text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, temyiz posta gideri süresinde yatırılmadığından temyiz incelemesinin yapılmaması ve hükme esas alınan sözleşmenin bağlayıcılığına yönelik itirazlarının dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, T. Sağlık Bakanlığına bağlı Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) 2003 yılından itibaren taşeron şirket üzerinden veri kontrol ve hazırlama elemanı olarak çalışmaktadır. Başvurucu; 24/9/2012 tarihli dilekçesiyle taşeron şirketlerin değişmesine rağmen aynı işi yapmaya devam ettiğini, 2009 yılı Aralık ayında aylık 267,83 TL ücret almaktayken Sağlık Bakanlığı tarafından çıkartılan 12/5/2009 tarihli genelge ile ücretinin 763,65 TL'ye düşürüldüğünü ve kendisine bildirimde bulunulmadan yapılan bu işlemin iş mevzuatına aykırı olduğunu belirterek fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak aylıklarının ödenmeyen kısmı nedeniyle 000 TL'nin Sağlık Bakanlığından tahsiline karar verilmesini istemiştir. Başvurucu 24/6/2013 tarihli dilekçeyle talebini 301,95 TL olarak ıslah etmiştir. İstanbul Anadolu İş Mahkemesi (Mahkeme) 21/1/2014 tarihli kararla Sağlık Bakanlığının 12/5/2009 tarihli genelgesiyle alt işverene bağlı işçilere ödenecek ücretlerde bir düzenleme yapıldığını, başvurucu işçinin ücretinin bağlı olduğu alt işveren ve Sağlık Bakanlığı arasındaki bu genelgeye uygun olarak yapılan 1/8/2009 tarihli ihale sonucunda alt işveren tarafından düşürüldüğünü, yeni ihale ile belirlenen bu ücrete itiraz etmeden çalışmasına devam eden başvurucunun aradan uzun bir zaman geçtikten sonraki itirazı hakkın kötüye kullanımı olduğundan davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/1/2014 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Mahkeme 16/4/2014 tarihli muhtıra ile hüküm temyiz edilmiş olmasına rağmen dosyanın Yargıtay gidiş-dönüş ve tebliğ giderinin ödenmediğini belirtilerek dökümü yapılan posta giderinin muhtıranın tebliği tarihinden itibaren yedi günlük süre içinde tamamlanması ve aksi hâlde temyiz isteğinden vazgeçmiş sayılacağı ihtaratında bulunmuştur. Söz konusu muhtıranın incelenmesinde posta giderinin tamamlanması istenmekle birlikte tamamlanması gereken miktarın belirtilmediği saptanmıştır. Muhtıranın başvurucuya tebliğine ilişkin dosya kapsamında herhangi bir belge bulunanmamakla birlikte başvurucu vekili 18/8/2014 tarihli dilekçeyle muhtıra içeriğinde giderilmesi gereken eksiklikler açıkça belirtilmediğinden eksik harcın miktarının bildirilmesini talep etmiştir. Başvurucunun talebi üzerine 16/4/2014 tarihli muhtıra ikinci kez başvurucuya 19/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, aynı nitelikli ikinci muhtıradan sonra 30/10/2014 tarihinde 80 TL gider avansı yatırmıştır. Bu arada Mahkeme 21/10/2014 tarihli ek kararla 21/1/2014 tarihli kararın başvurucu tarafından süresi içinde temyiz edildiği ne var ki temyiz posta masrafının yatırılmadığı ve bu eksikliğin giderilmesi amacıyla çıkarılan muhtıra gereğinin süresi içinde yerine getirilmediğinden temyiz isteğinin reddine karar vermiştir. Temyiz isteğinin reddine dair karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 28/1/2015 tarihli kararla temyiz isteğinin reddine dair ek kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek onamıştır. Nihai karar 25/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 24/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ''Harç ve avans ödenmesi'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır." Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır.'' Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/1/2014 tarihli ve E.2013/18523, K.2014/2150 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Mahkemece, menfi tespit davasının feragat nedeniyle reddine karar verilmiş, yerel mahkeme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, temyiz posta gideri eksik yatırıldığından eksik 80 TL. posta giderinin tamamlanması için davalı vekiline usulüne uygun muhtıra çıkartılarak 7 günlük kesin süre verilmiş, anılan muhtıra 2013 tarihinde davalı vekiline tebliğ edilmiş ise de, davalı vekilince 7 günlük kesin süre sona erdikten sonra 2013 tarihinde eksik posta gideri yatırılmış, dosya temyiz incelemesi için Yargıtay'a gönderilmiştir.Mahkemece HUMK 434/ maddesi hükmü gözetilerek, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilmesi gerekmekte olup, bu konuda yerel mahkemece bir karar verilebileceği gibi 1990 gün 1989/3 esas 1990/4 karar sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Genel Kurulu kararı uyarınca Yargtay'ca da bir karar verilebileceğinden davalı vekilinin hükmü temyiz etmemiş sayılması nedeniyle temyiz isteminin reddi gerekmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2013/31645, K.2013/39426 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2010 tarih ve 2010/19-86 E., 2010/330 K. sayılı kararına göre, H.U.K.'nun maddesinin fıkrasında; “Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır.” hükmü yer almaktadır. Buna göre hakim tarafından “temyiz harç ve giderlerinin tamamlanması için yedi günlük kesin süre” verilmesi ve ayrıca yazılı olarak “aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu”nun bildirilmesi gerekmektedir. Şayet, bu süre, yasada belirtilen usule uyulmadan ve yazılıp altı hakimce imzalanmadan verilmişse, dolayısıyla da hakim tarafından usulünce düzenlenmiş muhtıra yoksa, geçerli bir bildirimin yapıldığından söz etmeye de olanak yoktur.Mahkeme yazı işleri müdürünün veya kalem personelinin temyiz harcı veya giderinin tamamlanması için temyiz edene süre vermesi usule aykırıdır ve mahkeme yazı işleri müdürünün veya kalem personelinin vermiş olduğu süre üzerine temyiz harcını veya giderini ödememiş olan taraf, temyiz talebinden vazgeçmiş sayılamaz.Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulamasına göre, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434/ maddesi çerçevesinde hakim kararı ile eksik harç ve giderlerin tamamlanması istemiyle ayrıca, bir muhtıra düzenlenmeli ve bu muhtırada, yapılması gereken işlemin ne olduğu açıkça ve ilgili tarafın yanılmasına neden olmayacak biçimde gösterilmeli; buna yönelik olarak da ikmal edilecek harç ya da giderin miktarı, yatırılacağı yer, yatırma süresi ve muhtıraya uyulmamasının sonuçları net biçimde açıklanmalıdır.Somut olayda mahkemece yukarıda belirtilen usule uygun muhtıra düzenlenmediği, hakimin sicil numarası ve imzasını taşımayan tebligat parçasının üstüne sadece “iş bu tebligatı aldığınız tarihten itibaren bir haftalık kesin süre içinde gerekçeli temyiz dilekçenizi ve temyiz posta gideri olan 90 TL'yi mahkememiz veznesine depo etmeniz gerektiği aksi takdirde temyiz talebinden vazgeçmiş sayılacağına karar verileceği hususu ihtaren tebliğ olunur.” ibaresi yazılarak tebliğe gönderildiği, 2013 tarihinde temyiz eden vekiline tebliğ edildiği, temyiz posta giderinin 2013 tarihinde yatırılmış olduğu anlaşılmıştır.Şu durumda; tebligat üzerine yazılan ve hâkimin sicil numarası ve imzasını taşımayan açıklamalar, yasanın aradığı yönteme uygun kabul edilemeyeceği gibi, hâkim tarafından verildiğinin kabulüne de olanak yoktur. Bu bakımdan hukuki sonuç doğuracak nitelikte olmadığı, anlaşıldığından temyiz isteminin süresinde yapıldığı kabul edilerek, Büyükçekmece İcra Hukuk Mahkemesi'nin 2013 tarih ve 2013/216-857 sayılı davalı vekilinin temyizden vazgeçmiş sayılmasına ilişkin kararının kaldırılarak işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verildi.''B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensipleriningözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM, Sözleşme'nin maddesinde mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM; bu sınırlamaların, kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7104
Başvuru, temyiz posta gideri süresinde yatırılmadığından temyiz incelemesinin yapılmaması ve hükme esas alınan sözleşmenin bağlayıcılığına yönelik itirazlarının dikkate alınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucuların pasaportlarının iptali ve umuma mahsus pasaport verilmesi taleplerinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/33023 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2018/33023 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. 2018/33023 numaralı bireysel başvuru dosyasına ait başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular akademisyen olarak görev yapmaktayken olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Bununla birlikte ilgili KHK hükümleri uyarınca başvurucuların pasaportları iptal edilmiştir. Devam eden süreçte yurt dışında mesleki faaliyetlerde bulunmak amacıyla kendilerine umuma mahsus pasaport düzenlenmesini talep eden başvurucuların bu talepleri reddedilmiştir. İşlemin iptali istemiyle açılan davalarda başvurucular dava ve istinaf dilekçelerinde, yargı yerleri tarafından haklarında verilmiş yurt dışına çıkış yasağının bulunmadığını, 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesinde yer alan pasaport veya seyahat vesikası verilmeyecek kişiler arasında yer almadıklarını, pasaportlarının iptal edilmesinin ve umuma mahsus pasaport verilmesi talebinin reddedilmesinin maddi ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür. Seyahat hürriyetlerinin ihlal edildiğini vurgulayan başvurucular, yurt dışına çıkışlarının genel güvenlik bakımından mahzurlu bir durum olmadığını belirtmiştir. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçelerinde; başvurucuların KHK ile kamu görevlerinden çıkarıldığı vurgulanarak ilgili KHK hükmü uyarınca kendilerine pasaport düzenlenemeyeceği belirtilerek başvurucuların pasaportlarının iptal edilmesinde ve/veya umuma mahsus pasaport düzenlenmesine yönelik taleplerinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucular nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların pasaport verilmesi talebinin reddedilmesine ilişkin ilgili KHK'lerde yer alan hüküm şöyledir:"... Bu kişiler hakkında ilgili bakanlık ve kurumlarca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir." Bu düzenlemeler devam eden süreçte kanunlaşarak ilgili Kanun hükümleriyle aynen kabul edilmiştir. 5682 sayılı Kanun'un "Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen yurtdışındaki her türlü eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucu ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere pasaport veya seyahat vesikası verilmez." Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021 §§ 19-30; Onur Can Taştan [GK], B. No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 19-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33023
Başvuru, kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucuların pasaportlarının iptali ve umuma mahsus pasaport verilmesi taleplerinin reddi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonlarca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Sırasıyla yukarıdaki başvuruculara ait 2015/3432, 2015/3954, 2015/4586, 2015/4679, 2015/6126, 2015/5912, 2015/3353, 2015/5910, 2015/3373, 2015/6122, 2015/3431, 2015/6123, 2015/4678, 2015/6125, 2015/6127, 2015/5110, 2015/5911 numaralı dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/5463 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine; incelemenin 2015/5463 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Tunceli'nin Ovacık ilçesine bağlı köylerde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köylerinin boşaltılmasıyla yerleşim yerlerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmiş; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyon tarafından yapılan inceme ve değerlendirme sonucu bazı başvurucuların talepleri kısmen kabul edilmiştir. Başvurucular, Komisyon tarafından belirlenen zararlarının gerçek zararlarını karşılamaktan uzak olduğu ve manevi tazminata da karar verilmesi gerektiği gerekçeleriyle uyuşmazlık tutanağı imzalayarak Komisyon kararının iptali istemiyle dava açmışlardır. İdare mahkemeleri muhtelif tarihli ve sayılı kararlarıyla, Komisyon kararlarını eksik incelemeye dayalı oldukları gerekçesiyle iptal etmiştir. Kararlarda 5233 sayılı Kanun'a göre manevi tazminata hükmedilemeyeceği de belirtilmiştir. Başvurucular iptal kararlarını temyiz etmişlerdir. Temyiz dilekçelerinde özellikle mahkemelerin hayvan zararlarına ve birim fiyatlara ilişkin değerlendirmeleri ile manevi tazminata ilişkin değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Kararlar Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular muhtelif tarihlerde süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İptal kararları üzerine Komisyonca her bir başvurucu için yeniden hesaplama yapılmış ve belirlenen tutarlarda tazminatın başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir. Komisyonun yeni kararları akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucular vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhnameler, muhtelif tarihlerde başvurucuların vekilleri tarafından imzalanmış ve söz konusu tutarlar başvuruculara/avukatlarına ödenmiştir. Diğer taraftan başvuruculardan Halil Karataş, Kenan Bozooğlu, Sabri Kırmızıtaş, Saher Elmas ve Sait Aktaş 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun uyarınca kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına21/2/2014 ve 25/2/2014 tarihlerinde başvurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat ödenmesini istemişlerdir. Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından 15/12/2014 tarihli kararla, başvurucuların Tunceli Valiliğindeki Komisyona başvurdukları tarihlerde (5/4/2006, 11/4/2006, 5/5/2006) başlayan ve 15/12/2014 tarihi itibarıyla henüz devam ettiği anlaşılan 8 yılı aşan süre için Halil Karataş, Kenan Bozooğlu, Sabri Kırmızıtaş, Saher Elmas ve Sait Aktaş'a ayrı ayrı 100 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Bu beş başvurucu, tazminatı yetersiz bularak ve vekâlet ücreti ile başvuru masrafları hakkında karar verilmediği iddialarıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu tarafından anılan kararlar hukuka uygun bulunarak 6/3/2015, 9/3/2015, 26/3/2015, 3/4/2015 tarihlerinde itirazlar reddedilmiştir. Kararların kesinleşmesinin ardından 100 TL tazminatın 24/6/2015, 26/6/2015, 29/6/2015, 2/7/2015 tarihlerinde her bir başvurucunun vekilinin hesabına yatırılarak ödendiği anlaşılmıştır. Adı geçen beş başvurucuya ait başvuru formlarında ve 8/1/2019 tarihine kadarki süreçte, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna makul süre şikayetiyle yapılan başvurudan, bu başvurunun sonucundan ve lehe takdir edilen tazminattan herhangi bir şekilde bahsedilmemiş, bilgi verilmemiştir. Daha sonra, başvurucular vekili tarafından Anayasa Mahkemesine verilen 8/1/2019 tarihli dilekçede, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından 15/12/2014 tarihli kararla tazminat ödenmesine karar verildiği ve bilahare kararın infaz edildiği belirtilerek makul süreye ilişkin şikayetten vazgeçildiği bildirilmiştir. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. " Aynı Yönetmeliğin "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır." Aynı Yönetmeliğin "Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır." Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un amaçlarından birinin özetle terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un maddesinin gerekçesinde ise sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname imzalanmasının dava açılmasını engelleyici olduğu belirtilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), söz konusu başvuruya benzer şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkin olarak sulhname imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlarına ilişkin zararla manevi zararının tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan bir grup başvuruyu incelediği Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08, 28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının -taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği için- yerel boyuttaki bu uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm beyanlarında (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz edilmediğini gözlemlediğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların (sulhname) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil edildiğini, bu hâlde başvuranların ne 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını ne de bu anlaşmaların sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini belirtmiştir. AİHM'e göre söz konusu düzenleme, başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirmektedir ve uluslararası boyutta bu anlaşmanın söz konusu ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşılmıştır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77). AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesiyle ilgili yukarıda belirtilen sonuçların ayrıca bu şikâyete de uygulanabilir olduğu kanaatinde olup AİHM'e göre sulhnamelerin imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Akbayır ve diğerleri / Türkiye, § 78).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5463
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvuruların bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/6129
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 10/10/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 26/11/2014 tarihinde, başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucular İdris Kesikbaş ve Musa Kesikbaş tarafından yapılan 2014/16361 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucular Sezgin Kesikbaş ve Ali Horos tarafından yapılan 2014/16359 numaralı bireysel başvuru dosyası aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/16359 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/3/2015 tarihinde, başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 26/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 29/11/2006 tarihinde gözaltına alınmışlardır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 1/12/2006 tarihli ve 2006/65 Sorgu sayılı kararı ile başvurucuların tutuklanmalarına karar vermiştir. Başvurucular ve diğer on iki şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 29/3/2007 tarihli ve E.2007/508 sayılı iddianamesi ile "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etmek, silahla kasten yaralamaya teşebbüs etmek, yağmaya teşebbüs etmek, infaz kurumuna yasak eşya sokmak, infaz kurumunda yasak eşya bulundurmak, suç delillerini değiştirmek, genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak, mala zarar vermek ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2007/199 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 27/6/2007 tarihinde başvurucular Ali Horos ve İdris Kesikbaş'ın, 9/7/2007 tarihinde başvurucu Musa Kesikbaş'ın ve 10/11/2009 tarihinde başvurucu Sezgin Kesikbaş'ın tahliyelerine karar verilmiştir. Özel yetkili mahkemelerin kapatılması üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince, 10/3/2014 tarihli karar ile dava dosyası görevli ve yetkili Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/100 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama halen devam etmektedir. Başvurucular, 10/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16359
Başvurucular, "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde basın açıklaması yapılması nedeniyle idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, öğretmen olup Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonunun (TÜRKİYE KAMU-SEN) ve Türkiye Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolu Kamu Çalışanları Sendikasının (TÜRK EĞİTİM-SEN/Sendika) Niğde Şube başkanıdır. Niğde Valiliğinin 6/7/2004 tarihli basın açıklamalarının nerelerde yapılıp yapılamayacağına dair kararı 5/8/2004 tarihli ve 25444 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:  “…kamuoyuna hitaben her türlü açıklama ve basın açıklamalarını yapmak isteyen yerli-yabancı gerçek ve tüzel kişilerin sorumluluğu ile kamu görevlilerinin görev ve yetkilerini kapsayan ve kamu düzenini bozmadan, kamu güvenliği içerisinde yapılabilmesi için alınan güvenlik tedbirleri karara bağlanmıştır.Bu kararda, huzur, güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla Anayasanın 26 ncı maddesi 5442 sayılı İl idaresi Kanununun 11 inci maddesi ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 22 nci maddesi hükümlerine istinaden gerçek ve tüzel kişiler tarafından basına ve kamuoyuna hitaben yapılacak basın açıklamalarının yapılması veya yapılmaması gereken yerler aşağıdaki şekilde belirtilmiştir.Madde 1 — Valiliğimize bağlı tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki kapalı alanlarda usulüne uygun olarak önceden izin almak veya bildirimde bulunmak kaydıyla yapılması,Madde 2 — Valilik binası başta olmak üzere, tüm kamu kurum ve kuruluşları önünde ve bunlara ait müştemilatlarda (otopark, bahçe meydanları ve benzeri) ise yapılmaması,Madde 3 — Umuma mahsus yerlerde ise; İlimiz Belediye Parkı önünde (araç ve yaya trafiğini engellemeyecek şekilde) yapılması,…uygun görülmüştür.” Başvurucu ve diğer Sendika yöneticileri, Sendikanın kararı doğrultusunda İl Millî Eğitim Müdürlüğü bünyesinde görev yapan eğitim kurumu yöneticilerinin görev sürelerinin uzatılmasına ilişkin olarak oluşturulan değerlendirme komisyonunun keyfîlikten de öte kasıtlı olarak yaptıklarını iddia ettikleri ve sendika üyesi olan kurum yöneticilerinin yöneticilik görevlerinin sonlanmasına yol açacak değerlendirmelerini protesto etmek istemişlerdir. 25/8/2014 günü saat 00 sıralarında başvurucunun da içinde bulunduğu yaklaşık otuz kişilik grup TÜRK EĞİTİM-SEN'e ait kapalı vaziyetteki flamalarla Cumhuriyet Caddesi'ndeki Valilik binası önüne gelmiştir. Valilik binası önünde toplanan grup, okul yöneticilerine verilen değerlendirme puanlarında haksızlık yapıldığını kamuoyuna duyurmak amacıyla bir basın açıklaması yapmıştır. Daha önce alınan duyum üzerine emniyet güçleri yeteri kadar personel ile Valilik önünde tedbir almıştır. Sözlü olarak yapmak istedikleri basın açıklamasının Valilik binası önünde ve müştemilatında yapılamayacağı, bu yönde Valiliğin kararı bulunduğu, basın açıklaması yapılması durumunda emre aykırı davranış nedeniyle kendilerine idari para cezası verileceği yönünde yetkililer tarafından gruba uyarı yapılmıştır. Söz konusu gruptakiler basın açıklamasını yapacaklarını belirtmiş ve hukuki olarak ne gerekiyorsa yapılması yönünde karşılık vermişlerdir. Başvurucu "Türk Eğitim-Sen Niğde Şubesi" ifadesi yazılı pankartın arkasına geçerek Valilik binasının dışında bulunan duvarın önündeki kaldırımda yaya trafiğini kısmen engeller vaziyette toplanan kalabalığa ve basın mensuplarına hitaben saat 10 sıralarında basın açıklaması yapmıştır. Basın açıklaması on beş dakika sürmüş ve saat 25'te grup olaysız bir şekilde dağılmıştır. Niğde Emniyet Müdürlüğü (İdare) tarafından basın açıklamasına katıldığı tespit edilen ve başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilere 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduklarından bahisle 189 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu 29/8/2014 tarihinde idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Niğde Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 17/3/2015 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararında; İdare tarafından gönderilen cevap yazısına atıf yapılarak başvurucu ve arkadaşlarının Valilik kararı ile basın açıklaması yapılamayacak yer olarak belirlenen Cumhuriyet Meydanı'nda basın açıklaması yapılmayacağı, aksi durumda idari para cezası uygulanacağı şeklinde uyarıldıklarının belirtildiğine yer verilmiştir. Kararda, Valiliğin basın açıklamalarının yapılacağı ve yapılamayacağı yerlerin belirlenmesine ilişkin kararı ve kamera görüntüsüne ait çözüm tutanakları dikkate alınarak idari yaptırım kararında herhangi bir usul ve yasaya aykırılık bulunmadığına karar verilmiştir. Karar başvurucuya 18/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31); Rıza Gökçen Erus ve diğerleri (B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30) kararları. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mevcut başvuruya benzer başvurulardan olan Akarsubaşı/Türkiye (B. No: 70396/11, 21/7/2015) başvurusunu 21/7/2015 tarihinde karara bağlamıştır. Devlet memuru ve Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) üyesi olan başvurucu, Adana Adliyesi önünde Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) tarafından düzenlenen gösteriye katılmıştır. Burada bir basın açıklaması okunmuş ve göstericiler söz konusu basın açıklaması çerçevesinde kendi kurumlarında kreş yapılmasını talep etmişlerdir. Daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin olarak verilmiş Valilik kararını ihlal edecek şekilde Adliye Sarayının giriş merdivenleri önünde yapılan bu basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 5326 sayılı Kanun’un maddesine dayanılarak 143 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucunun itirazları Mahkemece reddedilmiştir. AİHM; devletlerin yalnızca barışçıl toplantı hakkını korumakla değil aynı zamanda bu hakka yasaya aykırı nitelikte dolaylı sınırlamalar getirmekten kaçınmakla da yükümlü olduklarını hatırlatmıştır. AİHM, basın açıklamasının barışçıl özelliğine vurgu yapmış ve kamu makamlarının barışçıl biçimde yapılan bir gösteriye karşılık vermeleri gerektiğinde başvurucunun barışçıl şekilde gösteri yapma hakkı ile yerel makamların kamu düzenini koruma hakkı arasındaki dengeyi sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir. AİHM, ilk derece mahkemesinin söz konusu dengelemeyi yapmadığı gibi gösterinin amacını ve barışçıl niteliğini de değerlendirmediğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre başvurucuya yalnızca basın açıklamasının okunması gereken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle para cezası verilmesi, bir sendikaya üye olan herkesi cezalandırılma korkusuyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanmaktan caydırabilecek niteliktedir. AİHM 5326 sayılı Kanun’un maddesinin imkân verdiği müdahalenin zorlayıcı bir sosyal gereksinime karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli gerekçe ile gösterilemediği ve Sözleşme’nin maddesi anlamında demokratik bir toplumda gerekli olarak görülemeyeceği sonucuna varmıştır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5365
Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde basın açıklaması yapılması nedeniyle idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; askerlik görevini ifa sırasında bunalıma girdiğine ve intihar edebileceğine dair emareler bulunmasına rağmen görevli komutanların müdahale etmemesi ve gerekli önlemleri almamaları nedeniyle meydana gelen ölüm dolayısıyla yaşam hakkının; gerekçe gösterilmeksizin müterafik kusur uygulanarak bilirkişi raporuyla belirlenen zararın çok cüzi bir kısmına denk gelebilecek oranda tazminat takdir edilmesi, bundan daha fazla miktarda idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi, bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkemede yargılama yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 14/2/2013 tarihinde Edirne İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerininbir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 13/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 20/2/2015 tarihinde bildirilmiş; başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 26/2/2015 tarihinde sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma ve yargılama dosyası içerikleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların Yakının Askerlik Süreci Askerlik hizmetini Edirne Süloğlu Mknz. P. Tug. K.Yrd. Tnk. Tb. Tnk. Bl. Komutanlığında yerine getiren başvurucuların yakını Tnk. Er Erdem Dilmaç, yapılan katılış muayenesinde sağlam raporu almış; psikiyatrik yönden muayene ve tedavi görmemiştir. Erdem Dilmaç’ın psikolojik ve ekonomik sıkıntılarına ilişkin rehberlik danışma merkezine ya da amirlerine herhangi bir müracaatı olmamıştır. Kendisi hakkında düzenlenen danışmanlık kartında da başarılı ve azimli bir asker olduğu, herhangi bir problemini beyan etmediği kaydedilmiştir. Erdem Dilmaç, askerliği sırasında mekanik nişancılık ve atış eğitimi almıştır. Başvurucuların yakını 22/8/2010 tarihinde, silahlı ve mermili olarak ifa edilen yol devriye nöbetinin bitimine az bir zaman kala nöbet mahallinde göğüs bölgesinden vurulmuş olarak bulunmuş ve şahsın vefat ettiği anlaşılmıştır. Ceza Soruşturması Süreci Olayın bildirilmesi üzerine Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından resen soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında Askerî Savcı eşliğinde adli tıp uzmanları tarafından gerçekleştirilen otopsi neticesinde Erdem Dilmaç’ın (müteveffa) bitişik atış neticesinde ateşli silah yaralanması sonucu gelişen akciğer ve kalp hasarına bağlı yoğun kan kaybı sebebiyle vefat ettiği tespit edilmiştir. Edirne İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi tarafından olay yerinde ve müteveffanın cesedi üzerinde inceleme yapılarak olay yeri inceleme raporu hazırlanmıştır. Olay yerinde bulunan silah, boş kovan ve müteveffanın kıyafetleri üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirilmiştir. İnceleme neticesinde düzenlenen uzmanlık raporları uyarınca müteveffanın ölümü sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının müteveffaya teslim edilen piyade tüfeğiyle vücuduna bitişik şekilde yapılan atıştan kaynaklandığı, başka bir kişinin atışa fiilen dâhil olduğuna dair hiçbir delil ve emare bulunmadığı belirlenmiştir. Müteveffanın üzerinden çıkan iki farklı mürekkepli kalemle yazılan notlar üzerinde kriminal inceleme yapılarak bu notların müteveffa tarafından kaleme alındığı tespit edilmiştir. Müteveffanın cebinde çıkan ilk notta “Ben hırsız değilim.”, “Beni bunalıma siz soktunuz.”, “Y. uzman ve E. Astsubay bana dün hırsız gibi baktınız, asıl hırsız size benim hakkımda bilgi verendir.” “Sorumlu sizsiniz.” şeklinde, ikinci notta ise “A. bana başka çare bırakmadınız namusum üzerine yemin ederim ki bölükte olan hısızlıklardan hiçbir bilgim yok ve senin telefonunu ben almadım.”, “A ve N’(y)e hakkımı helal etmiyorum.” ve “Bölükte herkes benim hakkımda ne düşünüyorsa yanlış düşündü.” şeklinde ifadeler yer aldığı tespit edilmiştir. Soruşturma kapsamında müteveffanın arkadaşlarının ve komutanlarının tanık olarak ifadeleri alınmıştır. Tanık ifadelerinde müteveffanın içine kapanık, askerlikle uyumlu, herhangi bir disiplin ve uyum sorunu olmayan ancak ekonomik sıkıntıları olan bir personel olduğu, bu nedenle arkadaşlarına borçları olduğu, arkadaşlarının kendisine küçük ve basit yardımlarda bulunduğu beyan edilmiştir. Bölük içinde cep telefonu çalınması olayında adının geçtiği anlaşılmıştır. Ancak üzerinde bulunan notlarda da bahsettiği bu olayla ilgili olarak kendisine resmî bir suçlama yöneltilmediği tespit edilmiştir. Bu kapsamda Askerî Savcılığın 11/10/2010 tarihli ve E.2010/639, K.2010/48 sayılı kararıyla “soruşturma neticesinde toplanan bilgi ve delillerin tahlili neticesinde, müteveffanın kendisini ruhsal bunalıma sürükleyen ekonomik ve maddi sorunların olumsuz tesiri altında, olay günü nöbet sebebiyle hamili olduğu silah ve mermileri kullanıp göğüs bölgesine bir el ateş etmek suretiyle kendi hayatına son verdiği anlaşılmış; müteveffanın eylemi öncesinde kendisini intihara sevk etmekte veya eylemi sonrasında müteveffanın durumunu tespit, teşhis ve müdahale görevinin yapılmamasında kastı, kusuru ya da ihmali bulunan herhangi bir kişiye veya herhangi bir suç unsuruna rastlanılmamıştır.” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan karara karşı başvurucuların vekilinin yaptığı itiraz, Çorlu Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 8/12/2010 tarihli ve 2010/A-12 Evrak ve 2010/1357 Müteferrik sayılı kararıyla reddedilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açılan Tazminat Davası Süreci Başvurucuların maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle yaptıkları idari müracaatın zımnen reddedilmesi üzerine açılan tam yargı davasında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/1193, K.2012/170 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebinde bulunması üzerine aynı Dairenin 5/12/2012 tarihli ve E.2012/527, K.2012/1146 sayılı kararıyla davacılar yakınının intihar olayından sonra üzerinde çıkan notlar ve tanık ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde müteveffanın görev yaptığı birlikte bir askerin cep telefonunun kaybolduğu, arkadaşlarının müteveffadan şüphelenerek onu sorguladıkları, onun da bundan etkilenip emre aykırı olarak silah şarjörünü tam doldurarak nöbete gittiği, bu durumun tanık er A. G. tarafından bilinmesine rağmen birlik komutanına bilgi verilmediği hatta tanık er E. K.nın beyanına göre A. G. ve A. Ö. ile birlikte bulundukları bir ortamda ciddi söylenmiş söz olarak algılanmasa dahi müteveffanın ''... Ben kafama sıkacağım, bu işi kökten çözeceğim...'' şeklinde sözler sarf ettiği, bu ve benzeri emarelere rağmen gerekli tedbirin alınmadığı, kendi beyanına göre yapmadığı bir hırsızlık eyleminden dolayı suçlanmasını hazmedemeyen müteveffanın intihar ettiği, intihar edeceğine ilişkin emareler göstermesine ve bu durumun davacıyla aynı birlikte görevli başka personel tarafından bilinmesine rağmen gerekli tedbirin alınmadığı, bu nedenle hizmetin iyi ve sağlıklı şekilde işletilmemesinden kaynaklanan hizmet kusurunun bulunduğu, bununla birlikte ölüm olayının davacılar yakınının kendi iradesiyle vuku bulması sebebiyle dava konusu olayda müteveffanın da müterafik kusurunun olduğunun anlaşıldığı, zararın tespiti amacıyla yapılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 12/11/2012 tarihli raporda davacı anne Cemile Dilmaç'ın 874 TL, davacı baba Metin Dilmaç'ın ise 042 TL maddi tazminat hak edişinin mevcut olduğunun bildirildiği, bilirkişi raporunun uygun bulunduğu belirtilip karar düzeltme isteminin kabulüne, müteveffanın müterafik kusuru da dikkate alınarak başvurucular için maddi ve manevi toplam 050 TL tazminata, 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi uyarınca davalı idare lehine ise toplam 387 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Karar, başvuruculara 29/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, süresi içinde 14/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 1602 sayılı Kanun’un “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı maddesi şöyledir: “Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılabilir. Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.” 659 sayılı KHK’nın “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1439
Başvuru, askerlik görevini ifa sırasında bunalıma girdiğine ve intihar edebileceğine dair emareler bulunmasına rağmen görevli komutanların müdahale etmemesi ve gerekli önlemleri almamaları nedeniyle meydana gelen ölüm dolayısıyla yaşam hakkının; gerekçe gösterilmeksizin müterafik kusur uygulanarak bilirkişi raporuyla belirlenen zararın çok cüzi bir kısmına denk gelebilecek oranda tazminat takdir edilmesi, bundan daha fazla miktarda idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi, bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkemede yargılama yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 18/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33449
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, cezaevinde hükümlü bulunan başvurucuya ait sekreter altlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlığın görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1973 doğumlu olup Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde hükümlüdür. Başvurucunun cezaevi kantininden aldığı sekreter altlığını tamir ettirmek üzere ağaç işleri atölyesine götürmesi üzerine sekreter altlığına el konulmuştur. Başvurucunun müracaatı üzerine Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulunca 14/4/2014 tarihli kararla başvurucunun sekreter altlığının arka kısmına ek yaptığı, içinde yasak olan maddeler saklayabileceği ve kontrolünün de zor olduğu gerekçeleriyle hükümlüye verilmesinin uygun olmadığına; sekreter altlığının arkasına yapılmış olan ahşap ilavenin sökülmesi durumunda başvurucuya iade edilebileceğine karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı 28/4/2014 tarihinde Sincan İnfaz Hâkimliğine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Sincan İnfaz Hâkimliğince 5/5/2014 tarihli kararla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, hükümlü hakkında yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu ve mevzuata aykırı bir yönünün bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı 12/5/2014 tarihli dilekçe ile Sincan Ağır Ceza Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 16/5/2014 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Bu karar 26/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir."  17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ".. Hükümlülerin kendilerini geliştirmeleri için gerekli görülen eğitim ve kültürel çalışmalarında kullanabilecekleri malzemeleri, koğuş, oda ve eklentiler dışında, idare tarafından uygun görülecek yerlerde ve denetim altında bulundurmasına ve kullanmasına kurum olanakları çerçevesinde izin verilebilir.  ... Ceza infaz kurumu işyurdu yönetim kurulunca kantinde satışına karar verilen, bu Yönetmelikte sayılmayan ve kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyen eşyaların stok oluşturmayacak şekilde koğuş, oda ve eklentilerde bulundurulmasına izin verilebilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesine Protokol'le eklenerek 1/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren önemsiz zarar kriterine ilişkin içtihadında bu yeni kriterin, Sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan hakların Avrupa düzeyinde hukuksal açıdan korunmasını sağlama yönündeki temel görevine yoğunlaşması için önemsiz başvuruları ivedilikle inceleme olanağı vermesi amacıyla oluşturulduğunu belirtmektedir (Stefanescu/Romanya [k.k.], B. No: 11774/04, 12/4/2011, § 35). "Deminimis non curat praetor" prensibine göre yeni kabul edilebilirlik şartı -bir hak ihlali ne denli gerçek olursa olsun- uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmeyi gerektirecek asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiği görüşüne dayanır (Korolev/Rusya (k.k.), B. No: 25551/05, 1/7/2010). Bu kriterin incelenmesinde ihlal edildiği iddia edilen hakkın mahiyetini, ihlal iddiasının ciddiyeti ve/veya ihlalin başvuranın kişisel durumu üzerinde oluşturacağı olası sonuçlarını da gözönünde bulundurmak gerekir (Giusti/İtalya, B. No: 13175/03, 18/10/2011, § 34). AİHM, söz konusu kriteri uygularken Sözleşme ve protokollerinin güvence altına aldığı insan haklarına saygının başvurunun esastan incelenmesini gerektirip gerektirmediği hususunu da incelemektedir. Bu kapsamda AİHM, önem kriteri getirilmeden önce deönüne gelmiş olan Sözleşme ile ilgili hususta açık ve çokça uygulanmış olan bir içtihadın bulunması durumunda bu incelemenin yapılmasının gerekli olmadığına hükmettiğini (Van Houten/Hollanda (kayıttan düşürme), B. No: 25149/03, 29/9/2005, §§ 33-38; Kavak/Türkiye (k.k.), B. No: 34719/04 ve 37472/05, 19/5/2009) hatırlatarak Mahkeme içtihatlarını genişletebilecek veya bunlara katkı sağlayabilecek nitelikteolmayan başvuruları incelememektedir (Tayfun Görgün/Türkiye (k.k.), B. No: 42978/06, 16/9/2014).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10204
Başvuru, cezaevinde hükümlü bulunan başvurucuya ait sekreter altlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/33638 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/33638 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33638
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, öğrencilik statüsünün kazanılmamış olduğundan bahisle Yükseköğretim Kurumu ile ilişiğin kesilmesine ilişkin işlem nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 17/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından herhangi bir görüş bildirilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, özel yetenek sınavı ile öğrenci alan Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunun (BESYO) 2011-2012 eğitim-öğretim yılı için açmış olduğu sınava girmiştir. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM)tarafından yayımlanan "2011 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu"nda söz konusu Üniversitenin Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Programı için yirmisi bayan, otuzu erkek olmak üzere toplam elli kontenjan bulunduğu ilan edilmiştir. Başvurucu, sınav sonucunda bayan adaylar arasında yedek sırada yer alarak asıl listeye girememiştir. Üniversitenin resmî İnternet sayfasında 2011-2012 eğitim-öğretim yılı kesin kayıt işlemleri ve kayıt tarihlerine ilişkin duyuruda asıl kayıt tarihinin 12/9/2011, yedek kayıt tarihinin ise 13/9/2011 olduğu açıklanmış; asıl ve yedek öğrencilerin kayıtlarının yapılmasından sonra boş kontenjan olması durumunda 21/9/2011 tarihinde İnternet'ten boş kontenjanların ilan edileceği ve kayıtların 23/9/2011 tarihinde yapılacağı belirtilmiştir. Ege Üniversitesi BESYO Müdürlüğü tarafından sınavı asıl olarak kazananların yer aldığı elli kişilik öğrenci listesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığına gönderilmiştir. Anılan Bölümün Öğrenci İşlerince sınavı kazanan ve asıl listede yer alan on bir bayan ve on beş erkek adayın son kayıt tarihi olan 12/9/2011 tarihi itibarıyla kayıt yaptırmadığının tespit edilmesi üzerine başarı sıralamasına göre hazırlanan yedek liste, Üniversitenin resmî İnternet sitesinden ilan edilmiş ve listede yer alan adaylardan başvuranların kaydı 13/9/2011 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu da anılan yedek listesinde adının yer alması üzerine Celal Bayar Üniversitesinde aynı bölümü asıl olarak kazanmış ve kaydını da yaptırmış olmasına rağmen bu programdaki kaydını sildirerek Ege Üniversitesi BESYO'ya anılan tarihte kaydını yaptırmıştır. Aynı gün kayıt işlemlerinin kontrolü sırasında asıl listede olan on kız ile on iki erkek öğrencinin kaydını yaptırdığı hâlde belgelerinin personel hatası nedeniyle dikkate alınmadığı fark edilmiş ve aslındaasıl listeden sadece bir kız ve üç erkek öğrencinin kayıt yaptırmadığı anlaşılmıştır. Hatanın fark edilmesi üzerine yedek listelerden kaydı yapılan on sekiz öğrenci için 14/9/2011 tarihli ve 6122 sayılı yazı ile Yükseköğretim Kurulundan (YÖK) 2011-2012 eğitim-öğretim yılına mahsus olmak üzere kontenjan sayısının altmış sekize çıkarılması talebinde bulunulmuştur. Öte yandan 21/9/2011 tarihli duyuru ile ikinci yedek liste ilan edilerek üç erkek ve bir kız öğrenci için daha kontenjan açıldığı duyurulmuştur. Bu arada kontenjan artırım talebinin YÖK tarafından 22/9/2011 tarihli karar ile reddedildiği 27/9/2011 tarihinde idareye tebliğ edilmiştir.  Bu gelişme üzerine, Ege Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığının 19/10/2011 tarihli ve 7894 sayılı işlemiyle YÖK'ün kontenjan artırımı talebini reddettiğinden bahisle yedek liste üzerinden kaydı yapılan 22 öğrencinin üniversite ile ilişikleri kesilmiştir. Başvurucu söz konusu işlem üzerine dava açma süresi içerisinde İzmir İdare Mahkemesinde işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 9/12/2011 tarihli ve E.2011/2226 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş, anılan karara itiraz edilmesi üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından 11/1/2012 tarihli ve Y. İtiraz No: 2012/47 sayılı karar ile itirazın kabulüne ve Idare Mahkemesince yürütmenin durdurulması isteminin reddi yolunda verilen kararın kaldırılmasına oyçokluğu ile karar verilmiştir. Anılan karar üzerine başvurucu, söz konusu okulda öğrenci olarak eğitim almaya devam etmiştir. İzmir İdare Mahkemesi 30/5/2012 tarihli ve E.2011/2226, K.2012/977 sayılı kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "... Doktrinde kazanılmış hak; objektif bir hukuk kuralının kişi hakkında uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi, böylece objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönmesi, hukuka aykırı işlemlerde ise; bir süre yararlanılması sonucunda Anayasa ve yasalarca korunmaya değer hak haline gelmesi olarak tanımlanmaktadır. Özellikle, hukuka uygun olarak elde edilen meşru hakların korunması, anılan kazanılmış hak ilkesi nedeniyle geniş uygulama alanı bulmaktadır. Öte yandan idare hukukunun önemli bir ilkesi de, idari işlemlerdeki doğruluk karinesidir. İdarenin tek taraflı kararlarına vatandaşın uyma mecburiyetini getiren bu ilkenin doğal sonucu olarak da, idari işlemlerde devamlılık ve istikrar sağlanmaktadır. Buna karşılık idarelerin de yokluk, açık hata ve ilgilinin gerçek dışı beyanı veya hilesi ile tesis edilen idari işlemler ayrık tutulmak kaydıyla kişiler lehine sonuç doğuran diğer hatalı işlemleri dava açma süresinin geçmesinden sonra geri alamayacakları hususu yargı kararlarıyla istikrar kazanmıştır. (Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun E: 1968/8, K: 1973/14 sayılı Kararı) idari istikrar ilkesinin uzantısı olan bu ilkeler bir yandan devamlı olan idarede istikrarı sağlarken, aynı zamanda ilgililer açısından da hukuki güvenlik ortamı yaratmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, ilgili kimsenin etkin bir şekilde korunması, her bir uyuşmazlığa uygun olacak şekilde somut mekanizmalar aracılığıyla sağlanır. Bu mekanizmalar, geriye yürümezlik ilkesi, usuli önlemler, yetki ve sorumluluk gibi denetim ölçütleri yanında, kazanılmış haklara saygı ve haklı beklentilerin korunmasıdır. Kazanılmış hak, her ne şekilde olursa olsun, kişilerin Devlet ve hukuka güvenerek geleceklerini planlamalarına imkan tanınması,yine bu güvene dayanarak kurdukları ilişkilerin tanınması ve korunması gereğinin bir ürünüdür. Kazanılmış haklar, hukuka uygun işlemler sonucunda doğarlar. Halbuki bazen, hukuka aykırı da olsa, üzerinden belirli bir süre geçmesi, iyi niyetin korunması ve idari istikrar kaygılarıyla kişilerin lehine doğan hukuki durumların korunması gereklidir. Öte yandan, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı sonuçlarına göre özel yetenek sınavı ile alınacak öğrenci sayılarının her yıl üniversitelerin teklifleri üzerine Yükseköğretim Kurulunca karara bağlandığı, 2011-2012 eğitim öğretim yılında Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu tarafından programa alınacak öğrenci kontenjanları belirlenerek Üniversite Senatosunca karara bağlandıktan sonra Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına sunulduğu ve bölümlere ait sunulan tekliflerin kabul edilerek 2011 ÖSYS Kılavuzunda yayınlandığı, 2011-2012 eğitim öğretim yılı Yökseköğretim Kurulunun kararı ile Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümünün 20 bayan + 30 erkek olmak üzere toplam ilan edilen kontenjan sayısı 50 olarak belirlenmiştir. ... Bu durumda, yapılan hatalı kayıt işleminin davalı idare tarafından da kabul edildiği, bu hatanın telafisi amacıyla Yükseköğretim Kurulu Başkanlığından kontenjan artırımı talebinde bulunulduğu, idarece kontenjan artırımı talebinde bulunulmakla kontenjan dışı alınan öğrencilere de aynı kalitede eğitim ve öğretimin verilebileceğinin kabulünün zorunlu olduğu da göz önüne alındığında, idari istikrar ilkesi ile idari güven ve tutarlılık ilkesi gereğince davacının okuldan kaydının silinmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. ..." Davalı Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından temyiz edilen İdare Mahkemesi kararı, Danıştay Sekizinci Dairesinin 19/12/2013 tarihli ve E.2012/7736, K.2013/10497 sayılı kararıyla bozulmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Her ne kadar davacı, kontenjan fazlası olarak öğrencilik kaydının yapıldığı süreçte idarece hukuka aykırı olarak tesis edildiği görülen işlemlerin tarafı olmadığı ve bu nedenle işlemlerin tesis edilmesinde kişisel olarak idareyi yanıltması olanağı bulunmadığını ileri sürmekte ise de, Anayasal düzeyde koruma gören eğitim hakkının kullanılmasında, olanakların kısıtlılığı nedeniyle fırsat eşitliğini de sağlamak üzere getirilmiş olan kuralların getirdiği sınırlamalar karşısında; bu kurallara aykırı olarak idarece "açık hataya" düşülerek yapıldığı görülen öğrenci kaydının iptal edilmesinde, hukuk güvenliği ve idari istikrar ilkelerine aykırılık bulunmamaktadır. ..." Bu karara karşı başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi yine aynı Dairenin 24/6/2014 tarihli ve E.2014/3767, K.2014/5664 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 1/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Danıştay Sekizinci Dairesinin yukarıda anılan bozma kararı üzerine dosyayı yeniden inceleyen İzmir İdare Mahkemesi 2/1/2014 tarihli ve E.2014/1115, K.2014/1242 sayılı kararıyla bozma kararına uymak suretiyle davayı reddetmiştir. Başvurucuya 15/12/2014 tarihinde tebliğ edilen bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Öte yandan başvurucu, iptal davasını müteakiben maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle İzmir İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 11/9/2015 tarihli ve E.2014/1690, K.2015/1236 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne hükmederek başvurucuya 643,48 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 643,48 TL ödenmesine karar vermiştir. Hem başvurucu hem de davalı idare tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 21/3/2016 tarihli ve E.2015/14534, K.2016/2804 sayılı kararıyla maddi tazminata ilişkin kısım yönünden onanmış; manevi tazminata ilişkin kısım yönünden ise "mahkemece takdir edilen miktarın yetersiz bulunduğu, amaç ve niteliği de dikkate alınarak kararda belirtilen ölçütlere göre tutarın yeniden belirlenmesi gerektiği" gerekçesiyle bozulmuştur. Bu karara karşı davalı idare tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup talep hakkında henüz bir karar verilmemiştir. B. İlgili Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 2880 sayılı Kanun’un maddesi ile değişik "Yükseköğretim Kurulunun görevleri" kenar başlıklı maddesinin (h) bendi şöyledir: "Üniversitelerin her eğitim - öğretim programına kabul edeceği öğrenci sayısı önerilerini inceleyerek kapasitelerini tespit etmek; insan gücü planlaması, kurumların kapasiteleri ve öğrencilerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda ortaöğretimdeki yönlendirme esaslarını da dikkate alarak öğrencilerin seçilmesi ve kabul edilmesi ile ilgili esasları tespit etmek" Aynı Kanun'un "Yükseköğretime giriş ve yerleştirme" kenar başlıklı ve 30/3/2012 tarihli ve 6287 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik maddesinin (a) bendi şöyledir:  "Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılır." Danıştay Sekizinci Dairesinin 17/10/2014 tarihli ve E.2013/4561, K.2014/7192 sayılı kararı şöyledir: "Dava, davacıların çocuğunun 2009 tarihinde girmiş olduğu ÖSS cevap anahtarının kaybolmuş olması nedeniyle uğradıklarını öne sürdükleri toplam 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi zararın sınav tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince; baba tarafından çocuğun eğitim ve öğretim giderleri için harcamalar yapılacağı açık olduğundan; son yıl eğitim masrafı olan 000,00 TL ile yiyecek, giyecek, ulaşım vb. masraflar için talep edilen ve koşullara uygun olduğu kanaat getirilen 600,00 TL zararın davacılara ödenmesi gerektiği, manevi tazminata ilişkin olarak da tazminat isteminin kısmen kabulü ile takdir olunan toplam 500,00 TL'nin ödenmesine karar verilmiştir. İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.İdare Mahkemesince maddi tazminat isteminin kısmen kabulü, kısmen de reddi yönünde verilen karar ve dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, kararın bu kısımlarının onanması gerekmektedir. Davacıların, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmı yönünden temyiz istemine gelince;Manevi tazminat, mal varlığında (patrimuanda) meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın yaşanan manevi acı ile orantılı olması gerekmektedir.Ayrıca manevi zararın tazminine hükmedilirken ilgililerin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak olay nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın kısmen giderilmesini ifade edecek, idarenin hukuka aykırılığını ortaya koyacak ve hukuka aykırılığı özendirmeyecek bir miktarın belirlenmesi gerekmektedir.Dava konusu olayda olduğu gibi, özellikle üniversitelere giriş sınavlarının gelecek kaygısıyla gerek çocuk üzerinde gerekse de veliler üzerinde çok ciddi bir stres ve endişe kaynağı olduğu tartışmasızdır. Bu yönüyle kamu hizmeti gören idarelerin azami dikkatli davranmaları önem arz etmektedir. Buna göre çocuğun en azından bir yıl üniversiteye geç girmesine neden olan idarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa giderecek düzeyde olmadığı görülmektedir.Bu durumda, anne-baba ve öğrenci için mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre Mahkemece yeniden belirlenmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, Ankara İdare Mahkemesi kararının; maddi tazminata ilişkin kısmının onanmasına, manevi tazminata ilişkin kısmının ise bozulmasına, bozulan kısım hakkında yeniden karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,... karar verildi" Yine Danıştayın anılan Dairesinin 18/7/2005 tarihli ve E.2005/410, K.2005/3559 sayılı karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararı da şöyledir: "Davacının mezun olduğu alanın ÖSYM'ye yanlış bildirilmesi nedeniyle ÖSS puanının düşük hesaplanması sonucu uğradığını öne sürdüğü 972 lira maddi, 000 lira manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan davada; davacının mezun olduğu alanın okul idaresince ÖSYM'ye yanlış bildirilmesi nedeniyle puanın düşük olarak hesaplandığı ve bu sebeple İstanbul Bilgi Üniversitesinde okumak zorunda kaldığının anlaşıldığı, hukuka aykırılığı mahkeme kararı ile tespit edilen işlemler nedeniyle davacının İstanbul Bilgi Üniversitesine yatırdığı döviz karşılığı Türk lirasının tazmini gerekeceği, olayda ÖSYM' nin herhangi bir kusuru bulunmadığı, kusur okul idaresinden kaynaklandığından bu paranın Milli Eğitim Bakanlığınca maddi tazminat olarak davacıya ödenmesi gerektiği, davacının manevi tazminat istemine gelince; idarenin açık hatası sonucu davacının yanlış olarak yerleştirildiği okulda 1 yıl okumak zorunda kaldığı ve öğrenim hayatının gereksiz yere bir yıl uzadığı için olaydan duyulan elem ve ızdırabını kısmen de olsa hafifletmek amacıyla -lira manevi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile toplam 062 lira maddi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca Ankara İdare Mahkemesindeki iptal davasının açılma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat isteminin reddine, ÖSYM'nin dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmaması nedeniyle anılan idare yönünden davacının maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminatın kısmen kabulü ile 000 lira manevi tazminatın davalı Milli Eğitim Bakanlığınca davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine, manevi tazminata yasal faiz yürütülmemesine karar veren Ankara İdare Mahkemesinin 2003 gün ve E:2002/1060, K:2003/1204 sayılı kararını temyizen inceleyerek; maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile toplam 062 lira maddi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca Ankara İdare Mahkemesindeki iptal davasının açılma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat istemini nreddine,ÖSYM' nin dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmaması nedeniyle anılan idare yönünden davacının maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminatın kısmen kabulü ile 000 lira manevi tazminatın davalı Milli Eğitim Bakanlığınca davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının onanmasına, manevi tazminata yasal faiz uygulanması isteminin reddine ilişkin kısmının bozulmasına karar veren Dairemizin 2004 gün ve E:2004/1068, K:2004/3367 sayılı kararının; 2577 sayılı Yasanın maddesi uyarınca düzeltilmesi istemi,...İstemde bulunanlar tarafından öne sürülen düzeltme nedenleri ise sözü edilen maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından, yasal dayanağı olmayan düzeltme istemlerinin reddine,... karar verildi."
