text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, Anayasa Mahkemesince iptal edilen ancak yasama organına süre verilmesi nedeniyle hukuken yürürlükte bulunan kanun maddesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesinin adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde Bursa Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 21/5/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ayvalık Cumhuriyet Başsavcılığının 8/5/2012 tarihli ve E.2012/329 sayılı iddianamesiyle başvurucunun “izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapma veya yaptırma” suçundan cezalandırılması için Ayvalık Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Ayvalık Asliye Ceza Mahkemesi, 26/2/2013 tarihli ve E.2012/149, K.2013/64 sayılı kararı ile başvurucunun atılı suçtan 1 yıl 8 ay hapis ve 80,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu Ayvalık Asliye Ceza Mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesi, 20/5/2013 tarihli kararında, “sanık müdafiinin esasa yönelik (mahkumiyet hükmü kurulmaması yönündeki) itirazlarının hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulanan dosyalarda itiraz merciinin CMK 231/6 maddesindeki şartların varlığı ile sınırlı bir denetim yetkisine sahip olduğundan, katılan vekilinin CMK 231/6 maddesindeki şartların bulunmadığına yönelik itirazlarının ise dosya kapsamına göre sanığın sabıkasız oluşu ve lehinde takdir edilen olumlu özellikleri gözetilerek vaki itirazların reddine” karar vermiştir. Karar başvurucuya 26/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 26/7/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:"(5) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.…(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur.…Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.(10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.(11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. .(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkraları şöyledir:“Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.” 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilen (b) bendi şöyledir: “ Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.” Aynı Kanun’un, 8/10/2013 tarihli ve 6498 sayılı Kanun ile değişik maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Tescil edilen sit alanları ve korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine kasten sebebiyet verenler ile koruma bölge kurullarından izin alınmaksızın inşaî ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.…Bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulan idarelerden 57 nci maddenin yedinci fıkrası uyarınca izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz inşaî ve fiziki müdahale yapanlar veya yaptıranlar altı aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılırlar.” Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/18, K.2012/53 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“…İtiraz konusu Kanun'un maddesinin (a) ve (b) bentlerinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarına zarar verenler ile sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranların cezalandırılması öngörülmektedir. Kanun'un tespit ve tescil başlıklı maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde yapılacağı ve bu tespitlerin koruma bölge kurulu kararı ile tescil edileceği öngörülmüştür. Ancak bu tespit ve tescilin maliklere tebliği öngörülmemiştir. Maddenin ilk halinde maliklere tebliğ de öngörülmüşken 1987 tarih ve 3386 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle tebliğ zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. …Hem tescil kararının tebliğ edilmemesi hem de koruma bölge kurulu kararlarının ilgililere duyurulmasını güvence altına alacak bir yasal hükmün bulunmaması karşısında itiraz konusu kurallarda belirtilen cezai yaptırımların bireyler açısından öngörülebilir olmadığı ve suçların kanuniliği ilkesine uymadığı açıktır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir…” Yargıtay Ceza Dairesinin 13/6/2013 tarihli ve E.2013/11049, K.2013/16111 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“…Anayasa Mahkemesi'nin 11/04/2012 tarih ve 2011/18 Esas, 2012/53 sayılı kararı ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 23/01/2008 tarih ve 5728 sayılı Kanunun maddesi ile değişik maddesinin (a) ve (b) fıkralarının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verildiği, Anayasa'nın maddesinin fıkrası ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun maddesinin fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesinin de karar altına alındığı, 13/10/2012 tarih ve 28440 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesi kararının, 13/10/2013 tarihi itibariyle yürürlüğe gireceği, halen yürürlükte bulunan kanun maddesine dayanılarak tesis edilip kesinleşen mahkumiyet hükmünün aynen infaz edilmesi gerektiği, zira Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilen fıkralar ile düzenlenen suçlar için kanun koyucunun ne tür bir yaklaşım sergileyeceği, daha lehe bir uygulama getirip getirmeyeceği hususunun öngörülmesinin bu aşamada mümkün olmadığı, dolayısıyla mevcut durum itibariyle yürürlükte olup tatbik edilmesi gereken kanun maddesinin, henüz iptal hükmü yürürlüğe girmediği halde yok sayılmasının ve anılan madde uyarınca verilen mahkumiyet kararının infaz edilme kabiliyetini haiz olmadığı sonucuna varılmasının, Anayasa Mahkemesince gerçekleştirilen “somut norm denetimi” uygulamasının amacına aykırı olduğu anlaşıl(mıştır.)” | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5876 | Başvuru, Anayasa Mahkemesince iptal edilen ancak yasama organına süre verilmesi nedeniyle hukuken yürürlükte bulunan kanun maddesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesinin adil yargılanma hakkı ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan beyanların belirleyici kanıt olarak mahkûmiyete esas alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: 13/3/1998 tarihinde iki kişinin sokaktaki durumundan şüphelenilerek kolluk görevlilerince üzerilerinde arama yapılması sonucu bir tabanca, Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu(TKP/ML-TİKKO) silahlı terör örgütüne ait bağış makbuzu ve pankart ele geçirilmiştir. Bunun üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesince operasyon başlatılmıştır. Anılan operasyon kapsamında, yakalanan örgüt üyelerinin beyanları ve yer göstermeleriyle birden çok örgüt üyesi yakalanmıştır. Yakalanan diğer sanıklardan H.İ., müdafii olmaksızın alınan kolluk ifadesinde Bra kod adlı başvurucunun Anadolu Yakası'nda kendisine bağlı olarak faaliyet gösterdiğini; başvurucuyla birlikte bir polis otosuna ateş etme eylemini gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. H.İ. savcılık ifadesinde emniyet ifadesini, yer gösterme, yüzleştirme ve teşhis tutanaklarını kabul etmediğini; P.A. isimli şahsın Kalaşnikof marka silahı denedikten sonra saklaması için başvurucuya verdiğini beyan etmiştir. H.İ. mahkeme önündeki savunmasında ise polisteki ifadesinin baskı ve işkence yoluyla kendisine imzalatıldığını, başvurucuya silah verdiğini, doküman vermediğini ifade etmiştir. Müdafisiz olarak gerçekleştirilen yer göstermede diğer sanık H.İ.nin gösterdiği evde başvurucu ile bir başka sanık yakalanmıştır. Müdafisiz olarak gerçekleştirilen bu yer gösterme işlemi sonrasında bir adet uzun namlulu silah, bir adet tabanca, bir adet bıçak ve muhtelif yayınlar ele geçirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 20/3/1998 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun gözaltına alındığı tarihten sonra düzenlenen Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Şube Müdürlüğü Adli Tabipliğinin 25/3/1998 tarihli raporunda başvurucunun muayenesinde sağ el parmaklarında fonksiyon bozukluğu, sağ omuz ve kolda subjektif ağrı tespit edildiği, Haseki Hastanesinden alınan 21/3/1998 tarihli raporda ve çekilen grafilerde ise herhangi bir bulgu saptanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu -gözaltı sırasında müdafi yardımı olmaksızın verdiği ifadesinde- 1997 yılında örgüte kazandırıldığına ve örgütün Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi semt komitesinde görev aldığına, iki kişiden örgüt için vergilendirme adı altında para toplamaya çalıştığına, Ümraniye'deki polis otosuna silahla ateş etme eylemine katıldığına, yine Ümraniye'deki bir parti binasına ateş ettiğine ilişkin suçlamaları kabul etmiştir. Sonrasında DGM Cumhuriyet Başsavcılığındaki müdafi yardımı almaksızın verdiği ifadesinde kollukta baskı altında ifade verdiğini, kendisine kötü muamelede bulunulduğunu ve buna ilişkin adli rapor bulunduğunu, tutanakları zorla imzaladığını, evde ele geçen silahların herhangi bir örgütle ilişkisinin olmadığını belirterek hiçbir suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiş ve kendisine kötü muamelede bulunan polisler hakkında işlem yapılmasını talep etmiştir. Başvurucu müdafi yardımı aldığına ilişkin bir bilgi içermeyen sorgu tutanağı uyarınca DGM'deki sorgusunda, kolluktaki ifadesini baskı altında verdiğini belirterek kolluk ifadesini reddetmiş; savcılık ifadesini ise kabul etmiştir. Başvurucu 25/3/1998 tarihinde TKP/ML-TİKKO silahlı terör örgütünün üyesi olmak suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 1/5/1998 tarihli iddianamesiyle TKP/ML-TİKKO silahlı terör örgütünün üyesi olma ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucu, kovuşturma evresinde de kolluktaki ifadesinin baskıyla elde edildiğini belirterek ifadesini kabul etmemiştir. Yargılama sırasında başvurucunun da hazır bulunduğu 26/2/2001 tarihli celsede beyanda bulunan mağdur A., yolunu keserek para isteyen kişinin başvurucu olmadığını belirtmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılmasının ardından yargılamanın devam edildiği İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 8/4/2009 tarihli kararıyla başvurucunun örgütün sair efradı olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde; mahkûmiyete sanığın emniyetteki samimi beyanlarını, diğer sanıkların bu ifadeyi doğrulayan beyanlarını ve tüm dosya kapsamını dikkate aldığını ifade etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 8/6/2010 tarihli kararıyla hüküm, örgüt adına vahamet arz eden olayların fiilen gerçekleştirildiği, dolayısıyla eylemlerin anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğunun gözetilmediği gerekçesiylebaşvurucu yönünden bozulmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 30/4/2013 tarihli kararıyla bozmaya uyarak başvurucunun diğer sanıklarla birlikte silahlı terör örgütünün üst düzey sorumlusu olduğunun, birlikte örgüt adına aldıkları kararlar doğrultusunda eylemler yaptığının, sanıkların emniyet ve savcılık ifadeleri, teşhis ve yer gösterme tutanakları, yakalanan silah ve örgütsel dokümanlar ve dosyadaki diğer tüm mevcut delillerden anlaşıldığını belirterek silahlı terör örgütünün emir ve kumandayı haiz yöneticisi olarak anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan neticeten müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçunun, mahkûm edilen diğer suçun bir unsurunu oluşturması nedeniyle bu suçtan ayrıca ceza tertibine yer olmadığına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 15/5/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Karar, başvurucuya 12/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yavuz Arslan, B. No: 2014/16433, 9/11/2017,§§ 27-40). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15506 | Başvuru, müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan beyanların belirleyici kanıt olarak mahkûmiyete esas alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkınınihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca mahkeme kararının geç icra edilmesine yönelik şikâyet dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilerek başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1953 doğumlu olup Giresun ili Görele ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu tarafından 14/9/2010 tarihinde Görele Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında 16/4/2012 tarihli karar ile 720,05 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Başvurucu tarafından Mahkeme kararı ile lehine hükmedilen alacağın tahsili için Görele İcra Dairesinin E.2012/443 sıra sayısına kaydedilip icra takibi başlatılmıştır. Davalı idarenin temyiz istemi üzerine Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/3/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme yoluna başvurulmamış ve karar 5/4/2013 tarihinde kesinleşmiştir. İdare tarafından Mahkemece hükmedilen tazminat tutarı yasal faizle birlikte 7/7/2014 tarihinde başvurucuya ödenmiştir. Başvurucu 5/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13012 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17208 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki bulunduğu Bingöl ili Merkez ilçesi Kültür Mahallesi'nde kâin 762 ada 34 (daha sonra 70) parsel No.lu ve 501 m² yüz ölçümündeki başvuru konusu taşınmazın Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından 811,08 m² yüz ölçümündeki kısmının yol olarak kullanılmak üzere kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Tarafların kamulaştırma bedeli hususunda uzlaşmaya varamamaları üzerine İdare, başvurucu aleyhine 22/12/2014 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Bingöl Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından yazılan 25/3/2015 tarihli yazıda başvuru konusu taşınmazın plansız alanda kaldığı ancak Belediyenin yol, su ve çöp toplama hizmetlerinden yararlandığı ifade edilmiştir. Mahkemece 30/3/2015 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. İki inşaat bilirkişisi ve üç ziraat mühendisinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 15/4/2015 havale tarihli raporda;i. Başvuru konusu taşınmazın ulaşım, su ve kanalizasyon hizmetlerinin belediye altyapısına irtibatlı olduğu, bu hizmetlerden faydalandığı ve mücavir alan içerisinde olduğu vurgulanmıştır.ii. Bununla birlikte son yıllarda en fazla yapılaşmanın olduğu Kültür Mahallesi'nde bulunan taşınmazın yapılan havaalanının bulunduğu bölgeye de çok yakın olduğu belirtilmiştir.iii. Netice itibarıyla taşınmazın arsa vasfında olduğu kabul edilerek 868,01 TL kamulaştırma bedeli tespit edilmiştir. Mahkeme 2/7/2015 tarihli kararıyla bilirkişi raporunu esas alarak kamulaştırma bedelinin 868,01 TL olarak tespitine ve başvuru konusu taşınmazın 811,08 m² yüz ölçümündeki kısmının İdare lehine yol olarak terkinine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde bilirkişi raporuna atıfta bulunarak başvuru konusu taşınmazın Belediye mücavir alan sınırları içinde ve Belediye hizmetlerinden yararlandığı açıklanarak arsa vasfında olduğunu belirtilmiştir. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 25/5/2016 tarihli kararıyla onamasının ardından İdarenin karar düzeltme talebi kabul edilerek 29/11/2016 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Alınan rapor geçersizdir. Şöyle ki;Bir taşınmazın arsa olarak kabul edilebilmesi için belediye imar planı içinde olması, olmadığı takdirde belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunmakla birlikte belediye hizmetlerinden yararlanması ve etrafının meskun olması gerekir. Dosyada bulunan kanıt ve belgeler Bingöl Belediye Başkanlığı'nın yazıları ve taşınmazın bilirkişi kurulu raporunda yazılı özellikleri dikkate alındığında, dava konusu taşınmazın arazi olarak kabulü gerekmektedir.Bu nedenle; mahkemece yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu marifetiyle keşif yapılarak arazi niteliğindeki taşınmaza gelir metoduna göre değer biçilmesi ve konumu ile bilirkişi kurulu raporunda yazılı özellikleri göz önünde bulundurularak Kamulaştırma Kanununun 11/1-i bendi uyarınca objektif değer artırıcı unsur ilavesi gerekirken, taşınmaza arsa olarak değer biçen bilirkişi kurulu raporuna göre karar verilmesi doğru görülmemiştir." Mahkeme tarafından bozma kararına uyularak 27/10/2017 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Üç inşaat bilirkişisi ve üç ziraat mühendisinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 7/2/2018 havale tarihli raporda; i. Başvuru konusu taşınmazın hemen yakınında 35,01 m uzağında iki ayrı konut ve 221,41 m uzağında ahırların bulunduğu, ayrıca Berti Oteline 784,47 m, Ahmet Dursun Konutlarına 647,39 m mesafede olduğu belirtilmiştir. ii. Öte yandan taşınmazın yoğun yerleşim yerine uzaklığının 998,52 m, imar planının son geldiği yere ise 689,94 m mesafede olduğu açıklanarak taşınmaz arsa özelliği taşıdığı vurgulanmıştır.iii. Bununla birlikte başvuru konusu taşınmaza yaklaşık 762 m mesafede bulunan taşınmazla ilgili davada Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesince taşınmazın arsa vasfında olduğu yönünde verilen kararın Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından taşınmazın tarla vasıfında olduğu gerekçesiyle bozulduğu izah edilmiştir. Buna mukabil Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesince direnme kararı verdiği ve sonrasında Dairenin taşınmazı arsa olarak kabul ederek kararı onadığı ifade edilmiştir.iv. Bu doğrultuda emsal davadaki taşınmaz ile başvuru konusu taşınmazın konumu, mevkii ve belediye hizmetlerinden yararlanma durumu gibi birçok benzerlik olduğu açıklanarak başvuru konusu taşınmazın arsa olarak değerlendirilmesi gerektiğine değinilmiştir. v. Netice itibarıyla taşınmazın arsa vasfında olduğu kabul edilerek 044,16 TL kamulaştırma bedeli hesaplanmıştır. Mahkemenin talebi üzerine aynı bilirkişi heyetince sunulan 23/7/2018 havale tarihli ek bilirkişi raporunda ise bu kez taşınmazın arazi/tarla vasfında olduğu varsayımıyla net gelir yöntemiyle 997,18 TL kamulaştırma bedeli hesaplanmıştır. Mahkeme 24/1/2019 tarihli kararıyla bu ek bilirkişi raporunu esas alarak kamulaştırma bedelinin 997,18 TL olarak tespitine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; i. Bingöl , , ve Asliye Hukuk Mahkemelerince başvuru konusu taşınmazın bulunduğu Kültür Mahallesi'nde kâin dava konusu taşınmazların arsa vasfında olduğu kabul edilerek verilen kararların söz konusu taşınmazların arazi vasfında olduğu gerekçesiyle Dairece bozulduğu açıklanmıştır. Ardından dava konusu taşınmazların arsa olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle anılan Mahkemelerce verilen direnme kararlarının künyesi de belirtilerek Dairece onandığı vurgulanmıştır. ii. Bununla birlikte bozma ilamına uyma kararı verildiğinden ve bozma ilamına uyulmasından sonra ancak Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararı veya yeni bir kanunun çıkması gerekçeleriyle bozma ilamına uyulması kararından dönülebileceği izah edilmiştir. iii. Dolayısıyla bozma ilamı doğrultusunda başvuru konusu taşınmazın arazi vasfında olduğu değerlendirilerek yapılan hesaplama doğrultusunda karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuruda dile getirdiği şikâyetleri de kapsayacak şekilde temyiz talebinde bulunmuştur. Taraflarca temyiz edilen mahkeme kararı, Dairece 19/6/2019 tarihinde onanmıştır. Nihai karar 23/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Hasan Mutlu, B. No: 2018/22691, 30/6/2021, §§ 22- B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 4/2/1959 tarihli ve E.1957/13, K.1959/5 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Temyizce bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş, sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usuli hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir, yahut da onu hedef tutan, bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir boşama sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece de bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır. Lakin, vazife konusunda usuli müktesep hak prensibinin kayıtsız, şartsız tatbiki, usulün az önce anılan mutlak hükmünün değiştirilmesi neticesini doğuracaktır ki, sözkonusu maddenin yazılışı ve kanuna konuluş gayesi itibariyle böyle bir netice kaideten caiz görülemez. Ancak ileri sürülen vazifesizlik itirazının Temyiz Dairesine reddi ve kararın başka sebeplerden bozulması ve bozmaya uyulması halinde davanın yine vazifesizlik sebebiyle reddi yoluna gidilebilmesi, usul hükümlerinin esas gayesini haleldar edebilecek bir mahiyet arz edeceği cihetle haddizatında nadir olan böyle vaziyetlerde istisnai olarak kanunun maddesinin tatbikini kabul etmemek, menfaatlar vaziyetine gereği gibi uygun düşecektir. Netice; Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine, birinci toplantıda 2/3 ekseriyet sağlanamaması sebebiyle 4/2/1959 günlü ikinci toplantıda ve mutlak ekseriyetle karar verildi." Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 9/5/1960 tarihli ve E.1960/21, K.1960/9 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğer ki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki Usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Temyiz Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan iktikrarı zedeler ve hatta kararlara karşı umumi güveni dahi sarsar. Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli müktesep hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez. 4/2/1959 günlü ve E, 13, K/5 .sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği üzere gerek Temyiz Mahkemesini, gerekse diğer mahkemeleri bağlayan usuli müktesep halk esasının müstesnası olarak mahkemenin vazifesizliğine karar verilebileceği, adı geçen kararda kabul edilmiştir. O halde, usule ait müktesep hak esası, bir birçok hukuk kaideleri gibi istisnaları bulunan kaidelerdendir. II- Temyiz Teşkilat Kanununun 6082 sayılı kanunla değiştirilmiş 8 inci maddesinin 5 inci fıkrasında (İçtihatların birleştirilmesi suretiyle verilen kararlar, emsali hadiselerde mahkemeleri bağlar) denilmektedir. Mahkemelerin elinde bulunan bütün işlere ve bu arada bozma kararına uyulduktan sonra karar bağlanıp aleyhine karar verilmiş olanın temyiz etmesi sebebiyle temyiz mahkemesinde bulunan işlere ve yine bozma kararın uyulduktan sonra mahkemelerce incelenmekte olan işlere yeni çıkan içtihadı birleştirme kararının tatbiki, bu maddenin herhangi bir istisna kabul etmeyen lafzına uygun düşecektir. Bundan başka, içtihadı birleştirme kararı, daire kararlarından daha doğru bir içtihada varmak için verilmiş bir karar olduğu cihetle onun mümkün olan her davaya tatbiki, usul kaideleriyle güdülen hakka varma gayesine dahi uygun olur. Nihayet, içtihadi birleştirme kararıyla kabul edilen afaki esasları tatbik ederek istikrarı sağlama prensibinin sayısı belli hadiselerde feda edilmesinde de bu yolsuzluk düşünülemez ve bu şekilde bir tatbikat, adalete güveni sarsmak şöyle dursun bilakis bu güveni kuvvetlendirir. Demek ki söz konusu kanun hükmünün mümkün olan her hadiseye tatbiki ile müktesep hak esasının içtihadı birleştirme kararı karşısında gözönünde tutulmaması, o maddenin hem mutlak olan lafzına, hem de ruhuna uygun bulunacaktır. Şu ciheti açıklayalım ki, usuli müktesep hakka aykırı içtihadı birleştirme kararı çıkınca Temyiz Daireleri içtihadı birleştirmeye aykırı ve fakat usuli müktesep hakka uygun olan kararları bozacaklar, bozma kararı üzerine davayı incelemekte olan diğer mahkemeler dahi içtihadı birleştirme kararını kesin olarak öğrenince bozma kararıyla gösterilen yolu bırakarak içtihadı birleştirme kararı gereğince inceleme yapmaya başlayacak ve o karar gereğince hüküm vereceklerdir. III- Usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli de bazı konuların Temyiz Dairesinin bozma kararının şümulü dışında kalarak kesinleşmesi ile meydana gelen şeklidir. Her ne kadar bu cihet, içtihadı birleştirmenin dışında kalmakta ise de, bu şimdiki kararda ileri sürülen gerektirici sebepler karşısında, bu içtihadı birleştirme ile kabul edilen hukuki esasın bu şekil müktesep hakların varlığı halinde de, tatbiki ileri sürülebilecektir. Netice; Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğuna, 9/5/1960 günlü birinci toplantıda üçte ikiyi aşan ekseriyetle karar verildi." Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 12/6/2020 tarihli ve E.2019/115, K.2020/31 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "İTİRAZIN KONUSU: 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa’nın , ve maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir. Usul hukukumuza ilk olarak Yargıtay içtihatlarıyla giren usuli kazanılmış hak ilkesi, idari yargılama usul hukukunda da Danıştay içtihatlarıyla kabul görmüş ve böylece yasal bir dayanağı bulunmadığı dönemde dahi uygulama alanı bulmuştur. Yargısal görev ve yetkileri ile inceleme yöntemlerinin niteliğinin farklılığına bağlı olarak anılan ilkenin uygulanma biçimi de ilk derece mahkemeleri ile temyiz mercileri yönünden değişiklik göstermektedir. Bu bağlamda “usuli kazanılmış hak ilkesi”, ilk derece mahkemeleri bakımından mahkemenin, bozma kararına uyması hâlinde artık bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve/veya hüküm vermek zorunda olmasını, ayrıca bozma kararı dışında kalan kısım hakkında yeniden inceleme yaparak karar verememesini; temyiz mercii yönünden ise bozma kararında belirtilen bozma gerekçeleriyle kendisinin de bağlı olmasını ve bozma kararı dışında kalan kısım hakkında tekrar inceleme yapamamasını ifade etmektedir. Bununla birlikte Yargıtay içtihatlarında usuli kazanılmış hak ilkesinin salt kavramsal tanımıyla bağlı kalınmak suretiyle anılan ilkenin uygulanmasında kategorik ve şekilci bir yaklaşımın sergilenmesinden kaçınıldığı, uyuşmazlığın özel koşullarının gözetilerek söz konusu ilkeye bazı istisnaların getirildiği görülmektedir. Bu bağlamda Yargıtay; kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralının dikkate alınmadan karar verilmiş olması, bozma kararının hukuki değerlendirme dışında tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta anlaşılabilecek kadar açık ve belirgin, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyecek ve çoğu kez tersine çevirecek, düzeltilmemesi kamu düzenini ve vicdanını zedeleyecek nitelikte bir maddi hataya dayanması, mahkemece bozma kararına uyulmasından sonra uyuşmazlığa uygulanma imkânı bulunan geçmişe etkili yeni bir kanunun yürürlüğe girmesi, aksi yönde bir içtihadı birleştirme kararının alınması, uygulanması gereken kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi, tarafların feragat ya da kabul yönündeki irade bildirimlerinin dava dosyasına girmesi gibi durumlarda usuli kazanılmış hak ilkesini uygulamama yönünde bir içtihat geliştirmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E.2006/4-519, K.2006/527, 12/7/2006; E.1998/4-508, K.1998/553, 1/7/1998; Hukuk Dairesi E.2007/15786, K.2007/16333, 2/10/2007; Hukuk Dairesi E.1975/4974, K.1976/101, 14/1/1976). Bu kapsamda Danıştayın da ilgili Yargıtay kararlarına atıfta bulunarak usuli kazanılmış hak ilkesini yukarıda yer verilen istisnalarla ve idari yargılama usulünün özelliklerine uygun olmak kaydıyla uyguladığı anlaşılmaktadır (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu E.2007/2694, K.2010/1359, 7/10/2010; E.2006/149, K.2009/3386, 24/12/2009; Yedinci Daire E.2008/688, K.2009/2287, 30/4/2009; Dokuzuncu Daire E.2005/4442, K.2006/372, 16/2/2006). İçtihat hukukuyla gelişen ve idari yargıda yukarıda açıklanan şekilde bir uygulama zemini bulan usuli kazanılmış hak ilkesi 2014 yılında 2577 sayılı Kanun’a eklenen itiraz konusu kuralla yasal dayanağa kavuşmuştur. B. Anlam ve Kapsam Kanun’un maddesinin itiraz konusu (4) numaralı fıkrasında Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre kural, daha önce içtihat yoluyla benimsenen usuli kazanılmış hak ilkesinin temyiz incelemesi boyutuna ilişkin bir düzenleme getirmekte, bu itibarla temyiz merciini anılan ilkeyi uygulamakla yükümlü kılmaktadır. Kuralın uygulanmasının ön koşulu, Danıştay tarafından verilmiş bir bozma kararının bulunması ve mahkemece bu bozma kararına uyulmuş olmasıdır. Bozma kararlarının kural olarak iki kategoriye ayrılması mümkündür. Bunlardan ilkini, temyiz incelemesine konu kararın eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak verilmiş olması nedeniyle söz konusu noksanlığın tamamlanarak yeniden karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle verilen bozma kararları; ikincisini ise temyize konu kararla ulaşılan sonucun hukuka uygun olmaması nedeniyle verilen bozma kararları oluşturmaktadır. Eksik inceleme nedeniyle verilen bozma kararına uyularak söz konusu noksanlığın tamamlanmasından sonra davanın reddi ya da kabulü yolunda verilen kararın temyizen incelenmesinde, karar sonucu yönünden usuli kazanılmış hakkın oluştuğundan söz edilemeyeceği açıktır. Zira bu tür bozma kararları, Danıştayca nihai kararın hukuka uygunluğu hakkında henüz kesin bir değerlendirmenin yapılmadığı kararlardır. Buna karşılık Danıştayın nihai kararın hukuka uygunluğu hakkında kesin bir yargıda bulunduğu ve uygulamada kesin bozma olarak ifade edilen kararlar, sonucu itibarıyla usuli kazanılmış hak oluşturmaktadır. ... Kuralın anlam ve kapsamıyla ilgili sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi için onun yorumunda lafzıyla birlikte amacının da gözetilmesi gerekmektedir. Amaçsal yorum yöntemi ise kurala bir anlam yüklenirken o kuralda öngörülen düzenlemenin getirilme sebebinin ve koşullarının da gözönünde bulundurulmasını gerekli kılar. Bu bağlamda Danıştayın geçmişteki uygulamalarına bakıldığında yargılama sürecinde maddi ve hukuki koşullarda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen heyet oluşumunun değişmesi, heyetin görüş değiştirmesi ya da aynı mevzuat hükmünü farklı şekilde yorumlaması gibi nedenlerle bozma kararının aksi yönünde kararlar verilebildiği görülmektedir. Bu uygulamaların ise zaman zaman davaların makul kabul edilemeyecek kadar uzadığı ve dahası kişilerin yargı kararlarına olan güveninin zedelendiği hukuki bir belirsizlik ortamının oluşmasına sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın getirilmesinde bu tür olumsuz durumların ortadan kaldırılması yönündeki ihtiyacın önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Bununla birlikte kuralın söz konusu ihtiyacın giderilmesine hizmet ederken hukukun üstünlüğü ilkesini dışladığından, başka bir deyişle usuli kazanılmış hak ilkesinin gerektiğinde hukukun üstünlüğü ilkesi feda edilerek her durum ve koşulda, istisnasız bir şekilde uygulanma kabiliyetine sahip olmasını öngördüğünden veya bu sonucu amaçladığından söz edilemez. Bu itibarla kurala içtihat yoluyla birtakım istisnalar getirilebilmesinin mümkün olduğu, ancak her hukuki sebebin de bu kuralın istisnası olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Kuralın uygulamalarına bakıldığında Danıştayın idare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerince bozmaya uyulması üzerine yeniden verilen kararlara karşı yapılan temyiz başvurularını, kurala atıfta bulunarak sadece bozma kararındaki esaslara uyulup uyulmadığı yönünden incelemek suretiyle gerçekleştirdiği (Sekizinci Daire E.2017/7664, K.2019/7741, 24/9/2019; Dokuzuncu Daire E.2016/9129, K.2019/3501, 11/9/2019; Yedinci Daire E.2019/4456, K.2019/5840, 6/11/2019; E.2017/973, K.2019/5926, 11/11/2019; Onuncu Daire E.2017/2756, K.2019/3895, 14/5/2019; E.2019/8145, K.2019/9024, 2/12/2019); bununla birlikte tıpkı içtihada dayalı uygulama döneminde olduğu gibi anılan ilkeyi mutlak olarak yorumlamadığı ve yine idari yargının niteliğini, amacını, ilkelerini dikkate alarak birtakım istisnalarının olabileceğini kabul ettiği, bu bağlamda, kanunda geçmişe etkili bir değişiklik yapılması, o konuda sonradan bir içtihadı birleştirme kararının alınması, Anayasa Mahkemesince kanun hükmünün iptal edilmesi, kamu düzenini ilgilendiren bir usul kuralı dikkate alınmadan karar verilmiş olması, Anayasa Mahkemesince bireysel başvuruda aynı konuda hak ihlaline karar verilmesi gibi durumlarda bozma kararına uyularak verilen mahkeme kararları hakkında yeniden bozma kararları verdiği görülmektedir (Vergi Dava Daireleri Kurulu E.2018/23, K.2019/616, 18/9/2019; E.2019/796, K.2019/956, 13/11/2019; Yedinci Daire E.2014/5251, K.2016/1701, 12/2/2016; E.2014/2743, K.2016/3296, 24/3/2016). Bu itibarla kural, mahkemece bozma kararına uyulmasıyla birlikte taraflardan biri lehine ortaya çıkan hukuki sonucun -söz konusu tarafın bu sonucun devam etmesi yönündeki beklentisinin korunmamasını haklı ve zorunlu kılacak bir sebep bulunmadığı sürece- temyiz merciince değiştirilememesini ifade etmektedir. Dolayısıyla kural, yargılama sürecinde maddi ve hukuki koşullarda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen heyet oluşumunun değişmesi, heyetin görüş değiştirmesi ya da aynı mevzuat hükmünü farklı şekilde yorumlaması gibi nedenlerle bozma kararının aksi yönünde kararlar verilmesine engel teşkil etmektedir. ... Bu çerçevede, Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılmasını öngören kuralın taraflardan birinin ileri sürdüğü ya da resen tespit edilen delillerin, hukuk kurallarının ya da iddia ve savunmaların temyiz mercii tarafından değerlendirilmesine ve hükme esas alınmasına engel teşkil edebilecek ve dolayısıyla bir aşamadan sonra yargılamanın taraflarından birinin diğerine göre zayıf duruma düşmesine yol açabilecek nitelikte olması sebebiyle adil yargılanma hakkına sınırlama getirdiği anlaşılmaktadır.... Yukarıda yer verilen Anayasa kuralları birlikte değerlendirildiğinde Danıştayın bozma kararına uyulduğu takdirde bu kararın temyiz incelemesinin bozma kararına uygunlukla sınırlı olarak yapılacağını öngören yargılama usulüne ilişkin itiraz konusu kuralın hukuki istikrarı, belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamak, yargı kararlarına olan güveni ve bu kararlardan doğan haklı beklentileri korumak, davaların daha az giderle ve makul bir süre içinde kesin hükme bağlanmasını sağlamak suretiyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gerekleri olan hukuki güvenliği ve kamu yararını gerçekleştirme şeklinde meşru bir amaca yönelik olduğu anlaşılmaktadır. ... Bununla birlikte yargı içtihatlarıyla kabul edilmiş olan usuli kazanılmış hak ilkesini hukuki güvenliği sağlama ve kamu yararını gerçekleştirme amacıyla kanun hükmü niteliğine kavuşturan kanun koyucunun yukarıda belirtilen meşru amaçlarla ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacak şekilde yargılamanın hakkaniyet, hukukun üstünlüğü gibi ilkelerin görmezden gelinerek ya da temel hak ve özgürlükler ihlal edilerek sonuçlandırılması yolunda bir iradesinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla kural, yargı yerlerince usuli kazanılmış hak ilkesinin uygulanmasında hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı ilkeleri gereğince içtihat yoluyla istisnai durumlar öngörülebilmesine engel teşkil etmemektedir. Aksi yönde bir kabulün hukuki güvenlik ilkesinin öz değil sadece şekil itibarıyla korunması anlamına geleceği gibi temel görevi adaleti tesis etmek olan yargı mercilerinin varlık sebebiyle de bağdaşmayacağı açıktır. Belirtilen hususlar dikkate alındığında sınırlama ile ilgililere orantısız bir külfet yüklenmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla kural, adil yargılanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmemektedir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın ve maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29813 | Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 4/4/2014 tarihli kararında, başvurucuya gelen "Demokratik Modernite" adlı derginin 9/2014 sayısında bulunan 6 ila sayfaların çıkarılarak talebi hâlinde başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu, adı geçen dokümanın 7 ila sayfaları arasında, hakkında toplatma ve el koyma kararı bulunan "Demokratik Toplum Manifestosu Ortadoğuda Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü (Dördüncü kitap)" isimli kitaptan, ve sayfalarında ise "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak (Beşinci kitap)" isimli kitaptan birebir alıntılara yer verildiğini tespit etmiştir.Kararda, hakkında toplatma ve el koyma kararı bulunan kitaplardan alıntı yapılan sayfalar da açıkça belirtilmiştir. Eğitim Kurulu kararına karşı başvurucunun Sincan İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 11/4/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Eğitim Kurulu kararına konu yazının da yasaklanmış bir kitaptan alındığı anlaşılmış olup Kanundaki düzenleme gözetildiğinde Eğitim Kurulu'nun kararında hukuka aykırılık söz konusu değildir. Bu nedenle şikayetin reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Sincan Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 5/5/2014 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu 21/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 2/9/2014 tarihinde, Anayasa Mahkemesinin 25/6/2014 tarihli ve 2013/409 sayılı kararı doğrultusunda, "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak (Beşinci kitap)" isimli kitap hakkında devam eden toplatma ve el koyma kararının kaldırılmasına hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında söz konusu kitabın toplatılmasıyla ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı değerlendirilmiştir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 112). A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir... (3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren ... hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 12/7/2005 tarihli Adalet Bakanı oluru ile yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "a) Mahkemelerce yasaklanmış olan b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü (...) eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez."B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8340 | Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu yaralanan Emine Yetişecek ile yaşamını kaybeden kişilerin yakınlarının açtığı davalarda hükmedilen maddi tazminat miktarlarının yetersiz olması, başvurucuların manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi, yargılamaların uzun sürmesi ve söz konusu olayda idarenin gerekli güvenliği sağlayamaması nedenleriyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, 2013/4496, 2013/7776, 2013/8484 numaralı başvurular hakkındaki görüşünü muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık 2013/5404, 2013/7268 ve 2013/7614 numaralı bireysel başvurular hakkında ise aynı patlama olayına ilişkin Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya tarafından yapılmış 2013/1280 numaralı bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesinin verdiği karara atıf yaparak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüşler muhtelif tarihlerde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili Bakanlığın 2013/4496 ile 2013/7776 numaralı başvurular hakkındaki görüşüne karşı beyanlarını muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine ibraz etmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/5404, 2013/7268, 2013/7614, 2013/7776 ve 2013/8484 numaralı başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/4496başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/4496 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır ili Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın 12/9/2006 tarihinde patlatılması sonucu başvurucu Emine Yetişecek yaralanmış, diğer başvurucuların ise yakınlarından bazıları vefat etmiştir. Başvurucular Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davalarına İlişkin Süreç a. Başvurucu Emine Yetişecek Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu anılan patlamada yaralanmıştır. Başvurucu anılan patlama nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca 13/11/2006 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonu 30/5/2008 tarihli ve 2008/2188 sayılı karar ile başvurucuya 577,80 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucunun söz konusu meblağı kabul etmemesi üzerine 17/6/2008 tarihli uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiştir. Bunun üzerine başvurucu 23/7/2008 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 24/12/2009 tarihli ve E.2008/1871, K.2009/2616 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" (...)Dava dosyasının incelenmesinden, davacının 2006 tarihinde Diyarbakır İl Merkezinde Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan Koşuyolu Parkı'nın duvar dibine konan bombanın patlaması sonucu yaralandığı, 5233 sayılı Yasa kapsamında davalı idareye başvurduğu, davalı idarece 2008 tarih ve 2008/1-2188 sayılı işlemle davacıya %47 oranında özürlü olduğu göz önüne alınarak 5233 sayılı Yasa kapsamında 577,80-TL ödenmesine karar verilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.Davalı idarece anılan olay nedeniyle davacının yaralanmasına ilişkin belgelerin Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Baştabipliğinden istenildiği, davacı hakkında düzenlenen Sağlık Kurulu Raporunda davacının bu olaydan dolayı %47 oranında özürlü kaldığı bildirilmiştir.Bu durumda, ilgili Yönetmeliğin maddesinin (b) bendine göre davacının yaralanmasının %47 oranında özür meydana getirdiği, (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın davacının özür derecesi olan %47 nin cetveldeki karşılığı olan 20 ile çarpımı sonucu (7000x046985x20=) 577,90 TL olduğu, idarece de 577,80 TL’nin ödenmesine karar verildiği, 5233 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmelik kapsamında mevzuata uygun olarak ödeme yapıldığı görülmüştür.Her ne kadar davacı vekilince dosyaya, dava konusu işlemin tesis tarihinden sonra 2008 tarihinde Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden alınan davacının %75 oranında özürlü olduğuna ilişkin rapor sunulmuş ise de idarece işlem tesisinde esas alınan rapor Mahkemememizce de yeterli görüldüğünden bu rapora itibar edilmemiştir.Öte yandan, 5233 Kanun'un amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanması olduğundan, davacının manevi tazminat isteminin karşılanmasına olanak bulumamaktadır. Anılan kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay Dairesi, 14/3/2012 tarihli ve E.2011/9693, K.2012/1121 sayılı ilam ile kararın manevi tazminat istemine ilişkin kısmının onanmasına, maddi tazminat istemine ilişkin kısmının ise zarar hesaplanırken 2008 yılı memur aylık katsayısının dikkate alınması gerekirken 2007 yılı memur aylık katsayısının dikkate alındığı gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/2/2013 tarihli ve E.2012/10365, K.2013/1647 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Anılan kararın 23/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmesiyle 20/6/2013 tarihli ve 2013/4496 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 19/6/2013 tarihli ve E.2013/1559, K.2013/760 sayılı karar ile Danıştayın kısmi bozma kararına uymuş ve 2008 yılı memur aylık katsayısını dikkate alarak başvurucuya 928,04 TL ödenmesine karar vermiştir. Bu kararın temyiz edildiğine ilişkin başvuru dosyasında herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.b. Başvurucular Mehmet Demir, Barış Demir ve Hebun Demir Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davalarına İlişkin Süreç Başvuruculardan Mehmet Demir’in kızları ve diğer başvurucuların kardeşleri olan Zilan Demir ile Mizgin Demir anılan patlama sonucunda vefat etmiştir. Aynı patlamada, Mehmet Demir'in eşi ve diğer başvurucuların annesi Faide Demir de hayatını kaybetmiştir. i. Zilan Demir’in Ölümü Nedeniyle Açılan Dava Zilan Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat eden başvuruculara Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli ve 198 sayılı kararıyla 000 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucuların söz konusu meblağı kabul etmemesi üzerine 4/5/2007 tarihinde uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş ve başvurucular tarafından 17/7/2007 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın taraflarına ödenmesine karar verilmesi istemiyle İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve E.2007/1086, K.2008/1224 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:“… Bakılan davada; davacıların 5233 sayılı Kanun uyarınca murislerinin ölümünden kaynaklı zarar tazmini istemiyle başvuruda bulundukları, komisyon tarafından davacılarınmurislerinin terör veya terörle mücadeleden kaynaklı eylemlerden dolayı hayatını kaybettiğigerekçesiyle başvurusu kabul edilerek tarafına tazminat önerildiğine göre, teklif edilen miktarın usulüne uygun olarak hesaplanıp hesaplanmadığının incelenmesi iş bu davadaki uyuşmazlığın esasına oluşturmaktadır. Yukarıda anılan kanun hükmü uyarınca; ölüm hallerinde 7000 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunan miktarın, elli katı tutarında ilgililere nakdi ödeme yapılacağı hususu açıktır.Buna göre; davacının maddi tazminat istemine ilişkin olarak; 7000 gösterge rakamının işlem tarihinde (2007 yılı Bütçe Kanununa göre 2007-2007 tarihleri arasında) geçerli olan memur aylık katsayısı olan 0,046985 ile çarpımının elli katı olarak hesaplanan 444,75-YTL miktarın davacıya önerilmesi gerektiği,komisyon tarafından yapılan hesaplama sonucunda isedavacıya ölümden kaynaklı 16,445,00-YTL ve cenaze yardımı olarak 555,00-YTLolmak üzere toplam 000-YTL’ ninteklif edildiği görülmektedir.Bu durumda, zarar tespitkomisyonu tarafından usulüne uygun olarak yapılan hesaplama sonucu bulunan miktarın davacıya önerildiği görüldüğünden, dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmemektedir. Diğer taraftan,terör ve terörden kaynaklı eylemlerden zarar gören ilgililerinözel bir kanun olan 5233 sayılı Kanun uyarınca zararlarının karşılanmasını talep edebilecekleri gibi bu yola başvurmadan genel hükümlere göre zararlarının karşılanmasını isteyebilecekleri diğer bir ifadeyle terörden kaynaklı zararlarının tazmini konusunda seçimlik bir hakka sahip bulundukları hususu açıktır. Bakılan davada davacıların murislerinin ölümü nedeniyle zararlarının tazmini istemiyle 5233 sayılı Kanun uyarınca Valilik Makamına başvurdukları ve zarar hesaplaması da bu kanun hükümlerine göre usulüne uygun olarak yapıldığından bu yönüyle de komisyon işleminde bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar Danıştay Dairesinin 14/3/2012 tarihli ve E.2011/9627, K.2012/1111 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 27/2/2013 tarihli ve E.2012/11703, K.2013/1542 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Anılan kararın 5/7/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 12/7/2013 tarihli ve 2013/5404 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.ii. Mizgin Demir’in Ölümü Nedeniyle Açılan Dava Başvurucular, aynı patlama sonucunda vefat eden Mizgin Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli kararı ile başvuruculara 000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine, başvurucular tarafından, Zilan Demir'in ölümü nedeniyle açılan davada belirtilen taleplerle 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde ayrı bir dava açılmıştır.Diyarbakır İdare Mahkemesi, 27/6/2008 tarihli ve E.2007/1088, K.2008/1238 sayılı karar ile Zilan Demir’in ölümü nedeniyle açılan davadakine benzer gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Dairesinin 14/3/2012 tarihli ve E.2011/9631, K.2012/1115 sayılı ilamı ile onanan karar başvurucuların karar düzeltme taleplerinin aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli ve E.2012/9775, K.2013/1435 sayılı ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 27/8/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 23/9/2013 tarihli ve 2013/7268 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.iii. Faide Demir’in Ölümü Nedeniyle Açılan Dava Başvurucular aynı patlama sonucunda vefat eden Faide Demir’in ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli kararı ile başvuruculara 000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine başvurucular tarafından Zilan Demir'in ölümü nedeniyle açılan davada belirtilen taleplerle 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde ayrı bir dava daha açılmıştır.Diyarbakır İdare Mahkemesi, 27/6/2008 tarihli ve E.2007/1087, K.2008/1237 sayılı karar ile Zilan Demir’in ölümü nedeniyle açılan davadakine benzer gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Dairesinin 14/3/2012 tarihli ve E.2011/9671, K.2012/1112 sayılı ilamı ile onanan karar başvurucuların karar düzeltme taleplerinin aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli ve E.2012/9414, K.2013/1436 sayılı ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 17/9/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 9/10/2013 tarihli ve 2013/7614 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.c. Başvurucular Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucuların kızı Nazlıcan Çetinkaya anılan patlama sonucunda vefat etmiştir. Başvurucular Nazlıcan Çetinkaya'nın ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli kararı ile başvuruculara 000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine başvurucular tarafından 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminat talepli iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi, 22/4/2008 tarihli ve E.2007/1090, K.2008/597 sayılı karar ile 5233 sayılı Kanun uyarınca başvuruculara ödenen maddi tazminat miktarının belirlenmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı 5233 sayılı Kanun sadece maddi zararları tazmin ettiğinden başvurucuların manevi tazminata ilişkin taleplerinin karşılanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Dairesinin 21/3/2012 tarihli ve E.2011/9355, K.2012/1323 sayılı ilamı ile onanan karar başvurucuların karar düzeltme taleplerinin aynı Dairenin 20/2/2013 tarihli ve E.2012/9767, K.2013/1434 sayılı ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 24/9/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 22/10/2013 tarihli ve 2013/7776 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır.d. Başvurucular Burhan Marangoz ve Gülistan Marangoz Tarafından Açılan İptal ve Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucuların oğlu Hasan Marangoz anılan patlama sonucunda vefat etmiştir. Başvurucular Hasan Marangoz'un ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini için 5233 sayılı Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat etmiştir. Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli kararı ile başvuruculara 000 TL ödenmesine karar verilmesi üzerine başvurucular tarafından 17/7/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminat talepli iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi, 27/6/2008 tarihli ve E.2007/1089, K.2008/1240 sayılı karar ile 5233 sayılı Kanun uyarınca başvuruculara ödenen maddi tazminat miktarının belirlenmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı 5233 sayılı Kanun sadece maddi zararları tazmin ettiğinden başvurucuların manevi tazminata ilişkin taleplerinin karşılanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Dairesinin 21/3/2012 tarihli ve E.2011/9369, K.2012/1322 sayılı ilamı ile onanan karar başvurucuların karar düzeltme taleplerinin aynı Dairenin 12/6/2013 tarihli ve E.2012/9804, K.2013/4408 sayılı ilamı ile reddedilmesiyle kesinleşmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararın 22/10/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmesiyle 21/11/2013 tarihli ve 2013/8484 numaralı bireysel başvuru yapılmıştır. Ceza Soruşturması ve Kovuşturma Süreci Yerel Mahkeme dosyalarında bulunan ve UYAP bilişim sistemi aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre başvuru konusu olaya ilişkin ceza soruşturması ve kovuşturma süreci şöyledir: Başvuruya konu patlama olayından bir gün sonra bir internet sitesi aracılığıyla olayda kullanılan termos düzeneğinin fotoğraflarına da yer verilerek söz konusu patlama olayı Türk İntikam Tugayı adı verilen bir yapılanma tarafından üstlenilmiştir. Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü yetkililerince yapılan inceleme ve araştırmalarda internet sitesinde yer alan fotoğrafla olay yerinde kullanılan düzeneğin birbiriyle uyum sağladığı ve düzeneğin telsiz kullanılarak uzaktan kumanda ile patlatılmış olduğu söz konusu sitenin kısa bir süre önce oluşturulduğu tespit edilmiştir. Konuyla ilgili yetkili makamların soruşturma ve araştırmaları devam etmekte iken Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Elektronik Şube Müdürlüğüne 7/4/2008 ve 19/2/2009 tarihlerinde iki e-posta ihbarı yapılmış ve anılan ihbarda patlamanın üstlenildiği internet sitesini kuranlardan birinin B.G. olduğu belirtilerek B.G.ye ait çeşitli şahsi bilgilere yer verilmiştir. Söz konusu ihbar üzerine derinleştirilen ve genişletilen soruşturma sonucunda ihbarda yer alan bilgiler teyit edilmiş, patlamayı üstlenen Türk İntikam Tugayına ait internet sitesine B.G. tarafından giriş yapıldığı tespit edilmiş ve bu sitenin B.G. tarafından kurulduğuna dair kuvvetli bulgular ile B.G.nin patlama olayına dâhil olduğu sonucuna götüren birçok teknik detay tespit edilmiştir. Olay yerinde ele geçirilen telsizin de B.G.nin akrabası H.T. tarafından internet sitesi aracılığıyla satın alınarak temin edildiğinin tespit edilmesi üzerine 22/3/2009 tarihinde B.G. ile B.G.nin patlama olayından önce ev arkadaşı olan E., B.G. ile E.nin savunmaları doğrultusunda da 23/3/2009 tarihinde H.T. gözaltına alınmıştır. Akabinde 27/3/2009 tarihinde anılan kişiler mahkeme kararı uyarınca tutuklanmıştır. Söz konusu kişilerin Mahkeme kararı doğrultusunda ev ve üstlerinde yapılan aramalar sonucunda yasa dışı PKK terör örgütünün propagandasını yapan çok sayıda ve çeşitte doküman ele geçirilmiştir. Anılan kişilerin kolluk ve cumhuriyet savcısı huzurunda, müdafi eşliğinde verdikleri ifadeler; patlamaya neden olan bombanın askerlik iznine gelen H.T. tarafından B.G. ve E.nin ikamet ettiği evde hazırlandığı, H.T.nin örgüt dağ kadrosunda iken çıkan çatışma sonucu hayatını kaybeden amcasının oğlunun intikamını almak, yasa dışı gösterilerde Kürt kökenli gençlere kötü muamelede bulunulduğu gerekçesiyle polislerden intikam almak gibi sebeplerle kendi başına bu eylem kararını aldığı, örgüt lehine ama örgütten talimat almaksızın bu eylemi gerçekleştirdiği, termos içindeki bomba düzeneğinin saat 30’da Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına H.T. tarafından konulduğu ve yaklaşık kırk dakika sonra patlatıldığı, B.G.nin de ona yardım ettiği, E.nin ise yardımı söz konusu olmamakla birlikte rastlantı eseri bombanın hazırlanmasına tanıklık ettiği şeklindedir. Olayla ilgili soruşturma evresinin tamamlanması üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/6/2009 tarihli ve 2009/857 sayılı iddianame ile H.T., B.G. ve E. hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamudavası açılmıştır. İddianamede H.T. ve B.G.nin devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi, mala zarar verme suçlarından; E.nin ise H.T. ve B.G. tarafından olayda kullanılan el yapımı bombanın hazırlanması eylemine bilfiil katılarak tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi suçu ile devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs ve mala zarar verme suçlarına yardım etme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 17/5/2012 tarihli ve E.2009/405, K.2012/102 sayılı kararı ile sanıklar B.G. ile E.nin sorgu savunmasında ifadelerinden vazgeçmekle birlikte mahkeme aşamasında yeniden kolluk ve Cumhuriyet Savcısı huzurundaki ifadelerini samimi ve istikrarlı bir biçimde verdikleri, sanık H.T.nin ise ikrar yönündeki ifadelerini sorgu ve mahkeme aşamalarında reddetmek, bu ifadelerin baskı ve şiddet sonucu zorla alındığını belirtmekle birlikte savcı huzurunda, müdafi eşliğinde ve kamera önünde işkence yapılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, sanıkların tamamının ikrar içeren ifadelerinde anlattıkları olayların birbirleriyle örtüştüğü gibi olayın oluşumu ile de birebir uyumlu olup saat, dakika ve zamanlama itibarıyla ifadelerin gerçeği yansıttığının açıkça anlaşıldığı, sanıkların olaydan sonraki eylem ve davranışları, gittikleri yerler, yapılan araştırmalar sonucu elde edilen HTS raporları, sinyal bilgileri, tanık beyanları da dikkate alındığında maddi bulguların anlatımları desteklediği sonucuna ulaşıldığı, sanık H.T.nin inkar yönünde verdiği ifadelerin askıda kaldığı ve suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, bomba düzeneğini nasıl hazırladığını uygulamalı olarak Cumhuriyet Savcısı huzurunda ayrıntılı olarak anlattığı, bomba konusunda deneyimli ve uzman bir kişi olduğunun anlaşıldığı belirtilerek sanık H.T. ve B.G.nin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 302/ maddesi gereğince ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına; TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı ayrı on kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına, TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı ayrı on dört kez on beş yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, TCK’nın 174/ maddesi gereğince ayrı ayrı altı yıl sekiz ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, sanık E.nin ise TCK’nın 314/ maddesi gereği yedi yıl altı ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK’nın 174/ maddesi gereği beş yıl hapis ve 160 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanıklar müdafileri, Cumhuriyet Savcısı ve katılanların vekilleri tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Ceza Dairesinin 6/12/2013 tarihli ve E.2013/4628, K.2013/14930 sayılı kararı ile H.T. ve B.G. hakkında verilen hükümler yönünden onanmış ve söz konusu hükümler aynı tarihte kesinleşmiştir. E. hakkındaki karar ise silahlı terör örgütüne yardım etme ve patlayıcı madde bulundurma suçlarından kurulan hüküm yönünden suçun vasfında yanılgıya düşüldüğü gerekçesiyle bozulmuştur. E. hakkındaki bozma kararından sonra yargılamaya devam eden Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 18/9/2014 tarihli ve E.2014/229, K.2014/269 sayılı kararı ile E.nin TCK’nın maddesi gereğince örgüte silah sağlama suçundan on beş yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. E. tarafından temyiz edilen karar hakkında Yargıtay tarafından hâlihazırda bir karar verilmemiştir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, ve maddeleri, maddesinin(3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası. 5233 sayılı Terör Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un “Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.Komisyon, zarar görenlerle yapılacak her başvuru ile ilgili çalışmalarını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde tamamlamak zorundadır. Zorunlu hâllerde, bu süre vali tarafından üç ay daha uzatılabilir.” 5233 sayılı Kanun’un “Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:...b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.…" 5233 sayılı Kanun’un "Zararın tespiti" başlıklı maddesi şöyledir: “7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle,hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir. Taşınmaza ilişkin zarar tespitinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11 inci maddesinde belirtilen kıymet takdiri esasları kıyasen uygulanır.” 5233 sayılı Kanun’un “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;…e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,Nakdî ödeme yapılır.Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktar, ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya Bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirlenir. Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.Bakanlar Kurulu, nakdî ödemeye esas tutulan gösterge rakamını yüzde otuza kadar artırmaya veya kanunî sınıra kadar indirmeye yetkilidir.…Nakdî ödemenin şekli, tutarı, yaralanma ve engellilik derecelerinin tespitine ilişkin esas ve usuller yönetmelikle belirlenir.” 5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname” kenar başlıklı maddesi ise şöyledir:“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararın tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4496 | Başvuru, 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu yaralanan Emine Yetişecek ile yaşamını kaybeden kişilerin yakınlarının açtığı davalarda hükmedilen maddi tazminat miktarlarının yetersiz olması, başvurucuların manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi, yargılamaların uzun sürmesi ve söz konusu olayda idarenin gerekli güvenliği sağlayamaması nedenleriyle Anayasa’nın 10., 17., 40. ve 6 maddelerinde güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 25/10/2011 tarihinde açtığı dava henüz sonuçlanmamıştır. Başvurucu 2/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7779 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu ve vergi kaydı bulunmasına ve kazandırıcı zamanaşımı koşullarının da gerçekleşmesine rağmen taşınmazın kadastro sonucu mera olarak tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Sivas ili Ulaş ilçesine bağlı Karaşar köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 147 ada 6 parsel numarasıyla sınırlandırılan 500,17 m2 yüzölçümlü taşınmaz,8/2/2009 tarihinde mera vasfıyla kamu orta malı olarak tespit edilmiştir. Kadastro tutanağında; tapu ve vergi kaydı bulunmayan taşınmazın kadimden beri ve hâlen köy halkı tarafından mera olarak kullanıldığı belirtilerek 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesinin (B) bendine göre tespitin yapıldığı açıklanmıştır. Başvurucu 27/5/2009 tarihinde kadastro sınırlandırma ve tespitine itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, bu taşınmazın mera olmadığı ve öncesinde tapu kayıtlarının mevcut olduğu belirtilmiştir. Başvurucu iki adet tapu kaydı ibraz etmiştir. Bu kayıtlardan ilki, Karaşar köyü Kanlı mevkiine ait 14/6/1972 tarihli ve cilt:360, sayfa:46, 30 sıra numaralı tapu kaydıdır. 757 m2 yüzölçümlü bu kayda göre tarla niteliğindeki taşınmaz, doğusunda tepe, kuzeyinde dere, batısında Bahtiyar yolu ve güneyinde Şevket Efendi sınırları ile çevrilidir. İkincisi ise aynı köy ve mevkide bulunan yine 14/6/1972 tarihli ve 31 sıra numaralı tapu kaydıdır. 947 m2 yüzölçümlü tarla niteliğindeki bu taşınmaz ise doğusunda tepe, kuzeyinde Fevzi Bey, batısında dere ve güneyinde Palabıyık kızı Ayşe taşınmazları ile çevrilidir. Her iki kaydın da maliki olarak başvurucu görünmektedir. Kadastro Komisyonu 1/7/2009 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Karaşar köyü çalışma alanında yapılan kadastro sınırlandırma ve tespitleri 27/7/2009 ile 25/8/2009 tarihleri arasında 3402 sayılı Kanun'un maddesine göre otuz gün süreyle askı ilanına alınmıştır. Başvurucu, Karaşar Köyü tüzel kişiliği aleyhine 4/8/2009 tarihinde Ulaş Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Yargılama sırasında Maliye Hazinesi ve Orman Genel Müdürlüğü de davaya dahil edilmiştir. Ulaş Kadastro Mahkemesinin E.2009/95 sayılı dava dosyasında 16/5/2011 tarihinde taşınmazlarda keşif yapılmıştır. Davacı ve vekilinin de katıldığı keşifte mahalli bilirkişiler, kadastro tutanağında imzası bulunan tespit bilirkişileri ve davacı tanıkları dinlenmiştir. Keşfe, kadastro ve ziraat uzmanı teknik bilirkişiler de katılmıştır. Mahalli bilirkişiler ve tespit bilirkişileri ile davacı tanıklarına, meranın, komşu taşınmazların ve davacının dayandığı tapu kayıtlarının sınırları sorulmuştur. Ziraat uzmanı teknik bilirkişinin 13/6/2011 tarihli raporunda, dava konusu taşınmazların devletin tasarrufu altında olması gereken taşınmazlardan olduğu belirtilmiştir. Kadastro uzmanı teknik bilirkişinin raporunda da toprak tevzi komisyonunca düzenlenen mera haritası ile davacının keşif sırasında gösterdiği yerlerin krokide gösterildiği ifade edilmiştir. Ulaş Kadastro Mahkemesinin kapatılarak dosyalarının Sivas Kadastro Mahkemesine (Mahkeme) devredilmesi üzerine yargılamaya bu Mahkemenin E. 2009/92 sayılı dava dosyasında devam olunmuştur. Mahkeme 18/6/2013 tarihinde bu defa orman uzmanı teknik bilirkişi ile birlikte yeniden taşınmazlarda keşif yapmış, bu keşif sırasında bir mahalli bilirkişiyi daha dinlemiştir. Orman uzmanı teknik bilirkişinin 24/6/2013 tarihli raporu ile ek raporunda bu taşınmazın orman sayılan yerlerden olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme 9/10/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; dava konusu taşınmazın toprak tevzi komisyonunca mera olarak belirlenen alanda kaldığı ve hâlen de mera olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Mahkeme, bu taşınmazın mera olduğu yönündeki 16/5/2011 tarihli keşifteki mahalli bilirkişi beyanlarına vurgu yapmıştır. Kararda ayrıca, ziraat ve orman uzmanı bilirkişi raporlarına göre bu taşınmazın mera özelliği taşıdığı ve dört tarafının da kadim mera ile çevrili olduğu açıklanmıştır. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2014 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama ilamında, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir. Daireye göre ayrıca başvurucu, dayandığı tapu kaydının dava konusu taşınmaz bölümlerini kapsadığını kanıtlayamamış, dava konusu taşınmazın ise kadim mera olduğu belirlenmiştir. Onama ilamı başvurucu vekiline 2/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu ise karardan 2/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu bildirmiştir. Başvurucu 8/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu bireysel başvuru tarihinden sonra 16/6/2014 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuş ancak Dairenin 23/10/2014 tarihli ilamıyla karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır." 3402 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası ve dördüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır.A) 31/12/1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları,..." 3402 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:... B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır. Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler. ..." 3402 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez." 3402 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı yeri tayinde;A) Kayıt ve belgeler, harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara itibar olunur.B) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.C) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara itibar olunur. Ancak değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa, tespit o sınır esas alınarak yapılır...." 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda geçen;...d) Mera: Hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri,...ifade eder." 4342 sayılı Mera Kanunu'nun maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:"Mera, yaylak ve kışlakların kullanma hakkı bir veya birden çok köy veya belediyeye aittir. Bu yerler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.Mera, yaylak ve kışlaklar; özel mülkiyete geçirilemez, amacı dışında kullanılamaz, zaman aşımı uygulanamaz, sınırları daraltılamaz. Ancak, kullanım hakkı kiralanabilir. Kiralama ilkeleri yönetmelikle belirlenir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) Numaralı Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (kk), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek (1) Numaralı Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No. 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § Meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, (kk) [BD]B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklentinin” bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (kk), B. No: 22522/03, 9/12/2008). Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönünde Türk hukukunda yer alan düzenlemeler nedeniyle başvurucularda, bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (kk), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (kk), B. No: 50253/99, 18/10/2007, Nane ve diğerleri/Türkiye, No. 41192/04, §§ 25-28, 24/11/2009, Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (kk), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). Öte yandan İpseftel/Türkiye (B. No: 18638/05, 26/5/2015, §§ 48-69) kararında yine iç hukuktakidüzenlemelere işaret edilmiş ve 4721 sayılı Kanun'un maddesindeki kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra verilen idari ve yargısal kararlarla mülkiyetin kaybettirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6290 | Başvuru, tapu ve vergi kaydı bulunmasına ve kazandırıcı zamanaşımı koşullarının da gerçekleşmesine rağmen taşınmazın kadastro sonucu mera olarak tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun mensubu olduğu bir siyasi partinin seçim propagandası yapmasının engellenmesinin seçilme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 7/6/2015 tarihinde Milletvekili Genel Seçimi yapılmıştır. Anayasa'nın seçimin yapıldığı tarihte yürürlükte olan maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...yeni seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başkanlık Divanı seçiminden sonra kırkbeş gün içinde Bakanlar Kurulunun kurulamaması hallerinde de Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına danışarak seçimlerin yenilenmesine karar verebilir." 7/6/2015 tarihli Milletvekili Genel Seçimi sonrasında Cumhurbaşkanlığı tarafından 24/8/2015 tarihinde -yukarıda belirtilen kırk beş günlük sürede- Bakanlar Kurulu kurulamadığından seçimlerin 1/11/2015 tarihinde yenilenmesine karar verilmiştir. Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığının 26/8/2015 tarihli ve 1548 No.lu kararıyla Dönem Milletvekili Genel Seçimi için (genel seçim) propaganda döneminin başlangıç tarihinden bitimine kadar uyulması gereken usul ve esaslar belirlenmiştir. Karara göre açık yerlerde propaganda faaliyetlerine ilişkin olarak 22/10/2015 ile 31/10/2015 tarihleri arasında denetim ve gözetim yetkisinin ilçe seçim kurullarında, diğer zamanlarda ise yetkinin mahallin en büyük mülki amirinde olduğuna karar verilmiştir. Dolayısıyla somut başvuruda olayların geçtiği tarihte denetim ve gözetim yetkisi mahallin en büyük mülki amiri olan Üsküdar Kaymakamlığındadır (Kaymakamlık). Başvurucu, Saadet Partisi Üsküdar İlçe Seçim Kurulu üyesidir. 7/6/2015 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimi sonucunda Türkiye genelinde %2,07 oranında oy alan Saadet Partisi seçimlerin yenilenmesi kararı üzerine seçim çalışmalarına başlamıştır. Parti çalışanları, seçim çalışmaları kapsamında Üsküdar ilçe teşkilatı binası yakınında bulunan kaldırıma on beş metrekarelik bir seçim çadırı kurmuştur. Söz konusu çadır izin verilen yerler dışında kurulduğu gerekçesiyle aynı günün gecesi saat 30 civarında zabıta memurları tarafından toplanarak kaldırılmıştır. Bunun üzerine başvurucu 16/10/2015 tarihinde ilgili zabıta memurları hakkında görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırılmaları talebiyle suç duyurusunda bulunmuştur. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) 3/11/2015 tarihinde ilgili memurlar hakkında Kaymakamlıktan 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un ve maddeleri gereğince soruşturma izni talep edilmiştir. Kaymakamlık tarafından şikâyet edilenler hakkında ön inceleme yapılmış ve kendilerinin bu kapsamda ifadeleri alınmıştır. Şikâyet edilenler ifadelerinde özetle;"Üsküdar Kaymakamlığı Seçim Güvenliği toplantısında alınan kararlar gereği hareket ettiklerini, Saadet Partisinin binası ile alakalı olmayan yerde çadır kurup yaya trafiğini engelleyecek şekilde faaliyet gösterdiğini ve vatandaşlardan bu nedenle yoğun bir şekilde şikayet geldiğini, bu nedenle çadıra herhangi bir zarar vermeden kaldırıp parti görevlilerine teslim ettiklerini belirtmişlerdir". [Üsküdar Kaymakamlığı Seçim Güvenliği toplantısında siyasi partilerin ilçe başkanlık binaları, seçim irtibat büroları dışında ilçe seçim kurulunun izin vereceği yerler dışında propaganda malzemesi asılamayacağı, belirtilen yerler dışında siyasi propaganda içerikli afiş, bayrak ve posterlerin herhangi bir talimat ve emir beklemeksizin görevlilerce toplanacağı, siyasi partilerin propaganda amacı ile yaya ve taşıt trafiğini engellemeyecek şekilde stant açabilecekleri, güvenlik açısından stant kurulacak yerlerin İlçe Emniyet Müdürlüğüne bildirimde bulunarak çevreyi rahatsız edici gürültükirliliği yapmamaya özen gösterileceğikonusunda mutabakata varılmıştır]. Kaymakamlık 25/12/2015 tarihinde şikâyet edilenler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Zabıta personelinin siyasi parti ayırmaksızın vatandaşlardan gelen şikayetler doğrultusunda değerlendirme yaptıkları, Saadet Partisinin parti binası ile alakası olmayan ... yerde 15 metre kare civarında bir çadır kurup, yaya trafiğini de engelleyecek şekilde faaliyet göstermesinin vatandaşlar tarafından yoğun şikayet edildiği, kurulan çadıra herhangi bir zarar verilmeden kaldırılıp parti görevlilerine teslim edildiği, aynı süreçte ... diğer partilerin çadırlarının da kaldırılarak ilgilerine teslim edildiği, haklarında ön inceleme yapılan görevlilerin Belediye Zabıta yönetmeliği ve Üsküdar Kaymakamlığı Seçim Güvenliği toplantısında alınan kararlar doğrultusunda işlem yaptıkları, adı geçen görevlilerin üzerilerine düşen görevleri yerine getirdikleri, görevi ihmal veya grevi kötüye kullandıklarına dair herhangi bir bulguya rastlanılamadığı anlaşıldığından..." İtiraz üzerine karar, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (kapatılan) Birinci Kurulunun 10/2/2016 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. İlgili karar başvurucuya 3/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savcılık soruşturma izni verilmemesine dair kararın kesinleşmesi nedeniyle ilgililer hakkında 19/4/2016 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Savcılık kararına itiraz üzerine İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği itirazın reddine 23/6/2016 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Seçimin başlangıç tarihinden oy verme gününü takip eden güne kadar siyasi partiler, bağımsız adaylar, herhangi bir kurum veya kuruluş ya da vatandaşlar tarafından, bu Kanunda belirtilen yerler dışında, siyasi ilan ve reklam içeren afiş, poster, pankart veya parti bayrağı gibi malzemelerin asılması, yapıştırılması veya teşhiri yasaktır. Aksi halde, bu ilan ve reklamlar kaldırılır ve masrafları ilgilisinden tahsil edilir. Bu maddede belirtilen yasaklarla ilgili işlem yapma yetkisi, seçimin başlangıç tarihinden oy verme gününden önceki otuzuncu güne kadar mülki makamlara, son otuz gün içinde ilçe seçim kurullarına aittir. Belediyeler, bu maddede belirtilen yetkili mercilerin talebi üzerine, maddeye aykırı hususları gidermek için gerekli araç, gereç ve personeli sağlamakla yükümlüdür." | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6177 | Başvuru, başvurucunun mensubu olduğu bir siyasi partinin seçim propagandası yapmasının engellenmesinin seçilme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 27/8/2021 tarihinde öğrendikten sonra 20/9/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43218 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması ve bu inceleme sırasında alınan Savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkınınihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 30/9/2011-3/10/2011 tarihleri arasında gözaltında kalmış, 3/10/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/1/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu ile birlikte on üç şüpheli hakkında silahlı terör örgüt üyesi olma,patlayıcı maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve kullanma, terör örgütü propagandası yapma, kamu görevlilerine görevini yaptırmamak için direnme ve mala zarar verme suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/11 sayılı dosyası kapsamında 17/1/2012 tarihinde yapılan tensip duruşmasında başvurucu ile birlikte dokuz sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. 11/2/2014 tarihinde yapılan sekizinci celsede başvurucu ve diğer tutuklu sanıkların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Bu duruşmada başvurucu ve müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara karşı yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2014 tarihli kararıyla itirazın reddine karar vermiştir.Başvurucu 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Başvurucu 2/6/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/90 sayılı dosyasında devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun’un"İtirazın cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir.(2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3571 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması ve bu inceleme sırasında alınan Savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hakkında tarh edilen katma değer vergisi (KDV) ve vergi ziyaı cezasına ilişkin açtığı davada verilen karar nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 2/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/7/2014 tarihli görüş yazısı 30/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 2003 yılı Ekim, Kasım ve Aralık dönemi için sahte belge kullandığı gerekçesiyle 27/12/2004 tarihli üç adet ihbarnameyle başvurucu aleyhine 342,25 TL KDV ve bu tutar üzerinden 972,30 TL vergi ziyaı cezası tarh edilmiş ve ihbarnameler 4/1/2005 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından ihbarnamelerin terkini istemiyle 16/3/2005 tarihinde açılan davada, Ankara Vergi Mahkemesi 4/2/2005 tarih ve E.2005/176, K.2005/1296 sayılı kararıyla dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından yenilenen davanın ardından Ankara Vergi Mahkemesi, 9/11/2005 tarih ve E.2005/319, K.2005/1049 sayılı tek hakim kararı ile davanın kabulüne karar vermiş ise de Ankara Bölge İdare Mahkemesi kararın tek hakimle verilmiş olması nedeniyle 15/6/2006 tarih ve E.2006/2719, K.2006/3250 sayılı kararı ile belirtilen kararı bozmuştur. Bozma kararına uyan Ankara Vergi Mahkemesi, 26/9/2006 tarih ve E.2006/1514, K.2006/1248 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiş ve 275,00 TL maktu vekalet ücretinin davalı idare olan Hitit Vergi Dairesinden alınarak başvurucuya verilmesine hükmetmiştir. Karar, davalı idare tarafından temyiz edilmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi, yeterli araştırma yapılmadan karar verildiği gerekçesiyle 9/4/2008 tarih ve E.2007/566, K.2008/1269 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. İlk Derece Mahkemesi 19/11/2008 tarih ve E.2008/1466, K.2008/1647 sayılı kararıyla yeniden davanın kabulüne, ihbarnameye konu vergi ve cezaların terkinine ve 350,00 TL maktu vekalet ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Davalı idare davanın reddi gerektiği gerekçesiyle, başvurucu ise nispi vekalet ücretine hükmedilmediği gerekçesiyle kararı temyiz etmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi her iki tarafın temyiz talebini reddederek, 24/12/2009 tarih ve E.2009/2583, K.2009/7070 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, Danıştay Dördüncü Dairesi 31/1/2013 tarih ve E.2010/4764, K.2013/227 sayılı kararı ile talebi reddetmiş, ret kararı başvurucuya 21/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 2/4/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 13/12/2006 tarih ve 26375 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı bendi şöyledir:“Yargı Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olsa veya Para ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret…Vergi mahkemelerinde takip edilen dava ve işler içina) Duruşmasız ise 350,00 YTLb) Duruşmalı ise 500,00 YTL” Aynı Tarife’nin İkinci Kısım İkinci Bölüm (14) numaralı bendi şöyledir:“Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret…İdare ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar için(a) Duruşmasız ise 325,00 YTL(b) Duruşmalı ise 400,00 YTL” 13/12/2007 tarih ve 26729 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı bendi şöyledir:“Yargı Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olsa veya Para ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret…Vergi mahkemelerinde takip edilen dava ve işler içina) Duruşmasız ise 390,00 YTLb) Duruşmalı ise 550,00 YTL” Aynı Tarife’nin İkinci Kısım İkinci Bölüm (14) numaralı bendi şöyledir:“Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret…İdare ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar için(a) Duruşmasız ise 350,00 YTL(b) Duruşmalı ise 450,00 YTL” Danıştay Sekizinci Dairesinin 23/1/2008 tarih ve E.2007/1110, K.2008/332 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ikinci kısmının ikinci bölümünde yer alan dava konusu düzenleme ile vergi mahkemelerinde görülecek uyuşmazlıklar için ödenecek avukatlık ücreti belirlenmiş ancak, Tarifenin başka bir kısmında yer almayan bir şekilde azami bir sınır getirilmiştir. Ayrıca yukarıda ifade edildiği gibi Tarifenin ikinci Kısmının, İkinci Bölümünde konusu para olmayan veya para ile değerlendirilemeyen uyuşmazlıklar için vergi mahkemelerinde ödenecek avukatlık ücreti ayrıca sabit olarak belirlenmiş ve maddede yapılan düzenleme ile konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen uyuşmazlıklar için vergi mahkemelerinde ödenecek ücretin üçüncü kısımdaki nisbi oranlar üzerinden hesaplanacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla dava konusu düzenleme gözönüne alındığında vergi mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda alınacak avukatlık ücretleri için Tarifenin bütünlüğü içindeki tutarlılığı bozacak şekilde düzenlemeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan dava konusu düzenleme, konusu para olsa ve parayla değerlendirilse bile maktu ücrete bağlı hukuki yardımlar başlığı altında düzenlendiği halde anılan hüküm ile konusu para olan ve parayla değerlendirilebilen uyuşmazlıklarda olduğu gibi nisbi oranlar üzerinden yapılacak hesaplama için üst sınır getirilmiştir. Bu durumda, Tarifenin kendi bütünlüğü içindeki tutarlılığı bozacak şekilde vergi uyuşmazlıklarında nisbi olarak hesaplanacak avukatlık ücretine dava konusu miktar baz alınarak üst sınır getirilmesine ilişkin düzenlemede hukuka uyarlık görülmemiştir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 23/1/2008 tarih ve E.2008/776, K.2009/1605 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin davaların büyük bir kısmında, uyuşmazlık konusu meblağın yüksek olması nedeniyle, bu tür davalardaki hukuki yardımlar için ödenecek avukatlık ücretinin tarifenin üçüncü kısmına göre, nispi olarak hesaplanması halinde, dava aleyhine sonuçlanan tarafın yüksek miktarda avukatlık ücreti ödeyeceği, bu durumun da haksız vergi salındığını düşünen kişilerin hak arama yoluna başvurusunu engelleyeceği tartışmasızdır. Nitekim vergi davalarının bu niteliği dikkate alınarak, vergi uyuşmazlıklarının konusu para olmasına karşın, vergi mahkemelerinde görülmekte olan dava ve işlerde yapılacak hukuki yardımlarda ödenecek avukatlık ücreti, dava konusu düzenleme ile maktu olarak belirlenmiştir. İdarenin düzenleyici işlemlerindeki bir kuralın, hukuka aykırılığı ortaya konulmadıkça, aynı düzenlemede yer alan diğer bir kurala aykırılığından bahisle iptali söz konusu olamaz. Bu durumda, vergi davalarının niteliği göz önüne alındığında, dava konusu istisnai düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığından, bu düzenlemenin Tarifenin bütünlüğünü bozduğundan da söz edilemeyeceği açıktır. Yukarıda yer verilen yasal düzenleme uyarınca, ülke çapında kurulu bulunan tüm baro yönetim kurullarının hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine sundukları tarifeler dikkate alınarak anılan Birlikçe son şekli verilen ve Adalet Bakanlığının da incelemesinden geçerek yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin İkinci Kısım, Birinci Bölüm 4 no'lu alt bendinde; ülkenin ekonomik ve sosyal durumu, avukatların davanın görümü sırasında harcadığı çaba, gayret ve emeğin karşılığı ile kişilerin hak arama özgürlüğünün önünün açılması hususu dikkate alındığında hukuka aykırılık bulunmadığından, Dairenin iptal kararında hukuka uyarlık görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davalı idarelerden Adalet Bakanlığı'nın temyiz isteminin kabulü ile Danıştay Sekizinci Dairesinin 2008 günlü, E:2007/1110, K:2008/332 sayılı kararının bozulmasına…” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2264 | Başvurucu, hakkında tarh edilen katma değer vergisi (KDV) ve vergi ziyaı cezasına ilişkin açtığı davada verilen karar nedeniyle Anayasa’nın 18. , 36. ve 55. