iş akdi kendisi tarafından feshedilmiş gibi gösterilerek taşeron kayıtları üzerinden kısa bir süre çalışmış olarak gösterildiğini, daha sonra tekrar davalı şirket kayıtlarına geçirildiğini, davalı işverenin bu muvazaalı işlemi, işten çıkarma tehdit ve baskısı altında gerçekleştirdiğini, muvazaalı işlem sonrası işverenin asgari ücret ödemeye başladığını ve TİS'in orantısal zamlarını asgari ücrete uyguladığını ileri sürerek, 8/10/2007 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine alacak davası açmış, ücret alacağı, fazla çalışma ücreti alacağı farkı, ikramiye ve gece çalışma ücreti farkı yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000,00 TL'nin faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir. Yargılama sürerken, 14/2/2009 tarihinde başvurucunun iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir. Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine, 6/3/2009 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine işe iade istemiyle dava açmış, Mahkeme, 13/7/2010 tarih ve E.2009/134, K.2010/708 sayılı kararla; davalının, kısa çalışma ödeneği başvurusu sonuçlanmadan önce davacıyla birlikte 134 kişinin iş akdine son verdiğini, toplu iş sözleşmesi fark alacakları için işveren aleyhine dava açan işçiler ile açmayan işçiler arasında dolaylı ayrımcılık yapıldığını, işverenin iyi niyetli olmadığını ve fesihten önce başvurulabilecek daha hafif tedbirlere başvurmadığını belirterek, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/9/2010 tarih ve E.2010/36275, K.2010/24371 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Alacak davasına ilişkin yargılamada Karşıyaka İş Mahkemesi, 12/5/2010 tarih ve E.2007/633, K.2010/373 sayılı kararla, “davacının olayın üzerinden yaklaşık 5 yıl geçtikten sonra ileri sürdüğü irade fesadına yönelik iddiasının, irade fesadının ileri sürülmesi için bir yıllık süre öngörmüş olan Borçlar Kanunu'nun maddesi göz önünde bulundurulduğunda kabul edilemeyeceği, davacının muvazaalı olduğunu iddia ettiği işlemin tarafı olduğu düşünüldüğünde muvazaa hükümlerinin de uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu işlemin 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava tarihine kadar öngörülen yeni ücretler bakımından davacının herhangi bir itirazi kayıt ileri sürmediği, bu süre zarfında birkaç TİS'in imzalandığı, bu hususun TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye dayanan iddialarından vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/11/2012 tarih ve E.2010/27886, K.2012/36540 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar, 25/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1021 | Başvurucu, 8/10/2007 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde açtığı alacak davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle, Anayasa'nın 10. , 35. , 36. , 49. , 53. ve 55. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, Danıştay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bölüm 22/2/2022 tarihinde başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvurucu 5/4/2022 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurudan feragat ettiğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2011 yılında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (Hâkimler ve Savcılar Kurulu/HSK) tarafından Danıştay üyeliğine seçilmiştir. 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'un maddesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'na eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesiyle 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte Danıştay üyelerinin üyelikleri sona erdirilmiştir. Başvurucunun Danıştay üyeliği 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle 23/7/2016 tarihinde kendiliğinden sona ermiştir. Başvurucu herhangi idari ve yargısal merciye başvurmaksızın 18/8/2016 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 5/4/2022 tarihli dilekçeyle bireysel başvurudan feragat ettiğini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14581 | Başvuru, Danıştay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 25/1/2018 ve 9/10/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/34153 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2018/3789 numaralı başvuru ile birleştirilmesine, 2019/34153 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2018/3789 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile E.Ş.N. 15/11/2016 tarihinde evlenmişlerdir. Bu evlilikten müşterek bir çocukları bulunmaktadır. Başvurucu, kayınbiraderi R.K. (E.Ş.N.nin erkek kardeşi) tarafından sözlü ve yazılı olarak kendisine hakaret edilmesi ve tehditte bulunulması üzerine R.K. hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. R.K. hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun beyanına göre, E.Ş.N.nin ailesi başvurucudan şikâyetini geri çekmesini istemesine rağmen başvurucu tarafından bu talep reddedilmiştir. E.Ş.N.nin ailesi tarafından başvurucu hakkında E.Ş.N.yi zorla evde tuttuğu ve dışarı çıkmasına izin vermediği gerekçesiyle ihbarda bulunulmuştur. E.