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14441
Başvuru, öğrencilik statüsünün kazanılmamış olduğundan bahisle Yükseköğretim Kurumu ile ilişiğin kesilmesine ilişkin işlem nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkeme hakkının, davanın on iki yıl gibi bir sürede kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İlk başvurucunun oğlu, diğer başvurucuların kardeşi olan 1979 doğumlu A., Gökçeada Komando Alay Komutanlığı emrinde asker iken 28/7/2000 tarihinde devriye nöbeti görevini ifa ettiği sırada saat 30 sıralarında ateşli silahla vurulmuş vaziyette bulunmuştur. A. bu olay sonucu yaşamını yitirmiştir.A. Ceza Soruşturması Süreci Olay hakkında bilgilendirilen Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) nöbetçi savcısı, olayın gecikmesinde sakınca bulunan hâllerden olduğunu değerlendirerek resen soruşturmaya başlanmasına karar vermiştir. Askerî Savcı, olay mahallinde tahkikat yapmak üzere saat 00'de Kabatepe Limanı'ndan (Çanakkale/Eceabat) hareket eden feribotla Gökçeada'ya gitmiştir. Askerî savcı, olaydan sonra Gökçeada Devlet Hastanesi morguna götürülmüş olan ceset üzerinde ölü muayene işlemi gerçekleştirmiştir. Ölü muayene işlemine katılan Gökçeada Sağlık Ocağı Doktoru K.T. ileGenel Cerrahi Uzmanı H., merminin kişinin sağ klavikulasının (köprücük kemiği) orta kısmından vücuda girmiş ve sırt bölgesinden vücudu terk etmiş olabileceğini değerlendirmişlerdir. Bununla birlikte bilirkişiler, merminin çıkış deliği olarak değerlendirilen bölgenin çevresinde çapı 5 cm'lik alanı içeren cilt sıyrıkları ile milimetrelerle ifade edilebilecek siyah renkli bir alan tespit etmişlerdir. Bu durumdan şüphelenen bilirkişiler, mermi giriş ve çıkış deliklerinin tam olarak tespit edilmesi ve kişinin kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için klasik otopsi işleminin yapılmasının yerinde olacağını ifade etmişlerdir. Bunun üzerine ceset üzerinde klasik otopsi işlemi yapılması kararı alınmıştır. Askerî savcı, ölü muayene işleminden sonra olayın gerçekleştiği nöbet mahalline gitmiştir. Askerî savcı, olay günü A. ile birlikte 30-30 saatleri arasında devriye nöbetçisi olan Topçu Er E.E.nin de hazır bulunduğu kişilerle beraber keşfe başlamıştır. Olay yerinde bulunan bir adet bere, bir adet G-3 piyade tüfeği, bir adet mermi kovanı, bir adet manevra mermisi ve bir adet G-3 piyade tüfeği mermisi muhafaza altına alınmıştır. Askerî savcı, askerî yetkililerden erlerin nöbet esnasında şarjörü takılı silahlarla görev yaptığı, şarjördeki mermilerin en üstünde bir adet manevra mermisi olduğu, diğerlerinin G.3 piyade tüfeği mermisi olduğu bilgisini edinmiştir. Askerî savcı, bu bilgiler doğrultusunda olay yerinde bulunan manevra mermisi ile G-3 piyade tüfeği mermisinin şarjörün en üstünde bulunan iki mermi olduğuna kanaat getirmiştir. Askerî savcı ayrıca olay yerinde göz mesafesi ile başkaca bir mevzinin bulunmaması ve olayın gece meydana gelmesi nedeniyle A.nin diğer nöbetçiler tarafından görülmesinin mümkün olmadığını değerlendirmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelerden askerî savcının olay günü A. ile birlikte 30-30 saatleri arasında devriye nöbeti tutan Topçu Er E.E.nin ifadesini aldığı anlaşılmaktadır. Topçu Er E.E.nin 28/7/2000 tarihli ifadesinde özetle nöbet tuttukları sırada A.nin bir ara tuvaletini yapmak için uzaklaştığını ancak iki dakika sonra koşarak geldiğini ve üç kişi gördüğünü söylediğini, bunun üzerine A.nin kendisinden projektör nöbetçilerinin yanına giderek hazır kıtayı çağırmasını istediğini, projektör nöbetçilerine durumu bildirdiği sırada silah sesi duyduğunu, silah sesini duyması üzerine hemen kendi yerine gittiğini fakat A.yi orada bulamadığını, daha sonra yanına gelenlerle birlikte A.yi bir yamaçta bulduklarını ifade ettiği görülmektedir. Soruşturma kapsamında 30/7/2000 tarihinde klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen bu işlem sonucunda hazırlanan 12/10/2000 tarihli otopsi raporunda; kişinin ölümünün sağ köprücük kemiği üzerinden giren, sırttan çıkan ateşli silah mermisinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Otopsi raporunda ayrıca kişinin giysilerinin atış mesafesinin ve atış türünün belirlenmesi amacıyla Bursa Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmesi için Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına iletildiği ifade edilmiştir. A.nin hücum yeleği, askerî ceketi ve haki renkli kısa kollu fanilası Bursa Bölge Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir. Giysiler üzerinde yapılan inceleme sonucunda hazırlanan 13/9/2000 tarihli uzmanlık raporunda; hücum yeleği üzerinde herhangi bir deliğin mevcut olmadığı, askerî ceketin ön ve arka tarafında ise birer adet deliğin bulunduğu belirtilmiştir. Raporda; ceketin arka tarafında bulunan yaklaşık 12x13 cm ebadındaki deliğin etrafında atış artıklarının bulunduğu, bu deliğin ateşli bir silahla bitişik atış mesafesinden yapılan atış neticesinde meydana geldiği, bu deliğin cekete isabet eden mermi çekirdeği giriş deliği olduğu ifade edilmiş; ceketin ön tarafındaki, lifleri dışarıya doğru muntazam deliğin ise mermi çekirdeği çıkış deliği olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca fanilanın ön ve arka kısmındaki deliklerin de ceketin ön ve arka kısmında bulunan mermi çekirdeği giriş ve çıkış delikleriyle uygunluk gösterdiği ifade edilmiştir. Askerî Savcılık, otopsi raporu ile Bursa Bölge Kriminal Polis Laboratuvarının hazırladığı rapor arasındaki çelişki üzerine A. hakkındaki adli ve tıbbi evrakı Adli Tıp Kurumu Başkanlığına göndererek mermi giriş ve çıkış deliklerinin, atış mesafesinin ve kişinin kesin ölüm sebebinin belirlenmesi talebinde bulunmuştur. Askerî Savcılık ayrıca giriş deliğinin sırt bölgesi olması hâlinde kişinin kendisinin silahı ateşleyip ateşleyemeyeceği hususunun da açıklanmasını istemiştir. Askerî Savcılığın bu taleplerinin gereğinin yerine getirilebilmesi için kişinin kabrinin açılması gerektiği değerlendirilmiş, bunun üzerine fethikabir işlemi gerçekleştirilmiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu, gerek A. hakkındaki adli ve tıbbi evrakı gerekse fethikabir işlemi neticesinde elde edilen bilgileri dikkate alarak 3/10/2001 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporun sonuç kısmı şöyledir:"(...)1-Kişinin ölümünün ateşli silah yaralanmasına bağlı büyük damar ve akciğer harabiyetinden gelişen kanama sonucu meydana gelmiş olduğu, 2-Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığında yapılan otopsisinde sağ köprücük kemiği üzerinden giren sırttan çıkan ateşli silah mermi çekirdeği yaraları tarif edilmekle birlikte, burada sırttaki çıkış yarasının özelliklerinin tanımlanmadığı, mahallinde yapılan ölü muayenesinde sırttaki delik etrafında 5 cm çaplı alanı kaplayan cilt sıyrığı ve milimetriklerle ifade edilebilecek siyah renkli bir alan saptandığı, bu siyah renkli alanın cesedin yatış durumuna göre sol tarafa doğru yayıldığının belirtildiği, mahallinde çekilen fotoğrafların kurulumuzca yapılan tetkikinde bu görüntünün doğrulandığı, bu değişimin ateşli silah giriş yaralarında görülen vurma haklası olacağı, Bursa Kriminal Polis Laboratuvarında yapılan incelemede kişinin olay sırasında üzerinde bulunan askeri ceketin arka tarafında bulunan delik etrafında atış artıklarının saptandığı, kemiklerin kurulumuzca yapılan tetkikinde kaburga ve köprücük kemiklerinde bulunan kemik defekti özellikleri de birlikte değerlendirildiğinde, kişinin sırtındaki yaranın ateşli silah giriş yarası, köprücük kemiği üzerindeki yaranın ateşli silah çıkış yarası olduğu,3-Ölümüne neden olan bu atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu,4-G-3 tüfeğinin ölenin kendisi tarafından tetiğe basılarak patlaması halinde saptanan ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası ve trajesinin oluşmasının tıbben varit görülmediği oybirliği ile mütalaa olunur." Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan bir adet 62x51 mm çapındaki mermi kovanı ile iki adet 62x51 mm çapındaki mukayese kovanı gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Bursa Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne gönderilmiştir. Gerekli tetkikler yapıldıktan sonra hazırlanan 9/8/2000 tarihli uzmanlık raporunda, tetkik konusu üç adet kovanın tek bir silah ile atılmış olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Askerî Savcılık, yukarıda belirtilen tespitlerden sonra olayı faili meçhul cinayet olarak değerlendirmiş ve bu kapsamda çeşitli araştırmalar yapmıştır. Başvurucuların ifade ettiği ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) dava dosyasından anlaşıldığı kadarıyla olay hakkındaki ceza soruşturması devam etmektedir. B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular, maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 10/2/2003 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (İdare) müracaat etmiş; İdare başvuruyu reddetmiştir. Başvurucular, bunun üzerine 16/5/2003 tarihinde AYİM'de İdare aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle askerî yetkililerin ilk başta yakınları A.nin intihar ettiğini söylediğini ancak ilerleyen dönemde olayın intihar değil cinayet olduğunun anlaşılmasının kendilerini derinden etkilediğini ifade etmişlerdir. Başvurucular olayın askerlik hizmeti sırasında nöbet esnasında meydana geldiğini, olayda idarenin kusurunun bulunduğunun bir gerçek olduğunu, bir an için İdarenin kusursuz olduğu kabul edilse dahi objektif sorumluluğunun bulunduğunun açık olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular, olayda yakınlarının hiçbir kusurunun bulunmadığını ifade etmişlerdir. Başvuruculardan Saliha Dere bu davada 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde; başvuruculardan Nurcan Kaçmaz ve Yılmaz Dere 000 TL maddi, 000TL manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Diğer başvurucular ise ayrı ayrı 000 TL manevi tazminat talep etmişlerdir. Başvurucular ayrıca 000 TL cenaze nakil ve defin masrafı talebinde bulunmuşlardır. Davalı İdare ise ceza soruşturmasındaki bilgi ve belgelerden ölüm olayının İdarenin herhangi bir kusuru sonucu değil kasti bir fiil sonucu meydana geldiğinin anlaşıldığını, olayda İdareye izafe edilebilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığını belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. AYİM 13/2/2008 tarihinde Askerî Savcılığa müzekkere yazarak olay hakkındaki ceza soruşturmasının akıbetini sormuş; soruşturmanın neticelenmesi hâlinde karar suretinin gönderilmesi, soruşturmanın uzaması hâlinde ise iki ayda bir soruşturmanın safahatı hakkında bilgi verilmesi talebinde bulunmuştur. Askerî Savcılık 4/3/2008 tarihli cevap yazısında olayın faili meçhul bir ölüm olayı olarak nitelendirildiğini, bugüne kadar yapılan araştırmalarda olayın faili hakkında herhangi bir netice elde edilemediğini, bu tür olaylarda zamanaşımı süresi dolana kadar soruşturmaya devam edildiğini AYİM'e bildirmiştir. AYİM, olayla ilgili olarak hesap bilirkişisinden rapor almıştır. Başvurucular, olay hakkında hesap bilirkişisinden rapor alınması üzerine talep miktarlarını ıslah etmişlerdir. Bu kapsamda başvurucu Saliha Dere, maddi tazminat miktarını 000 TL'den 958 TL'ye; diğer başvurucular ise manevi tazminat miktarlarını 000 TL'den 000 TL'ye çıkarmışlardır. AYİM 28/5/2014 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. AYİM başvuruculardan anne Saliha Dere lehine 958 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmetmiş; Nurcan Kaçmaz ve Yılmaz Dere'nin maddi tazminat istemi ile cenaze nakil ve defin masrafına ilişkin 000 TL'lik istemin reddine karar vermiştir. AYİM, A.nin her bir kardeşine ayrı ayrı 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"(...)Dosyadaki mevcut verilere göre, müteveffa Topçu Er [A.nin] nöbet hizmeti sırasında ölümü ile sonuçlanan olayın; silahla müteveffanın muhtemelen sırt bölgesine yapılan ateş sonucu gerçekleştiği ve bu eylemin de yine müteveffa dışında başka bir şahıs tarafından yapıldığı yönünde değerlendirmeler dikkate alındığında; vaki ölüm olayında idarenin hizmet kusurundan bahsetmek mümkün değildir. Ancak müteveffanın askerlik hizmetini yapıyor olması, olayın nöbet hizmetini ifa ederken meydana gelmesi nedeniyle zararlı sonuç ile hizmet arasında illiyet bağı bulunduğundan zararın sadece destekten yoksun kalanlar üzerinde bırakılmayıp kamuya pay edilerek hizmetin sahibi idarece karşılanması idare hukukunun genel ilkeleri, kamu yükümlülükleri yönünden eşitlik, hakkaniyet ve nasafet kuralları gereği olduğundan, davacıların zararlarının kusursuz sorumluluk kuram ve ilkeleri gereğince davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. (...)Somut olayda da, davacı annenin yetişmiş çocuğunun ölmesi ile destekten yoksun kaldığı, çocuğunun ölümünde idarenin kusursuz sorumluluğunun da bulunduğu anlaşılmakla, davacı annenin zararlarının davalı idarece karşılanması gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.  (...)Somut olayda müteveffanın, askerlik öncesinde refah halinde olduğu ve hayatta iken kardeşlerine düzenli ve devamlı olarak baktığına dair herhangi bir kanıt bulunmadığı, ayrıca kardeşlerin (davacı olmayanlar dahil) 6 erkek 3 kız kardeş oldukları, 5 erkek kardeşin de müteveffadan büyük olduğu anlaşılmakla, davacı kardeşlerin maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Esasen Mahkememizin maddi tazminat hesaplama kriterlerinde anne veya babadan herhangi birisinin ölmüş olması halinde ölenin payı hayatta olanlara ilave edilmektedir. Bu davada ölen babanın payı da davacı anneye eklenmiştir.Ayrıca davacılar tarafından cenaze, nakil ve defin masrafı olarak 000 TL. talep edilmiş ise de, bu masraflara ilişkin herhangi bir evrak sunulmaması karşısında, söz konusu talep de reddedilmiştir. (...)Öte yandan davacılara (anne ve dokuz kardeşten davacı bulunan altı kardeşe), yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları ve ömür boyu, duyacakları acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, olayın meydana geliş şekli, tarihi, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faizi ve müteveffanın bünyesel rahatsızlığı dikkate alınarak olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir.  (...)" Başvurucular, anılan karara karşı karar düzeltme yoluna başvurmuşlardır. Başvurucular karar düzeltme dilekçesinde özetle manevi tazminat miktarlarının düşük belirlendiğini, Nurcan Kaçmaz ve Yılmaz Dere'nin maddi tazminat taleplerinin reddedilmesinin ise hatalı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 17/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 8/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvuruvular 5/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Aydoğan ve Nufer Aydoğan, B. No: 2013/3775, 14/4/2016, §§ 40-43; Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 28-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2132
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesi nedeniyle bağımsız ve tarafsız mahkeme hakkının, davanın on iki yıl gibi bir sürede kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elektrik abonesi olan başvurucu, elektrik faturalarında kayıp kaçak ve diğer bedeller altında haksız olarak tahsilat yapıldığını ileri sürerek 16/3/2015 tarihinde alacak davası açmıştır. Kocaeli Asliye Ticaret Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 25/2/2016 tarihinde, davanın kabulü ile 586,65 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 29/12/2016 tarihinde Mahkeme kararını bozmuştur. Daire gerekçesinde, karar tarihinden sonra 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nda yapılan değişikliklerin kayıp kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılan ve hâlen devam eden davalarda da geçmişe etkili olacak şekilde uygulanması gereken hükümler içerdiğini açıklamıştır. Daire, söz konusu kanun değişikliğinin eldeki davaya etkisinin bulunup bulunmadığının Mahkeme tarafından değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 9/11/2017 tarihinde bozma kararına uymuş ve esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca davanın konusuz kaldığı belirtilmiştir. Başvurucu, haksız tahsilat yapıldığını ve aleyhe kanun değişikliğinin geriye yürütülemeyeceğini ileri sürerek kararı temyiz etmiştir. Daire 27/11/2018 tarihinde Mahkeme kararını onamıştır. Başvurucu 7/12/2018 tarihinde nihai kararı öğrenmiştir. Başvurucu 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aksaray Tır Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37049
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun resmî kurumlara yazdığı dilekçelerde yer alan ifadeler nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu 23/10/2017 tarihinde Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Konya Ağır Ceza Mahkemesine dilekçeler yazmıştır. Başvurucu; Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne yazdığı dilekçede Ceza İnfaz Kurumunun yöneticilerinden birini "kısa boylu, oldukça kilolu, geniş yüzlü, geniş gövdeli, kiloları nedeniyle yürümekte zorlanan" şeklinde, Konya Ağır Ceza Mahkemesine yazmış olduğu dilekçesinde ise aynı yöneticiyi "çok kısa boylu, geniş yanaklı, geniş göbekli, tuhaf sivil giyimli biri" şeklinde tarif etmiştir. El yazısı doküman Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından incelenmiştir. İnceleme sonucunda dokümanda yer alan bu sözlerin küçük düşürücü nitelikte olduğunu belirten ve 23/10/2017 tarihinde düzenlenen bir tutanak tutulmuştur. Tutanak sonrasında başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen "kurum görevlilerine karşı uygunsuz söz sarf etmek veya davranışta bulunma" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucuya bir ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu, bir kişiyi tasvir ederken boy ve kiloya ilişkin açıklamaların olağan olduğunu ancak başvurucunun kilo ve boya ilişkin tarif yaparken "yürümekte zorlanan, geniş yüzlü, geniş gövdeli gibi" ifadeler kullanarak tasvir etmenin ötesinde kişiyi küçük düşürdüğünü belirtmiştir. Bundan başka Disiplin Kurulu, başvurucunun tasvir ettiği kişinin adını bilmemesinin imkânsız olduğunu, nitekim başvurucunun yazdığı dilekçede tasvir ettiği kişinin adını oda arkadaşlarının kendisine söylediğinden bahsettiğini ifade etmiştir. Diğer yandan Disiplin Kurulu, başvurucunun tasvir ettiği kişinin daha önce başvurucunun odasında yapılan aramalara birçok kez katıldığını, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu yöneticisinin kendisine ve arkadaşlarına telkin şeklinde konuşma yapmasına tahammül edemeyerek bu kişi hakkında kişiyi alaya alan ve aşağılayan sözler kullandığını kabul etmiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Konya İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun itirazını 16/11/2017 tarihinde reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği bazı sözlerin belirli bir bağlamda kullanılmasının hakaret oluşturabileceğini, ayrıca kullanıldığı topluma göre de sözlerin hakaret oluşturup oluşturmayacağının farklılaşacağını, insanların niteliklerini belirten sözlerin tahkir amacıyla kullanılması durumunda aşağılayıcı olabileceğini belirtmiştir. Bundan başka İnfaz Hâkimliği, bireysel özellikler arasında yer alan fiziksel farklılıklar ve rahatsızlıkları içeren hakaretlerin kilolu, kısa boylu, cüce veya engelli olmak gibi istenmeyen durumları kapsadığını ifade etmiştir. Genel açıklamalar sonrasında İnfaz Hâkimliği, başvurucunun dilekçelerde kullandığı sözlere yer verdikten sonra normalde hakaret içermeyen başvuru konusu kelimelerin hakaret bağlamında kullanıldığını kabul etmiştir.İnfaz Hâkimliği, başvurucunun idari bir personel hakkında onun teşhisine yarayan kelimeleri seçerken dış görünüşe yönelik özelliklerden ziyade yaptığı göreve atıf yapmasının yeterli olacağını bilmesine rağmen kişinin fiziksel özelliklerine aşırı derecede ve tekrarlayarak vurgu yapmasının aşağılamak kastını ortaya koyduğunu belirtmiştir. Söz konusu açıklamalar sonrasında İnfaz Hâkimliği, Disiplin Kurulu kararında hukuka aykırılık bulunmadığını ifade ederek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. Konya Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazı reddetmiştir. 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi şöyledir:"(2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…e) Kurum görevlilerine karşı uygunsuz söz sarf etmek veya davranışta bulunmak..." 5275 sayılı Kanun’un "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki hâli şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesi şöyledir: "Birleşmiş Milletler Hükümlülerin İyileştirilmesi İçin Asgari Standart Kurallarının dış dünya ile irtibat kurma başlığını taşıyan 37 nci maddesinde, 'Gerekli gözetim altında hükümlülerin düzenli aralıklarla aileleri ve yakın arkadaşları ile haberleşmelerine olanak sağlanarak iletişim kurmalarına izin verilir.' denilmektedir.Avrupa Cezaevi Kurallarının 43 üncü maddesinde de benzeri tavsiye kuralı bulunmaktadır.Bu madde ile hükümlülere, kurum üst âmirinin veya varsa mektup okuma komisyonunun denetiminden geçen mektup, faks ve telgrafları göndermek veya kendilerine gelenleri almak hakkı verilmektedir.Yine Avrupa Cezaevi Kurallarının 42 nci maddesinin (3) numaralı bendi, 'her hükümlünün cezaevleri merkez idaresine, adlî makama veya diğer yetkili makamlara, kapalı zarfla, istek veya şikayette bulunmasına izin verilmesi' tavsiyesini içermektedir. Şüphesiz istek ve şikâyetlerin kurumun denetimine tâbi tutulması bu hakkı işlemez hâle getirebileceğinden kapalı zarfla istek ve şikâyette bulunmasına izin verilir denilmiştir.Maddenin dördüncü fıkrasında, hükümlünün resmî makamlara veya avukatına gönderdiği mektup, faks ve telgrafların denetime tâbi olmayacağı esası benimsenerek, savunma hakkı vurgulanmıştır.Cezaevinin güvenlik ve disiplini asıl olduğundan, asayiş ve güvenliği tehlikeye düşürecek haberleşmelere izin verilmeyecektir. Bu husus maddenin üçüncü fıkrasında yer alan hükümle sağlanmıştır." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) "Hükümlünün mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/350
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun resmî kurumlara yazdığı dilekçelerde yer alan ifadeler nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan zararların tazmini talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 10/10/2015 tarihinde bazı sivil toplum örgütlerinin çağrısı ile Ankara Gar Meydanı'nda düzenlenen açık hava toplantısında IŞİD-DEAŞ mensubu teröristler tarafından bombalı saldırı gerçekleştirilmiş, 100'ü aşkın katılımcı ölmüş, aralarında başvurucunun da olduğu çok sayıda katılımcı yaralanmıştır (söz konusu patlama ile ilgili olarak İçişleri Bakanlığının yaptırdığı ön incelemeyle ilgili süreç, bu süreç sonundan düzenlenen soruşturma raporu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan diğer işlemlere ilişkin tüm açıklamalar için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-15). Meydana gelen canlı bomba saldırısı sonrası başvurucu, kendisine isabet eden şarapnel parçaları nedeniyle ayağı başta olmak üzere vücudunun muhtelif yerlerinden yaralanmış; ayrıca işitme kaybı yaşamıştır. Başvurucunun sürekli engellilik oranı, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Engelli Sağlık Kurulunca düzenlenen 11/8/2017 tarihli rapora göre %19, 18/2/2019 tarihli rapora göre ise %27'dir. Başvurucu, maddi zararlarının karşılanması için önce idari başvuru yapmış; akabinde 4/4/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi nezdinde -fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla- 000 TL maddi tazminata hükmedilmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, idarenin hizmet kusuru nedeniyle yaralandığını iddia ederek uğradığı geçici ve kesin iş gücü kaybı ve belirli bir süre çalışamaması nedeniyle oluşan zararlarının, ayrıca tedavi, bakım, protez vb. sağlık ürünleri ve diğer sağlık giderlerinin maddi tazminat namı ile karşılanmasını talep etmiştir. Yargılama sonunda İdare Mahkemesi 29/11/2019 tarihli kararıyla, tam yargı davalarında idarenin tazmin sorumluluğuna hükmedilebilmesi için diğer şartların yanı sıra ortada bir zararın bulunması gerektiği, maddi zararın idari işlem veya eylem nedeniyle kişinin mal varlığında meydana gelen azalma veya elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu uğranan bir zarar olduğu, dava konusu olayda davacının kamu görevlisi olup sürekli iş gücü kaybı bulunmadığı, görevine devam ettiği, tedavisi sırasında geçici süreyle çalışamamasından dolayı bir gelir kaybı yaşamadığı ve tedavi masraflarının sosyal güvenlik kurumu tarafından karşılandığı gerekçesiyle davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi, idarenin tazmin sorumluluğuna hükmedilebilmesi için aranan şartlardan olan zarar şartının oluşmadığı gerekçesiyle davayı kesin olarak reddetmiş; kusur yönünden bir değerlendirme yapmamıştır. Başvurucu, anılan hükmü 7/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun ile COVID-19 pandemisi nedeniyle yargı alanındaki sürelerin 13/3/2020 tarihinden 15/6/2020 tarihine kadar uzatılması nedeniyle başvuru süresinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23649
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan zararların tazmini talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait olup Konya'nın Hadim ilçesi Bolat kasabasında bulunan taşınmazlar Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılmıştır. Acele elkoyma kararı sırasında belirlenen bedel başvurucuya ödenmiştir. İdare ile başvurucu arasında kamulaştırma bedeli konusunda anlaşmaya varılamaması üzerine İdare tarafından başvurucu aleyhine 24/12/2013 tarihinde Hadim Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Mahkeme tarafından verilen kararın Yargıtayca bozulması üzerine yeniden yapılan yargılama neticesinde dava kabul edilmiştir. Kararda; başvurucu adına olan tapu kayıtları iptal edilerek taşınmazların İdare adına tesciline, 168 ada 16 parsel sayılı taşınmaz için 252,8 TL, 168 ada 29 parsel sayılı taşınmaz için 410,54 TL kamulaştırma bedeline, tarafların leh ve aleyhine 980 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 28/11/2018 tarihinde onanmıştır. Bu karar başvurucuya 6/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Sadettin Ekiz, B. No: 2016/9364, 9/5/2019, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7695
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 14/11/2017 tarihinde öğrendikten sonra 12/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39893
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranında para cezasının hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hazırladığı doktora ödevinde meslek sırlarını ifşa ettiği gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1988 doğumlu olup 2014 yılından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar H.A.O. San. ve Tic. A.Ş.'nin (İşveren/Şirket) Kocaeli şubesinde belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu ayrıca Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünde doktora eğitimine devam etmektedir. Başvurucu; Şirkette bakım mühendisi olarak görev yapmakta iken iş sözleşmesi 13/1/2017 tarihinde "özel transportörler isimli doktora dersinin ödevinde meslek sırlarını ortaya attığı" gerekçesiyle ve haklı nedenle feshedilmiştir. Başvurucu "doktora ödevinde herkese açık makineler üzerinde bir çalışma yaptığını, ödevin en geç Haziran 2016 tarihinde teslim edildiğini, bilgisayarının ele geçirilerek bu ödevin elde edildiğini ve kendisine karşı 6-7 ay sonra kullanıldığını, ödevde meslek sırlarını ortaya atacak bir bilgi bulunmadığını" belirterek feshin haksız ve geçersiz olduğu iddiasıyla işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Kocaeli İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) 26/7/2018 tarihinde davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının 2014-2017 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığı, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından davalı şirketin gizli bilgilerinin tez çalışmasında kullanılması gerekçesiyle feshedildiği anlaşılmıştır. Bilirkişi raporundaki tespitlerden de anlaşılacağı üzere, davacının dönem ödevinde belirttiği iyileştirme çalışmaları teknolojik kritiklik arz etmeyen, genel geçer uygulamalar olup, akademik literatürde kolaylıkla bulunabilecek bilgi ve uygulamalardır. Davacı tarafça yapılan çalışma tez niteliğinde değil ödev niteliğindedir. Dosyaya sunulan belgelerden, dinlenen tanık anlatımlarından davalı işyerinde bulunan stajyerlerin dahi kendi ödev ve çalışmalarında işyerine ilişkin verileri kullandıkları, benzer bilgilerin daha önce de işyerinde çalışanlarca aynı amaçla kullanıldığı, ancak bu çalışanların işten çıkartılmadığı anlaşılmıştır. Davalı işveren işyerinde eşitlik ilkesine ve feshin son çare olma ilkesine aykırı davranarak davacının iş aktini feshetmiştir. Davalı işveren tarafından yapılan fesih haksız ve geçersiz bulunmuştur. Bu nedenlerle feshin geçersizliğine, davacının işine iadesine karar verilmiş, aşağıdaki şekilde hüküm oluşturulmuştur." İşverenin istinaf talebinde bulunması üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 30/1/2020 tarihinde İş Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucunun imzaladığı 17/6/2016 tarihli Çalışan Bilgi Güvenliği Taahhütnamesine aykırı hareket ettiği, başvurucunun eyleminin haklı neden ağırlığında olmasa da işverenle arasındaki güven ilişkisini zedelediği, bu nedenle feshin geçerli nedene dayandığı kanaatine ulaşmıştır. Başvurucu, nihai kararı 10/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 23/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12353
Başvuru, hazırladığı doktora ödevinde meslek sırlarını ifşa ettiği gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı itirazın iptali davası sonunda, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı hüküm kurulduğunu, yargılamanın makul sürede bitirilmediğini ve hükmün icrası aşamasında davalının devlet kurumu olması nedeniyle teminat alınmadan icranın geri bırakıldığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir. Başvuru, 1/4/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Yıldız Teknik Üniversitesi aleyhine, İstanbul İcra Müdürlüğünün E.2007/17825 sayılı dosyasında 907,28 TL asıl alacak ve 481,50 TL faizin ödenmesi amacıyla 11/10/2007 tarihinde ilamsız icra takibi başlatmıştır. Davalının icra takibine itirazı üzerine başvurucu, 12/12/2007 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde icra takibine itirazın iptali davası açmıştır. Yeni ticaret mahkemelerinin kurulmasından sonra yargılamaya İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkeme, 27/12/2011 tarih ve E.2011/39, K.2011/122 sayılı kararıyla; taraflar arasındaki sözleşme ve bilirkişi raporları ile tüm dosya kapsamına göre davanın kısmen kabulüne, 558,00 TL asıl alacak ve 727,46 TL faiz üzerinden takibin devamına karar vermiştir. Karar başvurucu ve davalı Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından tehiri icra talepli olarak temyiz edilmiştir. Davalı Yıldız Teknik Üniversitesi, İcra Müdürlüğüne başvurarak Devlet kurumu olması nedeniyle teminatsız şekilde tehiri icra kararı verilmesini talep etmiş, İcra Müdürlüğünce davalı kuruma, Yargıtaydan teminatsız olarak tehiri icra kararı getirmesi için süre verilmiştir. İstanbul İcra Müdürlüğü, 24/2/2012 tarihinde İstanbul İcra Hukuk Mahkemesine başvurarak, borçlu kurumun teminat göstermeksizin tehiri icra kararı talep ettiğini belirtmiş ve bu konuda karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkemece, 8/3/2012 tarih ve E.2012/5 Değişik İş sayılı kararla; ilamı temyiz eden davalı borçlunun Devlet olduğu gerekçesiyle 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası gereği teminat alınmasına yer olmadığına evrak üzerinde yapılan inceleme sonucu karar verilmiştir. Anılan kararın başvurucuya tebliğ edilip edilmediği anlaşılamamıştır. Tarafların temyizi üzerine İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesince verilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/6/2013 tarih ve E.2012/3844, K.2013/3863 sayılı ilâmıyla onanmıştır. İstanbul İcra Müdürlüğünce, Yargıtay Hukuk Dairesinin hükmü onaması üzerine, dosyadaki tüm alacaklar hesaplanarak 18/9/2013 tarihinde, toplam 437,56 TL başvurucunun hesabına yatırılmıştır. Tarafların karar düzeltme istemi ise Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/2/2014 tarih ve E.2013/6116, K.2014/629 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 17/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 1/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddeleri, 2004 sayılı Kanun’un ve maddeleri, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4506
Başvurucu, İstanbul 40. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı itirazın iptali davası sonunda, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı hüküm kurulduğunu, yargılamanın makul sürede bitirilmediğini ve hükmün icrası aşamasında davalının devlet kurumu olması nedeniyle teminat alınmadan icranın geri bırakıldığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, depremde yıkılan otel binasının projelendirme, yapım ve iş bitimi aşamalarında sorumluluğu olan kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 23/10/2011 tarihinde Van'da 7,2 şiddetinde bir deprem meydana gelmiş ve bu deprem sonucunda çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir. Depremden sonra artçı sarsıntılar devam etmiş ve 9/11/2011 tarihinde 5,6 şiddetinde ikinci bir deprem olmuştur. İkinci depremde Van il merkezinde bulunan bir otel binası yıkılmış ve otelde kalmakta olan -başvurucuların yakınlarının da aralarında bulunduğu- yirmi dört kişi enkaz altında kalarak yaşamını yitirmiştir. Olayın ardından Van Cumhuriyet Başsavcılığı resen soruşturma başlatmıştır.Başvurucuların da şikâyetçi olarak katıldığı soruşturma kapsamında bilirkişi görüşüne başvurulmuştur. Bu çerçevede hazırlanan Nisan 2012 tarihli bilirkişi raporunda; binanın projelendirme, yapım ve iş bitimi aşamalarında ilgili mevzuat hükümlerine uyulmadığı belirtilmiştir. 23/10/2011 tarihli ilk depremden sonra binada hasar tespiti yapılmadığı vurgulanan raporda, bina taşıyıcı sisteminin ilk depremden ve ikinci depreme kadar olan artçı sarsıntılardan etkilendiğinin düşünüldüğü ifade edilmiştir. Raporda ayrıca proje, yapım ve iş bitimi aşamalarındaki eksikliklerden yapı sahibi ve/veya müteahhidin, teknik uygulama sorumlusunun ve belediyenin ilgili biriminin; deprem sonrası inceleme aşamasındaki eksikliklerden ise yapı sahibi ve gerekli tedbirleri almayan ilgili birimlerin sorumluluğunun bulunduğu yönünde kanaat bildirilmiştir. Soruşturma sonucunda otel işletmecisi hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan Van Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış, vefat eden yapı sahibi ve diğer şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, kamu görevlileri hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine göre gereği için dosyanın tefrikine, bazı kamu görevlileri yönünden aynı Kanun'un ve maddeleri gereği görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 9/10/2012 tarihinde Van Valisi, Erciş Kaymakamı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Başkanı, Van Afet Acil Durum İl Müdürü ve diğer AFAD yöneticileri hakkında görevi kötüye kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 9/10/2012 tarihli kararına karşı yapılan itiraz, Danıştay Birinci Dairesince 4483 sayılı Kanun’da Cumhuriyet başsavcılıklarının şikâyetin işleme konulmamasına dair verdikleri kararlara karşı herhangi bir itiraz yolu öngörülmediği gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmiştir. Başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının şikâyetin işleme konulmaması kararından sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmaları üzerine Anayasa Mahkemesi 2012/752 sayılı başvuruda 17/9/2013 tarihinde, 2012/850 sayılı başvuruda ise 7/11/2013 tarihinde verdiği kararlarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca şikâyetin işleme konulmamasına karar verilmiş olması nedeniyle yaşam hakkının usul boyutu olan etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Belediye görevlileri hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca başlatılan sürecin sonunda 13/4/2001 tarihli tadilat ruhsatında ismi geçen Van Belediyesi İmar İşleri Müdürü H.K., Van Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğünde görevli inşaat mühendisi A.A. ile Van Belediyesinde görevli inşaat mühendisi Ç.Ç. hakkında taksirle birden fazla kişimin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan düzenlenen 11/4/2016 tarihli iddianamenin iadesine karar verilmiştir. Başvurucular Van Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri 5/8/2015 tarihli dilekçeyle yıkılan binanın projelendirme, yapım ve iş bitimi aşamalarında sorumluluğu olan kamu görevlileri hakkında da soruşturma yapılmasını istemişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 2016/3019 soruşturma sırasına kaydedilen bu dosya üzerinden Van Valiliğinden (Valilik) Belediye yetkilileri hakkında soruşturma izni istenmiştir. Valilikçe 13/6/2016 tarihinde, 2011 yılında gerçekleşen depremden önce yapılan bir hasar tespitinin bulunmadığından ve otel ruhsatının 1977 yılında verildiğinden bahisle dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiş, başvurucular vekilinin bu karara karşı itirazı Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 8/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar üzerine Van Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/3/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ancak soruşturmaya 2012/6372 soruşturma numarası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucular Erzurum Bölge İdare Mahkemesinin anılan kararının kendilerine tebliğinden sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri 15/12/2017 tarihli dilekçeyle binanın proje, yapım ve iş bitimi aşamalarında sorumluluğu olanlar hakkında soruşturma yapılması taleplerini yinelemişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığınca Belediyeye binanın proje, yapım ve iş bitimi aşamalarında sorumluluğu olanların tespit edilmesi amacıyla müzekkereler yazılmış, verilen cevaplar doğrultusunda bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra sorumluluğu olabilecek Belediye görevlileri N.Ç., Y.B. ve H.K. hakkında 25/1/2018 tarihinde Valilikten soruşturma izni istenmiştir. Valiliğin 11/10/2018 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı, Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 12/9/2019 tarihli kararıyla yeniden ön inceleme yapılması gereği de belirtilerek kaldırılmıştır. Başvuruya konu şikâyete ilişkin soruşturmanın inceleme tarihi itibarıyla devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Ali Emir ve diğerleri, B. No: 2014/16482, 17/1/2019, §§ 41-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19369