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gaziantep Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünde gümrük muayene memuru olarak çalışmakta iken hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Mülga (kapatılan) Gümrük Müsteşarlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 10/1/2001 tarihli ve 01 sayılı kararı ile başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhineiptal davası açılmıştır. Gaziantep İdare Mahkemesinin 28/3/2002 tarihli ve E.2001/611, K.2002/507 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 18/6/2003 tarihli ve E.2002/5140, K.2003/1891 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 8/10/2004 tarihli ve E.2003/5428, K.2004/2959 sayılı kararı ile kabul edilmiştir. Mülga Gümrük Müsteşarlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 18/4/2005 tarihli ve 2005/1 sayılı kararı ile başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 12/7/2005 tarihinde iptal davası açılmıştır. Gaziantep İdare Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve E.2005/163, K.2007/1747 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/2241, K.2008/7432 sayılı kararı ile bozma kararı verilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede, Gaziantep İdare Mahkemesinin 25/3/2009 tarihli ve E.2009/230, K.2009/372 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 14/11/2011 tarihli ve E.2009/6319, K.2011/5808 sayılı kararı ile bozma kararı verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/2/2014 tarihli ve E.2012/1325, K.2014/940 sayılı kararı ile reddedilmiş; İlk Derece Mahkemesinin davanın reddi kararının onanmasına hükmedilmiştir. Başvurucu 27/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10680 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Oğuz Keskin'in büyükbabası ve diğer başvurucuların babası olan murisleri aleyhine 8/3/1988 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra Yargıtayın 6/6/2016 tarihli karar düzeltme talebinin reddine dair kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2853 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapmış Anadoluda Vakit gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/2/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine 13/8/2015 tarihinde sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği ve başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmıştır. Başvurucu hâlen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır. Ulusal düzeyde yayın yaparken 10 Ekim 2010'da yayınına son verilen Anadoluda Vakit isimli günlük gazetenin 6/11/2009 tarihli nüshasında yayımlanan “Zere'den Mirzabeyoğlu'na kadar Ali Suat Ertosun klasiği...” başlıklı köşe yazısında, başvurucunun Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü görevini ifa ettiği sırada cezaevleri ile ilgili alınan bir kısım kararların uygulanması sonucunda kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu" adı ile bilinen olayların yaşandığı ve bu olaylarla başvurucu arasında bağlantı bulunduğuna ilişkin ve cezaevlerindeki işkence ve kötü muamele ve olumsuz yaşam koşulları iddiaları ile bağlantılı olarak şu ifadelere yer verilmiştir: "Güler Zere, ondört yıldır hapiste. Salih Mirzabeyoğlu, on yıldır hapiste. Leman Yurtsever henüz dışarıda... Bu üç isim, üç ayrı hayat hikayesi ve niçin benim ajandamdadır derseniz... Ali Suat Ertosun’a çıkıyor bütün yollar derim size...Ali Suat Ertosun, “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen cezaevi baskınlarında, hapishanelere isyan çıktı gerekçesiyle iş makinası sokarak, mahkumların kepçe aralarına sıkışmış kollarının bacaklarının bilahare çöplüklerden çıkartıldığı feci günlerin başrolündeki kilit ismi... Mahkumların “Brejnev” takma adıyla tanıdığı, kanuni bir cezalandırma yöntemi olarak algıladığı işkenceyi tüm soğukkanlılığı ile uygulatan meşhur bir kişi... Tabii bu mahkumların anlattığı bir meseledir, biz onların yalancısıyız...Dahası, Karagümrük Çetesi olarak bilinen Nuriş Biraderleri, Sabancı suikastının tetikçisi Mustafa Duyar’ın devlet kontrolü ve güvenliği altında tutulduğu cezaevine naklettirmiş kişi olarak da geçmişti ismi... Mustafa Duyar konuşamadan infaz edilmişti. Tabii bu da Nuriş kardeşlerin anlattığı bir başka meseledir, biz onların yalancısıyız... Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü görevini ifa ederken, bu tür üstün hizmetlerinden dolayı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den madalya almış... Terfisine terfi katılarak daha sonra da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmişti Ertosun. İşte bu kısmı, mahkumların anlattığı, bizim de yalancısı olduğumuz bir mesele değildir, el-hak; herkesin bildiği bir yükseliş öyküsüdür...Güler Zere’yi, bana göre iki sokak ötedeki Mustafa Kemal mahallesinden tanıyorum.…Salih Mirzabeyoğlu’nu, kitaplarından, şiirlerinden, resimlerinden tanıyorum.…Ajandamdaki üçüncü isim Leman Yurtsever, bir insan hakları aktivistidir. Kayıp anneleri, kadın işçilerin hakları ve toplumsal barış konulu pek çok ortamda, yan yana çalıştığımız bir feminist... Aynı görüşte olmamıza gerek yok aynı salonda çalışırken. Ki bu salon tüm Türkiye’dir. Nerede akan kan, akan gözyaşı varsa, nerede inleyen bir anne varsa, yanına gidip anlattıklarını dinlemekten geçen bir yaşama tecrübesidir Leman ile benim yollarımı kesiştiren... Leman Yurtsever’e Ankara Asliye Ceza Mahkemesi’nden 3 ay 15 gün hapis ve 400 TL. adli para cezası kararı çıktı. Sebebi ise dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Gn.Md.’ü Ali Suat Ertosun’a “insan hakları utanç belgesi” göndermesi... Leman, “Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi”nin koordinatörlerinden... Kamu görevlisine hakaretten aldı bu cezayı. Kararı verenler “yoğun kasıt”tan bahsetmişler. Pekala benim bu yazım da “yoğun kasıt”a girer. Zor iş anlayacağınız yazmak ve konuşmak bu ülkede...Kamuoyunda “F tipi Cezaevi” olarak bilinen vahim durum, hayata geçirilmesi tam 107 kişinin hayatına mal olmuş bir hukuk skandalıdır. Üstelik hücre tipi cezalandırmanın insan hak ve onuruna aykırı olduğunu savunan ve bu konuda girişimde bulunan herkesin “yasadışı” örgütlerle bir şekilde teması olduğu/olacağı sanrısı ile hareket edilmektedir. İşte, birbirinden ayrı bu üç ismi, benim ajandama yan yana yazdıran süreç de buradan besler kendini... Cezaevi koşullarının düzeltilmesini istemek, işkenceye, tecrit-izolasyon-hücre’ye hayır demek, potansiyel suçlu ilan edilmek demek...Bakalım ölümcül hastalık hali en sonunda Köşk’e kadar çıkabilen Güler Zere, hapishaneden hastahaneye geçebilecek mi? Yoksa “dışarıda olsaydı kim bilir kimi vururdu?” sorusuyla tüm dışarıdakileri, ancak içeri atınca rahat edecek zihniyete teslim olacak mıyız?Hukuk ve Adalet sadece sağduyu istemez, cesaret de ister. Cesaretse, korkmamak değildir, korktuğu anda bile sabırla durmayı gerektirir. Korkuyorum, ama sabırla durmak gerek... Birilerinin işkenceye ve hücreye hayır demesi, gözaltında tecavüze hayır demesi gerekiyor...” Başvurucu; kaleme alınan yazı vasıtasıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu, kişiliği ve geçmişi hedef alınarak terfi etmesi, "Devlet Üstün Hizmet Madalyasıyla" ödüllendirilmesi ve HSYK üyeliğine seçilmesinde mesleki yeterliliği ve liyakati değil, cezaevlerinde yapılan operasyonlar ve uyguladığı işkencelerin rol oynadığının belirtildiğini, derin ilişkileri olan biri olarak yansıtıldığını, yazıda alaycı ifadeler kullanılarak gazetecilik meslek ilkeleriyle bağdaşmayan isnatlarda bulunulduğunu, "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak bilinen operasyon kapsamında alınan karar ve uygulamaların yasal çerçeve içinde kaldığını belirterek yazının eleştiri sınırlarını aştığı iddiasıyla 1/11/2010 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme 1/11/2011 tarihli ve E.2010/470, K.2011/380 sayılı kararla davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:“... davacının Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü görevini ifa ettiği sırada cezaevleri ile ilgili alınan bir kısım kararların uygulanması sonucunda kamuoyunda 'Hayata Dönüş Operasyonu' adı ile bilinen olayların yaşandığının işlendiği, bu uygulamaların ağır bir şekilde eleştirildiği, yorumlandığı, davacının kişilik haklarına saldırı amacı taşımadığı....” Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/4/2012 tarihli ve E.2012/472, K.2012/5939 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama kararına karşı yapılan karar düzeltme başvurusu, Yargıtayın aynı dairesince 5/12/2012 tarihli ve E.2012/9819, K.2012/18560 sayılı kararla reddedilmiş ve ret kararı başvurucu vekiline 7/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1299 | Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapmış Anadoluda Vakit gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, telefonla haberleşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması, FETÖ/PDY) üyeliği suç isnadıyla Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/5/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Osmaniye 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu 13/9/2018 tarihinde tahliye edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (İdare ve Gözlem Kurulu) 1/8/2016 tarihli kararıyla 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan hüküm doğrultusunda belirtilen suçlardan tutuklu olanlar ve ilk defa tutuklanarak ceza infaz kurumuna gelen tutukluların olağanüstü hâlin devamı süresince on beş günde bir telefonla haberleşme hakkından faydalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu tarafından İdare ve Gözlem Kurulu kararına karşı Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet 15/1/2018 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; hükümlü ve tutukluları ziyaretin esas ve usulleri, kurumların yapısı dikkate alınarak düzenlenirken ziyaret ve telefon görüşme saatlerinin kişilerin bireysel durum ve isteklerine göre düzenlenemeyeceği, bireysel uygulama yapılmasının kurumun düzen, disiplin ve işlevselliğini bozacağı vurgulanarak ceza infaz kurumunun karar ve uygulaması ile OHAL kapsamında KHK'lar doğrultusunda alınan kararların usul ve yasaya uygun olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz reddedilmiştir. Karar gerekçesinde İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 1/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, §§ 18- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7688 | Başvuru, telefonla haberleşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36662 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 2007 yılında açtığı hizmet tespiti ve iş hukukuna dayalı alacak davalarının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 1/4/2014 tarihinde Erzurum Adliyesi Ön Büro Müdürlüğü vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine, 19/11/2007 tarihinde Erzurum İş Mahkemesinin E.2007/334 sayılı dosyasında işçi alacaklarının tahsili, 20/11/2007 tarihinde ise aynı Mahkemenin E.2007/342 sayılı dosyasında hizmet tespiti davası açmıştır. Hizmet tespiti davasına ilişkin yargılamada Mahkeme, 16/2/2010 tarih ve E.2007/342, K.2010/39 sayılı kararıyla, başvurucunun 25/5/2004–14/2/2005 tarihleri arasında davalı şirkete ait işyerinde çalıştığının tespitine karar vermiştir. Temyiz istemi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/2/2012 tarih ve E.2010/5990, K.2012/1272 sayılı ilâmıyla; davanın, temsilcide yanılma sonucu açıldığı ve Mahkemece gerçek temsilciye yöneltilmesi gerekirken gösterilen davalı aleyhine yargılamanın sonuçlandırıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Erzurum İş Mahkemesi bozmaya uyarak, taraf teşkili sağlandıktan sonra, 2/4/2013 tarih ve E.2012/187, K.2013/231 sayılı kararıyla davanın kabulüne hükmetmiştir. Temyiz istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/10/2013 tarih ve E.2013/8699, K.2013/18357 sayılı ilâmıyla, eksik inceleme ve araştırma sonucu hüküm kurulduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur. Erzurum İş Mahkemesi bozmaya uyarak, 31/12/2014 tarih ve E.2013/611, K.2014/709 sayılı kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. İşçi alacaklarının ödenmesine ilişkin yargılamada, hizmet tespiti davasının kesinleşmesinin beklenmesine karar verilmiş olup, yargılama Erzurum İş Mahkemesinin E.2007/334 sayılı dosyasında devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4509 | Başvurucu, 2007 yılında açtığı hizmet tespiti ve iş hukukuna dayalı alacak davalarının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/10306 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hükümlü olan ve sağlık sorunları bulunan başvurucunun tek kişilik odaya alınma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu kapsamında tutuklanarak Silivri 7 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Kurum) konulmuş ve ağır ceza mahkemesinin 6/12/2019 tarihli kararıyla müebbet hapisle cezalandırılmıştır. Başvurucu 21/7/2016-8/9/2016 tarihleri arasında tekli odada, 8/9/2016-24/1/2018 tarihleri arasında üç kişilik odada, 24/1/2018-19/12/2019 tarihleri arasında 36 kişinin kaldığı koğuşta, 19/12/2019-8/5/2020 tarihleri arasında 41 kişinin kaldığı koğuşta, 8/5/2020-9/7/2020 tarihleri arasında 43 kişinin kaldığı koğuşta barındırılmıştır. Başvurucu; depresif bozukluk, depresif nöbet, nevrotik kişilik bozukluğu, uyum bozukluğu ile anksiyöz kişilik bozukluğu teşhisleriyle psikiyatrik tedavi görmektedir. Ayrıca hepatit B virüsü taşıyıcısıdır. Kurum hastanesinin psikiyatri uzmanı tarafından düzenlenen 30/5/2019 tarihli raporda başvurucunun tekli odada kalmasının uygun olacağı ifade edilmiştir. Başvurucu 2/7/2019 tarihli dilekçeyle Kuruma başvurarak psikolojik rahatsızlıklarının olduğunu, bu kapsamda tedavi gördüğünü, rahatsızlıklarının ceza infaz kurumuna girdikten sonra artarak devam ettiğini, tekli odada kalması gerektiğine ilişkin olarak hakkında düzenlenen sağlık raporları bulunduğunu belirterek tek kişilik odada tutulmasını talep etmiştir. Çok hassas, alıngan, takıntılı ve her şeyi içinde büyüten biri olduğunu, rahatsızlıklarına yönelik düzenli kontrollerinin devam ettiğini ancak ortalama kırk kişinin kaldığı koğuşta insanlarla etkileşime geçmek zorunda kalmasının psikiyatrik sorunlarını artırdığını, taşıdığı ve kötüleşen bulaşıcı hastalığının da diğer mahpuslar için risk oluşturduğunu ileri sürmüştür. Kurum, tekli odaların tamamının dolu olduğu gerekçesiyle 8/7/2019 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararda, her ne kadar psikiyatri uzmanı tarafından başvurucunun tekli odada kalmasının uygun olacağı belirtilmişse de Kurumda bulunan tekli odalarda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan, hücrede tutulan ve bulaşıcı hastalık taşıdığı tespit edilen mahpusların barındırıldığı belirtilmiştir. Başvurucu; benzer nedenler ileri sürmüş ve koğuşta birlikte tutulduğu insanları takıntı hâline getirdiğini, olayları aşırı büyüttüğünü ancak bunu dışa vuramadığını, yalnız kalmaya ve ruh sağlığını bu şekilde iyileştirmeye ihtiyaç duyduğunu, yaşadığı rahatsızlıklar nedeniyle tekli odada kalması gerektiğini, bu hususun doktor raporuyla da ortaya konulduğunu belirterek Kurum kararının kaldırılması talebiyle infaz hâkimliğine şikâyet yoluna başvurmuştur. Ayrıca toplu şekilde koğuşta tutulmasının oluşturduğu stres nedeniyle troid bezi bozukluğu ile vertigo rahatsızlığı yaşadığını ileri sürmüştür. İnfaz hâkimliği, Kurum tarafından verilen kararın ve açıklanan gerekçelerin usule ve mevzuata uygun olduğunu belirterek şikâyetin reddine 5/9/2019 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu tarafından anılan karara karşı yapılan itiraz aynı gerekçeyle ağır ceza mahkemesince 7/10/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 7/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 6/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36513 | Başvuru, hükümlü olan ve sağlık sorunları bulunan başvurucunun tek kişilik odaya alınma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanımı nedeniyle hayati tehlike doğacak şekilde yaralanma ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/9/2013 tarihinde İstanbul'un Beyoğlu ilçesi Çukurlu Çeşme Sokak'ta bulunan üç Çevik Kuvvet polisinin ateşlediği biber gazı kapsüllerinden (göz yaşartıcı gaz fişeği) birinin alnına isabet etmesi sonucu yaralandığını belirterek yüzü kanlı vaziyette yanındaki birkaç kişiyle birlikte sokakta yürüdüğü esnada çekilen, üzerinde tarih ve saat ibaresi yer almayan bir fotoğrafı başvuru dosyasına sunmuştur. Olay yerine birkaç dakikalık yürüme mesafesinde bulunan Alman Hastanesi tarafından olay günü saat 00 sıralarında düzenlenen adli raporda; başka hususlar yanında alnının sağ tarafına gaz kapsülü gelmesi nedeniyle yaralandığını beyan eden başvurucunun bilincinin açık olduğu, alnının sağında 4-5 cm'lik bir kesi bulunduğu ve subdural hematom (beyin kanaması) tanısı nedeniyle hastaneye yatırıldığı belirtilmiştir. Başvurucu 13/9/2013 tarihinde on gün istirahat etmesi uygun görülerek taburcu edilmiştir. Başvurucu 17/9/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bir şikâyet dilekçesi vermiş ve olay günü saat 00-15 sıralarında Büyük Parmakkapı Sokak istikametinden gelen on kişilik Çevik Kuvvet polisinin ateşlediği biber gazı kapsüllerinden birinin alnına gelmesi sonucu yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucu; işletme adlarını verdiği, olayın gerçekleştiği sokakta bulunan altı işyerinin güvenlik kameraları ile bir apartmandaki MOBESE kamerasına ait görüntülerin incelenerek şüphelilerin tespitini, ayrıca Z.Ç., G.Z. ve E.B. isimli kişilerin (Cumhuriyet savcısı tarafından havale edilen dilekçede E.B.nin isminin üzeri çizilidir) tanık sıfatıyla dinlenilmelerini talep etmiştir. Başvurucu daha sonra verdiği, içeriği tespit edilemeyen bir dilekçeyle, olayın gerçekleştiği sokaktaki on bir işyerinin güvenlik kameralarına ait görüntülerin incelenmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır. A. Olay Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 17/9/2013 tarihli ifadesinde, olay günü saat 10-15 sıralarında Çukurlu Çeşme Sokak'ta yürüdüğü esnada Büyük Parmakkapı Sokak istikametinden gelen on kişilik Çevik Kuvvet polisinin ateşlediği biber gazı fişeklerinden birinin alnına isabet ettiğini, kendisine neden ateş edildiğini bilmediğini, çevrede herhangi bir olay olmadığını ve çevredekilerin yardımıyla hastaneye götürüldüğünü beyan etmiştir. Başvurucuyu muayene eden Alman Hastanesince hazırlanan adli raporları inceleyen İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 17/9/2013 tarihli raporda, başvurucuda meydana gelen yaralanmanın başvurucunun yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu ve yüzde sabit eser bulunup bulunmadığının tespiti için altı ay sonra yeniden muayene edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı; İstanbul Emniyet Müdürlüğü Personel, Çevik Kuvvet ve Muhabere Elektronik Şube Müdürlükleri ile Beyoğlu Emniyet Müdürlüğüne yazdığı 20/9/2013 ve 23/10/2013 tarihli müzekkerelerle;-Başvurucunun şikâyet dilekçesinde söz ettiği MOBESE kamerasının 10/9/2013 tarihinde saat 00-00 saatleri arasında kaydettiği görüntüler ile başvurucunun ek şikâyet dilekçesinde isimlerini verdiği on bir işyerine ait güvenlik kamerası görüntülerinin gönderilmesini,-Olay anında görevli olup göz yaşartıcı gaz fişeği kullanan görevlilerin tespitini istemiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 25/9/2013 tarihli tutanakta; Çukurlu Çeşme Sokakta ve (başka isimli bir) apartmanda MOBESE kamerası bulunmadığı, Çukurlu Çeşme Sokak'tan İstiklal Caddesi'ne gidiş istikametinde Büyük Parmakkapı Sokak üzerinde, bu sokak ile İstiklal Caddesi'nin kesişimindeki 8687 No.lu MOBESE kamerasının kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen olaylar sırasında zarar gördüğü ve bu nedenle devre dışı olduğu belirtilerek olay anına ilişkin görüntü kayıtlarına ulaşılamadığı belirtilmiştir. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenip Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 4/10/2013 tarihli tutanaktan; güvenlik kameralarına ait görüntüleri istenen on bir işyerinden sekizinin kamera görüntülerinin olmadığına dair yazılı cevap verdiği, üç işyerinin ise talebe cevap vermediği anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/11/2013 tarihinde Z.Ç. ve G.N.nin tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. i. Tanık Z.Ç.nin ifadesi şöyledir: "Olay günü [A.A.nın] Hatay'da öldürülmesini protesto için Taksim Meydanında toplanıldı. Polis herhangi bir gösteriye izin vermeden bir topluluğu Sıraselvilere doğru kalkanlarıyla sürdü.Sonra biz dağıldık. Hatta ondan sonrada biz konuşarak yürümeye başladık. Bir anda bir kalabalığın bize doğru geldiğini gördük. Onda neyin olduğunu anlamadan polisleri gördük. Polisleri görmemizle biber gazı fişeklerinin atılması aynı anda oldu. O sırada Melih Dalbudak'la yan yana yürüyorduk. Kalabalığın arasından dumanlar çıktı.Bu sırada Melih Dalbudak'ıfişek isabet etti.Ama doğrudan doğruya bu olayı gördüm.Dönüp baktığımızda Melih Dalbudak'ı gördük. Başından kanlar akıyordu. Ondan sonra tedavi altına alındı." ii. Tanık G.N.nin ifadesi şöyledir: "Olay günü [A.A.nın] Hatay'da öldürülmesini protesto için Taksim Meydanında Akşam saat 00 da toplanıldı. Polis herhangi bir gösteriye izin vermeden bir topluluğu Sıraselvilere doğru kalkanlarıyla sürdü. Biz de Sıraselvilerden Küçükparmak Sokak üzerinden yeniden İstiklal Caddesine gitmek istedi. O sırada birden İstiklal Caddesi tarafından bir polis saldırısı başladı. İnsanlar gerisin geri kaçıştılar. O sırada yüzümü İstiklal Caddesi tarafına döndüğümde bir polis ekibinin köşeyi dönüp Küçükparmak Sokaktan yukarıya biber gazı fişeği sıktığını gördüm. Polis diz çökmüş vaziyette doğrudan kalabalığı hedef alarak biber gazı tüfeğini adeta bir silah gibi sıkıyordu. İlk fişek başımın üstünden geçti ve bir binaya çarptı. İkinci fişek yine başımın üstünden geçti ve yere düştü. Bir arkadaş onu tekmeleyerek uzaklaştırdı. Artık yüzümü tekrar kalabalığa dönmüştüm ki bir fişek sesi daha duydum. O da kalabalığın arasına duman çıkararak gitti. Muhtemelen Melih Dalbudak'ı vuran bu fişek olmalı. Ama doğrudan doğruya görmüş değilim. Biraz ilerledik. Alman Hastanesinin oraya geldik. Dönüp baktığımızda Melih Dalbudak'ı gördük. Başından kanlar akıyordu. Yanında iki kişi kollarından tutmuş. Alman Hastanesine doğru götürüyorlardı." İstanbul Emniyet Müdürlüğü 27/11/2013 tarihinde, olay günü Çukurlu Çeşme Sokak ve Büyük Parmakkapı Sokak noktasında herhangi bir görevlendirme yapılmadığını belirterek olay gününde sözü edilen yerin çevresinde görevli olan kolluk görevlilerine ait listeleriCumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 26/12/2013 tarihli tutanakta; Çukurlu Çeşme Sokak üzerindeki bir işyerinin -ki bu işyeri kolluk görevlilerinin talebine cevap vermeyen üç işyerinden biridir- kameralarının kırk günlük kayıt yaptığı, aynı sokaktaki bir başka işyerinin kamerasının otuz günlük kayıt yaptığı, Büyük Parmakkapı Sokak'taki bir işyerinin kamerasının otuz günlük kayıt yaptığı, aynı sokaktaki bir başka işyerinde olay gününe ait kamera görüntüsü bulunmadığı ve Büyük Parmakkapı karşısında bulunan MOBESE kameralarının on beş günlük kayıt yaptığı, bu nedenle olay gününe ait görüntü elde edilemediği öğrenilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/1/2014 tarihinde, olay günü saat 00-30 saatleri arasında İstiklal Caddesi Çukurlu Çeşme Sokak'taki olaya ait vukuat raporu ile polis kamerası görüntülerinin gönderilmesi için İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne; göz yaşartıcı gaz fişeği kullanan kolluk görevlilerinin tespiti için ise Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ile Personel Şube Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Kolluk görevlilerince düzenlenen 10/2/2014 tarihli tutanakta, Çukurlu Çeşme Sokak'ta gerçekleştiği iddia edilen olaya ilişkin herhangi bir görüntü kaydının bulunmadığı belirtilmiştir. 10/9/2013 tarihinde saat 00-00 saatleri arasında Çukurlu Çeşme Sokak ve Büyük Parmakkapı Sokak'ta gaz mühimmatı kullanımına ait herhangi bir tutanak bulunmadığını bildiren İstanbul Emniyet Müdürlüğü, olay gününde olay yeri çevresinde göz yaşartıcı gaz kullanımında görevli olup farklı şubelerde görev yapan kolluk görevlilerinin isimlerini ve bu kişilerin kask numaralarını içeren listeleri Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucuyu 5/3/2014 tarihinde yeniden muayene eden İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü, belirgin bir dikkat sarf etmeden fark edilememesi nedeniyle başvurucunun alnındaki yara izinin sabit iz niteliğinde olmadığı sonucuna varmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/5/2014 tarihinde, emniyet görevlilerince veya TOMA'yla çekilen olay zamanına ait görüntülerin gönderilmesi için Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. TOMA'da olaya ilişkin herhangi bir görüntü kaydının bulunmadığını belirten İstanbul Emniyet Müdürlüğü, olay günü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Eğitim Büro Amirliğince çekilen görüntüleri Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/9/2014 tarihinde, olay anında gaz tüfeği kullanmakla görevli personelin kask numaralarının bildirilmesi, 20/11/2014 tarihinde ise olay günü saat 00-00 saatleri arasında Çukurlu Çeşme Sokak ve Büyük Parmakkapı Sokak'ta görev alan personelin gaz kullanımına ilişkin tutanağın bir örneğinin gönderilmesi için Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Bu müzekkereye verilen cevapta, konuyla ilgili tutanak bulunmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görevlendirilen ve dosyadaki görüntü kayıtlarını inceleyen bilirkişi tarafından hazırlanan 14/10/2014 tarihli rapordan görüntü kayıtlarının üzerinde herhangi bir tarih ve saat ibaresinin yer almadığı, görüntülerde ellerinde gaz tabancası olduğu tahmin edilen tabanca bulunan T-278 ve T-279 kask numaralı polis memurları olduğu gibi kask numarası tespit edilemeyen ve kaskı olmamasına rağmen maskeli olup gaz tabancası olduğu tahmin edilen tabanca taşıyan polis memurlarının da yer aldığı, görüntüleri çeken kişinin sürekli hareket hâlinde olması nedeniyle kameranın sürekli sarsılması ve görüntülerin karanlıkta çekilmesi nedeniyle yalnızca iki polis memurunun kask numaralarının tespit edilebildiği belirtilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü bilirkişi raporunda bahsi geçen T-278 kask No.lu polis memurunun E., T-279 kask No.lu polis memurunun ise F. olduğuna ve F.nin Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğüne atandığına ilişkin bilgiyi 14/11/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 19/11/2014 tarihinde E.nin şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. E.nin verdiği ifadenin ilgili kısmı şöyledir:"...10/09/2013 tarihi itibari ile Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görev yapıyordum. Çevik Kuvvet de görevliyken gaz mühimmatından FN (bilya tipi gaz mühimmatı atan tüfek) kursum vardı. Müştekinin yaralanması olayını hatırlamıyorum. Olay tarihinde ben gaz mühimmatı kullanmadım. Herhangi bir müdahale sonunda mühimmat kullanan personel kendisinin hangi mühimmattan ne kadar kullandığına dair tutanak düzenleyip ilgili birim amirliğine teslim etmektedir. Ben olay tarihi itibari ile Özel Tim Grup Amirliğinde çalıştığım için mühimmat kullandığım vakalara ilişkin tutanağı grup şefi düzenler. Kimin ne kadar hangi mühimmattan kullandığı tutanağa yazılır. Bu tutanaklar ilgili birimde muhafaza edilmektedir. 278 kask numaralı polis memuru bendim. Nadiren kaskların da değiştiği olmuştur. Ben kullandığım mühimmattan bir şahsın yaralandığını hatırlamıyorum..." Bir polis başmüfettişince Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 23/3/2015 tarihli yazıda bilirkişi raporunda görüntülerin karanlıkta çekilmiş olduğundan söz edildiğine, başvurucunun Alman Hastanesine başvuru saatinin 00 olduğuna ve olay günü güneşin saat25'te battığına dikkat çekilerek görüntülerin çekim zamanının olay saatiyle uyuşmayabileceği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 4/5/2015 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere yazarak polis memuru F.nin ifadesi alınmak üzere hazır edilmesini istemiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü 18/5/2015 tarihli yazıyla F.nin 2014 yılında Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğüne atandığını bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/8/2015 tarihinde F.nin ifadesinin istinabe yoluyla alınması için Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığından talepte bulunmuştur. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı üzerine Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü Yenişehir Polis Merkezinde kolluk görevlilerince 29/9/2015 tarihinde ifadesi alınan F. olay günü ekip şefi olarak görev yaptığını, kendilerine taşlı ve havai fişekli saldırıda bulunulduğunu, havai fişekli saldırı sona erince üzerine yürüdükleri grubun ara sokaklara kaçtığını, olay günü gaz kullanmadığını ve T-279 No.lu kaskın kendisine ait olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun polis memurlarına polis memurlarının da başvurucuya yönelik doğrudan bir eyleminin bulunmaması nedeniyle şüphelilerin eylemini taksirle yaralama suçu olarak niteleyen Cumhuriyet Başsavcılığı 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca İstanbul Valiliğinden şüpheliler E. ve F. hakkında 3/12/2015 tarihinde soruşturma izni istemiştir. İstanbul Valisi, soruşturma izni verilip verilmeyeceğinin tespiti için ön inceleme raporu, disiplin soruşturmasına gerek olup olmadığının tespiti için de araştırma raporu hazırlamak üzere İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı K.Y.yı ön incelemeci olarak görevlendirmiştir. Ön inceleme aşamasında başvurucu ile E. ve F.nin ifadeleri alınmıştır:i. Başvurucu, olay günü saat 10-15 sıralarında Çukurlu Çeşme Sokak'tan Büyük Parmakkapı Sokak istikametine doğru slogan atmadan ve polise mukavemette bulunmadan yürürken Büyük Parmakkapı yönünden gelen 10 kişilik bir Çevik Kuvvet polisinin sokaktaki kalabalığa üç el gaz fişeği attığını, bu fişeklerden birinin alnına isabet ettiğini, gaz fişeğini atan polis memurunu görmediğini ve yaralanması üzerine dağılan grubun arkasından plastik mermi atıldığını söylemiştir.ii. E. ifadesinde, içinde yer aldığı grubun olay günü herhangi bir müdahalede bulunup bulunmadığını hatırlamadığını ancak olay günü gaz kullanmadığını, başvurucuya gaz fişeği atanı görmediğini, T-278 kask No.lu polis memurunun kendisi olduğunu, herhangi bir mühimmat kullanan görevlinin buna dair tutanak düzenleyip ilgili birim amirine teslim etmesi gerektiğini, olay tarihinde Özel Tim Amirliğinde görevli olduğu için mühimmat kullandığı olaylara ilişkin tutanağı grup şefinin düzenlediğini, bu tutanağa kimin ne kadar mühimmat kullandığının yazıldığını ve tutanağın muhafaza edildiğini, ani gelişen olaylarda araçlardan hızlıca inilirken kaskların karıştırılabildiğini beyan etmiştir.iii. F. beyanında, olay günü geçici olarak ekip şefliği yaptığını ve Taksim Meydanı girişinde görevli olduğunu, saat 45 sıralarında İstiklal Caddesi'nde bir grubun yürümeye başladığını, gruptaki bazı kişilerin havai fişekler ve taşlarla kendilerine saldırdığını, kalkanlarla gruba doğru ilerleyince grubun dağıldığını, gruptaki kişilerin ara sokaklara kaçtığını, içinde bulunduğu ekibin Tarlabaşı Bulvarı'nda bir süre beklediğini, ara sokaklarda yapılan müdahaleler konusunda bilgi sahibi olmadığını, mühimmat kullanan görevlinin Sarf Tutanağı düzenlemesi gerektiğini, T-279 kask No.lu polis memurunun kendisi olduğunu, gaz silahını kullanmakla görevli polis memurunun bir ihtiyacını gidermesi için gaz silahını tuttuğu esnada fotoğrafının çekilmiş olabileceğini, elindeki silahın gaz tüfeği olduğunu hatırlamadığını, olay günü gaz kullanmadığını, fotoğrafın karanlık bir vakitte çekildiğini oysa başvurucunun havanın aydınlık olduğu 00 sıralarında yaralandığını iddia ettiğini ifade etmiştir. Ön inceleme dosyasında yer alan ve kolluk görevlilerince düzenlenen olay yeri değerlendirme tutanaklarına göre Hatay'da Orta Doğu Teknik Üniversitesine destek yürüyüşünde hayatını kaybeden bir kişinin ölümünden polisin sorumlu olduğunu iddia eden bazı sivil toplum kuruluşları, siyasi parti ve öğrenci hareketlerinin protestoda bulunacağını haber alan İstanbul Emniyet Müdürlüğü yetkilileri 10/9/2013 tarihinde saat 30'dan itibaren Taksim Meydanı, Gezi Parkı ve çevresinde gerekli emniyet tedbirlerini almıştır. Aynı gün, bir tutanağa göre saat 00 sıralarında, bir başka tutanağa göre ise 00 sıralarında 200 kişilik bir grup İstiklal Caddesi'nde toplanmış ve Taksim Meydanı girişine kadar slogan atarak yürümüştür. Taksim Meydanı girişinin gösterici gruba kapatılması sonrasında grupla polis arasında görüşmeler başlamıştır. Ara sokakların bazılarında barikatlar kurulduğunun öğrenilmesi üzerine Taksim Meydanı'nda görevli 38310 ve 3841 No.lu gruplar İstiklal Caddesi'ne paralel olan Kurabiye Sokak'a hareket etmiş; kolluk görevlilerine saldırıda bulunulması, barikat kurulması ve ateş yakılması üzerine saldırgan gruplara TOMA'dan sıkılan suyla müdahale edilmiştir. Ara sokaklara kaçan ve zaman zaman tekrar bir araya gelen gruplar kamuya ve özel kişilere ait eşyalara zarar vermiştir. Kolluk görevlileri, olaylar sırasında kontrollü olarak ve topluluğu dağıtacak şekilde yirmi zet fişeği (gaz kapsülü, gaz fişeği) kullanmıştır. Ön inceleme dosyasından anlaşıldığı kadarıyla müdahalede herhangi bir Çevik Kuvvet polisi yaralanmamıştır. Ön incelemeci 1/2/2016 tarihinde ön inceleme raporunu sunmuştur. Anılan raporda;-Çukurlu Çeşme Sokak üzerinde MOBESE kamerasının bulunmaması nedeniyle olaya ilişkin görüntü kaydının olmadığı, -Çukurlu Çeşme Sokak'tan İstiklal Caddesi'ne gidiş istikametinde Büyük Parmakkapı Sokak ile İstiklal Caddesi kesişiminde yer alan 8687 No.lu MOBESE kamerasına göstericiler tarafından zarar verilmesi nedeniyle MOBESE kamerasındangörüntü alınamadığı,-Çukurlu Çeşme Sokak için herhangi bir görevlendirme olmadığı,-Taksim Meydanı'nda görevli Çevik Kuvvet gruplarının saat 00 sıralarında slogan atarak yasa dışı gösteri yapan gösterici grupları, İstiklal Caddesi'ne paralel sokak olan Kurabiye Sokak içinde arkadan takip ettiği, ayrıca Taksim Meydanı ve çevredeki Çevik Kuvvet gruplarının da kendilerine yönelik saldırılara ve gösterilere gerekli müdahaleyi yaptığı, Çevik Kuvvet gruplarının olayların durumuna göre görevlendirildikleri yerlerden ayrılarak gösterici grupları takip edebildiği, olay günü Çukurlu Çeşme Sokak yakınında görevli çok sayıda Çevik Kuvvet grubunun bulunması nedeniyle hangi grup veya grupların müdahale ettiğinin belirlenemediği,-F. ve E.nin 10/9/2013 saat 00-30 sıralarında olay yeri ve çevresinde görevli oldukları anlaşılan Özel Tim Amirliğine bağlı grupların göz yaşartıcı gazlar ve gaz maskeleri kullanımı kursu alan personel listesi ile gaz tüfeği kullanmakla görevli personel listesinde yer almadığı,-Kamera görüntülerinde gazla müdahaleye dair görüntülerin olmadığı, başvurucu saat 00'da hastaneye başvurduğuna göre olayın saat 00'dan önce gerçekleştiği, kamera görüntülerinde tarih ve saate ilişkin bilgi bulunmadığı, kamera görüntülerinde havanın karanlık olduğu, görüntülerin başka bir olayda çekilmiş olabileceği,-Olay günü yapılan ikazlara rağmen gösterici grupların yollara barikat kurup güvenlik güçlerine taşlı ve sopalı saldırılarda bulunduğu, bu durumda zor kullanmanın kaçınılmaz olduğu, gaz ve suyla yapılan müdahalenin taşlı, sopalı ve molotoflu saldırıda bulunan gruba yönelik olduğu, müdahalenin tamamen hukuk çerçevesinde yapıldığı,-Olayda iddiadan öte bir tespit yapılamadığı ve herhangi bir personel tespit edilemediği belirtilerek disiplin soruşturma açılmasına gerek olmadığına ve soruşturma izni verilmemesine karar verilmesi önerilmiştir. Ön inceleme raporunda yer alan tespitlere istinaden İstanbul Valisi 16/2/2016 tarihinde E. ve F. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucunun soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara yaptığı itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulu (Bölge Kurulu) tarafından E. ve F. hakkında yapılan ön inceleme sonucunda hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibarıyla mevcut olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan karar 12/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 7/9/2016 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Soruşturma izni verilmemesi nedeniyle E. ve F. yönünden soruşturma yapılmamasına karar veren Cumhuriyet Başsavcılığı 12/10/2016 tarihinde, şüphelilerin tespit edilemediği gerekçesiyle zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu şüphelileri hakkında daimî arama kararı vermiştir.Daimî arama kararında yer alan, soruşturmaya konu suçla ilgili normlar 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun , ve maddeleridir.B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, başvuruya konu olay nedeniyle İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü aleyhine İstanbul İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açarak 000 TL'si maddi, 000 TL'si manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminat talep etmiştir. İdare Mahkemesi, yaptığı yargılama sonunda davanın esasıyla ilgili olarak polis memurları tarafından atılan biber gazı kapsülü nedeniyle başvurucunun beyin kanaması geçirdiği gerekçesiyle başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiş, ancak maddi zararın ortaya konulamaması nedeniyle başvurucun maddi tazminat istemini reddetmiştir. Davalı idarelerin olay günü yasaların idarelere yüklediği görevlerin yerine getirilmesi nedeniyle olayda hizmet kusuru bulunmadığına ilişkin itirazlarını 23/12/2016 tarihinde reddeden İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi, davalı idarelerin karar düzeltme istemlerini de 18/4/2017 tarihinde reddetmiştir. A. Ulusal Hukuk Polisin Güç Kullanımı Yönünden 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir...." İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli “Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge”de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir. 30/12/1982 tarihli Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği'nin maddesinde gösteri sırasında uygulanacak izleme, kontrol ve müdahalelere ilişkin prensipler belirtilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tüm kolluk birimlerine gönderilen 15/12/2008 tarihli ve 19 sayılı “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları” konulu Genelge, Aralık 2008 tarihinde hazırlanan “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı”na atıf yapmaktadır. Bu talimat göz yaşartıcı gaz silahlarının özelliklerini, kullanım yöntemlerini ve gazın etkilerini açıklamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen bu talimatın ilgili kısımları şöyledir:"… Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarını Kullanma Taktikleri...-Göz yaşartıcı maddeler gaz ekibinden sorumlu amirin şartları değerlendirmesi neticesinde, vereceği taktik doğrultusunda ve belirttiği dozda kullanılır....-Göz yaşartıcı maddelerin dozu topluluğun veya kişinin direncine ve karşı koymasına orantılı olarak kademeli bir şekilde arttırılır.-Göz yaşartıcı gaz fişekleri doğrudan insan vücudunu hedef alacak şekilde atılmaz. -Göz yaşartıcı maddeler direniş ve saldırısına son vermiş kişilere karşı asla kullanılmaz.-Göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanan veya kullanacak her personel, mühimmatı üreten firmanın belirttiği kullanma talimatı ve uyarılar hakkında bilgilendirilir. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarının Açık ve Kapalı Alanlarda Kullanım Taktikleria) Açık Alanlarda-Toplumsal olaylarda kalabalığı daha küçük parçalara bölerek dağıtmak, aralarındaki etkileşimi zayıflatarak tahrikçilerin etkilerinden diğerlerini kurtarmak için Göz Yaşartıcı Maddeler kullanılabilir.-Toplumsal olaylarda göz yaşartıcı madde kullanımında aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır. ...-Gazdan etkilenen şahısların kaçış yolları açık tutulmalıdır. Kaçış yolu açık tutulmazsa kalabalığı dağıtmak mümkün olmadığı gibi sıkıştırılan insanlar da daha fazla saldırganlaşırlar. Ayrıca, kaçış yolunun iyi tayin edilmesi gereklidir. Kalabalığın tahribat yapabileceği, iş merkezlerinin ve yerleşim merkezlerinin bulunduğu bölgelere geçiş kapatılmalı, grubun zarar verme ihtimali en düşük olan ve küçük parçalara ayırma imkânı bulunabilen bölgelere geçiş açık tutulmalıdır.-Kullanılacak olan mühimmatların menzilinin ne kadar olduğunun bilinmesi ve buna göre hedeflenen noktaya ulaşıp ulaşamayacağının düşünülerek, uygun mesafeden atılması gerekir. Ayrıca, mühimmatın geri atılabileceği ve etki alanı da düşünülerek, toplumsal olayın durumuna uygun mühimmatların kullanılması gereklidir.-Kalabalığın özellikleri ve büyüklüğü dikkate alınmalıdır. Çok büyük bir topluluğun ortasına gaz mühimmatları atıldığında içeriden dışarıya doğru bir kaçış olacağı düşünüldüğünde, bu büyük topluluğun dış kısmındakilerin gazdan etkilenmedikleri için açılmayabilecekleri ve ezilmelerin olabileceği düşünülmelidir.... Göz Yaşartıcı Gazla Müdahale Kademeleri-Topluluk ile polis arasındaki mesafeye göre tercih edilmesi gereken göz yaşartıcı gaz mühimmatlarına ilişkin esaslar aşağıda belirtilmiştir.a) Kademe: Yakın mesafe (1–15 metre) Gaz Spreyi ve Model 5 Gaz Tüpü ile yapılan müdahale şeklidir. Kalkan hattına yüklenen grubu, gazın fiziksel ve psikolojik etkisi vasıtasıyla minimum 15 metre etki altına alabilir.b) Kademe: Orta mesafe (15–30 metre) Gaz El Bombaları ile yapılan müdahale şeklidir. Kademe Müdahale sonunda dağılmamakta ısrar eden ve saldırgan özelliğini koruyan gruplara karşı kullanılır. Meteorolojik şartlara göre değişmekle birlikte bir adet gaz el bombası 50 metre kare alanı etkisi altına alabilir.c) Kademe: Uzak Mesafe (30–150 metre) 37/38 mm. Gaz Tüfeği ile yapılan müdahale şeklidir. Kademe Müdahaleye müteakip toplanmaları engellemek ve grubu dağılım güzergâhlarına yönlendirmek amacıyla kullanılır. Kullanıcının vücuduna 45 derece açı ve ideal hava şartlarında yapılan atış ile 150 m mesafe ötesi etki altına alınabilir." Polisin Güç Kullanımı Sonucu Meydana Gelen Yaralanmalar ile Bunların Soruşturulması Yönünden 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin son fıkrası şöyledir:"765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz." 4483 sayılı Kanun’un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.... (Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur. (Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir..." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur." 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir......... Verilen kararlar kesindir." 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Kuvvei cebriye imaline memur olanlar ve bilümum zabıta ve ihzar memurları memuriyetlerini icrada ve mafevkınde bulunan amirin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka surette bir kimse hakkında sui muameleye veya cismen eza verecek hale cür'et eder yahut ol kimseyi darp ve cerh eyler ise bir aydan üç seneye kadar hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezalariyle cezalandırılır. Eğer işlediği cürüm bu fiillerin fevkınde ise o cürümlere terettüp eden cezaya üçte bir miktarı zammolunur. " 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şeklinde Hakkında Kanun'un "Yollamalar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ... (3) Kasten yaralama suçunun; ... d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, e) Silahla, İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır. " 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma....Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz. ..." 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun; ...e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, ...Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır." Yargıtay Ceza Dairesi 21/1/2009 tarihli ve E.2008/15833, K.2009/405 sayılı kanun yararına bozma kararında, 765 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan suçun karşılığını oluşturan 5237 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma iznine tabi olmayacağını belirterek kanun yararına bozma istemini yerinde bulmuştur. B. Uluslararası Hukuk Göz yaşartıcı gaz kullanımı ile ilgili uluslararası belgeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) göz yaşartıcı gaz kullanılmasında kullandığı ilkeler Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§31-35) kararında, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği iddialarının incelenmesinde kullandığı ilkeler ise Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-96) kararında yer almaktadır. AİHM, başvuruculara karşı fiziki güç kullanan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin şikâyeti incelediği İşeri ve diğerleri/Türkiye (B. No: 29283/07, 9/10/2012, § 42) kararında 4483 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca soruşturma konusu fiilin soruşturma izni gereken bir suç olmadığına işaret edip daha önceki içtihatlarına da atıf yaparak idari makamlar tarafından yürütülen soruşturmanın bağımsız bir makam tarafından yürütülen bir soruşturma olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki bir başka karar için bkz. Karahan/Türkiye, B. No: 11117/07, 25/3/2014, § 45). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/16050 | Başvuru, kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanımı nedeniyle hayati tehlike doğacak şekilde yaralanma ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 21/7/2016 tarihinde tutuklanarak Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun 19/9/2016 tarihli kararıyla başvurucunun kurum güvenliği gerekçesiyle tek kişilik odaya alınmasına karar verilmiştir. İdare ve Gözlem Kurulunun kararına karşı yapılan itiraz Eskişehir İnfaz Hâkimliğinin 6/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin 14/12/2016 tarihli kararıyla kesinleşmiştir. Anılan karar başvurucuya 22/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 23/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 6/2/2018 tarihinde FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan mahkûmiyetine ve tahliyesine karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararına ilişkin istinaf incelemesi devam etmektedir. Anayasa Mahkemesi Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun barındırılma koşullarına ilişkin bilgi ve belge talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından gönderilen bilgiler ile Bakanlık tarafından bildirilenler ışığında başvurucunun barınma koşulları şu şekildedir:i. Başvurucu tahliye edilene kadar 19/9/2016-6/2/2018 tarihleri arasında tek kişilik odada barındırılmıştır.ii. Başvurucunun barındırıldığı tek kişilik odaların her birinin 7,98 m2 ile 12,17 m2 arasında değişen kullanım alanı olup buna ek olarak 25 m2lik alanda tuvalet ve banyo alanı bulunmaktadır. iii. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumuna kabulünden buradan tahliye edildiği tarihe kadar toplamda 60 kez yakınlarıyla, 20 kez avukatıyla görüşmüştür. Yakınlarıyla yaptığı görüşmelerin 55'i ve avukatıyla yaptığı görüşmelerin 16'sı başvurucu tek kişilik odaya alındıktan sonra gerçekleşmiştir. Ayrıca başvurucu, 34'ü tek kişilik odaya alındıktan sonra olmak üzere 37 kez de yakınlarıyla telefonla görüşmüştür. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunda barındırıldığı süre boyunca kütüphaneden yararlanmayı talep etmiş, bunun üzerine kendisine toplamda 68 kitap verilmiştir. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sürede birçok defa kantin ve alışveriş imkânlarından faydalanmıştır. Bu yönüyle açık ve kapalı görüş, telefonla görüşme yapabilme, avukatla görüşebilme, sosyal imkânlardan faydalanma hakları kısıtlanmadan başvurucuya tanınmıştır. iv. Başvurucu 19/9/2016-6/2/2018 tarihleri arasında her gün düzenli olarak havalandırma imkânından faydalandırılmıştır. 19/9/2016-1/12/2017 tarihleri arasında havalandırma imkânından tek başına, 1/12/2017-6/2/2018 tarihleri arasında aynı bölümde ve aynı suç grubundan barındırılmakta olan diğer tutuklu ve/veya hükümlülerle birlikte ortak bir avluyu kullanmak suretiyle havalandırma hakkından günde 1 saat faydalandırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Raşit Konya, B. No: 2017/26780, 28/6/2018, §§ 15-30; Timur Demir, B. No: 2018/33190, 9/5/2019, §§ 14- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5223 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanuni düzenlemenin değiştirilmesine rağmen lehe olan yeni düzenleme gözetilmeden karar verilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, tıbbi sarf malzemeleri alım ve satımı yapan bir anonim şirkettir. Rekabet Kurulu (Kurul), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının şikâyeti üzerine başvurucu Şirketin de aralarında bulunduğu yirmi sekiz şirket hakkında tıbbi sarf malzemeleri pazarında, iyileştirici nitelikteki kardiyoloji sarf malzemesi sağlayıcısı teşebbüslerin aralarında anlaşarak 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un maddesini ihlal ettikleri iddiası ile ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Anılan soruşturma sonucuna göre Kurul, 4054 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemelere aykırı olarak başvurucu Şirketin sarf malzemesi sağlayıcısı olan diğer teşebbüslerle anlaşarak ilgili pazardaki ürünlerin arz koşullarının piyasa dışında belirlenmesine yol açtığı, bunun ağır rekabet ihlali olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Kurul 16/3/2007 tarihli kararıyla, anılan Kanun'un maddesinde yer alan düzenleme uyarınca başvurucu Şirketin son eylem tarihinden önceki yılına ait gayrisafi gelirinin %5'i oranında olmak üzere 285,96 TL idari para cezası verilmesine karar vermiştir. Başvurucu Şirketin Kurul kararıyla verilen idari para cezasının iptali istemiyle açtığı dava Danıştay Onüçüncü Dairesinin (Daire) 16/2/2010 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... stent ve pil satışı ile iştigal eden davacı şirketin, Kardiyoloji Çalışma Grubu (KÇG) üyesi olduğu ve Pacing ve Elektrofizyoloji Malzemeleri Dağıtıcısı Firmalar Platformu (PEFiP) Etik Kodeksini kabul ettiği, pazarda faaliyet gösteren soruşturma tarafı teşebbüslerle birlikte hastanelerden konsinye malzemelerin çekilmesi ve hastanelere mal vermemeye ilişkin olarak hazırlanan bildiriye imza attığı, adi ortaklık sözleşmesini ve 000 ABD Dolarlık borç senedini imzaladığı, rakiplerle birlikte mal vermeme boykotunu uyguladığı, konsinyeleri hastanelerden çekmek ve ihalelere katılmamak suretiyle ilgili pazardaki ürünlerin arz koşullarının piyasa dışında belirlenmesine yol açtığı, ayrıca rakip teşebbüslerle birlikte pazardaki fiyat ve satım şartlarını belirlediği, pazar paylaşımı eylemlerine katıldığı ve rakiplerinin faaliyetlerini zorlaştırmaya yönelik eylemlerde bulunduğu anlaşılmaktadır.Rekabet Kurulunca, fiyat tespiti, pazar paylaşımı, ihale tekliflerinin ortak ayarlanması, arz boykotu ve rakip teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılmasına yönelik bu davranışların, rekabetçi sürecin merkezine doğrudan müdahaleyi temsil ettiği için ağır rekabet ihlâli olarak kabul edildiği; 4054 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca idarî para cezası takdir edilirken; ihlâl sürecinde teşebbüslerin stratejilerini ayrıntılı olarak ortaya koymaları, bu stratejileri gerçekleştirmeye yönelik örgütlenmeler kurup bu örgütlenmelerde organizasyonel bir yapı oluşturmaları, aralarındaki iletişimi sürekli kılmak üzere e-posta grupları kurmaları, yapılan anlaşmalara uyumu sağlamak üzere yaptırım mekanizmaları geliştirmeleri ve birbirlerini denetlemelerinin, teşebbüslerce rekabetçi sürecin kasıtlı olarak engellendiğini kanıtladığı; kartele taraf teşebbüslerin iyileştirici nitelikte kardiyoloji sarf malzemesi sağlayıcısı teşebbüslerin önemli bir kısmını oluşturması ve SSK, Emekli Sandığı, Bağ- Kur ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının ülkemizdeki sağlık hizmetlerinin yaklaşık %90’ını finanse eden kuruluşlar olmasından ötürü, kartel üyelerinin bu kurumlara yönelik uyguladığı mal vermeme boykotu, konsinyelerin geri çekilmesi, toplu ihalelere katılmama gibi eylemlerinin sağlık hizmetlerinin sunumunda çok ciddi sıkıntılara neden olduğu; bu nedenle teşebbüslerin mal vermeme boykotunun kısa sürmesine rağmen, ilgili pazarda etkisini derhal göstererek amacına ulaştığı hususlarıyla birlikte, rekabet ihlâli yaptığı tespit edilen teşebbüslerin bu ihlâllerin ortaya çıkışındaki rolleri, gerçekleştirdikleri ihlâllerin niteliği ve süresinin de dikkate alındığı; bu bağlamda 4054 sayılı Kanun’un maddesini ihlâl ettikleri saptanan teşebbüslerden bir kısmının kartelin oluşumunda ve yürütülmesinde öncülük edip kartel organizasyonunda aktif rol aldıkları, diğer teşebbüslerin ise yapılan anlaşmalara uymakla birlikte kartel organizasyonunda öncü olmadıkları yolunda değerlendirmeler yapıldığı görülmektedir. Bu durumda, işlem dosyasında yer alan bilgi ve belgeler karşısında, aralarında davacı şirketin de bulunduğu teşebbüslerin, tıbbi sarf malzemeleri pazarında, arz koşullarının piyasa dışında belirlenmesi, fiyat ve satım şartlarının rakiplerle birlikte tespit edilmesi, pazarın bölüşülmesi ve rakip teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması suretiyle 4054 sayılı Kanun’un maddesini ihlâl ettikleri açık olduğundan, Rekabet Kurulunca usulüne uygun olarak yürütülen soruşturma sonucunda davacı şirkete, 4054 sayılı Kanun'un işlem tesis tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları uyarınca, eylemin en son 2002 yılında gerçekleştiği ve şirketin yukarıda belirtilen durumu dikkate alınarak, 2001 yılı sonunda oluşan gayri safi gelirlerinin takdiren %5'i oranı üzerinden idarî para cezası verilmesine ilişkin dava konusu Rekabet Kurulu kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu Şirket; soruşturma aşamasında savunma haklarını yeterince kullanamadıklarını, Kurulun başvuru yolları bakımından bilgi verme yükümlülüğüne uymadığını, gerekçeli kararın yazımı aşamasında yasal süreye uyulmadığını, haklarındaki ceza davasında eylemleri nedeniyle beraat kararı verildiğini, aynı olay ve delillere dayanılarak idari para cezası verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, rekabeti sınırlayıcı bir anlaşmanın ortaya konulamadığını belirterek temyiz isteminde bulunmuştur. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 20/2/2014 tarihli kararıyla temyiz istemini reddederek Dairenin kararını onamıştır. Başvurucu Şirket, temyiz aşamasındaki iddialarına ek olarak karar düzeltme dilekçesinde 4054 sayılı Kanun'un 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirildiğini ifade etmiştir. Bu değişiklik ile getirilen idari para cezası miktarının belirlenmesine ilişkin lehe düzenlemelerin dikkate alınmadığını, bir başka ifadeyle nihai karardan bir önceki mali yıl sonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihai karar tarihine en yakın mali yıl sonunda oluşan cironun esas alınması gerektiğini zira nihai karardan bir önceki yıl sonunda oluşan cirosunun daha düşük olduğunu, dolayısıyla daha az ceza uygulanması gerektiğini ifade ettiğini ancak son eylem tarihinden bir önceki yılın cirosunun esas alındığını, emsal dosyalarda farklı kararlar verildiğini belirterek karar düzeltme isteminde bulunmuştur. İDDK'nın 14/12/2015 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin de reddedilmesiyle yargısal süreç tamamlanmıştır. Nihai karar 5/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket 27/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Kanunlar 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.'' 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Genel kanun niteliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanunun;a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,uygulanır." 5326 sayılı Kanun'un "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler bakımından da uygulanır. Ancak, kabahatler karşılığında öngörülen idarî yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhal uygulama kuralı geçerlidir.'' 4054 sayılı Kanun'un "Rekabeti Sınırlayıcı anlaşma, uyumlu eylem ve kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır.Bu haller, özellikle şunlardır:a) Mal veya hizmetlerin alım ya da satım fiyatının, fiyatı oluşturan maliyet, kâr gibi unsurlar ile her türlü alım yahut satım şartlarının tespit edilmesi,b) Mal veya hizmet piyasalarının bölüşülmesi ile her türlü piyasa kaynaklarının veya unsurlarının paylaşılması ya da kontrolü,c) Mal veya hizmetin arz ya da talep miktarının kontrolü veya bunların piyasa dışında belirlenmesi,d) Rakip teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması, kısıtlanması veya piyasada faaliyet gösteren teşebbüslerin boykot ya da diğer davranışlarla piyasa dışına çıkartılması yahut piyasaya yeni gireceklerin engellenmesi,e) Münhasır bayilik hariç olmak üzere, eşit hak, yükümlülük ve edimler için eşit durumdaki kişilere farklı şartların uygulanması,f) Anlaşmanın niteliği veya ticarî teamüllere aykırı olarak, bir mal veya hizmet ile birlikte diğer mal veya hizmetin satın alınmasının zorunlu kılınması veya aracı teşebbüs durumundaki alıcıların talep ettiği bir malın ya da hizmetin diğer bir mal veya hizmetin de alıcı tarafından teşhiri şartına bağlanması ya da arz edilen bir mal veya hizmetin tekrar arzına ilişkin şartların ileri sürülmesi,Bir anlaşmanın varlığının ispatlanamadığı durumlarda piyasadaki fiyat değişmelerinin veya arz ve talep dengesinin ya da teşebbüslerin faaliyet bölgelerinin, rekabetin engellendiği, bozulduğu veya kısıtlandığı piyasalardakine benzerlik göstermesi, teşebbüslerin uyumlu eylem içinde olduklarına karine teşkil eder.Ekonomik ve rasyonel gerçeklere dayanmak koşuluyla taraflardan her biri uyumlu eylemde bulunmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir." 4054 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının işlem tarihinde yürürlükte olan şekli şöyledir: "Bu Kanunun 4 üncü ve 6 ncı maddesinde yasaklanmış olan davranışları gerçekleştirdiği Kurul kararı ile sabit olanlarla bu Kanunun 11 inci maddesinin (b) bendinde yazılı davranışlarda bulunanlara iki yüz milyon liradan aşağı olmamak üzere, ceza verilecek teşebbüs niteliğindeki gerçek ve tüzelkişiler ile teşebbüs birlikleri ve/veya bu birliklerin üyelerinin bir yıl önceki malî yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safî gelirinin yüzde onuna kadar para cezası verilir." 4054 sayılı Kanun'un maddesinin (5728 sayılı Kanun ile değişik) ikinci fıkrasının yürürlükte olan şekli şöyledir: "Bu Kanunun 4, 6 ve 7 nci maddelerinde yasaklanmış davranışlarda bulunanlara, ceza verilecek teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerinin nihai karardan bir önceki mali yıl sonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihai karar tarihine en yakın mali yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin yüzde onuna kadar idarî para cezası verilir."B. Danıştay İçtihadı Dairenin 15/1/2007 tarihli ve E.2006/1286, K.2007/140 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Rekabet Kurulu'nun 2003 tarih ve 03-55/645-296 sayılı kararıyla, davacının da aralarında bulunduğu Ankara ilinde faaliyet gösteren ve 'sürücü olur' raporu vermeye yetkili polikliniklerin, 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlal ettikleri belirtilerek, soruşturma kapsamındaki teşebbüslerin sektördeki cirolarının düşüklüğü dikkate alınarak aralarında davacı şirketin de bulunduğu her bir teşebbüse, Kanun'un maddesinin fıkrası ve Rekabet Kurulu'nun 2003/1 sayılı Tebliğ hükümleri uyarınca asgari ceza tutarı olan -TL idarı para cezası verildiği, belirtilen Kurul kararının iptali istemiyle Dairemizin E:2005/5818 esasında kayıtıı davanın açıldığı, bu davada verilen 2005 tarih ve E:2005/5818, E:2005/3612 sayılı kararla, soruşturmayı yürüten Kurul üyesinin, nihaı karar toplantısına katılarak oy kullandığından hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar verildiği, davacı hakkında iptal kararı üzerine alınan 2005 tarihli dava konusu Rekabet Kurulu kararıyla da, daha önceki karardaki saptamalar dikkate alınarak, davacının Kanun'un maddesinde bulunan rekabet ihlallerine katıldığı belirtilerek, Rekabet Kurulu'nun 2003/1 sayılı Tebliğ hükümleri uyarınca asgari ceza tutarı olan -TL idarı para cezası verildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, ihlalin gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun hükmü, 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Kanun'un maddesiyle yürürlükten kaldırılıp, aynı Kanun'un maddesiyle diğer kanunlardaki para cezalarının artırılması ve usulü yeniden belirlendiğinden, ve dava konusu kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan 2005/2 sayılı Tebliğ hükümleri uyarınca da söz konusu para cezasında lehe düzenleme yapılması nedeniyle, ortaya çıkan yeni hukukı durum dikkate alınarak işlem tesis edilmesi gerekirken, 2003/1 sayılı Tebliğ hükümleri uyarınca davacıya idari para cezası verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir." Dairenin 7/5/2010 tarihli ve E.2007/14508, K.2010/3849 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" ... 4054 sayılı Kanun'un işlem tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, yasaklanmış olan davranışların gerçekleştirildiği tarihten bir yıl önceki malî yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirinin yüzde onuna kadar para cezası verileceği yolundaki hüküm, 2008 tarihli ve 26781 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un maddesi ile 'Bu Kanunun 4, 6 ve 7 nci maddelerinde yasaklanmış davranışlarda bulunanlara, ceza verilecek teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyelerinin nihaî karardan bir önceki malî yıl sonunda oluşan veya bunun hesaplanması mümkün olmazsa nihaî karar tarihine en yakın malî yıl sonunda oluşan ve Kurul tarafından saptanacak olan yıllık gayri safi gelirlerinin yüzde onuna kadar idarî para cezası verilir.' şeklinde değiştirilmiştir.Diğer taraftan, 5326 sayılı Kabahatlar Kanunu'nun 'Genel Kanun Niteliği' başlıklı maddesinde; bu Kanun'un idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, diğer genel hükümlerinin, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı, 'Zaman Bakımından Uygulama' başlıklı maddesinin Fıkrasının göndermede bulunduğu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin Numaralı fıkrasında ise; suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümlerinin farklılığı halinde, failin lehine olan kanunun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu yasal düzenlemeler uyarınca, 4054 sayılı Kanun maddesinin ifinci fıkrasında yapılan değişikliğin davacı lehine bir sonuç doğurup doğurmadığı önem arz etmektedir. Davacı şirkete, 4054 sayılı Kanun'un işlemin tesisi tarihinde yürürlükte olan maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, eylemin en son 2002 yılında gerçekleşmesi nedeniyle bu tarihten bir önceki mali yıl olan 2001 yılı gayri safi geliri üzerinden para cezası verildiğinden, buna karşın anılan maddede yapılan değişiklik uyarınca, nihaî karar tarihi olan 2007 tarihinden bir önceki malî yıl olan 2006 yılı gayri safi geliri üzerinden para cezası verilmesi gerektiğinden ve Dairemizce 2010 tarihinde yapılan duruşma sırasında davacı şirket vekili tarafından, dava konusu karardan bir önceki yıl olan 2006 malî yılı sonunda şirketin yıllık gayri safi gelirinin, 2001 yılı sonunda oluşan gayri safi gelirlerine göre daha düşük olduğu belirtilerek, bu lehe durumun uygulanması gerektiği ileri sürüldüğünden, Dairemizin 2010 tarihli ara kararı ile taraflardan, davacı şirketin 2006 malî yılı sonunda oluşan yıllık gayri safi gelirini tevsik edecek vergi dairesi onaylı belgelerin gönderilmesi istenilmiş olup, gelen yanıtlarla dosyada mevcut 2001 yılı gayri safi gelirinin karşılaştırılmasından, daha düşük olduğu belirlenen 2006 yılı gayri safi geliri üzerinden para cezası verilmesinin davacı şirketin lehine bulunduğu, diğer bir deyişle, 4054 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında daha sonra yapılmış olan değişikliğin davacı şirket lehine bir durum yarattığı saptanmıştır.Bu durumda; tıbbi sarf malzemeleri pazarında faaliyet gösteren diğer teşebbüslerle birlikte 4054 sayılı Kanun'un maddesini ihlâl ettiği saptanmış olan davacı şirketin, 4054 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan ve lehine sonuç doğuran değişiklikten yaralandırılarak, nihaî karar tarihine en yakın mali yıl olan 2006 yılı sonunda oluşan yıllık gayri safî geliri üzerinden cezalandırılması gerektiğinden, işlem tesis tarihinde yürürlükte olan kanun hükmü uyarınca 2001 yılı sonunda oluşan yıllık gayri safî gelirlerinin %5'i üzerinden para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu Rekabet Kurulu kararında hukuka uyarlık görülmemiştir. " Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Dairesinin 23/12/2014 tarihli ve E.2014/20589, K.2014/22335 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yargısal kararlarda da lehe kanun değişikliğinin kesinleşmiş ancak tahsil edilmemişidari yaptırımlara uygulanacağı kabul edilmektedir. Örneğin Danıştay Dava Daireleri Kurulunun, 2008/3398 E, 2009/60 K. sayılı 2009 günlü ve Danıştay Dairesinin 2007/5970 E, 2009/5492 K. 2009 günlü karar gerekçelerinde idari para cezasının tahsili tarihindeki ceza miktarında yapılan lehe düzenlemenin göz önünde bulundurulması gerektiğine vurgu yapılmıştır.Kabahatler hakkında zaman bakımından uygulama konusunda atıf yapılan TCK'nun maddesinin fıkrasında; 'Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.' hükmü yer almaktadır. Bu hükmün kabahatler hakkında da uygulanacağında bir kuşku yoktur. Hükümde belirtilen ' ....failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur. ' İfadesinden lehe kanunun kesinleşmiş ancak infaz edilmemiş hükümlere de uygulanacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla lehe kanun hükümlerinin kesinleşmiş ancak infaz edilmemiş idari yaptırımlara da uygulanması gerekecektir. Kabahatler Kanunun 'Zaman bakımından uygulama' başlıklı maddesinin fıkra cümlesi kesinleşmiş idari yaptırımın yerine getirilmesi şekline yani idari yaptırımın infaz rejimine ilişkindir.'' | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8342 | Başvuru, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanuni düzenlemenin değiştirilmesine rağmen lehe olan yeni düzenleme gözetilmeden karar verilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru gerçek kişiler yönünden; gözaltına alınırken, gözaltı süresinde ve cezaevi girişinde onur kırıcı kötü muameleye maruz kalmaları, gereksiz yere gözaltına alınmaları, gözaltında tutuldukları yerin koşullarının kötü olması, haklarında kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklama kararı verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması, soruşturma dosyasında kısıtlılık kararı verilmesi, gizli tanık beyanlarına dayanılması, soruşturma sürecinde farklı savcıların görev yapmaları, tek hâkim kararına dayanılarak konut ve bürolarında arama yapılması, avukat olarak müvekkilleri ile yaptıkları yazışmalara el konulması, mesleki faaliyetlerinin ve üyesi oldukları derneğin faaliyetlerinin soruşturma konusu yapılması, dernek binasında yapılan aramada derneğe ait dosyaların zarar görmesi; tüzel kişi yönünden avukatlık hakkı ile toplu savunma hakkına riayet edilmemesi nedenleriyle Anayasa’nın , , , , , , , , , , ve maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 1/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Yapılan incelemede; 2013/1632, 2013/1633, 2013/1634, 2013/1635, 2013/1636, 2013/1637, 2013/1638 ve 2013/1639 numaralı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte olmaları nedeniyle 2013/1631 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 2/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 10/2/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 2/12/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüş yazısı ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Gerçek kişi başvurucular, olay tarihinde avukat olarak görev yapmakta olup Çağdaş Hukukçular Derneği üyesidirler. Çağdaş Hukukçular Derneği; 1974 yılında kurulmuş olup Dernek Tüzüğü’ne göre hukuk fakültesi mezunları ve tüzel kişiler ile hukuk fakültesi dördüncü sınıf öğrencilerinin üye olabildikleri, genel merkezi Ankara’da olan ve bazı illerde şubeleri bulunan bir dernektir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 2012/2259 Soruşturma sayılı dosyası ile başvurucular hakkında “Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan soruşturma başlatılmıştır. İstanbul (2) No.lu Hâkimliğinin (CMK madde ile görevli) 17/1/2013 tarihli ve 2013/401 Teknik Takip sayılı kararı ile başvurucular hakkındaki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/2259 Soruşturma sayılı dosyasına ilişkin olarak müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceğinden 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre “kısıtlama” kararı verilmiştir. Öte yandan İstanbul (2) No.lu Hâkimliğinin 17/1/2013 tarihli 2013/402 Teknik Takip sayılı kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/2259 Soruşturma sayılı dosyası kapsamında yakalanan ve yakalanacak şüphelilerin 3713 sayılı Kanun’un maddesinin (e) bendi uyarınca yakalandıkları tarih ve saatlerden itibaren 24 saat süreyle müdafileri ile görüşmelerinin kısıtlanmasına karar verilmiştir. İstanbul (2) No.lu Hâkimliğinin 17/1/2013 tarihli 2013/397-399-403-404-408-409 Teknik Takip sayılı kararları uyarınca Ankara ve İstanbul illerinde bulunan Halkın Hukuk Bürolarında, Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezinde ve İstanbul Şubesinde, bir kısım başvurucuların araçlarında ve evlerinde 18/1/2013 tarihinde aramalar yapılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/1/2013 tarihinde, Selçuk Kozaağaçlı dışındaki diğer başvurucular hakkında gözaltına alma kararı verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Selçuk Kozaağaçlı dışındaki diğer başvurucuların ifadesi 20/1/2013 tarihinde alınmış ve başvurucular “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmaları istemiyle İstanbul (1) No.lu Hâkimliğine (CMK madde ile görevli) sevk edilmişlerdir. Başvurucu Selçuk Kozaağaçlı ise 20/1/2013 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 21/1/2013 tarihinde ifadesi alındıktan sonra “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul (1) No.lu Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucuların, gözaltında iken İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde parmak izleri ve İstanbul Haseki Araştırma Hastanesinde tükürük örnekleri alınmış ve fotoğrafları çekilmiştir. İstanbul (1) No.lu Hâkimliğinin 20/1/2013 tarihli ve 2013/12 Sorgu sayılı kararı ile Selçuk Kozaağaçlı dışındaki diğer başvurucuların, 21/1/2013 tarihli ve 2013/13 Sorgu sayılı kararı ile başvurucu Selçuk Kozaağaçlı’nın isnat edilen “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmalarına karar verilmiştir. Kararların gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “... Yüklenen suçu işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması (teknik takip, fiziki takip, aleyhe tanık beyanı, gizli tanık beyanları), üzerlerine atılı suçun CMK maddede yazılan katalog suçlardan bulunması göz önüne alınarak işin önemi, verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama kararının ölçülü olduğu, şüpheliler hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşıl(mıştır).” Başvurucular 28/1/2013 tarihinde tutuklama kararlarına itiraz etmiş, itiraz dilekçelerinde incelemenin duruşmalı yapılmasını talep etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul (2) No.lu Hâkimliği 1/2/2013 tarihli ve 2013/58 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucuların incelemenin duruşmalı yapılması talebini “yasal olarak imkân bulunmadığı” gerekçesiyle kabul etmemiş ve başvurucuların tutuklamaya yönelik itirazlarının kesin olarak reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “... Dosya içerisinde bulunan Hollanda ve Belçika ülkelerinden gönderilen belgeler, fiziki takip ve iletişim tespiti tutanakları, fotoğraflar, teşhisler, şüphelilerin ev ve bürolarındaki aramalarda ele geçen deliller ve gizli tanık beyanları, başka soruşturmalardaki şüpheli ifadeleri ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, şüphelilerin atılı suçları işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesi bulunduğu kanaatine varılmıştır. Gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve gerekse 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK’nın ve devamı maddeleri hükümlerine göre şüphelilerin tutuklanmalarına engel bir hal bulunmamaktadır. Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK’nın maddesinde sayılan suçlardan olduğu, CMK’nun 100/ maddesinde bu maddede sayılan suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedenlerinin varsayılabileceğinin belirtilmiş olduğu anlaşılmıştır. Atılı suçun ağırlığı, Kanundaki ceza miktarı, şüphelilerin yurt dışı irtibatları dikkate alındığında, şüphelilerin serbest kaldıkları takdirde kaçma (veya yurt dışına kaçma) şüpheleri bulunduğu değerlendirilmiştir. Atılı suçun ayrıca terör örgütü faaliyeti kapsamında ya da bağlantılı olarak icra edildiği iddiası mevcut olması nedeniyle tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada ‘yetersiz’ kalacağı değerlendirilmiştir. Şüphelilerin tutuklandığı tarihten bu yana incelenmesi talep edilen koşullarda bir değişiklik bulunmadığı dikkate alındığında İstanbul 1 No’luHakimliğin 2013/12/ ve 2013/13 sorgu sayısıyla verilen kararı usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıl(mıştır).” Başvurucular anılan kararı 5/2/2013 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular Günay Dağ, Avni Güçlü Sevimli, Selçuk Kozaağaçlı ve Taylan Tanay 23/1/2013 tarihinde Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna (Cezaevi) nakledilmişlerdir. Cezaevi girişinde adı geçen başvurucuların üstleri aranmak istenmiş, başvurucular üstlerinin aranmasına sözlü olarak direnmişlerdir. Bunun üzerine yapılan disiplin soruşturması sonucunda Cezaevi Disiplin Kurulu Başkanlığının 31/1/2013 tarihli ve K.2013/158 sayılı kararı ile adı geçen başvurucular hakkında 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca “1(bir) ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma” cezası verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde, başvurucuların söz konusu disiplin cezasına karşı şikâyet veya itirazda bulunduklarına ilişkin bilgi ve/veya belge bulunmamaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 1/7/2013 tarihli ve E. 2013/277 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütünün yönetici olma, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, tasarlayarak öldürmeye teşebbüs ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme” suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Başvurucular ile birlikte toplam 22 sanığın cezalandırılmasının talep edildiği ve 622 sayfadan oluşan iddianamede, başvurucuların isnat edilen suçları işlediklerine yönelik olarak “Hollanda ve Belçika Adli Makamları tarafından adli istinabe yolu ile teslim edilen örgüt arşivinin yer aldığı dokümanlar, arama ve el koyma tutanakları, inceleme tutanakları, fotoğraftan teşhis tutanakları, daha önce örgüt üyeliğinden soruşturma geçiren şüpheli anlatımları, tanık anlatımları, gizli tanık anlatımları, müşteki beyanı, olay evrakları, adli tıp raporu, kroki, emanet eşyaları” gibi delillere dayanılmıştır. İddianamede, İstanbul ve Ankara illerinde bulunan bürolarında arama yapılan “Halkın Hukuk Bürosu” ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır: “Halkın Hukuk Bürosu DHKP/C terör örgütü adına faaliyet yürüten avukatların bir araya geldiği bir yapılanmadır. Gözaltına alınan ya da yargılanmakta olan DHKP/C terör örgütü mensuplarına hukuki yardımda bulunmak, bu şahıslar ile yakınlarının örgüte olan bağlılık ve aidiyet duygularını pekiştirmek, gözaltına alınan şüphelilerin gözaltında bulundukları süre zarfında ifade vermelerini, örgütsel sırları ifşa etmelerini engellemek ve örgüte iletilmesi gereken önemli bilgileri ilgili yapılanmalara iletmek Halkın Hukuk Bürosunun kuruluş amaçlarındandır.” İddianamede başvuruculara yöneltilen suçlamalar özetle şöyledir:i. Başvurucu Selçuk Kozaağaçlı Yönünden “Şüpheli Selçuk Kozağaçlı’nın terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip adli istinabe yoluyla Belçika ve Hollanda adli makamları tarafından ülkemize teslim edilen örgütün arşivinin bulunduğu dokümanlarda çok sayıda isminin geçtiği, doküman içeriklerinden açık şekilde DHKP/C terör örgütü adına faaliyetler yürüttüğünün anlaşıldığı, örgüte rapor sunan yöneticiler tarafından şüpheli ve eşine örgütsel faaliyetlerinde kullanılmak üzere para verildiğinin örgüt raporlarında açık şekilde yazıldığı, şüphelinin Z.R. isimli şüpheliyi evinde barındırarak tedavisini üstlendiği, bu tedaviye ilişkin örgütle bağlantılı ve ‘manav’ kod ismini kullanan avukatlardan yardım aldığı, Y. kod ismini kullanan K. ile irtibatlı olduğu, onun talimatları doğrultusunda avukatlığını yaptığı T. kod T.İ isimli örgütten uzaklaştırılan bir kişinin avukatlığını bıraktığı, örgüt dokümanlarına göre gözaltına alınan örgüt mensuplarının işlemlerini ne şekilde takip ettiğinin Y. kod tarafından yazılan bilgi notlarında açıkça belirtildiği, özellikle 29/08/2003 tarihli örgüt arşivinden çıkan ve Y. Kod K. tarafından yazılan bir raporda kamuflajlı olarak bahsedilen ve kolluk tarafından zapt edilen bilgisayara ilişkin şüphelinin bizzat takip yaptığı, bilgisayarda bulunan örgütsel bilgilerin ele geçirilmemesini sağlamaya çalıştığı, yine örgütün Ankara Sorumlusu olan F. kod F.G. tarafından düzenlenen 30/08/2003 tarihli rapor içeriğinde F. kod F.G’nin kendisine daha önce gelen örgütle bağlantılı olmayan K. isimli avukata evindeki zulayı söylemesi nedeniyle uyarıda bulunduğu, yine Y. kod K. tarafından yazılan 20/09/2003 tarihli raporda itirafçılara ait duruşmada kalabalık bir avukat katılımını sağlayıp, mahkeme üzerinde baskı oluşturmaya çalışılacağına ilişkin raporun bulunduğu, yine 06/10/2003 tarihli Y. kod K. tarafından yazılan raporda ele geçen kamuflajlı dosyaların çözülememesi nedeniyle emniyete gönderilen disket çözümlerine ilişkin konulardan bahsettiği, şüphelinin bu şekilde çok sayıda Belçika ve Hollanda makamları tarafından ülkemize teslim edilen dokümanlarda isminin geçtiği, Hollanda Ulusal Savcılığının 06/02/2007 tarihli yazıları ile teslim edilen tüm araştırma bilgilerinin ve bilişim materyallerinin örgüt arşivinden ele geçirilmesi nedeniyle DHKP-C terör örgütü hakkında açılan tüm davalarda delil olarak kullanılabileceğinin belirtildiği, Şüphelinin terör örgütü güdümünde yapılan polis karakoluna intihar saldırısı yapan örgüt mensuplarının cenaze törenlerinin örgüt propagandasına dönüştürülmesi için faaliyette bulunduğu ve aynı şekilde terör örgütü yöneticisi K.’nın cenaze töreninde Halkın Hukuk Bürosu avukatları ile birlikte yer aldığı, Şüphelinin dosyada bulunan A.O.Ç., S.A., yüzleşme ve çelik mahlaslı gizli tanıklar ile şüpheli anlatımlarına göre Halkın Hukuk Bürosunun Ankara'daki avukatlarından biri olduğu, şüphelinin örgütsel faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınanların herhangi bir talep olmadan dosyalarını takip ettiği, gözaltına alınan şahıslara gözdağı vererek polis gözetimindeyken direnmelerini, hiçbir şeye imza atmamalarını söylediğinin belirlendiği, Her ne kadar şüpheli hakkında daha önceden E. ve A. dergisinin bürosunda yapılan aramada mevcut olan disket kayıtlarının içeriğindeki ibareler nedeniyle 2004 yılında yargılanıp beraat etmiş ise de; mahkemece verilen kararın gerekçesinde disket kayıtlarında bulunan isimlerin örgütle bağlantılı gerçek kişiler olup olmadığının tespitinin yapılamadığından dolayı beraat kararı verildiğinden bahsedildiği, dosyamız kapsamında delil olarak kullanılan dokümanların ise yapılan ortak operasyon çerçevesinde örgüt arşivinden elde edilen belgeler olduğu, bu belgelerin adli istinabe yoluyla ülkemize teslim edildiği, dokümanlarda ismi geçen şahısların büyük ölçüde kimliklerinin belirlendiği, Hollanda ve Belçika Adli Makamlarınca gönderilen dokümanlarda şüphelinin örgütle bağlantılı çok sayıda faaliyetinin yazılı olduğu, bu dokümanların resmi adli makamlar tarafından teslim edilmesi nedeniyle tüm DHKP-C dosyalarında delil olarak kullanıldığı tespit edilmiş olup, Bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, Halkın Hukuk Bürosuna eleman kazandırma faaliyetlerini organize ettiği, doküman içeriklerinden de anlaşılacağı üzere örgütün Ankara sorumlusuna uyarılarda bulunabildiği, Ankara’daki Halkın Hukuk Bürosunun işlemlerinden sorumlu olduğu, halen yurt dışındaki örgüt yöneticileri ile yazışmalar yapmak suretiyle irtibatını devam ettirdiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olmak suçunu işlediği, Ayrıca şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 14-16/09/2012 tarihinde zincirleme şekilde terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”ii. Başvurucu Taylan Tanay Yönünden “Şüpheli Taylan Tanay’ın terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip adli istinabe yoluyla ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanları isimli belgelerde, gizli tanıklar K., Y., A. ve Ç.’nin beyanlarında, A.O.Ç., A.E., S., Y.G., U.A., S.A. isimli tanıkların ve şüphelilerin ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı DHKP/C terör örgütünün Halkın Hukuk Bürosu isimli hukuk yapılanmasında görev aldığı, dokümanların incelenmesinde Taylan Tanay’ın avukat olmadan önce DHKP/C terör örgütünün okul sorumlusu olduğu, 1999 yılında DHKP/C’ye yönelik yapılan operasyonda tutuklandığı, tutuklanmasından sonra cezaevinden örgüte özgeçmiş raporu gönderdiği, şüphelinin örgüte özgeçmiş raporu göndermiş olmasının şüphelinin örgüt hiyerarşisine dahil olduğunu gösterdiğinin Yargıtay kararları ile anlaşıldığı, 2003 yılında örgüt yönetiminin izni ve bilgisi dahilinde Halkın Hukuk Bürosunda avukat olarak çalışmaya başladığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, örgütün yapılanmalarından olan Devrimci İşçi Hareketi içerisinde sorumlu düzeyde faaliyet yürüttüğü, Bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece tüm dosya kapsamına göre Halkın Hukuk Bürosunda ve Devrimci İşçi Hareketi içerisinde sorumlu düzeyde faaliyet yürütmek suretiyle üzerine atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olmak suçunu işlediği, Ayrıca Halkın Hukuk Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı işlemleri yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği, Yine şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 25/02/2012, 23/07/2012, 21/09/2012, 14-16/09/2012 ve 01/10/2012 tarihlerinde 5 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”iii. Başvurucu Barkın Timtik Yönünden “Şüpheli Barkın Timtik’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanları isimli belgelerde, gizli tanıkların ve A.O.