Ş.N. önce başvurucudan şikâyetçi olmadığını bildirmesine rağmen daha sonra beyanını değiştirerek şikâyetçi olmuştur. E.Ş.N. 29/12/2017 tarihinde 6284 sayılı Kanun kapsamında başvurucu ve başvurucunun babası A.N. hakkında Bakırköy Aile Mahkemesinden ( Aile Mahkemesi) tedbir talebinde bulunmuştur. Aile Mahkemesinin 3/1/2018 tarihli kararı ile başvurucu ve başvurucunun babası A.N. hakkında 6284 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının a, c, e, f, g, h bentleri uyarınca dört ay süreyle geçerli olmak üzere E.Ş.N.ye karşı şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunulmamasına, E.Ş.N.nin ikametgâhına yüz metreden fazla yaklaşılmamasına ve eşyalarına zarar verilmemesine karar verilmiştir. Anılan kararda; E.Ş.N.nin iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız edilmemesi, bulunduğu yerlere yaklaşılmaması ve başvurucu ile A.N.nin bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahlarını kolluğa teslim etmeleri gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, tedbir kararına karşı Bakırköy Aile Mahkemesinde ( Aile Mahkemesi) 4/1/2018 tarihinde itiraz etmiştir. Dilekçede başvurucu; tedbir isteyen E.Ş.N. ile bir geçimsizliği olmadığını, E.Ş.N.yi sevdiğini, R.K. hakkındaki şikâyetini geri çekmesi için E.Ş.N.nin tedbir kararı istediğini belirtmiştir. Başvurucu, eşine ailesi tarafından büyük bir baskı uygulandığını vurgulamış; uzaklaştırma kararının evliliklerine zarar verdiğini ifade etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesi ekinde telefondaki mesajlarına ait yazışmaları ve asayiş büroda alınan ifade tutanaklarını sunmuştur. Başvurucunun itirazı Aile Mahkemesinin 8/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"6284 sayılı yasadaki tedbirlerin uygulanması için 8/3 md gereğince belge ve delil aranmayacağı düzenlendiğinden itirazın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Bu süreçte E.Ş.N. tarafından 1/3/2018 tarihinde Bakırköy Aile Mahkemesinde ( Aile Mahkemesi) başvurucu aleyhine açılan boşanma davasında başvurucu tarafından da karşı dava açılmıştır. E.Ş.N. 11/6/2018 tarihinde 6284 sayılı Kanun kapsamında başvurucu hakkında Aile Mahkemesinden tedbir talebinde bulunmuştur. Aile Mahkemesi 11/6/2018 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 6 ay süre ile 6284 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen tedbirlerin uygulanmasına karar vermiştir. Kararda ortak yaşanıldığı belirtilen konutun tedbir isteyene tahsisi ile başvurucunun müşterek çocuk ile kurulan şahsi ilişki saatleri hariç olmak üzere E.Ş.N.ye yaklaşmamasına, ilgiliye karşı şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürücü söz ve davranışlarda bulunmamasına hükmedilmiştir. Kararda başvurucunun E.Ş.N.nin şahsi ve ev eşyaları ile mal varlığına zarar vermemesi, iletişim araçları ile onu rahatsız etmemesi, bulundurulması veya taşınması kanunen izne tabi silahı varsa kolluğa teslim etmesi gerektiği belirtilmiştir. E.Ş.N.nin talebiyle Aile Mahkemesi tarafından verilen tedbir kararı 29/1/2019 tarihinde 6 ay süre ile uzatılmıştır. Yine Aile Mahkemesinin 30/7/2019 tarihli kararıyla başvurucu hakkında verilen tedbir kararının 6 ay süreyle bir defa daha uzatılmasına karar verilmiştir. Kararda 11/6/2018 tarihli kararda verilen tedbirlere yer verilmiş, ayrıca E.Ş.N.nin yaşadığı belirtilen İstanbul, Bolu ve Erzurum'daki adreslere başvurucunun müşterek çocuk ile kurulan şahsi ilişki saatleri dışında yaklaşmaması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu tedbir kararına karşı 31/7/2019 tarihli dilekçe ile Bakırköy Aile Mahkemesine ( Aile Mahkemesi) itiraz etmiştir. Dilekçede, başvurucu aleyhine dört kere tedbir kararı verildiği, Aile Mahkemesinin aynı zamanda boşanma davasının görüldüğü mahkeme olarak boşanma davasındaki gelişmeleri dikkate alması gerektiği ifade edilmiştir. E.Ş.N.nin erkek kardeşi R.K.nın başvurucuyu tehdit etmesi sebebiyle 5 ay hapis cezası aldığı ve E.Ş.N.nin mahkemeye yalan söylemesi nedeniyle hakkında kamu davası açıldığı belirtilmiştir. Aile Mahkemesinin tedbir kararı verirken söz konusu durumları değerlendirerek karar vermemesinin başvurucunun müşterek çocuğun sağlık sorunları ile ilgilenememesine neden olduğu vurgulanmıştır. Aile Mahkemesi 2/8/2019 tarihli kararla başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... dosyanın incelenmesinde 6284 sayılı yasanın 8/3 maddesi gereğince koruyana tedbir kararı verilebilmesi için delil ve belge aranmayacağı, verilen kararın usul ve yasaya ve takdiri sebeplere göre karar verilmiş olmakla 6284 sayılı yasanın 2/3 maddesi kapsamında verilen tedbirlerin yerinde olduğu anlaşıldığından itirazın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu 25/1/2018 ve 9/10/2019 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Erdal Türkmen, B. No: 2016/2100, 4/4/2019, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3789 | Başvuru 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/7/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/11/2014 tarihinde, başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/3/2015 tarihinde, esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 