text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru; iki ayda bir yaptırılması gereken açık görüşün yaptırılmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, ailesi tarafından gönderilen bazı İngilizce yayınların tarafına teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Açık Görüşün Yaptırılmaması İddiasına İlişkin Süreç Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) örgüt üyeliğine ilişkin soruşturma kapsamında Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararıyla hâkimlik mesleğinden çıkarılmıştır. Başvurucunun tutuklu bulunduğu İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 28/7/2016 tarihinde aldığı karara göre ziyaretlerin 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından 21/7/2016 tarihinden itibaren ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) çerçevesinde çıkarılan 22/7/2016 ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik (Ziyaret Yönetmeliği) kapsamında yaptırılacağı, Kurumda FETÖ soruşturması kapsamında tutuklu olarak bulundurulanların ziyaret gün ve saatlerini gösterir çizelge ve haftalık telefonla görüşme gün ve saatleri gösterir çizelgeye göre açık ve kapalı görüşlerde aynı anda dört yetişkin, iki -on yaş altında bulunan- çocuk ziyaretçi olmak üzere aynı anda en fazla altı ziyaretçinin görüş yapmasının sağlanmasına karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Kurumuna getirildiği 22/7/2016 tarihinden başvuru tarihine kadar geçen sürede ulusal bayram ve resmî tatiller dışında iki ayda bir yaptırılması gereken açık görüşünün yaptırılmadığını ve bu yöndeki taleplerine sözlü olarak verilen cevapların, olağan görüş yaptırılmadığı şeklinde olduğunu belirterek 1/12/2016 tarihinde Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuş, iki ayda bir yaptırılması gereken olağan açık görüşünün yaptırılmasına karar verilmesi yönünde talepte bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, İnfaz Kurumunun konuya ilişkin almış olduğu kararı gözönünde bulundurarak uygulamanın hukuka uygun olduğunu değerlendirmiş, 2/12/2016 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucunun Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile 29/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 17/3/2020 tarihli yazısı ile İnfaz Kurumundan başvurucunun yaptığı açık görüşlere ve diğer tüm görüşlere ilişkin bilgi ve belge istenmiştir. İnfaz Kurumundan gelen 18/3/2020 tarihli yazı ve belgelere göre başvurucunun infaz kurumuna getirildiği tarih olan 22/7/2016 tarihinden sonra ailesi ile olan ilk açık görüşünü 17/9/2016 tarihinde Kurban Bayramı, ikinci açık görüşünü de 24/10/2016 tarihinde Cumhuriyet Bayramı kapsamında yaptığı, üçüncü açık görüşünü ise 29/12/2016 tarihinde yılbaşı açık görüşü olarak yaptığı ve 7/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunduğu görülmektedir. Başvuruya konu tarih aralığında başvurucunun üç kez ailesi ile kapalı görüş yaptığı ve on iki kez de telefon görüşü yaptığı görülmektedir. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu ailesi ile 11/4/2017 tarihinde olağan açık görüşünü yapmış ve bu tarihten sonra düzenli olarak ayda bir olacak şekilde ailesi ile açık görüş hakkını kullanmıştır. Başvurucu 10/8/2017 tarihinde İnfaz Kurumundan tahliye edilmiştir.B. Ailesi Tarafından Gönderilen Kitapların Teslim Edilmemesine İlişkin Süreç Başvurucu ailesi tarafından gönderilen iki adet yabancı dil sınavı hazırlık kitabı ile bir adet yabancı dil sözlüğünün kendisine teslim edilmemesi üzerine İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, İnfaz Kurumunun konuya ilişkin olarak almış olduğu karar doğrultusunda kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanabilmesi gerekçesine dayanarak ve devam eden OHAL koşullarının gözetilmesi gerektiğini değerlendirerek, 5/12/2016 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 13/10/2016 tarihli kararı şöyledir; "Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu Başkanlığının 17/08/2016 tarih ve 2016/92 sayılı kararına istinaden, Kurumumuzda bulunan hükümlü ve tutukluların kurum kütüphanesinde bulunan kitaplara erişim esasları, ziyaretçilerinin ve hükümlü tutukluların beraberlerinde kuruma getirdikleri kitapların kuruma kabulü ile ilgili olarak; aşağıdaki genel çalışma ve ilke kararları alınmıştır.1-) Kuruma Bağış, hibe ve satın alma yolu ile gelen her türlü kitap, yayınlanmış eser, süreli ve süresiz yayınların kuruma alınmasında ve koğuşlara verilmesinde sakınca olup olmadığına dair inceleme ve değerlendirme yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre eğitim kurulunca yapılacaktır.2-) Ceza İnfaz Kurumu güvenliğini tehlikeye sokmamak, sayısal olarak fazla olan Tutuklu mevcudunun kendilerine verilen kitapları yangın çıkarma, koğuş yakma eylemlerinde kullanabileceği ve böylece kitap ve yayınların amacı dışında tutuklu/hükümlülerin kendisine, koğuş arkadaşlarına ve kurumda bulunan diğer tutuklu/hükümlülere yakarak, yangın çıkararak zarar verme ihtimalleri bulunduğundan,Dini kitaplar, Anayasa Kanunlara ilişkin kitaplarda dahil olmak üzere yakınları tarafından getirilen kitapların teslim alınması veya kargo yolu ile gönderilen kitapların tutuklulara verilmesi durdurulmuştur. Bu nedenle daha önceden aileleri tarafından getirilip tutuklu ve hükümlülere teslim edilmeyen kitaplar, eğitim birimi tarafından adı geçenlerin yakınlarına teslim edilecektir. 3-) Tüm Ders Kitapları ve Sınavlara Hazırlık Kitapları Tutuklu ve Hükümlülerin okul kaydı -sınav başvurusu eğitim birimince tespit edildikten sonra hükümlü ve tutukluların aileleri tarafından temin edilen ilgili ders ve sınav hazırlık kitaplarının hükümlü ve tutuklulara teslimi Eğitim birimi tarafından sağlanır. 4-) Ceza İnfaz Kurumumuzda tutuklu ve hükümlülere yaptırılacak olan sportif faaliyetlerin, Olağanüstü hal kapsamında Darbe Teşebbüsü nedeniyle tutuklanarak cezaevimize gönderilen mahkum sayısının Ceza İnfaz Kurumumuzun Fiziki Kapasitesinin çok üzerinde olması, Personel Mevcudunun Sportif faaliyetleri yürütmede yetersiz durumda bulunması ve bu durumun kurumda güvenlik zaafiyetine neden olacağı göz önüne bulundurularak sportif faaliyet proğramı durdurulmasına...". Başvurucunun İnfaz Kurumunun bu uygulamasına yönelik itirazı İnfaz Hâkimliğince karara bağlanmadan önce Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) 16/11/2016 tarihli ve 3196/131111 esas sayılı yazısında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca ceza infaz kurumlarında terör suçundan tutuklu ve hükümlü olarak bulunanlara, öğretimine devam edenlere gelen ders kitapları hariç kargo yoluyla ya da yakınları aracılığıyla gelen hiçbir dokümanın teslim edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu yazıda, talep edilen hukuki mevzuatın ve kurum kütüphanesinde bulunmayan yayınların ise -ücretleri tutuklu ve hükümlülerin emanet para hesabından karşılanması koşuluyla- ceza infaz kurumu aracılığıyla temin edilebileceği ifade edilmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 5/12/2016 tarihli kararıyla, İnfaz Kurumu uygulamasının hukuka uygun olduğu değerlendirilerek başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucunun Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile 10/1/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 24/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bireysel başvuru dosyasına sunduğu ek beyanlarından görüldüğü üzere, silahlı terör örgütüne üye olma suçu kapsamında Ankara Ağır Ceza Mahkemesince görülen davada 23/1/2019 tarihinde başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi önceki içtihatlarında açık görüş hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası mevzuat ve konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, §§ 18-37 ve B.K., B. No: 2017/6432, 10/12/2019, §§ 23-44 kararlarında, ailesi tarafından gönderilen kitapların teslim edilmemesi ile ilgili ulusal hukuk kaynaklarına Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, §§ 14-20; İbrahim Kaptan (2), B. No: 2017/30723, 12/9/2018, §§ 15-19; Halil Özhan Koral, B. No: 2017/18895, 9/1/2019, §§ 13-14 kararlarında yer vermiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16500 | Başvuru, iki ayda bir yaptırılması gereken açık görüşün yaptırılmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, ailesi tarafından gönderilen bazı İngilizce yayınların tarafına teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile etkili ve hızlı bir yargılama yapılmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre yargılamanın devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. Başvurucular 12/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19956 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile etkili ve hızlı bir yargılama yapılmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 9/9/2013 tarihinde açtığı dava Danıştay temyiz incelemesindedir. Başvurucular 7/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7206 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş akdinin feshedilmesine karşı açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Van Büyükşehir Belediyesi (Belediye), Ltd. Şti. ve A. A.Ş.nin (Şirketler) oluşturduğu adi ortaklıkla 1/3/2016 tarihinde 49 işçi için 36 ay süreli hizmet alım sözleşmesi imzalamıştır. Başvurucu bu şirketlerin işçisi olarak Belediyeye hizmet vermekte iken Belediye 1/3/2017 tarihinde anılan adi ortaklıkla olan sözleşmeyi sonlandırmıştır. Belediyenin söz konusu sözleşmenin menfaatlerini önemli ölçüde ihlal ettiği gerekçesine dayanarak sözleşmeyi sonlandırdığı anlaşılmıştır. Başvurucu 3/4/2017 tarihinde iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek Belediye ve Şirketler aleyhine Van İş Mahkemesinde (Mahkeme) 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi uyarınca işe iade davası açmıştır. Başvurucu, 4857 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen geçerli fesih sebeplerinin bulunmadığını ileri sürmüş ve aynı Kanun'un maddesi uyarınca bu durumun tespiti ile işe iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Davalı Belediye cevap dilekçesinde; davayı kabul etmediklerini, başvurucunun alt işveren olan diğer davalıların bünyesinde çalıştığını, hizmet alım sözleşmesinin mevzuat kapsamında haklı olarak feshedildiğini, başvurucunun iş sözleşmesinin taraflarınca sonlandırılmadığını ve davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 5/12/2017 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde Belediye tarafından Şirketlerle imzalanan hizmet alım sözleşmesinin, menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesinden dolayı Belediye tarafından 31/10/2016 tarihinde kararlaştırılan ve 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (677 sayılı KHK) maddesi uyarınca feshedildiği, başvurucunun iş akdinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirildiği, yasal yetki nedeniyle fesihlerde 4857 sayılı Kanun’un ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağı ve iş akitlerinin geçerli nedenle feshedildiğinin kabulünün gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 24/10/2017 tarihli ve E.2017/2160, K.2017/1464 sayılı kararının emsal mahiyette olduğu hususuna yer verilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, iş akdinin feshinin 677 sayılı KHK kapsamında değerlendirilmesinin hukuken mümkün olmadığını, asıl işveren konumunda olan Belediye tarafından hizmet alım sözleşmesinin feshedilmesinin alt işverenler tarafından iş akdinin feshine gerekçe olarak kabul edilemeyeceğini, 677 sayılı KHK uyarınca iş akdinin feshedilmesinde geçersizlik koşullarının aranmayacağı yönündeki mahkeme gerekçesinin hukuka uygun olmadığını, fesih işleminin feshin son çare olması ilkesi çerçevesinde yapılmadığını belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 15/2/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine temyiz kanun yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurmuş; istinaf dilekçesinde dile getirdiği hususları temyiz dilekçesinde de ileri sürmüştür. Temyiz istemini inceleyen (kapatılan) Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince 4857 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağı hususu vurgulanmıştır. Yine 7036 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasında, ilk derece mahkemeleri tarafından bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararların karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabi olduğunun düzenlendiği belirtilmiştir. Söz konusu düzenlemeler uyarınca ilk derece mahkemelerinin 25/10/2017 tarihinden sonra verdiği işe iade davalarındaki kararlar hakkındaki Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının kesin olduğu ve bu kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağı belirtilmiş, ilgili mevzuat hükümleri kapsamında temyiz istemlerinin reddine karar verilmiştir. Nihai kararın 23/7/2018 tarihinde tebliğinin ardından başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur....... Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere;a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması,b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı iş yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması,yönünde hükümler konulamaz." 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. ...Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir. ...İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur." 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: I- Sağlık sebepleri...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri...III- Zorlayıcı sebepler:...IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 17 nci maddedeki bildirim süresini aşması.İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.'' 7036 sayılı Kanun'un "Temyiz edilemeyen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, aşağıda belirtilen dava ve işlerde verilen kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:a) 4857 sayılı Kanunun 20 nci maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar...." 7036 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"İlk derece mahkemeleri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararlar, karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabidir." 677 sayılı KHK'nın "İptal edilecek ihaleler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"3/7/2005 tarihli ve5393 sayılı Belediye Kanununun 45 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyeler ve bunların bağlı kuruluşları ile sermayesinin %50’sinden fazlası bu belediyelere ait ortaklıklarda, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununa göre imzalanan her türlü mal veya hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin sözleşmelerdeki yüklenicilerin, terör örgütlerine iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğunun Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bildirilmesi ya da imzalanan bu sözleşmeler nedeniyle belediye menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesi halinde bu sözleşmeler belediye başkanı veya belediye başkan vekili tarafından tek taraflı olarak resen feshedilir." 677 sayılı KHK, 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda aynı şekilde kanunlaşmıştır. Yargıtay Kararları Dairenin 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7470, K.2018/13941 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Somut olayda, güvenlik görevlisi olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin davalı asıl işveren ... tarafından feshedilmesi sebebiyle diğer davalı alt işverence feshedilmiştir. Davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesine yönelik işveren kararı işletmesel karar niteliğinde olup yukarıdaki açıklamalarda da belirtildiği üzere yerindelik denetimine tabi değildir. Dosya içeriğine göre davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesinden sonra aynı işyerinde ihaleyi kazanan firma ile davalı alt işveren arasında herhangi bir organik bağın varlığı iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesi nedeniyle davalı alt işveren şirketinde istihdam fazlalığının ortaya çıkması kaçınılmaz olup yargısal denetimin sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında yapılması gerekmektedir. Bu doğrultuda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdiği tarihte davalı altişverenin başka işyerlerinin olup olmadığı ve davacının bu işyerlerinde değerlendirilme imkanının bulunup bulunmadığının belirlenmesi söz konusu ilkenin uygulanması noktasında önem arzetmektedir. Mahkemece bu yönde gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olmuştur. Yapılacak iş, davalı şirketin fesih tarihinde davacıyı çalıştırabileceği başka işyerlerinin olup olmadığı, bu işyerlerine fesih tarihinden kısa bir süre önce ve sonra davacı ile aynı vasıflarda yeni işçi alımı yapılıp yapılmadığı araştırılarak, davacıyı çalıştırabileceği başka işyeri ve yeni işçi alımı yok ise davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesine ilişkin bu durumun geçerli fesih sebebi oluşturacağı kabul edilerek davanın reddine, var ise de feshin son çare olma ilkesine uyulmadan yapılan feshin geçersizliğine karar vermekten ibarettir.Ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi karar gerekçesinde emsal kabul edilen, Dairemizin 2016 tarihli ve 2016/13729 esas 2016/17170 karar sayılı onama kararında fesih gerekçesi farklı olduğundan emsal nitelikte kabul edilmesi doğru değildir. Yine Dairemizin 2016 tarihli 2016/25510 esas 2016/22639 karar sayılı ve 2016/25507 esas2016/22636 karar sayılı kararları açısından ise, gerek emsal nitelikte belirtilen kararların gerekse dosya içeriğinin Dairemizce yeniden değerlendirilmesi neticesinde davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesinin işletmesel karar niteliğinde olduğu kararın yerindelik denetimine tabi olmaması nedeniyle sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında araştırma ve inceleme yapılması gerekliliği karşısında görüş değişikliği yoluna gidilmiştir.... Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA..." Dairenin 7/3/2019 tarihli ve E.2018/12073, K.2019/5491 sayılı, 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7469, K.2018/13940 sayılı, 23/6/2017 tarihli ve E.2017/35708, K.2017/15429 sayılı, 25/5/2017 tarihli ve E.2017/34553, K.2017/12161 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 26) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup benzer gerekçeye sahiptir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Sözleşme’nin maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85). AİHM ayrıca derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına ve değerlendirme şekline karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Bunun yanı sıra AİHM, derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33). Ayrıca kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da söz konusu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması gerekmektedir (García Ruiz/İspanya, § 26). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26771 | Başvuru, iş akdinin feshedilmesine karşı açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sosyal medya paylaşımı nedeniyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1974 doğumlu olup 1999 yılından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar Pozantı Belediyesinde (işveren/Belediye) belirsiz süreli iş sözleşmesiyle daimî işçi statüsünde çalışmıştır. Başvurucu; Belediyede çalışmakta iken sosyal medya hesabından 31 Mart 2019 mahallî idareler seçiminde Adalet ve Kalkınma Partisinden Pozantı Belediye Başkanlığına aday adayı olduğunu açıklamıştır. Akabinde başvurucunun bir arkadaşı tarafından başvurucunun üniformalı fotoğrafı da eklenerek belediye başkanı aday adayı olduğuna dair bir paylaşım yapılmıştır. Söz konusu paylaşım üzerine Belediye Disiplin Kurulu tarafından başvurucuya dört günlük yevmiye kesintisi cezası verilmiştir. Başvurucu; adaylığını açıklamasının ardından işveren tarafından aday olmaması için sistematik şekilde psikolojik baskılara maruz kaldığını, bu süreç içinde ağır işlerde çalıştırıldığını, uzun süredir zabıta görevlisi olarak çalışmakta iken birden çok görev değişikliği yapıldığını ve son olarak çöp ekibinde görevlendirildiğini, fiziki rahatsızlıklarından dolayı bu görevde çalışamayacağını belirtmesine karşın bunun dikkate alınmadığını ve en son çöp kamyonunun arkasında giderken düşerek iş kazası geçirdiğini ancak buna rağmen aynı görevde çalıştırılmaya devam ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu akabinde 11/5/2022 tarihinde sosyal medya hesabından "Arkadaşlar tek suçum Ak Partinin aday adayı olmak. Ve sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğanı çok sevmek. Beni mesleğimden bu yüzden ihraç ediyorlar. Disiplin kuruluna verdiler. Sayın Ak Partili kardeşlerim. Beni vatan haini fetöcülere yem ettiniz. Adalet mülkün temelidir. Basına tüm başımdan her geçeni anlatacam. Hepsi delilli ispatlı adalet yerini allahın izniyle bulacak" şeklinde bir paylaşımda bulunmuştur. Söz konusu paylaşım üzerine Belediye Disiplin Kurulu tarafından soruşturma başlatılmış ve bahsi geçen sosyal medya paylaşımına yönelik başvurucunun savunması alınmıştır. Disiplin Kurulu "Belediye Disiplin Kurulunun 11/6/2020 tarihli kararı ile hakkınızda yürütülen soruşturma sonucu Belediyemiz ile bağlı bulunduğu Hizmet-İş (Tüm Belediye ve Genel Hizmet İşçileri Sendikası) arasında 22/11/2018 tarihinde imzalanan Toplu İş Sözleşmesinin Disiplin Ceza Cetveli başlığının maddesi ile maddesi hükümleri gereğince eyleminize uyan ve direk ihraç gerektiren hükümler gereği iş akdinizin feshine karar verilmiştir.” şeklindeki fesih bildirimi ile 15/6/2020 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Fesih bildiriminde bahsi geçen Toplu İş Sözleşmesi Disiplin Ceza Cetveli'nin maddesi "cezayı gerektiren haller", maddesi ise "amirleri, iş yeri mensupları ve mahiyeti hakkında yalan ve yanlış şaibeler çıkarmak ... suretiyle işçinin işvereni yanıltması" hükmünü ihtiva etmektedir. Başvurucu feshin haksız ve geçersiz olduğu iddiasıyla işe iade talebiyle tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Pozantı Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla) 29/9/2021 tarihinde davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda tanık beyanlarında davacının mesai saatlerinde siyasi faaliyette bulunmadığı, işi aksatacak veya işi etkileyecek eylemlerinin olmadığı, işini gereği gibi yaptığı anlaşılmaktadır. Davalı vekili tarafından "Beni vatan haini fetöcülere yem ettiniz" ifadesinin Belediye Başkanının beraat ettiği fetö yargılamasına gönderme olduğu, aynı şekilde "Görmediğim zulüm kalmadı" ifadesinde de belediye başkanının şahsının kastedildiği ileri sürülmüş ise de davacı tarafından bu husus gerek savunma dilekçelerinde gerek yargılama aşamasında kabul edilmemiştir. İfadede isim veya makam zikredilmediği değerlendirildiğinde belediye başkanına yöneltildiği hususu yorum yolu yapılan çıkarım olup davacının belediye başkanını kast ettiği tüm şüphelerden uzak kesin ve net bir biçimde anlaşılamamaktadır. Feshin geçerliliğinin kanıtlanması yükümlülüğü davalı taraftadır. İş akdinin feshinin son çare oluşu, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamında davalı belediyenin iş akdinin feshinin geçerli nedene dayandığı hususunu kanıtlayamadığı kanaatine varılarak.." Belediyenin istinaf talebinde bulunması üzerine dosyayı inceleyen Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 10/3/2022 tarihinde İş Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Bölge Adliye Mahkemesi; başvurucunun çalıştığı Belediyenin Başkanı'nın başka bir partiden olduğunu, başvurucunun ise önce Ak Partiden adaylığını açıklayıp aylar sonra da sosyal medyada paylaşımlar yaparak zulme uğradığını ve FETÖ'cü vatan hainlerine yem edildiğini beyan ettiğini, başvurucunun sosyal medya paylaşımlarıyla iş barışını bozduğunu belirtmiştir. Neticeten Bölge Adliye Mahkemesi feshin geçerli fesih seviyesine ulaştığı kanaatine varmıştır. Başvurucu, nihai kararı 18/4/2022tarihinde öğrendikten sonra 17/5/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/53688 | Başvuru, sosyal medya paylaşımı nedeniyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 6/4/2011 tarih ve 6225 sayılı Kanun’un 10 ve maddeleriyle 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı Kanun’a eklenen ek madde ve geçici maddenin dördüncü fıkrasının (ç) bendi ile getirilen düzenlemeler nedeniyle üyelerinin haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvuru, 4/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bizzat yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULAR A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Yükseköğretim Genel Kurulu tarafından, tıp fakültelerini oluşturan bölüm, ana bilim ve bilim dallarının belirlenmesine ilişkin 21/5/2009 tarih ve 1126 sayılı karar ile çocuk sağlığı ve hastalıkları ana bilim dalına bağlı çocuk hematolojisi ve çocuk onkolojisi yan bilim dalları “çocuk hematolojisi ve onkolojisi bilim dalı” olarak birleştirilerek tek yan dal hâline getirilmiştir. Başvurucu, bahse konu idari işlemin iptali istemiyle, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı aleyhine dava açmıştır. Danıştay Dairesinin 2009/6967 esas sayılı dosyasında görülen dava, başvuru tarihi itibarıyla derdesttir. Bu arada 18/7/2009 tarih ve 27292 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği ile çocuk sağlığı ve hastalıkları ana bilim dalına bağlı olan çocuk hematolojisi ve çocuk onkolojisi yan dalları, “çocuk hematolojisi ve onkolojisi” adı altında birleştirilerek tek yan dal hâline getirilmiştir. Yönetmelik’in geçici maddesinde, çocuk hematolojisi ya da çocuk onkolojisi yan dallarında uzmanlık eğitimi almakta olanların, bu eğitimlerine çocuk hematolojisi ve onkolojisi adı altında devam edeceği düzenlenmiştir. Ayrıca maddede, bu dallarda uzmanlık belgesi almış olanların Yönetmelik’in yayımı tarihinden itibaren altı ay içinde başvurmaları hâlinde uzmanlık belgelerinin çocuk hematolojisi ve onkolojisi olarak değiştirileceği kuralına yer verilmiştir. Başvurucu, anılan Yönetmelik’in iptali istemiyle, Başbakanlık ve Sağlık Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Danıştay Dairesinin 2010/106 esas sayılı dosyasında görülen bu dava da başvuru tarihi itibarıyla derdesttir. Daha sonra 6225 sayılı Kanun’un maddesi ile 1219 sayılı Kanun’un bazı maddeleri değiştirilerek tıpta uzmanlık ana dalları ile bağlı yan dalları ve eğitim süreleri yeniden belirlenmiş, ayrı yan dallar olan çocuk hematolojisi ve çocuk onkolojisi, Kanun’a ekli 3 sayılı çizelge ile tek yan dal hâline getirilmiştir. Aynı Kanun’un maddesi ile de 1219 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddenin dördüncü fıkrasının (ç) bendi uyarınca çocuk hematolojisi ya da çocuk onkolojisi adıyla uzmanlık belgesi almış olanların uzmanlık belgelerinin “çocuk hematolojisi ve onkolojisi” olarak değiştirileceği, çocuk hematolojisi ya da çocuk onkolojisi yan dallarında uzmanlık eğitimi yapmakta olanların eğitimlerine “çocuk hematolojisi ve onkolojisi” adı altında devam edecekleri düzenlenmiştir. B. İlgili Hukuk 1219 sayılı Kanun’un ek maddesi ve geçici maddesinin birinci fıkrası ile dördüncü fıkrasının (ç) bendi şöyledir: “EK MADDE 14 − Tıpta uzmanlık ana dalları ile eğitim süreleri EK–1 sayılı çizelgede; diş tabipliğinde uzmanlık ana dalları ile eğitim süreleri EK–2 sayılı çizelgede; tıpta uzmanlık yan dalları, bağlı ana dalları ve eğitim süreleri de EK–3 sayılı çizelgede belirtilmiştir. Bu çizelgelerde belirtilen eğitim süreleri, Sağlık Bakanlığınca, Tıpta Uzmanlık Kurulunun kararı üzerine üçte bir oranına kadar arttırılabilir. …”“GEÇİCİ MADDE 8 − Bu Kanunun ek 14 üncü maddesinin yürürlüğe girmesinden önce ilgili mevzuatına uygun olarak uzmanlık eğitimi yapmış, eğitime başlamış veya bir uzmanlık eğitimi kontenjanına yerleşmiş olanların hakları saklıdır. …ç) Çocuk Hematolojisi ya da Çocuk Onkolojisi adıyla uzmanlık belgesi almış olanların bu iki alanda yaptıkları araştırma, uygulama ve incelemelere ait belgelerini ibraz ederek, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde başvurmaları ve Tıpta Uzmanlık Kurulu tarafından uygun bulunması halinde uzmanlık belgeleri Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi olarak değiştirilir. Çocuk Hematolojisi ya da Çocuk Onkolojisi yan dallarında uzmanlık eğitimi yapmakta olanlar eğitimlerine Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi adı altında devam ederler.” | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/95 | Başvurucu, 6/4/2011 tarih ve 6225 sayılı Kanun’un 10 ve 12. maddeleriyle 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı Kanun’a eklenen ek 14. madde ve geçici 8. maddenin dördüncü fıkrasının (ç) bendi ile getirilen düzenlemeler nedeniyle üyelerinin haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1976 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu pek çok ülkede faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir isimli örgütün üyesi olduğu gerekçesiyle (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 24/1/2013 tarihli kararıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Sanıkların aşağıda ayrı ayrı hukuki durumlarının değerlendirilmesinde anlatılacağı üzere, esasen sanıkların ekseriyeti Hizb-ut Tahrir örgütünün üyesi olduklarını ve nihai amaçlarının " Raşidi hilafet" devleti kurmak olduğunu ve tüm dünya Müslümanlarının kurulacak bu devlet çatısı altında toplanmasını gerektiğini ancak teröre bulaşmadıklarını söylemektedirler. Yukarıda numarası belirtilen yargıtay içtihadı ışığında değerlendirildiğinde, yeni bir devlet kurmayı amaçlayan kişilerin mevcut Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmadan bunu başaramayacakları eşyanın tabiatındandır. Ayrıca sanıkların düzenlemek istedikleri konferansı halifeliğin kaldırıldığı güne denk getirerek Türkiye'de belli bir güce ulaşmaları nedeniyle Türkiye yapılanmasını duyurma amacına yönelik olduğu düşünüldüğünde örgütün belli bir örgütsel güç ve sayıya ulaştığında da silahlı mücadeleye başvuracakları izahtan varestedir. ...Sanığın savunmasında Hizb-ut Tahrir üyeliğini inkar etmemektedir. Aksine tevilli şekilde Hizb-ut Tahtir terör örgütünün tüm dünyada örgütlendiğini yasal olduğunu ülkemizde de yasal olması gerektiğini savunmaktadır. Sanığın üzerinden çıkan dökümanlar, tape kayıtları ve tevilli savunmaları birlikte değerlendirildiğinde sürekli olarak yoğun bir şekilde örgütsel faaliyet olan, konferans, halaka, basın açıklaması v.b eylemler içerisinde olduğu iç dünyasında kabul ettiği Hizb-ut Tahrir terör örgütü üyeliğini bu eylemleri ile dışa vurduğu, terör örgütünün amaçlarını benimsediği, hiyerarşik yapıya dahil olduğu kanaatine varıldığından aşağıda gösterildiği şekilde cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği vicdani kanıya varılmıştır. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesince 19/10/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, onama kararından 9/1/2018 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 16/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hizb-ut Tahrir örgütü ile ilgili mahkeme kararları için Yılmaz Çelik ([GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, §§ 24-29) kararına bakılabilir. İlgili hukuk kaynakları için Yılmaz Çelik (aynı kararda bkz. §§ 30, 31) kararına bakılabilir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1340 | Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuruya ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediği belirtilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğu ihbar ve duyumları üzerine başvurucu hakkında idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında 22/11/2012 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış ve başvurucuya cinsel yaşamına ilişkin sorular sorulmuştur. Soruşturma sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi ve 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince başvurucu hakkında 15/2/2013 tarihinde "Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir" şeklinde ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. Sicil Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. Komisyon 26/12/2013 tarihinde başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasının onaya sunulmasına karar vermiştir. Hava Kuvvetleri Komutanı 31/12/2013 tarihinde anılan kararı onaylamış ve son olarak Millî Savunma Bakanı'nın 14/2/2014 tarihinde başvurucunun TSK'dan ayrılmasını uygun bulması sonucunda ilişiği resen kesilmiştir. Başvurucu 13/4/2014 tarihinde ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, ifadesinin hukuka aykırı yöntemlerle alındığını ve ifade tutanağının gerçekleri yansıtmadığını iddia etmiştir. Ahlaki açıdan bir zafiyetinin olmadığını, hiçbir zaman özel yaşamına ait unsurları iş ortamına ve görevine yansıtmadığı gibi çok sayıda takdir ve başarı belgesinin bulunduğunu ifade eden başvurucu; tesis edilen ayırma işleminde birey-kamu yararı dengesinin gözetilmediğini ve ölçülülük ilkesine uyulmadığını ileri sürmüştür. AYİM Başsavcılığının işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği yönünde hazırladığı 6/11/2014 tarihli düşünce yazısında, başvurucunun meslek hayatında sicil ortalaması çok iyi seviyede bulunan başvurucunun görevinde başarılı olduğu vurgulanmıştır. Diğer yandan idari soruşturmada tespit edilen ifadelerin hukuka uygun yöntemlerle elde edilmediği, dış âleme yansımayan cinsel yaşamına ve aşırı sol oluşumlarla irtibatı olduğuna ilişkin soyut değerlendirmeler esas alınarak ayırma işlemine tabi tutulmasının ölçülülük ilkesini ihlal ettiği ifade edilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin (Daire) 27/5/2015 tarihli kararı ile oyçokluğuyla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun özel hayatı kapsamındaki eylemlerinin -cinsel yaşamına konu ilişkilerin- genel ahlak kurallarına aykırı olduğu vurgulanmıştır. Bu eylemlerin özel hayat sınırını aştığı, diğer personele kötü örnek teşkil ettiği, idarenin takdir yetkisini ölçülü, objektif ve kamu-birey yararı dengesini gözeterek kullandığı sonucuna varılmıştır. İki hâkim üye karara muhalif kalmıştır. Bir üye karşıoy gerekçesinde, personelin bilgisine başvurma adı altında kendisi ve başkaları aleyhine tanıklık yapmasının sağlanması amacıyla alınan ifadeleri teyit eder nitelikte, hukuka uygun ve kuşkudan uzak bir delil bulunmadığını, ayrıca başvurucunun ikaz dahi edilmeden ayırma işlemine tabi tutularak usul ve ölçülülük ilkesine uyulmadığını ve işlemin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Diğer muhalif üye de mahremiyet alanında cereyan eden ve alenileştirilmeyen ya da mesleki yaşamına yansıtılmayan özel yaşama konu eylemlere istinaden ayırma işlemine tabi tutulmanın hukuka uygun olmadığını belirtmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Dairenin 1/12/2015 tarihli kararı ile oyçokluğuyla reddedilmiştir. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. G.G. (GK), B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/573 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumu personeli tarafından uygulanan şiddet nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü sıfatıyla bulunduğu dönemde 28/1/2019 tarihinde, telefon görüşme hakkını kullanmakta iken kurum personeli tarafından kendisine fiziksel şiddet uygulandığı iddiasıyla Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) nezdinde şikâyetçi olmuştur. 4/2/2019 tarihli dilekçesinde başvurucu, infaz koruma memurlarının telefon görüşmesi sonrası kendisine tekmeler atarak hücresine götürmek istediklerini, direnince şiddetin yoğunluğunun arttığını, olayın akabinde ağrı ve ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya kaldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca olay sırasında bir başka mahpusun (İ.K.) kendisini korumaya çalıştığını beyan etmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen 31/1/2019 tarihli adli raporda "sağ kaval kemiğinde 3-5 gün önce oluştuğu tahmin edilen ekimoz alanı bulunduğu, göğsüne darbe aldığını ileri süren başvurucunun fiziksel muayenesinde ilgili bölgede sadece hassasiyet tespit edildiği, harici fiziki muayenede bulguların normal olduğu" ifade edilmiştir. Başsavcılık, olaya ilişkin olarak başlattığı soruşturma sürecinde ayrıca olay anına ilişkin görüntü kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 22/3/2019 tarihli bilirkişi raporunda; başvurucunun koğuşundan çıkarılıp iki personel eşliğinde koridordan geçirilerek ankesörlü telefona götürüldüğü, diğer bir personelin de yanlarına gitmesi ile başvurucu ile kurum görevlileri arasında bir hareketlilik yaşandığı, başvurucunun yere yatırıldığı, kollarından tutulup sürüklenmek suretiyle koğuşuna götürüldüğü, koğuşun kapısının açılarak içeri konulduğu, yaklaşık bir dakika sonra koğuş kapısının kapatıldığı ve personelin alanı terk ettiği ifade edilmiştir. Kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi incelemesi raporunda kamera kayıtlarından elde edilen fotoğraflara yer verilmiştir. Fotoğraflardan, kameraların yerleşiminin olayın başladığı ankesörlü telefonun bulunduğu yere uzak olduğu, koğuş içinin kayıt edilmesine imkân tanımadığı, ayrıca başvurucunun koridorda kollarından tutularak yerde sürüklendiği anlaşılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu; Başsavcılığa sunduğu 5/3/2019 tarihli yazıda başvurucunun iddialarının asılsız olduğunun düşünüldüğünü, başvurucu hakkında doktor raporu düzenlendiğini, kurum personelinin olayda bir kusuru/suçu bulunmadığından idari soruşturma açılmadığını ifade etmiştir. Soruşturma sürecinde, olaya şahit olduğu ileri sürülen İ.K.nın ve/veya kurum görevlilerinin tanık/şüpheli sıfatıyla ifadelerine başvurulduğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır. Başsavcılık 25/3/2019 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçede; kamera kayıtlarında başvurucunun darbedildiğine dair bir görüntüye rastlanmadığı, başvurucuya zor kullanma yetkisi dâhilinde müdahale edildiği, yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu, zor kullanma sınırlarının aşıldığına dair bir delilin bulunmadığı belirtilmiştir. Karara yönelik itiraz, Bolu Sulh Ceza Hâkimliği tarafından9/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 12/4/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 7/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekmektedir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16059 | Başvuru, ceza infaz kurumu personeli tarafından uygulanan şiddet nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli kitap taslağının belirli bölümlerinin terör örgütü propagandası veya kişi ya da kuruluşları rencide edici olarak nitelendirilmek suretiyle başvurucuya teslim edilmemesi nedeniyle düşünce ve kanaat özgürlüğü, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Bolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 3/8/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harcını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölüm Başkanı tarafından 3/8/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucuya gelen posta içinden el yazması bir defter (ajanda) çıkmıştır. Ajanda içeriğinde, giriş sayfasında içindekiler bölümü olan ve son kısmında başvurucunun adı ile birlikte 2002 yılının yer aldığı "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli bir kitap metni bulunmaktadır. Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) anılan ajandanın başvurucuya verilmesini uygun görmemiştir. Kararda sakıncalı görülen bölümler belirlenmeden ve genel olarak değerlendirme yapılmıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"… Hükümlü Murat Türk’e koli ile gönderilen el yazması defter, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 68/ maddesine göre incelenmiş olup; …Mektupların içeriğinde terör örgütü mensuplarını övücü ve yüceltici ibareler taşıması ve kişi veya kuruluşları rencide edici ifadeler içermesi nedeniyle alıkonulmasına ..." Disiplin Kurulunun yukarıda belirtilen kararı başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu, karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine şikâyetçi olmuştur. Şikâyeti inceleyen Hâkimlik 29/7/2013 tarihli ve E.2013/1474, K.2013/1467 sayılı kararı ile başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"… İtiraza konu mektubun incelenmesinde, dosya kapsamı da hep birlikte değerlendirildiğinde Ceza İnfaz Kurumu Kararı usul ve yasaya uygun olduğundan itirazın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 7/8/2013 tarihinde İnfaz Hâkimliğinin kararının "... usul ve yasaya uygun olduğu ..." gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 22/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuruya Konu Kitap Taslağı Başvuruya konu "Özgürlük Savaşı Anıları" isimli kitap taslağı, yedi bölüm olarak planlanmış; “Çele sor, direnen mevzi, Gabar ve Çırav: savaştı baştan başa…”, “Çırav’dan Dallıtepe Ormanlarına 43 gün….”, “Umut I”, “Kanyan’lı Şerifo”, “Peri Vadisi’nden Dallıtepe Ormanlarına”, “Umut II” ve “Dağlardan Ayrılırken” isimli bölümlerinde 1994-1995 yıllarında Türkiye’nin doğu bölgelerinde yürütülen PKK operasyonları sırasında PKK’lı bir teröristin başından geçenler ve gözlemleri kaleme alınmıştır. Taslak metin, el yazısı ile yazılmış olup toplam 348 sayfadan oluşmakta; bazı yerlerde Kürtçe şarkı sözleri ve diyaloglar kullanılıp Türkçesi verilmemektedir. Yazı içeriğinde imla ve yazım hataları, sonradan yapıldığı belli olan ilaveler bulunmakta ve taslak metin olduğu izlenimi vermektedir. Yazı içeriğinde PKK terör örgütü mensubu olan bazı kişiler, kod adları veya gerçek isimleri ile tanıtılmakta; daha önceki kahramanlıklarından söz edilmekte; çatışmalar sırasındaki tavırları övücü bir üslupla anlatılmakta; sonraki süreçte ölmüş ise parantez içerisinde “şehit” notu düşülerek saygı ifade edilmektedir. Türk askeri, “düşman” ve “T. askeri” gibi kelimeler kullanılarak tanımlanmakta; askere verildiği kabul edilen kayıplar başarı veya zafer olarak nitelendirilmekte; Abdullah Öcalan’dan “önderlik”, PKK merkezinden “parti” olarak bahsedilmekte ve sıklıkla bağlılık vurgusu yapılmaktadır. Teröristlerin dağlardaki fiziki şartlarının zorluğu yanında özgürlük vurgusu ile iç dinamikler abartılı biçimde öne çıkarılmaktadır. Olayların anlatımında Türk askerinin olumsuz manzaraları sevinç ve heyecan uyandıran bir dille kaleme alınırken teröristlerin kayıpları duygusal bir tasvirle aktarılmakta, en ufak eylemleri başarı veya kahramanlık olarak nitelendirilmektedir. Disiplin Kurulunun 19/7/2013 tarihli ve 2013/104 sayılı kararında kitap taslağının sakıncalı kısımlarının nereler olduğu belirlenmemiştir. Yazının birinci bölümünde 73- sayfalarda şu ibareler kullanılmıştır:“Eylem için cephane işi tamamdı. Hevale Pale savunmada kalacağı için otuz tane roket kaldırdı. Otuz roket, yüze yakın el bombası ve binlerce mermi., gerçekten kulaklarımızı beş dakikada sağır etmeye yetecekti. Pale, roketleri seçerken ‘-Başınızın üzerinden atacağım dikkatli olacaksınız’ deyip gülüyordu. Ardı sıra heyecan içinde ‘-İşev şeve mıne heval’ diyordu. Bir savaş öncesi bir gerilla ancak bu kadar coşkulu olabilirdi. Tüm savaş geceleri onun olsaydı, belki de hala doymazdı. Pale’deki savaş coşkusu, eylem sıcaklığı, kolay kolay bir gerillada bulunmayan türdendi. Doğallığında bir savaşçı karakter, kavgacı bir ruh vardı. O ve Parmaksız Kahraman, savaş konusunda çok birbirine benziyordu. Savaş ve eylemde saldırıcı, ısrarcı, kaygısız ve alabildiğine cesur, yıkıcı bir ruh yapıları ve korkunç sezgileri vardı. Herhangi bir yere konumlanan bir askeri gücü gördüklerinde hemen zayıf yerlerini tespit etmeleri, plan yapmaları, kendilerini çok başarılı bir şekilde karşıdaki askerin yerine koyarak ruh hallerini tespit etmeleri ve ardından saldırıya geçireceği gücü motive ederek hazırlamaları, saldırıda aralıksız hamleleri, kurşunların altında eğilerek mevzilerin üzerine üzerine gitmeleri, kopartıcılıkları ve güvenli geri çekilmeleri ve düşmanın yüreğine korkuyu oturtup önce ruhen öldürmeleri onların başarılı olmasında görülebilen en temel çizgiydi. Bu iki arkadaşın da eyleme geçerken esas aldıkları tek şey sadece başarıydı. ‘Şunu yaparsak böyle olur ya da böyle yaparsak bu sonuca yol açabilir, vs …’ gibi engelleyici ve ertelemeci duygulara girmezlerdi. Tartışmaya gerek yoktu onların yanında. Bir çok eylem öncesi silahlarını alıp ‘-Döneceğiz…’ diyorlardı. Söyledikleri sözler inanca, başarıya ve zafere yönelikti. Bu ruh yapılarıyla ‘Acaba bu arkadaşlar ölümsüz müdür?’ demeden edemiyordu insan. Onlar savaşırken ölümü, yaralanmayı ve engelleri fazla düşünmüyordular. Eylem anında giderek ısınan ruh yapıları ve patlamaların ortasında cesareti artıran savaş çığlıklarıoldukça etkileyiciydi. Mizaçlarına bile bakıldığında bir şahinin avcılığıya ada bir kaplanın çevikliğini, eski bir savaşçının yüz hatlarını anımsardı insan. …Akşam hareket edecektik. Herkes toplandı. Şkeftlerin kenarındaki çimenliklere gelerek grup grup fotoğraf çektik. Ölümsüzleşen fotoğraf kareleri eylem öncesi coşkumuzu yıllar sonra da olsa bizlere hatırlatacaktı. O vakit on binlerce askerin arasında sıcak çaylarımızı da yudumladıktan sonra hep beraber silahlarımızı ortaya indirip el ele tutuşarak dilan tuttuk. Bir çok dilanımızda söylenen ‘Ez xelefim… Peze sıltane peze sore’nin ardından tek tek tüm arkadaşlarla tokalaşarak eylem için harekete geçtik. Biz eylem grubunu uğurlayan arkadaşlar alkışlar eşliğinde ‘Biji serok Apo!’ sloganını haykırdılar.” Yazının birinci bölümü 94- sayfalarda bir çatışma sonrası ölen arkadaşının cesedinin taşınması ve Türk askerinden intikam alınışı şöyle anlatılmıştır:“… Sonra Cafer’le bir şeyler konuştu telsizden. Hemen ardından bize dönerek kararlı bir ses tonuyla, ‘olmaz! Bırakmayacağız, sırtlayamıyorsak sürükleyerek götüreceğiz.’ dedi. ‘Nasıl sürükleyeceğiz?’ dedim. ‘Sürükleyeceğiz işte! Siz şutıklarınızı açın!’ dedi. Ben hala anlayamamıştım. Bir şehidi nasıl sürükleyecektik? Düşünülmesi bile beyne kurşun gibi geliyordu. ‘Haydi beklemeyin. Askerler yaklaşıyor!’ dedi, hevale Pale. Ve hevale Berxwedan şutıkını açmaya başladı. Sonra caddenin ortasında yatan Şoreş’in boynuna bağladı. Bir hırıltı duydum. Pale, ‘Bu savaştır, talimattır, mecburuz!’ gibi şeyler söyledi. ‘İtiraz etmeden yürüyün. Acele edin!’Dönüp bakmak bile korkunçtu. Önden yürüdüm. Hiç bir şey görmek istemiyordum. Ve yüreğimi, ruhumu paramparça eden o sesi duydum sonra… Sürüklenme sesi… Kesik kesik hışırtılarla, toza toprağa bulanarak, taşlara, yere çarparak sürüklenen gövdenin sesi… Şehit bedenin sesi… Dayanılması zor bir andı. O an hızla koşup uzaklaşmayı ne kadar çok istiyordum. Hevale Berxwedan’da dayanamıyordu artık.O sürüklenen ben de olabilirdim. Şu canlı gövdem az önceki savaş içinde kurşunlanmış olabilirdi. Belki beni getiremezlerdi. Belki de tepede kalırdım. Tepede kalsaydım, kuşkusuz tüm organlarımla paramparça edileceğim kesindi. Çünkü bir süre önce hevale Xebat (Dörşevli) şehit düşmüş ve bedeni paramparça edilmişti. Arkadaşlar, ‘İntikamını alacağız!’ derken yıkıcı ve müthiş acımasız bir kin savurmuşlardı. İşte bu tepede intikamı alınmıştı. Ve biz şehidimizin paramparça edilmemesi için, sürüklüyorduk. …Dün Sipivyan Tepesi’ne asker indirilirken buradan izlemiş, keşif yapmıştık. Bu kez helikopterler yine Spivyan Tepesi’nde uçuşuyor ama asker indirmiyorlardı. Dün sağ bıraktıklarını bu gün ölü olarak kaldırıyorlardı. Masmavi, güneşli bir Mayıs sabahıydı. Tepeler rüzgarlı, serindi. Uzandığımız yerden yüreğimiz toprağı döverken heyecanlıydık. Kapsamlı bir saldırı bekliyorduk. Gabar’daki askerler ağır bir darbe yemişti. Cihaz konuşmalarında delicesine mesajlar ve küfürler savuruyordular. Kendi verdikleri tekmillerden çıkan sonuçta 43 askerin öldüğü söyleniyordu ve bir o kadar yaralı ve cephanenin ele geçirilişi… Ve istemeye istemeye birbirlerinin ‘Kurban Bayramını kutladılar’. Hevale Pale, bu günün Kurban Bayramı olduğunu öğrenince telsizin mandalına bastı ve Spivyan Tepesi’ndeki askerlere: ‘Bayramınız Kutlu Olsun!’ dedi.Tepe komutanı çıldırırcasına cevapladı. Ağlıyordu. ‘Ulan bayram böyle mi kutlanır… Bu kadar yapılır mı…’ ve ardı arkası kesilmeyen küfür, tehdit ve intikam yeminleri… Hevale Pale cevapsız bırakmadı ve seslendi: ‘Girdiğiniz her tepede böyle saldırılarla karşılaşacaksınız. Biz gelmeden terk edin ve önce siz gidin!’ dedi, telsizi kapattı.O gün onlarca helikopter ölüm taşıdı Sipivyan Tepesi’nden. Yaralılarını da aldılar. Gabar’daki ordu şok içindeydi. Sekiz kişilik bir saldırı timi, ölümcül bir şimşek gibi çakmıştı tepeye. Bu, gerillanın öfkesiydi. Günlerdir biriktirmişti, sabırla yoğrulan, inatla beklenen ve son ana kadar ısrar edilen, gerillanın intikam eylemiydi.” Yazının sayfasında geçen tasvir ve yorumlar şöyledir:“… Yıldızlar Şele’nin kayalıklarındaydı o gece. Şex Said’in karargâhı, savaştığı mevzi ve toprağını kanlarıyla suladığı savaşçılarının ektiği yaşam tohumları filizlenmişti. Şimdi inançla uzanıyordu Hani’den Piran Dağlarına. Bir isyan şarkısıydı bu dağlar. Yükseliyordu göklere doğru ve mağrurdu. Tüm Fis ve Amed ovası ayaklarımın altında sonsuz bir halıydı Şele Dağı’nda.1992 yılında bu asfalt defalarca kesilmiş, yol kontrolü yapılmıştı. O zaman Amed Dağları bir gerilla şehri gibiydi. Binleri aşan gerilla gücü tüm dağları denetimine almıştı. Noktadan noktaya arabayla gidiliyordu. Gerilla köylerdeydi o günlerde. Ancak bir süre sonra bunun yanılgı olduğu görüldü. Bunun sonucunda Amed, çok zorlanıyordu. Şimdi Aked 92 gibi değildi. Hava çok değişmişti. Eski savaşçılar yok, halk ve köyler yok ve eski hâkimiyet yoktu. Tüm tepeler asker mevzileri ve çadırlarıyla doluydu. Bir altüst oluşu yaşamıştı Amed. Zorlansa da direniyordu." Yazının sayfasında geçen tasvir ve yorumlar şöyledir:"Geride tam 43 gün bıraktık. Uzun yolumuz işte Dallıtepe Ormanları’nda son buldu. Çırav şimdi çok uzaklardaydı. Yine de özlüyordum, hem Çırav’ı hem Gabar’ı! Ve hep özleyeceğim. Bir gün mutlaka tekrar oralara gideceğim. Şayet gidemezsem, birileri benim yerime de oraları adımlasın. Suyunu içsin o dağların. Birkaç gece uyusun ateş başında. Otlarını yesin. İzlerimizi arasın. Mutlaka bulur bir şeyler. Ruhumuz hep o dağlardadır. Yaratıldığımız, kendimizi yarattığımız ve bize ana rahmi olan dağlar… Kutsal dağlarımız… Düşlerimizin cenneti, mutluluk bahçemiz, yüreğimiz; suları, ormanları, kayalıkları ve şirin köyleri ve binlerce mezarsız gerilla anıtıyla Kürdistan dağları bize hala hayat vermekte… Ve hep verecek! Her birimizin yüreği bir dağdı ve her dağ, her Kürdistan özgürlük gerillasının göğsünde ters dönmüştü. Dağ, ateş ve yüreklerimiz, kopmayan ve hep isyana hazır özgürlük doğuran bir diyalektikti…" Yazının sayfasında geçen propaganda değerlendirmesi şöyledir:"… Hepsi gelip önümüzdeki patikadan meraklı bakışlar ve sessiz konuşmalar içinde geçtiler. Çoban bana ‘Bizim köydendirler, bir şey olmaz.’ dedi. ‘Herkes çatışmaya girdiğinizi biliyor. Köylüler, arkadaşların o halini görünce çok etkilendiler. O kadar patlama, kurşun ve bombaların arasından nasıl böyle kurtulduğunuza hepimiz hayret ettik. Biz orada canlı kalmadı sanmıştık. Kaç gündür köylüler sizi konuşuyorlar. Arkadaşların yaralı hali, zor durumda oluşları ve onca zahmete rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranmaları, gülmeleri, köylülerimizi çok etkiledi.’Susarak dinliyordum. Söze gerek yoktu. Belki aylarca propaganda yapılsa böyle derin etki yaratamazdı. Her şeyi görüp yaşamaları yetmişti onlara." İlgili Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Ceza infaz kurumlarında, olanaklar elverdiğince, kültürün ve sanatın çeşitli dallarını temsil eden programlar hazırlanır ve hükümlülerin bunlara katılmaları hususundaki usûller düzenlenir.(2) Bu programların temel hedefi, hükümlülerin ifade yeteneklerini geliştirmelerini ve bilgilerini artırmalarını sağlamaktır.(3) Kurumun kültür ve sanat programları, Adalet Bakanlığınca belirlenen esaslara göre kurum en üst amiri tarafından düzenlenir. Bu maksatla Devletin kültür ve sanat işleriyle görevli kuruluşları gerekli yardımları yaparlar.(4) Hükümlülerin ifade özgürlüğü çerçevesinde gerçekleştirebilecekleri yayın etkinlikleri, kurumda çalışma esaslarını düzenleyen hükümlere ve bu husustaki koşullara bağlıdır.” 5275 sayılı Kanun’un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” Bakanlar Kurulunun 12/7/2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (Tüzük) “Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikincifıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır.” Tüzük’ün “Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların verilmesi” başlıklı maddesi şöyledir:“(1)91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir. (2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” Tüzük’ün “Sakıncalı görülen mektuplar” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bukarara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir. (3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.” Bakanlığın 12/7/2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin (Yönerge) “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” başlıklı maddesi şöyledir:“a) Mahkemelerce yasaklanmış olan, b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veyamüstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemeye tahrik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Halkın bir kısmını diğer bir kısmına karşı silahlandırarak, birbirini öldürmeye tahrik eden kişi, onbeş yıldan yirmidört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Tahrik konusu suçların işlenmesi halinde, tahrik eden kişi, bu suçlara azmettiren sıfatıyla cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun’un “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun’un“Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Devletin askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.(3) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.(4) Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7082 | Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından Özgürlük Savaşı Anıları isimli kitap taslağının belirli bölümlerinin terör örgütü propagandası veya kişi ya da kuruluşları rencide edici olarak nitelendirilmek suretiyle başvurucuya teslim edilmemesi nedeniyle düşünce ve kanaat özgürlüğü, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42723 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kolluk görevlilerince haksız olarak gözaltına alınma ve gerekli olmadığı hâlde gözaltında çıplak aramaya tabi tutulma nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/8/1977 doğumlu olup Kadıköy semtinde mukimdir. Başvurucu, 11/9/2013 tarihinde Kadıköy semtinde meydana gelen toplumsal bir olaya karıştığı, 6/10/1983 ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ettiği gerekçesiyle aynı gün Cumhuriyet savcısının sözlü talimatıyla kolluk kuvveti tarafından gözaltına alınmıştır. Başvurucu, hakkındaki gözaltı kararı kapsamında 11/9/2013 tarihinde Kadıköy İskele Polis Merkezine (Polis Merkezi) götürülmüştür. Gözaltı kararı kapsamında bir gün nezarethanede kalan başvurucu 12/9/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısının sözlü talimatıyla serbest bırakılmıştır. Başvurucu, toplumsal bir olaya karışmadığı hâlde haksız olarak gözaltına alındığı, kolluk görevlilerince orantısız güç kullanımı sonucu ayağından yaralandığı ve gerekli olmadığı hâlde Polis Merkezinde çıplak aramaya tabi tutulduğu şikâyetiyle ilgili kolluk görevlilerinin tespiti ve cezalandırılması için kamu davası açılması talebiyle 12/3/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun yaptığı suç duyurusundan önce açılan ve devam eden bir soruşturmada başvurucunun kolluk görevlileri tarafından kasten yaralanması iddiası ile ilgili olarak yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle 20/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karar ile ilgili olarak herhangi bir şikâyeti başvuru formu veya eklerinde bildirilmemiştir. Başvurucunun 12/3/2014 tarihinde yapmış olduğu suç duyurusuna ilişkin olarak ise Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte adli soruşturma açılmış ve 8/4/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Müştekinin [Başvurucu] şikayetine konu2013 tarihli olaylara ilişkin olarak İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nın2013/164620soruşturma dosyasından yapılansoruşturmada: olay günü Altıyol Meydanı'nda yaklaşık 000 kişinin katıldığı izinsiz gösteri ve yürüyüş sırasında bir çok işyeri ve Kamu malının tahripedildiği, polise taşlı, molotoflumukavemetgösterildiği, bu olaylar sonucu olarak polisin göstericilere müdahale ettiği ve işlendiği iddia olunan suçlarınkasten veya ihmalen işlendiğine dair dava açmaya yeterli kanıt ve emarebulunmadığından bahislekovuşturmaya yer olmadığına dair kararverildiği görülmüş olup; Müştekinin de bu soruşturmada müştekiolduğu, aynı tarihte cereyan eden olay ile ilgili olarakişlendiği iddia olunan suçlara ilişkin kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olup, bu karara karşıitiraz yoluna gidilip gidilmediğinin belli olmadığı, ayrıca aynı konu ile ilgili olarak aynı müştekiye yönelik işlendiği iddia olunan eylemde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararkararınortadan kaldırarak yeni bir soruşturma açmayı gerektirir yeni delil ve emarenin bulunmadığıtümsoruşturmaevrakındın anlaşılmakla..." Başvurucu, hukuka aykırı olduğunu iddia ettiği çıplak arama eylemi hakkında karar verilmediği gerekçesiyle anılan kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş ve itiraza bakan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/6/2014 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı kaldırmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...İncelenen soruşturma evrakına göre, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başasavcılığı 08/04/2014 tarih, 2014/49240 soruşturma, 2014/55987 karar no sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, karara itiraz edilmesi üzerine mahkememizce yapılan incelemede İstanbul Anadolu Başsavcılığının 2013/164620 nolu soruşturma evrakının onaylı bir örneğinin soruşturma evrakının içerisine getirtilmediği yine şikayet dilekçesinde Kadıköy İskele Polis Karakolu görevlileri hakkında şikayette bulunulmasına rağmen iddia edilen olay tarihinde anılan karakolda görev yapan görevlilerin tespit edilerek gerekirse yüzleştirme yapılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, soruşturmanın eksik yapıldığıve bu eksikliğin sulh ceza hakimi görevlendirilerek giderilebilecek eksikliklerden görülmediğinden öncelikle belirtilen eksikliklerin ikmali için ..." Anılan karardan sonra soruşturmaya devam eden Cumhuriyet Başsavcılığı 26/6/2014 tarihinde İstanbul Valiliğine yazdığı müzekkereyle şikâyet edilen kolluk görevlileri hakkında adli soruşturma yapılabilmesi maksadıyla 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca izin talebinde bulunmuştur. İstanbul Valiliğince 4/8/2014 tarihinde 4483 sayılı Kanun uyarınca ilgililer hakkında adli soruşturma açılmasına izin verilip verilmeyeceğiyle ilgili olarak idari ön inceleme başlatıldığı Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Kadıköy Kaymakamlığınca (Kaymakamlık) atanan muhakkik tarafından yapılan ön inceleme sonucunda düzenlenen raporda; başvurucunun aranması işlemini gerçekleştiren polis memurunun mevzuata uygun davrandığı, bu nedenle hakkında soruşturma izni verilmemesi gerektiği değerlendirmesi yapılmıştır. Kaymakamlık söz konusu ön inceleme raporu doğrultusunda soruşturma izni verilmemesine 13/10/2014 tarihinde karar vermiştir. Soruşturma izni verilmemesi kararına Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edilmezken başvurucu tarafından itiraz edilmiştir. Başvurucunun yaptığı itiraz sonrası İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunca (Bölge İdare Mahkemesi) 20/11/2014 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Söz konusu karar taraflara tebliğ edilmesi için Kaymakamlığa gönderilmiştir. Kararın başvurucuya tebliğ edilmediği, Anayasa Mahkemesince 20/9/2018 tarihinde Kaymakamlığa yazılan müzekkereye verilen 9/10/2018 tarihli cevap yazısından anlaşılmaktadır. Bölge İdare Mahkemesi kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Polis Merkezi içerisinde usulsüz aramaya tabi tutulduğu, haksız işlere maruz kaldığı iddiaları üzerine yapılan ön inceleme sonucunda, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine, soruşturma izni verilmemesine iliskin kararın Mahkememizce yöntem ve yasaya uygun bulunması nedeniyle onanmasına, dosyanın Kadıköy Kaymakamlığı'na gönderilmesine, kararın Kadıköy Kaymakamlığı tarafından ilgililere tebliğine 20/11/2014 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi." Soruşturma izni verilmemesi kararına yapılan itirazın belirtilen şekilde reddedilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca 24/12/2014 tarihinde tekrar kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararın başvurucuya ne zaman tebliğ edildiğine dair bir bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...4483 sayılı yasa uyarınca yapılan ön inceleme sonucunda; KadıköyKaymakamlığı'nın 2014tarih ve 2014/57sayılı kararı ile şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesine dair karar verildiği ve bu kararın da itiraz sonucu İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulu'nun2014 tarih 2014/734 K 2014/686 E sayılı kararı ilekesinleştiği anlaşılmakla..." Başvurucu anılan kovuşturmaya yer olmadığı kararına 21/1/2015 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraza bakan İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, kovuşturmaya yer olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 25/3/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 12/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4483 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma izni yetkisi;...b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında vali,....Yokluklarında ise vekilleri tarafından bizzat kullanılır.Yetkili mercilerin saptanmasında, memur veya kamu görevlisinin suç tarihindeki görevi esas alınır." 4483 sayılı Kanun'un Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler." 4483 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikâyetçiye bildirir.Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), (g) (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) menfaat , sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./mad.) üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19357 | Başvuru, kolluk görevlilerince haksız olarak gözaltına alınma ve gerekli olmadığı hâlde gözaltında çıplak aramaya tabi tutulma nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu Ankara'nın Yenimahalle ilçesi İvedik-İmar Mahallesi 44675 ada 40 parsel numaralı taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planıyla 25/7/2001 tarihinde kentsel rekreasyon alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Ankara Büyükşehir Belediyesine (Belediye) başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine 29/9/2011 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi davanın idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu kararın kesinleşmesi üzerine 14/4/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu, yargılamanın devamı sırasında 13/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5907 | Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; uluslararası koruma talebinin reddedilmesinden dolayı öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edileceği gerekçesiyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Bölüm tarafından İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına ilişkin tedbir talebinin reddine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir. Pakistan kökenli, İngiltere vatandaşı ve 1977 doğumlu olan başvurucu, İngiltere kaynaklı Children In Deen adlı yardım kuruluşunun üyesidir. Başvurucu, Suriye'deki çocuklara yapılacak yardımın sivil toplum kuruluşları aracılığıyla dağıtımını sağlamak üzere kuruluşun gözlemcisi ve koordinatörü sıfatıyla -ilk kez 15/12/2009 tarihinde olmak üzere- yürüttüğü faaliyet nedeniyle farklı tarihlerde Türkiye'ye giriş yapmıştır. 16/5/2013 tarihinde başvurucu adına üç yıl geçerlilik taşıyan ikamet tezkeresi düzenlenmiştir. Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) başvurucunun uluslararası terörizmle bağlantılı olduğunu 17/8/2013 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğüne bildirmiştir. Bunun üzerine genel güvenlik yönünden tehlike arz ettiği gerekçe gösterilerek başvurucu, yurda girmesi yasaklanan yabancılar kapsamına alınarak 10/9/2013 tarihinde hakkında G-87 (genel güvenlik) tahdit kaydı oluşturulmuştur. Başvurucu 28/12/2013 tarihinde Hatay Cilvegözü kara hudut kapısından Suriye'ye geçmek isterken hakkındaki tahdit ve sınır dışı kararı nedeniyle yakalanarak Hatay Geri Gönderme Merkezine (GGM) yerleştirilmiş ve ikamet tezkeresi iptal edilmiştir. Ancak dosyada başvurucu hakkında verilmiş bir idari gözetim altına alma kararı bulunmamaktadır. Başvurucu 10/1/2014 tarihinde, İngiltere'ye gönderildiği takdirde Müslüman olduğu ve Müslüman ülkelere yardım götüren bir kuruluşta çalıştığı için adil yargılanma ilkelerine aykırı olarak yargılanacağını ileri sürerek uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Bu talep doğrultusunda, 11/1/2014 tarihinde yapılan mülakat sonucunda başvurucunun uluslararası koruma için gerekli şartları taşımadığı rapor edilmiş ve talebinin reddine dair işlem 13/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı Hatay İltica Büro Amirliğine 16/1/2014 tarihinde itirazda bulunmuş ve itirazın değerlendirilmesi sürecinde Sakarya'ya sevk edilerek kendisine Sakarya Valiliği tarafından Sığınma Başvurusu Sahibi Tanıtma Kartı verilmiştir. Başvurucunun yaptığı itiraz, uluslararası terörizmle bağlantısı olduğu gerekçesiyle Göç İdaresi Genel Müdürlüğünce (GİGM) 30/5/2014 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme kararı olmadan uzun süre GGM'de tutulmamasını sağlamak için tahdit kayıtları saklı kalmak koşuluyla başvuru sahibi statüsüyle Sakarya’da yerleşmek üzere4/2/2014 tarihinde GGM’den salıverilen başvurucuya geçici ikamet tezkeresi verilmiştir. Başvurucunun uluslararası koruma talebinin reddine ilişkin işleme karşı 30/6/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı iptal davası 17/10/2014 tarihinde reddedilmiştir. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi uyarınca kesin olarak verilen kararın ilgili kısmı şöyledir: “…Davacı dava dilekçesinde, İngiltere'de hayatının çok riskli ve tamamen korumasız olduğunu, Suriye'ye yardım eden müslümanların hapis cezası ile cezalandırıldığı, 2011 tarihinde Birmingham şehrinde gerçekleşen olaylarda iki kuzeni ve bir arkadaşının öldürüldüğü bu yüzden ülkesi İngiltere'de güvende olmadığını belirterek ülkesine dönmek istemediğini ileri sürmektedir. Davacının ileri sürdüğü hususlar yukarıda yer alan mevzuat uyarınca zulüm korkusunda haklı sayılabilecek herhangi bir unsura yer vermemiştir. Akrabalarını münferit olayda kaybetmiş olması ve kendisinin ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağı sonucunu doğurmamaktadır. Kendisiyle yapılan mülakatta da herhangi bir siyasi, dini veya sosyal gruba mensubiyetinin bulunmadığı, hayatı boyunca hiç bir kötü muameleye maruz kalmadığını, sadece ülkesine dönmesi durumunda terörizmle suçlanıp hapse atılacağını, Türkiye'ye kalmak, çalışmak ve daha rahat yardım faaliyetinde bulunmak amacıyla geldiğini beyan etmiştir. Söz konusu beyanlar da dikkate alındığında, davacının ülkesine dönmemesinin zulüm görme ve baskı korkusundan kaynaklanmadığı ve başvuru amacının Türkiye'de kalıcı olarak ikamet etmek olduğu anlaşılmaktadır.Uluslararası korumanın amacı, başvuru sahibi kişilerin ülkede mevzuat uyarınca belirlenen sebepler dışında kalmalarına izin verilmesi şeklinde değerlendirilemez. Bu statünün amacı, zulme uğrama korkusu içinde bulunan ve gerçekte bu riski taşıyan şahısların ülkede belirlenen statü içerisinde kalmalarına izin vermektir. Somut olayda, davacının İngiltere'de doğup büyüdüğü, İngiliz vatandaşlığının bulunduğu ve İngiltere'nin insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere taraf olan bir ülke de olduğu göz önünde bulundurulduğunda, uluslararası koruma başvurusunun kabulüne olanak sağlayacak şartlar mevcut olmadığından, başvurusunun reddedilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.…” Başvurucu 17/11/2014 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 17/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. T.T. B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. (GK), B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-38); A.A. ve A.A. (GK), B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19690 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; uluslararası koruma talebinin reddedilmesinden dolayı öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edileceği gerekçesiyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, su taşması sonucu tarlanın zarar gördüğü olayda idarenin kusuru bulunduğu hâlde uğranılan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Diyarbakır'ın Yenişehir ilçesi Dikentepe köyünde bulunan 297 ve 573 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına göre malikleridir. Bu taşınmazın yakınında Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğüne ait sulama kanalları bulunmaktadır. Dosya kapsamından tespit edilemeyen bir tarihte meydana gelen su taşması sonucu başvurucuların tarla niteliğindeki taşınmazı çamurlaşıp göl hâline gelmiştir. Başvurucular, oluşan zararın tespiti için Diyarbakır Sulh Hukuk Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuşlardır. Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 28/10/2013 tarihli bilirkişi raporunda, mevcut zararın miktarı 235,51 TL olarak tespit edilmiştir. Mezkur raporda şu tespitlere yer verilmiştir:i. Tespite konu taşınmazın ihtiva ettiği özellikler, toprak yapısı, bitki örtüsü, eğimi, işleme derinliği ve benzeri özellikleri dikkate alındığında birinci sınıf sulanabilir tarım arazisi vasfında olduğu ve uzun süredir tarım arazi olarak kullanıldığı belirtilmiştir.ii. DSİ Genel Müdürlüğüne ait sulama kanallarından yararlanılarak sulama yapıldığına işaret edilmiştir.iii. DSİ tarafından yapılan sulama kanallarından taşan fazla suyun söz konusu taşınmazlar üzerinde biriktiği ve biriken bu suyun toprak kanallar vasıtasıyla tahliye edilmeye çalışıldığı ancak kanalların yetersiz kaldığı, taşınmazın bir kısmında gölleşme, bir kısmında çamurlaşma ve çoraklaşma meydana getirdiği ve yabani otlarla kapladığı, bu hâliyle ekili pamuk bitkisinden ürün elde etmenin imkânsız olduğu ifade edilmiştir.iv. Mevcut durumun devam etmesi hâlinde gelecek yıllarda toprakta çoraklaşma ile birlikte tuzlulaşmaya neden olarak verim azalması ve ekili ürün çeşidine bağlı olarak maliyet artışının söz konusu olacağı belirtilmiştir.v. Keşif esnasında hâlen tahliye kanallarının yetersizliği nedeniyle taşan suyun altında kalan pamuk bitkisinden verim alınamayacağına değinilmiştir. Raporda tespit edilen zararın miktarı da gelir metodu yöntemine göre hesaplanmıştır. Anılan karar üzerine başvurucularca tespite konu zararın giderilmesi talebiyle 1/11/2013 tarihinde DSİ Genel Müdürlüğü ile Kralkızı Dicle Pompojlı Sulama Birliğine başvuru yapılmış olmasına karşın idarelerce bu taleplere bir cevap verilmemiştir. Başvurucular, bu hâliyle taşınmazlardan istifade edilemediği gerekçesiyle idarenin hizmet kusuru sonucunda oluşan 235,51 TL zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte tazmini talebiyle DSİ Genel Müdürlüğü aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır. Mahkemenin 2/7/2014 tarihli ara kararıyla dava konusu parsellere ilişkin olarak 2012, 2013 ve 2014 yıllarında başvurucuların Çiftçi Kayıt Sistemi'ne (ÇKS) kayıtlı olup olmadıkları hususunun Diyarbakır Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğüne sorulmasına karar verilmiştir. Anılan yazı üzerine Müdürlükçe gönderilen 14/7/2014 tarihli cevapta, 297 ve 573 sayılı parsellere ilişkin olarak 2012 ve 2013 yıllarında başvuruculardan sadece Mehmet Daşçi ve Bedri Daşçi'nin çiftçi kaydı bulunduğu, diğer başvurucuların ise çiftçi kaydının bulunmadığı bildirilmiştir. Mahkemenin bu defa 4/11/2014 tarihli ara kararıyla başvurucuların vekilinden ÇKS kaydı olan başvurucular haricindeki diğer başvurucuların 297 ve 573 sayılı parselde üretim yapıp yapmadıkları hususunun sorulmasına, üretim yapılıyorsa buna ilişkin müstahsil makbuzu ve diğer belgelerin on gün içinde gönderilmesinin talep edilmesine karar verilmiştir. Aynı kararda ayrıca başvurucu Mehmet Daşçi'nin 2013 yılı ÇKS'de 297 No.lu parselin 7434 metrekarelik kısmında ve 573 No.lu parselin 860 metrekarelik kısmında ekmeklik buğday üretimi yapılacağının kayıtlı olduğu, buna göre ekmeklik buğday dışında ekim yapılıp yapılmadığı, zararın oluştuğu tarih itibarıyla Mehmet Daşçi tarafından ürün ekimi yapılıp yapılmadığı, ekim yapılmış ise ekim yapılan kısmın kaç metrekareye tekabül ettiğinin bildirilmesinin istenmesine de karar verilmiştir. Anılan ara kararı başvurucular vekiline 12/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olmakla birlikte başvurucular vekili süresinde herhangi bir cevap yazısı göndermemiştir. Mahkeme 23/12/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;i. ÇKS kayıtları bulunan başvurucular Mehmet Daşçi ve Bedri Daşçi haricindeki başvurucuların ÇKS kaydı olmaması, anılan gayrimenkullerde üretim yaptıklarına ilişkin bilgi ve belgelerin de sunulmamış olmaması nedeniyle dosya içindeki bilgi ve belgelerden zararlarının bulunmadığı sonucuna varıldığı,ii. Mahkemenin 4/11/2014 tarihli ara kararı ile başvurucuların vekilinden davanın esasına ilişkin birtakım bilgilerin on gün içinde cevaplanması talep edilmiş ve mezkur ara kararı başvurucular vekiline 12/11/2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olmasına rağmen süresinde cevap olarak bir yazı temin edilemediği,iii. Dolayısıyla zararın oluştuğu iddia edilen 2013 yılında 297 ve 573 sayılı parsellerde ÇKS kayıtlarına göre buğday ekiminin yapıldığı ve buğday ürününe ilişkin destekleme ödemelerinin alındığının anlaşıldığı, iv. Mezkur ara kararına rağmen başvurucular tarafından da anılan gayrimenkullerde pamuk ekimi yapıldığına ilişkin bilgi ve belgenin sunulmamış olması karşısında adli yargı yerinde yaptırılan bilirkişi raporunda yer alan keşif tarihi olan 4/9/2013 tarihinde gayrimenkullerde pamuk ürününün bulunduğu ve bu ürünün zarar gördüğü yönündeki tespitlere itibar edilmeyerek davacılar Mehmet Daşçi ve Bedri Daşçi'nin de zararının bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular tarafından itiraz edilen bu karar, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesince 17/9/2015 tarihinde onanmıştır. Nihai karar başvurucular vekiline 9/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45). AİHM'e göre ayrıca, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda bu ilke daha kuvvetli uygulanma alanı bulur (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54). Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte, yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17563 | Başvuru, su taşması sonucu tarlanın zarar gördüğü olayda idarenin kusuru bulunduğu hâlde uğranılan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, tutukluluk halinin devamına dair kararların gerekçelerinin yetersiz olduğunu, tutuklamaya ve tutukluluğun devamına karar verilirken somut olgulara dayanılmadığını, somut ve inandırıcı deliler bulunmamasına rağmen uzun bir süreden beri tutuklu olduğunu belirterek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye talebinde bulunmuştur. Başvuru, başvurucu tarafından 18/10/2012 tarihinde Konya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/6/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 14/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 22/11/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 22/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 23/1/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 30/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 8/8/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve Konya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesinin 10/8/2009 tarih ve 2009/166 Değişik İş sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca “Birlikte Kasten Adam Öldürmek, Adam Öldürmeye Teşebbüs, Adam Öldürmeye Teşebbüs Suçunun İşlenmesinde Yardımda Bulunmak, Ruhsatsız Silah Taşımak” suçlarını işlediği iddiasıyla 2009/30903 soruşturma numaralı iddianame düzenlenmiştir. Başvurucunun, Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2010 tarih ve E.2009/396, K.2010/374 sayılı kararıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri gereğince kasten adam öldürme suçundan 7 yıl 6 ay, 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca 10 ay hapis cezası ve 25 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz etmesi üzerine Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2010 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/10/2011 tarih ve E.2011/4374, K.2011/6319 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Yargılanmasına devam olunan başvurucu, tutukluluk halinin sonlandırılması amacıyla tahliye talebinde bulunmuş, ancak talebi Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 25/9/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 25/9/2012 tarihli ret kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun tahliye talebinin reddine dair itirazı, Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 1/10/2012 tarih ve 2012/1331 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararı sonrasında yargılanmasına devam olunan başvurucunun, Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 22/2/2013 tarih ve E.2011/515, K.2013/65 sayılı kararıyla kasten adam öldürme suçundan 5237 sayılı Kanun’un ve maddeleri gereğince 15 yıl hapis, adam öldürmeye teşebbüs suçundan eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un ve maddeleri gereğince 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. UYAP üzerinden edinilen bilgiye göre başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir. Başvurucu 18/10/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83),…” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 6136 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/391 | Başvurucu, tutukluluk halinin devamına dair kararların gerekçelerinin yetersiz olduğunu, tutuklamaya ve tutukluluğun devamına karar verilirken somut olgulara dayanılmadığını, somut ve inandırıcı deliler bulunmamasına rağmen uzun bir süreden beri tutuklu olduğunu belirterek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 15/2/2016 tarihinde tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1970 doğumlu olup İran İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu 28/11/2013 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmış ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Kuruluna (BMMYK) başvurarak uluslararası koruma talep etmiştir. Gümüşhane Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğünün 10/12/2014 tarihli kararıyla başvurucunun uluslararası koruma talebi sonuçlanıncaya kadar bulunması gereken adresi izinsiz terk ettiği gerekçesiyle sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan sınır dışı kararının iptali için açılan dava, Trabzon İdare Mahkemesinin 26/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 19/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup 15/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu süreçte başvurucu, uluslararası koruma talebi kapsamında ABD Hükûmeti tarafından kabul edilmiştir. Başvurucu 9/1/2017 tarihinde BMMYK vasıtasıyla güvenli üçüncü ülke olarak belirlenen ABD'ye yerleşmek üzere kendi rızasıyla Türkiye'den ayrılmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2894 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltında ifade alınmadan önce avukatla görüşememe nedeniyle adil yargılanma hakkının, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması, tutukluluğun gözden geçirilmesi kararlarının tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelemeleri sonunda verilen kararların yakınlara bildirilmemesi ve tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, 24/8/2016 tarihinde ise meslekten ihraç edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Mersin Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Hâkimlik 20/7/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında çeşitli tarihlerde dosya üzerinden yapılan incelemeler sonucunda tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. Son olarak Mersin Sulh Ceza Hâkimliği dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 2/1/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Mersin Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 13/2/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 15/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 5/1/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede; başvurucunun ByLock isimli programı kullanmasına, FETÖ/PDY ile iltisaklı olması sebebiyle kamu görevinden çıkarılan ve haklarında ceza soruşturması bulunan kişilerle irtibat kurduğunu gösteren telefon kayıtlarına, tutuklanmasının ardından ceza infaz kurumuna girişinden önce yapılan üst araması sonucunda üzerinde FETÖ/PDY mensuplarının birbirini tanımasını sağlamak amacıyla yanlarında taşıdıkları belirtilen F seri numaralı 1 ABD dolarının bulunmasına, FETÖ/PDY ile iltisaklı olması sebebiyle meslekten ihraç edilmesi kararına ve örgüt üyesi olduğuna yönelik tanık beyanlarına dayanıldığı görülmüştür. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve E.2018/15 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 2/8/2018 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 10/12/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 26/6/2019 tarihinde temyiz talebinin reddine karar vermiş ve aynı tarihte mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16053 | Başvuru, mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltında ifade alınmadan önce avukatla görüşememe nedeniyle adil yargılanma hakkının, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması, tutukluluğun gözden geçirilmesi kararlarının tebliğ edilmemesi, tutukluluk incelemeleri sonunda verilen kararların yakınlara bildirilmemesi ve tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 27/2/2007 tarihinde açtıkları davada Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 4/10/2018 tarihinde karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı taraflarca henüz kanun yoluna başvurulmamıştır. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 3/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1816 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; iş sözleşmeleri feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucuların mensubu olduğu sendika 1968 yılında kurulan Türkiye Pencere Camı Fibro, Cam Mozaik, Şişe ve her türlü Cam Mamulleri Sanayii İşçileri Sendikasının (Hürcam-İş) 1995 yılında Keramik İşçileri Sendikasının birleşmesiyle oluşmuş ve Cam Keramik-İş Sendikası (Sendika) adını almıştır. Sendika, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna bağlıdır. Başvuruculardan;Oktay KURUSAKIZ; 20/2/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 6/5/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir.Vehbi YAĞCI; 1/2/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 25/5/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir.Bülent PEKBAY; 14/2/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 29/4/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir.Yunus TOPCU; 14/2/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 28/6/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir.Veysel DAĞ; 14/2/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 28/6/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir.Fatih EVİRGEN;1/2/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 29/4/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir.Umut KAVLA;1/2/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 29/4/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir.Akif KUMAŞ; 6/4/2019 tarihinde resmî kayıtlı olarak davalı işyerinde işe başlamış, 6/5/2019 tarihinde Sendika üyesi olmuş, iş sözleşmesi 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi kapsamında 31/5/2019 tarihinde haklı sebep gösterilmeden feshedilmiştir. Başvurucular iş sözleşmelerinin sendikal nedenlerle feshedildiği iddiasıyla Ankara İş Mahkemesinde işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Davalı işveren ise fabrikada üretimin durması nedeniyle başvurucuların iş sözleşmesinin sonlandırıldığını savunmuştur. Başvurucular iş sözleşmelerinin sendikal nedenlerle feshedildiğini ispat edebilmek için tanık deliline başvurmuştur. İlk derece mahkemelerinde dinlenen davacı tanıklarının beyanlarının ilgili kısmı şöyledir: "[Tanık S.S.] ... sendika çalışmaları başladıktan sonra özellikle 1 Mayıs tarihinde işyeri whatsap grubundan Bülent Pekbay'ın 1 Mayısta 'size sendikadan selam getiriyorum, iyi şeyler olacak' diye bir mesaj paylaşmasından sonra sendika çalışmalarımız devam etti, 16-17 tane sendika üye sayısına ulaştık, yine şefimiz Bey de sendikaya nasıl üye olabilirim diye bana sormuştu, ancak internetten kayıt olmayı beceremediğinden sendika ile telefonu vererek görüşmesini sağladım, bayrama 3 gün kala davacılara bilgi verilmeden hepsi işten çıkarıldı. Benim sendikaya üye olacağımı N. Bey ile yakın olduğum için düşünmediler, sonra davacıların işten çıkarılmalarına itiraz etmem sebebiyle iş aktime son verildi... davacıların iş akitlerinin fesih edildiği tarihte işyerinde 7 civarı sendika üyesi işçi kalmıştı, 1 ay kadar sonra bu işçilerin 2-3 tanesi kendisi ayrıldı, beni işten çıkardılar, kalan 3-4 kişi hala çalışmaktadır, muhtemelen henüz onların sendika üyesi olduğu bilinmiyor, gizli tutuyorlar. Yine yeni sendika üyesi işçilerden birini N. Bey'in ikna edip sendikadan istifa ettirdiğini duydum...""[Tanık K.] ... davacı Bülent Pekbay sendika için çalışıyoruz görüşelim dedi, ben de düşünmek istediğimi söyledim. Sanırım araya ramazan bayramı girdi, bayramdan sonra davacılar işe tekrar gelemediler, nedenini tam bilmiyorum , ancak sendika kurulacağı iş yerinde günyüzüne çıkmıştı. Davacıların hepsi hemen hemen sendikaya üyeydi, davacılar ile birlikte toplam 20 ye yakın işçi çıkarımı olmuştu. Ancak sendikalı olmayanlar 1 ay kadar bir süre içerisinde işe geri döndüler... sendikalı olupta halen çalışan işçi işyerinde mevcut değil diye düşünüyorum..." İlk derece mahkemesi dosyasında yer alan 30/11/2020 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"... İşten çıkartılan ya da işe alınan işçilerin kimler olduğu, hangi tarihlerde ve hangi gerekçelerle iş akitlerine son verildiği/işe alındığı, hangi pozisyonda işe alındıkları/işten çıkartılanların pozisyonlarının ne olduğu, görevlerinin ne olduğu, sendika üyesi olup olmadıkları, iş yerinde yetkili sendika tespitinin yapılıp yapılmadığı hususları ile ilgili dosya içerisinden tespit yapılamamıştır... " İlk derece mahkemesi davaların reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararların ilgili kısmı şöyledir: "... İş güvencesine tabi olmayanlar da sendikal feshe karşı işe iade davası açabilecek ve sendikal tazminat talep edebilecek olup işe iade davası için öngörülen işyerinde en az30 işçi çalışıyor olması, işçinin çalışma süresi-kıdeminin en az altı ay ve sözleşmenin belirsiz süreli olması koşulları aranmamaktadır...Fesih dışında işverenin sendikal ayrımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak işçi sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren davranışının nedenini ispat etmekle yükümlüdür. Dosyada bu yönde güçlü bir kanıt veya durum olmadığı kanaati hasıl olmuştur... Yine işyerinin ekonomik nedenlerle üretime ara verdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca bir kısım işçilerin ara vermeden sonra işyeri tekrar faaliyete başladığında işe döndükleri anlaşılmaktadır. Davalı işyerinin faaliyetine ara vermesi ile bir kısım işçilerin iş akitlerinin sonlandığı, bu kişiler arasında hem sendikalı olmayan ve hem de sendikalı olan işçilerin yer aldığı, bu işçilerin sendikal neden ile iş akitlerinin sonlandığı hususunda dosyadaki bilgi belgeler, Yargıtay kararları ile tanık beyanları dikkate alındığında mahkemece bu yönde bir kanaat oluşmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmiştir..." İlk derece mahkemesi kararlarının istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, istinaf başvurularının esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebebe dayandırılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır....Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak..." 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun "Sendika özgürlüğünün güvencesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. (2) İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır. (3) İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz. (4) İşverenin (…) yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir. (5) Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun (…), 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi hâlinde, 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması hâlinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez. (6) İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür. (7) Fesih dışında işverenin sendikal ayrımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak işçi sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren davranışının nedenini ispat etmekle yükümlü olur....”B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sendikal fesih iddiasının değerlendirilmesi bakımından ortaya koyduğu kriterlerle ilgili 7/10/2009 tarihli ve E.2009/9-372, K.2009/416 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... fesih tarihine yakın tarihlerde işyerinde çalışan işçi sayısı, işyerinde çalışan sendikaya üye olan ve olmayan işçilerin sayısı, hangi tarihlerde üye oldukları, üyelikten çekilen, çekilme sonrası çalışmaya devam eden işçilerin olup olmadığı, çıkarılan işçilerin kaçının sendikalı olduğu, yeni işçi alınıp alınmadığı ve alınmışsa yeni işçilerin sendikalı olup olmadığı, toplu iş sözleşmesi prosedürü uygulanmasının söz konusu olup olmadığı, işverence ekonomik veya teknolojik nedenlere dayalı bir fesih yoluna gidilmesi halinde teknik yönden bu hususların araştırılması, feshin son çare olarak kullanılıp kullanılmadığının değerlendirilmesi gereklidir" Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye (B. No: 35009/05, 4/4/2017) kararında işverenin sendika üyeliğinden ayrılma tehdidine boyun eğmeyerek sendika üyeliğini sürdüren kırk işçinin iş sözleşmesinin ekonomik nedenler ve mesleki yetersizlikler gerekçe gösterilerek feshedilmiş olmasını sendika özgürlüğü yönünden incelemiştir:i. Anılan karara konu olayda mahkemeler 2004 yılı Temmuz ile Aralık ayları arasında verdikleri kararlarda işçilerin sendika üyeliği sebebiyle işten çıkarıldığı sonucuna ulaşmış ve işçilerin işe iadelerine ya da bir yıllık brüt aylıklarına denk tazminatın işveren tarafından işçilere ödenmesine hükmetmiştir. İşveren, tazminat ödeme seçeneğini tercih ederek işçileri işe başlatmamış ve netice olarak davalı işverene ait işyerinde başvurucu sendika üyesi hiçbir işçi kalmamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, §§ 17-22). ii. AİHM; işçilerin ödenen tazminatın yeterliliğini, sendika hakkının kullanımına yönelik işveren tarafından yapılacak müdahalelerde caydırıcılık özelliğine sahip olup olmadığı bakımından incelemiştir. Söz konusu başvuruda başvuran sendika, tazminatın caydırıcı bir nitelik taşımaması nedeniyle işverenin işe iade yerine tazminat ödeme seçeneğini tercih ettiğinden ve bunun sonucunda toplu görüşme ve toplu sözleşme yapma yetkisini elde edemediğinden şikâyet etmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 48). iii. Mahkeme, işverenin tazminat ödeme seçeneğini tercih etmesi nedeniyle sendikasızlaşma sürecinin yaşandığını ve sonuç olarak sendikanın o işyerinde üyesinin kalmadığını vurgulamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 54). iv. AİHM bu kaybın sendika yönünden sendikal faaliyetlerinin özünü zedeleyen bir sınırlama mahiyetinde olduğunu tespit etmiş ve ulusal mahkemelerin müdahalenin ölçülülüğüyle ilgili daha detaylı gerekçeler sunmaları gerektiğini belirtmiştir. AİHM, somut olayda derece mahkemesinin haksız işten çıkarma için kanun tarafından müsaade edilen asgari tutarda tazminata hükmederken-örneğin işten çıkarılan işçinin aldığı ücretin düşüklüğünü ve işveren şirketin ekonomik gücünün büyüklüğünü dikkate almak suretiyle- tutarın önleyici etkisi üzerinde titiz bir inceleme yaptığına dair hiçbir işaretin bulunmadığını belirtmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 55). v. AİHM, işverenin işten çıkarılan işçilerin işe iadelerini reddetmesinin ve işverenin çalışanları haksız yere işten çıkarmasının önlenmesi bakımından yetersiz miktarda tazminata hükmetmesinin ulusal mahkemelerce yorumlandığı biçimiyle kanuna aykırı olmadığını not etmiştir. AİHM ilgili kanunun -derece mahkemesince uygulandığı şekliyle- başvurucu sendikanın çalışanları üyeliğe ikna etme hakkını toplu işten çıkarma yoluyla bertaraf eden işveren için caydırıcı etki doğuracak yeterlilikte bir ceza dayatmadığı sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e göre sonuç olarak somut olayda ne yasama ne de mahkeme, başvuran sendikanın çalışanları sendikaya üye olmaya ikna etme ve bu suretle toplu görüşme imkânı elde etme hakkının kullanımının güvenceye bağlanması pozitif yükümlülüğünü ifa etmiştir. Bu nedenle başvurucu sendika ile işverenin yarışan menfaatleri arasında makul denge kurulamamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 56). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/41754 | Başvuru, iş sözleşmeleri feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacak davasında yeterli inceleme yapılmadan gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/2/2013 tarihinde dava açmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi kararını Yargıtay Hukuk Dairesi 20/3/2019 tarihinde onamış ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu 20/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18359 | Başvuru, alacak davasında yeterli inceleme yapılmadan gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi 1/7/2009 tarihinde el atmanın önlenmesi talebiyle dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 17/2/2016 tarihli celsede tarafların yokluğunda gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere davanın reddine karar vermiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırma neticesinde anılan kararın taraflara tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4755 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltında iken alınan sağlık raporlarında usulsüzlük gerçekleştirildiği iddiasıyla yapılan şikayet hakkında soruşturma izni verilmemesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamışlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesindeki Süreç Başvurucular Efraim Yakar ve Mahmut Alkış 16/6/2017 günü saat 30 sıralarında, evlerinin bulunduğu İstanbul Bağcılar ilçesinde özel araçları ile trafikte ilerledikleri sırada kolluk görevlileri tarafından durdurulmuştur. Kolluk görevlileri başvurucuların arama işlemine direndiklerini belirtmektedir. Başvurucular ise kendilerini durduran kolluk görevlileri tarafından darbedildiklerini, bu sırada olay yerinde bulunan ve Efraim Yakar'ın annesi olan diğer başvurucu Gülseren Yakar'ın da olaya müdahale etmesi nedeniyle darbedildiğini ileri sürmektedir. Başvurucular kolluk görevlileri hakkında şikâyette bulunmuştur. Başvurucular gözaltına alınmış ve kolluk görevlileri ile birlikte sağlık raporu için Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Burada hem başvurucular hem de kolluk görevlileri hakkında sağlık raporu düzenlenmiştir. Başvurucular 7/8/2017 tarihinde olaya ilişkin sağlık raporu düzenleyen doktorlar hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Başvurucular şikâyet dilekçelerinde özetle 16/6/2017 tarihinde kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kaldıklarını, anılan olay nedeniyle Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde dış beden muayenesine tabi tutulduklarını, bu kapsamda düzenlenen sağlık raporlarının kolluk görevlileri yönünden oldukça ayrıntılı olduğunu, kendileri hakkında düzenlenen raporların ise son derece yüzeysel olduğunu, doktorların görevlerini kötüye kullandıklarını ve suçu gizlemeye çalıştıklarını ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca olaydan bir gün sonra Efraim Yakar'ın ve Mahmut Alkış'ın Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine müracaat ettiklerini, burada yapılan dış beden muayenesi sonucunda düzenlenen sağlık raporlarının daha ayrıntılı olduğunu, Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki muayene sonucu düzenlenen raporlarda belirtilmeyen bulgulara yer verildiğini iddia etmiştir. Başsavcılık 15/12/2017 tarihinde İstanbul Valiliğinden (Valilik) ilgili görevliler hakkında soruşturma izni talep etmiştir. Valilik 25/6/2018 tarihinde soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucular soruşturma izni verilmemesine dair karara itiraz etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdare Dava Dairesi 20/9/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucular anılan karar hakkında 25/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Bireysel Başvuru Sonrasındaki Süreç Başsavcılık, şikâyet konusu fiilin genel soruşturma usulüne tabi olduğunu değerlendirmiş ve soruşturmaya devam etmiştir. Başsavcılık tarafından, başvurucular Efraim Yakar ve Mahmut Alkış hakkında düzenlenen sağlık raporları getirilmiş ve 19/12/2018 tarihinde Adli Tıp Kurumundan (ATK) bu raporlar arasında çelişki bulunup bulunmadığı hususunda rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. ATK 1/4/2021 tarihinde her iki başvurucu yönünden ayrı ayrı mütalaa hazırlamıştır. Anılan mütalaaların ilgili kısmı aynı niteliktedir ve şöyledir: "...1)Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinin muayene kayıtları ile Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinin muayene kayıtları arsında tıbben çelişki olarak yorumlanabilecek bir farklılık saptanmadığı,2) Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde muayene yapıp rapor düzenleyen hekimler bakımından atfı kabil bir kusur veya özen eksikliği saptanmadığı,3)Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinde düzenlenen söz konusu raporlardaki farklılığın kasten yaralama suçuna ilişkin olarak TCK ve Maddelerinde öngörülen yaralanma nitelikleri açısından farklılık yaratmadığı ..." Başsavcılık 1/6/2021 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Yürütülen soruşturma kapsamında, ilk olarak soruşturma izni talebi cihetine gidilmiş ve yapılan ön inceleme neticesinde Valilik Makamınca soruşturma izni verilmemesine dair karar (2018 tarih ve 2018/115 sayılı Karar) verilmişse de bu noktada, CMK.161/5 uyarınca eylemin genel soruşturma usulüne tabi olduğu ve soruşturma iznine tabi olmadığı değerlendirilmiş; bu itibarla vaki talebin sehven gerçekleştirilmiş olduğu anlaşılmıştır....Yukarıda izah edilen her iki mütalaada da Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi' nde düzenlenen raporlar arasında tıbben çelişki olarak yorumlanabilecek bir farklılık saptanmadığı; raporlarda tespit edilen bulguların TCK.86 ve 87' de öngörülen yaralanma nitelikleri açısından farklı bir sonuç doğurmadığı ve herhangi bir hekime kusur atfında bulunulamayacağı belirtilmiştir.İfade edilmelidir ki yukarıda özetlenen Adlî Tıp Kurumu mütalaaları karşısında, soruşturma konusu eylemin resmî belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma ya da herhangi bir suça temas etmediği anlaşılmıştır. Zira farklı hastanelerde düzenlenen ve biri, diğerindeki gerçeğe aykırılığa delil kılınan raporlar, TCK. 86 ve 87' de öngörülen yaralanma nitelikleri bakımından aynı sonuca ulaşmaktadır. Hâl böyle olunca da söz konusu suçlar yönünden tipiklik ne fiil unsuru ne de kast unsuru yönünden oluşur. Bir başka açıdan, Müştekiler Efraim YAKAR ile Mahmut ALKIŞ' ın olaydan bir gün sonra müracaat ettikleri Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi' nde yapılan dış beden muayenesi sonucu düzenlenen raporların ilgili soruşturma / kovuşturma sürecinde merciine ibraz edilerek hükme esas alınmasının sağlanması mümkün olduğundan, görevi kötüye kullanma suçu bakımından objektif cezalandırılabilme şartlarının da oluşmadığı da açıktır.Son olarak, Müşteki Gülsen YAKAR yönünden, söz konusu kişinin yalnızca Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde muayeneye tabi tutulması karşısında, yukarıdaki açıklamaların yanı sıra iddianın soyut nitelikte olduğu da ifade edilmelidir..." Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/10/2021 tarihli kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Resmi belgede sahtecilik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1)Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32170 | Başvuru, gözaltında iken alınan sağlık raporlarında usulsüzlük gerçekleştirildiği iddiasıyla yapılan şikayet hakkında soruşturma izni verilmemesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/17585 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2020/17585 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Farklı ceza infaz kurumlarında bulunan başvurucular, kapalı görüşler için ayrılan camlı bölmelerde telefonla yapılan görüşmelerin dinlenmesinin ve kayda alınmasının ilgili mevzuata aykırı olduğunu iddia ederek uygulamanın kaldırılması için İnfaz Hâkimliklerine şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimlikleri şikâyetleri reddetmiştir. Karar gerekçelerinde; söz konusu uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesine dayandığı, bu uygulamanın kurum güvenliği için gerekli olduğu belirtilerek idarenin tesis ettiği işlemde hukuka aykırılık görülmediği vurgulanmıştır. Bir kısım İnfaz Hâkimliği kararlarının gerekçesinde anılan gerekçelerden farklı olarak 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin dördüncü fıkrasına göre hükümlülerin yakınları ile yaptığı telefon görüşmelerinin idare tarafından dinleneceğinin ve elektronik aletler ile kayda alınacağının düzenlendiği ifade edilmiştir. Bazı İnfaz Hâkimlikleri ise ret kararlarının gerekçesinde 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan telefon görüşmelerinin dinlenebileceği ve kaydedilebileceğine ilişkin hüküm yer almaktadır. Başvurucuların itirazları ağır ceza mahkemeleri tarafından reddedilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17585 | Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından bir hısmının öldürülmesi ve bir hısımının da geçici köy korucusu olarak çatışmaya katılması dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 2/2/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör örgütü mensupları tarafından 16/1/1995 tarihinde hısmı Mu.Y.nin öldürüldüğünü, 18/5/1996 tarihinde terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmaya hısmı Me.Y.nin geçici köy korucusu olarak katıldığını ve bu nedenle kendisinin örgütün baskısına maruz kaldığını beyan etmiş; bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-891 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Derince köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden ailelerin bulunduğundan, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarihli ve E.2011/847, K.2011/1180 sayılı kararı ile Derince köyünün kısmen boşaldığı, Batman İl Jandarma Komutanlığının yazısında köyün terör olaylarından etkilenmediğinin belirtildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Derince köyünde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, korucu aileleri haricinde köyde 48 hanenin bulunduğu; köy nüfusunun 1990 yılında 818, 1997 yılında 715, 2000 yılında 976 kişi olduğu, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Derince köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/12/2012 tarihli ve E.2012/2102, K.2012/14737 sayılı ilamı ile kararın onanmasına hükmedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 19/9/2013 tarihli ve E.2013/9851, K.2013/6105 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 24/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/281 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından bir hısmının öldürülmesi ve bir hısımının da geçici köy korucusu olarak çatışmaya katılması dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Vergi idaresi, hakkında olumsuz tespit bulunan mükelleflerden yaptığı alışların gerçekliğini ispatlamaması veya beyanları düzeltmemesi durumunda özel esaslara alınacağını başvurucuya ihtar etmiştir. Bunun üzerine başvurucu, katma değer vergisine ilişkin olarak ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermiştir. Düzeltme beyannamesine dayanılmak suretiyle başvurucu adına katma değer vergisi ile damga vergisi tarh edilmiş ve vergi ziyaı cezası ile gecikme faizi uygulanmıştır. Başvurucu, söz konusu işlemlere karşı dava açmıştır. İstanbul Vergi Mahkemesince dava kabul edilmiş ve tarhiyatların kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle sahte fatura kullanıp kullanmadığı hususunda başvurucu nezdinde herhangi bir incelemede bulunulmadığı, başvurucunun sahte fatura kullanıcısı olarak değerlendirilip olumsuz mükellefler listesine alınmama ve katma değer vergisi iadelerinde sorun yaşamama adına ihtirazi kayıtlı olarak başvurucunun verdiği beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen vergiler, hesaplanan gecikme faizi ve kesilen vergi ziyaı cezalarında hukuka uygunluk görülmediği ifade edilmiştir. Davalı idare bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü Vergi Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) davalı idarenin istinaf başvurusu kabul edilerek mahkeme kararı kaldırılmış ve dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucu tarafından beyanname verme süresi geçirildikten sonra faturaları kayıtlara intikal ettirilen firma hakkındaki olumsuz tespitler nedeniyle söz konusu faturalar kayıtlardan çıkarılarak ilgili dönemlere ait katma değer vergisi düzeltme beyannamelerine konulan ihtirazi kaydın, süresinden sonra verilen beyanname üzerine tahakkuk ettirilen vergiye dava açılmasına olanak sağlayan bir çekince olarak kabulüne olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Bölge İdare Mahkemesince davanın tahakkuk işlemleri yönünden incelenmeksizin reddine, geç tahakkuk ettirilen vergiler nedeniyle vergi ziyaı cezaları yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 24/1/2019 tarihinde öğrenmiş; 22/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5707 | Başvuru, ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden tarh edilen vergi ve cezalara karşı açılan davanın esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/44131 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sendikal faaliyet çerçevesinde billboardlara (ilan panosu) afiş asıldığı için idari para cezası uygulanması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olup Batman'da ikamet eden başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) üyesi ve Batman Şubesi başkanıdır. EĞİTİM-SEN eğitim iş kolunda çalışanların ekonomik, sosyal, demokratik, kültürel haklarının korunması ve geliştirilmesi ile özgür ve demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması iddiasıyla çalışmalarını sürdüren bir sendikadır. EĞİTİM-SEN Batman Şubesinin Kurdi Der adlı dernek ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Batman İl Örgütü ile birlikte 2013-2014 eğitim ve öğretim yılı başında ana dilde eğitim talepleri çerçevesinde yaptığı etkinlikler kapsamında Batman şehir merkezindeki çeşitli yerlerde bulunan ve N.R.B. Ltd. Şti.nin işletiminde bulunan on beş ilan panosunun on ikisine "ana dilde eğitim" temalı afişler astığı tespit edilmiştir. Afişler, BDP Batman İl Başkanlığı ile N.R.B. Ltd. Şti. arasında akdedilen kira sözleşmesine istinaden asılmıştır. Söz konusu sözleşme hükümlerine göre BDP 8/9/2013 ile 15/9/2013 tarihleri arasında bir hafta boyunca on beş ilan panosunu toplam 770 TL karşılığında kullanma hakkına sahip olmuştur. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesine dayanılarak Batman Valiliğinin 9/9/2013 tarihli işlemiyle başvurucuya 500 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, afiş asma eylemi nedeniyle kendisi de dahil 8'i yönetici olan toplam 22 kişiye idari para cezası uygulandığını belirtmiştir. Başvurucu, idari para cezasına karşı Batman (kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesine (Mahkeme) itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, tutanağın polis tarafından tek taraflı olarak düzenlenmesi nedeniyle bu tutanağa istinaden uygulanan idari para cezasının hukuka aykırı olduğu savunulmuştur. Başvurucu, sadece EĞİTİM-SEN Batman Şubesi, Kurdi Der ve BDP Batman İl Örgütü olarak kiralanan ilan panolarına afiş asıldığını, bunun dışındaki alanlara afiş asılmadığını belirtmiştir. Afiş asmaktan şahıs olarak sorumlu tutulmasının mümkün olmadığını ifade eden başvurucu, kaç afiş asıldığının ve bunun kim tarafından tespit edildiğinin belli olmadığının altını çizmiştir. Başvurucu, sendikal faaliyet teşkil eden bu eylem nedeniyle idari para cezası uygulanmasının ve bu cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilmesinin cezayı Sendikaya yönelik bir baskı aracına dönüştürdüğünden yakınmıştır. Afiş asma eyleminin tek olduğunu savunan başvurucu, bir çok üye ve yöneticiyeceza uygulanmasının keyfî olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, afiş içeriğinin sendikal faaliyet kapsamında olduğunu ve ceza verilmek suretiyle sendikal faaliyetin engellendiğini belirtmiştir. Mahkeme, bilboardları işleten N.R.B. Ltd. Şti. yetkilisi B.nin beyanını almıştır. B. beyanında, söz konusu afişleri BDP İl Yönetimi Üyesi Ö. ile akdettiği sözleşmeye istinaden astıklarını ifade etmiştir. Mahkeme, idari para cezasına yapılan itirazı 17/1/2014 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, N.R.B. Ltd. Şti. yetkilisi B.nin beyanıyla N.R.B. Ltd. Şti. ile BDP arasında yapılan sözleşmeye atıfta bulunulduktan sonra on beş ilan panosunun BDP İl Yönetimi tarafından kiralandığı kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. Mahkeme; afişlerde imzası bulunan BDP Batman İl Örgütü, Kurdi Der ve EĞİTİM-SEN organizasyonunda 16/9/2013 tarihinde afiş içeriğinde belirtildiği gibi yetkili makama herhangi bir bildirimde bulunulmadan kanuna aykırı yürüyüş gerçekleştirildiğini belirtmiş ve bu nedenle afişlerde imzaları bulunan kuruluşların yöneticilerine 5236 sayılı Kanun'un maddesi ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi uyarınca uygulanan idari para cezasının hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Karar, başvurucuya 17/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Abdulvahap Can ve diğerleri, B. No: 2014/3793,8/11/2017, §§ 18- | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3536 | Başvuru, sendikal faaliyet çerçevesinde billboardlara ilan panosu) afiş asıldığı için idari para cezası uygulanması nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Bugün gazetesinde yer alan bir haber nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 3/1/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/07/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgiliolaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarına yaptığı hava operasyonunda hayatını kaybeden, PKK üyesi olduğu iddia edilen Y. H.'nin babasıdır. Başvurucu ve ailesi, oğullarının ölümü nedeniyle 30/10/2011 tarihinde Ankara Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfında bir taziye yemeği vermişlerdir. Aynı gün söz konusu yemeğe ilişkin olarak Bugün gazetesinin manşetinde "CEMEVİNDE ŞOK TÖREN" başlıklıbir haber yayımlanmıştır. Haberin içeriği şöyledir: "Kuzey Irak'taki son hava harekatında öldürülen Madımak katliamının azmettiricisi PKK'lı yönetici Y. H. için Ankara'da tören yapılacak. Alevi aydınların hedefte olduğu Madımak katliamının yanı sıra Dağlıca ile 2007'deki Ankara Anafartalar saldırısının emirlerini veren Y.H. için taziye yemeği verilecek. Yemek töreni, Ankara Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı'nda gerçekleşecek. Yıllar sonra ortaya çıkan görüntüler Halis, Alevi vatandaşların talebiyle yıllar sonra yeniden açılan Madımak dosyasında katliamın organizatörü olarak geçiyor. Ortaya çıkan yeni görüntülerde 4 PKK'lının saldırıda etkin rol oynadığı, emrin ise sözde Sivas sorumlusu H.'nin verdiği belirtiliyor. 35 kişi yanarak ölmüştü Madımak Otelindeki katliamda 33 yazar, ozan, düşünür ve 2 otel çalışanı yanarak ya da dumandan boğularak ölmüştü. Y.H.'nin Ergenekon Terör Örgütü'nün üst düzey yöneticileriyle görüşmeler yaptığı da belirlenmişti." Gazetenin sayfasında yer alan detaylar ise şöyledir: Madımak zanlısına cemevinde taziye Irak'ın kuzeyine yapılan hava harekâtında öldürülen PKK'lı Y.H. için Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı'nda taziye düzenlenecek. Sivas katliamının azmettiricisi olan H., Ankara'daki Anafartalar Çarşısı'na yapılan saldırının emrini de veren isimdi.Madımak katliamının azmettiricisi, Ankara'da Anafartalar Çarşısı'na düzenlenen canlı bomba saldırısının organizatörü PKK'lı Y.H. için bugün Ankara Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı'nda taziye düzenlenecek. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terör örgütü PKK'nın Irak'ın kuzeyindeki kamplarına yönelik yaptığı hava operasyonunda örgütün silahlı kanadı HPG Askeri Konsey Üyesi A.K. kod adlı Y.H. öldürülmüştü. H.'nin Ankara'da yaşayan ailesi tarafından bugün saat 00'da Çankaya Sokullu Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı'nda taziye yemeği verileceği öğrenildi. KATLİAMIN ORGANİZATÖRÜAlevilerin talebiyle yeniden açılan Madımak katliamı dosyasında Y.H., olayın organizatörü olarak geçiyordu. 2 Temmuz 1993'te yaşanan olayda 37 kişi yaşamını yitirmişti. Olayla ilgili 91 kişi yargılanmış ancak kafalarda asıl faillere ilişkin hep bir soru işareti kalmıştı. Özel Yetkili Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı, 2 yıl süren çok gizli soruşturmasının ardından Madımak olayının yaşandığı alanda 4 PKK'lı tespit etti.SÖZDE SİVAS SORUMLUSUYDUY.H.'ye bağlı 4 kişilik eylem grubunun Madımak Oteli yakılırken olay yerinde olduğu belirlendi. H.'nin o dönemde PKK'nın sözde Sivas sorumlusu olduğu ortaya çıktı. Cumhuriyet savcılığının, dönemin video görüntülerini titizlikle incelemesi ve Türkiye çapında yürütülen 'yüz tanıma' çalışması da bu gerçeği gün yüzüne çıkardı. ALEVİ AYDINLAR HEDEFTEYDİ 2 Temmuz 1993 tarihinde Madımak Oteli'nin yakılması sonucu 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanı yanarak ya da dumandan boğularak can verdi. Otel dışında toplanan göstericilerden de 2 kişi olaylar sırasında hayatını kaybetti. ALEVİ-SÜNNİ ÇATIŞMASI İSTİYORDU Madımak dosyasında Y.H. ile ilgili şu çarpıcı ifadeler yer aldı: - Y.H., Sivaslı'ydı ama örgüt içinde Alevi- Sünni çatışması fikrini savundu. Emir verdiği eylemlerin çoğunda bu çatışmayı fitilleyecek stratejiyi güttü. - Madımak olayı sonrası H., PKK içinde Alevi açılımı sorumluluğunu aldı. - H.'nin, Ergenekon sanığı K. ve bazı askerlerle görüştüğüne dair gizli tanık beyanları bulunuyor. - Alevi-Sünni çatışması çıkarmak için öncelikle Alevi ve Sünni kesimin bir arada yaşadığı Hamu Çimen olarak tabir edilen bölgedeki köye eylem yaptırdı, burada Aleviler ile Sünniler'i ayırarak sadece Sünni olanlardan 4 vatandaşı katletti. - Aleviler'in Sünniler'le birlikte devlet tarafında yer almasını engellemek amacıyla, devletin Aleviler'e yönelik baskı yapmasını sağlamak için Alevi köylerinin bulunduğu yerlere yakın askeri hedeflere eylem gerçekleştirdi.- Madımak olaylarının yaşandığı alanda, o dönemde örgütün Sivas sorumlusu olan Y.H.'nin emrindeki Piran kod adlı A.A., Küçük Müslüm kod adlı E.Y., Cudi kod adlı S. K. ve Med kod adlı Ş.nin bulunduğu kameralarca tespit edildi. - Y.H., söz konusu olaylarda toplumu provoke etmek amacıyla dönemin İl Turizm Müdürü S.'ye baskı yaparak A.N.'nin Pir Sultan Abdal etkinliklerinde yer almasını sağladı. Dağlıca baskının planlayıcısıydı 12 Mehmetçik'in şehit düştüğü 21 Ekim 2007'deki Dağlıca baskının planlayıcısı olan Y.H., bu çatışmada kaçırılan 8 askeri DTP'lilere tutanakla teslim eden kişiydi. Y.H., 2007 Mayıs ayında Ulus'taki Anafartalar Çarşısı'nda meydana gelen canlı bomba saldırısını organize etti. Eylem sonrasında eylemle ilgili örgütün silahlı kanadı HPG'nin internet sitesi hpg-online.net adresinde yazdığı "Ankara'nın taşına bak gözlerimin yaşına bak!" başlıklı yazısında; eylemi gerçekleştiren canlı bomba G.A.'nın Alevi olduğunu ima ederek Sivas Koçgiri'de ölen dedelerinin intikamını aldığını savunmuştu." Haberin yayımlandığı gün başvurucunun eski milletvekili ve bakan olan kardeşi tarafından Çankaya Emniyet Müdürlüğüne başvurularak tertiplenen taziye yemeğinin başvuruya konu gazetede provokatif olaylara zemin hazırlayacak şekilde haberleştirildiğinden bahisle yemeğin verileceği yerde gerekli tedbirlerin alınması talebinde bulunulmuştur. Öte yandan başvurucu, söz konusu haberin rencide edici, hedef gösterici ve ayrımcılığa tahrik edici niteliği nedeniyle basın yoluyla kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek oluşan manevi zararının tahsili talebiyle Bugün gazetesi ve haberi hazırlayan gazeteci aleyhine 25/11/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 4/10/2012 tarihli ve E.2011/554, K.2012/561 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir: "Basın özgürlüğü, Anayasanın maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının ve maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasındaayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve maddelerinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur. Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasızkalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirkenözle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır. Dava konusu olan haber gerçek bir törene ilişkindir. Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmaktadır.Gündeme ilişkin bir haberdir. Haber bir bütün olarak incelendiğinde, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir ibare bulunmadığı değerlendirilmiştir. Davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edecek hedef gösterici, tahrik edici ve ayrımcı nitelikte bir haber yapıldığı iddiası yerinde değildir. PKK üyesi olduğu konusunda duraksama bulunmayan Y.H. için 'Cemevinde Şok Tören' şeklindeki haberin hukuka uygunluk kriterlerine uygun olduğu, hukuka aykırılık bulunmadığı, basın özgürlüğü kapsamında haber yapıldığı kabul edilmiştir. İddia, savunma, gazete nüshası, yazı cevapları ve tüm dosya kapsamıyla davacının kişilik haklarına haksız saldırı bulunmadığından davanın reddine karar vermek gerekmiş..." Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/11/2013 tarihli ve E.2013/352, K.2013/17179 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar, başvurucu vekiline 5/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından yayımlanan “nefret söylemi” konulu 30/10/1997 tarihli ve 97(20) sayılı Tavsiye Kararı’nda “nefret söylemi” kavramı şu şekilde tanımlanmıştır:“Bu ilkelerin uygulanması amacıyla, ‘nefret söylemi’ ifadesi, ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, antisemitizmi veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlıkla ifade edilen hoşgörüsüzlük de dâhil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, tahrik eden, teşvik eden veya haklı gösteren tüm ifade biçimlerini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır.” Ulusal, ırkçı veya dinsel nefretin savunulması insan haklarıyla ilgili uluslararası ve bölgesel belgelerde yasaklanmıştır. 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın (R.G., 6092, 24/8/1945) ön sözünün ikinci paragrafında hoşgörülü davranma taahhüdünden bahsedilmiş; maddenin (3) numaralı fıkrasında Birleşmiş Milletlerin amacının “Ekonomik, sosyal, fikrî ve insani mahiyetteki milletlerarası dâvaları çözerek ve ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve ana hürriyetlerine karşı saygıyı geliştirerek ve teşvik ederek, milletlerarası işbirliğini gerçekleştirmek” olduğu açıklanmıştır. Aynı amaç maddenin (c) bendinde ve maddenin (c ) bendinde tekrar edilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/118 | Başvuru, Bugün gazetesinde yer alan bir haber nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru; terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasında hukuk kurallarının açık bir biçimde hatalı uygulanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkeziyle Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere girişini ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18). Başvurucunun 2015 yılında bölücü terör örgütü mensupları ve güvenlik güçleri arasında yaşanan şiddetli çatışmalar ve sokağa çıkma yasağı sonucu yaşadıkları yerden terör nedeniyle göç etmek zorunda kaldığını, evlerinin yıkıldığını ve eşyalarının zarar gördüğünü, göç nedeniyle manevi zararlarının meydana geldiğini, bu durumun oluşmasında idarenin sorumluluğu bulunduğunu belirterek söz konusu zararlarının tazmini talebiyle yaptığı başvuru, Diyarbakır Valiliğinin (Valilik) 3/4/2017 tarihli işlemiyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında manevi tazminat ödeneceğine yönelik herhangi bir hüküm bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesi talebiyle İçişleri Bakanlığı ile Valilik aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi, manevi tazminat talebini kısmen kabul ederek başvurucu lehine 000,00 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun taşınmazının yaşanan terörle mücadele operasyonları sırasında tamamen yıkılmış olması, evini terk ederek başka yerde yaşamak zorunda kalması sebebiyle yaşadığı sıkıntı ve üzüntüyü kısmen de olsa gidermek üzere takdiren 000,00-TL manevi tazminatın sosyal risk ilkesine göre davalı idarelerce davacıya ödenmesinin sosyal hukuk devleti ilkesi ile hakkaniyetin gereği olduğu belirtilmiştir. Başvurucu ve davalı idarelerin anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurması üzerine Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Dava Dairesi) başvurucunun istinaf talebini reddetmiş; davalı idarelerin taleplerini ise kabul ederek kararın manevi tazminatın kısmen kabulüne ilişkin kısmını kaldırmış ve başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine hükmetmiştir. Dava Dairesi, sokağa çıkma yasağının vatandaşların can ve mal güvenliğini korumak ve kamu düzenini sağlamak amacıyla ilan edildiği, somut olayda kamu düzeninin olağan hayatı kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu, bu süreçte yaşanan olaylarla birçok yapı ve altyapının hasar gördüğü, çatışmalı bölgelerden vatandaşların tahliyesi, gıda, sağlık ve barınma konularında gerekli tedbirlerin alındığı, kişilerin ev ve eşya zararı doğmasının idari tedbirlerin doğal bir sonucu olduğu; bu suretle, manevi tazminata hükmedilebilmesi için aranan şartların gerçekleşmediği değerlendirmesinde bulunmuştur. Nihai kararın29/7/2020 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 10/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından yapılan inceleme sonucunda 22/10/2021tarihinde; başvurucunun yaşam hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarıyla ilgili olarak mükerrer başvuru olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27829 | Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasında hukuk kurallarının açık bir biçimde hatalı uygulanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, isnat edilen suça ilişkin somut delil olmadan uzun süredir tutuklu devam eden yargılama sonunda mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru 2/4/2013 tarihinde yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 17/6/2009 tarihinde yasa dışı silahlı örgüte (KCK) üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmış ve Şırnak Sulh Ceza Mahkemesinin 18/6/2009 tarih ve 2009/94 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında olduğu sanıklar hakkında açılan kamu davası Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/680 sayılı dosyasında görülmektedir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2/1/2013 tarih ve E.2009/680 sayılı kararıyla tutuklu olarak devam eden yargılamada isnat edilen suç kapsamında başvurucunun sonuç olarak 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Bu karar başvurucunun hazır olduğu duruşmada tefhim edilmiştir. Başvurucu 2/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru tarihi itibarıyla dava temyiz aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. …” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. …” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve devamı maddeleri (B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 14). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3028 | Başvurucu, isnat edilen suça ilişkin somut delil olmadan uzun süredir tutuklu devam eden yargılama sonunda mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, ateşli silahla öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Ömer Demir ile Ramazan Demir, 1/10/1994 tarihinde saat 30 sıralarında cesedi bulunan H.nin sırasıyla kardeşi ve babasıdır. 1/10/1994 tarihinde saat 30 sıralarında İdil Jandarma Komutanlığına (Jandarma Komutanlığı) Kuvah köyü yakınında bir ceset bulunduğu bildirilmiştir. Komutanlığın durumu haber vermesi üzerine İdil Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) ölüm olayı hakkında derhâl soruşturma başlatmıştır. Ceset üzerindeki ölü muayenesi işlemi, aynı gün olay yerinde Cumhuriyet savcısı huzurunda bir hekimce yapılmıştır. Ölü muayenesi işlemine ilişkin tutanakta, cesedin İdil-Cizre kara yolunun onuncu kilometresinde gidiş istikametine göre yoldan 300 metre içerideki taşlık bir arazide yer alan bir çukurda olduğu ve kafanın çeşitli bölgelerinde mermi giriş ve çıkış delikleri bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca tutanakta; cesedin üç dört günlük olduğu, ölüm nedeninin kafaya isabet eden mermiler olduğu, ölüm nedeninin tespit edilmesi sebebiyle klasik otopsi işlemine gerek görülmediği hususlarına yer verilmiştir. Olay yerini inceleyen Komutanlık görevlileri, olay yerini ve cesedi tarif eden bir tutanak düzenleyip olay yerinin basit bir krokisini çizmiştir. Jandarma Komutanlığı görevlileri, cesedi bulan F.Ç.nin ifadesini 2/10/1994 tarihinde almışlardır. F.Ç. ifadesinde, Hendek köyüne bağlı bir mezradan satın aldığı koç ve keçileri İdil'e götürürken cesedi gördüğünü söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/10/1994 tarihinde başvurucu Ramazan Demir ile ölenin iş ortağı Y.nin ifadesini almıştır.i. Başvurucu Ramazan Demir ifadesinde, şehir dışında bulunduğu bir esnada kendisini telefonla arayan gelini K.nin H.nin öldürüldüğünü söylediğini, bulunan cesedin oğlu H.ye ait olduğunu oğlu ile birlikte çalışan Y.den öğrendiğini, oğlunun kimler tarafından öldürüldüğünü bilmediğini beyan etmiştir.ii. Y. ifadesinde, H. ile birlikte dükkân işlettiklerini, olay günü H.nin borçlarını ödemek maksadıyla bir araçla Silopi'ye doğru yola çıktığını, duyduğuna göre içinde bulunduğu araçtan indirilen H.nin bilmediği kişilerce başka bir araca bindirildiğini ve H.nin cesedini teşhis ettikten sonra durumu H.nin eşine anlattığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı kasten öldürme suçunun 1/10/2014 tarihinde zamanaşımına uğrayacağını belirterek 27/12/1994 tarihinde daimî arama kararı vermiş ve bu kararı Jandarma Komutanlığına göndermiştir. Belirtilen tarihten sonra Cumhuriyet Başsavcılığı ile Jandarma Komutanlığı arasında soruşturmada verilen daimî arama kararı gereğince belli sürelere bağlı olarak yazışmalar yapılmıştır. Bu yazışmalarda Jandarma Komutanlığının, meçhul fail ya da faillerin aranması çalışmalarına devam edildiğini, çevre köy halkından olayı gören ve bilen olmadığını bildirdiği görülmüştür. Başvurucu Ramazan Demir 23/2/2009 tarihinde vekili aracılığıyla soruşturma dosyasının fotokopisini talep etmiştir. Vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına 3/3/2009 tarihinde bir dilekçe veren başvurucu Ramazan Demir, olay günü H.nin iş ortağı A.Y. ile birlikte yola çıktığını, yol boyunca beyaz renkli bir aracın A.Y.nin kullandığı aracı arkadan ve yandan taciz ettiğini, bu beyaz renkli aracın Silopi ilçesinde Başverimli köyü nüfusuna kayıtlı H. isimli kişinin iş yerinin önünde A.Y.nin kullandığı aracın önünü kestiğini, beyaz renkli araçtan inen iki kişinin H.yi beyaz renkli araca zorla bindirip kaçırdıklarını ve bu hususları oğlu Ömer Demir'e daha önce beyanı alınan Y.nin kardeşi A.Y.nin anlattığını iddia etmiştir. Ayrıca Ramazan Demir, soruşturmanın adeta zamanaşımına terk edildiğini belirterek kendi ifadesi ileA.Y., Y., H.nin eşi K. ve Ömer Demir'in ifadelerinin alınmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/3/2009 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi alınan başvurucu Ömer Demir, A.Y.den duyduklarını aktarmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 4/3/2009 tarihinde başvurucu Ramazan Demir'in müşteki sıfatıyla ifadesini almıştır. Başvurucu Ramazan Demir ifadesinde, A.Y.den duyduklarını aktardıktan sonra oğlu H.nin cenazesinden sonra taziyeye gelen, kim olduğunu hatırlamadığı bir kişinin H.nin askeriyede çalışan A.Ç. ile A.U. tarafından kaçırıldığını söylediğini beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 1/9/2009 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan Ah.Y., dayısının oğlu H.yi kimin kaçırıp öldürdüğünü bilmediğini beyan etmiş ve Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele (JİTEM) görevlilerince H.nin öldürüldüğüne dair dedikodu olduğundan söz etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, A.Y. ile Y.nin ifadelerinin alınması için başvurucular vekilince bildirilen adresi esas alarak 28/3/2009 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığından istinabe talep etmiştir. Ancak adı geçenlerin bildirilen adres çevresinde tanınmaması nedeniyle istinabe talebi yerine getirilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 1/9/2009 tarihinde A.Y.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. A.Y.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...[O]lay tarihinde ben [H.] ile birlikte Silopi ilçesine gidiyorduk, [H.] kardeşim [Y.] ile ortak olarak çalışmaktaydılar, bende o samimiyetle [H.] ile birlikteydim. Biz [H.] ile birlikte kaldırımda yürürken yanımıza beyaz renkliR... T... marka araç yanaştı ve şoför ile birlikte içinde iki kişi vardı, şoför aracın içinde kaldı, diğer araçtan bize doğru seslendi, önce beni çağırdığın[ı] tahmin et[t]im ve gitmek istediğim sırada inip bana tekme attı ve [H.]yi yakasından tutanarak aracın içine bindirdi. Aracın içine bindikten sonra üçü Cizre ilçeszine doğru hareket ettiler, bende telaşlandım ve [H.] dayısı A...ive kardeşim [Y.]yi telefon ile arayarak haber verdim... aradan 3 gün kadar geçti ki [H.]yi ölü olarak buldular, benimn olay hakkındaki tüm bildiklerim bundan ibarettir, [H.]yi aracın içine bindiren şahısları tanımıyorum, kim olduklarını bilmiyorum, o gün [H.]nin üzerinde de hangi elbiseler olduğunu şu an hatırlamıyorum..." Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri 22/11/2012 tarihli dilekçelerinde, 1994-1995 yıllarında Sulak Jandarma Karakol Komutanlığında görevli, A.Ç isimli bir kişinin olduğunu öğrendiklerini, çeşitli basın yayın organlarına beyanları yansıyan A.A. isimli kişinin A.U. isimli bir kişiden söz ettiğini, A.A.nın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) E.2009/477 sayılı dosyasında ayrıntılı beyanlarının bulunduğunu ve ölenin eşi K.nin ifadesinin alınmadığını belirterek K.nin dinlenmesini, A.Ç. isimli kişinin 1994 yılında İdil'de görev yapıp yapmadığının araştırılmasını, bu kişinin şüpheli olarak beyanının alınmasını, A.U.nun ifadesinin alınmasını ve bu şahısla ilgili Ceza Mahkemesinin E.2009/477 sayılı dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin getirtilmesini talep etmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı 28/11/2012 tarihinde Ceza Mahkemesine bir müzekkere yazarak A.A.nın beyanı alınmış ise bu beyanları içerir tutanakların gönderilmesini talep etmiştir. Bu müzekkereye verilen 11/3/2013 tarihli cevaptan dosya kapsamında A.A.nın ifadesinin alınmadığı öğrenilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının isteği üzerine Komutanlıkça yapılan araştırmadan A.Ç.nin Ağrı Jandarma Komutanlığı'nda görevli iken 2001 yılında ilişiğinin kesildiği ve adı geçenin ikamet adresi öğrenilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/12/2012 tarihinde A.Ç.nin tanık sıfatıylaifadesinin alınması için Afşin Cumhuriyet Başsavcılığından istinabe talep etmiştir. Ancak istinabe talebi, A.Ç.nin başka bir ilde ikamet ettiğinin bildirilmesi nedeniyle yerine getirilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, A.Ç.nin beyanlarının tespiti için 5/2/2013 tarihinde ilgili Cumhuriyet Başsavcılığından istinabe talep etmiştir. Kolluk görevlilerince 22/2/2013 tarihinde ifadesi alınan A.Ö. (A.Ç.), 1991-1994 yılları arasında Sulak Jandarma Karakol Komutanlığında, 1994-1996 yılları arasında ise İdil Merkez Karakol Komutanlığında görev yaptığını, çalıştığı süre içinde adli olaylarda görevli olduğunu, H.yi ve A.U.yu tanımadığını ve H.nin kaçırılıp öldürülmesi hakkında bilgi sahibi olmadığını beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kasten öldürme suçu için suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen dava zamanaşımı süresinin 1/10/2014 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 23/1/2015 tarihinde, tespit edilemeyen şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu Ramazan Demir'in soruşturmaya konu suçun zamanaşımı süresine tabi olmadığını ve eksik araştırma sonucu karar verildiğini iddia ederek vekili aracılığıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itiraz, Midyat Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) 26/3/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai olan Hâkimliğin kararı 4/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 1/6/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Sultani Acar, B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10001 | Başvuru, ateşli silahla öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Afyonkarahisar Aile Mahkemesi hâkimi olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, 24/8/2016 tarihinde de meslekten ihraç edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliği 17/7/2016 tarihinde, başvurucu hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin olarak müdafiinin ve tarafların dosya içeriğini incelemesinin veya belgelerden örnek almasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde Savcılıkta müdafiinin de hazır bulunmasıyla verdiği ifadesinde "Ben öncelikle atılı suçun maddi ve manevi unsurları ile fiil ile aramda kurulan uygun illiyet bağının nasıl olduğu hakkında bilgi almak istiyorum... Bu kapsamda atılı suçun benimle ilişkilendirilen delillerin ne olduğunu bilmek benim en doğal hakkımdır... Sırf örgüt üyesi olduğum iddia edilerek suçlu olduğumun kabul edilmesi mümkün değildir. Zira silahlı terör örgütü olarak adlandırılan yapıya ilişkin üyeliğimin somut olarak ortaya konması gerekir... 15/7/2016 olarak tarafıma gösterilen suç tarihinde izinli olup benim bu darbe teşebbüsündeki rolümün ne olduğunun bana söylenmesi gerekir... Hakkımdaki ve tarafıma savcılık makamınca verilen bilgi çerçevesinde TCK 314/2 maddesinde yazılı olan örgüte üye olma ile ilgili somut bir bilgi, belge ya da delil olmadığını anlamış durumdayım. Somut mahiyette bir delil ortaya konulmaksızın sadece oluşturulan bir liste çerçevesinde silahlı terör örgütü üyesi olduğum iddiasını asla ve kata kabul etmiyorum... Şahsım hakkında en ufak şüphe uyandıracak bir durum olmadığından tutuklanmaya sevk olmaksızın savcılık makamı tarafından serbest bırakılmayı talep ediyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu, sorgusunda "Hakkımdaki iddialar ile ilgili Afyonkarahisar Başsavcılığında ifade vermiştim, ifademi aynen tekrar ederim, Savcılığında da tarafıma isnat edilen fiille ilgili öncelikle şahsımı söz konusu fiille yada isnat edilen TCK'nın 314/2 maddesinde yer alan Terör Örgütüne üyeliğimi gösterir delillerin tarafıma sunulmasını istemiş isem de sadece bir isim listesinin yer aldığı belge yada üst yazıya istinaden yakalama ve arama işlemlerinin yapıldığına dair bilgi sahibi oldum... Öncelikle Anayasanın Maddesinin Fıkrasının yollamasıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Maddesinde düzenlenen Adil Yargılanma Hakkına dair maddenin lafzında yer alan şüpheliye yada sanığa isnat edilen fiillerle ilgili unsurların kendisine anlatılarak üzerine atılı suçu tüm yönleriyle bilgilendirilmesi buna göre savunma alınması yasal zorunluluktur. Bu husus gerek AİHM'nin yerleşmiş içtihatları ile de sabittir, kaldı ki Ulusal mahkemelerde anılan Sözleşmenin Maddesindeki hükümle bağlantılı olarak CMK'nun ilgili maddesinde de benzer düzenlenmeler olduğunu hâkimliğinizce de malumdur... Evleviyetle hukukun genel prensiplerinden olan daha doğrusu maddi ceza hukukunun ana unsurlarından olan bazı şartların mutlak suretle şüpheli yada sanık hakkında değerlendirilme yapılması gerekir, bu doğrultuda hukuk fakültelerinden itibaren maddi ceza hukukuna dair anlatılan suçun maddi unsuru, manevi unsuru, uygun illiyet bağı ve netice gibi şartların tüm yönleriyle ortaya konulması izahtan varestedir. Hal böyle iken iddia edilen FETÖ Terör Örgütünün üyesi olduğuma dair itham ile ilgili herhangi bir yukarıda da bahsedilen genel çerçeve ve şartlar kapsamında bir değerlendirme olmaksızın sadece talimata konu evraka iliştirilen isim listesinde adıma yer verilerek TCK'nun 314/2 maddesi kapsamında hakkımda isnat edilen terör örgütüne üyeliği kabul etmiyorum... Öte yandan hakkımda tanzim edilen yakalama kararında suç tarihi itibariyle 15/07/2016 tarihi olduğu anlaşılmaktadır, bahse konu tarihte şahsım izinli olup, darbe teşebbüsünü herkes gibi bizler de ulusal, görsel ve yazılı basından hayretle ve ibretle gecenin geç saatlerine kadar izlemiş bulunmaktayım, darbenin her türlüsüne bir hukukçu olarak, bunun da ötesinde 13 yıllık yargı mensubu olarak görev yapmış olduğum resmi kayıtlarda mevcuttur, dolayısıyla Anayasa'nın Maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine gönülden inanmış, ve bu doğrultuda söz konusu görev sürem boyunca yine Anayasa'nın Maddesi ile tarafıma verilen yargı yetkisinin aklımın ve izanımın yettiği kadarıyla tüm samimi çalışmalarımla kullanmaya çalıştım, bu çalışmama konu tüm kayıtlar yada dosyalar devletin resmi arşivindedir, bu dosyalar şahsımın yaptığı görev ile ilgili en güçlü delillerdir, dolayısıyla darbenin her türlüsüne her zaman karşı oldum ve geçmişte yaşanan darbelere ve yapanlara her zaman lanetlemiş birisi olarak 15/07/2016 tarihinde ne olduğu belirsiz cunta tarafından yapılmak istenilen darbe teşebbüsünü aynı niyetlerle lanetlemiş bulunmaktayım ve lanetliyorum... Yine yargı yetkisinin Türk Milleti adına kullanan bir hâkim olarak şahsıma isnat edilen TCK'nın 314/2 maddesindeki terör örgütü üyesi şahsımı son derece rencide ettiği muhakkaktır, zira yapılmak istenilen darbenin emir komuta zinciri içerisinde görevimin gereği mümkün bulunmamaktadır, hakkımda TCK'nun 309 ve Maddelerindeki suçlara dair nasıl bir bağlantı kurulduğunu anlamakta zorlanıyorum, dosyada mahkemenizce ve Savcılığınca isnat edilen suç ile ilgili herhangi bir bilgi, belge, delil yada CMK'nun Maddesinde düzenlenen tutuklamayı gerektiren şartları gösteren bir şüphe dahi bulunmamaktadır... Darbe teşebbüsünün olduğu dönemde yıllık iznimi kullanmak üzere memleketim Gümüşhane ili, Kelkit ilçesinde yukarıda bahsettiğim üzere yazılı ve görsel basından takip ettim, sonrasında HSYK'nın yıllık izinleri iptal etmesi üzerine 13 saat yol alarak 000 Kmyi aşkın mesafeden ve hakkımdaki tasarrufu da yolda gelirken öğrenmiş olmama rağmen dün gece saat 00:00 'da evime geldim, 2 saatlik uykudan sonra görevlilerin gelerek arama, el koyma ve gözaltı kararlarına müteakiben şu an bugünden gecenin ilerleyen saatlerine hiçbir somut delile dayanmayan sadece bir listeye bağlı tutuklama talebinin mahkemenizin inandığım vicdanına havale ederek kaçma şüphesinin bulunmadığı, kaldı ki böyle bir niyetim olmuş olsa yolda güzergahımı farklı bir yere çevirmem mümkün iken buraya gelerek şu an huzurunuzdayım... CMK'nun Maddesinde düzenlenen tutuklama koşullarının makul şüphe de dahil herhangi bir en ufak bir şüphe uyandıracak durum olmadığından serbest bırakılma kararı verilmesini yüce mahkemenizden talep ediyorum, aksi kanaatte ise yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı ile serbest bırakılmamı talep ediyorum. " şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/7/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin üzerlerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevut delil durumu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ihbarı, HSYK Dairesi'nin şüpheliler hakkında düzenlemiş olduğu Fetullahçı Terör Örgütü üyesi olmaktan dolayı 16/07/2016 tarihli hâkimlikten açığa alınma kararı bulunduğu, soruşturmaya konu suçun CMK 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, suç için öngörülen cezanın alt ve üst haddi, verilmesi muhtemel ceza, dosya kapsamında şüphelilerin isnat edilen eylemleri işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesi ve deliller altında olduğu kanaatine varılması, delillerin tam olarak toplanmamış olması, bu nedenle şüphelilerin kişiler üzerinde baskı girişiminde bulunması hususlarında ve bu kapsamda delillerin karartılma şüphesinin mevcudiyeti, soruşturma dosyasının bütün haliyle elde edilen bulgular bakımından mevcut deliller ile ilişkilendirilmiş olması, nazara alınarak şüpheliler; ...Adem TÜRKEL'in 2802 Sayılı hâkimler ve Savcılar Kanunun maddesi atfıyla CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi]." Afyonkarahisar Sulh Ceza Hâkimliği tutuklama kararındakine benzer gerekçelerle 8/9/2016 tarihinde tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Bolvadin Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin üzerlerine atılı 5271 sayılı 314/ Maddesinde yer alan örgüte üye olma suçunu işlediklerine dair, hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Ve Dairesinin 16/07/2016 tarihli kararları, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 16/07/2016 tarihli yazıları ve soruşturma dosyası, birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir olguların bulunması, atılı suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3- Maddesinde sayılan suçlardan olması, bu nedenle aynı kanunun 100/ Maddesi gereğince tutuklama nedeninin varlığının kabul edilebileceği, delillerin bu aşamada henüz tam olarak toplanmamış oluşu, atılı suç için kanunda görülen cezanın alt ve üst sınırı nedeniyle adli kontrol hüküm tedbirinin yetersiz kalacağı şüphelilerin üzerine atılı suçun niteliği gereğince henüz toplanmayan delillerin karartma şüphesinin bulunması ayrı ayrı dikkate alınarak itirazların reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu itirazın reddi kararını 26/9/2016 tarihinde öğrenmiş ve 26/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı; darbeye teşebbüs eyleminin Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentini, millî iradenin temsil yeri olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile devletin istihbarat ve kolluk güçlerini hedef aldığını, terör eyleminin örgütün kamuda yapılanmış mensupları tarafından gerçekleştirildiğini, bu nedenlerle soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiğini belirterek 18/10/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 11/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 9/1/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: - Antalya İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 12/5/2017 tarihli Bylock Tespit Tutanağı'nda, ByLock abone listesinin 300'üncü satırında başvurucunun kaydının olduğu belirtilmiştir.- 2/8/2016 tarihinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından yapılan ihbarda başvurucunun FETÖ ile bağlantısının olduğu bildirilmiştir.- Şüpheli sıfatıyla 22/8/2016 tarihinde ifadesi alınan A.B. adlı şahıs; mezun olduktan sonra başvurucunun da dâhil olduğu dönem arkadaşlarıyla grup oluşturduklarını, farklı yerlerde görev yaptıkları hâlde senede bir defa bir araya geldiklerini, bu görüşmelerde Fetullah Gülen'e ait kitapların okunduğunu, bu toplantıların görev yaptıkları yerde ve evlerinde yapıldığını, başvurucuyla 2009-2010 yıllarında Fetullah Gülen mensuplarının oluşturduğu kamplarda buluştuklarını ve başvurucunun o grubun abisi olduğunu ileri sürmüştür.- Aynı şahıs 17/8/2016 tarihinde alınan ifadesinde başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğunu belirtmiştir.- Şüpheli sıfatıyla 18/1/2017 tarihinde ifadesi alınan H.A. ve tanık sıfatıyla 4/12/2016 tarihinde ifadesi alınan B.B., başvurucunun sohbet toplantılarına katıldığını ifade etmiştir.- Başvurucunun FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında kapatılan kurumlardan olan Yargıçlar ve Savcılar Birliği Derneğine üyelik kaydının bulunduğu ve üyeliğinin aktif olarak devam ettiği belirtilmiştir.-Şüpheli sıfatıyla 16/8/2016 tarihinde ifadesi alınan G.T. ve tanık sıfatıyla 19/8/2016 tarihinde ifadesi alınan Ş.S., başvurucunun HSYK seçimleri sırasında bağımsız aday olarak lanse edilen FETÖ/PDY'ye ait listeyi desteklemesi için kendisini aradığını ileri sürmüştür.- Hızlı Veri Toplama Sistemi (HTS) bilirkişi raporunda, hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında işlem yapılan kişilerle başvurucunun görüşmeler yaptığı iddia edilmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 22/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, E.2018/41 sayılı dosya üzerinden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Yapılan yargılama sonucunda Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 20/9/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" Sanığın ByLock haberleşme programı kullanıcısı olduğuna dair 07/02/2017 tarihli araştırma tutanağı ,CGNAT bilgileri, tanık beyanları, araştırma tutanakları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, hakkında soruşturma başlamadan önce hâkim olarak görev yapan sanığın teknik özellikleri, indirme ve kullanma yöntemi, kullanıcıları ve muhtevası itibariyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanması amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgüt mensupları tarafından kullanıldığı tespit edilen kriptolu iletişim ağı ByLock iletişim sistemini, adına kayıtlı .. nolu hattan kullandığının anlaşıldığı, sanığın bu programa CGNAT bilgilerine göre ....numaralı hedef IP ve 443numaralı hedef porttan 27/08/2014-04/10/2014 tarihleri arasında, farklı yerlerde bağlandığı ve toplam 100 kez telefonun sinyal verdiği , sanığın bylock bağlantı sinyal alınan yerlerin sanığın HTS kayıtlarıyla uyumlu olduğunun anlaşıldığı, sanığın savunmasında sinyal alınan yerlerden Gelibolu'da daha evvel çalıştığını, Gümüşhane'nin memleketi olan yer olduğunu, İstanbul'da kız kardeşinin yaşadığını, Konya ve Ödemiş'ten geçmişliği olduğunu beyan ettiği, bu şekilde sanığın Bylock programının FETÖ/PDY nin gizli haberleşme aracı olma özelliğini bilerek kullandığı, örgütün hiyerarşisine dahil olduğu , yine tanık B.B.nin beyanında kendisinin de sanığın dahâkimlik stajı sırasında cemaatin staj evlerinde kaldığını, T3 grubunda olduklarını, grup abilerinin N. olduğunu, 15 günde bir toplandıklarını, bu toplantılarda kendisinin de sanığın da himmet verdiğini, kendisiyle yaklaşk 1 yıl aynı grupta olduklarını, bu yapıdan olmayan birisinin bu gruplara katılmasının, evlerde kalmasının mümkün olmadığını belirttiği, tanık H.Ç. beyanında 1996-2000 yılları arasında üniversiteyi okuduğu dönemde FETÖ'ye ait Herkül yurdunda kaldığını, yurtta kalan öğrencilere Hilal Apartmanında bir dairede sohbet verildiğini, bu sohbette dini sohbetler yapıldığını, Fetullah Gülen kitapları okunduğunu, sanığı da bu sohbetlerde gördüğünü ve teşhis ettiğini belirttiği, tanık Ş.S. beyanında sanığın HSYK seçim sürecinde o dönem bağımsız adaylar olarak lanse edilen paralel yapıya ait listeyi desteklediğini söylediğini, kendisinin YBP yi desteklediğini söyleyince o zaman seninle uğraşmak lazım şeklinde cevap verdiğini, daha sonra tekrar arayarak görüşünü değiştirmeyecek misin şeklinde sorduğunu belirttiği, tanık A.B. beyanında sanığı 2003 staj döneminden beri tanıdığını, staj döneminde cemaat içerisinde abi olarak faaliyet yürüttüğünü, kendi kaldığı cemaat evinde toplantılar yaptığını, ayrıca kendi dönem grubunun da abiliğini yaptığını, sanığın da katıldığı dönem toplantıları yapıldığını, en son 2010 Mayısta bu toplantıya katıldğın, sanığın cematçiler sayesinde Amerika'ya da gittiğini, kendisinin 2014 yılında bu yapıyla bağını kopardığını, daha sonradan sanığın kendisiyle görüşmek istediğinde bulunduğunu belirttiği, tanık G.T. beyanında 2014 HSYK seçimleri öncesinde adliyeye ziyaretine geldiğini, sözü HSYK seçimlerine getirip hükümetin yargıyı ele geçirmeye çalıştığından bahsettiğini, bağımsız adaylara oy vermenin daha doğru olacağını söylediğini belirttiği, mahkememizce beyanı alınamayan ancak müdaifinin hazır olduğu kolluk ifadesi bulunan Halil Iışklar mahkememizce itibar edilen kolluk beyanında sanığın FETÖ' de grup başkanı olduğunu belirttiği, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne müzahir olduğu gerekçesiyle kapatılan Yarsav derneğine üye olduğu, bu husuların da sanığın örgüt üyeliğini destekler mahiyette olduğu, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile öğrencilik yıllarında tanıştığı, öğrenci evlerinde ve gizli staj evlerinde abilik yaptığı, mesleğe başladıktan sonra örgütün toplantılarına katılıp himmet verdiği, grup sorumluluğu yaptığı, HSYK seçimleri sırasında sözde bağımsız, gerçekte FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin adayları için destek toplama faaliyeti yürüttüğü, T3 grubuna dahil olduğu, örgütün gizli kriptolu haberleşme programı bylocku kullandığı, bu şekilde örgütün hiyerarşisine dahil olup örgütle organik bağ kurduğu, eylemlerinin süreklilik ve devamlılık arzettiği anlaşılmış[tır]." Dosya, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,b) Sanık: Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,...e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,g) İfade alma: Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,h) Sorgu: Şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,...j) Suçüstü: İşlenmekte olan suçu, Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu, Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,...İfade eder." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:"Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur." 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir." 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun "Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür.Bu halde durumun hemen Adalet Bakanlığına bildirilmesi zorunludur. " Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli ve E.2017/YYB-997, K.2017/404 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken konu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay Ceza Dairesi arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesine ilişkindir....Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.5271 sayılı CMK'nun maddesinde tanımlanan 'soruşturma' ve 'kovuşturma'nın yürütülmesine ilişkin usul ve esasları içeren genel hükümler aynı Kanunda düzenlenmiş, suçun niteliği ile failin sıfatından kaynaklanan özel soruşturma usulleri ile kovuşturma makamlarının belirlenmesine ilişkin hükümler ise Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıca hüküm altına alınmıştır. Buna göre ana kural, soruşturma işlemlerinin yürütülmesi ve kovuşturma makamlarının belirlenmesi açısından genel hükümlerin uygulanması olup, bu husustaki özel hükümler ise; failin sıfatı ve/veya suçun niteliğine bağlı olarak, belirli ilkeler doğrultusunda ve mevzuatta açıkça belirtilen istisnai hallerde uygulanmaktadır. ...Hâkimler ve Savcılar Kanununda, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının işledikleri suçlara ilişkin; 82 ila maddeleri arasında 'görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar', maddesinde 'kişisel suçlar' ve maddesinde 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri' olmak üzere üç farklı hâl öngörülmüştür....Suçun 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli' kapsamında işlenmesi durumunda uygulanacak soruşturma usulü ise aynı Kanunun maddesinde hüküm altına alınmış olup, bu maddeye göre 'Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür ...' ...Hâkimler ve Savcılar Kanununun maddesinin uygulanma koşulları açısından ayrıca, ağır ceza mahkemesinin görevi ve suçüstü kavramının da değerlendirilmesi gerekmektedir....... Yargıtayın istikrar bulan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli'nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır. ...... millet iradesine dayalı demokratik rejimi koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçların, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, 'özgü suç' niteliği taşımayan bu suçlar açısından failin memur olmasının kurucu unsur da olmadığı, sanık hakkındaki iddianamede ... sanığın kişisel irade ve eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu, Cumhuriyet savcılığı sıfatından bağımsız olarak, özünde anılan örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcılığına yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, böylece örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği belirtilen dava konusu suçlara iştirak ettiğine dair nitelendirme ile kamu davası açıldığı, bu nedenle sanığın eylemlerinin kişisel suç olarak kabulü gerektiği ... dikkate alınarak açıklanan sebeplerle Yargıtay Ceza Dairesinin görevsizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/4/2015 tarihli ve E.2015/1069, K.2015/840 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Silahlı örgüt üyeliği suçu; silahlı bir örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih etmek suretiyle işlenmektedir. Bu bakımdan eylemin iradi olması ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle hareket edilmiş olması gerekir. Suç, örgüte üye olma fiilinin gerçekleştiği anda tamamlanmakla birlikte, üyelik süresince eylem temadi etmektedir ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve E.2015/7367, K.2016/2130 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda temadinin yakalanma ile kesileceği, örgüte katılma tarihi ile yakalanma tarihi arasında silahlı terör örgütünün amaçladığı suçu gerçekleştirmeye elverişli olan ve vahamet arz eden eylemlerin gerçekleşmesi halinde tüm eylemlerin geçitli suça ilişkin kurallar ile fikri içtima hükümleri de nazara alınıp hukuken birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu [anlaşılmıştır] ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Örgüt Üyeliği:TCK 220/2 maddede düzenlenmiştir....Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. ...Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır. ...Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği, hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliği, yakalanma, örgütün dağılması, örgütten ihraç ya da kendiliğinden örgütten ayrılma gibi sebeplerden sona erer. Yakalanmayan sanık hakkında düzenlenen iddianame temadi eden suç için hukuki kesinti oluşturmaz ......Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir ...Tüm faillerin kastının suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekirken hepsinin de aynı suçları işlemek amacında olması gerekmez. Bir oluşuma dahil olan kişinin bu oluşumun suç işlemek amacında olduğunun bilincinde olması aranır. ...Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma Suçları:TCK'nın maddesi bakımından; bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için, TCK'nın maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı için gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanununun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları 'amaç suç' olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir. Bu suçu, TCK'nın maddesinde düzenlenen suçtan ayıran en önemli ölçüt budur...." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/632 | Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yeniden yargılanma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 17/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Bireysel Başvuruya Konu Yargılama Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi vasıtasıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Zeliha Uzunkaya'nın eşi Ekmel Uzunkaya ile başvurucular Selman Kapan ve Abdullah Halas, Ankara 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 29/5/2000 tarihlikararıyla ile müebbet ağır hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Bu karar Yargıtay onamasından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucular Selman Kapan ve Abdullah Halas ile Ekmel Uzunkaya, Ankara 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesindeki yargılamaya konu olaylara ilişkin olarak işkence ve adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile 9/6/2001 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuşlardır. AİHM 26/6/2007 tarihlive 71803/01 başvuru numaralı kararıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddelerinin ihlal edildiğini tespit etmiştir. Ekmel Uzunkaya 23/3/2013 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucular 10/7/2013 tarihinde, 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun'un maddesi ile 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na eklenen geçici madde gereğince yargılamanın yenilenmesini talep etmişlerdir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 13/8/2013 tarihli ve 2013/546 Değişik İş sayılı kararı ile 15/6/2012 tarihi itibarıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde denetlenen bir AİHM kararı olması şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 28/8/2013 tarihli ve 2013/189 Değişik İş sayılı kararı ile ret kararını uygun bulmuştur. Bu karar başvuruculara 6/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrası Yaşanan Gelişmeler Bakanlık yazısından ve UYAP'ta yapılan araştırma sonucunda başvuruyu takiben aşağıdaki gelişmelerin yaşandığı anlaşılmaktadır: Başvurucular, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin itirazının reddi yönündeki kararına karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuşlardır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11/11/2014 tarihli yazısıyla yeniden yargılamaya dayanak gösterilen AİHM kararının Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde denetlenmekte olduğunun Bakanlık tarafından bildirildiği belirtilmiş ve dosya bozma istemiyle Yargıtaya gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 23/10/2014 tarihli ve E.2014/4007, K.2014/10410 sayılı ilamı ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararının ardından yargılamanın yeniden görülmesine Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/5 sayılı dosyasında 24/3/2015 tarihinde başlanmıştır. Yargılama devam etmektedir. Bir sonraki duruşma 24/3/2016 tarihine bırakılmıştır.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun'un "Yargılamanın yenilenmesine engel olmayan hâller" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Hükmün infaz edilmiş olması veya hükümlünün ölümü, yargılamanın yenilenmesi istemine engel olmaz.(2) Ölenin eşi, üstsoyu, altsoyu, kardeşleri yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunabilirler." 5271 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: "İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle bir ceza hükmünün verildiğini tespit eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararlarından, 2012 tarihi itibarıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde denetlenmekte bulunanlar bakımından bu Kanunun 311 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanmaz. Bu durumda olanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabilirler." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7302 | Başvuru, yeniden yargılanma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun sahibi olduğu televizyon kanalında toplumun manevi değerlerine aykırı yayın yapılması nedeniyle uyarı yaptırımı uygulanmasının ifade özgürlüğünün ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte "A9 TV" logosuyla uydu üzerinden tematik yayın yapan bir kanal olup anılan televizyon kanalında yayımlanan programlardan biri de "Adnan Oktar ile Sohbetler" adlı programdır. Söz konusu programın 30/5/2014 tarihinde saat 12'de başlayan ve dört saatten biraz fazla süren, "genel izleyici" akıllı işareti ile yapılan canlı yayını ile ilgili olarak Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca (RTÜK) inceleme başlatılmış; RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca rapor hazırlanmıştır. Rapora göre anılan yayın ile ilgili uzman görüşünün ilgili kısmı şöyledir:"A9 TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 2014 tarihinde saat 23,12'den itibaren 4 saat 5 dakika 36 saniye süren genel izleyici logolu ve canlı olarak 'Adnan Oktar ile Sohbetler' adlı bir program yayımlanmıştır.A9 logolu yayın kuruluşu Harun Yahya mahlası ile yazılı ve görsel birçok eseri olan Adnan Oktar adlı kişinin öğrencileri veya kendisine gönül veren kimseler olduğu anlaşılan kimi erkek ve kadınlarla birlikte söyleşi şeklinde gerçekleştirdiği program ana yayın olmak üzere söz konusu grubun görsel anlatım eşliğinde belgesel niteliğinde anti-darwinist ve yaratılış gerçeğini esas alan ve onu ispata yönelik hazırlanmış bilimsel yayınlar ile ahirzaman, mehdilik ve mesihin nüzulü gibi konular etrafında gerek eski ahit ve yeni ahitten gerekse Kur'an'ı Kerim ve bazı hadis rivayetlerinden, gerekse ağırlıklı olarak son dönem olmak üzere geçmiş islam alimlerinin bazı eserlerinden alıntılar yapmak suretiyle doğrudan olmasa da dolaylı olarak (Mehdilik vasıflarını zikrettikten sonra kendisindeki benzer vasıfları zikrederek) kendisini işaret etmek suretiyle mehdilik iddiasını zımnen ortaya koyacak şekilde yayınlar yapan bir yayın kuruluşudur. A9 logolu yayın kuruluşunda kuşak reklamları yer almamakta, Adnan Oktar'ın bazı eserlerinin ve bazı web tasarımları haricinde herhangi bir ticari iletişim faaliyetine rastlanmamaktadır.Yayımların odak noktasını günlük canlı olarak veya daha önce yayınlanmış olan bölümlerin tekrar yayımlanması suretiyle Adnan Oktar ile stüdyoda bulunan kimi kadın ve erkeklerin söyleşi şeklinde gerçekleştirdiği program oluşturmaktadır. Bu sohbet ve söyleşi programında konuklar siyasi ve sosyal konulu haber başlıkları ve yorumları arz etmekte bunun üzerine Adnan Oktar yorumlama yapmaktadır....Bu yorumlar esnasında zaman zaman bir müzik açılmakta, stüdyoda bulunanlar tempolar tutarak değişik dans figürleriyle çalan müziğe eşlik etmektedirler. Müzik sona erdiğinde veya aniden kesildiğinde sohbete kalındığı yerden devam edilmekte, Kur'an ayetleri, hadis rivayetleri okunmaya ve şahsi yorumlarla açıklanmaya devam edilmektedir. Teknik olarak değerlendirildiğinde konuşması esnasında Adnan Oktar'ın gerek Kur'an gerekse hadis metinlerinde geçen Arapça kavram ve ifadelerin orijinalinin telaffuzunda ciddi yanlışlıklar yapıldığı tespit edilmiş olup geçen ibare ve kavramların telaffuzunda 'galat' sayılabilecek ve bu konuda asgari Arapça dilbilgisi ve teolojik akademik bilginin olmadığının göstergesi sayılabilecek yanlışlıklar yapıldığı da görülmüştür. Bu yanlışlıkların doğrudan Arap harfleri ile değil, Türkçe transkribe edilmiş Arapça metinler üzerinden okumadan kaynaklı yanlışlar olduğu değerlendirilmiş olup kendisinin orijinal dilini bilmediği bir kutsal metni okuma ve yorumlama faaliyetinin son derece teknik ve bilimsel yeterlilik gerektirmesine karşın bu yeterliliğe sahip olmadığı yaptığı açıklama ve yorumlardan anlaşılmaktadır.Stüdyoda yer alan kadın konukların ağır makyajlı, dekolte kıyafetler giyen, bazılarının yoğun estetik operasyonlar geçirdikleri belli son derece bakımlı ve alımlı olduğu ifade edilen, kendilerine Adnan Oktar'ın söyleşi esnasında da sürekli iltifatlarda bulunduğu ve 'kedi, tavşan, aşkım, birtanem, ruhum, bebeğim' gibi yakıştırmalar ile güzelliklerine vurgu yaptığı yakın sohbet halkasında yer aldığı söylenen kadınlardır. Gerek kadınlara yaptığı iltifatlar, gerek kadınların alımlılığı ve yoğun estetik ve makyajları gerekse müzik eşliğinde oynamaları gibi yayın içeriğine ilişkin sosyal medya üzerinde Adnan Oktar ile ilgili istihza içeren paylaşımlara çokça rastlanmakta ve söz konusu içeriğe alaycı bir dille yaklaşıldığı görülmektedir. Yine söyleşi esnasında Adnan Oktar ve kadınların gerekli gereksiz sürekli olarak kullandıkları 'inşallah, maşallah, elhamdülillah' kelimeleri dikkat çekmekte ve yine sosyal medya üzerinde bir alay konusu teşkil etmekte olduğu görülmektedir. ...2014 tarihinde yayınlanmış olan 'Adnan Oktar ile sohbetler' programı da yine stüdyo ortamında gerçekleştirilen, gece geç saatlerde canlı olarak yayınlanan, programın bir bölümünün tekrarına ise gündüz saatlerinde yer verildiği bir sohbet programı formatıdır. Yukarıda anlatıldığı şekilde dini konuların konuşulduğu, gelen izleyici mesajları üzerinden iç ve dış gündemle ilgili değerlendirmelerin yapıldığı sohbette zaman zaman yabancı konukların da yer aldığı görülmektedir....Özetle, 'Adnan Oktar ile sohbetler' adlı programda on dört asırlık geçmişi olan İslami gelenek ve Türk milletinin dini değerlere ilişkin İslam kültürü ile yoğrulmuş örfü ve konuya duyarlılığı dikkate alındığında; İslam dininin belirlemiş olduğu ve Türk milletinin genel ahlaki yapısı içerisinde uygulana gelen mahremiyet ilişkilerinin ötesinde kadının cinsel bir meta halinde sunularak ekrana yansıtıldığı; bir İslam âliminin ilminin izzet ve vakarına yakışmayacak, temsil ettiği konum ve bahsedilen dini meseleler ile bir arada bulunması hoş karşılanmayan bir tutum sergilemesinin yanı sıra 'talk show' formatında dini içerik ile alay konusu olacak kadar bir hafiflik içerdiği; gerekli gereksiz 'inşallah, maşaallah' gibi dini terminolojinin önemli kavramlarının izleyiciyi rahatsız bir üslupta kullanıldığı ve dolayısıyla İslam Dini açısından son derece önemli olan bu kavramların hafife alındığı; tefsir yapma ve müfessirde aranan şartları taşıyıp taşımadığı bilinmeyen, bu konuda yetkinliği tartışmaya açık, internet ve sosyal medyada kendisine 'Hocadan çok Hugh Hefner'a benziyor' (Amerikalı, Playboy dergisi ve malikanesinin sahibi) şeklinde bir teşbih yapıldığının görülmektedir. Yine kendisinin ve kadın olsun erkek olsun stüdyo konuklarının estetik ve kareografik değeri olmayan ve ritme uygun olmayan dans figürleri de son dönemde bilhassa gençlerin rağbet ettiği ve sosyal medyada yoğun takip edilmiş olan Gangnam Style'a benzetilerek 'Adnan Style' şeklinde nitelenmekte ve sosyal medyada alay konusu edilmekte, temsil ettiği konumdan dolayı olarak Adnan Oktar'ın şahsında manevi değerlerin alaya alınmasına yol açıldığının görülmektedir.A9 logolu yayın kuruluşunda söz konusu program ve yapılan söyleşi yalnızca grubun kendi aralarında yaptığı bir söyleşi olsa ve dini bir hüviyet taşımamış olsa fikir ve ifade hürriyeti kapsamında rahatlıkla değerlendirilebilecek olmasına karşın, gerek Adnan Oktar'a "hocam" şeklinde hitaptan da anlaşıldığı üzere dini bir kişilik olarak takdim edilmesi hatta zımnî bir mehdilik iddiası, gerekse Kur'an tefsiri yapma iddiası, bunun kamuoyuna açık bir şekilde bir kitle iletişim aracı ile yapılıyor olması, arada müzik eşliğinde stüdyodaki dekolte giyimli kadın konukların dans edip akabinde Kur'an tefsirine geçilmesi yapılan dini metinleri arz ile yorumlama faaliyetini ve inançlı izleyici kitlesinin dini değerlerini hafife alma, tahkir etme ve dini değerleriyle alay etme şeklinde de mütalaa edilebilecek olup, dini değerleri ve İslam mukaddesatı konusunda asgari düzeyde hassasiyeti olan izleyiciyi bile incitebilecek, değerlerinin hafife alındığı şeklinde bir algıya sebep olabilecektir. Nitekim yoğun bir şekilde Alo RTÜK ve web üzerinden gelen izleyici şikayetleri de bu yöndedir. ... Sonuç olarak; yukarıdaki argümanlar çerçevesinde yayın kuruluşunun söz konusu yayınıyla 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde belirtilen 'toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.' hükmünü ihlal ettiği kanaatine varılmıştır." RTÜK 25/6/2014 tarihinde başvurucuya 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendindeki "Toplumun ... manevi değerlerine, ... aykırı olamaz" hükmü uyarınca aynı Kanun'un -17/4/2017 tarihli ve 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (690 sayılı KHK) maddesi ile yapılan ve 1/2/2018 tarihli ve 7077 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesi ile aynen kabul edilen değişiklikten önceki- maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre "uyarı" yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir. Uzman raporuna dayandırılan kararın gerekçesi şöyledir:"Rapora konu siyasal ve sosyal konulu haber başlıklarının yorumlandığı, dini konuların konuşulduğu, özellikle Kuran'ı Kerim ve Türkçe meali üzerinden yorumların yapıldığı, ayet ve hadislerden çıkarımlarda bulunulduğu, sohbet türündeki programda, dini içerikli yorumlar esnasında çeşitli türlerden müziklerin kullanılması programda bulunan kişilerin müziklere danslarıyla eşlik etmesi ve akabinde Kuran'ı Kerim'den ayetlerin okunarak yorumların yapılması, izleyicilerin nezdinde güçlü bir manevi değer olarak kabul edilen din, Kuran'ı Kerim, ayet, hadis gibi değerlerin hafife alındığı anlayışının verildiği hususunda şüphe bulunmamaktadır. Bütün dinlerde kutsal sayılan mekan ve kurumlara karşı belli bir saygının gösterilmesi gerektiği kabul gören husustur. Ziyaretçiler, kilise, cami, havra vb. Mekanlara girerken özel örtü almakta ve asgari bir saygı göstermektedir.Demokratik toplumlar için vazgeçilmez bir ölçü olan ifade özgürlüğünün kullanılmasında belli din ve değerlere inanan insanların rencide edilmemesine önem verilmesi gerekmektedir.Söz konusu yayında ayet ve hadislerle ilgili yapılan yorumların ardından çeşitli müzikler eşliğinde dekolteli kadınlar ile erkeklerin dans etmesi, belli dini değerleri taşıyan insanların incinmesine sebebiyet vermiştir.Bunun yanı sıra anılan programda dini konuların konuşulduğu ve ayet ve hadis meallerinin verildiği ancak konunun ciddiyetle bağdaşmayacak şekilde dekolteli kadınlar ile erkeklerin müzik yayını eşliğinde dans etmelerinin, toplumun genelinin bu konudaki hassasiyetinin yayıncı kuruluş tarafından gözetilmediği ve bu şekilde toplumun manevi değerlerine aykırı yayın icra edildiği değerlendirilmiştir.Bu nedenlerle A9 TV logosuyla yayın yapan yayın kuruluşunun söz konusu yayını ile, 6112 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendini ihlal ettiği, bu nedenle uyarılması gerektiği kanaatine varılmıştır." Başvurucu, idari işlemin iptali için dava açmış; dava dilekçesinde dinî sohbet programında müzik bulunmasının, dans edilmesinin, programı dinleyen kadınların dekolteli olmasının ifade özgürlüğüne müdahaleyi gerektirecek ve kamu düzenini tehlikeye sokacak bir nitelik taşımadığını, ifade hürriyetinin toplumun genel anlayışına aykırı ve aleyhinde olan düşünceleri de kapsadığını belirtmiştir. Başvurucu, diğer ulusal ve yerel kanallarda da kadın ve erkeklerle birlikte dinî sohbetler yapıldığını, sanatçıların bu programlarda da şarkılar söyleyebildiğini, dekolteli ve makyajlı kadınların yer aldığını somut örneklerle açıklamış; bu yayınlar hakkında idare tarafından herhangi bir yaptırım kararı uygulanmazken başvuru konusu programa uygulanan yaptırımın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, yayımladığı programın toplumsal manevi değerlere aykırı olmadığını gösteren Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri ile Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesinden aldığı üç bilimsel mütalaa raporu ile idari işlemin hukuka aykırı olduğunu gösteren Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyesinden aldığı bir bilimsel mütalaa raporunu dava dilekçesinin ekine eklemiştir. Ankara Üniversitesi ile Marmara Üniversitesinin İlahiyat Fakültelerinde görevli üç öğretim üyesi tarafından ayrı ayrı düzenlenen raporlarda özetle millî ve manevi değerler kavramının muğlak ve dinamik bir yapıya sahip olduğu, demokratik toplumların çoğulcu yapıya sahip olduğu, toplumun bir kesiminin millî ve manevi değerlerine aykırı yönü bulunan müzik, dans ve dekolte kıyafetlerin toplumun diğer bir kesiminin değerleri ile çelişmeyebileceği, demokratik yönetimin tolumun tümünü gözönünde bulundurmak zorunda olduğu ve bir kesimin hassasiyetlerine göre özgürlüklerin kısıtlayıcı olamayacağı, ibadet yapılmadığı müddetçe her türlü kıyafetle iken dinî içerikli sohbet yapılabileceği, erkeler ve kadınlar ile aynı ortamda dinî sohbet yapılabileceği zira, haremlik-selamlık uygulamasının İslami değil Arap kültürünün bir değeri olduğu, dinî içerikli bir sohbetin belli bölümlerinde müzik çalma ve dans etmenin millî ve manevi değerlere aykırı olmadığı, dinin insanın bütün hayatını kapsayan bir form olduğu, İslam dininin sadece Allah ile kul arasındaki değil kulların birbirleri arasındaki ilişkileri de gözönünde bulunduran bir yapıda olduğu, bu nedenle dinî alanın ekonomi, siyaset, bilim, sanat gibi konuları da kapsadığı, bu nedenle dinî konuların münasebeti geldiği zaman her ortamda ele alınıp konuşulabileceği belirtilmiştir. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyesi tarafından düzenlenen raporda özetle idare tarafından ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli ve ölçülü olmadığı Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı kapsamında ele alınmıştır. Raporda; ifade özgürlüğünün sınırlanmasında başvurulması gereken ölçütün maddi düzenin ifade açıklamasıyla bozulup bozulmayacağı olduğu, maddi düzen bozulmadığı sürece ifade özgürlüğünün genel ahlak, millî ve manevi değerler gibi içeriği değişen kavramlarla sınırlanamayacağı, idarenin dinî esaslara dayanarak temel hak ve özgürlükleri sınırlayamayacağı ve tüm inançlara eşit mesafede durması gerektiği, dinin nasıl ve ne şekilde yaşanacağını belirlemenin ve insanları belli bir din anlayışına göre yaşamaya zorlamanın Anayasa'ya aykırı olduğu açıklanarak idari işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 17/4/2015 tarihinde, RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca hazırlanan uzman raporunu ve RTÜK'ün kararını gerekçeli kararına yansıtarak idari makamla aynı sonuca ulaşmış, anılan kararda hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, temyiz talebinde bulunmuş; esasa ilişkin şikâyetlerinin yanında ayrıca dava konusu şikâyetin çözümünün genel hukuk bilgisi dışında özel ve teknik bilgi gerektirdiğini, ilk derece mahkemesinin bilirkişilik müessesesine başvurmadığını, kendisinin sunduğu bilimsel mütalaaları da dikkate almadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir. Karar, Danıştay Onüçüncü Dairesince 23/11/2015 tarihinde "2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek" onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 27/4/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 29/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6112 sayılı Kanun'un "Yayın hizmeti ilkeleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1) Medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla bu fıkrada yer alan ilkelere uygun olarak sunarlar. Yayın hizmetleri;...f) Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz...." Aynı Kanun'un "İdari yaptırımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları 690 sayılı KHK'nın maddesi ile yapılan ve 7077 sayılı Kanun'un maddesi ile aynen kabul edilen değişiklikten önce şöyledir:"(1) Bu Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (g), (n), (s) ve (ş) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para cezasına veya tedbire de karar verilebilir.(2) 8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcıları uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz."B. Uluslararası Hukuk AİHM içtihadı çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin(Sözleşme) maddesi, dinî duygulara saygı gösterilmesi hakkını da koruma altına almaktadır (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, B. No: 13470/87, 20/9/1994, § 47). AİHM, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların demokratik bir toplum için gereklilik arz edip etmediğini incelerken Sözleşmeci devletlerin belirli bir takdir marjını haiz olduklarını fakat bunun sınırsız olmadığını daha önce pek çok defa belirtmiştir (Wingrove/Birleşik Krallık, B. No: 17419/90, 25/11/1996, § 53). AİHM, dinî kanaatlere yönelik saldırılar bakımından başkalarının haklarının korunması noktasındaki ihtiyaçlarla ilgili bir Avrupa standardının olmadığı tespitini yapmıştır. Bu nedenle devletler ahlak veya din gibi konulardaki samimi kişisel inançlara yönelik saldırılar çerçevesindeki ifade özgürlüğünü düzenleme konusunda daha geniş bir takdir marjına sahiptir. Ancak ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamanın Sözleşme ile uyumu konusunu nihai olarak karara bağlama yetkisi AİHM'indir. AİHM, bu yetkisini davanın koşulları altında müdahalenin demokratik bir toplumda sosyal bir ihtiyaç baskısına karşılık gelip gelmediğini ve izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını değerlendirmek suretiyle kullanacaktır (Wingrove/Birleşik Krallık, § 58; Otto Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 50;Aydın Tatlav/Türkiye, B. No: 50692/99, 2/5/2006, §§ 24, 25). AİHM; ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun vazgeçilmez temel taşlarından, toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biri olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda ifade özgürlüğünün sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen bilgi ve düşünceler için değil aynı zamanda devlet veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu, demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülüğün bunu gerektirdiğini ifade etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49). AİHM -Sözleşme'nin maddesinin ikinci paragrafında öngörüldüğü üzere- ifade özgürlüğünün kullanılmasının beraberinde görev ve sorumluluklar getirdiğini belirtmektedir. Bu görev ve sorumluluklar arasında dinî inançlar bağlamında başkaları için yersiz, saldırgan nitelikte, saygısızca(İ.A./Türkiye, B. No: 42571/98, 13/9/2005, § 49; Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 49) ve bu suretle insan ilişkilerindeki gelişmeyi güçlendirecek herhangi bir kamusal tartışmaya katkı sunmayan ifadelerden kaçınma yükümlülüğü de yer alabilir (Gündüz/Türkiye, B. No: 35071/97, 4/12/2003, § 37). AİHM'e göre bir devlet meşru olarak başkalarının düşünce, vicdan ve dinine saygı ile bağdaşmayan -haber ve fikirlerin iletilmesi de dâhil olmak üzere- bazı tutumların cezalandırılmasını amaçlayan tedbirler alınmasını gerekli görebilir (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 47). İlke olarak derin saygı duyulan dinî hususlara yönelik yakışıksız saldırıların cezalandırılması gerekli görülebilir (İ.A./Türkiye, § 24). Bununla birlikte AİHM, Sözleşme ile getirilen kısıtlamanın ve yapılan müdahalenin olayların koşulları dikkate alındığında sosyal bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının ve öngörülen meşru amaçla orantılı olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Wingrove/Birleşik Krallık, § 53). AİHM; somut başvuruya benzer başvurularda ifade özgürlüğü ile düşünce, vicdan ve dinine uygun bir biçimde saygı gösterilmesini isteme hakkı arasında adil bir denge kurulması gerektiğini belirtmektedir (İ.A./Türkiye, § 27; Otto Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 55). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13960 | Başvuru, başvurucunun sahibi olduğu televizyon kanalında toplumun manevi değerlerine aykırı yayın yapılması nedeniyle uyarı yaptırımı uygulanmasının ifade özgürlüğünün ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gazeteci olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 27/11/2019 tarihinde İstanbul’da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası imzalanmış ve bu muhtıra 21/12/2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 7199 sayılı Kanun'la kabul edilmiştir. Buna dayanarak Libya Türkiye'den askerî yardım talep etmiş ve Libya'ya asker gönderilmesi konulu Cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM'de 2/1/2020 tarihinde 1238 sayılı kararla kabul edilmiştir. Bu karar doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Libya'da görev almaya başlamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 13/11/2019 tarihinde yapılan bir ihbarda "Hadımköy Kışla Komutanlığında görevli Astsubay E.B. devlete karşı suç işlemektedir. Gizli kalması gereken operasyonlara ait bilgileri telefonla dışarıya çıkarttığı kanaatindeyim." şeklinde bilgiler verilmesi üzerine Başsavcılıkça E.B. hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında siyasal ve askerî casusluk suçundan soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında şüpheli E.B.nin eşi adına kayıtlı olan ve E.B. tarafından kullandığı tespit edilen telefon hattına yönelik olarak 2/12/2019 ile 2/2/2020 tarihleri arasındaki iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına karar verilmiştir. İletişimin dinlenmesi sonucunda şüpheli E.B.nin başvurucuya ve İ.Z. adlı kişiye bilgi aktardığına yönelik tespitler üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/1/2020 tarihli kararıyla başvurucunun 9/1/2020 ile 9/3/2020 tarihleri arasındaki iletişiminin tespitine, dinlenilmesine ve kayda alınmasına karar verilmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesine dayanarak şüpheli müdafilerinin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına 15/4/2020 tarihinde karar vermiştir. Dinleme kayıtları doğrultusunda başvurucu ve diğer iki şüphelinin yakalanması, suç veya suç unsurlarına el konulması amacıyla Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/6/2020 tarihli kararı üzerine 8/6/2020 tarihinde başvurucunun ikametgâhında arama yapılmış; suç veya suç unsuru teşkil edebilecek dijital materyallere el konulmuş ve başvurucu yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucunun 11/6/2020 tarihinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ve Başsavcılıkta ifadesi alınmıştır. Savcılık ifadesinde başvurucu "Yaklaşık 5-6 yıl önce E.B. beni telefonla aradı, telefonumu İ.Z.den aldığını, FETÖ mağduru olduğunu ve benimle görüşmek istediğini söyledi, kendisiyle ilk kez bu şekilde irtibat kurduk. Bunun üzerine Ankara'da Tunus Caddesi'nde bulunan Simit Dünyası'nda kendisi ile buluştuk. Bu ilk ve son buluşmamız oldu. Daha sonra kendisi ile bir daha yüz yüze görüşmedim. Burada FETÖ mağduru olduğunu, kitap hazırlığı olduğu şeklinde bir şeyler söyledi. İnceleyip, inceleyemeyeceğimi sordu. Ben de gönderirse inceleyebileceğimi söyledim. Ancak bana hatırladığım kadarıyla birşey göndermedi. Bir dönem irtibatımız kesildi, beni hiç aramadı. Ben zaten kendisini aramıyordum. Sonra tekrar aramaya başladı. Aradığında kendince birşeyler anlatıyordu. Anlattıkları açık kaynaklarda yer alan haberlere kendi yorumunu eklediği konulardı. Ben birkaç hususta anlattıklarının doğru olup olmadığını teyit etmek amacıyla kendisine bilgi/belge olup olmadığını, var ise gönderip gönderemeyeceğini sordum. Fakat bana hiçbir bilgi/belge göndermedi. Bu nedenle ben de emniyetteki ifademde sorulan sorulardan anladığım kadarıyla bana söylediği hususlar ile ilgili olarak herhangi bir yazı yazmadım. Bu bilgileri başka kişi veya kuruluşlarla paylaşmadım. Ayrıca paylaşacak gizli bilgiler değildi. İnternet ortamında, sosyal medyada konuşulan sıradan bilgilerdi. Bu süreçte E.B.yi de az çok tanıdığım için beni aramalarında kendisine beni tekrardan aramamasını söylemedim. Yüzde doksan dokuz E.B. beni aradı. Ben de konuşmalarda anlattığım durumlar nedeniyle beni bir daha arama diyemedim. Zaten bir gazeteci olarak beni arayan birine beni arama diyemem. Konuşmaların bütünlüğü göz önüne alındığında benim tavrımın 'hı, tamam, evet' şeklinde cevap vererek, kısa kesip konuşmayı sonlandırmak olduğu anlaşılacaktır. Üzerime atılı Askeri Casusluk veya bu soruşturma kapsamında başka bir suçu savunmam doğrultusunda kabul etmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucuya bilgi verdiği iddia edilen şüpheli E.B. de ifadesinde; hakkında verilen ihbar tutanağı ile ilgili soruya cevap olarak bu ihbarı kimin yaptığı konusunda hiçbir fikrinin olmadığını, ihbar içeriğinin doğru olduğunu ancak bu bilgilerin hiçbirini bilinçli olarak vermediğini, başvurucu ile açığa alınmışken davası ile ilgili avukat aramak için gittiği bir dernekte 2015 yılında tanıştığını, başvurucunun kendisine avukat tanıdıklarının olduğunu ve yardımcı olabileceğini söylediğini, bu şekilde birbirlerinin telefon numaralarını alarak görüşmeye başladıklarını, bu tarihten sonra başvurucu ile bir kere yüz yüze görüştüklerini, vermiş olduğu bilgilerin gizli olmadığını düşündüğünü, başvurucunun kendisini istihbarat bilgilerine ulaşabilecek seviyede gördüğü için kendisine istihbarat raporları sorduğunu, kendisine gelen herhangi bir istihbarat raporu olmadığını, ODA TV'de herhangi bir habere katkısının bulunmadığını, O. ile yapmış olduğu görüşmede hava atmak için arkadaşını arayarak gazete haberlerini kendisinin yaptırdığını söylediğini, başvurucuyu 2015 yılından itibaren tanıdığını ve yaklaşık 6-7 aydır yoğun olarak başvurucuya bilgi verdiğini, bu kişilerin sürekli olarak Libya'ya ne zaman gidileceğini sordukları için kendisinin de bu bilgileri onlara ilettiğini, görüşme içeriklerinde bahsettiği konuları kendisinin edindiği bilgiler doğrultusunda paylaştığını, Barış Pınarı bölgesinde meydana gelen olaylar sırasında şehit olan personel ile ilgili haberlerin doğru bir şekilde medyaya yansıması için bilgiler verdiğini, başvurucunun kendisinden üç kez evrak göndermesini istediğini, bunlardan birincisinin Şehit Töreni Yönetmeliği değişikliği, ikincisinin Kanal İstanbul Projesi kapsamında konumu değiştirilmesi planlanan kışlalar ile ilgili ve General Hamza Günalp Kışlası'nın taşınma işleminin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda olduğunu, üçüncüsünün ise Suriye sınır hattının Türkiye ve Suriye tarafında bulunan Türk askerî personelinin karışmış olduğu disiplinsizlik olaylarını içeren rapor olduğunu ancak hiçbir evrakı başvurucuya gerek posta gerek internet programları yoluyla göndermediğini, bilerek ve kasten suç işlemediğini, yaklaşık 10-12 yıldır bipolar bozukluğu tedavisi gördüğünü belirtmiştir. Başsavcılık 11/6/2020 tarihinde devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçundan (5237 sayılı Kanun'un maddesi) tutuklanmaları istemiyle başvurucu ve diğer iki şüpheliyi sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklamaya ilişkin sevk yazısının ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelilerin adı geçen şahıslar ile yaptığı görüşmelerde Ülkemiz tarafından Suriye ülkesinde yürütülmekte olan askeri operasyonlar hakkında bilgiler verdiği, verilen bilgilerin içeriğinin İdlib, İdlip çevresinde Ülkemiz tarafından oluşturulan gözlem kuleleri, operasyonlara katılan birlikler, birliklerin bağlı olduğu komutanlıklar, askeri kimliğini referans olarak kullanarak halen Ülkemiz aleyhine faaliyetlerde bulunan etnik ve dini referanslı terör örgütleri ile Devletin işbirliği yaptığı şeklinde söylemlerde bulunduğu, Şüpheliler hakkında usulünce alınan iletişimin dinlenmesi kararına istinaden suç unsuru taşıdığı değerlendirilerek tape hâline getirilen ve tamamı soruşturma evrakı kapsamına eklenen tutanaklardan örnekler vermek gerekirse;Şüpheli E.B.nin 20/12/2019 [O.] isimli şahıs ile yaptığı görüşmede, Oda TV’de şüpheli Müyesser Uğur tarafından yayımlanan TSK ile ilgili yazıların kendisine ait olduğunu ifade ettiği, yine şüpheli E.B.nin 30/12/2019 tarihinde şüpheli Müyesser Uğur ile yaptığı görüşmede, 'Özgür Suriye Ordusuna bağlı askerlerin Libya’ya götürüldüğü' şeklinde konuşarak bilgiler verdiği, verilen bu bilgiler üzerine şüpheli Müyesser Uğur’un 23/2/2020 tarihinde 'Suriye Milli Ordusune zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya’ya gitti' başlıklı haber yayımladığı, ayrıca şüpheli E.B.nin 13/1/2020 tarihinde şüpheli Müyesser Uğur ile yaptığı görüşmede, 'Libya’da görevlendirilen birliklerin komutanının Libya’ya gittiği bilgisini verdiği, şüpheli Müyesser Uğur'un 20/1/2020 tarihinde 'Libya’ya hangi komutan gitti. Yerine kim geldi' başlıklı haber yayımlandığı, ayrıca şüpheli E.B.nin, Cumhuriyet Başsavcılığımızca alınan savunmasında aynen: '...Müyesser Uğur benden 3 kez evrak göndermemi istedi. Bunlardan birincisi, şehit töreni yönetmeliği değişikliği, ikincisi Kanal İstanbul projesi kapsamında konumu değiştirilmesi planlanan kışlalar ile ilgili ve General Hamza Günalp Kışlası'nın taşınma işleminin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, üçüncüsü ise Suriye sınır hattının Türkiye ve Suriye tarafından bulunan Türk Askeri Personelinin karışmış olduğu disiplinsizlik olaylarını içeren raporu kendisine göndermemi istedi. Üçüncü sıradaki raporu Whatsapp uygulaması üzerinden de gönderebileceğimi söyledi. Ben de kendisine 'Senin Whatsapp kullanmadığını biliyorum' dedim. Bana: 'Eşimin Whatsapp'ı var, numarasını veririm, oraya gönder' dedi. Ayrıca bir adres verdi, bu adrese de posta yoluyla göndermemi istedi...' şeklinde beyanda bulunduğu, aynı şekilde şüpheli E.B.nin şüpheli Müyesser Uğur ile yapmış olduğu görüşme içeriklerinde suç unsuru taşıyan tüm bilgileri aynı şekilde şüpheli İ.Z.ye de ilettiği, Soruşturmada gelinen aşama itibarıyla şüphelilerin eylemlerinin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 329/1, maddeleri kapsamında 'Zincirleme Olarak Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama' suçunun yasal unsurlarını oluşturduğuna dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olguların bulunduğu, delillerin tam olarak toplanmamış olması nedeniyle karartılma ihtimalinin olduğu anlaşılmıştır. Şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanmalarına karar verilmesi kamu adına talep olunur." Başvurucu 11/6/2020 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin huzuruna çıkarılmıştır. Başvurucu sorgusunda "Soruşturma dosyasına konu edilen köşe yazılarım ile şüpheli E.B. ile yaptığım görüşme arasında bir bağlantı söz konusu değildir. Köşe yazılarımda konu ettiğim bilgilerin tamamı açık kaynaklarda olan, referanslarını yazıma yazdığım bilgiler söz konusudur. Ben Ankara'da oturmakta olan bir gazeteciyim. Karargahtaki gelişmeleri takip eden bir gazeteciyim. Dolayısıyla bir kısım bilgileri öğrenip bunları haberleştirmemizde herhangi bir suç unsuru yoktur. Suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. E.B. isimli şahıs her görüşmemizde kendisini çok önemli bir şahıs ve önemli bilgilere sahipmiş izlenimi yaratmaya çalışıyordu. Ben de o yüzden anlattıklarının belgesi var mı diye birkaç kez sordum. Ancak herhangi bir belge göndermedi. Benim zaten belge istemekteki kastım şahısı test etmekti. Ben zaten bir gazeteci olarak zaten yazı yazamam. Dolayısıyla E.B.nin kendisinden bahsettiği belgeleri istemedim. Bu beyanlar doğru değildir." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun müdafileri de gizli belgelerin ifşasından söz edilebilmesi için yakın ve acil bir tehlike bulunması, iletilen bilgilerin devletin güvenliği ve menfaatleri açısından tehlike oluşturması gerektiğini, başvurucunun soruşturmaya konu edilen iki yazısı incelendiğinde bunlardan birinde Hafter'le görüşen Türk subaylarının ele alındığını, bu kişilerin kaçak Fetullahçı Terör Örgütü subayları olduğunun belirtildiğini, diğer yazıda ise Libya'ya atanan komutanla ilgili açık kaynaklardan edinilen bir bilgiye yer verildiğini, Cumhurbaşkanı'nın da o dönem Libya'da bir korgeneralin görevlendirildiğini söylediğini, bu dönemde Genelkurmayda belirtilen rütbeye sahip olan tek kişinin habere konu edildiğini, dolayısıyla bu haberde de gizli bir bilgi bulunmadığını, atılı suçu oluşturduğu iddia olunan yazılardan birinin aralık ayında, diğerinin ise ocak ayında yayımlandığını, yayımlandıktan sonra başvurucu hakkında herhangi bir işlem yapılmadığını, söz konusu yazıların hâlen internet ortamında bulunduğunu, bunlara yönelik herhangi bir erişimin engellenmesi talebi ve tedbirinin uygulanmadığını, müvekkillerinin kemik erimesi hastası olduğunu, ayrıca yaşı da dikkate alındığında tutukluluk şartlarının ağır geleceğini ileri sürmüştür. Sorgusunun ardından başvurucu ile E.B.nin devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheliler E.B. ve Müyesser Uğur'un üzerlerine atılı zincirleme olarak devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçunu işlediklerine dair; içeriği şüpheliler tarafından kabul edilen tape kayıtlarında geçen konuşmaların içeriği, şüpheli Müyesser Uğur'a ait köşe yazılarının içerikleri, dijital materyallere ilişkin rapor içerikleri ve tüm dosya kapsamı birlikte ele alındığında şüphelilerin atılı suçu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, soruşturmanın devam ettiği, delillerin tam olarak toplanmadığı, bu nedenle şüphelilerin serbest bırakılmaları halinde delillere etki etme ihtimallerinin bulunduğu, şüphelilerin eylemlerinin sabit görülmesi halinde almaları muhtemel ceza miktarı da dikkate alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu bu haliyle adli kontrol tedbirlerinin tek başına yeterli kalmayacağı, tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatine varılması nedeniyle CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]" Başvurucu 18/6/2020 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 23/6/2020 tarihinde tutuklama kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı ve delil durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 3/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 23/9/2020 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve diğer iki şüphelinin 5237 sayılı Kanun'un maddesinde tanımlanan devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçlarından cezalandırılması istemiyle haklarında kamu davası açılmıştır. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular ve değerlendirmeler şöyledir:i. İddianameden tapelerde geçen bilgilerin devletin güvenliği veya iç ya da dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgi niteliğinde olup olmadığı hususunda gerekli inceleme yapılması yönünde Millî Savunma Bakanlığına müzekkere yazıldığı ve Millî Savunma Bakanlığınca 11/9/2020 tarihinde bu müzekkereye cevap verildiği anlaşılmaktadır (Anılan yazıya verilen cevabın içeriğine aşağıda değinilecektir.).ii. İddianameye göre Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları evrak uygulamaları, yöntem ve kuralları Millî Savunma Bakanlığı Resmî Yazışma Usulleri ve Çalışma Esasları Yönergesi'yle düzenlenmiş; söz konusu Yönerge'nin 3’üncü maddesinde "Bir evraka gizlilik derecesi verilmesi konusundaki sorumluluk evrakı çıkaran makama ait olmakla beraber, bu sorumluluk evrakı hazırlayan personelden başlayarak imzalayacak makama kadar olan ara makamları (koordine makamları dahil) da kapsar." hükmüne yer verilmiştir. iii. Yönerge'nin 5’inci maddesindeki "Gerekli izin temin edilmeden açığa çıktığında Milli güvenliğimizi, saygınlık ve çıkarlarımızı ciddi biçimde sarsacak ve diğer yandan yabancı bir devlete geniş yararlar temin edecek nitelikte olan evrak, araç ve gereçler gizli olarak tasnif edilir. Gizli olarak derecelendirilen konuların bazıları aşağıda gösterilmiştir:a.Gelişmekte olan harekâta ait konularb.Savunmaya önemli etkisi olan ilmî ve teknik ilerlemeler de dahil olmak üzere, harp mühimmatında önemli gelişmeler (işleme girinceye kadar) ve bu nitelikleri taşıyan gelişme projeleri,c.Yabancı bir devlete geniş yararlar sağlayacak durumda olan yeni araç ve gereçler ile bunların yedeklerinin miktarına ait bilgilerç.Düşman için hayati önemi olan bilgiyi içine alan harekat raporları,d.Önemli savunma tesisleri hakkında hayati önemdeki askeri bilgiler,e.Askeri harekâta büyük çapta etki yapan genel moral hakkındaki olumsuz raporlar,f.Muhabere istihbaratı ve önemli muhabere güvenlik tesisleri hakkında bilgiler,g.Askeri coğrafi bilgiler,ğ.Sahra posta numaralarını taşıyan posta adresleri hariç, harekat ortamında görevi yürüten birliklerimizin, teşhis ve tanımlamalarını gösteren bilgiler,h.Gelecekteki harekâtta kullanılacak bazı yeni ve özel teknik veya yöntemler ve bu gibi teknik yöntemlerin uygulanması için oluşturulmuş birliklerin kimlik ve kuruluşları,ı.Gizli nitelikteki gezgin elektronik araçlar ile fotoğraf, negatif, çizim ve modeller,i.İçerikleri sadece belirli kişi çerçevesinde duyurulacak önemli siyasal haber ve talimatlar,j.Yurt savunmasına ait programlar,k.Ayrı ayrı gizlilik derecelendirildikleri zaman ÖZEL veya daha aşağı gizlilik dereceleri ile sınıflandırılan fakat bir araya getirildikleri zaman kapsadıkları bilgiler bakımından daha yüksek biçimde sınıflandırılmayı gerektiren evrak" şeklindeki düzenlemeyle gizli belgenin tanımlandığı belirtilmiştir.iv. İddianamede suçlamaya ilişkin olarak başvurucu ile E.B. arasındaki telefon görüşmelerine, başvurucudan ele geçirilen notlara ve başvurucunun ODA TV adlı internet sitesinde yayımlanan yazılarına dayanılmıştır. v.17/12/2019 tarihli telefon görüşmesinden yola çıkılarak E.B.nin başvurucuya Libya’ya gönderilmesi muhtemel birlikler ve askerin Suriye içindeki harekât tarzı hakkında edindiği bilgileri [başvurucuya] aktardığı, [başvurucunun] kendisine istihbarat raporlarını sorduğu, [E.B.nin] istihbarat raporlarının kesildiği bilgisini [başvurucuya] verdiği, ayrıca [başvurucunun] şüpheliye [E.B.] Libya işine odaklanmasını ve oradan kendisine bir şeyler aktarmasını söylediği ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; [E.B.nin] görüşmede "Görüşme yapıldığı tarihte Rusya (RF) ile devriye yapıldı mı?", "Devriyenin içeriğine yönelik açıklama (aks kırılması, araçların çamura batması) yapıldı mı?" şeklinde verdiği bilgilerin doğru olduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olduğu, görüşme tarihinden önce bir devriye görevi yapıldığı, yukarıda verilen bilgiler ile ilgili dokümanların bulunduğu ve bu bilgilerin kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.vi. 24/12/2019 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya toplantıya katıldığı bilgisini verdiği, başvurucunun toplantı konusundaki sorularına karşılık toplantının içeriği ile ilgili bilgiler verdiği ileri sürülmüştür.vii. 28/12/2019 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuyla Libya’ya gönderilecek birliklerin isimleri, personel talepleri, güzergâhı ve gönderilme tarihi, gizli kalması gereken askerî bilgileri paylaştığı belirtilmiştir. - Söz konusu konuşmadaki "...Şimdi şuanda gidecek birlik Üçüncü Komando Tugayı var, O..", ".. Onu belirlemeye çalışıyoz, gönüllülük esası dedik..." , "...Ordaki Kayseri Komandoyu çıkartacaklar ordan...", "...İşe yaramıyo artık, ordan İskenderun Limanından bindirip göndermeyi planlıyolar..." , "... Ya benim tahminim on beşinde oraya ayak basarlar, ocağın..." şeklinde ifade edilen bilgiler ile başvurucunun ikametgâhında yapılan arama sonucunda ele geçirilen notların uyumlu olduğu iddia edilmiştir. - Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; görüşmede E.B.nin "Libya'ya gönderilecek Arapça bilen personel miktarı, Libya'ya hangi tarihte gidileceği" şeklinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili olarak dokümanlar ile iki adet yazışma bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, yine "Gözlem noktalarına giden ikmal araçlarının RF ve Suriye Rejimi askerleri tarafından aranması" şeklinde verilen bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili olarak dokümanlar bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği ve bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığının ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.viii. Başvurucu ile E.B.nin 30/12/2019 tarihinde "Libya’ya gidecek personelin en geç perşembe günü hazır olması istendi." şeklinde mesajlaştığı belirtilmiştir. Millî Savunma Bakanlığının verdiği cevapta; E.B.nin başvurucuya gönderdiği iletisinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili olarak üç yazışma ve doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2), Hizmete Özel (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.ix. Başvurucu ile E.B. arasında 30/12/2019 tarihinde "Rusya tüm İdlip'teki tüm gözetleme noktalarının boşaltılmasını istedi." şeklinde mesajlaşma yapıldığı belirtilmiştir. Millî Savunma Bakanlığının verdiği cevapta; E.B.nin başvurucuya gönderdiği iletisinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili olarak bir adet yazışma ve doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.x. 30/12/2019 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya toplantıya çağrıldığını söyleyip silah, teçhizat ve malzeme açısından gerekli hazırlıkların yapılması ve perşembe gününe kadar hazırlıkların tamamlanması talimatı ile gidecek birlikler ile gitmesi olası birlik isimleri, Suriye'de bulunan birliklerin durumu gibi devletin güvenliği veya iç ya da dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken gizli bilgileri verdiği, başvurucunun E.B.ye toplantıya gittikten sonra akşam tekrar konuşmak istediğini, kendisinden haber beklediğini ve yukarıda gerçekleşen görüşme ile ilgili geniş bir şey hazırlayacağını söylediği ileri sürülmüştür.- Bu görüşmede "...Abla bu konuda bize sözlü olarak direktif verildi...", ".. Dün dün akşam, öğleden sonrasıydı direktif geldi, bizde ilgili seçilen personele ilettik, ilgili bölüklerde ki bölük komutanlarına ilettik, silah, malzeme, teçhizat olarak hazır, Perşembeye kadar bütün hazırlıkların bitmesi diye..." , "...Abla şimdi onunla ilgili bişey var, anlaşmazlık var, Rusya orayı boşaltmasının istenilmesi durumunda e şey yaptılar Siirt Komandoyu ön plana çıkarttılar..." şeklinde ifade edilen bilgilerin arama sonucunda başvurucudan ele geçirilen notlarla uyumlu olduğu iddia edilmiştir.- Aynı görüşme sonucu elde edilen bilgiler neticesinde başvurucunun ODA TV isimli haber sitesinde 23/2/2020 tarihinde "Suriye milli ordusu ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya'ya gitti" başlıklı köşe yazısının yayımlandığı belirtilmiştir. Bu yazı şöyledir: "Erdoğan dün İzmir'de Kuzey Ege Otoyolu açılışında yaptığı konuşmada, kelimesi kelimesine şunları söyledi: 'Libya’nın meşru Başbakanı ile yönetimiyle masaya oturduk, imzaları attık… Biz gayrimeşru Hafter’e karşı, ücretli, lejyoner Hafter’e karşı biz orada yönetici, kahraman askerlerimiz ve Suriye Milli Ordusu’ndan ekiplerimizle beraber oradayız. Mücadeleyi orada sürdürüyorlar. Tabii birkaç tane şehidimiz var. Ama birkaç tane şehidimizin karşılığında da 100’e yakın orada, o lejyonerlerden etkisiz hale getirdik. Kardeşlerim, şunu hiçbir zaman unutmayacağız; Şehitler tepesi boş kalmayacak.'Bu inanılmaz açıklamayı cümle cümle mercek altına alalım. Libya'da 'Birkaç tane şehidimiz' olduğunu, otoyol açılışında öğreniyoruz.Sizi bilmem, ama bu söyleyiş tarzı benim aklıma maalesef yıllar önce Erdoğan'ın şehitler için kullandığı 'Kelle' ifadesini, bir de Ağustos 2012'de dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı H.Ç.nin , 'Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis'i toplamayız' sözlerini hatırlattı.Libya'daki 'Birkaç tane şehidimiz', 'Birkaç Mehmet'midir, bilmiyoruz. Birisinin emekli albay, ikisinin de 'Kamu görevlisi' olduğu iddiaları var.EMEKLİ ALBAY ORAYA NASIL VE NEDEN GİTTİ?Erdoğan'ın 6 Ocak'ta MİT'in yeni binasının açılışında, 'MİT Libya'da üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getiriyor' dediği hatırlanınca, şehit olduğu bildirilen 'Kamu görevlilerinin' kimler olduğunu tahmin etmek mümkün. İyi de eğer doğruysa, bir emekli albay oraya neden, hangi sıfatla gitti ve nasıl şehit düştü? Biliyoruz ki, Türkiye'de SADAT gibi özel şirketler olsa da henüz ABD'nin Blackwater'i veya Rusya'nın Wagner'i gibi askeri şirketler yok. Zira bunun için ayrı bir yasal düzenleme yapılması gerekiyor.RUSYA'YI ELEŞTİRİRKEN BU NE İŞ? Erdoğan'ın, 'Lejyoner Hafter’e karşı biz yönetici, kahraman askerlerimiz ve Suriye Milli Ordusu’ndan ekiplerimizle beraber oradayız. Mücadeleyi orda sürdürüyorlar' sözüne gelelim. Libya'ya asker, daha doğrusu 'Eleman' gönderileceğini Erdoğan'ın 10 Aralık'taki şu açıklamasıyla duyduk.'Biliyorsunuz şu anda Rusya'dan bir güvenlik şirketi söz konusu. Bu şirket, oraya güvenlikçilerini göndermiş vaziyette. Eğer Libya bizden böyle bir talepte bulunursa, o zaman Libya'ya da aynı şekilde elemanlarımızı gönderebiliriz. Bunlar bizimle böyle bir güvenlik anlaşmasını imzaladıktan sonra zaten önümüzde de herhangi bir engel söz konusu değildir.'Erdoğan'ın ardından 17 Aralık'ta o vakitler Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan SADAT'ın kurucusu emekli Tümgeneral A.T. ABD, Rusya, İngiltere gibi ülkelerin özel askeri şirketleri olduğunu, silahlı kuvvetlerinin bulunmadığı yerlerde bunlardan faydalandıklarını, Türkiye'nin de kesinlikle böyle bir şirkete ihtiyacı olduğunu vurgulayıp, 'TSK, ülkemizin güvenliği için var. Bunun bir kısmını oraya tahsis edince, görev aldığı yerlerden kısmış olacağız. Öyle olursa, TSK’ya yük olmaz. Ülkeye ihraç malzemesi gibi döviz getirisi var. Kendi TSK’mızı oraya göndermek yerine bu tür özel şirketler vasıtasıyla bu işi yapmak daha faydalı' dedi. Bu arada Libya konusu her gündeme geldiğinde Erdoğan, Wagner şirketi ve Rusya'ya şöyle tepki gösterdi: '5 bini Sudan’dan, 2 bini Rusya’dan Wagner diye girenler, oraya hangi sıfatla geldiler, orada ne işleri var?'Çok değil, daha 1 hafta önce Pakistan'dan dönerken de beraberindeki gazetecilere bir fotoğraf gösterip, şunları söyledi:'Öndeki Hafter. Şu daire içinde olan Sayın Putin'in çok samimi adamıdır. Bu adam Wagner'in başıdır. Yöneten budur. Şuradaki de Rusya Savunma Bakanı Şoygu'dur. Hemen onun yanında da Rusya Genelkurmay Başkanı Gerasimov'u görüyorsunuz. Bunlar şu anda Rusya'nın en üst düzey askeri noktadaki güvenlik kadrosudur. Şu anda Wagner'i de orada bunlar yönetiyor. Bunlarla iş yürüyor. Hâlâ kalkıp diyorlar ki, 'Bizim orayla bu noktada ilişkimiz yok'. Şu anda bizzat Rusya en üst düzeyde oradaki bu savaşı yönetiyor. Bir de Sudan'dan 5 bin civarında savaşçı var. Çad'dan gelenler var. Nereden bakarsanız bakın 10 bini aşkın şu anda dışarıdan gelmiş asker var.'Malûm, Rusya yönetimi her defasında Wagner'le ilişkisini reddetti. Durum bu iken, Erdoğan'ın alenen 'Suriye Milli Ordusu"nun Libya'da olduğunu açıklaması, nasıl bir iştir? Şimdi en önce Rusya,'Suriyeliler oraya hangi sıfatla geldiler, orada ne işleri var?' demez mi? Sahi, 'Suriye Milli Ordusu ekipleri' Libya'ya ne zaman ve nasıl gitti?TEZKEREDEKİ"SİVİL PERSONEL" ONLAR MIYDI?Bilindiği gibi, Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım'da 'Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası' imzalandı. Sözkonusu mutabakatın TBMM'deki görüşmeleri sırasında, anlaşmada yer alan bir ifade çok tartışıldı. Bu, 'Güvenlik kuruluşları mensubu sivil şahıslar' ifadesiydi.Muhalefet, 'Rusya'nın Wagner'i gibi SADAT benzeri oluşumlar sivil şahıslar adı altında mı gönderilecek?' diye sorarken, bu ifadenin sadece Türkçe metinde yer aldığı, İngilizce ve Arapça'sında geçmediği ortaya çıktı.Dışişleri Bakan Yardımcısı ... da anlaşma metninin ilk halinde 'Silahlı Kuvvetler’de ve Savunma Bakanlığı’nda istihdam edilen asker ve sivil personel' ifadesinin bulunduğunu, Libya tarafının, 'Bizde polis ve asker karışık. Dolayısıyla bunu genel bir ifade kullanalım' önerisi üzerine 'sivil şahıslar' ifadesinin metne konduğunu söyledi. Kaymakçı, 'Burada herhangi bir gizleme veya bir kılıf arama çabası yok. Bu tamamen Libya’nın, yani muhataplarımızın güvenlik ve savunma yapılarındaki tanımlamayı bu anlaşmaya sağlıklı bir şekilde oturtabilmek için yapılmış bir şey' dedi.O günlerde yapılan açıklamalar böyle... Bugün ise 'Suriye Milli Ordusu"nun Libya'da olduğunu öğreniyoruz... Acaba Türkçe metne konulan 'Sivil şahıslar'dan kasıt, bunlar mıydı? Daha önemlisi; TBMM tezkereyi kabul ederken, Libya'ya 'Suriye Milli Ordusu'nun da gönderileceğini biliyor muydu? 2 Ocak'ta kabul edilen tezkereye bakalım. Şöyle deniyordu:'Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde Türkiye sınırları dışında harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için...'Ne var? Sadece TSK...Acaba 'Suriye Milli Ordusu', TSK bünyesine mi alındı veya TSK'nın bir parçası olarak mı değerlendiriliyor? Hemen Erdoğan'ın tezkerenin kabulünden 3 gün sonra bir televizyon programında yaptığı şu açıklamayı hatırlatalım:'Bütün güvenlik kurumlarımız arasında eğitim ve öğretim programlarının düzenlenmesi noktasında teknik bilgi ve tecrübe paylaşımı noktasında bizim askerimizin oradaki görevi koordinasyondur. Şu anda bu koordinasyonu yapıyorlar. Orada bir harekat merkezi, bu harekat merkezinde de bizim bir korgeneralimiz bulunacak. Oradaki bu süreci onlar yönetecekler. Şu anda zaten peyderpey gidiyorlar. Şu anda yoğunlaşma... Şu anda muharip güç olarak bizim orada farklı ekiplerimiz olacak. Bunlar bizim askerimizin içinden değil. Bu farklı ekiplerle o muharip güçler orada çalışacak. Ama işin koordinasyonunu bizim üst düzey askerlerimiz... Bunun içinde korgeneralimiz olmak üzere ve bunun yanında korgeneralimizle birlikte özellikle oradaki emir komuta zincirini elinde tutan gayet iyi yetişmiş ekiplerimiz olacak. Onlarla beraber bu süreci işletmiş olacağız.''Muharip güç olacak farklı ekiplerin' 'Suriye Milli Ordusu' olduğu ve TSK 'Koordinasyonunda' çalıştıkları anlaşılıyor!. Tamam, 'Şehitler tepesi boş kalmasın' da bu tablonun hukuki ve siyasi izahı nedir?" - Millî Savunma Bakanlığının verdiği cevapta; yukarıda yer verilen görüşme içeriğinde E.B.nin başvurucuya "Libya görevi için Siirt Komando Tugayı'nın hazırlık yaptığı" şeklinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili olarak dokümanlar ile bir adet yazışma bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xi. 30/12/2019 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya daha önceki görüşmelerde yapılacağını söylediği toplantı hakkında açıklamalar yaptığı, toplantının içeriği konusunda bilgiler aktardığı, Libya'da bulunan görevlilerimize yönelik lojistik takviyesi, şehit veya yaralı tahliye güzergâhı gibi bilgileri başvurucuyla paylaştığı, başvurucunun bir sonraki toplantının ne zaman olduğunu sorduğu ve toplantıdan sonra yeniden haberleşmelerini söylediği, bu konu ile ilgili olarak kaleme aldığı yazıyı ise toparladığını belirttiği ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının verdiği cevapta, Genelkurmay Harekât Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığında bu hususta bilginin bulunmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xii. 31/12/2019 tarihli telefon görüşmesinde başvurucunun E.B.nin katıldığı toplantıların içeriği ve toplantılara katılan görevliler hakkında bilgiler aldığı, yine bahsi geçen görüşme içeriğindeki konu ile ilgili olarak kaleme alacağı yazıyı toparlayıp yazacağını belirttiği ileri sürülmüştür.xiii. 2/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuyla Libya'ya gönderilecek personelin toplanma bölgesi, gidecek birlik, gidiş güzergâhı, birliklerin yapıları ile ilgili gizli askerî bilgileri paylaştığı ve başvurucunun ''Tekrar haberleşelim.'' diyerek görüşmeyi sonlandırdığı ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta, E.B.nin görüşmede "Libya'ya görevlendirilen personelin Antep'te toplanacağı, İskenderun'dan deniz yoluyla Trablusgarp'a gidecek birliğin Komd. Tugayı olması" şeklinde verdiği bilgilere ilişkin olarak Libya'ya görevlendirilen personelin Gaziantep'te toplanacağına dair 4 adet yazışma ve doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (2), Hizmete Özel (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xiv. 6/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde başvurucunun Libya'ya hangi komutanın gideceğini sorduğu, E.B.nin başvurucuya Libya'ya gönderilecek birlik komutanı hakkında bilgiler verdiği ileri sürülmüştür. - Millî Savunma Bakanlığının verdiği cevapta, Genelkurmay Harekât Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığında bu hususta bilginin bulunmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xv. 6/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin A.E. ile yaptığı görüşmeler neticesinde Gaziantep'te bulunan birlik hakkında elde ettiği bilgileri başvurucuya aktardığı ileri sürülmüştür. xvi. 10/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Libya'ya gönderilen öncü ekip ile ilgili bilgiler verdiği, ayrıca birlik komutanı olarak atanan personelin ismini başvurucuyla paylaştığı, başvurucunun giden birlik komutanının ismini netleştirmesini ve kendisine bilgi vermesini istediği ve E.B.nin de bu konuyu öğrenip daha sonra bilgi vereceğini beyan ettiği ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının verdiği cevapta, Genelkurmay Harekât Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığında Millî Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Müsteşarı'nın 13/1/2020'de Rusya'ya gideceği şeklinde bilginin bulunmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xviii. 13/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Libya'ya gönderilen birlik komutanının ismini verdiği ileri sürülmüştür. - E.B.nin başvurucu ile yaptığı görüşmede "Abla, merak ettiğin isim, G." şeklinde bilgi vermesi sonrası başvurucunun ODA TV isimli haber sitesindeki köşesinde 20/1/2020 tarihinde "Libya'ya hangi komutan gitti...Yerine kim geldi" şeklinde yazı yayımladığı belirtilmiştir. Başvurucunun bu yazısında "...Bizim edindiğimiz bilgiye göre ise Libya'ya Genelkurmay Başkanı Korgeneral G. gönderildi..." şeklindeki bilgiyi E.B. ile 13/1/2020 tarihli görüşmesinde edindiğinin anlaşıldığı iddia edilmiştir. - Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin görüşmede "Bu tarihte Libya Görev Kuvvet Komutanının Korgeneral G. olduğunu ve Libya'ya gittiğini bildirmesi" şeklinde verdiği bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili doküman bulunduğunun belirtildiği ve söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir. xix.21/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Libya’ya hava yolu ile tugay seviyesinde birlik gönderildiği bilgisini verdiği, başvurucunun ise ''Söz konusu birlik silahlı mı yoksa silahsız mı?" yönündeki sorusu üzerine E.B.nin birliğin silahlı olarak gittiği bilgisini verdiği ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin görüşmede "Libya'ya görevlendirilen silahlı Tugay seviyesinde bir birliğin 20-21 Ocak 2020 gecesi intikal ettiği" şeklinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili doküman bulunduğu ve söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir. xx. 23/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin Hafter'e bağlı güçlerin birliğimizin bulunduğu havaalanını bombaladığı bilgisini başvurucu ile paylaştığı ileri sürülmüştür. - Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin görüşmede verdiği bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili doküman bulunduğu ve söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xxi. 28/1/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Libya'da bulunan birliklerimizin konuşlanma tarzı ve bulundukları bölge hakkında bilgiler verdiği, başvurucunun gönderilen birlik komutanlarının isimlerini sorması üzerine E.B.nin giden komutanların ismini verdiği ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Savcılığa verdiği cevapta, Genelkurmay Harekât Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığında bu hususta bilginin bulunmadığının bildirildiği ifade edilmiştir. xxii. 7/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuyla Genelkurmay Başkanlığı istihbarat raporlarında geçen konuları paylaştığı ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin "Söz konusu tarihte ÖSO'cular tarafından 4 Rus özel kuvvet personelinin öldürülmesi, 50 istihkam subayının bölgedeki gözlem noktalarının tahkim edilmesinde görevlendirildiği" şeklinde verdiği bilgilere ilişkin bir adet yazı olduğu, konu ile ilgili doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Tasnif Dışı (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapıldığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir. xxiii. 10/2/2020tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Taftanaz Askerî Üssü'nün takviyesi hakkında bilgiler verdiği, başvurucunun ''Duruma göre ilerleyen saatlerde haberleşelim.'' diyerek görüşmeyi sonlandırdığı ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin görüşmede "Suriye/Taftanaz Üssünün takviye edileceği, mayın/EYP'lere yönelik kullanılmak üzere yeni bir sistemin gönderildiği, bölgede meydana gelen saldırılarda 5 personelin şehit edildiği, 5 personelin de yaralanması" şeklinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, sayı verilmeksizin şehit ve yaralı bulunduğuna dair bilgilerin mevcut olduğu, konu ile ilgili doküman bulunduğu ve söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, TSK'nın Twitter hesabından beş personelin 10/2/2020 tarihinde şehit olduğuna yönelik olarak 11/2/2020 tarihinde bir taziye tweeti yayımlandığı ancak resmî açıklamanın yapıldığı tarihten önce 10/2/2020 tarihinde saat 07 ve 14'te bilginin paylaşıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.xxiv. 11/2/2020tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Suriye'de verilen şehitlerimiz ile ilgili resimleri göndermek istediğini ancak Whatsapp olmadığı için paylaşamadığını söylediği, başvurucunun bu konular için eşine ait telefon numarasını verdiği, o numara üzerinden irtibat kurabileceğini ifade ettiği, başvurucunun ayrıca üsse gönderilen ilk birliklerin durumu, üssün genel yapısı hakkında bilgiler verdiği ileri sürülmüştür. xxv.12/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Suriye rejimi ile Türkiye'nin savaşa girdiği, rejim unsurlarını nerede görürlerse vuracakları, ayrıca başvurucuya verdiği bilgilere istinaden ulusal kanallarda onun makalesinden alıntı yapılarak haber yapıldığı hakkında bilgi verdiği, bu şekilde E.B. tarafından başvurucuya aktarılan bilgilerin başvurucu tarafından kamuoyuna açıklandığının bir kez daha teyit edildiği ileri sürülmüştür.xxvi. 15/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin Suriye’deki mevzilerin durumu, Libya'da havaalanının bombalanması ve NATO görev gücü olarak seçilen birlik hakkındaki bilgileri başvurucuyla paylaştığı ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta, E.B.nin görüşmede "66'ncı Mknz. P.Tug. K.lığınca NATO görevi için bölük seviyesinde hazırlık yapıldığı, konteynr geldiği" şeklinde vermiş olduğu bilgilere ilişkin iki belge ve doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (2), Hizmete Özel (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir. xxvii. 18/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Suriye'de Taftanaz Üssü'ne yönelik saldırılar hakkında bilgi verdiği ileri sürülmüştür.xxviii. 20/2/2020tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya şehit sayısı hakkında bilgiler verdiği ve başvurucunun da sorduğu sorularla şehit sayılarını netleştirmeye çalıştığı ileri sürülmüştür. - Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin görüşmede "RF'nin uyarısına rağmen topçu atışlarına devam edilmesi sonucu yapılan hava harekâtında 2 şehit verilmesi" şeklinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili bir adet yazı ve doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xxix. 20/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde başvurucunun Libya konusundaki sorularına E.B.nin cevap verdiği ve başvurucuyla kurum içi yazışmaları paylaştığı ileri sürülmüştür.xxx. 27/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuyla şehit ve kayıp asker sayıları ile bölgede bulunan birliğe ait bilgileri paylaştığı, başvurucunun soruları üzerine ona Libya konusunda bilgiler verdiği ileri sürülmüştür. xxxi. 27/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Türk Silahlı Kuvvetlerine ait zırhlı personel taşıyıcılarının vurulduğu, şehitlerimiz ve bağlı olduğu birlikler hakkında bilgi verdiği ileri sürülmüştür.xxxii. 28/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin Suriye'de saldırıya uğrayan birlik ve saldırı sonucu şehit olan askerlerle ilgili olarak arkadaşlarından edindiği bilgileri başvurucuyla paylaştığı, başvurucunun sorularına cevap verdiği ileri sürülmüştür. - Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin görüşmede " Komando Tugay Komutanlığına ait bir taburun bu tarih itibariyle saat 18:00 civarında Oğulpınar'a intikâl ettiği ve bölgeye sokulacağı" şeklinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili bir adet yazı ve doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, bu bilgilerle ilgili resmî açıklama yapılmadığı ve bunların kamuoyunda paylaşılmadığının bildirildiği ifade edilmiştir.xxxiii. 29/2/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya şehit sayıları hakkında bilgi verdiği, başvurucunun bu bilgileri not aldığı ileri sürülmüştür. xxxiv. 3/3/2020 tarihli telefon görüşmesinde E.B.nin başvurucuya Sarıkamış Komando Tugayının bir taburunun İdlib'de hava saldırısına uğradığı ve şehit/yaralı bilgilerini verdiği, bu konunun basına yansımadığını belirttiği ileri sürülmüştür.- Millî Savunma Bakanlığının Başsavcılığa verdiği cevapta; E.B.nin görüşmede "Bu tarihte saat 19:23 itibariyle Sarıkamış Komando Tugayının bir taburunun İdlib'te hava saldırısına uğradığı, 2 şehit, 11 yaralı bulunduğu" şeklinde vermiş olduğu bilgilerin doğru olduğu, konu ile ilgili üç yazı ve doküman bulunduğu, söz konusu bilgilerin gizlilik derecesinin "Gizli (1), Gizli (2)" olarak belirtildiği, TSK'nın Twitter hesabından iki personelin 3/3/2020 tarihinde şehit olduğuna yönelik 4/3/2020 tarihinde bir taziye mesajı tweeti yayımlandığı ancak resmî açıklamanın yapıldığı tarihten önce bilginin paylaşıldığının belirtildiği ifade edilmiştir.xxxv. E.B. ile O. arasındaki 20/12/2019 tarihli telefon görüşmesinde "TSK ile yazılan yazılar benimdir haberin olsun... Müyesser Abla'yla beraber yazıyoruz...mesela en son H.A. ilgili yazdığımız yazı vardı mahkemelik şimdi şu anda devam ediyor mahkemede" şeklinde "Hee, yok söylenti niye, Müyesser Abla'yla beraber yazdığımızı işte Aselsan'ın bir tarikata verildiği...Bak şimdi şey ASELSAN'la TAİ'yi yazdık" şeklinde konuşmaların geçtiği belirtilmiştir. Bu görüşmeden yola çıkılarak başvurucunun E.B.den elde ettiği bilgilerle ODA TV'deki köşesinde 25/11/2019 tarihinde "Ne yani devletin gazetesi de mi yalan yazdı" şeklinde yazı yayımladığı ileri sürülmüştür. xxxvi. 8/9/2016 tarihinde E.B.nin başvurucuya "Bu şahıs aynı zamanda KKTC'den asker çekilmesini planını yapanlardan" ve "Uludere olayına karışanlardan Top.Kur.Alb. N. bugün gözaltına alındı" şeklinde; 23/8/2016 tarihinde "Abla Süleyman Şah operasyonu ile basına servis edilen resimlere bir bak. kimler var orada. A.Ö., A.B. ve diğerleri hepsi orada" şeklinde, 22/5/2016 tarihinde "MKE müdürü olamamış. Silah sanayisi ile yakinen ilgileniyor. Araştırın göreceksiniz.", "Kırıkkale MKE bağlantılı ekip... Konuşacakları konusma ihtimali olanlari paketleme servisi..." , "Ö., bir taraftan Ortadoğu'dan gelen paraları eritirken, diğer taraftan IŞİD'e silah ve malzeme temin ediyor." ... "Ö. Üçyıldız Silah Sanayi'nin danışmanı olduğu dönemde Yemen'e 000 adet silah gönderilmesini organize etti..." , "Ö., faşist'in operasyonel elemanı. Faşist, Ö.nün hem İngiliz vatandaşlığını hem de İran'a yakınlığını kullanıyor..", "Silah ve para organizasyonunun en önemli ayağı eski Kırıkkale Milletvekili Ö." şeklinde mesaj gönderdiği belirtilmiştir. xxxvii. Ayrıca başvurucunun yukarıda değinilen görüşmelerden edindiği bilgilere dayanarak ODA TV isimli haber sitesinde 18/12/2019 tarihinde "Libya'ya ne tür asker gönderilecek " başlıklı, 24/12/2019 tarihinde "Kim Bu Hafter'le görüşen Türk Komutanlar" başlıklı yazılar yayımladığı belirtilmiştir.xxxviii. Söz konusu delillerin ilişkilendirilmesine dair iddianamede; başvurucunun muhatap olduğu kişinin TSK personeli olduğunu ve verdiği bilgilerin gizli nitelik taşıdığını bildiği hâlde gazetecilik kimliğini usule aykırı şekilde kullanarak devletin gizli bilgilerini temin ve ifşa etmekte tereddüt etmediği ve askerî harekâtlarla ilgili karar alıcıları hedef alarak bazı köşe yazılarını kaleme aldığı, Genelkurmay Başkanlığı içinde istihbarat birimlerinde veya bizzat harekâtta görev alanların dışında hiçbir Genelkurmay personelinin bilmemesi gereken bilgileri temin ettiği, bu bilgilerin bir kısmını yayımlayarak açıkladığı ve yeni araştırmalar yaparak bilgiler elde etme konusunda muhatap aldığı kişiyi yönlendirdiği ileri sürülmüştür.xxxix. Başvurucunun E.B. ile arasındaki irtibat ve samimiyet sayesinde devletin özellikle Suriye ve Libya politikaları ve askerî harekât planları hakkındaki aşağıda yer alan bilgileri aldığı ileri sürülmüştür:- Libya’ya gönderilecek birlikler ile gitmesi olası birliklerin isimleri ve yapılarıyla ilgili gizli askerî bilgiler, toplanma bölgeleri, personel talepleri, güzergâh ve gönderilme tarihi, orada kullanılacak silah, teçhizat ve malzemelerin ne olduğu- Libya’daki unsurlara yönelik lojistik takviye, şehit veya yaralı tahliye güzergâhı gibi gizli bilgiler- Libya’ya öncü olarak gönderilen personel sayısı ve silah teçhizat durumu hakkında bilgiler, ayrıca birlik komutanı olarak atanan komutanın ismi-Libya’ya hava yolu ile silahlı tugay seviyesinde bir birliğin gönderilmesi- Libya’da birliğimizin bulunduğu havaalanını Hafter güçlerinin bombalaması olayının detayları- Libya’daki birliklerimizin konuşlanma tarzı ve bulunduğu bölge hakkında bilgiler-Suriye’deki birliklerin durumu gibi gizli bilgiler- Suriye’de 2020 Şubat ayı içinde şehit düşen askerlerimizin görüntüleri, şehit (gerçeği yansıtmayan) sayımız- Suriye-Taftanaz Askerî Üssü’nün takviyesi hakkındaki bilgiler, ayrıca üsse gönderilen ilk birliklerin durumları, üssün genel yapısı, üsse gönderilen yeni sistem cihazlar - Suriye’de mevzilerin durumu- Sözde Suriye ve Rusya askerlerince TSK birliklerinin denetlenmesi- Suriye-İdlib’e gönderilmesi düşünülen birlik ismi, sayısı ve operasyon zamanı ile ilgili bilgiler- NATO görev gücü olarak seçilen birlik hakkındaki bilgiler- E.B.nin katıldığı tüm toplantıların ayrıntıları ve bu toplantılarda alınan kararlar- Genelkurmay Başkanlığının yayımladığı istihbarat raporlarında geçen konular- Gaziantep'te sınır ötesi operasyonlar için bekletilen hazır kıta birliklerinin bilgileri Söz konusu görüşmelerin içeriği başvurucunun ODA TV’de yazdığı köşe yazıları arasında benzerlik bulunduğu, başvurucunun E.B. ile yaptığı görüşmelerdeki konuların ODA TV’de yazdığı köşe yazılarında da işlendiği belirtilmiş ve bu kapsamda altı yazıya yer verilmiştir (23/5/2018 tarihli ve "Hulusi Akar bizim kardeşimizdir" konu başlıklı yazı; 25/11/2019 tarihli ve "Ne yani devletin gazetesi de mi yalan yazdı" konu başlıklı yazı; 18/12/2019 tarihli ve "Libya'ya ne tür ‘asker’ gönderilecek" başlıklı yazı; 24/12/2019 tarihli ve "Kim bu Hafter'le görüşen Türk komutanlar" başlıklı yazı; 20/1/2020 tarihli ve "Libya'ya hangi komutan gitti... Yerine kim geldi" başlıklı yazı; 23/2/2020 tarihli ve "Suriye milli ordusu ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya’ya gitti." başlıklı yazı).XLİ. Başvurucunun E.B.den almış olduğu bilgileri açıklamadığı ve kimseyle paylaşmadığı iddiasına ilişkin olarak;- E.B.nin O. ile 20/12/2019 tarihinde yaptığı görüşmesine atıf yapılarak bu görüşmede geçen konularla ilgili olarak başvurucunun ODA TV'deki köşesinde 23/5/2018 tarihinde "Hulusi Akar bizim kardeşimizdir" başlıklı, 25/11/2019 tarihinde "Ne yani devletin gazetesi de mi yalan yazdı" başlıklı yazı yayımladığı ileri sürülmüştür. - E.B.nin 30/12/2019 tarihinde başvurucu ile yaptığı görüşmede "Özgür Suriye Ordusuna bağlı askerlerin Libya’ya götürüldüğü" şeklinde konuşarak başvurucuya bilgiler verdiği, bu bilgiler üzerine başvurucunun 23/2/2020 tarihinde "Suriye Milli Ordusu ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya’ya gitti" başlıklı yazıyı yayımladığı belirtilmiştir. - E.B.nin 13/1/2020 tarihinde başvurucu ile yaptığı görüşmede "Libya’da görevlendirilen birliklerin komutanının Libya’ya gittiği" bilgisini verdiği, başvurucunun da bu bilgi üzerine 20/1/2020 tarihinde "Libya’ya hangi komutan gitti. Yerine kim geldi" başlıklı yazıyı yayımladığı ileri sürülmüştür. - Başvurucu ile E.B. arasında 28/12/2019 tarihinde yapılan görüşmede "...Şimdi şu anda gidecek birlik Üçüncü Komando Tugayı var, O..", "Onu belirlemeye çalışıyoz, gönüllülük esası dedik..." , "...Ordaki Kayseri Komandoyu çıkartacaklar ordan...", "...İşe yaramıyo artık, ordan İskenderun Limanından bindirip göndermeyi planlıyolar..." , "... Ya benim tahminim on beşinde oraya ayak basarlar, ocağın..." şeklinde ifade edilen bilgiler ile arama sonucunda başvurucudan ele geçirilen elle yazılmış notlarının uyumlu olduğu ileri sürülmüştür.xlii. Sonuç olarak başvurucunun basın özgürlüğünün yasal sınırlarını aşarak ilk bakışta millî güvenliği ilgilendirdiği anlaşılmasına rağmen devletin gizli kalması gereken askerî harekât planı dâhilinde Libya’ya giden birlik ve o birliğin komutanının adı da dâhil olmak üzere birçok gizli bilgiyi açıkça köşesinde yazarak devletin gizli kalması gereken bilgilerini temin edip açıkladığı, ayrıca aynı mahiyetteki görüşmelere devam ederek bilgi almayı sürdürdüğü, kendi telefonu dışında eşinin kullandığı telefona da Whatsapp uygulaması üzerinden bilgi/belge gönderilmesini istediği, yine posta yoluyla da aynı mahiyetteki bilgi ve belgeleri gönderebileceğini [E.B.ye] söylediği iddia edilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 29/9/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2020/206 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme, tensip incelemesinde verdiği ara kararında Millî Savunma Bakanlığına müzekkere yazılarak iddianamede "Gizli 1", "Gizli 2" şeklinde kodlanan bilgi ve belgelere sanık E.B.nin görevi gereği ulaşma yetkisinin olup olmadığının sorulmasına karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. 9/11/2020 tarihli duruşmada başvurucunun yurt dışına çıkışının yasaklanması şeklinde adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Sanık Müyesser Uğur yönünden Tape kayıtlarının içeriği ile sanığın savunmasının alınmış olması gözönüne alınarak suç vasfının değişme ihtimalide gözönüne alınarak bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı kanaati ile sanığın adli kontrol altına alınmak suretiyle tahliyesine… [karar verildi.]" Mahkeme aynı duruşmada sanıklar hakkında gizli bilgileri temin etme suçu bakımından bir değerlendirme yapılıp yapılmayacağı hususunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bildirimde bulunulmasına, verilecek kararın bir örneğinin dosyaya gönderilmesinin istenmesine karar vermiştir. Aynı duruşmada başvurucu, emekli Emniyet Müdürü H.A. tarafından düzenlendiği belirtilen bir uzman görüşü sunmuştur. Uzman mütalaasında gizli olduğu belirtilen bilgilerle ilgili ayrıntılı değerlendirmeler yapılmıştır. Bu kapsamda;- "Rusya ile devriye yapılması, devriyede (aks kırılması, araçların çamura batması) şeklinde olayların meydana gelmesi" şeklindeki bilgiye ilişkin olarak Suriye’de rejim güçleri ile muhalif kesimler arasında Rusya ile yapılan müşterek devriye işlemlerinin devlet gizliliği ile ilgili bir konu olmadığı, devriye olayının uluslararası bir mutabakata dayanılarak yapıldığı, dünya kamuoyuna açıklanan bir konu olduğu, söz konusu devriyelerin rejim güçlerinin ve muhalif güçlerin gözü önünde yapıldığı, TSK’ya ait araçların arızalanmasının gizli bir bilgi olduğunun söylenemeyeceği belirtilmiştir. - "Libya'ya gönderilecek Arapça bilen personel miktarı, Libya'ya hangi tarihte gidileceği" şeklinde bilgi verildiği iddiasına ilişkin olarak bu bilgiye dayanak yapılan görüşmede Libya’ya gönderilecek Arapça bilen personel ile ilgili bir konuşma geçmediği, böyle bir konuşmanın E.B. ile diğer şüpheli arasında gerçekleştiği, gözlem noktalarına giden ikmal araçlarının Rusya ve Suriye rejimi askerleri tarafından aranması şeklindeki bilginin ise zaten arama yapan kişilerce bilindiği, bu bilginin gizli olduğunun söylenemeyeceği belirtilmiştir.- "Libya’ya gidecek personelin en geç perşembe günü hazır olması istendi" şeklindeki mesajda 2/1/2020 gibi bir tarih bulunmadığı, ayrıca Libya’ya gönderilecek askerler konusunun 2/1/2020 tarihinde TBMM’de görüşüleceğinin herkesçe bilindiği, bu konuyla ilgili basında birçok haber yapıldığı belirtilmiştir.- "Rusya İdlip'teki tüm gözetleme noktalarının boşaltılmasını istedi" şeklindeki bilginin kamuoyunca bilinmesinin ulusal güvenlik açısından sorun oluşturmayacağı, kaldı ki söz konusu mesajın atılmasından önce bu konunun basında yer aldığı ve dillendirildiği (haber linklerine yer verilerek) belirtilmiştir.- "Libya görevi için Siirt Komando Tugayı'nın hazırlık yaptığı" şeklindeki konuşma içeriğinde Rusların boşaltılmasını istediği bölgede Siirt Komando Tugayının olduğundan, Rusların ''Boşalt.'' demesi üzerine Siirt Komando Tugayının gündeme geldiğinden bahsedildiği, oradaki hasım güçlerin bildiği ve istediği bir durumun gizliliğinden söz edilemeyeceği, ayrıca Siirt Komando Tugayı ile ilgili olarak internette birçok haberin ve görselin bulunduğu belirtilmiştir.- "Libya'ya görevlendirilen personelin Antep'te toplanacağı, İskenderun'dan deniz yoluyla Trablusgarp'a gidecek birliğin Komd. Tugayı olması" şeklindeki bilginin daha önce kamuoyunda yer aldığı belirtilmiştir (Haber linki verilmiştir.).- "Libya Görev Kuvvet Komutanının Korgeneral G. olduğu ve Libya'ya gittiği" şeklindeki bilgiye ilişkin olarak bu konuşmadan önce birçok gazetede Libya’ya bir korgeneralin gittiğinin haberleştirildiği ve kamuoyuna açıklandığı, bu kişinin 10/1/2020 tarihinde Libya askerî müşaviri olarak atandığı, böyle bir göreve atanan kişinin Libya’da görev komutanı olmasının zaten tahmin edilebileceği, bu bilginin paylaşılması nedeniyle devletin askerî veya siyasi olarak zarar görmesinin mümkün olamayacağı, böyle bir bilginin gizli olamayacağı belirtilmiştir. - "Libya'ya görevlendirilen silahlı Tugay seviyesinde bir birliğin 20-21 Ocak 2020 gecesi intikal ettiği" şeklindeki bilgiye ilişkin olarak Libya’ya asker gönderileceğinin zaten kamuoyunda bilindiği, bu konuya ilişkin olarak yetkililerce de birçok açıklama yapıldığı (Haber linkleri verilmiştir.), bu haberlerden sonra yapılan konuşmayla gizli kalması gereken bir sırrın ifşa edilmesinin mümkün olamayacağı belirtilmiştir.-"Hafter’e bağlı güçlerin birliğimizin bulunduğu havaalanını bombaladığı insansız hava aracının düşürüldüğü" şeklindeki bilgiye ilişkin olarak meydana gelmiş bir vakanın nakledilmesinin suç oluşturmayacağı, düşman kuvvetlerince yapılan bir işin gizli sayılmasının bir mantığının olmadığı, kaldı ki bu konuşmadan önce insansız hava aracının düşürüldüğüyle ilgili haberlerin basında yer aldığı (Haber linkleri verilmiş.) ileri sürülmüştür. - "Özgür Suriye Ordusu tarafından 4 Rus özel kuvvet personelinin öldürüldüğü, 50 istihkam subayının bölgedeki gözlem noktalarının tahkim edilmesinde görevlendirildiği" şeklindeki konuşmada E.B.nin başvurucuyla Genelkurmay Başkanlığı istihbarat raporlarında geçen konuları paylaştığı ileri sürülmüş ise de söz konusu konuşmada istihbarat raporlarında geçen bir bilginin değil olması muhtemel bir olaya ilişkin yorumun paylaşıldığı, bu bilginin gizli kabul edilemeyeceği, Özgür Suriye Ordusu tarafından dört Rus özel kuvvet personelinin öldürülmesinin Türk devletinin gizli bilgisi sayılamayacağı, kaldı ki bu konunun daha önce haberleştirildiği (Haber linkleri verilmiş.) belirtilmiştir.