Ç., A.E.Ş., S.A., S. isimli şüpheli ve tanıkların ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren yöneticisini DHKP/C’nin atadığı terör örgütünün Halkın Hukuk Bürosu isimli hukuk yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, hatta barodan avukat talep eden DHKP/C şüphelilerini tehdit ederek ifade vermemesine yönelik faaliyette bulunduğu, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarının cenaze törenlerinin tamamına katılarak bu eylemlere katılan diğer örgüte müzahir kişilere örgütsel dokümanlarda da yer aldığı şekliyle güven ve cesaret verdiği, bu haliyle örgüt tarafından verilen talimatları yerine getirdiği, Bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği, Ayrıca Halkın Hukuk Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı işlemleri yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği, Yine şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 13/01/2012, 25/02/2012, 16/03/2012, 21/06/2012, 14-16/09/2012 ve 2012 tarihlerinde 6 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”iv. Başvurucu Ebru Timtik Yönünden; “Şüpheli Ebru Timtik’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlar sonucu elde edilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanlarında, gizli tanıkların ve A.O.Ç., İ.Ö., S. isimli tanıkların ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı terör örgütünün Halkın Hukuk Bürosu isimli hukuk yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, özellikle İ.Ö. isimli kişinin ifadesinden ve dosya kapsamındaki diğer delillerden de anlaşıldığı üzere şüphelinin müşteki K.’ya yönelik tasarlayarak adam öldürmeye teşebbüs ve mağdur F.Ş.’ye yönelik eylem planlanmasında kurye olarak bizzat yer aldığı, terör örgütünün gerçekleştirdiği eylemlerden önceden haberdar olduğu, Bu şekilde şüphelinin müşteki K.’ya yönelik olarak silahlı terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının cebir ve Şiddet kullanarak değiştirme amacına yönelik olarak vehamet arz eden adam öldürmeye teşebbüs suçunda kuryelik yapmak suretiyle bu suça iştirak etmiş olması, şüphelinin eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz etmesi, terör örgütü ile organik bağ kurması bir bütün halinde değerlendirildiğinde TCK maddesinde düzenlenen anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, silahlı terör örgütü üyesi olmak ve tasarlayarak adam öldürmeye teşebbüs suçlarını işlediği, Ayrıca Halkın Hukuk Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı işlemleri yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği, Yine şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 25/02/2012, 16/03/2012, 21/06/2012, 14-16/09/2012 ve 2012 tarihlerinde 5 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.v. Başvurucu Günay Dağ Yönünden; “Şüpheli Günay Dağ’ın terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonlarda ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanları isimli belgelerde, tanık, gizli tanık ve şüpheli ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C'nin atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasında görev aldığı, avukat olmadan önce de DHKP/C’nin gençlik yapılanması olan DEV- GENÇ adlı yapılanmada uzun süre görev aldığı, DHKP/C terör örgütü mensuplarına hukuki yardım sağlamasının yanında örgüt mensuplarına yapılan toplantılarda örgütsel eğitim verdiği, zira yapılan ortam dinlemesinde yaptığı konuşmalarda polisleri şehit eden DHKP/C terör örgütü üyelerinden ve eylemlerinden övgüyle söz ettiği, DEV GENÇ tarafından yapılan eylemlerin organize edilmesinde yer aldığı, yine DHKP/C terör örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmalar ve kovuşturmalar kapsamında cezaevinde tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan örgüt mensuplarının ölüm orucu eylemine katılmalarını sağlayarak bu eylemleri organize ettikleri yönünde konuşmalar yaptığı, son dönemde silahlı ve bombalı eylemleri organize eden şahıslarla birlikte yasadışı gösterilere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, DHKP/C terör örgütünün silahlı kanadı olan SPB mensubu N.A.’nın yakalandıktan sonra götürüldüğü Okmeydanı hastanesi önünde örgüte müzahir kitle tarafından yapılan eyleme katıldığı, Bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği , Ayrıca Halkın Hukuk Bürosunda yapılan arama sırasında avukat olmayan E.H. ve K.K. isimli şahısların güvenlik güçlerince bürodan çıkartılmaya çalışıldığı sırada ve gözaltı işlemleri yapıldığı sırada güvenlik güçlerine direnmek suretiyle görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği, Yine şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 25/02/2012,2012, 21/06/2012 23/07/2012, 2012 ve 14-16/09/2012 tarihlerinde 6 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”vi. Başvurucu Naciye Demir Yönünden; “Şüpheli Naciye Demir’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanlarında, yukarıda giriş kısmında belirtilen ifadelerde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı, Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, yine barodan özel avukat talep eden DHKP/C şüphelilerini baskı altına alarak şüphelilerin bu taleplerini engellemeye çalıştığı, kendi müvekkili olmamasına rağmen örgütün deşifre olmasını sağlayan beyanlarda bulunan kişilerin ifadelerini temin ederek örgüt üst yönetimine ve arşivine aktardığı, örgütün basın organlarından olan Y. Dergisi ile çok yakın ilişki içerisinde olduğu, örgütün Türkiye Komitesi üyesi olduğu şüphesi ile gözaltına alınan K.K. ile örgütsel görüşmeler yaptığına dair hakkında ifadelerin bulunduğu, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, evinde ele geçirilen dijital malzemeler ve belgelerde örgütsel bağlantıyı gösterecek çok sayıda doküman, terör örgütünü simgeleyen görüntüler, örgüt üyelerine ait fotoğraflar, örgüt güdümünde yayın yapan Y. Dergisinin taslak haber metinleri, dergiye ait gelir gider hesaplarının bulunduğu, bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği anlaşılmıştır. Ayrıca şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 13/01/2012, 25/02/2012, 21/06/2012, 23/07/2012 ve 14-16/09/2012 tarihlerinde 5 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”vii. Başvurucu Şükriye Erden Yönünden; “Şüpheli Şükriye Erden’in terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanlarında, gizli tanıkların ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasında görev aldığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği, DHKP/C üyeliği suçlamasına maruz kalan ve örgütün bildirdiği avukatları tutmak istemeyen kişilerin örgütsel tavır ve eylem çerçevesinde avukatlığını üstlenmek için girişimlerde bulunduğu, yine barodan özel avukat talep eden DHKP/C şüphelilerini baskı altına alarak şüphelilerin bu taleplerini engellemeye çalıştığı, son dönemde DHKP/C’nin silahlı kanadı olan SPB mensuplarınca organize edilen silahlı ve bombalı eylemleri gerçekleştiren şahıslarla birlikte eylemlere katıldığı ve bu şahısların cenazelerine katılarak örgüte müzahir kişilere örgütün ele geçirilen dokümanlarında belirtilen amaç ve stratejileri doğrultusunda cesaret verdiği, örgütün yapılanmalarından olan Devrimci İşçi Hareketi içerisinde aktif şekilde faaliyet yürüttüğü, Bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği anlaşılmıştır. Ayrıca şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 21/06/2012, 16/09/2012, 01/10/2012 ve 2012 tarihlerinde 4 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”viii. Başvurucu Nazan Betül Vangölü Kozaağaçlı Yönünden; “Şüpheli Nazan Betül Vangölü Kozaağaçlı’nın terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip ülkemize teslim edilen Hollanda ve Belçika dokümanlarında, gizli tanıklar, daha önce soruşturma geçiren bir kısım şüpheli sanık ve tanıkların ifadelerinde de belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren, yöneticisini DHKP/C’nin atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasında görev yaptığı, davalarına baktığı DHKP/C örgütü mensuplarının hukuki durumları ile ilgili bilgileri, Halkın Hukuk Bürosu sorumlusunun örgütsel konumunu bilerek aktardığı, DHKP/C terör örgütü tarafından organize edilen Ölüm Orucu eyleminin Ekipleri konusunda cezaevinde bulunan örgüt mensuplarına hazırlanmalarını söylediği, cezaevinde bulunan örgüt mensuplarına örgüt yönetiminin talimatlarını ilettiği, yine örgüt yönetimi ile cezaevinde bulunan örgüt mensupları arasında para vb. konularda kuryelik yaptığı, DHKP/C terör örgütü üyelerinin çeşitli bombalama ve polislerin şehit edilip vatandaşların yaralanması eylemlerinde şüphelilerin herhangi bir talebi olmadan avukat olarak görev aldığı, atılı suçtan dolayı yakalanıp gözaltına alındığında açlık grevi, susma hakkı ve görevliye direnme gibi örgütsel tavır ve eylemlerde bulunduğu, daha önceden müdafiliğini yaptığı şüphelilere de bu şekilde davranmaları hususunda örgütsel talimatı ilettiği, terör örgütü propagandasına dönüştürülen yasadışı gösterilere ve ölen terör örgütü lideri ve sorumlularının cenaze törenlerine katıldığı, kullandığı bilgisayarlarda terör örgütü ile bağı gösterecek savaşçı andının bulunduğu, Bu Şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği, Ayrıca şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 29/05/2012 ve 01/10/2012 tarihlerinde 2 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.”ix. Başvurucu Avni Güçlü Sevimli Yönünden; “Terör örgütü DHKP/C’ye yönelik olarak yapılan operasyonlarda ele geçirilip ülkemize teslim edilen örgütün arşivinin bulunduğu Hollanda ve Belçika dokümanlarında çok sayıda isminin geçtiği, dokümanlarda, gizli tanık, tanık ve şüpheli beyanlarında belirtildiği üzere DHKP/C terör örgütünün güdümünde faaliyet gösteren yöneticisini DHKP/C’nin atadığı Halkın Hukuk Bürosu'nda ‘manav’ olarak şifrelenen avukat olarak görev alıp DHKP/C terör örgütünün hukuk yapılanmasında görev yaptığı, örgüt içerisinde 2 kod ismini kullandığı, ölüm oruçları sürecinde ölüm orucu eyleminde bulunan tutuklu ve hükümlüleri takip ettiği, durumlarına ilişkin örgüt sorumlularına raporlar ilettiği, güvenlik güçlerine yönelik saldırılarda ölen örgüt mensuplarının cenaze törenlerine katıldığı, örgüt propagandasına dönüştürülen yasadışı gösterilerde yer aldığı, Bu şekilde yukarıda ayrıntıları açıklandığı üzere şüphelinin DHKP-C terör örgütü ile organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği, böylece üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği, Ayrıca şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde 23/07/2012 tarihinde 1 kez terör örgütü propagandası yapmak suçunu da işlediği anlaşılmıştır.” İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde E.2013/126 sayılı dosya üzerinden yapılan yargılamada 26/12/2013 tarihinde yapılan celsede başvurucular Şükriye Erden, Avni Güçlü Sevimli, Nazan Betül VangölüKozaağaçlı ve Naciye Demir’in tahliyelerine karar verilmiştir. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/117 sayısı ile devredilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 21/3/2014 tarihinde dosya üzerinden yapılan tensip incelemesi sonucunda başvurucular Selçuk Kozaağaçlı, Taylan Tanay, Barkın Timtik, Ebru Timtik ve Günay Dağ’ın tahliyelerine karar verilmiştir. Dava, inceleme tarihi itibarıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/117 sayılı dosyası kapsamında derdesttir. Başvurucular 1/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli haller” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kasten öldürme suçunun; a) Tasarlayarak, … İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Anayasayı ihlal” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Silahlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir…” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Diğer kişilerle ilgili arama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla, diğer bir kişinin de üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir. (2) Bu hâllerde aramanın yapılması, aranılan kişinin veya suçun delillerinin belirtilen yerlerde bulunduğunun kabul edilebilmesine olanak sağlayan olayların varlığına bağlıdır. (3) Bu sınırlama, şüphelinin veya sanığın bulunduğu yerler ile, izlendiği sırada girdiği yerler hakkında geçerli değildir.” 5271 sayılı Kanun’un “Gece yapılacak arama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz. (2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Arama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(Değişik : 25/5/2005 – 5353/15 md.) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Avukat bürolarında arama, elkoyma ve postada elkoyma” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur. (2) Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda, bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenir ve bu konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, yirmidört saat içinde verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma” kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.(4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin “Tazminat istemi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316), ... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.” 5271 sayılı Kanun’un “İtiraz olunabilecek kararlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet Savcısı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“(Değişik: 23/1/2008-5728/331 md.) Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.” 3713 sayılı Kanun’un“Terör örgütleri” kenar başlıklı mülga maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır: a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.) b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, Slogan atılması, Ses cihazları ile yayın yapılması, Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi” 3713 sayılı Kanun’un “Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” kenar başlıklı mülga maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak; …b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.c) Yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir.…” 5275 sayılı Kanun’un “Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar ziyaretçi görüşüne çıkarılmamasıdır.(2) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...b) Aramaya karşı çıkmak....” 5275 sayılı Kanun’un “Şikâyet ve itiraz” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Disiplin cezalarına ve tedbirlerine karşı şikâyet ve itiraz durumunda 2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu hükümleri uygulanır.” 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hakimliklerine ilişkin hükümleri kapsar.” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hakimliklerinin görevleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır :... Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak....” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hakimliğine şikâyet ve usulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hakimliğine başvurulabilir. Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hakimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hakimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hakimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir....” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1631 | Başvuru gerçek kişiler yönünden; gözaltına alınırken, gözaltı süresinde ve cezaevi girişinde onur kırıcı kötü muameleye maruz kalmaları, gereksiz yere gözaltına alınmaları, gözaltında tutuldukları yerin koşullarının kötü olması, haklarında kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklama kararı verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması, soruşturma dosyasında kısıtlılık kararı verilmesi, gizli tanık beyanlarına dayanılması, soruşturma sürecinde farklı savcıların görev yapmaları, tek hâkim kararına dayanılarak konut ve bürolarında arama yapılması, avukat olarak müvekkilleri ile yaptıkları yazışmalara el konulması, mesleki faaliyetlerinin ve üyesi oldukları derneğin faaliyetlerinin soruşturma konusu yapılması, dernek binasında yapılan aramada derneğe ait dosyaların zarar görmesi; tüzel kişi yönünden avukatlık hakkı ile toplu savunma hakkına riayet edilmemesi nedenleriyle Anayasa’nın 17. , 19. , 2 , 22. , 26. , 33. , 34. , 36. , 38. , 40. , 48. ve 14 maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, murisleri aleyhine 4/11/1961 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu nedenle taşınmazlarından gerektiği gibi yararlanamadıklarını, taşınmazlarının gelirlerinden yoksun bırakıldıklarını belirterek adil yargılanma hakları ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 16/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Kızıltepe ilçesi Ulaşlı (Çeltuk) köyünde 1961 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 29 ilâ 39 parsel numaralı taşınmazlar 29/8/1961 tarihinde başvurucuların murisi Taha Karaboğa adına tespit edilmiştir. Bu parsellere ilişkin olarak Mardin Ermeni Katolik Kilisesi, S.K., A.K. ve A.K., tarafından 4/11/1961 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde başvurucuların murisi aleyhine kadastro tespitine itiraz davaları açılmıştır. Bu davalar Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1961/203 sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi, 20/10/2010 tarih ve E.1961/203, K.2010/6 sayılı kararıyla davanın reddine ve söz konusu taşınmazların tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 21/2/2013 tarih ve E.2012/9744, K.2013/1192 sayılı ilâmıyla dosyada birtakım eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle dosyanın Mahkemeye geri çevrilmesine karar vermiştir. Yargıtayın 21/2/2013 tarihli geri çevirme kararının gereğinin tam olarak yerine getirilmemesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 27/6/2013 tarih ve E.2013/6760, K.2013/7483 sayılı ilâmıyla dosyada birtakım eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle dosyanın tekrar Mahkemeye geri çevrilmesine karar vermiştir. Eksiklerin tamamlanmasının ardından dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay Hukuk Dairesine gönderildiği ve Dairenin E.2014/9628 sayılı dosyasında temyiz incelemesinin devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucular, 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9063 | Başvurucular, murisleri aleyhine 4/11/1961 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu nedenle taşınmazlarından gerektiği gibi yararlanamadıklarını, taşınmazlarının gelirlerinden yoksun bırakıldıklarını belirterek adil yargılanma hakları ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvurucu, "nitelikli yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın hâlen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde; başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/3/2015 tarihinde, esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık),başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru evrakının bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 30/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, 3/11/2007 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 4/5/2011 tarihli ve 2007/2981 Soruşturma sayılı fezleke, kamu davası açılmak üzere görevli ve yetkili Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2011 tarihli ve E.2011/1175 sayılı iddianamesi ile "nitelikli yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/106 sayılı dosyasına kaydedilen davanın yargılaması hâlen devam etmektedir. Başvurucu 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları, (3) numaralı fıkrasının (b) bendi ile maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9913 | Başvurucu, "nitelikli yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın hâlen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17946 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 8/3/2006 tarihinde 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na muhalefet suçundan yakalanmış ve hakkında Nusaybin Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 10/7/2014 tarihli kararıyla başvurucunun adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14879 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası öldürüldüğü, kardeşi yaralandığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen reddedilmesi ve bunun üzerine açılan davanın retle sonuçlanması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 11/3/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; babası Ş.T. Batman ili Sason ilçesi Tekevler köyünde köy korucusu olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensupları tarafından köy korucularının evlerine yapılan saldırılardan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle 1993 yılında ailesi ile birlikte köyünü terk etmek zorunda kaldıklarını ve İstanbul iline göç ettiklerini, babasının eski köy korucusu olması sebebiyle terör örgütü üyelerinin talimatları doğrultusunda örgüt mensuplarınca 28/8/1998 tarihinde İstanbul ili Güngören ilçesinde öldürüldüğünü ve kardeşi T.nin yaralandığını iddia etmiştir. İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 14/5/2003 tarihli ve E.1999/44, K.2003/145 sayılı kararı ile terör örgütü üyeleri tarafından 28/8/1998 tarihinde başvurucunun babası Ş.T.nin öldürülmesi ve kardeşi T.nin yaralanması da gerekçe gösterilerek bazı sanıklar hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu 29/12/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon tarafından 14/10/2010 tarihli kararla başvurucunun zirai zararları için toplam 959 TL ödenmesine, evinin tapusu ve enkazı olmadığından bu kısım için ödeme yapılmamasına karar verilmiştir. Belirlenen zarar miktarını kabul etmemesi nedeniyle başvurucu ile idare arasında 3/3/2011 tarihinde uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır. Başvurucunun tazmin talebinin kısmen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı dava, Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarih ve E.2011/804, K.2011/1055 sayılı kararı ile reddedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir: “5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Yerleşim yerinin "kısmen" boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır. Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır. Olayda, dava dosyasının Batman İli, Soson İlçesi, Tekevler Köyü'ne ait bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılıyazısında, Tekevler Köyü'nün "kısmen boşaldığı", ayrıca Batman Valiliği'nin 2005 tarihli yazısı ekinde yer alan "Terör Nedeniyle Terkedilen Köyler Listesi"nde bulunmadığı, 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında, "terör olaylarından etkilenen köy" olarak belirtildiği, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 92 hanenin ikamet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 999, 1997 yılında 585, 2000 yılında 064 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir. Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Tekevler Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/6/2012 tarihli ve E.2012/1214, K.2012/4599 sayılı kararıyla Tekevler köyünün ilçe merkezine olan yakınlığı (4 km), ayrıca Tekevler köyünün 2008 yılında Sason ilçesine bağlı bir mahalle hâline dönüştürüldüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde Tekevler köyünde asgari güvenlik düzeyinin bulunduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle yerleşim yerinin tamamen boşaltılmadığı sonucuna ulaşıldığı, bu itibarla 20/9/2010 tarihli jandarma tutanağında yer alan ifadelere itibar edilmediği belirtilerek kararın esastan onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin19/2/2013 tarihli ve E.2012/11040, K.2013/1363 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar başvurucuya 12/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5091 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası öldürüldüğü, kardeşi yaralandığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen reddedilmesi ve bunun üzerine açılan davanın retle sonuçlanması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; bir sosyal paylaşım sitesi üzerinden yapılan paylaşımların kolluk tarafından izlenmesi ve kayıt altına alınması nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, paylaşımlarla ilgili ceza yargılaması yapılması nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamada bazı usul hatalarının bulunması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 30/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/17227, 2014/17228 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2014/17226 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Sırasıyla 1991, 1990, 1988 doğumlu olan başvurucular olay tarihinde üniversite öğrencisidirler. Başvurucular, Gezi Parkı olayları sırasında sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden yaptıkları belirtilen paylaşımları nedeniyle adli işlemlere maruz kalmışlardır.A. Gezi Parkı Olayları Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu'nda (rapor) yer alan bir kısım tespit şöyledir:a. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle gündeme gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yürütülmüştür.b. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.c. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım bilgi şöyledir: i. 27/5/2013: Taksim yayalaştırma projesi kapsamında, Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının 3 metrelik kısmının gece 00 civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan Taksim Dayanışması üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 20 kişi iş makinelerini durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır. ii. 28/5/2013: Ağaçların sökülmesini engellemek için durumdan haberdar olan birçok kişi parka gelmiş, eylemciler ile eylemcilere ait parktaki çadırları sökmek isteyen zabıtalar arasında arbede yaşanmıştır. iii. 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 00 civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki çalışmalarına tekrar başlamıştır. iv. 31/5/2013: Saat 30 sıralarında parkta bulunanlara müdahale edilmiş, park boşaltılarak parka girişler polis bariyeriyle kapatılmış, parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış, özellikle Ankara ili merkezinde birçok eylem yapılmıştır. v. 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, kolluk görevlilerince Ankara Kızılay Meydanı’nda toplanan gruplara yoğun olarak gaz bombası atılmıştır. İçişleri Bakanı48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını; 53'ü vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun İstanbul'da tedavilerinin devam ettiğini açıklamıştır. vi. 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını, 730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58 kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu açıklamıştır. vii. 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermiştir. viii. 4/6/2013: İstanbul Adliyesinde, ülke çapındaki gösterilerde yaşanan polis müdahalesi avukatlar tarafından protesto edilmiş; İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve “Dağılın!” uyarısını dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir. ix. 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan Yardımcısı ile görüşme yapmış ve taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi başlatmıştır. x.6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin devam ettiğini ve 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin yaralandığını açıklamıştır. xi. 9/6/2013: Taksim Dayanışma Platformu, Taksim Meydanı’nda geniş katılımlı miting düzenlemiştir. xii. 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na gelmiş; kısa sürede meydana hâkim olan polis, meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır. xiii. 12/6/2013: Sabah saat 00’e kadar süren olaylar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya gelmiştir. xiv. 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir. xv. 15/6/2013: Taksim Dayanışması üyeleri eylemlerini sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdürüleceklerini, park ve çevresindeki diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda saat 00 civarında Taksim Platformuna ait olanlar haricindeki diğer flama ve bayraklar indirilmiş, ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini beyan etmesi üzerine saat 30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış, gaz sıkılmış, saat 50’de müdahale başlamıştır. Kısa sürede kolluk kuvvetleri Gezi Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır. xvi. 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir. xvii. 6/7/2013: Taksim Dayanışmasının çağrısı üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere polis müdahale etmiştir.d. Olayların çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamu ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur.e. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş, bu eylem ve etkinliklere 208 kişi katılmış, olaylara ilişkin 519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylara ilişkin gözaltına alınan 5513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.f. Gezi Parkı olayları sırasında yaralanma ve ölüm olayları da yaşanmıştır. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir. Gezi Parkı olayları çerçevesinde İzmir'de yaşanan hadiselerle ilgili olarak başvurucular hakkında hazırlanan iddianamede de "İzmir ilinde gezi protestoları adı altında gerçekleştirilen bu eylemler nedeniyle kamu barışının açıkça bozulduğu, olaylar nedeniyle 33 banka, 17 ATM, 75 işyeri, 10 ikamet, 20 resmi ekip otosu, 31 otomobil, 27 belediye otobüsü, 10 resmi kurum binası, 16 çeşitli resmi kurum, 2 dersane, 1 sanayi odası ve 8 parti binasında toplam 250 eylem şeklinde mala zarar verme suçlarının işlendiği, pek çok kişinin yaralandığı vs.. Pek çok eylemin gerçekleştiği" şeklinde ifadelere yer verilmiştir.B. Başvuruculara İlişkin Süreç İzmir'de Gezi Parkı olayları çerçevesinde yaşanan hadiselerden kaynaklanan sebeplerle İzmir İl Emniyet Müdürlüğü 4/6/2013 günü başvurucuların da aralarında bulunduğu otuz sekiz kişinin Twitter hesaplarından yapıldığı belirtilen ve kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen süreçte yapılan bazı paylaşımları izlemiş ve kayıt altına almıştır. Yukarıda detaylarına yer verilen rapordaki tespitlere göre Gezi Parkı olaylarının başladığı 27/5/2013 tarihinden başvuruculara ait olduğu belirtilen sosyal medya paylaşımlarının kayda alındığı 4/6/2013 tarihine kadar ülke çapında birçok eylem gerçekleşmiştir. Bu kapsamda birinci başvurucu tarafından yapılan iki, ikinci başvurucu tarafından yapılan sekiz ve üçüncü başvurucu tarafından yapılan iki olmak üzere toplam on iki paylaşım kayıt altına alınmıştır. Başvurucular tarafından yapıldığı ileri sürülen paylaşımlar, genel olarak Gezi Parkı olayları esnasında İzmir'in farklı bölgelerinde yapılan eylemlerle ilgilidir. Paylaşımların içerikleri başvurucuların eylemler esnasında bulundukları bölgedeki gelişmelere, kolluk kuvvetlerine yönelik bazı eleştirilere ve diğer protestoculara direnmeye devam etmeleri yönünde yapılan bazı telkinlere ilişkindir. Başvurucuların da aralarında bulunduğu otuz sekiz kişi hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 4/6/2013 tarihinde gözaltı kararı alınmış, birinci ve üçüncü başvurucu açısından bu karara yapılan itiraz reddedilmiştir. Başvuru formlarında yer alan bilgilere göre ek gözaltı süreleriyle birlikte yaklaşık olarak birinci başvurucu otuz, ikinci başvurucu otuz beş ve üçüncü başvurucu otuz saat süreyle gözaltında tutulduktan sonra salıverilmişlerdir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/12/2013 tarihinde, halkı kanunlara uymamaya tahrik suçunu basın yoluyla işlediklerinden bahisle başvurucular hakkında iddianame tanzim edilmiştir. İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda 22/9/2014 tarihinde başvurucuların beraatine karar verilmiştir. Gerekçeli karar 1/10/2014 tarihinde yazılmıştır. Beraat kararı başvurucular yönünden temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucular gerekçeli kararı UYAP üzerinden öğrendiklerini belirtmişler ancak hangi tarihte öğrendikleri konusunda bir açıklamaya yer vermemişlerdir. Başvurucular 30/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder." 2559 sayılı Kanun'un "Adlî görev ve yetkiler" kenar başlıklı ek maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Polis, bu maddede yazılı görevlerinin yanında, Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer mevzuatta yazılı soruşturma işlemlerine ilişkin görevleri de yerine getirir.Polis, bir suça ilişkin olarak kendisine yapılan sözlü ihbar ve şikâyetleri ve görevi sırasında öğrendiği suça ilişkin bilgileri yazılı hale getirir.Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhal gerekli tedbirleri alır. Bir suç işlendiği veya işlenmekte olduğu bilgisini edinen polis, olay yerinin korunması, delillerin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için acele tedbirleri aldıktan sonra el koyduğu olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhal Cumhuriyet savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerini yapar...” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kanunlara uymamaya tahrik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un "Ortak hüküm" başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Yukarıdaki maddelerde tanımlanan suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır. Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ... kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması... için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir ihlalin mağduru olma iddiasının ileri sürülebilmesi için kişinin aleyhte olduğunu belirttiği önlemden doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Altuğ Taner Akçam/Türkiye, B. No: 27520/07, 25/10/2011, § 66). AİHM bazı durumlarda, ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkiye sahip bazı koşulların -ilgili kişiler kesinleşmiş bir karar ile mahkûm olmamış olsalar bile- mağdurluk sıfatı sağlayabildiği görüşündedir. Örneğin AİHM, Financial Times Ltd. ve diğerleri/Birleşik Krallık (B. No: 821/03, 15/12/2009, § 56) kararında emir uygulanmamış olmasına rağmen bir yayıncıya anonim bir bilgi kaynağının kimliğinin açıklanması emri verilmesini ifade özgürlüğüne müdahale olarak kabul etmiştir. Bir başka kararda ise AİHM, çok ciddi bazı suçlar dolayısıyla yapılan ceza yargılaması çerçevesinde araştırmacı gazetecilerin yaklaşık bir yıl süreyle tutuklu kalmasını gazetecilerin ifade özgürlüğüne müdahale olarak değerlendirmiştir (Nedim Şener/Türkiye, B. No: 38270/11, 8/7/2014, §§ 94-96). AİHM bir diğer kararında, hâkim olan başvurucunun anayasal bir konuya ilişkin olarak devlet başkanının görüşüne aykırı bir açıklama yapmış olması nedeniyle devlet başkanının başvurucuyu başka bir kamu görevine atamayacağı yönündeki niyetini açıklamış olmasını da ifade özgürlüğüne müdahale saymıştır (Wille/Lihtenştayn [BD], B. No: 28396/95, 28/10/1999, § 50). AİHM'e göre ceza yargılamaları usule ilişkin nedenlerle sonlandırılsa bile suçlu bulunma ve yaptırıma uğrama tehlikesi devam ediyorsa ilgili kişi mağdur olduğu iddiasında bulunabilir (Bowman/Birleşik Krallık, B. No: 141/1996/760/961, 19/2/1998, § 29). AİHM'in Nikula/Finlandiya (B. No: 31611/96, 21/3/2002, § 54) kararına konu olayda; bir dava sırasında avukat, savcı tarafından izlenen yönteme dönük eleştirileri nedeniyle hakaretten mahkûm edilmiştir. Karar istinaf mahkemesince onaylandıktan sonra yüksek mahkemece mahkûmiyet hükmü onaylanmış ancak avukata yönelik para cezası kaldırılmıştır. Yine de avukat, zararları ve yargılama giderlerini ödemek durumunda kalmıştır. AİHM para cezası kaldırılmış olsa bile zararları ve yargılama giderlerini ödemek durumunda kalınmasının avukatların müvekkilerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği sonucuna varmıştır. Başvurucunun mağdur statüsüne sahip olduğu kabul edilen Altuğ Taner Akçam/Türkiye kararına konu olayda AİHM, başvurucunun çalışma alanı Ermeni nüfusuna ilişkin 1915 yılında gerçekleşen tarihî olayları da kapsayan bir tarih profesörü olduğuna ve anılan olaylara dair pek çok kitap ve makale yayımladığına dikkat çekmiştir. AİHM başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında 5237 sayılı Kanun'un maddesi çerçevesinde soruşturma yapılmaması ve mahkûmiyet kararı verilmemiş olmasına rağmenaşırı milliyetçi kişiler tarafından Ermenilere ilişkin görüşleri nedeniyle yapılan suç duyurularının taciz kampanyalarına dönüştüğü vebaşvurucunun anılan hüküm çerçevesinde yapılan suçlamalara cevap vermek zorunda kaldığı tespitini yapmıştır. AİHM; kendisini kamuoyuna “vatan haini” veya “casus” olarak gösteren karalama kampanyasına başvurucunun hedef olduğunu ve kampanyayı müteakip birçok kişiden kendisini aşağılayan ve ölümle tehdit eden nefret mektupları aldığını belirtmiştir. AİHM ayrıca konuyla ilgili yaşanan süreçlerin akademisyen olan başvurucunun soruşturulma riskinden korunmak için akademik çalışmalarında kendisini sınırlayarak davranışlarını yeniden düzenlemek zorunda bıraktığını belirtmiştir(Altuğ Taner Akçam/Türkiye, §§ 65-84). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17226 | Başvuru, bir sosyal paylaşım sitesi üzerinden yapılan paylaşımların kolluk tarafından izlenmesi ve kayıt altına alınması nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, paylaşımlarla ilgili ceza yargılaması yapılması nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamada bazı usul hatalarının bulunması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, idarenin cevap yazısı ve duruşma günü kendisine tebliğ edilmeden hakkındaki idari para cezasının iptali yönündeki talebinin reddine karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 8/2/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/3/2015 tarihli görüş yazısı 23/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 7/4/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket adına kayıtlı 21 KA 534 plakalı araca, taşıma için belirlenen istiap haddinin üstünde yük taşındığının tespit edildiğinden bahisle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (e) bentlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle 30/9/2012 tarihli ve 830213 seri numaralı tutanak ile 124,00 TL idari para cezası kesilmiştir. Başvurucu, söz konusu cezaya karşı Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesine Emniyet Müdürlüğünün ceza kesme yetkisinin bulunmadığı ve düzenlenen ceza tutanağının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle başvuruda bulunmuştur. Başvuru üzerine Mahkeme, 22/10/2012 tarihinde tensip tutanağını düzenleyerek, 4/12/2012 tarihini duruşma günü olarak belirlemiştir. Ancak duruşma günü taraflara tebliğ edilmemiştir. Mahkeme, idarenin cevabi yazısı üzerine, 4/12/2012 tarih ve 2012/1134 İş sayılı kararı ile başvurucunun talebini dosya üzerinden reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Kararına itiraz edilen kurum 09/11/2012 tarihli cevap dilekçesinde Diyarbakır ili Elazığ Yolu İplik Kavşağında yapılan uygulamada durdurulan 21 KA 527 plakalı aracın aşırı yüklü olduğunun görülmesi üzerine, periyodik muayene ayar ve denetimleri Diyarbakır Ticaret Odası tarafından sürekli olarak yapılıp kontrol edilen Doğru Petrol 80 tonluk elektronik tır kantarında yapılan tartım sonucunda aracın yüklü ağırlığının 48840 kg olarak tespit edilerek idari para cezası uygulandığını, aracın tartım sonuçları ile araca ait polnet çıktısının ve uygulanmış olan trafik idari para cezası karar tutanağının gönderildiği karayolları trafik kanununun 65 maddesinde araçların yüklenmesinde yönetmeliklerle belirlenen ölçü ve esaslara aykırı olarak azami yüklü ağırlığının veya izin verilen azami yüklü ağırlığın aşılması halinde 3562 TL işletene ve gönderene ayrı ayrı idari para cezası verileceği işleten ve gönderenin aynı olması halinde fıkraya uymayan işleten ve gönderen için uygulanacak idari para cezasının toplamının uygulanacağının belirtildiğini idari para cezası karar tutanağı düzenleme yetkisinin Karayolları Trafik Kanunu’nun düzenlenmesi başlığının bölümünde düzenlendiğini yapılan işlemin yasalara uygun olduğunu belirtmiş cevap dilekçesi ekinde buna ilişkin aracın tartım sonucu polnet çıktısı trafik idari para cezası karar tutanağı, tebliğat kabul listesi, Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesinin örnek kararı ve yönetmelik fotokopisini gönderdiği görülmüştür.Tüm dosya kapsamı dikkate alınarak yükü gönderen ile işletenin aynı olması nedeniyle toplam 7124 TL idari para cezasının kesildiği, Karayolları Trafik Yönetmeliğine göre emniyet müdürlüğünün ceza kesme yetkisinin bulunduğu,düzenlenen tutanağın usul ve yasaya uygun bulunduğu görülmekle itirazın reddine karar vermek gerekmiştir.” Başvurucu, anılan karara karşı Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesinin 11/1/2013 tarihli ve 2013/27 İş sayılı kararıyla başvurucunun itirazı, düzenlenen tutanağın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…Tüm dosya kapsamı dikkate alınarak yükü gönderen ile işletenin aynı olması nedeniyle toplam 7124 TL idari para cezasının kesildiği, Karayolları Trafik Yönetmeliğine göre Emniyet Müdürlüğünün ceza kesme yetkisinin bulunduğu, düzenlenen tutanağın usul ve yasaya uygun bulunduğu görülmekle itirazın reddine karar vermek gerekmiştir.” İtirazın reddi kararı, başvurucuya 24/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 8/2/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 2918 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Araçların yüklenmesinde, yönetmeliklerle belirlenen ölçü ve esaslara aykırı olarak; … b) Azami yüklü ağırlığın veya izin verilen azami yüklü ağırlığın aşılması, … e) Tehlikeli ve zararlı maddelerin gerekli izin ve tedbirler alınmadan taşınması, … yasaktır. Birinci fıkranın (b) bendine uymayarak; … e) % 25'in üzerinde fazla yüklemelerde 000 Türk Lirası, …İşleten ve gönderenlere ayrı ayrı idarî para cezası verilir.” 13/03/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Başvurunun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:“…(4) Mahkeme, başvuruda bulunan kişilere cevap dilekçesinin bir örneğini tebliğ eder; talep üzerine veya re'sen tarafları çağırarak belli bir gün ve saatte dinleyebilir. Dinleme için belirlenen günle tebligatın yapılacağı gün arasında en az bir haftalık zaman olmasına dikkat edilir. Dinleme sırasında taraflar veya avukatları hazır bulunur. Mazeretsiz olarak hazır bulunmama, yokluklarında karar verilmesine engel değildir. Bu husus, tebligat yazısında açıkça belirtilir. …(6) Dinlemede sırasıyla; hazır bulunan başvuru sahibi ve avukatı, ilgili kamu kurum ve kuruluşunun temsilcisi, varsa tanıklar dinlenir, bilirkişi raporu okunur, diğer deliller ortaya konulur.(7) Mahkeme, ilgilileri dinledikten ve bütün delilleri ortaya koyduktan sonra aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen ve hazır bulunan tarafa son sözünü sorar. Son söz hakkı, aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen tarafın kanunî temsilcisi veya avukatı tarafından da kullanılabilir. Mahkeme son kararını hazır bulunan tarafların huzurunda açıklar…” 18/7/1997 tarihli ve 23053 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Karayolları Trafik Kanununda yazılı trafik suçlarını işleyenler hakkında;a) Emniyet Genel Müdürlüğünün;1) Trafik zabıtası personeli, …, tarafından suç veya ceza tutanağı düzenlenir…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1746 | Başvurucu, idarenin cevap yazısı ve duruşma günü kendisine tebliğ edilmeden hakkındaki idari para cezasının iptali yönündeki talebinin reddine karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, 21/6/2006 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasında düşük miktarlarda tazminata hükmedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 16/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 5/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 21/6/2006 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında, yakınları olan 20 aylık E.T.'nin, ikamet ettiği binanın katı koridorundaki kırık camdan aşağı düşerek vefat ettiğini belirterek, bina yöneticisi ve yardımcısı aleyhine tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi yargılama boyunca, yaşanan olaydan dolayı Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde açılan ceza davası dosyasını incelemiş, varsa davalıların kusur durumlarını tespit etmek amacıyla bilirkişi raporu alınmasına karar vermiş, yapılan itirazlar üzerine iki ayrı bilirkişi raporu daha aldırmıştır. Yargılama sonunda Mahkeme, 1/3/2012 tarihli ve E.2006/267, K.2012/105 sayılı kararı ile ilk bilirkişi raporu ile aynı ve uzlaştırıcı mahiyette gördüğü 1/3/2011 tarihli üçüncü bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranlarını ve benzer konularda ortaya çıkan Yargıtay içtihatlarını dikkate alarak hesap bilirkişisinden de alınan rapor doğrultusunda davanın kısmen kabulüne ve başvurucu Ali Emre Temizcan lehine 068,00 TL destekten yoksun kalma tazminatına ve 000,00 TL manevi tazminata; başvurucu HesnaTemizcan lehine 697,00 TL destekten yoksun kalma tazminatına ve 000,00 TL manevi tazminata; diğer başvurucular lehine 500,00 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 19/3/2013 tarihli ve E.2012/22421, K.2013/4591 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, karar düzeltme istemini de 3/7/2013 tarihli ve E.2013/9662, K.2013/11528 sayılı ilâm ile reddetmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvuruculara 21/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 16/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6993 | Başvuru, 21/6/2006 tarihinde Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasında düşük miktarlarda tazminata hükmedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 23/12/2015 tarihinde PKK/KCK terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak suçlamasıyla gözaltına alınmış, 24/12/2015 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karar 8/6/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu haksız yere iki gün gözaltında kaldığını, gözaltı kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, çevresinde itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, gözaltına alınmadan önce aylık ortalama 000 TL kazanmakta olduğunu, soruşturma sürecinde kendisini avukatla temsil ettirdiğinden avukatlık ücretinin maddi tazminata dâhil edilmesi gerektiğini belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; gözaltının haksız olduğu iddiasını 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendini zikretmek suretiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş olmasına dayandırmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ayrıca gözaltının neden hukuka aykırı olduğuna dair bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 12/1/2018 tarihli kararıyla başvurucuya gelir kaybı ile soruşturma vekâlet ücretinin (600 TL) toplamı 666,70 TL, 120 TL manevi tazminat ile 845 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 15/3/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12372 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kolluk kuvvetleri tarafından yapılan üst aramasında onur kırıcı davranışlarda bulunulması ve gerekmediği hâlde silah kullanılması sonucu ağır şekilde yaralanma meydana gelmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının, esasa etkili iddiaların gerekçeli kararda karşılanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; İstanbul'un Üsküdar ilçesi sınırları içinde mukim bir işyerinde (internet kafe), 25/9/2016 tarihinde saat 45 civarında müşteri olarak bulunmakta iken işyerine gelen sivil giyimli polis memurları B. ve O.A. başvurucuyu mekânın bir köşesine çağırmış ve kimlik talep ederek üst aramasına tabi tutmuştur. Başvurucu olay tarihi itibarıyla 23 yaşındadır. Polis memurları, uyuşturucu ticareti yapıldığı yönündeki ihbar üzerine anılan işyerine gitmiştir. Üst araması sırasında başvurucunun iddiasına göre ayakkabıları ve pantolonu -kısmen- çıkarttırılmıştır (Başvuru formu ekinde sunulan CD'deki video kaydı başvurucunun iddiasını doğrulamaktadır.). 25/9/2016 tarihli Olay Tutanağı'na göre başvurucunun kasık kısmında bir şişkinlik görülmüş ve detaylı arama için ekip otosuna alınmak istendiğinde başvurucu kasık kısmındaki cismi -uyuşturucu olduğu tahmin edilen poşete sarılmış ot- polis memurlarına vermiştir. Başvurucu; formda üzerinde uyuşturucu bulunmadığını, Olay Tutanağı'ndaki tespitin gerçeği yansıtmadığını iddia etmiştir. Başvurucu, polis memurları eşliğinde işyerinden çıkarılmasının ardından -iddiasına göre polis memurlarına yönelik herhangi bir fiziki müdahalede bulunmadan- kendini kurtarıp kaçmıştır. Olay Tutanağı'na göre ise başvurucu, polis memuruna dirsek atmak suretiyle kendisini kurtarıp kaçmaya başlamıştır. Olay Tutanağı'nda belirtildiği şekliyle polis memurları başvurucuyu bir süre kovalamış, eğimli bir rampaya geldiklerinde dur ihtarı yaparak havaya silahla iki el ateş açmış, dik yol nedeniyle polis memuru B. düşmüş, başvurucu da bu esnada bir yapının üzerinden atlamıştır. Başvurucunun yanına giden polis memurları, başvurucunun düşmesinden dolayı yüzünden yaralandığını fark etmiş; başvurucuyu taksiye bindirerek Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Numune Hastanesi) götürmüştür. Numune Hastanesi tarafından düzenlenen Acil Servis Genel Muayene Formu'nun şikâyet ve hikâye kısmında "yüksekten düşme ve ateşli silah yaralanması" ifadeleri yer almıştır. Epikriz raporunun acil servis bölümünde ise "ateşli silah yaralanması nedeni ile başvurucunun hastaneye getirildiği, yüzünde yaygın ödem ve ağız açma kısıtlılığı olduğu, gözün ödemden dolayı değerlendirilemediği" ifade edilmiştir. Başvurucu 28/9/2016 tarihinde plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi kliniğinde ameliyata alınmıştır. Ameliyat notunda "yabancı cisme ulaşıldı, çevre dokulardan diseke edilerek cisim çıkartıldı, ... çıkan metalik yabacı cisim (kurşun) hastane polisine teslim edilmek üzere hazırlandı." ifadelerine yer verilmiştir. İstanbul Anadolu Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 8/11/2016 tarihli raporunda başvurucunun yaralanmasının yaşamı tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, başvurucunun yüzündeki kemik kırıklarının hayati fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte olduğu ifade edilmiştir.A. Ceza Soruşturması Süreci Olayı takiben nöbetçi Cumhuriyet savcısının talimatı ile olay yerinde incelemelerde bulunulmuş, polis memurlarının ellerinden atış artığının olup olmadığının anlaşılması için örnek alınmış, kamera kayıtları incelenmiş, olaya taraf olanların ve tanıkların ifadelerine başvurulmuş, polislerin silahları muhafaza altına alınmıştır. Soruşturma evrakı fezlekeye bağlanarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Polis memurları B. ve O.A. ifadelerinde özetle ihbar üzerine internet kafeye gittiklerini, eşkâle uyan başvurucuyu kafenin bir köşesine çekerek kaba üst aramasına tabi tuttuklarını, üzerinde poşete sarılı uyuşturucu madde tespit ettiklerini, başvurucuyu ekip otosuna götürürlerken başvurucunun polis B.nin koluna hamle yaparak kaçtığını, bir süre başvurucuyu kovaladıklarını, arkasından yüksek sesle ikaz ederek havaya ateş ettiklerini, bu sırada B.nin düştüğünü ve silahının patladığını, başvurucunun da metruk bir inşaatın üzerinden boş arsaya atladığını, başvurucunun yanına gittiklerinde yaralı olduğunu anladıklarını, hastaneye götürdüklerini, B.nin havaya ateş etmesinin ardından silahını kazara ateş aldığını ve hedef gözetmediğini beyan etmiştir. Başvurucu ise beyanında polislerin kafeye gelip üstünü aradıklarını, pantolonunu indirdiklerini, ihbar konusunu kendisine söylemediklerini, ekip otosuna doğru götürüldüğünü, karakola ve ceza infaz kurumuna götürüleceğini düşünerek korkup kaçmak istediğini, koşarken arkasından havaya iki el ateş edildiğini duyduğunu, boş arazinin içindeki üstü beton kaplı gecekondunun üzerine çıktığı sırada bir el daha ateş edilince yaralandığını, yaralanmasıyla gecekondunun üzerinden düştüğünü ifade etmiştir. Görgü tanığı H.Y. ise yaklaşık 35 senedir kafenin bulunduğu mahallede ikamet ettiğini, olay günü polis olduğunu sonradan anladığı bir şahsın bir başka şahsı engebeli çayırlık alanda kovaladığını, kovalama esnasında polisin kayıp düştüğünü, bu sırada silahının ateş aldığını, kaçan şahsın da harabe yapının çatı kısmından, yaklaşık iki metre mesafeden atladığını gördüğünü beyan etmiştir. Kamera kayıtlarının incelenmesi sonucu polislerin başvurucunun üstünü aradığı ve kaçması sonrası başvurucuyu kovaladıkları anların görüntülerinin tespit edilebildiği tutanak altına alınmıştır. İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından yapılan inceleme neticesinde başvurucunun yanağından çıkarılan deforme mermi çekirdeğinin polis B.ye ait olan 9 mm çaplı, Parabellum marka, fişekatar tabancadan atıldığı, olay yerinde bulunan iki kovanın da aynı silahtan çıktığı tespit edilmiştir. Başsavcılık, zor kullanma yetkisini aşarak yaralama suçunu işlediği isnadıyla polis B. hakkında kamu davası açılması talebiyle iddianame hazırlamıştır. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi 5/10/2017 tarihinde, eylemin kasten öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturma ihtimali olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyayı nöbetçi ağır ceza mahkemesine göndermiştir. Bu süreçte başvurucu, açtığı tam yargı davasının ardından 11/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. §§ 24-27). Devam eden ceza yargılamasında İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2020 tarihli kararı ile B.nin yaralama suçundan 2 yıl 4 ay 3 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiş; Cezaya ulaşırken haksız tahrik, duruşmadaki tavır ve olası kastı takdirî indirim nedeni, silah kullanılması ve kalıcı iz yaratılmasını ise artırım nedeni saymıştır. Yargılama sürecinde olaya tanık olan T.Ö.nün de ifadesi alınmıştır. T.Ö. polis memurlarının düştüğünü görmediğini ifade etmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... B.nin düşerek takla attığı, bu esnada silahın patladığını belirtmiş olmalarına rağmen tarafsız tanığın düşen kimseyi görmemiş oluşu ayrıca yokuş aşağı giderken yere düşen sanık B.nin yaklaşık 25 m mesafede bulunan ve tek katlı binanın üst katında yaklaşık 4 m yükseklikte çatıda bulunan Tayfun'un, bu kişinin boy yüksekliği de gözetildiğinde kafasından yaralanacak biçimde vurduğu yönündeki anlatımlarının yaralanmanın şekli ve vücutta bulunduğu yer de gözetildiğinde oluşmasının mümkün olamayacağı, ayrıca sanık B.nin eğim olarak % 45 derecede eğim olduğu yönündeki beyanının da inandırıcılıktan uzak olduğu, zira bahsettiği eğimin normal yol güzergahı üzerinde kabul edilebilir mahiyette olmadığı gözetildiğinde maddi gerçeğe aykırı beyanlarda bulundukları kanaatine varılmış olup, bu yönü ile sanık B.nin ve O.A.nın beyanlarına itibar edilmemiş, Tayfun'un yaralanmasına ilişkin adli rapor, tarafsız tanık beyanı, bu beyanı doğrulanan Tayfun'un anlatımları gözetildiğinde; düşük derecede eğimli yolda Tayfun'un peşinde koşmakta olan sanık B.nin havaya iki kez ateş ettikten sonra tek katlı binanın çatısına çıkmış olan Tayfun'a doğru yaklaşık 25 m mesafeden Tayfun'u durdurmak amacıyla vurmak için hedef alarak ateş ettiği ve yaralanmanın bu şekilde gerçekleştiği kanaatine varılmış olup, sanık polis memuru B.nin iki kez havaya ateş etmek sureti ile kaçan şüpheliyi durdurmayı amaçladığı, ancak kaçan şüpheli Tayfun'un durmaması nedeni ile durdurmak amacıyla ateş ettiği ve vurarak durdurduğu, ateş ettiği mesafe, kaçan şahsa yönelik doğrudan bir kez ateş edilmiş olması, aralarında öldürmeyi gerektirecek husumetin bulunmayışı, şüphelinin yanına geldikten sonra yaralı katılan sanık Tayfun'u araca bindirerek hastaneye getirmiş olmaları hususları gözetildiğinde sanığın öldürme kastıyla hareket etmediği ancak kanunun verdiği hükmün uygulanması sırasında zor kullanma yetkisi sınırlarının aşılarak gerçekleştirdiği eylemi ile Tayfun'u kasten yaralayarak atılı yaralama suçunu işlediği, Tayfun'un alınan adli raporu, bu olay öncesi Tayfun'un gözaltı işlemi sırasında sanığa dirsek atmak suretiyle haksız fiil oluşturacak eylemde bulunmuş olması hususları da gözetildiğinde sanığın yetkisi kapsamında şüpheliye karşı kullanmış olduğu zor yetkisi sırasında gerçekleştirdiği yaralama eylemini sanığın bu sonucun meydana gelebileceğini ön görmesine rağmen ve önemsemeyerek olası kasıt altında ve kendisine yönelik haksız fiilin etkisi altında haksız tahrik nedeniyle işlediği kabul edilerek yaralama suçundan cezalandırılmasına..." Başvurucu özetle indirim nedenlerinin uygulanmasının hatalı olduğunu, suçun kasten öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilmesi gerektiğini, en azından yaralamanın kasten olduğunu ileri sürerek karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 12/10/2021 tarihinde, polis memurunun başvurucuyu başka şekilde yakalama imkânının bulunup bulunmadığı, baş bölgesinden başka vücudun öldürücü olmayan bölgelerine ateş etme olasılığının olup olmadığı tartışılmadan, zor kullanma yetkisinin aşılıp aşılmadığı değerlendirilmeden karar verildiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi yeniden değerlendirme yaparak kasıtlı yaralama suçundan yine 2 yıl 4 ay 3 gün hapis cezasına hükmetmiştir. Sanık polis memuru ve Cumhuriyet savcısı tarafından karara yönelik yapılan istinaf başvurusu 10/5/2022 tarihinde reddedilmiştir. B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, polis memurlarının kendisine yönelik onur kırıcı üst arama eylemi ve zor kullanma yetkisini aşarak hayati tehlike oluşturacak ve kalıcı iz bırakacak şekilde silahla yaralama eylemi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek tam yargı davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 13/4/2018 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... davacı hakkında uyuşturucu ticareti yaptığı hususunda gelen ihbar üzerine, ihbara konu işyerine giden davalı idarede görevli polis memurlarınca, davacının üzerinde bonzai olarak bilinen uyuşturucu madde bulunduğunun tespit edilmesi üzerine gerekli işlemler yapılmak üzere gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğüne götürülmek üzere bulunduğu kafeden çıkartıldığı esnada, ruhsatlı görev silahı ile davacının yaralanmasına sebebiyet veren B.'ye fiziki müdahalede bulunmak suretiyle kaçmaya başlaması sonucu kovalamaca yaşanmasına kendisinin sebebiyet verdiği, dosya içerisinde bulunan tanık ifadeleriyle de davacının "dur ihtarına" uymadığı, polis memurunun kovalamaca esnasında ayağının takılarak düşmesi sonucu silahının ateş alması sonucu davacının yaralandığının sabit olduğu, her ne kadar olaya sebebiyet veren polis memuru hakkında yaralamadan dolayı kamu davası açılmışsa da, İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinin E:2016/682 sayılı dosyasında bu aşamada polis memurunun davacıyı kasten yaraladığına, dolayısıyla da idareye atfedilebilecek hizmet kusuru olduğuna yönelik bir tespite de yer verilmediği anlaşılmakta olup, davacının yaşadığı olayda davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Davanın Manevi tazminat ödenmesi istemine ilişkin kısmına gelince;İdare Hukuku ilkelerine göre manevi tazminata hükmedilebilmesi için; kişinin fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekmektedir.Uyuşmazlıkta idarenin hukuka aykırı eylem veya işleminden söz edilemiyeceğinden, davalı idareyi manevi tazminat ödemekle yükümlü kılmanın şartları da gerçekleşmediğinden davacının manevi tazminat talebinin de reddi gerektiği sonucuna varılmıştır." Ret hükmü, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdari Dava Dairesi tarafından 30/11/2018 tarihli kararla onanmıştır. Başvurucu 13/12/2018 tarihinde nihai kararı tebellüğ etmesinin ardından 11/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için çok sayıda karar arasından bkz. Melih Dalbudak, B. No:2016/16050, 13/2/2020, §§ 50-66; Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017, §§ 51-67; Abdullah Süngü, B. No: 2016/7039, 28/11/2019, §§ 31-48; Devrim Zengin ve diğerleri, B. No: 2017/26413, 9/7/2020, §§ 35-36; Nesrin Demir, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, §§ 74-86; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, §§ 35- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1819 | Başvuru, kolluk kuvvetleri tarafından yapılan üst aramasında onur kırıcı davranışlarda bulunulması ve gerekmediği hâlde silah kullanılması sonucu ağır şekilde yaralanma meydana gelmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının, esasa etkili iddiaların gerekçeli kararda karşılanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; avukatla ve aile bireyleriyle ceza infaz kurumunda yapılan görüşmelerin teknik araçlarla kayda alınması, infaz memurunun görüşmeleri izlemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, eski Sayıştay denetçisi olup 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden ihraç edilmiş; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında 19/10/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/10/2016 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucuya ifadesi sırasında; FETÖ/PDY'ye üye olup olmadığı, bu örgüte mali destek sağlayıp sağlamadığı, ByLock ve benzeri uygulamaları kullanıp kullanmadığı, Bank Asyada hesabının bulunup bulunmadığı, cep telefonu numaraları, öz geçmişi, örgüt toplantılarına katılıp katılmadığı, darbe girişimi gecesi nerede olduğu, işe yerleşirken referanslarının kimler olduğu, kapatılan dergi ve gazetelere abone olup olmadığı, girmiş olduğu sınavlarda soruları önceden alıp almadığına ilişkin sorular sorulmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle öğrencilik döneminde ailesiyle birlikte kaldığını, 2011 yılında Anayasa Mahkemesinde raportör olarak göreve başladığını, darbe girişiminden sonra Anayasa Mahkemesindeki görevlendirmesinin sonlandırıldığını ve Sayıştaydaki görevine geri gönderildiğini, birkaç gün sonra ise açığa alınıp ihraç edildiğini, ByLock ve benzeri herhangi bir uygulama kullanmadığını, FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlantısının olmadığını, örgütsel toplantılara da katılmadığını, örgüte herhangi bir parasal yardımda bulunmadığını, Anayasa Mahkemesine mesleki yeterliliği ve akademik çalışmaları nedeniyle kabul edildiğini, Sayıştaya girerken o dönemin genel sekreteri ve bir uzman denetçiyi referans gösterdiğini, darbe girişimiyle de herhangi bir bilgisi ve ilgisinin bulunmadığını, herhangi bir yayına aboneliğinin ve Bank Asya hesabının olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 27/10/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu sorgusunda, Başsavcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiş ve tutuklanması hâlinde ailesinin mağdur olacağını söylemiştir. Başvurucu, Hâkimlikçe yapılan sorgusunun ardından 27/10/2016 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir:"CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, delilleri yok etme gizleme değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve şüphelilere isnat edilen suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak tüm şüphelilerin isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ayrı ayrı tutuklanmasına... [karar verildi.]" Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/11/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararın kendisine tebliğ edilmediğini belirtmiş ve 6/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 23/10/2017 tarihinde soruşturmanın geldiği aşama, mevcut delil durumu itibarıyla başvurucunun ByLock kullanıcısı olduğuna dair tespit bulunmaması ve tutuklu kaldığı süre gözetilerek tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu gerekçesiyle başvurucunun adli kontrol altına alınarak serbest bırakılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 23/10/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet Başsavcılığının 23/10/2017 tarih ve 2017/172343 soruşturma sayılı yazıları gözönünde bulundurularak şüphelinin tutuklu kalmasının bu aşamada gereksiz olduğu ve adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakılmasının yeterli olacağı kanaatine varılmış ve talep hususunda aşağıdaki şekilde karar verilmiştir. ... Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 27/10/2016 tarih ve 2016/492 sorgu sayılı kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli Serhat Altınkök'ün tahliyesine, başka suçtan tutuklu veya hükümlü değil ise derhal serbest bırakılmasına ... [karar verildi.]" Başsavcılık tarafından 8/6/2020 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgiler verilmiş, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilerek başvurucunun terör örgütü üyesi olduğu iddia edilmiştir. Bu bağlamda iddianamede yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun ikametgâhında ve işyerinde yapılan aramalar neticesinde ele geçirilen dijital materyallerde Sızıntı dergisinden ve Fetullah Gülen'e ait kitaplardan alıntıların yapıldığına rastlanıldığı belirtilmiştir. ii. Sayıştay Başkanlığı tarafından gönderilen yazı ve ekindeki belgelerde; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğuna dair yapılan bazı tespitlere ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı tarafından yapılan soruşturmalar kapsamında dinlenen bir kısım tanığın beyanına dayanılarak 672 sayılı KHK ile meslekten çıkartıldığı belirtilmiştir. iii. Başvurucuyla ilgili tanık beyanlarına da dayanılmıştır. Bu kapsamda "Tanık-4" kod isimli gizli tanık ifadesinde "...Ben Anayasa Mahkemesinin eski raportörlerindenim ve Fetullah Gülen cemaati olarak bilinen yapıyla ilişkiliydim... Mahkemede çalıştığım dönemde Anayasa Mahkemesi'nin eski üye ve raportörlerinden ... Serhat Altınkök... isimli kişilerin cemaat üyesi olduğunu biliyorum...Diğer grupta ise Serhat Altınkök... vardı. Emin olmamakla beraber bu grubun başında Serhat Altınkök'ün olacağını tahmin ediyorum. Daha önce de söylediğim gibi bunlar benim bildiğim gruplardı. Bunlar dışında da gruplar vardı fakat hangi gruba kimin dahil edildiğini bilmiyorum..." şeklinde beyanda bulunmuştur.iv. "Tanık-5" kod isimli gizli tanık ifadesinde "...Ben HSYK’nın 16 Temmuz 2016 tarihli açığa alma işlemine kadar Anayasa Mahkemesinde raportör olarak görev yapıyordum ve Mahkemede Fetullah Gülen Cemaati olarak bilinen yapıya mensup idim...Raportörlerden ise ...Serhat Altınkök'ün... aynı yapı içerisinde olduğunu biliyorum...Mahkemedeki yapılanma son haliyle şöyleydi: Uyuşmazlık Mahkemesi raportörleri U.Y., İ.S. ve S.Ş.K., İ.Ç.nin sorumlu olduğu grubu, A.R.Ç., H.T.G. ve Serhat Altınkök, S.nin sorumlu olduğu grubu oluşturuyordu." şeklinde beyanda bulunmuştur.v. "Defne" kod isimli gizli tanık ifadesinde "...Anayasa Mahkemesinde görev yaptığım dönemde doğrudan gözlemlerim, ilişkilerim, raportörlerden cemaat üyesi tanıdıklarımın söylem ve tutumlarına dayanarak söyleyebilirim ki. Anayasa Mahkemesi eski üye ve raportörlerinden ... Serhat Altınkök... üyesidir...Anayasa Mahkemesi'nden daha sonra bazı cemaat üyesi raportörlerin gönderilmesinden sonra gruplar kıdemden ziyade üyelerin ikamet yakınlıkları dikkate alınarak yeniden oluşturuldu. Bu süreçte birinci grupta, İ.Ç., S.Ç. dışında Uyuşmazlık Mahkemesi raportörleri U.Y., İ.S. ve S.Ş.K. bulunmakta idi. Diğer grup ise Serhat Altınkök, Ö.,Ş., R.Ü., B.Y.den oluşmakta idi. Bu grupların abiliğini İ.Ç. ve emin olmamakla birlikte Serhat Altınkök yapmakta idi..." şeklinde beyanda bulunmuştur.vi. R.Ü. ifadesinde "...Örgüt üyesi olarak bildiğim Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi raportörlerini daha detaylı olarak yeniden bilgilerinize arz etmek istiyorum...Yeniler grubunda olduğunu bildiğim raportörler...Serhat Altınkök...idi...Benim bulunduğum grubun abisi E.T. oldu ve grupta Ş., Serhat Altınkök ve Ö. yer alıyordu..." şeklinde beyanda bulunmuştur.vii. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında dinlenen E. ifadesinde "...A.A. beni o dönem Ankara Üniversitesinde Siyasal Bilimler Fakültesinde okuduğunu bildiğim, o dönem yani 1997 yılında 22-25 yaşlarında Serhat Altın veya Altınkök isimli şahıs ile tanıştırdı, hatta A.A. o dönem benimle aynı okulda okumayan ve yaşıtım olan soy isimlerini hatırlamadığım şahısları da benimle beraber Serhat isimli şahısla tanıştırmıştı, Serhat Altın veya Altınkök isimli şahıs ilk olarak bizi Cebeci semtinde bulunan bir Etüt merkezine götürerek bizi sınav yapmıştı, daha sonra bizleri yine Cebeci semtinde bulunan bir öğrenci evine götürdü, bu evde kalan başka kişilerde vardı fakat bu kişiler ile tanıştırılmadık, evde sadece Serhat'ı tanıyorduk, evde ilk zamanlar sadece ders çalışıyorduk, bu eve 2 veya 3 haftada bir gidiyorduk, Serhat isimli şahıs bizi daha sık çağırıyordu fakat evlerimizin gitmiş olduğumuz öğrenci evine uzak olması sebebiyle gidemiyorduk, daha sonraları namaz kılmaya akabinde de Fetullah Gülen'in kitaplarını okumaya başladık, Serhat Altın veya Altınkök isimli şahıs Fetullah Gülen'in bir din alimi ve hocalarının olduğunu söylüyordu, bende de bu dönem namaz kılmaya başladığım için dine biraz daha eğilmeye başlamıştım, ailem zaten muhafazakar bir yapıdaydı ve zorluk da çekmemiştim. Ortaokul sonlarında yani 1997 yılında girmiş olduğum sınavlardan Astsubay Hazırlama Okulunu yedekten kazandım, kazandıktan sonra Serhat ile görüşme yapmıştık, Balıkesir ilinde okurken yanıma gelirdi zaman aralıkları ile geleceğini, ayrıca bana bir yer söyleyerek 2 ay sonra haftasonu burada buluşacağımızı söyledi, ben okula giderek başlamamı yaptım, okula başladıktan 2 ay kadar sonra Serhat'ın söylediği yere gittim, görüşmemiz 5 dakika kadar sürdü. Ayaküstü görüştük, görüşmemizde bana sadece hal hatır sordu ve bir sonraki görüşmenin yine 2 ay sonra aynı yerde olacağını söyledi, daha sonra ayrıldık, okulda bu ara anne tarafından akrabam olduğunu öğrendiğim ve meslektaşım olan A.A. ile tanıştım, birlikte zaman geçirmeye başladık, Serhat isimli şahıs ile de 2 veya 3 aylık periyotlarla sınıfın sonuna kadar görüşmelere gittim, görüşmelerimiz yine dışarıda ve kısa süreli hal hatır sorma şeklinde oldu. Balıkesir Astsubaylık Hazırlama Okulu Sınıfa geçtiğimde Serhat ile görüşmelere devam ettim, bir gün yine buluşmaya gittiğim gün A.A.nın da Serhat ile görüşmeye geldiğini öğrendim, o güne kadar A.A.nın bu yapı içerisinde olduğunu bilmiyordum, Serhat artık görüşmelere birlikte geleceğimizi söyleyerek bizi bir grup yaptı, okul bitene kadar da bu şekilde A.A. ile birlikte Serhat ile görüşmelere gittik. 2000 yılında Balıkesir Astsubay Hazırlama Okulundan mezun olduktan sonra ben İstanbul Piyade Sınıf Okuluna, A.A. ise Ankara Zırhlı Birlikler Sınıf Okuluna atandı, bu dönem Serhat isimli şahıs ikimizle ayrı olarak görüşme yaptı ve bana İstanbul'da tekrar görüşeceğimizi söyledi, İstanbul'da Sınıf Okuluna başladığımda Serhat isimli şahıs ile görüştük, fakat İstanbul ilinde Serhat ile görüşmelere devam edip etmediğimi veya başka birine devredilip devredilmediğimi hatırlamıyorum, İstanbul sınıf okulundayken yapı ile de bağım zayıflamıştı, çünkü arkadaş çevrem ile sosyal bir hayatım vardı, bu yüzden bu dönemi fazla hatırlamıyorum, bu dönem hatırladığım sigara içtiğim için Serhat bana kızıyordu..." şeklinde beyanda bulunmuştur. E. kendisine gösterilen fotoğraftan başvurucuyu kesin ve net olarak teşhis etmiştir. İddianame 10/6/2020 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilerek E.2020/155 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Gülhane Askerî Tıp Akademisinde (GATA) tabip albaylık yapan E.U., hakkında yürütülen soruşturma kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istemiş ve bu kapsamda Başsavcılık tarafından 7/2/2020 tarihinde E.U.nun ifadesine başvurulmuştur. E.U. fotoğraftan yaptığı teşhiste FETÖ/PDY'nin GATA yapılanması adı altındaki toplantılarda başvurucuyu gördüğünü, örgüt içindeki konumunu ve görevini ise bilmediğini ifade etmiştir. Başsavcılık 10/6/2020 tarihinde bu İfade ve Teşhis Tutanaklarını başvurucunun yargılandığı dosyaya sunmuştur. Mahkeme 18/3/2021 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın,672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldığı, sanığa ait dijital materyallerde Sızıntı dergisinden ve Fethullah Gülen'e ait kitaplardan alıntıların yapıldığına rastlanıldığı, gizli tanık 5'in 27/9/2016 tarihli bilgi alma tutanağında beyanında, sanığın yapı içerisinde olduğunu bildiğini, Ö., Ş., R.Ü.nün aynı grupta olduğunu, tahminine göre sanığın grubun başında olduğunu ifade ettiği, tanık R.Ü.nün beyanlarında, Anayasa Mahkemesi'ndeki yapılanmada yeniler grubunda sanığın da bulunduğunu, sanığın söylemlerinden zaman zaman farklı meslek gruplarından kişiler ile toplantıya katıldığını beyan ettiği, gizli tanık Defne'nin beyanında, 2014-2015 yıllarında A. bey isimli birinin olduğunu, kendisinin Anayasa Mahkemesi'nden ayrılmasından sonra grupların yeniden şekillendirildiğini, sanığın da yeni grubun içerisinde olduğunu, sanığın öncesinde de yapı içerisinde olduğunu bildiğini, toplantıların genel olarak gruptaki kişilerin evlerinde yapıldığını, sanığı ortak toplantıda gördüğünü, toplantılarda örgüt liderinin videolarının izletildiğini, video olmadığı zaman örgüt liderinin talimat notlarının okunduğunu beyan ettiği, tanık E. sanık hakkında yapıya ait öğrenci evlerine gittiğim dönem içerisinde sanığın kendileri ile ilgilendiğini, sanığın kendisini Cebeci semtinde öğrenci evine götürdüğünü, eve iki üç haftada bir gittiklerini, başlarda ders çalıştıklarını, daha sonra namaz kılıp Fethullah Gülen'in kitaplarını okumaya başladıklarını, sanığın Fethullah Gülen'in din alimi ve hocalarının olduğunu söylediğini, 1997 yılında Astsubay Hazırlama Okulu'nu kazandıktan sonra da sanık ile görüşme yaptıklarını, 2 ya da 3 aylık periyotlarla Sınıfın sonuna kadar görüşmelere gittiğini, Sınıfta da A. ile kendilerini bir grup yaptığını ve sanık ile görüşmeye devam ettiklerini, mezun olduktan sonra Serhat'ın ikisi ile de görüştüğünü, İstanbul'da Piyade Sınıf Okulu'na başladığında da Serhat ile görüştüğünü beyan ettiği, gizli tanık 4 ve gizli tanık 5'in, sanığın örgüt ile bağlantılı olduğunu beyan ettiği, E.U. isimli şahsın 7/2/2020 tarihli fotoğraftan teşhis tutanağında ' ...o dönemdeki cemaatin GATA yapılanması adı altındaki toplantılarda kendisini gördüğüm, örgüt içindeki konumunu ve görevini bilmediğim şahıstır.' şeklinde teşhiste bulunduğu, sanığın aksi yöndeki savunmasının suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, sanığın, örgütün sivil imamları kontrolünde sohbet adı altındaki toplantılarına katıldığı ve bu durumun yıllar içerisinde süreklilik arz ettiği, toplantılarda örgüt liderinin kitaplarının okutulup videolarının izletildiği, belirtilen hususlar karşısında sanığın silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve eylemlerinin çeşitlilik, süreklilik ve yoğunluk içerdiği anlaşıldığından üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği mahkememizce kabul edilerek eylemine uyan 5237 sayılı TCK.'nun 314/2 maddesi gereğince cezalandırılmasına dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava istinaf aşamasında derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/10628 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; avukatla ve aile bireyleriyle ceza infaz kurumunda yapılan görüşmelerin teknik araçlarla kayda alınması, infaz memurunun görüşmeleri izlemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/33962 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/33962 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/33962 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi H.E., Hakkari'nin Yüksekova ilçesi Dağlıca köyünde ikamet etmekte ve aynı yerde geçici köy korucusu olarak görev yapmakta iken 22/7/2006 tarihinde kırsal alanda mayına basması sonucunda vefat etmiştir. Başvurucu, İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş; eşinin, köy koruculuğu görevini ifa ettiği sırada veterör eylemiyle öldürüldüğünü belirterek 3/1/1984 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca kendisine nakdî tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur. İçişleri Bakanlığı 27/3/2007 tarihli işlemiyle H.E.nin güvenlik ve asayişin korunması ile ilgili bir görev verilmeden ot toplamak amacıyla gittiği yerde mayına basması sonucunda vefat ettiği, bu itibarla anılan Kanun hükümleri kapsamında tazminat ödenmesi için gerekli koşulların bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 26/6/2007 tarihinde idari yargıda dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada Mahkeme, 27/3/2008 tarihli kararıyla idari yargılama usulü kurallarına uygun düzenlenmediği gerekçesiyle otuz gün içinde yeniden düzenlenecek dilekçe ile dava açılmak üzere dava dilekçesini reddetmiştir. Başvurucu, dilekçe ret kararı üzerine yeniden düzenlediği dilekçesini Yüksekova Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla ve 9/6/2008 tarihli havale kaydıyla Mahkemeye göndermiş; yenilediği dilekçesinde de aynı idari işleme ilişkin iptal istemini tekrarlamıştır. Mahkeme 19/12/2008 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde ilk olarak dilekçe ret kararının hangi tarihte tebliğ edildiğinin tespit edilebilmesi amacıyla 16/9/2008 ve 21/11/2008 tarihli ara kararları ile istenilmesi üzerine PTT Genel Müdürlüğü (PTT) tarafından dava dosyasına gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden tebligatın 7/5/2008 tarihinde bizzat davacı vekiline yapıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Buna göre başvurucu vekiline 7/5/2008 tarihinde tebliğ edilen dilekçe ret kararı üzerine otuz günlük yenileme süresi içinde ve en geç 6/6/2008 tarihine kadar dava açılması gerekirken 9/6/2008 tarihinde kayda giren dilekçe ile yenilenen davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu kararı temyiz etmiştir. Başvurucu vekili tarafından düzenlenen temyiz dilekçesinde, dilekçe ret kararının vekile (kendisine) tebliğ edildiği tarihin 8/5/2008 olduğu, buna göre süresi içinde yenileme dilekçesinin verildiği belirtilmiştir. Başvurucu vekili temyiz dilekçesinde, Mahkeme kararında 7/5/2008 tarihinde bizzat davacı vekiline tebligat yapıldığının ifade edildiğine dikkat çekmiş; bu tarihte kendisine tebligat yapılmasının mümkün olmadığını, zira duruşma nedeniyle Van'da bulunduğunu iddia etmiştir. Aynı dilekçede, PTT'den yaptığı araştırma neticesinde tebligatın 7/5/2008 tarihinde işyeri adresinde E.Y. isimli şahsa yapıldığı yönünde düzenlenen tebliğ mazbatasına ulaştığını belirten başvurucu vekili, E.Y.nin çalışanı olmadığını, işyerinde yarı zamanlı çalışan yeğeninin arkadaşı olduğunu, bu sebeple tebligat almaya yetkili olmadığını, dolayısıyla tebligatın usulsüz olduğunu ileri sürmüştür. PTT'nin bilgisayar kayıtlarında tebligat tarihinin 8/5/2008 olarak göründüğü belirtilen temyiz dilekçesinde, her ne kadar tebliğ tarihi konusunda tereddüte düşen Mahkemenin ara kararına cevaben PTT tarafından gönderilen yazıda tebligatın 7/5/2008 tarihinde yapıldığı, sehven bilgisayar kayıtlarına 8/5/2008 tarihi olarak işlendiği şeklinde açıklamada bulunulmuş ise de bilgisayar kayıtlarına itibar edilmesi gerektiği ifade edilerek süre ret kararının bozulması talep edilmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 23/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar 11/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4185 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, koşulları oluşmasına karşın gerekçesiz olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alanlara ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun sahibi olduğu işyerindeki çalışanların görevlerinden ayrılmak istemeleri üzerine çıkan tartışmada çalışanları yaraladığı iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 14/4/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucunun basit yaralama suçunu işlediği iddiasına dayanılarak kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdindeki yargılamanın 28/4/2016 tarihli celsesinde başvurucu müdafii, başvurucu hakkında beraat kararı verilmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Aynı celsede müşteki H.B. ile diğer müşteki A.E.nin müdafii, şikâyetlerinin devam ettiğini bildirerek katılma talebinde bulunmuştur. Mahkemece söz konusu celsede müsnet suçtan, her iki katılan yönünden başvurucunun ayrı ayrı neticeten 400 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Mahkeme kararında HAGB uygulanmasına dair herhangi bir değerlendirme olmadığı anlaşılmıştır. Karar 28/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9607 | Başvuru, koşulları oluşmasına karşın gerekçesiz olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kollukta ifade alınırken işkence ve kötü muameleye maruz kalınması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması, cezanın bireyselleştirilmesi kurumlarına başvurulmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan N.T.U. 1965 tarihinde, N.T. 1967 tarihinde Samsun'da doğmuş olup olayların gerçekleştiği tarihte İstanbul ilinde ikamet etmektedirler. Başvurucular 17/7/2000 tarihinde kolluk nezdinde ifade vermişlerdir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 27/4/2009 tarihli kararıyla başvurucuların gece vakti silahla yağmaya teşebbüs ve hürriyetten yoksun bırakma suçlarından cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başvurucular bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Başvurucular, temyiz dilekçesinde delillerin hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiğine yönelik herhangi bir iddia öne sürmemişlerdir. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/12/2013 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Başvurucular kararı 10/3/2014 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular 28/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4372 | Başvuru, kollukta ifade alınırken işkence ve kötü muameleye maruz kalınması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması, cezanın bireyselleştirilmesi kurumlarına başvurulmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, insan öldürmeye teşebbüs suçundan yürütülen yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru form ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 7/8/2005 tarihinde uğradığı fiziksel saldırı sonucu hayati tehlike geçirmesine neden olacak şekilde yaralanması üzerine Borçka Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun hayati tehlike geçirmesine ve hayati fonksiyonlarını ağır derecede etkiler nitelikte kemik kırılmasına neden olacak şekilde yaralandığı anlaşılmış, 23/1/2006 tarihli iddianameyle on şüpheli hakkında kasten yaralama suçundan asliye ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. Borçka Asliye Ceza Mahkemesince 6/5/2010 tarihinde dört sanığın beraatine, bir sanık hakkındaki davanın düşmesine, diğer sanıkların ise mahkûmiyetine dair verilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/5/2012 tarihli ilamıyla, başvurucuya yönelik eylemin öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturabileceği gözetilerek yargılamanın üst dereceli ağır ceza mahkemesince yapılmasının gerekmesi nedeniyle bozulmuştur. Anılan bozma kararı üzerine 18/10/2012 tarihinde görevsizlik kararı verilerek dosyanın gönderildiği Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 16/1/2015 tarihinde altı sanığın beraatine, üç sanığın ise nitelikli öldürmeye teşebbüs suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. UYAP kayıtlarından, bu kararı temyizen inceleyen Yargıtay Ceza Dairesinin 19/6/2018 tarihinde beraat kararlarını onadığı, mahkûmiyet kararlarını ise mahkûmiyete yeterli delil bulunmaması nedeniyle bozduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu 19/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesi ise şöyledir:"Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35162 | Başvuru, insan öldürmeye teşebbüs suçundan yürütülen yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir kamu görevlisinin vermiş olduğu dilekçede yer alan ifadelerin hakaret suçunu oluşturduğu gerekçesiyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Patnos İlçe Seçim Kurulunda ve Patnos Adliyesinde birden çok mahkemede kâtip olarak çalışmaktadır. Bahsi geçen dönemde başvurucu ile İlçe Seçim Kurulu Başkanı Hâkim arasında bazı anlaşmazlıklar meydana gelmiş ve başvurucu İlçe Seçim Kurulu Başkanı tarafından özürsüz olarak işe gelmemek suçundan aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmıştır. İlgili disiplin cezası İl Seçim Kurulu Başkanınca ortadan kaldırılmıştır. Başvurucu ile bahsi geçen Hâkim arasındaki anlaşmazlığın devam etmesi üzerine başvurucu, Patnos Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde psikolojik tacize uğradığından bahisle Hâkim aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, "mobbing" oluşturan eylemlerin tanımını yapmış ve Hâkimin kendisine yönelik davranışlarından örnekler vererek kendince bu davranışları yorumlamıştır. Başvurucunun Asliye Hukuk Mahkemesine verdiği dava dilekçesinde davalı Hâkime yönelik bazı iddia ve sözlerin, iddia ve savunma kapsamı dışında kaldığından bahisle Patnos Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış ve 1/11/2011 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmıştır.Patnos Sulh Ceza Mahkemesi 17/2/2011 tarihli kararı ile başvurucunun hakaret suçundan on ay hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasına ve verilen cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun Patnos Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde müşteki Hâkimin eylem ve işlemlerini "talihsizlikler serisi" ve "saçmalıklar serisi" olarak nitelendirmesi ve müşteki hakkında "art niyet gösteren ilçe seçim kurulu başkanı" sözlerini kullanması hakaret suçuna vücut vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 28/4/2014 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır. Başvuru 30/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurudan sonra başvurucu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz talebinde bulunmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı talebi kabul ederek itiraz kanun yoluna gitmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 8/1/2015 tarihli ilamı ile başvurucunun dava dilekçesinde kullandığı sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve bu sebeple de hakaret suçunun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Patnos Asliye Ceza Mahkemesinin 1/7/2015 tarihli kararı ile başvurucunun beraatına karar verilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2016 tarihli ilamı ile beraat hükmünün onanmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7775 | Başvuru, bir kamu görevlisinin vermiş olduğu dilekçede yer alan ifadelerin hakaret suçunu oluşturduğu gerekçesiyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/86991 | Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi kapsamında kapatılan vakfa ait taşınmazla ilgili olarak Vakıflar Genel Müdürlüğüne karşı açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan KHK ile millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle irtibatı belirlenen vakıflar da kapatılmıştır. Başvurucu 7/6/2007 tarihinden önceki süreçte İstanbul ili Küçükçekmece ilçesinde yer alan taşınmazda bulunan bağımsız bölümün malikidir. Binanın yıkılarak yeniden inşası gündeme geldiğinde tapu kayıtlarında anılan bağımsız bölümün Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil edildiğini, öncesinde ise taşınmazın 7/6/2007 tarihinde Merve Eğitim ve Kültür Vakfına hibe edilmiş olduğunu öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu, katıldığı dinî toplantılarda ismini A. olarak bildiği bir kadının fakir fukaraya yardımda bulunmak amacıyla tapuda kendisine imza attırdığını ancak bunu bağış iradesi ile yapmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; lehine devir yapılan Merve Eğitim ve Kültür Vakfının 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca kapatıldığını, tapu işlemleri sırasında dinî duygularının sömürülerek iradesinin zayıflatıldığını, yapılan işlemin bağışlama niteliğinde olduğunu sonradan öğrendiğini belirterek bağıştan rücu hukuki nedenine dayalı olarak 12/6/2017 tarihinde tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 27/7/2017 tarihli kararında, dava şartı yokluğu nedeniyle davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrasında, kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalıyla bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dâhil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında KHK'nın maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verileceğinin hükme bağlandığı belirtilmiştir. Somut davanın 675 sayılı KHK'nın yürürlük tarihinden sonra 12/6/2017 tarihinde açıldığı, çekişmeli taşınmazın bağışlandığı Vakfın KHK ile kapatılan vakıflardan olduğu, bu sebeple anılan Vakfın taraf olduğu işlemler dolayısıyla açılan davalara ilişkin olarak KHK'nın maddesindeki düzenleme karşısında davanın dava şartı yokluğu sebebiyle reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Mahkemenin 7/9/2017 tarihli ek kararı ile kanun yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı 18/8//2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 667 sayılı KHK'nın "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...c) Ekli (III) sayılı listede yer alan vakıf ve dernekler ile bunların iktisadi işletmeleri,... (2) Kapatılan vakıfların her türlü taşınır ve taşınmazları ile her türlü mal varlığı, alacak ve hakları, belge ve evrakı Vakıflar Genel Müdürlüğüne bedelsiz olarak devredilmiş sayılır. Kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarının sağlık uygulama ve araştırma merkezleri ve kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir. Birinci fıkrada sayılanların her türlü borçlarından dolayı hiçbir şekilde Hazineden bir hak ve talepte bulunulamaz. Devire ilişkin işlemler ilgili tüm kurumlardan gerekli yardımı almak suretiyle ilgisine göre Maliye Bakanlığı veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilir...." 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.... (3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir. (4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar....'' 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır. (2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır. (3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir. (4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz." 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesi 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ''Aldatma'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir" 6098 sayılı Kanun'un "İrade bozukluğunun giderilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır. Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz.'' Yargı Kararları İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 1/11/2016 tarihli ve E.2016/211, K.2016/183 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava kıdem ve yıllık izin alacaklarının tahsili istemine ilişkindir. Şifa Üniversitesi'nin 23/7/2016 tarihli olağanüstü hal kapsamında alınan tedbirlere ilişkin KHK'nin maddesi gereğince kapatıldığı, taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir. ....29/10/2016 tarih ve 29872 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 675 sayılı olağanüstü hal kapsamında alınan tedbirlere ilişkin KHK’nın dava ve takip usulü başlıklı 16/3 maddesindeki düzenlemede '..20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile ülke genelinde ilan edilen OHAL kapsamında yürürlüğe konulan KHK'ler gereğince kapatılan kurum, kuruluş.. sahibi gerçek ve tüzel kişiler veya kapatılma yada resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davaların dava şartının bulunmaması nedeni ile davanın reddine karar verileceği' denilmekte olup emredici düzenleme karşısında yerel mahkemenin kararının usul yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından, davacının istinaf başvurusunun duruşmasız usulden reddine karar verilmesine gerektiği kanaatine varılmıştır....'' Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 17/5/2017 tarihli ve E.2017/475, K.2017/480 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Dava, marka hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere mahkemece, 675 sayılı KHK'nın 16/ maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Öncelikle her ne kadar mahkemece kesin olarak karar verilmiş ise de 675 sayılı KHK'nın 16/ maddesi uyarınca verilecek kararlar kesin olup aşağıda açıklanacağı üzere işbu dava, 675 sayılı KHK'nın 16/ maddesi kapsamında kalmadığından karara karşı kanun yolunun açık olduğu sonucuna varılmış ve işin esasına geçilmiştir.675 sayılı KHK'nın 16/ maddesi hükmünde, kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davaların, dava şartı yokluğundan reddedileceği düzenlenmiş olup, işbu dava ise belirtilen tarihten sonra 26/10/2016 tarihinde açıldığından mahkemece, 675 sayılı KHK'nın 16/ maddesi uyarınca davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Bununla birlikte yukarıda belirtilen kurum ve kuruluşlar ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden sonra açılan davalara ilişkin düzenleme ise aynı KHK'nın 16/ maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hüküm, '20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.' şeklinde olup eldeki davada, 17/8/2016 tarihinden sonra açıldığından 675 sayılı KHK'nın 16/ maddesi uyarınca davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde KHK'nın 16/ maddesi uyarınca davanın reddi doğru olmamış ise de davanın reddine ilişkin karar sonucu itibariyle doğru görüldüğünden gerekçesi düzeltilmek suretiyle yeniden aşağıdaki şekilde esas hakkında hüküm kurulmuştur....'' B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34828 | Başvuru, olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi kapsamında kapatılan vakfa ait taşınmazla ilgili olarak Vakıflar Genel Müdürlüğüne karşı açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Balıkesir Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 25/4/2014 tarihli ihbar dilekçesi sonucu başvurucunun 22/5/2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Yapılan soruşturma neticesinde başvurucu hakkında 13/1/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya ve ihbar eden kuruma 29/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Karara itiraz edilmemesi üzerine Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kararın 14/2/2020 tarihinde kesinleştiğine dair şerh düzenlenmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11839 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında depo edilen bedelin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İzmir'in Menderes ilçesine bağlı Gölcükler Mahallesi'nde bulunan 302 parsel sayılı taşınmazın ayrı ayrı 23/64 hisselerini tapuda yapılan resmî satış ile 22/3/2011 tarihinde satın almış ve 2/11/2011 tarihli noter ihtarnamesiyle davacıya bildirimde bulunmuşlardır. Bu taşınmazda 3/160 hissesi olan paydaş R.Y. kanuni ön alım hakkına dayalı olarak başvurucular aleyhine 1/2/2012 tarihinde Menderes Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mahkemece 25/9/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; davacı R.Y.nin başvuruculara hisse satan maliklerden Ş.Y.nin vekili olarak satım sözleşmesi sırasında hazır bulunduğu açıklanarak satış sözleşmesinden haberdar olduğu, bu nedenle ön alım hakkının yasal süresi içinde ve iyi niyet kurallarına uygun kullanılmadığı belirtilmiştir. Davacı tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 29/4/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde; yasal ön alım hakkının kullanılması için öğrenme olgusunun değil noter bildiriminin gerektiği, ön alım hakkı sahibinin satışı başka bir şekilde öğrenmiş olmasının sürenin işlemesine yol açmayacağı açıklanarak kanunun verdiği hakkın kullanılması nedeniyle davacının kötü niyetli olduğunun söylenemeyeceği belirtilmiştir. Bozma kararından sonra 4/2/2015 tarihinde 000 TL ön alım bedeli mahkeme veznesine depo edilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak 18/3/2015 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, davacının süresinde yasal ön alım hakkını kullandığı ve bu nedenle kötü niyetli sayılamayacağı belirtilmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar Dairece 12/11/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 15/12/2016 reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 27/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 27/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler. " 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Önalım hakkından feragatin resmî şekilde yapılması ve tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir.Belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tâbidir ve satıştan önce veya sonra yapılabilir.Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.Önalım hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer. " 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kullanılır.Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür." Yargıtay İçtihatları Dairenin 27/2/2018 tarihli ve E.2017/4874, K.2018/1459 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir. Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Ancak; davalı adına kayıtlı dava konusu payın satışı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlükte olduğu dönemde yapılmış isesatış tarihiitibariyle aradan uzunca bir süre geçmiş ve bu uzun süre davalı alıcının kendisinden kaynaklanmamışsa aradan geçen sürede davalı, ortaya çıkan değer artırıcı unsurların dikkate alınarak önalım bedelinin yeni duruma göre tespitini talep edebilir. Satış tarihinden itibaren geçen uzunca bir süre sonra, taşınmazın değerinde meydana gelen objektif ve enflasyon artışlarının, önalım bedeline dahil edilmesi yorumu, yasaya ve hukukun genel prensiplerine de ters düşmeyecektir, aksine bir uygulamanın hukukun amacı olan adaletin somutlaştırılmasını önleyeceği ve çıkarlar dengesini bozacağı açıktır, aksi halde; önalım hakkı sahibi sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşecektir, aradan geçen sürede ortaya çıkan değer artırıcı unsurların dikkate alınarak önalım bedelinin yeniden belirlenmesi hakkaniyete uygun olacaktır,bu görüş Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1993 gün 761-192 E-K , 1994 tarih 215-356 E-K 1994tarih343-625 E-K 1994 tarih 663-841 E-K sayılı Kararlarında da benimsenmiştir.Somut olaya gelince, 1996 tarihli resmi senet içeriğine göre, davalının davaya konu 5289 ada 3 parsel (eski 1545 ada 44 parsel) sayılı taşınmazın 3/16 payını davalı S.A.’den, 000,00 (seksenbeş milyar) TL bedelle satın aldığı, daha sonra satın aldığı payın kısmen davacıların miras payı oranında mahkeme kararı ile iptal edildiği ve tapuda infaz edildiği anlaşılmış; mahkemece, önalım bedeli olarak belirlenen 1996 tarihli resmi senetteki satış bedeli olan 000,00 TL'nin iptal edilen paya göre yarısı olan 540,00 TL depo ettirilerek, 5289 ada parselde davalı A.O adına kayıtlı bulunan 3/32(12/128 payın) iptali ile, 3/128'er paydan her bir davacı adına tapuya kayıt ve tescili suretiyle 2017 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir.Dava konusu payın satış tarihi 1996 (7768 yevmiye), dava tarihi 1997, karar tarihi ise 2017'dir. Davalı adına kayıtlı dava konusu payın satışı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlükte olduğu dönemde yapılmış ve dava da bu dönemde açılmıştır. Kanuni önalım hakkının düzenlendiği K ‘nun maddesinde yalnız önalım hakkının varlığından söz edilmiş, önalım bedeline ilişkin bir açıklamada bulunulmamıştır. Daha sonra uygulamada K maddesinde sözleşmeden kaynaklanan önalım hakkı için getirilen koşulların kural olarak kanuni önalım hakkı için de uygulanması benimsenmiştir. Somut olayda aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışlar ile enflasyon olgusunun önalım bedelinin belirlenmesine etkisi de kabul edilmelidir. Hakkın kullanılması hiç bir zaman davalının zararına olmamalıdır. Satış tarihi ile karar tarihi arasında 21 yıl gibi uzunca bir sürenin geçmiş olması gözönüne alındığında bu durumun davacıyıamacı dışında zenginleştirmemesi davalıyı da fakirleştirmemesi gerekir; bir tarafın diğer taraf zararına azımsanamayacak derecede oransız bir çıkar sağlaması K’nun maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı olacaktır.Açıklamalar ışığında Mahkemece; dava konusu payın değerinin belirlenmesi bakımından, bilirkişiler marifeti ile taşınmaz başında keşif yapılarak, aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışlar ile enflasyon olgusuda gözetilerekbilirkişilerdendenetime elverişli şekilde rapor alınması, günümüze uyarlanmış olan bedelin depo edildiktensonra sonucuna görebir hüküm kurulması gerekirkenyazılıolduğu üzere hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir." Dairenin 26/12/2016 tarihli ve E.2015/6448, K.2016/10863 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Dava, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescili istemine ilişkindir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2015 gün ve 2014/6-324 – 2015/2787 sayılı onama ilamında da açıklandığı üzere; Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satmasıhalinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla da kullanılabilir hale gelir.Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır.Öte yandan; şuf'alı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufunda ki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle önalım hakkını kullanması Medeni Kanunun maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 1951 gün ve 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alınması gerekir. Savunmanın genişletilmesi bu gibi durumlarda söz konusu değildir.Dosya da mevcut 1995 gün ve 10038 yevmiye numaralı Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, 2003 tarih07969 Yevmiye no'lu Satış Vaadi Sözleşmesi, 2007 tarihli Yüklenici Kooperatif ile arsa sahipleri arasında düzenlenen ve bağımsız bölümlerin paylaşımını gösteren protokol, inşaatın tamamlanması için yapılan birden fazla protokol, tapu kayıtları ve tüm dosya içeriği incelendiğinde;Öncelikle yapılan pay devrinin ne amaçla yapıldığının açıklığa kavuşturulması gerekir.Tarafların paydaş olduğu ve dava konusu edilen taşınmaz başında keşif yapılarak taşınmaz üzerindeki inşaatın hangi aşamada olduğu, bağımsız bölümlerin paylaşımı araştırılarak, satışın ne amaçla yapıldığı, sadece arsa payı satışı mı öngörüldüğü yoksa bağımsız bölüm maliki olmak amacıyla mı yapıldığı konusunda tarafların tüm delillerinin toplanması davalılara yapılmış devirlerin gerçek satış olup olmadığı konusunda TMK’nun2 ve madde hükümleri uyarınca herkes haklarını kullanırken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu ilkesi gözetilerek bir değerlendirme yapılması ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulması gerekir.Eksik inceleme ile yazılı şekil de hüküm kurulması bozma nedenidir.Kabule göre de; Dava konusu edilen paylar öncelikle 2003 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile 000 TL bedelle satın alındığı, bedelin ödendiği ve zilyetliğin teslim edildiği ve sözleşmenin 2003 tarih 4495 Yevmiye numarası ile tapuya şerh edildiği, yukarıda açıklanan sözleşmeler gereği tapu ferağının ise ancak 2014 tarihinde verildiği ve her payın satış değerinin ayrı ayrı gösterildiği görülmüştür.Mahkemece, 2014 tarihli resmi akit tablosunda yer alan tüm pay satışlarına ilişkin bedeller ve masrafları dikkate alarak 52 TL için depo kararı verilmiş ve bu meblağ üzerinden önalım hakkı kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Uyuşmazlık; önalım hakkına konu edilen payın satış bedelinin hangi tarih itibariyle tespit edilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.Kural olarak önalım bedeli, dava konusu payın tapudaki satış bedeli ile davalının bu satım sebebiyle ödediği tapu harç ve masraflar toplamından ibarettir.Somut olayda şuf’alı pay 2003 tarihinde 000 TL bedelle satışı vaat edilmiş olup yukarıda açıklanan sözleşmeler, protokoller ve iştirakın çözülmesi gibi nedenlerle tapu ferağı ancak 2014 yılında verilmiştir. Önalım hakkı pay satışından 11 yıl sonra kullanılmıştır. Aradan geçen zaman içinde taşınmazın değerinde meydana gelen objektif artışlarla enflasyon olgusunun önalım bedelinin belirlenmesine etkisi de kabul edilmelidir. Bu hakkın şu veya bu nedenle geç kullanılmasından (somut olayda satışından 11 yıl sonra ferağ verilmesi) dolayı davacıyı, amaç dışında zenginleştirecek ve alıcı davalıyı da fakirleştirecek yorum ve sonuçlardan kaçınılmalıdır. (HGK’nun 1994 – 6 – 663/841 ve 1994 tarih 6-673/898)Hukuk Genel Kurulu kararlarında detaylı biçimde açıklandığı üzere önalım konusu payın, dava tarihine göre belirlenen değerinin depo edilmesi halinde dava kabul edilmelidir. Aksine düşüncelerle gerçek satış bedelini yansıtıp yansıtmadığı araştırılmadan, bu konuda ki savunma üzerinde durulmadan yazılı şekilde depo kararı verilerek hüküm kurulması da usul ve yasaya aykırı olup kabul biçimine göre de bozma nedenidir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/12/2006 tarihli ve E.2006/11355, K.2006/13150 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin dava konusu payın ilişkin bulunduğun 5 No’lu parselin paydaşlarından olup taşınmazın diğer paydaşlarının paylarını 4/6/2004 tarihinde kendisinden habersiz davalıya sattıklarından yeni haberdar olduğunu, yapılan satışın noter aracılığı ile davacıya bildirilmediğini, öte yandan payın 000 TL bedelle satın alınmasına karşın tapuda önalım hakkının kullanılmasını engellemek için muvazaalı olarak 000 TL gösterildiğini, davacının gerçek bedel üzerinden önalım hakkını kullanmak istediğini belirterek davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına tescilini talep etmiştir. Davalı vekili, davanın haksız ve kötü niyetle açıldığını,bedelde muvazaa yapıldığı iddiasının gerçek dışı olduğunu, payın 000 TL’ye satın alındığının satış akdinden görülebileceği gibi,bilirkişi incelemesi ile de ortaya çıkacağını, davacının pay satışını satışın bütün aşamalarında bildiğini, payın öncelikle kendisine teklif edilmesine rağmen davacının almayacağını söylemesi üzerine davalının satın aldığını, payın 4/6/2004 tarihinde alındığını, davanın 14/10/2004 tarihinde açıldığını, ne zaman sonuçlanacağının da belli olmadığını, alım gücündeki sürekli değer kaybı ve enflasyon nazara alındığında tapudaki bedel üzerinden önalım hakkının tanınmasının davalının zararına yol açacağını, bu nedenle satış tarihinden karar tarihine kadar önalım bedeline reeskont faizinin de eklenmesini, bu koşulla davayı kabul ettiklerini belirtmiştir....Olayımıza gelince; önalım hakkına konu edilen pay 4/6/2004 tarihinde 000 TL bedelle davalıya satılmış davacı 14/10/2004 tarihinde açmış olduğu işbu dava ile önalım hakkının tanınmasını istemiştir. Uyuşmazlığın satış tarihi itibariyle 1/1/2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 Sayılı Medeni Kanun hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir. Anılan yasanın maddesinde yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara bildirilmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Bu yükümlülük yerine getirilmediğinden öğrenme tarihine göre 14/10/2004 tarihinde açılan davasüresindedir.Davalı alıcı satışı noter aracılığı ile davacıya bildirmediğine göre satış tarihi ile dava tarihi arasındaki süreningeçmesine kendi davranışı ile sebebiyet verdiğinden objektif değer artışı esasına göre yeniden önalım bedelinin belirlenmesini isteyemez.Davacının bedelde muvazaa iddiası da kanıtlanamadığına göre önalım hakkının tapuda gösterilen satış bedeli, harç ve masraflar tutarı üzerinden tanınması gerekir.Tapuda gösterilen satış bedeli, harçve masrafları da 2006 tarihinde 650 YTL olarak depo edildiğinden bu bedel üzerinden önalım hakkının tanınmasına karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Köksal/Türkiye ((k.k.), B. No: 30253/06, 26/11/2013) kararına konu olayda başvurucu, özel bir banka aleyhine kredi sözleşmesi çerçevesinde asliye ticaret mahkemesinde tazminat davası açmıştır. İlk derece mahkemesi davayı kabul ederek tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte ödenmesine karar vermiştir. Yargıtayca hüküm onandıktan sonra banka tarafından başvurucuya ödeme yapılmıştır. Başvurucu 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesine dayalı olarak munzam zararın tazmini için ayrı bir dava daha açmıştır. Dava dilekçesinde, alacağının enflasyon karşısında değer kaybettiğinden yakınmıştır. İlk derece mahkemesi yapılan yargılama neticesinde davanın kabulüne karar vermiştir. Başvurucuya bu mahkeme kararı doğrultusunda reeskont faiziyle birlikte hükmedilen munzam zarara ilişkin tazminat tutarı da ödenmiştir. Başvurucu ek tazminat miktarı yönünden ikinci bir munzam zararın tazmini davası daha açmıştır. İlk derece mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararı bu defa Yargıtay tarafından bozulmuştur. Yargıtay 818 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ana borcu, alacaklının uğradığı munzam zarar ile birlikte usulüne uygun olarak ödeyen bir borçluyu başka herhangi bir yükümlülük altına sokmadığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesi bozma kararına uymuş ve davanın reddine karar vermiştir (Köksal/Türkiye, §§ 3-25). AİHM olayda özel kişiler arası bir uyuşmazlığın söz konusu olduğunu ve dolayısıyla müdahalenin devletin yetkisinin doğrudan kullanımının bir sonucu olmadığını açıklamıştır. Bu sebeple pozitif yükümlülükler çerçevesinde incelenen kararda, başvurucunun banka aleyhindeki taleplerini sunabileceği usule ilişkin güvenceleri içeren, etkili ve adil bir şekilde hüküm kurulabilmesine imkân veren adli bir mekanizmanın mevcut olduğuna dikkat çekilmiştir. Nitekim bu adli mekanizma başvurucuya uğradığı zarar için bu tür ihtilaflarda uygulanan en yüksek faizin işletilmesini sağlamıştır. AİHM’e göre dolayısıyla taraf devletin bu bağlamdaki asli yükümlülüklerini yerine getirdiği kabul edilmelidir. AİHM mülkiyet hakkı kural olarak özel bir tazminat talebinin piyasa etkenleri çerçevesinde değer kaybetmesini önleme hususunda devletleri genel bir yükümlülük altına sokmamakla birlikte somut olayda paranın değer kaybetmesinden kaynaklanan munzam zararın 818 sayılı mülga Kanun'un maddesine göre tazmin edilebilmesi suretiyle ayrı bir güvence sağladığını vurgulamıştır. Nitekim başvurucuya asıl alacağı ve faiz ödemesi yanında faizi aşan munzam zarar da ödenmiştir. Ancak başvurucu bu ek tazminatın da değer kaybettiğini ileri sürmüştür (Köksal/Türkiye, §§ 29-33). AİHM gecikmeli ödemelere nispeten yüksek seviyede faiz ödenmesine ve yüksek enflasyondan kaynaklanan diğer tüm zararları telafi etmeye yönelik bir hukuk yolu sağlamayı içeren adli mekanizmayı dikkate almıştır. Bununla birlikte belirtilen özel nitelikteki taleplere enflasyondan etkilenmeyen bir temerrüt faizi uygulama hususunda mülkiyet hakkı kapsamında herhangi bir yükümlülük bulunmadığını açıklamış, somut davada başvurucunun ek tazminat yönünden uğradığı munzam zararın, mülkiyet hakkı uyarınca devletin sorumluluğunu gerektirmediğini belirtmiştir. AİHM ayrıca başvurucuya verilen tazminatın değer kaybına uğramasına kamu makamları tarafından başka herhangi bir şekilde katkıda bulunulduğuna ilişkin herhangi bir emare de olmadığını belirlemiştir. AİHM yaklaşık dört yıl süren yargılamanın da karmaşıklığına işaret ederek netice itibarıyla başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmıştır (Köksal/Türkiye, §§ 34-39). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15134 | Başvuru, ön alım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında depo edilen bedelin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş mahkemesine açılan alacak davasında temyiz talebinin karar düzeltme niteliğinde olduğu kabul edilerek reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait sürücüsü N.E. olan araç, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) sigortalısı S.B.nin kullandığı araç ile çarpışmış; kazada S.B. vefat etmiştir. SGK, müteveffa sigortalının hak sahiplerine Kurumun 011,03 TL peşin değerli aylık bağladığını, Kanun gereği Kurumun yapılan yardımların peşin değeri için üçüncü kişilere rücu edebileceğini belirterek yardıma konu miktarın peşin değerinin tahsili amacıyla Kırıkkale İş Mahkemesinde E.2009/227 sayılı dosyasında tazminat davası açmıştır. Mahkeme, dava dilekçesi ve duruşma gününün tebliği için "S...tepe Mah. Sokak... Etlik/Ankara" adresine tebligat çıkarmış; muhatabın tanınmadığı ve muhtarlık kaydının bulunmadığı gerekçesiyle evrak tebliğ edilmeden iade edilmiştir. Mahkeme 5/5/2009 ve 30/6/2009 tarihli celselerde başvurucunun adresinin tespiti için Nüfus Müdürlüğüne yazı yazılmasına ilişkin ara karar vermişse de celse arası davacı SGK vekilinin dilekçe ekinde sunduğu nüfus kaydındaki yerleşim yeri adresi olan "S..tepe Mah. .. Sokak... Keçiören/Ankara" adresine tebligat çıkarmış, tebligatın "muhatabın adresten taşındığı" belirtilerek 13/8/2009 tarihinde bilâ ikmal iadesi üzerine 20/10/2009 tarihli celsede 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi gereği tebligat çıkarılmasına karar verilmiş; 15/12/2009 tarihli duruşma gününü bildirir davetiye 6/11/2009 tarihinde aynı adreste başvurucuya tebliğ edilmiştir. Mahkeme 15/12/2009 tarihli ve E.2009/227, K.2009/934 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı başvurucuya, 7201 sayılı Kanun'un maddesine göre "S..tepe Mah. .. Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde tebliğ edilmiştir. Karar, diğer davalı N.E. tarafından temyiz edilmiş; duruşmalı yapılan temyiz incelemesi için başvurucu adına anılan adrese davetiye çıkarılmış; tebligat evrakı, "muhatabın nakil almadan taşındığı, adreste bulunan evin yıkıldığı" belirtilerek 11/10/2010 tarihinde iade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 19/10/2010 tarihli ve E.2010/2829, K.2010/13933 sayılı ilamı ile başvurucunun yokluğunda hükmü bozmuştur. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2010/1173 sırasına kaydedilmiş; başvurucu adına bozma ilamı ve duruşma gününü bildirir davetiye yine aynı adrese tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakı "gösterilen adrestekibinanın yıkıldığı ve muhatabın nakil almadan taşındığı" belirtilerek 30/12/2010 tarihinde iade edilmiştir. 3/5/2011 tarihli duruşma gününü bildirir davetiye "S..tepe Mah. .. Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un madde hükmüne göre 4/4/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Mahkeme 3/5/2011 tarihli ve E.2010/1173, K.2011/466 sayılı kararı ile diğer davalı N.E. açısından davanın reddinekarar vermiştir. Gerekçeli karar, başvurucuya aynı adreste 7201 sayılı Kanun'un madde hükmüne göre 8/8//2011 tarihine tebliğ edilmiştir. Davacı SGK'nın temyizi üzere karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/13814, K.2011/17949 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2012/89 sırasına kaydedilmiş; bozma ilamı ve duruşma gününü içerir davetiye yine "S..tepe Mah. .. Sokak... Keçiören/Ankara" adresine tebliğe çıkarılmış, tebligat evrakı "adı geçen mahallede sokak ve adres numarasının bulunmadığı adresin yanlış olduğu, muhatabın ismen tanınmadığı muhtar kaydının olmadığı" belirtilerek 29/2/2012 tarihinde iade edilmiştir. Yargıtay ilamı ve bilirkişi raporunu içeren 14/6/2012 tarihli duruşma gününü bildirir davetiyeaynı adreste 7201 sayılı Kanun'un madde hükmüne göre 22/5/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Mahkeme 14/6/2012 tarihli ve E.2012/89, K.2012/724 sayılı kararı ile başvurucu açısından davanın kabulüne, diğer davalı N.E. açısından davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Mahkememiz kararı davalı N.E. vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkememizkararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 2010/2829-13933 sayılı ve2010 tarihli bozma kararıyla ".....devletin vatandaşları karşısındaki sosyal ve ekonomik yükümlülüklerini yerine getirmek amacı ile oluşturduğu yeni yasal düzenlemelerin, sosyal güvenlik yasalarıyla sağlanan yardımlardan yararlanmayı kolaylaştırması, bu politikalar gereğince oluşan kurum giderlerinin, kusurlu eylem tarihi itibariyle kurum zararına yol açmamış olan kişilere rücu edilmesi, hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki güvenlik ilkesini ve hukuksal kurulların öngörülebilirliği gereğine ilişkin ilkenin ihlaline yol açacağı... Sonradan yürürlüğe giren yasa uyarınca oluşan durum nedeni ile davalının tazmin sorumluluğu yoluna gidilmesine olanak bulunmadığından, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulmasının usul ve yasaya uygun olmadığı..."gerekçesi ilebozulmuştur. Mahkemeceusul ve yasaya uygun bulunan yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek mahkememizin2010/1173 esas 2011/466 karar2011 tarihli kararı ileaçılan davanın davalı NöbediEraslan yönünden reddine kararı verilmiştir.Mahkememiz kararı bu defa davacı vekili tarafındantemyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk dairesi 2011/13814 esas-17949 karar sayılı2011 tarihli kararı ile "...Dava, 1998 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu vefat eden Bağ-kur sigortalısının hak sahiplerine davacı Kurumca bağlanan aylığın ilk peşin değerinin; davalı N.E.’den kusurlu sürücü olarak, diğer davalı Ali Eluygundan ise kazaya karışan bu aracın işleteni sıfatıyla rücuan tahsili istemine ilişkin olup, ilk hükmün Dairemizce bozulmasından sonra verilen kararda davalılardan N.E. hakkında karar verildiği, diğer davalı hakkında karar verilmediği anlaşılmıştır. Hukuk Muhakemeleri Kanununun maddesinde “Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” hükmüyer almaktadır. Mahkemece verilen ilk hükmün bozulmakla ortadan kalktığı ve infazı kabil bir hüküm içermediği yönü ve hükmü temyiz etmeyen davalı nedeniyle kurum yararına oluşan usulü kazanılmış hak durumu da gözetilerek, anılan maddede belirtilen unsurları içeren, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösterir, infazda tereddüde yol açmayacak bir hüküm oluşturulması yasal gereğine uyulmayıp, davalı Ali Eluygun hakkında hüküm kurulmamış olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesi ile bozulmuştur. Mahkememiz kararı mahkememizce bozma kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla tekrar uyma kararı verilmiştir. Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda hükmü temyiz etmeyen davalı nedeniyle davacı kurum yararına oluşan usulu kazanılmış hak durumuda gözetilerek aşağıda ki şekildekarar vermek gerekmiştir.H Ü K Ü M: Yukarıda izah olunan nedelerle;1- Açılan davanın davalı N.E. yönünden REDDİNE,Davalı N.E. yargılamada kendini vekil ile temsil ettirdiğinden reddedilen miktarüzerinden tayin ve takdir olunan 221,TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, 2- Davacının, diğer davalı Ali Eluygun yönünden davanın KABULÜ ile 011,03 TL alacağın tahsis onay tarihi olan 22/03/2008 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı Ali Eluygun'dan alınarak davacıya ödenmesine,..." Gerekçeli karar "S..tepe Mah. .. Sokak... Keçiören/Ankara" adresinde 7201 sayılı Kanun'un madde hükmüne göre 4/7//2012 tarihine başvurucuya tebliğ edilmiştir. Davacı SGK'nın temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ve E.2012/16493, K.2012/17097 sayılı ilamı ile onanmıştır. Davacı SGK, Kırıkkale İcra Müdürlüğünün E.2013/1047 sayılı dosyasında başvurucu aleyhine ilamlı takip başlatmış; icra emri "S..tepe Mah. ..3 sokak. Öz... Ap.. No: ./ Keçiören/Ankara" adresinde 29/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2013 tarihli dilekçesinde, yargılama sırasında"S..tepe Mah. .. Sokak... Keçiören/Ankara" adresine çıkarılan tebligatların geçersiz olduğunu; 21/5/2012 tarihli tebligat şerhinde evin yıkıldığının belirtildiğini, buna rağmen 7201 sayılı Kanun'un maddesine uygun olmayan bir usulle yıkılmış bir evin kapısına tebligat evrakının yapıştırılmasının mümkün olmadığını, Keçiören Belediye Başkanlığının yazısından açıkça anlaşılacağı üzere evin 19/11/2009 tarihinde yıkıldığını, karara esas olan 21/5/2012 tarihli tebligatın geçerli olmaması nedeniyle temyiz süresini elinde olmayan sebeplerle kaçırdığını, Nüfus Müdürlüğü yazısından adresinin "S..tepe Mah. ..3 sokak. Öz... Ap.. No: ./ Keçiören/Ankara" olduğunun anlaşıldığını belirterek eski hâle getirme talebiyle kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, başvurucunun dilekçesini karar düzeltme istemi niteliğinde değerlendirerek 18/6/2013 tarihli ve E.2013/11277, K.2013/13781 sayılı ilamı iletalebi reddetmiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir:"...5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun maddesinin son fıkrası hükmüne göre İş Mahkemelerinden verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmaz. Bu bakımdan, davalı Ali Eluygun'un karar düzeltme isteği niteliğini taşıyan başvurusunun reddi gerekir. SONUÇ: Yukarıda yazılı sebepten ötürü karar düzeltme talebinin REDDİNE, 18/6/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi." Ret kararı, 19/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 13/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 7201 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır...." 7201 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur." 7201 sayılı Kanun'un 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun'un maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki maddesi şöyledir:"Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır. Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır." 7201 sayılı Kanun'un yürürlükte olan maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır...." 25/1/2012 tarihli ve 28184 sayılıResmîGazete'de yayımlanarak yürürlüğe girenTebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlar hariç olmak üzere, muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri gösterilen adreste sürekli olarak bulunmazsa, tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir." Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(1) Tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliği öğrenmiş ise geçerlidir. Aksi takdirde tebligat yapılmamış sayılır. Muhatap, her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alırsa ya da bunların içeriğini öğrenirse tebliği öğrenmiş sayılır.(2) Muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir.(3) Tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması halinde, muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatı mümkün değildir." 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı mülga Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine gerekli bütün yardımları yapar.Ancak, Kurum, yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere, istihdam edenlere, (...) ve diğer sorumlulara rücu eder. Bu kimselerin hak sahiplerine yaptıkları ödemeler dolayısıyla Kurumun zarara uğraması halinde, hak sahiplerine rücu hakkı saklıdır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6102 | Başvuru, iş mahkemesine açılan alacak davasında temyiz talebinin karar düzeltme niteliğinde olduğu kabul edilerek reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu)4/4/2014 tarihli kararında, başvurucuya gelen "Demokratik Modernite" adlı derginin 9/2014 sayısı 6 ilâ sayfalarının çıkarılarak talebi halinde başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu, adı geçen dokümanın 7 ilâ sayfaları arasında, hakkında toplatma ve el koyma kararı bulunan "Demokratik Toplum Manifestosu Ortadoğuda Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü (dördüncü kitap)" isimli kitaptan, ve sayfalarında ise "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak (beşinci kitap)" isimli kitaptan birebir alıntılara yer verildiğini tespit etmiştir. Kararda, hakkında toplatma ve el koyma kararı bulunan kitaplardan alıntı yapılan sayfalar daaçıkça belirtilmiştir. Eğitim Kurulu kararına karşı başvurucunun Sincan İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyet, Hâkimliğin 11/4/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Eğitim Kurulu kararına konu yazının da yasaklanmış bir kitaptan alındığı anlaşılmış olup Kanundaki düzenleme gözetildiğinde Eğitim Kurulu'nun kararında hukuka aykırılık söz konusu değildir. Bu nedenle şikayetin reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Sincan Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 5/5/2014 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu 22/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 2/9/2014 tarihinde, Anayasa Mahkemesinin 25/6/2014 tarih ve 2013/409 sayılı kararı doğrultusunda, "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak (beşinci kitap)" isimli kitap hakkında devam eden toplatma ve el koyma kararının kaldırılmasına hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında söz konusu kitabın toplatılmasıyla ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı değerlendirilmiştir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 112). A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir... (3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren ... hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 12/7/2005 tarihli Adalet Bakanı oluru ile yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Mahkemelerce yasaklanmış olanb) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü (...) eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez."B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8333 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya gönderilen bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; olağanüstü hâl ilan edilen dönemde izinsiz oturma eylemi yapan başvuruculardan ilk dördünün gözaltına alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, başvuruculara uygulanan idari para cezaları nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 8/8/2017, 27/10/2017 ile 8/11/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca iki ayrı bireysel başvurusu bulunan başvuruculardan Erdoğan Canpolat'ın 2017/37295 numaralı bireysel başvurusuna ilişkin adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/31777, 2017/31783, 2017/31779, 2017/36603 ve 2017/37295 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2017/31774 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuların Durumu Başvuruculardan Cengiz Uğurlu, Malatya Devlet Hastanesinde veri hazırlama ve kontrol işletmeni; diğer başvurucular ise aynı ilde öğretmen olup 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra çıkarılan, 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (675 sayılı KHK) ile kamu görevinden ihraç edilmiştir. B. Malatya Valiliğinin Genelgesi Malatya Valiliğinin 27/10/2016 tarihli Genelgesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, stant kurma, imza kampanyası, bildiri dağıtma, pankart asma, çadır kurma, oturma eylemi vb. eylemler izne bağlanmış olup Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir:"...Bu çerçevede 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun maddesinin (m) bendi 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/A ve 11/C maddesi ile 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun ve aynı Kanunun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin maddesine istinaden; huzur ve güvenliğin sağlanması, kişi dokunulmazlığı, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla; 1-Malatya İl sınırları içinde 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü; 'Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü, Basın Açıklaması, Stant Kurma, İmza Kampanyası, Bildiri Dağıtma, Pankart Asma, Çadır Kurma, Oturma Eylemi vb, türdeki etkinlikler ile ..... şeklindeki gösterilerin 2016 tarihi itibariile 'izne bağlanmasına' karar verilmiştir.2-Söz konusu etkinlikler ile ilgili gerekli izin mercii, Yeşilyurt ve Battalgazi ilçeleri için Malatya Valiliği, diğer ilçeler için ise ilgili kaymakamlıklar olarak belirlenmiştir. 3-Yukarıda verilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiileri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde 5442 sayılı İl İdare Kanunu'nun maddesi hükmü gereği ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca yaptırım uygulanacak ve adli işlem tesis edilecektir. Bu 'Valilik Genelgesi'ndeki hususlar görev ve sorumluluk alanları itibariyle Kaymakamlıklar, belediyeler ve kolluk kuvvetleri tarafından mahallen ilan ettirilerek vatandaşlarımıza duyurulacaktır." Başvuruya Konu Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu Zülfükar Ejder Sütcü dışındaki başvurucular 5/1/2017 tarihinden itibaren Malatya Belediye binası önünde yer alan ve trafiğe kapalı olan alandaki banklarda oturma eylemine başlamıştır. Uğradıkları haksızlığı her gün aynı yerde oturmak suretiyle protesto etmeyi amaçladıklarını belirten başvurucuların eylemleri 2017 yılı Haziran ayı ortalarına kadar sürmüştür. İlk Dört Başvurucu Hakkındaa. Özkan Karataş Başvurucu Özkan Karataş'a 5/1/2017-2/5/2017 tarihleri arasında yetmiş beş farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu söz konusu para cezalarını otuz yedi bağımsız itiraza konu etmiş ve bu itirazlar Malatya Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından otuz yedi ayrı kararla reddedilmiştir. Başvurucu 7-12-13-17-18-19-21-25-27-28/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on bir adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1999 İş sayılı- ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur.b. Cengiz Uğurlu Başvurucu Cengiz Uğurlu'ya 5/1/2017-2/5/2017 tarihleri arasında elli bir farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu söz konusu para cezalarını otuz bir bağımsız itiraza konu etmiş ve bu itirazlar Hâkimlik tarafından otuz bir ayrı kararla reddedilmiştir. Başvurucu 24-25-26-27/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin beş adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1975 İş sayılı- ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur.c. Umut Sertaç Ökdemir Başvurucu Umut Sertaç Ökdemir'e 6/1/2017-2/5/2017 tarihleri arasında altmış yedi farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucunun söz konusu para cezalarına itirazları Hâkimlik tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, başvuru formu ekine yaptırım tutanaklarını eklemiş; başvuru konusu karar ile ilk verilen karar dışında söz konusu itirazlarının reddine ilişkin Hâkimlik kararlarını sunmamıştır. Başvurucu 9-12-13-17-18-21-24-25-27-28/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on bir adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1978 İş sayılı- ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur.d. Erdoğan Canpolat Başvurucu Erdoğan Canpolat'a 5/1/2017-26/5/2017 tarihleri arasında yetmiş beş farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, söz konusu para cezalarını otuz üç bağımsız itiraza konu etmiş ve bu itirazlar Hâkimlik tarafından otuz üç ayrı kararla reddedilmiştir. Başvurucu iki ayrı bireysel başvuruda bulunmuştur. Bunlardan birincisi olan 2017/31783 numaralı başvurusu 23-24-27-28-29-30-31/3/2017 ve 3-4-5-6/4/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on bir adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1842 İş sayılı- ret kararına ilişkindir. Başvurucunun 2017/37295 numaralı ikinci başvurusunun konusunu oluşturan 5-8-9-10-11-12-15-18-19-22-23-24-25-26/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on dört adet idari para cezasına yaptığı itiraz da Malatya Sulh Ceza Hâkimliğince 28/9/2017 tarihli ve 2017/2361 İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazını inceleyen Malatya Sulh Ceza Hâkimliği 9/10/2017 tarihli ve 2017/3522 İş sayılı kararıyla itirazı kesin olarak reddetmiş olup başvurucu söz konusu ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur. Özetle başvurucu Erdoğan Canpolat yönünden bireysel başvuruya konu yirmi beş adet idari para cezası söz konusudur.e. İlgili Hâkimlik Kararları İlk dört başvurucunun itirazlarının reddine ilişkin kararlarda Hâkimlik; Anayasa'nın ve maddeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme) ve maddeleri, Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi'nin ve maddeleri ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun maddesi, 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun ve maddeleri, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesine yer verdikten sonra bir değerlendirme yapmıştır. Değerlendirmesinde Hâkimlik özetle ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren olağanüstü hâl ilan edildiğini, Valilik tarafından eylem ve etkinliklerin izne bağlandığını, izin alınmadan bu tür etkinliklerde bulunanlar hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca idari para cezası uygulanacağının ilan edildiğini belirtmiştir. Hâkimlik; başvurucuların kamu görevinden çıkarıldıklarını beyan ederek önceden izin almadan kabahat tarihlerinde merkezî olan bir alanda oturma eylemi ve pankart açma şeklinde eylemde bulunduklarını, kolluk tutanaklarının içeriğine göre başvuruculara Valilik Genelgesi'nin hatırlatıldığını, her türlü eylemin izne bağlandığını, izin başvurusu veya izinleri olması hâlinde eylemi gerçekleştirebilecekleri, aksi durumda adli veya idari işlem uygulanabileceği hususlarının ihtar edildiğini, buna rağmen başvurucuların eylemlerini slogan atarak devam ettirdiklerini ifade etmiştir. Hâkimlik itiraz konusu ile ilgili olarak değerlendirilmesi gereken meselenin anayasal bir hak olan, ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının somut olayda olduğu gibi izne bağlanıp bağlanamayacağı, izin alınmadan yapılan toplantı veya eylem ile ilgili idari yaptırım uygulanıp uygulanamayacağı, uygulanan yaptırımın 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında kalıp kalmadığı ile kanunun aradığı ölçütlere uyup uymadığı, bu doğrultuda idari yaptırımın yerinde olup olmadığı hususları olduğunu belirtmiştir. Buna göre Hâkimlik 2911 sayılı Kanun'un maddesinde tanımı yapılan toplantının bir konuda kamuoyu oluşturmak ve o konuyu benimsetmek için yapılan açık ya da kapalı alan toplanmalarını ifade ettiğini, Türk Dil Kurumu tarafından toplantı kelimesinin "birden çok kimsenin belirli bir amaçla bir araya gelmesi" olarak tanımlandığını, bu doğrultuda toplantı ve gösteri yürüyüşü kavramının oturma eylemi, yürüyüş veya bir meydanın ya da yolun işgal edilmesi gibi çeşitli eylem şekillerini kapsadığını belirtmiştir. Hâkimlik; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Cisse/Fransa (B. No: 51346/99, 9/4/2002; bkz. § 31) kararına atıfla başvurucuların meslekten çıkarılmaları ile ilgili olarak kamuoyu oluşturma amacıyla süreklilik arz edecek şekilde bir araya gelmiş olmaları ve bir kısım pankart, yazı ve slogan kullanmaları karşısında yapılan bu oturma eyleminin 2911 sayılı Kanun kapsamında tanımlanan, belirli şartlarda izne bağlanabilen toplantı ve gösteri yürüyüşü kavramı içinde kalan bir fiil olduğunu değerlendirmiştir. Hâkimlik; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının Anayasa'nın maddesi ile güvence altına alındığını, herkesin önceden izin almadan barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebileceğinin belirtildiğini ancak belirli şartlar dâhilinde ve kanunla bu hakkın sınırlanabileceğinin hüküm altına alındığını ifade etmiştir. Aynı şekilde Hâkimlik yukarıda adı geçen uluslararası sözleşmelere taraf ülke açısından ulusun varlığını tehdit eden genel tehlikenin varlığı hâlinde Sözleşme'de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alınabileceği ya da sınırlamalar getirilebileceğine dikkat çekmiştir. Hâkimlik; ülkemizde olay tarihinde ve hâlihazırda (karar tarihinde) olağanüstü hâl uygulamasının devam etmekte olduğunu, olağanüstü hâl ilan edilmesi durumunda alınabilecek önlemlerin Anayasa ve ilgili kanunlarda belirtildiğini, buna göre kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabileceğini, ertelenebileceğini ya da izne bağlanabileceğini belirtmiştir. Ayrıca Hâkimlik, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının tahdidi olarak sayılan çekirdek haklardan olmayıp uluslararası sözleşmeler ve Anayasa tarafından sınırlanabileceği belirlenen haklardan olduğunu ifade etmiştir. Hâkimlik sonuç olarak ülkemizde Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilen olağanüstü hâl uygulaması kapsamında ve 2935 sayılı Kanun doğrultusunda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin somut olayda olduğu şekliyle izne bağlanmasında Anayasa'ya ya da uluslararası sözleşmelere aykırı bir yön bulunmadığını değerlendirmiştir. AİHM'in izin veya bildirim şeklindeki sistemlerin varlığının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kısıtlayan bir durum olarak görmediğini, bu durumun Sözleşme'nin maddesi ile güvence altılan alınan özgürlüklerle çatışmadığını belirten Hâkimlik AİHM'in Rune Andersson/İsveç (B. No: 12781/87, 13/12/1988) ve Cristian Ziliberberg/Moldova (B. No: 61821/00, 1/2/2005) kararlarına (bkz. § 31) atıfta bulunmuştur. Hâkimlik; AİHM'in kararlarında izin sisteminin başlı başına Sözleşme'ye aykırı olmadığını, bu durumlarda devletin izin gerekliliği yerine getirilmeden toplantı ve gösteriye katılanlara belirli bir yaptırım uygulamasının anlaşılır olduğunu, aksi durumda bu iç hukuk düzenlemesinin etkinliğini kaybedeceğini belirttiğine dikkat çekmiştir. Hâkimlik; başvurucular tarafından izin gerekliliğinin yerine getirilmeden eylemin gerçekleştirilmesi, Valilik Genelgesi'nin önceden ilan edilmiş olmasına ve anılan Genelge doğrultusunda kendilerine ihtar yapılmasına rağmen eyleme devam etmelerinedeniyle Anayasa ve ilgili mevzuat ile AİHM kararları dikkate alındığında idari yaptırım tesisinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına aykırı bir durum görülmediğini belirtmiştir. Ayrıca Hâkimlik idari yaptırımın 5326 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca uygulanmasına göre bu madde açısından yaptığı değerlendirmede anılan Kanun hükmü gereği yaptırım uygulanabilmesi için madde metnine ve Yargıtay uygulamalarına göre emri veren makamın yetkili olması ve kanunda açıkça hüküm bulunması gerektiğini belirterek bu hususu da dikkate almış ve eylemlerle ilgili olarak 5326 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanmasında Kanun'a ve Yargıtay uygulamalarına aykırı bir yön bulunmadığını ifade etmiştir. Son olarak Hâkimlik 5326 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan "bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabileceğini, ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanmayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanacağı" yönündeki hüküm gereğince başvurucuların eylemi ile ilgili olarak ayrıca adli soruşturma ve kovuşturma yapılıp yapılmadığı hususunun araştırıldığını belirtmiş; itiraza konu kabahat tarihlerinde sadece 5326 sayılı Kanun'un maddesine muhalefetten yaptırım uygulandığını, ayrıca bu tarihlerdeki eylemlere ilişkin olarak adli soruşturma yapılmadığını tespit etmiştir. Beşinci Başvurucu Hakkında Başvurucu Zülfükar Ejder Sütcü ise -dosyadaki bilgilere göre- aynı eyleme 4/3/2017 ve 6/3/2017 tarihlerinde iki kez katılmıştır. Bu eylemleri nedeniyle başvurucuya 5326 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduğundan bahisle iki adet idari para cezası verilmiştir. Başvurucu her iki para cezasına da itiraz etmiştir. Malatya Sulh Ceza Hâkimliği 28/9/2017 tarihli ve 2017/1218 ve 2017/1219 İş sayılı kararlarıyla itirazları kesin olarak reddetmiştir. Ret kararları başvurucuya 18/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu iki adet idari para cezasına ilişkin olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. Söz konusu kararlarda Hâkimlik özetle toplantı, gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, oturma eylemi gibi etkinliklerin 26/10/2016 tarihinden itibaren Valilik tarafından izne bağlandığını, başvurucunun 4/3/2017 ve 6/3/2017 tarihlerinde izinsiz olarak gösteriye katıldığının tutanak ile sabit olduğunu, başvurucunun gerekli makamlardan izin alarak açıklama yapmasında, toplantılara ve gösterilere katılmasında yasal herhangi bir engel bulunmadığını belirtmiştir. Hâkimlik ayrıca Aydın Sulh Ceza Hakimliğinin 7/4/2017 tarihli ve 2017/1711 İş sayılı kararına atıfla söz konusu eylemlerin kamu düzeni ve asayişi bozabileceğini, yasaklama kararının esas, içerik ve yöntem olarak hukuka uygun olduğunun belirtildiğini, söz konusu eylemlerin yasaklanmış ve izne bağlanmış olması karşısında itiraz edenin eylemlerine devam ettiğini, bu nedenlerle idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu kanaatine vardığını belirterek itirazın reddine karar verildiğine dikkat çekmiştir. Kararlarda tüm bu hususları nazara aldığını belirten Hâkimlik, itiraz başvurusunun idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğunu ve "başvurucunun itiraz hakkı bulunmadığını" belirterek 5326 sayılı Kanun'un 28/1-b maddesi gereğince itirazların reddine karar vermiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24- Ayrıca AİHM'in izinsiz yapılan barışçıl toplantıda toplantıyı yöneten ya da organize edenlere idari para cezası verilmesi kararına ilişkin olarak bkz. Skiba/Polonya (k.k.), B. No: 10659/03, 7/7/2009; kabul edilemezlik kararı için bkz. Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019, § Ayrıca ilk derece mahkemesi kararlarında atıf yapılan AİHM kararları özetle şöyledir:i. Cisse/Fransa kararında başvurucu, ülkede oturma izni olmayan bir grubun sözcüsü ve üyesidir. Göçmenlik statülerinin gözden geçirilmesindeki zorluklara dikkat çekmek için başvurucunun da aralarında olduğu ve çoğunluğu Afrika kökenli olan grup bir kiliseyi işgal etmiş ve eylem iki ay boyunca sürmüştür. Eylem basında geniş yer bulmuş ve birçok insan hakları örgütünce desteklenmiştir. Gösteri barışçıl olarak devam etmiş, ibadet edenler engellenmemiş ve gösterinin kamu düzenini bozucu bir etkisi olmamıştır. Bununla birlikte gruptan açlık grevine başlayan on kişinin durumlarının gitgide kötüleşmesi ve sağlık şartlarının yetersizliği nedeniyle polis, kiliseden grubu tahliye etme kararı almış ve uygulamıştır. AİHM, belirtilen durumları da dikkate alarak toplantıya yapılan müdahalenin gerekli hâle geldiğine ve toplantı hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.ii. Rune Andersson/İsveç kabul edilemezlik kararında başvurucu, bölge mahkemesi önünde bir protesto gösterisi yapmak istemiştir. Polis yetkililerinin başvurucuya izin alması gerektiğini belirtmeleri üzerine başvurucu 1-5 kişi arasında göstericinin olacağını belirterek izin talebinde bulunmuştur. Kendisine izin verilen başvurucuya ilgili mevzuat gereğince 60 İsveç kronu (AİHM kararı tarihindeki kura göre yaklaşık 10 Amerikan dolarına denk gelmektedir. Bugünkü USD/TL kuruna göre yaklaşık 75 Türk lirası) damga vergisi tahakkuk ettirilmiştir. Başvurucu, polis merkezinden izin belgesini almış; yetkilileri tek kişi olacağı konusunda bilgilendirmiş ve aynı gün protesto gösterisini yapmıştır. Daha sonra gösteri için izin gerekmediği iddiasıyla idarenin kararına karşı hem idareye hem de mahkemeye itiraz etmiştir. İdare zaten başvurucuya izin verilmiş olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. Mahkeme tarafından da itirazı reddedilen başvurucu, damga vergisini ödememiş ve başvurucunun önceki bazı vergi alacaklarıyla birlikte söz konusu vergi alacağı da icra takibine konu olmuştur. Başvurucu, AİHM önünde diğer iddiaları yanında ödemesi gereken damga vergisinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını da dile getirmiştir. AİHM, ilk olarak iznin 1-5 kişi arası gösterici için verildiğini not etmiş; ikinci olarak damga vergisinin diğer bir kanunda yer aldığını ve verginin gösteriye izin verilmesinin bir sonucu olduğunu belirtmiştir. AİHM bir gösteride izin şartının trafiğin düzenlenmesi ve kamu düzeninin sağlanması için aranabileceğini belirttikten sonra ödenmesi gereken tutarın düşük olması ve damga vergisi olarak uygulanmasını gözönüne alarak müdahalenin orantısız olmadığına ve dolayısıyla Sözleşme'nin maddesi yönünden açık bir ihlalin bulunmadığına karar vermiştir. iii. Cristian Ziliberberg/Moldova kararında; öğrenci olan başvurucu, öğrencilere şehir içi ulaşımda ayrıcalıklar tanınması amacıyla ve izin alınmadan yapılan bir gösteriye katılmıştır. Gösteriyi organize edenler de izin başvurusunda bulunmamıştır. Başta barışçıl başlayan gösteride bazı göstericiler tarafından daha sonra yumurta ve taş atılması nedeniyle polis müdahalesi olmuştur. Başvurucuya izin alınmadan yapılan bir gösteriye katıldığı için idare mahkemesi tarafından yapılan duruşma sonrasında 36 MDL (Moldova leyi) para cezası verilmiştir. AİHM kararında söz konusu ceza tutarının o tarihte 3,17 avroya denk geldiği belirtilmiştir. Başvurucu, bölge mahkemesine itirazda bulunmuştur. Bölge mahkemesi başvurucunun yokluğunda itirazı incelemiş ve itirazı reddetmiştir. Başvurucu; bölge mahkemesindeki duruşmaya usulüne uygun davet edilmediğini, duruşmaya davet yazısının duruşmadan sonra eline ulaştığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ve ret kararının kaldırılması talebiyle bölge mahkemesine başvurmuştur. AİHM, duruşmaya davet yazısının duruşmadan sadece bir gün önce postaya verildiğini tespit etmiş ve başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM para cezasına ilişkin olarak Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilirliğine ilişkin değerlendirmesinde 36 MDL'nin başvurucunun aylık gelirinin %60'ından fazlasına denk geldiğine dikkat çekmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31774 | Başvuru, olağanüstü hâl ilan edilen dönemde izinsiz oturma eylemi yapan başvuruculardan ilk dördünün gözaltına alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, başvuruculara uygulanan idari para cezaları nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı sürecinde darba maruz kalınması ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1982 doğumlu olan ve Ankara'da yaşayan başvurucu, beyanına göre Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığında (İDB) bilgisayar mühendisi olarak görev yapmaktayken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının üyesi olduğu şüphesiyle 16/7/2016 tarihinde saat 00 sıralarında kolluk görevlileri tarafından gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi 19/7/2016 tarihinde saat 25'te müdafii eşliğinde alınmıştır. Dosyada bulunan Avukat Görüşme Tutanağı'na göre bu ifade alınmadan evvel başvurucu saat 13'te avukatı ile görüştürülmüştür. Gerek başvurucunun gerekse müdafiinin başvurucunun uğramış olduğunu iddia ettiği işkence ve kötü muameleye ilişkin bir beyan ya da şerhi bu ifadede yoktur. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde tutuklamaya sevk edilmiş ve aynı tarihte sorgusu yapılarak tutuklanmıştır. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından avukatı eşliğinde yapılan sorgusunda başvurucu, ifadesinde olduğu gibi işkence ve kötü muamele iddiasına ilişkin bir beyanda bulunmamıştır. Tutuklanmasına karar verilen başvurucu 21/7/2016 tarihinde Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) yerleştirilmiş, daha sonra 29/11/2016 tarihinde Keskin T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvuru formundaki anlatımına göre başvurucu 16/7/2016 tarihinde saat 00 sıralarında İDB civarında otomobil içinde gözaltına alınmıştır. Yıldızevler Polis Merkezi Amirliğine götürülen başvurucu, burada dar bir koridorda 30-40 kadar üniformalı polis memurunun linç girişimine maruz kalmış; daha sonra nezarethanede ters şekilde metal kelepçe takılmak suretiyle sabaha kadar su, yiyecek ve tuvalet ihtiyacı karşılanmadan bekletilmiştir. Sabah saatlerinde İDB Koruma Şubesi personeli tarafından Polis Merkezinden alınan başvurucu, gözaltı süresi boyunca İDB'de tutulduğunu iddia etmektedir. Burada önce üst rütbeli amirler tarafından burun, yüz, diz kapağının yukarısına ve karnına tekme, yumruk ve tokat atılmış; soyularak hayaları burulmuş, hortumla dövülmüştür. Gün kavramını yitirdiğini iddia eden başvurucu; on beş kişinin fiziksel şiddetine, fiziksel şiddet olmayan her an ise hakaret, tehdit ve psikolojik şiddetine maruz kalmıştır. Başvurucu; gözaltı boyunca usulüne uygun bir muayeneden geçirilmediğini, işkence bulgularının rapora işlenmesine kolluk görevlilerinin engel olduğunu iddia etmiştir. Başvurucunun gözaltında ve tutukluluk sürecinde hakkında genel adli muayene/sağlık raporları düzenlenmiştir. 16/7/2016 ve 17/7/2016 tarihlerinde Ankara Ulus Devlet Hastanesi hekimi A.Ö. tarafından düzenlenen, rapor numarası belirtilmeyen ancak üzerine yapıştırılan barkod sayesinde takip numaraları bulunan iki adli muayene raporunda başvurucu hakkında "Fiziki muayene sonucu darp ve cebir izine rastlanmadı, hayati tehlikesi mevcut değildir." tespiti yer almaktadır. Başvurucu hakkında hekim Ş.A. tarafından düzenlenen ancak numara ya da takip numarası bulunmayan 18/7/2016 tarihli adli muayene raporuna "Darp cebir izine rastlanmadı. Hayati tehlike yoktur." kaydı düşülmüştür. Ankara Ulus Kemal Devlet Hastanesi hekimi A.U. tarafından 19/7/2016 ve 20/7/2016 tarihlerinde düzenlenen 56 ve 65 numaralı genel adli muayene raporlarında önceki tarihli raporlarda olduğu gibi "Fiziki muayenesinde darp ve cebir izine rastlanmadı. Hayati tehlikesi yoktur." ifadesine yer verilmiş; Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi hekimi B.A. tarafından düzenlenen 10262 numaralı ve 21/7/2016 tarihli genel adli muayene raporunda ise "Daha önceki bulgular ile farklılık saptanmadı." tespiti yapılmıştır. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna kabulünde Kurum Hekimliğince 21/7/2016 tarihinde düzenlenen sağlık fişinin ilk muayene bölümüne başvurucu için "Sağ el bileğinde yüzeysel sıyrık mevcut. Başkaca travmatik lezyon saptanmadı. Durum bildirir hekim raporudur." kaydı düşülmüştür. Başvurucu, gözaltı boyunca kendisine yapılan tüm bu işkence ve kötü muamelelere ilişkin olarak 27/7/2016 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundayken yazdığı şikâyet dilekçesinin Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından işleme alınmadığını iddia etmiştir. Başvurucunun gözaltında darbedildiği iddiasını içeren 4/1/2019 tarihli şikâyet dilekçesine istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatmıştır. Başsavcılık; bu soruşturma kapsamında Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne müzekkere yazarak başvurucunun gözaltına alınması olayına ilişkin tüm bilgi, belge, kamera kayıtları ve doktor raporları ile gözaltı işlemi sırasında görevli polis memurlarının açık kimlik bilgilerinin bildirilmesini talep etmiştir. Başsavcılık 11/3/2019 tarihinde, gözaltındaki süre boyunca alınan doktor raporlarında başvurucunun herhangi bir şikâyetinin olmadığı, fiziki muayenesinde darp ve cebir izine rastlanmadığı, işkence ve kötü muameleye maruz kaldığına dair soyut iddia dışında delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Başsavcılık kararına itiraz etmiş; başvurucunun itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 28/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21140 | Başvuru, gözaltı sürecinde darba maruz kalınması ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki ihlal iddialarının kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından ise başvurunun Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Van Vergi Mahkemesi üyesi (hâkim) olarak görev yapmakta olan- başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantısının bulunduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 24/8/2016 tarihinde aynı gerekçeyle meslekten çıkarılmış ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasında Van Cumhuriyet Başsavcılığınca bu ilde görev yapan bazı yargı mensupları hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 20/7/2016 tarihinde Van Cumhuriyet Başsavcılığında alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle örgütün HSYK'da etkili olduğu dönemde unvanlı bir görev alamadığını, kamuoyunda Ergenekon ve Balyoz diye bilinen dava süreçlerinden sonra örgütün son derece tehlikeli olduğunu fark ettiğini, Yargıçlar ve Savcılar Birliğine (YARSAV) 2007 yılında üye olduğunu ve o dönemde YARSAV'ın örgütle bir ilişkisinin olmadığını belirterek örgüt ile hiçbir bağının olmadığını savunmuştur. Van Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde, başvurucuyu tutuklanması istemiyle Van Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik tarafından aynı tarihte yapılan sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"...ben 2016 Kararnamesi ile Van Vergi mahkemesine üye olarak atandım, geçmişte üniversiteye hazırlık esnasında herhangi bir dershaneye gitmedim, lisede ailemle üniversitede ise tek başıma ev kiralayarak kaldım, 9 ve 6 yaşlarında iki çocuğum vardır, bunlar devlete ait okullarda okumaktadırlar, geçmişte cemaate ait yurtlarda ya da evlerde kalmadım, geçmişte ve halen bu yapıya ait herhangi bir gazete ve dergiye aboneliğim olmadı bu yapıya ait bankalarda param olmadı, şimdiye kadar bir unvanlı görevim olmadı, kurul tarafından hiç yurt dışına gönderilmedim, hatta talebim olmasına rağmen kabul edilmedi, 17-25 Aralık sürecinde bu yapılanmanın durumunu anladım, bu yapının benimle hiçbir teması ya da talebi olmadı, kurul seçimlerinde ben yarsav üyesiydim, 15 Temmuz günü ben de olayı televizyonlarda izledim, bu olayla ilgili öncesinden hiçbir bilgim yoktur, darbe sonrası için bana yapılan hiçbir teklif yoktur, soruşturma usulsuz yapılmıştır ve bu şekilde yürütülmektedir, bu darbe teşebbüsüne ben ailem ve kardeşlerim olarak karşı olduk, meydanlara indik, atılı suçlamaları kabul etmiyorum, bu olaydan en çok mağdur olanlar biziz, vatan hainleri ile hiçbir bağlantım yoktur, hiçbir somut delil yoktur ... üzerime iftira atılmıştır, masum olduğumu düşünüyorum, dosyada hiçbir delil yoktur, bir örgüte üyeliğimin olması için silahlı olması lazım, bu güne kadar hiçbir silah da almadım, silahı elime sadece askerde iken aldım, midemden rahatsızım, rahatsızlığımın da gözetilmesini bu nedenle öncelikle serbest bırakılmamı mahkeme aksi kanaatte ise uygun görülecek bir adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılmamı talep ediyorum." Van Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...[Şüpheliler] ve Yıldırım Turan'ın üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair; tüm soruşturma dosyası kapsamında; 15/07/2016 tarihinde ülkemizde başlayan ve halen devam eden fiili eylem ve olaylar ve bu olayların TSK içine sızmış FETÖ/PDY örgüt üyeleri ve diğer kamu kurumlarında kendini gizlemeye çalışan örgüt üyeleri tarafından yapıldığı ve bu kalkışma ile Türkiye Cumhuriyet Hükümetini devirmeye ve Anayasal Düzeni Cebren İlgaya Teşebbüs edildiği, eylemler sonucunda 200 den fazla kişinin vefat edip, 1500 e yakın kişinin yaralandığı ve örgüt üyelerinin eylemlerini hala sürdürmekte olup fiili kalkışma tehlikesinin devam ettiği, şüpheliler hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosunun 16/07/2016 tarihli yazısı, HSYK Dairesinin 2016/9052 sayılı soruşturma izni verilmesine dair kararı, HSYK Dairesinin 2016/4 Tedbir Sayılı açığa alma kararı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin üzerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesi bulunması atılı suçlara öngörülen hapis cezası dikkate alındığında şüphelilerin kaçma ihtimalinin bulunması, suçun temadi ettiği, HSYK ilgili dairesinin açığa alma tasarrufuna dayanak teşkil eden devletin istihbarat birimleri tarafından darbe girişimi aktörü olan yapıyla irtibat içinde olduklarına dair muhtemel istihbari raporun olduğu, henüz dosyaya intikal etmediği, kısacası delillerin henüz tam manasıyla toplanmamış olduğu ve şüphelilerin üzerine yüklenen suçların vasıf ve mahiyeti, şüphelilerin üzerine atılı suçun CMK maddesinde sayılan katalog suçlardan olması sebebiyle bir tutuklama nedeninin var sayıldığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı kanaatine varılarak Van Başsavcılığının talebinin kabulü ile şüphelilerin 2802 Sayılı Hakimler Savcılar Kanununun Maddesinin atfı ve CMK Maddesi gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]" Başvurucu 27/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Van Sulh Ceza Hâkimliği aynı gün itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Van Cumhuriyet Başsavcılığı 31/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da 10/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"2017 gün ve 29940 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan OHAL Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi ile değiştirilen 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/ maddesiyle; hakim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisinin, ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu Bölge Adliye Mahkemesi’ nin bulunduğu yerdeki İl Cumhuriyet Başsavcılığı ve aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğunun hükme bağlanmış[tır.]" Erzurum Sulh Ceza Hâkimliği 6/2/2017 tarihinde resen yaptığı inceleme sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, tutukluluğun devamına dair karara itiraz etmiş; Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğince 20/2/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu 10/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 6/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmış, -suça konu eylemin silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu oluşturması nedeniyle- anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. FETÖ/PDY ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede Başsavcılık, başvurucunun örgütsel nitelikli eylemleri ile FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle üzerine atılı suçu işlediğini iddia etmiştir. Bu suçlamalara esas alınan olgular özetle şöyledir:i. Haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen bazı kişilerin başvurucu ile ilgili birtakım beyanlarda bulundukları ifade edilerek bu beyanlara iddianamede yer verilmiştir. Başvurucu yönünden tanıklıkları bulunan bu kişilerin beyanlarının ilgili kısımları şöyledir: - U.nun ifadesi şöyledir: "Hakim adaylığı döneminde kendilerinin cemaat ile irtibatlı olduğunu düşündüğüm ve staj sonunda mesleğe giren idari hakim olarak görev yapan kişileri tespit ettim. Bu kişiler; ... Yıldırım Turan ...'dır. Bu şahıslar bildiğim gibi adaylık döneminde tanıdığım cemaat mensubu olduğunu bildiğim kişilerdir, her biri farklı yerlere atandı ve 15 Temmuz sonrası meslekten ihraç edildiler." - A.Ç.nin ifadesi şöyledir: "Yıldırım Turan, bir üst sınıfımdı. Memleketi Ağrı'ydı. Kendisinin yapıya ait evlerde kaldığını biliyorum. Ne kadar süre kaldığını bilmiyorum. Yapı içerisinde görev alıp almadığını aldıysa görevinin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum."- Ş.S.nin ifadesi şöyledir: "Malatya İdare Mahkemesi hakimlerinden olan Yıldırım Turan (en son Van'a tayin oldu) ... bunların Gülen cemaati mensupları olduklarından şüpheleniyordum."ii. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten çıkarıldığı ve bu kararının 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.iii. Başvurucuya ait dijital verilerin incelenmesi neticesinde başvurucunun FETÖ/PDY'nin yayın organlarından biri olan Zaman gazetesinin internet sitesine girdiğinin tespit edildiği ifade edilmiştir. iv. Başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle kapatılan YARSAV isimli derneğe 17/10/2007 tarihinde üye olduğu vurgulanmıştır. v. Başvurucunun ByLock kullandığı tespit edilen birçok kişi ile telefon görüşmesi yaptığına dikkat çekilmiştir. İddianame Erzurum Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 30/6/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/380 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 7/11/2017 tarihli birinci duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...sanığın [başvurucunun] tutuklu kaldığı süre, delillerin büyük ölçüde toplanmış olması, örgütün haberleşmede kullandığı bylock isimli programın sanıkta bulunmaması, orantılılık ilkesi uyarınca ileride telafisi zor zararlara yol açmamak amacıyla ve tutuklamanın tedbir oluşu ve bu tedbirden elde edilmek istenen maksadın adli kontrol hükümleri ile de sağlanabileceği anlaşıldığından sanığın cmk 109/3-a ve b maddeleri uyarınca yurtdışı çıkış yasağı konulmak ve ikametinin bulunduğu kolluk kuvvetine haftanın pazar günü imza atmak suretiyle tahliyesine... [karar verildi.]" Diğer taraftan Mahkeme, yargılama sürecinde soruşturma aşamasında dinlenen tanık U.nun yanı sıra başka tanıkların da beyanlarını almıştır. Bu beyanların ilgili kısımları şöyledir:i. Tanık U.nun beyanı şöyledir: "...Hakkımda FETÖ/PDY'den işlem yapıldı, etkin pişmanlık kapsamında ifade verdim, bu ifadelerim doğrudur ... Ben Dönem İdari Yargı Hakim Adayı'ydım, stajımı 2005 Mayıs ayı ile 2006 Aralık tarihleri arasında yaptım ... Sanığı aynı dönem Hakim Adayı olmamız nedeniyle tanırım, stajı birlikte yapmıştık. Ayrıca o dönem cemaat olarak bilinen yapı mensubu Hakimler gruplara bölünmüştü, sanık ile biz aynı gruptaydık, grubun sorumlusu da bendim. Sanık o dönem cemaat olarak bilinen yapının Hakim-Savcı staj evlerinde kalıyordu, ben sanıkla aynı evde kalmıyordum ancak kaldığı eve gidip geliyordum. Bu evde U., Ü. , T.Y. ve sanık birlikte kalıyorlardı. 2006 yılı Aralık ayında atandıktan sonra belirli bir süre bağlantımız devam etti ancak 2013 yılından sonra pek görüşmedik. Aynı grupta olduğumuzdan dolayı devre görüşmeleri kapsamında toplanıp sohbet yapıyor görüşüyorduk, bu toplanmalar yılda 1 kez Ankara, Bursa gibi farklı illerde oluyordu. Bu yılda bir kez yapılan görüşmelerde Ankara dışında olanların genelde 4-5 kişiyi geçmesi istenmiyordu. Bu 4-5 kişilik grup dediğim şey o dönem cemaatin içerisinde olan kişilerden oluşuyordu. Dışarıdan bir kişinin bu gruba dahil olması mümkün değildi, gizliliğe riayet edilirdi. Toplanmalar telefon ile belirlenirdi. Bu görüşmeler 2013 yılına kadar devam etti. 17-25 Aralık sonrasında bu tür toplantıların yapılmamasını söylemişlerdi. Bahsettiğim stajdaki büyük grup dışındaki alt gruplar çok değişmiyordu ancak ara sırada kişiler değişebiliyordu. Ben maaşımın bir kısmını himmet olarak veriyordum ancak sanığın o dönem maaşının bir kısmını himmet olarak verip vermediğini bilmiyorum, borçları vardı, onun için verip vermediğini bilmiyorum, çok zorlama yoktu. Ben bylock kullandım, bylock listemde sanığın bulunup bulunmadığını hatırlamıyorum. Sanığın en son Malatya ilinden Van'a tayininin çıktığını ve hayırlı olsun için aradığımı hatırlıyorum. Başkaca 2013 yılından sonrasına dair görüşmemizi hatırlamıyorum. 17-25 Aralık sonrasında çok görüşme yapılması istenmiyordu. Telefon ile görüşmüşsek dahi cemaat faaliyetleri telefonda konuşulmazdı. Bu nedenle 2014 yılı HSYK seçimi sürecinde bir faaliyeti olup olmadığına dair bilgim yoktur ancak o dönem sivil abiler aracılığıyla seçim sürecinde çalışma yapılması illa ki iletiliyordu. Yılda bir dediğim görüşmelerde sivil bir abi yoktu, devre denilen yapılanmada sadece Hakim-Savcılar bulunuyordu. Sivil abiler 2010 yılından sonra gelmeye başlamıştı. Sanığın Hakim-Savcı çalışma evlerinde kalıp kalmadığını bilmiyorum. Çünkü sanık farklı bir fakülte mezunuydu, farklı fakülteler farklı evlerde çalıştırıyorlardı, bu nedenle bu konuda bilgi sahibi değilim. 2013 yılına kadar kod adı kullanılmıyordu, eğitim hizmetleri kapsamındaki sivil abiler bana Cemal kod adını vermişlerdi. Staj dönemi itibariyle kod adı uygulaması olmadığından sanığın kod adı yoktu, sonrasında olup olmadığını bilmiyorum. Yılda bir kez toplandığımız grupta sanık, ben, Ü.Ö. ve U. vardı. Kimseye iftira atmak veya suçtan kurtulmak gibi niyetim yoktur. Bu yapının ülkeye verdiği zararları göz önünde bulundurarak, 18-19 yaşındaki çocuklara bylock yükleyerek cezaevine attırmalarını göz önünde bulundurarak bildiklerimi anlatıyorum. Sanığın staj evinde kaldığına gözlerimle şahit oldum. Bu yılda bir yaptığımız toplantılardan birini sanığın Bursa'daki evinde yapmıştık..."ii. Tanık S.K.nın beyanı şöyledir: "...Hakkımda FETÖ/PDY'den işlem yapıldı, etkin pişmanlık kapsamında ifade verdim, bu ifadelerim doğrudur, hakkımdaki soruşturma devam etmektedir. Ben resmiyette matematik öğretmeni olarak özelde çalışıyordum, İstanbul'da dersanede çalışıyordum, daha sonra Malatya'ya gönderildim ve Malatya'da herhangi bir öğretmenlik yapmadım. Gelirimi FETÖ/PDY örgütünden elde ediyordum. FETÖ/PDY içerisinde de Malatya ve çevre illerde T3 ve T5 olarak denilen 20-25 tane Hakim-Savcı ile ilgileniyordum, bu Hakim-Savcıların mahrem abisiydim. Bize takip etmemiz için verilmiş isimlerle belirli periyotlarla görüşürdük, onlarla sohbet yapma, namaz kılma, Kuran okuma gibi faaliyetler yapardık. Bunlardan bireysel görüştüklerim de vardı, grup halinde görüştüklerimiz de vardı. Sanığı şuan SEGBİS ekranında da gördüm, bu şahıs Malatya İdare Mahkemesi'nde Hakim olarak görev yaparken benim takip etmem için bana verilen şahıstı. Bana verilen kişiler o dönem cemaat olarak bilinen yapının içerisindeydi. Grupsal olarak sanıkla 4-5 kez ancak görüşmüşüzdür, sonrasında tedbir olarak grup görüşmelerini kaldırdılar, birebir çok az kişiyle görüşüyordum, bu arkadaşlar üzerinden diğer arkadaşlarla iletişim kuruyorduk. Sanık ile sadece manevi ilişkilerimiz vardı. Namazlarını, Kuran okumalarını kontrol ederdik. Benim kod adım Süheyl'di, sanık Yıldırım'ın herhangi bir kod adı yoktu. Ben bylock kullanıyordum ancak sanık bylock listemde kayıtlı değildi. Sanık bylock veya benzeri hiçbir iletişim sistemi kullanmadı, kendisine böyle bir program vermedik. Bu programı sadece grup başkanlarına yüklemiştik. Ben sanığa bir bylock yüklemedim, kendisiyle böyle bir program üzerinden görüşmemiz olmadı. Takip ettiğimiz kişilerden himmet, burs alıyorduk. Sanığın eşi çalışmıyordu, 2 veya 3 çocuğu vardı, maddi durumu biraz zayıftı, kendisinden bir şey istemedik. Zaten diğer arkadaşlardan da istemiyorduk, kendileri vermek isterse getirirlerdi. Sanık ile yüz yüze görüşmelerimiz 2016 yılı itibariyle olmadı, grup başkanı üzerinden görüştük diye hatırlıyorum. 2016 yılı Nisan ayında Malatya'dan ayrıldım ve takip ettiğim isimleri Murat kod K.T.ye devrettim, bu nedenle sanıkla daha bir irtibatımız olmadı. Sanık yanlış hatırlamıyorsam Ağrı veya Karslıydı. Sanık veya diğer ilgilendiğim Hakim-Savcılara herhangi bir dosya ile ilgili bir talimat vermedim. Sanığın grup başkanı da U.ydu, kendisi Malatya İdari Yargı Hakimi'ydi. 2016 yılında U. üzerinden sanık ile irtibat kuruyorduk ..."iii. Tanık B.K.nın beyanı şöyledir: "...Ben İdari Yargı Hakimiydim ... Malatya'da sanık Yıldırım Turan ile birlikte görev yapmıştık, kendisini buradan tanırım, daha öncesinden tanışıklığım yoktur. Benim hakkımda FETÖ/PDY'den işlem yapıldı, görevimden ihraç edildim, etkin pişmanlık kapsamında ifade verdim, bu ifadelerim doğrudur, yargılamam halen devam etmektedir. Daha önceki ifademde belirttiğim gibi ben Malatya İdare Mahkemesi'nde görev yaparken Malatya Vergi Mahkemesi'nde de kısa bir süre çalışmıştım. Sanıkla da burada 7-8 ay birlikte çalıştığımızı hatırlıyorum. 