Başvuru, depremde yıkılan otel binasının projelendirme, yapım ve iş bitimi aşamalarında sorumluluğu olan kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 21/11/2018 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı olup yasal yollarla Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu hakkında Çankırı Valiliğinin 31/8/2018 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi kapsamında sınır dışı işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu, hakkında alınan sınır dışı etme kararının iptali istemiyle Kastamonu İdare Mahkemesinde iptal davası açmış; davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki sınır dışı işleminin idare tarafından geri alındığı 14/1/2021 tarihli yazı ile Anayasa Mahkemesine bildirilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33693
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine bir gün göreve gitmemesi nedeniyle aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. A. Arka Plan Bilgisi Kısa adı PKK olan Kürdistan İşçi Partisinin terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-30). Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18). Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı söz konusu dönemde, hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından 6/9/2015 tarihinde Yüksekova'da askerî karakola, 28/11/2015 tarihinde Sur'da güvenlik görevlilerine, 13/1/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde polis lojmanlarına,24/3/2016 tarihinde Sur'da askerî karakola, 31/3/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 11/4/2016 tarihinde Hani'de askerî karakola, 15/4/2016 tarihinde Şırnak'ta güvenlik görevlilerine, 1/5/2016 tarihinde Dicle'de jandarma binasına, 10/5/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 12/5/2016 tarihinde Sur'da doğrudan sivillere, aynı gün İstanbul'da askerî servis aracına, 29/5/2016 tarihinde Kulp'ta güvenlik görevlilerine, 30/5/2016 tarihinde Silopi'de polis aracına, 28/6/2016 tarihinde Dicle'de polis aracına, 10/8/2016 tarihinde Sur'da polis ekiplerine, 15/8/2016 tarihinde Bismil'de bölge trafik müdürlüğüne, 9/10/2016 tarihinde Şemdinli'de askerî kontrol noktasına ve 4/11/2016 tarihinde Bağlar'da emniyete ait hizmet binalarına yönelik silahlı ve/veya bombalı saldırılar düzenlenmiş; ayrıca bombalı intihar saldırıları gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda 60 güvenlik görevlisi ve -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır (Sebahat Tuncel (3), B. No: 2017/23601, 10/10/2018, § 9; Tuncer Bakırhan, B. No: 2017/28478, 11/10/2018, § 9).B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1984 doğumlu olup Batman ili Merkez ilçesinde bir lisede öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) üyesidir. EĞİTİM-SEN'in bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 22/12/2015 tarihinde bir karar alarak kendisine bağlı tüm sendika üyelerinin 29/12/2015 tarihinde işyerlerinden çıkıp tüm illerin merkezî alanlarında basın açıklaması yapmaları çağrısında bulunmuştur. KESK'in kararı şu şekildedir:"Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan bazı il, ilçe ve mahallerde bir süredir hayata geçirilen 'sokağa çıkma yasakları' hem kamu hizmeti sunmakla görevli kamu emekçilerinin ve ailelerinin hem de kamu hizmetinden yararlananların sadece kamu hizmeti sunma ve alma hakkı değil yaşam haklarını da tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Söz konusu bölgelerde binlerce öğretmenin izine gönderilmesi sonucunda onbinlerce öğrencinin eğitim hakkı askıya alınmakta, sağlık emekçileri hastanelerden çıkmadan zorunlu nöbete tabi tutulmaktadır. Eğitim sağlık, yerle yönetim hizmetleri başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri bölgede sürdürülen operasyonlara göre yeniden dizayn edilmektedir. Ayrıca tarihi eserler tahrip edilmekte, okullar, hastaneler, öğrenci yurtları boşaltılarak şehirler polis karakolları ve askeri karargâhlar haline getirilmektedir. Sürekli çatışma ortamında kamu çalışanlarının ve yurttaşların evleri ve kendileri hedef haline gelmekte, elektriksiz, susuz bırakılarak hastalık ve açlık tehlikesiyle burun buruna bir yaşama itilmektedir. Kamu hizmeti sunma ve alma hakkının yanı sıra yaşam hakkını tehdit eden gelişmelere karşı; Anayasanın devletin sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirten maddesi; çalışanların ve işverenlerin, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma ve bu sendikalara üye olarak bu doğrultuda etkinlik yapma hakkının bulunduğunu belirten maddesi, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümlerinin uygulanacağını belirleyen maddesi, Anayasa maddenin bir gereği olarak;87, 98 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin maddesi, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın ‘Toplu pazarlık yapma ve eylem hakkı’ başlıklı maddesine dayanılarak;İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Danıştay kararları örnek alınarak,Ve bunlara ek olarak; Konfederasyon tüzüğümüzün 'Konfederasyonun Amaçları' başlıklı Dördüncü Maddesi’nin giriş ve b, c, g, i fıkralarına, 'Konfederasyonun İlkeleri' başlıklı Beşinci Maddesinin b ve g fıkralarına, 'Konfederasyonun Görev ve Yetkileri' başlıklı Altıncı Maddesinin b, f, k fıkralarına uygun olarak; DİSK, TMMOB ile birlikte;1- 'Savaşa Hayır, Barışı Savunacağız' şiarı ile ortak bildiri ve stickerler hazırlanarak web sayfamızdan yayımlanmasına, 2- 29 Aralık 2015 tarihinde Konfederasyonumuza bağlı sendika üyelerinin hizmet üretiminden gelen gücü kullanarak işyerlerinden çıkıp tüm illerde merkezi alanlarda basın açıklamaları yapmalarına karar verilmiştir.” EĞİTİM-SEN Merkez Yürütme Kurulu da KESK'in kararı doğrultusunda 25/12/2015 tarihinde 12 sayılı kararı almıştır. Karar şu şekildedir:"29 Aralık 2015 tarihinde Konfederasyonumuz KESK'in diğer emek ve meslek örgütleri ile birlikte almış olduğu 92 sayılı kararı gereğince Savaşa Hayır Barışı Savunacağız şiarıyla gerçekleştireceği üretimden gelen gücümüzü kullanarak 1 günlük hizmet üretmeme kararının iş kolumuzda hayata geçirilmesine oy birliği ile karar verilmiştir." Başvurucu, KESK ve EĞİTİM-SEN'in yukarıda yer verilen kararları doğrultusunda 29/12/2015 tarihinde görevine gitmemiştir. İdare, bir gün mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle başvurucuya 1/30 oranında aylıktan kesme cezası vermiştir. Başvurucu disiplin cezasının iptali talebiyle Batman İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 27/11/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi, kararın gerekçesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi kararlarından örnekler verdikten sonra dava konusu disiplin cezasının olayların tamamı ışığında incelenmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Mahkeme yapacağı incelemede başvurucuya disiplin cezası verilmesinin sendikal faaliyette bulunma hakkına yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını, varlığı kabul edilen müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığını, kısıtlamanın söz konusu hakkın özünü zedeleyip zedelemediğini, kısıtlamanın demokratik toplumda gerekli olup olmadığını ve kullanılan araçların orantısız olup olmadığını tespit edeceğini belirtmiştir. İdare Mahkemesi olay tarihinde başvurucunun bağlı olduğu Sendika kararı ile tüm ülke çapında bir gün işe gitmeme eylemi yapılmasına karar verildiğini, her ne kadar adı geçen Sendika söz konusu eylemi grev olarak isimlendirmişse de bu eylemin Anayasa'nın "Grev hakkı ve lokavt" kenar başlıklı maddesinde yer alan ve toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması hâlinde işçilerin sahip olduğu grev hakkı ile bir ilgisi olmayan, sendika üyesi kamu görevlilerinin toplumsal meselelerde seslerini duyurmalarını hedefleyen bir faaliyet olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, Sendika tarafından alınan eylem kararı ve basın açıklamalarının içeriğinden anılan eylemin maksadının terör örgütü mensuplarının yakalanması, terör olayları nedeniyle halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması, sokak aralarındaki barikatların kaldırılması, hendeklerin kapatılması ve kurulan bombalı düzeneklerin imhası çalışmaları esnasında sivil vatandaşların can ve mal güvenliğinin temin edilmesi gibi gerekçelerle alınan sokağa çıkma yasağı kararlarını protesto etmek olduğunu, Konfederasyon ve Sendika kararından da bu hususun kolayca anlaşılabildiğini belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun disiplin cezasını sendikal faaliyetin önünde bir engel olarak nitelendirse dahi 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'na göre sendikanın faaliyetlerinin ancak kamu görevlilerini ilgilendiren meselelerle sınırlı olduğunu, sendikal faaliyet kapsamında yapıldığı ileri sürülen olayın ise kamu görevlileri ile ilgili bir yanının bulunmadığını vurgulamıştır. Disiplin cezalarının devletin kamu hizmetinin idaresi ve iyi işleyişi bakımından önem arz ettiğini ifade eden Mahkeme, kamu düzeninin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Anayasa'da sendikal hak için sayılan meşru sınırlama sebeplerinden olduğunun, kamu görevlilerini ilgilendiren bir yanı olmayan ve niteliği kararda belirtilen sokağa çıkma yasaklarını hedef alan sendikal eylemin amacı ile kamu görevlilerinde bulunması zorunlu olan sadakat, bağımsızlık ve devlete bağlılık unsurlarının çeliştiğinin açık olduğunun altını çizmiştir. Bu doğrultuda Mahkeme dava konusu disiplin cezasının bir sendikaya üye olmaya ve/veya sendika faaliyetlerin devamına bir sınırlama getirmediği, disiplin cezasına konu işlemin özü itibarıyla AİHS'in ve Anayasa'nın maddesiyle güvence altına alınan dernek kurma özgürlüğü ve sendika kurma hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı sonucuna ulaşmıştır. Buna göre Mahkeme, başvurucunun sendikal eylem nedeniyle cezalandırılmasının zorlayıcı toplumsal bir ihtiyaçtan kaynaklandığı, demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olduğu kanaatine ulaşmış ve somut olayda bir gün göreve gitmemek fiilinin mazeret (Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, § 29) olarak kabul edilemeyeceğini dikkate alarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesinin 31/10/2017 tarihli E.2017/1165, K.2017/1449 sayılı kararının da benzer nitelik taşıdığını belirtmiştir. Başvurucu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusuna konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı tespitiyle 20/2/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Karar başvurucu vekiline 12/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi, “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı Maddesi, 4688 sayılı Kanun'un "Amaç"kenar başlıklı maddesi, "Sendika ve konfederasyonların yetki ve faaliyetleri" kenar başlıklı maddesi, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 22/5/2013 tarihli ve E.2009/63 ve K.2013/1998sayılı kararı (Ahmet Parmaksız, §§ 25-29).B. Uluslararası Hukuk Örgütlenme Özgürlüğüne İlişkin Sözleşmeler ve İçtihat 17/6/1948 tarihli ve 87 sayılı Sendika Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin ILO Sözleşmesi’nin , ve maddeleri; 7/6/1978 tarihli ve 151 sayılı Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunması ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemine İlişkin ILO Sözleşmesi’nin, ve maddeleri; 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin maddesi, 16/12/1966 tarihli BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin maddesi, Avrupa Konseyi'nin 18/10/1961 tarihli ve ETS No. 35 sayılı Avrupa Sosyal Şartı’nın (ASŞ) ve maddeleri, ILO'nun Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi Yönetim Kurulunun Karar ve İlkeleri (bkz. Ahmet Parmaksız, §§ 30-39; Türkiye, Avrupa Sosyal Şartı ile 3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartını onaylamış ancak her iki Şart’ın da örgütlenme ve toplu pazarlık haklarına ilişkin ve maddelerine çekince koymuştur.).AİHM'in kamu görevlilerinin iş bırakma eylemlerine yaklaşımı şöyledir:i. AİHM, Karaçay/Türkiye kararında; AİHS'in maddesinin birinci paragrafının herkesin bir sendikaya üye olma ve çıkarlarını koruma hakkını güvence altına aldığını ve devlet memurlarının doğrudan bu haktan mahrum bırakılmaması gerektiğini belirtmiştir. AİHM, ayrıca ordu, emniyet ve bazı sektörlerde görev yapan devlet memurlarının, sendikal haklarına kısıtlamalar getirilmesinin mümkün olduğunu, ancak bu kısıtlamaların resmi görevlerinin yerine getirilmesinde gerekli olmasının şart olduğunu ifade etmiştir (Karaçay/Türkiye, B. No: 6615/03, 27/3/2007, § 22). Bu karara konu olayda devlet memurlarının maaşlarına yapılan düşük zammı protesto etmek amacıyla üyesi olduğu KESK’in düzenlediği iş yavaşlatma ve bırakma eylemine katılması nedeniyle başvurana uyarma disiplin cezası verilmiştir(Karaçay/Türkiye, § 37).ii. AİHM'in Urcan/Türkiye kararında; EĞİTİM-SEN kamuda çalışan eğitimcilerin koşullarının iyileştirilmesi amacıyla 1 Aralık 2000 tarihinde düzenlenecek bir günlük ulusal grevden yetkilileri haberdar etmiş ve başvuranlar gösteriye katılıp iş yerlerine gitmemişlerdir. AİHM, başvuranların EĞİTİM-SEN sendikasının, çalışma koşullarının iyileştirilmesine dikkat çekmek amacıyla düzenlediği bir günlük greve katıldıkları için sonradan para cezasına çevrilen mahkumiyet cezasına çarptırıldıklarını ve geçici olarak kamu hizmetinden uzaklaştırıldıklarına dikkat çekerek şikayet konusu yaptırımların yasal yoldan bu tür bir greve katılmak isteyen sendika üyelerini ve diğer kişileri caydırmak amacını güttüğünü tespit etmiş ve başvuranlara uygulanan yaptırımların demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varmıştır (Urcan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23018/.., 17/7/2008), §§ 30-36)iii. AİHM Kaya ve Seyhan/Türkiye kararında; EĞİTİM-SEN üyesi öğretmenlere KESK'in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle bir gün göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı ve müdahalenin acil bir sosyal ihtiyaca karşılık gelmediği ve bu nedenle demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varmıştır (Kaya ve Seyhan/Türkiye, B. No: 30946/04,15/09/2009, §§ 30-31).iv. AİHM Dilek ve diğerleri/Türkiye kararında, KESK, kamu sektöründe çalışan personele ilişkin kanunun Meclis gündemine taşınması nedeniyle 2 Mart 1998 tarihinde ulusal düzeyde bir eylem yapma kararı almıştır. 7:00-15:00 saatleri arası ile 15:00-23:00 saatleri arası çalışan başvuranlardan iki grup, çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla iş yavaşlatma eylemi çerçevesinde üç saat süreyle görev yerlerini terk etmişlerdir. Bu eylem sırasında araçlar gişelerden para ödemeden geçmiştir. İdare eylem nedeniyle uğradığı zararı tazmin için başvuranlara dava açmış ve aleyhlerine hukuk mahkemesinde tazminata hükmedilmiştir. Bu durumda AİHS’nin maddesinin hangi koşullarda grev hakkı tanıdığı ve bu madde çerçevesinde bu hakkın tanımının ne olacağı hususlarına değinmeden AİHM, başvuranların işlerini üç saat süreyle yavaşlatmalarının, sendikal hakların kullanımı bağlamında toplu eylem olarak değerlendirilebileceğine kanaat getirmiş ve alınan tedbirin örgütlenme özgürlüğüne müdahale oluşturduğunu tespit etmiştir (Dilek ve diğerleri/Türkiye, B. No: 74611/.., 17/7/2007, § 57).Anılan karara göre, AİHS’nin maddesinin paragrafı; sendika üyelerine çıkarlarını koruyabilmek amacıyla seslerini duyurmalarına imkan tanımaktadır. AİHS’in maddesinde yer alan “çıkarlarını korumak için” ifadeleri önemlidir ve AİHS, sendikanın yapacağı toplu eylem yoluyla, sendika üyelerinin mesleki çıkarlarını savunma özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Sendika üyeleri tarafından gerçekleştirilecek olan bu eyleme Sözleşmeci Devletler tarafından izin verilmeli, eylemin gelişimi ve devamı sağlanmalıdır. O halde sendikanın, üyelerinin mesleki çıkarlarının korumak amacıyla müdahil olma imkanı bulunmalı ve üyeler, çıkarlarının korunması yolunda sendikalarının seslerini duyurması hakkına sahip olabilmelidir (Dilek ve diğerleri/Türkiye, §§ 65,67). Adil Yargılanma Hakkına İlişkin İçtihat AİHM'in içtihat farklılığına ilişkin bir kararında, bu konudaki kriterlere şu şekilde yer verilmiştir (ayrıca bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 24-32): a. Derin ve süregelen bir içtihat farklılığının bulunup bulunmadığı,b. Bunu giderecek bir mekanizmanın bulunup bulunmadığı,c. Bu mekanizmanın işletilip işletilmediği, işletilmişse ne ölçüde işletildiği.AİHM, değerlendirmesinin her zaman hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından olan hukuki güvenlik ilkesine dayandığını belirtmiş, bu ilkenin hukuki durumlara belli bir istikrar ve mahkemelere kamunun güvenini sağladığını ifade etmiştir. AİHM, çelişen kararların süreklilik arz etmesi durumunda hukuki belirsizliğe neden olacağını, hukukun üstünlüğüne dayalı devletin temel bileşeni olanyargısal sistemeolan kamu güvenini azaltacağını belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM, bölgesel yetkiye dayalı bir şekilde görev yapan derece ve istinaf/temyiz mahkemelerinin bulunduğu yargısal sistemlerin nitelikleri gereği doğasında kararların çelişmesi ihtimalinin bulunduğuna, bu farklılıkların aynı mahkemede bile ortaya çıkabileceğine dikkat çekmiş, tek başına bu farklılıkların AİHS'e aykırılık olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. AİHM, hukuki güvenlik ve kamunun meşru güveninin korunması gerekliliklerinin içtihatın istikrarlı olmasına ilişkin müktesep bir hak bahşetmeyeceğini, içtihadın gelişmesinin dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesinin reform ve gelişmenin engellenmesi riskini ortaya koyacağından adaletin uygun işleyişine aykırı olmadığını belirtmiştir (Orlen Lietuva Ltd./Litvanya, B. No: 45849/13, 29/1/2019, § 80).AİHM, önündeki somut olayda, kısa süre içinde yerel mahkemece iki davada 2013 yılında karar verildiğini tespit etmiş ve başvurucunun örnek verdiği dava konusunun somut başvurudaki dava ile hukuk yaratılması amacıyla paralel olarak yürütüldüğünüve bu durumun derin bir içtihat farklılığına işaret etmediğini vurgulamıştır. AİHM tutarlı ve devamlı bir içtihadın oluşması için zaman gerektiğini, sadece iki farklı kararın bulunmasının derin ve süregelen içtihat farklılığı olduğu sonucuna varmayı gerektirmediğini, kendisinin mahkeme kararlarını kıyaslamak ve hangisinin doğru olduğunu tespit etmek gibi bir fonksiyonunun bulunmadığını belirtmiştir (Orlen Lietuva Ltd./Litvanya, §§ 86-87).
Örgütlenme özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14313
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine bir gün göreve gitmemesi nedeniyle aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, 5/8/1991 tarihinde Tunceli Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazlarını kullanmadıklarını, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iç hukukta etkili bir yol olmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 11/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Tunceli ili, Merkez Atatürk mahallesinde, 1989 yılında yapılan kadastro çalışmaları esnasında 144 ada 7, 8, 9 ve 10 parsel numaralı taşınmazlar başvurucular ve müşterekleri adına tespit edilmiştir. Bu tespite yapılan itiraz üzerine Tunceli Kadastro Komisyonu 9/5/1991 tarihli ek kararı ile 8 ve 9 parsel numaralı taşınmazların ifraz edilerek Maliye Hazinesi adına, 7 ve 10 parsel numaralı taşınmazların ise R.P. adına tespitine karar vermiştir. Başvurucular, 5/8/1991 tarihinde, Kadastro Komisyonu kararının iptali ve parsellerin kendi adlarına tescili talebiyle dava açmışlar, dava dosyası Tunceli Kadastro Mahkemesinin E.1991/67 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Tunceli Kadastro Mahkemesi, 2/6/2004 tarih ve E.1991/67, K.2004/12 sayılı kararı ile 7 parsel numaralı taşınmazın başvurucular adına tapuya tesciline, 8, 9 ve 10 parsel numaralı taşınmazların orman niteliğiyle Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 1/3/2005 tarih E.2004/11469, K.2005/1847 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını kısmen bozmuş, kısmen onamıştır. Mahkeme, 17/5/2013 tarih ve E.2005/2, K.2013/16 sayılı kararı ile bozma ilamına karşı direnerek, başvurucuların davalarının kısmen kabulüne karar vermiştir. Başvurucular, 11/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tarafların temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E.2014/34 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7089
Başvurucular, 5/8/1991 tarihinde Tunceli Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, bu sürede taşınmazlarını kullanmadıklarını, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iç hukukta etkili bir yol olmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir.
1
Başvuru; sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ve aile hayatına saygı hakkının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listede yer verilen başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonlarca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük’ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından İçtüzük’ün maddesi uyarınca başvuruların tamamında sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli listede numaraları belirtilen başvuruların 2020/18186 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Othman Alahmad dışındaki başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye Arap Cumhuriyeti (Suriye) vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerinde tutulmaya başlanmıştır. Sınır dışı etme kararlarının tamamında 6458 sayılı Kanun’un maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca başvurucuların Suriye’ye sınır dışı edilmesinde sakınca bulunduğu tespitine yer verilmiştir. Söz konusu kararlara göre başvurucular güvenli bir üçüncü ülkeye gönderilecek ya da gönüllü olmaları hâlinde başvurucuların menşe ülkeye (Suriye) çıkışları sağlanacaktır. Sınır dışı etme kararlarının hiçbirinde güvenli üçüncü ülkeye dair bir bilgi yer almamaktadır. Başvurucular, haklarında alınan sınır dışı etme kararlarına karşı yetkili idare mahkemelerinde iptal davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçelerinde, meydana gelen iç çatışmalar nedeniyle Suriye’yi terk ettiklerini, hâlihazırda ülke genelinde şiddet hareketlerinin sürdüğünü belirterek geri gönderilmeleri durumunda kötü muameleye maruz kalacaklarını iddia etmiştir. İlgili idare mahkemeleri farklı tarihlerde açılan davaların tamamının kesin olarak reddine karar vermiştir. İdare mahkemeleri ret kararı verirken başvurucuların sınır dışı edileceği güvenli üçüncü ülkeye veya dolaylı olarak Suriye’ye gönderilme riskine dair herhangi bir araştırma veya değerlendirme yapmamıştır. Karar tarihi itibarıyla başvurucuların tutuldukları geri gönderme merkezlerinden salıverildikleri anlaşılmıştır. Tüm başvurular otuz günlük yasal başvuru süresi içinde yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 35-38; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19, 20; Hooman Hosseinpour [GK], B. No: 2021/47168, 29/9/2022, §§ 24-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18186
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ve aile hayatına saygı hakkının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Tatvan Belediyesi (işveren/Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Tatvan Kaymakamlığı İlçe Olağanüstü Hal Bürosu (OHAL Bürosu) tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde işverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 7/2/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 6/3/2017 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 11/10/2017 tarihinde Olağanüstü Hal (OHAL) Komisyonu görevli olduğundan bahisle karar verilmesine yer olmadığına dair hüküm kurmuştur. OHAL Komisyonu tarafından görevsiz olunduğundan bahisle dosyanın Mahkemeye iadesine karar verilmesi üzerine Mahkemece 11/4/2019 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararda OHAL Bürosunun yazısı gereğince terör örgütü ile irtibat ve iltisakı bulunduğu belirlenen başvurucu ile işveren arasında güven ilişkisinin zedelendiği, işveren açısından feshin zorunlu hâle geldiği ifade edilmiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (İstinaf Mahkemesi) 11/6/2020 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğunu belirterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 27/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25497
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, süresi içinde il ve ilçe kongrelerini yapmayan bir siyasi partinin ilgili teşkilatlarının kendiliğinden sona erdiğinin tespitine karar verilmesi nedeniyle siyasi örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) günümüzde faaliyetlerini sürdürmekte olan siyasi bir partidir. Başvurucunun Türkiye'nin birçok il ve ilçesinde teşkilatı bulunmaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasi Partiler Sicil Bürosu 29/11/2016 tarihinde İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığına "Siyasi Parti Kongreleri" başlıklı bir yazı göndermiştir. Yazının ilgili kısmı şöyledir:"... 2820 sayılı Kanun'un maddesi siyasi partilerin teşkilatlarını saymış, aynı Kanun'un 20 ve maddeleri de il ve ilçe teşkilatlarının oluşumu ve seçim usullerini açıklamıştır. Anılan Kanun ... siyasi partilerin her kademedeki kongrelerini en fazla 3 yılda bir yapmak zorunda olduğunu göstermiştir... Partilerin her kademedeki kongrelerin zamanında yapılıp yapılmadığının takibi Başsavcılığımızın görevleri arasında olmakla birlikte, bu hususta İçişleri Bakanlığı'na da bilgi verileceği hüküm altına alınmıştır. Diğer taraftan 2820 sayılı Kanun'un maddesi 'Türk Kanunu Medenisi ile Dernekler Kanunu'nun ve dernekler hakkında uygulanan diğer kanunların bu kanuna aykırı olmayan hükümleri, siyasi partiler hakkında da uygulanır' biçimindedir. Bu maddenin atıf yaptığı 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun maddesi de Kanun'da hüküm bulunmayan hallerde 4721 sayılı Kanun'un hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Derneklerin kendiliğinden sona erme halleri 4721 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenmiş, bu durumların varlığı halinde her ilgilinin sulh hakiminden, derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespitini isteyebileceği öngörülmüştür. Bu açıklamalarla birlikte il ve ilçe teşkilat kongrelerini süresinde yapmayan veya üst üste yapmayan partinin o yerlerdeki teşkilatları kendiliğinden fesih edilmiş sayılmayacağı ancak o il ve ilçe parti organlarında görev alanların görevleri sona ereceği gözetilerek;Bakanlığınıza bağlı mülki amirler vasıtasıyla,1-Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerimizin kuruluşunu gerçekleştirdikleri il ve ilçe teşkilatlarının mevcudiyetlerinin kanunun emrettiği biçimde devam edip etmediğini belirlemek amacıyla bu teşkilatlarda yapılması zorunlu genel kurulların süresinde yapılıp yapılmadığının bundan böyle de titizlikle takip edilmesi,2- İl ve ilçe kongrelerinin Kanun ve parti tüzüğünün belirttiği sürede yapılmadığının tespit edilmesi halinde 2820 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Başsavcılığımıza bilgi verilmesi,3- Ayrıca Başsavcılığımız kayıtlarına ve mevcut duruma göre 2820 sayılı Kanunun ve maddeleri ve parti tüzükleri uyarınca olağan genel kurullarını iki defa üst üste yapmayan ... Siyasi parti il ve ilçe teşkilatlarının 2820 sayılı Kanun maddesi gözetilerek 5253 sayılı Kanun'un maddesi aracılığıyla 4721 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kendiliğinden dağılma halinin ve buna bağlı olarak hukuki varlığının sona erdiğinin tespitinin kongrenin yapılmadığı yer Sulh Hukuk Mahkemesinden istenilip karar kesinleştiğinde dava sonucunun Başsavcılığımıza bildirilmesi..." Anılan yazı esas alınarak başvurucu Partinin farklı il ve ilçelerdeki teşkilatlarında kongrelerini süresi içinde iki defa üst üste yapmadıkları gerekçesiyle ilçeler bakımından o yer kaymakamlıkları, iller bakımından o yer valilikleri tarafından sulh hukuk mahkemelerine dava açılmış ve teşkilatların kendiliğinden sona erdiğinin tespiti talep edilmiştir. Sulh hukuk mahkemeleri davaları kabul ederek ilgili il veya ilçe teşkilatlarının kendiliğinden sona erdiğinin tespitine karar vermiştir. Gerekçeli kararların ilgili kısmı şöyledir: "...2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun maddesi gereğince Türk Medeni Kanunu ile Dernekler Kanunu'nun ve dernekler hakkında uygulanan diğer kanunların bu kanuna aykırı olmayan hükümleri siyasi partiler hakkında da uygulanır. 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun maddesinde ise kanunda hüküm bulunmayan hallerde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.Türk Medeni Kanunu'nun 87/ maddesinde derneklerin kendiliğinden sona erme halleri düzenlenmiş olup, bu durumların varlığı halinde ilgililerin sulh hukuk hakiminden derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespitini isteyeceği öngörülmüştür.Bu nedenle, tüm yasal düzenlemeler karşısında siyasi parti ilçe teşkilatının kendiliğinden dağılma halinin ve buna bağlı olarak hukuki varlığının sona erdiğinin tespiti görevinin de Sulh Hukuk Mahkemelerine ait olduğu kabul edilmek suretiyle, Halkın Kurtuluş Partisi ... İl Teşkilatı ve İlçe Teşkilatlarının evraklarının incelenmesinde; ... 2820 sayılı yasanın 121/ maddesinin yollaması ile 4721 sayılı yasanın maddesine göre öngörülen olağan genel kurul toplantısının 2 defa üst üste yapılmaması karşısında İl ve İlçe Teşkilatı kongrelerini süresinde yapmayan davaya konu İl ve İlçe Teşkilatlarının kendiliğinden sona erdiğinin tespitine karar vermek gerekmiştir..." Anılan kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine bölge adliye mahkemelerince istinaf başvurularının esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, tüm başvurular yönünden süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; Cumhurbaşkanı, milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır." 2820 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Siyasi partilerin teşkilatı; merkez organları ile il, ilçe ve belde teşkilatlarından ... ibarettir." 2820 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "... İl kongresi, büyük kongrenin yapılmasına engel olmayacak şekilde parti tüzüğünde gösterilen süreler içinde toplanır....İl başkanı en çok üç yıl için seçilir." 2820 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...İlçe kongresi, il kongresinin yapılmasına engel olmayacak şekilde parti tüzüğünde gösterilen süreler içinde toplanır...İlçe başkanı en çok üç yıl için seçilir. " HKP Tüzüğü'nün (Tüzük) "Yerel örgütler ve kongreler" kenar başlıklı maddesinin (b) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"Yerel kongreler üç yılda bir toplanır." 2820 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Türk Kanunu Medenisi ile Dernekler Kanununun ve dernekler hakkında uygulanan diğer kanunların bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri, siyasi partiler hakkında da uygulanır." 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Bu Kanun hükümleri; derneklerin şubeleri, dernek ve vakıfların üst kuruluşları, merkezleri yurt dışında bulunan dernekler, vakıflar ve diğer kâr amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye’deki şube veya temsilcilikleri ile Türkiye’de faaliyette veya iş birliğinde bulunma izinleri hakkında da ceza hükümleri ile birlikte uygulanır. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır. " 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dernekler, aşağıdaki hâllerde kendiliğinden sona erer:... İlk genel kurul toplantısının kanunda öngörülen sürede yapılmamış ve zorunlu organların oluşturulmamış olması,... Olağan genel kurul toplantısının iki defa üst üste yapılamaması, Her ilgili, sulh hâkiminden, derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespitini isteyebilir." 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un maddesinin (d) bendi şöyledir:"Mahkemenin görev ve yetkileri şunlardır:...d) Siyasi partilerin kapatılmasına ve Devlet yardımından yoksun bırakılmasına ilişkin davalar ile ihtar başvuruları ve dağılma durumunun tespiti istemlerini karara bağlamak."B. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi bir siyasi partinin herhangi bir üyesi kalmadığından kendiliğinden dağılma hâlinin ve buna bağlı olarak hukuki varlığının sona ermesinin tespit edilmesi talebini incelemiştir. Anayasa Mahkemesine göre 6216 sayılı Kanun’da siyasi partilerin dağılma durumunun tespit edilmesi taleplerinin karara bağlanmasının Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisinde olduğu belirtildiğinden ilgililerin bu isteğin yerine getirilmesi için Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunması gerekir. Kararda 4721 sayılı Kanun’un maddesinde bahsedilen ilgililerin siyasi partilerin hukuki ve mali sorumluluk sahibi yasal temsilcileri ile siyasi partilerin kapatılması davasını açmak ve sicil dosyalarını tutmakla görevli olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı olduğu belirtilmiştir (AYM, E.2015/2 ( İş), K.2016/4, 16/3/2016, § 10). Anayasa Mahkemesinin 27/12/2018 tarihli ve E.2018/13 ( İş) sayılı kararında siyasi partilerin genel merkez ile il ve ilçe teşkilatlarını da kapsayan ve tek bir tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar olduğu vurgulanmıştır. Kararda Anayasa Mahkemesinin siyasi partilerin dağılma hâlini tespiti ile ilgili görevinin ise genel merkez, il ve ilçe teşkilatlarının tamamını kapsayan siyasi parti tüzel kişiliğine yönelik olup Anayasa Mahkemesinin siyasi partilerin il ve ilçe teşkilatlarının dağılma hâllerinin tespiti görevi bulunmadığı belirtilmiştir (bkz.§ 3).