16/2/2007 tarihinde gözaltına alınmış, Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesinin 17/2/2007 tarihli ve 2007/61 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 21/2/2007 tarihli ve E.2007/1263 sayılı iddianamesi ile "iştirak halinde uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış ve dava, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/63 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, 25/1/2008 tarihli ve E.2007/63, K.2008/6 sayılı kararı ile dava konusu suçun, suç işlemek amacıyla kurulan bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlendiği gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli), E.2008/48 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece, 14/10/2009 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Mahkemece, 30/12/2009 tarihli ve E.2008/48, K.2009/386 sayılı karar ile başvurucunun "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçundan beraatine, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 100,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (2) numaralı fıkrası; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12088 | Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğinin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1990 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay sınıfında göreve başlamıştır.1993 yılında evlenmiştir ve bir çocuk babasıdır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilmiş olan belgelere göre, bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelenisimsiz bir ihbar üzerine İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından inceleme başlatılmıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre İKK zafiyeti kapsamında ilgili askerî personelin ifadeleri alınmıştır. İfade tutanaklarında, "ifadeyi alan" ve "ifadeyi yazan" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır.İfade tutanağında başvurucuya bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle kaldığı sorulmuştur. Ayrıca bugüne kadar İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu bayanların kimler olduğu ve bu bayanların kendisinden bilgi almaya çalışıp çalışmadığı sorulmuştur. Bunun yanı sıra kendisine bazı görüntüler gösterilerek bu görüntülerin kendisine ait olup olmadığı sorulmuştur. Başvurucunun, imzalamış olduğu 2/5/2012 tarihli ifade tutanağında, İnternet'ten tanıştığı kişilerle karşılıklı soyunmak suretiyle sanal ilişki yaşadığını, gösterilen görüntülerin kendisine ait olduğunu ayrıca sosyal çevresinden tanıştığı bazı bayanlarla ilişkisi olduğunu, kendisine bu görüntüler nedeniyle şantaj yapılmadığını söylediği belirtilmiştir. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 26/2/2013 tarihinde, 7/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu, TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, psikolojik baskı altında hukuka aykırı şekilde ifadesinin alındığını belirtmiştir. Bunun yanı sıra başvurucu, çok sayıda ödül ve takdir belgelerinin bulunduğunu, hiçbir disiplin cezası bulunmadığını, çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. Yargılama sırasında AYİM Başsavcılığı dava konusu işlemin iptali yönünde görüş sunmuştur. Başsavcılık görüşünde, istihbarat tahkikatı sırasında elde edilen ikrarın hukuken muteber bir delil kabul edilemeyeceği, zira sorgulama sırasında nasıl bir usul izlendiği, temel hak ve hürriyetlerin korunmasına yönelik tedbir alınıp alınmadığının dahi belli olmadığı belirtilmiştir. AYİM, oybirliğiyle davayı reddetmiştir. AYİM'e göre başvurucuya isnat edilen davranışlar TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesi mümkün değildir. AyrıcaAYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 26/5/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri, 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı ve maddeleri.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Kamumakamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde, maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve öngörülen amaçla orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No: 7525/76, 22/10/1981 § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30). Başvurucular, Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları hâlinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce bayan Smith'e, bazı soruların utanmasına sebep olabileceği eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiç bir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyelerdebulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık,§§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecinideğerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son derece müdahaleci niteliktedir. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca eş cinselliğin Silahlı Kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır, bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda hükümetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9947 | Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğinin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.