2011 ve 2012 yılında Malatya İdare Mahkemesi Başkanı R.A. bana o dönem HSYK Daire Üyesi olan A.B.nin Malatya'ya geleceğini söyledi ve akşam A.B. ile birlikte evlerinde oturacağından beni davet etti. Ben de bu davete katıldım. O dönemki kurulla ilgili bir takım eleştirilerim vardı, bunu Mahkeme Başkanı'na da iletiyordum. Ben İdare Mahkemesi'nde Hakimlik yaparken Vergi Mahkemesi'ne atandığımdan memnuniyetsizdim, kurulun bu konuda bana haksızlık yaptığını söylüyordum. Bundan ve beni de tanıdığı için R.A. beni buraya davet ederek bu memnuniyetsizliğimi A.B.ye iletebileceğimi söyledi. Akşam ben R.A.nın evine gittim, evde sanık Yıldırım Turan ve İdare Mahkemesi Hakimi isimli şahıs da oradaydı. Sonrasında A.B. geldi. Ben A.B.ye kendimle ilgili durumları anlattım, talep olmadan Vergi Mahkemesi'ne atanmamın basit bir görev olduğunu ilettim, kadromun tekrar eski haline getirilmesini talep ettim. A.B.de olumlu bir yanıt vermedi, sen görevine devam et dedi. R.A. 42 bin sicilli bir Hakim'dir, benden 4-5 dönem daha kıdemli bir Hakim'di. Yıldırım Turan ve isimli Hakimler de benden 2-3 dönem kıdemli hakimlerdi. Bu yapının işleyişine baktığımızda bu kıdemdekilerin bir araya gelerek örgütsel bir toplantı, sohbet yapması zaten mümkün değildi. Burada sadece A.B. ile buluştuk, özellikle ben memnuniyetsizliğimi ilettim. Bu nedenlerle sanık Yıldırım Turan hakkındaki bilgim ve görgüm bundan ibarettir. Kendisiyle o dönem cemaat olarak bilinen yapıyla ilgili bir görüşmemiz, buluşmamız olmadı. Ben önceki ifademde de bu buluşmayı örgütsel bir toplantı olarak ifade etmemiştim. O dönem spontane gelişen bir buluşma şeklindeydi. Sait kod isimli bir sivil imamın düzenlediği sohbetlerde sanık Yıldırım Turan'ı görmedim, kendisinin bu yapıyla bağlantısı olup olmadığı hususunda bu nedenlerle bilgim yoktur. 3 senedir aynı şekilde ifadelerimi sunuyorum. Sonuç olarak ben sanık Yıldırım Turan'ın bu görüşmeye katıldığına bizzat şahit oldum, ancak bu toplantıda o dönem cemaat olarak bilinen yapıyla ilgili hiçbir konu gündeme gelmedi. Burada ben bir takım sıkıntılarımı A.B.ye ilettim, belki Yıldırım Turan da bu şekilde bir görüşme için buraya gelmiş olabilir. Yine bunun haricinde de sanık Yıldırım Turan'ın bu yapı ile bağlantısı olup olmadığı hususunda bilgim veya görgüm yoktur..."iv. Tanık Ö.nün beyanı şöyledir: "...Hakkımda FETÖ/PDY'den işlem yapıldı, etkin pişmanlık kapsamında ifade verdim, bu ifadelerim doğrudur, yargılamamda HAGB kararı verildi. Ben Trabzon ilinde avukatım, Erzincan Hukuk Fakültesi'nde 1998-2002 yılları arasında okudum. Sanığı Hukuk Fakültesi'nde dönem arkadaşım olması nedeniyle tanırım. Ancak 2002 yılında mezun olduktan sonra sanıkla herhangi bir görüşmemiz olmadı. ... Ben üniversite okurken Sınıfta o dönem cemaat olarak bilinen yapının yurdunda kalmıştım. Sanık da bu yapının evlerinde kalıyordu. Ben Sınıftan sonra yurttan ayrıldım, sanık ve diğer ismini belirttiğim kişiler de evde kalmaya devam etmişlerdi. Sınıf arkadaşı olduğumuz için zaman zaman halı saha maçları yapıyorduk, evden çıkıyorlardı, buluşuyorduk, o dönemde bir gizli saklı yoktu, herkes kimin nerede kaldığını biliyordu. Sanığın bu yapıya ait evlerde kaldığına bizzat şahidim..." Başvurucu hakkındaki kovuşturma bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Bu Kanunun amacı;a) Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının niteliklerini, atanmalarını, hak ve ödevlerini, aylık ve ödeneklerini, meslekte ilerlemelerini, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesini, haklarında disiplin kovuşturması açılmasını ve disiplin cezası verilmesini, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri veya kişisel suçlarından dolayı soruşturma yapılmasını ve yargılamalarına karar verilmesini, meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik hallerini, meslek içi eğitimlerini ve diğer özlük işlerini,...Düzenlemektir." 2802 sayılı Kanun'un "Disiplin cezaları" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hakim ve savcılara; sıfat ve görevleri gereklerine uymayan hal ve hareketlerinin tespit edilmesi üzerine durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca aşağıda yazılı disiplin cezalarından biri verilir :a) Uyarma,b) Aylıktan kesme,c) Kınama,d) Kademe ilerlemesini durdurma,e) Derece yükselmesini durdurma,f) Yer değiştirme,g) Meslekten çıkarma" 2802 sayılı Kanun'un "Ceza soruşturması veya kovuşturması ile disiplin soruşturmasının bir arada yürütülmesi ve zamanaşımı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hâkim ve savcılar hakkında ceza soruşturması veya kovuşturmasına başlanmış olması, aynı olaydan dolayı disiplin soruşturmasını gerektirmeyeceği gibi, ilgilinin mahkûm olması veya olmaması ayrıca disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmez." 2802 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırma" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hakkında soruşturma yapılan hakim ve savcının göreve devamının, soruşturmanın selametine yahut yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceğine kanaat getirilirse, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmasına veya soruşturmanın sonuçlanmasına kadar geçici yetki ile bir başka yargı çevresinde görevlendirilmesine karar verilebilir." 2802 sayılı Kanun'un ("Soruşturma ve Kovuşturma" başlıklı Yedinci Kısım'ın "Soruşturma" başlıklı Birinci Bölümü'nde yer alan) "Soruşturma" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hakim ve savcıların görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçları, sıfat ve görevleri gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır. Adalet Bakanı inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle yaptırılabilir." 2802 sayılı Kanun'un (aynı bölümde yer alan) "Tutuklama mercii" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Soruşturma sırasındaki tutuklama istemleri, son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci tarafından incelenir ve karara bağlanır." 2802 sayılı Kanun'un (aynı bölümde yer alan) "Suça katılma:" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hakim ve savcıların suçlarına iştirak edenler aynı soruşturma ve kovuşturma mercilerine tabidirler." 2802 sayılı Kanun'un (aynı bölümde yer alan) "Soruşturmanın tamamlanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hakim ve savcılar hakkında tamamlanan soruşturma evrakı Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilir. Bu Genel Müdürlük tarafından yapılacak inceleme sonunda düzenlenecek düşünce yazısı üzerine kovuşturma yapılmasına veya disiplin cezası uygulanmasına gerek olup olmadığı Bakanlıkça takdir edilerek evrak ilgili mercilere tevdi olunur veya işlemden kaldırılır." 2802 sayılı Kanun'un (aynı bölümde yer alan) "Yakalama ve sorgu usulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri dışında suç işlediği ileri sürülen hakim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Ancak, durum Adalet Bakanlığına derhal bildirilir.Birinci fıkra hükümlerine aykırı hareket eden kolluk kuvvetleri amir ve memurları hakkında yetkili Cumhuriyet savcılığı tarafından genel hükümlere göre doğrudan doğruya soruşturma ve kovuşturma yapılır." 2802 sayılı Kanun'un ("Soruşturma ve Kovuşturma" başlıklı Yedinci Kısım'ın "Kovuşturma" başlıklı İkinci Bölümü'nde yer alan) "Kovuşturma kararı ve ilk soruşturma" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Hakim ve savcılar hakkında görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde evrak, Adalet Bakanlığınca ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet savcılığına; Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında görevli hakim ve savcılar hakkındaki evrak ise Ankara Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.Cumhuriyet savcısı beş gün içinde iddianamesini düzenleyerek evrakı, son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir." 2802 sayılı Kanun'un (aynı bölümde yer alan) "Son soruşturma mercileri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Haklarında son soruşturma açılmasına karar verilenlerden; birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet savcılarının, son soruşturmaları Yargıtayın görevli ceza dairesinde görülür.Birinci fıkra dışındaki hakim ve savcıların son soruşturmaları, yargı çevresi içinde bulundukları ağır ceza mahkemesinde yapılır." 2802 sayılı Kanun'un (aynı bölümde yer alan) "Son soruşturma merciinin saptanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Bu Kanun gereğince haklarında kovuşturma yapılacak olanların, son soruşturma mercilerinin saptanmasında, son soruşturma zamanındaki son soruşturmadan önce görevden ayrılanların ise ayrılma zamanındaki sıfatları esas alınır." 2802 sayılı Kanun'un (aynı bölümde yer alan) "İlk soruşturmada itiraz usulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"89 uncu maddede yazılı mercilerin tutuklamaya ve salıvermeye veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına ilişkin kararlarına Cumhuriyet savcısı veya hakkında soruşturma yapılan tarafından genel hükümlere göre itiraz olunabilir. Bu itiraz, ilgilinin yargı çevresi içinde bulunduğu ağır ceza mahkemesi hariç olmak üzere, kararı veren mahkemeye en yakın ağır ceza mahkemesinde incelenir." 2802 sayılı Kanun'un ("Soruşturma ve Kovuşturma" başlıklı Yedinci Kısım'ın "Kişisel Suçlar" başlıklı Üçüncü Bölümü'nde yer alan) "Kişisel suçlarda soruşturma ve kovuşturma" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası -olay tarihinde yürürlükte bulunduğu şekliyle- şöyledir:"Hakim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma, ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi cumhuriyet başsavcısına ve son soruşturma o yer ağır ceza mahkemesine aittir." Aynı fıkranın 2/1/2017 tarihli ve 680 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesiyle yapılan değişiklik (1/2/2018 tarihli ve 7072 sayılı Kanun'un maddesiyle aynen kabul edilmiştir) sonrası hâli ise şöyledir: "Hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi, ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığı ve aynı yer ağır ceza mahkemesine aittir." 2802 sayılı Kanun'un ("Soruşturma ve Kovuşturma" başlıklı Yedinci Kısım'ın "Ortak Hükümler" başlıklı Dördüncü Bölümü'nde yer alan) "Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür.Bu halde durumun hemen Adalet Bakanlığına bildirilmesi zorunludur." 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu'nun (2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı KHK ile Kanun'un adı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu olarak değiştirilmiştir) "Başkanlık, görev ve yetkiler" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı -olay tarihinde yürürlükte bulunduğu şekliyle- şöyledir:"Başkanın görev ve yetkileri şunlardır:...ç) (Değişik: 15/2/2014-6524/23 md.) İlgili dairenin teklifi üzerine hâkim ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemlere olur vermek." 6087 sayılı Kanun'un "Dairelerin görevleri" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkralarının ilgili kısmı -olay tarihinde yürürlükte bulunduğu şekliyle- şöyledir:"(2) İkinci Dairenin görevleri şunlardır:a) Hâkim ve savcıların;...2) Görevlerinden dolayı veya görevleri sırasındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturması sonucu hakkında karar vermek,3) Disiplin veya suç soruşturma ve kovuşturması nedeniyle geçici yetkiyle yer değiştirmesine veya görevden uzaklaştırılmasına karar vermek,... (3) Üçüncü Dairenin görevleri şunlardır:...b) Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarına ilişkin denetleme işlemlerini Teftiş Kuruluna yaptırmak....ç) Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını Kurul müfettişleri veya müfettiş yetkilerini haiz kıdemli hâkim veya savcı eliyle araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemler için teklifte bulunmak...." 6087 sayılı Kanun'un "Teftiş Kurulunun oluşumu ve görevleri " kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrasının ilgili kısmı -olay tarihinde yürürlükte bulunduğu şekliyle- şöyledir:"Teftiş Kurulunun görev ve yetkileri şunlardır:a) Adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarının görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yapmak. ..." 6087 sayılı Kanun'un "Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı -olay tarihinde yürürlükte bulunduğu şekliyle- şöyledir:"Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri şunlardır:a) Hâkim ve savcıların görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek.b) Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yapmak...." 6087 sayılı Kanun'un "Üyelerin adli suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları -olay tarihinde yürürlükte bulunduğu şekliyle- şöyledir:"(1) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından ... bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.... (3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir... (4) Soruşturma kurulu, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır ... (5) Soruşturma kurulu, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir. (6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.... (9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Kurula gönderilir." 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Adli soruşturma ve kovuşturma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâli istisna olmak üzere, görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçları ve kişisel suçları nedeniyle Başkan ve üyeler hakkında koruma tedbirlerine ancak bu madde hükümlerine göre karar verilebilir.(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay Ceza Genel Kurulunca [2/1/2017 tarihli ve 680 sayılı KHK'nın maddesiyle 'Yargıtay ilgili ceza dairesince' şeklinde değiştirilmiştir] yapılır. (3) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü hâli dışındaki görevden doğan veya görev sırasında işlendiği iddia edilen suçlar ile kişisel suçlarda Soruşturma Kurulu, soruşturma sırasında 5271 sayılı Kanunda ve diğer kanunlarda yer alan koruma tedbirlerinin alınması talebinde bulunursa, Genel Kurulca bu konuda karar verilir." 4/12/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun "Kişisel ve görevle ilgili suçlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir."Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir. (6) (Mülga altıncı fıkra: 2/1/2017-KHK-680/5 md.; Yeniden düzenleme: 17/4/2017-KHK-690/2 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/4 md.) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır." 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun "Soruşturma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı, Danıştay Başkanının seçeceği bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından ilk soruşturma yapılır." 2575 sayılı Kanun'un "Şahsi suçların kovuşturma usulü" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin şahsi suçlarının takibinde Yargıtay Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve üyelerinin şahsi suçlarının takibi ile ilgili hükümler uygulanır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...j) Suçüstü: İşlenmekte olan suçu, Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu, Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,...İfade eder." 5271 sayılı Kanun'un "Yetkili mahkeme" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Davaya bakmak yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir.Teşebbüste son icra hareketinin yapıldığı, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir." 5271 sayılı Kanun'un "Yetkisizlik iddiası" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Sanık, yetkisizlik iddiasını, ilk derece mahkemelerinde duruşmada sorgusundan, bölge adliye mahkemelerinde incelemenin başlamasından ve duruşmalı işlerde inceleme raporunun okunmasından önce bildirir.Yetkisizlik iddiasına ilişkin karar, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusundan önce, bölge adliye mahkemelerinde duruşmasız işlerde incelemenin hemen başlangıcında, duruşmalı işlerde inceleme raporu okunmadan önce verilir. Bu aşamalardan sonra yetkisizlik iddiasında bulunulamayacağı gibi mahkemeler de bu hususta re'sen karar veremez." 5271 sayılı Kanun'un "Yetkili olmayan hâkim veya mahkemenin işlemleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yetkili olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler, sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmaz." 5271 sayılı Kanun'un "Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yapılan işlemler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir hâkim veya mahkeme, yetkili olmasa bile, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, yargı çevresi içerisinde gerekli işlemleri yapar." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır."3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur." 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli ve E.2017/YYB-997, K.2017/404 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken konu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay Ceza Dairesi arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesine ilişkindir....Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.5271 sayılı CMK'nun maddesinde tanımlanan 'soruşturma' ve 'kovuşturma'nın yürütülmesine ilişkin usul ve esasları içeren genel hükümler aynı Kanunda düzenlenmiş, suçun niteliği ile failin sıfatından kaynaklanan özel soruşturma usulleri ile kovuşturma makamlarının belirlenmesine ilişkin hükümler ise Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıca hüküm altına alınmıştır. Buna göre ana kural, soruşturma işlemlerinin yürütülmesi ve kovuşturma makamlarının belirlenmesi açısından genel hükümlerin uygulanması olup, bu husustaki özel hükümler ise; failin sıfatı ve/veya suçun niteliğine bağlı olarak, belirli ilkeler doğrultusunda ve mevzuatta açıkça belirtilen istisnai hallerde uygulanmaktadır. ...Hâkimler ve Savcılar Kanununda, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının işledikleri suçlara ilişkin; 82 ila maddeleri arasında 'görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar', maddesinde 'kişisel suçlar' ve maddesinde 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri' olmak üzere üç farklı hâl öngörülmüştür....Yargıtayın istikrar bulan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli'nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır. ...Dolayısıyla 'görevden doğan veya görev sırasında işlenen bir suç' bakımından 'son soruşturmanın açılması kararı' alınmadan dava açılması ve kural olarak Cumhuriyet başsavcılığınca genel hükümlere göre doğrudan soruşturma yürütülmesi imkanı bulunmamaktadır. Bu nitelikteki suçun, ağır ceza mahkemesinin görevine girmesi ve suçüstü hâlinin mevcut olması durumunda ise; 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince ilgili Cumhuriyet başsavcılığı tarafından genel hükümlere göre soruşturma yürütülecek, düzenlenen iddianame aynı Kanunun maddesi gereğince son soruşturmanın açılması kararı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi için ağır ceza mahkemesine gönderilecektir....hâkim ve Cumhuriyet savcılarının görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçların soruşturması izne bağlı olup, bu nitelikte olmakla birlikte ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hallerinde ya da kişisel suçlarda izin şartı aranmamaktadır ...Hâkim ve Cumhuriyet savcılarının, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli kapsamında işledikleri kişisel suçlar yönünden ise; yukarıda belirtilen prosedürler işletilmeksizin anılan Kanunun 93 ve maddelerine göre ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından doğrudan yürütülecek soruşturma sonucunda düzenlenecek iddianame ile haklarında kamu davası açılması ve aynı Kanunun maddesi gereği ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki ağır ceza mahkemesince yargılama yapılması gerekmektedir.......millet iradesine dayalı demokratik rejimi koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçların, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, "özgü suç" niteliği taşımayan bu suçlar açısından failin memur olmasının kurucu unsur da olmadığı, sanık hakkındaki iddianamede; Hâkimler ve Savcılar Kurulu nezdinde incelemesi devam eden ve dava konusu suçlar açısından atıf yapılan görevle bağlantılı eylemlerden ayrı olarak, sanığın kişisel irade ve eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu, Cumhuriyet savcılığı sıfatından bağımsız olarak, özünde anılan örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcılığına yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, böylece örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği belirtilen dava konusu suçlara iştirak ettiğine dair nitelendirme ile kamu davası açıldığı, bu nedenle sanığın eylemlerinin kişisel suç olarak kabulü gerektiği, Yargıtayın ilk derece yargılaması yapma görevinin görev suçları ile sınırlı ve istisna oluşu da dikkate alınarak açıklanan sebeplerle Yargıtay Ceza Dairesinin görevsizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/2/2019 tarihli ve E.2019/MD-312, K.2019/514 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "a) Suçüstü Hâli Kavramı...Suçüstünün apaçıklığı, suç işlenirken hiç bir şüpheye yer olmaksızın failin görülüp işitilmesi ya da tüm duyusal algıların suçüstünün ortaya çıkarılmasına yardımcı olması (Bozulmuş gıdanın koklanarak ya da tadılarak belirlenmesi gibi) şeklinde gerçekleşebileceği gibi, yetkili makamların işlemleriyle de ortaya çıkarılabilmektedir. Bu anlamda, gizli bir suçta yetkili makamlar elde ettikleri bilgi ve belirtilerden bir suçun işlenmekte olduğunu bilebilmekte ya da tahmin edebilmektedirler. Dolayısıyla, suçüstü hâlinin varlığı için failin eyleminin her durumda herkes tarafından gözlemlenebilir olmasına gerek bulunmamakta, bu hususta yalnızca yetkili makamlarca bilgi edinilmiş olması da yeterli olabilmektedir. Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar 'suçüstü' olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir. ......işlenmekte olan bir suç açısından suçüstü hâlinin varlığı için eylemin mutlaka herkes tarafından bilinip görülmesi gerekmemekte olup işlenen suçun niteliğine ve işleniş şekline göre, bu suçtan ve failinden yalnızca yetkili makamlarca bilgi sahibi olunması ve yakalama işleminin doğrudan bu makamlarca yapılması da mümkündür.b) Mütemadi Suçlarda Suçüstü HâliTürk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.Bununla birlikte, objektif olarak suç, ilgili kamu görevlilerine bildirildiği andan sonra suçüstü niteliği kazanmaktadır. Delil ise, yargılama makamlarının görevlerini yaparken kullandıkları bir araçtır. Yargılama makamında yer alan hâkim, önüne getirilen delilleri inceleyerek veya kendi araştırması sonucunda bir hükme varmaktadır. Dolayısıyla bir olayın kanıtlanması, ancak hâkim önüne gelmesinde söz konusu olmaktadır. Suçüstü durumu ise, hâkim kararından sonra kanıtlanmış ya da kanıtlanamamış olabilmektedir. Bu hususta öncelikle kolektif bir yargılama yapılarak sonuca varılması gerekmektedir. Bu bakımdan suçüstü hâli, başlı başına suçun hukuken kanıtlanması anlamına gelmemektedir. ......silahlı terör örgütü üyeliği suçundan genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun, hem aralarında sanığın da bulunduğu benzer durumdaki yüksek yargı eski üyelerine yönelik Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun kararıyla, hem de sonradan yürürlüğe konulan ulusal hukuk düzenlemeleriyle de kabul edilerek mevcut uygulama sonrasında adli ve idari açıdan devam edecek diğer işlemler öngörüldüğü gibi, aynı zamanda itiraza konu uygulamanın, CMK'nın maddesinin sekizinci fıkrasında hüküm altına alınan ve sanık hakkında öngörülen özel soruşturma usullerinin istisnasını teşkil eden düzenlemeyle de uyumlu olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; HSK'nın seçimle gelen üyelerinin işledikleri suçlara dair özel soruşturma usullerinin uygulanmasını öngören 6087 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanma koşullarının somut olayda oluşmadığı, dolayısıyla, dava konusu olayda sanık hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin doğrudan doğruya iç hukuk düzenlemelerinin verdiği yetkinin kullanılması niteliğinde olduğu, kanunların genişletici ve keyfî olarak yorumlanmasından kaynaklanmadığı, bu hâliyle 'hukukun kalitesi' ilkesine de uygun olan itiraza konu uygulamanın hukuka aykırı olmadığı sonucuna ulaşıldığından, sanık müdafisinin bu yöndeki itirazına itibar edilmemiştir...." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun -15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü üyeliği suçundan Yargıtay Ceza Dairesince mahkûmiyetine karar verilen (eski) bir Danıştay üyesi hakkında temyiz incelemesi sonucunda verdiği 1/10/2019 tarihli E.2019/MD-460, K.2019/572 sayılı kararının suçun niteliğine ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı ilgili kısımları şöyledir:"...Yargıtayın istikrar kazanan uygulamalarına göre; devletin güvenliğini, Anayasal düzeni ve bu düzenin işleyişini koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçun, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, "özgü suç" niteliği taşımayan bu suç açısından failin memur olması suçun kurucu unsuru da değildir. Dolayısıyla sanığa atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun kişisel suç niteliğinde olduğu açıktır. Yine, sanığın müfettiş olduğu dönemde teftişle görevli olduğu bazı dosyalarda örgüt lehine karar verilmesi için hâkimlere baskı yaptığı, hukuka aykırı biçimde hem teftiş sonrası düzenlediği raporlarda hem de Danıştay Üyesi olarak görev yaptığı dönemde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü ilgilendiren bazı davalarda uyuşmazlığın örgüt lehine sonuçlandırılması amacıyla oy kullanmasının görev suçu kapsamında olduğu, dolayısıyla yargılamanın Anayasa Mahkemesince yapılması gerektiği ileri sürülse de; gerekçeli kararda bu hususların yalnızca sanığın örgütsel saikle hareket ettiğine, dolayısıyla kişisel suç niteliğindeki örgüt üyeliğine dair kastının ortaya konulması açısından değerlendirildiği ve genel olarak değinilen bu hususlardan, yalnızca sanığın örgütsel tavrını ve kastını ortaya koyan deliller olarak bahsedildiği, diğer yandan, sanık hakkında söz konusu eylem ve işlemlerinden dolayı görevi kötüye kullanma suçu gibi açıkça görevden kaynaklanan bir suçtan da kamu davası açılmadığı anlaşıldığından, sanığa atılı eylemin kişisel suç niteliğinde olduğu açıktır....Gerçekten de, suç örgütü, suçun konusunu oluşturan kamu düzeni, kamu barışı ve kamu güvenliği açısından başlı başına bir tehlike oluşturduğundan, suç için örgütlenme fiilleri bağımsız suç tipleri olarak düzenlenmiş olup bu tehlikelilik durumunu ilk kez meydana getiren kişiler örgütün kurucuları ve bu tehlikelilik hâlini yönlendiren kişiler de örgütün yöneticileri iken, örgütsel iradeye boyun eğerek bu tehlikeliliğin devamı ve somut eylemlere dönüştürülmesini sağlayan da örgütün üyeleridir. Dolayısıyla faillerin sürekli bir şekilde örgütsel iradenin emir ve talimatlarını yerine getirmeye hazır olmaları da örgütsel yapının mevcudiyeti yönünden son derece önemli olup ortaya çıkan tehlikeliliğe önemli bir katkı sağlamaktadır....... faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir."...Gelinen noktada, dava konusu olayda sanık yönünden suçüstü hâlinin bulunup bulunmadığıyla ve bununla bağlantılı diğer hususlarla ilgisi bakımından, 2016 tarihli darbe teşebbüsünden sonra, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülen ve Yargıtay Ceza Dairesinde aynı suçtan kamu davası açılan Anayasa Mahkemesi eski Üyesi Alparslan Altan'ın, benzer olayda kendisi ve atılı suç yönünden suçüstü hâlinin bulunmadığına ve tutuklamanın bu yönüyle hukukî olmadığına dair yaptığı bireysel başvuru sonucunda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesince (İHAM) verilen kararın da irdelenmesi gerekmektedir. ...Sanık Ç.nin Danıştay Üyesi olarak görev yapmaktayken, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensupları tarafından 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrasında, kendisinin de bu örgüte üye olduğu iddiasıyla ve kişisel suç niteliğindeki bu suç açısından suçüstü hâlinin de varlığına dayalı olarak hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame düzenlenerek hakkında Yargıtay Ceza Dairesine kamu davası açıldığı olayda; itiraza konu uygulamanın, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna, bu örgütten ayrılmaya dair icrai bir davranışta bulunmadığına ve elde edilen mevcut deliller itibarıyla yetkili makamlarca sanığın cezai eylem niteliğindeki örgüt üyeliğine ilişkin fiilinin icrasına devam ettiği, böylelikle sanığa atılı suçun işlenmekte olduğu hususunda resmi makamlarca edinilen bilgi kapsamında gerçekleştirildiği, Bununla birlikte, silahlı terör örgütü üyeliği/yöneticiliği suçunun mütemadi suç ve bu suçlar yönünden yakalama anına kadar suçüstü hâlinin söz konusu olduğunu kabul ederek Yargıtayın yargılayacağı kişilere atılı bu suçlarla ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen diğer kişisel suçların soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin 2797 sayılı Kanun'da değişiklik öngören ve sonradan aynen kanunlaşan hukuki düzenlemelerde, önceden beri 2797 ve 2575 sayılı Kanun'larda öngörülen hukuki teminatların istisnasını teşkil eden "ağır cezalık suçüstü hâli" tabirinin, Yargıtayın yargılayacağı söz konusu kişilere atılı bu suçların da benzer nitelikte olduklarını ortaya koyacak ve bu suçları da kapsayacak şekilde yeniden kullanıldığı, Diğer yandan, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun, hem aralarında sanığın da bulunduğu benzer durumdaki yüksek yargı eski üyelerine yönelik Danıştay Başkanlık Kurulunun kararıyla, hem de sonradan yürürlüğe konulan ulusal hukuk düzenlemeleriyle de kabul edilerek mevcut uygulama sonrasında adli ve idari açıdan devam edecek diğer işlemler öngörüldüğü gibi, aynı zamanda itiraza konu uygulamanın, CMK'nın maddesinin sekizinci fıkrasında hüküm altına alınan ve sanık hakkında öngörülen özel soruşturma usullerinin istisnasını teşkil eden düzenlemeyle de uyumlu olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; Danıştay meslek mensuplarının işledikleri suçlara dair özel soruşturma usullerinin uygulanmasını öngören 2575 sayılı Kanun'un maddesiyle 2797 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin uygulanma koşullarının somut olayda oluşmadığı, dolayısıyla, dava konusu olayda sanık hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin doğrudan doğruya iç hukuk düzenlemelerinin verdiği yetkinin kullanılması niteliğinde olduğu, kanunların genişletici ve keyfî olarak yorumlanmasından kaynaklanmadığı, bu hâliyle 'hukukun kalitesi' ilkesine de uygun olan uygulamanın hukuka aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. İlgili diğer Yargıtay kararları için bkz. Alparslan Altan (GK), B. No: 2016/15586, 11/1/2018, §§ 68- B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz: ... (c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması; ..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasına ilişkin içtihadında kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmanın sadece aynı maddede belirtilen istisnalardan birine dayalı olmasının yeterli olmadığını, aynı zamanda hukuka uygun olması gerektiğini belirtmektedir (Del Río Prada/ispanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 125). Tutukluluğun hukuka uygun olup olmadığı ve yasayla öngörülen bir usulün izlenip izlenmediği hususu söz konusu olduğunda Sözleşme, esasen ulusal hukuka atıfta bulunmakta; ulusal hukukta yer alan esas ve usule ilişkin kurallara uyulması yükümlülüğünü getirmektedir. Bu yükümlülük, yakalama ve tutukluluğun ulusal hukukta yasal bir dayanağının bulunmasını gerektirir. Ancak sadece ulusal hukuka uygunluk yeterli değildir. Söz konusu yükümlülük, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre özgürlükten mahrum bırakılan kişinin keyfîliğe karşı korunmasını da gerekli kılar. AİHM, bu bağlamda ulusal hukukun Sözleşme ve Sözleşme'de zımnen veya açık şekilde belirtilen genel ilkelerle, bilhassa da kanunilik ilkesiyle uyumlu olup olmadığını tespit etmelidir (Mooren/Almanya, [BD], B. No: 11364/03, 9/7/2009, § 72). AİHM ayrıca kanunilik ilkesinin karşılanmasını, ulusal hukuk uyarınca kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasına ilişkin koşulların açık şekilde tanımlanmasına ve bizzat kanunun uygulamasının öngörülebilir olmasına dayandırmıştır (Del Río Prada, § 125; Medvedyev ve diğerleri/Fransa, B. No: 3394/03, 10/7/2008, § 80; Creangă/Romanya [BD], B. No: 29226/03, 23/2/2012, § 120; Khlaifia ve diğerleri/İtalya [BD], B. No: 16483/12, 15/12/2016, § 92). Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ile gerekli kılındığı üzere özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik şikâyetlerde öncelikle iç hukukta yer alan kanuni güvencelerin karşılanıp karşılanmadığı değerlendirilmektedir. Bununla birlikte AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamakta ve kendi görevinin ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlı olduğunu ifade etmektedir (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu belirtmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24). Buna karşılık AİHM, Alparslan Altan/Türkiye (B. No: 12778/17, 16/4/2019, §§ 104-115) kararında, Anayasa Mahkemesi üyesi olarak görev yapmaktayken terör örgütü (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan tutuklanan başvurucunun hukuka aykırı olarak tutuklandığı iddiasıyla yaptığı başvuruda, tutuklamasının hukukiliğini değerlendirirken ilk önce bu tedbirin kanunla öngörülen usule uygun olup olmadığını incelemiştir. Anılan karara konu olayda başvurucu -tutuklandığı sırada Anayasa Mahkemesi üyesi olması nedeniyle- hakkında yürütülen ceza soruşturmalarında özel bir statüye sahip olduğunu, 6216 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında ceza soruşturması açılmasının Genel Kurul kararına bağlı olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca başvurucu; hakkında darbe teşebbüsünde yer almakla ilgili bir suçlama bulunmadığından durumunun suçüstü hâli olarak değerlendirilemeyeceğini, bu nedenle kendisi hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin ve tutuklama kararı verilmesinin kanuni olmadığını iddia etmiştir (Alparslan Altan/Türkiye, § 90). AİHM, konuya ilişkin Yargıtay kararında yer alan silahlı terör örgütü üyeliği suçu bakımından suçüstü hâlinin bulunduğuna ilişkin yorumda, mütemadi suçlara ilişkin yerleşik içtihadının temel alındığını belirtmiştir (Alparslan Altan/Türkiye, § 109). AİHM 5271 sayılı Kanun'un maddesinde, suçun işlendiği esnada ya da işlendikten hemen sonra tespit edilmesi durumuyla bağlantılı olan suçüstü (in flagrante delicto) kavramının klasik bir tanımına yer verildiğini, buna karşın Yargıtay içtihadına göre 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca, bir suç örgütüne üye olma şüphesinin herhangi bir fiilî unsur veya devam eden cezai bir eylem belirtisine ihtiyaç duyulmaksızın suçüstü hâli bakımından yeterli görülebileceğini belirtmiştir (Alparslan Altan/Türkiye, § 111). AİHM'e göre suçüstü hâli kavramının tespitine ilişkin olarak yapılan bu geniş yorum, başvurucu açısından 6216 sayılı Kanun'da yer alan güvenceleri etkisiz hâle getirmiştir (Alparslan Altan/Türkiye, § 112). AİHM, Yargıtayın mütemadi suça ilişkin yerleşik içtihadının suçüstü hâli kavramının kapsamının genişletilmesini nasıl haklılaştırdığının ilgili kararından anlaşılamadığını belirtmiştir. AİHM'e göre Yargıtayın -önceki kararlarından görüldüğü kadarıyla- temadi eden suçların niteliğine ilişkin yaklaşımı, ceza mahkemelerinin yetkisini belirlemek ve bu tür davalarda zamanaşımı kuralının uygulanmasını sağlamak amacına yöneliktir. Bu değerlendirmeler ışığında AİHM, ulusal mahkemelerin suçüstü hâli kavramını genişletmelerinin ve ulusal hukuku somut olayda uygulama biçimlerinin belirsizliğe yol açtığı sonucuna varmıştır (Alparslan Altan/Türkiye, §§ 114, 115). AİHM Hakan Baş/Türkiye (B. No: 66448/17, 3/3/2020) kararında ise hâkim (vergi mahkemesi üyesi) olarak görev yapmakta iken terör örgütü (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan tutuklanan başvurucunun ulusal hukuka aykırı şekilde tutuklandığı, 2802 sayılı Kanun'un maddesi anlamında suçüstü hâlinin bulunmadığı, dolayısıyla hakkında genel hükümlere göre yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni olmadığı iddialarını (Hakan Baş/Türkiye, §§ 133-135) incelemiştir. Türk Hükûmeti Hakan Baş/Türkiye başvurusunda, başvurucuya isnat edilen terör örgütü üyeliği suçunun 2802 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında tanımlandığı şekliyle kişisel bir suç olduğunu belirtmiştir. Hükûmet 2802 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanmasının başvurucunun sahip olduğu güvencelerden yoksun bırakıldığı anlamına gelmediğini, bunun yalnızca tutuklama kararının bir başka yerdeki sulh ceza hâkimliğince verilmesi sonucunu doğurduğunu savunmuştur. Hükûmet ayrıca 2802 sayılı Kanun'un, Alparslan Altan/Türkiye kararında değerlendirilen 6216 sayılı Kanun'dan farklı olarak görev suçları ile kişisel suçlar arasında ayrım yaptığını, 2802 sayılı Kanun'un yalnızca görev suçları bakımından soruşturma izni bağlamında usule ilişkin güvenceler sağladığını, 6216 sayılı Kanun'un ise her iki suç tipi açısından farklı bazı yargısal güvenceler getirdiğini belirtmiştir (Hakan Baş/Türkiye, §§ 137-139). AİHM anılan kararda Hükûmetin yukarıda belirtilen savunmasına katılmamıştır. AİHM tutuklama kararında iddia edilen örgüt üyeliği suçunun 2802 sayılı Kanun'un - maddeleri anlamında görev sırasında işlenen bir suç mu yoksa 2802 sayılı Kanun'un maddesi anlamında kişisel suç mu kabul edildiği hususunda bir değerlendirme yapılmadığını; sadece isnat edilen fiilin suçüstü hâli teşkil ettiğine ilişkin olarak ulaştığı sonucu desteklemek amacıyla her iki suç türüne de uygulanan 2802 sayılı Kanun'un maddesine atıf yapıldığını belirtmiştir. AİHM ayrıca hâkimlere tanınan güvenceler bakımından, 2802 sayılı Kanun uyarınca suçun görev suçu mu yoksa kişisel suç mu olduğunun önemli olduğunun altını çizmiştir. AİHM kararda ayrıca, başvurucuya isnat edilen suçun hangi suç kategorisine düştüğünü belirlemek gibi bir görevinin olmadığını ancak bir hâkimi özgürlüğünden yoksun kılan tutuklama kararının uygulama şeklinin Sözleşme hükümleri açısından değerlendirilmesi sırasında hukuki belirlilik şartının önemli hale geldiğini vurgulamıştır. AİHM, tutuklama kararının sadece suçüstü hâli kavramına ve 2802 sayılı Kanun'un maddesine atıfla yapılmasının Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmadığı sonucuna varmıştır (Hakan Baş/Türkiye, § 158). AİHM, -henüz kesinleşmemiş olan- Hakan Baş/Türkiye kararında -Alparslan Altan/Türkiye başvurusundakine benzer şekilde- ulusal mahkemelerin suçüstü hâli kavramının kapsamını genişletmelerinin makul olmadığına ve bunun hukuki belirlilik bakımından sorunlu olduğuna işaret etmiştir. AİHM ayrıca mahkemelerin suçüstü hâli kavramını yorumlamalarına ve 2802 sayılı Kanun'un maddesini uygulamalarına ilişkin olarak mevcut davanın şartlarında, Alparslan Altan/Türkiye kararından farklı sonuca ulaşmak için bir neden görmediğini belirtmiştir (Hakan Baş/Türkiye, § 148). Diğer taraftan AİHM yargının toplum nezdindeki özel rolüne vurgu yapmış, adaletin garantörü olarak hukukun üstünlüğünü kabul eden bir devletteki temel değer olan yargının, faaliyet gösterirken başarıya ulaşabilmesi için kamuya güven telkin etmesi gerektiğini belirtmiştir (Baka/Macaristan [BD], B. No: 20261/12, 23/6/2016, § 165). AİHM özellikle bu hususu yargı mensuplarının özgürlük hakkını etkileyen tedbirler söz konusu olduğunda vurgulamıştır. Buna göre yargı mensuplarının ulusal hukukta görevlerini bağımsız şekilde yerine getirebilmesi için yargı mensuplarına sağlanan korumalara uyulması gereklidir (Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz [BD], B. No: 55391/13, ... 6/11/2018, § 196). Öte yandan AİHM Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca, yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, §§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması gerekir. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı -elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında- olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86, 12245/86, 12383/86, 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir: Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (delilleri yok etme) (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/10536 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu iptali ve tescili davasının hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir aile şirketi olan ve hâlihazırda tasfiye olmuş S.K. Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin (şirket) olay tarihinde hissedarlarındandır. Başvurucu, şirkete ait arsa üzerinde inşaatına başlanan ve muris babasının da yapımının tamamlanmasını sözlü olarak vasiyet ettiği cami inşaatının bitirilebilmesi için kendi mal varlığını kullandığını ancak bu durumun kendisini ekonomik anlamda zorladığını ifade etmektedir. Başvurucunun beyanına göre bu nedenle tasfiye memuru ve ortağı olduğu şirketin bir kısım taşınmazlarını satmaya karar vermiştir. 2008 yılında alınan ve şirkete ait taşınmazların satış yetkisini de içeren yönetim ve genel kurul kararları uyarınca şirketin on yedi adet taşınmazı farklı tarihlerde üçüncü kişilere satılmıştır. Başvurucu anılan kararlardaki imzaların kardeşleri (H.S.G., S.T., A.Ç., S.S.) tarafından değil de kim olduğunu bilmediği başkaları tarafından atılmış olduğunu sonradan öğrendiğini ve taşınmazların satışından elde edilen gelirin caminin tamamlanmasında kullanıldığını açıklamaktadır. Şirkete ait söz konusu taşınmazların satılması sonrasında başvurucunun kardeşleri (şirketin diğer hissedarları) tarafından taşınmazları satın alan üçüncü kişiler aleyhine satış işlemlerine dayanak imzaların sahte olduğu iddiasıyla Körfez Asliye Hukuk Mahkemesinde 15/3/2010 tarihinde on yedi ayrı tapu iptali ve tescili davası açtıkları anlaşılmaktadır. Başvurucu; bir yandan taşınmazları satın alan üçüncü kişilerin baskıları, diğer taraftan satış işlemlerine konu imzaların sahteliği iddiasıyla kendisini Savcılığa şikâyet edeceklerine ilişkin kardeşlerinin tehdidi altında 17/6/2010 tarihli sulh protokolünü imzalamak zorunda kaldığını iddia etmektedir. Başvurucu ile kardeşleri arasında imzalanan sulh protokolü kapsamında başvurucunun protokole konu taşınmazlardaki hisseleri ile şirkete ait hissesini kardeşlerine devretmesi karşılığında, şirkete ait olan ve üçüncü kişilere satılan taşınmazlara ilişkin açılan tapu iptali ve tescili davalarından feragat edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu anılan protokolü, hakkında ceza davası açılması tehdidi altında ve toplumdaki saygınlığını yitireceği korkusu ile imzaladığını belirterek davalı kardeşleri aleyhine 9/2/2012 tarihinde Körfez Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) bireysel başvuru konusu olan korkutma (ikrah) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili davasını açmıştır. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden; şirketin genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarında alınan kararlarda imzalarının taklit edildiğini bildiren davalılar, bu kararlarla başvurucunun şirkete ait taşınmazların satışı için kendisini tek imza ile yetkili kıldığını, bu yetkiye dayanarak hukuka aykırı satış işlemleriyle haksız kazanç elde ettiğini belirtmişlerdir. Taşınmaz satışlarından haberdar olmaları üzerine başvurucu ile görüşerek zararlarının telafisini istediklerini ancak başvurucunun iyi niyetli olmadığını anlamaları üzerine üçüncü kişilere satılan taşınmazlar hakkında tapu iptali ve tescili davalarını açtıklarını ifade etmişlerdir. Taşınmazları satın alan üçüncü kişilerin ise başvurucudan satış bedellerinin iadesini veya davalardan vazgeçilmesini istemeleri üzerine başvurucunun anlaşma teklifi nedeniyle 17/6/2010 tarihli protokolünün imzalandığını bildirmişlerdir. Söz konusu davalardan feragat ederek satışlara sıhhat kazandırdıklarını, başvurucunun varlığını iddia ettiği baskı ve tehdit durumunun protokol gereklerinin yerine getirildiği 8/7/2010 tarihinde ortadan kalktığını, bu tarihten başlayacak bir yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucu ise davalıların evrakta sahtecilik yapıldığı iddiasıyla şikâyette bulunma tehdidinin ceza zamanaşımı süresince devam etmekte olduğunu, maddi kaybının çok büyük olması dolayısıyla davalıların şikâyette bulunma tehditlerine rağmen sonuçlarını göze alarak bu davayı ikame ettiğini ifade etmektedir. Mahkemenin karar duruşmasında başvurucu vekili hak düşürücü süre itirazını kabul etmediklerini belirterek öncelikle hak düşürücü süre ile ilgili karar verilmesini istemiştir. Mahkeme aynı oturumda, suç duyurusunda bulunmak suretiyle korkutma durumunun devam ettiğine dair başvurucu vekilinin tanık dinletilmesi talebini reddetmiştir. Mahkeme 13/11/2012 tarihli kararı ile sulh protokolünün düzenlendiği tarihten dava tarihine kadar bir buçuk yıldan uzun bir sürede davalıların şikâyette bulunmadıklarını ve bu durumun davacı (başvurucu) vekilinin beyanı ile de sabit olduğunu, davalıların şikâyet hakkını kullanarak davacının cezai soruşturmaya maruz kalacağı korkutmasının kabulünün soyut bir iddiadan öteye geçmediğini belirterek davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine duruşmalı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 25/3/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 21/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 25/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 23/3/2015 tarihinde yasal süre içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Korkutma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şu şekildedir:"Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir." 6098 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Korkutulan, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılır.Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutmasıyla sözleşme yapıldığında, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması hâlinde, korkutmanın varlığı kabul edilir." 6098 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5173 | Başvuru, tapu iptali ve tescili davasının hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihi ve devamında yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca bir kısım başvurucular yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna, diğerleri yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/15942 ve 2015/5878 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/7042 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından bir kısım başvurucular yönünden başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Yıldız Ece'nin eşi, başvurucular Nevvaf Ece, Mehmet Ece, Suat Çelik, Emine Kayapınar, Seyit Sadettin Ece ve Güli Ece'nin babaları; başvurucular Mahmut Saruhan, Latife Yılmaz, Leyla Mahmutoğlu, Selma Ece, Sadiye Akın, Emrullah Saruhan, Mehmet Eşref Saruhan ve Hayrullah Saruhan'ın ise dedeleri olan murisleri Mehmet Ali Ece'nin 1/3/1971 tarihinde Mardin Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasında yerel Mahkemece verilen kararlar müteaddit defalar Yargıtay tarafından bozulmuş, en son bozmadan sonra 1998/70 esasını alan davaya başvurucular Halil Akan ve Mehmet Şerif Akhamur ile başvurucular Cemile Akan, Atman Akan, Asya Akan, Ümran Akan, Gurbet Akan, Nigar Akan, Zühal Acar ve Zerga Akan murisi Ali Akan 2000 yılında, başvurucu Şeyhmus Budak'ın babası olan murisi Abdulkerim Budak ise 26/1/2005 tarihinde davalı sıfatıyla müdahil olmuş ve söz konusu dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7042 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 1/7/2002 tarihinde hareket halindeki bir trenden kopan parçanın eşinin başına çarpması üzerine hayatını kaybetmesinden dolaylı uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 26/7/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 22/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi, Eskişehir ili Sivrihisar ilçesi Biçer köyü hudutları içinde ve demiryolu kenarında yer alan tarlada çalışmakta iken Eskişehir-Ankara istikametinde seyreden Doğu Ekspresinin geçişi sırasında trenden kopan balatanın başına isabet etmesi sonucu 1/7/2002 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucu ve çocukları olay nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle TCDD Genel Müdürlüğüne karşı 22/7/2002 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmışlardır. Davalı idare vekilince sunulan birinci savunma dilekçesinde davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev itirazında bulunulmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi 16/10/2002 tarihinde görev itirazını reddederek görevlilik kararı vermiş, davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunması üzerine dava dilekçesi ve eklerini Danıştay Başsavcılığına göndermiştir. Danıştay Başsavcılığı, uyuşmazlığa konu olayda idari yargı yerinin görevli olduğu düşüncesiyle Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmuştur. Uyuşmazlık Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından düşüncesini sunmasını istemiş, Başsavcılık, Danıştay Başsavcılığının başvurusunun kabul edilmesi gerektiği yönünde düşüncesini bildirmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi 28/4/2003 tarih ve E.2003/14, K.2003/21 sayılı kararı ile davanın çözümünde idari yargının görevli olduğuna karar vermiş ve Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararını kaldırmıştır. Diğer yandan Asliye Hukuk Mahkemesi görev uyuşmazlığı çözülmeden önce dava hakkında işlemden kaldırma kararı almış, daha sonra Uyuşmazlık Mahkemesi kararının dosyaya ibraz edilmesine rağmen 2/7/2003 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş, bu karar 17/6/2004 tarihinde kesinleşmiştir. Bunun yanında başvurucu ve çocukları 19/6/2003 tarihinde davalı idareye başvuru yaparak zararın giderilmesini istemişler, idare bu talebe cevap vermeyerek zımnen reddetmiş, zımni ret tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılmamış, ancak başvuru tarihinden yaklaşık 6 ay sonra idarenin 28/1/2004 tarihli olumsuz cevabının 5/2/2004 tarihinde tebliğ edilmesinden itibaren 60 gün içinde 1/4/2004 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkeme, 14/10/2004 tarih ve E.2004/956, K.2004/1272 sayılı kararı ile davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Başvurucu ve çocukları tarafından bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi “… İdare Mahkemesince, 2577 sayılı Yasanın maddesi uyarınca Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin kararının kesinleşmesinden önce açılan bu davanın süresinde olduğu kabul edilerek, işin esası incelenmesi gerekirken, süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen temyize konu kararda hukuki isabet görülmemektedir” gerekçesine yer vererek 27/2/2008 tarih ve E.2005/1113, K.2008/947 sayılı kararıyla Mahkeme kararını bozmuş ve TCDD Genel Müdürlüğünün yaptığı karar düzeltme talebini de reddetmiştir. Bu karar üzerine 9/3/2009 tarihinde dava dosyası Eskişehir İdare Mahkemesi kayıtlarına yeniden girmiş, Mahkeme Danıştay kararına uyarak dava dosyasının tekemmülünü sağlamış, 17/06/2009 tarihli ara kararı ile davalı idareden tüm bilgi ve belgeleri içeren işlem dosyasının gönderilmesi, 16/10/2009 tarihli ara kararı ile Sivrihisar Cumhuriyet Başsavcılığından soruşturma dosyasının gönderilmesi, 10/12/2009 tarihli ara kararı ile Sivrihisar Asliye Ceza Mahkemesinden ceza davası dosyasının gönderilmesi istenmiş, 2/6/2010 tarihinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, hazırlanan bilirkişi raporu 13/8/2010 tarihinde tebliğe çıkarılmış, davalı idare 25/8/2010 tarihinde bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Eskişehir İdare Mahkemesi 8/10/2010 tarih ve E.2009/157, K.2010/707 sayılı kararı ile “Açıklanan nedenlerle; davacılardan Mustafa Bayrı'nın maddi tazminat talebinin kabulü, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulü ile TL maddi, TL manevi tazminat tutarının ve diğer davacılar Savaş, Mutlu ve Gökhan Bayrı'nın manevi tazminat taleplerinin kabulü ile adı geçen davacıların herbiri yönünden TL manevi olmak üzere toplam TL maddi TL manevi tazminat tutarının ilk kez görevsiz yargı merciinde davanın açıldığı 22/07/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacılara ödenmesine, davacılardan Mustafa Bayrı'nın fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin ise reddine…” şeklinde karar vermiştir. TCDD Genel Müdürlüğü tarafından 11/1/2011 tarihinde yapılan temyiz başvurusu, Danıştay Onuncu Dairesinin 29/4/2013 tarih ve E.2011/3900, K.2013/3780 sayılı kararı ile reddedilmiş ve Mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 17/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 26/7/2013 tarihinde de bireysel başvuru yapılmıştır. Mahkemenin karar verdiği tazminat tutarı TCDD Genel Müdürlüğünce 1/8/2013 tarihinde ödenmiştir. Diğer yandan Danıştay Onuncu Dairesinin temyiz hakkında verdiği karara karşı TCDD Genel Müdürlüğü 23/8/2013 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuş olup, halen bu konuda bir karar verilmiş değildir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı,f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir.(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5718 | Başvurucu, 1/7/2002 tarihinde hareket halindeki bir trenden kopan parçanın eşinin başına çarpması üzerine hayatını kaybetmesinden dolaylı uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 100. 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu alınmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1993 yılı doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Şırnak'ın İdil ilçesinde ailesiyle birlikte yaşamaktadır. 31/8/2012 tarihinde başvurucunun ağabeyi İ.G. silahla vurularak öldürülmüştür. Olayla ilgili olarak İdil Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sonunda başvurucunun kardeşe karşı kasten öldürme, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında Midyat Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmek üzere fezleke düzenlenmiş; Başsavcılıkça 18/1/2013 tarihinde ceza davası açılmıştır. Midyat Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından yapılan yargılamada olay tanıkları dinlenilmiş, soruşturma aşamasında temin edilen ruhsatsız silah ve olay yerinde elde edilen diğer deliller ile ilgili düzenlenen Jandarma Kriminal Laboratuvarının 19/11/2012 tarihli uzmanlık raporu, Otopsi Tutanakları ile aile bireyleri arasındaki iletişimin tespiti kayıtları değerlendirilmiştir. Yargılama neticesinde Ağır Ceza Mahkemesince 23/5/2013 tarihinde verilen beraat kararının temyiz incelemesi sonucu bozulması üzerine başvurucunun üzerine atılı suçları işlediğine kanaat getirilmiş, 14/1/2016 tarihinde başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis ile 1 yıl hapis ve 600 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosya kapsamında alınan beyanların birbiriyle çelişkili olduğu, şöyle ki; maktülün, sanığın kardeşi olduğu ve dosya kapsamında tanık olarak dinlenen kişilerin de sanığın babası, annesi ve kardeşleri ve akrabası [Ş.A.] olduğu, dosya kapsamında sanığı suçtan kurtarmaya yönelik birbiriyle çelişen ve ilk beyanlarıyla tamamen farklı olan beyanlarda bulundukları, zira sanığın babası olan [G.], ilk etapta maktülü PKK terör örgütünün evin dışından vurmuş olabileceğini söylediği, tanıklar [F.G.] ve [Ş.A.] ise olayı görmediklerini söyledikleri, daha sonra beyanlarında ise sanık lehine beyanlarda bulundukları ve tanıklar her ne kadar tek bir silah ile maktülün sırtından, [Ş.A.]'nın ise karın kısmından yaralandığını söylemişler ise de, dosya kapsamında maktülün uzağa yakın atıştan kendisine ateş edildiği, yaralanan [Ş.A.]'ın ise 'bitişe yakın atış' sonucu yaralandığının anlaşıldığı, [Ş.A.]'ın karnından, maktülün ise sırtından yaralanmasının da belirtildiği gibi silahın patlaması sonucunda maktülün hayatını kaybedip, [Ş.A.]'ın yaralanmasının da hayatın olağan akışına uygun olmadığı, yine atış mesafesi itibariyle de çelişki oluşturduğundan, tanık beyanlarına mahkememizce itibar edilmemiş, zira maktülün sırtından çıkartılan mermi çekirdeğinin evin bahçesinde dedektörle yapılan arama sonucunda ele geçirilen 116224 seri nolu silah ile uyumlu olduğunun kriminal raporuna göre anlaşıldığı ve bu silahın düşme, çarpma gibi durumlarda tetiğe basılmaksızın kendiliğinden patlamadığının tespit edildiği ve olayda kullanılan diğer silahın ele geçirilemediği, böylece beyanlarda belirtildiğinin aksine olayda tek silah kullanılmadığının anlaşıldığı, ayrıca Batman Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürütmüş olduğu soruşturma kapsamında, Batman Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen iletişim tespiti sırasında iki kişinin yapmış olduğu görüşmede; '[]'un iki tane çocuğunun kendi aralarında tartışırlarken silah çektiklerini, silahın patladığını ve bir tanesinin öldüğünü, araya giren diğer akrabalarının ise yaralandığını' söyledikleri, yine sanık ile kardeşi [F.G.] arasında 'o odaya bakın boş kovanları ve o şeyleri saklayın, o yerleri güzel arayın, dediğim gibi anneme söyle nereye atmışlarsa fenere alsın, orayı arasın tamam mı' şeklinde görüşme gerçekleştiği ve olayın gerçekleştiği yerde dedektörle yapılan aramada evin dış kısmında kayalıklar arasında 116224 seri nolu 75 Cal. bir silahın bulunduğu, [F.G.] ile sanık arasındaki telefon görüşmeleri ile ele geçirilen silahın da birbiriyle uyumlu olduğu ve sanığın kardeşi [F.]'ya söz konusu şeyleri, boş kovanı saklamasını söylemesinin de sanık tarafından olayın gerçekleştiğinin bir diğer kanıtı olduğu, zira olayın aynı aile fertleri arasında meydana geldiğinden dolayı ve maktülün hayatını kaybetmesi sonrası maktülün kardeşi olan sanığı koruma ve suçtan kurtarma amacıyla tanıkların beyanda bulundukları ve kendi beyanlarının da sürekli birbiriyle çelişki arzettiği, olayın seyrini sanki patlayan silah sonucu maktülün öldüğü, [Ş.A.]'ın ise yaralandığı şeklinde aksettirdikleri, ancak her ikisinin de yaralandıkları yerin vücuttaki konumun, atış mesafesinin birbiriyle çelişki arzetmesi, iletişim tespitinde elde edilen konuşmaların içerikleri, yapılan arama sonucu ele geçirilen silah, otopsi raporları, [Ş.A.]'a ait tibbi bulgular hep birlikte değerlendirildiğinde sanık Mehmet Şerif'in, kardeşi olan [İ.G.]'ü olay günü yanında bulundurduğu ruhsatsız olan silahı ile (arama sonucu ele geçirilen 116224 seri numaralı 75 Cal. 9 hara Çekoslovakya malı) kasten öldürdüğü, suçun bu şekilde sübuta erdiği ve sanığın eyleminin sabit olduğu..." Başvurucunun anılan kararı temyizi, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından incelenerek başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükümleri 20/6/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, onama kararını 2/8/2017 tarihinde öğrendiğini beyan ederek 9/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun infazının durdurulmasına yönelik tedbir talebi, 26/9/2017 tarihinde başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunmadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31270 | Başvuru, Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu alınmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, evli kadının kızlık soyadını tek başına kullanmasına engel olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun maddesine istinaden yapılan uygulama neticesinde, Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 17/6/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/1/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin 19/12/2013 tarih ve 2013/2187 başvuru numaralı kararına atfen, görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Biyokimya uzmanı olan başvurucu, evlenmekle “Genç” olarak değişen soyadının evlenmeden önce taşıdığı “Dolgun” soyadı ile değiştirilmesi istemiyle dava açmıştır. İzmir Aile Mahkemesinin 5/5/2011 tarih ve E.2011/140, K.2011/389 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan temyiz talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E.2011/13342, K.2012/30687 sayılı kararı ile reddedilerek ilk derece mahkemesi kararı onanmıştır. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarih ve E.2013/5562, K.2013/10319 sayılı kararı ile reddedilmiş, ret kararı 17/5/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Kadının soyadı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4439 | Başvurucu, evli kadının kızlık soyadını tek başına kullanmasına engel olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 187. maddesine istinaden yapılan uygulama neticesinde, Anayasa’nın 10. , 12. , 17. ve 90. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddialarınkabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüme gönderilmesine 6/3/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş, çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Serik Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Serik Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun 19/7/2016 tarihli Savcılık ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:“…Ben yaklaşık 3 yıldır Serik Adliyesinde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktayım. Serik Adliyesine kura ile atandım. Tam olarak hatırlayamamakla birlikte ben hâkimlik savcılık sınavına 2011 Aralık ayı içerisinde girmiştim. 2011 yılında Dokuz Eylül Hukuk Fakültesinden mezun oldum. Ben Hatay Kırıkhan’lıyım. Ortaokul ve lise öğrenimimi Kırıkhan’da gördüm ve bu dönemlerde ailemin yanında ikamet ettim. Ortaokul dönemimde derslerim çok iyi olmadığından orta 2 ve orta 3’de Hatay Kırıkhan’da bulunan Önem Dershanesine babam beni yazdırdı. Dershanenin yaptığı ücretsiz deneme sınavında indirim kazandığım için Lise 1 ve Lise 3’te Kırıkhan’da bulunan Önem Dershanesine gitmiştim. Lise 2 ‘de de deneme sınavından ücretsiz eğitim hakkı kazandığım için bir dönem Final Dershanesi, bir dönem de Sınav Dershanesine gitmiştim. Ancak Önem Dershanesine sadece eğitim görmek amacıyla gitmiştim. Bu dershanenin herhangi bir faaliyetine katılmadım. Öğretmenler ısrarla sohbete çağırmalarına rağmen herhangi bir şekilde katılmadım. Üniversiteyi kazandıktan sonra da bu dershane ile ilgili herhangi bir organik bağım olmamıştır. Ben dershanenin ve o zamanlar cemaat olarak adlandırılan sistemi sürekli eleştirirdim. Çünkü sistemin bir otmai locası olduğunu fark ettim. Dershanede sürekli en zeki öğrencilere ve maddi durumu en iyi olan öğrencilere değer verirlerdi. Ben çok zeki bir öğrenci değildim. Ailemin maddi durumu da çok iyi değildi. Bu yüzden dershanenin sistemini kendi kendime eleştirdim. Bana göre uygun olmadığına kanaat getirdim.Üniversitede 6 ay KYK’da kaldım. Kaldığım yurdun fiziki şartları uygun olmadığı için şu anda Diyarbakır Savcısı olan S.E. ve şu anda yeni ataması yapılan İzmir İli ancak hangi ilçesinde görev yaptığını hatırlamadığım Hâkim S.A ile hiçbir dini ya da herhangi bir cemaatte bağlantımız olmadan kendimize ait özel evde 4 yıl boyunca kaldık. Bu arkadaşlarımda gerekirse tanık olarak dinlenebilir. …İhanet çetesi olarak nitelendirdiğim FETÖ terör örgütü ile herhangi bir irtibatım ve bağlantım bulunmamaktadır. Bu terör örgütüne yardım eden ve örgüt içerisinde mensup hainlerle herhangi bir iletişimim olmamıştır, olamaz da. Adımın terör örgütü olan FETÖ örgütü ile anılmasını kendime yediremiyorum. Dolayısıyla bu örgütün faaliyeti kapsamında herhangi bir kimseden talimat almam dahi söz konusu değildir. Ayrıca örgüt ile herhangi bir bağlantım olmadığından herhangi bir savcı ve hâkimin örgüt üyesi olup olmadığını bilmiyorum.…Yukarıda dediğim gibi benim bu terör örgütü ile herhangi bir bağlantım yoktur. İlk duyduğumda şok oldum. Böyle bir şey asla beklemiyordum. Adımın neden bu terör örgütü üyeliği ile anılmasını kabullenemiyorum. Zaten soruşturma neticesinde örgüt ile herhangi bir bağlantım olmadığı ortaya çıkacaktır. …Bu terör örgütü ile bağlantılı dernek, vakıf, sivil toplum örgütleri, finans kurumlarına herhangi bir üyeliğim ya da organik bağım yoktur. Bu örgütün düzenlendiği etkinlik ve faaliyetlere katılmışlığım yoktur. Sadece üniversite döneminde öğrenim gördüğüm dönemde bir kez yılbaşı akşamı çiğ köfte yemeğine üniversitedeki arkadaşlarımın ısrar etmesi üzerine gitmiştim. Bunun dışında herhangi bir etkinliklerine katılmışlığım yoktur. Bu örgütün medya organlarına, dergi ve gazetelerine herhangi bir üyeliğim yoktur. Geçmiş dönemde de herhangi bir üyeliğim olmamıştır.…Benim yukarıda da dediğim gibi örgüt ile herhangi bir bağlantım yoktur. Dolayısıyla örgüt tarafından düzenlenen sohbet görüşmeleri, yurt içi ve yurt dışı gezilerine katılmadım. …Ben kesinlikle örgütle bağlantısı olan dernek, yurt ya da diğer kurumlarla dini duygular ya da başka bir amaçla kurban bağışı ya da maddi yardımda bulunmadım. Manevi duygularla bağışımı yoksul insanlara ve bu örgütle bağlantısı olmayan camilere vermiştim.…Ben 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde herhangi bir görev almadım. Herhangi bir kamera çekim işlemi de yapmadım. Müşahitlik görevinde bulunmadım. 1989 Hatay İli Kırıkhan İlçesinde doğdum. Babam çiftçilikle uğraşır. Annem ev hanımıdır. Ablam Arkeoloji mezunudur. Küçük kardeşim Bu sene Dokuz Eylül Hukuk Fakültesinden mezun olacaktır. Kardeşimi İzmir İlinde bulunan İlim Yayma Cemiyeti yurduna yerleştirdim. Kardeşim bu yurtta kalmıştır. En küçük kardeşim ise Lise 3’üncü sınıfa geçmiştir. Şu anda ailemin herhangi bir maddi durumu yoktur. Kardeşime ve aileme ben destek olmaktayım. Lise öğrenimimi Kırıkhan Naim Atakaş Anadolu Lisesinde tamamladım. Üniversite öğrenimi Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladım. 3 ay kadar Kahramanmaraş Adliyesinde İcra Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım. 2011 yılında yapılan Adli Yargı sınavını kazanarak 27/4/2012 yılında Ankara Adliyesinde hâkim savcı adayı olarak görev yaptım. 9/9/2013 yılında kura kararnamesi ile Serik İlçesine Cumhuriyet Savcısı olarak atandım. Ankara’da staj yaptığım ve sınava hazırlandığım süre boyunca İlim Yayma Cemiyeti’nde severek kaldım. Cemiyetteki insanlarla aramızda samimi bir gönül bağı oluşmuştur. Ankara İlim Yayma Cemiyeti’nde kalan yöneticilere benim nasıl bir insan olduğum sorulursa FETÖ terör örgütü olmadığım ortaya çıkacaktır. Örgütle herhangi bir bağımın ve bağlantım olmadığı anlaşılacaktır. Ben Cumhuriyet savcılığı mesleğini severek seçtim ve severek yapıyorum. Üzerime neden bu şekilde iftira atıldığını halen anlamış değilim. Bırakın terör örgütü üyeliğini adımın bu terör örgütü üyeliği ile, darbeye teşebbüsle anılması dahi benim için çok onur kırıcıdır. Benim bu terör örgütüne üye olmadığım şu anda görev yapan Diyarbakır Savcısı S.E., İzmir İlinde görev yapan ancak hangi ilçesinde görev yaptığını hatırlayamadığım hâkim S.A.’ya sorulabilir. Bu her iki arkadaş ile 4 yıl boyunca üniversitede aynı evde ve sonrasında hâkimlik savcılık sınavına bu arkadaşlarla birlikte Ankara İlinde bulunan İlim Yayma Cemiyetinde hazırlanmıştık. Bu arkadaşlarımın ifadeleri alındığı takdirde benim bu terör örgütü ile bağlantım olmadığı açıkça ortaya çıkacaktır. Ayrıca Afyon İli ancak hangi ilçesinde görev yaptığını ataması yeni yapıldığı için hatırlayamadığım Cumhuriyet Savcısı E.Ö, Burhaniye Cumhuriyet Savcısı E.K., Adana’da hâkim olarak görev yapan kendisi ile lise boyunca beraber okumuş olduğum B.K.’ye sorulmasını istiyorum. Sorulduktan sonra benim bu terör örgütü ile bir bağım olmadığı ortaya çıkacaktır. Darbeye teşübbüsün gerçekleştirildiği gece saat 22:00 sıralarında Kırıkhan’da arkadaşlarımızla beraber kahvehanede okey oynuyorduk. Oyun oynamayan yanımızda bulunan arkadaşım telefonda haberlere bakıyordu. Haberde Boğaziçi Köprüsü’nde askerlerin tanklarla yolu kapattıklarını, askerin darbe girişiminde bulunduğunu bize söyledi. Ben duyduğumda ilk önce inanamadım. Çünkü 2016’nın Türkiye’sinde darbelerin geride kaldığına, darbe lafının bile anılmayacağına inanıyorum. Sonra kendim haberi teyit etmek için kendi telefonumda haberlere baktım. Arkadaşımın bana dediği gibi Boğaziçi Köprüsü’nün askerler tarafından tutulduğu, giriş çıkışlara izin verilmediği, askeriye içerisinde bazı grupların darbeye teşebbüs ettiklerini haberlerden okudum. Okur okumaz arkadaşlarla şok içerisine girdik. Şaka olduğunu ya da başka bir şeyler olduğunu birbirimize söyledik. Ancak kahvehanedeki televizyona bakınca haber kanallarında okuduğumuz haberlerin doğru olduğunu gördük. Arkadaşlarla oyunumuzu yarım bırakıp evlerimize gittik. Eve gittiğimde babam oturuyordu. Babama telaşlı bir şekilde askerin bir darbe yaptığını söyledim. O da şaka yaptığımı zannetti. Kendisine gerçek olduğunu haberlere bakması gerektiğini söyledim. Belli bir süre haber izledikten sonra sala okunduğunu duyduk. Belediye hoparlöründen halkın darbeye karşı omuz omuza olmak için meydanlara çağırdıklarını söylemeleri üzerine babamla birlikte Kırıkhan’ da bulunan Kanatlı Caddesine gittik. Diğer vatandaşlarla birlikteburada sabaha kadar demokrasi nöbetinde bulunduk. Darbecilere karşı isyan ettik. Söylemlerimiz darbesiz bir Türkiye içindir. Orada olduğum Kırıkhan Ak Parti İlçe Başkanı Ö.Ş. ve amcasının oğlu olan A.A.Ş.’ye sorulabilir. Kendileri ile beraber ve diğer vatandaşlarla sabaha kadar demokrasi nöbetinde bulunduk. Bu şahıslar da benim terör örgütü olan FETÖ örgütü ile uzaktan yakından ilgimin ve alakamın olmadığını bilirler. Sabahta babamla birlikte evimize gittik. O günün akşamında ablamın kına gecesi vardı. Kına gecesinden önce HSYK tarafından bir liste yayınlandığında liste sonucunda açığa alındığımı gördüm. İlk listeyi gördüğümde inanamadım. Tekrar tekrar baktım ancak adımın listede olduğu sabitti. Serik’teki savcı beyi aradım. Şu anda Kırıkhan İlçesinde ablamın düğününde bulunduğum ancak bir gün sonra gelebileceğimi söyledim. Ertesi gün nikah törenini bile beklemeden babamla beraber Serik İlçesine geldim. Emniyet görevlilerine teslim oldum. Bu nedenle kaçma şüphem yoktu. 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinde Yargıda Birliğe oy verdim. Ancak tahmin ettiğim kadarıyla bazı meslektaşlarımın sırf kendilerini Yargıda Birlikçi olduğunu göstermek için üzerime adice iftira attığını düşünmekteyim. Bu arkadaşlar sırf daha güzel yerlere gelmek için bana iftira atmışlardır. Bu iftiranın kurbanı olduğumu düşünüyorum. Hâkim savcı camiasında bazı arkadaşlarımız daha güzel yerlere geçmek için ya da yerlerini garanti etmek için meslektaşlarına mesnetsiz iftira atarak çiğnemek suretiyle ithamlarda bulunmaktadırlar. Bunu bütün meslektaşlarımız bilir ve bu iftirayı atan meslektaşım demek bile bu istemediğim kişiler asıl ihanet çetesinin mensuplarıdır. Böyle yaparak kendilerini kamufle etmektedirler.Ben Türkiye Cumhuriyetinin Savcısı olarak mesleğimden dolayı gurur duyuyorum. Mesleğimin onur ve vakarına yakışmayan herhangi bir davranışım ve alışkanlığım yoktur. Ben mesleğimi yapmam karşılığında almış olduğum parayı devletimden almaktayım. Bu parayı herhangi bir terör örgütü veya FETÖ terör örgütü karşılamamaktadır. Bu örgüt ile herhangi bir menfaatim olmamıştır. Vatanımı milletimi seven bir vatandaşım. İşimi layıkıyla yapmaya çalışıyorum. Beni iyi tanıyan arkadaşlarım FETÖ örgütü ile bağlantım olup olmadığını çok iyi bilmektedirler. Üzerime atılı suçun vahametini anladığım için bunu kabullenmekte güçlük çekiyorum. Devlete ve millete zarar veren bu ihanet çetesi ile anılmayı asla kabul etmiyorum. Üniversite yıllarımda arkadaşlarla oturduğumuzda sürekli cemaatin ve sistemini eleştirirdik. O dönemde FETÖ terör örgütünün en etkin olduğu yıllardı. Buna rağmen hiçbir zaman bu örgütün fikirlerini, düşüncelerini benimsemedim. Bu fikir ve düşüncede olan insanlarla bir araya gelmedim.Ne benim ne de ailemin bu terör örgütü ile ilgili herhangi bir uzaktan yakından bir bağı bulunmamaktadır. Bana atılan suçu kesinlikle işlemedim. Yukarıda ismini saydığım ve daha sonradan ismini bildireceğim kişilerin tanık sıfatı ile dinlenmelerini istiyorum. Dinlenildiği takdirde benim herhangi bir şekilde bu örgüt ile bir bağlantım olmadığı ortaya çıkacaktır. Şu an babam burada bulunmaktadır ve tanık olarak dinlenmesini istiyorum. Bu ülkeyi hiç kimsenin bölmeye gücü yetmez. Hiçbir zamanda bu millet ve halk bu terör örgütünün ve onu destekleyen kişilerin içerisinde bulunduğu bu ihanet çetesini affetmeyecektir. Üzerime atılı iddiayı duyduğumda kaynar sular başımdan döküldü. Ben bu iftirayı hak edecek herhangi bir eylemde bulunmadım. Bu nedenle bunu kabullenmekte güçlük çekiyorum. Üzerime atılı suçlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Delillerimi ve tanıklarımın tespiti için kendimi daha iyi ifade etmek ve suçsuzluğumun ortaya çıkması için tutuksuz yargılanmak istiyorum. Kaçma şüphem bulunmamaktadır. Çünkü kendim gelerek Serik Cumhuriyet Başsavcılığına bilgi vererek teslim oldum. Bunun göz önünde bulundurularak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep ediyorum. …” Başvurucu 20/7/2016 tarihinde Savcılık tarafından, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Manavgat Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu sorgudaki ifadesinde özetle Cumhuriyet Savcılığında vermiş olduğu beyanlarını tekrar ederek kendiliğinden teslim olduğunu, kaçma şüphesinin ve delilleri karartma ihtimalinin bulunmadığını belirterek serbest bırakılmayı talep etmiştir. Manavgat Sulh Ceza Hâkimliği 20/7/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“… 15 Temmuz 2016 tarihinde ‘Yurtta Sulh Konseyi’ adlı cunta tarafından başlatılan darbe teşebbüsünün henüz sonuçlanmadığı, suçüstü halinin devam ettiği, 2802 sayılı Hâkimler Savcılar Kanunu’nun 94/1 maddesinde yazılı bulunan ‘Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali’ koşulunun gerçekleştiği, şüphelilerden Mustafa Açay, …, … ve … yönünden yapılan değerlendirmede bu şüphelilerin serbest bırakılması halinde cuntanın büyük ölçüde püskürtülen darbe teşebbüsünün başarıya ulaşmasına konumları itibariyle destek olabileceğinin değerlendirildiği, böyle bir durumda ülkedeki huzur ortamının tümüyle kaosa dönüşmesinin kaçınılmaz olduğu, birçok FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubunun, haklarında yürütülen soruşturmalardan ve davalardan kurtulmak amacıyla yurtdışına kaçtıklarının bütün adli makamlar tarafından bilinen bir husus olduğu, bu şüphelilerin serbest kalmaları halinde haklarındaki soruşturmalar ve açılması halinde kovuşturmalardan kurtulmak için oldukça büyük mali yapısı olan örgüt mensuplarının ekonomik desteğini de kullanmak suretiyle kaçacaklarına ve adli kontrol tedbirlerinin yeterli olmayacağına kanaat getirildiği, Türk Yargısının Türk Milletiadına karar verdiği, suçun niteliğinin vatana ihanet olduğu, Türk Halkının topyekün canını, malını ve namusunu korumakla yükümlü bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yuvalanmış FETÖ/PDY terör örgütü mensuplarından oluşan Yurtta Sulh Konseyi adlı cuntanın darbe teşebbüsüne 491 kişinin yaralanması -ki bu yaralılardan 200’e yakın kısmının hayati tehlikesi halen devam etmektedir- ve 240 şehit verilmesi pahasına engel olmaya çalışması ve bu çabasından geri durmaması, yapılan terörist saldırılar karşısında geride birçok dul ve yetimin kalması karşısında hangi adli kontrol tedbiri ile olursa olsun serbest bırakılmasına ilişkin verilecek kararın milli vicdana yargı eliyle saldırıda bulunmak anlamına geleceğinin Hâkimliğimizce değerlendirildiği, mevcut delil durumunun bu şüphelilerin üzerlerine atılı suçların CMK’nın 100/3-a- Maddesinde tutuklamayı gerektiren katalog suçlardan olduğu da gözetildiğinde tutuklama kararı verilmesi için yeterli olduğu, suçun yasada öngörülen alt ve üst hadleri ile verilmesi muhtemel ceza miktarı gözetildiğinde tutuklama tedbirinin orantılı olduğu, özellikle bu şüphelilerin ikametlerinde yapılan aramalarda ele geçen dijital delillerin henüz incelenmemiş oluşuna bağlı delillerin henüz tam olarak toplanmadığı, yine bu şüphelilerin bulundukları konumları gereği toplanan ya da toplanacak delilleri değiştirme, bozma, yok etme, karartma ihtimalinin mevcut olduğu görülmekle Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebinin kabulü ile şüpheliler Mustafa Açay, …, … ve …’nın üzerlerine atılı suçlar nedeni ile tutuklanmalarına karar verilmesi gerektiği,…Şüpheliler Mustafa Açay, …, … ve … üzerlerine atılı Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme (Türk Ceza Kanunu 309/ Madde) ve silahlı terör örgütüne üye olma (Türk Ceza Kanunu 314/ Madde) suçlarından yukarıda izah edilen kuvvetli suç şüphesinin varlığına dair somut deliller doğrultusunda; HSYK tarafından haklarında hâkimlik ve savcılık mesleğinden uzaklaştırma kararı ve soruşturma izni kararı verilmiş olması nazarında soruşturmanın devam ediyor olması, HSYK’nın açığa alma tasarrufuna dayanak teşkil ettiği düşünülen ve devletin istihbarat birimleri tarafından hazırlanan darbe girişimi aktörü olan yapıyla irtibat içinde olduğuna dair istihbari raporların varlığı,özellikle arama sonucu ele geçen dijital veriler ve cihazlar üzerinde teknik incelemenin henüz yapılamamış oluşu, delillerin henüz toplanmamış oluşu, şüphelilerin kaçma ihtimalinin oluşu, isnat edilen suçun yasada öngörülen üst haddi, suçun CMK.100/3-a-11 maddesi uyarınca tutuklamayı gerektiren katalog suçlardan oluşu, darbe tehlikesinin temadi ediyor olması ve bu temadi karşısında şüphelilerin devletin üç temel erkinden biri olan yargı erkini kullanma gibi çok nitelikli bir görevde bulunması nedeni ile konumları gereği darbe teşebbüsünde aktif rol alarak darbenin başarılı olmasına katkı sağlamaya çalışacakları tehlikesinin yüksek düzeyde mevcut oluşu, adli kontrol tedbirlerinin yeterli olmadığı, isnat edilen suçla ilgili olarak tutuklama tedbirinin orantılı olduğu anlaşılmakla şüpheliler Mustafa Açay, ….., ….. ve ….’nın 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 94/ Maddesi yollaması ile CMK. 100 ve devamı maddeleri uyarınca üzerlerine atılı suçlardan ayrı ayrı tutuklanmalarına …[karar verildi.]” Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Alanya Sulh Ceza Hâkimliği 27/7/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“Manavgat Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/07/2016 gün ve 2016/2414 değişikiş sayılı sayılı yazıları ile fiziken gönderilen soruşturma dosyasının incelenmesi sonucunda şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren; soruşturmanın halen gizlilik kararı çerçevesinde devam etmesi ve tutuklanma gerekçelerinde belirtildiği üzere somut delillerin bulunması,kaçma şüphesinin bulunması, atılısuçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunması, atılı suça nazaran tutuklama tedbirinin ölçülü olması, atılı suçun 5271 sayılı CMK’nın 100/3 maddesinde belirtilen suçlardan olması, dosya kapsamındaki mevcut delillerden ve atılı suçun niteliği dikkate alınarak adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı hususları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, şüphelilerin tutuklanmasına yönelik Manavgat Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/203 sorgu sayılı kararının usul ve yasaya uygun olduğu, tutuklama nedenlerinde şüpheliler lehine bir değişiklik bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin halen devam ettiği anlaşılmakla, şüpheliler …., Mustafa Açay, ….. ve …. tarafından Manavgat Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/203 sorgu sayılı kararına yapılan itirazın reddine,şüphelilerin ayrı ayrı tutukluluk hallerinin devamına, …[kesin olmak üzere karar verildi.]” Soruşturma aşamasında dinlenen tanık beyanları:i. Tanık H.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:“….Savcısı Mustafa Açay kura çekince Akademiden sınıfımızın koordinatör hâkimi Ü.A. aradı, ‘genç, iyi bir arkadaştır sahip çıkın’ dedi,2010-2013 arası Akademide çalışan koordinatör hâkimlerin tamamına yakını malum yapıya mensuptur. Ü.A. da öyledir. O arayınca başta Açay’ın da o yapıya mensup olduğunu düşündüm fakat yine de o dönem tehlike çok açığa çıkmadığı için fazla önemsemedim. Açay, Eylül 2013’te adliyemizde göreve başladı. Tanıştık, nevi şahsına münhasır biridir. Bir süre sonra kendisini iyice tanıdığımı söyleyebilirim. Canayakın, konuşkan fakat ilk başta güven vermeyen biridir. Kendisinin malum yapıya, FETÖ’ye bir mensubiyeti olmadığını düşünüyorum. İlim Yayma Cemiyeti yurtlarında kaldığını söylerdi, benim de bu yurtlarda kalmış çok arkadaşım olduğu için birkaç ayrıntı sorum ile bu beyanının doğru olduğu kanaati oluştu. Ben kendisinin hâkim adaylığı döneminde, Adalet Akademisi’nde malum yapının çoğunluk oluşturmasından etkilendiğini, amiyane tabir ile ‘kafalandığını’ düşünüyorum. Ordaki durumun etkisi ile seçim süreci boyunca Yargıda Birlik Platformu’na muhalif oldu ve açıkça oy vermeyeceğini söyledi. Ben kendisine ısrarla ‘sen bunlardan değilsin, Fethullahçılar ile alakan yok, onların adaylarına oy verme’ diye adeta dil döktüm, destek olarak sayın komisyon başkanımız ayrıca geldi görüştü, o da bu konuda başarılı olamadı. O zaman aday olan Hatay-Kırıkhanlı hemşehrisi HSYK üyemiz Sayın ’nin kendisini arayabileceğini düşündük fakat etkili olamayacağını anladık zira dünya görüşleri çok farklı idi. Kendisinde ‘muhaliflik’ karakter olarak yerleşmiş. Mesela -Allah korusun- darbe girişimi başarılı olsa darbecilere de en başta muhalif olurdu. Kim iktidar ise ona muhalif olacak bir anarşist düşünce var kendisinde. Akademi dönemindeki etkilenme ve muhalif düşünce yapısı nedeniyle sözde bağımsız, PDY mensubu HSYK üye adaylarına oy verdiğini düşünüyorum. Yargıda Birlik adaylarının hükümetin adayları olduğunu söylerdi. Kendisinin FETÖ’cüler ile organik bağı olduğunu sanmıyorum fakat o gruptan Akademi ve dönem arkadaşları yüzünden çok tanıdığı olduğu fikrindeyim. Son yaşanılanlar nedeniyle de pişman olduğu ve kazanılabileceği kanaatindeyim. Kendisi Kürt kökenli bir arkadaştır, yer yer kürtçü fikirleri vardır, yakın arkadaşı bir polisimizin doğuda şehit edilmesi sonrası bu düşüncelerinin azaldığı ümidindeyim. Ayrıca kendisi aşırı derecede sigara içer, FETÖ’cüler kural olarak sigara içmez tedbir olarak içenler de bu kadar içmez. Yine Açay’ın az da olsa alkol alışkanlığı vardır buna da ailesinin ve kendisinin diğer sıkıntıları nedeniyle başladığını düşünüyorum, tedbir olarak alkol kullanacak biri değil. Yine kendisinin himmet bağış vs. yaptığını hiç sanmıyorum sürekli olarak maddi sıkıntı içindeydi, zaman zaman kendisine borç verdim, geri de ödemiştir. Fethullahçı grup lehine seçimler öncesinde veyahut sonrasında açıkça propaganda sayılacak bir söylemi olmamıştır. Dershanelerine katılımı konusunda bilgi sahibi değilim …”ii. Tanıklar İ.Y., , H.Y., R.T.K. ve G. ifadelerinde özetlebaşvurucunun FETÖ/PDY’ye aidiyet, iltisak veya bu örgütle irtibatına şahit olmadıklarını belirtmişlerdir.iii. Tanık A. ifadesinde özetle başvurucunun FETÖ/PDY’ye aidiyet, iltisak veya bu örgütle irtibatına şahit olmadığını, başvurucunun FETÖ/PDY aleyhine birçok konuşmasına şahit olduğunu belirtmiştir.iv. Tanık A.