Örgütlenme özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30833
Başvuru, süresi içinde il ve ilçe kongrelerini yapmayan bir siyasi partinin ilgili teşkilatlarının kendiliğinden sona erdiğinin tespitine karar verilmesi nedeniyle siyasi örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 22/11/2006 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası çeşitli aşamalardan geçtikten sonra hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17253
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında başlatılan bir soruşturmaya istinaden 23/3/2012 tarihinde başvurucunun şüpheli sıfatıyla Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/5/2012 tarihinde başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiştir. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (TMK madde ile görevli) tarafından 2/10/2013 tarihli ve E.2012/248, K.2013/98 sayılı kararla hüküm verilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme kapsamında verilen hapis cezasını 15/11/2017 tarihinde duruşmasız olarak yaptığı inceleme sonucunda düzelterek onamıştır. Başvurucu 7/3/2018 tarihinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8400
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 17/10/2000 tarihli iddianamesiyle tasarlayarak adam öldürme suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmış, başvurucu 19/2/2001 tarihinde tutuklanmıştır. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 11/4/2006 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/3/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma sonrasında Mahkeme tarafından 13/9/2011 tarihinde direnme kararı verilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunca direnme hükmünde isabetsizlik görülmemesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 2/12/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20368
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 22/7/2016 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Bölüm tarafından 3/3/2017 tarihinde 22/7/2016 tarihli kararla uygulanan tedbirin sonlandırılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1982 doğumlu olup Rusya Federasyonu vatandaşıdır. Başvurucu 2014 yılında ailesiyle birlikte yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 9/11/2015 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında 27/11/2015 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde anılan suçtan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış; başvurucu hakkındaki tutukluluk kararı savunmasının alınmasının ardından 8/3/2016 tarihinde kaldırılmıştır. Dosya kapsamındaki bilgilere göre yargılama henüz sonuçlanmamıştır. Antalya Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 10/3/2016 tarihli kararıyla, başvurucunun terör örgütü üyesi olduğu ve kamu güvenliği bakımından tehlike oluşturduğu gerekçesiyle idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan kararın iptali için Antalya İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle Rus etnik kökenli olduğunu, Ortodoks Hristiyan dini mensubuyken İslam dinini kabul ettiğini, bu nedenle ülkesinde haksız yere cezalandırıldığını ve cezasının infaz edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu dilekçesinde Rusya Federasyonu'nun Tümen Bölgesi'nde baskı yaptığı Rus kökenli Müslümanları korumak amacıyla kendisinin dernek kurduğunu, çeşitli faaliyetlerde bulunduğunu, neticesinde siyasi ve dinî baskılar artınca Türkiye'ye sığınmak zorunda kaldığını dile getirmiştir. Başvurucu dilekçesinde ayrıca ülkesine geri gönderilmesi hâlinde işkence ve kötü muameleye maruz kalabileceğini, iddialarına ilişkin bilgi ve belgeleri daha sonra İdare Mahkemesine sunacağını belirtmiştir. Bunlara ek olarak başvurucunun Türkiye'de tutuklanmasının Rus basınında haber konusu edildiğine ilişkin haber metinlerine de başvuru formu ekinde yer verilmiştir. İdare Mahkemesinin 21/6/2016 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:  "Olayda, hakkında IŞİD/DAEŞ Terör Örgütü Üyesi Olmak suçundan dolayı yürütülen bir kovuşturma bulunan ve A-26 (Mahkeme-Yasa dışı örgüt faaliyetleri) ile kamu güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokacağı değerlendirilen yabancılar hakkındaki G-87 (Genel güvenlik-Süresiz giriş yasağı) tahdit kodları uygulanan davacının, sınır dışı edilebilmesi için ülkemizde suç işlemesi ya da suça karışması zorunluluğu da aranmadan, kamu düzenini ya da güvenliğini tehlikeye sokacağı hususunda emarenin bulunması karşısında, kamu güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokacağı değerlendirilen davacının sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.Davacı vekilince, müvekkilinin menşe ülkesi Rusya'ya sınır dışı edilmesi halinde öldürülmesi, kaybedilmesi, işkence ve kötü muameleye ya da cezaya maruz kalacağı nedeniyle hakkında6458 sayılı Yasa'nın ve 55/ maddeleri uyarınca sınır dışı kararının alınamayacağı öne sürülmekte ise de, aynı Kanun'un sınır dışı etme kararının nasıl uygulanacağınıgösteren maddesinde, yabancıların sınır dışı etme kararıyla, menşe ülkesine veya transit gideceği ülkeye ya da üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilebileceğine işaret edilmek suretiyle ilgililere seçimlik haklar tanınmış bulunması karşısında, davacı vekilinin öne sürdüğü şekildebir ihlalin doğmayacağını belirtmek gerekmektedir." Bu karar başvurucuya 14/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup 22/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 29/7/2016 tarihinde sunulan yazıda ise özetle başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması ile idari gözetim ve sınır dışı etme kararları hakkında bilgi verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Bu Kanun, yabancılarla ilgili iş ve işlemleri; sınırlarda, sınır kapılarında ya da Türkiye içinde yabancıların münferit koruma talepleri üzerine sağlanacak uluslararası korumayı, ayrılmaya zorlandıkları ülkeye geri dönemeyen ve kitlesel olarak Türkiye’ye gelen yabancılara acil olarak sağlanacak geçici korumayı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını kapsar.(2) Bu Kanunun uygulanmasında, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalar ile özel kanunlardaki hükümler saklıdır." 6458 sayılı Kanun’un "Geri gönderme yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." 6458 sayılı Kanun’un 29/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un 676 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlark) Uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan terör örgütleriyle ilişkili olduğu değerlendirilenler(2) Bu maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri kapsamında oldukları değerlendirilen uluslararası koruma başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında uluslararası koruma işlemlerinin her aşamasında sınır dışı etme kararı alınabilir. ” 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar" 22/10/2014 tarihli ve 29153 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Yönetmelik kapsamında hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması" Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." 28/7/1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna DairSözleşme'nin (Cenevre Sözleşmesi) maddesi şöyledir (Cenevre Sözleşmesi, 29/8/1961 tarihli ve 359 sayılı Kanun'la onaylanmış; 5/9/1961 tarihli ve 10898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir): “ Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade ("refouler") etmeyecektir. Bununla beraber, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkum olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci, işbu hükümden yararlanmayı talep edemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) sınır dışı kararının uygulanması hâlinde yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edileceğine ilişkin şikâyetlerle ilgili ilkesel yaklaşımı özetle şöyledir (Referans alınan AİHM kararları için bkz. Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989; Saadi/İtalya [BD], B. No: 37201/06, 28/2/2008; S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011; J.K. ve diğerleri/İsveç [BD], B. No: 59166/12, 23/8/2016; Ghorbanov ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28127/09, 3/12/2013; Mamatkulov ve Aksarov/Türkiye [BD], B. No: 46827/99, 4/2/2005; Babajanov/Türkiye, B. No: 49867/08, 10/5/2016):AİHM'e göre yabancıların ülkeye girişleri, ülkede ikamet edişleri ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin konular doğrudan o ülkenin ulusal egemenlik yetkisine ilişkin olup Sözleşme'nin maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bir başka deyişle bu tür konularda alınan kararların medeni hak ve yükümlülüklerle ilgisi bulunmamaktadır.Bununla birlikte bir yabancının sınır dışı edilmesi hâlinde işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair ciddi emareler bulunması durumunda taraf devletin Sözleşme kapsamında sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Sözleşme, işkence ve kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünü içermektedir.AİHM, Sözleşme'nin (yaşam hakkı) ve maddelerinin (işkence ve kötü muamele yasağı) birlikte ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde kural olarak işkence ve kötü muamelenin mutlak şekilde yasaklandığı gerçeğinden hareketle başvuruları maddeyle sınırlı olarak incelemektedir. Bu kural geri gönderilen ülkede idam cezası uygulanacağı gibi doğrudan yaşam hakkının konusunu oluşturan şikâyetler bakımından geçerli değildir. AİHM, işkence ve kötü muamele riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünün kamu düzeni veya kamu güvenliği bakımından risk oluşturanlar bakımından da geçerli olduğununun ve hatta uluslararası terörizm tehlikesinin bulunduğu hâllerde bile bu yükümlülüğe bir istisna getirilemeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM, geri gönderilen ülkede işkence ve kötü muamele riskinin varlığını haklı gösteren önemli gerekçelerin bulunması hâlinde bu iddiaların kapsamlı ve titiz (etkili) bir şekilde incelenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. AİHM, söz konusu incelemenin etkililiğinden bahsedebilmek için sınır dışı kararı uygulanmadan önce ilgili kişiye bağımsız bir mercie başvuruda bulunma imkânı sunulması ve inceleme sonuçlanıncaya kadar sınır dışı kararının uygulamasının kendiliğinden (otomatik olarak) durdurulmasının önemine vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin ihlaline karar verilebilmesi için işkence ve kötü muamele iddiasının bir olasılığın ötesinde gerçek bir risk düzeyine ulaşması gerekmektedir. Söz konusu riskin ciddiliği incelenirken geri gönderilecek ülkeyle ilgili koşullar taraf devletçe resen araştırılmalıdır. Bu araştırma yapılırken bağımsız insan hakları örgütlerinin ve hükûmetlerin hazırladığı ülke raporlarından yararlanılması mümkündür.AİHM'e göre başvurucuların kişisel durumlarına ve geri gönderilecekleri ülkede karşılaşacakları risklere ilişkin iddialarını ayrıntılı şekilde açıklama ve (varsa) iddialarını destekleyen belgeleri sunma yükümlülükleri bulunmaktadır. Bir başka deyişle başvurucuların kişisel durumlarına ilişkin iddialarını ispat külfeti kendilerine aittir. Rusya Federasyonu'nun Genel Güvenlik Durumuna İlişkin Bilgiler Rusya Federasyonu 28/2/1996 tarihinde Avrupa Konseyine üye olmuş ve aynı tarihten itibaren AİHM'in yargı yetkisini tanımıştır. Dolayısıyla Rusya'nın egemenlik yetki alanı içinde meydana gelebilecek temel hak ve özgürlük ihlallerine ilişkin AİHM'e bireysel başvuru imkânı bulunmaktadır. Bu çerçevede Rusya Federasyonu tarafından Sözleşme'nin ve maddelerinin ihlal edildiğine ilişkin çok sayıda başvuru yapılmış ve bunlar AİHM tarafından değerlendirilmiştir (K./Avusturya, B. No: 2964/12, 28/3/2013; Chankayev/Azerbaycan, B. No: 56688/12, 14/11/2013, § 52). Bu aşamada AİHM tarafından yapılan değerlendirmelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından Rusya'nın genel güvenlik durumu hakkında ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13290
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlar nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Antalya'nın Alanya ilçesinde bir ilkokulda İngilizce öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu ayrıca Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesidir. A. Disiplin Soruşturması Süreci Somut olaya konu disiplin soruşturması, Millî Eğitim Bakanlığı Rehberlik ve Denetim Başkanlığı tarafından aralarında başvurucunun da yer aldığı bazı yöneticiler ve öğretmenlerin sosyal paylaşım sitelerinde "Devlet büyüklerine hakaret içeren, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya, kamu düzenini bozmaya, terör örgütlerini meşru göstermeye ve bu terör örgütlerini övmeye yönelik paylaşımda bulunduğu" hususlarının incelenmesi amacıyla müfettişliğe bildirilmesi etrafında şekillenmiştir. Bu kapsamda yapılan görevlendirme üzerine başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucunun disiplin soruşturmasına konu edilen sosyal medya paylaşımları şöyledir: "-''Ankara katliamının yaşanacağını biliyorlardı'' haber paylaşımı (siyasihaberorg),-"Polis bombacıları biliyordu" paylaşımı (cumhuriyet.com.tr),-"Cizre'de yaralıları almak için yürüyen 11 kadın gözaltına alındı" haber paylaşımı (siyasihaberorg)-"Cizre'de bodrum katındaki yaralılardan 44 saattir haber alınamıyor" haber paylaşımı (siyasihaberorg)-" Cizre'de katledilen İlyas'ın son çığlığı" yorumuyla "Eğer soran olursa söyleyin Sur içinde insanları ve sokakları vurdular! Yürümenin yasal olduğu yerde ölümü reva gördüler. Ve çocuklar umutlarından vurulurken güpegündüz çığlıkları hiçbir kulağa ses olmadı. Soran olursa söyleyin bir şehir katledildi kimse umursamadı. Biz öleceksek Cizre topraklarında öleceğiz. Biz ölünce intikamımızı almaya kalkışmayın. Biz yaşarken bizi hatırlamayanlar" paylaşımı (siyasihaberorg kaynaklı İlyas Aksu paylaşımı)-''DİHA: Askere Silah Kullanın, Savcıdan da korkmayın talimatı'; Silah kullanma talimatı verilirken cezasızlık vaadinde de bulunuluyor' haber paylaşımı (demokrathaber.net),-"Cizre'de bir kadın vurularak öldürüldü; Sokağa çıkma yasağının sürdüğü Cizre'de, iki çocuk annesi [H.Ş.] evinde vurularak öldürüldü. [Ş.] "Caferi Sadık türbesinin bulunduğu tepeden ateş açıldı. Eşim bu sırada öldürüldü" haber paylaşımı (imctv.com.tr)-''Katliam başlamadan Cizre'ye Silopi'ye ses ver'' paylaşımı,-" Cizre'de son haber; Sivillere karşı bomba atar kullanılıyor; Yaklaşık 10 gündür sivil katliamın yaşandığı Cizre'de..." haber paylaşımı (birgün.net)-''Alevi kadınlar kendi öğretisine denk duruşu bugün Sur'da bir daha gösterdiler. Bombalar kurşunlar altında bütün engellemelere rağmen barikatın arkası hakikatin kendisidir diyerek direnişe davet zulme lanet olsun manasında hakikate semah döndüler ve daha güçlü bir şekilde sürece destek değil bizzat bu sürecin özneleri olarak mücadelenin parçasıyız dediler xızır gücünüze güç kata'' paylaşımı,-''Silvan'ın içinden: Bize topla tankla vuruyorlar''; Silvan'da sokağa çıkma yasağı gününde devam ediyor. Günlerdir ablukanın sürdüğü Tekel, Konak ve Mescit mahallerine bugün de havadan helikopter..." haber paylaşımı,-"Silvan'da katliam var, sessiz kalma'' afiş paylaşımı (azadionline.net),-''Yaylım ateşle öldürüldüler. Pervin Buldan: Paris katliamından farkı yok.'' haber paylaşımı,-''Cudi yanıyor, Cudide ağaçlar yanıyor, Cudide Hayvanlar Yanıyor, Cudide İnsanlık Yanıyor, Cudide Doğa Katliamı var'', -''7 katliam, 542 ölüm, Sıfır İstifa, Hep Yayın Yasağı Katil Kim?;Sultanahmet'te 10 kişinin yaşamını yitirdiği patlamanın üzerinden 1 saat geçmeden yayın yasağı getirilince sosyal medyada daha önceki katliamlar hatırlatıldı. Türkiye...'' haberi paylaşımı,-Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğu görselleri ve R. Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Cemal Temizöz ve Sedat Peker isimlerine yer verilen ''Yakında sinemalarda"; "AKSARAY 5 km, 34AK1725 Beyaz Toros resimli afiş''paylaşımı,-" Dağlıca'da biri yarbay 16 asker öldü, 12'si rehin, Lice'de polisler ölüyor, Cizre'de biri 25 günlük bebek 5 sivil öldü, ülkenin doğusu Filistin'e dönmüş kardeşi kardeşe vurduruyorlar birileri maç keyfi yapıp coşuyor...! Evladı bedelli askerlik yapanların tuzu kurudur tabi!!!" paylaşımı,-''Bizim gençler afişi'', ''SGDF afişi'' ve ''Vatan BUDAK ölümsüzdür afişi'' paylaşımları,-'Kadınlar öldürmek için değil, ölmemek için öldürüyor #Özsavunmahaktır'' paylaşımı,-''Öğrencilerle kızıl kadınımız bu kadar oldu; Özgürlüğe yakınız, kadın düşmanı ülkemizde kardan kadınlara bile tahammülümüz yok, soruşturmalar açıldıkça mücadelemiz daha da büyüyor, isyanımız artıyor, özsavunmamız gelişiyor... yargılanmaya da hazırım ' paylaşımı,-''Kaza değil kader değil katliam'' haber paylaşımı." Disiplin soruşturması sürecinde başvurucunun ifadesine başvurulmuştur. Başvurucu; paylaşımları kendisinin yaptığını, paylaşımlarında barışı vurguladığını, paylaşımlarının amacının savaşın ve sivil ölümlerin engellenmesine yönelik olduğunu, KESK genel meclisi üyesi ve bir öğretmen olarak barışı savunmanın görevi olduğunu, eyleme çağrı yaptığı paylaşımların EĞİTİM SEN üyelerine yönelik gerçekleştirilen sürgünlere ilişkin olduğunu, KESK Kadın Birimi üyesi olarak kadın ölümlerinin durdurulmasına çağrı yapmanın da görevi olduğunu ve paylaşımlarının haber sitelerinden yapılan alıntılar olduğunu belirterek hakkındaki iddiaları reddetmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun Ankara Garı'ndaki patlamaya yönelik ifadelerinin patlamanın ve ölümlerin devlet güçleri tarafından bilindiği ve buna mâni olunmadığı imajı uyandırmak, Cizre, Sur ve Silvan'a yönelik paylaşımlarının güvenlik güçlerince bölücü terör örgütü PKK'ya karşı verilen mücadeleyi suçsuz sivil halka yapılan operasyonlar gibi göstermek, siyasilerin isimlerini ve görsellerini kullanarak yaptığı paylaşımlarının ise Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri hakkında faili meçhul ve yolsuzluk imasında bulunmak, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı görevini yerine getirmeyen bir kişi olarak lanse etmek maksadıyla yaptığı değerlendirilerek başvurucu hakkındaki devlet otoritesini zaafa uğratmak, terör örgütlerini meşru göstermek iddialarının sübuta erdiğine kanaat getirilmiştir. Buna göre başvurucu hakkında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "Disiplin cezası verilmesini gerektiren fiil ve hallere nitelik ve ağırlıkları itibariyle benzer eylemlerde bulunanlara da aynı neviden disiplin cezaları verilir." hükmü kapsamında ve paylaşımların internet yoluyla kitlelere ulaştırıldığından hareketle aynı Kanun'un birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi uyarınca "yasaklanmış her türlü yayını veya siyasi veya ideolojik amaçlı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya bunları kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek" eyleminde bulunduğu gerekçesiyle devlet memurluğundan çıkarma cezasının uygulanması teklif edilmiş ve başvurucunun konuya ilişkin savunması istenmiştir. Başvurucu; savunmasında, daha önce verdiği ifadesine ek olarak paylaşımları mesai saatleri dışında yaptığını, toplumsal meselelere ilişkin açıklamalar yapmasının sendikal görevlerinin bir gereği olduğunu, suçlamaların soyut olduğunu, paylaşımlarının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, suçlamaların görevi ile ilgili olmadığını, şahsi Facebook sayfasında yaptığı paylaşımların mahkeme kararı olmaksızın delil olarak kullanılmasının suç olduğunu ve kanuna aykırı olarak elde edilen verilerin delil olarak kullanılamayacağını belirtmiştir. Nihayetinde Yüksek Disiplin Kurulu kararı ile başvurucu hakkında teklif edilen cezanın kabulüne karar verilmiştir. B. Başvurucunun Disiplin Cezasına İlişkin İşleme Karşı Açtığı İptal Davası Süreci Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Gaziantep İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, dava konusu işlemin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlık konusu olayda, dava dosyasında mevcut soruşturma raporu ile yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, söz konusu paylaşımların davacı tarafından kendisine ait facebook sayfasında yayınlandığının davacının anılan soruşturma raporunda yer alan ifadeleriyle de doğrulandığı dikkate alındığında ve davacının paylaşımları bir arada değerlendirildiğinde davacıya isnat edilen sosyal paylaşım sitesi Facebook sayfasında Devlet otoritesini zaafa uğratmaya, kamu düzenini bozmaya, terör örgütlerini meşru göstermeye ve bu terör örgütlerini övmeye yönelik paylaşımlarda bulunma' fiilinin başka bir ifadeyle sanal ortamda ülkeyi bölmeye çalışanlara devlet tarafından yapılan müdahaleleri yeren ve bu müdahaleyi yapan devleti suçlayan siyasi ve ideolojik paylaşımlarda bulunma fiilinin sübuta erdiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.Bu durumda, anılan eylemden dolayı davacının 657 sayılı Kanun'un 125/E-b maddesi uyarınca usulüne uygun bir şekilde ''Devlet Memurluğundan Çıkarma'' cezası ile tecziye edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır. " Başvurucu, ret kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (BİM) mahkeme kararının kaldırılması için gerekli nedenlerin bulunmadığını belirterek istinaf talebini temyiz yolu açık olmak üzere reddetmiştir. Başvurucu, istinaf kararına karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Danıştay Onikinci Dairesi (Daire) istinaf kararının usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Daire kararı, başvurucuya 7/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un "Tarafsızlık ve devlete bağlılık" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler." Aynı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…E - Devlet memurluğundan çıkarma : Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır.Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…b) Yasaklanmış her türlü yayını veya siyasi veya ideolojik amaçlı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya bunları kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek." …Yukarıda sayılan ve disiplin cezası verilmesini gerektiren fiil ve hallere nitelik ve ağırlıkları itibariyle benzer eylemlerde bulunanlara da aynı neviden disiplin cezaları verilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu, bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). AİHM, kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğü hususunda söz konusu devlete özgü durumların dikkate alınabileceğini kabul ettiği gibi memurun görevinin niteliğinin de gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Komünist Partinin eylemlerine aktif olarak katılan bir öğretmenin aldığı disiplin cezasına ilişkin olarak yapılan başvuruda verdiği kararda, öğretmenlerin öğrencileri yönünden bir otoriteyi temsil ettiği gerçeği karşısında iş yaşamları dışında da belli bir dereceye kadar ödev ve sorumluluklarının devam edeceğini kabul etmiştir (Vogt/Almanya, §§ 59, 60). Aynı şekilde AİHM Mahi/Belçika (B. No: 57462/19, 3/9/2020, § 32) kararında, öğretmenin öğrencileri üzerinde bir otorite figürü olmasından hareketle meslek hayatında tabi olduğu ödev ve yükümlülükleri belirli bir dereceye kadar okul dışında devam ettirmesinin gerekli olduğunu da değerlendirmiştir (Mahi/Belçika § 28). Anılan kararda AİHM, Charlie Hebdo saldırısından sonra öğretmen olarak görev yaptığı okulda çıkan olaylardan sorumlu olduğuna dair bazı medya kuruluşlarının yaptığı haberlere yayımladığı bir mektupla cevap veren başvurucunun söz konusu mektupta ayrımcı ve şiddeti meşrulaştıran nitelikte ifadeler kullanması nedeniyle görev yerinin değiştirilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini incelemiştir. Anılan kararda, ifade açıklamasının sözel iletişime dayanmadığını ve spontane bir tepkinin sonucu olmadığını, aksine geniş çapta kamuya açıklanmış ve bu nedenle herkesin erişebileceği yazılı iddialar olduğunu, ifade açıklamasının başvurucuya yüklenen sağduyu/ihtiyat yükümlülüğüne zamanlama itibarıyla aykırı görülmesinin meşru olduğunu ve başvurucunun yorumlarının öğrencileri üzerindeki potansiyel etkisini de gözönüne alarak başvurucunun başka bir kuruma atanmasının orantısız olmadığına karar vermiştir (Mahi/Belçika, §§ 34, 36, 37).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18481
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlar nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/8/1971 tarihinde doğmuş olup Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşıdır. 9/2/2011 tarihinde başvurucunun Türkiye'ye yasal olmayan yollardan giriş yaptığı tespit edilmiş ve 9/3/2011 tarihli işlemle başvurucu hakkında beş yıl süreyle yurda giriş yasağı kararı alınmıştır. Başvurucu aynı tarihte Iğdır Dilucu Kara Hudut kapısından çıkış yaparak Türkiye'den ayrılmıştır. Bununla birlikte başvurucu 2011 yılında tekrar yasal olmayan yollardan Türkiye'ye gelmiştir. Başvurucu da bireysel başvuru formunda 2011 yılında yasa dışı şekilde Türkiye'ye geldiğini ve kaçak olarak yaşadığını beyan etmiştir. Başvurucunun Azeri uyruklu, 2/12/1992 doğumlu bir kızı vardır. Başvurucu ve kızının 2011 yılından önce Azerbaycan'da yaşadıkları bireysel başvuru formunda bildirilmiştir. Başvurucunun kızı 2014 yılında bir Türk vatandaşıyla evlenmiştir. Başvurucu,kızının eşinden şiddet gördüğünü beyan ederek İstanbul Esentepe Polis Merkezine 29/4/2015 tarihinde müracaat etmiş ve bu konuyla ilgili yürütülen işlemler sırasında başvurucunun ülkede usule uygun olmayan şekilde bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca başvurucu polis merkezinde alınan ifadesinde; pasaportunu 2012 yılında kaybettiğini, yeniden pasaport almak için herhangi bir girişimde bulunmadığını beyan etmiştir. Bunun üzerine 30/4/2015 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine ve bu amaçla bir ay süreyle idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu sınır dışı işlemine karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; 2006 yılında bir Türk vatandaşıyla evlendiğini, ancak eşinin vefat ettiğini, yıllardır Türkiye'de yaşadığını, burada kurulu düzeninin bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca kızının boşanma sürecinde olmasından dolayı kızıyla birlikte yaşadığını, eşinden şiddet görme ihtimali nedeniyle birlikte kalmalarının hayati önem taşıdığını ileri sürmüştür. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) yapılan araştırma sonucunda başvurucunun kızının 1/6/2014 tarihinde bir Türk vatandaşıyla evlenmiş olduğu, çocuğunun bulunmadığı, 30/4/2015 tarihinde boşanma davası açtığı, 14/12/2017 tarihinde tarafların boşanmalarına karar verildiği ve kararın istinaf yoluna gidilmeksizin kesinleştiği tespit edilmiştir. Mahkemenin 29/9/2015 tarihli kesin kararıyla dava reddedilmiştir. Kararda, yasa dışı şekilde ülkeye giriş yapması nedeniyle hakkında beş yıl süreyle tahdit kaydı konulan ve bu süre içinde yine yasa dışı yollardan ülkeye giriş yaptığı sabit olan başvurucunun sınır dışı edilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Bu karar 20/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun “Sınır dışı etme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yabancılar, sınır dışı etme kararıyla, menşe ülkesine veya transit gideceği ülkeye ya da üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilebilir.” 6458 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır. (2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir. (3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un "Sınır dışı etme kararı alınacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır: ...h) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenler...”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), öncelikle yerleşik uluslararası hukuk çerçevesinde ve Sözleşme'ye dâhil diğer antlaşmalardan doğan yükümlülüklere dayalı olarak Sözleşmeci devletlerin yabancıların ülkeye giriş, ülkede ikamet ve ülkeden sınırdışı edilmelerini denetlemek hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir (Vilvarajah ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 13163/87, 30/10/1991, § 102; Ahmut/Hollanda, B. No: 21702/93, 28/11/1996, § 67-b). Sözleşme bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma şeklindeki bir hakkı güvence altına almamaktadır (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9214/.., 28/5/1985, § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği yükümlülüğün, çiftlerin evlenme suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmeleri ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10,24/5/2016, § 117). Sözleşme yabancıların ülkeye girişi veya orada yerleşmeleri hususundaki bir hakkı güvence altına almamakla birlikte kişinin yakın aile bireylerinin bulunduğu bir ülkeden ayrılmak zorunda olması, belirli koşullar altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmesine neden olabilir (Boultif/İsviçre, B. No: 54273/00, 2/8/2001, § 39). Aile hayatına saygı hakkının yalnızca vatandaşlar tarafından değil hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancılar tarafından oluşturulan aile birliklerini de koruduğunun kabulü gerekir. AİHM'in sınır dışı etme ve suçluların iadesi tedbirlerine ilişkin içtihadında, aile hayatı yönünden Sözleşmeci devletin hakimiyet alanında yasal olarak ikamet eden yabancılarınSözleşme'nin sağladığı güvencelerden yararlanabileceğine vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda aile hayatı çekirdek aile ile sınırlı olarak anlaşılır. Bununla birlikte AİHM Sözleşme'nin bir kişinin belirli bir ülkede aile kurma gibi bir hakkı içermediğine hükmetmiştir. Bunun yanı sıra belirli koşullar altında ülkede hukuka aykırı olarak bulunan yabancıların aile yaşamının da belirtilen güvenceden yararlanması söz konusu olabilir. Ancak göç kontrolü ve kamu düzeninin korunması için söz konusu olan gereklilikler aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında devletlere geniş takdir yetkisi verir. Bu bakımdan AİHM içtihadında aile yaşamının gelişim gösterdiği koşullar, aile hayatındaki ilişkilerin ne ölçüde kesildiği ya da kesileceği, Sözleşmeci devletteki bağların ne ölçüde olduğu, başka bir yerde aile yaşamını sürdürmek için aşılamaz nesnel engeller olup olmadığı, göç kontrolünün gereklerinin veya sınır dışı edilmenin ağır bastığı kamu düzenine ilişkin değerlendirmelerin olup olmadığı gibi kriterler dikkate alınmaktadır (Slivenko/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 9/10/2003, § 94; Amara/Hollanda (k.k.), B. No: 6914/02, 5/10/2004). AİHM tarafından sınır dışı etme ve ülkeye kabul ile Sözleşme'nin maddesi bağlantısı kurularak değerlendirme yapılan davalarda aile kavramının çekirdek aile olarak yani çiftler arasındaki ilişkilerle ebeveyn ve çocuklar arasındaki ilişkileri kapsayacak şekilde ele alındığı, yetişkin çocukların ise aileye bağımlı ve muhtaç olduklarının ispat edilebildiği ölçüde aile kavramına dâhil edildikleri ve bu suretle aile kavramının bu alanda oldukça dar yorumlanmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır (Slivenko/Letonya, § 94; A.A/Birleşik Krallık, B. No: 8000/08, 20/9/2011, § 49; Bousarra/Fransa, B. No: 25672/07, 23/9/2010, §§ 38-39).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19795
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun izinsiz bildiri dağıtarak ve slogan atarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işlediği gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir Başvuru 27/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Ayrıca OHAL döneminde çeşitli kurumlarda görev yapan çok sayıda kamu görevlisi, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamudan ihraç edilmiştir.B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucu, başvuruya konu olayın meydana geldiği 7/10/2016 tarihinde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM SEN/Sendika) İstanbul 7 No.lu şube üyesi ve Sendika Şube Yönetim Kurulu üyesidir. Başvurucu ve arkadaşları 7/10/2016 tarihinde saat 20 sıralarında İstanbul'un Avcılar ilçesinde yer alan bir cadde üzerinde "İşimize Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz, Bu Ağır Saldırıyı da Püskürteceğiz" başlıklı bir bildiriyi vatandaşlara dağıtmaya başlamıştır. Bildirinin dağıtıldığı yere gelen polisler tarafından, başvurucu hakkında çevreyi rahatsız ettiği gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 105 TL idari para cezası uygulanmış ve aynı gün kendisine tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bildiri dağıtma eyleminin 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını ve sendikal kapsamda barışçıl bir şekilde gerçekleştirdiği eyleminin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun eylemini "kişilerin talebi ve istemi olmaksızın bildiri dağıtmaya çalışmak ve slogan atmak suretiyle kişilere rahatsızlık vermek" olarak değerlendirmiş; uygulanan idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı 30/11/2017 tarihinde reddetmiştir. Karar 15/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/412
Başvuru, başvurucunun izinsiz bildiri dağıtarak ve slogan atarak kişilere rahatsızlık verme kabahatini işlediği gerekçesiyle hakkında idari para cezasına karar verilmesinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir
1
Başvuru, anonim şirket genel kurul kararının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve bu karara karşı kanun yolunun kapalı tutulması nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular, nihai hükmü 25/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41878
Başvuru, anonim şirket genel kurul kararının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve bu karara karşı kanun yolunun kapalı tutulması nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında İstanbul (kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesinin 7/5/2007 tarihli kararıyla devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiştir. Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu, B.E. isimli bir kişiye yedi sayfadan oluşan bir mektup göndermek istemiştir. Söz konusu mektubun ilgili kısımları şöyledir:"... destan yaratan özgürlük hareketi; özgür yaşamı ilmek ilmek örerek yeni yaşamın harcına kanını katık yapmıştır. Kürdistan devriminde Amaralının yaşamı değerlendirilecek olursa ilk akla gelecek dikkate alınacak imge, harekette yaratılan kahramanlıklar ve şehitler gerçeğidir. ... Evet PKK Romanı. İçinde neler yok ki, çok kısa bir tarihe bin yıllar sığdırıldı. .. Amaralı 'Bu büyük bir destandır.' diye tanımladı bu romanı. ... Bugün Kürdistan coğrafyasında dağ, taş, her alan şehitlerin kahramanlığına tanık olmuş, her yer onların anılarıyla, yaşamlarıyla nakşolmuştur. ... Bundandır ki PKK Romanının bir parçası olan şehitlere 'Yeni yaşamın temsiliyetini en iyi şekilde yapan militanlar', 'Yeni yaşam tomurcukları' diyor Amaralı...Evet, halklar bahçesinde tomurcuklanarak mücadelenin en aktif saflarında yerini alıp şahadetiyle aramızdan ayrılıp şehitler kervanına katılan Rohat heval de bunlardan biridir. ... Rohat hevalin gerillalarla ilk karşılaşması üniversite sınavını kazandığı yıla rastlar. ... o karşılaşmanın tadına doyulmaz sohbetlerinden sonra gerillaya büyük bir sempati duymaya başlar. ... Gerillalar onun okuyup daha da bilinçlenerek partiye katılmasından yanaydılar. ... Zaten her yer mücadele alanı değil miydi? ... partiyle ilişki kuran Rohatheval faaliyetlere büyük bir özlem ve hırsla sarılır. .. Ta ki 1991'de o her zaman içinde canlılığını koruyan dağların coşkun havasını solumak kararını verip Amed'te gerillaya katılmasına dek. ... Rohat heval bir grup arkadaşla birlikte Genç alanına gider ve belli bir eğitimin ardından hemen pratiğe çıkar. ... Başarmıştı. Yerle bir etmişti engelleri. Bütün yoldaşları gibi sırtında çantası ... ve elinde silahıyla özgürlük için kavgaya tutuşmuştu. ... Henüz üç aylık gerilla iken ... ona hemen manga komutanlığı verilir. ... 1993'te Dersim'de yaptığı eylemlerle, çizdiği başarılı grafiğinden sonra ona bölük komutanlığı verilir. ...Gittiği her alanda büyük başarılar elde ederek orada partinin çizgi ve tarzını hakim kılmaya çalıştı. ... 94 yılında düşmanın büyük yöneliminde Rohat hevalin başında olduğu birlik büyük başarılara imza attı. ... O dağların gözü pek, aman tanımaz büyük militanıydı. ... Söz sana Rohat heval; ... siz özgürlük tutkunu şehitlerin bayrağını düşürmeyeceğiz. ...Ekim şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.Mücadele arkadaşı A. Rahim A." Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 10/11/2014 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla söz konusu mektubun alıkonulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, mektubun içeriğinde terör örgütü mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerini sağlayan, terör örgütü mensuplarını öven ve yücelten ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 3/2/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, mektubun PKK terör örgütüne yönelik övgülerle ve Rohat kod adlı örgüt mensubunun silahlı terör eylemlerini övücü nitelikte anlatımlarla dolu olduğu belirtilmiştir. Bunun yanısıra, mektubun şiddete çağrı ve teşvik amacına hizmet edecek şekilde kaleme alındığı vurgulanmıştır. Kararda, mektubun PKK terör örgütünün sözde Kongresinde alınan kararlar doğrultusunda çatışmalarda ölen örgüt mensuplarının hayatlarının romanlaştırılması amacıyla yazıldığı ve örgüt propagandası içeren mektubun örgüt mensuplarına psikolojik destek sağlayacağı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Bolu Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 6/4/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 10/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektuplara ceza infaz kurumunun ilgili kurulları tarafından yapılan müdahalelere dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20) .
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7131
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 26/1/2010 tarihinde açtığı dava 28/6/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu11/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31346
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; birçok kişinin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına yol açan bir maden kazası hakkında yürütülen ceza yargılamasının makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Türkiye Kömür İşletmeleri adına ruhsatlı olup S... A.Ş. tarafından işletilen Manisa’nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada 301 kişi ölmüş, çok sayıda kişi dumandan doğrudan etkilenerek yaralanmıştır. Olay hakkında yürütülen soruşturma sonunda bazı şüpheliler hakkında kamu davası açılmış ve yapılan yargılama bazı sanıkların süreli hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmesiyle son bulmuştur (soruşturma süreciyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Adem Kilit ve diğerleri, B. No: 2021/44561, 21/11/2023, §§ 9-64, 67-86). Başvuru, henüz yargılamanın sona ermediği 3/12/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuruda bazı eksiklikler olduğunun tespit edilmesi üzerine başvurucu vekiline eksikliklerin tamamlanması konusunda bir yazı (eksiklik bildirim yazısı) gönderilmiştir. Bu yazıda, bildirimin tebliğinden itibaren on beş gün içinde eksikliklerin tamamlanması gerektiği ifade edilerek tespit edilen eksikliklerin geçerli bir mazeret olmaksızın süresinde tamamlanmaması durumunda başvurunun reddedileceği açıklanmıştır. Başvuruda tespit edilen eksiklikler ve bu eksikliklerin nasıl ikmal edileceği sözü edilen yazıda şöyle ifade edilmiştir:- Başvurucunun adli yardım talebinin olup olmadığı belirtilmemiştir. Başvurucunun kendisinin ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olduğunu gösteren belgeler başvuru formuna eklenmemiştir. Bu eksiklik eksik belgelerin ikmali ya da başvuru harcının ödenmesi suretiyle yerine getirilebilir.- Başvurucu, başvuruya konu maden kazasında vefat eden ya da yaralanan hangi kişinin yakını olduğu ve bu yakınlığın ne olduğu konusunda başvuru formunda hiçbir açıklama yapmamıştır. Bu eksiklik anılan hususları açıklayan bir dilekçe verilmesi ile giderilebilir. Başvurucu vekili; eksiklik bildirim yazısına karşı verdiği 3/8/2022 havale tarihli dilekçede başvurucunun faciada ölen Y.G.nin kız kardeşi olduğunu ve yardıma ihtiyacı olduğunu, yurt dışında yaşayan başvurucunun adli yardım talebine esas belgeleri temin etmesinin mümkün olmadığını belirtip başvuru harcını ödediğini ifade etmiştir. Bununla birlikte başvurucu vekilinin verdiği dilekçenin ekinde başvuru harcının ödendiğine ilişkin makbuza rastlanmamıştır. Eksiklik bildirim yazısı başvurucu vekiline elektronik tebligat yoluyla 7/8/2022 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili, başvurucu harcını 7/9/2022 tarihinde ödemiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/60068