- "Suriye/Taftanaz Üssünün takviye edileceği, mayın/EYP'lere yönelik kullanılmak üzere yeni bir sistemin gönderildiği, bölgede meydana gelen saldırılarda 5 personelin şehit edildiği, 5 personelin de yaralandığı" şeklindeki konuşma içeriğinde Taftanaz Üssü'nün takviyesi hakkında bir bilginin verilmediği, mayın sisteminden de bahsedilmediği, vurulan Türk konvoyunun bu bölgeye giden bir konvoy olduğu ima edilerek yorum yapıldığı, zaten bu konunun hasım güçlerce tespit edilmesi üzerine saldırının gerçekleştiği, Taftanaz Üssü ile ilgili daha önce ayrıntılı birçok haber yapıldığı (Haber linkleri verilmiş.), şehitlerle ilgili de söz konusu konuşmadan önce haberlerin basında yer aldığı belirtilmiştir.- "66'ncı Mknz. P.Tug. K.lığınca NATO görevi için bölük seviyesinde hazırlık yapıldığı, konteynr geldiği" şeklindeki konuşmada da Türkiye’nin NATO üyesi olması hasebiyle bu üyelik çerçevesinde bir birlik içindeki nöbet değişimiyle ilgili anlatımın yer aldığı, bu nöbet değişiminin NATO üyesi ülkeler tarafından zaten bilindiği, hâl hatır sorma tarzındaki bir konuşmada geçen bu bilginin sır sayılacak özel bir niteliği olmadığı belirtilmiştir.- "Rusya’nın uyarısına rağmen topçu atışlarına devam edilmesi sonucu yapılan hava harekâtında 2 şehit verildiği" şeklindeki bilginin anılan konuşmadan önce basında yer aldığı, bu konuda yetkili makamlarca açıklamalar yapıldığı, dolayısıyla gizli bilgiden bahsedilemeyeceği belirtilmiştir.- " Komando Tugay Komutanlığına ait bir taburun bu tarih itibariyle saat 18:00 civarında Oğulpınar'a intikâl ettiği ve bölgeye sokulacağı" şeklindeki bilgiye ilişkin olarak Suriye’de birçok Türk birliğinin olduğu, bu birliklerin Hatay ve Gaziantep bölgesinden Suriye’ye giriş yaptığı, Oğulpınar Sınır Kapısı'ndan yüzlerce birliğin daha önce giriş yaptığı hatta bu yerin daha önce pek çok üst düzey yetkilisince basının önünde ziyaret edildiği, böyle bir yere bir taburun kaydırılması bilgisinin devletin güvenliği açısından ciddi bir sakınca oluşturmayacağı, ayrıca başvurucunun isteği üzerine paylaşılmadığı, bu nitelikteki askerî sevkiyat ile ilgili daha pek çok haberin yapıldığı ve bunun bir sorun oluşturmadığı belirtilmiştir.- "Sarıkamış Komando Tugayının bir taburunun İdlib'te hava saldırısına uğradığı, 2 şehit, 11 yaralı bulunduğu" şeklindeki bilgiye ilişkin olarak vuku bulmuş bir olayın gizli sayılamayacağı, devletin bu olayın meydana gelmesiyle zarar gördüğü, bu olayın açıklanması nedeniyle devletin güvenliğinin zarar gördüğünün söylenemeyeceği ifade edilmiştir. 9/11/2020 tarihli duruşmadaki ara kararına istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme (5237 sayılı Kanun'un maddesi) suçundan da iddianame düzenlenmiştir. Bu iddianame Mahkemece 14/12/2020 tarihinde kabul edilmiş ve E.2020/276 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte bu davanın E.2020/206 sayılı dosyada devam eden dava ile birleştirilmesine karar vermiştir.6/1/2021 tarihli ikinci duruşmada sanık E.B.nin görevi gereği bahse konu bilgi ve belgelere erişim yetkisinin bulunup bulunmadığı yönünde Kara Kuvvetleri Komutanlığına yazılan müzekkereye cevap verilmiştir. Bu müzekkere cevabına göre otuz bir evraktan beşiile ilgili olarak E.B.nin erişim yetkisinin olduğu, bu evraklardan 27/12/2019 tarihli konuşmada geçen Libya'ya gönderilecek Arapça bilen personel sayısına ve 28/2/2020 tarihli konuşmada geçen Komando Tugayına ait bir taburun bu tarih itibarıyla saat 00 civarında Oğulpınar'a hareket edeceğine ilişkin evrakın sanığa havale edilmediği, 30/12/2019 tarihli konuşmada geçen Libya'ya görevlendirilen personelin en geç 2/1/2020 tarihinde hazır olmasına ilişkin belgenin 31/12/2019 tarihinde sanığa havale edildiği, sanığın da bu belgeyi 13/1/2020 tarihinde okuduğu, Libya görevi için E/H sistemi talebine ilişkin üç evrakın 30/12/2019 tarihinde farklı saatlerde iki kez havale edildiği ancak sanığın bu evrakı okumadan sildiği, 15/2/2020 tarihli konuşmada geçen Mknz. P. Tug.nın bölük seviyesinde hazırlık yaptığına ilişkin belgenin 5/2/2020 tarihinde sanığa havale edildiği, sanığın bu belgeyi 6/2/2020 tarihinde okuduğu bildirilmiştir. Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçundan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında dava açılmış ise de Mahkemece başvurucunun eyleminin yasak bilgileri temin etme suçu kapsamında kaldığı değerlendirilmiş ve bu suçtan verilen 1 yıl 1 ay 10 günlük hapis cezasının ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucunun devletin güvenliğine ilişkin bilgileri açıklama suçundan cezalandırılması istemiyle dava açılmış ise de başvurucunun eyleminin yasak bilgileri açıklama suçu kapsamında kaldığı değerlendirilmiş ve bu suçtan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucu ile E.B. arasındaki telefon konuşmaları ile mesajlaşmaları tek tek değerlendirerek başvurucunun bu bilgileri görevi gereği temin etme imkânının olmadığını, bu bilgileri E.B. aracılığı ile temin ettiğinin sabit olduğunu açıklamıştır. Mahkemeye göre bu konuşma ve mesajlarda geçen söz konusu bilgilerin, devletin güvenliği ve menfaati için gizli tutulduğu, dolayısıyla sır olarak kabul edilmesi gerektiği açıktır. Mahkemenin değerlendirmeye aldığı bilgilerin özünde devlet sırrı niteliğinde bir bilgi mi yoksa yetkili makamların açıklamasını yasakladığı bir bilgi mi olduğu hususunu tartışan Mahkeme, bu bilgilerin özünde devlet sırları kadar olmasa da devlet menfaatleri için önemli görülen bilgi veya belgeler olarak kabul edilmesi gerektiğinden hareketle başvurucunun bu eyleminin 5237 sayılı Kanun'un maddesindeki suç kapsamında olduğu sonucuna varılmıştır. Mahkeme, bazı konuşma ve mesajlaşmalar yönünden ise daha önce kamuya aleni hâle gelmesi veya suç teşkil edecek bir bilgiyi temininin söz konusu olmadığı gerekçesiyle değerlendirmeye esas almadığını belirtmiştir. Bazı kayıtlar yönünden ise Millî Savunma Bakanlığınca herhangi bir cevap verilmediği gerekçesiyle açıklanması yasak nitelikte bir bilginin olup olmadığı tespit edilemediğinden bu hususların sanık aleyhine değerlendirilmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, açıklama eylemi yönünden ise başvurucunun E.B.den temin ettiği bilgileri altı köşe yazısında paylaştığını belirtmiştir. Değerlendirmeye esas alınan bu yazılar 23/5/2018 tarihli ve "Hulusi Akar bizim kardeşimizdir" konu başlıklı yazı, 25/11/2019 tarihli ve "Ne yani devletin gazetesi de mi yalan yazdı" konu başlıklı yazı, 18/12/2019 tarihli ve "Libya'ya ne tür 'asker' gönderilecek'" konu başlıklı yazı, 24/12/2019 tarihli ve "Kim bu Hafter'le görüşen Türk komutanlar" konu başlıklı yazı, 20/1/2020 tarihli ve "Libya'ya hangi komutan gitti... Yerine kim geldi" konu başlıklı yazı ile 23/2/2020 tarihli ve "Suriye milli ordusu ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla Libya’ya gitti." konu başlıklı yazılardır. Mahkemeye göre yalnızca 13/1/2020 tarihli konuşmadaki Libya'ya giden birliğin komutanın başvurucunun 20/1/2020 tarihli yazısında açıklanması özünde devlet sırrı kadar olmasa da devlet menfaatleri için önemli görülen bilgi olarak kabul edilmesi gerekir. Mahkeme diğer yazılarda ise suç teşkil eden bilgilerin yer almadığını değerlendirmiştir. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun eyleminin 5237 sayılı Kanun'un maddesindeki suç kapsamında olduğunu kabul etmiştir. Mahkeme bir bilginin haber değeri taşıması için kamuoyunda ilgi uyandıracak nitelikte olması gerektiğini, başvurucunun temin ettiği bilgilerin ise kamuoyunun ilgisini çekebilecek nitelikte olmayıp tamamen askerî işleyişle ilgili olduğunu değerlendirmiştir. Mahkemeye göre başvurucu da sadece tek bir bilgiyi kamuoyu ile paylaşmıştır. Mahkeme, basın özgürlüğünün sınırlanabileceğini, başvurucu ile E.B. arasında geçen ve suç teşkil eden konuşmalardaki bilgilerin devletin menfaatleri için önemli kabul edilen bilgiler olduğu için basın özgürlüğünün sınırları dışında kaldığını açıklamıştır. Mahkeme ayrıca mesleki deneyimi ve tecrübesi olduğu bilinen başvurucunun deneyimi sebebiyle hangi bilgilerin sır olarak kabul edilip edilmeyeceğini bilebilecek durumda olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme son olarak başvurucunun E.B.den istihbarat raporları olup olmadığını da sorduğunu dikkate alarak başvurucunun bilerek ve isteyerek bu bilgileri almak amacıyla hareket ettiğini değerlendirmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. A. Ulusal Hukuk Kanun Metinleri 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa." 5237 sayılı Kanun'un "Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil, savaş zamanında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye koymuşsa, faile on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Fiil, failin taksiri sonucu meydana gelmiş ise birinci fıkrada yazılı olan halde, faile altı aydan iki yıla, ikinci fıkrada yazılı hallerden birinin varlığı halinde ise üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye koymuşsa müebbet hapis cezası verilir." Yargıtay Kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2016/6690 ve K.2018/604 sayılı kararında 5237 sayılı Kanun'un ile maddeleri arasında düzenlenen suçlar bakımından ayrıntılı bazı değerlendirmeler yapılmıştır. Daire bu suçlar ile korunan hukuki yararın; devlet güvenliği, iç veya dış siyasal yararları ve millî savunmaya ilişkin menfaatler olduğunu belirtmiştir. Madde gerekçesinde ifade edildiği şekliyle korunan menfaatin millî savunma olarak belirtilmesine vurgu yapan Daire, korunan hukuki değerin belgenin veya bilginin ihtiva ettiği sır olmayıp devletin güvenliği ve siyasi menfaatleri olduğunu açıklamıştır. Daireye göre önemli olan husus temin edilen ya da açıklanan bilgilerin devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları gereği gizli kalmasının zorunlu olmasıdır. Daire, suçların konusunu ise devletin güvenliği veya iç ya da dış siyasal yararları gereği, niteliği bakımından gizli kalması gerekli bilgilerin oluşturduğunu ifade etmiştir. Daireye göre gizliliği gerekli kılan husus devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararlarıdır. Daire ayrıca devletin güvenliği veya siyasal yararları ile yakından ilgili olan ve elde edilmesi bu değerleri tehlikeye sokabilecek mahiyet taşıyan bu bilginin özünde sır niteliğinde olması da gerektiğini belirtmiştir. Daire bilginin temin edilmeden önce açıklanmış veya herkes tarafından bilinen bir husus hâline gelmiş ise artık sır olma vasfını kaybettiği için teminin suç oluşturmayacağını ifade etmiştir. Bununla birlikte daha önce kısmen açıklansa veya yayına konu olsa da kapsam ve niteliği itibarıyla devletin güvenliği veya siyasal yararlarını koruma kabiliyetini muhafaza eden bilginin teminin de bu suçlara vücut vereceği açıklanmıştır. Daireye göre gizli kalması gerekli bilgilerin temin edilmesi veya açıklanması dışında başka bir neticenin gerçekleştirilmesi şartı aranmamıştır. Daire; temin etmenin belgelerin alınmasını gerektirmeden bu belgelerin içindeki bilgilerin öğrenilmesi anlamında olduğunu, temin etmenin bilgiyi içeren belgeyi ele geçirme, kopyasını elde etme, fotoğrafını çekme, başka bir yere kaydetme gibi çeşitli davranışlarla işlenebileceğini açıklamıştır. Bilginin temini için kullanılan vasıtanın önemi olmadığı gibi bilgiyi içeren belgenin de elde edilmiş olması ve temin edilen bu bilginin başkasına verilmesinin şart olmadığı ifade edilmiştir. Açıklama ise devlet sırlarının bir veya birden fazla kişiye her ne suretle olursa olsun bildirilmesi ya da nakledilmesi olarak tanımlanmıştır. Daireye göre 5237 sayılı Kanun'un maddesini, maddesinden ayıran unsur, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları gereği niteliği bakımından gizli kalması gerekli bilgilerin siyasal veya askerî casusluk özel maksadı/saiki ile açıklanmasıdır. Daire hangi bilgilerin devlet sırrı olarak tasnif edileceğine karar verme yetkisinin sır teşkil eden alan kanunla belirlenecekse Türkiye Büyük Millet Meclisine, idari bir kararla tespit edilecekse yürütme organına ait olduğunu vurgulamıştır. Daireye göre yargılama yapan mahkemenin görevi idari kararla sır olarak tasnif edilen bilginin;i. Kanunun belirlediği devletin güvenliği, iç veya dış siyasi yararları alanına ilişkin olup olmadığı, bilginin devletin elinde veya kontrolünde bulunup bulunmadığı, açıklanması hâlinde ulusal güvenlik veya uluslararası ilişkiler bakımından ciddi zarar ve tehlikeye sebebiyet verip vermeyeceği, ii. Sır kararının yetkili makamlarca usulüne uygun olarak verilip verilmediği,iii. Sırrın daha önce açıklanması nedeniyle herkes tarafından bilinen şey hâline gelip gelmediği,iv. Sır olarak kabul edilen bilginin bir suçun işlenmesine ilişkin olup olmadığı,v. Temin suçları yönünden sırrın temininde özel bir çaba sarf edilip edilmediği,vi. Ölçülülük ilkesine uyulup uyulmadığı hususlarını tartışıp değerlendirmek ve denetlemekten ibarettir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan "gizli olarak elde edilen bilgilerin açıklanması" ifadesini sır tutma yükümlülüğü olan bir kişinin aldığı gizli bir bilgiyi açıklamasını veya bu şekilde bir yükümlülük altında olmayan gazeteci gibi üçüncü bir kişinin elde ettiği gizli bir bilgiyi açıklamasını kapsayacak biçimde yorumlamıştır (Stoll/İsviçre [BD], B. No: 69698/01, 10/12/2007, § 61). AİHM’e göre devlet kararları ve faaliyetleri, gizli veya sır niteliği nedeniyle yargı denetimleri ya da demokratik denetim dışında kaldığında basın özgürlüğü daha fazla önem arz etmektedir. Bu çerçevede devlete ait gizli bilgilerin açıklanması demokratik bir toplumda çok önemli bir rol oynamaktadır; bu durum, sivil toplumun hükûmetin faaliyetlerini denetlemesine imkân vermektedir zira sivil toplum, menfaatlerinin korunmasını hükûmete bırakmıştır. Üstelik bir gazeteciye, gizli veya sır niteliğindeki bilgileri açıklama nedeniyle verilen ceza, kamu yararı sorunlarıyla ilgili olarak kamuyu bilgilendirme hususunda medya çalışanlarını caydırabilmektedir. Benzer durumda basının kaçınılmaz nitelikteki bekçi köpeği rolü zarar görebilecek, kamuya doğru ve güvenilir bilgi sunma imkânı olumsuz yönde etkilenebilecektir (Görmüş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 49085/07, 19/1/2016, § 48). AİHM, belirli hassas bilgi ögelerinin gizli veya sır niteliğini korumayı ve bu amaca aykırı eylemleri kovuşturmayı amaçlayan düzenlemeler konusunda üye devletlerde önemli farklılıklar olduğunu kaydetmiştir. Dolayısıyla devletlerin bu alanda belirli bir takdir marjlarının olduğuna işaret etmiştir (Stoll/İsviçre, § 107). AİHM'in yerleşik içtihadına göre, bir kez kamuya açık hâle getirildikten veya gizli olmaktan çıktıktan sonra bilgilerin ifşa edilmesini önlemek demokratik toplumda gerekli bir müdahale sayılamayacaktır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, B. No: 13585/88, 26/11/1991, §§ 66-70; Weber/İsviçre, B. No: 11034/84, 22/05/1990 § 49; Sunday Times/Birleşik Krallık (No. 2), (B. No: 13166/87, 26/11/1991, §§ 52- AİHM gizli bilgilerin veya ulusal güvenlik meseleleriyle ilgili bilgilerin gazeteciler tarafından ifşa edilmesiyle ilgili birçok davada, devletin aldığı tedbirlerin gazetecilerin ifade özgürlüğüne müdahale teşkil ettiğine karar vermiştir (Girleanu/Romanya, B. No: 50376/09, 26/6/2018, §§ 71, 72; Dammann/İsviçre, B. No: 77551/01, 25/4/2006, § 28). AİHM; ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekliliğini değerlendirirken çatışan menfaatlerin dengelenmesi, başvurucuların tutumu, yerel mahkemeler tarafından yapılan inceleme ve cezanın orantılılığı gibi çeşitli kriterleri gözönünde bulundurmaktadır (Stoll/İsviçre, § 112). İlgili menfaatleri değerlendirirken AİHM, öncelikle söz konusu belgenin içeriğinin kamu yararına yönelik bir tartışmaya katkıda bulunup bulunmadığını incelemektedir (Stoll/İsviçre, §§ 118-124). AİHM ayrıca somut davada değerlendirmeye tabi tutulacak menfaatlerin niteliğini de dikkate almaktadır (Stoll/İsviçre, §§ 115, 116). Bu bağlamda AİHM vatandaşların ilgili ulusal makamlara güven duymalarının sağlanması gibi menfaatlere de atıfta bulunmuştur (Görmüş ve diğerleri/Türkiye, § 63). AİHM, gazetecilerin tutumlarının değerlendirilmesinde gazetecinin gizli bilgiyi elde etme yöntemi ve söz konusu yayının şekli olmak üzere iki hususun dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir (Stoll/İsviçre, § 140). Bu kapsamda başvurucunun bir gazetecilik araştırması bağlamında gizli askerî bilgilerin ifşası nedeniyle yaptırıma maruz kaldığı bir davada AİHM; başvurucunun özel görev ve sorumlulukları bulunan silahlı kuvvetlerin bir üyesi olmamasını, bilgileri hukuka aykırı yollarla elde etmemesini ve aktif olarak da elde etmeye çalışmamasını başvurucunun tutumu kriteri açısından ihlal sonucuna ulaşırken dikkate almıştır (Girleanu/Romanya, § 91). Başvurucu gazetecilerin polislerin görüşmelerini yasa dışı olarak dinlediği bir davada ise AİHM, sorumlu gazetecilik kavramının gazetecilerin ceza kanunlarına uyma yükümlülüğünü ihlal ettikleri durumlarda -cezai nitelik taşıyanlar da dâhil olmak üzere- yasal yaptırımlara maruz kalabileceğinin farkında olmasını gerektirdiğini belirtmiştir (Brambilla ve diğerleri/İtalya, B. No: 22567/09, 23/6/2016, § 64). Bu husus bir gazetecinin bilgi elde etmek için hileye, tehdide başvurması veya bilgi almak istediği kişiye başka bir şekilde baskı uygulaması durumunda da geçerlidir (Dammann/İsviçre, § 55). Bununla birlikte bir başvurucunun bu açıdan yasa dışı hareket etmemiş olması, onun görev ve sorumluluklarını yerine getirip getirmediğinin değerlendirilmesinde mutlaka belirleyici bir faktör değildir (Stoll/İsviçre, § 144). Yerel mahkemelerce yapılan inceleme kriteri açısından AİHM, geleneksel olarak devletin egemenliğinin sert çekirdeği ile ilgili bir alan olan ulusal çıkarların tanımlanmasında Sözleşme’ye taraf devletlerin yerini almak gibi bir görevi olmadığını, bununla birlikte madde ile güvence altına alınan hakların kullanımına yapılan müdahalenin incelenmesinde yargılamanın hakkaniyete uygunluğuna ilişkin tespitlerin de dikkate alınması gerekebileceğini belirtmiştir (Görmüş ve diğerleri/Türkiye, § 64). Bu kapsamda gizlilik kavramının tamamen şeklî uygulanmasının söz konusu çıkarların dengelenmesini gerçekleştirmek amacıyla gizli belgelerin maddi içeriğini dikkate almasını önleyecek kadar hâkimi engelleyip engellemediğinin incelenmesi gerekmektedir. Böyle bir imkânsızlık, Sözleşme’nin maddesi ile korunan hakların kullanımına yapılan müdahalenin haklı gösterilmesinin denetlenmesine engel olacaktır (Görmüş ve diğerleri/Türkiye, §§ 64-66). AİHM ayrıca yerel mahkemelerin başvurucunun tutumunu dikkate almalarının, söz konusu bilgilerin gerçekten bir tehdit oluşturup oluşturmayacağını teyit etmelerinin ve söz konusu belgelerin gizliliğini korumaya yönelik menfaat ile bir gazetecilik araştırmasından doğan menfaat ile kamuoyunun ifşadan ve hatta belgelerin gerçek içeriğinden haberdar olma menfaati arasında bir dengeleme yapılmasının gerekli olduğunu belirtmiştir (Girleanu/Romanya, § 95). Yaptırımın orantılılığıyla ilgili olarak AİHM, gizli askerî bilgilerin ifşasına ilişkin cezai yaptırımlara dair davalarda ulusal makamlara belirli bir takdir payı bırakılması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak AİHM bir gazetecilik araştırması için uygulanan para cezasının nispeten düşük miktarının bile Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermesini engellemeyeceğini belirtmiştir. AİHM’e göre bir kişinin salt mahkûm edilmesi bazı durumlarda verilen cezanın hafif niteliğinden daha önemli olabilir. AİHM belgelerin gizliliği kaldırıldıktan sonra, başvuruculara herhangi bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı hususunun daha kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Girleanu/Romanya, §§ 96-98). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18546 | Başvuru, gazeteci olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Büyüknacar Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine açtığı iş akdinin feshinden kaynaklanan tazminat ve alacak davası sonunda hükmedilen bedellerin ödenmediğini, Belediye aleyhine yaptığı icra takibinin sonuçsuz kaldığını belirterek, çalışma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 20/5/2013 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 14/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/12/2013 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesi Büyüknacar Belediye Başkanlığında (Belediye) işçi olarak çalışmakta iken, Belediye Başkanlığınca 23/6/2009 tarihinde, işyerindeki verimi düştüğü gerekçesiyle başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, 31/7/2009 tarihinde Belediye aleyhine Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek kıdem, ihbar, kötüniyet, iş güvencesi tazminatlarının tahsili ile diğer ücret alacaklarının ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, 4/5/2010 tarih ve E.2009/551, K.2010/355 sayılı kararla başvurucunun yazı işleri müdürü olarak çalıştığı sırada 29 Mart yerel seçimlerinden sonra temizlik işine verildiği, akabinde de iş akdinin haksız olarak feshedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 779,00 TL kıdem tazminatının 23/6/2009 tarihinden itibaren en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte, 480,80 TL ihbar tazminatının 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 380,80 TL'sinin ıslah tarihi olan 22/3/2010 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, 075,00 TL yıllık izin ücretinin 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 975,00 TL'sinin ıslah tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, 100,00 TL iş güvencesi tazminatının 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 000,00 TL'sinin ıslah tarihinden itibaren en yüksek işletme kredi faiziyle birlikte, 600,00 TL ilave tediye alacağının 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 500,00 TL'sinin ıslah tarihinden itibaren en yüksek işletme kredi faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile başvurucuya verilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, 3/8/2010 tarihinde anılan Mahkeme kararına dayalı olarak Belediye aleyhine Adana İcra Müdürlüğünün E.2010/10062 sayılı dosyasında, hükmedilen tazminat ve alacaklar ile yargılama gideri, vekalet ücreti ve işlemiş faiz toplamı olan 123,76 TL'nin faiziyle tahsili amacıyla ilâma dayalı icra takibi başlatmış ve Belediyeye icra emri gönderilmiştir. Takibin kesinleşmesi sonucu başvurucunun talebi üzerine, Belediyenin Ziraat Bankasında bulunan ve İller Bankasından gelen alacaklarının bulunduğu hesaplarına haciz konulmuştur. Belediye, başvurucu aleyhine 12/11/2010 tarihinde Adana İcra Hukuk Mahkemesinde açtığı şikâyet davasında, İller Bankasından gelen ödemeler üzerine haciz konulamayacağı iddiasıyla haczin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkemece, 23/11/2010 tarih ve E.2010/1016, K.2010/996 sayılı kararla Belediyeye ait banka hesaplarında bulunan vergi, resim, harç ve İller Bankasından gelen payların nitelikleri gereğince haczedilemeyecekleri gerekçesiyle Ziraat Bankası Pazarcık Şubesinde Belediyeye ait hesapta bulunan 067,84 TL üzerine konulan haczin kaldırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/2/2012 tarih ve E.2012/20652, K.2012/4701 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla) verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/2/2013 tarih ve E.2010/46966, K.2013/6641 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Karar, başvurucuya 19/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 20/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adana İcra Müdürlüğü 15/12/2014 tarihli yazısında, 29/4/2014 tarihi itibarıyla toplam borcun 547,75 TL olduğunu, dosya kapsamında hiçbir ödeme yapılmadığını, icra dosyasının yenilenerek E.2013/7460 sayılı dosyasında takibin devam ettiğini bildirmiştir. B. İlgili Hukuk 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.” 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Temyiz dava icrayı tehir etmez. Ancak müstedi indettemyiz haksız çıktığı takdirde mahkümun bihi eda ve teslim edeceğine dair kefaleti kaviye göstermek veyahut mahkümunbih olan nutuk ve eşyayı bir mevkii resmiye depozito etmek veya hasmı tarafından emval ve emlakı haczedilmiş olmak şartiyle Mahkemei Temyiz talep üzerine müstacelen icranın tehirine karar verebilir.Müstedi Devlet ise veya müzahareti adliyeye nail olup da davanın ve hükmün mahiyetine ve ahvali saireye nazaran icranın tehiri icap ediyorsa bila teminat icranın tehirine karar verilebilir.Nafaka hükümleri müstesnadır.Gayrimenkule ve buna mütaallik aynı haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz. (Ek:12/6/1979-2248/9 md.) Hükmün kesinleştiği; ilamın altına veya arkasına yazılıp tarih ve mahkeme mührü konmak ve mahkeme başkanı veya hakimi tarafından imzalanmak suretiyle belirtilir.” 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İcranın geri bırakılması için verilecek süre” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İlâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde uzatılabilir. Borçlu, Devlet veya adlî yardımdan yararlanan bir kimse ise teminat gösterme zorunluluğu yoktur.…” 2004 sayılı Kanun’un “Haczi Caiz Olmıyan Mallar ve Haklar” kenar başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir: “Aşağıdaki şeyler haczolunamaz: Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,…” 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” kenar başlıklı maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:“Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3457 | Başvurucu, Büyüknacar Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine açtığı iş akdinin feshinden kaynaklanan tazminat ve alacak davası sonunda hükmedilen bedellerin ödenmediğini, Belediye aleyhine yaptığı icra takibinin sonuçsuz kaldığını belirterek, çalışma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 24/4/2012 tarihinde açtığı dava 27/6/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 25/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31256 | Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru tapu siciline güvenerek satın alınan taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Antalya ili Merkez ilçesi zabıt defterinin Zeytinköy Nisan 1325 tarihli ve 71-80 sıra numaralı tapu kayıtlarına göre 000 dönümlük (000 m²) olan paylı mülkiyete konu taşınmaza ilişkin olarak 1926 yılında Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinde ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkemece 11/1/1940 tarihli kararla taşınmazın yüz ölçümü artırılarak tapu kayıtlarının kapsadığı alan 202 m² olarak belirlenmiş ve hisseleri oranında sahipleri adına tescili ile ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmiştir. Bu taşınmaz, Antalya Satış Memurluğunca açık arttırma suretiyle 13/4/1944 tarihinde tapu kaydına yapılan tescile göre K.K. ve H.Ü.ye satılmıştır. Bu arada K.K. ve H.Ü. 1965 yılında taşınmazı ifraz ettirerek muhtelif kişilere satmışlardır. Taşınmazın 000 m²lik bölümü de 21/3/1974 tarihinde fundalık olarak tapuda başvurucuya satılmıştır. Köyün bağlı olduğu ilçe ile adı Aksu ilçesi Çamköy olarak değişmiş olup 1980 yılında bu köyde kadastro çalışmalarına başlanmıştır. Yapılan kadastro çalışmaları sırasında 229 parsel olarak sınırlandırılan bir taşınmaz makilik olarak Maliye Hazinesi (Hazine) adına tespit edilmiştir. Bu tespite yapılan itirazlar, Tapulama Komisyonunca 2/6/1981 tarihinde reddedilmiştir. Diğer taraftan kadastro çalışmaları sırasında başvurucunun dayandığı kök tapu kaydı Koyunlar köyü 364-444, 673-677, 743-754, 757-768, 230, 234, 235, 242, 243, 244, 207, 245, 356-363; Varsak köyü 2454-2459, 2475-2603, 2611- 2790, 2797-2820, 2863-2873 ve 3078-3082 parsel sayılı taşınmazlara uygulanmıştır. Bu taşınmazların toplam yüz ölçümü 926 m2'dir. B. Diğer Tapu Malikleri Tarafından Açılan Kadastro Tespitine İtiraz Davası Çamköy 229 numaralı parselde mülkiyet iddiasında bulunan ve itirazları reddedilen çok sayıda kişi 6/12/1982 tarihinde Antalya Tapulama Hâkimliğinde tapulama tespitine itiraz davası açmışlardır. Mahkeme 2/3/1984 tarihli kararıyla Hazine adına tespit işlemini iptal etmiştir. Gerekçede 1964 yılında yapılan ve kesinleşen tapulama dışı bırakma işleminin de bir tapulama olduğu vurgulanmış ve 1980 yılında ikinci defa yapılan tapulama çalışmasının "bir yerde iki defa tapulama yapılamaz" ilkesine aykırı olduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca taşınmazın 1976 yılında 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun maddesi uygulamasıyla orman rejimi dışına çıkarıldığının altı çizilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 13/7/1988 tarihinde bozulmuştur. Daire, hükümden sonra yürürlüğe giren ve elde bulunan davalara da uygulanacağı öngörülen 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile yeni bir sisteme geçildiğini, Kanun’un öngördüğü sicilleri oluşturabilmek için kadastro yapılması gerektiğini ve tapulama dışı bırakılan yerlerde tekrar kadastro yapılmayacağına dair bir hüküm bulunmadığını belirtmiştir. Bozma sonrası Antalya Kadastro Mahkemesi 23/9/1994 tarihinde 229 parsel sayılı taşınmazın yüz ölçümünün 601 m² olarak düzeltilmesine, teknik bilirkişilerce hazırlanan krokide A, B, C, D harfleriyle gösterilen toplam 698 m²lik bölümün Hazine adına; kalan 903 m²lik yerin ise krokide müstakil harflerle gösterilen tapu malikleri adına hisseleri nispetinde tespitine karar vermiştir. Bu karar da temyiz edilmiş ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/6/1995 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesinin Hazine adına tespite ilişkin hüküm fıkrası onanmış; kişiler adına tespite ilişkin hüküm fıkrası ise bozulmuştur. Kararın gerekçesinde 1964 yılında yapılan orman tahdidi ve 1976 yılında yapılan orman dışına çıkarma işlemi konusunda bir tartışma bulunmadığı, tartışmanın orman dışına çıkarılan alanın zilyetlikle kazanılıp kazanılamayacağına ve bir kısım davanın dayanak olarak aldığı tapu kayıtlarının taşınmazın bu kısmını kapsayıp kapsamadığına ilişkin olduğu hatırlatılmıştır. Gerekçenin devamında orman dışına çıkarılmadan tespit tarihine kadar yirmi yıllık süre geçmediğinden zilyetliğe dayanarak dava açanların temyiz istemlerinin reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, 6831 sayılı Kanun’un 2/B maddesinde yer alan “Orman sınırları dışına çıkarılacak yer, sınırlaması itirazsız kesinleşmiş tapulu arazi ise mülkiyet tekrar sahiplerine geçer” hükmü gereği orman tahdidinin itirazsız kesinleşip kesinleşmediğinin ve davacıların dayandıkları tapu kayıtlarının revizyon görüp görmediğinin araştırılması gerektiği, tapu kayıtlarının uyması hâlinde miktarı kadar arazinin kayıt maliklerine verilebileceği ifade edilmiştir. İlk derece mahkemesi, bozma kararına uyduğunu belirtmiş, ancak 10/6/1997 tarihli kararıyla 229 sayılı parselin kesinleşmeyen 903 m²lik bölümünün -haritasında bağımsız parseller olarak gösterilmek suretiyle- payları oranında tapu malikleri adına tesciline karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine incelemeyi yapan Yargıtay Hukuk Dairesi 7/7/1998 tarihli kararıyla bozma kararının uygulamasının yapılmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını tekrar bozmuştur. İlk derece mahkemesi 2/12/1999 tarihli kararıyla bozma kararına direnmiştir. Direnme kararını inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 27/6/2001 tarihli kararıyla direnme kararında hüküm fıkrası oluşturulmadığı gerekçesiyle direnme kararını bozmuştur. İlk derece mahkemesi 11/4/2002 tarihli kararıyla tekrar direnme kararı vermiştir.Direnme kararını inceleyen Yargıtay HGK 12/11/2003 tarihli kararıyla Yargıtay Hukuk Dairesinin görüşünü haklı bularak ikinci direnme kararını da bozmuştur. Bu defa bozma kararına uyan ilk derece mahkemesi 25/4/2005 tarihinde taşınmazın yüz ölçümünün düzeltilerek Hazine adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davacıların dayandığı Nisan 1320 tarihli kök tapu kayıtlarına ilişkin olarak açılan ortaklığın giderilmesi davasında kaydın yüz ölçümünün düzeltilmesine ilişkin bir dava da olmadığı hâlde Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinin 11/1/1940 tarihli kararıyla bu taşınmazın yüz ölçümünün 202 m² olarak düzeltildiği hatırlatılmıştır. Mahkeme söz konusu tapu kayıtlarının ilgili olduğu taşınmazın gerçek yüz ölçümünün ise daha düşük olduğunu, ayrıca kök tapu kayıtlarının değişebilir sınırlı olduğunu vurgulamıştır. Mahkemeye göre bu karar uyarınca 13/4/1944 tarihinde yapılan tescil yolsuz olup bu nedenle dayanılan tapu kaydının ihdas tarihindeki miktarı olan 000 m² esas alınmalıdır. Mahkeme ayrıca, dayanak tapu kaydının yüz ölçümü 000 m² olduğu hâlde tapu maliklerine 926 m² yer verildiğini açıklamıştır. Mahkeme; davacılara verilen yer ile dayanak tapunun yüz ölçümü arasında fark olduğunu, tapu kaydının sınırlarının ise değişebilir nitelikte bulunduğunu ve 1975 yılında Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılmış arazinin zilyetlikle kazanılmasının mümkün olmadığını belirterek netice itibarıyla davaya konu 229 parsel sayılı taşınmazın Hazine adına tapuya tescili gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 30/11/2006 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talepleri de aynı Daire tarafından 1/7/2008 tarihli kararla reddedilmiştir. Başvurucu Tarafından Açılan Tazminat Davası Kadastro tespitine itiraz davasının tarafı olmayan başvurucu, yukarıda değinilen kararın kesinleşmesinden sonra tapu siciline güvenerek aldığı taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi sebebiyle zarara uğradığını belirtmek suretiyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine dayanarak 26/6/2009 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Mahkeme 3/4/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, aynı taşınmaza yönelik olarak başka bir kişi tarafından Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davayı emsal olarak göstermiş ve Yargıtayca davanın reddine ilişkin hükmün onandığını belirterek bu davadaki gerekçelerle eldeki davanın reddi sonucuna varıldığını açıklamıştır. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 10/6/2014 tarihinde onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 9/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Emsal Tazminat Davası O.A.A. tarafından başvurucunun açtığı davada belirtilen sebeplerle Hazine aleyhine 29/6/2009 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açılmıştır. 7/3/2010 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, Kadastro Mahkemesi kararına atıfta bulunularak başvurucunun satın aldığı tapu kayıtlarının 229 numaralı parsele ait olduğu iddiasının Kadastro Mahkemesince reddedildiği hatırlatılmış; tapu maliklerine, dayanılan tapu kayıtlarının miktarından daha fazla yer verildiği ve davacılar adına mevcut kayıtların 229 numaralı parsel dışında çok sayıda parsele revizyon gördüğü ifade edilmiştir. Kararda, dava dilekçesinde belirtilen hususların tapu kaydının yanlış tutulmasından kaynaklanmadığı sonucuna ulaşılmış ve başvurucunun kadastro öncesi satın aldığı tapu kayıtları hangi kadastral parsellere uygulanmış ise yasal süresi içinde o parsellerin tespit malikleri aleyhine talepte bulunabileceği vurgulanmıştır. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 17/1/2012 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, davacının dayandığı tapu kaydının miktarı 202 m2ye çıkarılmışsa da bu kararın davada taraf olmayan Hazineyi bağlamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca kaydın değişebilir nitelikte sınırlar içerdiği ve bu nedenle kapsamının yüz ölçümüne değer verilerek saptanacağı vurgulanmıştır. Bunun yanında kaydın toplam 926 m2 büyüklüğündeki gerçek yüz ölçümünden daha fazla bir alana uygulandığı tespitine yer verilmiştir. Daire özellikle davacının çekişmeli 229 parsel sayılı taşınmaz için mevcut bir tapu kaydının bulunmadığını, bu yüzden söz konusu taşınmaza yönelik olarak kadastro mahkemesi kararının kesinleşmesiyle zarara uğradığından söz edilemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Dairenin 6/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/7/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tarıma elverişli olmıyan sahipsiz yerler ile aynı nitelikte olan sahipsiz kayalar, tepeler, dağlar ve Orman Kanunu uyarınca orman sayılan yerler, tapulamaya tabi tutulmaz. Birlik sınırları içinde kalan bu gibi gayrimenkullerin tapulamaya 766 tabi olup olmadığı hususunda ilgililer arasında anlaşmazlık çıkarsa, tapulama tutanağı ve krokisi yapılır. Anlaşmazlık sebebi tutanakla belirtilir.Anlaşmazlık bu kanunda yazılı usul ve ilgili kanunların esasları dairesinde çözülür." 766 sayılı mülga Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Orman Kanunu uyarınca, tahditleri yapılarak kesinleşmiş ve tescil edilmiş ormanlara ait kayıtlar, müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne olduğu gibi aktarılır." 3402 sayılı Kanun’un "Kamu malları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:...D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.” 6831 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.…J) Funda veya makilerle örtülü orman ve toprak muhafaza karakteri taşımıyan yerler;Orman sayılmaz.” 6831 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. " 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 32; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.),B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağına dair Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3346 | Başvuru tapu siciline güvenerek satın alınan taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, kanun iptali talebi nedeniyle de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/14510 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/14510 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen 2022/1305 sayılı dosyada 26/7/2023 tarihinde, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanmasının Bölüm kararını gerektirmesi nedeniyle başvurunun Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/14510 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, kanun iptali talebi nedeniyle de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutuklama koşulları bulunmadığı halde tutuklanması, tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin soyut olması ve makul sürede hakkında dava açılmadan tutukluluğunun devam ettirilmesi nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/11/2012 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüm’e gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 13/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 5/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 9/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini 21/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi, ekleri, Bakanlık görüş yazısı ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Eski bir milletvekili olan başvurucu, mülga 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliğince yürütülmekte olan 2010/521 sayılı soruşturma kapsamında “PKK/KCK Örgütüne üye olmak” suçlaması ile 13/1/2012 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK.maddesi ile görevli) 16/1/2012 tarih ve 2012/5 sorgu sayılı kararı ile PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Karar gerekçesinde, “şüphelilerin üzerlerine atılı olan silahlı PKK/KCK terör örgütüne üye olmak suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, sanıkların kaçma şüphesi içerisinde olmaları, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, örgütsel eylemlerin yoğunluğu ve suçun niteliğine göre CMK 100/3-a, 8 maddesi gereğince tutuklama nedenlerinin var olduğu kabul edildiğinden şüpheliler Fatma Kurtulan, … ‘ın CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMALARINA” denilmiştir. Başvurucunun 9/7/2012 tarihli tahliye talebi üzerine İstanbul 1 nolu Hakimliği (3713 sayılı Kanun'un maddesi ile görevli) 27/7/2012 tarih ve 2012/28 değişik iş sayılı kararı ile tahliye talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun itirazı, İstanbul 2 No'lu Hakimliğinin 12/9/2012 tarih ve 2012/103 İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... ele geçirilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde mevcut olan bu delillerin şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğunun kabulü için yeterli olduğu, suçun 5271 Sayılı CMK'nıın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle varolduğu kabul edilen tutuklama nedenlerinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, tutuklulukta geçen süre, işin önemi, suç için yasada öngörülen cezanın alt ve üst sınırları ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüpheli hakkında adli kontrol tedbirinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşıldığından ... tahliye talebinin REDDİNE" Başvurucu vekili itirazın reddedildiğini haricen öğrendiğini, başvurularına rağmen ret kararının kendilerine tebliğ edilmediğini beyan etmiştir. Ancak UYAP sisteminde yapılan araştırmada söz konusu kararın 17/9/2012 tarihinde cezaevinde başvurucuya tebliğ edildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 6/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 31/12/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 21 kişi hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucunun "silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak" suçundan cezalandırılması istenilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 30/4/2013 tarih E.2013/8 sayılı oturumda ise, yargılamanın bulunduğu aşama ve başvurucunun tutuklu kaldığı süreyi dikkate alarak başvurucunun tahliye edilmesine karar vermiştir. Söz konusu kararla, başvurucuya yurtdışına çıkış yasağına ilişkin adli tedbir uygulanmıştır. Başvurucu 30/4/2013 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 30/4/2013 tarih ve E.2013/8, K.2013/42 sayılı yetkisizlik kararı ile dava dosyasını Ankara Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 21/6/2013 tarih ve E.2013/40, K. 2013/22 sayılı karar ile karşı yetkisizlik kararı vermesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 17/9/2013 tarihli kararı ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Dava dosyasının gönderildiği İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarih ve E.2013/206 sayılı yazıyla 6526 sayılı Kanun’un maddesi gereğince dava dosyasını İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi de 15/4/2014 tarih, E.2014/81, K.2014/92 sayılı karar ile yetkisizlik kararı vererek dava dosyasını Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 3/6/2014 tarih, E.2014/120, K.2014/43 sayılı karar ile yetkili mahkemenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesiyle karşı yetkisizlik kararı vererek yetkili mahkemenin belirlenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Dava dosyası halen Yargıtay incelemesindedir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.(Ek fıkra: 22/7/2010 - 6008/4 md.) Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/561 | Başvurucu, tutuklama koşulları bulunmadığı halde tutuklanması, tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin soyut olması ve makul sürede hakkında dava açılmadan tutukluluğunun devam ettirilmesi nedenleriyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru; askerlik hizmeti sırasında beyninde kitle (tümör) olduğu anlaşılan ve gördüğü tedavilere rağmen yaşamını yitiren bir askerin yakınlarının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyleyaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İlk başvurucunun oğlu ve diğer başvurucuların kardeşi olan 1987 doğumlu Adem Akay, askerlik hizmetini yaptığı sırada beyninde bir kitle olduğunun tespit edilmesi üzerine uzun süre tedavi görmüş ancak kurtarılamayarak 6/3/2011 tarihinde yaşamını yitirmiştir.A. Adem Akay'ın Askerlik Süreci ve Ölümü Başvurucuların yakını Adem Akay, askerlik hizmetine başlamadan önce 23/8/2006 tarihinde sağlık muayenesinden geçirilmiştir. Bu muayenede Adem Akay'ın askerliğe elverişli olduğu değerlendirilmiştir. Son yoklama işlemi "Askerliğe elverişlidir." kararıyla neticelenen Adem Akay, 22/8/2007 tarihinde askere sevk edilmiş ve 25/8/2007 tarihinde eğitim birliğine teslim olmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, Adem Akay'ın eğitim birliğinde geçirdiği herhangi bir rahatsızlığa, özellikle de ileride ortaya çıkacak rahatsızlığının belirtisi olan baş ağrısı şikâyetine ve bu kapsamda tedavi gördüğüne ilişkin bilgi ve belge mevcut değildir. Askerlik eğitimini 22/9/2007 tarihinde tamamlayan Adem Akay, yedi gün izin kullanmış ve akabinde usta birliği olan Bitlis İl Jandarma Komutanlığı Karargâh ve Servis Bölük Komutanlığına teslim olmuştur. Adem Akay, usta birliğine katıldıktan sonra muhtelif tarihlerde çeşitli şikâyetlerle Kurum revirine başvurmuştur. Başvuru formu ve ekleri bu kapsamda incelendiğinde Adem Akay'ın 24/10/2007 tarihinde Kurum revirine müracaat ettiği, bu müracaat üzerine yapılan muayene sonucunda sinüzit teşhisiyle Adem Akay'a bazı ilaçların yazıldığı, Adem Akay'ın ayrıca 13/11/2007 tarihinde kulak burun boğaz polikliniğine, 31/1/2008 tarihinde de diş polikliniğine sevk edildiği anlaşılmıştır. Adem Akay, ilerleyen tarihlerde baş ağrısı şikâyetinden ötürü Bitlis Devlet Hastanesi Nöroloji Polikliniğine sevk edilmiştir. Adem Akay, bu kapsamda 31/3/2008 ve 22/4/2008 tarihlerinde Bitlis Devlet Hastanesi Nöroloji Polikliniğinde muayene edilmiştir. 22/4/2008 tarihli muayene neticesinde hastadan acil olarak kranial MRG (Kranial MRG genel olarak hastanın beyin damarları ya da beyinde oluşan kitlelerin tanısını koymak için kullanılır.) istenmiş, bunun üzerine yapılan tetkikler sonucunda hastanın beyninde kitle olduğu tespit edilmiştir. Beyninde kitle olduğu tespit edilen Adem Akay 5/5/2008 tarihinde Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademesine (GATA) yatırılmış ve burada ameliyat edilmiştir. Ameliyat sonrası tedavisine GATA'da devam edilen hastaya üç ay hava değişimi verilmiş, 11/7/2008 tarihinde hasta taburcu edilmiştir. Adem Akay 8/10/2008 tarihinde "astrositom deprasyonlusu + operasyon sonrası gelişen ensefalit" tanısıyla yine GATA'ya yatırılmıştır. Burada bir müddet tedavi gören Adem Akay -GATA Beyin Cerrahisi Polikliniğine müracaat etmek üzere üç ay daha hava değişimi verilerek- 17/12/2008 tarihinde taburcu edilmiştir. Adem Akay, GATA'da tedavi gördüğü dönemde hizmet süresini tamamladığı için 24/11/2008 tarihinde terhis edilmiştir. Adem Akay, üç aylık sürenin bitiminde GATA Beyin Cerrahisi Polikliniğine müracaat etmiş ve 17/3/2009 ile 24/3/2009 tarihleri arasında adı geçen serviste yatarak tedavi görmüştür. Adem Akay 2/7/2009 ile 6/7/2009 tarihleri arasında da GATA Beyin Cerrahisi Polikliniğinde yatarak tedavi görmüştür. Adem Akay, GATA'da gördüğü tedavinin yanı sıra beynindeki kitle nedeniyle Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Polikliniğinde de tedavi görmüş ancak 6/3/2011 tarihinde yaşamını yitirmiştir.B. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular, yakınlarının ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle daha önceden herhangi bir rahatsızlığı bulunmayan yakınlarının askerlik hizmetini ifa ettiği sırada rahatsızlandığını, rahatsızlığının askerlik görevi bittikten sonra da düzelmediğini belirterek yaşanan olayda idarenin tam kusurlu olduğunu ileri sürmüşlerdir. AYİM İkinci Dairesi, Adem Akay'ın tedavi gördüğü hastanelerin her birine müzekkere yazarak ilgilitıbbi belgeleri temin etmiş, ayrıca Adem Akay'ın askelik şubesi şahsi dosyası ile uyuşmazlığın çözümü için gerekli görülen ilgili bazı bilgi ve belgeleri dava dosyasına eklemiştir. AYİM İkinci Dairesi 24/4/2013 tarihli ara kararı ile konunun açıklığa kavuşturulması için tıbbi bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. AYİM İkinci Dairesi bu kapsamda tarafların dilekçelerini ve ilgili hastanelerden getirtilen belgeler ile Adem Akay'ın şahsi dosyasını Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına göndermiş ve aşağıdaki hususları açıklığa kavuşturacak bir rapor tanzim edilmesi talebinde bulunmuştur:" Raporda belirtilen beyindeki kitle (tümör) ile ilgili ameliyat edilmeyi gerektirecek rahatsızlığın ne olduğu, bu rahatsızlığın oluşum ve ilerleme süreci ve bu süreçte etkili olan etmenlerin neler olduğu, rahatsızlığın bünyesel bir rahatsızlık mı yoksa dış etkenlerden kaynaklanan bir rahatsızlık mı olduğu,Davacılar yakınının rahatsızlığı bünyesel bir rahatsızlık değilse bu rahatsızlığın oluşumunda davacılar yakınının asker olduğu da dikkate alınarak askerlik hizmetinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı, Davacılar yakınının rahatsızlığı bünyesel bir rahatsızlık ise bu rahatsızlığın tetiklenmesinde ve ilerlemesinde askerlik hizmetinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı, Davacılar yakınında mevcut rahatsızlığın askerlik hizmetine geçiş aşamasında mevcut olup olmadığı, mevcut ise askere alınışı sırasında anılan rahatsızlığı tespit etme imkanı bulunup bulunmadığı, bu konuda davalı idarenin ihmal ve hatasının bulunup bulunmadığı,Davacılar yakınında mevcut rahatsızlığın teşhis, ameliyat ve tedavi sürecinde tıbbi kusur ve ihmal bulunup bulunmadığı, davacılar yakınının vefatına neden olan rahatsızlığın ne olduğu, davacılar yakınının vefatı ile davacılar yakınına uygulanan ameliyat ve tedavilerin bir ilgisinin olup olmadığı, bu konuda davalı idarenin ihmal ve hatasının bulunup bulunmadığı,hususlarında hazırlanacak üç suret bilirkişi raporunun mahkemeye gönderilmesini arz/rica ederim." AYİM İkinci Dairesinin talebi doğrultusunda Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanlığında görevli üç profesör tarafından hazırlanan 6/11/2013 tarihli raporda aşağıdaki değerlendirmelerde bulunulmuştur:" Raporda belirtilen tümör Anaplastik Astrositomdur. Kesin tanısı biyopsi,ameliyatla alınan dokunun patolojik incelemesi ile konmuştur. Ölümcül bir hastalıktır, hâlen dünyanın hiçbir yerinde bu hastalığının kesin tedavisi mümkün değildir. Vakalar, hepsi bu hastalık veya bu hastalığın neden olduğu komplikasyonlar nedeni ile kaybedilir. Bünyeseldir. Dış etkenlere bağlı değildir.Bünyeseldir. Askerlik hizmeti ile alakalı değildir. Hastalığın ilerlemesi veya tetiklenmesinde askerlik hizmetinin sebep ve tesiri yoktur.Rahatsızlık askerliğe geçiş aşamasında mevcut olup bulgu vermemiş olabileceği gibi askerliği sırasında da ortaya çıkmış olabilir. Askere alınması sırasında tespiti mümkün olmayabilir. Davalı idarenin ihmal ve hatası yoktur. Hastanın vefat nedeni sorunun yanıtında özetlediğimiz Anaplastik Astrositom ve tedavisi sırasında ortaya çıkan komplikasyonlar nedeniyledir.Teşhis, ameliyat ve tedavi sonrası tıbbi kusur ve/veya ihmal yoktur." Başvurucular, kendilerine tebliğ edilen bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Başvurucular 26/12/2013 tarihli dilekçe ile özetle bilirkişi raporunu kabul etmediklerini, raporun olasılıklara göre düzenlendiğini, Adem Akay'ın askerlik öncesi rahatsızlığının bulunduğuna dair bir bulgu olmadığını, bir an için rahatsızlığın askerlik öncesinde de bulunduğu kabul edilse dahi askere alma işlemleri sırasında yapılan kontrollerde bu rahatsızlığın tespit edilemediğini ve yakınlarının askerliğe elverişli olarak değerlendirildiğini, hastalık ortaya çıkmasına rağmen "Askerliğe elverişsizdir." raporunun verilmediğini, müteveffanın askerliğe devam ettirildiğini belirterek Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan yeni bir bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmuşlardır. AYİM, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince hazırlanan bilirkişi raporunu yeterli görerek başvurucuların bu talebini reddetmiştir. AYİM İkinci Dairesi 15/1/2014 tarihli ve E.2012/970, K.2014/109 sayılı karar ile bilirkişi raporundaki açıklamaları yeterli görmüş ve anılan bilirkişi raporu ile dava dosyasında bulunan diğer bilgi ve belgeleri dikkate alarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, müteveffanın rahatsızlığının ortaya çıkması ile askerlik hizmetinin sebep ve tesiri arasında herhangi bir illiyet bağının bulunmadığı, somut olayda idarenin sorumluluğunu gerektiren bir eylemin ya da teşhis ve tedavide eksiklik, ihmal veya gecikme olmadığı, tıbben gerekli olan tetkik, tahlil ve tedavinin zamanında ve yeterli biçimde yapıldığı, müteveffanın gördüğü tedavilerde hata, gecikme, kusur ve ihmal bulunmadığı, dolayısıyla idarenin meydana gelen zararı tazminle sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir.Anılan karar 7/3/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.Başvurucular 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. AYİM İkinci Dairesi, bireysel başvuru incelemesi devam ederken 16/7/2014 tarihli karar ile başvurucuların karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun Adem Akay'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Son yoklamaları yapılan kimseler Türk Silahlı Kuvvetleri Beden Kabiliyeti Yönetmeliğine göre ikiye ayrılırlar. Askerliğe elverişli olanlar, Askerliğe elverişli olmıyanlar. Askerliğe elverişli olmıyanlar asker edilmezler. Askerliğe elverişli olup olmadıklarının tespiti için yoklama kurullarınca bir hastane sağlık kurulu muayenesine gönderilmelerinde zaruret görülenlerin, yönetmelikte tespit edilecek esaslara göre yol ve iaşe masrafları Devletçe ödenir." 24/11/1986 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 86/11092 sayılı mülga Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) Adem Akay'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Yönetmeliğe bağlı ekler aşağıda gösterilmiştir: 1) Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli general, amiral, üstsubay, subay, yedek subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş, Askerî öğrenci, yedek subay adayları, yükümlüler ve erlerin sağlık yeteneklerine göre gruplandırmalarını gösteren Hastalık ve Arızalar listesi."Anılan Yönetmelik'in Adem Akay'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yükümlülerin ilk sağlık muayeneleri Askerlik Kanunu gereğince son yoklama sırasında askerlik şubelerinde toplanan askerlik meclisindeki iki tabip (birisi sivil olabilir) tarafından aşağıdaki şekilde yapılır. 1) Ruh ve beden durumları ile iç organları dikkatle gözden geçirilir, nabız sayılır, kan basıncı ölçülür, çıplak olarak belirlenen boy ve kilolar tespit edilir. Soluk alma ve vermedeki göğüs genişlikleri ve muayene sonunda bulunan hastalık ve arızalar kaydedilir. Yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızası olup olmadığına ilişkin ve muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınması bulunup bulunmadığına ilişkin ekte yer alan Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formuna uygun yazılı beyanı alınır. Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızasına ilişkin elinde mevcut bulunan tıbbi belgelerin birer örnekleri de alınarak yükümlünün beyanı ile birlikte askerlik şubesinde muhafaza edilir. 2) Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızası ya da fizik muayene ile saptanan bozuklukları nedeniyle muayene sonucunda karar verilemeyenlerle gözlem altında bulunmaları, uzman tabip tarafından değerlendirilmeleri veya laboratuar ya da görüntüleme tetkikleri gibi ileri tetkiklerle değerlendirilmeleri gerekenler en yakın asker hastanesine gönderilir."Anılan Yönetmelik'in Adem Akay'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Askerlik çağına giren yükümlüler, son yoklamaları sırasında askerlik meclislerinde veya asker hastanelerinin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır. 1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiçbir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimlerine girenlerdir. 2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir."Anılan Yönetmelik'in Adem Akay'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Son yoklamaları yapılan yükümlüler, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır. Son yoklamaları sırasında askerlik meclislerince; askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen yükümlüler, askere alınmazlar. Bunlardan arızaları gözle görülebilecek kadar belirgin olanların raporlarına, arızayı gösteren ön ve her iki yan cepheden çekilmiş üçer adet boy fotoğrafı eklenerek üç nüsha, yabancı askerlik şubesince işlem yapılıyor ise dört nüsha rapor düzenlenerek onay makamlarına gönderilir ve onaylanan raporlar kesinleşir. Kesinleşen raporlardan biri ilgiliye verilir, biri onay makamınca, diğeri ise yerli ve yabancı askerlik şubesi başkanlığınca muhafaza edilir. Sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son yoklamaya tabi yükümlülere ertesi yıla bırakma, sevke tabi olanlara sevk tehiri kararı verilir ve üç nüsha rapor düzenlenerek onay makamlarına gönderilir. Raporları onaylanan bu yükümlülere ertesi yıla bırakma veya sevk tehiri işlemi yapılır. Onay makamlarınca tekrar muayenesine lüzum görülen yükümlüler, yeniden muayeneye gönderilir ve bunlara muayene sonucu alacakları rapor kararlarına göre işlem yapılır. Ertesi yıla bırakılanlar veya herhangi bir sebeple bir defadan fazla sağlık muayenesine tabi tutulanlar hakkında, her bir işlem öncesinde Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formu doldurtulur. Tabipler tarafından kesin karar verilemeyenler, en yakın asker hastanelerine gönderilir. Bunların kesin kararları, bu hastanelerin sağlık kurullarınca verilir." Anılan Yönetmelik'in Adem Akay'ın askerlik yaptığı dönemde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Askere alındıktan sonra asker hastanelerinin sağlık kurullarından "Askerliğe Elverişli Değildir" kararı alan erler, raporlarının onaylanmasını beklemek üzere bu hastaneler tarafından yerli kayıtlı bulunduğu askerlik şubesi emrine gönderilir. Ayrıca durum silah altında bulunanların birliklerine duyurulur. Terhis işlemleri, raporları ilgili makamlarca onaylanıp askerlik şubesine geldikten sonra ilgili yönergeye göre yapılır. "Askerliğe Elverişli Değildir" kararı alanlar gerektiğinde ilgili makamlarca yeniden asker hastanelerinin sağlık kurullarına muayeneye gönderilerek alacakları son rapor kararına göre, ilgili yönerge gereğince işlem görür. "Askerliğe Elverişli Değildir" kararı alanlar emsalinin kanunda yazılı yaş sınırı dışına çıkma tarihine kadar Milli Savunma Bakanlığınca gerektiğinde tekrar muayene ettirilerek alacakları son rapor kararına göre işlem görür."Anılan Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"Geçici hastalık veya arızaları olan yükümlülerle er ve erbaşlara aşağıdaki işlemlerden biri yapılır. 1) Ertesi yıla bırakma, 2) Sevki geciktirme, 3) Hava değişimi. Bu işlemleri gerektiren hastalık ve arızalar bu yönetmeliğin arızalar listesinin C dilimlerinde gösterilmiştir."Anılan Yönetmelik'in Adem Akay'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Son yoklamada veya son yoklamadan sonra gönderildikleri sağlık kurullarında yapılan muayeneleri sonucu geçici bir hastalık veya arızaları tesbit edilenlere ertesi yıla bırakma işlemi yapılır."Anılan Yönetmelik'in Adem Akay'ın askere alındığı tarihte yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Askerliklerine karar verilen yükümlülere, sevkleri tarihine kadar geçecek süre içerisinde, hastalanır veya arızalanırlarsa, askerlik şubelerince gönderilecekleri sağlık kurullarında muayene sonucu alacakları raporlara göre sevki geciktirme işlemi yapılır." Anılan Yönetmelik'in Adem Akay'ın askerlik yaptığı dönemde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir:"Askerlik şubelerince birliklerine sevklerinden sonra geçici bir hastalığı tesbit edilen er ve erbaşlara hava değişimi işlemi yapılır."B. Uluslararası HukukAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasışöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler, askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin sağlıklarının ve iyilik hâllerinin korunmasını ve bu kişilere gerekli tıbbi bakımın sağlanmasını gerekli kılar. AİHM'e göre yetkili makamlar, askerlik hizmeti sırasında gerçekleşen her türlü yaralanma ve ölüm olayına ilişkin makul bir açıklama sunma yükümlülüğü altındadır (Metin Gültekin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 17081/06, 6/10/2015, §§ 32, 33). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5101 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında beyninde kitle tümör) olduğu anlaşılan ve gördüğü tedavilere rağmen yaşamını yitiren bir askerin yakınlarının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sağlık koşulları nedeniyle tahliye talebinin reddedilmesinin kötü muamele yasağının ihlali olduğu iddiasına ilişkindir. 1968 doğumlu olan başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçlamasıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) ceza davası açılmıştır. Mahkeme, tutuklu olarak yargılanan ve Sincan 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutulan başvurucunun 29/3/2019 tarihinde 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu;i. İlk olarak 12/11/2018 tarihinde sağ testiste ağrı ve enfeksiyon şikâyetiyletutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu Kampüs Hastanesi Üroloji Polikliniğinde muayene olmuş ve yapılan tetkik değerlendirmesi sonucunda 6 ay sonrası için kontrol muayenesine gelmesi uygun görülmüştür. 20/5/2019 tarihinde bir önceki poliklinikte gerçekleştirilen kontrol muayenesi sonrası Ankara Numune Hastanesine sevk edilmiş, 23/5/2019 tarihinde bu hastanede ameliyat edilmiş, 29/5/2019 tarihli patoloji raporuyla kendisine testis kanseri teşhisi konulmuştur. ii. 11/6/2019 ve 14/6/2019 tarihlerinde hastaneye sevki yapılmış ancak bu günlerin görüş günü olması ve patoloji raporu sonucunun belli olmamasını gerekçe göstererek hastaneye gitmek istemediğini yazılı olarak Ceza İnfaz Kurumu idaresine bildirmiştir.iii. Ameliyatı Numune Hastanesi Üroloji bölümünde yapılmasına rağmen bu polikliniğin Ankara Şehir Hastanesine taşınması nedeniyle buraya sevk edilmiş, yapılan muayene sonucunda tetkik istenerek Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji polikliniğine sevki yapılmıştır. Ancak 5/7/2019 ve 9/7/2019 tarihlerinde Şehir Hastanesinin takipli hastası olmasını ve o gün kapalı görüşünün olmasını gerekçe göstererek sevki yapılan hastaneye gitmek istemediğini Ceza İnfaz Kurumuna yazılı olarak bildirmiştir. iv. 12/7/2019 tarihinde Şehir Hastanesine sevk edilmiş, muayene sonrasında bilgisayarlı tomografi (BT) alınmasına karar verilmiştir. Sevkinin yapıldığı 6/8/2019 günü açık görüş günü olduğundan başka bir gün hastaneye gitmek istediğini Ceza İnfaz Kurumuna yazılı olarak bildirmiştir. 7/8/2019 tarihinde yeniden Şehir Hastanesine sevk edilmiştir. Yapılan BT sonrası 1 kür kemoterapi planlanmış ve 15/8/2019 tarihine randevu verilmiştir. Randevu tarihinde kemoterapi için hastaneye sevk edilmiş, "tarafıma konulan teşhis nedeniyle tedavi sadece beni değil, aile hayatımı da etkileyebileceğinden ve önerilen tedaviyi ailemle paylaşma imkanı bulamadığımdan, ayrıca 7/8/2019 tarihi itibarıyla girdiğim sağlık kurulu kararı da henüz belli olmadığından bu aşamada hastaneye gitmek istemiyorum. .... Not: Ailemle müzakere edip, önerilen tedaviyi cezaevinde görebileceğime dair sağlık kurulu raporu olur ise buna göre tedavi olmayı düşünmekteyim." gerekçesi ile hastaneye gitmeyi istemediğini yazılı olarak bildirmiştir. 12/7/2019 tarihinde başvurucu vekili, başvurucunun yaşadığı sağlık sorunu neticesinde tutukluluğun devamının telafisi imkânsız neticeler doğurabileceği iddiasıyla ve tutuklu kaldığı süre de nazara alınarak, gerekirse tedaviye olanak verecek her türlü adli kontrol tedbiri de uygulanmak suretiyle tahliyesine karar verilmesi talebini içeren dilekçeyi ilk derece mahkemesine sunmuştur. Bunun üzerine mahkeme, başvurucunun ceza infaz kurumunda kalmasının sağlığı açısından sakıncalı olup olmadığı hususunda sanığın hastaneyesevk edilerek hakkında rapor aldırılmasını istemiştir. Bu kapsamda Şehir Hastanesinden alınan 22/8/2019 tarihli kurul raporunda "Hastanın cezasının 6 ay süreyle tehiri uygundur. Kemoterapi alacağı için cezaevinde cezasının infazı halinde hayati tehlikesi mevcuttur."tespiti yapılmıştır. Mahkeme, başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasında tıbbi yönden sakınca olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulundan (İhtisas Kurulu) rapor alınmasını istemiş; İhtisas Kurulu 11/9/2019 tarihli raporunda “(…) R.K.’nin dosyadaki mevcut belgelere göre seminom tanısı ile kemoterapi alacağı bildirilmekle, halihazırda; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16/2 maddesi kapsamında değerlendirildiği, 6(altı) ay süreyle cezasının infazının tehirinin uygun olduğu, tehir süresi bitiminde tedaviye cevabı, hastalığının son durumu, hastalığının süresi ile ilgili ayrıntılı bilgileri içeren onkoloji raporu ve tetkik sonuçları ile birlikte muayeneye gönderilmesi sonrasında sorulan hususlar hakkında yeniden değerlendirileceği oy birliği ile mütalaa olunur.” sonucuna varmıştır. Mahkeme tahliye konusunda karar vermeden dosyayı 16/9/2019 tarihinde istinaf incelemesi için Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesine (Bölge Adliye Mahkemesi) göndermiştir. Başvurucu bu süreçte defalarca hastaneye elleri kelepçeli olarak götürüldüğünü, Ceza İnfaz Kurumu aracı içinde, sıcakta diğer tutuklu ve hükümlülerle beraber saatlerce bekletildiğini, hastane koridorlarında elleri kelepçeli olarak yürütüldüğünü iddia etmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla Bölge Adliye Mahkemesinden sağlık sebebiyle tahliyesine karar verilmesini istemiş; Bölge Adliye Mahkemesi 27/9/2019 tarihli kararıyla, Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısı tarafından verilen "..hükümözlü olarak bulunan [R.K.]'nin sağlık sorunları nedeniyle tahliyesinin istenmesi üzerine yapılan inceleme ve araştırmada; Ankara ilinde tutuklu ve hükümlülerin tedavilerinin Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastanesine bağlı Mevki Ek Binasında yapıldığı, yetkili ile yapılan telefon görüşmesinde kanser hastalarının da kendi hastanelerinde tedavilerinin yapılabileceğinin beyan edilmesi karşasında; hükümözlü ....nin tahliye talebinin reddine karar verilmesi" mütalaası üzerine ve "...sanığın vaki hastalığının tedavisinin resmi sağlık kuruluşlarının güvenlikli bölümlerinde sağlanabileceği..." gerekçesine dayanarak bu talebi reddetmiştir. Başvurucu, tutukluluğunun devamına ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararına yaptığı itirazın reddedilmesi üzerine 25/10/2019 tarihinde tedbir talepli olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/10/2019 tarihinde İkinci Bölüm, serbest bırakılmaya ilişkin tedbir talebinin reddine, başvurucunun kemoterapi tedavisini alabileceği güvenlikli resmî bir sağlık kuruluşuna derhâl sevk edilmesine, tedavisinin tamamlanıp bu konuda yeni bir sağlık raporu alınıncaya kadar ceza infaz kurumuna alınmamasına karar vermiştir. Tedbir kararının yerine getirilmesi amacıyla başvurucu hakkında alınan 11/11/2019 tarihli raporda “Opere testis tümörü (seninnoma) evre 1A adjuvan kemoterapi önerilmiş. Fakat uygulanmamış. Operasyonun üzerinden 6 ay geçtiği için adjuvan tedavi (Kemoterapi) endikasyonu kalmamıştır. Kontrol tetkikleri istenmiştir. Nüks veya metastaz bulgusu yoktur. Karaciğerde hemanjiom saptanmıştır. Dinamik karaciğer MRI ile metastaz olarak değerlendirilmediği için takip edilecektir. 2 ayda bir kontrolü uygundur. Şuan itibari ile kemoterapi düşünülmedi. Metastaz veya nüks gelişirse o zaman kemoterapi verilecektir. Bu haliyle cezaevinde kalmasında onkolojik açıdan sakınca yoktur. Şu an itibariyle onkolojik açıdan hastanede yatmasını gerektirecek bir durum yoktur.” sonucuna varılmıştır. Bu rapora dayanılarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25/10/2019 tarihli tedbir kararının yeniden değerlendirilmesi talebinde bulunulmuş ve 27/11/2019 tarihli yeniden değerlendirme sonucunda İkinci Bölüm, başvurucunun serbest bırakılmasına ilişkin tedbir talebinin reddine, başvurucunun sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanmasına ve sağlık durumuna uygun koşullarda tutulması için gerekli önlemlerin Ceza İnfaz Kurumu tarafından alınmasına karar vermiştir. Başvurucu 4/11/2019 tarihinde tedbir talepli olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM 12/12/2019 tarihinde başvurucunun tedbir talebini reddetmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35251 | Başvuru, sağlık koşulları nedeniyle tahliye talebinin reddedilmesinin kötü muamele yasağının ihlali olduğu iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, malulen emeklilik talebinin kabul edilmesi istemiyle 17/8/2004 tarihinde açtığı davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/2/2013 tarihinde İstanbul İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/8/2013 tarihli görüş yazısı 20/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Böbrek yetmezliği teşhisi nedeniyle böbrek nakli olan başvurucu, buna dayanarak malulen emekli edilmesi istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurmuş, 7/4/2003 tarih ve 2537 sayılı Okmeydanı Hastanesi Sağlık Kurulu raporu ve başvurucunun bu rapora itiraz etmesi üzerine alınan 20/2/2004 tarih ve 15/661 sayılı Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu (SSYSK) raporu doğrultusunda, başvurucunun çalışma gücünün 2/3’ünü kaybetmediği gerekçesiyle malulen emekli olma talebi reddedilmiştir. Emeklilik isteminin SGK tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu, İstanbul İş Mahkemesinde 17/8/2004 tarihinde malulen emekli edilmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulundan alınan 29/12/2006 tarih ve 7001 sayılı rapor doğrultusunda, başvurucunun iş gücünü 2/3 oranında kaybettiği gerekçesiyle 9/10/2008 tarih ve E.2004/601, K.2008/423 sayılı kararıyla davanın kabulüne hükmetmiştir. SGK’nın temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2009 tarih ve E.2008/19012, K.2009/15639 sayılı kararıyla, SSYSK’nın 20/2/2004 tarih ve 15/661 sayılı raporunda davacının çalışma gücünün 2/3’ni kaybetmediğinden malul sayılamayacağının tespit edildiği, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulu raporu ile aralarında çelişki bulunduğu, o halde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulundan rapor alınması gerektiği gözetilmeden İhtisas Kurulu raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle karar bozulmuştur. İstanbul İş Mahkemesi, bozma kararına uyarak aldığı, “Mehmet Sedat Özmen’in …hafif derecede sol hemiparezi ve renal transplantasyon arızaları olduğu, …16/4/2001 tarihi itibarıyla 85/9529 sayılı Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü hükümlerinden yararlanılmak suretiyle … E cetveline (2002) göre %0 oranında meslekten kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı, kişiye Renal Transplantasyon uygulandığından tüzük hükümleri gereğince daha önce dikkate alınan arazın hesaplamada dikkate alınmadığı, beden çalışma gücünün en az 2/3 ‘ünü kaybetmemiş olduğundan malul sayılamayacağı…” şeklinde mütalaa sunulan 22/3/2012 tarih ve 211 sayılı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurul raporu doğrultusunda, 21/6/2012 tarih ve E.2010/163, K.2012/544 sayılı kararıyla, başvurucunun beden ve çalışma gücünün 2/3’ünü kaybetmediği gerekçesiyle, davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/11/2012 tarih ve E.2012/19609, K.2012/21760 sayılı ilâmıyla, kararın bozmaya uygun olduğu, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar başvurucuya 25/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 15/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi. 17/07/1964 tarih ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun “kimlerin malul sayılacağı” başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “1-a) Kurum hastanelerince düzenlenecek usulüne uygun sağlık kurulu raporları ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu çalışma gücünün en az 2/3’ ünü yitirdiği,…. Kurumca tespit edilen sigortalı malullük sigortası bakımından malul sayılır.” 31/5/2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Sigortalının veya işverenin talebi üzerine Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurullarınca usûlüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi sonucu, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 60'ını, (c) bendi kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün en az % 60’ını veya vazifelerini yapamayacak şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit edilen sigortalı, malûl sayılır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1777 | Başvurucu, malulen emeklilik talebinin kabul edilmesi istemiyle 17/8/2004 tarihinde açtığı davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun müdafiiyle yaptığı görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 13/8/2016 tarihinde tutuklanmış, Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin 9/3/2018 tarihli kararıyla terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi 7/6/2018 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun esastan reddine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 27/6/2018 tarihinde müdafii aracılığıyla temyiz başvurusunda bulunmuştur. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2018 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının meşru hükûmeti devirmek, Meclisi ıskat etmek üzere silahlı darbe teşebbüsünde bulunduğunu, örgüt üyelerinin birbirleriyle haberleşmede şifreli programlar kullandığının tespit edildiğini, bahse konu örgüte büyük oranda darbe vurulup örgüt mensuplarının büyük kısmı yakalanarak tevkif edilmiş ise de 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesindeki hususların varlığının devam ettiğini belirterek başvurucunun da aralarında bulunduğu 140 hükümlünün müdafileri ile yaptıkları görüşmelerinin kayıt altına alınmasına karar verilmesini talep etmiştir. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi 20/7/2018 tarihinde (2018/545 İş sayılı) Savcılığın talebini kabul ederek başvurucunun da aralarında bulunduğu farklı davalarda yargılanan 140 sanığın müdafileri ile yaptıkları görüşmelerin kayıt altına alınmasına karar vermiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından 25/7/2018 tarihinde, Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinden 2018/545 İş sayılı kararda "avukat görüşmelerinin mesai saatleri (hafta içi pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma günleri) içinde öğleden önce saat 00 ile 00, tatil günleri cumartesi, pazar) gün içinde saat 00 ile 00 saatleri ile sınırlandırılması" ibaresi bulunmadığından bu ibarenin ve diğer maddelerin eklenerek yeni bir karar alınması talep edilmiştir. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi 25/7/2018 tarihinde daha önce verdiği 2018/545 sayılı kararı kaldırarak başvurucunun da aralarında bulunduğu 140 kişinin müdafileri ile yaptığı görüşmelerin 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince (676 sayılı KHK'nın maddesiyle eklenen) kayıt altına alınmasına, avukatlarının görüşmesinin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak yapılmasına, görevli bir personelin görüşme odasında hazır bulunmasına, belge veya belge örnekleri ile kayıtlara el konulmasına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu, 5275 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında avukatla görüşmelerin kayda alınabilmesi için toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve talimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi gerektiğini, bu şartlar sağlanmadan ve herhangi bir neden ortaya konulmadan terör suçundan yargılanan tüm şahıslar için toplu olarak karar verilmesinin kanuna aykırı olduğunu, bu madde kapsamına girebilecek herhangi bir faaliyetinin bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun itirazını değerlendiren Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi, 8/8/2018 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosyanın kül halinde incelenmesinde; Her ne kadar sanıklar ... Musa Küçükabacı, ... Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi'nin 25/07/2018 tarih ve 2018/558 Değişik İş sayılı kararına itiraz etmiş iseler de; Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararının 29/10/2016 gün ve 29782 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 03/10/2016 tarihli ve 676 sayılı KHK'nın maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesine eklenen fıkra gereğince usul ve yasaya uygun olduğu değerlendirilmekle yapılan itirazların ayrı ayrı reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak, iddia makamının mütalaasına uygun oy birliği ile ... itirazların ayrı ayrı reddine [karar verilmiştir.]" Kararı aynı gün tebellüğ eden başvurucu 5/9/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. 28/2/2019 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesi başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının düzelterek onanmasına karar vermiştir. Başvurucu 27/9/2021 tarihinde tahliye edilmiştir. 5275 sayılı Kanun'un "Avukat ve Noterle görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(5) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.... (11) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27826 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun müdafiiyle yaptığı görüşmenin teknik araçlarla kayda alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör örgütü tarafından kaçırılma ve öldürülme iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın , , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/8/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 6/11/2015 tarihinde, başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 6/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 18/2/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemiaracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Hamdiye Demirel'in nikahsız olarak birlikte yaşadığı, diğer başvurucuların babası olan nin minibüs hattında şöförlük yapmakta iken 2/4/1994 tarihinde kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırıldığı ve bir daha kendisinden haber alınamadığı iddia edilmiştir. nin kardeşi İ., kardeşinden haber alamadığını, kardeşinin gözaltında olduğunu düşündüğünü ve tarafına bilgi verilmesi istediğini belirterek 26/4/1994 tarihinde Batman Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Yine nin amcası H., yeğeninden 1994 yılından beri haber alamadığını, son olarak Silvan ilçesine bağlı Yolaç (Susa) köyünde Hizbullah terör örgütü tarafından evlerin altına kazılmış sığınaklar bulunduğunu ve bu sığınaklarda çok sayıda kişinin kaçırılarak tutulduğunu gösterir deliler bulunduğunun haricen öğrenildiğini, yeğeninin de kaçırılarak bu sığınaklarda tutulduğu hususunda duyum aldığını ve nin orada tutulduğunu bilen tanıkların bulunduğunu, bu hususların araştırılmasını istediğini belirterek 4/3/1998 tarihinde Batman Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Batman Emniyet Müdürlüğünce, Yolaç (Susa) köyündeki sığınaklarda çıkan dökümanlar, yürütülen soruşturmaya esas olmak üzere 18/3/1998 tarihinde Silvan İlçe Jandarma Komutanlığından istenmiştir. Silvan İlçe Jandarma Komutanlığının 30/3/1998 tarihli ve 4831-154-98/2729 sayılı yazısında, 20/2/1998 tarihinde köyde 14 bölme hâlinde hücrelerin bulunduğu, hücrelerde yapılan incelemede suç unsuruna rastlanmadığı ve herhangi bir dokümanın ortaya çıkmadığı belirtilmiştir. Başvurucular; nin 2/4/1994 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldığını, bir daha kendisinden haber alınamadığını, 1994 yılında Batman ilinde faili meçhul cinayet, kaçırma ve terör olaylarının sıkça yaşandığını belirterek nin gaipliğine karar verilmesi istemiyle Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde 7/7/2005 tarihinde dava açmışlardır. Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin 22/6/2007 tarihli ve E.2005/611, K.2007/290 sayılı kararıyla, nin 2/4/1994 tarihinden beri kayıp olduğu, kendisinden haber alınamadığı, yapılan ilanlara rağmen herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı gerekçesiylegaipliğine karar verilmiştir. Başvurucular 7/7/2005 tarihinde, nin terör eylemleri kapsamında 1994 yılında kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldığından ve bir daha kendisinden haber alınamadığından bahisle 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılmaları ve zararlarının karşılanması istemiyle Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)başvurmuşlardır. Komisyon 7/2/2011 tarihli ve 2011/2-449 sayılı kararı ile başvurucuların iddialarının terörle bir bağlantısının kurulamadığı gerekçesiyle başvurunun reddine karar vermiştir. Başvuruculardan Hamdiye Demirel, nin kaçırıldığı yıllarda bölgede terör olaylarının yoğun olarak yaşandığını, terör örgütü ile olan çatışmaların yanısıra şehir merkezinde Hizbullah terör örgütü tarafından birçok faili meçhul cinayet ve kaçırma olayının meydana geldiğini, 5233 sayılı Kanun kapsamında zararlarının karşılanması gerektiğini belirterek başvurunun reddine ilişkin Komisyonun 7/2/2011 tarihli kararının iptali istemiyle Batman Valiliği (İdare) aleyhine 10/5/2011 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 27/7/2011 tarihli ve E.2011/3371, K.2011/1464 sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddine, dosyanın yetkili Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Batman İdare Mahkemesinin E.2011/2359 sayılı esasına kaydedilen dava dosyasında, 7/12/2011 tarihli ara kararına istinaden gönderilen Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 18/1/2012 tarihli ve Muh.2012/182 sayılı yazısında, UYAP ve soruşturma defterleri üzerinde yapılan araştırmada nin maktul sıfatıyla kaydedildiği Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 2003/4131 soruşturma sayılı dosyasının fezleke ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında görevli Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği belirtilmiştir. Yazı ekinde yer alan Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/169 sayılı fezlekesinde ise Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2003/29007 soruşturma sayılı dosyası ile 1993-2003 yılları arasında Hizbullah terör örgütü veya başka terör örgütlerine mensup faili meçhul kişilerce öldürülen aralarında nin de bulunduğu toplam 180 maktulün Batman ilinde öldürülmüş olmaları sebebiyle yetkisizlik kararı verilerek 3/12/2003 tarihinde dosyanın Batman Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, Batman Jandarma Karakol Komutanlığı ve Batman İl Emniyet Müdürlüğünden yapılan araştırmalarda maktullerle ilgili zaten ölüm tarihi itibarıyla araştırmaların yapılmış olması ve dosyaların Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanarak 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında görevli Diyarbakır Ağır Ceza mahkemesine gönderildiği, sonuç olarak maktullerin 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında kalan eylemler sonucu öldürülmüş oldukları ve aynı konuda 5271 sayılı Kanun'un maddesi ile görevli Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaların devam ettiği veya bitmiş olduğu, bu nedenle mükerrer soruşturma yapılmaması için dosyanın önceki dosyalarla birleştirilme talepli olarak fezleke ile gönderildiği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında görevli Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 25/5/2012 tarihli ve 2011/1228 Sor. sayılı yazısı ile faillerin kimlikleri tespit edilemediğinden dava açılamadığı, soruşturmanın devam ettiği belirtilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 9/3/2012 tarihli ve E.2011/2359, K.2012/1751 sayılı kararında davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:"... zarar tespit komisyonları tarafından, Kanun kapsamında tazmini gereken bir zararın bulunup bulunmadığı tespit etmek amacıyla; ölüm, sakatlanma, yaralanma gibi olaylarda olayın meydana geldiği tarih, terörden kaynaklanan bir olay olup olmadığı gibi hususların, ... Kanun tarafından gerekli araştırma ve inceleme yapmak üzere kendisine tanınan vasıtalardan da yararlanmak suretiyle tespit edilmesi ve Kanun kapsamında tazmini gerekecek zarar miktarının ortaya konulması gerekmektedir....Olayda, davacının eşinin 1994 tarihinde kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırılması olayı ile ilgili olarak Mahkememizce davalı idareye, Batman İl Emniyet Müdürlüğü'ne ve Batman Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan ara kararına verilen cevabı yazı ve dosyaya sunulan bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, söz konusu olay ile ilgili olarak Batman İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü kayıtlarında eylemin terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiğine dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığının belirtildiği, ayrıca Batman Cumhuriyet Başsavcılığı Hazırlık Bürosu'nun 2012 tarih ve 2012/182 Muh. Sayılı yazısında,Batman Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2003/4131 sayılı soruşturma dosyasında davacının eşi nin UYAP ve soruşturma defterleri üzerinde yapılan araştırma ve sorgulamada maktül sıfatıyla kaydedildiği ve yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen fezleke ile dosyanın Diyarbakır (CMK madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildiği, başkaca herhangi bir soruşturma kaydına rastlanmadığı yönünde cevap verilmiştir.Bu durumda, dava dosyasında davacının eşinin terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kaçırıldığı veya öldürüldüğüne dair bilgi ve belge bulunmadığı gibi davacının da eşinin terör ve terörle mücadele kapsamında kaçırıldığı yönündeki iddiasını kanıtlayacak dosyaya bilgi ve belge sunulamaması nedeniyle bu iddiasını kanıtlayamaması karşısında, davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında davalı idareye yaptığı başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Temyiz üzerine, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 5/6/2013 tarihli ve E.2012/6483, K.2013/4215 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar, başvuruculardan Hamdiye Demirel'e 2/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar'ın maddesi (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-24). 5233 sayılı Kanun'un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. ... Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Gaiplik kararının istenebilmesi için, ölüm tehlikesinin üzerinden en az bir yıl veya son haber tarihinin üzerinden en az beş yıl geçmiş olması gerekir.Mahkeme, gaipliğine karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne göre yapılan ilânla çağırır.Bu süre, ilk ilânın yapıldığı günden başlayarak en az altı aydır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İlândan sonuç alınamazsa, mahkeme gaipliğe karar verir ve ölüme bağlı haklar, aynen gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılır.Gaiplik kararı ölüm tehlikesinin gerçekleştiği veya son haberin alındığı günden başlayarak hüküm doğurur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6649 | Başvuru, terör örgütü tarafından kaçırılma ve öldürülme iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa nın 2., 12., 17., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/11239 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, resmî ve dinî bayramlarda verilen açık görüş tarihlerinin olağan açık görüş tarihiyle çakışması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan tutuklu bulunan başvurucuya mevzuat gereğince ayda bir kez açık görüş yaptırılmaktadır. Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) “Bayramlarda ve özel günlerde açık görüş” başlıklı maddesi gereğince kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan mahpuslara anılan günlerde açık görüş izni verilebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu kapsamda Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (CTE) 16/1/2019 tarihli yazısında 2019 yılındaki bazı resmî ve dinî bayramlar ile yılbaşında açık görüşlerin ne şekilde yapılacağı belirtilmiştir. Başvurucunun 16 Mayıs ve 13 Haziran 2019 tarihlerine isabet eden aylık açık görüşleriyle aynı ayda 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı ile Ramazan Bayramı görüş günleri çakışmaktadır. CTE’nin yazısına göre bayramlarda ve özel günlerde tanınan açık görüşlerin aynı haftada yapılması gereken ve önceden belirlenen kapalı görüş veya aylık açık görüş günü ile çakışması hâlinde, hükümlü ve tutukluların yazılı tercihine göre kapalı görüş, aylık açık görüş veya Ziyaret Yönetmeliği’nin maddesi uyarınca verilen açık görüş yaptırılacaktır. Başvurucu, Adalet Bakanlığı tarafından kendisine tanınan bayram açık görüş hakkının olağan aylık açık görüş gününe denk gelmesi nedeniyle bayram açık görüşlerinin farklı bir günde yapılmasına karar verilmesi için infaz hâkimliğine talepte bulunmuştur. İnfaz hâkimliği 23/5/2019 tarihinde, CTE’nin ilgili yazısına göre başvurucunun aylık açık görüş ya da bayramlarda ve özel günlerde açık görüş hakkından birini tercih etmesi gerektiğinden talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz 24/6/2019 tarihinde ağır ceza mahkemesince reddedilmiştir. Nihai karar 26/6/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edildikten sonra 18/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27031 | Başvuru, resmî ve dinî bayramlarda verilen açık görüş tarihlerinin olağan açık görüş tarihiyle çakışması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kasten öldürme suçu işlendiği iddiasıyla açılan ceza davasının ve haksız tutuklama nedeniyle açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığı, haksız tutuklama nedeniyle tazminat davasında hatalı değerlendirmeler yapıldığı, bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 24/7/2013 tarihinde Düzce Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla 3/4/2002 tarihinde tutuklanmış, hakkında Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2002 tarihli iddianamesi ile Düzce Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama devam ederken 21/4/2003 tarihinde başvurucunun, 000 TL nakdî kefalet ile tahliye edilmesine karar verilmiş, başvurucu aynı tarihte “Seri No: , Sıra No: 781507, Özel No: 733” olarak kayıtlarla alınan makbuz karşılığı 000 TL adli teminatı Adliye veznesine yatırmış ve tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, 15/7/2004 tarihli ve E.2002/145, K.2004/119 sayılı kararı ile başvurucunun 24 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutuklanmasına, kefalet konusu 000 TL’nin başvurucuya iadesine karar vermiştir. Başvurucunun yeniden tutuklanması üzerine Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, Düzce Vergi Dairesi Müdürlüğüne yazdığı 27/6/2005 tarihli müzekkere ile 000 TL nakdî kefaletin başvurucu vekiline iade edilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesinin mahkumiyet kararının temyiz edilmesi sonucu Yargıtay Ceza Dairesi, 21/7/2005 tarihli ve E.2004/4988, K.2005/2305 sayılı ilamı ile kararı bozmuştur. Bozma üzerine dosyayı yeniden inceleyen Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, 4/4/2006 tarihli ve E.2005/255, K.2006/75 sayılı kararı ile başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin, 11/12/2007 tarihli ve E.2007/2255, K.2007/9257 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozmaya uyarak dosyayı yeniden inceleyen Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, 29/4/2008 tarihli ve E.2008/25, K.2008/102 sayılı kararı ile başvurucunun beraatına hükmetmiş; bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin, 17/5/2010 tarihli ve E.2010/2311, K.2010/3578 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, beraat etmesi üzerine 16/7/2008 tarihinde Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde haksız tutuklama nedeniyle tazminat davası açmış; ceza yargılaması sırasında 3/4/2002 tarihinde tutuklandığını, 21/4/2003 tarihinde 000 TL nakdî kefaletle tahliye edildiğini, daha sonra 15/7/2004 tarihinde hükümle birlikte tekrar tutuklandığını, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/12/2007 tarihli ilamına kadar tutukluluk hâlinin devam ettiğini, yargılama sonunda beraat etmesinden dolayı toplam 4 yıl 5 ay 15 gün haksız olarak tutuklu kaldığını, bu süreçte maddi ve manevi olarak kayba uğradığını, tahliye edildiği dönemlerde devam eden suç isnadı nedeniyle iş bulmakta zorlandığını, yargılama masraflarına katlanmak zorunda kaldığını, tutuklu kaldığı sürede de cezaevi nakilleri ve aylık giderleri nedeniyle masrafları olduğunu, buna ilişkin masrafların da cezaevi kayıtlarında mevcut olduğunu, 21/6/2003 tarihinde yatırdığı 000 TL nakdî kefaletin kendisine 21/4/2006 tarihinde geri verildiğini ancak aradaki reeskont faizinin kazanç kaybı olduğunu belirterek olay tarihinden itibaren bankalarca uygulanan en yüksek temerrüt faizi oranında hesaplanacak faizi ile birlikte maddi ve manevi toplam 090 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Yargılama devam ederken Bolu Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun tutuklu kaldığı süre içinde oluşan maddi ve manevi zararlarının tespit edilmesi için bilirkişi raporu alınmasına karar vermiş; üç kişilik bilirkişi heyetince düzenlenen 5/11/2010 tarihli rapor Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu bilirkişi raporuna taraflarca itiraz edilmesi üzerine Bolu Ağır Ceza Mahkemesi yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir. Yeniden oluşturulan üç kişilik bilirkişi heyetince 22/4/2011 tarihli yeni bir rapor düzenlenmiş ve Mahkemeye sunulmuştur. 22/4/2011 tarihli bilirkişi raporunun, başvurucunun ceza yargılaması sırasında ödediği nakdî kefalete yönelik yasal faiz hesaplamasına ilişkin kısmı şöyledir: “… Davacı dava dilekçesinde 2003 ila 2006 arasında 000 TL nakit teminatın kaldığını beyan etmiştir. Ancak Mahkeme kararında 000 TL ödediği görülmektedir. Buna yasal faiz talep etmesinin hakkı olduğu bu durumda; … 924,84 TL faiz isteyebileceği görülmektedir. …” Başvurucu 22/4/2011 tarihli bilirkişi raporuna itirazda bulunmuş, Bolu Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu 21/6/2011 tarihli itiraz dilekçesi ile çeşitli itirazlarının yanında raporun tahliye karşılığı ödenen nakdî kefaleti için faiz hesaplaması yapılan kısmının, nakdî kefaletin 000 TL olarak kabul edilmesi nedeniyle hatalı olduğunu ifade etmiştir. Yargılama sonunda Bolu Ağır Ceza Mahkemesi, 28/6/2011 tarihli ve 2008/1022 Değişik İş sayılı kararı ile dosya kapsamında sunulan deliller ve hükme esas olmaya elverişli bulduğu bilirkişi raporu doğrultusunda başvurucunun açtığı davanın kısmen kabulü ile başvurucuya 541,78 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın 12/12/2007 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte ödenmesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: “…Her ne kadar dava dilekçesinde davacı Bayram Keleş’in amcasına ait olduğu bildirilen şirkette araçlarda şoför olarak çalıştığı beyan edilmiş ise de, bu çalışmaya uygun belgelerin temini için Factoring AŞ.ne yazılan yazılar sonucu, davacının çalışmasına ilişkin herhangi bir evrakın temin edilemediği, yazılara cevap verilmediği, bu yönde davacı vekili tarafından da dosyaya yazılı bir delil ibraz edilemediği, davacının bildirmiş olduğu tanıklar Ü. O., N.K., U.K., İ.K. ve K.K.’nın talimat yoluyla beyanlarının alındığı, Düzce Emniyet Müdürlüğü tarafından davacının sosyal ve ekonomik durumunun araştırılması sonucu düzenlenen tutanağa göre davacının halen 000 TL ücret ile S.P. isimli işyerinde çalıştığı, annesine ait evde eşiyle birlikte yaşadığının belirtildiği anlaşılmıştır. Davacının tutuklu kaldığı dönemlerde başka cezaevlerine nakil nedeniyle yapmış olduğu masraflara ilişkin cezaevi müdürlüklerine yazılan müzekkere cevapları ile bu husustaki yapılan masrafların tespiti yoluna gidilmiştir. Her ne kadar davacı tutuklanmadan önce Factoring AŞ.de 900 TL aylık ücretle şoför olarak çalıştığını beyan etmiş ise de, bu hususta herhangi bir belge ve delil ibraz edilemediği, bildirmiş olduğu tanıkların beyanlarının çelişkili olduğu nazara alındığında davacının maddi zararının asgari ücret üzerinden tespiti yoluna gidilmiş, davacının tutuklu kaldığı dönemlere ilişkin asgari ücret tarifeleri SGK Müdürlüğünden celbedilmiştir. … Davacı vekili ve davalı vekilinin bilirkişi raporlarına karşı itirazları nazara alınarak, net asgari ücret tarifeleri celbedilerek yeniden talimat yoluyla bilirkişi incelemesi yaptırılmış 3 kişilik bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 2011 tarihli bilirkişi raporuna göre, davacının asgari ücret üzerinden maddi kaybının 973,94 TL, cezaevi nakilleri nedeniyle yapmış olduğu masrafların 925,00 TL, yatırmış olduğu nakdi kefalet yönünden isteyebileceği faiz miktarının 942,84 TL olduğu, davacının kendisine tutmuş olduğu avukatlar yönünden baro tarifesi üzerinden vekalete hükmedilebileceğinin bildirildiği anlaşılmıştır. 2011 tarihli bilirkişi raporunun dosya kapsamına uygun olduğu, davacının maddi zararının tutuklu kaldığı yıllardaki çalışma sürelerine göre net asgari ücret tarifelerine göre hesap edildiği, davacının cezaevine nakilleri nedeniyle yapmış olduğu masraflar ile yargılama sırasında kefaletle tahliyesi sırasında ödemiş olduğu nakdi kefalet yönünden uğramış olduğu faiz zararının tespit edilerek maddi zararının tespit edildiği anlaşıldığından, rapor hüküm vermek için yeterli gerekçeye sahip görüldüğünden davacı vekilinin yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına yönelik itirazları kabul edilmemiştir. … böylece davacı Bayram Keleş’in yargılama sırasında 2002 - 2003 ve 2004 - 2007 tarihleri arasındaki sürelerde haksız olarak tutuklu kaldığı, toplam 628 gün tutuklu kaldığı, dava dilekçesinde 626 gün tutuklu kaldığının belirtildiği, bilirkişilerce davanın tutuklu kaldığı dönemlerdeki resmi tatil ve bayram günleri düşülerek net asgari ücret kaybının hesap edildiği, buna göre davacının tutuklu kalması nedeniyle çalışamadığı süreler yönünden 973,94 TL maddi kaybının bulunduğu, yine davacının tutuklu kaldığı sırada cezaevlerine nakil nedeniyle 925,00 TL nakil masrafları yaptığı, davacının 2003 tarihinde kefaletle tahliye edildiği, kefalet parasının 2006 tarihinde ödendiği, bu süre içerisindeki faiz kaybının 942,84 TL olduğu, davacının Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/145 Esas, 2005/255 Esas ve 2008/25 Esas sayılı dava dosyalarında kendini farklı avukatlarla temsil ettirdiği, ancak dosyaya serbest meslek makbuzu ibraz edilmediğinden dava dosyalarının karar tarihindeki avukatlık asgari ücret tarifelerine göre 700,00 TL + 900,00 TL + 100,00 TL olmak üzere hesap edilen toplam 700,00 TL avukatlık ücreti yönünden maddi zararının söz konusu olduğu, bu şekilde davacının haksız tutuklama nedeniyle 541,78 TL maddi zararının olduğu anlaşılmakla, davacının maddi zararının davalı hazineden tahsiline karar verilmiştir. Davacının haksız tutuklu kaldığı 626 gün yönünden davacının mali ve sosyal durumu, tutuklu kaldığı süre, hak ve nesafet kuralları ile manevi tazminatın sebepsiz zenginleşmeye neden olmayacak şekilde belirlenmesi hususları nazara alınarak, davacının haksız olarak tutuklu kaldığı süreler yönünden 000 TL manevi tazminata karar verilmiştir. Davacının fazlaya ilişkin taleplerinin reddi ile en son tahliye tarihi olan 2007 tarihinden itibaren hükmedilen tazminata yasal faiz işletilmesine ve kabul edilen tazminat miktarı üzerinden karar tarihinde yürürlükte olan avukatlık ücret tarifesine göre hesap edilen nisbi vekalet ücretinin davalıdan alınarak, davacıya verilmesine karar vermek gerektiği sonucuna varılmıştır. …” Başvurucu; İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz etmiş, temyiz dilekçesinde belirttiği çeşitli itirazlarının yanında, yargılama sırasında ödenen nakdî kefalete ilişkin faiz hesaplamasının yanlış yapıldığını da belirtmiştir. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Ceza Dairesi, 14/5/2013 tarihli ve E.2013/8652, K.2013/13479 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuş ancak yeniden yargılama yapılmasına gerek görmeksizin, tutuklu kalınan sürenin eksik hesaplanması nedeniyle maddi tazminat miktarını 528,38 TL’ye yükseltmiş, tazminatlara eklenecek faizin hesaplanmasında başlangıç olarak belirtilen tarihi ise 3/4/2002 olarak değiştirmiş, kararı bu hâliyle düzeltilerek onamıştır. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesinin düzelterek onama ilamını 10/7/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 24/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tazminat istemi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; … e)Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen, … Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat isteminin koşulları” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. … (6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir. (7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir. …” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Haksız fiillerden doğan borç ilişkileri” başlıklı, “A. Sorumluluk” alt başlıklı ve “ Genel olarak” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. …” 6098 sayılı Kanun’un “Haksız fiillerden doğan borç ilişkileri” başlıklı, “A. Sorumluluk” alt başlıklı ve “ Tazminat Belirlenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler. …” 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un “Kanuni faiz” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır. Bakanlar Kurulu, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6163 | Başvuru, kasten öldürme suçu işlendiği iddiasıyla açılan ceza davasının ve haksız tutuklama nedeniyle açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığı, haksız tutuklama nedeniyle tazminat davasında hatalı değerlendirmeler yapıldığı, bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/37146 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 31/12/2007 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 17/3/2009 tarihinde görevsizlik kararı vermesi üzerine yargılamaya Ankara İş Mahkemesinde devam edilmiş, 28/2/2014 tarihli karar ile davanın reddine hükmedilmiş, bu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/6/2015 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5862 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz ve tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/4/2000 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 31/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19754 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz ve tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu ve tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aştığını belirterek, Anayasa’nın maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 8/11/2012 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 7/3/2014 tarihinde görüşünü sunmuş, Bakanlık görüşü ise 17/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, 3/4/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvurucunun el yazısı ile bireysel başvuruda bulunduğu tarihten yaklaşık bir yıl sonra 22/10/2013 tarihli dilekçe ile başvurucu adına vekaletname ibraz edilmiş ve başvuruya ilişkin talepler yenilenmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 16/11/2005 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/11/2005 tarih ve 2005/22 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 13/6/2007 tarih ve E.2007/888 sayılı iddianameyle suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 16/10/2012 tarih ve E.2005/260, K.2012/267 sayılı kararı ile başvurucunun, 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddesi ile 6136 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca toplam 31 yıl 30 ay 15 gün hapis ve 375,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında görülen dava başvuru tarihi itibariyle temyiz aşamasındadır. Başvurucu, 7/3/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM, başvurucunun 29978/11 sayılı başvurusuna ilişkin olarak 18/9/2012 tarihinde dostane çözüme dayalı düşme kararı vermiş ve bu kapsamda başvurucuya 300 Euro ödeme yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1000 | Başvurucu, uzun bir süredir tutuklu olarak bulundurulduğunu ve tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aştığını belirterek, Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru, sermaye şirketinin adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde inşaat işi ile iştigal eden bir şirkettir. Başvurucu Şirket, Diyarbakır ili Sur ilçesi Bağıvar Mahallesi Kırklardağı mevkii 7017 ada 11 parsel sayılı taşınmazda 4 blok ve 135 daireden oluşan bir site inşa etmiştir. Söz konusu sitenin bulunduğu alana ilişkin olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisinin revizyon nâzım imar planının iptali talebiyle Diyarbakır Valiliğince açılan davanın Diyarbakır İdare Mahkemesinin 25/12/2014 tarihli kararıyla süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir. Temyiz aşamasında karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 16/9/2015 tarihli kararıyla davanın süresi içinde açıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesince yapılan yargılamada 24/11/2016 tarihli kararla Toprak Kurulu kararı olmaksızın tarım arazisinin imara açılmasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle söz konusu revizyon nâzım imar planının iptaline karar verilmiştir. Mahkeme kararına istinaden Sur Belediye Meclisinin 11/8/2017 tarihli ve 349 sayılı kararı, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisinin 15/9/2017 tarihli ve 42 sayılı kararıyla yürürlükteki 1/000 ölçekli imar planının da iptali sonrasında Diyarbakır Sur Belediye Başkanlığının 18/1/2018 tarihli ve 4 sayılı encümen kararı ile 7017 ada 11 parsel üzerindeki yapıların yıkılmasına karar verilmiştir. Akabinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığınca bu karara istinaden yıkım işlemi gerçekleştirilmiştir. Başvurucu 19/3/2018 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Sur Belediye Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; davaya konu yapının davalı Sur Belediyesinin yürürlükteki imar planına dayalı olarak verdiği ruhsatlara istinaden inşa edildiğini, 1/000 ölçekli nâzım imar planının Diyarbakır İdare Mahkemesinin E.2016/824 ve K.2016/1140 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine sitede yer alan bağımsız bölümlerin hukuka ve mevzuata aykırı olarak yıktırılması sebebiyle fazlaya ilişkin talebi ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla 000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama sırasında Mahkemece 24/5/2019 tarihli ara kararı ile dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. 7/8/2019 tarihli bilirkişi raporunda, Yapı Tatil Tutanağı ilişiğinde bulunan ve dava konusu yapı yıkılmadan önce çekilen fotoğraflardan anlaşıldığına göre yapının %100 oranında tamamlanmış olduğu belirtilmiş; yıkım ve plan iptali sonrasında kaybolan nihai değer, yapının inşaat maliyet bedeline arsa payı değer kaybının eklenmesi suretiyle hesaplanırken taşınmazların yıktırılması sonucu kaybolan maddi değerin yıkım tarihi itibarıyla 481 TL olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme 19/9/2019 tarihli ara kararıyla, talep ettiği tazminat miktarını 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi kapsamında artırmak istiyorsa bu hususa dair beyanlarını sunmasını başvurucudan istemiştir. Başvurucu 14/11/2019 tarihinde verdiği dilekçeyle bilirkişi raporu doğrultusunda maddi tazminat miktarını ıslah ederek toplamda 481 TL tazminat talep etmiş ve adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım dilekçesinde başvurucu; ıslah harcını ödeme gücü olmadığını, Diyarbakır İdare Mahkemesinde açtığı başka davaların bulunduğunu ve bilirkişi raporlarında kendisine ödenmesi gereken tazminat miktarının 000 TL olarak belirlendiğini, bunlarla ilgili ıslah talepleri nedeniyle ödemesi gereken harç miktarının çok yüksek olduğunu, iflasın eşiğine geldiğini, masraflarını karşılama gücünden yoksun olduğunu belirtmiştir. Mahkemenin 21/11/2019 tarihli ara kararı ile başvurucunun adli yardım talebi reddedilmiştir. Ret gerekçesinde; başvurucu Şirketin yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin herhangi bir belge sunmadığı, böylelikle adli yardımdan yararlanma koşullarını sağlayamadığı ifade edilmiştir. Başvurucu 3/12/2019 tarihli dilekçesiyle, dava konusu inşaatın yapımı için çeşitli bankalardan krediler kullandığını, ayrıca çeşitli firmalarla taşeronluk sözleşmesi imzaladığını, dava konusu inşaatın haksız ve hukuka aykırı şekilde yıkımından sonra müvekkil Şirketin ekonomik olarak iflasın eşiğine geldiğini, bu nedenle bankalar ve tüm alacaklılar tarafından hakkında icra takibi başlatıldığını, bütün banka hesaplarına ve mal varlıklarına haciz konulduğunu belirterek karara itiraz etmiştir. Ayrıca başvurucu, aynı tarihte taşınmaz kayıtlarını ve hakkında başlatılan icra takiplerini ek beyan dilekçesiyle sunmuştur. İtirazı inceleyen Diyarbakır İdare Mahkemesi 11/12/2019 tarihli kararıyla 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesine göre özel hukuk tüzel kişilerinin adli yardımdan yararlanabileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığını belirterek başvurucunun adli yardım talebini reddetmiştir. Ret kararı ve masraf isteme yazısı başvurucu vekiline elektronik postayla 27/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkemenin 31/1/2020 tarihli kararıyla dava 000 TL üzerinden kesin olarak kabul edilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun adli yardım talebi reddedilerek süresinde ıslah harcı yatırmadığı vurgulanmış; ıslah talebinde bulunmamış sayılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Gerekçede; davaya konu yapının davalı Sur Belediyesinin yürürlükteki imar planına dayalı olarak verdiği ruhsatlara istinaden inşa edildiği, yargı kararınca iptal edilen plana dayalı olarak verilmiş ruhsata dair işlemin tesis edildiği tarihte plana uygun olduğu ifade edilmiştir. Hukuka aykırılığı saptanan plana ilişkin mahkeme kararı nedeniyle imar planının düzenlendiği tarih itibarıyla yürürlükten kalkacağı, bu nedenle sitenin ruhsatsız inşa edildiği sonucunun ortaya çıktığı açıklanmıştır. Hukuka aykırı bir şekilde plan oluşturan ve bu plana göre ruhsat veren davalı idarelerin kusurlu davranışı nedeniyle, idarenin işlemlerine güvenerek taşınmazı inşa eden ve malik olan iyi niyetli üçüncü kişi davacı şirketin yıktırılan taşınmazları dolayısıyla ortaya çıkan bedel zararının davalı idarelerce tazmin edilmesi gerektiği kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. Gerekçeli karar 28/3/2020 tarihinde başvurucu vekiline elektronik posta ile tebliğ edilmiş, başvurucu 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince pandemi nedeniyle başvuru süresinin uzatıldığını belirterek 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''(1) Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler. (2) Kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan yararlanabilirler. (3) Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ayrıca karşılıklılık şartına bağlıdır.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir.Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... yargılama giderleri ... Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır..." Yasama Belgesi 6100 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesi şöyledir:''Anayasada düzenlenen hak arama özgürlüğünün kullanılabilmesi ve adil yargılama hakkının unsurlarından olan, taraflar arasında silahların eşitliği ilkesinin hayata geçirilebilmesi için, gerekli yargılama giderlerini hiç veya sıkıntıya düşmeksizin ödeyemeyecek durumda bulunan kişilere, her türlü malî ve hukukî korunma taleplerinde kolaylık sağlanması, sosyal hukuk devleti ilkesinin gereklerindendir. Bu gereğin yerine getirilebilmesi ise adli yardım ile mümkün olacaktır.Adli yardımdan yararlanabilme koşulları, yoksulluk ve haklılıktır. Yoksulluk, tamamen fakr-u zaruret içinde bulunmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Kendisi ve ailesinin normal geçimini sağlayacak kadar mal ve haklara veya gelire sahip olan bir kişinin, açmak zorunda kaldığı bir dava veya kendisine karşı açılan bir dava sebebiyle yapmak zorunda kalacağı harcamaları, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zora düşürmeksizin karşılama gücünden yoksun olan kişilerin de adli yardımdan yararlanmaları icap eder. Haklılık koşulunun varlığı konusunda ise yaklaşık ispat ölçüsünde hâkimde bir kanaatin oluşması gerekir. Talepte bulunan kişinin baştan açıkça haksız görülmüyor olması da, adli yardımın koşulu olan haklılığın ispatı için yeterli sayılabilir.Maddenin birinci fıkrası hükmü, 1086 sayılı Kanundaki düzenlemenin günümüz Türkçesine uyarlanmış şeklidir. Ancak metne geçici hukukî koruma taleplerinde de adli yardımdan yararlanılabileceği yolunda bir ilâve yapılmıştır. Bazen dava açılmadan önce talep edilmesi gereken ihtiyatî haciz ve ihtiyatî tedbir gibi geçici hukukî korumalarda özellikle teminatların oldukça yüksek meblağlara ulaşabileceği göz önüne alındığında, bu teminatı ve diğer yargılama giderlerini ödemek zorunda kalacak olan kişilere, haklı oldukları yolunda hâkimde kanaat uyandırmaları hâlinde, adli yardım sayesinde, tüm giderlerden geçici olarak muafiyet tanınması, etkin bir hukukî korumanın gerçekleşmesine önemli ölçüde hizmet edecektir.İkinci fıkrada, gerçek kişiler için öngörülen adli yardımdan, istisnaî olarak, kamuya yararlı dernek ve vakıfların da yararlanabilmeleri düzenlenmiştir. 1086 sayılı Kanunda, gerçek kişilerden başka sadece hayır kurumlarının adli yardım talebinde bulunabilecekleri düzenlenmişti. Ancak hukukumuzda, hayır kurumu adı altında bir tüzel kişilik kategorisi bulunmamaktadır. Kamuya yararlı dernek ve vakıfların faaliyetleri sırasında taraf olmak zorunda kalacakları dava ve işler sebebiyle yapacakları harcamaları karşılayacak yeterli malî kaynaklarının bulunmaması durumunda, gerçekleştirebilecekleri kamuya yararlı faaliyetlerin de tehlikeye girmesi söz konusu olabileceğinden, bu tür tüzel kişilerin de adli yardımdan yararlanmaları uygun bulunmuştur.Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri için ise yoksulluk ve haklılık koşulları yanında, karşılıklılık koşulunun da bulunması gerekir. Türkiye'de adli yardım talebinde bulunan yabancının, vatandaşı olduğu ülkede, Türk vatandaşlarının da adli yardımdan yararlanabildiklerinin ispatında, iki veya çok taraflı uluslararası antlaşmalar ve ilgili ülkenin kanunlarından yararlanılabileceği gibi, fiilî uygulamaların ispatı da yeterli olacaktır.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını ve birtakım sınırlamalara maruz kalınabileceğini, mahkemeye erişim hakkının doğası gereği devlet tarafından toplumun ve bireylerin ihtiyaçları ile kaynaklarına göre yer ve zaman açısından değişebilen düzenlemelerin yapılmasını gerektirdiğini, bu açıdan anılan hakka yönelik kısıtlamalara izin verildiğini ifade etmiştir. AİHM bu sınırlamaların söz konusu hakkın özünü bozacak bir biçimde veya kapsamda bireyin mahkemeye erişimini kısıtlamaması gerektiğini, sınırlamanın meşru bir amaca hizmet etmediği ve kullanılan araçlar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumların Sözleşme’nin maddesiyle bağdaşmayacağını belirtmiştir (Pasquini/San Marino, B. No: 50956/16, 2/5/2019, § 156). AİHM'e göre hukuk mahkemelerine bir talepte bulunulduğunda harç ödenmesi, mahkemeye erişim hakkının özüne dokunmaması ve uygulanan tedbirlerin madde ışığında izlenen hedeflerle orantılı olması şartıyla Sözleşme’nin maddesiyle -tek başına- bağdaşmayan bir sınırlama olarak değerlendirilemeyecektir. Bu bağlamda başvurucunun mahkeme harçlarını ödeme gücü ve harçların uygulandığı dönemde yargılamanın hangi aşamada olduğu gibi durumlar mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği yönünden dikkate alınacaktır (Kreuz/Polonya, B. No: 28249/95, 13/2/2003, § 52). AİHM davanın sonucundan bağımsız olarak sadece finansal nitelikli sınırlamaların adaletin yerine gelmesi açısından özellikle sıkı bir incelemeye alınması gerektiğine karar vermiştir (Podbielski ve PPU Polpure/Polonya, B. No: 39199/98, 26/7/2005, § 65; FC Mretebi/Gürcistan, B. No: 38736/04, 31/7/2007, § 47; Paykar Yev Haghtanak Ltd/Ermenistan, B. No: 21638/03, 20/12/2007, § 45). AİHM, öngörülen mahkeme harcının başvurucunun ekonomik durumu çerçevesinde değerlendirilerek yüksek olup olmamasına ilişkin gerekçenin açıklamamasının mahkemeye erişim hakkının özüne yönelik bir müdahale anlamına geldiğini belirtmiştir (Weissman ve diğerleri/Romanya, B. No: 63945/00, 20/5/2006, §§ 39-42, AİHM 2006‑VII (alıntılar); Laçi/Arnavutluk, B. No: 28142/17, 19/10/2021, § 52). AİHM ayrıca tüzel kişilere adli yardım verilmesi hususunda Sözleşme’ye taraf devletler arasında bir görüş birliği hatta sağlam bir eğilim bulunmamasına rağmen gerçek ve tüzel kişiler arasında bir ayrım yapmadan mahkemeye erişim hakkına ilişkin aynı ilkeleri uyguladığını ifade etmiştir (Teltronic-CATV/Polonya, B. No: 48140/99, 10/1/2006 §§ 45-49; FC Mretebi, §§ 39-41; Agromodel OOD ve Mironov/Bulgaristan, B. No: 68334/01, 24/10/2009 §§ 34-37, Sace Elektrik Ticaret ve Sanayi A.Ş./Türkiye, B. No: 20577/05,22/10/2013, § 28). AİHM bireysel başvurulara konu davalarda ilgili yönetmelik veya ihtilaf konusu uygulamayı kavram olarak incelemenin görevi olmadığını, bu kapsamda dile getirilen hususları genel bağlamdan olabildiğince uzaklaşmadan incelemekle yetineceğini ifade etmiştir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 69). AİHM, mahkeme harç sistemini alacak miktarı ile mahkeme harçları arasında bir bağ kuracak şekilde düzenlemenin devletin takdir yetkisine girdiğini kabul etmiştir. Bununla birlikte bu sistem, taraflardan birinin mahkeme harçlarını ödemekten tamamen veya kısmen muafiyet ya da mahkeme harçlarında indirim imkânından yararlanabilmesi için yeterince esnek olmalıdır (Urbanek/Avusturya, B. No: 35123/05, 9/12/2010, §§ 60-65; Chorbadzhiyski ve Krasteva/Bulgaristan, B. No: 54991/10, 2/4/2020, § 64). Adli yardım talebi reddedilen yabancı bir ticari şirketin başvurusu ile ilgili olarak AİHM Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya (B. No: 19508/07, 22/3/2012) kararında yerel mahkemelerin adli yardım talebini reddederken açıkladığı gerekçelerin tatmin edici olduğunu belirterek başvuruyu reddetmiştir. AİHM anılan kararın mukayeseli hukuk başlığı altındaki ve paragraflarda Sözleşme'ye taraf üye ülkeler arasında 2008 yılında yapılan bir araştırmadan bahsedilerek -mütekabiliyet meselesi de dâhil olmak üzere yapılan tüm değerlendirmelerin yanı sıra- tüzel kişilerin adli yardımdan yararlanmasına ilişkin üye ülkeler arasında bir fikir birliği olmamasına özellikle dayanılarak hak ihlali olmadığı sonucuna varmıştır. Bu durumda AİHM'in sadece Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararı metni üzerinden Sözleşme'ye taraf üye ülke hukukları arasında tüzel kişilerin adli yardımdan faydalandırılması konusunda görüş birliği olmamasının bu tür başvurular yönünden hak ihlali olmadığı kararı verilmesinin önemli bir nedeni olduğu söylenebilecektir. Ancak AİHM yakın tarihli Türkiye ile ilgili verilen Nalbant ve diğerleri/Türkiye (B. No: 59914/16, 3/5/2022) kararında, Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararındaki söz konusu değerlendirmelerine açıklık getirmiş; mahkemeye erişim hakkına dair uyguladığı genel ilkeler yönünden tüzel kişiler ile gerçek kişiler arasında herhangi bir farklılığın bulunmadığını bazı kararlarına da atıf yaparak belirtmiştir. AİHM, Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararında hak ihlali bulmamasının nedeninin başvuranın tüzel kişi olması hususuna dayanmadığını, yerel mahkemelerin gerekçesi üzerinden değerlendirme yapıldığını ifade etmiştir. Ayrıca aynı kararda AİHM, tüzel kişiler için adli yardıma ilişkin kategorik bir yasağın Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası yönünden sorun teşkil ettiğine dair verdiği bir kararına da (Paykar Yev Haghtanak Ltd/Ermenistan, B. No: 21638/03, 20/12/2007) atıf yaparak hak ihlali sonucuna varmıştır. AİHM, mahkemeye erişimin güvencelerinin devleti ilgilendiren uyuşmazlıklarda olduğu gibi özel uyuşmazlıklarda da eşit güçte geçerli olduğuna hükmetmiştir. Zira her iki tarz yargılamada da taraflardan birinin yargılamanın masrafları şeklinde mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalle sonuçlanabilen orantısız bir finansal yük taşımaya zorlanabildiğini ifade etmiştir (Čolić/Hırvatistan, B. No: 49083/18, 18/11/2021, § 53). Bununla beraber AİHM, başvuranın mahkemeye erişim hakkının orantılılığını değerlendirirken anlaşmazlığın doğasını diğerlerinin yanında tek bir unsur olarak dikkate almaktadır. AİHM, yukarıda bahsedilen Nalbant ve diğerleri/Türkiye kararında başvuran şirketler hakkında yerel mahkemelerin muafiyet taleplerini yeterince detaylı bir değerlendirme yapmadan sadece iç hukukta ticari şirketler yönünden adli yardıma ilişkin bir hüküm bulunmadığına atıfta bulunarak reddettiklerini, yerel mahkemelerin iç hukukta adli yardıma dair bir hükmün olmayışını ticari amaçları olan bütün tüzel kişilere uygulanacak mahkeme harçlarından muafiyet konusunda ayrım gözetmeksizin bir kısıtlama olarak ele aldığını ifade etmiştir. AİHM anılan kararda başvuru konusu davadaki yargılamanın ticari nitelikte olduğunu, başvuranların mahkeme harcını ödeyememeleri nedeniyle Yargıtaya temyiz yoluna gidemediklerini, temyiz başvuru harcının oldukça yüksek olduğunu, bu konuda iç hukukta harçların hesaplanmasında herhangi bir esnekliğin bulunmadığını, temyiz başvuru tarihinde başvuran şirketin tüm mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, şirketin ödeme gücünün bulunmadığını, yargılama makamlarının başvuranın ekonomik durumuyla ilgili bir değerlendirme yapmadığını, şirketin ortağı olan gerçek kişiler hakkında sunulan belgelerin mahkemece yeterli görülmediğini, bu konudaki delilleri değerlendirme yetkisinin AİHM'e ait olmadığını ancak mahkemelerin de kişilere yönelik destekleyici belgelerin hangi açıdan ikna edici olmadığını ortaya koymaları gerektiğini ifade etmiştir. AİHM yargısal makamların şirketlerle ilgili adli yardım taleplerine yönelik iç hukukta bir hüküm olmamasının genel bir kısıtlama nedeni olarak değerlendirilmesinin Sözleşme’nin maddesi yönünden sorun oluşturacağını, mahkemelerin iç hukuk hükümlerini Sözleşme'yi uygulayacak şekilde yorumlamak ve tatbik etmek hususundaki yükümlülüğünün AİHM'in denetleyici mekanizmalarındaki ikincillik rolünün bir gereği olduğunu vurgulamıştır. AİHM bu kapsamda Kreuz/Polonya kararına atıf yaparak Yargıtayın başvurucuların dile getirdiği iddialarla ilgili değerlendirme yapmadığını belirterek devletin yargılama masraflarını geri alma konusundaki çıkarı ile başvuranların taleplerinin mahkemeler tarafından incelenmesine ilişkin çıkarları arasında adil bir denge kuramadığını belirtmiştir. AİHM netice olarak ticari şirketin ödeme gücüyle ilgili bireysel durumunu dikkate almaksızın adli yardım talebinin iç hukukta hüküm bulunmadığı gerekçesiyle kategorik olarak reddetmesinin mahkemeye erişim hakkına orantısız müdahale olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nalbant ve diğerleri/Türkiye, §§ 41-47). AİHM ayrıca hâlihazırda mahkeme harçlarından muafiyete ilişkin genel bir yasağın Sözleşme’nin maddesi yönünden bir sorun teşkil edeceğine hükmetmiştir (Paykar Yev Haghtanak Ltd./Ermenistan, § 49). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22192 | Başvuru, sermaye şirketinin adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, çocuk hakkında koruma tedbiri uygulanmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/4/2020 tarihli dilekçesi ile Kırıkkale Aile Mahkemesine (Aile Mahkemesi) başvurmuş, eşiyle boşanma aşamasında olmaları nedeniyle ayrı yaşadıkları, müşterek çocuğun bu süreçte annesinin akrabası olan A.G.nin psikolojik şiddetine maruz kaldığı iddiasıyla 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca önleyici tedbir, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu uyarınca koruyucu ve destekleyici tedbir kararı verilmesi talebinde bulunmuştur. Aile Mahkemesi 3/4/2020 tarihinde A.G. aleyhine 6284 sayılı Kanun kapsamında önleyici tedbir kararı uygulanmasına, 5395 sayılı Kanun kapsamında tedbir alınması talebinin ise ayrı bir dava konusunu oluşturması nedeniyle yeni esas numarası alınmak üzere tevzi bürosuna gönderilmesine karar vermiştir. Aile Mahkemesi, yeni esas numarasına kaydedilen 5395 sayılı Kanun kapsamındaki talep yönünden Kırıkkale Çocuk Mahkemesinin faaliyete geçmiş olması nedeniyle esası incelenmeksizin talebin reddi ile mahkemenin görevsizliğine karar vermiştir. Kırıkkale Çocuk Mahkemesi (Mahkeme) 8/10/2020 tarihinde başvurucunun 5395 sayılı Kanun kapsamında tedbir uygulanması talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sosyal inceleme raporu içeriğinden çocuğun eğitim ve sağlık sorununun olmadığı, A.G. tarafından herhangi bir şiddet görmediğini beyan ettiği, annenin çocuğun korunması konusunda yeterli bilince sahip olduğu hususlarının anlaşıldığı, bu nedenle 5395 sayılı Kanun kapsamında herhangi bir tedbir uygulanmasına ihtiyaç olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 16/10/2020 tarihli dilekçesi ile Ankara Çocuk Mahkemesine (İtiraz Mercii) itirazda bulunmuştur. Başvurucu, sosyal inceleme raporu kapsamında sadece çocuğun ve annesinin dinlendiğini, kendisinin ve A.G.nin dinlenmediğini, bu nedenle hükme esas alınan raporun yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Bununla birlikte tanık dinletme talebi olmasına rağmen bu hususta Mahkemece herhangi bir değerlendirme yapılmadığını belirtmiştir. İtiraz Mercii, herhangi bir tedbir alınmasına ihtiyaç olmadığı tespitini içeren sosyal inceleme raporuna istinaden verilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 3/11/2020 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 24/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan kontrolde başvurucu ve eşi arasında görülmekte olan boşanma davasının istinaf incelemesinin devam ettiği anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 5395 sayılı Kanun’un "Koruyucu ve destekleyici tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye yönelik tedbirdir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir...." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinden kaynaklanan pozitif yükümlülüklerin özel kişilerin müdahalelerine karşı korumayı güçlendirecek uygun bir yasal çerçeveyi sağlama ve pratikte uygulama ödevini de içerdiğini, bu kapsamda alınabilecek çok sayıda tedbir arasından seçim yapma görevinin ulusal makamlara ait olduğunu kabul etmektedir (Bevacqua ve S./Bulgaristan, B. No: 71127/01, 12/6/2008 § 65; Sandra Janković/Hırvatistan, No. 38478/05, 5/3/2009, §45; Đorđević/Hırvatistan, B. No: 41526/10, 24/7/2012, § 165 ). AİHM, çocuğun ve ebeveynin menfaatlerini ilgilendiren uyuşmazlığa ilişkin yargılama prosedürünün adil olması ve ilgililere bütün haklarını kullanabilme olanağı sağlaması gerektiğini ifade etmekte; bu bağlamda ulusal mahkemelerin özellikle olgusal, duygusal, psikolojik, maddi ve tıbbi nitelikteki bütün faktörler ile ailenin durumunu derinlemesine inceleyip incelemediğini, çocuğun üstün yararını tespit etmek suretiyle ilgili kişilerin de yararlarına ilişkin makul bir değerlendirme ve dengelemede bulunulup bulunulmadığını belirlemek durumunda olduğunu belirtmektedir(İlker Ensar Uyanık/Türkiye, B. No: 60328/09, 3/5/2012, § 52; Neulinger ve Shuruk/İsviçre [BD], B. No: 41615/07, 6/7/2010, § 139). Zhou/İtalya (No: 33773/11, 2014) kararında savunmasız kişiler söz konusu olduğunda, ilgili makamların, özel itina göstermeleri ve daha fazla koruyucu olmaları gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Sosyal yardım kurumlarının çocuğun bakım ve gözetiminin sağlanmasında zorluk yaşayan kişilere yardımcı olmak, bu kişilerin çocukla ilgili faaliyetlerinde kendilerine rehberlik etmek ve zorlukların üstesinden gelebilmelerini sağlayabilecek çeşitli imkânlarla ilgili olarak önerilerde bulunma yönünde görevleri olduğu belirtilmiştir. AİHM, anılan rehberlik faaliyetini içerir bir tedbirden yararlanılmadan aile bağlarının zayıflamasına neden olacak bir hüküm verildiği gerekçesiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Zhou / İtalya, § 61). Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme Türkiye tarafından 14/9/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de göz önünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar...." BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suiistimale, ihmal ya da ihmalkar muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar. Bu tür koruyucu önlemler; burada tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele olaylarının önlenmesi, belirlenmesi, bildirilmesi, yetkili makama havale edilmesi, soruşturulması, tedavisi ve izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu takdirde adliyenin işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa ve onun bakımını üstlenen kişilere, gereken desteği sağlamak amacı ile sosyal programların düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir." Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesinin 17/4/2013 tarihli ve 15 Numaralı Genel Yorum Kararı Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesinin (Komite) 17/4/2013 tarihli ve 15 Numaralı Genel Yorumu'nun (Genel Yorum) ilgili kısmı şöyledir:" Bu genel yorum, çocuk sağlığına çocuk hakları bakış açısıyla yaklaşmanın, tüm çocukların, fiziksel, duygusal ve toplumsal iyi olma hali ve her çocuğun kendi potansiyelini eksiksiz gerçekleştirilebileceği biçimde yaşam, hayatta kalma ve gelişme fırsatlarına sahip olma hakkı kapsamında taşıdığı önemle ilgilidir.... Devletler, Dünya Sağlık Örgütü’nün anayasasında sağlığı yalnızca herhangi bir hastalığın ya da sakatlığın olmayışı şeklinde değil fiziksel, zihinsel ve toplumsal açılardan tam bir iyi olma hali olarak kabul etmek konusunda mutabakata varmışlardır...." Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme Türkiye tarafından 15/8/2000 tarihinde imzalanan ve 2/7/2003 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme'nin "Ailenin korunması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Aile toplumun doğal ve esaslı bir birimidir ve aile toplum ve Devlet tarafından korunma hakkına sahiptir...." Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme'nin "Çocukların hakları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Her çocuğun ırk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum gibi bir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ailesi, içinde yaşadığı toplum ve Devlet tarafından, bir küçük olarak statüsünün gerektirdiği koruma tedbirlerine hakkı vardır...." Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme Türkiye tarafından 15/8/2000 tarihinde imzalanan ve 11/8/2003 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Bu sözleşmeye taraf devletler aşağıdaki hususları kabul ederler: Toplumun doğal ve temel birimi olan aileye, özellikle ailenin kurulması için ve aileye bağımlı çocukların bakım ve eğitiminden sorumlu oldukları sürece en geniş koruma ve yardımın yapılması gerektiğini kabul ederler...... Bütün çocuklar ve gençler yararına, ebeveynlikten ya da başka koşullardan dolayı hiçbir ayrım gözetilmeksizin, özel koruma ve yardım tedbirleri alınmalıdır..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36079 | Başvuru, çocuk hakkında koruma tedbiri uygulanmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, yakınları Şaban KOÇAK’ın askerlik görevini yerine getirdiği sırada idarenin kusuru sonucu intihar ettiği, olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasından sonuç alınamadığı, idare aleyhine açtıkları maddi ve manevi tazminat davasında hükmedilen tazminatın yetersiz olduğundan bahisle Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 22/1/2013 tarihinde Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, görüşünü 1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların ikisinin çocuğu ve diğer yedisinin kardeşi olan Şaban Koçak, Iğdır/Aralık Hudut Taburu Hudut Bölüğü Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik Karakol Komutanlığı emrinde piyade onbaşı olarak askerlik görevini yerine getirirken kendisine kalorifer kazan dairesinin zimmeti verilmiştir. Şaban Koçak, anne ve babasıyla yaptığı telefon görüşmelerinde kalorifer dairesinin zimmetinin kendisine verildiğini, bu görevi yapamayacağından korktuğunu ve yanlış bir şey yaparsa ailesinin malvarlığına el konacağı tehdidi altında olduğunu ifade etmiştir. Başvuru konusu olayın gerçekleşmesinden 10 saat önce görevli asker S.’den ısrarla silah ve mühimmat istemiş, bu talep komutanın emriyle yerine getirilmemiştir. 2/5/2010 tarihinde kendi görev mahalli olan karakolun kazan dairesinde diğer bir askerin hücum yeleğinden aldığı dolu şarjörü kendi silahına takarak kendisini vurmuş ve hayatını kaybetmiştir. Olayla ilgili olarak T. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı (Askeri Savcılık) 2011/120 esas numarasıyla soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sonucunda Askeri Savcılık, 28/1/2011 tarih ve E.2011/120, K.2011/3 sayılı kararında, intiharın Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ancak dışa yansıtmadığı şahsi, ailevi ve maddi sıkıntılar nedeniyle girmiş olduğu psikolojik bunalım sonucu gerçekleşmiş olduğunu ve başkasına atfedilebilecek bir suç unsuru bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucular 1/3/2011 tarihinde uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla Milli Savunma Bakanlığına dilekçeyle başvurmuşlardır. Milli Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir. Başvurucular zımni ret üzerine 31/5/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) dava açmışlardır. AYİM 31/10/2012 tarih ve E.2011/989, K.2012/1053 sayılı kararıyla başvurucuların tamamı için yapılan toplam 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebinin, olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak, Şaban KOÇAK’ın anne ve babası için toplam 100 TL maddi, davacıların tamamı için toplam 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Davanın reddedilen kısmı üzerinden nispi olarak hesaplanan 624 TL vekâlet ücretinin davacı olan başvuruculardan alınarak davalı idareye ödenmesine karar verilmiştir. Anılan karar üzerine başvurucular karar düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Söz konusu başvuru AYİM’in 15/5/2013 tarih ve E.2013/601, K.2013/584 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bakanlık, 21/8/2013 tarihli görüşünde (§ 5) başvuru konusu olaya ilişkin ilave olarak aşağıdaki bilgilere yer vermiştir: Askerlik Süreci Başvurucuların yakını Şaban Koçak’a askerlik öncesi son yoklamasında askerliğe elverişli olduğu yönünde rapor verilmiştir. Şaban Koçak bu rapora itiraz etmemiştir. Başvurucuların yakını Şaban Koçak, 14/12/2009 tarihinde askerlik hizmetine başlamış, acemilik eğitimini tamamlamasının ardından 1/3/2010 tarihinde Iğdır/Aralık Hudut Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik Karakoluna katılmıştır. Şaban Koçak’a sosyal risk tarama anketi yapılmıştır. Şaban Koçak, bu ankette herhangi bir sağlık sorunundan bahsetmemiştir. Ayrıca intihar eğilimi olmadığını ve ailesinde intihar edenin bulunmadığını belirtmiştir. Karakol komutanı kendisi ile mülakat yapmış, mülakatta, Şaban Koçak’a teslim edilen emniyet ve kaza önleme talimatları sözlü olarak anlatılmış ve sağlık sorunu olduğunda haber vermesi söylenmiş ve askerlik hizmeti sırasında nasıl hareket etmesi gerektiği açık bir şekilde izah edilmiştir. Şaban Koçak tırnak batması dışında herhangi bir sağlık sorunu olmadığını beyan etmiştir. Şaban Koçak, ayağına tırnak batması şikayeti ile ilgili olarak, 2/3/2010 ve 28/4/2010 tarihlerinde revire çıkmış ve muayenelerinin ardından birliğine geri gönderilmiştir. 2/5/2010 tarihinde, karakola ait kazan dairesinde, geçirdiği ruhi bunalım sonucu, ani müdahale mangasında görev yapan er S. Y.’nin hücum yeleğini çıkartmasından istifade ederek aldığı şarjörü kendi silahına takıp göğsüne ateş etmiştir. Şaban Koçak önce Aralık Devlet Hastanesine, buradan da Iğdır Devlet Hastanesine sevk edilmiş, yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir. Ceza Soruşturması Süreci Şaban Koçak’ın kendisini vurması üzerine durum derhal Askeri Savcılığa bildirilmiştir. Askeri Savcılığın talimatı ile Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı aynı gün ölü muayene işlemini yapmıştır. Ölenin kamera kaydı ve fotoğraflama işlemleri yapılmış, el, yüz, avuç içi svapları ve parmak izleri alınmıştır. Ölenin üzerinden çıkan çeşitli eşyalar tutanak ile muhafaza altına alınmıştır. Ölü muayene işlemi sonucunda kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için klasik otopsi işlemi yapılmasına karar verilmiştir. Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı, 2/5/2010 tarihinde olay yerini incelemiştir. Olay yeri inceleme ekibi fotoğraflama ve kamera kaydı işlemlerini yapmış, olay yerinin krokisini çizmiş, olay yeri ile olay yerinde bulunan silah ve şarjördeki parmak izlerini incelemiş, balistik inceleme için bunlara el koymuştur. Aynı gün Iğdır Cumhuriyet Savcısı nezaretinde, ölenin dolabı ve yatağında arama yapılmıştır. Aynı gün silah sesi üzerine kazan dairesine giden N.S., S.K., S. ve G. tanık olarak dinlenmiştir. S.K. ve N.S. silah sesi üzerine kazan dairesine gittiklerini, kazan dairesine vardıklarında Şaban Koçak’ın kanlar içinde yerde yattığını belirtmişlerdir. S. ifadesinde, kendisinin manga komutanı olduğunu, olaydan 10 saat kadar önce Şaban Koçak’ın kendisinden mühimmat istediğini ancak vermediğini ve durumu komutan H.N.’ye anlattığını, Şaban Koçak’ın maddi sorunları olduğunu ancak psikolojik sorunları olduğunu bilmediğini belirtmiştir. G. ise, Şaban Koçak’ın can dostu olduğunu, onu olay günü görmediğini, maddi sorunları olduğunu bildiğini ancak psikolojik sorunları olduğunu bilmediğini belirtmiştir. Olay yeri inceleme ekipleri olay yeri incelemesi sonucunda rapor düzenlemiş ve soruşturma dosyasına dâhil etmişlerdir. Raporda tüfeğin G-3 piyade tüfeği olduğu, emniyetin açık ve atıma hazır konumda olduğu belirtilmiştir. 12/5/2010 tarihinde Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesi toksikolojik raporunu açıklamıştır. Buna göre ölenden alınan örneklerde, uyuşturucu maddeye, alkole ve toksikolojik bulguya rastlanmamıştır. 1/6/2010 tarihinde klasik otopsi raporu açıklanmıştır. Klasik otopsi sonucunda, kesin ölüm nedeni ateşli silah yaralanmasına bağlı iç organ harabiyeti olarak tespit edilmiştir. Ayrıca atışın bitişik atış olduğu ve cesetten mermi çekirdeği veya saçma elde edilemediği belirtilmiştir. 23/6/2010 tarihinde ölenin elbiseleri ile ilgili kriminal raporu açıklanmıştır. Raporda parkada bir adet delik olduğu, atışın bitişik olduğu ve atış artıklarının bulunduğu belirtilmiştir. Silahın balistik incelemesi yapılmıştır. 17/6/2010 tarihli raporda, silahın G-3 makineli, tam otomatik çalışma düzeninde bir silah olduğu, herhangi bir arızasının bulunmadığı, kendiliğinden ateş alamayacağı, bir adet suça konu kovanın bu silahtan atıldığı, teşhise ve mukayeseye elverişli yeterli izin bulunmadığı belirtilmiştir. Alınan svaplar üzerinde yapılan inceleme sonucu açıklanan 28/6/2010 tarihli uzmanlık raporunda, Şaban Koçak’a ait olduğu belirtilen svapların söz konusu silahtan kaynaklanan atış artıkları olabileceği belirtilmiştir. Mağdur sıfatı ile başvuruculardan Fatma Koçak ve Sadık Koçak’ın ve tanık sıfatı ile Ali Koçak’ın ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde Şaban Koçak’ın psikolojik sorunu olmadığını belirtmişlerdir. Askeri Savcılık, ölenin dayısının oğlu K.’yi tanık olarak dinlemiştir. Tanık ifadesinde, Şaban Koçak’ın psikolojik sorunu olmadığını belirtmiştir. Karakol komutanı H.S., bölük komutanı O.K., tabip asteğmen F.K. ile piyade üstçavuş R.A. tanık olarak dinlenmiştir. H.K. ifadesinde; Şaban Koçak’ın kendisine ailevi sorunlarından bahsetmediğini, S. isimli askerin kendisine Şaban Koçak’ın mühimmat istediğini söylediğinde, vermemesi ve gerekirse nöbete çıkarılmaması gerektiğini söylediğini, ancak aynı gün Şaban Koçak’ın kazanda olması nedeniyle çağırıp konuşmadığını belirtmiştir. O.K. ise ifadesinde, Şaban Koçak’ın kendisine maddi durumunun iyi olmadığını söylediğini, bunun dışında bir sorunundan bahsetmediğini belirtmiştir. R.A. ise, Şaban Koçak’ın maddi sorunları dışında sessiz ve efendi birisi olduğunu, herhangi bir sıkıntısından bahsetmediğini, olaydan sonra S.Y. isimli askerin kendisine gelerek bir adet şarjörünün kaybolduğunu söylediğini, ancak Şaban Koçak’ın kimseyle bir sorunu olmadığını belirtmiştir. Şaban Koçak’ın samimi arkadaşları S.E. ve N.A. ile yakın akrabası K. tanık olarak dinlenmiştir. Bu kişiler Şaban Koçak’ın herhangi bir psikolojik sorunu olmadığını belirtmişlerdir. Olay günü, Şaban Koçak’ın gizlice şarjörünü aldığı er S.Y. tanık olarak dinlenmiştir. S.Y. ifadesinde, olay günü saat 00 civarında içinde şarjör bulunan hücum yeleğini çıkararak gazinoya gittiğini, o esnada komutanının çağırdığını, saat 00 civarında ise hücum yeleğinin olmadığını hatırladığını ve geri almaya gittiğini, öleni tanıdığını, içine kapanık birisi olduğunu, Şaban Koçak’a karakolda kötü davranılmadığını ve kimseyle sorunu olmadığını belirtmiştir. Askeri Savcılık tüm bu hususları değerlendirerek, Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ve dışa yansıtmadığı sorunlar nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar ettiği gerekçesiyle 28/11/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular vekili kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi E.2011/100 K.2011/101 sayılı kararı ile yapılan itirazı reddetmiştir. AYİM’de Açılan Tazminat Davası Süreci Başvurucular vekili tarafından, 30/6/2011 tarihli dilekçe ile Milli Savunma Bakanlığı (İdare) aleyhine tazminat davası açılmıştır. Başvurucular, toplamda 000 TL maddi ve 000 TL manevi olmak üzere 000 TL tazminat talep etmiştir. Davalı idare vekili olan avukat tarafından cevap dilekçesi sunulmuştur. Davacı başvurucular vekili tarafından 31/10/ 2011 tarihinde cevaba cevap dilekçesi sunulmuştur. AYİM Başsavcılığı, idarenin kusurlu olduğu gerekçesiyle tazminat miktarının belirlenmesi için bilirkişi raporu alınması ve açılan davanın kabul edilmesi yönünde mütalaa sunmuştur. AYİM, 22/2/2012 tarihinde aldığı ara karar ile davacı başvurucular vekilinden Şaban Koçak’ın çalışma koşulları ve aldığı ücrete ilişkin belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Başvurucular vekili 12/3/2012 tarihinde, Şaban Koçak’ın sigortasız olarak günlüğü 25 TL den çalıştığına ilişkin dilekçe sunmuştur. AYİM, 25/4/2012 tarihinde bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Bilirkişi 28/6/2012 tarihli raporunu mahkemeye sunmuştur. 9/7/2012 tarihinde davalı idare vekili Başsavcılık görüşüne itirazlarını sunmuştur. 13/7/2012 tarihinde başvurucular vekili, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi sunmuştur. 31/10/2012 tarihinde AYİM, nöbetine 10 saatlik bir süre olmasına rağmen silah ve mühimmat istemesinin intiharına ilişkin şüphe oluşturması ve bunun idare tarafından fark edilmemesi nedeniyle idarenin sorumlu olduğuna karar vermiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, davacı anne Fatma Koçak’a 500 TL maddi, 450 TL manevi; davacı baba Sadık Koçak’a 600 TL maddi, 450 TL manevi; davacının kardeşleri Nurten Koçak, Nurgül Özel, Yunus Koçak, Ali Koçak, Hacer Koçak, Fatma Koçak ve Rabia Koçak’a ayrı ayrı 300 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Ancak davacının kardeşleri Nurten Koçak, Nurgül Özel, Yunus Koçak, Ali Koçak, Hacer Koçak, Fatma Koçak ve Rabia Koçak’ın maddi tazminat taleplerini, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi uyarınca Şaban Koçak’ın maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle nafaka yükümlülüğü doğmadığından bahisle reddetmiştir. Ayrıca reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden 624 TL vekâlet ücretinin davacılardan alınarak davalı idareye ödenmesine karar vermiştir. Bu karar başvurucular vekiline 25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, 8/1/2013 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. 15/5/2013 tarihinde AYİM karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar 29/5/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. 12/7/2010 tarihinde, Şaban Koçak’ın ölümü nedeniyle, TSK Mehmetçik Vakfı Genel Müdürlüğü tarafından ölüm yardımı mahiyetinde, başvuruculardan Sadık Koçak’a 887,50 TL; Fatma Koçak’a 887,50 TL olmak üzere toplam 775 TL ödeme yapılmıştır. Başvurucular, 25/12/2012 tarihinde AYİM’in kararının kendilerine tebliğinden itibaren süresi içinde 22/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Duruşma” başlıklı maddesi şöyledir: “Daireler ve Daireler Kurulunda inceleme, evrak üzerinde yapılır. İptal davalarında ve miktarı ikiyüzbin lirayı aşan tam yargı davalarında taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır. Duruşma, dava dilekçesi ve cevap layihalarında istenebilir. Daireler ve Daireler Kurulu yukarıdaki kayıtlara bağlı olmaksızın duruşma yapılmasına kendiliğinden de karar verebilir. Davetiyeler duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.” 1602 sayılı Kanun’un “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı maddesi şöyledir: “Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılabilir. Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.” 1602 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir. a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması; b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması; c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;” 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “A. Nafaka yükümlüleri” başlıklı maddesi şöyledir:“Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır. Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/841 | Başvurucular, yakınları Şaban KOÇAK’ın askerlik görevini yerine getirdiği sırada idarenin kusuru sonucu intihar ettiği, olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasından sonuç alınamadığı, idare aleyhine açtıkları maddi ve manevi tazminat davasında hükmedilen tazminatın yetersiz olduğundan bahisle Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. | 1 |