İ.ifadesinde özetle Temmuz 2013’ten 22/12/2013 tarihine kadar Ankara’da İlim Yayma Cemiyetinin yurdunda hâkim-savcılık sınavına hazırlandığını, başvurucunun da aynı yurtta kaldığını ve kendisiyle burada tanıştığını, başvurucunun FETÖ/PDY’ye aidiyet, iltisak veya bu örgütle irtibatına şahit olmadığını belirtmiştir.v. Tanık Y.B. ifadesinde özetle 2007 yılında hukuk fakültesine başvurucu ile birlikte başladıklarını, kendisiyle Kredi Yurtlar Kurumu yurdunda Sınıftayken 5-6 ay kaldıklarını, sonra S.E. ve S.A. ile eve çıktıklarını, S.E.nin Diyarbakır savcısı, S.A.nın İzmir’in bir ilçesinde hâkim olduğunu, okul bittikten sonra kendisinin başvurucu ile hâkimlik sınavına hazırlanmak için Ankara’ya gittiğini, İlim Yayma Cemiyetine ait yurtlarda sınava hazırlandıklarını, başvurucunun FETÖ/PDY’ye aidiyet, iltisak veya bu örgütle irtibatına şahit olmadığını, üniversite Sınıftayken insanlar bu terör örgütünün sözde dinî sohbetlerine giderken başvurucunun gitmediğini ve bunlara karşı net bir şekilde tavrını ortaya koyarak hiçbir şekilde bunlarla irtibat kurmadığını, hâkimlik sınavını kazandıktan sonra da Ankara’da İlim Yayma Cemiyeti ile irtibatını kesmeyerek stajını bitirdiğini belirtmiştir.vi. Tanık E.K. ifadesinde özetle başvurucu ile Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı yurtta birlikte kaldıklarını, daha sonra başvurucunun oda arkadaşları olan S.E. ve S.A. ile ev kiralayarak onlarla kalmaya başladığını, bu evin FETÖ ve mensuplarıyla ilgisinin olmadığını, başvurucunun mezun olana kadar bu evde kaldığını, 2011’de mezun olduktan sonra hâkimlik sınavına hazırlanmak için Ankara’da aynı yerde başvurucu ve diğer arkadaşlarıyla kaldıklarını, bildiği ve tanıdığı kadarıyla başvurucunun FETÖ ile bağlantısının olmadığını ve bu terör örgütüyle bağlantısına rastlamadığını belirtmiştir.vii. Tanık Aç. ifadesinde özetle oğlu olan başvurucunun bu terör örgütünün evinde veya yurdunda kalmadığını, 15 Temmuz gecesi başvurucunun ablasının Kırıkhan’daki düğününde olduğunu, darbe girişimi ile alakası olmadığını, camilerden sala sesleri gelince başvurucu ile kendisinin Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Kırıkhan İlçe Başkanı Ö.Ş. ve diğer vatandaşlarla meydanlara bizzat iştirak ettiklerini, Ö.Ş.nin de buna şahit olduğunu, başvurucunun FETÖ ile bağlantısının olmadığını belirtmiştir.viii. Tanık Ö.Ş. ifadesinde özetle Kırıkhan AK Parti ilçe başkanı olduğunu, başvurucuyu tanıdığını, 15/7/2016 tarihinde arkadaşlarıyla meydana gittiğini, meydanda yaklaşık 15-20 bin kişi olduğunu, ortalığın çok karışık olduğunu, başvurucunun orada olup olmadığını hatırlamadığını belirtmiştir.ix. Tanık İ.S.N. ifadesinde özetle başvurucuyla Haziran 2014’ten itibaren yaklaşık iki yıl birlikte çalıştığını, başvurucunun 2014 yılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde Yargıda Birlik Platformuna oy vermeyeceğini beyan ettiğine bizzat şahit olduğunu, başvurucunun FETÖ/PDY’ye aidiyet, iltisak veya bu örgütle irtibatına şahit olmadığını, Haziran 2014-Haziran 2016 arası dönemde Serik başsavcılığı görevini ifa ettiğini, Y., O.Ö., başvurucu, N.S. ve isimli Cumhuriyet savcılarının da kendisinin bakmakta olduğu soruşturma dosyalarının, avukat soruşturmalarının ve infaz ile ilgili verdiği kararların içeriklerini incelediklerini, bazı dosyaların içerikleri ile ilgili defalarca kendisinin ekranına girdiklerini tespit ettiğini, ayrıca FETÖ’cü olarak bilinen ve adalet.org isimli sitede sık sık sert yazılar yazan K.Ç. isimli hâkimle çok yakın ilişkiler içinde olduklarını bildiğini, HSYK seçimlerinden önce bir numaralı FETÖ’cü olarak lanse edilen K.Ç. ile seçimlerden sonra sürekli bir araya gelerek adliyede toplandıklarını, adliye dışında sportif faaliyetleri birlikte icra ettiklerini, kurmuş oldukları futbol takımına kendisini ve Savcı H.Y.yi almadıklarını belirtmiştir.x. Tanık S.E. ifadesinde özetle Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı yurtta başvurucu ile birlikte kalırken yurt şartlarından dolayı 2008 yılının Nisan-Mayıs ayı gibi yurttan oda arkadaşları ve aynı zamanda okuldan arkadaşları olan Kemalpaşa/İzmir Hâkimi S.A. ve başvurucu ile ev kiraladıklarını, bu şekilde beraber kalmaya başladıklarını, bu evin FETÖ ve mensuplarıyla hiçbir ilgisinin olmadığını, başvurucunun FETÖ mensuplarıyla herhangi bir ilişkisi ve irtibatının olmadığını, 2007 yılından beri tanıdığı başvurucunun FETÖ ile bağlantısına rastlamadığını, başvurucunun FETÖ’yü okul döneminde de sürekli eleştirdiğini belirtmiştir.xi. Tanık B.K. ifadesinde özetle başvurucu ile liseden beri arkadaş olduklarını, başvurucunun FETÖ ile hiçbir bağının olmadığını, 17-25 Aralık olaylarından sonra yapılan ilk yerel seçimde sırf AK Partiyi düşürmek amacıyla CHP’ye oy vermek için uçakla günübirlik oy kullanıp gelen arkadaşlarının başvurucuyu hiç sevmediklerini çünkü FETÖ’ye karşı olduğu için başvurucunun sürekli hakaret ettiğini, kendisinin 2014’te şehit olan polis kardeşinin ev adresini ve bilgilerini FETÖ’nün PKK’ya verdiğini öğrendiğini, başvurucunun FETÖ’ye üye olduğunu bildiren kişinin tamamen başvurucuya iftira attığını ve bu kişinin araştırılmasını istediğini, başvurucunun büyük bir haksızlığa uğradığını belirtmiştir. Başvurucu 21/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 14/11/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK kararlarıyla görevinden uzaklaştırıldığı, meslekten ihraç edildiği ve bu kararın kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Tanıklar H. ve İ.S.N.nin ifadelerindeki (bkz. § 19) bazı beyanlarına yer verilmiştir.iii. Başvurucunun konutunda ve işyerinde yapılan aramada ele geçirilen materyaller üzerinde yapılan inceleme neticesinde düzenlenen 11/1/2017 tarihli Dijital Veri İnceleme ve Tespit Tutanağında;-Başvurucuya ait telefonun tarih ve saatinin 18/7/2016-21 olduğu, telefonun bu tarihte yeni alınmış veya format atılarak geçmiş bilgilerinin tamamen ya da bir kısmının kalıcı olarak ortadan kaldırılmış olduğu,-Telefon video programı içinde 16/7/2016 tarihinde saat 32’de oluşturulmuş 45 sn. uzunluğunda bir adet video kaydı bulunduğu, bunun 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe gecesine ait, askerî tankların insanların üzerine sürülüp insanların parçalanarak öldürüldüğü bir görüntü olduğu,-Telefonun Whatsapp yazışmaları bölümünde 17/7/2016 tarihinde saat 44’te başlayan, başvurucu ve Sebo .. ismiyle kayıtlı kişi arasında;“-Ne diyor-Arama telden-Vatsap ta bir kaç görüşmeni sil-Senin fetocu olmadığını biliyoruz-Telefon arama kayıtlarını silme-Tamam ilgilenecem dedi-Anladım-Sen fetocu değilsin bunu biliyoruz serefsizin biri otmail-Arama kayıtlarını neden silmeyeyim ki-Yok işte olurda telefonunu alırlar arama kayıtlarını silme-Yav adam diyecek niye sildin-Tamam-Tamam Sebo-Neden ki sileyim birşeyler mi var-Vatsap otmailini sil-Alamıyorlar-Allah razı olsun-Arkadaşlara bildirdim-ALLAH emanet ol ben sürekli takipteyim ankaradaki lere sö..-H. Hoca birşey yapacak mı-Hakkı’mızdan hayırlısı gülüm-B.ye selam hakkınızı helal edin” şeklinde konuşma içeriklerinin bulunduğu,-Dizüstü bilgisayar/grafik isimli klasör içinde yapılan incelemede; 105,061 adet öge (resim) olduğu, bu ögelere bilgisayar içeriğinde ve internet ortamında tıklanarak girildiğinde ögelerin açılan resim, film, haber sitelerinden arta kalan başlık resimleri olduğu, farklı konuda çeşitli resimler ile kendilerince değişik ortamlarda çekilerek bilgisayara aktarılmış normal resimlerden ibaret olduğu, ayrıca bu resimler içinde, FETÖ/PDY ile ilgili olarak aşağıdaki altı adet resim tespit edildiği; bunların Fethullah Gülen’e ait üç resim, iki adet Zaman gazetesi logo yazısı, bir adet (Fethullah Gülen ile Global Hoşgörü ve New york Sohbeti) N.S. ibareli resimler olduğu,-Diz üstü bilgisayar/internet hareketleri isimli klasör içinde yapılan incelemede; Google’da Kürtçe klipler, Kürtçe şarkılar, şarkıcılar, “Pkk terör örgütbaşı Abdullah Öcalan ve kürdistan” ibareli aramalar yapıldığı ve FETÖ/PDY üyesi olma suçundan aranan Z.Ö. ile aynı suçlamayla ceza infaz kurumunda olan N. isimli şahısların da Google arama motorunda aranmış olduğu,-Dizüstü bilgisayar/internet hareketleri/rafine sonuçlar isimli klasör içinde yapılan incelemede; FETÖ/PDY’nin internet üzerinden haberleşmede kullandığı uygulamalardan Skype, Whatsapp, Line, Viber uygulamalarının kullanıldığı, Whatsapp yazışmalarında FETÖ/PDY ile ilgili herhangi bir suç ve suç unsuruna rastlanmadığı, - Skype chat messages klasör içeriği kontrol edildiğinde yirmi iki mesaj kutucuğunun tespit edildiği, bu kutucuklar içindeki bölümlerin anlamsız ibareler-yazılar ya da kutucuklardan oluştuğu ancak Sıradaki mesaj kutucuğunda FETÖ/PDY üyelerinin kendi aralarında kullandığı belirlenen CISCO marka cep telefonunun lisans-yazılım bilgisi ile alakalı olduğu anlaşılan bir mesaj içeriğinin İngilizce olarak tespit edildiği, mesajın tarih ve saatinin 28/10/2025 24 olduğu, güncel bir tarih ve saat olmadığı, -Diğer bir dizüstü bilgisayar/grafik isimli klasör içinde yapılan incelemede; 322 adet öge (resim) olduğu, bu ögelere bilgisayar içeriğinde ve internet ortamında tıklanarak girildiğinde ögelerin açılan resim, film, haber vs. sitelerden arta kalan başlık resimleri olduğu, çoğunluğunun kendilerince değişik ortamlarda çekilerek bilgisayara aktarılmış, suç unsuru olmayan, çeşitli logo vs. resimler ile normal resimlerden ibaret olduğu, ayrıca FETÖ/PDY ile ilgili dokuz resim olduğunun tespit edildiği; bunların yasaklı yayın olan, iki adet Taraf Gazetesi logo yazı resmi, iki adet Zaman Gazetesi logo yazı resmi, iki adet Bugün Gazetesi logo yazı resmi, bir adet Fethullah Gülen resmi, bir adet “Gülen Mason mu” ibareli resim ve bir adet Gülen’in sırları ibareli resim olduğu,- Dizüstü bilgisayar/internet hareketleri isimli klasör içinde yapılan incelemede, Google analytics first visit cookies (Google analitik ilk ziyaret çerezleri) isimli klasör içinde FETÖ/PDY ile ilgili (bugün.com.tr, samanyoluhaber.com) yasaklı yayın ve siteye giriş yapıldığının belirlendiği özetle belirtilmiştir.iv. TTNET Anonim Şirketinden gönderilen 11/7/2017 tarihli yazıda, başvurucunun 11/9/2013 başlangıç 22/12/2015 iptal tarihli Tivibu Go abonelik kaydının bulunduğu belirtilmiştir. v. Antalya İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince başvurucuya ait GSM hattı üzerinde yapılan inceleme neticesinde düzenlenen 13/9/2017 tarihli HTS analiz raporunda, başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçu kapsamında işlem yapılan kişilerle görüşme yaptığı hususlarının tespit edildiği belirtilmiştir.vi. [email protected] isimli mail adresine 18/12/2016 tarihinde gönderilen isimsiz ihbar mailinde; …Manavgat’ta FETÖ’nün kasası olarak bilenen Kuyumcu S. İsimli kişide paraların toplandığını, İ.O.nun Çorum Adliyesine düz savcı olarak atanmasına rağmen defalarca sahte rapor alarak Bakanlık Muhaberede çalışan ve İ.O.nun en yakın bildiği, açığa alınan Kâtip A. İsimli kişiye veya Yazı İşleri Müdürü A.T.ye verdiğini, İ.O.nun Manavgat’a her gelişinde “Sorarlarsa izindeyim, rapor aldığımı söyleme.” Şeklinde konuşmalar yaptığını, Manavgat Yazı İşleri Müdürü A.T.nin de “Sorun yok Başsavcım, biz her zaman sizin yanınızdayız.” Diyerek konuşmalarında samimi davrandığını, İ.O.nun kendi safında olmayan kişilere psikolojik baskı yaparak onları kendi tarafına çektiğini, 2015 yılında yapılan Yazı İşleri müdürlük sınavında İ.O.nun listeyi düzenleyerek A.T.ye verdiğini, A.T.nin de bu listeyi H. Başsavcı’ya vererek kendi adamlarını müdür yapmak için girişimde bulunduklarını ve muhakkik olarak atandıklarında İ.O. ile H. Başsavcının Yargıda Birliklere baskı kurduğunu, seçim olduğu zamanlarda savcı ve hâkimlere baskı yapmaya devam ettiklerini, Serik’teki savcı ve hâkimlere baskı yapmaya başlayınca bunu kaldıramayan eski Serik başsavcısının aşırı tepki gösterdiğini, bunu kabullenmeyen İ.O.nun Serik Başsavcısı İ.S.N.ye üstü kapalı tehditler savurmaya başladığını ancak Serik Savcısı , Hâkim K.Ç., Y. ve başvurucunun İ.O.nun yanında olduklarını, Serik Adliyesinde Y., başvurucu, O.Ö. isimli savcıların tutuklandığını, bu kişilerin başında olanK. Hâkim’in de tutuklandığını, D ve N.S. Savcı’nın saf dışı tutulmasına adliyedekilerin dahi anlam veremediklerinin özetlebildirildiği belirtilmiştir.vii. Antalya İl Millî Eğitim Müdürlüğünün 18/5/2017 tarihli yazısında; başvurucunun erkek kardeşi olan H.A.nın 2006-2008 yıllarında Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde bulunan, FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında kapatılan Özel Kırıkhan Başak İlkokulunda öğrenim gördüğü hususunun tespit edildiği belirtilmiştir.viii. İddianamenin sonuç ve talep kısmı ise şöyledir:“…ayrıntılarıyla izah edilen delillerden anlaşılacağı üzere Serik eski Cumhuriyet Savcısı olan şüpheli Mustafa Açay’ın, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olma suçunuişlediğine dair kamudavası açmaya yeterli şüphe bulunduğu anlaşılmakla;yargılamasının yapılarak; …Cezalandırılmasına … karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur.” İddianame Antalya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 20/11/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/244 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme, aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte yurt dışı çıkış yasağı adli kontrol tedbiri uygulanarak başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 23/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:“Atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Ben Akademide Dönem idim. Kura sonucu Serik Cumhuriyet Savcısı olarak atandım. Akademide bizim sınıfımızın koordinatör hâkimi Akademide görevli tetkik hâkimi Ü.A. idi. Kendisi benim nereye kura çektiğimi sordu, ben de Serik olduğunu söyledim. Bunun üzerine Serik’te bizim H. Var diye sözler söyledi ve benim yanımda H.’yi aradı. Telefonu bana verdi, ben de kendisine Serik ile ilgili bilgiler sordum. Bütün görüşmemiz budur. Ü.A.’nın bende telefonu dahi yoktu. Serik ilçesine gidip göreve başladığımda H. ile tanıştık ancak aramızda samimiyet yoktur. Topluca yapılan adliyece gidilen yemeklerde ve buna benzer faaliyetlerde bir araya gelmişizdir. Bunun dışında kendisi ile çok muhabbetimiz yoktu. Ben esasen adliyede hiç kimse ile siyasi konular üzerine konuşmadım. Bu tür konulara girilmesini sevmem. Akademide de H. ile birlikte eğitim görmedik. Seçimlerde Yargıda Birlik adaylarına oy vermediğimi düşündüğünü söylemiş, seçimlerdeki oylar gizlidir. Ben kimseye kime oy verdiğim hususunda da hiçbir beyanda bulunmadım. Zaten yeni atanmıştım. 24-25 yaşındaydım. Neyin ne olduğunu da bilmiyordum. Seçimlerde herhangi bir propaganda çalışmam olmadı. Benden kimse oy da istemedi. Ben de kimsenin lehine herhangi bir hâkim ve savcıdan oy istemedim. H. isimler saymış, ancak saydığı isimler benden oy istemiş, benimle görüşmüş değillerdir. Ben Yargıtay’da Ceza Dairesinde staj yapmıştım. K. isimli üyeyi bu daireden tanıyordum. Eşi Antalya’lı idi. Kendisi birkaç kez Antalya’ya geldiğinde beni aramıştı. Denize nerede girebileceğini sormuştu, ben de Kadriye taraflarını önermiştim. Ayrıca Ceza Dairesi sahtecilik konularına baktığı için mesleki sorular sormak için birkaç kez de ben aramıştım. Seçimle ilgili herhangi bir konu konuşmadık. H.B.’yi ise tanımıyorum. H.Y. isimli Serik Savcısının odasında bulunduğum bir sırada onun yanına gelmişti. Sanırım her ikisi de Burdur’lu olmaları nedeniyle tanışıyormuş. H.B. aday olduğunu söyledi. Oy istedi. Özel olarak bana gelmiş değildir. Zaten sonradan da adaylıktan çekilmiş olduğunu duydum. H.’nin beyanları zan üzerinedir. Ayrıca önceki HSYK üyesi benim hemşehrimdi, ailecek de tanışırız. Bu nedenle ben kendisine oy vereceğimi söylemiştim. Ancak bunu da adliyedeki arkadaşlarıma söylemedim. Seçim için herhangi bir çalışmam olmadı. H.’nin beyanlarını bu itibarla kabul etmiyorum. Belirttiğim gibi zan üzerine ve şahsi çıkara dayalı beyanlardır. Ben FETÖ üyesi olsam şimdiye kadar evlenmiş olurdum. Adliyedeki arkadaşlarıma evlenmek istediğimi söylemiştim. Bazılarının eşleri öğretmen olduğu için okullarda bekar bayan öğretmen olup olmadığını da sormuştum, FETÖ’cü olsam böyle bir husus sormazdım. Dolayısıyla H.’nin beyanları iftiraya varan beyanlardır. Kabul etmiyorum. İ.S.N. ise 2014-2016 yılları arasında Serik Başsavcısı idi. Kendisi hakkında yolsuzluk ile ilgili bir idari soruşturma yürütülüyordu. Bunu duymuştum. Bizim kendisinin UYAP ekranına girmemiz mümkün değildir. Kendisinin elektronik imzası vardır, şifresi vardır. Buna bizim erişmemiz imkansızdır. Bu itibarla bu yöndeki beyanları doğru değildir. Ayrıca ben tutuklu bulunduğum sürede Manavgat’taki FETÖ ile ilişkili okul müdürü olduğunu söyleyen A.Ç. ile aynı koğuşta yattık. A.Ç. bizzat bana İ.S.N.’nin çocuklarının 2014 sonuna kadar bu okullarda eğitim gördüğünü, hatta sık sık okula ziyarete geldiğini de anlatmıştı. Adalet.org sitesinde yazılar yazan K.Ç. ile benim ilişkili olduğum iddia edilmiş. K.Ç. ile Serik’te aynı adliyede çalıştık. Kendisiyle normal ölçüde iş ilişkimiz vardı. Çok samimi değildik. Sürekli toplandığımız şeklindeki beyanlar yalandır. Tam tersine kendisinin gerekçesiz iddianamenin iadesi kararları nedeniyle ben sert bir itiraz dilekçesi yazmıştım. Bu nedenle kendisiyle üç ay kadar küs kaldık. Ancak tayini Adana’ya çıkınca veda yemeğinde görüşmüştüm. Hatta K.Ç. tam tersine Başsavcı İ.S.N. ile sürekli görüşürdü. Ayrıca ben futbolu hiç sevmem, sadece bir kez halı saha maçı yapmıştık. Ben açığa alındığımda İ.S.N.’yi aradım. Kendisi bana çok üzüldüğünü, benim FETÖ’cü olmadığımı bildiğini belirterek, o adliyede en son alınacak adam sensin diye sözler söylemişti, hatta babam da kendisiyle görüşmüş, ona da aynı sözleri söylemiş. Dijital incelemede belirtilen video benim haber sitelerinden baktığım sayfalara ilişkindir. Herhangi bir video indirmedim. Bunlar çerez olarak inen videolardır. Bafra Savcısı S.E. bekardı, bir dönem aynı evde kaldık. Üniversitede iken beraber kaldık. Kendisiyle Whatsapp’tan yazışırdık ancak suç unsuru olabilecek bir yazışmamız asla olmamıştır. Ben neticede açığa alındığım için arkadaşlarıma bir zarar gelmesin düşüncesi ile Whatsapp yazışmalarının silinmesine ilişkin birşey yazmış olabilirim, veya onlar yazmış olabilir, bu hususu hatırlamıyorum. Dijital incelemede belirtilen taraf, zaman gazetesi logoları ve diğer hususlar haber sitelerine girildiğinde, tıklandığında otomatik olarak ara belleğe alınan çerezlerdir. Ben herhangi bir şekilde bunları indirmedim. Yine arama motorlarında aramış olduğum kelimeler de suç unsuru içerecek birşey yoktur. Neticede insan düşmanını tanımak için de arama yapabilir. 2013 yılında Serik’e atandığımda evime internet bağlatmıştım. 3 ay süreli hediye Tivibu paketi yanında verilmişti. Annem de benimle kalıyordu, sıkılmasın diye almıştım. Daha sonra öylece kaldı ve unuttum. Faturalar artınca Tivibudan kaynaklanmış olduğunu fark ederek 22/12/2015 tarihinde iptal ettirdim. HTS analiz raporuna göre bazı görüşmelerden bahsedilmektedir, işim gereği polis, jandarma ve hâkim ile savcılarla muhattap oluyordum. Bunlar ihraç edilmişse benim suçum değildir. Yine bir mailden bahsedilmektedir. Ben atandığımda İ.O. Manavgat Cumhuriyet Başsavcısı idi. Serik ilçesi Manavgat’ın mülhakatıdır. İlk atandığımda bağlı bulunduğumuz Başsavcı olan İ.O’yu ziyarete gittim. Kendisi de bana iadei ziyaret yaptı, birkez de vedada görüşmüştük. Toplamda 4 kez ancak görüşmüşüzdür. Kendisiyle birebir özel olarak oturup konuşmuş değiliz. Bu ziyaretlerde topluca yapılan ziyaretlerdir. Serik’e atandığında İ.O. zaten Manavgat Cumhuriyet Başsavcısı değildi. Ben İ.O. ile seçim ile ilgili hiçbir zaman bir görüşme de yapmadım, ayrıca otel veya başka bir yerde de herhangi bir toplantıya da katılmadım. Suçlamaları kabul etmiyorum dedi.Tanık İ.S.N.’nin Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi kanalıyla alınan beyanı okundu, soruldu: Yukarıdaki beyanlarımı tekrar ederim. Futbol takımına kendisini almadığımız yönündeki beyanının doğru olmadığını H.Y. bilir dedi.Tanık S.A.’nın Kemalpaşa Asliye Ceza Mahkemesi kanalıyla alınan beyanı okundu, soruldu: S.A. ile üniversitede okurken 4 yıl aynı evde kaldık. Hâkimlik ve savcılık sınavına da birlikte hazırlandık. İlim Yayma Cemiyeti Ankara yurdunda birlikte kaldık. Beyanları doğrudur dedi.Tanık H.’nin Kütahya Ağır Ceza Mahkemesi kanalıyla alınan beyanları okundu, soruldu: Yukarıdaki beyanlarımı tekrar ederim. Kendisinin beyanları kesinlikle doğru değildir. Benim bağımsız adaylar lehine de herhangi bir söylemim olmadığını belirtmiştir. Bu husus ise doğrudur. Ben seçimde hiç kimse için lehe ya da aleyhe herhangi bir husus konuşmadım dedi.HSK Genel Sekreterliğinden gelen yazılar okundu, soruldu: Aleyhe olan hususları kabul etmiyorum dedi.…Dosyada bulunan sübut vasıtaları okunmakla, sanıktan soruldu: Aleyhime olan hususları kabul etmiyorum dedi.…Sanık söz alarak: Tanığım B.K. duruşma salonu dışında hazırdır, kendisi benim lise arkadaşımdır. Beni çok yakından tanır, dinlenmesini talep ederim dedi.Tanık B.K.’nin duruşmanın başından itibaren duruşma salonunda hazır olduğu anlaşılmakla, dinlenilmesinden oybirliği ile vazgeçildi.Sanık söz alarak: Ben devlet okullarında okudum, hayatımın hiçbir döneminde FETÖ ile ilişkili bir yurt ya da evde kalmadım, örgüt ile ilişkili hiçbir kurumla bağlantım olmadı. Örgütle bir bağlantım yoktur. Bank Asya’da hesabım yoktur, bylock kullanmadım. Gazete, dergi, dernek, sendika vs bağlantım da yoktur. Benim örgütün fikirlerini benimsemem de hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Beraatimi talep ederim, ayrıca belirttiğim tanık listesindeki tanıkların dinlenmesini talep ederim. Bununla birlikte Çağlayan Adliyesinde görevli Hâkim Ç.Ö.’nün de dinlenmesini talep ederim, dedi.Sanığın sunmuş olduğu tanık listesi nedeniyle soruldu: Listede belirtilen tanıklardan S.E. benim üniversiteden ev arkadaşımdır. okul arkadaşımdır. E.Ö. üniversite ve Akademide iken ev arkadaşımdır. E.K. okul ve yurt arkadaşımdır. S.A. ev ve yurt arkadaşımdır, T.Ş. ile aynı adliyede Serik’te birlikte çalıştık. H.Y. ile Serik’te aynı adliyede çalıştık. Ayrıca yine Serik’te hâkim A. ile birlikte çalışmıştık, onun da dinlenmesini talep ediyorum, dedi.” Kovuşturma aşamasında tanık beyanları alınmış olup bu beyanlardan;i. Tanık H.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:“….Öncelikle Mustafa Açay hakkında Manavgat Başsavcılığı’na, Koyulhisar CBS vasıtası ile verdiğim ifadelerimi tekrar ederim. Mustafa Açay ile Eylül 2013 ile Temmuz 2015 tarihleri arasında Antalya-Serik Adliyesi’nde birlikte çalıştık. Daha önceki beyanımda söylediğim gibi kendisinin FETÖ mensubu olmadığını düşünüyorum, Fetöcülerin bilinen tipik özelliklerinin hiçbiri kendisinde yoktur. Sinsi ve tedbirli değildir. Bu nedenle tutuklu kaldığı dönem boyunca savcılık aşamasında bir takım girişimlerim oldu fakat tutuklu kalmasına engel olamadı. Kura çektiği 2013 yazında Akademiden tanıdığım koordinatör Hâkim Ü.A. tarafından aranılarak ‘genç, iyi çocuktur, Serik’te sahip çıkın’ denildi, o yüzden Serik’e ilk geldiği dönem ilgilendim, sosyal, konuşkan, esprili biridir, çabuk kaynaşmıştı herkesle. Ü.A. tarafından aranılınca ilk başta kendisi aleyhine FETÖ yönünde şüphelerim olsa da tanıyınca alakası olmadığını anladım. Özellikle hâkimlik sınavına hazırlık döneminde İlim Yayma Cemiyeti yurtlarında kaldığını söylemişti. Bu nedenle 2014 HSYK seçimleri döneminde Yargıda Birlik Platformu Adaylarını destekleyeceği konusunda başlangıçta ümitli idik, fakat özellikle seçimin bu şekilde yapılmasına yönelik eleştirileri vardı ve YBP adaylarının hükümetin adayları olduğunu bana ve samimi gördüğü 1-2 kişiye söylediğini biliyorum, ben de ona ‘malum yapının teşkilatta güçlü olduğunu, YBP’nin biraz da bu nedenle ortaya çıktığını, seçimleri hükümetin adayları vb. gibi değerlendirmemesi gerektiğini, diğer tarafta Fethullahçıların olduğunu, kendisinin ise Fethullahçı olmadığını ve onları desteklememesi gerektiğini’ söyledim. Onun da ‘Fethullahçıları kendisinin de tanıdığını’ söylediğini hatırlıyorum. Seçim dönemi YBP eleştirileri olsa da kesinlikle sözde bağımsız adaylar lehine söylemi olmamıştır, bağımsızlara oy vereceğim dememiştir, bağımsız adaylar lehine propaganda yapmamıştır, fakat o dönem YBP söylemleri nedeniyle sözde bağımsız adaylara oy verdiği şeklinde bir intiba oluşmuştur. Adliyedeki diğer ihraç olanlar açıkça YBP eleştirisi yapmadılar, sinsi ve tedbirli davrandılar, bu durumun Mustafa Açay’ın FETÖ’cü olmadığına işaret olduğunu düşünüyorum. Seçimlerdeki oyunun rengini ise aslında kendi Akademi dönemindeki FETÖ’cü ağırlığa bağlıyorum nitekim Dönem olarak bilinen bu dönemde ihraç oranı %60’a yakındır. Yine savcı adaylığı, FETÖ’cülerin Adalet Akademisinde en güçlü oldukları 2011-2013 döneminde olmuştur. Akademi yönetimi ve kendi çevresindeki FETÖ’cü çoğunluktan etkilenme nedeniyle seçimlerde sözde bağımsız adaylara oy verdiği fikrindeyim. Zira, seçim döneminde şahsen duruşum herkesçe bilinmesine rağmen, beni bile birçok FETÖ’cü oy için aramışken, Mustafa Açay’a nasıl bir baskı yapıldığını tahmin edebiliyorum. Hatta FETÖ’nün Serik Adliyesine gelen bazı eski ünvanlı isimlerinin tamamının Mustafa Açay ile görüştüğünü biliyorum zira onu tarafsız olarak görüp etkilemek istemişlerdir. Yine ilk atandığı dönemde ve 2014 seçimleri boyunca bağlı olduğu Manavgat Başsavcısı da (İ.O.- ki kendisi militan FETÖ’cüdür) üzerinde bir amir gibi etkili olmuştur. Gerçekten FETÖ’cü olsa bu kadar üzerinde durmazlardı diye düşünüyorum, bu ünvanlı isimlerin bir kısmını savcılık ifademin başında dile getirmiştim. Yine savcılık beyanımda da bahsettiğim gibi çok sigara içerdi, FETÖ’cüler tedbiren de olsa bu kadar sigara içmezdi. Yine evlenme isteği vardı ve öyle FETÖ’cülerin katalog evliliği gibi değil normal birisi nasıl tercih edecekse o yönde hal ve hareketleri vardı. Yine önceki ifademde tekrarladığım gibi muhalif bir yapısı ve duruşu vardı, darbe başarılı olsa herkesten önce darbecilerin karşısına dikileceğine ben inanıyorum. Ayrıca okulu bitirdikten sonra ilk önce İcra Müdürlüğü Sınavını kazanmış ve atanmış kısa bir süre sonra Hâkimlik Sınavını kazanmıştır. FETÖ’cü olsa hiç İcra Müdürlüğü Sınavı ile vakit harcamazdı zira soruları elde ettiklerinden direkt Mustafa Açay’ı hâkimlik sınavına yönlendirirlerdi. Böyle bir şey de olmamıştır. Bunun da lehine kanaat oluşturacak bir durum olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak kendisinin FETÖ mensubiyetinin olmadığını, yalnızca 2014 HSYK seçimleri döneminde, şu an pişman olduğu bazı hal ve hareketleri nedeniyle ihraç olduğunu, yapılan darbe girişimine o gece en ufak bir sempati ile dahi bakmadığını düşünüyorum. Ayrıca yalnızca şahsımın beyanlarının değil, o dönem birlikte çalıştığımızN.S. (İstanbul CS.), E.Ö. (UHDİGM Tetkik Hâkimi), H.K. (İstanbul Hâkimi), İ.Y. (Diyarbakır Hâkimi), Z.E. (Adana Hâkimi), İ.S.N. (Erzurum CS), T.Ş. (Kütahya CS), A. (Serik Hâkimi) gibi meslektaşların Mustafa Açay için tanık olarak beyanlarının alınması gerektiği kanaatindeyim. Anlattıklarım ile çelişki olursa tekrar ifade verebileceğimi belirtmek isterim. Yargılamanın sıhhati açısından bu mühimdir.”ii. Tanık İ.S.N.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:“Ben 2014 yılı Haziran ayı ve 2016 yılı Haziran ayları arasında Serik Başsavcılığı görevini yaptım. Mustafa Açay ile 2014 yılı Haziran ve 2016 yılı Haziran ayları arasında yaklaşık iki yıl birlikte çalıştık. Mustafa Açay’ın bakmakta olduğum soruşturma dosyalarının, avukat soruşturmalarının ve infaz ile ilgili verdiğim kararların içeriklerini incelediğini, bazı dosyaların içerikleri ile ilgili defalarca benim ekranıma girdiğini tespit ettim, ayrıca FETÖ’cü olarak bilinen ve adalet.org isimli sitede sık sık sert yazılar yazan K.Ç. isimli hâkimle çok yakın ilişkiler içerisinde olduğunu biliyorum. HSYK seçimlerinden önce bir numaralı FETÖ’cü olarak lanse edilen K.Ç. ile seçimden sonra sürekli bir araya gelerek adliyede toplandıklarını, adliye dışında sportif faaliyetleri birlikte icra ettiklerini, kurmuş oldukları futbol takımına beni ve Cumhuriyet Savcısı H.Y.’yi almadıklarına, … şahidim. Mustafa Açay’ın 2014 yılı HSYK seçimlerinde Yargıda Birlik Platformuna oy vermeyeceklerini beyan ettiklerine bizzat şahidim, ancak kendisinin okul yıllarında FETÖ’ye müzahir eğitim kurumlarına gidip gitmediğini ve bunların yurdunda kalıp kalmadığını bilmiyorum. Ayrıca ben kıdem olarak kendisinden daha ileride olduğum için ve kendisi ile eğitim görmediğimden okul yıllarında ya da Akademide birlikte olan bir akrabam ya da yakınım olmadığından sınıf temsilciliği, albüm kurulu üyeliği, müşahitlik yapıp yapmadığını da bilmiyorum. Bilgim ve görgüm bunlardan ibarettir.”iii. Tanık S.A.nın beyanının ilgili kısmı şöyledir:“Sanık Mustafa Açay, İzmir Dokuz Eylül Ünüversitesi Hukuk Fakültesinden sınıf arkadaşımdır. Bunun yanında, Kredi Yurtlar Kurumuna Bağlı ve Buca ilçesinde bulunan Hoca Ahmet Yesevi Yurdun’da da, 2007 yılında, 6-7 ay kadar, aynı odada; sanık Mustafa Açay, ben, aynı fakülteden olan ve şu an hâkim-savcı olarak görev yapan S.E., E., H.S. isimli arkadaşlarımızla birlikte kaldık. Daha sonra ben, S.E. ve Sanık Mustafa Açay yine aynı ilçede bulunan, yeri Tınaztepe kampüsünün karşısında olan bir ev kiraladık ve mezun olana kadar burada birlikte kaldık. Yukarıda ismini saydığım kişilerin yanı sıra, fakülteden arkadaşımız olan ve şu anHâkim-Savcı olarak görev yapan Y.B., E.K. ve E.Ö. sürekli görüştüğümüz ve Sanık Mustafa Açay’ı tanıyan bilen insanlardır. Okuldan mezun olduktan sonra, yani 2011 yılında; Sanık Mustafa Açay, ben, S.E., E. ve H.S. Hâkimlik-Savcılık sınavına hazırlanmak üzere birlikte Ankara’da bulunan Murat Dershanesine kayıt yaptırdık ve bu isimlerin yanında diğer arkadaşlarımız Y.B. ve E.Ö.’de dahil olmak üzere Ankara Ulus’da bulunan İlim Yayma Cemiyetine bağlı Hacı Bayram Veli Yurdunda kaldık. Sınav sonrasında, Sanık Mustafa Açay, mülakatı geçerek Savcı olarak Antalya’nın Serik İlçesi’ne kura çekti. Ben dahil olmak üzere bir kısım arkadaşlarımız o yıl mülakattan elenmiştik. Ayrıca Savcı olarak göreve başlamadan önce, Sanık Mustafa Açay’ın kısa bir dönem icra müdür yardımcısı olarak görev yaptığını da biliyorum. Ben bu anlattığım süreçte, Sanık Mustafa Açay’ın FETÖ örgütüyle bir irtibatına ya da bu örgüte sempati duyduğuna dair bir cümlesine kesinlikle şahit olmadım. Aksine yurtta ve birlikte evde kaldığımız süreçte cemaat örgütünü kötülediğini duyardım. Üniversiteye ilk başladığımız dönemde babasının kendisine bu tip cemaat yapılanmalarından uzak durmasını tembihlediğini söylemişti. Kendisi de,bu tür yapılanmalara karşı olduğunu sürekli dile getirirdi. Hatta yurtta aynı odada kaldığımız dönemde, cemaatçi olduğunu bildiğimiz ve arada odamıza gelip bizleri biryerlere davet etmek isteyenler oluyordu. En başta sanık Mustafa Açay bunlara tepki gösterirdi. Bir keresinde, oda arkadaşımız S.E. bu kişilerden birisiyle tartışarakodadan kovmuştu. Sanık Mustafa Açay’da dahil olmak üzere arkadaşımızın bu tutumuna destek gösterdik. Bu olayın akabinde, sanık Mustafa Açay’ın, ‘Bunlar ne yapışkan insanlar, kovuyorsun kovuyorsun yine geliyorlar’ dediğini hatırlıyorum. Bu tutumunu sonraki dönemlerde aynen bu şekilde sürdürdü. Sanık Mustafa Açay, Serik İlçesi’nde göreve başladıktan sonra da, hal hatır sormak maksadıyla ara aratelefonla görüşürdük. Bu görüşmelerimiz esnasında da, yine Sanık Mustafa Açay’ın, bu örgütle irtibat kurduğu ya da sempati oluşturduğuna dair bir cümlesini duymadım, buna yönelikbir izlenimim de olmadı. 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası Sanık Mustafa Açay’ın ismini ihraç listesinde görünce ben dahil olmak üzere kendisini yakınen tanıyan herkes şaşkınlığa uğradık. Bildiklerim ve gördüklerim bunlardan ibarettir.”iv. Tanık T.Ş.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:“Ben 2013 yılı Nisan kura kararnamesi ile Antalya Serik ilçesinde 2013 yılı Mayıs ayı içerisinde göreve başladım. Aynı yıl içerisinde hatırladığım kadarı ile Eylül ayında bir kura kararnamesi daha oldu ve Mustafa Açay’da bu kararname ile Serik İlçesine atandı. Kendisini o tarihten bu yana yakinen tanımaktayım. O dönemde Serik Adliyesinin fiziki şartları yetersiz olduğu için yeni adliye binasına taşınana kadar toplam bir yıl kadar Mustafa Açay ile adliyede aynı odada görev yaptık. Bunun yanında benim tayinim çıkana kadar da toplamda yaklaşık iki yıl kadar aynı apartmanda komşu olarak bulunduk. Hatta benim tayinimin Diyarbakır’ın Kulp İlçesine çıkması sebebi ile ailemi yanımda götüremediğimden Serik’te bulunan ikametimi taşımadım ve Kulp İlçesinde görev sürem bitene kadar Serik İlçesine ailemin yanına birçok kez izin ile geldim ve bu süre zarfında da Mustafa Açay ile ikametlerimiz aynı apartman içerisindeydi. Mustafa Açay’ı tanıdığım süre zarfında birlikte çok fazla zaman geçirdik. Tarafıma ulaşan iddianame kapsamında Mustafa Açay hakkında iddia edilen hususlar kapsamında tek tek bildiklerimi, gördüklerimi ve birebir şahit olduklarımı açıklamaya çalışacağım. Ben prensip olarak hiç bir meslektaşıma HSK seçimlerinde kime oy vereceğini veya vermeyi düşündüğünü sormadım bu duruma Mustafa Açay’da dahildir. Ancak bu süreç zarfında Mustafa Açay’ın seçim sürecinde bağımsız adaylara destek verdiğine ve açıkça bağımsız adaylara oy vereceğini söylediğine şahit olmadım. Her ne kadar Mustafa Açay’ın muhalif ve anarşist bir yapıya sahip olduğu iddia olunmuş ise de; Mustafa Açay her hukuk fakültesi mezunu ve belirli bir makama ulaşmış bir bireyde olması gerektiği gibi eleştirel bir bakış açısına sahipti. Bu durum doğruya doğru demenin yanında yanlış bir şey görüldüğünde de sorgulamaktan ibaretti ancak bu hususun yanlış yorumlanarak anarşist bir düşünceye sahip olduğunu söylemek doğrularla bağdaşmamaktadır. Yukarıda da söylediğim gibi Mustafa Açay olması gerektiği gibi sadece eleştirel bir düşünce yapısına sahipti ancak bu durum başka meslektaşlar tarafından onların yaklaşımına göre yanlış yorumlandı. Seçim süreci zarfında Mustafa Açay ile bir gün yemek yediğimiz sırada ben ve özellikle eşim bu yapının mağdurlarından olmamız sebebi ile o dönem cemaat olarak anılan yapının yapmış olduğu hukuksuzluklardan konu açıldı. Bu konuşmamızda Mustafa Açay o dönem cemaat olarak anılan FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün birçok meslektaşı mağdur ettiğini, birçok kişiyi haksız yere mülakatlardan elediklerini, usulsüz soruşturmalar ile mağduriyet yarattıklarını ve yaptıklarının doğru ve kabul edilebilir olmadığını net bir dille ifade etti. Bu hususa birebir şahidim. Bana bunları söyleyen ve yakinen tanıdığım bir insanın Yargıda Birlik Adaylarına oy vermeyeceğini söylemesini mümkün görmüyorum. Serik İlçesinde görev yaptığım süre zarfında birçok kez Mustafa Açay’ın ikametine gittiğim gibi birçok defa da onu kendi ikametimde ağırladım. Bu süreç zarfında kendisinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile herhangi bir bağına ve bağlantısına şahit olmadım. Yine görev yaptığımız süre zarfında ve benim ailemi ziyarete geldiğim zamanlarda da Mustafa Açay ile sık sık dışarıda da görüştüğümüz olmuştur. Bu görüşmelerimiz kimi zaman sadece ikimizin olduğu ortamlarda ya da adliyece hâkim ve savcılar arasında yaptığımız balık tutma, ATV turuna çıkma, denize gitme gibi etkinliklerdi. Bu etkinliklerde de hiç bir zaman Mustafa Açay’ın FETÖ/PDY ile alakalı olabilecek bir eylemine ve söylemine şahit olmadım. Yine görev yaptığım süre içerisindehem mesleğe başladığı zaman hem de ilerleyen yıllarda ve seçim süreci zarfında bağımsız adaylardan veya onlara destek arayan kimi yargı mensuplarından Mustafa Açay’ı birebir ziyaret eden kimseye şahit olmadım. Mustafa Açay ile yeni adliye binasında odalarımız yan yana bulunmakta idi ve çoğu zaman benim odama veya yine adliyede görevli savcı H.Y.’nin odasına gelirdi veya biz onun odasına giderdik. Bu görüşmelerimiz hafta içi mesai saatlerinde rutin olduğu için yani işlerden sıkıldığımızda bir çay veya kahve içmek maksadı ile odalarımıza sık sık gittiğimizden bizleri ziyarete kim gelirse muhakkak haberimiz olurdu. Benim haberim olmasa dahi eğer bağımsız adaylardan veya onlara destek olunması için meslektaşları gezen yargı mensuplarından veya Yargıda Birlik Adayları kapsamında gelen biri olsa idi muhakkak Mustafa Açay bu durumdan bana bahsederdi. Bununla birlikte Mustafa Açay’ın bağımsız adaylara oy verilmesi gerektiğini ya da onların bir şekilde desteklenmesinin gerektiğine ilişkin olarak bir söylemini de duymadım. Hatırladığım kadarı ile o dönemde Serik Adliyesine sonradan adaylıktan çekilen ancak şu an ismini hatırlayamadığım bir bağımsız aday gelmişti. Ancak bu kişi özellikle bir kişi için değil adliyemizin tamamını gezerek kendisine oy istemişti. Hatta çok iyi hatırlıyorum benim odama da gelerek hiç oturmadan kendisine oy isteyerek bastırmış olduğu kartviziti bırakarak gitmişti. Daha sonrasında ise bu kartvizit üzerinden bu şahsı, birlikte eleştirdiğimizi de çok iyi hatırlıyorum. Mustafa Açay’ın İlim Yayma Cemiyeti Yurtlarında kaldığını ve üniversite yıllarında da Savcı S.E. ile birlikte kaldığını biliyorum. S.E. ile Mustafa Açay aracılığıyla tanıştım ve halen arkadaşlığımız devam etmektedir. S.E. ile bir dönem Diyarbakır Adliyesinde de birlikte çalıştık. Hatta Mustafa Açay’ın açığa alındığını öğrenince ikimiz de çok şaşırdık ve bu durumun tamamen yanlış anlamadan ibaret olduğunu düşündük. Mustafa Açay’ın dönemin Serik Başsavcısının yürütmüş olduğu soruşturma dosyalarını, avukat soruşturmalarını ve infaz ile ilgili verdiği kararlarını incelediğine hiç bir zaman şahit olmadım. O dönem Başsavcıda soruşturma dosyası bulunmuyordu ve sadece daimi arama dosyaları, avukat soruşturmaları ile infaza başsavcı bakıyordu. UYAP sisteminden ise başka bir savcı üzerinde bulunan dosyanın içeriğini görmemiz mümkün değildi zira yürütülen soruşturma kapsamında aynı olaya ilişkin bir soruşturma olup olmadığına bakmak için UYAP’tan sorgulama yaptığımızda sadece dosya şüphelisinin suçu ve dosyanın hangi savcıda olduğu ile mağdurları görebiliyorduk ve dosyaların bağlantılı olduğunu düşünüyorsak incelemek ve uygun ise birleştirmek maksadı ile dosyayı ilgili savcısından istiyorduk yani dosya muhteviyatını UYAP üzerinden görme ihtimali yoktu. Ayrıca Başsavcının ekranına girerek bazı dosya muhteviyatlarını incelediğine de hiçbir zamana şahit olmadım kaldı ki Başsavcının şifresini bilmeden ekranına nasıl erişim sağlanabilir ona da anlam veremedim ayrıca böyle bir durum olsa UYAP işlem kütüğünden ne gibi işlemler yapıldığı, bağlantının ne zaman sağlandığı, hangi bilgisayardan erişim sağlandığı gibi hususlar tamamen kayıt altındadır, bu kayıtlar gerek duyulur da incelenirse eğer Mustafa Açay hakkında böyle bir durumun olmadığı anlaşılacaktır. Serik’te görev yaptığım dönemde bazı avukatlar hakkında soruşturma konusu deliller mevcut olduğundan ayırma kararı vererek iş bölümü gereği Başsavcılığa avukat soruşturması gönderdiğim olmuştur ancak Mustafa Açay hiçbir zaman hiçbir avukat hakkında bana ne soruşturma konusu ile ilgili bir husus ne de başka avukatlar hakkında yürütülen soruşturmalar hakkında bir soru sormamış veya telkinde bulunmamıştır. Mustafa Açay’ın FETÖ’cü olarak bilinen eski hâkim K.Ç. ile çok yakın ilişkiler içerisinde olduğu hususu doğru değildir. Mustafa Açay’ın bu şahıs ile iş arkadaşlığı dışında herhangi bir bağı yoktur hatta K.Ç. gerekli gereksiz bir çok iddianame iadesi yaptığı için Mustafa Açay bu şahısla tartışmış ve uzunca bir süre de konuşmamıştır.Mustafa Açay’ın bu şahıs ile ilişkisi adliyede normal olarak bir hâkim savcı arasında olması gereken arkadaşlık ilişkisinden öteye gitmemiştir ve bu durum ise iddianame iadesi sebebi ile yaşanan tartışmadan sonra tamamen kesilmiştir. Mustafa Açay’ın Tivibu aboneliğine bizzat şahidim. Şöyle ki; Mustafa Açay tek başına bekar olarak yaşadığından ve babasına kefil olması ancak babasının işlerinin iyi gitmemesi sebebi ile ödenemeyen kredi borçlarının Mustafa Açay’a kalması nedeni ile giderlerini çok kısmak zorunda kalmıştı. Bu sebeple ikametinde televizyonu yoktu. Bilgisayarını kullanabilmek maksadıyla internet bağlatmak istediğinden internet ile birlikte Tivibu aboneliğinin teklif edilmesi üzerine bunu bana da danıştı ve ben de iyi olacağını zira televizyonu olmadığını ve bu sayede bilgisayardan televizyon da izleyebileceğini söyledim ve kendisi daha uygun fiyat verdikleri için iki yıllık taahhüt ile aboneliğini başlattı sonrasında ikametine eski tüplü bir televizyon getirdiğini biliyorum ve bilgisayardan televizyon izlemesine gerek kalmadığından aboneliğini iptal ettirdi. Bu aboneliğin veya iptalin FETÖ/PDY üyeliği ile hiçbir ilgisi bulunmadığına birebir şahidim. Manavgat Adliyesinin mail adresine gönderilen mail içeriğinde her ne kadar Mustafa Açay’ın Manavgat eski Başsavcısı İ.O’nun Serik Adliyesindeki hâkim savcılara seçim zamanı baskı yaptığı ve bunu kaldıramayan Serik eski Başsavcısı İ.S.N.’nin aşırı tepki gösterdiği, bunun üzerine dönemin Serik Başsavcısını üstü kapalı tehdit ettiği ancak buna rağmen Mustafa Açay’ın İ.O.’nun yanında durduğu iddia olunmuş ise de; Mustafa Açay’ın İ.O. isimli dönemin Manavgat Başsavcısı ile herhangi bir samimiyetine şahit olmadım zira kendisini Manavgat Başsavcısı yanında adliyece yapılan ziyaretler dışında hiç görmedim ve kimseden de bu yönde bir şey duymadım. Hatırladığım kadarı ile bir defasında adliyede görevli savcılar ve dönemin Serik Başsavcısı ile 2013 yılı içerisinde bir kez İ.O.’yu, Serik Adliyesinin, Manavgat Adliyesinin mülhakatı olması sebebi ile nezaket ziyaretine gitmiştik. Onun haricinde ne Mustafa Açay’ın İ.O.’yu ziyaret ettiğine ne de bir bağı ve bağlantısı olduğuna şahit olmadım. İ.O. yerine atanan dönemin Manavgat Başsavcısı H.’ye ise yine adliyede görevli savcılar ve dönemin Serik Başsavcısı İ.S.N. ile birlikte nezaket ziyaretine gittiğimizi hatırlıyorum. Bunun dışında Mustafa Açay’ın isimleri geçen dönemin Manavgat Başsavcıları ile herhangi bir irtibatına şahit olmadım eğer öyle bir irtibat olsa idi kesinlikle bu durumdan haberdar olurdum veya yukarıda anlattığım nezaket ziyaretleri haricinde kesinlikle en azından bir görüşmesine şahit olurdum.Bununla birlikte Mustafa Açay’ın Serik Başsavcısı İ.S.N. ile muhabbeti iyiydi. Ben bir yıl kadar İ. Başsavcı ile çalıştığımdan ve Mustafa Açay halen Serik’te göreve devam ettiğinden muhabbetleri de daha fazla idi seçimlerden sonra ve tayinim çıktıktan sonra İ. Başsavcımızı adliyede ziyaretine gittim bu ziyaretlerde Mustafa Açay’da bulunmaktaydı, bu görüşmelerde İ. Başsavcının Mustafa Açay’a yaklaşımı gayet normaldi ve ona tavır alması ya da farklı bir durum sezmedim. Bununla birlikte mail içeriğinde isimli Cumhuriyet Savcısının da İ.O’ya destek verdiği belirtilmiş, ancak ben tayin olduğumda yerime gelen savcılardan birisiydi. Ben ise seçimlerden sonra 2015 yılında Serik İlçesinden kararname kapsamında Diyarbakır’a gittim. Manavgat Eski Başsavcısının ise o zaman diliminde tayini çıkmış yerine H. Başsavcı olmuştu ve HSK seçimlerinin üzerinden de bir yıl gibi bir zaman dilimi geçmişti bu yönüyle de ihbar maili kendi içerisinde çelişkili görünmektedir. İhbar mailinin yukarıda Mustafa Açay hakkında anlattıklarım kapsamında doğruları yansıtmadığını düşünüyorum. Son olarak Mustafa Açay’ın FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduğunu gösterir veya kanaati uyandırır ne bir eylemini ne de bir söylemini görmedim tüm bildiklerimi ve bizzat şahit olduğum her şeyi açık bir şekilde anlattım. Mahkemenin tekrar dinlenmeme lüzum görmesi halinde yine tanıklık yapmaya hazırım söyleyeceklerim bundan ibarettir.”v. Tanık A.nın beyanının ilgili kısmı şöyledir:“Ben Mustafa Açay’ı aynı adliyede birlikte görev yapmamız nedeniyle tanırım. Ben 2014 yılında Serik Adliyesine hâkim olarak atandığımda Mustafa Açay aynı adliyede Cumhuriyet savcısı olarak çalışıyordu. Mustafa Açay meslekten ihraç edilene kadar birlikte çalışmaya devam ettik.Mustafa Açay ile geçmişten ortak tanıdıklarımız olması nedeniyle samimi bir arkadaşlığımız oldu. Bu arkadaşlığımız süresince Mustafa Açay’ın FETÖ/PDY terör örgütü ile bağlantısı olabileceğine ilişkin hiçbirşüpheli davranışına, söz ve söylemine şahit olmadım. Ben adliyeye HSK seçimlerinden sonra atandığım için Mustafa Açay’ın bu dönem kimi desteklediğini yahut oy verdiğini bilmiyorum. Ben atandıktan sonra da bu konuyla alakalı aramızda herhangi bir konuşma geçmedi. Ancak karakteri ve yapısı itibariyle FETÖ/PDY terör örgütüne mensup kişileri destekleyebileceğini düşünmüyorum. Bunu düşünme nedenim Mustafa Açay ile aramızda FETÖ/PDY terör örgütü ile alakalı geçen gündelik konuşmalardır. Bu konuşmalarda Mustafa Açay bu örgütün hâkimlik- savcılık sınavlarında soruları çalarak mensuplarına dağıttığını duyduğunu, bu örgütün din kisvesi altında devlet kadrolarına yerleşmeye çalıştığını, hak yediğini düşündüğünüsöylüyordu. Mustafa Açay’ın hâkim K.Ç. ile arkadaşlığı normal meslektaş ilişkisi çerçevesinde idi. Yakın bir arkadaşlığı yoktu. Hatta bir dönem iddianame iadesi nedeniyle aralarında bir tartışma yaşanmış ve uzunca bir süre küs kalmışlardı. K. Hâkim iddianame iadelerinde sert bir üslup kullanırdı. Bu iadeler nedeniyle aynı dönem bizimle birlikte çalışan Cumhuriyet savcısı İ.Ö. ile K. Hâkim arasında da evrak üzerinde bir sürtüşme yaşanmış, ikisi de bu nedenle soruşturma geçirmişlerdi.Küs oldukları dönem ben Mustafa Açay’a, K. Hâkimin kendisinden yaşça büyük olduğunu, iş nedeniyle aralarında bu şekilde kırgınlık olmasının doğru olmadığını, adliyede huzursuzluk olmasının hepimizi olumsuz yönde etkilediğini söyleyerek K. Hâkimle barışması hususunda kendisini teşvik etmiştim. Bu şekilde tekrar barıştılar ancak aralarındaki arkadaşlık eskisinden daha soğuk ve mesafeli idi. Birlikte çalıştığımız dönemde ben Mustafa Açay’ın hiçbir zaman ne futbol maçı izlediğine ne de futbol oynadığına şahit olmadım. Toplumumuzda erkeklerin genelde futbol ile haşır neşir olduğu bilinir. Bilinenin aksine Mustafa Açay’ın bu tür faaliyetlere hiç ilgisi yoktu. Hatta ben başta bu durumu oldukça garipsemiştim. Mustafa Açay gördüğüm kadarıyla genel olarak Cuma Namazlarına giderdi. isimli savcı ile Manavgat Başsavcısı İ.O. aynı dönem birlikte çalışmadılar. Savcı adliyeye tayin olduğunda İ. Başsavcı çoktan gitmişti. Eski Başsavcı İ.S.N.’nin Mustafa Açay’ın kendi dosyalarına baktığına ilişkin bir iddiası varsa bu UYAP kayıtlarından araştırılabilir. UYAP kayıtlarında kimin hangi dosya içeriğine baktığı evrak işlem kütüğünden görülebilmektedir. Ayrıca herkeste e-imza olması nedeniyle, başka bir hâkim-savcı ekranına girilebilmesi sistemsel olarak mümkün değildir. Ben kesinlikle Mustafa Açay’ın FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduğunu düşünmüyorum. Hatta bu örgüte sempati duyduğunu dahi düşünmüyorum. Benim kendisi hakkındaki yaklaşık iki yıllık izlenimime göre hakkındaki tüm iddialar iftiradır. Benim bilgi ve görgüm bundan ibarettir.”vi. Tanık H.Y.nin beyanının ilgili kısmı şöyledir:“Ben bu konu ile ilgili daha önce Serik Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştim. O ifadem aynen geçerlidir. Ben o ifademde de belirttiğim gibi sanık Mustafa Açay’ın geçmişini bilmem ben sadece görev yaptığım süre içinde tanıdığım kadarıyla kendisi hakkında bilgi sahibiyim. Ayrıca bildiğim kadarıyla halen Bafra ilçesinde Savcı olarak görev yapmakta olan S.E. isimli şahısa sorulursa sanık hakkında geçmişi ile ilgili olarak detaylı bilgi verebilir. Çünkü sanık daha önce üniversite eğitimi sırasında savcı S.E. ile ev arkadaşlığı yapmıştır. Ben de bunu şurdan biliyorum. S.E., Mustafa Açay’dan sonraki bir dönemde kura çekerek Manavgat İlçesine savcı olarak atanmıştı ve bu nedenle Serik İlçesinde sanık Mustafa Açay ile birlikte kalıyorlardı. Sanık, savcı S.’yi tanıştırmak için Serik Adliyesine getirdiğinde savcı S. İle biz de tanıştık. Daha sonradan konuşmalarımızda ikisinin daha önce üniversitede ev arkadaşı olduğunu öğrendim. Ayrıca yine Bandırma İlçesinde görev yapan savcı A.İ.’de sanığın geçmişi ile ilgili bilgilere sahip olabilir çünkü A.İ. hâkim savcı stajını Antalya İlinde yapıyordu ve kendisi Serik’liydi ve sanık Mustafa ile de tanışıyorlardı. Benim A.’dan bildiğim kadarıyla ikisi hâkim savcı sınavına birlikte İlim Yayma Cemiyeti Yurdunda Ankara veya İzmir İlindeberaber hazırlanmışlar. Detaylı bilgisine Bandırma Savcısı A.İ.’den ulaşılabilir. Ayrıca kendisi bekar olarak yaşıyordu ve yine adliyemizde görev yapan Savcı T.Ş. isimli şahısla aynı apartmanda oturuyorlardı. Savcı T.Ş.’den de sanığın özel ve meslek hayatıyla ile ilgili bilgisi sorulabilir. Görev yaptığım süre içerisinde sanık Mustafa Açay’ın FETÖ/PDY terör örgütüyle ilgili herhangi bir bağlantısına şahit olmadım. Benim bildiğim kendisi sürekli olarak babasının borçlarını ödüyordu ve aldığı maaş da yetmiyordu hatta kardeşlerinin okuması için de maddi destek sağlıyordu. Arabası yoktu. Adliyeye bile minibüsle gidip geliyordu. Benim bildiğim, zamanında babası tarımla uğraşırken çok borçlanmış ve icralık olmuş bu nedenle bu borçları ödemek için çabalıyordu ve kredi çekerek bu borçları kapatmaya çalışıyordu. Ben sanığın 2014 yılındaki HSK seçimlerinde ne örgüt lehine ne de Yargıda Birlikte Platformu lehine herhangi bir çalışmaya katıldığını görmedim. Ayrıca örgüt lehine de bize baskı yaptığına şahit olmadım. Ben seçim olduğu sene Serik Adliyesine yeni tayin olmuştum ve göreve başlayıp adli tatil kullanamadığım için adli tatilden sonra yıllık izine ayrılmıştım. İzinden döndüğüm sırada da seçime yanlış hatırlamıyorsam 15-20 günlük bir süre kalmıştı. Bu süre içerisinde benim hatırladığım kadarıyla bağımsız diye tabir edilen adaylardan H.B. isimli şahıs adliyemize geldi ve adliyedeki tüm hâkim savcıların odalarına uğradı. Fakat adliyemizdeki hiçbir hâkim savcı H.B.’yi özellikle oda oda gezdirmedi. Benim hatırladığım kadarıyla H.B. o zamanki Başsavcımız İ.S.N.’den adliyeden dolaşıp oy istemek için izin almış. Daha sonra da adliyede oy istemiştir. Fakat dediğim gibi sanık hiçbir suretle bu şahısa oy vereceğine dair herhangi bir söz söylememiş ve bu şahısın yanında olmamıştır. Ayrıca ben başka kişilerin de adliyemize oy istemeye geldiğine ve sanığın bunlarla görüştüğüne şahit olmadım. Her ne kadar iddianamede gördüğüm kadarıyla kişilik olarak sanığın her şeye muhalif olduğuna ilişkin tanık beyanları varsa da ben buna katılmıyorum. Çünkü adliyemizde her şeye muhalif diye isimlendirdiğimiz asıl kişi hâkim K.Ç. idi. Hatta sanık ve diğer savcı arkadaşlar hem görüşlerinden ötürü hem de sürekli olarak savcıların iddianamelerini iade etmesinden dolayı kendisine muhalifK. Diye lakap takmışlardı. Sanık, ayrıca hâkim K.Ç.’yle sürekli olarak takılan birisi değildir. Zaten bir ara bu iddianame iadesi sebebi yüzünden de araları bozulmuş ve neredeyse bir, bir buçuk yıl hiç konuşmamışlar ve yan yana dahi gelmemişlerdi. Yani sanık, Hâkim K.Ç.’yle çok yakın ilişkiler içerisinde olmamıştır. Sanık en çok savcı T.Ş.’nin daha sonra da benim yanıma gelirdi. Yine sanığın o zamanki başsavcımızın UYAP ekranına girdiği ve dosya içeriklerine bakıldığı iddia olunmuşsa da ben böyle bir şeye rastlamadım ve bu konuyu ilk defa şimdi duyuyorum. Her ne kadar iddianamede gördüğüm üzere [email protected] isimli mail adresine gönderilen isimsiz ihbar dilekçesinde sanığın HSK seçimleri zamanındaki Manavgat Başsavcısı olan İ.O. isimli şahısın yanında olduğu ve sürekli bir araya geldikleri iddia olunmuşsa da, ben hiçbir zaman sanığın bu şahısla yan yana geldiğine şahit olmadım. Sanık kendi başına yaşardı zaten bekardı. Mesai içinde işini yapar mesai bitince de adliyede hiç durmaz çıkar giderdi. Yukarıda da belirttiğim ben sanığın örgüt lehine herhangi bir çalışma yaptığına ve örgüt üyeliğine dair izlenimlere hiçbir suretle rastlamadım. Zaten karakter olarak da kendisi tüm cemaatlere karşıdır. Herhangi bir takiye eylemine rastlamadım. Ayrıca Cuma Namazlarına da giderdi. Sanık Mustafa Açay ile ilgili başkaca bildiğim veya söyleyeceğim bir şey yoktur. Onun hakkında bilgi sahibi değilim. Sanığın zaman gazetesi hakkında bilgi sahibi değilim.” Cumhuriyet savcısı 6/7/2018 tarihli duruşmada, esas hakkındaki mütalaasında özetle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan eylemine uyan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Maddesinin (2) numaralı fıkrası, Maddesi, Maddesinin (9) numaralı fıkrası, Maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun Maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesini kamu adına talep ve mütalaa etmiştir. Mahkeme 6/7/2018 tarihinde yaptığı duruşmada, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkûmiyetine yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, yüklenen suçun başvurucu tarafından işlendiğinin sabit olmadığından bahisle FETÖ/PDY’ye üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Mahkemenin beraat kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…Cumhuriyet Savcılığından ihraç edilen sanık hakkında bylock ya da terör örgütünün kullandığı bilgisayar ya da telefon programlarına ilişkin bir tespit yapılamaması; sanıktan elde edilen dijital materyallerinde herhangi bir suç unsuruna rastlanmaması; hazırlık aşamasında dinlenen tanıklar Ö.Ş., S.E., B.K., A., E.K., Y.B., A.İ., A., İ.Y., , H.Y., R.T.K. ve G.’nin sanığın FETÖ örgütü ile bağı olmadığına ilişkin beyanlarının olması; tanık H.’nin sanığı iyice tanıdığında FETÖ/PDY yapılanmasına bir mensubiyeti olmadığı, sanığın ‘muhalifliğinin’ karakter olarak yerleşmiş olduğu, kim iktidar ise ona muhalif olacak bir anarşist düşüncesi olduğu, Akademi dönemindeki etkilenme ve muhalif düşünce yapısı nedeniyle sözde bağımsız FETÖ/PDY mensubu HSYK üye adaylarına oy vermiş olabileceğini söylemesine rağmen sanığın 2014 HSYK seçimlerinde blok halde bağımsız adaylara oy verdiği yönünde veya bu yönde bir örgütsel tavrı olduğuna yönelik dosyaya yansıyan delil olmaması, tanık H.’nin sanığın Yargıda Birlik üyelerine oy vermemiş olabileceği şeklindeki tahminini destekler bir delil olmaması; İ.S.N.’nin sanığın da içinde olduğu bazı savcıların UYAP ekranından başsavcı ekranına girmiş olabileceklerini söylemesine rağmen bu yönde UYAP’ta yapılmış bir tespit olmaması ve bunun örgütsel bir amaçla yapıldığına dair dosyaya yansımış bir delil de olmaması, ayrıca bu tanığın sanığın K.Ç. isimli örgüt şüphelisi ile yakın olduğu yönündeki beyanının dinlenen tüm diğer tanıklarca doğrulanmaması; sanığın, halen meslekte olan Bafra Savcısı S.E.’ye Sebo diye hitap ederek onunla yaptığı whatsapp yazışmasında arama kayıtlarının silinmemesi ama whatsapp yazışmasının silinmesi yönündeki konuşmasında herhangi bir suç unsurunun olmaması ve ‘senin FETÖ’cü olmadığını biliyoruz’ şeklindeki yazışma da dikkate alındığında sanığın bu konuşmayı sadece kendisi ile konuşan kişileri korumak kastı ile yapmış olabileceği, başka bir amacının olmadığı şeklindeki savunmasının hayatın olağan akışına uygun olması; bilgisayar içeriğinde bulunan bazı FETÖ fotolarının internet ortamında tıklanarak girilen haber sitelerinden kalma çerez niteliğinde görüntüler olması; tanık S.A.’nın sanığın FETÖ örgütünü kötülediği konuşmalarına şahit olduğunu söylemesi; tanık T.Ş.’nin sanığın sadece eleştirel bir bakış açısına sahip olduğunu ve örgüt üyesi olmadığını düşündüğünü, sanığın HSYK seçimlerinde bağımsız adaylara oy verilmesi gerektiğini ya da onların bir şekilde desteklenmesinin gerektiğine ilişkin olarak bir söylemini de duymadığını söylemesi; tanık A’nın sanığın FETÖ aleyhine beyanlarının olduğunu bildiğini söylemesi; Tanık H.Y.’nin beyanlarında genel olarak sanığın FETÖ bağlantısının olmadığını söylemesi hususları bir bütün halde değerlendirildiğinde, sanığın, dosyaya yansıyan kişisel özellikleri de nazara alındığında, açıklanan tüm bu hususların sanık için sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği, örgüt üyeliğinin kriterlerinin sanık için gerçekleşmediği, tanıkların beyanlarının da genel olarak sanığın lehine yorumlanması gerektiği gözetilerek sanığın sabit görülmeyen örgüt üyeliği suçundan beraatine…. [karar verilmiştir.]” Cumhuriyet savcısı, karara karşı 19/7/2018 tarihinde istinaf talebinde bulunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/66638 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 29/1/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkemece 29/12/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ve bir ay içerisinde temyiz kanun yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Karar 31/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/2/2017 tarihli dilekçesiyle temyiz talebinde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından temyiz talebi 17/10/2017 tarihli karar ile süre aşımından reddedilmiştir. Dairenin karar gerekçesinde; 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi ve 1/6/1990 tarihli ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca 15 günlük temyiz süresi geçtikten sonra yapılan temyiz başvurusunun süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Kararın düzeltilmesi istemi aynı Dairenin 26/4/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 1/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 29/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuruda bulunduktan sonra 10/4/2020 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun murisleri bireysel başvuruyu devam ettirmek istedikleri yolunda bir beyanda bulunmamışlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19772 | Başvuru, temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1983 ile 1994 yılları arasında muhtelif dönemlerde yaşadığı yüksek tansiyon ve sol kolunda güçsüzlük şikâyetiyle Kahramanmaraş Devlet Hastanesinde gördüğü tedavilerden sonuç alamaması üzerine 1994 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince başvurucuya motornöron teşhisi konularak 1994 ile1997 yılları arasında bu hastalığa yönelik tedavi uygulanmıştır. Başvurucu 21/10/1997 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp FakültesiHastanesine müracaat etmiştir. Burada da kendisine motornöron teşhisi konularak bu teşhise yönelik tedavi uygulanmıştır. Başvurucu şikâyetlerinin artarak devam ettiğini belirterek 1999 yılı Temmuz ayında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine müracaat etmiştir. Başvurucuya bu Hastane tarafından da motornöron teşhisi konulmuştur. Başvurucu 2001 yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gitmiş ancak bu Hastane tarafından ileri tetkiklerin yapılamayacağı belirtilerek Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi tarafından başvurucuya polinöropati teşhisi konulmuş ancak Hastaneleri bünyesinde tedavisinin yapılma imkânı bulunmadığı belirtilerek başvurucu, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucu 18/9/2001 tarihinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine yatırılmıştır. Başvurucunun ifadesine göre yapılan tetkiklerden hastalığın tanısının net olarak konulamayacağı belirtilerek başvurucu bu Hastaneden taburcu edilmiştir. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi tarafından düzenlenen 29/7/2002 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucuya polinöropati tanısı konulmuştur. Başvurucunun günlük yaşam aktivitelerinde tam bağımlı olduğu, özür durumuna göre çalışma gücü kaybının %100 olduğu ve tekerlekli sandalye kullanmasının uygun olduğu muhtelif hastaneler tarafından düzenlenen sağlık kurulu raporlarında belirtilmiştir.A. Olayla İlgili Muhtelif Yargısal Süreçler Ankara İdare Mahkemesinin E.2001/1086 Sayılı Dava Dosyası Başvurucu, Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde hastalığına yanlış teşhis konulduğunu vekendisine yanlış tedavi uygulandığını belirterek bu sebeple uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle 8/8/2001 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne karşı dava açmıştır. Söz konusu davada anılan Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca düzenlenen 15/3/2004 tarihli raporda başvurucunun hastalığının motornöron olduğu belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi Adli Tıp Kurumu raporunu hükme esas alarak 20/5/2004tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. İstanbul İdare Mahkemesinin E.2003/1878 Sayılı Dava Dosyası Başvurucu, İstanbul Üniversitesi Hastanesinde hastalığına yanlış teşhis konulduğunu ve kendisine yanlış tedavi uygulandığını belirterek bu sebeple uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle 21/7/2003 tarihinde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 19/11/2003 tarihinde manevi tazminat talebiyle İstanbul İdare mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Dava, anılan Mahkemenin 29/1/2007 tarihli kararıyla süre aşımından reddedilmiştir.B. Başvuruya Dayanak Tazminat Davasına İlişkin Yargısal Süreç Başvurucu, İstanbul Üniversitesi Hastanesinde hastalığına yanlış teşhis konulduğunu vekendisine yanlış tedavi uygulandığını belirterek bu sebeple uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle 1/12/2003 tarihinde ikinci kez İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne başvurmuştur. Başvurunun zımnen reddi üzerine 15/3/2004 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde manevi tazminat talepli tam yargı davası açmıştır. Dava, anılan Mahkemenin 29/1/2007 tarihli kararıyla süre aşımından reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun aynı teşhisle 1999 yılında Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde tedavi gördüğü, yanlış teşhis konulduğu iddiasıyla bu Üniversiteye karşı maddi ve manevi tazminat istemiyle 8/8/2001 tarihinde dava açtığı, dolayısıyla başvurucunun en geç bu tarih itibarıyla yanlış teşhis konulduğunu öğrendiği belirtilmiştir. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde öngörülen bir yıllık süre geçtikten sonra 1/12/2003 tarihinde tazminat ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 15/3/2004 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/9/2011 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 5/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla 20/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur." Aynı Dairenin 11/2/2015 tarihli ve E.2012/8184, 2015/368 sayılı kararı şöyledir:"2577 sayılı Yasa'nın maddesinde,idari eylemlerdenhaklarıihlal edilen ilgililerin, idarieylemi öğrendikleri tarihten itibarenbir yıl ve herhaldeidari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.AnılanYasahükmündeidareyebaşvuru için öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin hangi tarihten itibarenbaşlatılacağı zaman zamanduraksamalara yol açtığından, irdelenmesi gerekmektedir.Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.İdarieylem;idareninişlevisırasındabirhareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisiolmayan,başkabirdeyişleöncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.Söz konusu eylemlerin idariliğivedoğurduğuzararbazeneylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.Buitibarla, 2577 sayılı Yasa'nın maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eyleminidariliğininortaya çıktığıtarihtenitibarenhesaplanmasızorunludur.Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olandava açmahakkınıortadankaldıracağı,hakarama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensipleriningözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarakSözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM; bu sınırlamaların, kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM; dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte, AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın, somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). AİHM; bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM; kuralların, belirliliği ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde vedavaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5 | Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, protesto gösterileri sırasında meydana gelen ölüm olayı temel alınarak açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Suriye'nin Kobani bölgesinde meydana gelen çatışmaları protesto etmek amacıyla 2014 yılının Ekim ayında yurt genelinde (özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde) gösteriler yapılmıştır. Bu gösteriler esnasında farklı siyasi/ideolojik görüşlere (PKK/KCK-HÜDAPAR) mensup kişiler arasında arbedenin/çatışmanın yaşandığı anlaşılmaktadır. Gösteriler bağlamında artan şiddet eylemlerine güvenlik kuvvetleri güç kullanarak müdahale etmiştir. Gösterilerin yapıldığı şehirlerden biri olan Batman'da Valilik 7/10/2014 tarihinde artan şiddet eylemleri ve bozulan asayişi gerekçe göstererek kent genelinde saat 00 itibarıyla sokağa çıkma yasağı ilan etmiştir. Anılan yasak 9/10/2014 tarihinde saat 00 itibarıyla kaldırılmıştır. Başvurucunun 3/5/1989 tarihinde doğan oğlu E., Batman'da vuku bulan gösteriler esnasında (beyana göre) dedesi ile birlikte 7/10/2014 tarihinde dışarı çıkmış ve şehir merkezinde kalabalık arasında bulunduğu sırada ateşli silahla yaralanmıştır. E. anılan tarihte saat 47 sıralarında Batman Bölge Devlet Hastanesine kaldırılmış ise de tedaviye cevap veremeden hayatını kaybetmiştir. Aynı tarihte Batman sathında söz konusu gösterilerde/çatışmalarda yaralanan toplam yirmi dokuz kişi çeşitli hastanelerde tedavi altına alınmıştır. E.nin kesin ölüm nedeninin belirlenmesi adına yapılan otopsi işlemleri olası provokasyonlara karşı önlem amacıyla Malatya Adli Tıp Kurumu bünyesinde gerçekleştirilmiştir. Anılan Kurumun 5/6/2015 tarihli Otopsi Tutanağı'nda "E.nin iki farklı ebatta av tüfeği saçması ile yaralandığı, bu yaralanmaya bağlı kafatası kırığı, kosta ve ekstremite kırıkları ile iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç kanama, beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu vefat ettiği", ayrıntılı raporun daha sonra düzenleneceği ifade edilmiştir. 18/9/2015 tarihli ayrıntılı otopsi raporunun sonuç kısmında da Otopsi Tutanağı'nda yer alan ifadelere koşut ifadeler yer almıştır.A. Ceza Soruşturması Süreci E.nin ölümü ile ilgili olarak ateşli silahla yaralamanın vuku bulduğu gün olayın gerçekleştiği bölgede av tüfeği ile görüntülenen şüpheli Y. hakkında Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2014/14924 sayılı dosya numarası ile soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sürecinde Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, olay yerine, olay yerinden alınan eşyalara, E.nin kıyafetlerine yönelik genetik inceleme yaptırılması, şüphelinin işyerinde arama gerçekleştirilmesi ve şüphelinin iletişim kayıtlarının incelenmesi yönünde kararlar alınmıştır. Soruşturma 29/6/2018 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararla sonuçlandırılmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: " ...07 Ekim 2014 günü gecesi Saat 37 de Hüda-Par Partisi üye/sempatizanları oldukları değerlendirilen şahıslar ile PKK/KCK terör örgütü lehine slogan atan eylemci grup arasında karşılıklı silah kullanıldığı bilgisi alınmıştır. Olay yerine intikal eden ekiplerimize karşı, Bozoğulları Kavşağındaki PKK/KCK terör örgütü lehine slogan atan eylemci grup tarafından yoğun şekilde taşlı, Molotof Kokteylli ve silah kullanıldığı bilgisi alınması üzerine zırhlı araçlardan dışarı çıkılamamış ve silahla yaralanma konusunun yeri ve yaralıların kimlik bilgileri tespit edilememiştir. Daha sonra olayda yaralanan şahısların eylemciler tarafından kendi imkânları ile bölgeden alınarak uzaklaştırıldıkları bilgileri elde edilmiştir. 07 Ekim 2014 günü saat 30-00 arasında PKK/KCK terör örgütü sempatizanlarının Hür Dava Partisi il binasına yönelik taşlı saldırıları sırasında PKK/KCK terör örgütü sempatizanlarının arasında bulunan grup içerinde olduğu değerlendirilen E. ateşli silah yaralanması sonucu, kaldırıldığı Batman Bölge Devlet Hastanesinde yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybettiği sonradan öğrenilmiş, 2014 günü Malatya Adli Tıp Kurumunda yapılan otopsisi sonrası ailesi tarafından İstanbul'da defnedilmiştir......elinde av tüfeği ile göstericilere doğru ateş ettiği tespit edilen ve elinde av tüfeği olan kişinin; Silah Ruhsat Şube Müdürlüğüne 2010 tarih ve 2010/402 defter numarası ve Prenses marka, 13222 seri nolu, yarı otomatik yivsiz av tüfeği ruhsat müracaatı bulunan [ Y.] Diyarbakır ili Silvan ilçesi Feridun nüfusuna kayıtlı ve S. oğlu 1981 doğumlu şahsın müracaat sırasında vermiş olduğu fotoğraf ile olaylarda elinde av tüfekli çekilen fotoğrafların mukayesesinde elinde av tüfeği bulunan, üzerinde koyu kırmızı renkli tişört, gri koyu renkli kumaş pantolon, ayaklarında spor ayakkabılı, saçlarının yan kısmı açık olan erkek şahsın, yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı [Y.] isimli şahıs olduğu tespit edilerek Maktul E.nin öldürülmesi olayı ile ilgili şahıslardan olup olmadığı kapsamında tahkikata başlanılmıştır.... [Y.] nin kullanmış olduğu tespit edilen 5352229110 nolu GSM hattının olayların yaşandığı 2014 - 2014 tarihleri arasındaki HTS kayıtlarının yapılan incelemesinde; Y.nin olayların gerçekleştiği 201[4] günü HTS verileri saat itibariyle dikkate alındığında yaşanan toplumsal olayların başlamasından haberdar olduktan sonra Hür Dava Partisi İl Binasına yakın bölgeden, 24 ile 15 saatleri arasında toplamda, (27) defa baz verisi bulunduğu kayıtlardan anlaşılmıştır.[Y.] nin olayların gerçekleştiği 2014 günü 53 ile 15 saatleri arasındaki HTS verileri dikkate alındığında, 2014 günü saat 00 ile 18:00 saatleri arasında ateşli silah (av tüfeği) yaralanan (9) kişinin yaralandıkları olay yerleri civarı ve Hür Dava Partisi Binasına yakın yerden (12) adet baz verisinin bulunduğu kayıtlardan anlaşılmıştır.[Y.] nin 2014 günü 24 ile 43 saatleri arasındaki HTS verileri dikkate alındığında, toplam (15) adet baz verilerinin, saat 30-47 saatleri arasında ateşli silah (av tüfeği) ile öldürülen E.nin vurulduğu olay bölgesine uzak yerden baz verisinin bulunduğu kayıtlardan anlaşılmıştır.Şüpheli hakkında delil elde edebilmek ve soruşturmanın genişletilmesi amacıyla 5271 Sayılı CMK'nın maddesi uyarınca Hizbullah silahlı terör örgütüne üye olma suçundan iletişimin dinlenmesi, kayda alınması ve denetlenmesi tedbirine başvurulmuş, elde edilen iletişimin dinlenmesi kayıtlarından şüphelinin Hizbullah terör örgütü üyesi olduğuna dair kamu davası açmaya yeterli delil elde edilememiştir.İddia, şüphelinin savunması, iletişimin tespitine dair kayıtlar, baz verileri, olay yeri inceleme raporları, olaya ait görüntüler, bilgi sahibi ve müşteki beyanları, kolluk tutanakları, otopsi raporu, kriminal raporlar, arama ve el koyma tutanakları ve tüm soruşturma evrakı kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, şüpheli [Y.] nin, maktul E.nin öldürülmesi olayı ile ilgili ilintisinin bulunduğuna dair ya da şüphelinin kullandığı silahtan çıkan fişeklerle maktulün öldürüldüğüne dair kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmakla;Açıklanan nedenlerle, şüpheli [Y.] hakkında yukarıda yazılı suçlardan delil yetersizliği nedeniyle ayrı ayrı Cumhuriyet Başsavcılığımızca kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, ..." Başvurucu, takipsizlik kararına karşı itirazda bulunmuştur. Söz konusu itiraz "kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın, gerekçe ve incelenen dosya içeriğine göre hukuka aykırı ve isabetsiz olmadığı" gerekçesine yer verilerek Batman Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 4/10/2018 tarihli kararla reddedilmiştir. Diğer taraftan Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca, E.ye yönelik eylemi gerçekleştiren ve kimliği tespit edilemeyen şüpheli veya şüphelilerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 66/1-b maddesi bağlamında 25 yıllık dava zamanaşımı süresince aranmalarına dair 29/6/2018 tarihli daimî arama kararı verilmiştir. B. İdari Yargıda Görülen Dava Süreçleri Maaş Bağlanması ve İstihdam Sağlanması Talebinin Reddine İlişkin İşleme Karşı Açılan İptal Davası Süreci Başvurucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 'un ek maddesi uyarınca, oğlunun terör eylemleri esnasında ölmesini gerekçe göstererek tarafına aylık bağlanması ve aileden bir kişiye istihdam sağlanması talebiyle 2016 yılında Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuruda bulunmuş ancak talep reddedilmiştir. Ret işlemine karşı açılan dava iptal hükmü ile sonuçlanmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 19/12/2018 tarihli iptal kararının gerekçesinde "başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında terör olayları nedeniyle meydana gelen bir yaralanma/ölüm olayına dayanıp dayanmadığının tespit edilmesi suretiyle değerlendirilmesi gerekirken salt 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmemiş olması nedeniyle reddinde hukuka uyarlık bulunmadığı" ifade edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtları uyarınca iptal hükmü işbu değerlendirmenin yapıldığı tarih itibarıyla istinaf incelemesindedir. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu ve E.nin diğer mirasçıları 28/9/2017 tarihinde İçişleri Bakanlığı nezdinde destekten yoksun kalma nedeniyle maddi (000 TL) ve manevi (000 TL) tazminat talebinde bulunmuştur. Tazminat talebini içeren dilekçede özetle gösteriler sonucu bozulan asayişi yeniden sağlamak için idarenin sunmakla yükümlü olduğu kamu hizmetinin hiç/iyi işlemediği, bu hizmet kusuru sonucunda E.nin yaralandığı ve bu yaralanmaya bağlı olarak öldüğü ifade edilmiştir. Ayrıca vuku bulan ölüm olayında hizmet kusurunun bulunmadığı kabul edilse dahi sosyal risk ilkesi gereğince kusursuz sorumluluk çerçevesinde idarenin sorumlu tutulması gerektiği belirtilmiştir. Bununla beraber dilekçede başvurucu (ve diğer mirasçılar), E.nin ölümüne ilişkin olarak yapılan ceza soruşturmasının gizli olduğunu ve taraflarına soruşturma evrakının verilmediğini vurgulamıştır. Tazminat talebi İçişleri Bakanlığınca Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Komisyon Başkanlığına iletilmiş ve talep 9/10/2017 tarihli işlem ile reddedilmiştir. Başvurucu ret işlemi üzerine idarenin sorumluluğuna (hizmet kusuru ya da sosyal risk) dayalı olarak fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak kaydıyla 200 TL tutarında maddi tazminat davası açmıştır. Dava süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 7/3/2018 tarihli ret kararının ilgili kısmı şöyledir:" ... 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunda da belirtildiği üzere, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının karşılanması gerektiği, somut olayda ise, 2014 tarihinde başlayan ve Kobani eylemleri olarak isimlendirilen protesto gösterilerinde, gösterilerin demokratik tepki sınırlarını ve amacını aşarak terör eylemine dönüştüğü, bu kapsamda sivil halka saldırıldığı, kamu ve özel binalara zarar verildiği, araçların yakıldığı, bir kısım işyerinin yağmalandığı ve böylece iç güvenlik ve kamu düzenini bozucu nitelikte eylemler yapıldığı, dolayısıyla bu eylemler sonucu oluşan zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.Bakılan davada, olayın 2014 tarihinde meydana geldiği ve aynı gün ölümün gerçekleştiği, davacıların 2017 tarihinde idareye başvurduğu bu başvuru tarihine göre yasada belirlenen 60 gün ve 1 yıl sürelerinin geçirildiği tartışmasızdır. Ancak sürenin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren başlatılması gerekir. Nitekim dava konusu ihtilafta, ölüm olayının 2014 tarihinde meydana geldiği tartışmasızdır. Ancak 5233 sayılı Yasada, zararın, terör örgütü mensuplarınca veya terör olayının bastırılması sırasında meydana gelmesi şartı aranmaktadır. Bu sebeple, zarar konusu olayın öğrenilmesi koşulunu, fiilin niteliğinin, yani gerçek mahiyetinin de öğrenilmesi olarak kabul etmek gerekir. Bu bağlamda, davacılar çocuklarının ölüm sebebini ve olayın oluş şeklini Malatya Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nın 2015 tarihli otopsi raporuyla öğrendiği ve ayrıca ölüm olayının 2014 günü Batman İli'nde yaşanan toplumsal olaylardan kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa'nın Ek 1'inci maddesi uyarınca aylık bağlanması ve istihdam hakkında faydalandırılması istemiyle 2016 tarihinde Batman Valiliği'ne başvuruda bulunulduğu hususları göz önüne alındığında, davacılar tarafından, çocuklarının ölüm sebebi ve olayın oluş şekli ile fiilin gerçek mahiyetinin en geç 2016 tarihinde öğrenildiği kabul edilmesi gerekmekte olup, anılan bu tarihten itibaren 60 gün içerisinde zararın tazmini için idareye başvurulması gerekirken, bu süre geçtikten çok sonra 2017 tarihinde yapılan başvurunun Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Komisyon Başkanlığı'nın 2017 tarih ve 242 sayılı işlemi ile reddedilmesi üzerine, destekten yoksun kalma tazminatı istemiyle açılan işbu davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır." Ret kararına yönelik itiraz Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesinin 16/7/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 30/10/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 14/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. " 2577 sayılı Kanun'un maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir" 5233 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar ...” 5233 sayılı Kanun’un "Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması" kenar başlıklı maddesinin ilk cümlesi şöyledir: "Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır."B. Yargı Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2016 tarihli ve E.2015/2933, K.2016/326 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: " ...İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle bireylerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu surette oluşan manevi zararların karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.İdare, Anayasamızın maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği birtakım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir. İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın maddesinde öngörüldüğü üzere, hiç bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi ve manevi zararlarının idari yargı mercilerinin toplumsal risk ilkesi uyarınca tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından, doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış; bu ilkeler Danıştay tarafından yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir. ...5233 sayılı Kanun'un gerekçesinde, 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. ...Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ...İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ... Bu çerçevede ... terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması ... amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.' denilmektedir...." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının konu ile ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan ... nitelikte bir yasadır." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/189, K.2012/7048 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanunun genel gerekçesinde 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ......Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Kanunun maddesinin uygulanması gerekmektedir. ..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34092 | Başvuru, protesto gösterileri sırasında meydana gelen ölüm olayı temel alınarak açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi sonucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kalındığı iddiasının etkili soruşturulmaması nedeniyle insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 6/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 26/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüşünde bildirilen hususlar çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/7/2010 tarihinde İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Asmalımescit mevkiinde sabaha karşı iki polis memuru tarafından darbedildiği iddiasıyla Taksim Polis Merkezine müracaatta bulunarak anılan memurlardan şikâyetçi olduğunu bildirmiştir. Başvurucunun şikâyetçi olduğunu bildirmesi üzerine anılan Polis Merkezinde görevli polis memurları tarafından ifadesine başvurulmaksızın adli muayene raporu alması için ilgili hastaneye yönlendirilmiştir. Başvurucunun Taksim Eğitim Araştırma Hastanesinde muayenesi yapılarak hakkında “genel adli muayene raporu” düzenlenmiştir. 11/7/2010 tarihinde saat 52’de düzenlenen 11972 numaralı raporun ilgili kısımları şöyledir:“Yapılan fizik muayenede yüzde her iki kulak ve ağız mukozasında darba bağlı basit tıbbi müdahale gerektiren izler mevcut olup, kati rapor adli tabiplikçe verilecektir.” Başvurucu 13/7/2010 tarihinde, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatta bulunarak olaya ilişkin şikâyetini yazılı olarak bildirmiş ve 13/7/2010 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesine başvurulmuştur. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde ve ifadesinde özetle Asmalımescit’te bir restoran önündeki masaya oturmuş alkol almakta olan sivil polis memurlarının kendisine yönelik darp, hakaret ve tehdit eylemlerinin olduğunu, bunun üzerine Taksim Polis Merkezindeki görevlilerce verilen bir kâğıtla başvurduğu hastane tabipliğince muayenesinin yapıldığını ifade etmiş; ayrıntılı eşkal bilgilerini verdiği olayın faillerini fotoğraflarından teşhis edebileceğini belirtmiştir. Başvurucu, ifadesinin alınmasını müteakip Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edilmiş ve aynı gün burada düzenlenen raporla yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 14/7/2010 tarihinde Kocamustafapaşa Ceylan Özel Tıp Merkezine tedavi için başvurmuştur. Anılan Sağlık Kuruluşunun 14/7/2010 tarihli raporu şöyledir:“Yukarıda adı yazılı hastanın (s)ol kulak alt kadranda santral post-travmatik perforasyon (s)ağ kulak zarı üstü ön kadranda santral küçük post-travmatikperforasyon tespit edilmiştir. R. Her iki kurak zarına perforasyonları kapatacak dış destek konuldu.” Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığınca 11/8/2010 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne ve Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne (Gayrettepe/İstanbul) müzekkereler yazılarak başvurucuya yönelik eylemleri yaptıkları iddia edilen polis memurlarının teşhis ettirilmesi ve tespit edilen memurların “görev yazılarının” gönderilmesi istenmiştir. 12/8/2010 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Gasp Büro Amirliğinde başvurucuya yaptırılan teşhis işlemine ilişkin aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:“… 11/08/2010 tarih ve 2010/20741 soruşturma numaralı evrakında Müşteki Salih KILIÇ’ın 11/07/2010 günü saat 05:00 sıralarında polis memurlarınca darp edilmesi olayı ile ilgili olarak darp eden [p]olis memurlarının teşhisi amaçlı Müdürlüğümüzde görevli memur ve amirlerin fotoğraflarının gösterilmesi istenmiş;Müştekiye Polnet ortamında müdürlüğümüzde görevli personelin fotoğrafları gösterilmiş, ancak müşteki Salih KILIÇ gösterilen fotoğraflar arasından teşhiste bulunamadığına dair;İş bu [t]eşhis tutanağı tarafımızdan tanzim edilerek altı birlikte imza altına alınmıştır.