Başvuru, birçok kişinin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına yol açan bir maden kazası hakkında yürütülen ceza yargılamasının makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, usulsüz olarak akaryakıt ticareti yapıldığı gerekçesine dayalı olarak verilen idari para cezası nedeniyle mülkiyet hakkının; kesinleşmiş iptal kararına rağmen aynı olay nedeniyle yeniden idari para cezası verilmesi ve derece mahkemeleri kararlarında yeterli gerekçe bulunmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, taşımacılık alanında faaliyet gösteren bir şirkettir. Başvurucu şirketin donatanı olduğu gemi için satın aldığı akaryakıtı başka bir şirkete ait akaryakıt istasyonuna ikmal ettiği kolluk görevlilerince 27/2/2013 tarihinde yapılan denetimlerde tespit edilmiştir. Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun maddesinin (b) bendine aykırı hareket edildiği gerekçesiyle aynı kanunun maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinin (1) numaralı alt bendi ve (d) bendi gereğince 27/11/2013 tarihinde 000 TL idari para cezası uygulanmasına karar verilmiştir. Başvurucu şirket 31/1/2014 tarihinde, idari para cezasına konu eylemi gerçekleştirmediği ve idari para cezasının mevzuata aykırı olduğu iddiasıyla idari para cezasının iptali davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 24/9/2014 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu şirket hakkında, 5015 sayılı Kanun'a aykırı olarak ön araştırma veya soruşturma yapılmadan idari para cezası uygulandığı belirtilmiştir. EPDK tarafından temyiz edilen karar Danıştay Onüçüncü Dairesi 24/6/2015 tarihinde onamıştır. EPDK 27/2/2013 tarihindeki denetimde tespit edilen aynı olay nedeniyle ve 5015 sayılı Kanun'un maddesinin (b) bendine aykırı hareket edildiği gerekçesiyle aynı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinin (1) numaralı alt bendi ve (f) bendi uyarınca 10/3/2016 tarihinde başvurucu şirket hakkında 000 TL idari para cezası uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucu şirket 20/6/2016 tarihinde, idari para cezasının iptali için dava açmıştır. Dava dilekçesinde; idari para cezasına dayanak eylemin gerçekleştiğine dair delil olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu eylem nedeniyle verilen idari para cezasının kesinleşen mahkeme kararı ile iptal edilmesine rağmen hukuka aykırı olarak idari para cezası uygulandığı vurgulanmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 19/1/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava dosyasında yer alan tüm bilgi ve belgeler kapsamında başvurucu şirketin kendisine ait akaryakıtı başka bir akaryakıt istasyonuna ikmal ettiğinin sabit olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, söz konusu eylem nedeniyle EPDK tarafından başvurucudan savunmasının talep edildiği ve başvurucunun savunmada bulunduğuna işaret edilmiştir. Mahkemeye göre, başvurucunun eylemi daha ağır bir idari para cezasının gerektirdiği halde yanlış hüküm uyarınca para cezası verilmediği ancak bu durumun başvurucu lehine olduğu anlaşıldığından idari para cezasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucu karara karşı istinaf itirazında bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 11/10/2017 tarihinde istinaf itirazını kesin olmak üzere reddetmiştir. Nihai karar 3/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...11) Dağıtıcı: Akaryakıt dağıtım yetkisi olan ve lisansına işlenmesi halinde depolama, taşıma, ihrakiye ve madeni yağ üretimi işlemleri yapabilen sermaye şirketini,12) Dağıtım: Serbest kullanıcılara akaryakıt toptan satışı ve ikmali dahil bayilere akaryakıt satış ve ikmal faaliyetlerinin bütününü,..." 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...b) Akaryakıt dağıtımı, taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması,İçin lisans alınması zorunludur. Kurum, geliştireceği ilke ve ölçütler doğrultusunda, iletim ve işleme faaliyetlerinde lisans alma zorunluluğuna muafiyet getirebilir. Lisans vermede taahhüt üzerinden işlem yapılamaz. ...Bu Kanuna göre; lisansların verilmesi, güncelleştirilmesi, geçici olarak durdurulması veya iptaline ilişkin işlemler Kurumca yapılır. ...." 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dağıtıcı lisansı sahipleri, kendi mülkiyetlerindeki veya sözleşmelerle oluşturacakları bayilerinin istasyonlarına akaryakıt dağıtımının yanı sıra, serbest kullanıcılara akaryakıt toptan satışı ve depolama tesislerinin yakınındaki tesislere boru hatları ile taşıma faaliyetlerinde bulunabilir. Dağıtıcılar başka akaryakıt dağıtıcılarının bayilerine dağıtım yapamazlar. ..." 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Kurum, piyasa faaliyetlerini kendi personeli eliyle veya gerektiğinde diğer kamu kurum ve kuruluşları personeli eliyle denetime tabi tutar. Kurum, denetlemelerde kullanılmak üzere, Türk Akreditasyon Kurumu ile işbirliği yaparak akredite sabit ve gezici laboratuvarlar kurabilir, kurulmasına kaynak aktarabilir. Denetlemede, ön araştırmada ve soruşturmada takip edilecek usul ve esaslar Kurum tarafından, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığının görüşü alınarak çıkarılan yönetmelikle düzenlenir...." 5015 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanuna veya ilgili mevzuata aykırı faaliyet gösterilmesi hâlinde sorumluları hakkında Kurulca aşağıdaki idari para cezaları uygulanır:...d) 8 inci maddenin ihlali halinde bayiler için (c) bendinde yer alan cezanın beşte biri uygulanır.e) Aşağıdaki hallerde, sorumlulara üç yüz elli bin Türk Lirası idari para cezası verilir:1) Lisans almaksızın hak konusu yapılan tesislerin yapımına veya işletimine başlanması ile bunlar üzerinde tasarruf hakkı doğuracak işlemlerin yapılması. ...f) 4 üncü maddenin dördüncü fıkrasının (l) bendi kapsamındaki ihlaller hariç olmak üzere bayiler için (e) bendinde yer alan cezanın beşte biri uygulanır...." 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurul, re'sen veya kendisine intikal eden ihbar veya şikâyetler üzerine doğrudan soruşturma açılmasına ya da soruşturma açılmasına gerek olup olmadığının tespiti için ön araştırma yapılmasına karar verir.Ön araştırma ve soruşturmada takip edilecek usul ve esaslar, Kurum tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ister suç gelirlerinin elde edilmesinin önüne geçilmesi için müsadere olarak uygulansın isterse de doğrudan uygulansın para cezalarının veya kazanç müsaderesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmektedir. Mahkeme, bu suretle yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği görüşündedir (Butler/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 41661/98, 27/6/2002; Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, §§ 50, 51; Konstantin Stefanov/Bulgaristan, B. No: 35399/05, 27/6/2015, §§ 57, 58). Konstantin Stefanov/Bulgaristan kararına konu olayda başvurucu avukatın ücreti yetersiz bulması nedeniyle zorunlu müdafi olmayı reddederek duruşmadan ayrılması üzerine ceza mahkemesince başvurucu avukata yaklaşık 260 avro tutarında para cezası verilmiştir. AİHM, şikâyet edilen cezaya konu paranın mülk teşkil ettiğini ve bu para cezasının uygulanmasının da mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 57). AİHM'e göre uygulanan para cezası Sözleşme'nin anlamında bir yaptırım teşkil etmektedir. Bu sebeple müdahale, taraf devletlere yaptırımların ödenmesini sağlamak için mülkiyetin kullanımını kontrol yetkisi tanıyan Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı çerçevesinde değerlendirilmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, § 58). AİHM; para cezasının açık, öngörülebilir ve ulaşılabilir mahiyette bir kanuna dayandığını, yargılamanın etkin ve gecikmeden sürdürülmesi yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacının da bulunduğunu tespit etmiştir (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 63, 64). AİHM, ölçülülük yönünden yaptığı değerlendirmede ise farklı unsurları değerlendirmiştir. Öncelikle duruşmanın ertelenmesini önlemek amacı vurgulanmıştır. AİHM, caydırıcı bir etkinin sağlanması için parasal bir cezanın uygulanabileceğini belirtmiş ve bu alanda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM bu bağlamda en önemli güvencenin ise başvurucuya uygulanan cezaya karşı itiraz edebilme hakkının tanınması olduğunu ve somut başvuruda ise başvurucuya uygulanan cezaya ilişkin karar verme usulünün keyfî olduğunun ortaya konulamadığını belirtmiştir. Mahkeme son olarak başvurucuya verilen para cezasının üst sınırdan uygulanmakla beraber aşırı veya orantısız olmadığını değerlendirmiş, başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varmıştır (Konstantin Stefanov/Bulgaristan, §§ 65-70). AİHM, ceza olarak değerlendirdiği suç gelirlerinin müsaderesine ilişkin Phillips/Birleşik Krallık kararında da benzer değerlendirmeler yapmıştır. Bu olayda ceza mahkemesince başvurucunun uyuşturucu kaçakçılığı suçundan elde ettiği düşünülen gelirlerinin toplamı olan 400 sterlin tutarındaki paranın müsaderesine, bu paranın ödenmediği durumda ise iki yıl süreli hapis cezasının infazına karar verilmiştir. AİHM bu cezanın başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin olayda uygulanabilir olduğunu belirtmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 50). AİHM, ceza mahkemesinin kazanç müsaderesine ilişkin kararının Sözleşme anlamında bir yaptırım/ceza olduğunu vurgulamıştır (Phillips/Birleşik Krallık, § 51). AİHM'e göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı, taraf devletlere bu alanda geniş bir takdir yetkisi tanımakta olup uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele anlamında böyle bir tedbirin uygulanmasının caydırıcı etkisine dikkat çekilmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, tedbirin yalnızca suçtan elde edilen gelirler ile sınırlı olduğunu ve yargılamada başvurucuya etkin bir itiraz hakkının tanındığını gözeterek karşılaştırılan meşru amaca göre müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmıştır (Phillips/Birleşik Krallık,§§ 53, 54). Ismayilov/Rusya (B. No: 30352/03, 6/11/2008) kararına konu olayda, Bakü’de annesinden intikal eden evini satan başvurucu, yanında taşıdığı para miktarını (348 ABD doları) gümrük makamlarına eksik (48 ABD doları) bildirmiştir. Rus kanunlarına göre ise 000 ABD doları üzerindeki para miktarı gümrüğe bildirilmelidir. Başvurucuya bildirim yükümlülüğüne uymama suçundan şartlı tahliye koşuluyla altı ay hapis cezası verilmiş ve ayrıca el konulan paranın tamamının müsaderesine karar verilmiştir. AİHM müsadere tedbiriyle ilgili istikrarlı yaklaşımına değinmiş ve müdahalenin mülkiyetten yoksun bırakma içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyeti taşıdığını belirtmiştir (Ismayilov/Rusya, §§ 28-30). AİHM, kamu yararı bakımından korunan hukuki menfaatin ise gümrük makamlarına bildirim yükümlülüğüne uyulmasını sağlamak olduğunu vurgulamıştır(Ismayilov/Rusya, § 33). AİHM, başvurucuya herhangi bir suç isnadında bulunulmadığı ve olayda müsadere tedbirinin kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı, uyuşturucu kaçakçılığı, vergi kaçırma veya başka suç faaliyetleri kapsamında uygulanmadığı tespitlerine yer vermiştir. Buna göre belirli bir miktarın üzerindeki nakit parayı yanında taşımış olan başvurucu, sadece gümrük makamlarına yanında taşıdığı bu parayı eksik bildirmekten ötürü sorumlu tutulmuştur. AİHM, bildirilmeyen paranın meşru yollardan elde edildiğini ve bu paranın bildirilmemesinin kamuya olan zararının ise oldukça az olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte müsadere tedbirinin sadece zararın tazmini amacıyla uygulandığı değil aynı zamanda caydırıcı ve cezalandırıcı bir yönünün de bulunduğu kabul edilmiştir. Ancak olayda ise başvurucunun zaten bildirim yükümlülüğüne uymadığı için şartlı tahliye koşuluyla hapis cezası aldığına dikkat çekilmiştir. AİHM'e göre yalnızca bildirim yükümlülüğüne uymama nedeniyle ceza da almışken ayrıca müsaderenin uygulanması ölçüsüz olup başvurucuya aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemektedir (Ismayilov/Rusya, §§ 37, 38).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38763
Başvuru, usulsüz olarak akaryakıt ticareti yapıldığı gerekçesine dayalı olarak verilen idari para cezası nedeniyle mülkiyet hakkının; kesinleşmiş iptal kararına rağmen aynı olay nedeniyle yeniden idari para cezası verilmesi ve derece mahkemeleri kararlarında yeterli gerekçe bulunmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir internet haber sitesine ve sosyal medya hesabına tamamıyla erişimin engellenmesine karar verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/213 ile 2016/4111 numaralı bireysel başvuru dosyalarının birleştirilmelerine, incelemenin 2016/213 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru formunda www.siyasihaberorg isimli internet sitesinin sahibi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, anılan sitenin bir haber sitesi olmakla birlikte aynı zamanda Sosyalist Yeniden Kuruluş İçin Siyaset gazetesinin internet ortamındaki eki olduğunu bildirmiş; sitede toplumsal yaşamın her alanına yönelik olarak sosyalist perspektifle yazı, röportaj ve haberlerin yayımlandığını ifade etmiştir. Başvurucu; Twitter'da bulunan @SiyasiHaberOrg adlı sosyal medya hesabının da adı geçen internet sitesine ait olduğunu, internet sitesinde yayımladığı haberleri aynı zamanda bu hesap üzerinden de paylaştığını belirtmiştir. Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün talebi ve (kapatılan) Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) 24/10/2015 tarihli yazısı ile bahsi geçen Twitter hesabının da aralarında bulunduğu yirmi dokuz; 24/12/2015 tarihli yazısı ile başvurucuya ait internet sitesinin de aralarında bulunduğu on dokuz internet adresine erişimin engellenmesine karar verilmiştir. TİB 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8/A maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince erişimin engellenmesi kararlarını Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğinin onayına sunmuştur. TİB tarafından Hâkimliğe sunulan dilekçelerde "Bahse konu içeriklerin terörü öven, şiddete ve suça teşvik eden ve kamu düzenini ve milli güvenliği tehdit eden içerikler ile yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin ihlaline sebebiyet vermesi" nedeniyle erişimlerinin engellenmesine karar verildiği belirtilmiştir. TİB tarafından onaya sunulan erişimin engellenmesi kararları Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğince aynı gerekçeyle sırasıyla 24/10/2015 ve 24/12/2015 tarihlerinde onaylanmıştır. Başvurucunun sosyal medya hesabına erişimin engellenmesine yönelik onaylama kararına itirazı 9/11/2015, internet sitesine erişimin engellenmesine yönelik onaylama kararına itirazı ise 15/1/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Ret kararları başvurucuya sırasıyla 3/12/2015 ve 1/2/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2015 ve 1/3/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı karar için Birgün İletişim ve Yayıncılık Ticaret A.Ş. ([GK], B. No: 2015/18936, 22/5/2019, §§ 23-34) kararına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/213
Başvuru, bir internet haber sitesine ve sosyal medya hesabına tamamıyla erişimin engellenmesine karar verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; beyanları belirleyici ölçüde mahkûmiyet hükmüne esas alınan tanıkların sanık tarafından sorgulanmasına/sorgulatılmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, ceza davasında başvurucunun hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle de duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Karaman Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatmıştır. Başsavcılığın talebi üzerine Karaman Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) başvurucu hakkında 2/9/2016 tarihinde yakalama emri düzenlemiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık, başvurucunun da aralarında olduğu 149 şüphelinin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 17/4/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede başvurucunun Betül kod adı ile örgütün Karaman'ın kadın öğretmenler sorumlusu ve ablası olduğu, örgüt sohbetlerine katıldığı, sohbet hocalığı yaptığı, örgüt talimatı ile 2014 yılında Bank Asyada hesap açarak Bankaya para yatırdığı, örgüt üyelerinin yönettiği derneklere üye olduğu, dernek üzerinden örgüte üye kazandırdığı ve ByLock programını kullandığı iddialarına yer vermiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Karaman Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından görülmeye başlanmıştır. Başvurucu, İstanbul'da yakalandıktan sonra 27/9/2018 tarihinde Mahkeme, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla başvurucunun beyanını almış; tutuklanmasına ve dava dosyasının başvurucu yönünden tefrikine karar vermiştir. Başvurucunun 278752 ID numaralı ByLock kullanıcısı olduğuna ilişkin ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı dava dosyasına girmiştir. Anılan tutanakta başvurucunun eşi S. adına kayıtlı 0 ..31 numaralı GSM hattı üzerinden kullanıcı adı betul70, uygulama şifresi "betul" olacak şekilde ByLock kullandığı belirtilmiştir. Söz konusu belgenin "278752 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlıklı kısmında, başvurucunun kullandığı user-ID'ye bir kısım kullanıcı tarafından "d.birnur", "Birnur", "Birnur Hoca" ve "Birnur h" şeklinde isimler verildiğine yönelik tespitler yapılmıştır. Tutanakta ayrıca başvurucunun eklediği, başvurucuyu ekleyen çok sayıda ByLock kullanıcısına ilişkin kimlik bilgileri ile başvurucunun bu kişilerle gerçekleştirdiği ve örgütsel nitelikte olduğu ifade edilen toplam 588 sayfa mesajlaşma ile e-posta içeriğine yer verilmiştir. Başvurucu, tefrik kararı sonrası duruşmanın 31/10/2018 tarihli ilk oturumuna SEGBİS aracılığıyla katılmıştır. Mahkemenin talebi üzerine Karaman Barosu (Baro) tarafından zorunlu müdafi olarak görevlendirilen A.B.nin de hazır bulunduğu oturumda başvurucu, isnat edilen suçu kabul etmemiştir. Mahkeme anılan oturumda diğer delillerin yanı sıra başvurucu hakkında beyanda bulunun tanıklar F.A., Ö.S., S., Ş., B.Y., K.Ö., K., S.Ç., H.Ü.İ., S., H.Y. ve Ş.K.nın kollukta ve Mahkemenin farklı dava dosyaları kapsamında verdikleri beyanlarına ilişkin tutanaklar ile ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nı okumuştur. Başvurucu; savunmasında Betül kod adını kullanmadığını, örgüt içinde bir görevinin bulunmadığını, ByLock kullanıcısı olmadığını, ByLock listesinde isimleri belirtilen kişilerden bazılarını tanımadığını, Bank Asyada bireysel emeklilik hesabının olduğunu, bu hesaba cüzi bir miktar para yatırdığını, aleyhinde beyanda bulunan bazı kişileri tanımadığını, bu beyanları kabul etmediğini ileri sürmüştür. İddia makamı duruşmanın 25/12/2018 tarihli üçüncü oturumu öncesinde esas hakkındaki mütalaayı yazılı olarak dava dosyasına sunmuştur. Mahkeme duruşmaya SEGBİS ile katılan başvurucuya İ.G.K., E.G., G., N.A. ve F.A.nın oturum arasında dava dosyasına giren ifade tutanaklarını okuyarak diyeceklerini sormuştur. Başvurucu anılan tanıkların anlatımlarını kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii, esas hakkında mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere süre verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, süre talebinin kabulüne ve duruşmanın yeni oturumunun 25/1/2019 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, duruşmanın 27/2/2019 tarihli son oturumuna Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Başvurucunun müdafiinin de hazır bulunduğu oturumda hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl 22 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar karar vermiştir. Başvurucu ve müdafiinin bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu Konya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) 26/6/2019 tarihli kararıyla, yanlış hesaplanan hapis cezası 9 yıl 22 gün olarak düzeltilerek esastan reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 23/6/2020 tarihinde temyiz talebinin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiş, onama kararında sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan okula çocuğunu göndermesi eyleminin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. UYAP evrak işlem kütüğü üzerinden yapılan incelemede başvurucu müdafii A.B.nin nihai kararı 24/8/2020 günü saat 01'de açarak okuduğu tespit edilmiştir. Benzer şekilde başvurucunun da nihai kararı ilki 26/8/2020 günü saat 11 olmak üzere farklı zamanlarda birçok defa açarak okuduğu tespit edilmiştir. Başvurucu, Gebze Noterliği tarafından düzenlenen ve Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuru hakkını kullanarak dava açmaya ilişkin yetkiyi de içeren1/9/2020 tarihli vekâletname ile Av. Haluk Ulusan'ı vekil olarak tayin etmiştir. Başvurucu, onama kararı sonrasında Yargıtayın 23/6/2020 tarihli kararını 12/10/2020 tarihinde öğrendiğini belirterek 30/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Müdafi: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı, ... İfade eder." 5271 sayılı Kanun'un "Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin görevlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. (2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. (3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin görevlendirilmesinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,Baro tarafından görevlendirilir. (2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir. (3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer." 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler." 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlık sözleşmesinin kapsamı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz. " 1136 sayılı Kanun'un "İşi sonuna kadar takip etme zorunluluğu ve başkasına tevkil" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Avukat, üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası şöyledir:"Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." 2/3/2007 tarihli ve 26450 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Görevin sona ermesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(1) Müdafi veya vekilin görevi;a) Soruşturma evresinde; kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi, yetkisizlik veya görevsizlik kararı, kamu davası açılması hâlinde ise iddianamenin kabulü kararı verilmesi,b) Kovuşturma evresinde; ... esasa ilişkin hükmün kesinleşmesi ya da davanın nakline karar verilmesi,c) Müdafi, vekil veya kendisine müdafi ya da vekil görevlendirilen kişinin ölmesi,ç) Kişinin kendisine bir müdafi veya vekil seçmesi, hâllerinde sona erer." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/4/2018 tarihli ve E.2014/6-519, K.2018/132 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Seçilmiş müdafiinin müdafilik statüsü, seçilen avukat ile şüpheli veya sanığın ya da kanuni temsilcisinin iradelerinin uyuştuğu anda, baro tarafından görevlendirilen müdafiinin müdafilik statüsü ise atamanın yapıldığı ve görevlendirme listesindeki avukatın bu atamayı kabul ettiğini baroya bildirdiği anda başlayacaktır.Müdafiin görevinin sona ermesi ise müdafiin seçilmiş veya atanmış müdafi olup olmadığına, seçilmiş müdafiin varsa vekâletnamesindeki özel şartlara ve işin mahiyetine göre farklılıklar arz etmektedir. Ancak genel olarak; müdafilik görevinin savunma görevi bittiğinde sona ereceğini söylemek mümkündür. Bunun dışında bir takım kanuni nedenlerden ötürü veya hukuksal işlemler sonucunda da müdafiin görevi sona erebilir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/13-442, K.2018/533 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5271 sayılı CMK’nın 2/1-c maddesinde 'şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı' olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme süjesidir. ... Hemen belirtmek gerekir ki 'seçilmiş-atanmış müdafi' ile 'ihtiyari-zorunlu müdafi' kavramları farklı kavramlardır. Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir....Bu durumda mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi ve bu suretle savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanarak adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, parası bulunan sanık nasıl ki vekâletname verdiği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, parası olmayan sanığın da aynı şekilde avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması gerekir.Görüldüğü gibi kendisine bir müdafi atandığını bilmeyen ya da müdafi atanmakla birlikte beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip olmayan bir sanığın, bu avukatın, kanun yollarına başvurma da dahil olmak üzere tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek olanaklı olmadığı gibi böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir.Şu hâlde kendisine zorunlu müdafi atandığının veya müdafi tarafından temyiz yoluna başvurulduğunun sanığa bildirilmediği, bu konudaki iradesine değer verilmediği ya da bu yöndeki görüşünün dosya kapsamından anlaşılamadığı durumlarda, hükmün veya temyiz dilekçesinin sanığa tebliğinin, adil yargılanma hakkının gereği olduğu kabul edilmelidir.Kendisine zorunlu müdafi atandığı ve zorunlu müdafinin hükmü temyiz ettiğinin sanığa bildirildiği, sanığın da buna itirazının bulunmadığı durumlarda, zorunlu müdafiye yapılmış bulunan tefhim veya tebliğ işlemlerinin, aynen vekâletnameli müdafide olduğu gibi geçerli olacağı, gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı, müdafinin sanık adına tasarrufta bulunabileceği, örneğin, sanık yararına kanun yollarına başvurma hakkına sahip olacağı hususlarında duraksama bulunmamaktadır." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17/2/2022 tarihli ve E.2019/10-158, K.2022/103 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5271 sayılı CMK’da ister koşullarının oluşması üzerine kanun gereği baro tarafından atanmış olsun isterse vekaletname ile görevlendirilsin, şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat 'müdafi' olarak kabul edilmiştir. Şüpheli veya sanık ile avukat arasındaki iç ilişki bakımından bir vekalet ilişkisi bulunması 'müdafi' kavramının tanımlanmasında dikkate alınmamıştır. Buna göre; avukat, temsil ettiği kişilerin sıfatına göre 'vekil' veya 'müdafi' olarak ceza muhakemesindeki yerini alacaktır. 5271 sayılı CMK, 'müdafi' tanımlamasında bir değişiklik getirmesine karşın şüpheli, sanık veya hükümlü arasında ilişkinin kurulabilme yönteminde bir değişiklik yapmamıştır. ... Bu çerçevede, avukatlık sıfatına sahip olan kişilerin müdafilik görevini üstlenilebilmeleri için şüpheli, sanık veya varsa kanuni temsilcisi tarafından seçilmiş ya da yetkili kurum tarafından usulüne uygun olarak görevlendirilmiş olmaları gerekmektedir. Müdafinin hukuki yardımından yararlanmanın zorunlu olup olmamasına göre 'zorunlu müdafilik' ve 'iradi müdafilik', müdafinin görevlendirme biçimine göre 'seçilmiş müdafilik' ve 'atanmış müdafilik' ayrımı yapılması mümkündür. Görevlendirme şekline göre müdafi, 'seçilmiş' ve 'atanmış' olmak üzere ikiye ayrılmakta olup seçilmiş müdafilik şüpheli, sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında akdedilen avukatlık sözleşmesi ile tesis edilirken, atanmış müdafi ilgili merciin istemi üzerine muhakemenin yürütüldüğü yer Baro Başkanlığı tarafından görevlendirilmektedir.'Seçilmiş müdafilik' de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Müdafinin hukuki yardımından yararlanıp yararlanmamanın şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin takdirine bırakıldığı ve ceza muhakemesinin müdafi olmadan da yürütülebilmesinin mümkün olduğu durumda 'İradi seçilmiş müdafilik', ceza muhakemesinin şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan bir müdafi bulunmaksızın yürütülemeyeceği hâllerde, şüpheli, sanıkveya kanuni temsilcisinin hukuki yardımda bulunmak üzere bir müdafi seçmesi durumunda 'zorunlu seçilmiş müdafilik' söz konusudur.Benzer şekilde 'atanmış müdafilik' de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu kılınmadığı hâllerde, şüpheli veya sanığın istemi üzerine atanacak bu müdafinin 'iradi atanmış müdafi'; ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu olduğu hâllerde, şüpheli veya sanığın kendisine bir müdafi seçemeyecek durumda ise istem aranmaksızın atanacak müdafinin ise 'zorunlu atanmış müdafi' olarak adlandırılması mümkündür.İster iradi isterse zorunlu olsun, 'seçilmiş müdafilik' durumunda, şüpheli/sanık veya kanuni temsilcisi ile seçilen avukat arasında Avukatlık Kanunu’nun maddesinde düzenlenen avukatlık sözleşmesi ile kurulan bir ilişki bulunmaktadır. Avukatlık sözleşmesi bir özel hukuk sözleşmesidir. Sözlü veya yazılı olabileceği gibi sözleşmenin geçerliliği Borçlar Kanunu’nda yer alan genel hükümler dışında bir koşula bağlı tutulmamıştır. Şüpheli/sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklanması ile tesis edilen avukatlık sözleşmesi ile seçilmiş müdafinin görevlendirilmesi tamamlanacaktır."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34420
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde mahkûmiyet hükmüne esas alınan tanıkların sanık tarafından sorgulanmasına/sorgulatılmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, ceza davasında başvurucunun hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle de duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle de ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet eylemleri; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2) §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı madde imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-33). PKK 2016 yılında, başvurucunun seçim bölgesi olan Diyarbakır'da çok sayıda terör saldırısı gerçekleştirmiş olup bu saldırılarda çoğunluğu güvenlik görevlisi olmak üzere onlarca kişi hayatını kaybetmiş; yüzlerce güvenlik görevlisi ve sivil vatandaş yaralanmıştır(Ayrıntılar için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 19-33).B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Diyarbakır milletvekili seçilmiştir. Başvurucu hâlen milletvekilidir. Başvurucu hakkında milletvekili olmadan önce ve milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak farklı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından on altı ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerden on bir tanesi birleştirilmiştir. Başvuruya konu dava, bu on bir fezlekeden oluşmaktadır. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir: i. 24/5/2015 tarihinde HDP ve KJA (Özgür Kadınlar Kongresi) organizesinde, Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi Koşuyolu Parkı'nda 200-300 kişilik bir kalabalığın katıldığı "Kadınlar Yeni Yaşam İçin Buluşuyor" konulu basın açıklaması ve müzik dinletisi etkinliğinde başvurucu bir konuşma yapmıştır. "Merhaba değerli Amed halkı, sizler de bildiğiniz üzere KJA adına bu meydanları dolduruyoruz. Biz kadınlar olarak parlamentodaki yerimizi de alacağız. Sizlerin de bildiği gibi barış ve özgürlük için yıllardır mücadele devam ediyor. Yıllardır Sakine (Sara kod adıyla bilinen ve PKK'nın Avrupa sorumlularından biri), Arin Mirkan (İŞİD'e yönelik intihar saldırısında hayatını kaybeden YPG üyesi), Delila, Sara, Dilan, Beritan gibi şehitlerimizi anıyoruz. Onlar barış, özgürlük ve halkı için yaşamlarını yitirip şehit oldular. Şehitlerimizin önünde eğiliyor ve yolunuzun takipçisi olacağız diyoruz. Sizlere söz veriyoruz ki yolunuzda yürüyeceğiz. Halkların özgürlüğü için arkadaşlarımız şehit düştüklerinde annelerimiz de artık bunun sona ermesini talep ediyorlar. Annelerimiz artık barış ve özgürlük gelsin istiyor. Tüm cezaevlerine de sıcak selamlarımızı gönderiyoruz. AKP ne diyor? Kadın da olsa çocuk da olsa gereği neyse yapılacak diyor. Biz ne diyoruz? Bizler de barışı ve özgürlüğü kadınlar getirecek diyoruz. Barış ve özgürlük süreci cezaevinden, dört duvar arasından Sayın Öcalan, Başkan Öcalan tarafından başlatıldı. Sizlerin de bildiği gibi süreç başlayınca heyet İmralı'ya gitti. Sayın Öcalan ile görüşmeye başladılar. Sayın Öcalan ne dedi. Bu barış sürecinde kadınlar yerini almaz ise ben bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğim dedi. Ama devlet ve AKP buna karşı çıktı. Ama Sayın Öcalan kadınlar, özgür kadın hareketi yerine alacak dedi. Bizler de kadınlar olarak bu süreçteki yerimizi aldık... Şu anda başkan Öcalan tecrit altındadır ama bizler onların bu tecridini kıracağız, kadınlar kıracak barış ve özgürlüğü getirecek. Bu müzakere ve özgürlük kadın eliyle gelecek. Kadın özgürleşirse toplum da özgürleşecektir. Diyorlar ki secimden sonra bakacağız eğer HDP barajın altında kalırsa zaten barış ve özgürlük olmayacak diyorlar. Bizler de diyoruz ki kadınlarımız barış ve özgürlüğü getirecek barajı aşacak, gelip bu meydanı görsünler. Özgürlük yakındır, özgürlük çok yakındır hepinize başarılar diliyorum." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.ii. Başvurucu 1/8/2015 tarihinde Diyarbakır Valiliğince yasaklanan, terör örgütünün çağrılarıyla düzenlendiği iddia edilen ve şiddet eylemlerinin olduğu gösteri yürüyüşüne katılarak burada bir konuşma yapmıştır. "Bildiğiniz gibi bugün Diyarbakır halkı olarak barışın mimarı olan sayın Öcalan'ın bu sürece müdahil olmasını isteyen Diyarbakır halkını buradan İmralı'ya yürüyüş gerçekleştirmesi, Diyarbakır ve buradaki sivil toplum örgütleri ile birlikte barış adına, çözüm süreci adına sizin de bildiğiniz gibi 5 Nisan'dan bugüne tecrit uygulanan hiçbir şekilde haber alamadığımız sayın Öcalan ile görüşme talebine buradan Diyarbakır halkı olarak görüşme talebimizi gerçekleştirdik. Bu yüzden buradan İmralı'ya yürüyüş gerçekleştirmeyi önümüze hedef olarak koyduk ve buradan sayın Öcalan'ın tecridinin kaldırılması sadece heyetle değil bundan sonra kiminle görüşmek istiyorsa ona kendisinin karar vermesi ve bu yaşanan son sürece, savaş sürecine, savaş kararlarına barış ve çözüm sürecinin mimarı olan sayın Öcalan'ın görüşmelerinin devam etmesi için böyle bir yürüyüş gerçekleştirmek istedik. Ama sizin de gördüğünüz gibi özellikle Kürdistan'da yaşanan bir savaş ve kaos ortamı vardır. Bu özellikle yaratılmak istendi kim yaratmak istedi şuan geçici AKP hükümeti bu kaosu yaratmak istedi, nedeni Cumhurbaşkanının 400 Milletvekili istiyorum ve başkanlık sistemi istiyorum demesine verilen bir cevaptı 7 Haziran. Bu nedenle tek başına iktidar olamayan AKP hükümeti kendisi de seçimlerden önce ifade etmişti kaos ortamının yaratılması gerektiğini de dile getirmişti. Kaos ortamı bugün siyasi olarak ifade ettiğimizde mecliste bir araya geldik ve artık biz bu sürecin araştırılması için komisyon oluşturmak istedik. Bu savaşı size yaptırmayacağız dedik çünkü çözüm gücü barıştır dedik ve biz bu barışın inşa edilmesi için Amed halkı olarak hem de parlementoda grubu bulunan HDP olarak bu süreci inşa etmek istedik ama savaşı isteyenler parlementoda böyle bir komisyonun oluşmasını engellediler. Niye engelledi Suruç katliamı ile ortaya çıktı neden engelledi, bugün Ağrıda yaşanan bu infazlarla ortaya çıktı, neden engellendi Kandilde her gün bombalarla uyandığımız bu Amed halkı bu bombaların bu uçakların buradan kalkmasına izin vermeyecek dedi bugün. Ama buna izin verilmedi. Sizler de biliyorsunuz Amed de sabaha kadar bu halk uyumuyor, bombalar uçaklar kalkıp bu halkın evlatlarını bombalamaya gdiyor. En sonda gördüğünüz gibi bugün bir katliam gerçekleştirildi Türk uçakları Kandilin köyünü vurarak sivil insanları katletti. Bunu hiçbir şekilde kabul etmediğimizi burada ifade etmek istedik. Şunu bir kez daha söylemek istiyoruz ne siyasi soykırım operasyonlarıyla ne bombalarla ne de tecritle hiçbir yere varılmayacak eğer çözüm ve barış istiyorsak başta sayın Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması, sayın Öcalan ile görüşmelerin derhal başlatılarak kendisinin özgürlüğünün sağlanmasıyla bu sorun çözülecektir. Biz bu sorunun çözülmesi için HDP'li milletvekilleri olarak grubumuz olarak, parti olarak ve Amed halkı olarak bir kez daha buradan haykırıyoruz biz barışın inşası için mücadele edeceğiz. Şimdiye kadar yaşanan savaş ortamından hiç kimse fayda görmedi. Herkes zarar gördü. Bundan sonraki süreçte de yine zarar görecektir. O yüzden bugün yüzbinler İmralı'yla yürüyor şiarıyla bizler sayın Öclan'a koster bozuksa biz yürüyerek gidip o kosteri de yapıp görüşmeyi sağlayacağızdedik. Ama sizin de gördüğünüz gibi bir ordu bir kuşatma ile karşı karşıyayız. Amed de şuan bir darbe yapılmak isteniyor, bu kadar polisin bu kadar panzerlerin, bu kadar güvenlik güçlerinin kimin güvenliğini sağladığı ortada. Bu halkın güvenliğini şuanda tehdit ediyorlar. Biz bunu kabul etmiyoruz yürümemize izin vermediler biz de bundan sonraki süreçte Amedde demokratik halklarımızı mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğimizi ifade ediyoruz. Halkımızı tutuklama ile gözaltına almakla, bombalamakla, katliam gerçekleştirmekle sindiremeyeceklerini bir kez daha buradan ifade edip vurgulamak istiyoruz." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmasıyla ve "Dağılın." ihtarına rağmen dağılmayan, şiddet kullanan grup içinde yer almak suretiyle başvurucunun örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme suçlarını işlediği ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun 13/9/2015 tarihinde örgüt çağrısı üzerine toplanan kalabalık ile birlikte sokağa çıkma yasağı bulunan Sur ilçesine girmeye çalıştığı, toplanan kalabalığa hitaben emniyet görevlilerince "Dağılın." ihtarı yapılmasına rağmen kalabalığın dağılmadığı, bu suretle silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, "Dağılın." ihtarına rağmen dağılmayan ve şiddet kullanan grup içinde yer almak suretiyle 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarını işlediği ileri sürülmüştür.iv. Başvurucu 5/11/2015 tarihinde Diyarbakır'ın Dicle ilçesi Kurşunlu Mahallesi Kurşunlu Düzü mevkiinde bulunan bölgede gerçekleştirilen askerî operasyonlar sonrasında bölgeye giderek bir konuşma yapmıştır. "Evet şu anda da Piran'da Dicle'de Pirejman mahallesinde, burada yaşananları birebir gözlerimizle görüyoruz, sizinde bildiğiniz gibi yıllardır Kürt halkı üzerine baskı, zulüm işkence göç katliamla gelen hükümetler devletler, bu dönemde de 13 yıllık iktidarı boyunca Kürt halkına yapmadığını bırakmayan, doksanlı yılları da aşan, şiddet politikalarını hayata geçiren, bir AKP hükümeti mevcuttur. 7 Haziran da halkın iradesini kabul etmeyen, 8 Haziran itibariyle seçimleri gündeme getiren ve daha sonarda seçim hükümeti olan, aslında savaş hükümeti adı altında Kürt halkına, dostlarına ve tüm Türkiye halklarına baskı, zulüm katliam ve yok etme projesini hayata geçiren AKP hükümeti ve saraydakinin almış olduğu kararların bir benzerini bugün burada Pirejman'da görüyoruz. Artık Kürtlere yapmadıkları kalmayan, yıllardır aynı zihniyetin devamını gerçekleştiren AKP hükümeti ve devlet bugün de Kürtlere seçim sonrasında yaptıklarını, bir kez daha anlamak ve bu yapılanları bir kez daha değerlendirmek lazım. Evet 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olmayınca 7 Haziran sonrası sayın Öcalan'la görüşmelerin gerçekleştirilmemesi ve topyekun bombalamalar, saldırılar katliamlar hatta şehitliklerimizin ve cami ve cem evlerimizin bile yok edildiği bir süreçti ve o günden bu güne 1 Kasım seçimleriyle tek başına iktidarı hedefleyenler birçok hile birçok tehdit birçok korku ve kaygı yaratmaya çalışarak aslında Kürtleri yok etme projesini hayata geçirme adına hareket etmiştir. Tek başına iktidar olursam bu sorunlar çözer çözülür, bu sorunları bir kez daha çözmüş oluruz diyen AKP Hükümeti 2 Kasımda yani 1 Kasım seçimlerinin hemen akabinde, burada Dicle ilçemizin birçok mahallesinde sokağa çıkma yasakları ilan etmiş tankla, topla, helikopterlerle uçaklarla, bir bütün köylerimize saldırmıştır. Evet, bunu bir kez daha altını çizerek söylüyoruz, korku zinciri yaratmaya çalışan, savaşla insanları korkutmaya çalışan ve hileliklerle oy alıp iktidar olan sorunları çözeceğim diyenler AKP hükümeti ne yazık ki 1 Kasım seçimden hemen akabinde 2 Kasımda şu anda burada bulunduğumuz Dicle ilçemizini Pirejman mahallesinde köyünde tankla, topla, uçaksavarlarla, helikopterlerle saldırmış camilerimiz, şehitliklerimiz, mezarlıklarımız ve bütün yerleşim alanları tahrip edilmiştir. AKP hükümeti şunu çok iyi bilmeli ki, mezarlıklar, bizim kutsal yerlerdir... Başka şey de bizim için hassas olan, önemli olan, kürt halkının değerleridir. Kürt halkı kendisini bir bütün var eden şehitlerine borçludur. Şehitlere yapılan mezarlıklara yapılan baskı, şiddet ve yok etme Kürt halkına yapılan zulümdür. Bu yüzden bu hassasiyetimizin çok iyi anlaşılması çok iyi bilinmesi gerekiyor. Evet, tek başına iktidarı hedefleyenler seçim uğruna şehitlerimizden bile korktuklarını ifade etmeleridir. Aslında AKP hükümetinin ve devletin ne kadar aciz ne kadar zavallı ne kadar insanlıktan uzak olduğunu bir kez daha Pirejman'da görmekteyiz, şehitliklerden bile korkanlar camilerden mezarlıklarımızdan korkanlar yaşamını yitiren insanlardan korkanlar, aslında zavallılıklarını bir kez daha ortaya koymuşlardır. Ama Kürt halkı direnişiyle, mücadelesiyle, bu günlere gelmiş evet daha dün Sur'da, Silvan'da, Bismil'de, Cizre'de, Nusaybin'de, Varto'da yaşanan halkın direnişi gerçekten AKP hükümetini ve devletini korkutmuştur. Bu korku zinciri hiçbir şekilde insanları yıldırmayacağını bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Dört gündür dördüncü günün sonunda bıraktığımız Silvan'da hala halkın üzerine toplarla, havanlarla, bombalarla saldıranlar oradaki evleri hedef alanlar, insanları, insanları katledenler, bugün burada aynı tarihlerde Dicle'nin Pirejman ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan ederek buradaki mezarlıklarımıza şehitliklerimize saldırmıştır. Burada ibadet edilen camilerimiz, insanların dinlenmek için kullandığı mekanlar ve bir bütün şehitlikler, tanklarla, toplarla, havanlarla yok edilerek gördüğünüz manzara ortaya çıkmıştır. Biz AKP hükümetine bir kez daha buradan sesleniyoruz, ya müzakere ve çözüm sürecini geliştireceksiniz yada bu halk direnişini daha fazla büyütecektir. Hiçbir zaman mücadeleden korkmayan artık hiçbir şeyini kaybetmekten korkmayan, kürt halkı bir kez daha buradan size sesleniyor, ya müzakereyle demokratik siyasetle masaya oturur sayın öcalanla görüşmeleri başlatır ve kürt sorununun çözümünü öncelikli sorun olarak ele alır, anayasal düzenlemelere geçersiniz ya da hiçbir şekilde direnişimizden mücadelemizden vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha buradan ifade ediyoruz... Bizler burada yaşananları, bir öfkeyle, bir nefretle, genel olarak da yaşananları, kınadığımızı ifade etmek istiyoruz. Bu tahribatı ortaya koyanlara bir kez daha hesap soracağımızı söylemek istiyoruz buradan. Camilerimizi, ibadet hanemizi mezarlıklarımızı bombalayanlardan hesap soracağız. Hesap sormaya devam edeceğiz, bunu direnişimizle, mücadelemizle, varlığımızla, halkımızla hesabını soracağız, bunun hesabını biz mecliste de soracağız, bunlar hepsi tarihe geçecektir... Sizin Kürt Halkının çocuklarında, gençlerinde, kadınlarında, erkeklerinde, yaşlısında, hastasında, yedisinden yetmişine öfke daha da büyüyecektir. Bunun böyle bilmek lazım. Yıllardır biz yok edeceğiz, ortadan kaldıracağız kökünü kazıyacağız diyenler bu dünyadan göçüp gittiler. Sizlerde göçüp gideceksiniz. O yüzden eğer tarihe bir iz bırakmak istiyorsanız yakarak, yıkarak, bombalayarak değil, tarihe bir iz bırakmak istiyorsanız o zaman müzakere masasına oturacaksınız ve sorunları çözeceğiz, birlikte çözecez, Kürt halkı buna hazırdır. Bütün haklar hazırdır. AKP hükümetinin eninde sonunda müzakere için masaya oturacağı kesindir. Yoksa kendisi yok olup gidecektir. Bunun buradan bilsinler istiyoruz. Evet öfkemiz büyüktür. Öfkeliyiz, ama bir o kadar direnişe de hazırız. Bir o kadar mücadeleye de hazırız. Mücadele eden bir halkız, burada bu tahribatı gördükçe daha da öfkelenip mücadelemizi ve direnişimizi daha da büyüteceğiz, yılmayacağız, korkmayacağız, bizi bunlarla yıldırmayacaksınız, korkutamayacaksınız, bizim bunlarla daha fazla öfkemizin büyümesi gelişecek ve daha fazla direnişimiz artacak, mücadelemizi daha fazla büyüteceğiz. Biz buradan tekrar Pirejman'dan Dicle ilçemizden seslenmek istiyoruz. Bu yaşattıklarınızın hesabını bir gün soracağız, bir gün vereceksiniz hesabını, bunların hesabı bir gün verilecektir... Burada yaşananlar sadece Pierjman köyünün yaşadıkları değildir. Buradan çok iyi bilinmeli ki bütün Kürt halkının Türkiye Halklarının bizzat yaşadığı ve acısını içine gömdüğü bir durumdur. Biz bunun hesabını da soracağız, mücadelemizi de büyüterek bunların bir bütün olarak bugün gerçekleştirilenlerin yarın hesabı tek tek sorulup bunların cevabı verilecektir... Ve bir gün gelecek ki bu yaşananların hesabını hepsini size soracak duruma geleceğiz. Ve biz bir kez daha bütün halkımıza, Dicle halkımıza ve Pirejman'daki yaşayan bütün halkımıza burada yaşananlardan dolayı üzüntülerimizi dile getiriyoruz. Ve bundan dolayı da mücadelemizi daha fazla büyüteceğimizi ve buranın hesabını çok güçlü soracağımızı bir kez daha paylaşmak istiyorum..." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.v. 2015 tarihinde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) organizesinde,terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyonları protesto etmek amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önündetoplanan grup Yenişehir ilçesi VeniVidi Hastanesi önüne kadar yürüyüş gerçekleştirmiş ve akabinde başvurucu burada bir basın açıklaması yapmıştır. "... Ne yazık ki Diyarbakır’ın Sur ilçesi yani Amedin ruhu, kalbi, beyni olan Sur ilçemizi günlerdir ablukada olması ve burada yaşananları bizzat görmemiz dün de bir kaç saatlik sokağa çıkma yasağının kaldırılmasıyla birlikte sokağa çıkma yasağı ilan edilen mahallelerimizde yaşananları bizzat gözlerimizle gördük. Ve bugün tekrar sokağa çıkma yasağıyla karşı karşıyayız. Aslında resmi olarak bir sokağa çıkma yasağı kaldırılsa da biz, fiili olarak bu ablukanın kaldırılmadığını dün de çok net olarak gördük ... Halka rağmen ablukayla, helikopterle, bombalamayla, tankla, topla, Özel Harekât timleri ile siz Amed halkının, Sur halkının direnişini kıramazsınız. Bu direnişi görmek lazım. Bu talepleri görmek lazım. Halk artık baskı ve zulüm istemiyor. Kendisini özgür iradesiyle yönetmek istiyor. Bunun bir kez daha görülmesi gerekiyor...Ama siz Sur'u abluka altına alırsanız Sur'da yaşam hakkını tanımazsınız Sur halkı da buna karşı kendisini direnerek ortaya koyacaktır. Bu yüzden Özellikle de şunu ifade etmek istiyoruz dün gözlerimizle gördük. Surun yapısını bilen herkes çok net ifade edebilir ve görebilir. Surda başta Kurşunlu Cami olmak üzere tarihi dokular ve evler hem yukarıdan helikopterlerle bombalandığını, yıkıldığını ve yakıldığını gördük ... Sokağa çıkma yasaklarının ortadan kaldırılması ve müzakerenin gerçekleşmesi için biz parlamentoda da bir girişim başlattık. Araştırma komisyonları kurulmasını istedik. Ama ne yazık ki AKP Hükümeti reddetti bunu reddi Sur'u kimin yaptığını, kimin yakıp yıktığının ifadesidir. Gelin bütün parlamento bileşenleri ve partiler olarak komisyon kuralım gidelim araştıralım halkın taleplerini yerinde dinleyelim dedik. Ama reddedildi. Mücadelemize devam edeceğiz. Buradayız halkımızla birlikteyiz halkımızın mücadelesinin yanında olduğumuzu bir kez daha İfade etmek istiyorum ve hepinize teşekkür ediyorum." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.vi. 16/12/2015 tarihinde yapılan gösteri yürüyüşünün sonunda başvurucu bir basın açıklaması yapmıştır. "Yenişehir ve birçok yer abluka altında. Resmi bir sokağa çıkma yasağı ilan edilmese de Diyarbakır’da aslında halkın gittiği her yerde büyük bir saldırı, büyük bir baskı, büyük bir işkence söz konusu Diyarbakır geneli üzerinden ifade edeyim ama genelde söylersek Kürdistan’da, bugün Sur’da, Dargeçit’te, Nusaybin’de, Cizre’de ve Silopi’de adı konulmamış bir iç savaş söz konusu ... Kürdistan’da halk ne istiyor? Halk özgürce yaşamak istiyor. Kendi topraklarında, kendi mahallesinde, sokağında, evinde kendisini yönetmek istiyor ... Sur da yaşadık gözlerimizle gördük. Dört ayaklı minareden başladı. Kurşunlu Camiden ve Ayşe Hamamından tüm kiliselerimize kadar kültüre, dine, tarihe bir müdahaledir bu. Bunları kabul etmiyor halkımız kabul etmiyoruz hiçbirimiz. Mücadelemiz bunun içindir. Direnişimiz bunun içindir o yüzden bir an önce haksız hukuksuz olarak uygulanan sokağa çıkma yasağının kaldırılmasını ifade ediyoruz. Parlamentoda da ifade ettik, sokaklarda da ifade ediyoruz. Mademki istiyorsanız o zaman gelin mecliste sunduğumuz araştırma komisyonu oluşsun. AKP hükümeti neden reddediyor. Demek ki yaptıklarıyla yüzleşmek istemiyor. Yaptığı bu kirli savaşla yüzleşmek istemediği için bugün komisyonları reddediyor. Değerli halkımız öyle pervasızca bir saldırı söz konusu ki gerçekten bugün bir heyetimiz Cizre’ye giderken yolda durduruldu, milletvekili 5 milletvekili arkadaşımız Cizre’ye giderken milletvekilleri kendi seçilmiş bölgelerine giremiyor. Bunun adı yoktur yani burada böyle bir hukuk yoktur. Bu çok net bilinmeli. Biz Sur’a gireceğiz. Sur bizim mekânımız. Çocukluğumuz, gençliğimiz orada büyüdü. Oradaki halkın yaşamı bizim için her şeyden önemlidir. Sur halkının yaşamından endişe duyuyoruz. Tankla, topla, askerle, özel harekât timiyle, jitemiyle, esedullah timiyle Sur’dan çıkın diyoruz. Değerli arkadaşlar biz HDP grubu olarak milletvekili olarak parti ve bütün sivil toplum örgütleriyle, halkımızla birlikte özelde sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerdeyiz. Mardin’de, Şımak’ ta ve Ameddeyiz. Bir grup arkadaşımız da parlamento da bunun mücadelesini yürütüyor. Biz halkımızla birlikte bunların mücadelesini yürütmeye devam edeceğiz. Direneceğiz, direneceğiz ve kazanacağız. Çünkü haklıyız. Mücadelemizde haklıyız. Bunun böyle bilinmesi böyle görülmesi lazım ... Siz halkın taleplerini görmezden gelirseniz, müzakere sürecine dönmezseniz, insanlarımız yaşamını yitirmeye devam edecektir. Biz bunu kabul etmiyoruz. Hendek diyorsunuz sorarız sizlere Bağlarda vurulan iki gencimiz sokak ortasında vuruldu. Hendekte miydi? Sorarız size. Sokak infazlarına dur diyoruz. Bu katliamlara bir kez daha dur diyoruz. Bir kez daha ifade ediyoruz ki çözüm ve müzakere sürecinin başlatılması ve sayın Öcalan’ın üzerinde ki tecridin kaldırılması ile bu sorun çözülür. Bu sorun eğer varsa bir sorun bu ancak müzakere ile çözülür. Eninde sonunda masaya oturulacaktır. Ama bu gün bunları yapanlarda mutlaka yargı önüne çıkacaklardır. Bu da bilinmelidir. Hükümet bu kararı alıyor, devlet bu kararı alıyor burada uygulayanlar suç işliyorlar. Suç işliyorlar ve günün birinde bunlarda mahkeme huzuruna çıkacaklardır. Yargılanacaklardır. Çünkü suç işliyorlar. Kanunda, yasada böyle bir uygulama yoktur. Tamamen keyfi bir uygulamadır. Bunu kabul etmediğimizi bir kez daha ifade ediyoruz. Çözümü müzakere sonucuyla bu sorun çözülecektir. Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve derhal müzakereye başlanmasıyla bu sorun çözülecektir. Dolmabahçe mutabakatına uyulması ile bu sorun çözülecektir. Halkın talepleri yerinde görülerek bu sorun çözülecektir. Mecliste Anayasal ve yasal değişikler yapıldıkça bu sorun çözülecektir. O zaman herkes demokratik, özgür bir şekilde yaşayacaktır. Ama baskı ve zulümü Kürt halkı yıllardır kabul etmedi kabul etmiyor. O yüzden onurlu halkımız direniyor. Sur da, Cizre de, Nusaybin de, Dargeçit’te direniyor. Onurlu halkımız bulunduğu her alanda direniyor. Amed halkı bir haftadır ayakta. Kürt halkı boyun eğmedi, tarih boyunca boyun eğmedi yine de boyun eğmeyecektir. Onurlu bir şekilde direnecektir. Mücadele edecektir ve kazanacaktır. Çünkü haklıdır. Çünkü haklıyız. Çünkü halkımız talepleri çok açık ve net ifade ediyor. Ben hepinize katıldığınız için teşekkür ediyorum ve Sur'a gidişimiz ve bu mücadeleyi daha da vereceğimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum. Vekil arkadaşlarımızla buradayız. Biz bu çalışmalarımıza devam edeceğiz. Görüşmelerimizi de ve Sur'a gidişimizi de bir şekilde gerçekleştireceğiz." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.vii. 17/12/2015 tarihinde PKK terör örgütünün çağrıları doğrultusunda yapıldığı iddia edilen gösteri yürüyüşünün sonunda başvurucu bir basın açıklaması yapmıştır. "Değerli basın emekçileri ve çok değerli Amed Halkı, Yenişehir halkımız hepiniz bu duyarlılığınız bu aleve bu ateşe bir nebzede olsa su dökmek istediğiniz için ve katıldığınız için teşekkür ediyorum. Bugün Amed’te Sur ilçemizde yaşanan gününe giren sokağa çıkma yasağı ile birlikte sur halkına bir işkence bir soykırım gerçekleştirmek isteniyor. Şu ana kadar tarih boyunca baktığımızda hiçbir tarihi süreçte böyle bir şey görülmemiştir. 28 Şubat darbesinde tanklar, toplar şehirlere indiğinde sadece yürümüş ve bütün dünya kamuoyunca bu kınanmıştır. Şuan ki Cumhurbaşkanı, Başbakan 28 Şubat darbesinde tankların topların şehre inmesini kınayan ve böyle bir şeyi bir daha yaşamak diyen bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan bugün kürdistan’da, Sur’da, Dargeçit’te, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de, Silvan’da tank ve toplarla halka ateş ediliyor. Bırakın tankın topun merkeze, ilçelere girmesini artık halkın evine odasına kadar top atışları gerçekleştiriliyor. Şu anda Sur’da top atışından kaynaklı yaralı arkadaşlarımızın olduğunu, halkımızın olduğunu evlere top atışların isabet ettiği bilgisini alıyoruz. Şu anda ambulansların Sur’a girip yaralıları dışarı çıkarması için çaba sarfediyoruz. Bir ülke düşününki halkın taleplerini görmeden halkın ne istediğine bakmadan evinin içine mutfağına odasına kadar savaş açan bir başbakan, bir AKP hükümeti ve bir devlet söz konusudur. Bunu hiçkimse kabul etmez kürt halkı onurlu mücadelesiyle hiçbir zaman kabul etmedi. Bugünde kabul etmeyecektir. Değerli halkımız bugün Şırnak’ta, Cizre’de, Silopi’de, Dargeçit'te, Sur’da Türkiye topraklarında sanki bir ülkeyle savaş yapıyormuşçasına tanklar, toplar, helikopterler, askerler, özel harekat timleri evlerin içine kadar giriyor. Milletvekillerimize kadar saldırırcasına cesaret içerisinde bulunuyor. Asla bunu kabul etmeyeceğiz. Milletvekilimize halkımıza dokunan kim olursa olsun bunun karşısında duracağız. Biz halkımızın iradesiyle bugün buralara geldik. O yüzden halkımızın yanındayız ... Halkımızın iradesiyle, onuruyla sahip çıktığı direnişin yanında olacağız bunu bir kez daha ifade ediyoruz. Evet Amed halkı 16 gündür ayakta 16 gündür Sur ilçemizin tarihine dokusuna orada yaşayan insanlarımıza ve kültürümüze sahip çıkmaya çalışıyoruz. Biz Amed halkına teşekkür ediyoruz. Gerçekten Kayapınar, Bağlar’da, Yenişehir’de bütün ilçelerimiz dış ilçelerimizde dahil Sur’da yaşanan katliama dur diyor. Herkes bulunduğu alanda, herkes bulunduğu sokakta, herkes bulunduğu evde, bu direnişe sahip çıkmalıdır. Başbakan ne diyor. Ev ev temizleyeceğiz. Siz ne cüretle bu halkın evine giriyorsunuz. Siz ne cüretle kürt halkına baskı yapacaksınız kürt halkı direnecek. Onurlu bir halktır direnecek ve kazanacaktır ... Değerli Amed Halkı bizim direnişimiz devam ediyor devam edecek. Nerede olursak olalım evde sokakta çarşıda, pazarda nerede olursak olalım. Yanı başımız da Sur halkımızda vicdanen ve ahlaken, hukuken bir arada olalım. Onu hissedelim Sur halkının yaşadıklarını hissedelim izin vermeyelim. Bulunduğumuz her yerde haykıralım Amed halkı sessiz kalmayacaktır. Türkiye halkına duyuruyoruz. Herkes Amed Halkının, Cizre’nin, Nusaybin’in yanında olacaktır. Buraya gelen bu direnişe sahip çıkan bütün halkımıza teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum ... bizler Diyarbakır, Yenişehir, Bağlar ve Kayapınar adına çağrıda bulunuyoruz. Herkes Sur halkına sahip çıkmalıdır. Sur, Kürtlerin ruhudur, tarihidir, kültürüdür, kimliğidir ve ilacıdır. Bizler HDP, KJA ve özgür kadınlar adına diyoruz ki direnişin öncüsü olacağız. Halkımızın direnişini kutluyorum ve mücadelenizi daha da büyütün." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.viii. 6/2/2016 tarihinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarına yönelik operasyonları kınama amacıyla bir günlük barış nöbeti tutulmuş ve başvurucu burada bir basın açıklaması yapmıştır. "... Evet, Sur’da tamda yanı başımızda hemen sesimizin ulaşabileceği bir noktada büyük bir direniş var. 66 gündür Sur da Sur halkı direniş içerisinde bin selam olsun Sur'da direnenlere bin selam olsun. Cizre’de direnişçilere. Evet kadınlar yaşamın her alanında kadınlar yaşamın her alanında olduğu gibi direnişin en ön saflarında yer alıyor ve direnişte en önde yer alan kadınlara ve yaşamını özgürlük barış ve demokrasi uğruna feda eden bütün direnmiş kadınlara şu anda aramızda olmayan tüm kadın yoldaşlarımıza saygıyla andımızı ifade ediyor ve onların yolunda yürüyeceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz... Çünkü Savaşı inşa edenler savaş kararını alanlar vahşet bodrumundan çıkışları engelleyenler erkekler ve onların savaşı zihniyetidir bir kez daha, söyleyelim ki vahşet Bodrumunun bugün sekizinci günü en son oradaki yoldaşlarımız ile görüştüğümüzde orada üzerlerine çöken bodrumda kalan yoldaşlarımızın yaşam mücadelesi uğruna yürüttüğümüz direnişi onların yürüttüğü direnişten hala bir haber almış durumda değiliz. Evet ülkelerarası savaşta da bir savaş koridoru oluşturulur bir koridor oluşturularak yaşamını yitirenlerin yaralıların ambulanslarla nakledilmesi sağlanır. Ama ne yazık ki AKP hükümeti ve devlet kendisinden o kadar aciz ki bir yaşam koridoru oluşturacak kadar aciz ve meşrutiyetini yitirmiş bir devlet ve bir hükümet söz konusu bunu Kürdistan'da tüm kadınlar biliyor Türkiye'deki tüm kadınlar çok net olarak yaşadığı gördü ve biliyor daha sonrasında. Evet, sizin de bildiğiniz gibi özellikle tank ve top atışlarıyla binalar hedef alınıyor. Oradaki insanlar hedef alınıyor oradaki hedef alman insanlar Madımak'taki gibi yakılmaya çalışıldı ve biz itfaiye ambulans gönderilmesi için defalarca görüşme yapmamıza rağmen ve onların da evet izin vereceğiz demelerine rağmen yereldekiler özelde JitemEsadullah Timi adına ne derseniz deyin. Ordu güçleri militalist güçler ne yazık ki bir kez daha ifade edelim ki ikinci Madımağı yaşattılar. Cizre’de yanan canlarımıza yanan canlarımızı ve orada yaralılarımızı hala alınmadığını burada bir kez daha Türkiye kamuoyuna ifade edelim. Evet, biz milletvekilleri bunun öncülüğünü yapmak istedik oraya gidip oradaki yaralıları yaşamını yitirenleri biz almak istedik sağlıkçılar hakeza, orada akademisyenler kadınlar Türkiye'nin her yerinden Cizre'ye gidip orada yaşananları görmek ve oradaki bütün her şeyi göğüsleyerek canlı Kalkan olmaya hazırlar. Bugün burada olduğumuz gibi bütün kadınlar Türkiye'nin her yerinden Diyarbakır'da Surla, buluşmaya dayanışmaya bu direnişi selamlamaya geldikleri gibi, bugün yine hala, iki alana da ulaşamadık, bunu zafer olarak ifade edenler AKP hükümeti ve devlet şunu çok net bilmeli ki tank ve topla ölümler tankla topla atışlar hiçbir zaman için zafer olmadı olmayacaktır. Bu sizin yenildiğinizdir. Bunu bir kez daha tüm Türkiye kamuoyunu, ve tüm kadınlar bilsin ki şu anda yapmak istedikleri şey katliamdır ve bir katliam gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Kürdistan'da bir direnişin sonucunu katliamla örtbas etmeye çalışıyorlar ve katliam gerçekleştirerek aslında yaşananları zafer olarak ifade etmeye çalışıyorlar... " şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.ix. 8/3/2016 tarihinde İstasyon Meydanı'nda "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü" adı altında açık hava toplantısı düzenlenmiş ve başvurucu burada bir konuşma yapmıştır. "... Bugün Martın 8’idir. Bizler zılgıtlarımızı artıralım ki sesimiz Surdan duyulsun. Biz coşkularımızı yükseltelim ki direnenlere, mücadelecilere sesimiz yüksek gitsin. Bugün 8 Marttır. Bugün zindanlarda olanlar ve özgürlüğü isteyenlere selam olsun. Zindandaki kadınlara binlerce defa selam olsun. Sur'da direnen kadınlara binlerce defa selam olsun. Biz onlara Diyarbakır’ın sıcak selamını gönderiyoruz. Bugün yaklaşık 100 gündür Sur'da 6 mahallemizde kadınlar öncülük yapmakta ve direnmektedir kadınların, Kürtlerin ve halkın özgürlüğü için direnmektedirler onlara binlerce selam gönderiyoruz ... 8 Mart bizler için çok önemlidir. Böyle günlerde Seve arkadaşımızı, Pakize’yi ve Fatma’yı (6/1/2016 tarihinde sokağa çıkma yasağı sırasında Silopi'de öldürülmüşlerdir. Sêvê Demir DBP Parti Meclisi, Pakize Nayır Silopi Halk Meclisi eşbaşkanı, Fatma Uyar KJA üyesidir.)hatırlıyoruz. Şehitlerin önünde saygıyla eğiliyoruz. Sizde biliyorsunuz ki; Sakine Cansız zindanlarda o kadar işkence gördü ki ah bile demedi, Seve arkadaşımız 68 gün aç kaldı ah bile demedi. Selam sizlere binlerce defa selam. Şehit kadınlarımız kendileri için bir şey istemediler. Şehit olana kadar halkın içinde kadınların ve halkının özgürlüğü için çalışmalarını sürdürdüler bundan doyalı şehitlerin önünde saygıyla eğiliyoruz ve diyoruz ki; Şehitler ölmez ve aramızdadırlar. Sakine arkadaşımıza, Seve, Pakize ve Fatma’ya diyoruz ki; Fotoğraflarınızdan bile korkuyorlar, bırakmıyorlar ve fotoğraflarınızı yasakladılar ama sesiniz bile dünyaya yeterlidir ... Biz kadınlar hiçbir şeyden korkmuyoruz ve öncülük yapıyoruz. Onlar ne kadar da bedenlerimizden ve kimliğimizden korksalar bile bizler onların saldırılarından korkmuyoruz. Onlar Cizre’de bedenlerimizi çırılçıplak soyduklarında bizler daha fazla güçleneceğiz. O kadar da direnişimizi ve mücadelemizi yükselteceğiz. Ben KJA ve HDP topluluğu adına sizleri selamlıyorum. Sizlere, Cizre’ye, Deriğe, Nusaybin’e ve Surun direnişine binlerce defa selam gönderiyoruz. Sizlerin 8 Mart kadınlar gününü kutluyoruz." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.x. 18/3/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde HDP ilçe teşkilatlarının organize ettiği nevruz etkinliğine izin verilmemesi nedeniyle söz konusu parti teşkilatları tarafından açık hava toplantısı adı altında etkinlik düzenlenmiş ve başvurucu da bu etkinlikte bir konuşma yapmıştır. "Nevruzunuz kutlu olsun. Evet yine Pasur’dayız. Pasur’da Pasur’un dağları, Andok Dağları, Dorşin Dağları, onların seslerini yine duyuyoruz. Yine dağlarımızda kar ve bahar hepsi beraber çiçek açmışlar, bizler selam gönderelim, selamlarımızı gönderelim, sıcak selamlarımızı gönderelim, Pasur’un çayına, Pasur’ un Dağlarına, Pasur’ un halkına! Ve söyleyelim nevruz, nevruz barış ve özgürlük olsun. Sizler de biliyorsunuz ki nevruz direniştir, nevruz başkaldırıdır, nevruz halkların kurtuluşudur. Bunun için 2016 yılı nevruzu Kürt halkının özgürlüğü, Ortadoğu’nun özgürlüğü olsun, dünyanın özgürlüğü olsun. Bizler nevruzda Diyarbakır'da Pasur’da sesimizi yükseltelim, nevruzun sesini ve nevruzun ateşini yükseltelim, ta ki devrim yakındır, biz devrimimizi tamamlayacağız. Pasurlu halkımız, annelerimiz, halkımız, sizler de biliyorsunuz, 2016 yılının Nevruzu her yerde yasaklanmıştır. 8 Mart da yasaklanmıştı, Nevruz da yasaklandı. Şimdi devlet AK Parti zihniyetiyle savaşa el atmış ve bu savaşı güdüyor. Ama halkımız Cizre’de, Nusaybin’de, Sur’da, Farqin’de (Silvan), Silopi’de Hezak’ta (idil), Gever’de (Yüksekova) direniyor, bîz halkımızın direnişini selamlıyoruz ve diyoruz ki sıcak selamlar sîzlere. Sizler de biliyorsunuz Diyarbakır’ da Sur’ da yaklaşık 4 (dört) aydır AK Parti hükümeti ve Türk Devleti tankları ve toplarıyla, on binlerce askerleriyle, helikopterler ve bombardımanlarla Sur’a girmişler. Dört aydır buradan çıkamıyorlar. Bu bizim sur halkının iradesidir, biz Sur halkının iradesini kutluyoruz. Biz Sur’ un direnişini kutluyoruz. Sur’ da halkının özgürlüğü için direnişte yer alanları, şehit olanları unutmuyoruz, şehitlerimizin önünde eğiliyoruz. Halkımızın isteğinin ne olduğu açıktır. Sizler de biliyorsunuz ki Kürtler hiçbir zaman isteklerinden vazgeçmemiştir. Kürtlerin istekleri nelerdir; artık Kürtlerin statülerinin belirlenmesi gerekir, dilimiz, kimliğimiz ve kültürümüzdür. Sizler dilimizi kültürümüzü kimliğimizi kaybettiremezsiniz, yasaklayamazsınız. Bunun içindir ki Kürtler Statü almadan durmayacaklardır. Bunun içindir ki Cizre’ deki halkımız bodrumlarda kaldılar ama dediler ki barış, direniş ve özgürlük. Dedilerki bizler çıkmayacağız, teslimiyeti kabul etmeyeceğiz, bizler direneceğiz dediler... Bizler onları kınıyoruz, ve diyoruz ki, diyoruz ki, bizleri öldürseniz de işkenceler yapsanız da zindanlara atsanız da bizler hiçbir zaman davamızdan vazgeçmeyeceğiz, iyi bilsinler ki bizler hiçbir zaman davamızdan vazgeçmeyeceğiz ve direnişimizi ve başkaldırışımızı büyüteceğiz... Kürdistan için şehit düşenlerin önlerinde eğiliyoruz. Biz diyoruz ki ahınız yerde kalmayacakPasurlu halkımız, nevruzu dile getirmek direniştir. Nevruz, nevruz halkların kurtuluşudur ...90’lı yıllarda onlar neler gördüklerini çok iyi biliyorlar. Bunun için biz hiçbir şeyden korkmuyoruz. Fezlekelerimizi mi kaldırıyorlar kaldırsınlar, biz zindanları da gördük, direnişleri de gördük, biz her alanda büyüteceğiz, bunun için biz fezlekelerden ve tutuklamalardan korkmuyoruz ... Pasurlu halkımız, direnen kadınlarımız, değerli annelerimiz, Pasur da direnen kadınlarımız bu yüz yıldır isteklerimizi dile getirdik, barış, özgürlük, isteklerimizi halkın barış ve özgürlüğü için dile getirmişiz. Bizler yine çözümler yürütüyoruz, bizler diyoruz ki barış ve özgürlük yakındır. Bizler diyoruz ki hiçbir şeyden korkmayın, bizler direneceğiz özgürlük ve barış yakındır. Bunun için herkes ama herkes konuşsun istemedikleri şeyleri dile getirsin, hiçbir şeyden korkma! Niçin, çocuklarımız için, doğrusu Sur’da, Hezak’ta (İdil) diyoruz ki Kürdistan’ın her yerinde direniyorlar. Bunun için elimizden hiçbir şey gelmese de biz dualarımızı onlara yapacağız, ve biz barış ve özgürlüğümüzü, her yerde ve her zaman dile getireceğiz. Bunun için, Pasurlu halkımız, biz Nevruzumuzu kutlayacağız, nevruzun alevlerini yükselteceğiz, ateşini harlayacağız, çünkü direniş, başkaldırı ile özgürlük olacak, bunun için ben sizin buraya gelişleriniz için teşekkür ediyorum ... Nevruz barış ve özgürlük olsun, nevruz Kürt halkının barışı olsun nevruz sayın Öcalan’ın özgürlüğü olsun." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.xi. 16/4/2016 tarihinde Diyarbakır'da başvurucu bir basın açıklaması yapmıştır. "2016 Nisan'ında siyasi soykırım operasyonuyla ilgili burada halkımızla birlikteyiz hatırlarsanız 14 Nisan tarihe geçen bir gündür 14 Nisan'a ilişkin o dönemde onbinlerce Kürt siyasetçisi tutuklandı cezaevine bırakıldı ama 10 bin Kürt siyasetçisi dışarı çıkarken de cezaevindeyken de başı dik onurlu mücadelesini yürüttü 7 yıl sonra 14 Nisan operasyonu tesadüf değildir. Bu bilinçli organizeli yapılan bir siyasi soykırım operasyonudur... Hala yanı başımızda 5 ayı bulan bir süreç içerisinde de Sur’da halen abluka devam etmektedir. Bu katliamı Kürt halkı Türkiye hakları asla unutmayacaktır. Bunun hesabı bunun mücadelesi mutlaka bir gün sorulacaktır. Daha Sur’da cenazelerinin yerde olduğu bur süreçte daha aileler çocuklarının cenazelerini çıkarmamışken Sur'un rantıyla ilgilenen AKP hükümeti ve onun arka bahçesindekilerin bu amaçla Amedi Sur’u ele geçirmeye çalışıyor. Ama Amed halkı asla buna izin vermeyecek ve dimdik ayakta mücadele edecektir. Bizim kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Kürt halkı tarih boyunca mücadele etmiş direnmiş kazanmış bir haktır ... Değerli Amed halkı bu süreci böyle başlatarak halkımızın iradesini kırmaya çalışıyorlar oysa bizim irademiz güçlüdür biz bizim için mücadele yaşamın her yerinde devam edecektir. Arkadaşlarımız milletvekillerimiz şu anda Şırnak’ta. Cizre’de, Yüksekova’da ve Nusaybin’de mücadelenin olduğu alanlarda halkımız ile birliktedir. Biz hem alanlarda halkımızla birlikte olacağız, Biz hem alanlarda halkımızla mücadele ile birlikte bu süreci birlikte öreceğiz. Mücadele edeceğiz. Hem de parlementoda demokratik siyasetin gelişmesi için mücadelemizi yürüteceğiz. Ama şunu çok net ifade ederim ki herşey de parlemento değildir. Bizim için önemli olan halkımızın özgürlük mücadelesidir, direnişidir bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz. Değerli Amed halkı biz yaşamın her alanında mücadele edeceğiz. Onurlu dik duruşumuzu her yerde göstereceğiz." şeklinde ifadelerin yer aldığı konuşmayla başvurucunun PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Bu teklif; hâlihazırda Bakanlıkta, Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 15/7/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM'ce kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 35) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki, yukarıda belirtilen fezlekeye konu olan soruşturma dosyası da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 20/10/2016 tarihli iddianamesiyle; silahlı terör örgütüne üye olma, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen fezlekelerdeki olaylar suçlamaya konu edilmiştir. İddianamenin 7/11/2016 tarihinde kabulü ile kovuşturma aşaması Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde başlamıştır. 18/11/2016 tarihli tensip incelemesinde başvurucunun milletvekili olarak görev yapması nedeniyle Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla savunmasının alınması için Ankara Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine talimat yazılmasına, iddianamenin başvurucuya tebliğine, başvurucunun müdafiine duruşma gününü bildirir davetiye çıkarılmasına ve duruşmanın 16/2/2017 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Duruşma davetiyesi ve iddianame 7/12/2016 tarihinde başvurucunun müdafiine tebliğ edilmiştir. Duruşma 16/2/2017 tarihine bırakılmış ise de Mahkemece 12/12/2016 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2016 tarihli talep yazısı ve Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünün 12/12/2016 tarihli müzekkeresi gereğince gecikmesinde sakınca bulunduğu değerlendirilerek resen duruşma açılmıştır. Bu duruşmada Mahkeme, başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"sanık aleyhine kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olguların bulunması, atılı suçun cmk 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması, sanığın yurt dışına kaçacağına dair il emniyet müdürlüğü'nden gelen 12/12/2016 tarihli yazı bulunması göz önüne alınarak sanık Çağlar Demirel hakkında CMK maddesi gereğince tutuklamaya yönelik olarak yakalama emri düzenlenmesine [karar verildi]." 13/12/2016 tarihinde başvurucu Ankara'da yakalanmış ve mahkeme önüne çıkarılmıştır. Başvurucu sorgusunda her bir fezlekeye ilişkin olarak savunmasını yapmıştır. Bu kapsamda;- 24/5/2015 tarihli eyleme ilişkin olarak "Milletvekiliyim ve Halkaların Demokratik Partisi adayıydım, seçim propagandası nedeniyle düzenlenen açık alan şenlik toplantısıydı, izinli olarak yapılmış bir toplantıdır. Bir milletvekili adayı ve kadın olarak kadınlarla siyaseten seçmenlerimize seçim propagandasını yapmak üzere orada bulundum KJA bir dernektir, ben de bu derneğin bir üyesiyim, kadınların birlikte organize ettiği bir toplantıda benim propaganda yapmama durumun abes kaçar, ben orada seçim propagandası yaptım, seçim kanununa uygun olan bir haktır, HDP projemizi oradaki kadın arkadaşlarla paylaştık, seçim çalışmamızın bir parçasıydı, beyanımda Sakine, Arin, Mirhan, Delila, Sara gibi kişiler zaten toplumsal olarak bilinen kadınlardır, kadın mücadelesini yürütmüş olan bir aday olarak orada yapılan konuşmanın içeriği tamamen orada bulunan halkımıza yapılan bir konuşmadır, konuşma içeriğini de tam olarak hatırlamıyorum.",- 1/8/2015 tarihli eyleme ilişkin olarak "İddianamede belirtilen haber ajanslarının çağrılarından haberim yoktur, bunlar beni bağlamaz. Hatırladığım kadarıyla orada bir basın açıklaması yapmışsam, sayın Öcalan İmralı Adasında tutuluyor ve yaşanın özelde Kürt sorunu ve tüm demokrasi mücadelesi için devlet heyeti ile sayın Öcalan arasında 2013 yılından iki buçuk yıllık bir süre bir görüşme gerçekleşti ve bir çözüm süreci olarak gerçekleşti ve 2013 yılı Nevruz'u ile birlikte bir çatışmazsızlık dönemi gerçekleşti, HDP milletvekillerimizle birlikte sayın Öcalan ile İmralı'da görüşmeler yapıldı. Benim orada sadece konuşmam var, bir yürüyüş olmadı, sanırım parti binamızın önünde bir konuşma vardır. O konuşmam da demokratik siyasetin yaşam bulması, demokrasi, özgürlüğün yaşam bulması için çözüm sürecinin önemi, anlamı, sayın Öcalan'ın devlet heyetimiz ve bizim konuşmalarımızın anlatımıdır, o süreçte söylediğim bütün düşünceler bu kapsamda ele alınıp değerlendirilmeli ve düşünce özgürlüğü kapsamında yapmış olduğum bir konuşmadır.",- 13/9/2015 tarihli eyleme ilişkin olarak "Sur bir dönem ablukaya alınmıştı, ilk dönemleriydi, ben Ankara'daydım. Diyarbakır Milletvekiliyim, Sur'da belli bölgelerde sokağa çıkma yasağı oldu, biz de Diyarbakır milletvekili olarak Sur'da yaşananları halkla birlikte oraya giderek görmek istedik. Biz halkın seçmiş olduğu milletvekilleriyiz, halkın yaşadığı her türlü sıkıntıda bizim orada onlarla birlikte olmamız kadar doğal bir şey olamaz. Biz geldiğimizde Dağkapı Meydanında kitle vardı, biz de o kitle içerisindeydik. Oradan Melikahmet kısmında bulunan, sokağa çıkma yasağı kapsamayan yer olan, halkla birlikte olmak için Sur'a geçmek istedik, orada herhangi bir yürüyüş olmadı, herhangi bir konuşma olmadı, buna rağmen aninden saldırılar oldu ve ben bacağımdan iki yerden yaraladım, suç duyurusunda da bulunmadım... Ben olay günü plastik mermi ile yaralandım, biz orada propaganda, gösteri veya yürüyüş yapmadık. Bana karşı yapılmış olan bir komplo olduğunu düşünüyorum, ben nişan alınarak arkadan, ayağımdan iki plastik mermi ile yaralandım, doktor raporlarım da mevcuttur...",- 5/11/2015 tarihli eyleme ilişkin olarak "Dicle ilçemizin köylerinde oradaki köylülerin mezarlıkların olduğu yerde, mescitler ve ailelerin gidip ibadetlerini gerçekleştirdikleri ve mezarlarını ziyaret etmek için gittikleri yerin yıkıldığın duyduk, bunu incelemek üzere gittik. Oradaki köylülerle birlikte oradaki yerleşim yerinin incelemesi üzerine yaptığım konuşmalardır, içeriğini tam olarak bilmiyorum. Oradaki konuşmamda oradaki mescidin, ibadet edecekleri yerin harap edilmemesi gerektiğine dair konuşmalar yaptım, insani bir şeydir bu. İbadet de aslında değerlendirildiğinde kim ne olursa olsun ibadetini gerçekleştirebilir. Biz milletvekili olarak halkımızın yanına giderek, halkımızla birlikte değerlendirme yaptım, bu durum ifade özgürlüğü kapsamında ele alınması gereken bir durumdur.",- 13/12/2015 tarihli eyleme ilişkin olarak "İçeriğini tam olarak hatırlamamakla birlikte Sur'daki ablukanın kaldırıldığı gün olması gerekiyor. Orada sokağa çıkma yasağı kaldırıldıktan sonra halkla birlikte oraya gittik, orada yürüyüş yapıp konuşma yapmadık, yürüyüş dedikleri şey halkla birlikte oraya görmeye gittik. Bizler milletvekiliyiz, milletvekili olarak halkımızla birçok şeyi paylaşmak, bir yerlere gitmemiz gerekmektedir. Demokratik çerçeveler içerisinde halkımızla birlikte yaptığımız her şeyi bir milletvekili olarak ele alıp değerlendirdiğimizi tekrar ediyorum. Sur'da gelip inceleme yaptık, halkımız ile birlikte tartıştık, bu sorunları TBMM'de ele aldık, tartıştık. Diyarbakır ve ilçelerinde siyasi kimliğimizle birlikte her zaman halkımızın yanında sorunları çözmeye çalıştık, bu da bizim partimizin sorumluluk alanlarından biridir, bunun bu şekilde değerlendirilmesini talep ediyoruz." ,-16/12/2015 tarihli eyleme ilişkin olarak "İzin alınmıştı, orada yaşanan durumla ile ilgili yaptığım konuşmadır, daha önce yapmış olduğumuz konuşmalar gibi halkı sağduyuyu çağırmak, tamamen ablukalarla herhangi bir sorunun çözümlenmeyeceğini ifade ettik, milletvekiliyim gittiğim her yerde konuşmalarım halka yöneliktir, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir, müdahale olmadı, sessizce dağılma söz konusu oldu, atılan sloganları hatırlamıyorum, ben slogan atmadım. Hassas bir süreçti, birlikte demokratik zemin üzerinde soruna dikkat çekmek istediğimiz sorunlardır, propaganda olarak algılanan tüm konuşmalar partimizin tüzüğünde, meclis kürsüsünde yapmış olduğumuz konuşmaları halkımızla paylaştık.",- 17/12/2015 tarihli eyleme ilişkin olarak "Bunu hatırlamıyorum, ancak böyle bir konuşmayı yapmış isem, tamamen ifade özgürlüğü kapsamında, siyasetçi olarak yapmış olduğum konuşmalardan ibarettir" şeklinde; 6/2/2016 tarihli eyleme ilişkin olarak ise "Türkiye'nin bir çok yerinde kadın dernekleri, kadın temsilcileri gelmişti, temsili olarak Diyarbakır'a gelmiştiler. Sanırım onları geldiği dönem olduğunu düşünüyorum. Tamamen kadınların buluşması ile yapılan, kadınlara yönelik bir konuşmaydı, tam olarak içeriğini hatırlamıyorum.",- 8/3/2016 tarihli eyleme ilişkin olarak "Bizim 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde yaptığımız konuşmalarda propaganda suçlaması bize acı vermektedir, biz de bir kadın olarak, kadın milletvekili olarak, HDP'nin de eş başkanlığı sistemi uygulayan tek parti olarak ve HDP'ye bir kadın partisi olarak değerlendiriyoruz. 8 Mart etkinliğine katılmak, kadına atfettirmek ne kadar suç olduğunu size bırakıyorum, aslı suç olmaması gerektiğini düşünüyoruz, 8 Mart'ın resmi tatil günü ilan edilmesini talep etmiştik... 8 Mart Dünya Emekçi Kandı Gününde Diyarbakır konuşmayacağım da nede konuşacağım.", - 18/3/2016 tarihli eyleme ilişkin olarak "Diyarbakır Kulp doğumluyum, bu etkinlik Nevruz kapsamında Kulp'ta gerçekleşti, Kaymakamlıkla görüştük, herhangi bir problem yoktu, biz oraya Nevruz kutlamasına gittik, bundan dolayı arkadaşlarımız yargılandı ve beraat ettiler, daha önce 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Nevruz kutlamalarından yargılandılar ve beraat ettiler, ben milletvekili olduğum için dosyam ayrılmıştı.",- 16/4/2016 tarihli eyleme ilişkin olarak "Eş başkanlarımız veya parti yöneticilerimizin gözaltına alınması sürecine gelmektedir, gözaltına alınan arkadaşlarımızın bir kısmı çıktı, gözaltı süreçlerine dikkat çekmek için yapmış olduğum bir açıklamadır, ben dün ve önceki gün de meclis kürsüsünde bunu dile getirdim. Türkiye'nin bir çok ilinde parti arkadaşlarımız gözaltına alındı ve tutuklananlar oldu. Haksız gözaltıların hukuksuz olduğunu ifade ettim. Bunu bir kez daha burada söylemek istiyorum. HDP parlamentoda üçüncü büyük grubu olan siyasi bir partidir. Barışın, özgürlüğün ve demokratik siyasetin tüm ülkeye yayılmasını hedefliyoruz, iktidar hükümetin buna ilişkin baskılarını kabul etmiyoruz, şuan burada olmam bu süreçteki yargı ve siyaset ile bağının ortaya çıkışını yaşıyoruz. Hiçbir zaman yargılamaktan korkmadık, söyleyecek sözlerimiz olmadığını da söylemedik, söylediklerimizin arkasındayız, söylediklerimiz hiçbir zaman şiddet içermedi, HDP olarak, kadınlar olarak demokratik taleplerimizi ifade eden, demokratik talepleri ifade eten açıklamalardır." şeklinde savunmada bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 13/12/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Mahkeme, Anayasa'nın geçici maddesine atıf yaparak başvurucunun yasama dokunulmazlığının devam ettiği yönündeki itirazını reddetmiştir. Anılan kararda ayrıca eylemlere ilişkin olay tutanakları, görüntü inceleme ve tespit tutanaklarına, çözüm tutanaklarına ve başvurucunun bu etkinliklerin çoğuna katıldığına dair kendi ikrarını içeren beyanlarına atıf yapılarak silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtilmiştir. Tutuklama nedenlerinin varlığına ilişkin olarak ise "terör örgütüne üye olma suçunun CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması, bu suç için öngörülen ceza miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olup adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacak nitelikte olması" değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu 20/12/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 28/12/2016tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 26/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2017 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarından beraatine, terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun konuşmalarının yasama sorumsuzluğu kapsamına girdiğine ilişkin iddiası, ilk derece mahkemesince "sanığın meclis çalışmaları sırasında yapmış olduğu konuşmalara ilişkin tutanaklar celp edilmiş sanığın aynı veya benzer konuşmaları meclis çatısı altında yapmadığı görülmekle sanığın yapmış olduğu konuşmaların yasama sorumsuzluğu kapsamında olmadığı" gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf incelemesi sonucunda Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 5/10/2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Beraat kararları istinaf başvurusunun reddiyle birlikte kesinleşmiştir. Mahkûmiyet kararı temyiz edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi devam etmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5221
Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle de ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, taşeron şirkete bağlı olarak bir kamu kurumunda görev yapan başvurucunun kurumun yöneticileriyle ilgili sosyal medya paylaşımı nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1972 doğumlu olup 1/1/2006 tarihinden iş akdinin feshedildiği 11/3/2016 tarihine kadar özel bir şirkete (alt işveren) bağlı olarak Kütahya Halk Sağlığı Müdürlüğünde (Kurum) belirli süreli iş sözleşmesiyle bilgi sistem kullanım elemanı olarak çalışmıştır. Başvurucu 1/1/2006 tarihinden itibaren anılan Kurum bünyesinde sürekli olarak çalıştığını ancak alt işverenin ihale ile belirlenmesinden dolayı yıl bazında farklı alt işverenlere bağlı olarak çalıştığını belirtmiştir. Başvurucu, olay tarihinde eş zamanlı olarak Kamu Taşeron Çalışanları Derneğinin (KATAŞ-DER) genel başkanlığı görevini de yürütmektedir. Başvurucu 14/8/2015 tarihinde sosyal paylaşım sitesindeki kişisel hesabından (Facebook) taşeron işçilerin gördüğü baskıları ve yöneticileri konu eden bir paylaşımda bulunmuştur. Anılan paylaşım şu şekildedir: "Son günlerde taşeron işçi arkadaşlar üzerinde ciddi baskılar artmış, kendini yönetici zanneden bazıları işi gücü bırakıp, taşeron işçi ile uğraşmayı kendine görev edinmiştir. Ey insan müsvetteleri, yönetici bozuntuları, şunu asla unutmayınız ki, biz taşeron işçiler islam dinine inanıp iman etmiş müslümanlarız ve Rabbım bize der ki RIZK İLE İLGİLİ YERYÜZÜNDE HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ RIZK ALLAH'A BAĞLI OLMASIN DER (Hud Suresi Ayet) Rabbım sizleri de hidayete ulaştırsın en kısa zamanda ve oturduğunuz o güzel makam koltuklarınında altınızdan kayıp gideceğini bilme ve taşeron işçinin de İNSAN OLDUĞUNU ANLAMA FİKRİ VERSİN.AMİN. Anılan paylaşımdan dolayı bazı Kurum yöneticileri başvurucudan şikâyetçi olmuş ve başvurucu hakkında hakaret içerikli ifadeler kullandığı iddiasıyla Kütahya Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmıştır. Yargılama neticesinde başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan mahkûmiyet kararının ilgili kısmı şu şekildedir: "...Sanık Kadri Eroğul'un Kütahya Halk Sağlığı Müdürlüğü'ne bağlı laboratuvarda taşeron işçi olarak çalıştığı, katılanların aynı kurumda yönetici olarak görev yaptıkları, sanığın suç tarihi olan 14/08/2015 tarihinde sosyal paylaşım sitesinde bulunan adresinde paylaştığı yazısında "son günlerde taşeron işçi arkadaşlar üzerinde ciddi baskılar artmış, kendini yönetici zanneden bazıları işi gücü bırakıp taşeron işçi ile uğraşmayı kendine görev edinmiştir. Ey insan müsveddeleri , yönetici bozuntuları, şunu asla unutmayınız ki..." şeklinde sözler paylaştığı sanığın çalıştığı kurumda yönetici olarak görev yapan katılanlara yönelik bu sözlerin söylendiğinin açık olduğu, sanığın alınan savunmalarında suçlamaları kabul etmeyerek suça konu sözleri kendisinin yazdığını ancak her hangi birine hakaret kastının olmadığını söylediği görülmüş ise de; bu savunmanın dolaylı kabul niteliğinde olduğu ve toplanan diğer deliller karşısında itibar edilemeyeceği, sanığın bu suretle üzerine atılı zincirleme şekilde kamu görevlilerine hakaret suçunu işlediği sonucuna ulaşılarak cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.Sanığın mahkumiyetine karar verilen suçun işleniş özellikleri dikkate alınarak alt sınırdan cezalandırılmasına, TCK 43 ve TCK Maddeler ile uygulama yapılmasına ve daha önceden sabıkasının olmamasıyla suçtan dolayı oluşmuş somut bir zarar olmayışı dikkate alınarak verilen mahkumiyet hükmünün CMK 231 maddesi gereğince açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir". Anılan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi üzerine alt işveren tarafından başvurucunun ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışı nedeni ile iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucu; paylaşıma konu ifadeleri çalıştığı kurum yöneticilerine hitaben yazmadığını ve bu nedenle fesih işleminin haksız olduğunu belirterek alt işveren ve Kurum aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Kütahya İş Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davanın sonucunda 16/3/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:"...davacının davalı Sağlık Bakanlığına bağlı Kütahya Halk Sağlığı İl Müdürlüğünde taşeron firma çalışanı olarak çalışırken çalıştığı işyerindeki yönetici konumunda bulunan amirlerine sosyal paylaşım sitesi olan Facebook hesabından hakaret içerikli yazılar paylaştığı ve bu yüzden bu yöneticilere karşı hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, bu kararın kesinleştiği, davalı işveren tarafından 4857 Sayılı Yasanın 25/II, b maddesi gereğince haklı olarak işten çıkarıldığı anlaşılmakla davacının davasının reddine..." Karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 2/10/2017 tarihli ilamıyla istinaf isteminin reddine karar vermiştir. Daire kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Her ne kadar davacının sosyal paylaşım sitesindeki sözlerinin isim belirtilerek işyeri yöneticileri olan ceza davasındaki katılanlara yönelik yapıldığı ilk bakışta tespit edilemese de katılanların işyerinde yönetici pozisyonunda olması, işyerinde alt işveren nezdinde bir kısım çalışanların bulunması, davacının da alt işveren işçisi pozisyonunda aynı yöneticilerin görevli olduğu işyerinde çalışıyor olması, çalışmasının sürdüğü zamanda sosyal paylaşım sitesindeki sözleri paylaştığı, sözlerin muhatabının belli bir kişi olmasa da yönetici konumunda olan tüm kişilere yönelik olması dikkate alındığında sözlerin muhataplarından bir kısmının ceza davasında katılan pozisyonunda olan işyeri yöneticileri olduğunun kabulü gerekmiştir.Davacı tarafça sosyal paylaşım sitesindeki sözlerin hakaret boyutunda olmadığı, bu sözlerin hakaret sayılıp sayılmayacağının yargıtay denetiminden geçmediği iddia edilmiş ise de, "Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları..." şeklindeki sözlerin eleştiri sınırlarını aşan hakaret niteliğinde sözler olduğu dairemizce de kabul edilmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere sosyal paylaşım sitesindeki sözlerin hakaret olarak kabulü ve işyeri yöneticilerini de hedef alır şekilde söylenmiş olmasının kabulü birlikte değerlendirildiğinde sarf edilen sözlerin 4857 sayılı yasanın 25/2-b maddesi kapsamında kaldığına, bu haliyle davalı işveren tarafından davacı işçinin iş akdinin haklı nedenle feshedildiğinin kabulüne yönelik yerel mahkeme kararında usul ve yasa yönünden aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esas yönünden reddine...". İstinaf kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 8/10/2018 tarihli ilamıyla temyiz isteminin reddiyle anılan kararın onanmasına karar vermiştir. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:...b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarf etmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması'' ..."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/976
Başvuru, taşeron şirkete bağlı olarak bir kamu kurumunda görev yapan başvurucunun kurumun yöneticileriyle ilgili sosyal medya paylaşımı nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2019/18424 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/18420 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/18420 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve 2019/18424 başvuru numaralı dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18420
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 4/6/2010 tarihinde açtığı dava 25/5/2018 tarihinde sonuçlanmıştır. Başvurucular yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle 16/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31521
Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyete karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1962 doğumlu olup bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte Aydın'da ikamet etmektedir. Kuşadası Cumhuriyet Başsavcılığının 7/4/2014 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında konut dokunulmazlığını ihlal etme ve kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçlarından kamu davası açılmıştır. İddianamenin başvurucunun eylemleri ile ilgili kısmı şöyledir:"Yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüphelinin olay günü olan 2013 günü sabah saat 10:00 sıralarında müştekinin ikamet etmekte olduğu 'Kuşadası ilçesi (...)' daire kapısını zorladığı, kapı ziline bastığı, bu sebeple atılı konut dokunulmazlığını ihlal etmeye teşebbüs ettiği, nitekim eylemin tamamlanmadığının anlaşıldığı, ayrıca şüphelinin olay tarihinden 1 sene öncesine değin aynı zamanda komşusu olması hasabiyle müştekinin babası [H.] müştekinin yukarıda adresi yer alan evinde bulunduğu esnada şüphelinin buraya misafir olarak sohbet etmeye geldiği, ancak geldiği zaman dilimlerinde banyo içerisinde yer alan çamaşır sepetini karıştırdığı, nitekim müştekinin sütyen ve iç çamaşırlarını buradan aldığının anlaşıldığı, bu sebeple şüphelinin aynı zamanda müştekiye karşı huzur sükun bozma suçunu işlediği..." Kuşadası Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davanın 1/7/2014 tarihli celsesinde başvurucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmasına rıza gösterdiğini açıkça beyan etmiştir. Mahkemenin 23/6/2015 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçlardan mahkûmiyetine hükmedilmiş; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Sanığın olay günü olan 2013 günü sabah saat 10:00 sıralarında katılanın ikamet etmekte olduğu 'Kuşadası ilçesi (...)' daire kapısını zorladığı, kapı ziline bastığı, bu sebeple atılı konut dokunulmazlığını ihlal etmeye teşebbüs ettiği, eylemin tamamlanmadığının müşteki anlatımı ve tanık [İ.K.A.nın] apartmanın içinden gelen sesleri duyduğuna müştekinin korkmuş bir ses tonu ile konuştuğunu anladığına ilişkin beyanından anlaşıldığı, ayrıca sanığın olay tarihinden 1 sene öncesine değin aynı zamanda komşusu olması sebebiyle katılanın babası [H.nin] katılanın yukarıda adresi yer alan evinde bulunduğu esnada sanığın buraya misafir olarak sohbet etmeye geldiği, ancak geldiği zaman dilimlerinde banyo içerisinde yer alan çamaşır sepetini karıştırdığı, nitekim katılanın iç çamaşırlarını buradan aldığının katılanın ve tanık [H. Y.nin] şüphelenmeleri üzerine koydukları işaretlerden sonra anladıklarına ilişkin beyanları ile anlaşıldığı, bu sebeple sanığın aynı zamanda katılana karşı huzur sükun bozma suçunu işlediği (...) " Başvurucunun itirazı Söke Ağır Ceza Mahkemesinin 14/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 2/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18673
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyete karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, icra takibine itiraz davasında dava açma süresinin hatalı tespit edilmesi üzerine davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine kambiyo senetlerine mahsus takip yoluyla icra takibi yapılmıştır. Ödeme emri başvurucuya 6/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Çerkezköy İcra Hukuk Mahkemesine iletilmek üzere Çorlu İcra Hukuk Mahkemesine sunduğu ve bu Mahkeme aracılığıyla gönderdiği 10/8/2018 havale tarihli dava dilekçesiyle Çerkezköy İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) icra takibine itiraz davası açmıştır. Mahkeme süre aşımı gerekçesiyle istinaf yolu açık olmak üzere davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Davalı tarafından davacı aleyhine düzenleyeni [Ç.], lehtarı [A.K.], ödeme tarihi 01/02/2018 olan 500,TL bedelli senede istinaden Çerkezköy İcra Müdürlüğünün 2018/5058 Esas sayılı dosyası ile kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibi başlatıldığı, ödeme emrinin 06/08/2018 tarihinde davacı borçluya tebliğ edildiği, davacı borçlu vekilinin 10/10/2018 tarihinde mahkememize açtığı dava ile Çerkezköy İcra Müdürlüğünün 2018/5058 Esas sayılı dosyasındaki borca itirazlarının kabulüne, takibin durdurulmasına ve iptaline, %9 faiz uygulanmak kaydıyla borcun 000,TL'lik kısmının iptaline, 500,TL üzerinden devamına, kötü niyetli alacaklının takip alacağının %20'sinden aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilmesine karar verilmesini talep ettiği, davacı borçlu vekilinin yasal 10 günlük itiraz süresinden sonra 10/10/2018 tarihinde icra mahkemesine başvurarak Çerkezköy İcra Müdürlüğünün 2018/5058 Esas sayılı dosyasındaki borca itirazlarının kabulüne, takibin durdurulmasına ve iptaline, %9 faiz uygulanmak kaydıyla borcun 000,TL'lik kısmının iptaline, 500,TL üzerinden devamına, kötü niyetli alacaklının takip alacağının %20'sinden aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilmesini talep ettiği anlaşılmakla süresinde açılmayan davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ..." Başvurucu anılan kararı istinaf etmiş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi istinafa konu uyuşmazlığın miktar itibariyle kesin olması nedeniyle başvurucunun istinaf talebini reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 9/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 16/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 9/6/1932 ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Ödeme emri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İcra memuru senedin kambiyo senedi olduğunu ve vadesinin geldiğini görürse, borçluya senet sureti ile birlikte hemen bir ödeme emri gönderir. Bu ödeme emrine şunlar yazılır: (Değişik: 2/7/2012-6352/33 md.) Alacaklının veya vekilinin banka hesap numarası hariç olmak üzere, takip talebine yazılması lazım gelen kayıtlar, (Değişik: 2/7/2012-6352/33 md.) Borcun ve takip masraflarının on gün içinde ödeme emrinde yazılı olan icra dairesine ait banka hesabına ödenmesi ihtarı, Takibin müstenidi olan senet kambiyo senedi vasfını haiz değilse, beş gün içinde icra mahkemesine şikayet etmesi lüzumu, (Değişik: 9/11/1988-3494/31 md.) Takip müstenidi kambiyo senedindeki imza kendisine ait olmadığı iddiasında ise bunu beş gün içinde açıkça bir dilekçe ile icra mahkemesine bildirmesi; aksi takdirde kambiyo senedindeki imzanın bu fasıl gereğince yapılacak icra takibinde kendisinden sadır sayılacağı ve imzasını haksız yere inkar ederse sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkûm edileceği ve icra mahkemesin den itirazının kabulüne dair bir karar getirmediği takdirde cebri icraya devam olunacağı ihtarı. (Değişik: 6/6/1985-3222/21 md.) Borçlu olmadığı veya borcun itfa edildiği veya mehil verildiği veya alacağın zaman aşımına uğradığı veya yetki itirazını sebepleri ile birlikte beş gün içinde icra mahkemesine bir dilekçe ile bildirerek icra mahkemesinden itirazın kabulüne dair bir karar getirmediği takdirde cebri icraya devam olunacağı ihtarı. (Değişik: 17/7/2003-4949/45 md.) İtiraz edilmediği ve borç ödenmediği takdirde on gün içinde 74 üncü maddeye, itiraz edilip de reddedildiği takdirde ise üç gün içinde 75 inci maddeye göre mal beyanında bulunması ve bulunmazsa hapisle tazyik edileceği, mal beyanında bulunmaz veya hakikate aykırı beyanda bulunursa ayrıca hapisle cezalandırılacağı ihtarı.60 ıncı maddenin son iki fıkrası burada da tatbik olunur." 2004 sayılı Kanun'un "Borca itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Borçlu, 168 inci maddenin 5 numaralı bendine göre borca karşı yapacağı itirazını bir dilekçe ile icra mahkemesine bildirir. Bu itiraz satıştan başka icra takip muamelelerini durdurmaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229). AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Bununla birlikte AİHM; dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesini, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereği olarak kabul etmekte ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmayacağını belirtmektedir (Perez de Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, § 45). Ne var ki öngörülen süre koşullarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamaları söz konusu olduğunda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmektedir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 35).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32945