Başvurucu, 7/4/2005 tarihinde açtığı hizmet tespiti davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 8/1/2013 tarihinde Batman İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 26/7/2013 tarihli görüş yazısı 1/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 7/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hizmet sürelerinin tespiti istemiyle 7/4/2005 tarihli dilekçe ile Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) hizmet tespiti davası açmıştır. Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/290 sayılı dosyasında görülmekte olan dava, Batman ilinde İş Mahkemesi açılması ile birlikte 29/11/2006 tarihinden itibaren Batman İş Mahkemesinin E.2006/72 sayılı dava dosyasında görülmeye devam etmiştir. Başvurucu, 30/4/2009 tarihinde Batman İş Mahkemesinde işçilik alacaklarının tahsili istemiyle ayrı bir dava açmış, Mahkeme bu davada hizmet tespiti davasının bekletici mesele yapılmasına karar vermiştir. Batman İş Mahkemesi hizmet tespitine ilişkin yargılamada, 28/10/2010 tarih ve E.2006/72, K.2010/613 sayılı kararıyla, dinlenen tanık beyanları ve alınan bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi sonucunda davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Tarafların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/11/2012 tarih ve E.2011/121, K.2012/19195 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 13/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 8/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İşçi alacaklarına ilişkin görülen davada Mahkeme, 2/4/2013 tarih ve E.2009/463, K.2013/128, sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne hükmetmiş, karar Yargıtay tarafından 16/6/2014 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/806 | Başvurucu, 7/4/2005 tarihinde açtığı hizmet tespiti davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, isnat edilen suçlardan dolayı yapılan yargılamanın adil bir biçimde yürütülmediği, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alındığı; davaya etkili katılma, silahların eşitliği, çelişmeli yargılama, avukat yardımı, susma ve savunma gibi haklardan yararlandırılmadıkları, Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığı, kararların hukuki gerekçeden yoksun verildiği, yargılamanın makul sürede bitirilmediği gerekçeleriyle Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvurular, 17/1/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemeleri neticesinde Komisyona sunulmalarına engel teşkil edecek bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 2013/1138 numaralı başvuru için 27/6/2013, 2013/1163 numaralı başvuru için 12/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruların incelemesi neticesinde, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden Bölüm tarafından 22/12/2014 tarihinde, 2013/1163 numaralı dosyanın 2013/1138 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından, 22/11/2013 ve 12/12/2013 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 22/11/2013 ve 13/12/2013 tarihlerinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süreler sonunda görüşünü 24/1/2014 ve 17/2/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü 12/2/2014 ve 28/2/2014 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup başvurucular, karşı görüşlerini 13/3/2014 ve 24/3/2014 tarihlerinde sunmuşlardır. Birinci Bölümün 11/3/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Genel Olarak Yürütülen Soruşturmanın Konusu Başvurucular hakkında, 1994 yılında Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) ismi ile yeniden yapılanan yasa dışı silahlı örgütün üyesi olmak, yağma, örgüt adına adam öldürmek ve yaralamak gibi eylemlere bağlı olarak “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme” suçundan değişik yer Cumhuriyet Başsavcılıklarınca soruşturmalar başlatılmıştır. Bu soruşturmalar kapsamında, özellikle 1998 ila 2003 yılları arasında işlenen suçlardan dolayı başvurucular hakkında yakalama ve tutuklama kararları çıkartılmıştır. Başvurucu Aligül Alkaya ile İlgili Yürütülen İşlemler İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince 9/4/2003 tarihinde başvurucunun İstanbul’da yeri tespit edilmiştir. Dosyadaki yakalama tutanağına göre başvurucu, direnmesine rağmen zor kullanılmak suretiyle üzerinde H. Ö. adına düzenlenmiş ve kendi fotoğrafı yapıştırılmış sahte kimlikle yakalanarak gözaltına alınmıştır. Yakalama, el koyma ve arama tutanaklarına göre başvurucunun, diğer başvurucu Hatice Duman ile birlikte örgüt evi olarak kullandıkları tespit edilen evlerde 9/4/2003 tarihinde yapılan aramalarda; P. Ö. sahte kimliği ile yakalanan Hatice Duman yanında ayrıca, çok sayıda Kalashnikov marka tam otomatik tüfek, tabanca ile silahlara ait mermi ve şarjörler, MKE yapımı el bombası, bomba yapımında kullanılan kimyevi maddeler, beton çivisi, somun ve metal parçalar, çok miktarda maytap fitili, el telsizi ve anteni, dürbün, kamera, oto plakaları, sahte nüfus cüzdanları, kimlik kaplamada kullanılan çok sayıda şeffaf naylon, nüfus müdürlüğüne ait mühür, kar maskeleri, eldiven, bere, yasa dışı yayınlar, örgütsel dokümanlar, bomba yapımını anlatan daktilo edilmiş doküman, el yazısı ile yazılmış “birincisi merkezi bir askeri komite kurulması” ifadesi ile başlayan bir sayfa örgütsel doküman gibi malzemeler ele geçirilmiştir. Başvurucu, müdafii olmadan verdiği 12/4/2003 tarihli kolluktaki ifadesinde, isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediğini ayrıntıları ile açıklamıştır. Anılan ifade tutanağında başvurucuya susma, yakınlarına haber verme ve lehine olan hususları öne sürme gibi usul hakları hatırlatılmıştır. Tutanağın sonunda başvurucu; ifadesini, kendi hür iradesi ile hiçbir baskı ve cebir altında kalmadan isteği ile verdiğini, yaptıklarından pişman olmadığını belirterek imzalamıştır. Başvurucunun, kollukta verdiği ifadesinin bazı bölümleri şöyledir:"…devrimci görüşleri benimserim. MARKSİST LENİNİST KOMÜNİST PARTİ (MLKP) örgütünün program ve tüzüğünü benimserim. Türkiye'de halkların ve işçi sınıfının sosyalizme varmak için silahlı mücadele yoluyla, mücadelenin önündeki engelleri kaldırarak kızıl güneşimiz Marksist Leninist Komünist Partisiyle insanlığın altın çağa komünizmi gerçekleştirmek için bu uğurda mücadele yürütmekteyim… Benim MLKP adlı örgüt içerisinde bu güne kadar hatırladığım kadarıyla katıldığım eylemler sırası ile şu şekildedir. - 2001 günü … Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüme bağlı …çelik zırhlı resmi Shortlan Dover otosuna ateş edilmesi: Bu eylemin amacı 19 Aralıkta cezaevlerine yapılan müdahaleyi protesto etmekti. Eyleme üç kişi olarak katıldık. Benim yanımda Tufan kod Ahmet Doğan, Ertan Kod, E. Ö. isimli arkadaşlarım vardı. Bu eylemde bende 7,65 mm çaplı tabanca ve taarruz tipi el bombası vardı… Ahmet Doğan’da Kaleşnikof tüfek, …bulunuyordu… Ekip otosuna doğru ben üç el ateş ettim. Diğer arkadaşlar da ateş ettiler... -2001 günü …Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı …ekip otosuna silahlı ve bombalı şadında bulunulması sonucu olay yerinden geçmekte olan A. Ö. isimli şahsın öldürülmesi, saldırganların aynı yerde bulunan 34 … plaka sayılı otoyu gasp ederek kaçmaları; Bu eylemin amacı da 19 Aralıkta cezaevlerine yapılan müdahaleyi protesto etmekti. Eylemi (3) kişi gerçekleştirdik. Yine yanımda… Ahmet Doğan ile E. Ö. vardı. Eyleme ben kaleşnikof tüfekle gittim. Eylem sorumlusuydum… Ahmet Doğan'da Kaleşnikof tüfek ve el bombası, …vardı… Ben kaleşnikof ile ateş ettim. Yanımdaki arkadaşlar da ateş ettiler… Daha sonra bu eylem sonucunda bir vatandaşın öldüğünü duyduk. … - 2001 günü …meskun mahalde ateş etmek, molotof kokteyli atmak ve yasadışı örgüte ait pankart asmak ;Bu eylem F tipi cezaevlerini protesto etmek için gerçekleştirildi. Eylemde hatırladığım kadarıyla 6-7 kişi vardı. Benden başka …Ahmet Doğan ile …katıldı. Yola molotof attık. Ses bombası patlatıldı, MLKP imzalı pankartı astık …ateş edildi…- 2001 günü …Kalamış marina tel örgü kenarına bir adet fitil ateşlemeli, el yapımı, parça ve basınç etkili bomba konulması, Bu bombayı ben hazırladım. Üç kişi eylem yerine gittik. Bombayı ben yerleştirdim. Diğer arkadaşım gözcülük yaptı. Bu eylemde yanımdaki şahıs burada benimle gözaltında bulunan devrim nikahlı eşim Hatice Duman'dı… Bu eylemin de amacı cezaevlerine yapılan müdahaleleri protesto etmekti…- 2003 günü …Eyüp/Rami Akbank şubesinin maskeli ve silahlı 5 kişi tarafından soyulması, bankadan 14 milyar 289 milyon TL'si para ve güvenlik görevlisi …üzerinde bulunan MKE yapımı …tabancanın gasp edilmesi, Bu eyleme (5) kişi katıldık. (2) bayan. (3) erkektik. Ben... benimle beraber gözaltında bulunan… devrim nikahlı eşim Hatice Duman ve …şahıslardı. Amacımız örgüte yardım etmek, yani kamulaştırmaktı. Bende 14'lü tabanca vardı. Bundan hariç diğer arkadaşlarda kaleşnikof marka silahlar vardı... Bir araca binerek silahları eve götürdüm…- 2003 günü …döviz bürosu sahiplerinden …3 adet tabancanın gasp edilmesi, Bu eylemin amacı dövize yönelikti. İlk anda silahlar gündemde yoktu. Dövizcilerin istihbaratı ben yapmıştım. Eylem günü dövizcilerin evinin önüne beyaz bir araç ile 5 kişi gittik. 2 bayan 3 erkektik. Benim yanımda …Hatice Duman …vardı...İstihbarata göre dövizcilerde 200 Milyar Tl.sıma yakın para olması gerekiyordu. Eylem günü (2) şahıs evden çıktı. Ellerinde çanta vardı. İki arkadaşım bunlara müdahale ederek etkisiz hale getirdi. Üzerlerindeki silahları ve çantalarını alarak oradan uzaklaştık. İleride bıraktığımız araca bindik. E-5'e çıktık. Bizim ve dovizcilerin silahlarını ben aldım. Arabadan indim. Bir araca binerek eve geldim. Diğer dört arkadaş araba ile gittiler. Bu eylemde kar maskelerini taktık… Hücrelerdeki yapılanma şu şekildedir. hücre: Ben Aligül Alkaya, Hatice Duman… hücre: … hücre: …Ahmet Doğan…” Başvurucu, avukatı olmaksızın 13/4/2003 tarihinde çıkarılmış olduğu Cumhuriyet Savcısının huzurunda ise kimliği hakkındaki bilgiler de dâhil olmak üzere, hiçbir beyanda bulunmayarak susma hakkını kullanmıştır. Başvurucu, bir kısım şüpheliler ve onların avukatları ile aynı tarihte avukatı olmaksızın çıkarılmış olduğu sorgu hâkimliğinde ise suçlamaları kabul etmediğini, emniyette kendine bir şey sorulmadığını, beyanları emniyet yetkililerinin yazdığını, kendisinin de imzalamak zorunda kaldığını ve avukat tutmak istediğini söylemiştir. Başvurucu sorgusunda, suçlamaları kabul etmemiş ise de dosyadaki kanıt durumu ve suçun niteliği göz önüne alınarak Mahkemece tutuklanmasına karar verilmiştir. Anılan suçlar nedeniyle başvurucu ve sekiz şüpheli hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2003/822 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 23/7/2003 tarihli ve E.2003/834 sayılı iddianame ile başvurucunun adam öldürme ve yaralama, ruhsatsız silah bulundurma, yağma gibi tespit edilen yirmi beş eylemden dolayı 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146/ maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup dava, anılan Mahkemenin E.2003/213 sayılı numarasına kaydedilmiştir. Öte yandan Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.1994/204 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 14/4/1994 tarihli ve E.1994/108 sayılı iddianameyle başvurucu ve dört arkadaşı hakkında TKP/ML adlı silahlı örgütüne üye olmak suçundan 765 sayılı Kanun’un 168/2 ve 121/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesine muhalefetten Malatya 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup söz konusu davada başvurucu gıyabi tutuklu aranmakta iken anılan Mahkemenin 21/10/2003 tarihli ve E.1998/13, K.2003/116 sayılı kararıyla dava dosyası, aralarında hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu gerekçesiyle İstanbul 4 No.lu DGM’nin E.2003/213 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir. Benzer şekilde Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.1997/307 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 25/6/1998 tarihli ve 1998/234 sayılı iddianameyle başvurucu hakkında yasa dışı TKP/ML örgütünün üyesi olmak suçundan yargılanması istemiyle Adana 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup başvurucu hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılmıştır. Anılan Mahkemenin 24/2/2004 tarihli ve E.1998/305, K.2004/26 sayılı kararında, “sanık hakkında İstanbul 4 No.lu DGM’de aynı türden kamu davası bulunduğu, birleştirme önerimize olumlu yanıt verildiği, mahkememiz dosyası ile İstanbul 4 No.lu DGM’nin 2003/213 esas sayılı dava dosyası arasında şahsi, fiili ve hukuki bağlantı bulunduğu anlaşıldığından her iki davanın birleştirilmesi kanaatine varıldığı” belirtilerek söz konusu dava, İstanbul 4 No.lu DGM’nin 14/4/2004 tarihli ve E.2004/102, K.2004/74 sayılı kararıyla aynı Mahkemenin E.2003/213 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir. Ayrıca aynı suç örgütü ile ilgili olarak diğer bir kısım sanıklar yönünden İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmalar sonucunda düzenlenen 9/10/2003 tarihli ve E.2003/1082, 6/5/2004 tarihli ve E.2004/525, 17/5/2005 tarihli ve E.2005/602 sayılı iddianameler; İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 22/8/2003 tarihli ve E.2003/216 sayılı iddianamesi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile görevli) 18/1/2007 tarihli ve E.2007/75 sayılı iddianamesi ile açılan davalar da İstanbul 4 No.lu DGM’nin 19/1/2004, 13/10/2004, 5/10/2005 ve 21/3/2007 tarihli kararları ile E.2003/213 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Diğer taraftan, İstanbul 4 No.lu DGM’de yargılama devam ederken, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle yargılama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK madde ile görevli) yürütülmüştür. Başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul 4 No.lu DGM’de 28/7/2003 tarihinde, iddianamelerin de tebliğini içeren tensip tutanağının düzenlenmesiyle başlamıştır. İlk duruşma 3/10/2003 tarihinde yapılmış olup hükmün kurulduğu 4/5/2011 tarihine kadar toplam on yedi celse açılmıştır. Başvurucu, bu kovuşturma süreci boyunca avukat yardımından yararlandırılmıştır. Başvurucu 19/1/2004 tarihli oturumda, avukatı ile görüşüp detaylı savunmada bulunacağını, bu nedenle süre talep ettiğini belirtmiş ve istenilen süre 14/4/2004 tarihli oturuma kadar tanınmıştır. Başvurucunun, müdafii ile birlikte 14/4/2004 tarihinde Mahkemede yapmış olduğu savunması şöyledir:“Öncelikle ben bu olayla ilgili olarak iddianamede bana atılı suçlardan sadece MLKP üyesi olduğumu kabul ediyorum, ayrıca söz konusu evde yakalanan eşyaların da yine bu partinin ve benim olduğunu kabul ediyorum, bunun dışında iddianamede bana yüklenen eylemlerle hiçbir ilgim olmadığı gibi dosyada benimle beraber yargılanan diğer sanıklardan Hatice Duman benim eşimdir, bunun dışında diğer sanıkların hiçbiri ile ilişkim yoktur, kendilerini de tanımam, bu olayla ilgili olarak ben 8/4/2003 tarihinde gözaltına alındığımda görevli olduklarını da bilmediğim sivil şahıslar tarafından zor kullanılarak kaçırıldım …bu şekilde zorla şubeye getirildikten sonra çok yoğun bir şekilde işkenceye tabi tutuldum, bu arada hafıza zayıflatıcı bir ilaç bana uygulanmak suretiyle ve verilmek suretiyle hafızamda kısmen kayıplara sebep olacak şekilde işkenceye tabi tutuldum, daha doğrusu hafızamı tamamen kaybettim, bu şekilde bana değişik eylemleri zorla kabul ettirmek istediler, bununla tehdit ettiler, yine eşimle ilgili olarak tehditte bulundular; ben her defasında susma hakkımı kullandığımı bildirdiğim halde bana kendi gösterdikleri şahıslarla ilgili ve belirtilen eylemlerle ilgili bazı şeyleri kabul etmemi istediler, bu şekilde benim ifade vermediğim halde yazdıkları şeyleri bana imzalattılar, bu şekilde de savcılık huzuruna yine savcılık huzurunda da benzer şekilde çıkarılırken tabi tutuldum ve daha sonra, cezaevine gittiğimde bunlar tespit edilmiştir, sorumlular hakkında yasal işlemler talep ediyorum ve işkence yapan ve bana ilaç uygulaması yapan şahıslar hakkında suç duyurusunda bulunuyorum …sadece örgüt üyeliğini ve evde yakalanan malzemeleri kabul ediyorum…” Müşteki mağdur Ö. aynı tarihli oturumda “…olay akşamı işyerimi kapattım… minibüse bindim… Acıbadem köprüsünün altında iki şahıs yüzleri maskeli …silahlarını çekip enseme ve göğsüme dayadılar, elimdeki çantayı istediler… Ben yüzlerine baktığımda gözleri ve alın kısmı …görünüyordu… Yanımdaki maktul S. O. ne oluyor diye deyince diğer şahıs ateş etti ve maktulü kafasında vurduğunu …gördüm… Çantamı alıp kaçtılar... Benim kafama silahı dayayan şahıs şu anda huzurda gösterdiğim …Aligül Alkaya’dır… Çantamda evrak vb şeyler vardı …para yoktu…” şeklinde teşhis ve anlatımda bulunmuştur. Öte yandan 1/4/2009 tarihli oturumda Cumhuriyet Savcısı tarafından mütalaa okunmuş ve somut başvurudaki tüm başvurucular hakkında mahkûmiyet talebinde bulunulmuştur. Bu duruma karşı söz alan başvurucuların avukatının sarf ettiği sözlerden dolayı duruşma Savcısı tarafından Mahkeme aracılığı ile suç duyurusunda bulunulmuştur. Devam eden oturumlarda başvurucuların avukatı, Cumhuriyet Savcısı ile olan tartışması nedeniyle hakkında dava açıldığını, Cumhuriyet Savcısının çekilmesi gerektiğini belirtmiş; Mahkemece bu talep kabul edilmemiştir. Başvurucular, Mahkeme heyetinin tarafsız davranmadığını ileri sürerek 17/6/2010 tarihli dilekçeleri ile “hâkimin reddi” talebinde bulunmuşlardır. Mahkemece, anılan talebin 25/2/2011 ve 25/3/2011 tarihli oturumlarda reddedilmesi üzerine başvurucuların 1/4/2011 tarihinde yaptıkları itiraz da “dosyanın karar aşamasında bulunduğu, daha önce defaatle benzer nedenlerle red taleplerinin reddedilip kesinleştiği, reddi hakim taleplerinin yargılamayı uzatmaya yönelik olduğu” gerekçesiyle 7/4/2011 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucuların bu karara karşı 28/4/2011 havale tarihli dilekçesi ile yaptığı itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi de verilen kararı usul ve yasaya uygun bularak başvurucuların talebini 6/5/2011 tarihinde reddetmiştir. Anılan Mahkeme tarafından 3 maktul, 3 mağdur, 15 şikâyetçi ve 19 sanık ile 8 iddianame ve birçok eylemi kapsayan davada yapılan yargılama sonucunda, 71 sayfadan oluşan 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı kararda başvurucu ile ilgili olarak “sanığın 1996 tarihinden itibaren yasadışı MLKP terör örgütü adına faaliyette bulunduğu, öldürme, yaralama, yağmalama ve bombalama gibi birçok eyleme katıldığı, değişik kod isimler kullandığı, sahte kimlik ile yakalandığı, hücre evinde çok sayıda silah vb. malzemelerin ele geçirildiği, ekspertiz raporlarına göre bazı olaylarda bu silahların kullanıldığının belirlendiği” şeklinde değerlendirmeler yapıldıktan sonra “sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin sayısı, niteliği, vahamet arz eden boyutu dikkate alındığında yasa dışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını bozma veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun sübuta erdiği kabul edilmiştir.” denilmek suretiyle 765 sayılı Kanun’un 146/1 ve 59/ maddeleri uyarınca bir kısım eylemden sorumluluğu tespit edilen başvurucunun müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki değerlendirmesi şöyledir:“Sanığın 1996-1997 tarihinden itibaren yasadışı MLKP terör örgütü adına faaliyette bulunduğu, yakalandığı tarihe kadar bir dizi eyleme katıldığı, sanığın örgüt içerisinde Şişman-Saim-Süleyman kod isimlerini kullandığı, Halil Özdemir adına düzenlenmiş sahte kimlik ile yakalandığı hücre evinde yukarıda ayrıntısı verilen 8 adet muhtelif çapta tabanca, bu tabancalara ait fişek ve mermiler, 3 adet el telsizi, kar maskeleri, 1 adet el bombası, 2 adet kalaşnikof marka tam otomatik silah vb. malzemelerin ele geçirildiği, yine yukarıda ayrıntısı verilen söz konusu silahların ekspertiz raporlarına göre, sanığın beyanlarıyla da kabul ettiği eylemlerde bu silahların kullanıldığı, ekspertiz raporu içeriklerine göre örgüt evinde ele geçirilen 3 adet tabancanın kuyumculuk yapan müştekiler A. K. ve H. K.'den gasp edilen silahlar olduğu anlaşılmıştır. Sanığın yukarıda sabit kabul edilen ve ayrıntısı belirtilen;08/04/2001 tarihinde polise ait zırhlı aracın taranması, 2001 tarihinde Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne ait ekip otomobiline bombalı ve silahlı saldırı, maktul A. Ö.’nün ateşli silahla öldürülmesi… 2003 tarihinde Kadıköy ilçesinde maktul S. O.'nun ateşli silahla öldürülmesi eylemlerini işlediği…” Başvurucu Aligül Alkaya'nın, başvurucu Hatice Duman ile birlikte örgüt evi olarak kullandığı tespit edilen ikametinde yapılan aramada ele geçirilen malzemeler konusunda Mahkeme gerekçesinde yer alan bazı tespitler ise şöyledir (gerekçeli karar 71 vd.):“Ele geçirilen silahların İstanbul Kriminal Polis Laboratuarınca yapılan balistik incelemeleri sonucu düzenlenen 10/4/2003 tarihli ekspertiz raporuna göre; …TARIG marka yarı otomatik tabancanın; 30/10/1998 günü …meydana gelen ve A. Y.'ye ait şahsa ait olan markette silah tehdidi ile para istemek ve ateş etmek olayında,27/11/1998 günü …markette silahlı saldırı neticesi A. Y.'nin öldürülmesi eyleminde,1/8/2000 günü …yerde bulunan iş yeri kepenklerine "HÜCRELER ÖLÜMDÜR MLKP" ibareli pankart asılması ve olay yerine intikal eden 79 222 kod nolu polis ekip otosuna ateş edilmesi olayında,10/12/2000 günü saat 45 sıralarında maskeli ve silahlı şahısların Piyalepaşa Mahallesi Avcılar Sokak ile Nükhet Sokak üzerinde duvarlara yazılar yazdığı ihbarı alınması üzerine belirtilen adrese giderek olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri ile çıkan silahlı çatışmada Ö. T.'nin ölü, Fatih Buğrul sahte kimlikli Ş. ve Ş. Y. isimli şahısların yaralı ele geçirilmesi olayında,22/7/2001 günü …korsan gösteri yapılması, meskun mahalde ateş edilmesi, molotof kokteyl atılması ve yasadışı MLKP örgütüne ait pankart asılması olayında,16/10/2001 günü …E. Bilardo salonu içersinde S. Ç.'nin kafasına silahla ateş edilerek öldürülmesi olayında,Çin yapısı Kalashnikov marka seyyar dipçikli otomatik tüfeğin;8/4/2001 günü …şubemize bağlı 40-254 kod nolu zırhlı resmi Shortland Rover otosuna ateş edilmesi olayında,10/4/2001 günü …Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı 97 160 kod nolu ekip otosuna silahlı ve bombalı saldırıda bulunulması sonucu olay yerinden geçmekte olan A. Ö. isimli öğretmenin yaralanarak öldürülmesi ve saldırganların aynı yerde bulunan 34 …plaka sayılı otoyu gasp ederek kaçmaları olayında,Smith Wesson marka 6'h toplu tabancanın;8/4/2001 günü …şubemize bağlı 40-254 kod nolu zırhlı resmi Shortland Rover otosuna ateş edilmesi olayında,10/4/2001 günü …Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı 97 160 kod nolu ekip otosuna silahlı ve bombalı saldırıda bulunulması sonucu olay yerinden geçmekte olan A. Ö. isimli öğretmenin yaralanarak öldürülmesi ve saldırganların aynı yerde bulunan 34 …plaka sayılı otoyu gasp ederek kaçmaları olayında kullanıldıkları tespit edilmiştir.Ayrıca BKF 2929-470 seri numaralı 357 kalibre Magnum tipi fişek atar A.B. yapısı Smith Weşson marka 19-6 model 6'lı toplu tabanca ile A01-00228 numaralı 9 mm çaplı Parabellum tipi fişek atar yerli yapım Sarsılmaz marka Kılınç 2000 model yarı otomatik tabancanın, 17/3/2003 günü saat 30 sıralarında Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesi Eczacıbaşı Caddesi Atilla Sokak No: 7 sayılı yer önünde A. Dövizcilik ve Kuyumculuğun sahibi A. K. ile H. K.'den gasp edilen silahlar oldukları anlaşılmıştır.Sanık Aligül Alkaya'nın üzerinde çıkan Halil Özdemir adına tanzim edilmiş nüfus cüzdanının alınan ekspertiz raporu içeriğine göre tamamen sahte olarak hazırlandığı tespit edilmiştir.Sanık Hatice Duman'ın yakalanmış olduğu örgüt evinden elde edilen ve İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne gönderilen Sanık Aligül Alkaya'nın fotoğrafı yapışık olan Yalçın Palamut adına düzenlenmiş V-03/527980 seri numaralı nüfus cüzdandaki halen mevcut fotoğrafın daha önce aynı yerdeki fotoğrafın sökülmesinden sonra yapıştırılmış olduğu,Sanık Hatice Duman isimli örgüt mensubunun üzerinden elde edilen ve üzerinde bu şahsın fotoğrafının yapışık olduğu Perihan Özdemir adına düzenlenmiş S-06/000499 seri numaralı nüfus cüzdanındaki mevcut fotoğrafın daha önce aynı yerdeki fotoğrafın sökülmesinden sonra yapıştırılmış olduğu, Boş vaziyetteki …seri numaralı nüfus cüzdanlarının hakiki oldukları, 'T.İLÇESİ NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ" ibareli dişili-erkekli bir adet soğuk mührün sahte nüfus cüzdanı düzenlemek amacıyla kullanıldığı, (4) adet PVC kaplamanın ise sahte nüfus cüzdanı kaplamaya elverişli malzemelerden olduğu ve İstanbul Kriminal Polis Laborotuvarı Müdürlüğünün 2003 gün BLG : 2003/1737 sayılı ekspertiz raporundan anlaşılmıştır.Sanık Hatice Duman'ın hücre evi olarak kullandığı değerlendirilen ikamette yapılan incelemede, Söz konusu evde, görevlilerce alınan bira şişesi üzerindeki parmak izinin Hatice Duman'ın sağ el yüzük parmak izi ile aynı olduğu,Mutfak masası üzerindeki kül tablasında bulunan parmak izinin Hatice Duman'ın sağ el baş parmak izi ile aynı olduğu.Söz konusu hücre evinin televizyon odası kapısının dış yüzeyi kapı kolu üst kısmı üzerinden tespit edilen parmak izinin Sanık Aligül Alkaya'nın sağ el orta parmak izi ile aynı olduğu,Aynı evden alınan ASTUCA yazılı parfüm şişesi üzerinden tespit edilen parmak izi ile Sanık Aligül Alkaya'nın sağ el baş parmak izinin aynı olduğu,Hücre evinden elde edilen Aselsan marka el telsizi içerisindeki pil üzerinden tespit edilen parmak iziyle yasadışı MLKP terör örgütüne yönelik olarak 8/1/1999 günü başlatılan operasyonlarda yakalanarak hakkında tanzim edilen tahkikat evrakı ile birlikte sevk edildiği ilimiz DMG.Başsavcılığının 15/1/1999 gün ve Hz: 1999/88, Sorgu: 1999/11 sayısına kayden tutuklanarak cezaevine konulan, …doğumlu T.'nin sol el baş parmak izinin aynı olduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünün 11/472003 gün ve B.EGM.21/02/245 sayılı inceleme raporundan anlaşılmıştır.Söz konusu evde yapılan aramada ele geçirilen (1) adet 34 …sayılı plakanın 1996 model Kartal SLX tipi metalik bordo renkli hususu otoya ait olduğu, aracın 21/8/2002 günü Beşiktaş bölgesinden çalındığı ve 12/3/2003 tarihinde de bulunduğu Bağcılar İlçe Emniyet Müdürlüğünün 11/4/2003 tarihli yazılarından anlaşılmıştır.Yine hücre evi olarak değerlendirilen mekanda ele geçirilen bir kısım yazılı dokümanın da daha önce toplatma kararı verilen basılı evrak olduğu belirlenmiştir.” Başvurucu tarafından 6/5/2011 tarihli süre tutum ve sonradan verilen gerekçeli temyiz dilekçeleri ile mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamla öncelikle başvurucunun hâkimin reddi talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddine dair merci kararının hükümden sonra verilmiş olması ve Mahkemece bu itiraz sonucu beklenmeden davanın sonlandırılmış olması durumu ön sorun olarak incelenerek denetim yapılmıştır. Anılan Dairece yapılan incelemede, “sanık Aligül Alkaya müdafiinin hâkimin reddi taleplerine ilişkin ileri sürdüğü nedenlerin tüm dosya kapsamına göre yerinde olmadığı anlaşıldığından ret isteminin geri çevrilmesine ilişkin itirazın reddine; reddi hâkim talebine ilişkin yasal sürecin işleyiş biçimine bağlı olarak ileri sürülen savunma hakkının kısıtlandığına yönelik iddialar, reddi hâkim talebinin ileri sürüldüğü tarih, bu tarihte kovuşturmanın geldiği aşama, tüm savunmalar ve reddi hâkim talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddedilmiş olması karşısında yerinde görülmemiştir.” denilerek toplanan deliller karşısında başvurucunun diğer temyiz nedenleri yerinde görülmeyerek usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin başvurucunun müdafiinin yokluğunda verdiği onama kararı başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir. Ayrıca başvurucunun psikolojik baskı gördüğü yönündeki şikâyeti de dikkate alınarak 9/4/2003 tarihinde yapılan muayenesinde “1 gün iş ve güç kaybı oluşturacak biçimde sağ el bileğinde ve sol el baş parmak üstünde sıyrık ve sol uyluk orta ön kısmında 1 cm.lik eski lezyon” tespit edilmiş, başvurucunun “sorulara rahat yanıt verdiği, herhangi bir psikolojik araz belirtisi bulunmadığı” saptanmıştır. Yine cezaevine alınmadan önce 13/4/2003 tarihinde yapılan ve dört günlük açlık grevi sırasında ilaç verilerek şuurunun zayıflatıldığı ve darp edildiği şeklindeki iddiaları da gözetilerek yapılan muayenede “sağ göz altında ekimoz, sağ el bileğinde kabuklu yara” tespit edilmiştir. Başvurucu, kolluğun yakalama sırasında kendisini darp ettiğini ve gözaltı sırasında ise psikolojik baskı uygulayarak kötü muamelede bulunduğunu iddia etmesi üzerine Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2003/16662 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatılmış olup beş polis memuru hakkında 20/2/2004 tarihinde Fatih Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 26/7/2007 tarihinde beraat kararı vermesi üzerine, başvurucu tarafından temyiz kanun yoluna gidilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 18/3/2010 tarihli ve E.2010/4605 sayılı ilamıyla “suçun son kesme nedeninin oluştuğu tarihe göre temyiz süreci içinde dava zamanaşımının gerçekleştiği anlaşıldığından, katılan Aligül Alkaya vekilinin temyiz nedenleri yerinde bulunmakla sanık yararına olduğu anlaşılan 765 sayılı Kanun’un 102/ maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine” karar verilmiştir. Öte yandan Bakanlık görüşünde şu ilave bilgilere yer verilmiştir: i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 26/7/2012 tarihinde “makul süreyi aşan yargılama sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS/Sözleşme) 6/1’inci maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM – B. No: 54693/12) başvurmuştur.ii. Başvurucu, 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur.iii. Komisyon, başvurucu hakkındaki kararın Yargıtay tarafından onandığı tarihe kadar olan yargılama süresini hesap ederek “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, başvurucuya 000,00 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir.iv. Komisyonun kararı başvurucu vekiline 13/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup itiraz edilmediğinden 31/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu Hatice Duman ile İlgili Yürütülen İşlemler Başvurucu, dosyadaki yakalama tutanağına göre 9/4/2003 tarihinde, başvurucu Aligül Alkaya ile birlikte kullanmış olduğu ikamette P. Ö. sahte kimliği ile yakalanmış, aynı evde birçok silah ve başka suç eşyasına da el konulmuştur (bkz. § 13). Müdafii olmadan 12/4/2003 tarihinde alınan kolluk ifade tutanağında başvurucunun “açlık grevi yaptığı, susma hakkını kullandığı, ifadesini Cumhuriyet Savcılığında vereceği” belirtilmiştir. Anılan tutanak başvurucu tarafından imzalanmamıştır. 13/4/2003 tarihli kolluk tutanağına göre de başvurucu gözaltında iken açlık grevine başlamıştır. Başvurucu, avukatı olmaksızın 13/4/2003 tarihinde çıkarılmış olduğu Savcının huzurunda da susma hakkını kullanacağını belirterek ifade vermekten ve imza atmaktan imtina etmiştir. Başvurucu, bir kısım şüpheliler ile aynı tarihte çıkarılmış olduğu sorgu hâkimliğinde ise müdafii eşliğinde “Ben üzerime atılı suçları kabul etmiyorum, benim herhangi bir şekilde örgütsel bağım yoktur. Ayrıca Aligül Alkaya isimli sanığı da tanımıyorum. Ben iddia edildiği gibi Aligül Alkaya’nın evinde yakalanmadım, beni sokakta yakaladılar. Benim hakkımda neden bu şekilde suç isnadında bulunduklarını da bilemiyorum, suçların hiçbirini kabul etmiyorum, ben herhangi bir eyleme katılmadım…” şeklinde savunmada bulunmuştur. Dosyadaki kanıt durumu ve suçun niteliği göz önüne alınarak başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, müdafii eşliğinde Mahkemede verdiği savunmalarında ise olaylarla ilgisi olmadığını belirtmiştir. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2003/822 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 23/7/2003 tarihli ve E.2003/834 sayılı iddianame ile üç eylemde sorumluluğu ve örgüt üyeliği tespit edilen başvurucu ile sekiz şüpheli hakkında 765 sayılı Kanun’un 146/ maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup dava, anılan Mahkemenin E.2003/213 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul 4 No.lu DGM’de 28/7/2003 tarihinde, iddianamenin de tebliğini içeren tensip tutanağının düzenlenmesiyle başlamıştır. İlk duruşma 3/10/2003 tarihinde yapılmış olup hükmün kurulduğu 4/5/2011 tarihine kadar toplam on yedi celse açılmıştır. Başvurucu bu kovuşturma süreci boyunca avukat yardımından yararlandırılmıştır. Başvurucu ilk oturumda “suçlamaları kabul etmediğini, diğer sanıkları tanımadığını, avukatı ile görüşüp detaylı savunmada bulunacağını, bu nedenle süre talep ettiğini” belirtmiş ve istenilen süre tanınmıştır. Anılan Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda, 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı karar ile MLKP adlı terör örgütü mensubu olarak anayasal düzeni zor yoluyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçu kapsamında bir kısım eylemden sorumluluğu tespit edilen başvurucunun 765 sayılı Kanun’un 146/1 ve 59/ maddeleri uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki gerekçeli değerlendirmesi şöyledir:“İlk olarak 1992 tarihinde Gaziantep Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alındığı ve salıverildiği, 1992 tarihinden yakalandığı tarihe kadar MLKP terör örgütü adına faaliyette bulunduğu, yakalandığı tarihte Aligül Alkaya ile birlikte kaldığı hücre evinden değişik çapta silahların ele geçirildiği, Perihan Özdemir adına düzenlenmiş sahte kimlik ile yakalandığı, Meral kod adını kullandığı, sanığın yakalandığı hücre evinde bira şişesi üzerinde sağ el yüzük parmağının izi ile yine mutfak masası üzerinde bulunan kül tablası üzerinde parmak izinin bulunduğu, oda kapısında Aligül Alkaya'nın parmak izinin bulunduğu, aynı evde bulunan parfüm şişesi üzerinde Aligül Alkaya'nın parmak izinin bulunduğu, sanığın yukarıda sabit kabul edilen ve ayrıntısı belirtilen;31/7/2001 günü Kadıköy ilçesi Kızıltoprak mahallesi, Kalamış Marina dış tel örgü kenarına patlayıcı madde koymak,24/1/2003 günü Eyüp ilçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bulunan Akbank Topçular Şube Müdürlüğünün silahla yağma edilmesi,17/3/2003 günü Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesinde A. K. ve H. K.'ye ait silahların yağmalanması,Bu nedenle sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin sayısı niteliği vehamet arz eden boyutu dikkate alındığında yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısımı bozmaya veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun sübuta erdiği kabul edilmiştir…” Başvurucu tarafından mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir. Öte yandan Bakanlık görüşünde, başvurucu ile ilgili şu ilave bilgilere yer verilmiştir: i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 19/7/2012 tarihinde makul süreyi aşan yargılama sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM’e (B. No: 50441/12) başvurmuştur. ii. Başvurucu, 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur. iii. Komisyon, başvurucunun “makul sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine, başvurucuya 000 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. iv. Başvurucu hakkındaki Komisyon kararı, başvurucu vekiline 13/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup itiraz edilmediğinden 31/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Öte yandan başvurucu, aynı olay kapsamında uzun tutukluluk ve devam eden tutukluluğun hukuka aykırılığına itiraz edilebilecek etkili bir başvuru yolu bulunmaması iddiası ile ilgili olarak AİHM’e başvuruda bulunmuş; AİHM’in 22/5/2012 (B. No: 43918/08) tarihli kararı ile anılan şikâyetler yönünden Sözleşme’nin 5/3 ve 5/ maddesinin ihlaline karar verilmiştir. Başvurucu Ahmet Doğan ile İlgili Yürütülen İşlemler Başvurucu, iki ayrı soruşturma kapsamında aranmakta iken 12/3/2004 tarihinde İzmir ili Konak Çınarlı Polis Karakolu yakınında meydana gelen bir patlama olayından sonra olay mahallinden uzaklaşmaya çalıştığı sırada kolluk görevlilerince yapılan takip neticesinde yakalanmıştır. Başvurucu, aynı tarihli yakalama tutanağı içeriğine göre polislere direnmiş ve saldırmış, ayrıca üzerinde A. S. adına düzenlenmiş sahte kimlik ele geçirilmiştir. Başvurucu, müdafii eşliğinde verdiği 16/3/2004 tarihli kolluk, Cumhuriyet Savcılığı ve sorgu ifadelerinde susma hakkını kullanmıştır. Anılan suçlar nedeniyle başvurucu hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, 6/5/2004 tarihli ve Hz.2003/1583, E.2004/525 sayılı iddianame ile adam öldürme, silahlı saldırı, pankart asma ve patlayıcı atma gibi dokuz kadar eylemden dolayı 765 sayılı Kanun’un 146/ maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesine kamu davası açılmış olup dava, anılan Mahkemenin E.2004/164 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Bu dosya, 13/10/2004 tarihinde aynı Mahkemenin E.2003/213 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Başvurucu hakkındaki ilk duruşma, tensip tutanağının düzenlenmesinden sonra, 11/8/2004 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu 26/7/2006 tarihli oturumda özetle “Ben MLKP’nin üyesiyim ve askeriyim… Eylemlere katıldığım …Aligül Alkaya ve B. ’nin beyanlarına dayandırılmıştır… Ayrıca İzmir’deki Çınarlı Karakolunun bombalanması olayı ile de bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır… Delil elde edilmemiştir.” şeklinde savunmada bulunmuştur. Başvurucunun, müdafii ile birlikte 4/5/2011 tarihinde yapmış olduğu Mahkemedeki savunması şöyledir:“Sanık Ahmet Doğan'ın 4/5/2011 tarihinde mahkememizdeki ifadesinde; savunmamı yazılı olarak hazırladım. Okumak istiyorum dedi. Sanık 11 sayfadan ibaret olan yazılı savunmasını saat 14:10 itibariyle okumaya başladı 14:50'de son buldu. Beyanlarında özetle devrimci olduğunu, sosyalist olduğunu, MLKP'li olduğunu, bu nedenle yargılandığını, ancak isnat edilen eylemleri kabul etmediğini… Aligül Alkaya'nın ve …ayrıca İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan B. ’nin beyanlarına dayalı olarak suçlandığını… MLKP'li olmaktan başka isnat edilen hiçbir suçu işlemedim…” Anılan Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda, 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı karar ile MLKP adlı terör örgütü mensubu olarak Anayasal düzeni zor yoluyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçu kapsamında bir kısım eylemden sorumluluğu tespit edilen başvurucunun 765 sayılı Kanun’un 146/1 ve 59/ maddeleri uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki değerlendirmesi şöyledir:“Sanık Aligül Alkaya'nın beyan ve teşhisleri, B. isimli örgüt mensubunun teşhis ve beyanları, yine Aligül Alkaya'nın fotoğraflı teşhis tutanağı, sanığın örgüt içerisinde Tufan kod adını kullandığı, 12/3/2004 tarihinde İzmir Konak ilçesi Çınarlı Polis Karakolu Binasının yan tarafına basınç etkili el yapımı bomba konularak patlatılması eyleminden sonra şüphe üzerine yapılan kimlik kontrolünde Adem Saykal adına düzenlenmiş sahte kimlik ile yakalandığı, sanığın 12/3/2004 günü İzmir Konak ilçesi Polis Karakolu binasının duvarına el yapımı bomba konulması eylemini, dosyada mevcut cerahim evrakı, 13/3/2004 tarihli olay yeri inceleme tutanağı ve krokisi, mahkememizin birleşen 2004/164 esas sayılı dava dosyası içerisinde bulunan tüm evrak kapsamından anlaşılmış ve kabul edilmiştir. Sanığın ayrıca dosyamız kapsamında yargılaması yapılan ve yukarıda sübuta ilişkin ayrıntıları belirtilen;8/4/2001 tarihinde polise ait zırhlı aracın taranması,10/4/2001 tarihinde Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne ait ekip otomobiline bombalı ve silahlı saldırı, maktul A. Ö.’nün ateşli silahla öldürülmesi ve Ş. G.’ye ait 34… plakalı aracın gasp edilmesi,22/7/2001 günü Maltepe İlçesi Gülensu Mahallesi, ateş edilmesi ve molotof kokteyl atılması eylemi, 16/10/2001 tarihinde E. Bilardo salonunda S. Ç.’nin kafasına silahla sıkılmak suretiyle öldürülmesi eylemi, 25/7/2001 tarihinde Pendik İş Bankası, Kartal Garanti Bankası ve Pendik Finansbank şubelerine bomba konulması eylemlerine katıldığı tüm dosya kapsamından anlaşılmış ve kabul edilmiştir. Bu nedenle sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin sayısı niteliği vehamet arz eden boyutu dikkate alındığında yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısımı bozmaya veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun sübuta erdiği kabul edilmiştir…” Başvurucu tarafından mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir. Öte yandan Bakanlık görüşünde de başvurucu ile ilgili şu ilave bilgilere yer verilmiştir: i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 4/9/2012 tarihinde “makul süreyi aşan yargılama sebebiyle AİHS’nin maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle AİHM’e (B. No: 73347/12) başvurmuştur. ii. Başvurucu, 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur. iii. Komisyon, başvurucunun “makul sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine, başvurucuya 000 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu Hasan Özcan ile İlgili Yürütülen İşlemler Başvurucu, 16/11/2005 tarihinde yakalanmıştır. Aynı tarihli yakalama tutanağı içeriğine göre başvurucu direnmiş ve O.G. adına düzenlenmiş sahte kimlikle yakalanmıştır. Başvurucu, 19/11/2005 tarihinde müdafii eşliğinde kollukta susma hakkını kullanmış, Cumhuriyet Savcılığı ve sorguda müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde ise kollukta kötü muamele görmediğini belirterek suçlamaları reddetmiştir. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK madde ile görevli) tarafından düzenlenen 18/1/2007 tarihli iddianame ile başvurucunun tespit edilen eylemlerinden dolayı 765 sayılı Kanun’un 146/ maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış olup dava anılan Mahkemenin E.2003/213 sayılı numarası ile birleştirilmiştir. Başvurucunun, müdafii eşliğinde 21/3/2007 tarihinde Mahkemede yapmış olduğu savunması şöyledir:“İddianamedeki suçlamaları tek tek okudum. Bunların hiçbirini kabul etmiyorum. Öncelikle ben muhalif bir insan olduğum için polis tarafından yıllardır devamlı takip edilmiş, baskınlar düzenlenmiş ve üzerime işkenceler yapılmış olup, ben ve eşim hakkında… defalarca işlemler yapılmıştır. Ben daha önce bir kez daha gözaltına alınmıştım… Hiçbir örgütle ilişkim yoktur… devamla, ben devamlı olarak polis tarafından rahatsız edildiğim için ve basında da devamlı işkencelerle ilgili okuduğum hususları gözeterek eniştem Orhan G.’nin kimliğini alıp, kendi fotoğrafımı koymak suretiyle bu kimliği sahte olarak kullanıyordum, ancak sadece üzerimde taşıyordum, fakat hiçbir yerde de kullanmadım, ayrıca üzerimde bir öğrenci pasosu U. A. adına düzenlenmiş akbil kartı vardı, bunu bulmuştum, Karaköy merkezi olduğu için oraya getirip teslim edecektim, yanımda bulunmasının sebebi de budur, başka anlamı yoktur, ancak bu sahte değildir…” Anılan Mahkemenin 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı kararında başvurucu ile ilgili olarak kurulan hüküm şöyledir:“Sanık… Hasan Özcan’ın … 765 sayılı TCK'nın 146/ maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de; sanığın yasadışı MLKP örgütünün emir ve kumandaya haiz üyesi olduğu konusunda tam bir kanaat oluşmuş ise de; dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK'nın 168/ maddesi kapsamında kaldığı, …yasadışı MLKP örgütünün emir ve kumandaya haiz üyesi olduğu sabit görülmekle eylemine uyan 765 sayılı TCK’nın 168/1 maddesi… Sanığın eylemlerinin terör suçu niteliğinde bulunduğu anlaşıldığından 3713 sayılı Yasanın maddesi… Duruşmalardaki iyi halleri lehine takdir edilerek TCK’nın 59/2 maddesi gereğince …18 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına…” İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki gerekçeli değerlendirmesi şöyledir:“Sanığın Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinden 28/11/1991 tarihinde mezun olduğu, sanık hakkında daha önce İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yasadışı MLKP terör örgütü üyesi olmaktan 1997/137 esasla kamu davası açıldığı, sanığın eniştesi Orhan G. adına düzenlenmiş kimlik kullandığı, örgüt içinde Şapkalı-Cem-Cemal kod isimlerini kullandığı, H. A'nın ek klasör (d:9-16 )'daki beyanı, S. G.’nin (d:6-8)'deki beyanı, S. Y.'nin beyan ve teşhisi, A. G.'nin beyan ve teşhisi (dizi:17-21) dikkate alındığında sanığın MLKP silahlı terör örgütünün merkez komite üyesi olduğu, örgüt içinde Anadolu Yakası sorumlusu olarak faaliyet yürüttüğü, S. Y.'nin beyan içeriği dikkate alındığından işbirlikçi olduğu iddiasıyla S. Y.'nin bu sanık tarafından sorgulandığı tüm dosya kapsamından anlaşılmış ve kabul edilmiştir.S. Y.'nin Aligül Alkaya tarafından sanık Hasan Özcan'ın talimatıyla örgüte ihanet ettiği gerekçesiyle öldürülmesi talimatının verildiği, S. Y.'nin İstanbul Bağcılar civarında bir yere götürülerek Aligül Alkaya tarafından ateş edildiği, öldüğü zannedilerek terk edildiği, daha sonra S. Y.'nin teslim olup olayı anlattığı tüm dosya kapsamından anlaşılmakta ise de; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2001/384 Esas sayısı üzerinden yapılan yargılama sonunda örgüt üyeliğinden beraate ilişkin karar, S. Y.'nin daha sonra ifade değiştirerek yaralanmanın kız meselesi nedeniyle yapıldığına ilişkin beyanı üzerine İstanbul Başsavcılığının bu eylem nedeniyle görevsizlik kararı verdiği hususu dikkate alındığında;Esasen S. Y.'nin örgüt mensuplarınca özellikle sanık Hasan Özcan tarafından sorgulandığı konusunda gerek S. Y.'nin dosya kapsamıyla uyuşan beyanı gerekse yukarıda ayrıntısı anlatılan 16/10/2001 tarihinde E. Bilardo salonunda Suat. Ç. isimli maktulün Suat. Y. zannedilerek örgüt mensuplarınca öldürüldüğü dikkate alındığında tam bir kanaat oluşmuştur. Ancak İstanbul Başsavcılığının S. Y.'nin yaralanması ile ilgili görevsizlik kararı vererek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin S. Y. hakkındaki beraat ve görevsizlik kararları dikkate alındığında sanık Hasan Özcan'ın Suat Y.'nin Bağcılar'da silahla vurulması eylemiyle ve Suat Ç.’nin Suat Y. zannedilerek öldürülmesi eylemiyle doğrudan bağ kurulamamıştır. En azından yukarıda bahsedilen yargısal kararlar dikkate alındığında bu hususta çelişki ve şüphe oluşmuştur. Ancak daha önce yargılanan örgüt mensubu H. A.’nın beyanı, bu beyanı doğrulayacak şekilde Hasan Özcan tarafından teslim edildiği beyan edilen 2 adet anti-tank Law roketinin yakalanması, S. G. ve A. G.’nin 9 örgüt mensubu ve Hasan Özcan'ın katılımıyla delege seçimi yapıldığına ilişkin beyanı, yine A. G.’nin beyanına göre Hasan Özcan'ın merkez komite üyesi olabileceğine ilişkin beyanları ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında sanık Hasan Özcan'ın yasadışı MLKP terör örgütünün emir ve kumandaya haiz yöneticisi konumunda olduğu konusunda tam bir kanaat hasıl olmuştur. Her ne kadar sanığın MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozmaya veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de sanığın dosya kapsamında işlendiği kabul edilen eylemlere doğrudan katıldığı yönünde tam bir kanaat hasıl olmadığı gibi Suat Ç.’nin Suat Y. zannedilerek öldürülmesi eyleminin talimatını verdiği konusunda tam bir kanaat oluşmadığı, yine Suat Y.’nin Bağcılar civarında silahla vurularak öldüğü zannedilerek bırakılmasına ilişkin eylemde de daha sonra verilen görevsizlik kararı nedeniyle çelişki ve şüphe oluştuğundan sanığın eyleminin silahlı örgütün amir ve kumandaya haiz yönetici konumunda olduğu kabul edilerek dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK'nın 168/ maddesi kapsamında kaldığı… kanaatine varılmıştır.” Başvurucu tarafından mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir. Öte yandan Bakanlık görüşünde, başvurucu ile ilgili şu ilave bilgilere yer verilmiştir: i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 5/9/2012 tarihinde “makul süreyi aşan yargılama sebebiyle AİHS’nin maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle AİHM’e (B. No: 81603/12) başvurmuştur. ii. Başvurucu, 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur. iii. Komisyon, başvurucunun “makul sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine, başvurucuya 250 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. iv. Başvurucu hakkındaki Komisyon kararı vekiline 13/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup itiraz edilmediğinden 31/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, 17/1/2013 tarihli dilekçeleri ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur.” 3713 sayılı Kanun’un “Cezaların arttırılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(Değişik: 29/6/2006-5532/4 md.) 3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlîpara cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “İfade ve sorgunun tarzı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:…c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.” 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı mülga Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Yakalama ve tutuklama” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hakim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1138 | Başvuru, isnat edilen suçlardan dolayı yapılan yargılamanın adil bir biçimde yürütülmediği, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alındığı; davaya etkili katılma, silahların eşitliği, çelişmeli yargılama, avukat yardımı, susma ve savunma gibi haklardan yararlandırılmadıkları, Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığı, kararların hukuki gerekçeden yoksun verildiği, yargılamanın makul sürede bitirilmediği gerekçeleriyle Anayasa’nın 17. , 36. , 38. ve 14 maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 1 |
Başvuru; başvurucunun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyette, duruşmanın başvurucu hazır edilmeksizin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak yapılması nedeniyle adil yargılanma ve kaldığı koğuşun içerisini görüntüleyecek şekilde ceza infaz kurumu bahçesine kamera yerleştirilmesi nedeniyle özel hayata saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 27/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 25/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun adil yargılanma hakkı yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüme sevk işlemi kısmi kabul edilmezlik kararı ile yapılmıştır. Aynı kararla, özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiası başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin ise kabulüne karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14184 | Başvuru; başvurucunun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyette, duruşmanın başvurucu hazır edilmeksizin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) kullanılarak yapılması nedeniyle adil yargılanma ve kaldığı koğuşun içerisini görüntüleyecek şekilde ceza infaz kurumu bahçesine kamera yerleştirilmesi nedeniyle özel hayata saygı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gönderilen mektupların ceza infaz kurumunca başvurucuya verilmeyerek alıkonulmasına karar verilmesi nedeniyle haberleşme hakkının ve ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/8/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 16/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 26/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 24/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/8/2015 tarihinde bu görüşe karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile başvuruya konu dosya içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır (Kapatılan) Devlet Güvenlik Mahkemesinin 15/12/1995 tarihli ve E.1995/46, K.1995/738 sayılı kararı ile “devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak” suçunu işlediği kanaati ile başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hapis cezasını çekmekte olduğu Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada A. isimli bir şahıs tarafından kendisine gönderilen mektubun Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunun 27/6/2013 tarihli ve 2013/251 sayılı kararları ile “ … terör örgütü mensuplarının haberleşmesini sağlayan ifadeler içermesi …” gerekçesine istinaden başvurucuya verilmeyerek alıkonulmasına karar verilmiştir. İki sayfadan oluşan ve el yazısı ile Kürtçe yazılmış mektup, İnfaz Kurumu tarafından Türkçe çevirisi yapılarak tutanağa eklenmiştir. Mektubun değerlendirmeye esas alınan Türkçe tercümesinin ilgili kısımları şöyledir:“ Merhaba H. Yoldaş,Her şeyden önce Kürdistan dağlarından, rehber Apo’nun şahsında sıcak selamlarımı cezaevindeki esirler için gönderiyorum.H. yoldaş … ben şimdiye kadar senden bir haber alamamıştım, sen radyoya mektup göndermiş olabilirsin ama ben duymamışım.…… Birçok anıyı da birlikte yaşadık. Ama ne yazık ki, bu gün baktığımda sen ve Ahmet gibi arkadaşlarım zindanda dört duvar arasındalar, … her ne kadar durum böyleyse de hiçbir zaman paslı teller, beton duvarlar yüreğimizdeki hisleri birbirinden koparamazlar. Biz her zaman sizleri hatırlıyoruz ve bir gün evvelden siz cezaevindeki esirlerin özgürlüğüne kavuşması için mücadeleyi daha coşkulu kılmaya çalışıyoruz.…Ahmet yoldaş eğer bu mektubu dinliyorsan sana eski bazı arkadaşlar hakkında haberler vereceğim. Sizlerin de bildiği gibi Ö., N. ve A.K. arkadaşlar seyde köyündendiler, nerede şehit oldukları belli değildi. Ama bu yıl sicillerini ele geçirdim. … Örgüt içindeki isimleri şöyledir: … H. yoldaş acaba aile ziyaretine geliyor mu? .. bu son kaç yıldır onlardan haber almamışım. Kim nerede, ne yapıyor, kimler sağ bilmiyorum. … Hüseyin yoldaş A. ve A.T. arkadaşların ailesi için de selamlarımı gönder, onlar için yazılı bir çalışma var. Gayet iyi olacağına inanıyorum. … içinde bulunduğumuz bölgeyle ilgili olarak aklınıza ne gelirse yazarsanız iyi olur. Doksanlı yıllarda Kürdistan’ın bir çok bölgesinde olduğu gibi bizim bölgemizde de bir çok olay oldu. Bunların kaybolmaması için yeni nesile söylenmesi lazım. Örnek olarak xebat arkadaşın olayı gibi, Diyarbakır’a bağlı Karakoçan köyünde şehit edilmişlerdi, askerlerin köylere saldırıları, özellikle Elwendi köyüne, insanların tutuklanmaları vb. şeyler. … o dönemde yeni dünyaya gelenler şu anda ellerinde silahlı mücadele içindeler. … o dönemde beşikte olanlar gerilla oldular ve bizimle birliktedirler. Devrimimiz iki nesil aldı içine ve inanıyorum ki devrim sürecinin uzaması halkımız için iyi bir tarihi temel oldu.… ben de çok iyiyim ve şu anda görev bölgesindeyim. Eğer sen ve Ahmet arkadaş mektup yazacak olursanız radyoda okunduktan sonra yazılı olarak elime ulaşırsa iyi olur.…Radyo çalışanlarına da selam ve saygı. Yoldaşlar siz bu mektubu okuduktan sonra H.Ö. gönderirseniz çok iyi olur. Şu anda hangi cezaevinde kaldığını bilmiyorum. Eğer onu bulamazsanız şu anda Ankara Sincan Cezaevinde kalan Ahmet Temiz arkadaşa gönderebilirsiniz. Felat Zindan1/6/2013” Başvurucu, Disiplin Kurulunun anılan kararına karşı Sincan İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyet yoluna başvurmuş; İnfaz Hâkimliği 3/7/2013 tarihli ve E.2013/3749 K.2013/3680 sayılı kararıyla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Hükümlüye gönderilen mektubun ‘F.Z. yani H.T. adıyla ve kod isim olarak kabul edilebilecek iki isimle gönderildiği, mektubun gönderen tarafından doğrudan doğruya muhatabına değil de önce Belçika'da kayıtlı bir adrese ve başka bir isme gönderildiği, sonradan da bu isim tarafından da muhatabına iletilmek üzere postaya verildiği, Hakimliğimize intikal eden birçok dosyadan da ( mesela … esas sayılı dosyalar) anlaşıldığı üzere bu şekilde gönderen tarafından doğrudan muhatabına postalanmayan mektupların Belçika'da kayıtlı bir adrese ulaştırılıp o adreste görünen bir isim tarafından muhatabına iletilmek üzere postaya verildiği, bu uygulamaya göre de mektupların bir merkezde toplandıktan sonra muhataplarına iletildiği, mektuplaşmanın bu şekilde bir merkezin kontrol ve denetiminde gerçekleştiği anlaşılmıştır. Öte yandan mektubun içeriğinden de daha önce gerçekleştirilmiş somut terör eylemlerinden bahsedildiği, bu eylemlere katılan kişilerin ve yerlerin anlatıldığı, yapılan terör eylemlerinden olumlu şekilde bahsedildiği, bu eylemlere katılan kişilerin mektuplaştığı anlaşılmıştır.Buna göre gerek mektuplaşmanın usulü gerekse içeriği gözetildiğinde 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 68/ maddesinde belirtilen "terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olma" hali söz konusu olduğundan İdare kararının yerinde ve hukuka uygun olduğu, itirazın reddine karar verilmesi gerektiği kanaatiyle aşağıda yazılı şekilde karar verilmiştir....." Başvurucunun anılan ret kararına karşı yaptığı itirazın Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 16/7/2013 tarihli ve 2013/2321 Değişik İş sayılı kararı ile reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 26/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:“(1)Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesine dayanılarak çıkarılan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6208 | Başvuru, gönderilen mektupların ceza infaz kurumunca başvurucuya verilmeyerek alıkonulmasına karar verilmesi nedeniyle haberleşme hakkının ve ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, jandarma tarafından gözaltına alınarak ağır işkence gördüğü ve yaralandığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/6/2014 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 25/12/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Siirt ili Pervari ilçesi Okçular köyünde ikamet etmekteyken 1994 yılında terör olaylarının yoğun yaşanması nedeniyle can ve mal güvenliği kalmadığı için yerleşim yerinin boşaltıldığını, kendisine iftira atıldığını ve jandarma tarafından gözaltına alınarak işkence gördüğünü ve yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucu 6/7/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 5/5/2010 tarihli ve 2010/1-4541 sayılı kararında; dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Pervari ilçesi Okçular köyünün boşaltılmadığı, köyde nüfus istikrarının sürekli korunduğu, her beş yılda bir köyde muhtarlık seçiminin yapıldığı, köyde korucuların bulunduğu ve korucuların dışında da vatandaşların ikamet ettiği, idarece boşaltılan köy, mezra ya da beldenin olmadığı, köy okulunun 1989’dan itibaren eğitime açık olduğu, kadrolu din görevlisinin bulunduğu ve 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 002 kişinin köyde yaşadığı belirtilerek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 23/8/2012 tarihli ve E.2012/2882, K.2012/5070 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Olayda, Batman İdare Mahkemesi'nin E:2012/1429,1266,1277 sayılı dava dosyasında ve Mahkememizin bu köye ait muhtelif dava dosyalarındayer alan bilgi ve belgelerden; Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı'nın 2010 tarih ve 417 sayılı yazısı ekinde bulunan Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı'na Bağlı Köy ve Mezralara Ait Çizelgede Siirt İli Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün tamamen boşalan/boşaltılanköyler arasında yer almadığı, köyün durumunun dolu olarak ifade edildiği, genel nüfus sayımları ve tespitlerine göre Okçular Köyü’nde 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 1002 kişinin yaşadığı, köyde 1989, 1994, 1999, 2004 ve 2009 yıllarında muhtarlık seçiminin düzenli olarak yapıldığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği görülmektedir.Ayrıca, Mahkememizin E.2012/1429 esasına kayıtlı dosyasında 2011 tarihli ara kararı ile davalı idareden köy korucusu (ve ailesi) ve asker (ve ailesi) olanlar dışında köyde yaşayanların bulunup bulunmadığı, varsa sayısına ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği, ara kararına cevaben gönderilen 2011 tarihli Jandarma Tutanağında 1990 yılına ait istenilen belgelere ulaşılamadığı, 1997 yılında köyde 90 korucunun bulunduğu, bunlar dışında 20 hanenin korucu olmadığı ve korucu olmayanların ise yaklaşık 250 kişi olduğu, 2000 yılında ise köyde 85 adet korucunun bulunduğu, korucu hariç köyde 13 hanenin, yaklaşık 100 kişinin yaşadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, asgari güvenlik düzeyinin var olduğu sonucuna ulaşılan Siirt İli, Pervari İlçesi Okçular Köyü'nde köy halkının bir kısmının subjektif güvenlik kaygısıyla ya da ekonomik ve sosyal sebeplerle göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/6/2013 tarihli ve E.2013/5712, K.2013/4905 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 3/4/2014 tarihli ve E.2014/2039, K.2014/2411 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 27/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10683 | Başvuru, jandarma tarafından gözaltına alınarak ağır işkence gördüğü ve yaralandığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bitişiğine inşa edilen otoyoldan dolayı taşınmazda meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Ali Galip Çetiner 1956 doğumlu olup Denizli'de, Ayşe Kocaoğlu ve Şengün Kocaoğlu sırasıyla 1954 ve 1959 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir. 1952 doğumlu olan Hasan Fehmi Çetiner ise bireysel başvurudan önce -30/11/2017 tarihinde- vefat etmiştir. İzmir ili Balçova ilçesi Yahya Deresi mevkiinde kâin 21L-1A pafta 429 ada 9 parsel sayılı 146 m² büyüklüğündeki taşınmaz, başvurucuların murisi adına tapuda kayıtlı iken murisin ölümü sebebiyle 16/12/2010 tarihinde başvuruculara intikal etmiştir. Taşınmaz üzerinde 1974 yılında inşa edilen mesken niteliğinde iki katlı bir yapı bulunmaktadır. Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından 2002 yılında taşınmazın bitişiğinde İzmir çevre yolu Balçova İkiztepeler Viyadüğü inşa edilmiştir. Otoyol ile taşınmaz arasında 3,60 metre genişliğinde bir yol bulunmaktadır. Otoyolun kenarında korkuluklar ve ses perdesi inşa edilmiştir. Başvurucular 25/2/2016 tarihinde İdareye müracaat ederek taşınmazın kamulaştırılması ya da takas edilmesi veya başka bir yerden imar hakkı verilmesi talebinde bulunmuştur. İdare 9/3/2016 tarihli yazıyla talebi reddetmiştir. Yazıda; taşınmazın yol inşaatı veya emniyet şeridi olarak kullanılmasının söz konusu olmaması sebebiyle kamulaştırılmasına ihtiyaç bulunmadığı, diğer iki talep yönünden ise ilgili belediyeye başvurulması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular 30/9/2016 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) İdare aleyhine tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular, taşınmazın uygulama imar planında konut alanı içinde kalmasına rağmen bitişiğinde inşa edilen İzmir-Çeşme otoyolu sebebiyle konut olarak kullanılmasının imkânsız hâle geldiğini belirtmiştir. Başvurucular otoyoldan neşet eden ses, ışık ve sarsıntıların konuttaki yaşam kalitesini düşürdüğünü, binanın hemen önündeki köprü dolayısıyla manzaranın kapandığını, güneş ışığının kesildiğini ve tekinsiz bir yer hâline geldiğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca evin önündeki küçük yoldan araç geçişinin güç olduğunu, bu durumun acil hâllerde ambulans veya itfaiye aracı girişini imkânsız kıldığını iddia etmiştir. Taşınmazın 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca kamulaştırılması gerektiğini öne süren başvurucular, İdarenin inşa ettiği otoyol sebebiyle zarara uğrayan taşınmazın tam bedelini ödemesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucular sonuç olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000 TL tazminatın ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. İdarenin savunma yazısında 9/3/2016 tarihli yazıdakine benzer görüşler ifade edilerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur. İdare Mahkemesi 23/1/2018 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif yapmıştır. Keşif sonrası bilirkişi heyetince tanzim edilen 13/4/2018 havale tarihli raporda özetle şu tespitler yapılmıştır:i. Binanın önündeki yol, tek şeritli olarak araç trafiğinde kullanılabilir durumdadır. Taşınmaza erişim konusunda bir sorun bulunmamaktadır. ii. Mevcut otoyolun viyadük ayakları yapıdan uzakta olup otoyol trafiğinin yol açtığı titreşimlerin yapıya zarar vermesi söz konusu değildir. iii. Otoyolun kenarında standartlara uygun korkulukların bulunması ve otoyol ile yapının bahçe duvarı arasında 4 metrelik mesafenin olması nedeniyle otoyolda oluşacak bir kazanın yapıya zarar vermesi olası görünmemektedir. iv. Otoyol kenarında ses perdesi inşa edilmiş olması nedeniyle seyir hâlindeki araçlardan fırlatılabilecek cisimlerin rahatsızlık vermesi güçtür. v. Otoyolun yol açtığı ses ve gürültü yapıyı olumsuz yönde etkilemektedir. Gürültünün taşınmazın tercihinde yol açtığı azalma, köşe parsel olması ve yola cepheli hâle gelmesiyle belli ölçüde dengelenmişse de bu durum taşınmazın değerinde toplam %5'lik bir değer azalmasına yol açmıştır. vi. Dava tarihi itibarıyla taşınmazın değeri 304 TL, taşınmazda oluşan değer yitimi ise 965,20 TL olarak tespit edilmiştir. İdare Mahkemesi 26/8/2018 tarihinde davayı kısmen kabul ederek 965,20 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, otoyol yapımında kamu yararına ve hizmet gereklerine aykırı bir yön bulunmasa da bölgede oturan ve çalışan herkesin yararlandığı söz konusu otoyolun başvurucuların taşınmazını etkilemesi sebebiyle başvurucular yönünden özel ve olağan dışı bir zarara yol açtığı belirtilmiştir. Kararda; nimetlerinden tüm toplumun yararlandığı kamusal bir faaliyetin külfetinin sadece belli kişi veya kişilerin üstünde bırakılamayacağı, fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi gereğince tazminat ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bilirkişi heyetince hazırlanan raporun hükme esas alınmaya elverişli olduğunun vurgulandığı kararda, taşınmazın değerindeki azalmaya tekabül eden 965,20 TL'nin hisseleri oranında başvuruculara ödenmesi gerektiği açıklanmıştır. Taraflar karşılıklı olarak istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 17/4/2019 tarihinde İdarenin istinaf istemini kabul ederek İdare Mahkemesi kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın konut alanında kalması ve imar planlarından kaynaklı bir kısıtlamaya tabi tutulmamış olması sebebiyle İdarenin taşınmazı kamulaştırma zorunluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, imar planlarıyla ilgili işlemlerin işleme konu taşınmaza komşu olan taşınmazlarda değer azalışına yol açmasının İdareye tazmin borcu yüklediğinin kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca otoyola komşu olmanın taşınmazı kullanılamaz hâle getiren ve idarenin kusursuz sorumluluğunu doğuran bir olgu olarak görülemeyeceği vurgulanmıştır. Kararda son olarak bilirkişi raporunda, otoyola yakın konumda yer almanın taşınmazda gayrimenkul sektörü açısından %5 oranında değer azalmasına yol açtığı belirtilmiş ise de hukuken kabul edilebilir teknik bir hesaplamaya dayanmayan bu kanaat açıklamasına dayanılarak hüküm kurulmasında hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 21/6/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ..."B. Yargı Kararları Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2015 tarihli ve E.2012/2512, K.2015/4746 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...Kusursuz sorumluluk, kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı zararların idarece tazmini esasına dayanmakta olup; kusur sorumluluğuna oranla ikincil derecede bir sorumluluk türüdür. Başka bir anlatımla idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağan dışı zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür. Kusursuz sorumluluk sebeplerinden olan 'kamu külfetleri karşısında eşitlik' ya da diğer adıyla 'fedakârlığın denkleştirilmesi' ilkesi, nimetlerinden tüm toplum tarafından yararlanılan idarenin eylem ve işlemlerinden doğan külfetlerin, sadece belli kişi veya kişilerin üstünde kalması durumunda, bu kişi veya kişilerin uğradığı zararların, kusuru olmasa dahi idarece, tazminini öngörmektedir. Risk sorumluluğundan farklı olarak burada, kazalardan kaynaklanmayan, diğer bir deyişle arızi nitelikte olmayan, önceden öngörülebilen zararların tazmini söz konusudur. İdari faaliyetin doğal sonucu olan bu zarar, etki alanı bakımından sınırlı, özel ve olağan dışı nitelik arz etmektedir....Dosyanın incelenmesinden, yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen ... ek rapora göre; davacılara ait taşınmazın Tekkeköy Belediyesi imar planı içinde, üzerine ayrık nizam 4 katlı bina yapılabilir durumda boş arsa olduğu, taşınmazda şu haliyle tarım yapıldığı, üzerinde bina veya müştemilat bulunmadığı, kavşak ve üst geçit yapılmasından dolayı, parselin doğusuna duvar çekildiği ve bu cephesinin kapatıldığı, taşınmazın imar durumu ve mevcut durumu dikkate alındığında üzerine yapılabilecek inşaat ve eklentilerinde bir azalma olmadığı, ancak köprü yapılmasından dolayı taşınmazın mevcut kotunun köprünün kotundan 8 metre civarında değişen yükseklikte aşağıda kaldığı, taşınmazda kavşak ve üst geçit inşaatı nedeniyle ulaşım, doğal afetler, görünüm, estetik, mimari çözüm, çevre emniyeti, ekonomi, ticari kazanım ve yapım maliyetleri yönünden % 16 oranında değer kaybının meydana geldiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, kavşak ve üst geçit yapımı sonrasında davacılara ait taşınmazın değer yitirdiği ve oluşan maddi zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır...'' Danıştay Onuncu Dairesinin 15/3/2016 tarihli ve E.2013/6827, K.2016/1402 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Dava; Mardin ili, Kızıltepe ilçesi, Tepebaşı Mahallesi, ... Mevkii, ... sayılı taşınmazların maliki olan davacı tarafından; anılan taşınmazların önünden geçen yol üzerinde davalı idarece inşa edilen farklı seviyeli köprülü kavşak düzenlemesi ve üst geçit inşaat duvarı inşaatı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 727,12 TL değer kaybının karşılığı zararın kanuni faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir. ...Kusursuz sorumluluk türlerinden birisi de, kimilerince kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi olarak da adlandırılan fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesidir. Dava konusu olayın bu ilke çerçevesinde değerlendirilerek idarenin tazmin sorumluluğuna hükmedilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Ancak tazmin edilecek zararın miktarının nasıl belirleneceği hususunun değerlendirilmesi gerekmektedir...'' Danıştay Onuncu Dairesinin 22/5/2017 tarihli ve E.2014/5034, K.2017/2518 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Dava; Çorum ili, Merkez ilçesi, ... Mahallesi, .. parsel sayılı taşınmazda yer alan davacıya ait bağımsız bölümlerin, Çorum-Osmancık Köprülü Kavşak yapımı sonucu değer kaybettiğinden bahisle, uğranılan zarar karşılığı 965,00 TL ve kiraya verilememesinden kaynaklı 000,00 TLkira kaybından oluşan toplam 965,00 TL maddi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.... İdarenin kusursuz sorumluluğu, kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı zararların idarece tazmini esasına dayanmakta olup; kusur sorumluluğuna oranla ikincil derecede bir sorumluluk türüdür. Başka bir anlatımla idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağan dışı zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür. Kusursuz sorumluluk sebeplerinden olan 'kamu külfetleri karşısında eşitlik' ya da diğer adıyla 'fedakârlığın denkleştirilmesi' ilkesi, nimetlerinden tüm toplum tarafından yararlanılan idarenin eylem ve işlemlerinden doğan külfetlerin, sadece belli kişi veya kişilerin üstünde kalması durumunda, bu kişi veya kişilerin uğradığı zararların, kusuru olmasa dahi idarece tazminini öngörmektedir. Risk sorumluluğundan farklı olarak burada, kazalardan kaynaklanmayan, diğer bir deyişle arızi nitelikte olmayan, önceden öngörülebilen zararların tazmini söz konusudur. İdari faaliyetin doğal sonucu olan bu zarar, etki alanı bakımından sınırlı, özel ve olağan dışı nitelik arz etmektedir. ... davalı idarece yapılmış olan katlı yol inşaatı sonrasında davacıya ait bağımsız bölümün değer yitirdiği ve oluşan maddi zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır....'' Bu konudaki bazı bölge idare mahkemesi kararları için bkz. Nazife Başkan, B. No: 2016/69236, 3/7/2019, §§ 16- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25419 | Başvuru, bitişiğine inşa edilen otoyoldan dolayı taşınmazda meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının yaklaşık 7 yıl sürdüğünü ve yargılamanın henüz bitmediğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 11/11/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 20/12/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 13/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 12/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır’da görev yapan bir Cumhuriyet Savcısı, hazırlamış olduğu bir iddianamede “sözde Kürt halkı” ifadesini kullanmış ve bu ifadeler bir gazetede yayınlanmıştır. Başvurucu, Kürtlere hakaret ettiğini ileri sürerek sözü geçen Cumhuriyet Savcısının cezalandırılması için 4/4/2006 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına Kürtçe ve Türkçe dillerinde yazılmış bir dilekçe vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3/10/2006 tarihli iddianamesiyle başvurucunun 1/1/1928 tarih ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun hükümlerine aykırı olarak Kürtçe dilekçe vermek suretiyle 1/10/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde tanımlanan suçu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi, 6/2/2008 tarihli kararı ile başvurucunun 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. İlk derece Mahkemesinin kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup dosya başvuru tarihi itibariyle Yargıtayda derdesttir. B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ 1925 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanunla, 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun koyduğu yasaklara veya yükümlülüklere aykırı hareket edenlere iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8492 | Başvurucu, aleyhine açılan ceza davasının yaklaşık 7 yıl sürdüğünü ve yargılamanın henüz bitmediğini, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru; kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedilmesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ/İdare) 12/8/1964 tarihinde Fethiye Karaçulha sulaması sol ana kanal sahası içinde kalan taşınmazların kamulaştırılmasına karar vermiştir. Devam eden süreçte kamulaştırma krokisinde 95 sayılı parsel olarak belirtilen, sonrasında yapılan tapulama çalışmalarında Muğla'nın Fethiye ilçesi Esenköy Mahallesi'nde 054 m² yüz ölçümüne sahip 884 sayılı parsel olarak belirlenen taşınmaz hakkında kamulaştırma kararı alınmıştır. Kamulaştırma işlemi 12/8/1966 tarihinde taşınmazın zilyedi olarak tespit edilen başvurucuların murisi Mehmet Erenoğlu'na tebliğ edilmiştir. Taşınmaz kadastro çalışmaları sırasında tarla (sulama kanalı) vasfıyla 16/12/1975 tarihinde tespit görmüş, kadastro çalışmalarının kesinleşmesiyle 19/4/1977 tarihinde Mehmet Erenoğlu adına tapuda tescil edilmiştir. Başvurucular 4/8/2017 tarihinde Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) İdareye karşı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde İdarenin kamulaştırma bedelini ödemeden başvuruculara ait taşınmazı sulama kanalı olarak kullandığı belirtilmiştir. İdare ise cevap dilekçesinde tapu devir işlemlerinin yapılmaması nedeniyle kamulaştırma bedelinin bloke edilmediğini açıklamıştır. Mahkeme 18/10/2018 tarihinde davanın kabulüyle birlikte kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen 419,76 TL'nin başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Kararda dava konusu taşınmazla ilgili kamulaştırma kararının 12/8/1964 tarihinde alındığı ancak taşınmazın İdare adına tescil edilmemesi nedeniyle kamulaştırma işleminin tamamlanmasından söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Mahkemeye göre dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı sabittir. İdarenin istinaf talebinde bulunması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 11/3/2020 tarihinde kesin olarak Mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar vermiştir. Kararda kamulaştırma işleminin dava konusu taşınmazın zilyedi olarak tespit edilen başvurucuların murisi Mehmet Erenoğlu'na 12/8/1966 tarihinde tebliğ edildiği dikkate alındığında belirtilen tarihin kamulaştırma ihbarnamesinin tebliğ edildiği tarih olarak kabul edilmesi gerektiği açıklanmıştır. 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nun maddesi uyarınca dava tarihi itibarıyla 15 günlük hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçtiği bu nedenle görülen davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 28/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra COVID-19 salgını nedeniyle yasal sürelerin 13/3/2020 ile 15/6/2020 tarihlerinde durmasına dair düzenlemelerden istifade etmek suretiyle 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24984 | Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedilmesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucuların Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçiminde oy kullanamamaları nedeniyle seçme haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, seçmen listelerinde isimlerinin olmadığı gerekçesiyle 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı ve Dönem Milletvekili Genel Seçiminde oy kullanamamışlar, 16/7/2018 ve 25/7/2018 tarihlerinde adli yardım talepli olarak doğrudan bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, aralarında konu yönünden irtibat bulunan 2018/22664 ve 2018/26613 numaralı başvuruların birleştirilmesine ve başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22664 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucuların Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçiminde oy kullanamamaları nedeniyle seçme haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, telefonla görüşme süresinin bölünerek kullandırılmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Şikâyet konusu müdahale tarihi itibarıyla başvurucu Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, açık ve kapalı görüşlerin durdurulduğu COVID-19 virüsü kaynaklı salgın döneminde on dakika olan haftalık telefonla görüşme süresine on dakika daha eklendiğini ancak bu sürenin tamamının sadece bir aramada geçerli olduğunu belirterek farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşinin dışında bakıma muhtaç olan anne ve babasıyla da aynı hafta içinde telefon görüşmesi yapabilmek için toplam yirmi dakikalık sürenin bölünerek kullandırılması talebiyle Kuruma başvurmuştur. Kurum 20/3/2020 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararda telefon sisteminin her bir tutuklu/hükümlü yönünden haftalık yalnızca bir numaranın aranmasına izin verdiği, ayrıca Kurumda telefon görüşmesi yapan hükümlü ve tutuklu mevcudunun fazla olması ve haftanın beş günü sürekli telefon görüşmesinin yapılması nedeniyle bir hafta içinde ikinci defa görüşme yapma imkânının zaman olarak mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Kurum kararına karşı Tokat İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuştur. İnfaz Hâkimliği 28/8/2020 tarihinde şikâyeti reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği ilgili mevzuat uyarınca hükümlü ve tutukluların telefon konuşma gün ve saatlerinin ceza infaz kurumlarında bulunan telefon adedi, başvuru sırası ve sayısı, kurum asayiş ve güvenliği dikkate alınarak tespit edileceğini ve haftada bir defa yaptırılacak görüşmenin on dakikayı geçemeyeceğini ifade ettikten sonra telefon sisteminin ikinci bir numaranın aranmasına izin vermemesi ve haftalık birden fazla görüşme imkânının zaman olarak mümkün olmaması hususlarına dayanan Kurum kararının usul ve yasaya aykırılık arz etmediğini söylemiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Tokat Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 23/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 23/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34255 | Başvuru, telefonla görüşme süresinin bölünerek kullandırılmaması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, iş kazası sonucu meydana gelen zararın tazmini istemiyle 4/9/2006 tarihinde açtığı maddi ve manevi tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 22/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 3/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 27/4/2006 tarihinde meydana gelen iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle, 4/9/2006 tarihinde işveren aleyhine tazminat davası açmıştır. Ankara İş Mahkemesinin E.2006/609 sayılı dava dosyasında devam eden yargılamada, 12/3/2015 tarihli duruşmada davanın kısmen kabulü yönünde hüküm verilmiştir. Gerekçeli karar henüz yazılmamış olup taraflar temyiz talebinde bulunmuşlardır. Başvurucu, 22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5484 | Başvurucu, iş kazası sonucu meydana gelen zararın tazmini istemiyle 4/9/2006 tarihinde açtığı maddi ve manevi tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; soy bağının reddi davasının hak düşürücü süreden reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun annesi, G.A. ile 5/9/1962 tarihinde evlenmiştir. Başvurucu, evlilik birliği devam ederken 7/1/1964 tarihinde doğmuştur. Başvurucunun annesi, G.A.dan 18/2/1988 tarihinde boşanmıştır. Başvurucunun iddiasına göre gerçek babası R.A.A. olmasına rağmen başvurucunun nüfus kaydında annesinin G.A. ile olan resmî birlikteliğinden doğduğu görülmektedir. A. Nüfus Kaydının Tashihi (Babalık) Davasına İlişkin Süreç Başvurucu 27/2/2002 tarihinde Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde nüfusta baba adının düzeltilmesi davası açmıştır. Dava dilekçesinde, annesinin G.A. ile gerçek bir evlilik birlikteliği kurmadığını, gerçek babası olan R.A.A.yla fiilen birliktelik kurduğunu, kendisinin de R.A.A. ile olan birliktelikten dünyaya geldiğini, murisi R.A.A.nın vefat ettiği 1985 yılına kadar kendisine ve kardeşlerine maddi ve manevi yardımda bulunduğunu, miras nedeniyle davalıların davayı reddettiğini, bu nedenle soy bağının reddi davası açmak zorunda kaldığını belirtmiştir. Başvurucunun soy bağının reddi, babalık ve nüfus kayıt düzeltim talepli olarak açtığı bu dava, Mahkemece babalık davası olarak nitelendirilerek davacının nüfus kayıtlarına göre babası olan G.A. tarafından çocuğun nesebi reddedilmedikçe babalık davası açılamayacağı gerekçesiyle 31/3/2003 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/12/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma ilamında; başvurucunun 7/11/2003 tarihinde açtığı soy bağının reddi davasının sonucunun beklenmeden karar verilmesinin ve davanın Cumhuriyet savcısı ile Hazineye ihbar edilmemesinin usul ve kanuna aykırı olduğu belirtilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, 16/12/2014 tarihli kararıda başvuru konusu nesebin reddi davasının reddedilmesi nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.B. Başvuru Konusu Dava Süreci Başvurucu, yukardaki dava sürecinde verilen mahkeme kararı doğrultusunda 7/11/2003 tarihinde Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde nesebin reddi davası açmıştır. Mahkeme 13/9/2006 tarihli kararıyla davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun G.A.nın kendi babası olmadığını en geç nüfus kaydının düzeltimi davasının açıldığı 27/2/2002 tarihi itibarıyla öğrenmiş sayılması gerektiği vurgulanmış, buna göre davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/3/2011 tarihli ilamıyla davaya aile mahkemesi sıfatıyla bakılması gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur. Mahkeme; bozma ilamına uymuş, 9/4/2013 tarihli kararıyla davayı süre yönünden reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde; davacının daha önce açtığı babalık davasının dava tarihi olan 27/2/2002 tarihi itibarıyla yani en geç bu tarihte davalı G.A.nın babası olmadığını öğrenmiş sayılması gerektiği, davacı vekilince dosyaya sunulan temyiz dilekçesinde de bu hususun bizzat davacı tarafından kabul edildiği ifade edilmiştir. Mahkeme 17/2/1926 tarihli ve mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nde çocuğa soy bağı reddi imkânı verilmemişken bu hakkın 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi ile tanındığını, buna göre davanın çocuğa bu hakkın tanınmasından itibaren 1 yıllık süre içinde açılmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Mahkeme 4721 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası gereğince başvurucu yönünden haklı sebebin ortadan kalktığı yani davalı G.A.nın babası olmadığını öğrendiği 27/2/2002 tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde dava açılmadığını kabul etmiştir. Başvurucu, gerçek babasını öğrendiği tarihe göre süresinde dava açtığını, ilk açılan davanın bu davada öngörülen hak düşürücü süreyi durdurması gerektiğini belirterek hükmü temyiz etmiş; karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/9/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 31/10/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 30/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Milas Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2013/508 Sayılı Dosyasındaki Dava Süreci Bu arada başvurucunun kız kardeşi olan F.E.; Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde 16/9/1987 tarihinde açtığı davada G.A.nın kendi babası olmadığını, gerçek babasının R.A.A. isimli şahıs olduğunu belirterek nesebin reddini talep etmiştir. Yargılama sırasında 16/6/2015 tarihli adli tıp raporunda, müteveffa G.A.nın davacı F.E. ile olan biyolojik babalığının reddedildiği belirtilmiştir. Başvurucu, yargılama devam ederken feri müdahale talebinde bulunmuş; Mahkemece masraflar yatırılmadığı gerekçesi ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Mahkeme 9/11/2015 tarihli kararında, davanın kabulüne F.E.nin G.A.nın kızı olmadığının tespitine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli kararıyla temyiz dilekçelerinin reddine karar verilmiş, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 2/5/2019 tarihli kararıyla reddedilerek 2/5/2019 tarihinde kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Koca, soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa karşı açılır.Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu dava ana ve kocaya karşı açılır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, (...) içinde açmak zorundadır. Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır. Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar." Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi norm denetimi kapsamında özellikle nesep ve evlat edinme davalarında hak düşürücü sürelerin davacılar yararına geniş yorumlanması gerektiğini ifade etmiş ve bunu sınırlayan 4721 sayılı Kanun'un bazı hükümlerinin iptaline karar vermiştir (E.2010/71, K.2011/143, 27/10/2011; E.2013/62, K.2013/115, 10/10/2013; E.2011/116, K.2012/39, 15/3/2012). Yargıtay Kararları Yargıtay haklı sebep kavramında gecikmenin davacıların iptal sebebini geç öğrenmeleri mi yoksa dava açmayı imkânsız kılacak zorunlu ve öngörülemeyen bir olaya mı işaret edildiği hususuyla ilgili olarak davacıların somut olgularla ispatlamaları hâlinde ve olayın özelliğine göre dava nedenini hak düşürücü sürelerden sonra öğrenmelerinin başlı başına haklı sebep kavramı içinde değerlendirilebileceğini kabul etmiştir (Yargıtay Hukuk Dairesi, E.2017/8395, K.2019/1853, 25/2/2019; E.2017/7142, K.2018/9420, 15/3/2018). Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/6/2020 tarihli ve E.2019/2086, K.2020/4056 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...1-HMK'nin maddesine göre Hakim, Türk hukukunu resen uygulamak zorundadır. Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/11/2018 tarihli ve E.2017/1159, K.2018/11427 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...1958 gün 15/6 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi; bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir. Diğer bir deyişle; bir davada maddi olayı anlatmak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak hakime aittir. (HMK. madde 33)..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), Çapın/Türkiye (B. No: 44690/09, 15/10/2019) kararına konu olayda, 1958 yılında doğan ve New York'ta yaşayan başvurucu A.