…” 12/8/2010 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünde başvurucuya yaptırılan teşhis işlemine ilişkin aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:“2010 gün ve Soruşturma No:2010/20741 sayılı yazı ile 2010 günü kendisine hakaret ve yaralama eyleminde bulunan personelin teşhisi için şikayetçi … Salih KILIÇ’a 2010 günü saat: 00’da Müdürlüğümüz Personel Büro Amirliğinde Müdürlüğümüz kadrosunda görevli tüm personelin fotoğrafları bilgisayar ortamında gösterilerek teşhiste bulunması istenmiş;Adı geçen şahıs, kendisine karşı şikayetine konu eylemi gerçekleştirdiğini iddia ettiği herhangi bir personeli teşhis edememiştir.…” Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosunca Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılan 31/8/2010 tarihli ve 2010/20741 sayılı “daimi arama” yazısı şöyledir:“Bugüne kadar şüpheliler… yakalanamadığı gibi kimlikleri de tespit edilemediğinden müzekkeremizin zamanaşımına kadar iade edilmeyerek;1- Olayın üzerinde önemle durularak, suç fail veya faillerinin aşağıda gösterilen zamanaşımına kadar sürekli ve aralıksız aranmasına devam edilip suç kanıtlarıyla birlikte yakalanmalarının temini,2- Tekidi gerektirmeksizin zamanaşımına kadar 3 ayda bir yapılan tahkikattan bilgi verilmesi,3- … [Ş]üphelilerin yakalandıklarında müsnet suçla ilgili savunmalarının alınması, nüfus kayıtlarının eklenerek … hazır edilmeleri,4- Bu müzekkeremizin şüpheli yakalandığında veya zamanaşımı dolduğu tarihte iade edilmesi rica olunur.” Başvurucu 21/10/2010 tarihli dilekçe ile Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden başvurarak Emniyette kendisine “eski” polis memurlarının fotoğraflarının gösterildiğini oysa kendisine kötü muamelede bulunan polis memurlarının “yeni” olduklarını bildirmiştir. Başvurucunun bu iddiaları üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/11/2010 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne müzekkereler yazılarak olay günü Taksim-İstiklal Caddesi ile Asmalımescit civarı ve sokaklarında görevli olan tüm amir ve polis memurlarının görev yazıları ile birer fotoğraflarının temin edilerek gönderilmesi istenmiştir. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına 10/11/2010 tarihli yeni bir dilekçe sunmuştur. Bu dilekçesinde başvurucu, önceki beyanlarını tekrar ederek kendisini darbeden polislerin Taksim Polis Merkezinde görev yaptıklarını, onları seyyar satıcılık yaptığı dönemden bildiğini belirtmiş ve teşhis için anılan Polis Merkezinde görev yapan polislerin fotoğraflarının kendisine gösterilmesini talep etmiştir. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü Taksim Polis Merkezi Amirliğinin 22/11/2010 tarihli yazısı ile soruşturmaya konu olaya ilişkin belirtilen tarih ve saatte ek herhangi bir görevlendirme olmadığı bildirilmiş, 11/7/2010 tarihinde saat 00 sularında görevli polis memurlarının listesinin onaylı sureti Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu 30/11/2010 tarihinde Beyoğlu Kaymakamlığına dilekçe ile başvuruda bulunarak “güven timi” polislerinden şikâyetçi olduğunu ve Cumhuriyet savcısına ifade verdiğini beyan ederek iddia ettiği darp olayı nedeniyle gerekli işlemlerin yapılmasını talep etmiştir. Kaymakam, aynı tarihli derkenar yazısı ile başvurucunun şikâyet dilekçesini Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne havale etmiştir. Başvurucunun anılan dilekçesinin ilgili kısımları (yazım hataları düzeltilmiş hâliyle) şöyledir:“… Ben Güventim polislerinden şikâyetçiyim. Beyoğlu Asmalımescit’te beni darp ettiler. … Savcılığa ifade … verdim. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.” Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce Asayiş Şube Müdürlüğü B Bölgesi Güven Timleri Amirliğine yazılan 1/12/2010 tarihli ve 2010-1115 sayılı yazı ile başvurucunun 30/11/2010 tarihli dilekçesindeki iddiaları hakkında gerekli araştırmanın yapılarak 1/11/1984 tarihli ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun’un maddesi gereğince en geç 28/12/2010 tarihine kadar başvuru sahibine ve Beyoğlu Kaymakamlığına gönderilmek üzere Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne bilgi verilmesi istenmiştir. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce Beyoğlu Kaymakamlığına hitaben yazılan 30/12/2010 tarihli ve 2010-1115 sayılı yazı ile başvurucunun 30/11/2010 tarihli dilekçesine istinaden yapılan işlemler hakkında bilgi verilmiştir. Anılan yazının ilgili kısımları şöyledir:“... [B]ahse konu dilekçe 2010 tarih ve 2010/1115 sayılı yazımız ile Asayiş Şube Müdürlüğü B Bölgesi Güven Timleri Amirliğine intikal ettirilmiş ve B Bölgesi Güven Timleri Amirliği konu ile ilgili olarak;Kayıtlarının tetkikinde Salih KILIÇ isimli şahsa herhangi bir adli işlem yapılmadığı, POL-NET, İSTAP kayıtları incelendiğinde adı geçen şahıs hakkında herhangi bir kaydın mevcut olmadığının tespit edildiği, ayrıca dilekçe sahibi ile görüşülerek fotoğraf teşhisi için olay günü ve saatini, tam olarak olay yerini ve hangi birim tarafından işlem yapıldığının tespitini belirten bir dilekçe ile adli işlem için Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatı ile polis memurlarının fotoğraf teşhisi yaptırılabileceğinin şahsa bildirildiği belirtilmiştir.…” İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 13/12/2010 tarihli ve 192674 sayılı yazısı ile Güven Timleri B Bölge Amirliğinde görevli personelin fotoğrafları CD ortamında Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca 5/1/2011 tarihinde başvurucunun şikâyetçi sıfatıyla yeniden ifadesine başvurulmuş ve polis memuru olan altı farklı kişinin fotoğrafları bilgisayar ortamında başvurucuya gösterilmiştir. Anılan ifade tutanağının ilgili kısımları şöyledir:“... CD bilgisayar ortamından kontrol edildiğinde 6 adet polis memurunun fotoğrafı bulunduğu ... müştekiye soruldu:Polis [m]emurları ve fotoğrafı gönderilen amir bana yönelik olarak eylemde bulunan polis memurları değillerdir. [A]ncak ben idari yönden soruşturma yapılması amacıyla Beyoğlu Kaymakamlığına şikayet dilekçesi vermiştim. [B]ahse konu şikayet dilekçesi üzerine beni Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğüne gönderdiler. Ben orada iki kişiyi teşhis ettim. [D]aha önce yine ben teşhis için gitmiştim ancak kimseyi teşhis edememiştim. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğüne de teşhise gittim. [O]rada kimseyi teşhis edememiştim dedi. ...” Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca Beyoğlu Kaymakamlığına yazılan 7/1/2011 tarihli yazı ile başvurucunun polis memurları tarafından 11/7/2010 tarihinde darbedildiği iddiasını içeren bir başvurusunun olup olmadığı, var ise şüpheli polis memurları hakkında idari ya da disiplin yönünden soruşturma yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise ilgili evrakın birer örneğinin gönderilmesi istenmiştir. Beyoğlu Kaymakamlığının 15/2/2011 tarihli cevap yazısı ile söz konusu olayla ilgili idari bir soruşturma bulunmadığı bildirilmiş ve ilgili belgeler yazı ekinde gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 31/8/2010 tarihli “daimi arama” yazısı ile aynı içeriğe sahip 28/2/2011 tarihli ikinci “daimi arama” yazısı, ilgili kolluk birimine yeniden yazılmıştır. Başvurucu 7/6/2011 tarihinde Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına vekili marifetiyle yeniden dilekçe vererek Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünde 12/8/2010 tarihinde yapılan teşhis işleminin ve tutulan fotoğraf teşhis tutanağının usule aykırı olduğunu, gerçeği yansıtmadığını, anılan işlemin yeniden yapılması gerektiğini beyan etmiştir. 8/6/2011 tarihinde başvurucu, Cumhuriyet Savcılığında tekrar ifade vermiştir. Başvurucu bu ifadesinde, ilk dilekçesinde olayın faillerinin Taksim Polis Merkezinde görev yaptığını sehven söylediğini ancak daha sonra anılan Merkezde sivil polis çalışmadığını ve anılan faillerin Asayiş Şube Müdürlüğü Güven Timlerine bağlı polis memurları olduğunu öğrendiğini, Kaymakamlığa verdiği dilekçe sonrasında kendisine teşhis yaptırılmadığını ve şikâyetinin devam ettiğini beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 19/6/2011 tarihli yazısı ile 31/8/2010 tarihli “daimi arama” yazısı aynı kolluk birimine yeniden yazılmıştır. Başvurucu (Beyoğlu Adliyesinin kapatılması nedeniyle soruşturma dosyasının devredildiği) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 15/6/2012 havale tarihli dilekçe ile başvuruda bulunarak fotoğraflarından teşhis ettiği şüpheliler hakkında kovuşturma başlatılmasını talep etmiştir. Anılan dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:“Şikayete konu şüphelilerin Gayrettepe (A)sayiş (Ş)ube (M)üdürlüğünde fotoğraflarından teşhis etmiş bulunmaktayım.Yine şüphelilerden birisini Sirkeci'de resmi olarak görev başında iken... gördüm.Şikayete konu suçu işleyen ve mağduriyetime neden olan şüphelilerin bir an evvel yakalanmasını ve cezalandırılmasını istiyorum.Emniyette fotoğraflarından teşhis ettiğim şüphelilerin kimlik bilgilerinin tespitini de talep etmekteyim....” Başvurucu 27/6/2012 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) mektupla başvuruda bulunarak sorumlular hakkında yasal işlem yapılmasını talep etmiştir. Başvuru yazısının ilgili kısımları şöyledir:“... Güven timleri tarafından gördüğüm işkence neticesinde bu zamana kadar yaptığım tü(m) yasal başvurularımdan sonuç alamadım ve mağdur edildim.Beni darp eden işkence yap...an kişiler belli olmasına rağmen haklarında gerekli yasal işlem bir türlü yapılmamakta mağduriyetim her geçen gün daha da artmaktadır.Tüm bu durumlar karşısında mağduriyetimin önlenmesi ve sorumlul(a)r hakkında yasal işlem yapılmasının sağlanması amacı ile dilekçemi sunuyorum....” Başvurucunun BİMER’e yaptığı müracaat 28/6/2012 tarihinde Adalet Bakanlığı aracılığıyla ilgisi nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Bilgi Edinme Bürosunun 2/7/2012 tarihli ve 2012/429 sayılı yazısı ile başvurucuya, konu hakkındaki müracaatını soruşturma dosyasının uhdesinde bulunduğu Cumhuriyet savcılarına iletmesinin uygun olacağı bildirilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Faili Meçhul Suçlar Bürosunca Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılan 16/5/2013 tarihli ve 2010/83050 sayılı yazı ile faillerin araştırılması talimatı verilmiştir. Yazının ilgili kısımları şöyledir:“İLGİ : 19/06/2011 tarih ve 2010/20741 sayılı kapanan Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı.İlgi sayılı FAİLİ MEÇHUL soruşturma evrakı ile ilgili olarak FİRARİ ... (şüphelilerin) DAVA ZAMANAŞIMI OLAN 11/07/2018 tarihine kadar önemle araştırılıp; yakalanmalarının ve haklarındaki soruşturma evrakı ile birlikte Savcılığımıza gönderilmelerinin temini ile;Yapılan soruşturma ile ilgili olarak TEKİDE ve İLGİLİLER HAKKINDA SORUŞTURMAYA mahal verilmeksizin; YILDA BİR KEZ SAVCILIĞIMIZA BİLGİ VERİLMESİ; Önemle rica olunur.” Başvurucu 16/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünün 5/3/2015 tarihli yazısı ekinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:“… 2011 tarih ve 2010/20741 soruşturma … sayılı yazısı gereği faili meçhul şahıs ve şahısların idaremiz dahilinde barınması ve bulunması muhtemel olan yerler önemle aranmış ise de bahse konu şahıs ve şahısların tespiti ve temini mümkün olamamış …” Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/6/2015 tarihli yazı ile başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına davet edilmiştir. Anılan yazının tebliği üzerine başvurucu 23/7/2015 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş ve aynı tarihte şikâyetçi sıfatıyla yeniden ifadesine başvurulmuştur. Başvurucunun alınan ifadesine ilişkin tutanağın ilgili kısımları şöyledir:“Ben 13/07/2010 tarihinde vermiş olduğum şikayet dilekçemi 13/07/2010, 05/01/2011 tarihli, 08/06/2011 tarihli Savcılık ifadelerini aynen tekrar ederim. Dilekçede ifadelerimde belirttiğim gibi 11/07/2010 günü saat 00 sıralarında İstanbul Beyoğlu İstiklal [C]addesi’nde Asmalımescit’te içkili restoran… önünde çiğ köfte satmaktaydım. Restoran… önündeki masada oturarak içki içmekte olan, 2 sivil giyimli şahıs ve restoran… personeli olan 4-5 kişi vardı. Bu iki sivil giyimli içk[i] içen şahıstan biri beni yanına çağırdı ve bu şahıs elini boynuma sararak 20-30 metre kadar aşağıya götürdü. Bu şahıs bana ‘İnşaat duvarına işerken kamerada gördüm seni’ diyerek tokat attı. Ben de kendisine ‘Sen kimsin beni dövüyo[r]sun’ dedim. Daha sonra diğer şahıs [da] geldi her ikisi de tekme tokat beni dövdüler. Her iki şahıs [da] bana ‘Senin kafana silah sıkar, sinkaf ederim’ diyerek hakaret ve tehditte bulundular. Ben bu şahıslar hakkında şikayetçi olmak için Taksim Polis Merkezi’ne gittim. Olayı anlattım. Bana bir kağıt verdiler … hastaneye gönderdiler. Hastaneden raporumu aldım. Tekrar Polis [M]erkezine geldim … Beyoğlu Başsavcılığına gitmemi söylediler. Ben de 13/07/2010 günü dilekçeyle Beyoğlu Başsavcılığına başvurdum. Beni döven bu iki sivil giyimli şahıs… İstanbul Emniyet Müdürlüğü güven timlerinde görevli polis memurlarıdır. Ben bu iki polis memurunun resimlerini Beyoğlu Kaymakamlığına şikayetim üzerine Taksim Polis Merkezinde görevli M… Başkomiser tarafından gönderildiğim, İstanbul Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğünde bilgisayar üzerinde görerek teşhis etmiştim. Bilgisayar resimleri bana Gayrettepe’de görevli polis memuru E… göstermişti. Ancak bana isimlerini söylemedi. Savcılıktan kağıt olmadan isimleri veremeyeceğini belirtti. Ben de Cumhuriyet Savcısı A… Ş…’ın yanına geldim. Durumu söyledim. Bana CD isteyeceğini daha sonra teşhis yaptıracağını söyledi. Beni döven hakaret ve tehditte bulunan bu polis memurlarından davacı ve şikayetçiyim. Görsem kendilerini teşhis edebilirim. [B]en ayrıca bu konuda 24/05/2012 tarihli (15/06/2012 … havale tarihli) vermiş olduğum dilekçemde de Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğünde fotoğraflardan teşhiste bulunduğum… şüphelilerden birini Sirkeci'de görevi başında gördüğümü belirtmiştim. 24/05/2012 tarihinde dilekçe verdiğim günden bir kaç gün öncesi Sirkeci Polis Merkezi’nde beni gören polis memurunu resmi polis kıyafetiyle Karakola girerken gördüm. Bu hususların araştırılmasını istiyorum …” Cumhuriyet Başsavcılığı Genel Soruşturma Bürosunca Kocamustafapaşa Ceylan Tıp Merkezine yazılan ve ekinde başvurucuya ait raporlar bulunan 25/11/2015 tarihli yazı ile başvurucuya ait tedavi evrakının gönderilmesi istenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı Genel Soruşturma Bürosunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığına yazılan 25/11/2015 tarihli yazı ile İstanbul Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğünde 10/7/2010-11/7/2010 tarihlerinde görev yapan polis memurlarının açık kimlik bilgileri ve fotoğraflarının, ayrıca Sirkeci Polis Merkezinde 20/5/2012 ile 24/5/2012 tarihleri arasında görev yapan polis memurlarının açık kimlik bilgileri ile fotoğraflarının gönderilmesi istenmiştir. B. İlgili Hukuk Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İhbar ve şikâyet” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.… (4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.…” 5271 sayılı Kanun’un “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen geçici maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü zaman yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve (8) No.lu Genelge’nin ilgili kısımları şöyledir:“…2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,…” Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 20/2/2015 tarihli ve 158 sayılı Genelgesi’nin ilgili kısımları şöyledir:“…2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,…” Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1984 tarihli ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilen ve onaylanmasına dair 3441 sayılı Kanun, 29/4/1988 tarihli ve 19799 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Alçaltıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin maddesi şöyledir:“Her Taraf Devlet, yetkisi altındaki ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini sağlayacaktır.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin maddesi şöyledir:“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.” İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin maddesi şöyledir:“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır. 6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı; 6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5330 | Başvuru, kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kalındığı iddiasının etkili soruşturulmaması nedeniyle insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kayyıma devredilen şirketlerin hisse devir işlemlerinin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 11/12/2019 ve 3/7/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. 2020/20550 numaralı başvuru eldeki başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Akfel Commodities Turkey Holding Anonim Şirketinin (Akfel Holding/Şirket) hissedarıdır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılığın talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 1/12/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması ile (FETÖ/PDY) irtibatı ve örgüte finansal desteği bulunduğuna dair tespitler nedeniyle Akfel Holdinge ve bağlı şirketlerine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) kayyım olarak atanmasına karar vermiştir. Kararda, 6758 sayılı Kanun ile kabul edilen 15/8/2016 tarihli ve 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (674 sayılı KHK) maddesinin ikinci fıkrası ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi dayanak gösterilmiştir. Kararın gerekçesinde Mali Suçları Araştırma Kurulunca (MASAK) hazırlanan 29/11/2016 tarihli inceleme raporuna atıfta bulunularak Akfel Holdingin %74 hissesinin şüpheli F.B.ya, %78 hissesinin şüpheli A.B.ya ait olduğu, diğer 3 hissenin de %49 oranında diğer aile fertlerine ait olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca Şirket tarafından para havalesi yapılan gerçek ve/veya tüzel kişilerin büyük çoğunluğunun FETÖ/PDY'ye üye olma ve terörizmin finansmanı suçlarından haklarında soruşturma yapılan kişiler oldukları vurgulanmıştır. Bununla birlikte Gelir İdaresi Başkanlığı kayıtlarına göre Şirketin mal veya hizmet alımlarına ilişkin verdiği Form Ba bildirimlerinde bazı şirketlerin yer almadığı dolayısıyla paraların hangi amaçla gönderildiğinin tespit edilemediği ifade edilmiştir. Ayrıca Şirketin hesaplarından FETÖ/PDY ile iltisak veya irtibatları tespit edilerek kapatılan bazı kurumlara havale işlemleri yapıldığının tespit edildiği izah edilmiştir. F.B. hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Söz konusu soruşturma ve kovuşturmada başvurucular taraf değildir. Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2020/57135 soruşturma numaralı başka bir dosyada, Merve Baltacı Shimmel dışındaki başvurucular hakkında da FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan başlatılan soruşturmanın 17/3/2023 tarihinde takipsizlikle sonuçlandığı anlaşılmaktadır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 11/2/2019 tarihli kararıyla; Akfel Holding ile Akfel Grubu Baltacı Ailesi ve Akfel Holding ile Akfel Grubu şirketleri tarafından, Akfel Holding ve Akfel Grubu şirketlerinin hisselerine ilişkin yapılmış olan devir ve temlik işlemlerinin muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılması ve söz konusu devirlerin ticaret sicilinden resen terkin edilmesine karar verilmiştir. Kararda 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesi ile 25/7/2018 tarihli 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un geçici maddesinin üçüncü fıkrası dayanak gösterilmiştir. Karardaözellikle Baltacı Ailesi, Akfel Holding ve Akfel Grubu şirketleri ile ilgili soruşturmanın başladığı 21/5/2014 tarihinden yasal düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihe ve/veya TMSF'nin kayyım olarak atandığı tarihe kadar anılan şirketlerin hisselerine ilişkin yapılmış olan devir ve temlik işlerinin muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılmasına ve söz konusu devirlerin ticaret sicilinden resen terkin edilmesine karar verildiği belirtilmiştir. Bu kararın infaz işlemlerini yapacak olan kamu kurumlarında tereddütlerinin giderilmesine yönelik olarak 11/2/2019 tarihli kararda tespiti yapılan dönemi kapsayan tüm hisse devirlerinin belirtilmesi ve bu şekilde ilgili kurumlara bildirilmesi Başsavcılıkça talep edilmiştir. Bunun üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, 4/3/2019 tarihli kararda aynı gerekçeye dayanılarak ayrıca tespit edilen hisse devirleri tek tek belirtilerek, belirtilen hisse devirlerinin ticaret sicilinden resen terkin edilmesine karar vermiştir. Başvurucuların 4/3/2019 tarihli karara yaptıkları itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 24/5/2019 tarihinde itirazı yerinde görmeyerek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucuların benzer itirazları Mahkeme tarafından da 29/6/2020 tarihli duruşmada incelenerek söz konusu taleplerin hükümle birlikte değerlendirilebileceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai kararlar, başvurucular vekili tarafından 24/11/2019 ve 29/6/2020 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucular vekili 11/12/2019 ve 3/7/2020 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 674 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve olağanüstü halin devamı süresince terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca şirketlere ve bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi uyarınca varlıklara kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu atanır." Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla iptal edilen 7086 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılır ve ticaret sicilinden resen terkin edilir." 7145 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten Fonun kayyım olarak atandığı tarihe kadar şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılır ve ticaret sicilinden resen terkin edilir." 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1)Suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkeme, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabilir. Atama kararında, yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim organının yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık payları veya menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiği açıkça belirtilir. Kayyım tayinine ilişkin karar, ticaret sicili gazetesinde ve diğer uygun vasıtalarla ilan olunur. (2) Hâkim veya mahkemenin kayyım hakkında takdir etmiş bulunduğu ücret, şirket bütçesinden karşılanır. Ancak, soruşturma veya kovuşturma konusu suçtan dolayı kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararının verilmesi halinde; ücret olarak şirket bütçesinden ödenen paranın tamamı, kanunî faiziyle birlikte Devlet Hazinesinden karşılanır.(3) İlgililer, atanan kayyımın işlemlerine karşı, görevli mahkemeye 2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurabilirler. Anayasa Mahkemesi 7086 sayılı Kanun'un maddesinin iptali istemini incelemiş ve 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla anılan maddeyi iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kuralda, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe kadarki süreçte yapılan devir ve temliklerin muvazaalı kabul edilerek iptal edileceği hükme bağlanmıştır.... Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile kuralın yürürlüğe girdiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de sınırlandırılmaktadır. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 8/3/2018 tarihine kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale ederek bu işlemlerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir. Bu çerçevede kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde yapılan tespit, kuralların olağanüstü dönemde Anayasa’ya aykırı olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirmeyi kapsamamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir...." Anayasa Mahkemesi 7145 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (3) numaralı fıkrasının iptali istemini incelemiş ve 30/6/2022 tarihli ve E.2018/137, K.2022/86 sayılı kararıyla anılan maddenin iptali istemini reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Şirket ortaklık pay ve haklarının mülkiyet hakkı kapsamında olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Öte yandan Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasında 'Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.' denilmek suretiyle sözleşme özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Sözleşme özgürlüğü devletin kişilerin istedikleri hukuki sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin belli hukuki sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak tanıması, onların iradelerinin yöneldiği hukuki sonuçların doğacağını ilke olarak benimsemesi ve koruması anlamına gelmektedir. Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle düzenlemekte serbesttir. Sözleşme özgürlüğü, sözleşme yapma serbestisinin yanı sıra yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içerir. Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereğince kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile TMSF’nin kayyım olarak atandığı tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğüne de sınırlama getirilmektedir. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelme şüphesi bulunan şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerin finanse edilmesinde kullanılmasını engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten TMSF’nin kayyım olarak atandığı tarihe kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural belirli bir dönemde yapılan ve o dönemde hukuken varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere yönelik müdahale öngörmektedir. Kural kapsamında işlemin yapıldığı dönem şartları (ceza soruşturmasının başlaması) muvazaanın varlığının ortaya konulmasında yeterli bir olgu olarak görülmüş ise de kuralda kişilerin somut olay koşullarında devir işleminin geçerli hukuki nedenlere dayandığını ispat etmesini engelleyen herhangi bir durum öngörülmemiştir. Dolayısıyla kuralda kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin muvazaanın olgusal temelini oluşturan gerçek iradeye aykırı işlem tesis edildiğinin aksini iddia ve ispat etme imkânlarının olmadığı söylenemez. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîliği önleyecek yasal güvencelerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine göre kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralla mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne getirilen sınırlamanın ölçülü olmadığı söylenemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir." Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının iptali istemini incelemiş ve 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla anılan fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dava konusu kurallar ile 7086 sayılı Kanun’un maddesi benzer niteliktedir. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla söz konusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmedilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde kural kapsamındaki devir ve temliklerin (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle getirildiği, başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığı, bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği; hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralın, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K. 2021/45, 24/6/2021, §§ 369-376) . Dava konusu kurallar açısından söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından 7086 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde belirtilen gerekçeler bu kurallar yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42843 | Başvuru, kayyıma devredilen şirketlerin hisse devir işlemlerinin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, meslekten ayırma işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen ceza yargılamasına konu suçun dikkate alınması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde astsubay olarak görev yapmaktadır. 2007 ile 2012 yılları arasında yedi farklı disiplin suçu nedeniyle 13 gün göz hapsi ve iki uyarı cezası alan başvurucu, astından borç para almak suçu nedeniyle Çıkarma Filosu Komutanlığı Disiplin Mahkemesinin 10/10/2006 tarihli kararı uyarınca 20 gün oda hapsi cezası ile cezalandırılmıştır. Asta müessir fiil suçu isnadıyla hakkında ceza davası açılan başvurucu Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 20/5/2008 tarihli kararıyla iki ayrı kez 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmış ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Banka kartını kötüye kullanmak ve memuriyet görevini kötüye kullanmak suçlarından da hakkında ceza davası açılan başvurucunun Güney Deniz Saha Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 12/4/2011 tarihli kararıyla iki ayrı suçtan hapis cezası ile cezalandırılmasına ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmasına hükmedilmiş ise de bu yargılama sonucunda da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Söz konusu kararlar (bkz.§§ 7, 8 ) kesinleşmiştir. Bu sürecin ardından başvurucu hakkında disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle meslekten ayrılması yönünde komutanı tarafından getirilen öneri uygun görülerek 14/2/2014 tarihli Genel Kurmay Başkanlığı oluru ve Milli Savunma Bakanlığı işlemi ile başvurucu Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılmıştır. Başvurucu, ayırma işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 3/12/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde öncelikle dava konusu işlemin yetki ve şekil unsurları yönünden hukuka uygun olduğunu belirlemiştir. Kamu hizmetinin iyi bir şekilde sunulabilmesi adına gerekli tedbirleri almak ve kendisinden verim alınamayacak olan personeli ayırma hususunda idarenin görevli ve yetkili olduğunu ifade eden Mahkeme idarenin bu yolu işletirken dikkatli olması ve yetkisini kamu yararına uygun kullanması gerektiğini vurgulamıştır. Mahkeme, alınan disiplin cezaları ve ceza yargılamasına konu olan suçların mahiyeti dikkate alındığında başvurucunun hizmetin gerektirdiği tavırları ve güveni sağlamaktan uzak olduğu yönündeki idarece yapılan tespitin temelsiz olmadığını ifade etmiştir. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucunun meslekten ayrılmasına yönelik işlemin kamu yararı ile kişisel yarar arasındaki dengenin gözetilmesi, ölçülü ve nesnel takdir yetkisine dayanılmasısuretiyle tesis edildiği sonucuna vararak işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı yönündeki gerekçesini oluşturmuştur. Başvurucu ret hükmünü 5/12/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 23/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin (b) bendinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan hali şöyledir: "Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma: Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır." 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliğinin "Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle ayırma usulleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Silahlı Kuvvetlerde kalmaları, son rütbelerine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyen astsubaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır: a) Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,b)Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,c) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara veya borçlanmaya düşkün olması, d) Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması, e) Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar. " | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1433 | Başvuru, meslekten ayırma işleminin iptali istemiyle açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen ceza yargılamasına konu suçun dikkate alınması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olarak bulunduğu cezaevinde yaptığı açlık grevi nedeniyle başvurucuya disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü; İnfaz Hâkimliğinde, Kürtçe savunma yapma talebinin reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde Silivri Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 17/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde, kamuoyunda “KCK soruşturması” olarak bilinen terör örgütü soruşturması kapsamında Silivri 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 7/11/2012 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu idaresine verdiği dilekçe ile süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladığını bildirmiştir. Dilekçenin içeriği şöyledir:“Türkiye’deki birçok cezaevinde bulunan tutuklu/hükümlü bilenen gerekçelerle açlık grevi yapmaktadır. Binlerce kişinin katılımı ile devam eden açıklı grevine kayıtsız kalmam mümkün değildir. Bu nedenle ben de açlık grevine giren binlerce tutuklu/hükümlünün talebini desteklemek amacıyla bugünden itibaren süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başlıyorum.” Başvurucu 14 gün açlık grevinde kalmıştır. Başvurucu “Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için diyalog ortamının sağlanması ve müzakerelerin Abdullah Öcalan ile yapılması” amacıyla açlık grevine katıldığını belirtmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı başvurucu hakkında açlık grevi yapması nedeniyle disiplin soruşturması başlatmıştır. Disiplin Kurulu Başkanlığı, 13/11/2012 tarihli kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'unun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi gereğince başvurucunun “1 Ay Bazı Etkinliklere Katılmaktan Alıkoyma Cezası” ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Disiplin soruşturmasında başvurucu yazılı veya sözlü savunma yapmamıştır. Başvurucu, anılan karara karşı Silivri İnfaz Hâkimliğine itiraz etmiştir. İnfaz Hâkimliğinde 25/1/2013 tarihli duruşmaya başvurucu avukatı olmadan katılmıştır. Başvurucuya hakları hatırlatıldıktan sonra hakkında verilen disiplin cezasına ilişkin olarak diyecekleri sorulmuştur. Bu soruya başvurucu Kürtçe cevap vermiştir. Bunun üzerine İnfaz Hâkimliği başvurucuya dilekçesinde Türkçe yazılı beyanlarda bulunduğunu hatırlatmış ve Türkçe yazılan itiraz dilekçesini tekrar okumuştur. Daha sonra İnfaz Hâkimliği 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasını hatırlatarak başvurucuya tekrar diyeceklerini sormuştur. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğine “Ben Kürdüm. Bu nedenle Kürtçe savunma yapmak istiyorum. Bu nedenle huzurunuzda Türkçe olarak beyanda bulunmayacağım” şeklinde Türkçe beyanda bulunmuştur. Silivri İnfaz Hâkimliği, 25/1/2013 tarihli ve E.2012/3712, K.2013/184 sayılı kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…İtiraz eden Mehmet AYATA itiraz ve savunmasının alınması amacı ile Hakimliğimizde hazır edilmiş,itiraz eden tutuklu Türkçe olarak savunma yapmayacağını, Kürtçe savunma yapmak istediğini beyan etmiş, hakimliğimizce tutuklunun başka bir dilde savunma talebi CMK 202/1 maddesi gereğince red edilmiş, tutuklu buna rağmen Türkçe savunma yapmak istemediğini belirtmiştir.…İtiraz edenin 03/12/2012 tarihli yazılı itiraz dilekçesi ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, her ne kadar tutuklu ceza verme kararına itiraz etmiş ise de, suç tarihinden itibaren yasal süresi içerisinde soruşturmanın başlatılmış olup yasal süresi içerisinde bitirildiği, tutuklunun eylemini gerçekleştirme şekli, eyleminin sübutuna ilişkin kabulde, cezanın uygulanış şekli ve kullanılmasında bir isabetsizlik bulunmadığından tutuklunun İTİRAZININ REDDİNE karar vermek gerekmiş(tir).” Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin kararına yaptığı itiraz, Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin 8/2/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar, 5/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:“(1) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar süreyle kurumun kültürel ve spor etkinliklerine katılmaktan yoksun bırakılmasıdır. (2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…g) Açlık grevi yapmak.” 5271 sayılı Kanun'un "Tercüman bulundurulacak hâller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır. (3) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.(4) (Ek fıkra: 24/1/2013-6411 S.K./ mad)Ayrıca sanık;a) İddianamenin okunması,b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.(5) (Ek fıkra: 24/1/2013-6411 S.K./ mad) Tercümanlar, il adlî yargı adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan kişiler arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler yalnız bulundukları il bakımından oluşturulmuş listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş listelerden de tercüman seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2920 | Başvuru, tutuklu olarak bulunduğu cezaevinde yaptığı açlık grevi nedeniyle başvurucuya disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü; İnfaz Hâkimliğinde, Kürtçe savunma yapma talebinin reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 30/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/17740, 2018/17748, 2018/17881, 2018/17888 numaralı başvuru dosyalarının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/17738 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/17738 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Başkale Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) muhtelif tarihlerde hizmet akdine dayalı olarak çalışmıştır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine ayrı ayrı dava açmıştır. Başkale Asliye Hukuk Mahkemesi, iş mahkemesi sıfatıyla yapmış olduğu yargılama sonunda 17/7/2017 tarihli kararlarla başvurucuların davalarının kabulüne karar vermiştir. Kararlarında, başvurucuların Vakfa bağlı olarak muhtelif tarihlerde çalışmış olduğu, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödemesi yapılacağı açıklanmıştır. Davalı Vakıf, istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesinin 13/12/2017 kararlarıyla, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı belirtilerek ilk derece mahkemesi kararları ortadan kaldırılmış ve davalar reddedilmiştir. Başvurucular temyiz yoluna başvurmuştur. Başvurucuların temyiz talepleri Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Başvurucular 30/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17738 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/12/2011 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/4/2019 tarihinde kararı onamış, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 17/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22123 | Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 2/11/2009 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan tespit davasında İlk Derece Mahkemesinin 27/10/2011 tarihli hükmü ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yargılamaya devam edilmiş 16/7/2013 tarihli karar ile dava kısmen kabul edilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/1/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10444 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu açmış olduğu idari davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, yapılan yargılamanın adil olmadığını, yargılamaya konu idari işlem ve yargı kararlarının emsal içtihatlar nazara alınmaksızın tesis edildiğini, bu nedenle Anayasa’nın , , , , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 24/1/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 24/10/2013 tarihli yazısı 7/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 20/11/2013 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2003/207 sayılı dosyasında bilirkişi olarak görev almıştır. Başvurucu hakkında, aynı yargılama dosyası kapsamında çelişkili raporlar düzenlediği iddiasıyla disiplin soruşturması başlatılmış ve İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Mühendislik Fakültesi Dekanlığının 2/7/2007 tarih ve 5694 sayılı kararı ile başvurucuya kınama cezası verilmiştir. Belirtilen disiplin cezasına yapılan itiraz üzerine, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün 30/7/2007 tarih ve 35021/1669 sayılı kararı ile başvurucuya bir alt ceza tayini suretiyle uyarma cezası verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlemin iptali talebiyle 3/9/2007 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde açılan dava neticesinde, Mahkemenin 21/10/2008 tarih ve E.2007/627, K.2008/1844 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiş, kararın gerekçesinde; başvurucunun bilirkişi olarak görev yaptığı yargılama dosyasına sunduğu 13/4/2006 tarihli ortak raporda “patlamalar ile dava konusu binanın dış cephesinde gözlemlenen hasarlar arasında bir illiyet bağının olabileceği” kanaatinin bildirilmesine karşılık, 17/9/2006 tarihli raporunda tersine kanaat ile “illiyet bağı kurulamayacağı” yönünde görüş bildirildiği ve bu düşünce farklılığının başvurucu tarafından arazinin zemin yapısına ilişkin olarak başka bir bilirkişi tarafından hazırlanan 30/9/2005 tarihli ek rapordan kaynaklandığının iddia edildiği, bununla birlikte 30/9/2005 tarihli ek raporun 7/10/2005 tarihinde dava dosyasına girdiği, bu durumda başvurucunun söz konusu iddiasına itibar edilmesinin mümkün olmadığı, ayrıca dayanılan belgelerden haberdar olmadan bilirkişi raporu hazırladığı ve görevinin gerektirdiği özen ve itinayı göstermediği açık olan başvurucuya uyarma cezası verilmesine dair işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Danıştay Sekizinci Dairesinin 4/6/2010 tarih ve E.2009/2390, K.2010/4211 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme istemi Danıştay Sekizinci Dairesinin 23/10/2012 tarih ve E.2012/8297, K.2012/7960 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 29/12/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 24/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bunun yanı sıra başvurucunun, disiplin soruşturmasına konu edilen eylemi kapsamında ve bilirkişilik görevini kötüye kullanma iddiasıyla yargılandığı kamu davası sonucunda, Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin 20/9/2011 tarih ve E.2007/128, K.2011/645 sayılı kararı ile beraatine karar verilmiş olup, söz konusu karar temyizen onanmakla 20/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 21/8/1982 tarih ve 17789 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yüksek Öğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nin “Kınama cezası” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir: “Kınama cezası gerektiren fiil ve haller şunlardır:a - Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kusurlu davranmak,…” İlgili Yönetmeliğin “İyi halin değerlendirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “…Geçmiş hizmetleri sırasında çalışmaları olumlu olan veya ödül veya başarı belgesi alan yönetici ve öğretim elemanları ile memurlar ve diğer personel için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir.” İlgili Yönetmeliğin “Soruşturmaya yetkili amir” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Disiplin suçunu soruşturmaya yetkili amir, sıralı disiplin amirleridir. Disiplin Amiri, disiplin suçu hakkında bizzat veya bilvasıta bilgi sahibi olduğunda soruşturmayı kendisi yapabileceği gibi soruşturmacı tayini sureti ile de yaptırabilir. Yükseköğretim Kurulu Başkanı, üst kuruluşlar ile bütün yükseköğretim kurumlarının; Rektör, bütün üniversitenin, Dekan, bütün fakültenin; Enstitü veya yüksekokul müdürü, bütün enstitü veya yüksekokulun her kademesindeki görevlilerin disiplin amiri olup bunlar hakkında resen disiplin soruşturması açabilir veya açtırabilir. Bölüm Başkanı; anabilim, anasanat, bilim veya sanat dalları başkanları görev alanları ile ilgili disiplin soruşturma taleplerini en yakın disiplin amirine yaparlar. Bu talep gecikilmeden uygulanmaya konulur. Öğretim elemanlarından soruşturmacı tayin edilmesi halinde, bunların sanığın akademik unvanına veya daha üst akademik unvana sahip olmaları şarttır. Yöneticiler hakkındaki soruşturmalarda ünvan eşitliği veya üstlüğü aranır. Üst disiplin amirinin soruşturma açtığı veya açtırdığı disiplin olayında alt disiplin amiri ayrıca soruşturma yapamaz veya yaptıramaz. Daha önce açılmış soruşturma varsa bunlar üst amirin açtığı veya açtırdığı soruşturma dosyası ile birleştirilir.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1286 | Başvurucu açmış olduğu idari davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, yapılan yargılamanın adil olmadığını, yargılamaya konu idari işlem ve yargı kararlarının emsal içtihatlar nazara alınmaksızın tesis edildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 10. , 17. , 19. , 36. , 49. , 138. ve 14 maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 18/3/2010 tarihinde açtığı dava hâlen sonuçlanmamıştır. Başvurucu 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37218 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, "taksirle yaralama" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 12/3/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 22/2/2009 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Gaziosmanpaşa Sulh Ceza Mahkemesi, 22/2/2009 tarih ve 2009/45 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun "taksirle yaralama" suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında, Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 11/3/2009 tarih ve E.2009/2896 sayılı iddianamesi ile "taksirle yaralama" suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/594 sayılı esasına kaydedilmiştir. Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesi, 27/7/2009 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme, 20/5/2010 tarih ve E.2009/594, K.2010/774 sayılı kararı ile başvurucunun "taksirle yaralama" suçundan 2 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve sürücü belgesinin 6 ay süre ile geri alınmasına karar vermiştir. Başvurucu ve katılanların temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/4/2013 tarih ve E.2012/16437, K.2013/8313 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. Bozma üzerine, Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/211 sayılı esasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. Başvurucu, 12/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (6) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e) bendi ile (4) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3285 | Başvurucu, "taksirle yaralama" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2020/4215, 2020/2080 ve 2019/35191 numaralı başvuruların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/32052 numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/32052 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu K.B. 19/6/2013 tarihinde açtığı davada 11/9/2019 tarihinde istinaf başvurusundan vazgeçmiştir. Başvuruculardan S.Ç.'nın 7/6/2013, F.A.'ın 31/3/2014, A.K'nın 13/7/2015 tarihinde açtıkları davaların yargılamaları devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32052 | Başvuru, hukuk davasında uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/14105 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyon 20/9/2022 tarihinde hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4033 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ahlaki durum gerekçe gösterilerek subay sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve karar düzeltme talebinin kararı veren Daire tarafından incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden verilmiş kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2009 yılında sözleşmeli subay statüsünde görev yapmak üzere dokuz yıl süreli sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında göreve başlamıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderilen 13/2/2012 tarihli ve "Ahlaksız bir Hava Kuvvetleri personeli hakkında" konu başlıklı ihbar içerikli isimsiz ve imzasız bir e-posta ile başvurucunun karşı cinse aşırı zafiyeti olduğu iddia edilmiş ve e-posta ekinde İnternet ortamında kamera kullanılarak elde edilmiş başvurucuya ait olduğu ileri sürülen çıplak görüntülere yer verilmiştir. Başvurucu hakkında yapılan idari tahkikat sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu hususu gözetilerek sıralı sicil üstleri tarafından 13/8/2012 tarihinde “TSK'da kalması uygun değildir.” sicili tanzim edilmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyon tarafından başvurucunun durumu 15/11/2012 tarihinde görüşülmüş ve TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasının komutan tasvibine sunulmasına karar verilmiştir. Anılan karar 16/11/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından tasvip gördükten sonra Millî Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan 13/2/2013 tarihli ve 2013/90 sayılı üçlü kararname ile subay sözleşmesinin feshedilmesi suretiyle ayırma işlemi tamamlanmıştır. Başvurucu, 2012 yılının Mart ayı içinde istihbarat birimindeki görevliler tarafından sorguya alındığını, sorguda ev ortamında çıplak şekilde çekilmiş fotoğrafları gösterilerek cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, ayrıca uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı, başkalarının görüntülerini kaydedip kaydetmediği ve işyerinde bilgisayar ve telefon kullanıp kullanmadığı hususlarında sorgulandığını, sorgulanmasından sonraki bir tarihte işyerinde telefon kullandığı gerekçesiyle göz hapsi disiplin cezasıyla cezalandırılmış ise de itiraz üzerine bu cezanın kaldırıldığını; ancak, sonrasında davalı idarece hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ahlaki durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı ve yorucu biçimde yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, üç yıllık görevinde on üç takdir belgesi ile taltif edilmesine rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek yürütmenin durdurulması, ayırma işleminin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 24/4/2013 tarihinde dava açmıştır. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış, kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 7/5/2013 tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun dava konusu işlem tesis edilene kadar geçen meslek yaşamında sicil notu ortalamasının çok iyi seviyede olduğunu, herhangi bir disiplin cezası almadığı gibi on üç kez takdire layık görüldüğünü, ödül, sicil ve disiplin durumu itibarıyla ayırma işlemine haklı bir sebep bulunmadığını, ayrıca başvurucunun kendi ifadesinden elde edilen ve özel hayatının gizliliği kapsamında kalması gereken bilgilerin ve hukuka aykırı biçimde elde edilen görüntülerin hakkında tesis edilen işleme esas alınamayacağını, disiplin ve sicil durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülülük ilkesinin ihlal edildiğini ve dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali ile yoksun kalınan özlük haklarının yasal faiziyle başvurucuya ödenmesine karar verilmesi yönünde düşünce bildirmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 18/2/2014 tarihli ve E.2013/538, K.2014/159 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda başvurucunun karşı cinse aşırı düşkün olduğu, İnternet vasıtasıyla cinsel davranışlarda bulunduğu, birlikteliklerini çevresine anlatarak özel hayatına dikkat etmediği, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel portresi çizmesine karşın 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin aradığı anlamda "iyi ahlak sahibi olmak" vasfını taşımadığı, TSK'nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, sözleşmenin feshedilmesi işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca, herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi kamu personeli hakkında disiplin soruşturması yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun yanında, başvurucunun 22/3/2012 tarihli ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 17/6/2014 tarihli ve E.2014/737, K.2014/612 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 1/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 5/5/2016 tarihli yazısı ile, yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine sunulan söz konusu belgelerin incelenmesinden; Hava Kuvvetleri Komutanlığınca 22/3/2012 tarihinde istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde, Hava Kuvvetleri Komutanlığı karargahında başvurucunun ifadesinin alındığı anlaşılmıştır. İfade tutanağının “ifadeyi alan” kısmı ve ifadenin bir kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Söz konusu ifade alma işleminde başvurucuya, nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, İnternet ortamında sosyal paylaşım sitelerinden hangilerine üyeliklerinin bulunduğu, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, bu kadınlardan asker olduğunu ve görevini bilenlerin olup olmadığı, bu kadınların TSK hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir girişimlerinin olup olmadığı, cinsel ilişki yaşamaları için evinin anahtarını personele verip vermediği, mesaiye cep telefonu veya dizüstü bilgisayar getirip getirmediği, herhangi bir ticari faaliyette bulunup bulunmadığı ve son olarak kendisine gösterilen görüntülerdeki şahsın kim olduğu, görüntülerin nerede ve kim tarafından kayıt altına alındığı hususlarında sorular sorulmuştur. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir. Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur. Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”. 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun’un “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun’da geçen ... e) Sözleşmeli subay : Bu Kanunda öngörülen esaslara göre, kendileri ile sözleşme yapılarak subay nasbedilen teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı rütbelerini haiz subayları, … ifade eder.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşme süreleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Sözleşmeli subay adayları ön sözleşme yapılarak askerî eğitime alınırlar. Bu eğitimi başarı ile tamamlayanlardan yönetmelikte belirtilen şartları taşıyanlarla sözleşme yapılır ve bu kişiler teğmen rütbesine nasbedilirler. Sözleşme süreleri üç yıldan az ve dokuz yıldan fazla olmamak şartıyla, hizmet gerekleri ve yetiştirme maliyetlerine bağlı olarak kuvvet, sınıf ve branşlara göre yönetmelikte belirlenir. Yönetmelikte belirlenen şartları taşıyanların talepleri halinde sözleşmeleri yenilenebilir. Ancak sözleşmeli subaylardan rütbe yaş haddini dolduranlar hakkında 1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Sözleşme süreleri; terörle mücadele sırasında veya bu görevlerden dolayı alıkonulma ya da kaybolma hâli ve sıkıyönetim, seferberlik, savaş veya silahlı çatışmayı gerektirecek hal ile savaş hallerinde Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanının göstereceği lüzum üzerine, durumun devamı müddetince Genelkurmay Başkanının onayı ile talebe bakılmaksızın uzatılabilir. Sözleşme işlemleri, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşmenin idarece fesih hâlleri” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir: … b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamayacağı, sıralı sicil üstlerinin düzenleyeceği sicil ve kanaat raporu ile anlaşılmak. …” 4678 sayılı Kanun’un “Yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubaylarda aranacak nitelikler, sağlık koşulları, alınacakları sınıf ve branşlar, duyuru, müracaat şekli ve zamanı, müracaatların kabul edilmesi, sözleşmenin yapılması, sözleşme süreleri, sözleşmenin feshedilmesi, görevde başarısız olma ve kendilerinden istifade edilmeme halleri ve bunlara yapılacak işlemler, sözleşmenin uzatılmasında uygulanacak esaslar, sınav, öğretim ve eğitimin esas, şekil ve süreleri, kıt’a, karargâh, kurum ve idarî işlerde görevlendirilmeleri, izin, ayırma, atamalar, yer değiştirmeler, astlık-üstlük münasebetleri, sicil işlemlerine ilişkin usul ve esaslar, muvazzaf subay veya astsubay statüsüne geçirilecekler için uygulanacak usul ve esaslar, sözleşme yapmaya yetkili makamlar, meslek içi eğitim ve ihtisas kurslarının süresi ve şekli, giyim, kuşam ve istihkaklarının verilme usulü, sağlık işlemleri, Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin kendilerine yapılan eğitim, öğrenim ve yetiştirme masraflarının geri ödeme esasları ile diğer hususlar, bu Kanunun yürürlüğe girmesini takip eden altı ay içerisinde Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir.” Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: ... (h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker. ...'' 27/4/2002 tarihli ve 24738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin "Sözleşmenin Feshi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “... Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir: ... b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamayacağı, sıralı sicil üstlerinin düzenleyeceği sicil ve kanaat raporu ile anlaşılmak. …” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12428 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek subay sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve karar düzeltme talebinin kararı veren Daire tarafından incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yabancı ülkelerde işkenceye maruz kalması, haksız olarak sınır dışı edilmesi gibi sebeplerle uğranıldığı ileri sürülen zararların karşılanmamasının anayasal haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bursa Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 19/10/2017 tarihli raporda başvurucuya atipik psikoz tanısı konularak vasi tayininin uygun olduğu belirtilmiştir. Bursa Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2017/1650 sayılı dosyasında başvurucuya ilişkin açılmış olan vesayet davasında 20/12/2017 tarihli ve K.2017/2933 sayılı kararla başvurucuya vasi atanmıştır. Başvurucu; haklarına tecavüz edildiğini, kendisine işkence yapıldığını, çok büyük zarara uğradığını ileri sürerek 3/11/2017 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, davalı olarak Anayasa Mahkemesi gösterilmiştir. Dava dilekçesinin eklerinde, Anayasa Mahkemesinin başvurucuya ilişkin olarak verdiği kabul edilemezlik kararlarına ve Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun şikâyeti üzerine verdiği kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararına yer verilmiştir. Mahkeme 30/1/2018 tarihli kararıyla davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun fiil ehliyetine sahip olmadığı, vesayet makamı olan Bursa Sulh Hukuk Mahkemesince davacının dava açmasına izin verilmediğinin bildirildiği gerekçesiyle davanın objektif ehliyet yoksunluğu nedeniyle reddine karar verildiği belirtilmiştir. Mahkeme kararı, başvurucuya 15/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucu tarafından 25/3/2018 tarihinde yapılan istinaf başvurusu, Mahkemenin 29/3/2018 tarihli kararıyla ehliyet yönünden reddedilmiştir. Bu karar başvurucunun vasisine 16/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/4/2018 tarihinde bizzat bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunması için izin verilip verilmediği hususunda Bursa Sulh Hukuk Mahkemesinden 17/10/2018 tarihli yazı ile bilgi istenilmiştir. Mahkemeden gelen 19/10/2018 tarihli 2018/1442 sayılı yazıda başvurucunun bireysel başvuruda bulunmak için izin almadığı belirtilmiştir. Başvurucunun 24/1/2019 tarihinde sunduğu dilekçede, başvuru konusu olmayan bir mahkeme kararından bahsedilerek incelenen başvurudaki benzer ifadelere yer verdiği görülmüştür. Başvurucunun çoğunluğu benzer mahiyette olmak üzere 2016, 2017 ve 2018 yıllarında toplam 25 adet bireysel başvuruda bulunduğu görülmektedir. Bu başvuruların tamamına Komisyon aşamasında kabul edilemezlik kararları verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12091 | Başvuru, yabancı ülkelerde işkenceye maruz kalması, haksız olarak sınır dışı edilmesi gibi sebeplerle uğranıldığı ileri sürülen zararların karşılanmamasının anayasal haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucuya ait taşınmazın madencilik faaliyetlerine bağlı olarak tasman etkisi sonucu zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 21/7/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Ülkemizde en önemli taş kömürü rezervleri başvuruya konu taşınmazın da yer aldığı Zonguldak havzasında bulunmaktadır. Bu çerçevede Zonguldak havzası taş kömürlerinin yüzyıl ortalarından itibaren ülkemizin ekonomik, endüstriyel ve toplumsal gelişiminde önemli bir payı olduğu kabul edilmektedir. Havza-i Fahmiye olarak adlandırılan anılan bölgedeki taş kömürü havzasının sınırları 17/1/1326 (1910) tarihli ve 289 sayılı Tezkere-i Samiyye (Sadaret Tezkeresi) ile belirlenmiştir. Tezkere ile havzanın bir haritasının da yapılması amaçlanmış ancak bu harita yapılamamış, Ereğli kömür havzasının sınırını gösteren 1295 tarihli Bahriye Nezareti haritasıyla yetinilmiştir. Buna göre Zonguldak merkez ilçesi, Ereğli, Bartın, Çaycuma ve Kurucaşile ilçelerinin tamamı, Devrek, Ulus ve Karabük ilçelerinin de bir kısmı havza kapsamı içine alınmıştır. Cumhuriyet döneminde 5/2/1958 tarihli ve 4/9925 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile havzanın sınırları genişletilmiştir. 10/10/1983 tarihli ve 96 sayılı Türkiye Taşkömürü Kurumu Kuruluşu Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesiyle Tezkere-i Samiyye ile belirlenen ve bilahare 5/2/1958 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile genişletilen saha, kömür havzasına tahsis edilmiştir. Öte yandan Tezkere-i Samiyye ile havza içinde kalan taşınmaz malların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap edilmesi yasaklanmıştır. Cumhuriyet döneminde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10/6/1953 tarihli ve E.1953/6, K.1953/5 sayılı kararı ile Tezkere-i Samiyye'nin hâlen geçerli olduğu, bu tezkerenin konusunu oluşturan taşınmazların kamu malları kapsamına alındığı ve bu nedenle söz konusu kömür havzasındaki taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap edilemeyeceği kabul edilmiştir. Bununla birlikte Tezkere-i Samiyye gereği kazanılmış olan haklar saklı tutulmuş, bu kapsamda 17/1/1326 (1910) tarihinden önce on yıllık kazandırıcı zamanaşımı şartı gerçekleşmişse zilyedi lehine tescil kararı verilebilmesi mümkün görülmüştür. 96 sayılı KHK'nın maddesinde Tezkere-i Samiyye ile belirlenen ve bilahare 5/2/1958 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile genişletilen ve aynı madde ile kömür havzasına tahsis edilen sahanın kamu malı olduğu hükme bağlanmıştır. Nihayet 5/6/1986 tarihli ve 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun 19/6/1989 tarihli ve 19139 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun'un maddesine göre söz konusu taş kömürü havzası dâhilindeki taşınmazların zilyetleri adına tesciline imkân sağlanmıştır. Buna karşılık aynı Kanun'un maddesinde ise tespit ve tescil edilen taşınmazların maliklerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri düzenlenmiştir. Ayrıca Tezkere-i Samiyye, Anayasa Mahkemesi kararına da konu olmuştur. Mahkemenin 25/3/1963 tarihli ve E.1963/28, K.1963/66 sayılı kararı ile Tezkere-i Samiyye'nin dayanağı olan itiraz konusu 289 sayılı Meclisi Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararının kanun niteliğinde olmadığı, idari bir karardan ibaret olduğu belirtilerek itirazın görev yönünden reddine karar verilmiştir. B. Başvuruya Konu Dava Süreci Zonguldak'ın Merkez ilçesine bağlı Dilaver Mahallesi'nde bulunan 1008 ada 14 parsel sayılı taşınmaz kadastro sonucu 5/7/2011 tarihinde başvurucu adına tapuya tescil edilmiştir. Bu taşınmaz üzerinde 1975 yılında yapılmış iki katlı yığma kârgir niteliğinde bir konut bulunmaktadır. Kadastro tespitine itiraz sonucu hisseli hâle gelen taşınmazda 24/12/2012 tarihinde ifrazen taksim işlemi gerçekleştirilmiş, sonuç olarak ifraz edilen taşınmazlardan 1008 ada 19 parsel iki katlı kârgir ev ve bahçesi nitelikli ve 377,54 metrekare yüz ölçümlü olarak başvurucu adına tapuya tescil edilmiştir. Taşınmazın bulunduğu alan Zonguldak Belediyesinin Etap İmar Islah Planı'nda ayrık nizamda üç katlı konut yapılaşması alanı olarak gösterilmiştir. Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü (TTK), Demir Mad. Pet. Ür. İnş. Tur. Nak. San. Tic. A.Ş. ile dosya kapsamından anlaşılamayan bir tarihte rödövans sözleşmesi imzalamak suretiyle söz konusu şirkete 7 No.lu ruhsat sahasında maden işletme hakkını devrederek madencilik faaliyetinde bulunma izni tanımıştır. Başvurucunun beyanına göre anılan sahada 1990-1996 yılları arasında TTK, 1996 yılından günümüze değin ise rödövans işletmecisi faaliyette bulunmaktadır. Başvurucu, mezkûr taşınmazının kusurlu kömür üretimi nedeniyle oluşan tasmandan dolayı meydana gelen çökmeler sebebiyle hasar görerek tamamen kullanılamaz hâle geldiği iddiasıyla TTK ile Demir Mad. Pet. Ür. İnş. Tur. Nak. San. Tic. A.Ş. aleyhine Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 10/8/2011 tarihinde alacak davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; yıkım, enkaz nakliye ve yeniden inşa dolayısıyla uğradığı zararlardan fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup 000 TL zararın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 4/9/2012 tarihinde inşaat mühendisi, maden mühendisi ve maden-jeoloji yüksek mühendisinden müteşekkil teknik bilirkişiler eşliğinde mahallinde keşif yapmıştır. Keşif sonucu düzenlenen 4/9/2013 tarihli teknik bilirkişi raporunda; dava konusu binanın tamamen kullanılamaz durumda olduğu, meydana gelen hasarın %15'inin yapımdan kaynaklanan kusurlardan, %85'inin ise davalıların Neomi damarında kömür üretiminden doğan tasman etkisiyle meydana gelen oturmadan kaynaklandığı, dava tarihi itibarıyla yıpranma payı ve yapımdan kaynaklanan kusur oranı düşüldükten sonra iki katlı binanın değerinin 454 TL olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca mezkûr rapora göre dava konusu yapının bulunduğu taşınmaz 3303 sayılı Kanun kapsamında kalmaktadır. Davalı TTK cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazın 3303 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tespit ve tescil edildiğini, bu Kanun hükümleri uyarınca taşınmaz malların sahiplerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlar dolayısıyla bir hak ve tazminat talep edemeyeceklerini belirtmiştir. TTK'ya göre ayrıca rödövans işletmecisi diğer davalı Şirket ile yapılan sözleşmenin maddesi hükmü uyarınca üretim faaliyetleri esnasında işletmeci tarafından özel kişiye veya kamuya ait mallara veya taşınmazlara verilecek her türlü zararın sorumluluğu işletmeciye aittir. Diğer davalı Şirket de cevap dilekçesinde TTK ile akdettikleri mezkûr sözleşmenin kendi aralarındaki iç ilişkiyi düzenlediğini belirtmiştir. Mahkeme 28/11/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/9/2013 tarihli ilamına da atıf yapılmak suretiyle 3303 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tapu kayıt maliklerinin dahi maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep etme hakları bulunmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun şahsi hak iddiasına dayalı olarak taş kömürü havzasında bulunan yapısında oluşan zararın tazmini için herhangi bir hakka sahip olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 28/11/2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 15/6/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucunun vekiline 31/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 3303 sayılı Kanun'un "Tazminat hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri; madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur, maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler.Madenleri işleten kurum veya tahsis sahiplerinin arama ve işletme hakları aynen devam eder, iş ve emniyet sahaları ile bu sahaların uzantısı içinde mevcut her türlü yeraltı ve yerüstü tesisleri aynen muhafaza edilir. Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri, mülkiyet hakkına dayanarak bu konularda bir hak ve tazminat iddiasında bulunamazlar."Bu hususlar tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilir.'' Anılan maddenin gerekçesi şöyledir:"Maddede adlarına tescil ve tespit yapılan mal sahiplerinin madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemeyecekleri tespit olunmuştur. Bu, Anayasanın 168 inci maddesindeki 'Tabiî servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufuyladır' hükmü gereğidir. Kömür Havzasındaki madenlerin aranması, işletilmesi ve muhafazasında kamu yararının mevcutiyeti ve önemi nazara alınmıştır. Burada fertlerin mülkiyet haklarının kısmen kısıtlanmasında madenlerin Devlete ait olduğu ilkesi göz önünde bulıındurulmuştur. Bu Kanun ile fertlere sağladığı mülkiyet hakkı nedeniyle Devletin gösterdiği fedakârlık nazara alınarak fertlerin de Devletten bir hak talep etmelerinin doğru olmayacağı düşünülüp fertlerin haklarında da ölçülü ve hukuka dayalı kısıtlamalar getirilmiştir. Yani buradaki mülkiyet hakkının kısıtlanması Anayasamızın 35 inci maddesinde yer alan kamu yararına dayalı bir kısıtlamadır. İşte bu nedenledir ki, bu kanuna göre hak iktisap edecek fertlerin tazminat istemeleri hakkaniyete uygun görülmemiştir. Amaç maddesinde de belirtildiği üzere kanunun amacı hak sahibi vatandaşların taşınmaz mallarını tesciline imkân sağlamaktır. Fertlerin mağduriyetini giderirken Devletinde menfaatlerini göz önünde bulundurmak mecburiyeti bulunduğu bir gerçektir. Hal böyle olunca halen kömür havzasında faaliyetlerini sürdüren ve kamu hizmeti gören Türkiye Taşkömürü Kurumunun bu faaliyetlerini idame ettirebilmesi için iş ve emniyet sahaları ve bu sahaların uzantılarında bulunan her türlü yer altı ve yer üstü tesislerinin de aynen muhafazasında zaruret bulunmaktadır. Bu sebepledir ki, bu tesislerin muhafazasına dair de düzenleme yapılmıştır.Ayrıca Kurumun maden işletmeciliği nedeni ile tazminat ödeme durumunda kalması halinde halen miktarı milyarları bulunan bir ödeme ile karşı karşıya kalması durumu meydana gelecektir. Bu ise sermayesi nazara alındığında kurumun hayatının devamına engel olabilecektir. Yukarıda da belirtildiği veçhile kamu yararı nedeniyle fertlerin tazminat talep edememeleri zarureti karşısında maddedeki düzenleme yapılmıştır." 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun “Madencilik faaliyetlerinde izinler” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak, temdit talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama getirilebilir. İlk müracaat veya ihale yolu ile yapılacak ruhsatlandırmalarda müracaatın yapılacağı alanlar diğer kanunlar ile getirilen kısıtlamalar gözönüne alınarak Bakanlıkça ruhsat müracaatına kapatılabilir. Kısıtlama gerekçesi ortadan kalkan alanlar ihale yoluyla aramalara açılır. Bu Kanun dışında madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılacak her türlü kısıtlama ancak kanun ile düzenlenir.” 3213 sayılı Kanun'un ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"3867 sayılı Ereğli Kömür Havzasındaki Ocakların Devletçe İşlettirilmesi Hakkında Kanun ile Devletçe işlettirilmesi kararlaştırılan Ereğli Kömür Havzasındaki madencilik faaliyetleri bu Kanun hükümlerine tâbidir....Türkiye Taşkömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri, uhdelerinde bulunan maden ruhsatlarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir. Bu fıkra kapsamında yapılacak ihale sonucunda Türkiye Taşkömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri, ihaleyi kazananla yapacağı sözleşme hükümleri saklı kalmak kaydıyla ihale edilen sahayı devredebilir ve ihaleyi kazanan adına ruhsat düzenlenebilir. Ruhsat devrine esas olan sözleşme ilgili ruhsatın siciline şerh edilir. Genel Müdürlük bu sözleşmenin tarafı değildir.Ancak, Türkiye Taşkömürü Kurumunun halen kendisi tarafından doğrudan işletilen işletme izin alanlarında oluşturulacak ruhsatlar bu madde kapsamında ihale edilemez. Kamu kurum ve kuruluşları ruhsat sahalarındaki rödövansçılarının rödövansa konu olan kısmını ruhsat sahalarından bölerek rödövans sözleşmesinin hükümleri saklı kalmak kaydıyla rödövans sözleşmesi sona erene kadar rödövans sözleşmesini yaptığı kişiye devredebilir ve rödövansçı adına ruhsat düzenlenebilir. Ruhsat devrine esas olan rödövans sözleşmesi ilgili ruhsatın siciline şerh edilir. Genel Müdürlük bu sözleşmenin tarafı değildir. Bu fıkra kapsamında devredilmiş olan ruhsat sahalarında yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak Maden Kanunu, İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar ruhsatı devralana aittir....3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun ile maden işletmeciliğine tanınan haklar, Ereğli Kömür Havzası içerisindeki taşkömürü madenciliği için geçerlidir...." 3213 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:"Ruhsat sahipleri ile üçüncü kişiler arasında rödövans sözleşmeleri Genel Müdürlüğün iznine tabidir. İzin alınmaksızın yapılan rödövans sözleşmesi ile yürütülen madencilik faaliyetleri durdurulur. Genel Müdürlük rödövans sözleşmelerinin tarafı değildir." Yargı İçtihatları Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/10/2012 tarihli ve E.2011/10945, K.2012/14753 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı, kömür üretimi yapan davalı şirketin gerekli tedbirleri almadan evinin bulunduğu bölgede önemli ölçüde hafriyat yapması nedeniyle evinde hasar meydana geldiğini belirterek, oluşan değer kaybı ile evin eski hale getirme bedelinin tazminine karar verilmesini talep etmiştir.Davalı, davacının tapu maliki olmaması nedeniyle zilyetliğe dayandığını, gecekondu niteliğindeki evde meydana gelen zararın tazmininin talep edilemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; yapılan keşif vedosya kapsamından davalı şirketin rödavans sözleşmesine göre yaptığı imalatın davacıya ait evin bulunduğu taşınmazın etki alanında bulunduğu, maden şirketinin yer altındaki çalışmalarının davacının evine zarar verdiği, rödavans sözleşmesi gereğince oluşan zarardan davalı şirketin sorumlu olduğu belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya kapsamından davacıya ait evin, Hazineye ait arazi üzerine gecekondu mahiyetinde yapılmış, yapı ruhsatı ve projesi olmayan 25 yıllık bir ev olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, zararlı sonucun meydana gelmesinde davacının bölüşük kusuru olduğu kabul edilmelidir. Şu durumda, BK'nun 44/ maddesi uyarınca zarar miktarından uygun bir oranda indirim yapılması gerekirken bu konunun düşünülmemiş olması doğru olmamış kararın bozulması gerektirmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/1/2015 tarihli ve E.2014/17866, K.2015/792 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:Mahkemece, görüşüne başvurulan bilirkişi heyeti raporu uyarınca, davacı derneğe ait binanın 1964 yılında yapıldığı, kolon ve kirişlerindeki çatlaklardan dolayı tehlike arz etmesi nedeni ile belediye tarafından yıkıldığı, yıkılmadan önce yapılan tespite göre binanın kömür madenciliği yapılan yerlerde görülen ve tasman denilen yer altındaki üretimin yer üstünde yer değiştirme ve birim deformasyonların ortaya çıkmasına neden olmasından dolayı oturulamaz hale geldiği aynı zamanda 46 yıllık yıpranma payı, üretimi sırasındaki işçilik ve malzeme durumu gözetildiğinde 2010 yılı itibari ile hesaplanacak değerinden %40+%10 indirim yapılması gerektiği gözetilerek hesaplanan 738,00 TL nin ödetilmesine karar verilmiştir. Dairemizce eksiklik nedeni ile dosyanın mahalline çevrilmesinden sonra eklenen tapu kaydına göre dava konusu yapının bulunduğu taşınmazın 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun kapsamında kaldığı, taşınmazın 05/07/2011 tarihinde kadastro kanunu uyarınca zilyedi davacı adına tapulandığı, beyanlar hanesine 3303 sayılı Kanunun maddesi gereğince idarenin ve ruhsat sahiplerinin maden arama ve işletme faaliyetlerine müdahale edilemez ve bundan doğacak zararlardan mülkiyet hakkına dayanılıp tazminat davası iddiasında bulunulamaz şerhi yazılı bulunduğu anlaşılmaktadır. 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun'un maddesinde ''Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri; madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur, maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler.Madenleri işleten kurum veya tahsis sahiplerinin arama ve işletme hakları aynen devam eder, iş ve emniyet sahaları ile bu sahaların uzantısı içinde mevcut her türlü yeraltı ve yerüstü tesisleri aynen muhafaza edilir. Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri, mülkiyet hakkına dayanarak bu konularda bir hak ve tazminat iddiasında bulunamazlar. 'Bu hususlar tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilir.' hükmüne yer verilmiştir.Bu itibarla, davalı şirketin diğer davalı genel müdürlük ile arasında imzalanan rödovans sözleşmesi gereğince kömür üretimi yaptığı, bilirkişi raporu uyarınca tasman etkisinin kömür madenciliği yapılan yerlerde görülen bir sonuç olduğu, anılan kanun maddesi uyarınca tapu kayıt maliklerinin dahi maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep etme hakları bulunmadığı, dava tarihi itibari ile davacının zilyetlik hükümlerine dayandığı, sonrasında tapu maliki olduğu anlaşılmış ise de taş kömürü havzasında bulunan yapısında oluşan zararın tazmini için açtığı davanın yukarıda anılan yasa maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Raporu Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) "Doğal Afetlerde Meydana Gelen Can ve Mal Kaybını En Aza İndirmek İçin Alınması Gereken Tedbirler" konulu 345 sıra sayılı 10/58 Esas No.lu Meclis Araştırması Komisyonu Raporu'na da değinmek gerekli görülmüştür. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:"...Komisyon son .olarak 19-20 Haziran 1997 tarihleri arasında kömür havzalarında meydana gelen tasman olayının incelemek Üzere Zonguldak İline gitmiştir.Burada Zonguldak Valiliği, Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK), Zonguldak ve Kozlu Belediye Başkanlığı ziyaret edilmiş, yapılan toplantı ve geziler sonucunda;- Tasman olayı; 1993 gün ve 3956 sayılı kanunla 7269 sayılı kanun kapsamına alınana kadar doğal afet olarak kabul edilmiyordu. Bu değişiklikten sonra taşınan olayı doğal afet olarak kabul edildi.- Tasman olayının doğal afet kabulü ve 7269 sayılı kanun kapsamına alınmasından sonra Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından gereken etüd ve tespit işlemleri yapılmıştır.- Zonguldak ve Kozlu Belediyelerinin İller Bankasından aldığı paylar tasman olayı nedeniyle 1997 yılında artırılmıştır. Bu payın 1998 yılında da artırılması gerekir.- 7269 sayılı kanun gereği ilk yapılacak işlemlerden biri yöre için 'Afete Maruz Bölge' kararı almaktır. Ancak, bu durumda tüm bölgedeki inşaat faaliyetlerinin durdurulması gereklidir. Bu da bölgedeki tüm yatırımların iptali anlamındadır.- 3956 sayılı yasa gereği, 1993 tarihinden önce uğranılan hasarların giderilmesi mümkün değildir. Yeni bir kanun teklifi veya idarî bir düzenleme ile 1993'ten önce tasmandan zarar görenlerin de kanun kapsamına alınması gereklidir. - TTK'nın üretim planlamasına uygun, mevcut ve muhtemel tasman etki haritası hazırlanarak, yapılaşmanın tasmanın etki alanının dışında gerçekleştirilmesinin sağlanması lâzımdır.- Belediyeler ve maden kanunu gereği, Belediye sınırları içindeki özel ve resmî maden kuruluşları, Hazineye brüt kârının % 5'ini, Belediyelere de brüt kârının % 2'sini vermek zorundadır.- Ancak, TTK sürekli zararda olduğundan Belediyeler ve Hazine bu kaynağı kullanamamaktadır. Bu hüküm brüt kâr yerine cironun binde 5'i olarak değiştirilmelidir.- Zonguldak tasman olayı çıkarılacak özel bir yasa ile düzenlenmelidir. Zira 7269 sayılı kanun kapsamında olan işin çözümü için tüm 7269 sayılı kanun hükümlerinde değişiklik gerekmektedir. Ayrıca, Afetler Fonu da bu ölçekte bir çalışma için son derece yetersiz kalmaktadır.- Kömür üreten Avrupa ülkelerinde (özellikle Almanya'da) kömür ton fiyatlarına yapılan ilave ile oluşturulan fonla kömür çıkartılması sırasında oluşan tasman zararları gideriliyor. Türkiye'de de buna benzer bir yöntemle kaynak oluşturulabilir;Gibi konular görüşülmüştür. ... | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34596 | Başvuru, başvurucuya ait taşınmazın madencilik faaliyetlerine bağlı olarak tasman etkisi sonucu zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Ankara Asliye Ceza Mahkemesince resmi belgede sahtecilik ve iftira suçlarından verilen mahkûmiyet kararına karşı süresinde temyiz başvurusunda bulunduğu hâlde, dilekçesinin ceza infaz kurumunca mahkemeye ulaştırılmaması nedeniyle kararın kesinleştirilerek infaz aşamasına geçilmesinin ve temyiz talebinin reddedilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 30/11/2012 tarihinde Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harcını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 2009 ve 2010 yıllarında göçmen kaçakçılığı, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, resmi belgede sahtecilik ve iftira suçlarını işlediği iddiasıyla, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/48490 Esas sayılı iddianamesiyle Ankara Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 26/4/2012 tarih ve E.2010/818, K. 2012/806 sayılı kararıyla başvurucunun, göçmen kaçakçılığı ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından beraatine, resmi belgede sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay ve iftira suçundan 2 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 4/5/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin anılan kararına karşı süresinde temyiz yoluna başvurulmadığından, başvurucu hakkındaki hüküm kesinleştirilerek infaz aşamasına geçilmiştir. Başvurucu, bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla 8/5/2012 tarihinde temyiz dilekçesi verdiğini belirterek, eski hale getirme ve temyiz talebinde bulunmuştur. Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 22/11/2012 tarih ve E. 2010/818, K. 2012/806 sayılı ek kararıyla, gerekçeli kararın tebliğinden sonra yasal süre içinde ceza infaz kurumuna temyiz dilekçesi verilmediği anlaşıldığından başvurucunun eski hale getirme ve temyiz talebi temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından aynı tarihte öğrenilmiştir.B. İlgili Hukuk 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Bireysel başvurular harca tabidir.” 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:“2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (l) sayılı Tarifenin “A) Mahkeme Harçları” başlıklı bölümünün ilk cümlesine “yargı konularında” ibaresinden sonra gelmek üzere “, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurularda” ibaresi ve “l- Başvurma harcı” başlıklı fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir. Anayasa Mahkemesinde 150,00 TL” 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:“Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır.” Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Bireysel başvuru harcı ve adlî yardım” kenar başlığını taşıyan maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununa Bağlı (I) sayılı Tarifenin A) Mahkeme Harçları” başlıklı Bölümünün ilk cümlesinde belirtilen bireysel başvuru harcı Maliye Veznelerine yatırılır.Adlî yardım talepleri, genel hükümlere göre başvuruların kabul edilebilirliği hakkında karar verecek Bölüm veya Komisyonlar tarafından hükme bağlanır.” 