Başvuru, icra takibine itiraz davasında dava açma süresinin hatalı tespit edilmesi üzerine davanın reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, bir siyasi etkinlikte söylediği sözlerin Başbakana hakaret içerdiği iddiasıyla aleyhine açılan manevi tazminat davasının kısmen kabulüne karar verilmesinin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 24/6/2013 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 23/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Barış ve Demokrasi Partisi Şırnak milletvekilidir. Başvurucu, 11/12/2010 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde faaliyet gösteren Yeni Kıbrıs Partisinin Lefkoşa’da düzenlediği etkinlikte bir konuşma yapmıştır. Başvurucunun bu konuşmada sarf ettiği bazı sözlerinin eleştiri ve hoşgörü sınırlarını aştığı ve hakaret teşkil ettiği iddia edilerek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından başvurucu aleyhine 15/12/2010 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde manevi tazminat davası açılmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 29/3/2011 tarihli kararında, davanın kısmen kabulüne ve 000 TL manevi tazminatın başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/11/2012 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi 10/4/2013 tarihli ilamında karar düzeltmeye konu bölümün 300 TL'den az olması nedeniyle karar düzeltme yoluna gidilemeyeceği gerekçesiyle karar düzeltme dilekçesinin reddine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 23/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. B. İlgili Hukuk 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (III) numaralı fıkrası şöyledir:“ Yargıtayın aşağıdaki kararları hakkında karar düzeltmesi yoluna gidilemez.1 - Miktar veya değeri altımilyar liradan (dava tarihinde 300 TL) az olan davalara ait hükümlerin onanması veya bozulmasına ilişkin kararlar 2 - 8 inci maddede gösterilen davalara ait hükümlerin onanması veya bozulmasına ilişkin kararlar (8 inci maddenin II numaralı fıkrasının 6 nolu bendindeki davalar, bu fıkranın (1) numaralı bendindeki hüküm saklı kalmak koşuluyla; kira sözleşmesine dayanan tahliye ve akdin feshi davaları ile bu davalarla birlikte açılmış kira alacağı ve tazminat davaları ve bunlara karşılık olarak açılan davalar ve Kat Mülkiyeti Kanunundan doğan davalar hariç),3 - Görevsizlik, yetkisizlik, hakimin reddi, dava veya karşılık davanın açılmamış sayılması, davaların birleştirilmesi ve merci belirtilmesi kararları,4 - Hakemlerin verdiği hükümlerin ve bu Kanunun tahkim hükümlerine göre mahkemece verilecek kararların onanmasına veya bozulmasına ilişkin kararlar.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4681
Başvurucu, bir siyasi etkinlikte söylediği sözlerin Başbakana hakaret içerdiği iddiasıyla aleyhine açılan manevi tazminat davasının kısmen kabulüne karar verilmesinin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve manevi tazminat miktarının somut olayın koşullarına uygun olarak belirlenmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 11/10/1998 tarihinde kamyon ile minibüs çarpışması sonucunda başvurucuların murisleri olan altı kişi hayatını kaybetmiş, birçok kişi de yaralanmıştır. Kazanın meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan kamyon sürücüsü S.Ç. hakkında cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılamada S.Ç.nin 3/8, bazı başvurucuların murisi ve diğer aracın sürücüsü olan Ü.nün 2/8 oranında kusurlu olduğu ve kalan kusurun trafik işaretlemelerine ilişkin olduğu belirlenmişse de 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun uyarınca davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiştir.A. Asıl Davaya İlişkin Yargılama Süreci Başvurucular ve kazada yaralananlar 9/2/1999 tarihinde kamyon sürücüsü S.Ç., sigorta şirketi, işleten ve yol yapım işini üstlenen şirket aleyhine fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 19/7/2005 tarihli kararla bilirkişi raporundaki belirlemeler doğrultusunda başvuruculardan Sami Ortaköy'ün 339,47 TL, Musa Uluışık'ın 358,36 TL, Hatice Uluışık'ın 525,81 TL, Emine Ünlü'nün 741,78 TL, Bekir Baykın'ın 087,08 TL, Hülya Hayat'ın 352,41 TL, Ahmet Talha Hayat'ın 524,65 TL, Muammer Yiğit'in 362,59 TL, Şerife Yiğit'in 605,42 TL ve Kadriye Ortaköy'ün 691,75 TL destekten yoksun kaldıkları kanaatine varmıştır. Mahkeme, bu kabule dayalı olarak belirtilen miktarlara yasal faizi ile birlikte hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca toplam 875 TL manevi tazminata karar vermiştir. Hüküm temyiz edilmiş ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/1/2007 tarihli kararı ile onanmıştır.B. Ek Davaya İlişkin Yargılama Süreci Başvurucular saklı tutmuş oldukları kısma ilişkin olarak 2/4/2007 tarihinde toplam 193,99 TL ödenmesi talebiyle ek dava açmışlardır. Afyon Asliye Hukuk Mahkemesi yaptığı yargılamada 8/6/2010 tarihli kararla yol yapım işini üstlenen şirket yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, sürücü ve işleten aleyhine açılan davanın ise kısmen kabulüne karar vermiştir. Hüküm başvurucular tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 22/5/2012 tarihinde bozulmuş ve karar düzeltme isteği de reddedilmiştir. Afyon Asliye Hukuk Mahkemesi bozmaya uyarak yaptığı yargılama sonucunda verdiği 9/4/2013 tarihli kararla Sami Ortaköy için 619,84 TL, Kadriye Ortaköy için 289,78 TL, Yusuf Uluışık için 125,23 TL, Hatice Uluışık için 486,37 TL, Emine Ünlü için 881,51 TL, Bekir Baykın için 081,34 TL, Hülya Hayat için 925,73 TL, Ahmet Talha Hayat için 667,50 TL, Muammer Yiğit için 868,10 TL ve Şerife Yiğit için 248,59 TL maddi tazminatın 11/10/1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalılardan tahsiline karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm Yargıtay denetiminden geçerek 25/11/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 13/1/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, başvurucular 3/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2006
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve manevi tazminat miktarının somut olayın koşullarına uygun olarak belirlenmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19/7/2016 tarihinde başvurucu çağrılarak ifadesi alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde, lise döneminde örgütle iltisaklı olduğunu bilmediği FEM Dershanesine burslu olarak gittiğini, bunun dışında eğitim ve çalışma hayatı boyunca FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlantısının bulunmadığını, darbe teşebbüsü hakkında bir bilgiye sahip olmadığını belirtmiştir. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde, terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Hâkimlik tarafından 19/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Hâkimlik 19/7/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli Kadir Konuk'un üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarının işlendiği hususunda şüpheli hakkında HSYK Dairesinin 16/7/2016 tarihli Hakimlikten ve Savcılıktan uzaklaştırma kararı bulunduğu, Ankara Başsavcılığının ihbarı kapsamında anayasal düzene karşı işlenen suçlar soruşturma Bürosunun 16/7/2016 tarihli yazı içeriğinde Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve Anayasal Düzeni cebren ilgaya teşebbüs edildiği ve bu suçu işleyen FETÖ/PYD örgütüne üye olduğu değerlendirilerek hakkında gözaltına alma, arama ve tutuklama talep edilmesi karşısında somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, mevcut delil durumu, şüphelinin savunması, şüphelinin kaçma şüphesinin bulunduğu, atılı suçların CMK. 100/3-a (11) maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu göz önüne alındığında CMK'da tutuklama nedeni varsayılabilecek suçlardan olması, atılı suçların cezasının alt ve üst sınırları itibariyle verilmesi muhtemel ceza miktarı da gözönüne alınarak tutuklama tedbirine müracaat etmede ölçüsüzlük görülmediğinden Hakimler ve Savcılar Kanunun maddesi ve CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelinin silahlı terör örgütüne üye olma, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 22/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı 27/9/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 5/12/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 21/12/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 16/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 12/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Başsavcılığın 12/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. Suçlamaya ilişkin olarak tanık beyanına ve başvurucunun meslekten ihraç edilmesine dayanılmıştır. İddianamede yer alan tanık Ü.nün beyanının başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin kısmı şöyledir:"...4'ncü sınıfta Ümraniye/Örnek Mahallesinde bulunan cemaat evinde kaldım (2004-2005), bu evde benimle birlikte idari yargı hakimi Y., B., E.A. ve Kadir Konuk vardı. Bu şahısların hepsinin halen meslekte olduğunu düşünüyorum. Bu şahıslardan Kadir Konuk 4’ncü sınıfın döneminde evden ve cemaatten ayrıldı, ancak diğerleri bu yapıya halen müzahirdir..." Mahkeme 28/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/74 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 4/10/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 10/11/2017 tarihinde, tanık Ü.nün ifadesinin alınmasını Çorum Ağır Ceza Mahkemesinden talimat yoluyla istemiştir. Tanık ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık benim üniversiteden sınıf arkadaşımdı, sanıkla birlikte cemaat evlerinde kaldık, bir dönem aynı cemaat evinde kaldığımız da oldu, sanık dördüncü sınıfa kadar cemaat evlerinde kaldı, dördüncü sınıfın başında ya da ortasında ama mezun olmadan önce cemaat evlerinde kalmayı bıraktı ve cemaatten ayrıldı, zaten sanıkla konuşmalarımızda cemaatten ayrılmayı düşünüyordu ancak erteliyordu, en son dördüncü sınıfta birkaç arkadaşı ile birlikte cemaati bıraktı, ben 2014 yılına HSYK seçimleri amacıyla Batman'a gitmiştim, sanık da Batman'da Hakimlik veya Savcılık yapıyordu, yine benim gibi örgüt mensubu olan Ş. isimli şu anda soy ismini hatırlamadığım Batman'da çalışan savcı arkadaşıma Kadir'in durumunu sordum, o da cevaben cemaatle bir alakasının olmadığını ancak seçimlerde bağımsızlara oy verebileceğini söylemişti, ayrıca kulaktan dolma haberlerle bildiğim kadarıyla sanık cemaati bıraktıktan sonra içki bile içtiğini cemaat mensubu arkadaşlarım söyledi." Mahkeme 6/7/2018 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Tanığın gerek soruşturma aşamasında gerek kovuşturma aşamasında vermiş olduğu beyanları birlikte değerlendirildiğinde sanığın 2005 yılında kısa bir süre tanıkla birlikte cemaat evinde kaldığı, eğitim öğretim yılı bitmeden arkadaşlarıyla birlikte cemaat evinden ayrıldığı, bu tarihten sonra cemaatle bağlantısını tamamen kopardığı, tanığın bunu 2014 yılında başka bir örgüt mensubuna sorarak teyit ettiği ve cemaatle hiç bir bağının kalmadığını beyan ettiği görülmektedir. Sanık tarafından ise bu iddia tamamen reddedilmiş ve tanığı hatırlamadığı savunulmuştur. Sanığın üniversite yıllarında cemaate ait evde kaldığına ilişkin başkaca bu beyan dışında başkaca bir delile ulaşılamamıştır. Tanığın bu beyanı doğrultusunda sanığın 2005 yılında bu örgüte ait evde kaldığı kabul edilse dahi bu hususun değerlendirilerek suçun oluşumu için yeterli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. FETÖ/PDY terör örgütünün nihai amacının, devletin anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğunda ve bu amacını gerçekleştirmek için 'mahrem alan' olarak örgütlendiği, devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip bulunduğunda kuşku yoktur. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının, örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı açıktır. Kişinin örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilip bilmediği ise kişinin örgüt yapılanması içerisindeki yeri ve somut olayın özellikleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirme yapılırken, 2012 yılı ve sonrasında örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından yapısal operasyonlar gibi, örgütün nihai amacını açıkça ortaya koymaya başladığı sansasyonel olaylar sonrasında; Milli Güvenlik Kurulu'nun 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde 'hizmet hareketi' adlı, legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip, kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da göz ardı edilmemesi gerekir. Dosyamıza konu somut olayı değerlendirdiğimizde sanığın 2005 yılında kısa bir süre örgüt evinde kaldığı kabul edilse dahi, bu kalmanın tarihi, süresi de gözönünde tutularak sanığın özellikle örgütün amaç ve yöntemlerini bildiği, katılma iradesinin devamlılığı, örgüt olduğunu bilerek üye olma kastı gibi hususlarda sanığın üye olma iradesi ile böyle bir evde kaldığı hususunda her türlü şüpheden uzak bir kanaate ulaşmamızı engellemiştir....Sanıkla ilgili toplanan ve mahkememizce kabul edilen tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde sanık Kadir Konuk'un yukarıda izah edilen eylem çeşitliliği ve sürekliliği de sergileyerek örgütle bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde mahkumiyetine yeter delil bulunmadığından sanığın ... beraatına ... [karar verilmiştir.]" Başvurucu, üzerine atılı suçu işlemediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle 16/7/2018 tarihinde karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27-82
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4721
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklu bulunulan ceza infaz kurumunda bazı sosyal ve kültürel faaliyetlerin kısıtlanması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ve bu hak ile bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir (OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 47-66). Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/10/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) Başkanlığının 28/3/2017 tarihli ve "Diğer Kararlar" başlıklı kararıyla FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklananlara sosyal ve kültürel faaliyet verilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; OHAL sürecinin devam ettiği ve FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında tutuklanan kişilerin sayıca fazla olduğu, yeterli sayıda personel bulunmadığı belirtilerek herhangi bir güvenlik zafiyeti yaşanmaması amacıyla söz konusu tedbirin alındığı vurgulanmıştır. Bu doğrultuda tutukluların güvenliğinin sağlanması, örgütsel faaliyetlerinin engellenebilmesi, terör örgütlerinin bu kişileri yönlendirmesinin, bu kişilere emir ve talimat verilmesinin önüne geçilebilmesi amacıyla FETÖ/PDY soruşturmalarından tutuklananlara sosyal ve kültürel faaliyet verilmemesinin uygun olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Kararda, Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 28/7/2016 tarihli görüş yazısından da söz edilmiştir. Anılan yazıda Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu olduğu iddiası ile tutuklu bulunanların ikinci bir talimata kadar iyileştirme kapsamındaki faaliyetlerden yararlandırılmayacağı bildirilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunarak Ceza İnfaz Kurumu kantininde satılan boncuk ve ip gibi malzemelerin kendisine verilmediğini ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği 11/7/2018 tarihli kararı ile şikâyetin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; 17/6/2015 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesine atıf yapılmıştır. Bu madde uyarınca Ceza İnfaz Kurumu tarafından ip, boncuk gibi malzemelerin güvenlik gerekçesiyle hobi atölyesi dışına çıkarılamayacağı, dolayısıyla odalarda bulundurulamayacağı belirtilerek İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu bildirilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 13/9/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 25/9/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 8/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu ile yapılan yazışma sonucunda verilen bilgiye göre; İdare ve Gözlem Kurulunun 10/8/2018 tarihli kararı ile OHAL'in sona ermesi dikkate alınarak sinema, spor, vaaz gibi etkinliklerin yaptırılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Aynı kararda hobi atölyesi, kurslar ve kütüphaneden fiziki yararlanma taleplerinin tutuklu ve hükümlü sayısının kurum kapasitesinin üzerinde olması, örgütsel haberleşmenin önlenmesi ve kurum güvenliğinin zarar görmemesi sebepleriyle reddedildiği belirtilmiştir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." Yönetmelik'in "El işi faaliyetleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hükümlülerin, gerekli malzemeler kantinden temin edilmek koşuluyla, el işi faaliyetlerini, ceza infaz kurumlarının uygun bölümlerinde yapmaları esastır.Ceza infaz kurumunun güvenliğini bozmamak kaydı ile bu faaliyetlerin devamına koğuş, oda ve eklentilerinde izin verilebilir.Maket bıçağı, tornavida gibi kesici ve delici alet ile boyama ve yapıştırmada kullanılan madde ve malzemelerin koğuş, oda ve eklentilerinde bulundurulmasına izin verilmez." Yönetmelik'in "Tutuklular hakkında uygulama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelikte yer alan hükümlerin, tutukluluk haliyle uzlaşır nitelikte olanları, tutuklular hakkında da uygulanır."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30636
Başvuru, tutuklu bulunulan ceza infaz kurumunda bazı sosyal ve kültürel faaliyetlerin kısıtlanması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ve bu hak ile bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza soruşturması kapsamında mal varlığıüzerine uzun süredir elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının,yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlaledildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 16/7/2019 tarihindeöğrendikten sonra 9/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurununkabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına kararverilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29200
Başvuru; ceza soruşturması kapsamında mal varlığı üzerine uzun süredir elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, orman kadastrosuyla orman olarak tespit edilen taşınmaza ilişkin olarak açılan tescil davasının hak düşürücü süre gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 3/7/2012 tarihinde vefat eden Fatma Ersoy'un yasal mirasçılarıdır. Başvurucular Ahmet Ersoy, Ali Ersoy, Hasan Ersoy, Hayri Ersoy, Kemal Ersoy ve Mehmet Ersoy sırasıyla 1965, 1961, 1957, 1963, 1968 ve 1952doğumlu olup Antalya ili Alanya ilçesi Türkler beldesinde ikamet etmektedirler. Başvurucular, Antalya ili Alanya ilçesi Türkler beldesinde bulunan ve 1956-1957 yıllarında yapılan arazi kadastrosunda tespit dışı bırakılan iki adet taşınmazın 60-70 yıldır zilyetlikleri altında bulunduğunu ileri sürmektedirler. Taşınmazın bulunduğu Türkler beldesinde 1984-1987 yıllarında 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi uyarınca orman kadastrosu çalışması yapılmıştır. Söz konusu çalışma sonucunda değinilen iki adet taşınmazın orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Anılan tespit 12/8/1987 tarihinde köy cami duvarına asılmak suretiyle ilan edilmiştir. Başvurucular murisi tarafından daha önce ihtilaf konusu taşınmazlar ile aynı bölgede bulunan 831,71 m² ve 5904,50 m² büyüklüğündeki iki taşınmaza ilişkin olarak 10/6/1991 tarihinde açılan tapu iptali ve tescil davası sonucu 7/6/2002 tarihinde kesinleşen karar ile anılan taşınmazların başvurucular murisi adına tesciline karar verilmiştir. Başvurucular murisi tarafından 27/3/2003 tarihli dilekçe ile Alanya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihtilaf konusu taşınmazların, adına tescil edilmesi istemiyle dava açılmıştır. Dava dilekçesinde, anılan taşınmazların imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hâle getirildiği, üzerinde dört ev inşa edildiği ve meyve ağaçları dikildiği, bu nedenle başvurucular murisi adına tescili gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece 23/2/2006 tarihinde fen, orman ve ziraat bilirkişileriyle birlikte taşınmaz mahallinde keşif yapılmıştır. Keşifte dinlenen mahalli bilirkişi, taşınmazların 35-40 yıldan beri başvurucular murisinin zilyetliğinde bulunduğunu ve murisin eşinin (başvurucuların babasının) taşınmazları tarıma elverişli hâle getirdiğini beyan etmiştir. Ziraat bilirkişisi tarafından düzenlenen raporda, taşınmazların tarım arazisi olduğu ve özel mülkiyete konu olabileceği ifade edilmiştir. Orman mühendisi tarafından düzenlenen raporda, taşınmazların 13/2/1988 tarihinde kesinleşen orman sınırları içinde kaldığı ve orman sayılan yerlerden olduğu görüşü açıklanmıştır. Mahkeme, iki bilirkişi raporu arasında çelişki bulunduğunu değerlendirerek bir ziraat mühendisi ve üç orman mühendisi ile birlikte tekrar keşif yapmıştır. Orman mühendislerince düzenlenen raporda, taşınmazın kadimden beri tarım arazisi olduğu, toprağın orman karakteri taşımadığı, taşınmazın evveliyatında orman sayılan yerlerden olmadığı belirtilmiştir. Ziraat mühendisi tarafından düzenlenen raporda da taşınmazın ormanla bir ilgisinin bulunmadığı, toprağın tarım arazisi karakteri taşıdığı düşüncesi izhar edilmiştir. Fen bilirkişisi raporunda ise taşınmazın toplam alanın 018,14 m² olduğu, ancak 172,03 m²'lik bölümünün daha önce 1958 tarihli Kadastro Mahkemesi kararıyla orman olarak tespit edildiği ifade edilmiştir. Mahkemece bu defa da Süleyman Demirel Üniversitesinden biri ziraat mühendisliği bölümünden diğeri de orman mühendisliği bölümünden iki akademisyenle birlikte 17/9/2007 tarihinde yeniden keşif yapılmıştır. Söz konusu bilirkişilerce düzenlenen raporda, taşınmazların evveliyatında orman sayılmayan makilik vasfında olan yerlerden olduğu, toprak özelliği bakımından yandaki devlet ormanıyla aynı mahiyette bulunmayıp aksine tarım arazileriyle aynı karakterde olduğu, taşınmazların hiçbir zaman orman vasfı taşımadığı kanaati belirtilmiştir. Mahkeme 3/4/2008 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulü ile taşınmazların, mahkeme kararıyla orman olduğu tespit edilen 172,03 m²'lik kısmı dışındaki bölümlerin başvurucular murisi adına tesciline, 172,03 m²'lik bölüm yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, mahalli bilirkişi beyanı ile teknik bilirkişi raporlarına dayanıldığı ifade edilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 2/2/2010 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, dosyada bulunan orman kadastro harita ve tutanaklarında çekişmeli yerin devlet malı olarak sınırlandırıldığı ve davacının süresinde itirazda bulunmaması nedeniyle orman kadastrosunun kesinleştiğine işaret edilmiştir. 6831 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasındaki hak düşürücü sürenin geçtiği ve orman kadastrosunun sınırlarının hiçbir makam ve merci tarafından değiştirilemeyeceğinin ifade edildiği gerekçede, daha önce orman kadastrosuyla orman olarak tespit edilen yerin bilirkişilerin yorumuna dayalı olarak orman olmadığının kabulüyle hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu belirtilmiştir. Karar düzeltme istemi Dairenin 24/5/2010 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 20/1/2011 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, yöreye ilişkin orman kadastrosunun 1987 yılında kesinleştiği hatırlatıldıktan sonra bilirkişi raporlarında taşınmazların, kadastrosu kesinleşen orman sınırları içesinde kaldığının saptandığı vurgulanmıştır. Başvurucular murisinin hak düşürücü süre içinde dava açmadığını belirten Mahkeme, orman vasfı kesinleşen taşınmazların özel mülkiyete konu olamayacağı sonucuna ulaşmıştır. Söz konusu karar, Dairenin 11/2/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucular murisinin 3/7/2012 tarihinde vefatı nedeniyle yasal mirasçı olan başvurucular kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuşlardır. Karar düzeltme dilekçesinde 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun askı ilan süreleri ve tespit sürelerine ilişkin hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olduğu savunulmuştur. Başvuruculara göre tebligatın şahsen yapılması gerekmektedir. Bu arada başka bir mahkeme tarafından, 6831 sayılı Kanun'un, 5/11/2003 tarihli ve 4999 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen maddesinin birinci fıkrasının, "Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir." biçimindeki üçüncü ve dördüncü cümlelerinin Anayasa'nın ve maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptalleri istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusu sonucu, Anayasa Mahkemesince 22/5/2013 tarihli ve E.2012/108, K.2013/64 sayılı kararla anılan hükümler iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesine göre "Tutanakların askı suretiyle ilan edilerek başlayan ve ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmünde olduğu kabul edilen bir aylık hak düşürücü süre, tapusuz gayrimenkul sahiplerinin kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açma hakkını ortadan kaldırdığından, kişilerin mülkiyet haklarının sona ermesine sebep olmaktadır. Bu niteliği ile itiraz konusu kural, kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak, hak arama özgürlüğünün ve mülkiyet hakkının ölçüsüz biçimde sınırlandırılmasına, hakkın özüne dokunarak kullanılamaz hale gelmesine yol açacak niteliktedir." Kararın düzeltme istemi Dairenin 25/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar, 25/2/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat ve Mahkeme Kararları 6831 sayılı Kanun’un maddesinin 22/5/1987 tarihli ve 3373 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen birinci fıkrası şöyledir:  “Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilânı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve bu Kanunun 2 nci maddesine göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı ile hak sahibi gerçek ve tüzelkişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, 10 yıllık süre içerisinde dava açma haklan mahfuzdur.” 6831 sayılı Kanun’un 5/11/2003 tarihli ve 4999 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen maddesinin birinci fıkrası şöyledir: :  “Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilânı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak, harita ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren bir ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve 2 nci maddeye göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma hakları mahfuzdur." Anayasa Mahkemesinin, 6831 sayılı Kanun'un 4999 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen maddesinin birinci fıkrasının "Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir." biçimindeki üçüncü ve dördüncü cümlelerinin iptaline ilişkin 22/5/2013 tarihli ve E.2012/108, K.2013/64 sayılı kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:  “Kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren mülkiyet hakkı, Anayasa'nın maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Anayasa'nın maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak, bu sınırlamalar Anayasa'nın maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.Anayasa'nın maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hale getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi güvenceler hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir.Hak arama özgürlüğü demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan, hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir. Dava konusu kuralla getirilen süre sınırlamasının, kamu düzeniyle ilgili olan kadastro işlemlerinin hızlandırılmasını ve düzenli bir tapu sicilinin oluşmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Orman kadastro tutanaklarının her an dava tehdidi altında bulunması, tutanakların kesinleşmesine engel olarak kamu hizmetinin aksamasına neden olacağından, açılacak davalar için bir süre sınırlaması getirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır. Tutanakların askı suretiyle ilan edilerek başlayan ve ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmünde olduğu kabul edilen bir aylık hak düşürücü süre, tapusuz gayrimenkul sahiplerinin kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açma hakkını ortadan kaldırdığından, kişilerin mülkiyet haklarının sona ermesine sebep olmaktadır. Bu niteliği ile itiraz konusu kural, kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak, hak arama özgürlüğünün ve mülkiyet hakkının ölçüsüz biçimde sınırlandırılmasına, hakkın özüne dokunarak kullanılamaz hale gelmesine yol açacak niteliktedir.Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 2009 günlü, 'Rimer ve diğerleri/Türkiye' kararında, Kanun'da orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanaklara karşı dava açmak için öngörülen sürenin ancak ilgili şahsın etkin ve yeterli bir şekilde bilgi sahibi olmasından sonra başlayabileceği, bu tutanakların köy kahvesinde ilan edilmesinin doğru ve gerektiği şekilde tebliğ için yeterli olmadığı, tabiat ve ormanların, daha genel anlamda çevrenin korunması amacıyla mülkiyet hakkı gibi bazı temel haklara müdahalede bulunulabileceği ancak mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir tazminat ödemeden mülkiyetten mahrum bırakmanın 1 No'lu Ek Protokol'ün maddesi bakımından aşırı zarar oluşturduğu, dolayısıyla, mülk sahiplerine hiçbir tazminat ödenmemesinin, kamu yararı ile temel insan haklarının korunması arasında oluşturulması gereken doğru dengeyi başvuranlar aleyhine bozduğu sonucuna varmıştır." 6831 sayılı Kanun’un maddesinin 26/2/2014 tarihli ve 6527 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik birinci fıkrası şöyledir: :  “Orman kadastro komisyonlarınca alınan kararlara ilişkin düzenlenen tutanak ve haritalar askı suretiyle otuz gün süre ile ilan edilir. Bu ilan ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak ve haritalara karşı itirazı olanlar; askı tarihinden itibaren otuz gün içinde kadastro mahkemelerinde, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemelerde dava açabilirler. İlan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kararlara ilişkin düzenlenen tutanak ve haritalar kesinleşir. Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanak ve haritaların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak Hazine hariç itiraz olunamaz ve dava açılamaz." Orman Kadastro Tespitlerine Karşı Dava Açılması ve Tespitlerin Kesinleşmesi 6831 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının 22/5/1987 tarihli ve 3373 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik hâline göre orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilânı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmünde olup tutanak ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve bu Kanunun maddesine göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine hak sahibi gerçek ve tüzelkişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararlarının kesinleşmesi öngörülmüştür. Fıkrada bu sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu ifade edilmiştir. Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma hakları mahfuz tutulmuştur. Dolayısıyla 6831 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının 4999 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilmeden önceki hâli uyarınca tapusuz gayrimenkuller yönünden, kadastro tespit tutanaklarının askıya çıkarılmasından itibaren altı ay içinde dava açılmaması nedeniyle kesinleşen tespitlere karşı kadastro tespitinden önceki nedenlere dayanılarak dava açılması imkânı bulunmamaktadır. 6831 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası 4999 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilmiştir. Deşiklikle askı ilan süresi altı aydan bir aya indirilmekle birlikte, askı suretiyle ilanın tebliğ hükmünde olduğu, süresi içinde itirazda bulunulmaması üzerine tespitlerin kesinleşeceği, itiraz süresinin hak düşürücü süre olduğu hususları aynen korunmuştur. Ayrıca, maddenin yeni hâlinde, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, on yıllık süre içerisinde dava açma haklarını saklı tutan hüküm de aynı şekilde varlığını sürdürmüştür. Bu itibarla, fıkranın 4999 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten sonraki hâline göre de tapusuz gayrimenkuller yönünden, kadastro tespitlerine karşı, tespitlerin kesinleşmesinden sonra dava açılması imkânının bulunmadığı söylenebilir. Anayasa Mahkemesinin 22/5/2013 tarihli ve E.2012/108, K.2013/64 sayılı kararıyla 6831 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının 4999 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik hâlinde yer alan "Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir." biçimindeki üçüncü ve dördüncü cümleleri iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin kararı üzerine, anılan fıkra26/2/2014 tarihli ve 6527 sayılı Kanun'un maddesiyle yeniden düzenlenmiştir. Kuralın yeni hâlinde, askı ve ilanın tebliğ hükmünde olduğu ve ilan süresi geçtikten sonra tespitlerin kesinleşeceğine ilişkin hükümler, madde metninde yer almıştır. Değişiklikle bir ay şeklindeki itiraz süresi otuz gün olarak yeniden düzenlenmiştir. Buna karşılık, bu sürenin hak düşürücü nitelikte olduğuna ilişkin hükme, yeni düzenlemede yer verilmemiştir. Ayrıca sadece tapulu gayrimenkul malikleri yönünden saklı tutulan on yıl içinde dava açma hakkı, bütün gayrimenkullere teşmil edilmiştir. Buna göre orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanak ve haritaların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, tapulu veya tapusuz gayrimenkul ayrımı olmaksızın kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açılabilir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: “Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... kanun tarafından kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı merciinde makul bir süre içinde adil ve kamuya açık bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir. " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının, açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında, mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin Fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensipleriningözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarakSözleme'nin maddesinin fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM, adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların, kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre, meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme'nin maddenin fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının, öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte, AİHM'in rolünün, bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının, ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda, her bir olayın, somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). AİHM bu ilkeler uyarınca, mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların; belirliliği ve uygun adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve ilgililerin, davalarının esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4212
Başvuru, orman kadastrosuyla orman olarak tespit edilen taşınmaza ilişkin olarak açılan tescil davasının hak düşürücü süre gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Kayseri hâkimi olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Kayseri hâkimi olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş ve daha sonra da başvurucu meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu özetle FETÖ/PDY ile herhangi bir bağlantısının olmadığını ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Savcılık, başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle 17/7/2016 tarihinde Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğinde 17/7/2016 günü yapılmıştır. Başvurucu, sorgudaki ifadesinde; önceki beyanlarına benzer şekilde beyanda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Kayseri Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama kararına 20/7/2016 tarihinde yaptığı itiraz, Kayseri Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/7/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başsavcılık, başvurucu hakkındaki soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiğini belirterek 4/8/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 3/11/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk durumunu incelemiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 15/11/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 2/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 3/3/2017 tarihinde mevcut delil durumunu nazara alarak başvurucunun tahliyesine ve başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 24/12/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 4/1/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2019/2 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 3/10/2019 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun beraatine karar vermiş ve anılan karar istinaf kanun yoluna başvurulmadan 11/10/2019 tarihinde kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/74556
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, usulüne uygun tefhim yapılmadığı hâlde istinaf süresinin tefhimden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Batman İcra Müdürlüğünde kambiyo senedine dayalı icra takibi başlatmıştır. Başvurucu aleyhine Batman İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) söz konusu icra takibine itiraz davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, ödeme emrinin usulüne uygun tebliğ edilmediği iddia edilmiş ve borcun olmadığı belirtilerek takibin iptali ile %20 kötü niyet tazminatına karar verilmesi istenmiştir. Mahkeme 28/4/2017 tarihli kısa kararında davacı borçluya gönderilen ödeme emrinin usulsüz tebliğ edilmesi sebebiyle borçlunun ödeme emrinin tebliğ tarihinin 30/11/2016 tarihi olarak tespitine ve icra takibinin iptaline hükmetmiştir. Kararda, karara karşı tefhim tarihinden itibaren on gün içinde istinaf kanun yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında ise kısa kararda yer alan hükme ilave olarak başvurucu aleyhine alacak miktarı olan 000 TL'nin %20'si oranında 000 TLtazminata hükmedildiği belirtilmiştir. Başvurucu vekili Mahkemeye UYAP üzerinden 20/5/2017 tarihli dilekçe ile mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna ilişkin süre tutum dilekçesi sunmuştur. Başvurucu 26/5/2017 tarihli dilekçe ile tavzih talebinde bulunmuştur. Dilekçede; gerekçeli kararın 22/5/2017 tarihinde yazıldığı, kısa kararda hükmedilmeyen %20 icra inkâr tazminatına gerekçeli kararda hükmedilmesi sebebiyle çelişki meydana geldiği belirtilmiştir. Gerekçeli karar 2/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 5/6/2017 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesini sunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu belirtmekle birlikte 28/4/2017 tarihli kısa karar ile gerekçeli kararın aynı olmadığını vurgulamıştır. Kısa kararda yer almayan %20 icra inkâr tazminatına gerekçeli kararda hükmedildiği ifade edilmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Mahkemesi) 15/11/2017 tarihli kararında, başvurucuya 28/4/2017 tarihinde tefhim edilen karara karşı yasal süre dolduktan sonra 20/5/2017 tarihinde süre tutum dilekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurulduğunu belirterek süre aşımı nedeniyle istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 18/1/2018 tarihinde başvuruya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesinin "İstinaf yoluna başvurma ve incelenmesi" kenar başlıklı birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"... İstinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür." 2004 sayılı Kanun'un "İtirazın incelenmesi" kenar başlıklı 169/a maddesinin altıncı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Borçlunun itirazının icra mahkemesince esasa ilişkin nedenlerle kabulü hâlinde kötü niyeti veya ağır kusuru bulunan alacaklı, takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere; takip muvakkaten durdurulmuş ise bu itirazın reddi hâlinde borçlu, diğer tarafın isteği üzerine takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere tazminata mahkûm edilir..." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Hükmün kapsamı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” 6100 sayılı Kanun'un "Hüküm" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. (2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.''B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12-884, K.2019/363 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.I- Bu ön sorunlardan ilki, mahkemece verilen şikâyetin reddine dair kararın 2018 tarihli duruşmada şikâyetçi vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmesi, gerekçeli kararın 2018 tarihinde tebliğ edilmesi ve kararın 2018 tarihinde temyiz edilmesi karşısında, şikâyetçi vekilinin temyizinin süresinde olup olmadığı hususudur.2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nın maddesinde icra mahkemesine arzedilen hususların ivedi işlerden sayılacağı ve bu işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 316/ maddesi uyarınca kanunlarda açıkça belirtilen hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağı düzenlemesi karşısında icra mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.Basit yargılama usulüne tabi yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı HMK'nın 'Hüküm' başlıklı maddesinde aynen:'(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. (2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.' hükmü düzenlenmiştir. maddedeki 'hükme ilişkin tüm hususlar' dan kastedilen HMK'nın maddesindeki unsurlardır. Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır. HMK'nın maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK'nın maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre mahkeme gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK'nın maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir. İİK’nın 2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanunla değişmeden önceki maddesine göre konkordato talebi üzerine verilecek mühlete karşı alacaklılar tarafından vukubulan itirazla konkordato talebinin muvafık olup olmadığına ve mühletin kaldırılmasına dair olan talebin kabul veya reddine ilişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen kararları tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebilecektir. Maddedeki 'tefhim' kavramının 'hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl' olarak anlaşılması zorunludur. Bu nedenle yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren, aksi hâlde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır. Usul hukukunda yer almamakla birlikte uygulamada tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunulmak suretiyle kararın temyiz edildiği hâllerde kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanılması mümkün olduğundan gerekçeli kararın bu hâllerde de taraflara tebliği gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de başvurucuya ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesini bilerek ve bu gerekçeye karşı iddialarını sunacak şekilde temyiz başvuru yapma imkânı verilmeden ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden Yargıtayca temyiz aşamasında onama kararı verilmesini hak ihlali olarak kabul etmiştir (Anayasa Mahkemesi, Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 2014).Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında da, ilk derece mahkemelerinin kısa kararını usul hükümlerine uygun olarak tefhim etmesi, kanun yolu ve süresini doğru bir şekilde belirtmesi gerektiğine, ayrıca gerekçesiz verilen kısa kararda, temyiz süresinin, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğünün bulunduğuna, başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam verilemeyeceğine, başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünün zedelenemeyeceğine karar vermiştir (Anayasa Mahkemesi, Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 2016).Somut olayda mahkemece direnme kararının verildiği 2018 günlü oturumda davanın reddine karar verilmiştir. Kısa kararda '…yapılan yargılama sonunda, davacı vekilinin yüzüne karşı, hükmün tüm esaslı unsurları açıklanmadığından kararın taraflara tebliğinden -Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki kararlarına rağmen bazı istinaf dairelerinin tefhim yapılmış ise; gerekçe olmasa da istinaf süresinin tefhimden itibaren başlayacağına ilişkin görüşleri de dikkate alınarak süre tutum dilekçesi verilmesi hususunda takdir taraflara ait olmak üzere- itibaren 10 gün içinde Yargıtay ilgili hukuk dairesine gönderilmek üzere temyiz yolu açık olduğu' yazılmıştır. Bunun üzerine mahkemece gerekçeli karar şikâyetçi vekiline 2018 tarihinde tebliğ edilmiş, şikâyetçi vekili tarafından 2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesi verilmiştir. Yukarıda gösterilen kanuni düzenlemeler ve oluşturularak tefhim edilen kısa kararın usulüne uygun bir hüküm fıkrası sayılıp sayılmayacağı ve bunun açıklanmasının, temyiz süresini başlatacak nitelikte bir “tefhim” olup olmadığı değerlendirildiğinde; mahkemece kısa kararda hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmadığı, kanun yolu ve süresinin doğru bir şekilde belirtilmediği, tarafları yanıltacak şekilde ifadeler kullanıldığı, bu hâliyle usulüne uygun ve tam bir tefhimden söz edilemeyeceği tartışmasızdır. Hâl böyle olunca Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/ maddesine uygun olmaksızın oluşturulan hüküm fıkrasının tefhimi ile temyiz süresinin başlamayacağının kabulü gerekir. Açıklanan durum karşısında şikâyetçi vekilinin temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek birinci ön sorun oy çokluğuyla aşılmıştır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/4/2014 tarihli ve E.2014/12068, K.2014/13652 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İlk derece mahkemesince gerekçesi açıklanmamış bir hükmün HMK kapsamında tefhim edilmiş bir hüküm olamayacağı ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden istinaf kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağı yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi’nin kabulü usul ve yasaya uygundur.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/10/2017 tarihli ve E.2017/19842, K.2017/17025 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... maddedeki 'hükme ilişkin tüm hususlar'dan kastedilen HMK.’un maddesindeki unsurlardır. Madde gerekçesinde tefhimin hüküm özetinin yazdırılması olduğu açıklanmıştır.Bu nedenlerle basit yargılamada da tefhim edilecek hüküm HMK.’un 297/ maddesindeki unsurları taşımakla birlikte HMK.’un maddesi uyarınca gerekçeli olmak zorundadır. Ancak Mahkemelerin iş yoğunluğu ve buna bağlı olarak duruşma dosyalarının çokluğu nedeni ile gerekçenin duruşmada yazdırılamaması halinde gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu yasal şekil yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere, yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi ve kurumların mağduriyetlerine sebebiyet verecek ve kamu düzeni ve barışını olumsuz yönde etkileyecektir (Hukuk Genel Kurulu - 2007/14-778 E, 2007/611 K, Dairemizin 2008 gün ve 2007/38353 Esas, 2008/7142 Karar sayılı ilamı).Halen yürürlükte olan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8 inci maddesine göre, iş mahkemelerince verilen nihaî kararlara karşı kanun yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.Taraflar hükmün tefhiminin HMK.’un 297/ maddesinde sayılan unsurları taşımaması halinde hak ve borçlarını bilemeyeceklerinden temyiz süresini kaçırmamak, hak kaybına uğramamak için kararı gereksiz yere temyiz etmek zorunda kaldıkları bir gerçektir.Bu nedenlerle hükmün tefhimi sırasında HMK.’un 297/ maddesinde belirtildiği üzere taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli ve zorunludur.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2784