Ç., biyolojik babasının İ.S. isimli şahıs olduğunun tespiti istemiyle 31/10/2003 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu, annesinin ikinci evliliğinden sonra dört yaşında yetimhaneye yerleştirilmiştir. Babasının trafik kazasında öldüğüne ve annesinin ilk eşi olduğuna inanan başvurucu Ekim 2003'te evlilik dışı doğduğunu, biyolojik babasının hayatta olduğunu ve İsviçre'de yaşadığını öğrenmiştir. Babalık davasında, davalı İ.S. başvurucunun iddialarını kabul etmeyerek benzer davanın 1958 yılında başvurucunun annesi tarafından açıldığını ve bu davanın kesin olarak reddedildiğini, ayrıca davanın zamanaşımına uğradığını ileri sürmüştür. Yerel mahkeme, yargılama sırasında ölen İ.S.nin mirasçılarının dosyaya sunduğu delilleri ve başvurucunun tanıklarının beyanlarını aldıktan sonra davayı hak düşürücü süreden reddetmiştir. Başvurucu 2003 yılına kadar gerçek babasının varlığından haberdar olmadığını, ebeveynini bilme hakkının zaman sınırlamasına konu edilmemesi gerektiğini belirterek temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz mahkemesi 2009 yılında başvurucunun davayı geç açmasında haklı ve kabul edilebilir nedenler bulunmadığını belirterek başvurucunun temyiz talebini reddetmiş ve hükmü onamıştır (Çapın/Türkiye, §§ 7-17). Başvurucu, biyolojik babası ile ilgili gerçeği öğrenmesinin hak düşürücü süre nedeniyle engellenmesinin Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür (Çapın/Türkiye, § 27). AİHM; başvurucunun 2003 yılının Ekim ayından önce öz babası hakkında bilgi sahibi olup olmadığı ile ilgilenmediğini, başvurucunun babasının İ.S. olduğuna ilişkin iddialarını destekleyecek somut bir delil ve belge bulunmadığını, zaten bu konuda söz konusu delili elde etmek amacıyla davayı açtığını, İ.S. ve mirasçılarının babalığı reddetmesinden dolayı bu şahıslardan DNA delilinin ancak dava yoluyla elde edilebileceğini, başvurucunun daha önce annesi ve kayyımı tarafından açılan babalık davalarını reddeden mahkeme kararlarının daha sonra ortadan kaldırılan ve babalığın nihai olarak tespit etmeyen karine temelinde alındığını ifade etmiştir. AİHM; başvurucunun 45 yaşından önce dava açmama sebebinin haklılığı ile ilgili istisnai koşullara sahip olduğunu, başvurucunun 4 yaşında yetimhaneye yerleştirildiğini, annesinin kendisine söylediği gibi babasının bir trafik kazasında hayatını kaybettiğine inanarak yetim büyüdüğünü, 18 yaşında ülkeyi terk ettiğini, 25 yıl boyunca yurt dışında yaşadığını, bu süreçte annesi ve akrabaları ile nadiren iletişime geçtiğini vurgulamıştır. Ulusal mahkemenin başvurucunun davasını hak düşürücü süre nedeniyle reddederken söz konusu istisnai durumunu dikkate almadığını, bu temelde yerel mahkeme ve Yargıtayın başvurucunun öz babasının kimliği hakkında 2003 yılının Ekim ayından önce haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı düştüğünü belirtirken babalık davaları bağlamında bu kavramın ne anlama geldiği ve başvurucunun koşullarında bunun nasıl uygulandığı hususunda bir gerekçe sunmadıklarını belirtmiştir (Çapın/Türkiye, §§ 71-74). AİHM, ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararının başvurucunun ebeveyni hakkındaki gerçeği öğrenmesinin tek yolundan mahkûm bırakılarak davasının usule ilişkin nedenlerle reddedilmesinin özel hayatına saygı gösterilmesi hakkını ne şekilde etkilediği hususunda yeterli bir cevap sunmadığını belirtmiştir. AİHM bu doğrultuda özel hayata saygı hakkı bağlamında tarafların menfaatleri arasındaki dengenin kurulmasının gerekli olduğunu, babalık davalarında çocuğun yararının gözetilmesine öncelik verilmesi gerektiğini, başvurucunun babası olduğu varsayılan kişinin kimliğini öğrendikten sonra bunu kesinleştirmek için gerekli ve içten adımlar attığını, bu bilgiyi öğrenmesindeki çıkarının yaşının ilerlemesi gerekçesiyle ortadan kalkmadığını ifade ederek başvurucunun davasının hak düşürücü süre ile reddedilmesine dayanak söz konusu hükmün ulusal mahkemeler tarafından somut davanın koşullarında taraflar arasındaki hak ve menfaat dengesi kurulmadan uygulanmasının ve yorumlanmasının gözetilen meşru amaç kapsamında orantısız olduğunu ifade etmiş ve başvurunun özel hayatına saygı gösterilmesi hakkının korunmasının sağlanamadığı sonucuna ulaşmıştır (Çapın/Türkiye, §§ 75-79). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/72747 | Başvuru, soy bağının reddi davasının hak düşürücü süreden reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör saldırısından kaynaklanan manevi zararların tazmin edilmesi talebiyle açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkının unsurlarından olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 24/11/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş, olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş ve birçok kişi yaralanmıştır (Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 9, 10). İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almaktadır: - 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç, §§ 11-14). Başvurucu; bombaların çok yakınında patladığını, maruz kaldığı olayda idarenin ihmali bulunduğunu ve mitingde yaşadıklarından dolayı ruhsal bütünlüğünün bozulduğunu, Tarsus Devlet Hastanesinde görevli psikiyatri uzmanı tarafından düzenlenen 14/12/2015 tarihli raporla da anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu tanısı konulduğunu iddia ederek manevi tazminat talebiyle idareye başvurmuştur. Talebinin zımnen reddi üzerine başvurucu, Ankara İdare Mahkemesinde 13/10/2016 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Yönetim Kurulu üyesi olarak Tarsus'tan Ankara'ya otuz arkadaşıyla otobüsle giderek mitinge katıldığını, arkadaşlarıyla pankart açıp yürüyüşe geçtikten bir iki dakika sonra geçtikleri noktalarda patlamanın meydana geldiğini, olay nedeniyle birçok arkadaşının öldüğünü vurgulamıştır. Patlama sonrası yaralılara yardım etmeye çalıştığını, ertesi gün ise ölen arkadaşlarının cenazelerini teslim alarak Tarsus'a götürdüğünü belirtmiştir. Yaşadıklarından dolayı ağır bir ruhsal bunalım geçirdiğini, devam eden uyku bozukluğu, korku ve endişe hâli şikâyetleri ile başvurduğu hastanede anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu teşhisi konulduğunu belirtmiştir. Ayrıca başvurucu, Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün sorumluluğuna ilişkin yapılan suç duyurularında mülkiye müfettişleri tarafından hazırlanan 25/2/2016 tarihli raporda temmuz ayından itibaren mitinge yönelik birden fazla canlı bomba eylemi istihbaratı geldiğinin tespit edildiğini belirtmiştir. Buradan hareketle eylemi gerçekleştiren kişilerin kimliklerinin önceden bilinmesine ve terör eylemi gerçekleştireceklerine dair istihbari bilgi olmasına rağmen devletin saldırıyı önlemek için miting alanında asgari güvenlik önlemlerini bile almadığını, saldırıyı önleyemediğini, saldırıyı önlemekle yükümlü kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirmediklerini iddia etmiştir. Katliamda devletin sorumluluğu olduğunu ve yaşam hakkının ihlal edildiğini vurgulayarak 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. İdare savunmasında; başvurucunun adının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmada yer almadığı, başvurucunun yaralandığına dair rapor ya da hastane kaydının olmadığı hususlarıyla birlikte olayın öngörülemeyen bireysel bir terör eylemi olduğu dikkate alındığında idarenin sorumluluğundan söz edilemeyeceği vurgulanmıştır. Mahkemenin 17/3/2017 tarihli ara kararıyla, meydana gelen patlama ile başvurucuda oluşan rahatsızlık arasında illiyet bağını tespit etmek amacıyla başvurucunun patlama sırasında olay yerinde olup olmadığını ortaya koyan bilgi ve belgeler başvurucudan ve davalı idareden istenmiştir. Ara kararında başvurucunun yaşanan patlama sırasında Ankara Garı önünde bulunup bulunmadığını ortaya koyan bilgi ve belgelerin (fotoğraf, video, tutanak, hastane/polis/savcılık kaydı, MOBESE görüntüsü, HTS kaydı vb.) gönderilmesi idareden talep edilmiştir. Başvurucudan ise olay yerinde olduğunu gösteren adına düzenlenmiş uçak, otobüs bileti, fotoğraf, video, doktor raporu, hastane kaydı, polis ve savcılık kaydı gibi belgeleri göndermesi istenmiştir. İdare; ara kararına cevabında, başvurucunun isminin patlama sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmada yer almadığını, olay tarihinde yaralanıp tedavi gördüğü hususunda doktor raporu olmadığını, yaralandığı yönünde de herhangi bir kaydın bulunmadığını bildirmiştir. Başvurucu vekili ise başvurucunun olay günü Ankara Garı önünde çekildiğini iddia ettiği fotoğraflar sunmuş ve başvurucunun yaralanan arkadaşlarına kan vermek için Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesine dilekçe verdiğini, olayda hayatını kaybeden E.nin otopsi raporunu imzaladığını belirtmiştir. Ayrıca yaralanan arkadaşlarının tanıklık yapabileceğini ifade etmiştir. Mahkeme anılan Hastaneye ve Türkiye Kızılay Derneğine başvurucunun iddiasını sormuş, verilen cevaplarda kan bağışçıları kayıtlarında başvurucunun isminin bulunmadığı, başvurucu tarafından kendilerine yapılan herhangi bir kan bağışının veya bağış başvurusunun olmadığı bildirilmiştir. Mahkeme 2/6/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun yaralananlara kan vermek için dilekçe verdiği yönündeki iddiası idarenin yukarıda belirtilen cevaplarıyla birlikte değerlendirilerek başvurucunun yaşadığı rahatsızlığın ve manevi zararının anılan patlama nedeniyle oluştuğunu ortaya koyan herhangi bir bilgi ve belgenin dava dosyasında bulunmadığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte başvurucu tarafından ileri sürülen hususların doğruluğunun da ilgili yerlerden teyit edilmediği, başvurucunun öne sürdüğü manevi zarar ile sözü edilen patlama ve bu patlamaya ilişkin idari faaliyet arasında illiyet bağının ortaya konulamadığı belirtilmiştir. Başvurucu; anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusunda kan bağışı için verilen dilekçenin olay sonrası oluşan kargaşada kaybolmuş ya da kaydedilmemiş olabileceğini, bununla birlikte olay yerinde olduğuna dair sunduğu fotoğrafların Mahkeme tarafından değerlendirilmediğini belirtmiştir. İlliyet bağının ortaya çıkarılması amacıyla Mahkemenin resen araştırma ilkesine göre fotoğraflarla ilgili bilirkişi incelemesi yaptırması, kolluk kuvvetlerince tanık ifadelerinin alınması ve sair yöntemlerle delilleri tespit ederek bir sonuca ulaşması gerektiğini vurgulamıştır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 15/11/2017 tarihinde, kararın usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Nihai karar 7/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,..." 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesine göre "tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi" vardır (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsuru, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara, dava dosyasındaki belgeler hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkını tanımayı, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda mahkemece tarafların dinlenmemesi, taraflara delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Feldbrugge/Hollanda, B. No: 8562/79, 29/5/1986, § 44). Sözleşme’nin maddesinde davada kullanılan delillerin ispat güçleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte AİHM delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığına etkisini değerlendirmekte (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89) ve birçok kararında Sözleşme’nin maddesinin, adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 124). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/466 | Başvuru, terör saldırısından kaynaklanan manevi zararların tazmin edilmesi talebiyle açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf düşürülme nedeniyle adil yargılanma hakkının unsurlarından olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari para cezalarına yapılan itirazların kabul edilmesine rağmen mahkemece vekâlet ücretine hükmedilmemesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 6/8/2013 tarihinde Alaplı Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/2/2014 ve 18/4/2014 tarihlerinde sırasıyla 2013/6220 ve 2013/6216 numaralı başvuruların, İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca ise 28/2/2014 tarihinde 2013/6219 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından 27/6/2014 (B. No: 2013/6216) ve 4/7/2014 (B. No: 2013/6219 ve 2013/6220) tarihlerinde başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüşler 9/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşlerine karşı beyanlarını 22/9/2014 tarihinde ibraz etmişlerdir. 30/9/2015 tarihinde 2013/6219 ve 2013/6220 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/6216 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, belirtilen bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına ve incelemenin 2013/6216 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şeref Yıldız Bakımından (B. No: 2013/6216) Başvurucuya, araç muayenesinin yaptırılmadığı gerekçesiyle Alaplı Trafik Tescil ve Denetleme Büro Amirliği tarafından 29/3/2013 tarihinde 77 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, vekili aracılığıyla anılan idari yaptırım kararına itiraz etmiştir. (Kapatılan) Alaplı Sulh Ceza Mahkemesince yapılan 8/7/2013 tarihli duruşmaya başvurucu ve vekili katılmışlardır. Mahkeme 8/7/2013 tarihli ve 2013/89 Değişik İş sayılı kararıyla “…muayene belgesi fotokopisinden de aracın muayenesinin 12/5/2012 tarihinde yapıldığının ve 24/7/2013 tarihine kadar geçerli olduğunun görülmesi ve işlemi yapan idarenin verdiği cevabında söz konusu araca yazılan cezanın sehven yazıldığını, yaptıkları detaylı sorgulamada aracın muayenesinin yapılmış olduğunu[] belirtmeleri karşısında hukuka aykırı olarak tesis edilen” idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Bununla birlikte duruşmada vekille temsil edilen başvurucu lehine herhangi bir vekâlet ücretine hükmedilmemiştir. Kesin olarak verilen bu karar, başvurucu vekiline 23/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Burak Günay Bakımından (B. No: 2013/6219 ve 2013/6220) Başvurucuya, hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenlediğinden bahisle Alaplı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 27/2/2013 tarihinde iki kez 300 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, vekili aracılığıyla anılan idari yaptırım kararına itiraz etmiştir. (Kapatılan) Alaplı Sulh Ceza Mahkemesince yapılan 8/7/2013 tarihli duruşmaya başvurucu vekili katılmıştır. Mahkeme 8/7/2013 tarihli ve 2013/109 ve 2013/112 Değişik İş sayılı kararlarında “... söz konusu çekin hamiline düzenlenmediği, B… Yapı Malzemeleri Ticareti adına düzenlendiği anlaşıldığından hukuka aykırı olarak tesis edildiği...” gerekçesiyle idari yaptırım kararlarının kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme bununla birlikte başvurucu vekilince duruşmada açıkça talep edilmiş olan vekâlet ücretine ilişkin herhangi bir hüküm kurmamıştır. Kesin olarak verilen Sulh Ceza Mahkemesinin kararları, başvurucu vekiline 23/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Yargılama giderleri” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.(2) Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir.” 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Masrafların ve vekalet ücretinin ödenmesi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Kanun yoluna başvuru dolayısıyla oluşan bütün masraflar ve vekâlet ücreti, başvurusu veya savunması reddedilen tarafça ödenir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Vekâlet ücreti” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.Yüzde yirmi beşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.…Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir.(Değişik üçüncü ve dördüncü cümle:13/1/2004 – 5043/5 md.) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” 28/12/2013 tarihli ve 28865 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Konu ve Kapsam” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1)Mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, Avukatlık Kanunu ve işbu tarife hükümleri uygulanır.” Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Ceza davalarında ücret” kenar başlıklı maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:“(6) Ceza mahkemelerinde görülen tekzip, internet yayın içeriğinden çıkarma, idari para cezalarına itiraz gibi başvuruların kabulü veya ilk derece mahkemesinin kararına yapılan itiraz üzerine, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması halinde işin duruşmasız veya duruşmalı oluşuna göre İkinci Kısım Birinci Bölüm sıradaki iş için öngörüldüğü şekilde avukatlık ücretine hükmedilir. Ancak başvuruya konu idari para cezasının miktarı Tarifenin İkinci Kısım Birinci Bölüm sıradaki iş için öngörülen maktu ücretin altında ise idari para cezası kadar avukatlık ücretine hükmedilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6216 | Başvuru, idari para cezalarına yapılan itirazların kabul edilmesine rağmen mahkemece vekâlet ücretine hükmedilmemesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Ankara Tren Garı'ndaki terör saldırısında meydana gelen yaralanma iddiasıyla açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 10/10/2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde gerçekleştirilen, kendisinin de dâhil olduğu gösteriler sırasında meydana gelen, birçok kişinin vefat ettiği ve yaralandığı terör saldırısında yaralandığı iddiasıyla İçişleri Bakanlığından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Talebinin zımnen reddi üzerine tam yargı davası açan başvurucu; terör saldırısında yaralandığını, uzun süre tedavi gördüğünü, %60 işitme kaybı yaşadığını, idarenin saldırıyı önleyememesi ve güvenliği sağlayamaması nedeniyle hizmet kusuru bulunduğunu belirterek maddi tazminat, bunun yanı sıra İçişleri Bakanlığının zımnen ret kararının iptalini talep etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi tazminat talebinin sürekli iş gücü kaybı iddiasına dayandırıldığı, dava kapsamında aldırılan 23/1/2018 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucunun şizofreni rahatsızlığının çalışmasına olanak vermediğinin, travma sonrası stres bozukluğunun tedavi ile tam olarak düzeldiğinin belirtildiği, raporda başvurucunun patlamadan kaynaklanan maluliyetinin bulunduğuna dair bir saptamaya yer verilmediği, başvurucunun şizofreni rahatsızlığının öncesinde de olduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla bu durumun meydana gelen patlamayla bir ilgisinin olmadığı, 13/10/2015 tarihinde ses travmasına bağlı işitme kaybına ilişkin olarak başvurucuya reçete verildiği anlaşılmakta ise de 23/1/2018 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucunun kulak burun boğaz sisteminin sağlam olduğu bulgusuna yer verildiği, meydana gelen patlama olayı ile başvurucunun rahatsızlıkları arasında illiyet bağı kurulamadığı, mevcut belgelere göre başvurucunun iş gücü kaybının ve buna bağlı maddi zararının bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle maddi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucunun zımnen ret kararının iptali talebi ise incelenmeksizin reddedilmiştir. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuş, hâlihazırda maluliyetinin devam ettiğini ve meydana gelen patlama nedeniyle oluştuğunu, patlama nedeniyle aylarca tedavi gördüğünü, tedavi gördüğü dönemde yüzde yüz malul sayılması gerektiğini belirtmiştir. Bölge İdare Mahkemesince istinaf talebinin reddine karar verilmiştir. Dosya kapsamından başvurucunun İdare Mahkemesine olay tarihinde emekli olduğunu bildirdiği, çalıştığına dair bir belge sunmadığı görülmüştür. Başvurucu, nihai kararı 27/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 26/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/769 | Başvuru, Ankara Tren Garı'ndaki terör saldırısında meydana gelen yaralanma iddiasıyla açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltında tutulan şüphelinin maruz kaldığı eylemler ve bu eylemler hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) üyesi olduğu şüphesiyle 5/10/2016 tarihinde saat 30 sıralarında gözaltına alınmış; 25/10/2016 tarihine kadar Kars Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (TEM Şube) bulunan nezarethanede tutulmuştur. Bu süreçte;i. Başvurucunun talebi üzerine Kars Barosu, başvurucu için bir müdafi görevlendirmiştir. Başvurucu, müdafi ile 8/10/2016 tarihinde görüşmüştür.ii. Başvurucu Kars Harakani Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) görevli bir doktor tarafından 12/10/2016 tarihinde muayene edilmiştir. Bu muayene sonucunda düzenlenen genel adli muayene raporunda başvurucunun önceki akşam sol kulağından kan geldiğini beyan ettiği, şikâyetin tekrarlaması durumunda başvurucunun Devlet Hastanesinin Acil Servis birimine getirilmesi gerektiği, başvurucunun hâlihazırda şikâyetinin bulunmadığı, muayene bulgularının olağan olduğu, darp ve cebir izi tespit edilmediği belirtilmiştir. iii. Devlet Hastanesinde görevli doktorlarca 15/10/2016 ile 23/10/2016 tarihleri arasını kapsayan dönemde günlük olarak düzenlenen genel adli muayene raporlarında herhangi lezyon tarif edilmemiştir (TEM Şubede görevli iki polis tarafından düzenlenen bir tutanakta gözaltında kaldığı sürece başvurucunun her gün darp ve cebir izi yönünden doktorlarca muayene edildiği belirtilmiştir ancak 12/10/2016 tarihli genel adli muayene raporu ile 15/10/2016 ila 23/10/2016 tarihleri arası için düzenlenen genel adli muayene raporları dışında bir rapor tespit edilememiştir.).iv. Başvurucunun ifadesi kolluk görevlilerince 23/10/2016 tarihinde alınmıştır. Başvurucu, müdafii huzurunda verdiği ifadesinde gözaltında uğradığı herhangi bir kötü muameleden bahsetmemiştir. Kars Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) görevli bir Cumhuriyet savcısı 25/10/2016 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu, müdafii huzurunda verdiği ifadesinde gözaltı sürecinde karşılaştığı herhangi bir kötü muameleden söz etmemiştir. Bununla birlikte başvurucunun müdafii, başvurucunun gözaltında defalarca baskılara maruz kaldığını iddia etmiş ancak konuyla ilgili hiçbir ayrıntı vermemiştir. Başsavcılıkça tutuklama talebiyle Kars Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilen başvurucu, sorgusu sırasında herhangi bir kötü muameleden söz etmeksizin suçlamalarla ilgili beyanda bulunmuştur. Hâkimliğin verdiği tutuklama kararı dolayısıyla başvurucu, aynı tarihte Kars T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna götürülmüştür. Başvurucu, müdafi olarak seçtiği avukata 13/6/2017 tarihinde vekâletname vermiştir. Başvurucu 2/4/2018 tarihinde, gözaltında kaldığı 21 gün süresince farklı gün ve saatlerde kendisine fiziksel ve ruhsal işkence uyguladıklarını iddia ettiği bazı kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Suç duyurusuyla ilgili dilekçesine 12/10/2016 tarihli genel adli muayene raporu ile maruz kaldığını iddia ettiği işkenceler hakkında çizdiği beş resmi ekleyen başvurucu, yaşadıklarına o tarihlerde gözaltında tutulan O.T., F.A., G.G., Y.Y. ve A.yi tanık olarak göstermiştir. İddiasına göre başvurucu gözaltında tutulduğu süreçte tehdide ve fiziksel acı çekmesine neden olan fiillere maruz kalmış, hakarete uğramış, soğuk suyun altına tutulmuş, günlük adli muayeneler için hastaneye götürülmemiş ve müdafii ile görüştürülmemiştir. Başsavcılık 17/4/2018 tarihinde, başvurucunun ibraz ettiği raporda herhangi bir lezyondan söz edilmediğine işaret edip şüphelilerin isnat edilen suçu işledikleri yönünde başvurucunun soyut beyanı dışında delil bulunmadığını belirterek şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, şikâyeti hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını ve kulağından tekrar kan gelirse yeniden hastaneye getirilmesi gerektiğine dair muayene raporu bulunduğunu belirterek vekili aracılığıyla Başsavcılık kararına itiraz etmiştir. Bu itiraz, Hâkimlikçe 1/6/2018 tarihinde reddedilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1453 | Başvuru, gözaltında tutulan şüphelinin maruz kaldığı eylemler ve bu eylemler hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Belediye arsası üzerine inşa edilen gecekondunun bedelsiz olarak yıktırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1959 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Ankara'nın Mamak ilçesi Altıağaç Mahallesi'nde kâin 5 pafta 3213 ada 10 parsel numaralı ve Ankara Belediyesine ait taşınmaz üzerine Ç. tarafından 1975 yılında 171 m² büyüklüğünde tek katlı bir adet gecekondu inşa edilmiştir. Mamak Belediyesi (Belediye) tarafından anılan gecekondu için 21/6/1983 tarihinde Ç. adına tapu tahsis belgesi düzenlenmiştir. Ç. gecekonduyu 27/9/1984 tarihinde A.Ç.ye, A.Ç. de 21/10/2002 tarihinde başvurucuya satmıştır. Gecekondunun ilk sahibi olan Ç.nin 7/3/1973 iktisap tarihli bir adet taşınmazının bulunduğunun tespiti üzerine anılan kişi adına düzenlenmiş olan tapu tahsis belgesi Belediye tarafından 16/10/2012 tarihinde iptal edilmiştir. Bu işlem 22/10/2012 tarihli yazıyla başvurucuya bildirilmiştir. Bu işlemin iptali istemiyle dava açıldığına dair herhangi bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Belediye Encümeninin 11/2/2014 tarihli kararıyla, ruhsata bağlanmasının mümkün olmadığı değerlendirilen gecekondunun yıkılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bu işlemin iptali istemiyle dava açtığına dair herhangi bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Başvurucu 16/6/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Ancak anılan Mahkeme tarafından 8/11/2016 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Başvurucu bu sefer 25/11/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Belediye ve Toplu Konut İdare Başkanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi sebebiyle arsa için ödenen bedelin güncel değeri için -fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak üzere- 000 TL ve gecekondu ile arsa üzerindeki ağaçların bedeli için -fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere- 000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Belediye tarafından sunulan savunma yazısında, yapının ruhsatsız olması sebebiyle başvurucunun tazminat talebinde bulunamayacağı belirtilmiştir. Savunma yazısında tapu tahsis belgesi için ödenen bedel yönünden ise belgenin başvurucu adına düzenlenmediği ifade edilmiş, ayrıca tazminata hükmedilecekse bunun Belediyeye ödenen tutara eşit olması gerektiği iddia edilmiştir. İdare Mahkemesi 9/4/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin işlem ile yıkım kararına karşı iptal davası açılmadığına vurgu yapılmıştır. Kararda ayrıca başvurucunun hak sahipliğinin bulunmaması sebebiyle tazminat talebinin karşılanması olanağının bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, tebliğ edilmeyen encümen kararlarına karşı iptal davası açılmamış olmasının yapı üzerindeki mülkiyet hakkını ortadan kaldırmadığını belirtmiştir. Ayrıca tüm beledi hizmetlerden yararlanan yapının mülk teşkil ettiği ifade edilmiştir. İstinaf dilekçesinde, tapu tahsis belgesinin iptalinden kaynaklandığı ileri sürülen zararın tazmini isteminin reddedilmesiyle ilgili olarak herhangi bir iddia ileri sürülmemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Ankara İdari Dava Dairesi 27/3/2019 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 24/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'un "Tapu verme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine 'Tapu Tahsis Belgesi' verilir.Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder....Hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapuları resen iptal edilir." 2981 sayılı Kanun'un "Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.…" 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki yürürlükteki hâli şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir. (Ek fıkra:29/11/2018-7153/15 md.) İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16373 | Başvuru, Belediye arsası üzerine inşa edilen gecekondunun bedelsiz olarak yıktırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 24/4/1970 tarihinde murisi aleyhine Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinde devam eden kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 14/3/2014 tarihinde Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi ve arkadaşları aleyhine, K.Ö., A.U. ve H.Ö. tarafından 24/4/1970 tarihinde, kendi hisselerinin başvurucunun murisi ve arkadaşları adına tapuya tescil ettirildiği ileri sürülerek, Ereğli ilçesi Süleymanlar mahallesi 9 ada 11 parselde kayıtlı taşınmazın hisseleri oranında kendi adlarına tescil edilmesi istemiyle Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Kadastro Mahkemesi sıfatıyla) kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Bu dava Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1970/13 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/12/1980 tarih ve E.1970/13,K.1980/17 sayılı kararıyla, Mahkemenin E.1969/2 sayılı dosyası ile E.1970/13 sayılı dosyasının aralarında taraf ve konu yönünden bağlantı olduğu gerekçesiyle birleştirilmesine ve yargılamaya E.1969/2 sayılı dosya üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesi, 16/10/1987 tarih ve E.1969/2, K.1987/17 sayılı kararıyla; kanun değişikliğine binaen kadastro mahkemesi sıfatıyla bakılan davaların yeni kurulan kadastro mahkemelerinde görüleceği gerekçesiyle dosyanın Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu karar üzerine dosya, Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinin E.1987/65 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yargılama devam ederken Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesi, 9/12/1987 tarih ve E.1987/65 ve K.1987/125 sayılı kararıyla, 3402 sayılı Kanun'un geçici maddesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 22/10/1987 gün ve 969 sayılı kararı gereğince 2613 sayılı Kanun'a göre açılmış ve halen derdest olan davalara aynı mahkemelerde bakılmaya devam olunacağı gerekçesiyle dosyanın Şehir Kadastro Mahkemesi sıfatıyla Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesi, 31/5/1988 tarih ve E.1988/16 K.1988/183 sayılı kararıyla; söz konusu gönderme kararının atıf yapılan yasal düzenlemelerin yanlış yorumlanmasına dayanılarak verildiği gerekçesiyle dosyanın tekrar Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Yargılama devam ederken görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla Yargıtaya başvurulması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 14/12/1988 tarih ve E.1989/8020 K.1989/10548 sayılı kararıyla Kadastro Mahkemesinin görevli olduğuna karar vermiştir. Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesi, 22/6/2002 tarih ve E.1988/66, K.2002/90 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, dosyada birtakım eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle ilk olarak 8/11/2004 tarih ve E.2004/9203, K.2004/11885 sayılı ilamıyla, ikinci olarak 20/3/2006 tarih ve E.2006/195, K.2006/1859 sayılı ilamıyla dosyanın İlk Derece Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir. Eksikliklerin tamamlanmasından sonra yapılan temyiz incelemesinde Yargıtay Hukuk Dairesi, 31/12/2007 tarih ve E.2007/3391, K.2007/5517 sayılı ilamıyla; ilk derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma üzerine Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinin E.2008/119 sayılı dava dosyasında yargılama halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü, dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3876 | Başvurucu, 24/4/1970 tarihinde murisi aleyhine Karadeniz Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesinde devam eden kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ahmet Baday 29/4/2003 tarihinde tutuklanmış, başvurucu Veysi Baday'ın ise aynı tarihte gıyaben tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucular hakkında Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 16/6/2003 tarihli iddianamesiyle örgüt faaliyeti çerçevesinde hırsızlık ve mala zarar verme suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Mardin Asliye Ceza Mahkemesinin 6/3/2007 tarihli kararıyla mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının Mardin Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Mahkemenin 10/4/2013 tarihli kararıyla başvurucuların hırsızlık ve mala zarar verme suçlarından hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/6/2014 tarihli kararıyla hırsızlık suçu yönünden onanmış, mala zarar verme suçu yönünden ise bozulmuştur. Mahkemenin 6/1/2015 tarihli kararıyla başvurucuların beraatine karar verilmiştir. Hüküm temyiz edilmemiş ve kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12351 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 26/11/1993 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması neticesinde murislerinin kaçırıldığını ve daha sonra göl kenarında ölü bulunduğu belirtilerek 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada yeterli tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/3/2014 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 26/11/1993 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması neticesinde murisleri B.K.nın kaçırılması ve daha sonra göl kenarında ölü bulunmasına dair bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular 2/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Bitlis Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. 8/11/2005 tarihli ve 2005/248 sayılı Komisyon kararında, başvurucuların murisi B.K.nın ölümünden dolayı 560 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından belirtilen tazminat miktarı yeterli görülmeyerek 7/3/2006 tarihinde uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır. Komisyon kararına karşı Van İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 6/6/2008 tarihli ve E.2006/3365, K.2008/1343 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Olayda, davacılar murisinin 1993 yılında teröristlerce öldürülmesi nedeniyle uğranılan zararın 5233 sayılı Kanun'a göre tazmininin istenildiği, bu Kanuna göre hesaplanacak tazminat miktarının hesaplanma şeklinin mevzuatta açıkça gösterildiği, idarenin tazminat miktarını hesaplarken bu usule uymak zorunda olduğu, tazminatın genel hükümlere göre hesaplanmasına olanak bulunmadığı açık olup, söz konusu ölüm olayı nedeniyle ölenin mirasçılarına ödenecek tazminat miktarının komisyon karar tarihi itibariyle (7000x50x0,0416=560,00) mevzuatta belirtilen esas ve usullere uygun olarak hesaplandığı ve bu miktarın ödenmesine karar verildiği anlaşılmış olup, davacılara 5233 sayılı Kanun'a göre 560 YTL üzerinde maddi tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmadığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Öte yandan, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca maddi zararların karşılanması öngörülmüş olup, anılan Yasa'nın manevi zararların karşılanması hususunda bir düzenleme içermemesi karşısında; davacıların manevi tazminat isteminin reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2013 tarihli ve E.2011/9562, K.2013/1396 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/10486, K.2013/6488 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararının 10/2/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği ve 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2870 | Başvuru, 26/11/1993 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması neticesinde murislerinin kaçırıldığını ve daha sonra göl kenarında ölü bulunduğu belirtilerek 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada yeterli tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. İzmir Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 19/7/2017 tarihli kararıyla başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 20/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 10/8/2017 tarihli yazıda başvurucu hakkında alınan sınır dışı etme kararının sonlandırıldığı bildirilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29827 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde Görülen Yargılama Yönünden Başvurucu 14/5/2009 tarihinde Kartal İş Mahkemesinde açtığı işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan tazminat davasında İlk Derece Mahkemesinin 23/2/2011 tarihli kısmen kabul kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/7/2013 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma ilamının ardından dava dosyası İstanbul Anadolu İş Mahkemesine devredilmiş, 25/3/2014 tarihli karar ile dava kısmen kabul edilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/10/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir.B. İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde Görülen Yargılama Yönünden Başvurucu aleyhine 25/6/2014 tarihinde İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde açılan icra takibine itiraz davasında İlk Derece Mahkemesinin 6/11/2014 tarihli davanın kabulü kararı, temyiz incelemesi talebiyle Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş, temyiz incelemesi henüz sonuçlanmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20199 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.4 Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1992 doğumlu olan başvurucunun Kamu Personeli Seçme Sınavı sonucuna göre 19/7/2017 tarihinde Batman'ın merkez ilçesi, Saadet Uçar Anadolu Lisesine sözleşmeli öğretmen olarak yerleştirilmesi yapılmıştır. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 5/12/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde tüm şartları taşımasına rağmen atamasının gerçekleştirilmediğini belirten başvurucu, hakkında açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmadığını ifade etmiştir. Davalı idare 2/1/2018 tarihinde savunma dilekçesi vermiştir. Savunma dilekçesinde, ilgili mevzuata yer verildikten sonra başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturmasının gizli evrak şeklinde gönderildiği ifade edilmiştir. Söz konusu evrakın incelenmesi neticesinde öğretmenlik mesleğinin hassasiyeti ve öğrenciler üzerinde olumsuz bir etkinin geriye dönüşünün olmayacağı düşünülerek başvurucunun atamasının gerçekleştirilmediği belirtilmiştir. Dava konusu işlemin yasaya uygun ve yerinde olması nedeniyle de haksız olarak açılan davanın reddi gerektiği savunulmuştur. Başvurucu 19/2/2018 tarihinde davalı idarenin savunmasına cevap vermiştir. Cevap dilekçesinde, bugüne kadar herhangi bir adli veya idari soruşturma geçirmediğini söylemiştir. Davalı idarenin tarafına tebliğ edilmeyen güvenlik soruşturması sonucuna dayanarak atamasını iptal ettiğini, tarafına tebliğ edilmeyen yazıya dayanarak tesis edilen işleme karşı açtığı davanın reddedilmesi durumunda adil yargılanma hakkının ihlal edileceğini ifade etmiştir. Arşiv araştırması sonucunun nasıl olumsuz olduğunun somut bilgi ve belgelerle ispatlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Davalı idare 13/4/2018 tarihinde ikinci savunma dilekçesini sunmuş olup dilekçesinde birinci savunma dilekçesinde söylediği hususları tekrarlamakla yetindiğini ifade etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 19/9/2018 tarihinde işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İncelenen olayda, davacının terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğunu kanıtlayan bilgi ve belgelerin mahkememizin 13/12/2017, 17/1/2018, 22/06/2018, 12/7/2018 tarihli ara kararlarımız ile Davalı İdareden, Burdur İl Emniyet Müdürlüğünden, Burdur Cumhuriyet Başsavcılığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden istendiği, gelen cevabi yazılar da, "davacı ile ilgili herhangi bir kaydın, soruşturmanın, koğuşturmanın bulunmadığı" yönünde bilgi verildiği görülmektedir.Kamu görevlisi olmak isteyenlerle ilgili güvenlik araştırması yapılırken ulaşılan bilgi ve kanaatin; somut, güvenilir, teyit edilebilir nitelikte olması; tahmine, tasavura ve önyargıya dayalı olmaması; aynı yöndeki kanaatin mümkün olduğunca farklı bilgi ve delillerle de desteklenmesi, bu inceleme ve değerlendirmenin hukuken denetlenebilir nitelikte olması gerekir. Aksi durumda soyut ve gerçek dışı ithamlarla bazı kişilerin önemli hak kayıplarına yol açılmasına neden olacaktır.Belirtilen durum karşısında, davacının silahlı terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğuna ilişkin somut herhangi bir bilgi ve belgenin dava dosyasında mevcut olmadığından, davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğu gerekçesi ile sözleşmeli öğretmenliğe atanmasının iptalin eilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır." Davalı idare 3/10/2018 tarihinde karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, işlemin hukuka aykırı olmadığı, oluşturulan gerekçe ve kararda hukuki isabet bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, istinaf başvurusuna karşı 19/11/2018 tarihinde cevap vermiştir. Başvurucu cevap dilekçesinde, idarenin istinaf yoluna başvurusunda soyut ve genel ibarelerin yer aldığını, somut tespitlere yer verilmediğini belirtmiştir. Gerek üniversite öğrenciliği sırasında ve gerekse de hayatının diğer dönemlerinde kesinlikle herhangi bir örgüt, yapı ve oluşumla bir ilgisi bulunmadığını ifade etmiştir. Hizmete alınmada gerekli şartları taşımasına rağmen görevin gerektirdiği niteliklerden başka bir ayrım gözetilerek atamasının gerçekleştirilmemesinden yakınmıştır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 12/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bakılan davada, güvenlik soruşturması nedeniyle Batman Valiliğinin 13/10/2017 tarih ve E:16645377 sayılı yazıları ekinde davalı idareye sunulan Antalya İl Emniyet Müdürlüğü'nün bila tarih ve 3128/2 sayılı güvenlik soruşturması evrakında istihbar olunan gizlilik dereceli bilgilere göre davacının güvenlik soruşturmasının, İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğünün Komisyon kararı gereğince olumsuz olarak değerlendirilerek atamasının iptal edilmesine dair işlemden kaynaklanan uyuşmazlıkta, Mahkemelerinin 22/06/2018 ve 12/07/2018 tarihli ara kararları ile Burdur Cumhuriyet Başsavcılığı ile Burdur İl Emniyet Müdürlüğü'nden ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden davacının Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna dair yapı, oluşum, grup, örgütlere üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunduğuna dair eylem ve faaliyetlerinin neler olduğu ve hakkında adli ve idari soruşturma, kovuşturma bulunup bulunmadığı, tutuklama yapılıp yapılmadığı hususlarının sorulduğu, adı geçen birimlerden alınan bilgi ve belgeler incelendiğinde, yapılan havuz sorgusuna göre davacının Fetö/pdy terör örgütü ile irtibatı, iltisakı olduğuna dair bir kaydın bulunmadığı, Burdur Cumhuriyet Başsavcılığı'nca da davacı hakkında herhangi bir soruşturma kaydına rastlanmadığı bildirilmiş ise de, Antalya İl Emniyet Müdürlüğü'nün bila tarih ve 3128/2 sayılı yazıları ekindeki "gizli" ibareli mazruf ile Batman İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne sunulan istihbari bilgi notunun, Polis Vazife ve Salāhiyet Kanunu'nun Ek maddesi kapsamında Devletin güvenilir istihbarat ve emniyet birimlerince yürütülen çalışmalar sonunda elde edildiği kabul edilen; "Kendisi: 2012-2014 yılları arasında PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması (YDG-H) (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) organizesinde düzenlenen eylem ve etkinliklere katıldığının değerlendirildiği" yönündeki istihbari bilgi olduğu görülmektedir....Bu durumda, ülkemizde demokratik toplum düzeninin kurulup sürdürülmesi ve eğitim hizmetinin kalitesinin yükseltilmesi amaçlanırken sözleşmeli olarak öğretmen kadrosuna yerleştirildiği görülen davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucunda elde edilen ve yukarıda aktarılan istihbari nitelikteki bilgilerin, davacının bu mesleğe atanmasına engel teşkil edeceği anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön, aksi yönde verilen istinafa konu Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Nihai karar başvurucuya 29/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Rıdvan Batur B. No: 2018/17680, 3/12/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21164 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, "zimmet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/11/2014 tarihinde, başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 7/9/2001 tarihinde gözaltına alınmış, Kızıltepe Sulh Ceza Mahkemesinin 9/9/2001 tarih ve 2001/78 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu ve diğer dört şüpheli hakkında, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2001 tarih ve E.2001/1126 sayılı iddianamesi ile "zimmet" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/319 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, 2/11/2001 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkemece, 22/1/2013 tarih ve E.2001/319, K.2013/18 sayılı karar ile başvurucunun "zimmet" suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi Yargıtayda devam etmektedir. Başvurucu, 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9894 | Başvurucu, "zimmet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Burdur Ağır Ceza Mahkemesinin 7/9/1999 tarihli ve E.1999/10, K.1999/131 sayılı kararı gereğince kasten adam öldürme suçundan 15 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Söz konusu karar 7/2/2000 tarihinde kesinleşmiş, 7/3/2000 tarihinde infaza verilmiştir. Anılan ilamın infazı sürecinde başvurucu, Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinin 15/5/2002 tarihli ve Müt.2002/38 sayılı kararıyla ve 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun uyarınca 15/5/2002 tarihinden itibaren koşullu salıverilmiştir. Başvurucu; Burdur Ağır Ceza Mahkemesinin 15/6/2010 tarihli ve E.2009/29, K.2010/97 sayılı kararı gereğince kasten yaralama suçundan 4 yıl 19 ay 15 gün hapis, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşi Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçundan 2 yıl hapis ve 000 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Kararda ayrıca, ilamın kesinleşmesi akabinde mezkûr koşullu salıverilmenin geri alınmasına yönelik inceleme yapılmasına karar verilmiştir. Bu karar sanık vekili tarafından süresinde temyiz edilerek Yargıtaya gönderilmiş, sanığın daha sonra temyizden vazgeçmesi nedeniyle Yargıtay Ceza Dairesinin 9/5/2011 tarihli ve E.2011/2110, K.2011/2881 sayılı kararı gereğince dosya incelenmeksizin mahkemesine iade edilmiştir. İlam 9/5/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Burdur Ağır Ceza Mahkemesince başvurucu hakkında yapılan uyarlama yargılaması sonucunda 29/7/2011 tarihinde verilen kararla önceki mahkûmiyet hükmü ortadan kaldırılmıştır. Mezkûr karar gereğince Burdur Ağır Ceza Mahkemesinin 7/9/1999 tarihli ve E.1999/10, K.1999/131 sayılı kararının kaldırılmasına, başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/3/2012 tarihli ve E.2012/627, K.2012/2236 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Burdur Cumhuriyet Başsavcılığının 8/1/2014 tarihli müddetnamesinde, başvurucunun anılan suç yönünden bihakkın tahliye tarihi 31/8/2014 olarak tespit edilmiştir. Burdur Ağır Ceza Mahkemesinin 14/1/2014 tarihli ve 2014/60 Değişik İş sayılı kararıyla, Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucu hakkındaki 15/5/2002 tarihli ve Müt.2002/38 sayılı koşullu salıverme kararının, 29/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (12) numaralı fıkrası gereğince geri alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun koşullu salıverilmesinden sonra denetim süresi içinde kasten işlediği suçlar nedeniyle hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırıldığı anlaşıldığından hükümlü hakkındaki koşullu salıverme kararının geri alınmasına, hükümlünün koşullu salıverildikten sonra kasten işlediği suçun tarihi olan 16/3/2008 ile hükümlünün bihakkın tahliye tarihi olan 31/8/2014 arasındaki sürenin aynen infazına karar verilmiştir. Burdur Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu mezkûr karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2014 tarihli ve 2014/184 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararda ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu kararın hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2014 tarihli ve 2014/184 Değişik İş sayılı kararı başvurucuya 13/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu26/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4616 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:"23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle;... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) Müebbet ağır hapis cezasına hükümlü olanların veya şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilenlerin ya da aldıkları ceza herhangi bir nedenle şahsî hürriyeti bağlayıcı cezaya dönüştürülenlerin tâbi oldukları infaz hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıl indirilir. İndirim, verilen her bir ceza için ayrı ayrı değil, toplam ceza üzerinden bir defaya mahsus yapılır. Ancak bir kişinin muhtelif suçlarından dolayı cezaları ayrı ayrı tarihlerde verilmiş olsa bile, bu cezaların toplamı üzerinden yapılacak indirim on yılı geçemez.Birinci paragraf hükümlerine göre çekmeleri gereken toplam cezalarından on yıllık indirim yapıldıktan sonra ceza süresi dolmuş olanlar, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın ve istemleri olmaksızın derhal; toplam cezaları on yıldan fazla olanlar kalan cezalarını çektikten sonra şartla salıverilirler.... (Yeniden düzenleme: 21/5/2002-4758/1 md.) 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, her bir suçun dava zamanaşımı süresinin sonuna kadar muhafaza edilir.Erteleme konusu suçun dava zamanaşımı süresi içinde bu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Bu süre, erteleme konusu suç ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz; açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.... Ancak;a) Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 157, 161, 162, 168, 171, 172, 188, 191, 192, 202, 205, 208, 209, 211 ilâ 214, 216 ilâ 219, 240, 243, 264, 298, 301 ilâ 303, 305 inci maddelerinde, 312 nci maddenin ikinci fıkrasında, 313 üncü maddesinde, 314 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 339 ilâ 349, 366, 367, 383, 394, 403 ilâ 408, 414 ilâ 418 ve 503 ilâ 506 ncı maddelerinde,...yer alan suçları işleyenler hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.(2) ... diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler....(11) Bir hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verilir.Mahkeme, bu raporu uygun bulursa hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir. Bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.(12) Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi hâlinde koşullu salıverilme kararı geri alınır.(13) Koşullu salıverilme kararının geri alınması hâlinde hükümlünün;a) Sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen,...Ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez.(14) Denetim süresi yükümlülüklere uygun ve iyi hâlli olarak geçirildiği takdirde, ceza infaz edilmiş sayılır.(15) Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına;a) Hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm edilirse, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi tarafından,...Dosya üzerinden karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz yolu açıktır...." 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Şartla salıverilmiş olan hükümlü, geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir cürümden dolayı şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olur veya mecbur olduğu şartları yerine getirmez ise, şartla salıverilme kararı geri alınır. Bu takdirde suçun işlendiği tarihten sonraki kısım hükümlünün ceza süresine mahsup edilmeyerek aynen çektirilir ve şartla salıverilmeye esas teşkil eden hükmün infazı ile ilgili olarak bir daha şartla salıverilmeden yararlanamaz." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18608 | Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular; İzmir'in Kemalpaşa ilçesi, Ansızca Köyü'nde bulunan 1832 parsel sayılı 133,92 m² yüz ölçümüne sahip taşınmazın malikidir. 13/8/2012 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla taşınmazın lojistik merkezi kurulmak üzere acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı (İdare) tarafından Kemalpaşa Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) acele kamulaştırma kararı nedeniyle dava açılmış, kamulaştırma bedeli bilirkişi raporuyla 493,01 TL olarak tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda taşınmazın belediye hizmetlerinden yararlanmadığı, sulu tarım arazisi niteliğinde olduğu; üzerinde meyve ağacı bulunmadığı açıklanarak net gelir yöntemine göre buğday, kavun, sivribiber münavebesiyle taşınmazın değerinin tespit edildiği belirtilmiştir. İdare, uzlaşma sağlanamaması nedeniyle 8/5/2013 tarihinde başvurucular aleyhine kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkeme 15/8/2013 tarihinde yapılan keşif sonucunda alınan bilirkişi raporunda kamulaştırma bedelini 996,40 TL olarak belirlemiştir. Bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın kullanım ve imar durumu dikkate alındığında tarım arazisi vasfında olduğu ifade edilmiş, taşınmaz üzerinde zirai bitki ve su kaynağı bulunmadığı açıklanmıştır. Taşınmazın tarımsal niteliği, toprak yapısı, vasfı ve kullanım şekli dikkate alındığında kapitalizasyon faiz oranı %5 olarak belirlenmiştir. Bilirkişi raporunda acele kamulaştırma dosyasında alınan bilirkişi raporunda taşınmazın sulu tarım arazisi olduğu kabul edilerek sivribiber, kavun, buğday münavebesi üzerinden hesaplama yapıldığı ancak taşınmazın kuru tarım arazisi niteliğinde olduğunun anlaşılması nedeniyle buğday, kavun münavebesi dikkate alınarak kamulaştırma bedelinin tespit edildiği açıklanmıştır. Tarafların itirazı üzerine Mahkeme 20/1/2014 tarihinde keşif yaparak tekrar bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi raporunda kamulaştırma bedeli 815,45 TL olarak tespit edilmiştir. Raporda imar durumu, şehir merkezine uzaklığı ve acele kamulaştırma dosyasında yer alan tespitler dikkate alındığında taşınmazın arazi/tarla vasfında olduğu kabul edilmiştir. Taşınmazın kuru tarım arazisi niteliği, ana yollara ve yerleşim yerlerine yakınlığı dikkate alındığında objektif değer artış oranı %45 olarak belirlenmiştir. Son olarak kamulaştırma bedelinin tespitinde buğday, kavun münavebesi ve %6 kapitilizasyon faiz oranının dikkate alındığı belirtilmiştir. Mahkeme 26/5/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararda taşınmazın başvurucular adına olan tapu kaydının iptaliyle İdare adına tesciline hükmetmiş, kamulaştırma bedeli 815,45 TL olarak belirlemiştir. Taraflarca temyiz edilen Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/12/2016 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında iki yılda üç ürün veya üç yılda dört ürün alınabileceği dikkate alınarak yıllık net gelirlerinin tümü üzerinden hesaplama yapılması gerekirken bir yılda iki ürün (buğday, kavun) üzerinden değerlendirme yapıldığı izlenimi uyandıracak şekilde ve ürünlerin net gelirlerine yüzdelik oranla değer biçilerek bedel tespiti yapan bilirkişi kurul raporuna göre karar verilmesinin hatalı olduğu açıklanmıştır. Öte yandan münavebeye alınan buğday ve kavunun 2013 yılı itibarıyla kuru/sulu ayrımı gözetilmeden dekar başına ortalama verimi, dekar başına ayrıntılı üretim gideri ve kilogram başına toptan satış fiyatını gösterir veri cetveli dikkate alınarak hesaplama yapılması gerektiği belirtilmiştir. Son olarak taşınmazın bulunduğu yer, konumu ve bilirkişi raporunda belirtilen objektif değer artışına etkileyen hususlar dikkate alındığında %300 oranında objektif değer artışı uygulanması gerektiği ifade edilmiştir. Aynı Daire 27/11/2020 tarihinde hükmedilen kamulaştırma bedelini dikkate alarak tarafların karar düzeltme dilekçelerinin reddine karar vermiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak ek bilirkişi raporu almıştır. Ek bilirkişi raporunda kamulaştırma bedeli 193,55 TL olarak belirlenmiştir. Raporda kök bilirkişi raporunda açıklanan tespitlerin bozma kararına göre gözden geçirilerek hesaplandığı ifade edilmiştir. Mahkeme 4/7/2018 tarihinde kamulaştırma bedelini 193,55 TL olarak belirleyerek davanın kabulüne ve taşınmazın tapu kaydının iptaliyle İdare adına tesciline karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 13/5/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. Daire 27/2/2020 tarihinde hükmedilen kamulaştırma bedelini dikkate alarak tarafların karar düzeltme dilekçelerini reddetmiştir. Nihai karar başvurucular tarafından 29/3/2020 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucular -COVİD-19 salgını nedeniyle yasal sürelerin 13/3/2020 ile 15/6/2020 tarihlerinde durmasına dair düzenlemelerden istifade etmek suretiyle- 14/7/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkı yönünden kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22991 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yüksekten düşme sonucu 11/4/2010 tarihinde kolunda ve belinde ağrı şikâyeti ile Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Kurum) başvurmuştur. Kurumda 16/4/2010 tarihinde yapılan ameliyatla başvurucunun omzuna platin takılmış ve yapılan tedavi sonrası taburcu edilmiştir. Başvurucunun şikâyetleri geçmeyince Beyşehir Devlet Hastanesinde yapılan muayenede, ameliyat bölgesinde gazlı bez (spanç) unutulduğu tespit edilmiştir. Bu tespit üzerine ilk ameliyatın gerçekleştirildiği kurumda 4/6/2010 tarihinde yapılan ameliyatla gazlı bez çıkarılmıştır. Başvurucunun şikâyetlerinin devam etmesi üzerine bu defa Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 26/8/2010 tarihinde yapılan ameliyatla, omzuna ilk ameliyatla takılan platin değiştirilmiştir. Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi tarafından 6/12/2012 tarihinde düzenlenen %13 sürekli iş görmezlik raporuyla başvurucunun tedavisine son verilmiştir. Başvurucu hatalı tıbbi müdahalelerden kaynaklanan zararlarının giderimi talebinin Kurum tarafından reddedilmesi üzerine 13/12/2013 tarihinde Antalya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu vekili; başvurucunun önce ameliyat bölgesinde gazlı bez unutulması, sonra da ilk ameliyatta takılan platinin uzun olması nedeniyle defaten ameliyat olmak zorunda kaldığını ve bu özensiz ve hatalı tıbbi müdahaleler sonucunda iş gücü kaybının meydana geldiğini vurgulamıştır. Hatalı tıbbi müdahaleler sonucu oluşan sürekli iş görmezlik nedeniyle 000 TL maddi tazminat, uzun süren tedaviler ve vücut bütünlüğünün bozulmasının yarattığı yıpranmanın hafifletilmesi amacıyla da 000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulu tarafından 2/5/2016 tarihli rapor düzenlenmiştir. Bu raporda; alınan ifadeler ve tıbbi evraklar ile sağlık kuruluşlarında çekilmiş olan grafilerin incelenmesinden, başvurucuya uygulanan ameliyatların endikasyonlarının bulunduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Ancak 16/4/2010 tarihli ameliyatın öncesinde ve sonrasında çekilen grafiler dosyada mevcut olmadığından, söz konusu ameliyatta kırık redüksiyonunun sağlanmasında veya vidaların yerleştirilmesinde tıbbi kusur olarak nitelendirilebilecek bir durum olup olmadığı hususunda görüş bildirilemediği vurgulanmıştır. Öte yandan ilk ameliyat esnasında operasyon bölgesinde yabancı cisim unutulduğu ve bunun farkedilmesi üzerine 4/6/2010 tarihli ameliyat ile vücuttan çıkarıldığının anlaşıldığı, spanç sayım tutanağının dosya içerisinde mevcut olmadığı vurgulanarak ameliyat esnasında vücutta yabancı cisim unutulmasının dikkat veya özen eksikliği olarak değerlendirildiği ve tıbbi kusur olarak nitelendirildiği belirtilmiştir. Başvurucu vekili anılan rapora itirazında; yapılan işlemlerin belli olduğunu, ikinci ameliyatla unutulan gazlı bezin çıkarıldığını, üçüncü ameliyatla da ilk ameliyatta takılan platinlerin değiştirildiğini vurgulamıştır. Bu işlemlerin özensiz bir tıbbi müdahale yapıldığını ortaya koyduğunu, platinde sorun yoksa neden değiştirilme gereği duyulduğunun açıklanması gerektiğini belirtmiştir. Bu kapsamda başvurucunun tedavi gördüğü tüm hastanelerden ilgili tıbbi belgeler celp edilmesi, platinin değiştirildiği hastane ve ilgili doktordan değiştirilme nedeninin sorulması ve yeniden rapor alınması talep edilmiştir. Mahkeme 20/10/2016 tarihinde maddi tazminat talebi yönünden davanın reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüyle başvurucuya 000 TL manevi tazminat verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ilk ameliyatın öncesinde ve sonrasında çekilen grafiler dosyada mevcut olmadığından, söz konusu ameliyatta kırık redüksiyonunun sağlanmasında veya vidaların yerleştirilmesinde tıbbi kusur olarak nitelendirilebilecek bir durum olup olmadığı hususunda ATK raporunda görüş bildirilemediği belirtilmiştir. Bu durum gözetilerek başvurucunun işgücü kaybının idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı hususunun sabit olmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Öte yandan başvurucunun ilk ameliyatı esnasında operasyon bölgesinde yabancı cisim (spanç) unutulduğu ve bunun fark edilmesi üzerine tekrar ameliyat olmak zorunda kaldığı hususunun sabit olduğu vurgulanarak idarenin bu kusurlu hizmeti sonucunda başvurucunun duyduğu acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi bakımından manevi tazminat ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu vekili anılan karara karşı istinafa başvurmuştur. Başvurucu vekili istinaf dilekçesinde; idarenin kusursuz olduğunu kanıtlamak zorunda olduğunu, idarenin bir kısım tıbbi belgeleri yargılamaya sunmayarak sorumluluktan kurtulmaya çalıştığını belirtmiştir. İdare tarafından sunulmayan, ameliyat öncesi ve sonrasına dair grafilerin bulunmamasından kaynaklı maddi kaybın oluşmadığının söylenmesinin doğru olmadığı, mahkemenin davalıyı kusurlu kabul edip manevi tazminata karar vererek maddi tazminata karar vermemesinin ve eksik olan grafileri gerekçe göstermesinin hukuka uygun olmadığı vurgulanmıştır. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire), Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden 16/4/2010 tarihli ameliyat öncesi ve sonrası belgeler celp ederek 18/10/2017 tarihli ara kararıyla ATK'dan ek rapor talep etmiştir. Talepte, başvurucuda %13 iş göremez raporuyla sonuçlanan (fonksiyon kaybı) 16/4/2010 tarihli ameliyat sırasında, tıp biliminin asgari gereklerine uygun davranılıp davranılmadığı, %13 fonksiyon kaybının muhtemel sebeplerinin neler olduğu, kusur var ise oranın ne olduğu hususunda 2/5/2016 tarihli rapor da gözetilerek ek rapor hazırlanması gerektiği belirtilmiştir. ATK Adli Tıp İhtisas Kurulunun 21/3/2018 tarihli raporunda; dosyaya ekli olan grafilerinin değerlendirilmesinde düşme sonrası gelişen sol glenoid kırığı nedeniyle 16/4/2010 tarihinde yapılan açık redüksiyon ve internal fiksasyon (vida ile) operasyonun endikasyonu bulunduğu, bu tip kırık için yapılan cerrahi girişimler arasında söz konusu ameliyat şeklinin uygulanan yöntemlerden olduğu belirtilmiştir. Düşme sonrası başvurucuda oluşan glenoid kırığının eklem içi bir kırık olduğu, bu tip kırıklardan sonra eklemde hareket kısıtlılığı ve artroz gelişebileceği, bu durumun herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği vurgulanmıştır. Ancak her ne kadar tıbbi evraklarda kayıtlı olmasa da ameliyat notu ve bu ameliyata ait yatış epikrizinde; hastadan ameliyat sırasında spanç çıkarıldığına ait hiçbir tıbbi kayıt bulunmadığı, dolayısıyla ameliyat sahasını kapatmadan önce yeterli kontrolü yapılmamasının tıp kurallarına uygun olmadığı ifade edilmiştir. Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk kavramının ancak olay hâkimi tarafından yapılabileceği somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabileceği, kusur oranı yönünden görüş bildirilemeyeceği değerlendirmesine yer verilmiştir. Daire 27/4/2018 tarihinde istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde 21/3/2018 tarihli ATK raporuyla ilgili bir değerlendirme yapılmamış sadece, istinaf isteminde bulunulan mahkeme kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Nihai karar 31/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17729 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir tutukluluğun devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 19/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği ile ekleri görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 9/6/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 1/7/2008 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 4/7/2008 tarihli ve 2008/68 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucunun, kamuoyunda “Ergenekon Davası” olarak bilinen ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2008/209 E. sayılı dava kapsamında cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Bu dava aynı mahkemenin 2009/191 E. sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Başvurucunun bu dava kapsamında tutuklu olarak yargılanmasına devam edilmiştir. Son olarak 12/7/2013 tarihinde tutukluluk halini inceleyen Mahkeme başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 24/7/2013 tarihli ve 2013/500 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçlardan mahkumiyetine ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Mahkemece iptaline karar verilen kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.” 3713 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5924 | Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir tutukluluğun devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvurucu, 27/5/2008 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan itirazın iptali davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Y. tarafından Kızıltepe İcra Müdürlüğü nezdinde aleyhine başlatılan ilamsız icra takibine itiraz etmiş, bu itirazı sonucu söz konusu icra takibi durmuştur. Başvurucu aleyhine Y. tarafından, 26/5/2008 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Yargılamaya Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde halen devam edilmektedir. Başvurucu, 3/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi, 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4639 | Başvurucu, 27/5/2008 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan itirazın iptali davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, bir sosyal ağ platformunda yapılan paylaşım dolayısıyla ceza mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesine sunulan bilgi ve belgelerden anlaşıldığı kadarıyla başvurucu inşaat müteahhitliği yapmakta ve başvuruya konu olayların şikâyetçisi K. ile aynı sitede oturmaktadır. Başvurucu 13/8/2020 tarihinde Facebook hesabından bir paylaşımda bulunmuş, paylaşımdan bir gün sonra müşteki söz konusu paylaşımın kendisini hedef aldığını iddia ederek Cumhuriyet savcılığına şikâyetçi olmuştur. Söz konusu paylaşımda geçen ifadeler şu şekildedir:"Bugün Gerçek Haber adlı bir gazete elime geçti, 30 Mart 2016 çarşamba sayı: 39 nonoş benim dedi, denilen bu kişi bir sitede kat maliki gibi görünmektedir ama tam değil, Uzunköprü eşraflarından epeyce oturan bir grup vardır ve bunların liderliği konumunda ve gizli özgürleşen bir av. Vardır bu av. Bu eşraflarına hukukçu olarak doğalgaz aydatı ödemez ama ısınır, aydat ödenmez ortak hizmetlerden yararlanır, sinsice hareket eder, kendisi oturduğu yere cam çerçeve yapar, taştan barbuke yapar, çatıda ortak alana taştan oturma yerleri yapar sonra bu nonişe bilgi verir nonişte koşar tapuya tapu memurlarını şikayet eder ortak alana kapı açmış der peki bir insan eve girerken kapı olmadan helikopterle mi inecek aşağıya? Buna nonişle Av'nin cevap vermesini istiyorum, bunları ben böyle değerlendiriyorum bunların psikolojileri bozuktur pskeariste tedavi görmeleri gerekiyor Allah yardımcıları olsun, bunları mason klübü bile kurtaramaz." Müştekinin iddiasına göre başvurucu, dubleks dairelerini kat maliklerinin onayını almadan dört ayrı daireye dönüştürmüştür. Bu durumu müştekinin tapu dairesine bildirmesi sebebiyle taraflar arasında husumet oluşmuştur. Başvurucu; polis merkezinde 17/8/2020 tarihinde verdiği ifadesinde ise Gerçek Haber isimli gazetedeki yazı içeriğinden sorumlu olmadığını, Facebooktaki ifadesinde kimseyi kastetmediğini, müştekinin sürekli kendisinden şikâyetçi olduğunu, hakaret etme kastıyla hareket etmediğini beyan etmiştir. Müştekinin şikâyet dilekçesini inceleyen Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı 31/8/2020 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, somut olayda hakaret suçunun unsurlarının bulunmadığını, mezkûr paylaşımın ağır eleştiri niteliğinde olduğunu değerlendirmiştir. Müştekinin karara itiraz etmesi üzerine Edirne Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun sarf ettiği "noniş" ile "nonoş" kelimelerinin aynı manada olup homoseksüel erkekler için kullanıldığı, başvurucunun müştekiyi itibarsızlaştırma amacı güttüğü ve alenen hakaret suçunu işlediği kanaatine varmıştır. Bu kapsamda 6/10/2020 tarihinde müştekinin itirazının kabulüne, alenen hakaret suçundan iddianame düzenlenerek kamu davası açılması için soruşturma dosyasının Edirne Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar vermiştir. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı doğrultusunda düzenlenen iddianameyi kabul eden Edirne Asliye Ceza Mahkemesi somut olayda hakaret suçu sübuta erdiği için başvurucunun 300 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına 12/3/2021 tarihinde karar vermiştir. Mahkeme; gerekçesinde bir kişiye izafeten söylenen sözün ilgili kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığını tayin ederken toplumda hâkim olan telakkileri, örf ve âdetleri gözönünde bulundurmak gerektiğini, kişiyi herhangi bir olayla irtibatlandırmadan kişi hakkında soyut yakıştırmaların hakaret suçunu oluşturacağını vurgulamıştır. Buna ilaveten gerekçeli kararda, mevcut olduğu belirtilen Gerçek Haber isimli gazetenin 30/3/2016 tarihli sayısındaki haberin içeriğinden Facebook paylaşımında "nonoş" ibaresi ile kastedilenin müşteki olduğunun anlaşıldığını belirtmiştir. Mezkûr gazetenin ilgili sayısında "[K.] nonoş benim dedi!" şeklinde manşet atıldığı görülmüştür. Başvurucu 16/4/2021 tarihli dilekçeyle ilk derece mahkemesinin verdiği mahkûmiyet kararına itiraz etmiştir. Bunun üzerine ilk derece mahkemesi basit yargılama usulünü uygulamak suretiyle verdiği kararı kaldırarak genel hükümlere göre yargılamaya devam etmiştir. Yeniden görülen yargılamada Mahkeme, hakaret suçunun gerçekleştiğinin sabit olduğunu değerlendirerek başvurucunun 740 TL adli para cezası ile mahkûmiyetine 23/11/2021 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... şeklinde herkesin göreceği bir biçimde paylaşımda bulunduğu, paylaşım içeriğinde, 'Bugün Gerçek Haber adlı bir gazete elime geçti, 30 Mart 2016 çarşamba sayı: 39 nonoş benim dedi, denilen bu kişi' şeklinde belirtildiği, dosyada bulunan Gerçek Haber 30 Mart 2016 sayı 39 başlıklı evrak ile birlikte değerlendirildiğinde müştekiye hitabetin gerçekleştiği, sanığın müştekiye yönelik paylaşım içeriği bir bütün halinde değerlendirildiğinde hakaret suçunun unsurlarını oluşturduğu, sanığın hazırlık aşamasında alınan beyanı ile birlikte değerlendirildiğinde sabit görülmüş ve sanık hakkında aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir." Başvurucu 20/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/61944 | Başvuru, bir sosyal ağ platformunda yapılan paylaşım dolayısıyla ceza mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 6/3/2008 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Dava Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2008/341 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından dava dosyası Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiştir. Mahkemenin E.2013/16 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18314 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Kocaeli (2) No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) mahkûm kabul bölümünde Kurum personeli tarafından çıplak kalacak şekilde soyulmak ve üç gün süreyle havalandırması olmayan bir yerde tutulmak suretiyle darp ve işkenceye maruz kalındığı, buna ilişkin şikâyetlerin etkili bir şekilde soruşturulmadığı, ayrıca çıplak aramanın ilgili mevzuata aykırı olarak rutin bir uygulama hâlini aldığı, bu nedenlerle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 28/6/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 20/7/2015 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tekirdağ (1) No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktayken 21/12/2012 tarihinde, sevk edildiği Kocaeli (2) No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna, ilgili kolluk görevlileri tarafından yanında bulunan diğer tutuklu veya hükümlülerle birlikte teslim edilmiştir. Nakil sonrası Ceza İnfaz Kurumuna kabul aşamasında 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile kabul edilen ve 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (Ceza İnfaz Tüzüğü) maddesi gereğince önce üst kıyafetleri çıkarılarak ve üst kıyafetleri giyildikten sonra alt kıyafetleri çıkarılarak üst araması yapılacağını başvurucu ile diğer tutuklu ve hükümlülere ilgili infaz koruma memurları bildirmiştir. Başvurucu ile diğer tutuklu ve hükümlülerden H.Ö. ve A., insan onuruna ve ahlakına aykırı olduğunu ve ilgili yerlere şikâyet edeceklerini beyan ederek bu şekilde arama yapılmasını kabul etmediklerini ifade etmişlerdir. Bunun üzerine infaz koruma memurları, başvurucu ve belirtilen kişilere kıyafetlerini çıkarmaları, aksi takdirde zor kullanacakları uyarısında bulunmuştur. Başvurucu ve belirtilen diğer iki kişinin uyarıları dikkate almayarak kıyafetlerini çıkarmamakta ısrar etmesi üzerine infaz koruma memurları tarafından zor kullanılarak kıyafetleri çıkarılmak suretiyle arama işlemleri tamamlanmıştır. Meydana gelen olayın özetlendiği 21/12/2012 tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:“2012 Cuma günü Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan, kurumumuza sevk edilen PKK terör örgütü tutukluları Mahkum Kabul biriminde jandarma görevlilerinden teslim alınmıştır. Daha sonra … Tüzüğün maddesine göre üst ve eşya aramasına başlanmıştır. Tutukluların ceza infaz kurumuna girmesinde sakınca bulunan eşya veya malzemelerin üzerinde bulunup bulunmadığını tespit etmek amacı ile yapılacak üst araması için tutuklular teker teker arama işleminin yapılacağı odaya alınmışlardır. İnfaz ve Koruma Memur…ları kendilerine önce üst bölgelerindeki kıyafetleri çıkartmalarını; üst bölümün araması sona erdikten sonra alt bölgelerdeki kıyafetlerini çıkartmak suretiyle arama işleminin yapılacağını söylemeleri üzerine, tutuklulardan H… Ö…, C… A… ve Turan GÜNANA aramaya karşı çıkmışlardır. Bu şekilde aramaya karşı olduklarını ve şikayet edeceklerini beyan etmişlerdir. Bu durum üzerine görevli personel, üzerlerindeki kıyafetleri çıkartmalarını aksi takdirde zorla çıkartılacağı(n)ı tutuklulara açıklamış fakat yapılan uyarılara rağmen üzerlerindeki kıyafetleri çıkartmayarak aramaya karşı gelen tutukluların üst aramaları Tüzüğün maddesinin fıkrasına göre Kurum Müdürü A… K…’nın bilgisi dahilinde zor kullanma yetkisini kullanarak görevli personelce yapılmıştır. Bu esnada tutuklular ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek. Baskılar bizi yıldıramaz.’ diye slogan atmışlardır. Arama esnasında hiçbir şekilde darp ve şiddet uygulanmamıştır. Tutuklular elbiselerinin çıkartıldığı sırada direnerek personele el kol hareketleriyle mukavemet göstermiş, aktif ve pasif direnmede bulunmuşlardır. Aramaları bitirildikten sonra … geçici koğuşa alınmışlardır.” Başvurucu Hakkında Yürütülen 2013/143 Sayılı Soruşturma Ceza İnfaz Kurumu tarafından başvurucu ve çıplak arama işlemine direnen diğer iki tutuklu/hükümlü hakkında 18/1/2013 tarihli ve 2013/547 sayılı yazı ile “görevi yaptırmamak için direnme” suçunu işledikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur. Yazı ekinde, olaya ilişkin tutanak (bkz. § 12) ve kamera görüntülerinin kaydedildiği kompakt disk (CD) sunulmuştur. Anılan yazıda “adı geçenlerin üst aramasında kişinin mahremiyeti esasına göre odada kamera bulundurulmaması sebebi ile eylemleri gösterir kamera görüntülerinin mev(c)ut olmadığı” da bildirilmiştir. Anılan suç duyurusu üzerine Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu ve diğer kişiler hakkında 24/1/2013 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/1/2013 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna yazılan yazı ile haklarında soruşturma yürütülen başvurucu ile H.Ö. ve A.nın Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmeleri, ayrıca 21/12/2012 tarihli tutanakta imzaları bulunan görevlilerin isimlerinin verilerek Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatlarının sağlanması istenmiştir. Diğer yandan Ceza İnfaz Kurumu tarafından sunulan kamera görüntülerinin incelenmesi için Kandıra İlçe Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Şubesinde görevli polis memuru olan A.K. 29/1/2013 tarihinde bilirkişi olarak görevlendirilmiştir. Bilirkişi A.K. tarafından düzenlenen 4/2/2013 tarihli bilirkişi raporunda, tutanakla tespit edilen olaya ilişkin doğrudan bir görüntüye rastlanmadığı tespit edilmiştir. Anılan raporun sonuç kısmı şöyledir:“… [G]üvenlik kamerası görüntüsünün ceza evi içerisini göstermekte olduğu, infaz koruma memurları ve jandarma görevlilerinin tutuklu olduğu düşünülen şahısları götürüp getirdiği, şahısların üzerlerini el yordamı ile kontrol etmek sureti ile aradıkları, görevlilerin, tutuklu oldukları düşünülen şahısların üzerindeki elbiseleri çıkararak arama yapma, darp etme vb. olayların yaşanmadığı, görevlilerin görevlerini nizami bir şekilde yaptıkları, tutuklu oldukları düşünülen şahısların da görevlilere karşı herhangi bir şekilde mukavemette bulunmadıkları izlenen görüntülerden anlaşılmıştır. [L]akin tutuklu oldukları düşünülen şahısların görevlilerce zaman zaman farklı odalara alındıkları ve akabinde görevlilerin de odaya girdiği görülmüş, oda içerisinde yaşananlara ait görüntüler olmadığından inceleme yapılamamıştır.…” Soruşturma kapsamında 21/12/2012 tarihli tutanakta imzaları bulunan infaz koruma memurlarının şikâyetçi sıfatıyla bilinmeyen bir tarihte Cumhuriyet Başsavcısı tarafından ifadeleri alınmıştır. İnfaz koruma memurları Y., S.G., F.A., ve A.S.nin mağdur sıfatıyla alınan ve birbirinin aynı olan ifadeleri şöyledir:“… Tutanak altındaki imza bana aittir. Şüpheliler kuruma girişte arama yaptırmak istemediler. Arama yaptırma…k için müsaade etmediler. Biz de [T]üzüğün maddesinin fıkrasına dayanarak kendilerini aradık. Bu şahısların bize karşı herhangi bir tehdidi, bize karşı herhangi bir cebir[leri] olmadı. Sadece slogan attılar. Şikayetçi değilim. …” İnfaz koruma memuru S.nin Cumhuriyet Başsavcısı tarafından alınan 13/2/2013 tarihli ifadesi şöyledir:“… Tutanak altındaki imza bana aittir. Şüpheliler kuruma girişte üzerlerini aratmak istemediler. Biz de aramak isteyince aratmamak için direndiler. El kol hareketleriyle aramamıza müsa[a]de etmediler ve slogan attılar. Biz de [T]üzüğü[n] maddesi gereği şüphelileri aradık. Ancak herhangi bir tehditleri olmadı. Şüphelilerden şikayetçi değilim …” İnfaz koruma memuru Y.Y.nin Cumhuriyet Başsavcısı tarafından alınan 15/2/2013 tarihli ifadesi şöyledir:“… Ben şüphelileri cezaevine girişte teslim alarak aramaları için evrakları ile birlikte görevli memura teslim ettim. Diğer görevli arkadaşlarla aralarında ne geçtiğini bilmiyorum. Kamerada göründüğüm için tutanağa imza attım. Olay anında şüphelilerin cebir ve tehdidine maruz kalmadım. Şikayetim yoktur. …” Diğer yandan başvurucu ile şüpheli konumunda olan tutuklu ve hükümlülerden A.nın şikâyeti üzerine Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılmış olan 2013/279 sayılı soruşturma, 21/2/2013 tarihli kararla mevcut soruşturma (2013/143) ile birleştirilmiştir. Yürütülen soruşturma sonunda Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığının 5/3/2013 tarihli ve S.2013/143, K.2013/275 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karara konu olan suçlar, infaz koruma memurları S., Y.Y., Y., S.G., F.A., ve A.S. için “görevi kötüye kullanma”; başvurucu, A. ve H.