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun’la değişik maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir. Adli yardım kararından dolayı Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme, hükümde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1181 | Başvurucu, Ankara 20. Asliye Ceza Mahkemesince resmi belgede sahtecilik ve iftira suçlarından verilen mahkûmiyet kararına karşı süresinde temyiz başvurusunda bulunduğu hâlde, dilekçesinin ceza infaz kurumunca mahkemeye ulaştırılmaması nedeniyle kararın kesinleştirilerek infaz aşamasına geçilmesinin ve temyiz talebinin reddedilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, basın kuruluşu olan başvurucuların sahibi olduğu medya organlarının bir siyasi parti etkinliğine alınmamasına ilişkin şikâyeti üzerine yapılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların sahibi olduğu yayın kuruluşlarının Adalet ve Kalkınma Partisinin 27/8/2014 tarihinde Ankara’da yapılan Olağanüstü Büyük Kongresi'ne katılmasına izin verilmemiştir. Başvurucular bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına nefret ve ayrımcılık suçlaması ile şikâyette bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucuların bu karara itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 13/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 2/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaştırılan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi ile birinci başvurucunun sahibi olduğu Samanyolu TV ve ikinci başvurucunun sahibi olduğu Samanyolu Haber kanallarının kapatılmasına karar verilmiştir. 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaştırılan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında KHK ile de, kapatılan özel televizyonların bağlı oldukları şirketlerin faaliyetlerinin sonlandırılarak ticari sicil kayıtlarının resen terkin edileceği hükme bağlanmıştır. 668 sayılı KHK'nın "Alınan tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;b) Ekli (2) sayılı listede yer alan özel ... televizyon kuruluşları kapatılmıştır....2 SAYILI LİSTETELEVİZYONLAR...12 SAMANYOLU HABER13 SAMANYOLU TV" 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir." Bireysel başvuru anında tüzelkişiliği haiz olan ancak bireysel başvurunun incelenmesi aşamasında tüzelkişiliğini yitiren ticaret şirketler hakkında yapılan değerlendirmelerde kullanılan ulusal hukuk kaynakları için ayrıca bkz. Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2013/5016, 12/6/2018, §§ 8- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5838 | Başvuru, basın kuruluşu olan başvurucuların sahibi olduğu medya organlarının bir siyasi parti etkinliğine alınmamasına ilişkin şikâyeti üzerine yapılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2001 yılında atandığı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bitlis Sağlık Yüksekokulu sekreterliği görevini yürütmekte iken Bitlis Eren Üniversitesi (Üniversite) genel sekreteri olarak 14/6/2007 tarihinde tedviren görevlendirilmiş, 11/1/2008 tarihinde ise asaleten atanmıştır.A. Atama İşlemleriBaşvurucu Üniversite Yönetim Kurulunun 19/7/2009 tarihli kararıyla Üniversite genel sekreterliği kadrosundan alınarak yüksekokul sekreterliği kadrosuna atanmıştır. Söz konusu atama işlemi, hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle Danıştay Sekizinci Dairesinin (Daire) 30/9/2011 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve işlem nedeniyle başvurucunun parasal ve özlük haklarındaki kayıpların tazminine karar verilmiştir. Karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 1/12/2016 tarihli karar düzeltme talebinin reddine dair kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucu, Üniversite Yönetim Kurulunun 6/8/2010 tarihli kararıyla şube müdürlüğü kadrosuna atanmıştır. Anılan işlem, Van İdare Mahkemesinin 27/4/2011 tarihli kararıyla hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiş ve başvurucunun yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesine hükmedilmiştir. Karar, Dairenin 26/9/2013 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucu 3/1/2011 tarihli kararla tekrar şube müdürlüğü kadrosuna atanmıştır. Söz konusu işlem, Van İdare Mahkemesinin 16/9/2011 tarihli kararıyla hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Kararda, başvurucunun yoksun kaldığı özlük haklarının ödenmesine hükmedilmiştir. Karar, Dairenin 26/9/2013 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucu, Üniversite Yönetim Kurulunun 16/12/2011 tarihli kararıyla yeniden şube müdürlüğü kadrosuna atanmıştır. Anılan işlem, Van İdare Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli kararıyla hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiş ve mahrum kalınan parasal hakların başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Karar, Dairenin 22/6/2015 tarihli karar düzeltme talebinin reddine dair kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucu 4/9/2013 tarihli kararla bir kez daha şube müdürlüğü kadrosuna atanmıştır. Anılan işlem, Van İdare Mahkemesinin 2/7/2014 tarihli kararıyla şekil unsuru yönünden hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Karar, Dairenin 6/6/2016 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında şube müdürlüğü kadrosuna yeniden atama işlemi tesis edilmiş ise de bu işlem Van İdare Mahkemesinin 5/6/2015 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Söz konusu dava derdesttir. B. Disiplin İşlemleri Başvurucu hakkında 2009-2014 yılları arasında evrakta tahrifat yapma, resmî mühür ve beratları teslim etmeme, kilitli odanın anahtarlarını zamanında teslim etmeme, mevzuata aykırı hareket etme, kurumun huzur ve sükûnunu bozma, özürsüz veya izinsiz olarak göreve geç gelme, erken ayrılma, görev mahallini terk etme gibi iddialarla disiplin cezası işlemleri tesis edilmiştir. Başvurucu hakkında verilen uyarma, kınama, kademe ilerlemesinin durdurulması, aylıktan kesme şeklindeki disiplin cezaları Van İdare Mahkemeleri tarafından iptal edilmiş ve iptal kararları Danıştay kararlarıyla kesinleşmiştir. Tazminat Davaları Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/24 Esas Sayılı Dava Dosyası Başvurucu, kendisine kişisel olarak husumet duyduğunu ve hakkında kasten hukuka aykırı işlemler tesis ettiğini ileri sürdüğü dönemin rektörü aleyhine 000 TL manevi tazminat istemiyle Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinde 2/8/2010 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; 2008 yılına kadar Üniversite genel sekreteri olarak başarılı şekilde çalıştığını, 2008 yılında rektör olarak atanan nin kendisini haksız ve keyfî şekilde daha alt kadrolara atadığını ve disiplin cezaları tesis ettiğini, hakkındaki tüm atama ve disiplin işlemleri yargı kararlarıyla iptal edilmesine rağmen genel sekreterlik kadrosunda çalıştırılmadığını ileri sürmüştür. Yargı kararlarının uygulanmadığını belirten başvurucu, ruh sağlığının bozulduğunu ve çalışma şevkinin kırıldığını iddia etmiştir. Mahkeme 3/7/2014 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulü ile 500 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, hukuka aykırı uygulamalar neticesinde başvurucunun çalışma şevkinin kırıldığı ve ruh sağlığının olumsuz etkilendiği belirtilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/11/2014 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/129 Esas Sayılı Dava Dosyası Başvurucu, bu kez Rektör ile rektör yardımcıları İ.H.Ç. ve A.P. aleyhine 7/2/2011 tarihinde Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; davalıların kendisine yönelik çağ dışı tutum sergilediklerini, hak arama hürriyetini kullanmasına karşı intikam alma duygusuyla hareket ettiklerini, gereksiz yere disiplin cezaları ile cezalandırıldığını, kin duygusuyla yıldırılmaya, yıpratılmaya ve Üniversiteden uzaklaştırmaya çalışıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu, yargı kararlarına rağmen masa başında göreve başlatılmış gibi gösterildiğini, iki yıla yakın bir süre içerisinde fiilî olarak tek bir gün dahi mesleğini yapamadığını belirtmiştir. Ruh sağlığının bozulduğunu ve manevi zarara uğradığını iddia eden başvurucu, zararlarının karşılığı olarak 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Mahkeme 3/7/2014 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulü ile 000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsil edilerek başvurucuya ödenmesinekarar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında tesis edilen atama ve disiplin işlemleri sayılarak tümünün yargı kararlarıyla iptal edildiği vurgulanmış ve davalılar tarafından gerçekleştirilen hukuka uygun olmayan Üniversite Yönetim Kurulu kararları neticesinde başvurucunun çalışma şevkinin kırıldığı ve ruh sağlığının olumsuz şekilde etkilendiği ifade edilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/4/2015 tarihli kararıyla manevi tazminat miktarının fazla olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bitlis Asliye Hukuk Mahkemesi, 5/11/2015 tarihli kararıyla önceki kararında direnmiş ve davanın kısmen kabulü ile 000 TL manevi tazminatın davalılardanmüştereken ve müteselsilen alınarak başvurucuya ödenmesinekarar vermiştir. Dava, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önünde derdesttir. Van İdare Mahkemesinin 2014/1212 Esas Sayılı Dava Dosyası Başvurucu, şube müdürlüğü kadrosuna atanmasına yönelik işlemlerin yargı kararlarıyla iptal edilmesine rağmen kararların gereğinin bilinçli şekilde yerine getirilmemesi nedeniyle manevi zarara uğradığını ileri sürerek 19/9/2014 tarihinde 000 TL manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır. Van İdare Mahkemesinin 3/4/2015 tarihli kararıyla 500 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde, idarenin hukuka aykırı işlemlerinin psikolojik baskı aracı hâline geldiği durumlarda kamu hizmetinin yürütülmesi ve verimliliği ilkesi gereğince kişinin manevi dünyasının uğradığı zararın telafi edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kararda, davalı idarenin tesis ettiği işlemler nedeniyle başvurucuya psikolojik baskı uygulandığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Karar, Erzurum Bölge İdare Mahkemesinin 6/12/2016 tarihli karar düzeltme talebinin reddine dair kararıyla kesinleşmiştir. Van İdare Mahkemesinin 2012/80 Esas Sayılı Dava Dosyası Başvurucu, hakkında tesis edilen keyfî atama işlemlerinin yargı kararlarıyla iptal edilmesine rağmen söz konusu kararların uygulanmadığını ve atamaların süreklilik gösterdiğini belirterek 7/2/2012 tarihinde 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır. Van İdare Mahkemesinin 17/5/2013 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Kararda, Van İdare Mahkemesinin 16/9/2011 tarihli kararıyla başvurucunun yoksun kaldığı özlük haklarının iadesine karar verildiğinden maddi zararın karşılandığı ifade edilmiştir. Manevi tazminat talebi yönünden yapılan değerlendirmede ise İdarenin ağır hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca kararda, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maddi tazminat talebi yönünden 200 TL, manevi tazminat yönünden 660 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar Dairenin 18/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de Dairenin 22/6/2015 tarihli sayılı kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 7/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Bayrakcı, B. No: 2014/8715, 5/4/2018, §§ 30-45; Ebru Bilgin [GK], B. No: 2014/7998, 19/7/2018, §§ 43- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16392 | Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, emekli ikramiyesinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri kapsamında 19 yıl 11 ay 23 gün süreyle hâkim olarak görev yapmış ve istifa ederek 30/9/1981 tarihinde görevinden ayrılmıştır. Başvurucu bu tarihten sonra serbest avukat olarak çalışmış ve başvurucuya 1/1/1991 tarihinde, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümleri uyarınca yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan "Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve" ibaresini, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. Bu karar 5/6/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olup 5/6/2010 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Başvurucu 17/8/2010 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurmuş ve Emekli Sandığına tabi 19 yıl 11 ay 23 günlük süre için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini istemiştir. SGK tarafından verilen 7/10/2010 tarihli cevapta, kanun koyucunun bu konuda yaptığı yeni düzenlemeye işaret edilmiştir. SGK 19/9/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanun'un maddesi ile 5434 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının "Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve..." şeklinde düzenlendiğini, bu düzenlemenin yürürlük tarihinin ise 5997 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 1/6/2010 tarihi olarak belirlendiğini ifade etmiştir. SGK'ya göre söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce yeni bir düzenleme yapılmış olduğundan emeklilik ikramiyesinin ödenmesi imkânı bulunmamaktadır. Başvurucu 14/12/2010 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali ve toplam 449,74 TL emekli ikramiyesinin görevinden ayrıldığı 8/9/1981 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Yargılama sırasında Mahkeme, SGK'dan başvurucunun Emekli Sandığına tabi olarak geçen hizmet süreleri esas alındığında (güncelleme yapılmaksızın) ödenmesi gereken emekli ikramiyesi miktarının ne kadar olduğunun hesaplanmasını ve bu hesaplamaya ilişkin belgelerin gönderilmesini istemiştir. SGK 14/12/2013 tarihinde verdiği cevapta, başvurucuya 506 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yaşlılık aylığının bağlandığı 1/1/1991 tarihinde yürürlükte bulunan memur maaş katsayısı ile taban aylığı esas alınarak ikramiyeye esas 19 tam hizmet yılına karşılık ödenebilecek ikramiye tutarının 36,44 TL olduğunu bildirmiştir. Mahkeme 27/2/2013 tarihinde dava konusu işlemin iptaline, başvurucunun Emekli Sandığına tabi hizmet süresi için emekli aylıklarının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar gözetilerek 5434 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine göre hesaplanan 36,44 TL emekli ikramiyesi tutarının SGK'ya başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine, kalan emekli ikramiyesi ile SGK'ya başvuru tarihinden önceki döneme ilişkin faiz isteminin reddine, reddedilen miktar üzerinden hesaplanan 695,46 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak SGK'ya verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. SGK yazısında belirtilen 5997 sayılı Kanun'un maddesi ile getirilen düzenleme Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2010/81, K.2011/78 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.ii. Yargılama devam ederken 17/1/2012 tarihli ve 6270 sayılı Kanun'un maddesi ile 5434 sayılı Kanun'un maddesi değiştirilmiş ve hizmet birleştirilmesi suretiyle emekli aylığı bağlananlara 5434 sayılı Kanun'a tabi çalışmalarının kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun sona ermiş olması kaydıyla emekli ikramiyesi ödenmesi öngörülmüştür. Ayrıca 6270 sayılı Kanun'un maddesi ile 5434 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre bu maddenin yürürlük tarihinden önce birleştirilen hizmet süreleri üzerinden aylık bağlananlara varsa açtıkları davadan vazgeçmeleri ve bu Kanun'un maddesindeki şartların bulunması kaydıyla emekli ikramiyesi ödeneceği belirtilmiştir. iii. 6270 sayılı Kanun'da 26/1/2012 tarihinden önce hizmet birleştirilmesi suretiyle emekli olan iştirakçiler hakkında bu kuralların uygulanacağı yönünde açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple uyuşmazlığın 6270 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesinde yürürlükte bulunan kanuni düzenlemeye göre çözümlenebileceği sonucuna varılmıştır. Bu çerçevede, farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmetleri birleştirilmek suretiyle aylık bağlanan ancak Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye ayrılmadığı için kendisine emekli ikramiyesi ödenmeyen başvurucuya Emekli Sandığına tabi süreleri için emekli aylıklarının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak emekli ikramiyesi ödenmelidir. Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde, hesaplama için bilirkişiye başvurulmasını istediği hâlde talebi hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmediğini, ikramiyenin hesaplanma yönteminin kararda gösterilmediğini, 1983 yılından bu yana paranın kullanıldığını ve dava konusu ettiği bedelin güncellenmiş ikramiye bedeli olduğunu belirterek hesapladığı güncel ikramiyenin 1/7/1983 tarihinden itibaren işletilecek faizi ile birlikte ödenmesini istemiştir. Temyiz incelemesini yapan Danıştay Onbirinci Dairesi (Daire) 12/10/2015 tarihinde kararın emekli ikramiyesine ilişkin kısmı yönünden temyiz istemlerinin reddine ve bu kısım açısından kararın onanmasına, SGK lehine hükmedilen nisbi vekâlet ücretinin ise Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesine aykırılık teşkil edeceği ve mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle vekâlet ücreti yönünden kararın bozulmasına karar vermiştir. Başvurucu ve SGK, onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Daire karar düzeltme istemini 7/6/2018 tarihinde reddetmiştir. Mahkeme kararının bozulan kısmıyla ilgili yapılan yargılama hakkında bireysel başvuru ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden başka bir bilgiye ulaşılamamıştır. Nihai karar başvurucuya 10/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27765 | Başvuru, emekli ikramiyesinin değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, İcra Müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 13/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 10/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34821 | Başvuru, İcra Müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, istinaf süresinin gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, hakkında açılan ihalenin feshine ilişkin davada verilen karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf süresinin ilk derece mahkemesi kararının tefhimi tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle başvurucunun istinaf talebi süre yönünden reddedilmiştir. Başvurucu, bu kararı temyiz etmiş; Yargıtay kararı onamıştır. Başvurucu nihai kararın 24/11/2021 tarihinde tebliği üzerine 17/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/61363 | Başvuru, istinaf süresinin gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon; duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Uşak Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 18/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararı ile dosyanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmesi üzerine görülen yargılamada 20/4/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 4/7/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun bulunduğu ceza infaz kurumundan yargı çevresi içindeki bir ceza infaz kurumuna nakli için Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar verilmiş ise de Mahkemece başvurucunun tutuklu bulunduğu Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna aynı gün ayrı bir müzekkere yazılarak 4/7/2018 tarihli celsede başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile sorgu ve savunmasının yapılacağı salonunda hazır edilmesi talep edilmiştir. Başvurucu tutuklu bulunduğu Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu aracılığı ile Mahkemeye gönderdiği 4/6/2018 tarihli dilekçeyle doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri gereğince savunmasını daha sağlıklı yapabilmek adına duruşmada bizzat hazır edilmesinin sağlanmasını talep etmiştir. Ayrıca başvurucu bu dilekçe ile Tensip Tutanağı'nda belirtilen yargı çevresi içindeki bir ceza infaz kurumuna nakledilmesi ile ilgili dilekçe tarihine kadar herhangi bir gelişme olmadığını da belirtmiştir. Başvurucu, yargılamanın 4/7/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun celse arasında duruşmada bizzat hazır bulunma talepli dilekçe sunduğunun görüldüğü belirtilmiş olmasına rağmen başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamış, başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı da yer almamıştır. Başvurucunun savunma yaptığı bu duruşmada başvurucu hakkındaki suçlamaya konu deliller okunmuş ve tanık H.O. dinlenilmiştir. Mahkeme, SEGBİS sisteminde meydana gelen aksaklık ve sıkıntılar ile başvurucunun talebini de değerlendirerek başvurucunun Mahkeme yargı çevresinde bulunan bir ceza infaz kurumuna naklinin sağlanması için Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına ve ayrıca bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada hazır edilmesi için ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 4/10/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu 4/10/2018 tarihli ikinci celseye ceza infaz kurumundan getirilerek bizzat katılmıştır. Bu celsede tanıklar dinlenilmiş ve Başsavcılık makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu 20/11/2018 tarihli üçüncü celseye de ceza infaz kurumundan getirilerek bizzat katılmıştır. Bu celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkemece başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun ilk duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Başvurucu, ceza infaz kurumu aracılığıyla Mahkemeye gönderdiği 17/9/2018 ve 30/10/2018 tarihli dilekçelerinde 4/7/2018 tarihli ilk celseye ait SEGBİS kayıt çözümlerinin kendisine gönderilmesini talep etmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden yapılan incelemede bahse konu çözümlerin ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan başvurucuya hüküm verilmeden önce tebliğ edildiğine dair bir bilgiye ulaşılamamıştır. Başvurucu, gerekçeli istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalarda bizzat hazır bulunarak savunma yapma talebini ilk celse öncesinde Mahkemeye ilettiği hâlde talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan ilk duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakıldığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2711 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararı ile ilişiğinin kesilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 29/11/2012 tarihinde Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, astsubay statüsünde görev yapmakta iken disiplinsizliği nedeniyle YAŞ kararıyla 2006 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde kapsamından yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 6/6/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. İşlem gerekçesi şöyledir: “… uyuşturucu madde kullanmanız, uyuşturucu satıcıları ile irtibatta olmanız, askeri personeli uyuşturucuya özendirmeniz ve kullanmaya teşvik etmeniz gerekçesi ile,…” Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi 19/4/2012 tarih ve E.2012/470 ve K.2012/456 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir“… davacının 926 sayılı Kanunun Geçici 32’nci maddesinden yararlanabilmek için gerekli olan “yargı denetimine kapalı işlemlerle TSK’dan ilişiği kesilmiş” olmak şartını taşıdığı anlaşılmaktadır.Davacının geçici 32’nci maddesi kapsamından yararlandırılmamasına ilişkin belgeler incelendiğinde; davacının kendi ifadesinde de belirttiği üzere birçok kez uyuşturucu kullandığı, uyuşturucu madde satıcıları ile irtibatta olduğu, sivil lise ve askeri öğrencilik yıllarından itibaren uyuşturucu madde kullandığı, diğer askeri personeli uyuşturucu madde kullanmaya teşvik ettiği, bunun süreklilik arz ettiği görülmektedir. Davacının bu durumuyla 926 Sayılı TSK Personel Kanunun geçici 32’nci madde hükümlerinden yararlandırılmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirildiğinden, davanın reddi cihetine gidilmiştir.” Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/10/2012 tarih ve E.2012/908, K.2012/1128 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 9/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiş, 29/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/921 | Başvurucu, Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararı ile ilişiğinin kesilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma görevlilerince gerçekleştirilen fiziksel şiddet ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, subay olarak görev yapmaktayken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında tutuklanarak 8/3/2018 tarihinde Ağrı Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Başvurucu talebi üzerine 21/11/2019 tarihinde Bolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakil edilmiştir. Başvurucu hakkında açılan kamu davasında başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkûmiyet hükmü 10/7/2023 tarihinde Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu 3/12/2019 tarihinde ceza infaz kurumunda kötü muamele gördüğü iddiasıyla Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu bu şikâyetinde özetle; i. 21/11/2019 tarihinde gerçekleşen nakil işleminden sonraki gün 22/11/2019 tarihinde bulunduğu geçici koğuşun çağrı butonuna basarak telefon hakkını kullanmak istediğini nöbetçi memura bildirdiğini, nöbetçi memura koğuştan çıkartıldığında eşyalarının kendisine teslim edilmediğini ve geçici koğuşta kaldığını söylediğini, bu sırada 8-10 memurun etrafını sardığını, onlara da aynı şeyleri söylediğinde “adam gibi konuş elini kolunu sallama” benzeri sözlerle geçici koğuşa götürüldüğünü, ii. Kameraların bulunmadığı yerde içeri giren memurların kafasını duvara vurarak fiziksel şiddet uyguladığını, kolunda ve boğazında çizikler ile çürümeler oluştuğunu,iii. Şiddetli baş ağrısı ve mide bulantısı üzerine çağırdığı nöbetçi memurun kendisini revire götürmediğini, ayrıca telefonla konuşmasına ve Cumhuriyet savcısı ile görüşmesine izin verilmediğini belirtmiştir. Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Ceza İnfaz Kurumuna yazılan yazıya verilen cevapta, başvurucunun olay nedeniyle bilgisine başvurulduğu, başvurucunun beyanları ve kamera görüntülerine dayanarak ilgili personelin tespit edildiği, ifadesi alınan personelin acil durum butonuna basan başvurucunun odasına gidildiğinde telefon hakkını kullanmak istediğini söylemesi üzerine ödünç telefon kartı bulunduğu, bu sırada oda yerleştirme kararını bildirmek üzere başka bir personelin geldiği, demirbaş kontrolü için odaya girildiği, sonrasında başvurucunun yeni odasına yerleştirildiği, başvurucunun iddiasının aksine fiziksel şiddete maruz kalmadığı, alınan sağlık raporunun da bu hususu doğruladığı, başvurucu hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yürütülmediği bildirilmiştir. Başvurucu hakkında Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesinin 18/12/2019 tarihli raporunda, başvurucunun 21/11/2019 tarihinde ceza infaz kurumu personeli tarafından darp edildiğini söylediği, aktif lezyon bulunmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebileceği belirtilmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde olay günü bir infaz koruma memurunun kafasının arka kısmına vurduğunu, diğer infaz koruma memurlarının kaburgalarına ve kalçasına yumruk ve tekme attığını, olay günü revire götürülmediğini ve telefon görüşmesi yapamadığını belirtmiştir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma neticesinde 20/1/2020 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında tehdit ve kasten yaralama suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak, başvurucunun adli muayene raporunda darp ve cebir izi bulunmadığının belirtildiği, soruşturma kapsamında başvurucunun soyut iddiaları dışında delil bulunmadığı gerekçesi açıklanmıştır. Başvurucu, olayla ilgili olarak şikâyet dilekçesindeki hususları tekraren, yazılı olarak kuruma ilettiği Cumhuriyet savcısıyla görüşme talebinin reddedildiğini, gösterdiği tanığın dinlenilmediğini belirterek 12/2/2020 tarihinde karara itiraz etmiştir. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itiraz, Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince 27/2/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 6/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 3/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13466 | Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma görevlilerince gerçekleştirilen fiziksel şiddet ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hava Kuvvetleri Komutanlığında muvazzaf subay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair isimsiz bir e-posta gönderilmesi üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde 5/6/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Söz konusu ifade metninde başvurucunun ifadesine hangi kapsamda başvurulduğu hususu belirtilmemiştir. Anılan ifade metnine göre başvurucuya nerelerde görev yaptığı, sanal ortamdaki herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde üyeliğinin olup olmadığı, İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu kadınların kimler olduğu, gösterilen bazı görüntülerin kendisine ait olup olmadığı sorulmuştur. Başvurucu, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamış ve ifade tutanağını imzalamıştır. İdari tahkikat sonucunda TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında 15/2/2014 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; göreviyle ilgisi olmayan, özel yaşantısına ilişkin soruların sorulduğu hukuka aykırı bir sorgu neticesinde elde edilen beyanlarının delil olarak kullanılamayacağını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. AYİM, oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu ve bu nedenle TSK'daki görevini devam ettirmesinin olanaklı olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Karara katılmayan bir Daire üyesi tarafından kaleme alınan karşıoy yazılarında ise söz konusu eylemlerin mahremiyet alanına ilişkin olduğu ve başvurucu tarafından iradi bir şekilde alenileştirilmediği, olumlu olan geçmiş sicil durumunun dikkate alınmadığı, ayrıca yasa dışı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak işlem tesis edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 4/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19937 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, tutukluluğun kanuni süreyi aşması, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olması ve yargılanmanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa'nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 12/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 7/10/2008 tarihinde gözaltına alınmış, yakın akrabayı öldürme suçunu işlediği iddiasıyla Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi'nin 8/10/2008 tarih ve 2008/205 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 4/12/2008 tarih ve E.2008/46469 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında "kasten yakın akrabayı öldürme" suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, 1/4/2011 tarih ve E.2008/264, K.2011/122 sayılı kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine hükmetmiş, ancak bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 2/5/2012 tarih ve E.2012/747, K.2012/3457 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Yargıtay kararının gerekçesi özetle şu şekildedir; “… savunması alınamayan ve hakkında yakalama kararı çıkarılan sanık A.O. hakkında açılan kamu davasının tefrik edildiği görülmekle; hakkında yakalama kararı çıkarılan sanık A.nın makul bir süre aranması, yakalanmışsa dosyalarının birleştirilmesi, karar verilmiş ve kesinleşmiş ise denetime olanak verecek biçimde dosyanın getirtilerek bu dosya içine konularak kanıtların birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerektiğinin düşünülememesi, …” Bozma sonrası yeniden yargılama yapan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, 9/10/2012 tarih ve E.2012/289, K.2012/420 sayılı kararıyla, başvurucunun isnat edilen suçtan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Anılan karar başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Kararın temyiz incelemesi için Yargıtay da bulunduğu sırada başvurucu, 8/10/2013 tarihli dilekçesi ile Yargıtay Ceza Dairesine müracaat ederek tahliye talebinde bulunmuştur. Bu talep Yargıtay Ceza Dairesinin 23/10/2013 tarih ve E.2013/4319, 2013/118 müteferrik sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun Yargıtay Ceza Dairesinin anılan kararına yapmış olduğu itiraz, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/11/2013 tarih ve 2013/2 müteferrik sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, bu kararın 11/12/2013 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 3/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.Yargıtay Ceza Dairesi, 24/12/2013 tarih ve E.2013/4319, K.2013/8085 sayılı kararıyla, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2012 tarih ve E.2012/289, K.2012/420 sayılı kararının bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay kararının gerekçesi şu şekildedir: “Aynı olay nedeniyle,aynı iddianame ile hakkında kasten öldürme suçundan dava açılan ve hakkındaki yakalama emri infaz edilemediği için dosyası tefrik edilen sanık A.O. hakkındaki yakalama emrinin infaz edilip savunmasının alındığı ve dosyanın karara bağlanıp temyiz incelemesi için Dairemize gönderildiği yapılan inceleme sonrasında Dairemizin 07/05/2013 tarihli 2013/1037 Esas ve 2013/3607 Karar sayılı ilamı ile aynı öldürme olayından yargılanan sanıklar Osman Asilsoy,… hakkındaki dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmakla; incelemeye konu bu dava dosyası ile sanık A.O. hakkındaki dava dosyası arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğu anlaşıldığından, her iki dava dosyasının birleştirilmesine karar verilip delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayın ve takdiri gerektiğinin düşünülmemesi,” Yargıtay kararı sonrası tekrar başlayan yargılamada Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 2/4/2014 tarih ve E.2014/62, K.2014/89 sayılı ilamla başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Temyiz üzerine dosya Yargıtay’a gönderilmiş olup, dava hâlen temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetlisuç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedenininbulunması halinde, şüpheli veya sanıkhakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesibeklenen ceza veya güvenlik tedbiriile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerdebir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdurveya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçlarınişlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), ....” Anılan Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çokiki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üçyılı geçemez.” 26/9/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:“(1) Kasten öldürmesuçunun; d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veyakardeşe karşı, İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmışmüebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/99 | Başvurucu, tutukluluğun kanuni süreyi aşması, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olması ve yargılanmanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurucu, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu kullanılamayacak şekilde ağır hasar alan konutunun yetkililerce yıkılması sonucu uğradığı zararın tazmini için açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve lehine hükmedilen tazminat miktarının azlığı nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 16/9/2013 tarihinde İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 13/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 25/2/2014 tarihli yazı ile başvurucunun şikâyetlerinin “yargılama süresi” ile “delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının uygulanması ve derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümün adil olmaması”na ilişkin olduğu belirtilerek söz konusu şikâyetlere benzer nitelikteki başka başvurular için daha önce sundukları görüşlere atıfla ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Kocaeli ilinde malik bulunduğu konutu, 17/8/1999 yılında meydana gelen deprem nedeniyle kullanılamayacak düzeyde ağır hasar almış ve 2000 yılının temmuz ayında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yıkılmıştır. Başvurucu, oluşan zararının tazmini amacıyla 8/5/2000 tarihinde Karamürsel Belediye Başkanlığına, 22/5/2000 tarihinde ise Başbakanlık ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığına başvurmuş, ancak olumlu yanıt alamamıştır. Başvurucunun, idarenin hizmet kusuru nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü 000,00 TL. maddi zararın tazmini istemiyle Başbakanlık, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Karamürsel Belediye Başkanlığı aleyhine açtığı tam yargı davası, Sakarya İdare Mahkemesinin 20/3/2002 tarih ve E.2000/2316, K.2002/288 sayılı kararıyla süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 14/4/2004 tarih ve E.2003/138, K.2004/2214 sayılı kararıyla davanın süresinde olduğu gerekçesiyle bozulmuş, bozma kararına karşı davalı idarelerce yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin 10/6/2005 tarih ve E.2004/7993, K.2005/3437 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bozma kararı üzerine dosyayı yeniden inceleyen Sakarya İdare Mahkemesi, 20/12/2005 tarih ve E.2005/4004, K.2005/3550 sayılı kararıyla Kocaeli ilinde idare mahkemesi kurulduğunu ve bu mahkemenin 14/7/2003 tarihinde fiilen faaliyete geçtiğini belirterek davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının Kocaeli İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kocaeli İdare Mahkemesi 30/5/2008 tarih ve E.2006/1086, K.2008/742 sayılı kararıyla bozma kararına uyarak, davalı Karamürsel Belediye Başkanlığının dava konusu yapının yıkılmasında %100 kusurlu bulunduğu, diğer idarelerin kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle bilirkişi raporunda yapı maliyeti olarak belirlenen 649,35 TL’nin idareye başvurunun yapıldığı 8/5/2000 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı Belediye Başkanlığı tarafından davacıya ödenmesine, diğer davalılar ve fazlaya ilişkin maddi tazminat istemi yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Kocaeli İdare Mahkemesinin bu kararı Danıştay Dairesinin 23/5/2012 tarih ve E.2012/521, K.2012/2699 sayılı kararıyla yargılama giderlerine ilişkin kısmı hariç onanmış ve başvurucunun esas yönünden karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 24/6/2013 tarih ve E.2013/1672, K.2013/4457 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 15/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 16/9/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 15/5/1959 tarih ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un maddesi şöyledir:“Su baskınına uğramış veya uğrayabilir bölgeler, İmar ve İskan Bakanlığının teklifi üzerine Devlet Su İşlerinin bağlı bulunduğu Bakanlıkça; yer sarsıntısı, yer kayması, kaya düşmesi ve çığ gibi afetlere uğramış veya uğrayabilir bölgeler ise, İmar ve İskan Bakanlığınca tespit ve bunlardan şehir ve kasabalarda meydana gelen ve gelebileceklerin sınırları imar planına, imar planı bulunmayan kasaba ve köylerde de belli edildikçe harita veya krokilere işlenmek suretiyle, afete maruz bölge olarak İmar ve İskan Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılır ve bu suretle tespit olunan sınırlar, İmar ve İskan Bakanlığının isteği üzerine ilgili valiliklerce mahallinde ilan olunur. Mahalli şart ve özellikler dolayısıyla yangın afetine uğraması muhtemel olan sahalar, şehir ve kasabalarda belediye meclisleri, köylerde ihtiyar heyetleri tarafından tespit ve kaymakamların mütalaası alındıktan sonra valilerin tasvibi üzerine ilgili bölgelerde ilan olunur.” 7269 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:İkinci maddeye göre ilan edilen afet bölgelerinde yeniden yapılacak, değiştirilecek, büyütülecek veya esaslı tamir görecek resmi ve özel bütün yapıların tabi olacağı teknik şartlar, Bayındırlık Bakanlığının mütalaası da alınarak İmar ve İskan Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle tespit olunur.Belediye hudutları ve varsa mücavir sahalar dahilinde ilgili belediyeler, bunun dışında kalan yerlerde vali ve kaymakamlar bu yönetmelik esaslarının uygulanmasını sağlamakla yükümlüdürler.Yönetmelik esaslarına aykırı olan yapılar hakkında; yukarda belirtilen merciler tarafından sahiplerine tebligat yapılarak, en çok 3 aylık süre içinde hatanın ve tehlikeli durumun giderilmesi bildirilir.Verilen süre içinde sahiplerince ıslah edilmeyen bina veya bina kısımları belediye hudutları ve mücavir saha dahilinde belediye encümenlerince diğer yerlerde ise il veya ilçe idare kurullarınca, yıkma parası yıkıntı malzemesinden karşılanmak, yetmemesi halinde kalan kısmı afetler fonundan tamamlanmak üzere yıktırılır. İmar ve İskan Bakanlığı bu konuda gerekli kontrol ve denetime yetkilidir.Yer kayması, kaya düşmesi, çığ gibi afetlere uğrayabilecek meskun yerlerde alınacak önleyici tedbirler İmar ve İskan Bakanlığınca, su baskınına uğrayabilecek yerlerde ise, Devlet Su İşlerinin bağlı bulunduğu bakanlıkça alınır. Bu işlere ilişkin ödenek, tedbirleri almakla görevli bakanlıkça karşılanır.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7223 | Başvurucu, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu kullanılamayacak şekilde ağır hasar alan konutunun yetkililerce yıkılması sonucu uğradığı zararın tazmini için açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve lehine hükmedilen tazminat miktarının azlığı nedeniyle Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, üzerinde fabrika ve işletmeleri bulunan taşınmazın birinci derece doğal sit alanı olarak tescil ve ilan edilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir'in Çiğli ilçesi Kaklıç köyünde kain 1098 parsel sayılı taşınmazın müşterek maliklerindendir. Başvurucunun beyanına göre aynı mevkide bu taşınmazına komşu olan 192 ve 201 parsel sayılı iki taşınmazı daha bulunmaktadır. Taşınmaz tapuda tarla vasfıyla kayıtlı iken 27/2/1986 tarihinde fabrika ve tesisleri olarak tapuda cins tashihi yapılmıştır. İzmir Numaralı Koruma Bölge Kurulunun (Koruma Bölge Kurulu) 18/2/1999 tarihli kararıyla Gediz Delta Ovası'nda bulunan taşınmaz 1/25000 ölçekli plana dayalı olarak birinci derece doğal sit alanı olarak ilan edilmiştir. Başvurucu bu karar üzerine iptal davası açmıştır. İzmir İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 26/12/2001 tarihli kararıyla davaya konu taşınmazın sit alanı sınırları dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun beyanına göre süreç içerisinde taşınmazın sit alanı içerisinde kaldığı kendisine bildirilmiştir. Başvurucu bunun üzerine taşınmazın sit alanından çıkarılması için talepte bulunmuş, bu talebinin Koruma Bölge Kurulu tarafından 14/11/2008 tarihinde reddedilmesi üzerine kararın iptali için 9/2/2009 tarihinde dava açmıştır. Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve 23/2/2010 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararda bilirkişi raporuna atıf yapılarak taşınmazın bütününün birinci derece doğal sit alanı niteliği taşımadığı ve sit sınırları dışına çıkarılması durumunda taşınmazın çevresinin ve sit bütünlüğünün etkilenmeyeceği vurgulanmıştır. Danıştay Altıncı Dairesi 22/12/2010 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, birinci derece doğal sit alanı içerisinde bulunan ve uluslararası korumaya sahip delta ekosisteminin bir parçası olan taşınmazın sit niteliğinin yapay etkenlerle kaybedildiğinin kabulünün mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda aksi yönde bir değerlendirmenin delta ekosisteminin yapılaşma baskısı altına girmesi ve birinci derece doğal sit alanının bütünlük içerisinde özgün dokusunun korunabilmesi olanağının yitirilmesi sonucunu doğuracağı vurgulanmıştır. Bozma kararına uyan Mahkeme 18/9/2012 tarihinde bozma ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir. Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) 24/9/2014 tarihinde kararın onanmasına hükmetmiştir. Dairenin 21/10/2015 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin reddi üzerine hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 27/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ''Tanımlar ve kısaltmalar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(3) "Sit"; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.'' 2863 sayılı Kanun'un "Tespit ve tescil" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır.Yapılacak tespitlerde, kültür ve tabiat varlıklarının tarih, sanat, bölge ve diğer özellikleri dikkate alınır. Devletin imkanları gözönünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir.Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur.'' 2863 sayılı Kanun’un "Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları ile koruma amaçlı imar plânı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "a) Bir alanın koruma bölge kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plân uygulamasını durdurur. Sit alanının etkileşim-geçiş sahası varsa 1/000 ölçekli plân kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate alınarak yeniden gözden geçirilerek ilgili idarelerce onaylanır....b) Koruma amaçlı imar plânlarıyla kesin yapılanma yasağı getirilen sit alanlarında bulunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetindeki taşınmazlar malikin başvurusu üzerine, belediye ve il özel idaresine ait taşınmazlarla takas edilebilir."Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 19/6/2007 tarihli ve 728 sayılı İlke Kararları'nın ilgili bölümü şöyledir: ''( Derece Doğal (Tabii) Sit: Bilimsel muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç özellik ve güzelliklere sahip olması ve ender bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka korunması gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak alanlardır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sinan Yıldız ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37959/04, 12/1/2010) kararında başvurucuların taşınmazının sit alanı ilan edilmesine yönelik şikâyetlerini mülkiyet hakkı yönünden incelemiştir. AİHM öncelikle somut olayda, iç hukuk yollarının tüketilip tüketilmediğinin incelenmesinin gerekli olmadığını ifade etmiştir. AİHM bundan sonra başvurucuların taşınmazının Koruma Kurulu tarafından birinci derece sit alanı ilan edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale olduğunu ve müdahalenin mülkiyetin kullanımını kontrolüne ilişkin ikinci paragraf çerçevesinde inceleneceğini belirtmiştir.AİHM, müdahalenin 2863 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olduğunu ve kültür varlıklarının korunması yönünde meşru bir amacının olduğunu vurgulamıştır. Son olarak ölçülülük yönünden ise başvurucunun kanuna uygun olmak kaydıyla mülkünü kullanabildiği ve getirilen kısıtlamaların söz konusu mülkün kullanımını önemli ölçüde sınırlamadığı ifade edilmiştir. Bunun yanında mutlak bir inşaat yasağı öngörülmediği ve bütünüyle bir satış yasağının söz konusu olmadığı belirtilerek, Kanunda yer alan trampa imkânına da değinilmiştir. Sonuç olarak müdahalenin meşru amacı ile karşılaştırıldığında aşırı bir külfet yüklemediği gerekçesiyle başvuru açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19973 | Başvuru, üzerinde fabrika ve işletmeleri bulunan taşınmazın birinci derece doğal sit alanı olarak tescil ve ilan edilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; idare aleyhine açılan tazminat davasının, kararın icra aşamasıyla birlikte makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvurucunun eşi, görev yaptığı idarece yürütülen yol yapım çalışmaları sırasında dinamit patlaması neticesinde 19/1/2004 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucu, olay sebebiyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle 16/2/2004 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Dava, anılan Mahkemenin Yargıtayın bozma ilamına uyarak verdiği 21/2/2008 tarihli kararıyla idarenin hizmet kusuru ilkesine dayalı olarak açılan davanın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik nedeniyle reddedilmiştir. Başvurucu, adli yargıdaki görevsizlik kararının 15/6/2008 tarihinde kesinleşmesi üzerine 25/6/2008 tarihinde idari yargıda tazminat davası açmıştır. Samsun İdare Mahkemesi 13/10/2009 tarihli kararıyla başvurucu adına 672,99 TL maddi, 000 TL manevi tazminata adli yargıda davanın açıldığı 16/2/2004 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte hükmetmiştir. Karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 5/11/2013 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 17/1/2014 tarihinde davalı idareye, 21/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatın tahsili amacıyla 22/1/2014 tarihinde Ankara İcra Dairesinin 2014/997 sayılı dosyasında takip başlatmıştır. İcra takibi süreci devam ederken daha önce 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun uyarınca tüzel kişiliği kaldırılmış olan Samsun İl Özel İdaresinin borçları Samsun İli Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonunun27/3/2014 tarihli kararı ile Samsun Büyükşehir Belediyesine devredilmiştir. Başvurucu 16/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenmesi sürecinde 18/7/2014 tarihinde, Samsun Büyükşehir Belediyesi Ankara İcra Dairesindeki icra takip dosyasına başvurucu adına hükmedilen tazminatı yasal faiziyle birlikte yatırmıştır. Söz konusu tutar 22/7/2014 tarihinde İcra Müdürlüğünce başvurucuya ödenmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6981 | Başvuru, idare aleyhine açılan tazminat davasının, kararın icra aşamasıyla birlikte makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun yazmış olduğu dilekçelerde yer alan ifadeler nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır.A. 2019/14946 Sayılı Başvuru Yönünden Başvurucu 15/1/2019 tarihinde Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmek üzere Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) bir kararı hakkında itiraz dilekçesi yazmıştır. Ceza İnfaz Kurumu görevlileri el yazısıyla yazılmış dilekçeyi incelemiştir. İnceleme sonucunda dilekçede kurum görevlilerine karşı asılsız ithamlarda bulunulduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen kurum görevlilerine karşı uygunsuz söz sarf etme veya davranışta bulunma eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucuya bir ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası verilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun şikâyetini 7/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Hâkimlik, Disiplin Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğunu ifade ederek şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına itiraz etmiştir. Mahkeme, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazı 27/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 4/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 22/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. 2019/16019 Sayılı Başvuru Yönünden Başvurucu, hakkında verilen bir hücre cezasının infazına başlanması öncesinde 30/10/2018 tarihinde kurum revirine götürülmek istenmiştir. Başvurucunun kurum revirine götürülmesi öncesinde üst araması yapılmıştır. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumuna hitaben üst araması sırasında cinsel tacize maruz kaldığını iddia ettiği bir dilekçe yazmıştır. Başvurucu; söz konusu dilekçesinde, kendisine tacizde bulunulduğunu ve bu nedenle de psikolojisinin bozulduğunu, psikolojik destek almak için Kurumun Psikososyal Servisi ile görüşmek istediğini ifade etmiştir. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu Psikososyal Servisi ile görüşmek istediğine dair dilekçesi üzerine kaldığı odaya 12/11/2018 tarihinde bir kurum görevlisi gelmiştir. Başvurucu, gelen bu görevliye hitaben ''Ben senle muhatap olmam, seni şikâyet etmek için kurum psikoloğu ile görüşecektim, buraya baş memur gelecek, senin de ismini biliyorum, adın Batuhan, benimle muhatap olma, ben odadan çıkmıyorum.'' şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Aynı gün başvurucu, başka bir görevli tarafından görüşmek istediği Psikososyal servisine götürülmüştür. Başvurucunun Psikososyal Servisi ile görüşme sırasında yaptığı bazı açıklamalar ve kendisini bu birime götürmek isteyen görevliye söylediği sözler hakkında bir tutanak tutulmuştur. Söz konusu tutanağa istinaden başvurucu hakkında bir disiplin soruşturması başlatılmıştır. Yapılan disiplin soruşturması sonucunda Disiplin Kurulu 22/11/2018 tarihinde, başvurucunun kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunma disiplin eylemini işlediği gerekçesiyle 15 gün hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan disiplin cezasını bu başvuruya konu etmemiştir. Söz konusu disiplin cezası sonrasında başvurucu, Psikososyal Servisine hitaben bir dilekçe yazmıştır. Dilekçenin içeriği nedeniyle başvurucu hakkında ayrı bir disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin Kurulu, disiplin soruşturması sonucunda 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen kurum görevlilerine karşı uygunsuz söz sarf etme veya davranışta bulunma eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucuya bir ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu kararında disiplin cezasına konu edilen sözler şu şekildedir:''Açıkçası bende hastanın haklarını namusu gibi koruyamayan insanlarla da karşılaşmadım, Bana bir şey olmasın da aman. Başkasının zaten kaybedecek bir şeyi yok, oysa öylemi? Benim çok şeyim ve, neden kendimi bir başkası için riske atayım? der ve o insan tercihini başkasının yani kaybedecek bir şeyi olmayanın hilafında yapar, böylece kaybetmekten endişe duyduğu şeyleri koruduğunu düşünür. Görünüşte kaybetmemiştir. Ama her şey görünür değildir ki, mesela, şeref, haysiyet, onur gözle görünmez. Hani denir ya insan ne için yaşar? diye. Hep söylenir, insan onuru için yaşar. Sizce, sizce insan ne için yaşar? bu sorunun cevabını gerçekten o güzel gözlerinize bakarak duymak isterdim. Soru: 12/11/2018 tarihinde saat 00 da siz beni ikinci kez çağırdığınızda, öncesinde bir takım laf salatasından sonra Müdür bey bu olayın dışarı çıkmamasının senin için de iyi olacağını söylüyor, bu olayı dışarı taşırsan her seferinde ilgili yerlere ifade verirsin bu senin olayları hatırlamanı (tekrar) sağlar bunun için istersen olay kurum içinde çözülsün, dışarı taşıyacağım dersen bizde rapor düzenlememiz gerekiyor. Dediniz mi? Demediniz mi? A-demedik B-dedik C-her ikisi D-hiçbiri E-biz öyle dedik ama... Doğru söyleyeni de dokuz köyden kovarlar. Saygı değer hanım efendi ve bey efendi, inanın, tüm samimiyetimle söylüyorum. Şuanda, burada yalnız başıma bu hücrede olmayı sizin ve müdür beyin yerinde olmaya tercih ederdim, Dilerim rabbim aynı misli ile sizden hakkımı alsın.'' Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Hâkimliğe şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun şikâyetini 20/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Hâkimlik, Disiplin Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğunu ifade ederek şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına itiraz etmiştir. Mahkeme, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazı 9/4/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 24/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14946 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun yazmış olduğu dilekçelerde yer alan ifadeler nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, internet sitelerinde çıkan haber ve yayınlara karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/12/2013 tarihinde Isparta Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon aşamasında 2013/9801 numaralı başvurunun, kişi yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2013/9800 sayılı başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 7/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu,Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır Yapılan incelemede; 2013/9800 numaralı başvurunun, kişi ve konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2013/9799 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: "www.bombacom" internet sitesinde yayınlanan haber nedeniyle yapılan başvuru Başvurucu, www.bombacom internet sitesinin 20/9/2013 tarihli sayfasında 'İkinci Baharını Yaşamak İsterken Beş Parasız Kaldı' ve haber içeriğinde 'Motor Sağlam Dedi, Parayı Kaptırdı' başlıkları ile yayımlanan haberlerde; kendisinin H.Ç. isimli bir şahsı dolandırdığının ifade edilmesi nedeniyleilgili internet sayfasının içerik sağlayıcısına 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un maddesi gereğince yayımlanmak üzere bir cevap ve düzeltme metninin yer aldığı bir ihtarname göndermiştir. Söz konusu ihtarname 21/10/2013 tarihinde adı geçen internet sitesine tebliğ edilmiş olmasına rağmen cevap ve düzeltme metni yasal süresi içerisinde yayımlanmamıştır. Bunun üzerine başvurucu, ikametgahının bulunduğu Bucak Sulh Ceza Mahkemesindentekzip talebinde bulunmuştur. Bucak Sulh Ceza Mahkemesi 25/10/2013 tarihlive 2013/338 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun talebini, söz konusu haberde bir değerlendirme yapılmayıp sadece iddiaların iddia eden kişinin ağzından aynen aktarılmış olması, başvurucunun soyadının yazılmamış olması ve kendisi hakkında bir yargıya varan ifadeler kullanılmamış olmasına dayanarak haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu ret kararına karşı yasal süresi içerisinde Bucak Asliye Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Mahkeme 15/11/2013 tarihli ve 2013/245 Değişik İş sayılı kararıyla Bucak Sulh Ceza Mahkemesinin kararını yerinde görerek yapılan itirazı reddetmiştir. Red kararı başvurucuya 27/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. "www.milliyet.com.tr" internet sitesinde yayınlanan haber nedeniyle yapılan başvuru Başvurucu, www.milliyet.com.tr internet sitesinin 20/9/2013 tarihli sayfasında "Motor Sağlam Kalpte Pil Var Dedi 150 Bin Euro Gitti" başlığı ile yayımlanan bir haberde, kendisinin Hüseyin Çoban isimli bir şahsı dolandırdığınınifade edilmesi nedeniyleilgili internet sayfasının içerik sağlayıcısına 5651 sayılı Kanun'un maddesi gereğince yayımlanmak üzere bir cevap ve düzeltme metninin yer aldığı bir ihtarname göndermiştir. Söz konusu ihtarname ilgiliye tebliğ edilmiş olmasına rağmen cevap ve düzeltme metni yasal süresi içerisinde yayımlanmamıştır. Başvurucu, bunun üzerine ikametgahının bulunduğu Bucak Sulh Ceza Mahkemesindetekzip talebinde bulunmuştur. Bucak Sulh Ceza Mahkemesi 30/10/2013 tarihli ve 2013/344 Değişik İş sayılıkararıyla başvurucunun talebini, söz konusu haberde bir değerlendirme yapılmayıp sadece iddiaların iddia eden kişinin ağzından aynen aktarılmış olması, başvurucunun soyadının yazılmamış olması ve kendisi hakkında bir yargıya varan ifadeler kullanılmamış olmasına dayanarak haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu ret kararına karşı yasal süresi içerisinde Bucak Asliye Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Mahkeme 15/11/2013 tarihli ve 2013/240 Değişik İş sayılı kararıyla Bucak Sulh Ceza Mahkemesinin kararını yerinde görerek yapılan itirazı reddetmiştir. Red kararı başvurucuya 27/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. "www.posta.com.tr" internet sitesinde yayınlanan haber nedeniyle yapılan başvuru Başvurucu, www.posta.com.tr internet sitesinin 20/9/2013 tarihli sayfasında "Beş Parasız Kaldı" başlığı ile yayımlanan bir haberde, kendisinin Hüseyin Çoban isimli bir şahsı dolandırdığınınifade edilmesi nedeniyleilgili internet sayfasının içerik sağlayıcısına 5651 sayılı Kanun'un maddesi gereğince yayımlanmak üzere bir cevap ve düzeltme metninin yer aldığı bir ihtarname göndermiştir. Söz konusu ihtarname ilgiliye tebliğ edilmiş olmasına rağmen cevap ve düzeltme metni yasal süre içerisinde yayımlanmamıştır. Bunun üzerine ikametgahının bulunduğu Bucak Sulh Ceza Mahkemesindentekzip talebinde bulunmuştur. Bucak Sulh Ceza Mahkemesi 25/10/2013 tarihli 2013/339 Değişik İş sayılıkararıyla başvurucunun talebini, söz konusu haberde bir değerlendirme yapılmayıp sadece iddiaların iddia eden kişinin ağzından aynen aktarılmış olması, başvurucunun soyadının yazılmamış olması ve kendisi hakkında bir yargıya varan ifadeler kullanılmamış olmasına dayanarak haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu ret kararına karşı yasal süresi içerisinde Bucak Asliye Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. Mahkeme 15/11/2013 tarihli ve 2013/239 Değişik İş sayılı kararıyla Bucak Sulh Ceza Mahkemesinin kararını yerinde görerek yapılan itirazı reddetmiştir. Red kararı başvurucuya 27/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiş Başvurucu 27/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/5/2007 tarihli 5651 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) İçerik nedeniyle hakları ihlâl edildiğini iddia eden kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde reddedilmiş sayılır.(2) Talebin reddedilmiş sayılması halinde, kişi onbeş gün içinde yerleşim yeri sulh ceza mahkemesine başvurarak, içeriğin yayından çıkarılmasına ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.(3) Sulh ceza hâkiminin kesinleşen kararının, birinci fıkraya göre yapılan başvuruyu yerine getirmeyen içerik veya yer sağlayıcısına tebliğinden itibaren iki gün içinde içerik yayından çıkarılarak hazırlanan cevabın yayımlanmasına başlanır.(4) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İçerik veya yer sağlayıcının tüzel kişi olması halinde, bu fıkra hükmü yayın sorumlusu hakkında uygulanır. " Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/1/2007 tarihli ve E.2007/4-14, K.2007/32 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Anayasa'nın maddesinde düzenlenen 'basın özgürlüğü' ilkesinin özel hukuk alanındaki sınırlaması MK.nun 24-25 ve BK.nun maddeleridir. Basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğu vardır. Bunun içindir ki basının yayın yaparken yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylarındaki hukuka aykırı eylemlerden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışındaki bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ancak basın özgürlüğü ile kişilik değerleri karşı karşıya geldiğinde, çatışan iki değer aynı zamanda korunamayacağına göre somut olaydaki olgular itibariyle birinin diğerine üstün tutulması gerekir. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygun olacağı kabul edilecektir. Basının haber verme görevini yerine getirirken kullanacağı bu hakkın özel hukuk alanındaki sınıfı; gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık kuralları olarak belirlenmiştir. Haber verme bu sınırlar içinde kullandığı sürece hukuka uygundur. Bu unsurlardan biri olan gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu olan içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir anlatımla gerçeklik somut gerçeklik olmayıp, haberin verildiği andaki beliriş biçimine, görünürdeki gerçeğe uygunluktur." Yargıtay Ceza Dairesinin 14/10/1993 tarihli ve E.1993/4911, K.1993/5847 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Haberin gerçekliğine yönelik hâkim incelemesinin objektif ölçülere dayanması, ilgilisince gerçeğe aykırı sayılmasının değil basının haber verme hakkının ve toplumun bilgi edinme olanağının sınırlanmasına yol açmayacak biçimde görünürdeki gerçeğe uygun olup olmadığının asıl alınması; maddi gerçek araştırılma durumunda olmadığı için ortada görünen durum ve tarafların iddialarını kanıtlamak için sundukları bilgi ve belgeler değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşılması, hukukumuzda cevap ve düzeltme sistemimizce benimsenen yöntem(dir.)" 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 4721 sayılı Kanun'un "Davalar" kenar başlıklı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:"Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "İhtiyati tedbirin şartları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralıfıkrası şöyledir:"(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür." 6098 sayılı Kanun'un "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir." 6098 sayılı Kanun'un "Genel olarak" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur." 6098 sayılı Kanun'un "İşin işgörenin menfaatine yapılması hâlinde" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İşsahibi, kendi menfaatine yapılmamış olsa bile, işgörmeden doğan faydaları edinme hakkına sahiptir; ancak zenginleştiği ölçüde, işgörenin masraflarını ödemek ve giriştiği borçlardan onu kurtarmakla yükümlüdür." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9799 | Başvuru, internet sitelerinde çıkan haber ve yayınlara karşı cevap ve düzeltme tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davaya ilişkin yargılama sürecinde mevzuat değişikliğinin dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı olarak avukatlık mesleğini icra etmektedir. Başvurucu; av.tr uzantılı olmayan bir internet sitesinde uzmanlık alanlarını, yapılan işleri belirterek iş temin etmeye yönelik reklam niteliğinde davranışta bulunduğundan bahisle 18/12/2007 tarihli İstanbul Barosu Disiplin Kurulu işlemi uyarınca kınama disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. İstanbul Barosu işlemine karşı yapılan itiraz Türkiye Barolar Birliğinin 11/7/2008 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 21/10/2008 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 5/10/2009 tarihli kararıyla, başvurucunun .com uzantılı bir internet sitesinde iş teminine yönelik reklam niteliğinde davranışlarda bulunduğunun soruşturma raporu ile somut olarak tespit edildiğini belirlemiştir. 9/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi ile 21/11/2003 tarihli ve 25296 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Barolar Birliği Reklam Yasağı Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ikinci fıkrası uyarınca av.tr uzantılı olmayan bir internet sitesinde iş teminine yönelik davranışta bulunmanın yasak olduğunun altını çizen Mahkeme, başvurucunun kınama cezası ile tecziyesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Ret kararı Danıştay Sekizinci Dairesinin 7/3/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de 27/3/2014 tarihli ilamla reddedilmiştir. Başvurucu 2/6/2014 tarihinde nihai kararı tebellüğ etmesinin ardından 2/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 1136 sayılı Kanun'un "Reklam yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir; "Avukatların iş elde etmek için, reklam sayılabilecek her türlü teşebbüs ve harekette bulunmaları ve özellikle tabelalarında ve basılı kağıtlarında avukat unvanı ile akademik unvanlarından başka sıfat kullanmaları yasaktır. Bu yasak, ortak avukatlık bürosu ve avukatlık ortaklığı hakkında da uygulanır. Yukarıdaki yasaklara ilişkin esaslar Türkiye Barolar Birliğince düzenlenecek yönetmelikle belirlenir." Yönetmelik'in maddesinin ikinci fıkrasının dava konusu işlemin tesis edildiği veMahkemenin ret kararı verdiği tarihte yürürlükte bulunan hâli şöyledir:"Mesleki faaliyetlerini internet üzerinden sürdürmek, müvekkillerini bilgilendirmek, mesleki makalelerini ve bilimsel çalışmalarını yayınlamak amacıyla yalnızca [av.tr] uzantılı internet sitesi açabilir. Tabelada, basılı evraklarında ve internet sitesinde sadece av.tr uzantılı veya Türkiye Barolar Birliğinin ya da bağlı bulunduğu barosunun verdiği e-posta adreslerini kullanabilir. Internet sitesi üzerinden mesleki faaliyetini yürütürken avukatlık mesleğinin onur ve kurallarına, avukat unvanının gerektirdiği saygı ve güvene aykırı olmamak şartı ve gerekli güvenlik tedbirlerini alarak sır saklama yükümlülüğüne uygun davranmak kaydı ile internet’in kendine özgü araçlarını ve sadece ilgili kişinin ulaşabileceği, şifre-algoritma ile korunan internet sitesinin geri planında kişiselleştirilmiş 'sanal ofis' benzeri uygulamaları kullanabilir. Bu uygulamalar ilgilisinin dışındakilerin kullanımına açılamaz." Yönetmelik'in 7/9/2010 tarihli ve 27695 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Türkiye Barolar Birliği Reklam Yasağı Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile değişik maddesinin ikinci fıkrasının güncel hâli şöyledir: "Bu Yönetmelik kapsamında olanlar, mesleki faaliyetlerini internet üzerinden sürdürmek, müvekkillerini bilgilendirmek, mesleki makalelerini ve bilimsel çalışmalarını yayımlamak amacıyla internet sitesi açabilir. Tabelada, basılı evraklarında ve internet sitesinde tercih ettiği e-posta adreslerini kullanabilir. İnternet sitesi üzerinden mesleki faaliyetini yürütürken avukatlık mesleğinin onur ve kurallarına, avukat unvanının gerektirdiği saygı ve güvene aykırı olmamak şartı ve gerekli güvenlik tedbirlerini alarak, sır saklama yükümlülüğüne uygun davranmak kaydı ile internetin kendine özgü araçlarını ve sadece ilgili kişinin ulaşabileceği, şifre-algoritma ile korunan internet sitesinin geri planında kişiselleştirilmiş 'sanal ofis' benzeri uygulamaları kullanabilir. Bu uygulamalar ilgilisinin dışındakilerin kullanımına açılamaz." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11166 | Başvuru, disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davaya ilişkin yargılama sürecinde mevzuat değişikliğinin dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 13/12/2004 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan tespit davasında İlk Derece Mahkemesinin 30/9/2009 tarihli hükmü ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/3/2011 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yargılamaya devam edilmiş 1/7/2011 tarihli karar ile davanın hak düşürücü süre yönünden reddine hükmedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/2/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Ankara İş Mahkemesi bozmaya uyarak yaptığı yargılama sonucu 16/8/2012 tarihinde davanın kısmen kabulüne hükmetmiş, karar Yargıtay Hukuk Dairesince 24/1/2013 tarihinde bozularak dava dosyası İlk Derece Mahkemesine gönderilmiş, Ankara İş Mahkemesince yeniden yapılan değerlendirme sonucu 19/4/2013 tarihinde davanın reddine hükmedilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesince 19/9/2013 tarihinde onanmış ve yargılama sona ermiştir. Başvurucu Yargıtay onama ilamını 1/7/2014 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 23/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12128 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücreti hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuruların başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölümler tarafından sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş; ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular, sınır dışı etme kararına karşı karşı etkili bir yol bulunmadığını belirterek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bununla birlikte başvurucuların bir kısmı bireysel başvuru yapmadan önce, bir kısmı ise yaptıktan sonra sınır dışı işleminin iptali amacıyla ilgili idare mahkemelerinde dava açmıştır. 24/12/2019 tarihli ve 30988 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6/12/2019 tarihli 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında bazı değişiklikler yapılmıştır. Başvurucular farklı tarihli dilekçeleriyle sınır dışı etme işlemine ilişkin idare mahkemelerinde açtıkları iptal davalarının derdest olduğunu belirtmişlerdir. Diğer taraftan idari gözetim altında tutulan tüm başvurucular, itirazları üzerine geri gönderme merkezlerinden farklı tarihlerde yetkili sulh ceza hâkimliklerince veya idare tarafından resen salıverilmiştir. A. 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile Yapılan Değişiklik Öncesi Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır. (2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir. (3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.”B. 676 sayılı KHK'dan Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 7070 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "... (3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 7196 Sayılı Kanun Değişikliğinden Sonraki Mevzuat 6458 sayılı Kanun’un 7196 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"...(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27603 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücreti hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi hata sonucu ölüm meydana gelmesine rağmen olayda sorumlulukları bulunanlar hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 30/7/2000 doğumlu çocukları S.O., 4/9/2004 tarihinde evde bulunduğu sırada akrep sokması sonucu yaralanmıştır. S.O. önce Çelikhan Devlet Hastanesine, ardından da Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesine götürülmüş ancak burada yapılan tüm tıbbi müdahalelere rağmen kurtarılamayarak aynı gün yaşamını yitirmiştir. Başvurucular, Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) başvurarak ölümde ihmal olduğunu ileri sürmüşler ve sorumluların cezalandırılmasını talep etmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olaya ilişkin soruşturma başlatılmış ve 15/2/2007 tarihinde bazı sağlık personeli hakkında taksirle öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Kamu davası Adıyaman Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi)görülmüştür. Asliye Ceza Mahkemesi 5/3/2012 tarihinde zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kamu davasının düşmesine karar vermiştir. Başvurucuların temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin ( Ceza Dairesi) 13/11/2013 tarihli kararıyla zamanaşımı süresinin 5/3/2012 tarihinde dolmadığı gerekçesiyle bozulmuş ancak aynı kararla, söz konusu sürenin temyiz incelemesi tarihinden önce dolduğu gerekçesiyle kamu davasının düşmesine karar verilmiştir. Başvuru dosyasında Yargıtayın anılan kararının Asliye Ceza Mahkemesine hangi tarihte ulaştığına ilişkin kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte UYAP üzerinden Asliye Ceza Mahkemesinin E.2007/130, K.2012/263 sayılı dosyasının incelenmesi neticesinde Mahkemenin 24/1/2014 tarihinde karara ilişkin kesinleşme şerhi düzenlediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan söz konusu incelemede Adıyaman Asliye Hukuk Mahkemesinin (Asliye Hukuk Mahkemesi) 5/2/2014 tarihinde, Asliye Ceza Mahkemesine yazı yazarak başvurucuların davacısı; haklarında kamu davası yürütülen sağlık personelinin de davalısı olduğu E.2010/20 sayılı tazminat davası nedeniyle söz konusu kamu davası dosyasının incelenmek üzere gönderilmesini istediği, Asliye Ceza Mahkemesinin de 13/2/2014 tarihinde talep edilen dava dosyasını gönderdiği görülmüştür. Başvuru dosyasında, anılan tazminat davasının içeriği ve akıbeti hakkında herhangi bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Ceza Dairesinin kararı 4/11/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 24/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18836 | Başvuru, tıbbi hata sonucu ölüm meydana gelmesine rağmen olayda sorumlulukları bulunanlar hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve legaleylemler nedeniyle tutuklama kararı verilmesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği şüphesiyle 13/9/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 17/9/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/105 sayılı dava dosyasında tutuklu bulunan başvurucu 27/5/2014 tarihli duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesini talep etmiş ancak talebi aynı duruşmada reddedilmiştir. Başvurucu, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2014 tarihli ret kararına itiraz etmiş ancak başvurucunun bu itirazı Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 13/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 18/7/2014 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. İlk derece mahkemesi 8/6/2017 tarihli kararıyla başvurucu hakkında silahlı terör örgütünün propagandasını yapma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından açılan davaların kovuşturmasının ertelenmesine, terör örgütüne üye olma suçundan ve üzerine atılı diğer suçlardan başvurucunun beraatine karar vermiştir. Davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11186 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve legal eylemler nedeniyle tutuklama kararı verilmesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 15/11/2013 tarihinde itirazın iptali talebiyle dava açılmıştır. İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesince 16/11/2013 tarihinde mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş ve kararın kesinleşmesi üzerine dava dosyası nöbetçi İstanbul Anadolu Tüketici Mahkemesine gönderilmiştir. Uyuşmazlığı inceleyen İstanbul Anadolu Tüketici Mahkemesi 18/7/2017 tarihinde mahkemenin görevsizliği nedeniyle davanın usulden reddine ve Mahkemeleri ile İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığından merci tayini için dosyanın İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine (Bölge Adliye Mahkemesi) gönderilmesine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin 22/11/2017 tarihli merci tayini kararı üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesince (Mahkeme) 4/3/2019 tarihinde, davacının 15/11/2018 tarihli duruşmada hazır bulunmaması ve mazeretini belgelendirmemesi nedeniyle dosyanın işlemden kaldırılmasına karşın aradan geçen üç aylık sürede davanın davacı tarafça yenilenmediği gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Tarafların istinaf etmemesi üzerine karar 8/7/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Mahkeme ilamına ilişkin olarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinden yapılan incelemede, yargılama sürecinde vekil olarak görev yapan ve bireysel başvuruda da vekil olarak başvurucuyu temsil eden başvurucunun avukatı Orhan Çakıroğlu'nun ilgili kararı 13/5/2019 tarihinde saat 24’te açarak okuduğu tespit edilmiştir. Mahkeme kararının 19/6/2019 tarihinde tebliği üzerine başvurucu aynı tarihte bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21781 | Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması ve kesinleşen hükme dayalı olarak tahsil edilen alacağın iade edilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmeleri Genel Müdürlüğünde alt işverene bağlı temizlik elemanı olarak çalışırken iş akdinin haksız olarak feshedildiği iddiasıyla 5/1/2011 tarihinde İstanbulAnadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) işçilik alacaklarından kaynaklanan tazminat davası açmıştır. Mahkeme 26/3/2013 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 19/11/2013 tarihinde kararı onamıştır. Kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu, icra dosyası kapsamında dava ve talep konusu alacağı tahsil etmiştir. Davalı üst ve alt işverenler tarafından 2/3/2015 ve 21/4/2015 tarihli dilekçelerle maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunulmuştur. Daire 14/5/2015 tarihinde ''...Mahkemece gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan karar verildiği, bu hususun bozma sebebi yapılmamasının maddi hatadan kaynaklandığını'' belirterek onama kararının ortadan kaldırılmasına karar vermiş ve ''...davacının, temizlik işini ihale ile alan şirkette çalışmaya ara vermeden devam ettiği sabittir. Dolayısıyla, davacının iş sözleşmesi ihaleyi alan yeni alt işveren nezdinde devam ettiğinden feshe bağlı işçilik alacakları olan kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti alacağına hükmedilmesi hatalıdır. Diğer işçilik alacaklarında ise devreden işverenin devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sorumlu olduğu hususu değerlendirilmeksizin hüküm tesisi de isabetsiz...'' olduğu gerekçesiyle kararı bozmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak 25/5/2016 tarihli kararla kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti alacağı yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Daire 10/11/2016 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar 9/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bu süreçte aynı şekilde iş akdi feshedilen yedi işçinin açtığı benzer mahiyettekidavalarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/1/2018 tarihli ve E.2016/22-393, K.2018/1612 sayılı kararında ''...Özel Dairece deliller değerlendirilerek hukuki nitelendirme de yapılmak suretiyle verilen onama kararında, değerlendirme ve hukuki nitelendirmede maddi hata yapıldığı şeklinde bir kabul ile onama kararının kaldırılması ve bozma kararı verilmesinin 'hukuki güvenlik' ilkesini zedeleyeceği'' belirtilmiştir. Başvurucu, Hukuk Genel Kurulunun bu kararı üzerine 7/2/2019 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesine başvurarak kendisine ilişkin onama kararının maddi hata nedeniyle kaldırılması talebinde bulunmuştur. Yargıtay ''verilen kararda maddi hata saptanmadığı gibi maddi hataya dayandığı ileri sürülen hususun hukuki takdire ilişkin olduğu ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesi gereğince iş mahkemelerinin kararları ile ilgili Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği'' gerekçesiyle dilekçenin reddine 11/4/2019 tarihinde karar vermiştir. Karar başvurucuya 10/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karar üzerine 31/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19385 | Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması ve kesinleşen hükme dayalı olarak tahsil edilen alacağın iade edilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından ağabeyi öldürüldüğü hâlde bu durum dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/9/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 3/3/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ağabeyi Y.A.nın köyde terör örgütü mensuplarıyla yaşanan çatışma sonucu 1995 yılında öldüğünü beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 24/4/2008 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 3/1/2011 tarihli ve 2011/2-95 sayılı Komisyon kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucunun yaşadığı köyün boşaltılmadığı, köyde muhtarlık seçimlerinin düzenli olarak yapıldığı, kendisine yönelik doğrudan bir tehdit ve saldırı olmadığından talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava 20/9/2011 tarihli Diyarbakır İdare Mahkemesinin yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 15/12/2011 tarihli ve E.2011/3965, K.2011/1706 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir; "...Batman İli, Kozluk İlçesi, Akçalı Köyü'ne ait dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Akçalı Köyü'nün “Boşalan, Kısmen Boşalan ve Boşalmayan Köyler“ listesinde isminin yer almadığı, genel nüfus sayımlarına görenüfusunun 1997 yılında 211, 2000 yılında ise 190 kişi olduğu, Kozluk İlçe Seçim Kurulu’nun 2009 tarih ve 174 sayılı yazısında, 1990-2000 yılları arasında Kozluk İlçesine bağlı tüm köylerde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı ve seçim yapılmayan köy olmadığı, Batman İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından tutulan 2009 tarihli tutanağa göre Akçalı köyünde köy boşaltma olmadığı, korucu ailelerin dışında ikamet eden aileler olduğu hususları ifade edilmiştir.Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Akçalı Köyü halkının bir kısmının, ekonomik, sosyal ve güvenlik nedenleriyle de olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, uğradıldığı ileri sürülen zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/3/2013 tarihli ve E.2012/3093, K.2013/2165 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu 4/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6967 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından ağabeyi öldürüldüğü hâlde bu durum dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.