Ö. için “görevi yaptırmamak için direnme” olarak ifade edilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…1- … [C]eza infaz kurumuna 21/12/2012 tarihinde C… A…, Turan Günana ve H… Ö…’in sevk geldikleri, eşyalarının arandığı ve üst aramasının yapıldığı sırada tutuklular C… A…, Turan Günana ve H… Ö…’in aramaya direnme gösterdikleri, slogan eşliğinde kurum görevli personeline mukavemette bulundukları aktif ve pasif şekilde direnme gösterdikleri,2- İnfaz koruma memurlarının da olaya müdahale ettikleri, görevli personelin zorla çıplak arama yapmak sureti ile görevlerini kötüye kullandıkları yönünde iddialarla ilgili yürütülen soruşturmada;Tahkikat sonucunda, toplanan delil, bilgi ve belgelerden, olay gününe ait kamera kayıtlarının incelenmesinden, müşteki şüphelilerin alınan beyanlarından1- [K]urum görevlilerine karşı görevi yaptırmamak için direnme suçu ile ilgili olarak, şüphelilerin yüklenen suçu işlediğini gösterir, dava açmaya yeter kanıt ve emare bulunmadığı gibi müşteki anlatımları ve olay tutanağının içeriğine göre suçun unsurlarının oluşmadığı,2- [K]uruma yeni gelen tutuklu müşteki şüphelilerin üst aramasının CGTİK uygulamasına dair [T]üzüğün maddesi gereği yapıldığı, eylemin kanun hükmünü ifa olduğu bu hali ile eylemin suç olmadığı anlaşılmakla;Yüklenen suçlardan müşteki şüpheliler hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,…” Bu karar başvurucuya 29/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anılan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı müşteki şüpheli A. itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz mercii olan Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli ve 2013/695 Değişik İş sayılı kararında “[t]akipsizlik kararının dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle adı geçen kişinin itirazının reddine karar verilmiştir. Başvurucunun Şikâyeti Üzerine İnfaz Koruma Memurları Hakkında Yürütülen 2013/278 Sayılı Soruşturma Başvurucu 26/12/2012 tarihli dilekçesiyle 21/12/2012 tarihinde sevk olarak geldiği Kocaeli (2) No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumunda çıplak olarak üst araması yapılmak istenmesine karşı çıkması üzerine görevliler tarafından zorla elbiselerinin çıkarılarak darbedildiği iddiası ile Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyet dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“21/12/2012 tarihinde … şu an tutuklu olarak bulunduğum Kocaeli 2 Nolu F Tipi Hapishanesine getirildim. Aynı gün akşam 16:30 saatleri civarında tutuklu kabul bölümünde … çıplak üst araması dayatıldı. Elbise ve çamaşırlarımı kendi isteğim ile çıkarmamam halinde zor kullanılacağı ifade edildi. Ben de çıplak aramanın insanlık onuruna bir saldırı olduğunu ve kabul etmeyeceğimi belirtip, üzerimin normal-giyinikken aranmasını talep ettim. Bunun üzerine tutuklu kabul bölümünde bulunan gardiyanlar tarafından yere düşürülüp, iradem dışında elbiselerim çıkarılmaya çalışıldı. ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ sloganı atmaya başlamam üzerine, orada bulunan bir gardiyanın ağzımı ve burnumu kapatıp nefes alamayacak hale getirmesi uygulamasına maruz kaldım. Hem ellerim, hem ayaklarım başka gardiyanlarca tutulup, üzerine oturulması nedeniyle tamamen hareketsiz kalmıştım. Eliyle ağzımı kapatan gardiyan, nefes almakta zorluk çektiğimi fark edince elini kaldırdı. Tekrardan slogan atmaya başlamam üzerine bir gardiyan iki eliyle boğazımı sıkıp, kafamı zemine çarpmak suretiyle, diğer gardiyan ise tekrardan ağzımı kapatmak suretiyle beni darp ettiler. Hem kafamın zemine çarpması nedeniyle kafamda iki yerde şişme ve morarma hem boğazımda morarma hem de burnumun sol yanında tırnak batması nedeniyle yara oluştu. Bu esnada çırpınmamdan kaynaklı ayaklarımdan ve kollarımdan tutup, ayaklarıma oturan gardiyanların kimi … neticesinde ayak ve kollarımda morarma oluştu. Halen de bu izler mevcuttur.Ayrıca çıplak aramayı kabul etmediğimden 24/12/2012 tarihine kadar, havalandırması olmayan bir hücrede bekletildim. Havalandırma hakkımdan yararlanamadım.Sonuç olarak, görevini kötüye kullanan, işkencede bulunan (fiziki ve manevi olarak), görevini ihmal eden [h]apishane amir ve memurlarından şikayetçiyim. Gerekli cezai işlemlerin başlatılmasını talep ediyorum.…” Başvurucunun şikâyet dilekçesi, Ceza İnfaz Kurumunun idari yönden bağlı olduğu Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına aynı tarihli (26/12/2012) ve 2012/9151 sayılı üst yazı ile UYAP doküman yönetim sistemi üzerinden iletilmiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun şikâyet dilekçesi 10/1/2013 tarihinde soruşturmaya kaydedilmiş ve oluşturulan soruşturma dosyası 11/1/2013 tarihli yetkisizlik kararı ile Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Yetkisizlik kararı ekindeki soruşturma dosyası, Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma defterinin 2013/278 sayılı sırasına 25/1/2013 tarihinde kaydedilmiştir. Soruşturma kapsamında Cumhuriyet Savcısı, 20/2/2013 tarihli ve 2013/278 sayılı yazı ile Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun “kuruma getirildiği gün nasıl arandığı hususunda … bilgi” verilmesini istemiştir. Anılan yazıya cevap olarak sunulan Ceza İnfaz Kurumunun 28/2/2013 tarihli ve Muh.2013/300 sayılı yazısı şöyledir:“…Tutuklu Turan GÜNANA, ceza infaz kurumumuza sevk olarak geldiği 21/12/2012 tarihinde kurumumuz mahkum kabul birimince kabul işlemleri yapılmış, kuruma ilk kabulü olması nedeni ile … Tüzüğün maddesine göre önce üst kısımlarının araması yapılmış, üst kısımları giyildikten sonra kıyafetlerinin alt kısımlarının araması yapılmıştır. Kuruma ilk kabulü olması sebe[b]i ile üzerinde ceza infaz kurumuna sokulması yasak herhangi bir şeyin olup olmadığı veya vücudunda herhangi bir iz olup olmadığı kontrolü açısından yapılması gereken bu üst aramaya tutuklu karşı çıkmış; belirtilen tüzük doğrultusunda görevli personellerce kıyafetleri çıkartılarak herhangi bir darp veya cebir uygulanmadan üst aramaları yapılmıştır.…” Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığının 26/3/2013 tarihli ve S.2013/278, K.2013/358 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda şüpheli kamu görevlileri “KOCAELİ 2 NO.LU F TİPİ CİK PERSONELİ” şeklinde ifade edilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“... [M]üşteki Turan Günana 26/12/2012 tarihli dilekçesinde; 21/12/2012 günü sevk olarak geldiği Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevinde çıplak olarak üst aramasının yapılmak iste(n)diğini, karşı çıkması üzerine görevliler tarafından zor kullanılarak elbiselerinin çıkarıldığını ve darp edildiğini, üst aramasına karşı çıkması nedeniyle de 24/12/2012 gününe kadar havalandırması olmayan bir hücrede tutulduğunu iddia ederek şikayetçi olmuş ise de;Müştekinin soyut beyanları dışında Ceza İnfaz Kurumu Personeli hakkında ceza yargılamasını gerektirecek somut delil olmadığı, müştekinin darp-cebir raporunun bulunmadığı, cezaevinin 28/02/2013 tarihli cevabi yazısında aramasının usulüne uygun yapıldığının belirtildiği anlaşılmıştır....” Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair anılan karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun itiraz dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“… Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına yapmış olduğum şikayet[t]e ‘…’ denilerek … sözlü beyanlarıma, rapor (darp-cebir) alıp almadığıma, şayet almadıysam bunun nedenine ya da hastaneye sevkimin gerekip gerekmediğine bile ihtiyaç duyulmadan karara gitmiş, dilekçemdeki iddialarım kovuşturulmamıştır, incelenmemiştir.Çıplak aramaya tabi tutulduğum inkar edilmemektedir. Çıplak arama yapmak her ne kadar … Tüzüğün maddesine dayanılarak yapılmaktaysa da, bu uygulama meşru değildir, ahlaki değildir. [K]aldı ki ‘… Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı…’ şeklinde hüküm getirilmiştir. Oysaki bu uygulama … rutin bir uygulamaya dönüştürülmüştür.Darp edildiğime dair kurum doktoru kısmi bir muayene yapmış ve kimi ilaç ve kremler vermiştir. Ancak tutulan rapor yüzeysel olduğu için, yeterli muayene edilmediğim için imzadan imtina ettim. Yani yüzeysel de olsa bir rapor tutulmuştur. [A]ncak savcılık gerekli soruşturmayı yürütmediğinden bu bilgilere ulaşmamış, talep etmemiştir. Hastaneden rapor alınıp alınmamasının, tedaviye ihtiyaç olup olmadığını soruşturmamıştır. Vücudumun bir çok yerinde oluşan morarmalar ve şişlikler yaklaşık iki hafta sürmüştür. Boynumda oluşan zedelenme halen de sürmektedir.…Savcılığın ifade ettiği gibi iddialar soyut değildir. Şayet kamera kayıtları tümüyle izlenirse nasıl yerlerde sürüklenip darp edildiğim, … hiçbir neden yokken soyulup çıplak aramaya tabi tutulduğum, darp izlerimin kurum doktoru tarafından yetersiz de olsa rapora geçirildiği, şu anda hastaneye sevk edilmem durumunda darp emarelerinin rapor edileceği görülecektir.…” İtiraz mercii olan Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin 3/6/2013 tarihli ve 2013/685 Değişik İş sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın “[s]oruşturma evrakı içeriğine karardaki gerekçeye göre usul ve yasaya uygun” olduğu gerekçesine yer verilerek başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 13/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İhbar ve şikâyet” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.… (4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.…” 5271 sayılı Kanun’un “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.…” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesi (soruşturma sürecinin devam ettiği dönemde yürürlükte olduğu hâliyle) şöyledir: “(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir. (2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir....” Ceza İnfaz Tüzüğü’nün “Arama, güvenlik tatbikatı ve sayım” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“…(2) Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir. a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir, b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır, c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir, d) Çıplak olarak arama, mümkün olan en kısa süre içinde bitirilir. (3) Beden ve üst aramaları aynı cinsiyetten güvenlik ve gözetim görevlileri tarafından yapılır. … (9) Arama ve sayımlar sırasında insan onuruna saygı esastır.” Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen geçici maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü dönemde yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve (8) No.lu Genelge’nin ilgili kısımları şöyledir:“…2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,…” Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1984 tarihli ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilen ve onaylanmasının uygun bulunduğuna dair 3441 sayılı Kanun, 29/4/1988 tarihli ve 19799 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Alçaltıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin maddesi şöyledir:“Her Taraf Devlet, yetkisi altındaki ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini sağlayacaktır.” Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9/12/1988 tarihli ve 43/173 sayılı kararıyla kabul edilmiş olan “Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler Bütünü”nün (Prensipler Bütünü) “İşkence yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Her hangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, işkenceye veya zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz.* ‘Zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza’ deyimi, tutulmuş veya hapsedilmiş bir kimseyi geçici veya sürekli olarak her hangi bir doğal duyumunu kullanmaktan veya bulunduğu yer ve zamanın farkında olmaktan yoksun bırakma da dahil, fiziksel veya ruhsal bütün istismar edilme hallerine karşı mümkün olan en geniş ölçüde koruyacak bir biçimde yorumlanır.* Hiç bir durum, işkenceyi veya diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezayı haklı göstermek için ileri sürülemez.” Prensipler Bütünü’nün “Kuralların ihlalini cezalandırma ve ihlalleri ihbar ödevi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ Devletler, bu prensiplerde yer alan haklara ve ödevlere aykırı bütün fiilleri hukuken yasaklar; bu tür eylemleri gerekli yaptırımlara başlar ve bu tür eylemler hakkında yapılan şikayetler konusunda tarafsız soruşturmalar yapar. Bu Prensipler Bütününün ihlal edildiğine veya ihlal edilmek üzere olduğuna inanmak için sebepleri bulunan kamu görevlileri, konuyu üst makamlara veya gerektiği takdirde konuyu incelemeye veya hukuki yoldan çözüm getirmeye [yetkili] makamlara veya organlara bildirir. Bu Prensipler Bütününün ihlal edildiğine veya ihlal edilmek üzere olduğuna inanmak için sebepleri bulunan her hangi bir kimse, olaya karışan kamu görevlilerin üst makamlarından başka, konuyu incelemeye veya hukuki yoldan çözmeye yetkili diğer makam veya organlara bildirme hakkına sahiptir.” Prensipler Bütünü’nün “Kötü muameleyi şikayet hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ Tutulan veya hapsedilen bir kimse veya avukatı, kendisine yapılan muamele hakkında ve özellikle maruz kaldığı işkence veya diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muameleler konusunda, tutma yeri veya hapishaneden sorumlu makama ve daha yüksek bir makama ve gerekirse denetleme ve hukuki çözüm getirme yetkisine sahip makama şikayette ve talepte bulunma hakkına sahiptir. Tutulan veya hapsedilen kimsenin veya avukatın bu prensibin fıkrasında belirtilen hakları kullanma imkanı bulunmuyorsa, tutulan veya hapsedilen kimsenin ailesinin bir üyesi veya bu durum hakkında bilgisi olan her hangi bir kimse yukarıda belirtilen hakları kullanabilir. Şikayet edenin talebi halinde, yapılan şikayet veya taleple ilgili gizlilik korunur. Her bir talep veya şikayet hemen ele alınıp incelenir ve gereksiz gecikmeye meydan vermeksizin cevaplanır. Eğer talep veya şikayet reddedilirse veya aşırı bir gecikme varsa, şikayetçi durumu yargısal veya diğer bir makam önüne getirebilir. Tutulan ve hapsedilen kimse veya bu prensibin birinci fıkrasında belirtilen şikayetçiler bir talepte veya şikayette bulunmaktan ötürü zarara maruz bırakılamazlar.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin maddesi şöyledir:“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.” İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin maddesi şöyledir:“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır. 6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı; 6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5545 | Başvuru, Kocaeli (2) No. lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) mahkûm kabul bölümünde Kurum personeli tarafından çıplak kalacak şekilde soyulmak ve üç gün süreyle havalandırması olmayan bir yerde tutulmak suretiyle darp ve işkenceye maruz kalındığı, buna ilişkin şikâyetlerin etkili bir şekilde soruşturulmadığı, ayrıca çıplak aramanın ilgili mevzuata aykırı olarak rutin bir uygulama hâlini aldığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ile yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında taşınmaza düşük bedel belirlenmesi, belirlenen bedele işletilen yasal faizin gerçek zararı karşılamaması, yargılama masraflarına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesinin adil olmaması ve dava vekâlet ücretine maktu olarak hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından 25/1/2012 tarihinde Sincan Asliye Hukuk Mahkemesinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında 8/11/2012 tarihli ve E.2012/94, K.2012/554 sayılı karar ile toplam 800 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak başvuruculara ödenmesine, başvurucular lehine nispi olarak hesaplanan 874 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucular, hükmedilen tazminatı tahsil edebilmek amacıyla 11/12/2012 tarihinde Ankara İcra Dairesinin E.2012/15479 Sıra sayılı dosyasında ilgili idare aleyhine icra takibi başlatmışlardır. İlk Derece Mahkemesi kararına karşı davalı idarece temyiz talebinde bulunulmuş, başvurucular temyiz talebine karşı sundukları 19/7/2013 tarihli cevap dilekçelerinde davalı tarafın temyiz itirazlarının mesnetsiz olduğunu belirtmişler ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasını istemişlerdir. Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/5/2013 tarihli ve E.2013/2036, K.2013/8453 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamına karşı davalı idare tarafından karar düzeltme talebinde bulunulması sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/12/2013 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararı vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir: "... 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici maddesinde değişiklik yapan ve 2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasanın maddesi ile"kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davalarında mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespit davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir. ... açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır." hükmünün getirilmiş olduğu gözetildiğinde,harç ve vekalet ücretininmaktu olarak hüküm altına alınması gerektiğinden; Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının bendinde yazılı ( 874,00) rakamlarının çıkartılmasına, yerine (200,00) rakamlarının yazılmasına, ..." Düzeltilen onama ilamı başvuruculara 5/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular 8/11/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesinde sundukları dilekçeyle lehlerine hükmedilen tazminata ilişkin 22/4/2014 tarihinde kısmî ödeme yapıldığını, alacaklarını tamamen tahsil edemediklerini, bakiye 766,45 alacakları olduğunu beyan etmişlerdir. İlgili idare ise 14/11/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile başvuruculara ödeme yapılmakla birlikte güncel olarak 766,45 TL bakiye borç kaldığını ancak bu bakiyenin başvurucular lehine maktu olarak belirlenen vekâlet ücretinin nispi olarak talep edilmesinden, faize faiz işletilmesinden, idarelerinin harçtan muaf olmasına rağmen başvuru harcı talep edilmesinden ve yasal kesintilerin borç olarak değerlendirilmesinden kaynaklandığını ifade etmiş; bu duruma ilişkin Sincan Mal Müdürlüğü Hazine Avukatlığına bildirim yapılarak bakiye borca itiraz edilmesinin istendiğini belirtmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede ilgili idarenin 8/1/2016 tarihinde Ankara İcra Hukuk Mahkemesine dava dilekçesi sunarak bakiye borcun iptalini istediği, bu kapsamda E.2016/14 Sıra sayısına kayden görülen davanın henüz sonuçlanmadığı anlaşılmıştır. UYAP sistemi üzerinde yapılan incelemede Ankara İcra Dairesinin 5/6/2015 tarihli karar tensip tutanağında icra dosyası alacağına Sincan Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kesinleşmesinden itibaren kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranının uygulanmasına karar verdiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2582 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ile yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davasında taşınmaza düşük bedel belirlenmesi, belirlenen bedele işletilen yasal faizin gerçek zararı karşılamaması, yargılama masraflarına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesinin adil olmaması ve dava vekâlet ücretine maktu olarak hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir gazetenin İnternet haber arşivinde erişilebilir durumda olan haber ile ilgili içeriğin yayından kaldırılması yönündeki talebin reddedilmesinin şeref ve itibarın korunması hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ulusal ölçekte yayımlanan Hürriyet gazetesinin İnternet arşivi sayfalarında 18/12/2003 tarihinde "Yargıtay'dan polise gözaltı uyarısı" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haber şöyledir: "Gözaltına almada, Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) hükümlerine uyulmasını isteyen Yargıtay, ceza soruşturma ve kovuşturmalarında temel ilkenin kişi hürriyetlerine müdahale edilmeden başvurulabilecek bir yöntem var iken hürriyeti daraltan yöntemlere başvurulmaması olduğuna işaret etti. Yargıtay, bir kişiyi 20 saat gözaltına aldıktan sonra ifadesini dahi almadan serbest bırakan sanık polisin 'hürriyeti tahdit' suçunu işlediğine karar verdi. Yargıtay Ceza Dairesi, gözaltına almada uyulması gereken ilkeleri, Şişli Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen bir kararın temyiz incelemesini yaparken belirledi. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, sanıklar Fahri G. ile Asayiş Büro Amiri A. B.'ye''iftira'', ''bireylere kötü davranma'' ve ''hürriyeti tahdit'' suçlarından beraatına karar verdi. Yargıtay Ceza Dairesi, sanık Fahri G.'ye ''iftira'', A. B.'ye ''bireylere kötü davranmadan'' verilen beraat kararını usul ve yasaya uygun bularak onadı. Ancak, daire sanık A. B.'ye ''hürriyeti tahditten'' verilen beraat kararını yasaya aykırı bularak oy birliği ile bozdu. Yargıtay Ceza Dairesi'nin bozma kararında, gözaltına almada uyulacak ilkeler sayıldı. Anayasa, Polis Vazife ve Selahiyet Yasası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin ilgili maddeleri uyarınca suç kovuşturmasıyla ilgili olarak yöntemince verilen yargıç kararı dışında kişilerin yakalanıp gözaltına alınmalarının ancak suç üstü durumunda veya işlendiği bilinen bir suça ilişkin soruşturma veya kovuşturma sırasında olanak bulunduğu belirtilen kararda, şöyle denildi: ''Kolluk görevlileri ise bu ikinci durumda yalnızca gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda yakalama yetkisini kullanabilir. Diğer taraftan belirtilen hukuki düzenlemelerin gereği olarak ceza soruşturma ve kovuşturmalarında temel ilke, kişi hürriyetlerine müdahale edilmeden başvurulabilecek bir yöntem var iken hürriyeti daraltan yöntemlere başvurulmaması ilkesidir.'' Gözaltına almada bu ilkeler ışığında temyize konu olayın da irdelendiği kararda, herhangi bir suçla ilgili suç üstü durumu veya suça teşkil eden belirli bir olayla ilgili ceza soruşturması bulunmamasına karşın, salt kimliği belirsiz bir kişinin 16 Mayıs 2000'de telefonla, yakınanların kimlik ve adreslerini vererek, ''Şişli ilçesindeki market ve işyerlerindeki hırsızlık suçlarını bu kişiler işliyorlar'' şeklindeki soyut ihbar üzerine bu kişilerin gözaltına alındığı kaydedildi. Kararda, şöyle devam edildi: ''Kimlik ve adresleri aynı tarihli tutanakla tespit edilen bu kişiler hakkında arşiv ve benzeri araştırmalar yapılmaksızın asayiş büro amiri sanığın talimatı doğrultusunda harekete geçilerek 3 saat sonra yakınanların gözaltına alınması, cumhuriyet savcısına hırsızlığa karıştığı iddia edilen kişilerin yakalandığı yolunda bilgi verilip peşi sıra bu kişilerin 'herhangi bir suçla' ilgilerinin olup olmadığı yönünde araştırma yapılarak, 20 saat gözaltında kalan yakınanların ertesi gün saat 30'da bir kanıt bulunmadığı gerekçesiyle ifadeleri dahi alınmadan ve soruşturma evrakı fezlekeye bağlanarak cumhuriyet savcılığına sunulmaksızın serbest bırakılması biçimindeki eylemin Türk Ceza Kanunu'nun 181/1 (hürriyeti tahdit) maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden, kanıtları yanlış değerlendiren yetersiz gerekçeyle beraat hükmü kurulması yasaya aykırıdır.'' Yargıtay Ceza Dairesi'nin bozma kararından sonra sanık Ata Bozkır yerel mahkemede yeniden yargılanacak. Yerel mahkeme, beraat kararında direnir ve hüküm yeniden temyiz edilirse son sözü Yargıtay Ceza Genel Kurulu söyleyecek." Başvurucu; iş adamı olduğunu ve uzun süredir inşaat, akaryakıt ve gemicilik sektöründe faaliyette bulunduğunu, anılan haberin iş ve aile hayatında maddi ve manevi kayıplara yol açtığını, şeref ve itibarının zedelendiğini belirterek 21/8/2014 tarihinde söz konusu habere erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği 21/8/2014 tarihli kararı ile yazı içeriğinde başvurucunun kişilik haklarına saldırı teşkil edebilecek bir ifade olmadığı, yazının kamuoyunu bilgilendirme amacı taşıdığı ve basın özgürlüğü sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/9/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 21/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 3/3/2016 tarihli ve 2013/5653 numaralı N.B.B. kararı. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17943 | Başvuru, bir gazetenin İnternet haber arşivinde erişilebilir durumda olan haber ile ilgili içeriğin yayından kaldırılması yönündeki talebin reddedilmesinin şeref ve itibarın korunması hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, alacağın yargılama sırasında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ile eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1993 yılında Tekel Genel Müdürlüğüne sattığı tütün ürününün bedelini alamadığını ileri sürerek 14/4/1995 tarihinde Tekel Genel Müdürlüğü aleyhine alacak davası açmıştır. Muş Asliye Hukuk Mahkemesi 18/4/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 8/12/2014 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Daire tarafından 16/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 23/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun 12/1/2019 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3352 | Başvuru, alacağın yargılama sırasında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/2/2017 ve 3/1/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/1069 numaralı bireysel başvuru, aralarında kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/15169 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık birleştirilen 2018/1069 numaralı bireysel başvuru dosyası için görüşünü bildirmiştir. Başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz tashih davasında, Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve E.952/586, K.953/55 sayılı kararıyla kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılan başvuru konusu taşınmazları da kapsayan yüz ölçümü 677 metrekare (m²) yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz ölçümünün 050 m² olduğuna hükmedilmiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...keşifte dinlenilen hudut komşularının yeminli deyimlerine göre davacının sahasının tevsiini isteği gayrimenkulün hudutlarında hiçbir değişiklik olmadan ve başkalarının arazilerine de hiçbir suretle tecavüzde bulunmadan sahasının 39 hektar 50 metrekare olduğu anlaşılmış bulunduğundan işbu tarlanın sahasının 5520 sayılı kanun hükümlerine göre 39 hektar 50 metrekare olarak tapuya tescilinin icrasına..." Tashih davası neticesinde yüz ölçümü 050 m² çıkarılan anılan taşınmazın 000 m²nin ifrazı neticesinde 050 m² olarak Haziran 1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydı oluşturulmuştur. Ardından başvuru formu ekinde sunulan 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına göre Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Gedikli köyünde Köprübaşı mevkiinde bulunan 050 m² yüz ölçümlü bu taşınmaz, başvurucu tarafından 22/5/1967 tarihinde 000 TL'ye satın alınmıştır. Anılan taşınmaz 28/5/1971 tarihinde tekrar ifraz edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra numaralı tapu kayıtları oluşturulmuştur. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından 28/12/1984 tarihinde düzenlenen Tapulama Tutanaklarına göre anılan taşınmaz, Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Çamoba köyü Ova mevkii 705, 706, 707, 708 parsel olarak ve sırasıyla 940 m², 940 m², 940 m² ve 230 m² ham toprak, kısmen kayalık, kumluk ve fundalık nitelikli olarak tespit edilmiştir. Öte yandan parsellerin Ahmet Suha Mermerci adına kayıtlı olduğu ancak Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 Esas sayılı dosyasında Çamoba köy tüzel kişiliği ile Ahmet Suha Mermerci arasında dava konusu edildiği belirtilmiş, malik hanesi açık bırakılarak Tapulama Tutanağı'nın düzenlendiği anlaşılmıştır.B. Tapulama Tespitine İtiraz Davası Süreci Başvurucu aleyhine 8/4/1971 tarihinde Ezine Kadastro Mahkemesinde tapulama tespitine itiraz davası açılmıştır. Ezine Kadastro Mahkemesince 30/12/1996 tarihinde başvuru konusu taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilerek taşınmazların tapulama dışı bırakılmasına hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde diğer bazı parsellerle birlikte 705, 706, 707 ve 708 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının gayrisabit sınırları göstermesi nedeniyle miktarıyla geçerli olduğu vurgulanmıştır. Bununla birlikte taşınmazların kıyı kenar ön kıyı seti içinde kaldığı açıklanarak anılan parsellerin tescil edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvuru konusu parsellere ilişkin hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/5/2001 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme isteğinin de aynı Daire tarafından 13/5/2002 tarihinde reddine karar verilmesiyle hüküm kesinleşmiştir. Başvuruya Konu Kısmi Dava Süreci Başvurucu tarafından 10/5/2010 tarihinde Ezine Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle tazminat davası açılmıştır. Mahkemece 22/6/2011 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, tapu kütüğündeki tescile güvenilerek iyi niyetle satın alınan taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kalması nedeniyle bedel ödenmeksizin tapu kaydının iptaline karar verilmişse de adil dengeyi ve hakkaniyeti sağlamak amacıyla uygun bir tazminatın ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Davalı Hazine tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 3/4/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, başvuru konusu parsellere ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı belirtilerek 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine göre tapu sicilinin tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalan deniz kumluğu olduğu vurgulanmıştır. Mahkemece bozma kararına uyularak 20/11/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bozma kararında belirtilen gerekçeler tekrar edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 22/12/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 23/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 14/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Birleştirilen Başvuruya Konu Ek Dava Süreci Başvurucu aynı Mahkemede 26/4/2012 tarihinde ek tazminat davası açmış ve kısmi davada verilen karara karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğunu belirterek bekletici mesele yapılmasını talep etmiştir. Mahkemece 20/9/2017 tarihinde davanın usulden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bireysel başvurunun sonuçlanmasının bekletici mesele yapılmasının yargılama sürecini haddinden fazla uzatacağı açıklanmış ve kısmi davaya atıf yapılıp dava konusu hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunduğu belirtilerek dava şartı noksanlığı nedenine dayanılmıştır. Mahkeme kararı 6/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve 3/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı temyiz yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden bu kez mahkeme kararına karşı temyiz kanun yoluna gitmeden bireysel başvuruda bulunduğunu ifade etmiştir. E. Başvurudan Sonraki Süreç Başvurucu Ahmet Suha Mermerci 8/4/2019 tarihinde vefat etmiştir. Ahmet Suha Mermerci'nin mirasçıları 2/7/2019 tarihinde sundukları dilekçeyle başvuruya devam etmek istediklerini belirtmişlerdir (Bununla birlikte kolaylık sağlaması bakımından kararın ilerleyen bölümlerinde başvurucu kavramı, ölen Ahmet Suha Mermerci'yi ifade etmek üzere kullanılmaya devam edilecektir.). A. Mevzuat Hükümleri ve Uluslararası Hukuk İlgili mevzuat ve uluslararası hukuk için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, §§ 26-B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (İBGK) 15/3/1944 tarihli ve E.1943/13, K.1944/8 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Temyiz Mahkemesi Birinci ve Dördüncü Hukuk Daireleri arasındaki ihtilafın mevzuunu teşkil eden Medeni Kanunun 917 inci maddesinin tatbik şekli ve şümul derecesi hakkında cereyan eden müzakere ve münakaşa neticesinde aşağıda gösterilen esaslar kabul olunmuştur:1 - 917 inci maddede mutlak surette zikrolunan tapu sicillerinden eski ve yeni bütün siciller kastolunmuştur.2 - Medeni Kanun, tapu sicilline istinat eden iktisabı muteber addetmiştir. Binaenaleyh bu kanun yürürlüğe girdikten sonra eski sicillerden doğan zararlardan Hazine mesuldür.Mucip sebepler:1 - 917 inci maddede 'Hazine tapu sicillerinin tutulmasından mütevellit bütün zararlardan mesuldür.Hazine, bu zararlar kendi kusurlarından mütevellit memurlara aledderecat rücu etmek hakkını haizdir' denilmekte ve 'tapu sicillerinden' mutlak surette bahsedilmekte olmasına göre bu maddede zikrolunan 'tapu sicilleri' Medeni Kanunun meriyetinden sonra tutulan sicillere münhasır olmayıp eski ve yeni bütün sicilleri şamildir. Ne, Medeni Kanunda, ne de Tatbik Kanununda bu maddenin ıtlakını takyit edecek sarih veya zımnî bir hüküm de mevcut değildir. Bilakis Medeni Kanunun 910 ve Tatbik Kanununun otuz yedinci maddeleri 917 inci maddenin eski ve yeni bütün sicillere şamil olduğunu teyit etmektedir. Filhakika 910 uncu maddede 'Tapu sicillinin nümunesi ve nasıl tutulacağı nizamnamei mahsus ile muayyendir' diye müstakbele muzaf olmıyan bir hüküm sevkedilmiş olduğu gibi Tatbik Kanununun otuz yedinci maddesinde de Hükümetin ilan tarikiyle halkı davet ederek veya resen eski kayıtların yeni sicillere kaydolunacağı tasrih olunmak suretiyle eski sicillerin selameti ve bu sicillere karşı halkın emniyet ve itimadı temin olunmuştur.2 - Eski sicillerden Hazinenin mesuliyeti:Mutlak ve doğrudan doğruya bir mesuliyet sistemi kabul etmiş olan 917 inci maddenin tatbikında başlıca üç ihtimal mevcuttur.A- Zararı doğuran sicil yanlışlığın ve zararın Medeni Kanunun meriyetinden evvel olması,B- Zararı doğuran yanlışlığın ve zararın Medeni Kanunun meriyeti zamanında vukubulması,C- Zararı doğuran yanlışlığın eski kanun zamanında vuku bulması ve zarann Medeni Kanunun meriyeti zamanında hadis olması. Hazine, birinci ihtimalde zarardan mesul değilse de diğer ihtimallerde mesuldür. Birinci ve ikinci ihtimallerde daireler arasında zaten ihtilaf mevcut olmayıp yalnız üçüncü ihtimalde ihtilaf edilmiştir. Her ne kadar üçüncü ihtimalde zararı tevlit eden taapu kaydındaki yanlışlık eski kanun zamanında yapılmış ve eski kanun hükümlerine göre Hazine tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan mesul bulunmamış ise de tapu sicillindeki yanlışlık bizatihi ve tevlit edeceği neticelerden mücerret olarak tazmini müstelzim değildir. Bundan bir kimsenin menfaati haleldar olmuş, ise o zaman tazmini mucip olur. Şu halde yanlışlık başlı başına hukukî bir mevcudiyet ifade etmeyip ancak sebebiyet verdiği zarar itibariyle hukukî bir mevcudiyet ifade eder. Hadisede zarar yeni kanunun meriyeti zamanında hadis olduğu gibi bu zarar doğrudan doğruya tapu sicillindeki yanlışlıktan neşet etmiş ve yanlışlık ile zarar arasına başka bir fiil de haylulet etmemiş olduğundan Tatbik Kanununun birinci maddesi hükümlerine göre bu zarardan Hazinenin mesul olması tabiîdir. Kaldı ki, Medeni Kanunun 931 inci maddesi, tapu sicillindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet ve ya diğer bir aynî hak iktisap eden kimsenin bu iktisabını muteber addetmiştir. Müstakar mahkeme İçtihatlarına göre eski kanun zamanında tutulan tapu sicillerine hüsnüniyetle istinat eden kimsenin iktisabı hakkında da ayni hüküm tatbik olunmaktadır. İktisap gibi en mühim hukukî tasarruf ve muamelelerde medarı istinat olan eski sicillerin tevlit ettiği zararlardan Hazinenin mesuliyeti zarurî bir neticedir. Tapu sicillerinden doğan zarardan fertlerin hak ve menfaatlarını mutlak surette korumak maksadiyle yeni kanunumuzun kabul ettiği bu mesuliyet sisteminin takyit ve tahdidine hiç bir sebep yoktur. Binaenaleyh eski siciller, Medeni Kanunun meriyetinden sonra bir kimsenin zararına sebep olmuş ise bu zarardan Hazine mesul olur.İşte bu mütalaa ve mülahazalara binaen 917 inci maddede mutlak surette zikrolunan tapu sicillerinin eski ve yeni bütün sicillere şamil ve yeni kanunun meriyetinden sonra bu sicillerden doğan zararlardan Hazinenin mesul olduğuna ilk içtimada sülüsan ekseriyet hasıl olmadığından 15/3/944 tarihinde ve ikinci içtimada mutlak ekseriyetle karar verildi..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır....Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. ...Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/10/2007 tarihli ve E.2007/6214, K.2007/9985 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, 3621 sayılı yasadan kaynaklanan tapu iptal ve sicil kaydının terkini ve elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davalıya ait çekişme konusu 6 parsel sayılı taşınmazın kabul kapsamında kalan bölümünün 1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre tanımı aynı yasanın maddesinden yapılan kıyıda kaldığı saptanmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Hemen belirtelim ki, mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Yasasının maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.Öte yandan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 1997 tarih 5/3 Sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında ve özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır. Bunun sonucu; kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir. Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T. Anayasasının 90/ maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; '… bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…', “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…', bu önlem alınırken '… başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…', kişinin '… kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…' açıktır.Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan kıyı kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın , Tapu Kanununun , Kadastro Kanununun maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında '…Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar…' şeklinde dile getirilmiştir.Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının ONANMASINA" Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/7/2006 tarihli ve E.2006/5764, K.2006/7970 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacı, kayden davalılara ait bulunan 12 parsel sayılı taşınmazın davalılara intikalini sağlayan tescil ilamının yolsuz olduğunu, taşınmazın Türk Medeni Kanununun maddesi uyarınca Hazineye geçmesi gerektiğini ileri sürerek tapu iptal tescil isteğinde bulunmuştur. ...Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; 12 parsel sayılı taşınmazın öncesinde Müslim Dibir ve Anna Dibir'e ait iken davalıların 3402 Sayılı Yasanın 13/B-b-c maddesine dayalı olarak açtıkları dava sonucu Türk Medeni Kanununun maddesi hükmü gereğince davalılar adına 1/2'şer paylarla tescil edildiği görülmektedir. Söz konusu davada Hazinenin taraf olmadığı da anlaşılmaktadır.Davacı Hazine, söz konusu taşınmazın kaçak ve yitik kişilerden kaldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. İddianın subutu halinde kendisinin taraf olmadığı dava sonucunda kurulan hükmün davacı Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur. Böyle bir dava açmakta Hazinenin hukuki yararı bulunduğu da tartışmasızdır.Hal böyle olunca, davada ileri sürülen hukuki sebep ve olgular yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması gerekirken dayanağı olmayan gerekçelerle davanın reddedilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun maddesi gereğince BOZULMASINA" Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/10/2017 tarihli ve E.2015/3488, K.2017/6104 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkemece dava konusu taşınmazın davalı tarafın dayandığı tapu ve vergi kayıtlarının kapsamı içinde kaldığı, zilyetlikle iktisap koşullarının da gerçekleştiği kabul edilerek Hazinenin davasının reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmediği gibi yapılan araştırma, inceleme ve uygulama karar vermek için yeterli değildir. Davacı Hazine tespite esas alınan tapu kayıt miktar fazlasının Hazine adına tescilini talep etmiştir. Davalı tarafın tutunduğu tespite esas tapu kayıtlarının tesisi olan Şubat 299 Y. 45 sıra numaralı tapu kaydının yüzölçümü 80 dönüm olarak belirtilmesine rağmen gittileri olan K.evvel 302 tarih ve 62, Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı tapu kayıtlarının yüzölçümü 100 dönüme çıkartıldığı halde aradaki çelişkinin neden kaynaklandığı araştırılmamıştır. Bundan ayrı tespite esas Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı kayıtta 100 dönüm olan yüzölçümünün Hazinenin taraf olmadığı Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesinin 1953 tarih ve 1951/1150 Esas sayılı kararı ile kayıt maliklerinden Cevdet Benker’in hasımsız açtığı dönüm tezyidi ve tashihen tescil davası ile miktarı 284 dönüme çıkartılmış olup, davalı Hazine bu davada taraf olmadığından Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/2/2020 tarihli ve E.2013/29, K.2020/48 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkemece, davacı Hazinenin taraf olmadığı tescil ilamıyla oluşan tespite esas davalılara ait tapu kaydının davacı Hazine'yi bağlamayacağı ve dava konusu taşınmazın tesis tarihi davalılara ait olan ve tespite esas alınan tapu kaydından daha eski tarihli olan davacı Hazine'ye ait tapu kaydı kapsamında kaldığı hususları göz önüne alınarak davanın kabulü ile çekişmeli taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmiş olması isabetsiz olup, hükmün bu nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekirken onanmasına karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, davacı Hazine vekilinin yerinde görülen karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin, 2019 tarih ve 2019/1687-2019/4320 Esas, Karar sayılı onama kararının kaldırılmasına, hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA" İNCELENME VE GEREKÇE Mahkemenin 15/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü Başvurucu, satın aldığı tapulu taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bakanlık görüşünde; 4721 sayılı Kanun'un maddesine istinaden başvurucunun açmış olduğu ilk/asıl/kısmi tazminat davasıyla aynı hukuki sebebe dayanan ek davanın usulden reddedildiği, bu davada verilen karara karşı süresinde bireysel başvuruda bulunulmamış ise kısmi davada verilen karar sonrasında yapılan başvurunun süreyi canlandıramayacağı belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında savunma ve hak ihlallerine ilişkin iddialarını tekrar etmiştir.B. Değerlendirme Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." Anayasa'nın "Kıyıların korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir." Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, satın aldığı tapulu taşınmazının tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi olduğundan şikâyetlerin bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Kabul Edilebilirlik Yönünden Mahkemece bireysel başvurunun bekletici mesele yapılmasının yargılama süresini uzatacağı gerekçesiyle bekletici mesele talebi kabul edilmemiştir. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı temyiz yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden ek davanın reddine dair karara karşı temyiz kanun yoluna gitmediğini ifade etmiştir. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması; ayrıca bu yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39). Somut olayda başvurucunun teorik olarak davanın reddine karşı temyiz kanun yoluna başvurma hakkına sahip olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak daha önce açtığı kısmi davanın temyiz incelemesi sonucunda aleyhine karar verildiğinden ek davada da aleyhine karar verileceği açıktır. Buna göre somut olayın koşullarına göre temyiz kanun yoluna gitmenin başvurucu yönünden etkili bir sonuç doğurmayacağı değerlendirilmiştir. Sonuç olarak açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. Esas Yönündena. Mülkün Varlığı Anayasa'nın maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucu 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına dayanmıştır. Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz olarak sulh hukuk mahkemesinde açılan tashih davası neticesinde başvuru konusu taşınmazı da kapsayan yüz ölçümü 677 m² yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz ölçümünün 050 m² olarak tesciline karar verilmiştir. İfraz işlemi sonrası söz konusu taşınmaz 22/5/1967 tarihinde H.nin vekili tarafından Ahmet Suha Mermerci'ye satılmıştır (bkz. §§ 10-11). Yerleşik Yargıtay içtihatlarında Hazinenin taraf olmadığı yargılama üzerine yapılan tescillerin yolsuz tescil olması nedeniyle lehine tescil yapılan kişi yönünden mülk oluşturmayacağı belirtilmiştir (bkz. §§ 30-32). Bununla birlikte tescil yolsuz olsa bile sicile güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişinin zararının karşılanması gerektiğini vurgulamak gerekir. İBGK'nın 28/6/1944 tarihli ve 5742 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 15/3/1944 tarihli ve E.1944/13, K.1944/18 sayılı kararında, tapu sicillerinden devletin 4721 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında sorumlu olduğu kabul edilmiştir (bkz. § 27). Başvuru konusu olayda anılan taşınmazların, tapu kaydında başvurucu adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun taşınmazları satın aldığı tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını bilebileceğine dair tapuda herhangi bir şerh veya açıklayıcı bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucunun bu taşınmazları tapu siciline güvenerek devraldığı ve tapu siciline iç hukukta bağlanan sonuçlar dikkate alındığında Anayasa'nın maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu kanaatine ulaşılmıştır. b. Müdahalenin Varlığı ve Türü Anayasa’nın maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa’nın maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58). Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazlar tapuda başvurucu adına kayıtlı olduğu hâlde taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi ve taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalması gerekçesiyle tapu kayıtları iptal edilerek tescil harici bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen karşılığının ödenmemesi sebebiyle başvurunun mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığıi. Kanunilik Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Somut olayda başvurucunun taşınmazları 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun hükümlerine göre yapılan belirleme neticesinde kıyı kenar çizgisinin kıyıda kalan kısmında bırakılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu kuşkusuzdur.ii. Meşru Amaç Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise örneğin kamulaştırma gibi hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 35). Anayasa'nın maddesine göre devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdır ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile mümkün olabilir (AYM, E.1990/23, K.1991/29, 18/9/1991). 3621 sayılı Kanun'un kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un amacı çerçevesinde kıyı kenar çizgisindeki taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi, bu bağlamda somut olayda olduğu gibi kıyıdan herkesin istifade edebileceği değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.iii. Ölçülülük (1) Genel İlkeler Anayasa'nın maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38). Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60). Kamu makamlarının kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak takdir yetkisinin Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve Anayasa’nın maddesinde yer verilen güvence ölçütlerini gözetecek şekilde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi zorunludur (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013). Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kıyı kenar çizgisi tespit işlemiyle amaçlanan kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil denge, ancak taşınmazların bedelinin ödenmesiyle sağlanabilir. (2) İlkelerin Olaya Uygulanması Somut olayda taşınmaz, ilk defa kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetliğe dayalı olarak açılan dava sonucunda hükmen 677 m² olarak tapuya tescil edilmiştir. Taşınmaz bu miktar itibarıyla tapuda H. adına kayıtlı iken Hazinenin taraf olmadığı hasımsız olarak açılan tashih davası neticesinde Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve E.1952/586, K.1953/55 sayılı kararıyla yüz ölçümü 050 m² ye çıkarılmış ve 000 m²'nin ifrazı neticesinde 050 m² olarak Haziran 1957 tarih 52 sırada tescil edilmiştir. Ardından başvuru konusu 050 m² tapulu taşınmaz başvurucu tarafından 22/5/1967 tarihinde satın alındıktan sonra 28/5/1971 tarihinde tekrar ifraz edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra No.lu tapu kayıtları oluşturulmuştur. 28/12/1984 tarihinde düzenlenen tapulama tutanaklarına göre de anılan taşınmazlar 705, 706, 707, 708 parsel olarak tespit edilmiştir. Ancak Tapulama Tutanaklarında, taşınmazların Çamoba köy tüzel kişiliği ile başvurucu Ahmet Suha Mermerci arasında Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 esas sayılı dosyasında dava konusu edildiği belirtilerek malik hanesi açık bırakıldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 10-12). Ezine Kadastro Mahkemesinde açılan tespite itiraz davasında, anılan taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tescil harici bırakılmasına karar verildiği ve kararın 13/5/2002 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bunun üzerine başvurucu, iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle 4721 sayılı Kanun'un maddesine istinaden tazminat davası açmıştır. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemenin karar gerekçesinde, başvuru konusu taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı belirtilerek 4721 sayılı Kanun'un maddesine göre tapu sicilinin tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalan deniz kumluğu olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 13-17). Başvurucunun taşınmazlarının kıyı kenarında olduğu gerekçesiyle tapu kayıtlarının iptal edilerek tescil harici bırakılması şeklinde gerçekleşen kıyıların korunması amacı bakımından müdahalenin elverişli ve gerekli olmadığı ifade edilemez. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kıyı kenar çizgisi tespitiyle ilgili verdiği kararlarda, kıyı kenar çizgisi tespitinden önce özel mülk hâline gelmiş taşınmazların değeriyle orantılı tazminat ödenmeksizin tapusunun iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir. Yargıtay da 2007 yılından itibaren verdiği kararlarda, kıyıda kaldığı gerekçesiyle tapuları iptal edilen taşınmaz maliklerine tazminat verilmesine hükmetmiştir (bkz. §§ 28, 29). Tespite itiraz davasında yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlık konusu taşınmazların kıyı kenar olduğu tespit edilmiştir. Ancak söz konusu taşınmazların kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Öte yandan başvurucunun satın aldığı tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kaldığına ilişkin olarak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilememiştir. Dolayısıyla tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre kıyı kenar çizgisi içinde kalmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Hâlbuki kıyıların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapuların iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek başvurucunun iyi niyetli olmadığı gibi istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir. Yukarıda da değinildiği üzere Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 22; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, § 72). Ayrıca Yargıtay, kadastro hataları dâhil olmak üzere tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki hatalardan da 4721 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca devletin sorumlu olduğunu içtihat etmiştir (bkz. §§ 27, 29). Dolayısıyla başvurucunun 4721 sayılı Kanun'un maddesine istinaden Hazine aleyhine açtığı tazminat davasını, taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı ve taşınmazların kıyı kenarında olması dolayısıyla tazminat verilemeyeceği gerekçesiyle reddeden derece mahkemelerinin yaklaşımlarının benzer nitelikteki Yargıtay içtihadı ile de çeliştiği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucu tarafından satın alınan tapulu taşınmazların tapu kayıtlarının iptal edilmesi kıyıların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de başvurucunun iyi niyetli olduğunun derece mahkemelerince tespiti hâlinde mülkten yoksun bırakılan başvurucuya taşınmazın satın alındığı tarihteki bedelinin güncellenmiş değerinin ödenmemesi, idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. 6216 Sayılı Kanun'un Maddesi Yönünden 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir… (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.” Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019). Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57). İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67). İncelenen başvuruda, başvurucunun tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ezine Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir. Öte yandan çok geniş bir alanı kapsayan taşınmaza ait tapu kaydının herhangi bir bedel ödenmeden iptal edilmesi nedeniyle başvurucu aleyhine bir zarar meydana geldiği tartışmasızıdır. Ancak yeniden yapılacak yargılamada tapu kaydının oluşumuna ilişkin yukarıda ayrıntısı ile açıklanan süreç ve derece mahkemelerinin taşınmazın bir kısmının eylemli olarak deniz kumluğu niteliğinde olduğuna dair belirlemeleri dikkate alınmalıdır. Buna göre idarenin hatasından kaynaklanan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması kabul edilemez ise de başvurucu lehine karar verilmesi gereken tazminat başvurucunun uğramış olduğu zarar miktarı kadar olmalıdır. Somut olayda bu miktar, taşınmazın satın alındığı dönemde ödenen bedelin enflasyon karşısında uğramış olduğu değer kaybını da karşılayacak bir miktardan ibaret olmalıdır. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 522,2 TL harç ve 000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 522,20 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15169 | Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü mezuniyeti üzerine Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) uyarınca atanma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 9/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/33966 ve 2019/3967 numaralı başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/33965 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/33965 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, tıbbi biyolojik bilimler bölümü mezunudurlar. Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğünce, 5/4/1973 tarih ve 7/6229 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Tababet Uzmanlık Tüzüğünün (Tüzük) maddesinin (b) numaralı fıkrası uyarınca asistanlığa atanabilecekler arasında yer almayan "tıbbi biyolojik bilimler" ile "kimya mühendisliği" mezunlarının TUS'a girme haklarının olup olmadığı hususunda Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Genel Kurulundan (YÖK) görüş istenilmiştir. YÖK'ün 6/11/2008 tarihli kararı ile yükseköğretim kurumlarının "tıbbi biyolojik bilimler" ile "kimya mühendisliği" programlarından mezun olanların Tüzük'ün maddesinin (b) numaralı fıkrası uyarınca TUS'a girme haklarının olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular, 11-12 Nisan 2009 tarihlerinde yapılan 2009 İlkbahar Dönemi TUS'a katılmışlar ve değişik hastanelerin "tıbbi biyokimya" ve "tıbbi mikrobiyoloji" bölümlerine yerleşmiştir. Başvurucuların TUS sonuçları uyarınca yerleştirildikleri bölümlere atanmak istemiyle yaptıkları başvurular, Tüzük'ün maddesinin (b) numaralı fıkrası uyarınca Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü mezunlarının asistanlığa atanabilmek için aranan şartları taşımadığı, söz konusu hususun 2009 İlkbahar Dönemi TUS Kılavuzu'nun (Kılavuz) sayfasında asistanlığa atanabilmek için aranan şartlar kısmında yer aldığı ve ayrıca YÖK'ün 6/11/2008 tarihli kararında da Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü mezunlarının TUS'a girme hakları olmadığının bildirildiği belirtilerek Sağlık Bakanlığının 25/6/2009 tarihli işlemleri ile reddedilmiştir. Başvurucular tarafından, taleplerinin reddine yönelik işlemler ile söz konusu işlemlerin dayanağı 6/11/2008 tarihli YÖK kararının iptali istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesinde (Daire) dava açılmıştır. Daire 28/12/2009 tarihinde dava konusu işlemlerin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, hukuki bir gerekçe olmamasına karşın 2/4/1990 tarihli YÖK kararıyla hukuki bir zemine oturmuş ve idari istikrar sağlamış olan Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü mezunlarının tıpta uzmanlık eğitimi almasına ilişkin uygulamayı ortadan kaldıran 6/11/2008 tarihli YÖK kararında ve bu karar temel alınarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu işlemlerin giderilmesi güç veya olanaksız zararlar doğuracağı tespitine yer verilmiştir. Dairenin 28/12/2009 tarihli yürütmenin durdurulması kararlarına karşı yapılan itirazlar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 6/5/2010 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Başvurucular, söz konusu yürütmenin durdurulması kararları üzerine ilgili görevlerine atanmış ve uzmanlık eğitimlerini tamamlamıştır. Dairenin 16/10/2014 tarihli kararlarıyla oyçokluğuyla davaların reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; tıpta uzmanlık eğitimi yapabilme hakkının tıp doktorları için esas olduğu, 19/3/1927 tarihli ve 992 sayılı Seriri Taharriyat ve Tahlilat Yapılan ve Masli Teamüller Aranılan Umuma Mahsus Bakteriyoloji ve Kimya Laboratuvarları Kanunu 'nda ise sadece veteriner, eczacı veya kimyagerler için kendi alanlarına ilişkin düzenleme yapılıncaya kadar istisnai nitelikte bir hak tanındığı belirtilmiştir. Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü mezunlarının 992 sayılı Kanun kapsamında yer almaları gerektiği sonucuna varılmasının, Kanun kapsamının yorum yoluyla genişletilmesi anlamına geleceği ve bu durumun Kanun'a, tıpta uzmanlık eğitiminin amacı ve gerekleri ile kamu yararına uygun düşmeyeceği vurgulanmıştır. Öte yandan, günün şartları gereği ve ihtiyaçtan doğan nedenlerle 1989 yılından 18/7/2009 tarihli ve 27292 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tıpta ve Dişhekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği'nin yürürlüğe girdiği 2009 yılına kadar tıpta uzmanlık sınavına girme olanağı tanınan Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü mezunlarının süregelen uygulamadan kaynaklı kazanılmış haklarının bulunduğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmadığı da belirlenmiştir. Ayrıca başvurucu tarafından, düzenlemelerin eşitlik ilkesine aykırı olduğunun ileri sürüldüğü ancak mevzuat hükümleri, ihtiyaç durumu ve hizmet gerekleri gözönünde bulundurularak tıp dışı meslek mensupları ile tıp fakültesi mezunlarının farklı hukuksal durumda bulunmaları nedeniyle sözü edilen meslek mensuplarının farklı usule tabi kılınmasında eşitlik ilkesine aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Nihai olarak davalı idareler tarafından hukuki düzenlemelerin verdiği görev ve yetkinin yerine getirilmesi amacıyla yürürlüğe konulan dava konusu düzenleyici işlemde ve bu işleme dayanılarak tesis edilen bireysel işlemde hukuka, kamu yararına, hizmet gereklerine ve eşitlik ilkesine aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Karşıoy gerekçesinde, Dairenin 28/12/2009 tarihli yürütmenin durdurulması kararındaki gerekçeye benzer tespitlere yer verilmiştir (bkz. § 12). Başvurucuların temyiz istemleri İDDK'nın 29/1/2018 tarihli kararlarıyla reddedilmiş, İDDK'nın 13/6/2019 tarihli kararlarıyla da kararın düzeltilmesi istemlerinin reddine hükmedilmiştir. Nihai kararlar 21/9/2019 ve 22/9/2019 tarihlerinde tebliğ edilmiş, başvurucular 9/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) Türkiye'nin taraf olduğu Ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. … " Eğitimin toplum için taşıdığı öneme karşın, eğitim hakkı mutlak ve sınırsız bir hak değildir. Niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmasını gerektirdiğinden bazı kısıtlamalara tabi tutulması da doğaldır. Şüphesiz eğitim kurumlarını düzenleyen kurallar, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre zaman ve mekân içinde değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletler bu konuda yapacakları düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahiptir. Devletin bu takdir alanı, eğitim kurumunun seviyesi yükseldikçe artmakta, buna karşılık bu eğitimin birey ve toplum bakımından önemine bağlı olarak azalmaktadır (Ponomaryovi/Bulgaristan, 5335/05, 21/6/2011, § 50). | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33965 | Başvuru, Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü mezuniyeti üzerine Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) uyarınca atanma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, müşavirlikten alınarak veterinerlik kadrosuna atanmaya ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığı geliştirme hakkı ile mülkiyet hakkının ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, mülga Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında bakanlık müşaviri olarak görev yapmakta iken 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesindeki düzenlemeye istinaden Tarım ve Orman Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı emrinde veteriner hekim kadrosuna atanmıştır. Başvurucu, atama işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 9/1/2019 tarihli kararıyla atama işlemini hukuka uygun bularak davayı reddetmiştir. Karar, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 21/10/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. İstinaf kararı 8/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4369 | Başvuru, müşavirlikten alınarak veterinerlik kadrosuna atanmaya ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığı geliştirme hakkı ile mülkiyet hakkının ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, intihar eden yakınlarının kolluk güçleri tarafından gözaltında tutulduğu esnada işkenceye maruz bırakılmasının ve buna ilişkin yapılan yargılamanın makul süreyi aşacak şekilde beraat kararı ile sonuçlanmasının işkence ve kötü muamale yasağını ihlal ettiği iddilarına ilişkindir. Başvuru 15/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bütün başvurucuların yakını olan Sezai Karakuş (S.K.) (Başvuruculardan Muhsine Karakuş annesi, Ahmet Karakuş babası, Aslıhan, Şengül, Songül, Bediha Şıhap, Muzahit ve Mutahir Karakuş ise kardeşleridir), 28/9/2004 tarihinde İstanbul-Beyazıt Meydanı'nda örgüt üyesi olduğu iddiasıyla İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince gözaltına alınmıştır. 29/9/2004 tarihinde kolluk güçleri tarafından S.K.nın ifadesi alınmıştır. Dört günlük gözaltı süresi sonrasında 2/10/2004 tarihinde de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (5190 sayılı Kanun ile görevli) ifadesi alınmıştır. S.K. Cumhuriyet Savcılığındaki ifadesinde polis ifadesini kabul etmediğini, ifadenin kendisine zorla imzalattırıldığını, emniyette kötü muamele ve işkence gördüğünü, avukat talebinin karşılanmadığını, işkence yapan polisleri tanıdığını ve şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. S.K. sevk edildiği Sorgu Hâkimliğince alınan beyanında da işkence ve kötü muamele gördüğünü, şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Daha sonra tutuklanmasına karar verilen S.K. cezaevine gönderilmiştir. S.K.nın tutuklanması sonrasında gözaltında maruz kaldığı işkence ve kötü muamele nedeniyle avukatı tarafından 7/10/2004 tarihinde Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına sorumlular hakkında soruştuma başlatılması için dilekçe verilmiş ve Adli Tıpa sevk edilerek tedavisinin yapılması, rapor alınması ve bir an önce ifadesinin alınması talep edilmiştir. S.K.nın İstanbul'da bulunduğu cezaevinden Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Cezaevine sevk edildikten sonra 22/11/2004 tarihinde hücresinde ası suretiyle intihar ettiği bildirilmiş ve buna dair ölü muayene tutanağı düzenlenmiştir. S.K.nın 7/10/2004 şikâyet dilekçesi üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/35 sayılı dosyasındapolis memurlarına kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince dosya Adli Tıp İhtisas Dairesine gönderilmiş, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulunca hazırlanan 14/11/2008 tarihli raporda, "...tespit edilen lezyonların gözaltı giriş muayenesinde tariflenmeyip 1/10/2004 tarihli gözaltı muayenelerinde tariflendiğinden bu lezyonların gözaltı süresinde oluştuğunun kabulü gerektiği, ancak eldeki verilerle söz konusu lezyonların nasıl oluşturulduğunun belirlenemediği..." şeklindeki gerekçeye dayanarak Mahkemece 26/2/2009 tarihinde tüm sanıklar hakkında beraat kararı vermiştir. Karar başvurucular tarafından 2/3/2009 tarihinde temyiz edilmiş,Yargıtay Ceza Dairesince 22/2/2012 tarihli ilamı ile kararınbozulmasına karar verilmiştir. Kararın bozulması üzerine dosya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2012/192 sayısına kaydedilmiş ve yapılan yargılamada 12/10/2012 tarihinde tüm sanıklar hakkında beraat kararı verilmiştir. Başvurucular tarafından 12/10/2012 tarihinde temyiz edilen kararı, Yargıtay Ceza Dairesi 24/12/2013 tarihli ilamıyla onamıştır. Onama kararı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 31/1/2014 tarihinde kesinleştirilmiştir. Başvurucular, ilamdan 25/6/2014 tarihinde Mahkeme Kaleminden sorarak haberdar olduklarını beyan etmişlerdir. Başvurucular 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12095 | Başvuru, intihar eden yakınlarının kolluk güçleri tarafından gözaltında tutulduğu esnada işkenceye maruz bırakılmasının ve buna ilişkin yapılan yargılamanının makul süreyi aşacak şekilde beraat kararı ile sonuçlanmasının işkence ve kötü muamale yasağını ihlal ettiği iddilarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hakkında basın yayın yoluyla hakaret iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilmesi gerekirken, iddianame düzenlenerek ceza davası açılması ve kovuşturmanın ertelenmesi kararının dosya üzerinden verilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 11/6/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 2/5/2007 tarihinde internet aracılığıyla hakaret suçu işlediği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. 2/7/2012 tarihinde 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun kabul edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında basın yayım yoluyla hakaret suçu işlediği iddiasıyla 22/3/2013 tarihinde kamu davası açmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi İstanbul Sulh Ceza Mahkemesinin 28/3/2013 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi aynı gün kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu 6352 sayılı Kanun’un Geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilmesi gerekirken, ceza davası açılması ve İlk Derece Mahkemesinin duruşma yapmadan, delilleri toplamadan ve savunma yapma fırsatı vermeden kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesi nedenleriyle karara itiraz etmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, 26/4/2013 tarihli kararı ile itirazı reddetmiş ve İlk Derece Mahkemesinin kararı kesinleşmiştir. Başvurucu, itiraz sonucunu 15/5/2013 tarihinde kararın tebliği ile öğrenmiştir. 11/6/2013 tarihinde ve süresinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un Geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine,karar verilir. (2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4770 | Başvurucu, hakkında basın yayın yoluyla hakaret iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilmesi gerekirken, iddianame düzenlenerek ceza davası açılması ve kovuşturmanın ertelenmesi kararının dosya üzerinden verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan savunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, beraat kararı yerine hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mersin'de PTT görevlisi olarak çalışmaktadır. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının 11/11/2013 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Mersin Sulh Ceza Mahkemesi 7/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun, adrese gidilmeksizin üzerine düşen görevi yerine getirmeyerek adres araştırmasını tam olarak yapmaması gerekçesiyle mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yapmış olduğu itiraz, Mersin Asliye Ceza Mahkemesinin 23/6/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 15/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup 14/8/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir.(Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.(...)(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13466 | Başvuru, beraat kararı yerine hükmün açıklanmasının geri bırakılması HAGB) kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hâkim olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz Darbe Teşebüsünün ardından Fethullahçı Terör Örgütü/Pararlel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında 20/7/2016 tarihininde tutuklanmıştır. Başvurucu hâlen Kocaeli 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 10/10/2016 tarihli yazısıyla, infaz kurumunda bulunan tüm hükümlü ve tutukluların resmî makamlara veya savunması için avukatına verdiği kapalı zarf içindeki mektup ve fakslar hariç tüm mektup, faks ve dilekçelerinin taranmak suretiyle Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi gerektiği ülke genelindeki tüm infaz kurumlarına başsavcılıklar aracılığıyla iletilmiştir. Bakanlığın yazısı doğrultusunda başvurucuya gönderilen veya başvurucunun göndermek istediği mektuplar taranmak suretiyle UYAP sistemine kaydedilerek sakıncalı olup olmadıkları yönünden denetlenmektedir. Başvurucu, mektupların UYAP sistemine kaydedilmesinin haberleşme hürriyeti ile özel ve aile hayatının gizliliği ilkesine aykırılık oluşturduğunu ileri sürerek Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (Mahkeme) şikâyette bulunmuştur. Mahkeme 24/3/2017 tarihli kararıyla, infaz hâkimliklerinin yetkisinin infaz kurumlarındaki işlem ve eylemlerin kanun, tüzük, yönetmelik veya genelgelere uygunluğunu denetiminden ibaret olduğunu açıklamış; mevcut uygulamanın Bakanlığın 10/10/2016 tarihli yazısına dayandığını ve yazının hukuken genelge niteliğinde olduğunu belirterek şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 14/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 27/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun (1) numaralı maddesi şöyledir:''Bu Kanunun amacı, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemektir.'' 6698 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "d) Kişisel veri: Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi,e)Kişisel verilerin işlenmesi: Kişisel verilerin tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi .... ifade eder." 6698 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: '' (1) Kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemez.(2) Aşağıdaki şartlardan birinin varlığı hâlinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerinin işlenmesi mümkündür:a) Kanunlarda açıkça öngörülmesi....ç) Veri sorumlusunun hukuki yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için zorunlu olması....'' 6698 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''(1) Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir. (2) Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır. (3) Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir. Sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir ....'' 6698 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmışöyledir:''(1) Bu Kanun hükümleri aşağıdaki hâllerde uygulanmaz:...ç) Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi.d) Kişisel verilerin soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi''. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 38/A maddesinin ilgili kısımları şöyledir:''(1) Her türlü ceza muhakemesi işlemlerinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılır. Bu işlemlere ilişkin her türlü veri, bilgi, belge ve karar, UYAP vasıtasıyla işlenir, kaydedilir ve saklanır.... (7) Zorunlu nedenlerle fiziki olarak düzenlenmiş belge veya kararlar, yetkili kişilerce taranarak UYAP’a aktarılır ve gerektiğinde ilgili birimlere elektronik ortamda gönderilir.... (9) Elektronik ortamda yapılan işlemlerde süre gün sonunda biter.... (11) Ceza muhakemesi işlemlerinin UYAP’ta yapılmasına dair usul ve esaslar, Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." Bakanlık Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığının 10/11/2011 tarihli ve 124/1 sayılı Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir:''UYAP Bilişim Sistemi kullanılarak soruşturma ve kovuşturma işlemleri ile diğer adlî ve idarî işlemlerin etkin, verimli, hızlı, düzenli, şeffaf ve usul ekonomisine uygun biçimde yürütülmesi amacıyla;1- Her türlü işlem ve faaliyetin, UYAP üzerinden gerçekleştirilmesine imkân bulunmayan istisnai hâller saklı olmak koşuluyla, UYAP ortamında, zamanında, eksiksiz ve doğru bir biçimde gerçekleştirilmesi,...3- Tüm birimlerde her türlü veri girişinin eksiksiz ve doğru biçimde yapılması,...5- Zorunluluk sebebiyle haricen oluşturulan belgeler ile Sistem haricinde gelen belgelerin ekleriyle birlikte taranarak UYAP ortamına aktarılması,...15- Bilgi güvenliği, elektronik imza ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin mevzuat hükümlerine azamî dikkat gösterilmesi, özellikle elektronik imza cihazı veya erişim kodu ile her türlü kullanıcı adı ve parolasının başkalarına verilmemesi ...'' 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesi şöyledir:"(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir. (2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır. (3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir." Tüzük'ün maddesi şöyledir:"(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır. (2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir. (3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır." 26/6/1930 tarihli ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"E) Ceza evinin emniyeti bakımından mahkümlara ait mektupların ve kendilerini ziyarete gelenlerle konuşmalarının ve hariçle muhaberelerinin ne suretle tanzim ve kontrol edileceği,...hakkında bir nizamname tanzim olunur...."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz." Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:''Kişisel veriler': Kimliği belirli veya belirlenebilir bir gerçek kişi ('ilgili kişi') hakkındaki tüm bilgileri ifade eder." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''İç hukukta uygun güvenceler sağlanmadıkça, ırksal kökeni, siyasal düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel verileri ile sağlık veya cinsel hayatla ilgili kişisel veriler otomatik işleme tabi tutulamaz. Aynı şey ceza mahkumiyetiyle ilgili kişiler veriler içinde geçerlidir." Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Taraf devletin kanunlarında öngörülmüş olması ve demokratik bir toplumda aşağıdaki hususların sağlanması için gerekli bir önlem oluşturması halinde iş bu sözleşmenin 5, 6, ve maddelerine istisna getirilebilir:a. Devlet güvenliğinin korunması, kamu güvenliği, devletin mali menfaatleri veya suçların önlenmesi ..." Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararı'nın hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:'' Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar.'' Uluslararası İçtihat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin millî güvenliğin korunması amacını gerçekleştirmede sahip oldukları takdir yetkisinin geniş olduğunu kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin millî güvenliği korumak için yetkili ulusal makamlarına ilk olarak kişiler hakkında bilgi toplama ve halka açık olmayan siciller tutma, ikinci olarak millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyenadayların bu işe uygunluğunu takdir ederken bu bilgiyi kullanma yetkisi veren kurallara sahip olmaları gerektiğinde kuşku bulunmadığını belirtmektedir (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/03/1987, § 59). Bununla birlikte AİHM içtihadına göre kamu mercilerinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri toplaması, kaydetmesi, saklaması, özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur (Leander/İsviçre, § 48;Kopp/İsviçre, B. No: 23224/94, 25/3/1998, § 53;Amann/İsviçre [BD], B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 69; Rotaru/Romanya [BD], B. No: 28341/95, 4/5/2000, §§ 43, 44,46). Kaydedilen bilgilerin daha sonra kullanılmış olup olmamasının bir önemi yoktur. Bununla birlikte kamu makamları tarafından muhafaza edilen kişisel nitelikli bilgilerin özel yaşam unsurlarından birini devreye sokup sokmadığını tespit etmek için bu bilgilerin hangi çerçevede alındığının ve muhafaza edildiğinin, verilerin türünün, kullanıldığı ve işlendiği şeklin, bunlardan çıkarılabilecek sonuçların dikkate alınması zaruridir (Leander/İsveç, § 48; Amann/İsviçre, § 69; S. ve Marper/Birleşik Krallık [BD], B. No: 30562/04, 30566/04, 4/12/2008, § 67). AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalı; bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…25/3/1983, §§ 85-90; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/10/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No:13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM; haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin incelediği kararlarda, öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B. No: 15672/08…11/1/2011, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 98). AİHM, her somut olayda kamu makamlarının bu değerlendirmeyi yaparken mektup gönderme ve almanın ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin ve tutukluların dış dünya ile tek bağlantısı olduğu gerçeğini gözönünde bulundurması gereğini belirtmektedir (Campbell/Birleşik Krallık,§ 45). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24776 | Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi ne kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/55916 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/10/2005 tarihinde gözaltına alınmış, hakkında hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, kamu malına yakarak zarar vermek suçlarından kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 6/5/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine dava dosyası, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kapatılmış olması nedeniyle 7/3/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkemenin 3/2/2015 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12090 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.