Başvuru, usulüne uygun tefhim yapılmadığı hâlde istinaf süresinin tefhimden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve buna bağlı olarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, eğitim hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Beyşehir Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak aynı gün Seydişehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiş, 13/3/2020 tarihinde de Seydişehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Afyonkarahisar 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 26/4/2018 tarihli kararı ile 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu, cezası infaz edilmekteyken 2/6/2020 tarihli dilekçesiyle örgütle herhangi bir bağının bulunmadığını belirterek açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve kalan cezasıyla ilgili denetimli serbestlik tedbiri uygulanması talebinde bulunmuştur. Aynı gün Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu başvurucunun 60 gün süre ile gözlem altında tutulmasına karar vermiştir. Afyonkarahisar 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 5/8/2020 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütünden ayrıldığı konusunda samimi görülmediği belirtilerek iki ay denemeye tabi tutulmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 17/8/2020 tarihinde anılan karara yaptığı itiraz Afyonkarahisar İnfaz Hâkimliğinin 21/8/2020 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucunun ret kararına itirazı ise Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinin 4/9/2020 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 9/9/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 30/9/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Afyonkarahisar İnfaz Hâkimliğinin 18/1/2021 tarihli kararıyla denetimli serbestlik tedbirlerinden faydalandırılmak üzere Afyonkarahisar Açık Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/31607
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve buna bağlı olarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, eğitim hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltında kamu görevlilerinin maruz kalınan bazı uygulamalarına ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca kötü muamele yasağının ihlali dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilerek başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) soruşturması kapsamında 10/8/2016 tarihinde tutuklanan başvurucunun 3/7/2018 tarihinde tahliyesine, Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 3/7/2018 tarihinde mahkûmiyetine karar verilmiştir. Yargılama istinafta derdesttir. Başvurucunun gözaltında yapılan kötü muamele nedeniyle suç duyurusunda bulunduğu kamu görevlileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/12/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 17/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26348
Başvuru, gözaltında kamu görevlilerinin maruz kalınan bazı uygulamalarına ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup Almanya'da ikamet etmektedir. K. Holding Anonim Şirketi (K. Holding) 22/11/1995 tarihinde Konya’da kurulmuştur. Başvuru dilekçesi ekinde sunulan belgelere göre 19/6/2014 tarihinde K. Holding ve K. İnşaat Tarım ve Sanayi İşletmeleri Anonim Şirketi (K. İnşaat) tarafından düzenlenen hisse senedi teslim tutanağı başvurucu ve K. Holding temsilcisi tarafından imzalanmıştır. Bu belgeye göre başvurucu, 200 adet K. İnşaat ve 490 adet K. Holding hisse senedini merkezî kayıt kuruluşu nezdinde kaydileştirmek üzere K. Holdinge teslim etmiştir. K. Holdinge ait şirket ünvanı 5/6/2017 tarihinde Konya Ticaret Sicil Müdürlüğünce tescil edilerek B. Holding Anonim Şirketi (B. Holding) olarak değiştirilmiştir. Başvurucu 26/10/2017 tarihinde Konya Asliye Ticaret Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi) B. Holding aleyhine, şirket ortağı olmadığının tespitine ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 000 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek ticari faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucu bu davada, B. Holdingin kendisi de dâhil birçok kişiden para topladığını, mevzuata aykırı ortaklık ilişkisi kurduğunu, B. Holding tarafından kandırılıp borsaya girmeye zorlandığını ve paraların istendiği her an iade edileceği taahhüdünde bulunulmasına rağmen parasını tahsil edemediğini ileri sürmüştür. Ticaret Mahkemesi 7/11/2018 tarihinde davanın kabulüne, başvurucunun B. Holding ortağı olmadığının tespitine ve 000 TL'nin dava tarihi olan 26/10/2017'den itibaren değişen oranlarda hesaplanacak avans faizi ile birlikte başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde özetle;i. Benzer nitelikte yüzlerce dava dosyası bulunduğu,ii. Taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğduğu ve devam ettiği dönemde yürürlükte olması nedeniyle uyuşmazlığa uygulanacak 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun ve maddelerine göre anonim şirket ortaklarının şirkete sermaye olarak koydukları hisse bedellerini geri istemelerinin mümkün olmadığı ancak davanın şirket ortağı olunmadığı temeline dayanılarak açıldığı,iii. B. Holdingin ortakların sermaye olarak verdiğini isteyemeyeceğine ilişkin yasal düzenlemeyi kullanarak para yatıran kişileri grup şirketlerden herhangi birinde veya birkaçında düşük nominal bedellerle şeklen ortak gibi gösterdiği,iv. B. Holdingin tahsil ettiği paraları muhasebe kayıtlarına yansıtmayarak para iadesi taleplerini reddettiği, taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı, B. Holdingin aldığı paraları iade etmesi gerektiği,v. Başvurucunun 26/10/2017 tarihi itibarıyla bakiye 733,93 TL alacağı olduğu belirtilmiştir. Taraflar, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Konya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 17/1/2020 tarihinde istinaf talebinin kabulüne, Ticaret Mahkemesi kararının kaldırılmasına, yeniden hüküm kurulmasına ve açılan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına kanun yolu kapalı olarak karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesinde özetle;i. Ticaret Mahkemesi kararı sonrası 5/12/2019 tarihli ve 7194 sayılı Kanun'un maddesi ile 25/3/1987 tarihli ve 3332 sayılı Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler ile 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu ve 3182 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'a geçici madde eklendiği belirtilmiştir. ii. Başvurucu ile B. Holding arasındaki ilişkinin anılan madde kapsamında kaldığına işaret edilmiştir. Bu kanuni düzenlemeye göre tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri değerlendirilmeden, Ticaret Mahkemesi kararının kaldırılarak açılan dava ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bireysel başvuru formuna göre başvurucu, nihai Bölge Adliye Mahkemesi kararını 3/6/2020 tarihinde öğrenmiş; 1/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6762 sayılı mülga Kanun’un "Şirketin kendi hisse senetlerini satın alması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Şirket, kendi hisse senetlerini temellük edemiyeceği gibi rehin olarak da kabul edemez. Bu senetlerin temellükü veya rehin alınması neticesini doğuran akitler hükümsüzdür. Şu kadar ki; aşağıda gösterilen akitler bu hükümden müstesnadır:... " 6762 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: "Pay sahibi, hisse senetlerinin çıkarılması sırasında tayin olunan ve hisse senetlerinin itibari kıymetine müsavi veya ondan yüksek olan pay bedelinden fazla bir şey ödemeye esas mukavele ile dahi mecbur tutulamaz.Pay sahipleri sermaye olarak şirkete verdiklerini geri istiyemezler; tasfiye payına mütaallik hakları mahfuzdur.Hisse senetlerinin devri şirketin muvafakatine bağlı olan hallerde esas mukavele hissedarlara esas sermayeye iştirak borcundan başka muayyen zamanlarda tekerrür eden mevzuu para olmıyan edalarda bulunmak mükellefiyetini de yükleyebilir. Bu mükellefiyetlerin mahiyet ve şumulü hisse senetlerine ve ilmuhaberlere yazılır. Bu gibi tali mükellefiyetler hakkında esas mukavele ile cezai şart kabul edilebilir. " 7194 sayılı Kanun'un maddesiyle 3332 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:"Geçici Madde 4- (Ek:5/12/2019-7194/41 md.)31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez.Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır." Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 18/5/2023 tarihli ve E.2020/11, K.2023/98 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Ğ. Kanun’un maddesiyle 3332 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici maddenin İncelenmesi Anlam ve Kapsam Dava ve itiraz konusu kuralda, 31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü aracın 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunacağı, bu ortaklıklara yapılan ödemelerin pay karşılığı yapılmış kabul edileceği ve ortaklık ilişkisinin kurulmuş sayılacağı, bu payların kaydileştirilmemiş olmasının ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığının da iddia edilemeyeceği hükme bağlanmıştır. 6362 sayılı Kanun’un “Kısaltmalar ve tanımlar” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde halka açık ortaklık; kitle fonlaması platformları aracılığıyla para toplayanlar hariç olmak üzere, payları halka arz edilmiş olan veya halka arz edilmiş sayılan anonim ortaklıklar olarak tanımlanmıştır. Halka arz ise aynı fıkranın (f) bendinde, sermaye piyasası araçlarının satın alınması için her türlü yoldan yapılan genel bir çağrıyı ve bu çağrı devamında gerçekleştirilen satış olarak tanımlanmıştır. Fıkranın (ş) bendinde ise sermaye piyasası araçları, menkul kıymetler ve türev araçlar ile yatırım sözleşmeleri de dâhil olmak üzere Sermaye Piyasası Kurulunca (SPK) bu kapsamda olduğu belirlenen diğer sermaye piyasası araçları olarak tanımlanmıştır. Söz konusu Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasında SPK’nın kayden ihraç edilecek sermaye piyasası araçlarını ve kayden izlenecek hakları belirleyeceği, türleri ve ihraççıları itibarıyla kaydileştirilmesine, kayıtların tutulmasına ve üyelik şartlarını kaybeden ihraççıların paylarının kayden izlenmesinin sona erdirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenleyeceği belirtilmiştir. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında ise kaydileştirilmesine karar verilen sermaye piyasası araçlarının SPK’ca belirlenen esaslar çerçevesinde tesliminin zorunlu olduğu, teslim edilen sermaye piyasası araçlarının kendiliğinden hükümsüz hâle geleceği, teslim edilmeyen sermaye piyasası araçlarının ise kaydileştirilme kararından sonra borsada işlem göremeyeceği, aracı kurumlarca bu sermaye piyasası araçlarının alım satımına aracılık edilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeyle, borsaya açılmış ve açılacak anılan holdinglerin sayıları on binleri bulan kurucu ortaklarının eski hisse senetlerini teslim etmeleri ve kaydileştirme yaptırmaları zorunlu hâle getirilmiştir. Kanun’un 'Halka açık ortaklık statüsünün kazanılması' başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise payları borsada işlem gören ortaklıklar ile kitle fonlaması suretiyle halktan para toplayan ortaklıklar hariç olmak üzere pay sahibi sayısı beş yüzü aşan anonim ortaklıkların paylarının halka arz olunmuş sayılacağı, bu ortaklıkların halka açık ortaklık hükümlerine de tabi olduğu öngörülmüştür. Bu itibarla payları halka arz edilmiş sayılan anonim ortaklıkların yanı sıra payları halka arz edilmemiş olmakla birlikte ortak sayısı 500’ün üzerinde olan ortaklıklar da halka açık anonim ortaklık hükümlerine tabi kılınmıştır. Dava ve itiraz konusu kuralın kapsamına ise 31/12/2014 tarihine kadar pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar girmektedir. Bu anonim ortaklıklar, payları halka arz edilmemiş olmakla birlikte ortak sayısı 500’ün üzerinde olması nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklardır. 31/12/2014 tarihi itibarıyla bu durumda olan dört adet anonim ortaklık bulunmaktadır. Anılan anonim ortaklıklar 1990’lı yıllardan itibaren faizsiz yüksek oranlı getiri vaadiyle halktan para toplamak suretiyle faaliyetlerini yürüten ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde holding olarak faaliyet gösteren anonim ortaklıklardır. Bu bağlamda söz konusu anonim ortaklıkların ortaya çıkışı, ticari faaliyetleri ile hukuki varlıklarının sona erme süreçlerinin ortaya konması gerekmektedir. Tasarruflarını bankacılık alanı dışında değerlendirmek isteyen, diğer bir ifadeyle faiz dışında gelir getiren alanlara yatırım yapma niyetinde olan ve büyük çoğunluğu yurt dışında yaşayan önemli sayıdaki küçük tasarruf sahibinin birikimlerinden oluşan ve faizsiz getiri alanlarında değerlendirilmesi amaçlanan bu fonların varlığı, yoğun olarak 1990’lı yıllarda birtakım kişilerce Anadolu’da holding adı altındaki şirketlerin kurulmasına ve sonrasında da faizsiz yüksek oranlı getiri vaadiyle halktan para toplanmasına imkân sağlamıştır. Bu yöntemle fon toplama faaliyetlerinin başarıya ulaşması, 1990’lı yılların ortalarından itibaren kurulan şirketlerin sayısının ve buna bağlı olarak da fon toplama faaliyetlerinin hızlı bir şekilde artış göstermesine, ortaklık vaadiyle fon toplayan şirketlerin sayısındaki hızlı yükseliş ise rekabet koşulları nedeniyle vaat edilen getiri oranlarının sürekli artmasına yol açmıştır. Anılan holdingler ile bunların iştirakleri ve bağlı ortaklıkları tarafından gerçekleştirilen fon toplama faaliyetlerinin sermaye piyasası mevzuatı ve bankacılık mevzuatı karşısındaki durumu SPK gibi ilgili kurumlarca değerlendirilmiş; bu faaliyetler, sermaye piyasası mevzuatı kapsamında izinsiz halka arz olarak nitelendirilmiştir. İzinsiz halka arz olarak tanımlanan bu faaliyetin sürdürülebilirliği, sisteme sürekli olarak taze para girişine bağlı olduğundan zamanla fon girişinin azalması ve sonrasında da fon girişinin durmasına karşın fonlarını geri almak isteyenlerin sayısının hızla artması sistemin sürdürülemez olduğunun açığa çıkmasına ve sonuçta da tıkanmasına yol açmıştır. SPK, bu kapsamdaki holdinglerden kanuni yükümlülüklerini yerine getirmeyenleri zaman içinde tasfiye etmiş; kanuni yükümlülüklerini yerine getiren holdingler ise kendi denetiminde yeniden yapılandırılmış, bu kapsamda gerekli şartları yerine getirmek suretiyle borsaya açılmaya ve borsada işlem görmeye hak kazanmıştır. Bu süreç devam ederken söz konusu holdinglere herhangi bir ad altında ödeme yapan çok sayıda tasarruf sahibi tarafından ödemiş oldukları paranın iadesi talebiyle davalar açılmıştır. Tasarruf sahipleri tarafından açılan davalarda temel uyuşmazlık konusunu, tasarruf sahipleri ile anonim şirketler arasındaki ortaklık ilişkisinin geçerli bir ortaklık ilişkisi olup olmadığı ve bununla beraber ortaklık payı için ödenen payın iade edilip edilemeyeceği, bir başka deyişle taraflar arasındaki hukuki ilişkinin tespiti oluşturmuştur. Anılan holdingler ve bunların iştirakleri ile bağlı ortaklıkları tarafından hukuki esaslara ve iktisat kurallarına uygun olmayan bir faaliyet düzeni içinde gerçekleştirilen ve izinsiz halka arz olarak nitelendirilen bu faaliyetin sermaye piyasası mevzuatında belirtilen belge ve kayıt düzenine uyulmadan gerçekleştirilmesi nedeniyle gerek tasarruf sahiplerinin gerekse şirketlerin elinde taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliğini ortaya koyacak bilgi ve belgeler bulunmadığından derece mahkemeleri ve Yargıtay tarafından taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliği hakkında çelişkili kararların verildiği ve uzun yıllardır devam eden yargılamalar sırasında içtihadın sıklıkla değiştiği görülmektedir. Maddenin Birinci Fıkrasıa. İptal Talebinin ve İtirazın Gerekçeleri Dava dilekçesinde ve itiraz başvurusunda özetle; dava ve itiraz konusu kuralla yurt dışında yaşayan vatandaşlardan çeşitli yöntemlerle yüksek gelir vaadi ile para toplayıp vatandaşların mağduriyetine neden olan şirketlerle ilgili bir düzenlemenin yapıldığı, buna göre bu şirketlerden payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü sermaye aracının 6362 sayılı Kanun’un kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın pay addolunacağı ve bu ortaklıklara yapılan ödemelerin pay karşılığı yapılmış kabul edileceği, böylece vatandaşların 25-30 yıl önce yüksek kâr payı vaadi karşılığında vermiş oldukları paralardan dolayı şirketin ortağı olarak kabul edildikleri ancak geçen 25-30 yıl boyunca paralarını geri alamayan veya herhangi bir getiri elde edemeyen vatandaşların kayıplarının gözardı edilerek 25-30 yıl önceki nominal değer üzerinden ortak kabul edildikleri, kuralın bu hâliyle mülkiyet hakkını ihlal ettiği, ayrıca bazı şirketler lehine düzenleme yapılmasının meşru amaç taşımadığı, söz konusu şirketlerin vatandaşlardan para toplarken onlara belirli bir getiri sağlamayı ve istediklerinde paralarını geri ödemeyi taahhüt ettikleri, bu itibarla vatandaşların söz konusu parayı verirken bir şirket payı alma niyetiyle hareket etmedikleri, şirketlerin vatandaşlarla yaptıkları sözleşmenin ortaklık sözleşmesi olmaktan ziyade kredi sözleşmesi niteliği taşıdığı, bu nedenle şirketlere para yatıran her bireyin şirket ortağı olarak tanımlanmasının sözleşme özgürlüğüyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın ve maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.b. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu 6216 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın ve maddeleri yönünden de incelenmiştir. Anayasa’nın maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./ Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır. Anayasa’nın maddesi insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Devletin kişilerin mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanabilmeleri ve mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunması amacıyla yasal, idari, mali, yargısal ve diğer önlemleri alması gerekir. Anayasa’nın maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu hakka müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın ve maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, § 39; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44). Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yollarını da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturmak ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da kapsamaktadır (Feridun Çalışkan ve diğerleri, B. No: 2017/32275, 16/9/2020, § 46, Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41). Bununla birlikte kanun koyucunun öngördüğü düzenlemelerin menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine ölçüsüzlüğe neden olması mülkiyet hakkı yönünden pozitif yükümlülüklerle de bağdaşmayabilir. Bu bağlamda her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması gerekir. Menfaat dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde ise taraflara tanınan tüm imkânların gözönünde bulundurulması zorunludur. (AYM, E.2019/59, K.2020/61, 22/10/2020, § 24; Feridun Çalışkan ve diğerleri, § 50; Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52). Kuralla, 31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü aracın pay addolunacağı, bu ortaklıklara yapılan ödemelerin pay karşılığı yapılmış kabul edileceği ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılacağı, ayrıca bu payların kaydileştirilmemiş olmasının ortaklık haklarına halel getirmeyeceği düzenlenmek suretiyle kuralda belirtilen anonim ortaklıklara yapılan tüm ödemelerin pay karşılığı yapılmış kabul edilmesi nedeniyle bu tür ödemeleri gerçekleştiren tasarruf sahipleri ile anonim ortaklığın mülkiyet hakkı çatışmaktadır. Dava ve itiraz konusu kuralla tasarruf sahipleri tarafından 31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklardan satın alınan her türlü sermaye aracının pay addolunması, bu şirketlere yapılan ödemelerin pay karşılığı yapılmış kabul edilmesi ve tasarruf sahipleri ile anonim şirketler arasındaki hukuki ilişkinin ortaklık ilişkisi olarak belirlenmesi suretiyle tasarruf sahipleri ile anonim şirketler arasındaki hukuki ilişkinin ve anılan holdingler ile bunların iştirakleri ve bağlı ortaklıkları tarafından sermaye piyasası ile bankacılık mevzuatına uygun olmayan fon toplama faaliyetlerine hukuki nitelik kazandırıldığı görülmektedir. Buna göre tasarruf sahipleri ile bu şirketler arasındaki ilişkinin alacak-borç ilişkisi değil ortaklık ilişkisi olduğu hükme bağlanmıştır. Kuralda anılan anonim şirketlerin bütün ortakları yönünden bir düzenleme yapılmamış olup belirli bir dönemde bu şirketlere ödeme yapan ancak sonraki süreçte anonim ortaklıkla arasındaki hukuki ilişki konusunda ihtilaf oluşan ortakların hukuki statüleri belirlenmiştir. Bu itibarla kural ile söz konusu şirketlerde pay sahibi olan diğer ortakların mülkiyet hakkının korunmasının, bu şirketlerle ticari ilişkiye giren üçüncü şahısların haklarının güvence altına alınmasının ve şirketin serbest piyasa koşullarında faaliyetlerini sürdürmesinin temininin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Kuralın gerekçesinde de 'Madde ile, (…) tüm ortakların mülkiyet hakkını eşit bir şekilde korumak, ülkemiz için ekonomik ve stratejik öneme sahip üretimlerin varlığını ve devamını sağlamak, bu şirketlerin sermayesine güvenerek ticari ilişkiye giren şahısların haklarını korumak, istihdamı artırmak, şirketlerin faaliyetlerini sürekli kılmak, serbest piyasa koşullarında adil bir rekabet ortamı oluşturarak hisse senetlerinin değerinin borsada oluşmasının temini amacıyla; bu ortaklıklar bağlamında pay, ortaklık ilişkisi, ortaklıklara yapılan ödemelerin pay karşılığı yapılmış kabul edilmesi gerektiği ile ortak ve ortaklık haklarının tanımı yapılarak, ortaklık haklarının korunması amaçlanmıştır...' denilmektedir. Bununla birlikte tasarruf sahipleri tarafından bu şirketler aleyhine açılan davalarda, aralarında geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak menfi tespit, tazminat veya alacak davalarının açıldığı, açılan davalarda ise bu şirketlere yapılmış ödemelerin farklı gerekçelerle iadesinin talep edildiği görülmektedir. Kuralla ise tasarruf sahipleri ile bu şirketler arasındaki hukuki ilişkinin niteliği ortaklık ilişkisi olarak belirlenmiştir. Böylece tasarruf sahipleri tarafından bu şirketlere aktarılan paralar her ne şekilde verilmiş olursa olsun bu ödemelerin pay karşılığı yapılmış olduğu kabul edilerek taraflar arasındaki hukuki ilişkinin biçimi değiştirilmiştir. Özel borç ilişkilerindeki edimler kural olarak eşit konumda bulunan tarafların serbest iradeleriyle belirlenir. Sözleşmedeki edimlerin belirlenmesinde mutlak anlamda bir eşitlik ve adalet fikrinden hareket edilmesi gerekmez. Özerk bir varlık olarak birey kendi çıkarının ne olduğunu ve ne tür bir edimin kendi menfaatine sonuç doğuracağını en iyi bilebilecek konumdadır. Buna bağlı olarak bireyin yaptığı sözleşmenin hukuksal sonuçlarına katlanma sorumluluğu ve mecburiyeti bulunmaktadır. Bireylerin özgür iradeleriyle akdettikleri sözleşmelerin onlara yüklediği edimler arasında dengesizlik bulunması da söz konusu olabilir. Ancak özerk bireyin serbest iradesiyle yükümlendiği edimin taraflardan birine ölçüsüz bir külfet yüklemiş olması ve edimler arasında dengesizlik bulunması kural olarak devletin müdahalesini gerektirmemektedir. Kamu müdahalesi ancak tarafların iradeleri arasında uyumsuzluk bulunması ya da hata, hile, zorlama gibi bireyin iradesini sakatlayan hâllerin varlığı veya sözleşmenin kamu düzenine, hukuka ve ahlaka açıkça aykırı hükümler içermesi şeklinde istisnai durumların varlığı koşuluyla haklı görülebilir. Bu gibi istisnai hâller haricinde kamunun özel hukuk sözleşmeleriyle yüklenen edimlere -adalet düşüncesiyle bile olsa- müdahale etmesi, özerk bireyin devletin vesayeti altına sokulması anlamına gelir ki bu durum özgürlükçü demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz. Devletin özel borç ilişkilerindeki rolü üstün buyurma gücüne dayanarak sözleşmelerin ifasını sağlamaktan ibarettir. Dolayısıyla sözleşmeyle tayin edilen edimin dengesiz olduğu gerekçesi tek başına yargı organlarının o sözleşmenin hükümlerini ihmal ederek karar vermesini gerektirmez (Mustafa Karaca, B. No: 2014/11657, 22/6/2017, § 54). Dava konusu kural, tasarruf sahipleri ile şirketler arasındaki sözleşmenin mahiyetini belirlemekte ve taraflar arasındaki ilişkinin biçimini ortaklık ilişkisi olarak tanımlamaktadır. Tasarruf sahipleri ile şirketler arasındaki hukuki ilişkinin mahiyetinin belirlenmesine bağlı olarak tasarruf sahiplerinin menfaatleri önemli ölçüde etkilenmiştir. Tasarruf sahiplerinin alacağın temerrüdü hükümleri çerçevesinde dava açma ve bu alacağına ilişkin olarak icra takibi başlatma yetkileri ortadan kaldırılmıştır. Tasarruf sahipleri pay sahibi hâline getirilmiş ise de tasarruf sahiplerinin ortaklıktan ayrılma imkânı bulunmamaktadır. Payın devrinin önünde hukuki bir engel bulunmasa da payın değerinin şirkete konulan tasarruftan kaynaklanan alacağın değerini karşılayacağının kesin olarak ifade edilmesi güçtür. Bu hususlar dikkate alındığında dava konusu kuralın şirketler ile tasarruf sahipleri arasındaki menfaat dengesinin kurulmasında yeterince başarılı çözümler sunmadığı, menfaat dengesinin şirketler lehine kayması sonucunu doğurduğu anlaşılmaktadır. Belirtilmelidir ki tasarruf sahiplerinin alacaklarından dolayı şirketlerin mali güçlüklerle karşılaşacak olması tek başına devletin taraflar arasındaki sözleşme ilişkisine, taraflardan birinin lehine olarak müdahalede bulunmasını meşru kılmamaktadır. Şirketlerin üçüncü kişilerle akdettikleri sözleşmelerden doğan borçlardan kaynaklı olarak ortaya çıkabilecek sonuçlara katlanmaları işin doğası gereğidir. Kuşkusuz devletin stratejik nitelikte gördüğü bazı şirketlerin varlığını sürdürmesini -bunlarla hukuki ilişki içine giren üçüncü kişilerin mağduriyetine yol açmamak kaydıyla- temin edecek tedbir alması mümkündür. Ancak dava konusu kuraldaki şirketlerin ülke ekonomisi yönünden stratejik bir noktada bulunduklarına dair bir olgu yasama belgelerine yansımadığı gibi kuralda tasarruf sahiplerinin menfaatlerinin yeterince gözetildiği de söylenemeyecektir. Diğer bir anlatımla tasarruf sahiplerinin yaptığı ödemeler nedeniyle hak kaybına uğramamalarını sağlamaya yönelik herhangi bir hukuki güvenceye yer verilmediği görülmektedir. Bu itibarla kural, bir bütün olarak mülkiyet hakkı bağlamında tasarruf sahipleri ve şirketler arasında gözetilmesi gereken menfaat dengesini tasarruf sahipleri aleyhine bozarak tasarruf sahiplerine aşırı bir külfet yüklemekte olup tarafların çatışan menfaatlerini dengelemekten uzaktır. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir...." Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 7194 sayılı Kanun'un maddesiyle 3332 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin yürürlüğe girmesinden önce karara bağladığı 17/6/2016 tarihli ve E.2016/4828, K.2016/6748 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Davacı vekili, davalıların yüksek faiz verileceği, paraların istediği zaman iade edeceği vaatleriyle para topladığını, müvekkilinin bir belge karşılığında 2000 tarihinde 650 DM yatırdığını, ancak ortak olmadığını, şirket yöneticilerinin dolandırıcılık suçundan yargılamalarının devam ettiğini savunarak, ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine, 650 DM karşılığı 283,28 TL'den şimdilik 500 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, ıslah dilekçesiyle talebini 739,52TL daha artırmıştır.Davalılar vekili, zamanaşımı def'inde ve hak düşürücü süre itirazında bulunmuş, davanın esasına ilişkin olarak da davacı ile davalı [K.] İnş. Tarım ve San. İşt. Tic. A.Ş. arasında ortaklık ilişkisi bulunduğunu, TTK 329 ve maddeleri uyarınca hisse bedellerinin davacıya iadesinin mümkün olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalı tarafın hak düşürücü süre itirazının ve zamanaşımı def'inin dürüstlük kuralına aykırı olduğu, davalı şirketlerin SPK'ya sunduğu 2005 tarih 30 ve 31 sayılı yazılar dikkate alındığında davacının ödediği miktardan sorumlu bulunduğu, davacının eda ettiği yemin karşısında davacının ödeme yaptığının kabulü gerektiği, davacının şirket ortağı olduğu, davacıdan daha çok para alınmasına rağmen daha az hisse senedi verildiği, davalı tarafın ortaklığa ilişkin kabul ve ikrar ettiği miktarın mahsup edilmesi gerektiği, davalı şirket yöneticilerinin şahsi sorumluluğunu gerektirir bir delil bulunmadığı, davalı [K.] İnşaat Tarım ve San. İşt. Tic. A.Ş'nin ünvan değişikliği sonrası [K.] Holding A.Ş'ye devredilmek suretiyle birleştirilmesine ve tasfiyesiz infisahına karar verildiği gerekçesiyle, davalılar H. B., H. Ş. ve A. B. yönünden davanın reddine, davalı [K.] Holding A.Ş. yönünden davacının şirket ortağı olmadığının tespiti ile ilgili talep kısmının reddine, davanın kısmen kabulü ile toplam 763,12 TL'nin davalı [K.] Holding A.Ş.'den tahsiline, davacının fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar verilmiştir....1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılar [K.] Holding A.Ş. ve [K.] San. İşt. Tic. A.Ş.(birleşerek yeni ünvanı [K.] Holding A.Ş)vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir....Somut olayda davacı vekili, istenildiği her an iade edileceği, yüksek faiz verileceği garantileriyle müvekkilinden belge karşılığında para tahsil edildiğini, müvekkilinin ortak olmadığını, davalı şirketlerin ikincil kayıtlar tuttuğunu ileri sürmüş, davalılar ise davacının şirket ortağı olduğunu, şirket ortağının sermaye olarak verdiğini geri isteyemeyeceğini savunmuşlardır.Davalı şirketlerin birleşmesi ve kayda alınması amacıyla Sermaye Piyasası Kurulu'na kendilerinin verdikleri 2005tarih 30 ve 31 sayılı yazıların ekine ortak olunan şirkete verilen sermaye katılım bedelleri ile kişiler arasındaki hisse değişimine ilişkin ödeme ve tahsilatlara dair bir takım listeler eklenmiştir. Her ne kadar davalı şirketler hissedarlar arası hisse devri sırasında devreden hissedarın tahsil ettiği miktarların telefon, mektup ve sair yöntemlerle yapılan araştırma sonucu tespit edildiğini, tahsil edilen paranın şirket kasasına girmediğini savunmuşlarsa da, SPK'ya sunulan sözkonusu yazı ekindeki listelerin hiçbir dava dosyasına davalılar tarafından sunulmamış olması, 2000 tarihli SPK denetim raporunda aynı kişiler ve aynı yöntemlerle yurtdışında para toplandığı, bu toplanan paraların davalılar tarafından kayda alındığı, hava yoluyla paraların Türkiye'ye nakledildiği, organize şekilde hareket edildiği şeklinde tespitlere yer verilmesi, yine 1999 tarihli tutanakta Esenboğa Havalimanı Dış Hatlar Geliş kapısında yapılan kontrolde U.'ya ait çanta içinde TL, DM cinsi yüksek miktarda para ile altın bilezik gibi emtianın tespit edildiği, U'nun imzalı ifadesinde, [K.] şirketinin Almanya'daki temsilcisinin hisse senetlerini sattıktan sonra paraları ve altınları Türkiye'deki [K.] şirketine götürmesi amacıyla kendisine teslim ettiğini ifade etmiş olması karşısında davalı şirketlerce ikincil kayıtlar tutulduğunun kabulü gerektiği, yine pek çok dosyaya sunulan davalı H. B. imzalı mektupta ortaklıktan ayrılmak isteyenlerin üç ay önce bildirmeleri halinde paralarını alabileceklerinin belirtilmesi birlikte değerlendirildiğinde, [K.] Grubu bazı şirketlerin fiili ve hukuki irtibat halinde oldukları, birlikte hareket ederek para toplama amacıyla 'Ortaklık Durum Belgesi', 'Hisse Senedi' gibi sair belgeler karşılığında istenildiğinde derhal ve işlemiş kar payı ile birlikte iade edileceği taahhüdü ile para topladıkları, ortağın sermaye olarak verdiğini isteyemeyeceğine dair yasal düzenlemeyi kullanarak para yatıran kişileri grup şirketlerden herhangi birinde veya birkaçında düşük nominal bedellerle şeklen ortak gibi gösterdikleri, tahsil ettikleri parayı ise muhasebe kayıtlarına yansıtmayarak para iade taleplerini reddettikleri, taraflar arasında sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı, böylelikle davalıların haksız fiilde bulundukları anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece, sahih bir ortaklık ilişkisi bulunmadığının tespitine, davalı şirketlerce SPK'ya yazılan 2005 tarih 30 ve 31 sayılı yazılar ekindeki listeler dikkate alınarak ve taleple bağlı kalınarak tespit edilen alacağın tahsiline dair hüküm kurulması gerekirken, yanlış değerlendirme ile ikincil kayıtlar bulunmadığı, davacının şirket ortağı olduğu gerekçesiyle sözkonusu listedeki miktarlardan hisse senetlerinin nominal bedeli düşülerek eksik tahsil hükmü kurulması yerinde görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.2- Öte yandan, olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK'nın maddesi uyarınca davalılar H. B., H. Ş. ve A. B hakkındaki davanın husumetten reddine karar verilmesi de doğru değildir. Zira, 6762 sayılı TTK'nın 336/ maddesinde tarif edilen gerek kanunların gerekse sözleşmelerin kendisine yüklediği sair vazifelerin kasten ve ihmal neticesi yapılmaması, TTK'nın 321/son maddesinde de, temsile ve idareye salahiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin sorumlu olacağı hükme bağlandığından davalıların da davalı şirketlerin yönetim kurulu başkanı ve üyeleri olarak gerek MK'nın maddesi gerekse de TTK'nın 321/son maddesi uyarınca zarardan sorumlu tutulabileceği ve bu nedenle kendilerine husumet yöneltilebileceği gözetilmeksizin bu davalılar yönünden dahi husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenlerle davacı yararına bozulması gerekmiştir....'' Yargıtayın 7194 sayılı Kanun'un maddesiyle 3332 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin yürürlüğe girmesinden sonra karara bağladığı 20/3/2023 tarihli ve E.2022/6092, K.2023/1644 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''... DAVADavacı vekili dava dilekçesinde; davalı şirketin yurt dışında birçok ülkede yatırılan paraların istenildiği her an geri çekilebileceği ve karşılığında yüksek oranda faiz verileceği garantisi ile müvekkilinin davalı tarafa para verdiğini, ancak ödenen paranın bir türlü geri alınamadığını ileri sürerek, taraflar arasında geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığının tespitine ve ödenen paranın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. CEVAPDavalı şirket vekili cevap dilekçesinde; davanın süresinde açılmadığını, davacıların iddialarının asılsız olduğunu, davacıların şirketin ortağı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARIİlk Derece Mahkemesinin 2018 tarih, 2018/121 E. ve 2018/340 K. sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiştir.... İSTİNAF...B. Gerekçe ve SonuçBölge Adliye Mahkemesinin 2021 tarih, 2018/1871 E. ve 2021/76 K. sayılı kararıyla 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un (7194 sayılı Kanun) 41 inci maddesi kapsamında dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİA. Bozma Kararı Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. Dairemizin 2022 tarih,2022/349 E. ve 2022/1301 K. sayılı kararıyla davalı H. B. hakkında daha önce verilen davanın kabulüne ilişkin kararın kesinleştiğinin gözetilmesi gerektiğine işaret edilerek Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. B. Bölge Adliye Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen KararBölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla davalı şirket hakkında 7194 sayılı Kanun'un 41 inci maddesi kapsamında karar verilmesine yer olmadığına, davalı H. B. hakkında verilen Konya Asliye Ticaret Mahkemesinin 2018 tarihli kararının kesinleşmiş olduğu gözetilerek bu davalı hakkında yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. TEMYİZ... Gerekçe Uyuşmazlık ve Hukuki NitelendirmeUyuşmazlık, geçerli ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti ve alacak istemine ilişkindir.... Değerlendirme... Temyizen incelenen Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, bozmaya uyulmakla karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin ise yeniden incelenmesine hukukça imkân bulunmadığı anlaşılmakla; temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir....''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolu teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olmalıdır (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82). AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin mahkemelerce etkili bir şekilde incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36). Hazine arazisi üzerine inşa edilen bir gecekondunun etrafında bulunan çöplüğün patlaması üzerine zarar görmesi olayının ele alındığı Öneryıldız/Türkiye ([BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004) kararında AİHM, mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükler yönünden ihlal edildiğine karar verdiği gibi meseleyi etkili başvuru hakkına ilişkin madde yönünden de ele almıştır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi, ulusal hukuk sistemlerinin yetkili ulusal otoritelere Sözleşme kapsamında ileri sürülebilir bir şikâyetin özünü ele almalarına salahiyet tanıdığı etkili bir hukuk yolunu erişilebilir kılmasını gerektirir. Bunun amacı ise uluslararası şikâyet mekanizmasını AİHM önünde harekete geçirmek zorunda kalmadan önce bireylerin Sözleşme haklarının ihlalleri için ulusal düzeyde uygun bir telafi elde edebilecekleri bir yol sağlamaktır (Öneryıldız/Türkiye, § 145). Bununla birlikte AİHM madde ile sağlanan korumanın herhangi bir özel çözüm yöntemi gerektirecek kadar ileri gitmediğini, taraf devletlerin bu hüküm kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirme konusunda belirli bir takdir aralığının olduğunu kabul etmiştir (Öneryıldız/Türkiye, § 146). AİHM, başvurucunun evinin ve eşyalarının kaybı yönünden tazminat yolu etkin bir şekilde işletilmediği için Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi ile bağlantılı olarak maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir (Öneryıldız/Türkiye, §§ 156, 157).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21022
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, araca haksız el konulmasından dolayı mahrum kalınan gelirin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. A.K. ve F.P. tarafından suçta kullanıldığı iddiasıyla başvurucuya ait araca/kamyona 17/10/2003 tarihinde el konulmuştur. Ardından 11/12/2003 tarihli iddianameyle A.K. ve F.P.nin 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na muhalefet suçundan cezalandırılmaları ve başvuruya ait aracın müsaderesine karar verilmesi istemiyle kamu/ceza davası açılmıştır. Ceza mahkemesinin sanıkların cezalandırılmalarına ve suçta kullanılan aracın müsaderesine dair 2/3/2007 tarihli kararı, Yargıtayca 12/4/2011 tarihinde bozulmuştur. Ceza mahkemesince bozma kararına uyularak 14/6/2011 tarihinde olağanüstü dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması sebebiyle sanıklar hakkındaki kamu davasının düşmesine, aracın başvurucuya iadesine karar verilmiştir. Ardından aracın başvuruya iadesi için 13/9/2011 tarihinde mal müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır. Başvurucu 31/3/2015 tarihinde hukuk mahkemesinde Maliye Bakanlığı aleyhine açtığı haksız fiilden kaynaklı tazminat davasında, haksız olarak el konulan aracın iyi muhafaza edilemediğini iddia ederek elkoyma tarihinden itibaren mahrum kalınan gelirin ve araç bedelinin ödenmesini talep etmiştir. Çukurca Mal Müdürlüğünün 7/3/2016 tarihli müzekkere cevabında, aracın çalışır vaziyette ve sağlam olarak teslim alındığı, eski ceza infaz kurumu bahçesinde hurda ve kullanılmaz durumda olduğu belirtilmiştir. Hukuk mahkemesi 13/7/2016 tarihinde araç bedeli talebinin kısmen kabulüne, mahrum kalınan gelir talebinin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ceza dosyasındaki delillere göre araca haklı olarak el konulduğunu belirterek başvurucunun araçtan yoksun kaldığı süre için zarar talep edemeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru konusu bu karar 11/11/2019 tarihinde Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 25/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/215
Başvuru, araca haksız el konulmasından dolayı mahrum kalınan gelirin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sendika temsilcisi olan başvurucunun çalıştığı okuldaki yöneticilik görevinden alınarak başka bir yere atanmasının sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1981 doğumlu olup Diyarbakır'da ikamet etmektedir. Olay tarihinde Çınar ilçesi Ortaşar Ortaokulunda müdür yardımcısı olan başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN/Sendika) üyesi ve Çınar ilçesi temsilcisidir. Başvurucu halihazırda Diyarbakır'ın Ergani ilçesi Kesentaş İlköğretim Okulunda fen ve teknoloji öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucunun Çınar ilçesi Sendika temsilcisi olduğu dönemde salı günleri öğleden sonra sendikal çalışmalar yapması için görevli-izinli sayılması yönünde Kaymakamlık oluru bulunmaktadır. EĞİTİM-SEN'in Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulunun 13/1/2012 tarihinde aldığı 336 No.lu kararı şu şekildedir: "Sendikamız ve diğer kurumların aranmasını ve göz altıları protesto etmek amacıyla 14/1/2012 tarihinde Koşuyolu Parkında STK'larla birlikte basın açıklaması ve İHD'nin Yaşam Hakkı anıtı önündeki eylemine, ardından da Bayramoğlu alanında aynı konu ile ilgili yapılacak olan basın açıklamasına üyelerimizle birlikte katılım sağlanması kararını almıştır." Barış ve Demokrasi Partisinin (BDP), KCK'ya yönelik operasyonları eleştiren ve ortak mücadele çağrısı yapan aynı tarihli basın bildirisi de soruşturma dosyasında yer almaktadır. Ayrıca PKK da dâhil bazı illegal örgütlerin ve o dönem BDP eş genel başkanı olan Selahattin Demirtaş'ın Abdullah Öcalan'ın yakalanarak Türkiye'ye getirilişinin yıl dönümü olan 15/2/2012 tarihi için eylem çağrısı yaptıkları, Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünün Valilik makamına muhatap 9/4/2012 tarihli yazısında belirtilmiştir. Başvurucu hakkında 14/1/2012 ve 15/2/2012 tarihlerinde yukarıda anılan basın açıklaması ve gösteri yürüyüşlerine katılmaktan disiplin soruşturması açılmıştır.Başvurucu, Diyarbakır'ın Çınar ilçesindeki Ortaşar Ortaokulunda müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken Diyarbakır İl Millî Eğitim Müdürlüğünün 23/12/2013 tarihli işlemi ile hâlihazırdaki görevine atanmıştır. Atama nedeni atama kararnamesinde soruşturma olarak belirtilmiştir. Başvurucu geçirdiği soruşturma konusu eylemler (izinsiz ve kanunsuz olarak yapılan gösteri, yürüyüş ve basın açıklamasına katılmak) nedeniyle bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almıştır. Bu disiplin cezasına karşı başvurucu, Diyarbakır İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi 30/10/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay 16/3/2016 tarihinde kararı bozmuştur. İdarece kararın düzeltilmesi talep edilmiş ve Danıştay tarafından bu talep kabul edilerek idare mahkemesinin ret kararı 30/6/2017 tarihinde onanmıştır. Anayasa Mahkemesi önünde bu yargılama sürecine ilişkin derdest bir bireysel başvuru bulunmamaktadır. Başvurucu hakkındaki disiplin cezasına ve görev değişikliğine esas teşkil eden olaylar soruşturma raporuna göre şu şekilde özetlenebilir: i. Başvurucunun, BDP tarafından 14/1/2012 tarihinde ve Abdullah Öcalan'ın yakalanarak Türkiye'ye getirilişinin yıl dönümü olan 15/2/2012 tarihinde Abdullah Öcalan'ın ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını protesto etmek amacıyla düzenlenen kanunsuz yürüyüş ve basın açıklamasına katıldığı emniyet birimlerince tespit edilmiştir. Belirtilen tarihlerde BDP, KCK ve PKK tarafından önceden karar alınarak ve çağrı yapılarak gerçekleşen eylemlerin düzenlendiği tarihlerde sağlık ocağına sevkli veya izinli yahut mazeretsiz olarak okuldaki görevine gitmediği belirtilmiştir. ii. Raporda başvurucunun eyleminin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ve maddelerinde yer alan siyaset yasağı ve bir siyasi parti yararına faaliyette bulunmamaya ilişkin hükümlere aykırı olduğu ifade edilmiştir. Yine başvurucunun bir siyasi partinin ve onu destekleyen yasal olan ve yasal olmayan kuruluşların il düzeyinde düzenlediği izinsiz ve kanunsuz yürüyüşlere katılmak suretiyle devlet memuruna yakışmayan tavır ve davranışlar sergilediği, bu tavır ve davranışların ilçe yöneticileri tarafından bilindiği belirtilmiştir. Başvurucunun davranışlarının çalıştığı okulda tedirginlik yarattığı, özellikle öğretmenler ve öğrencilerin rahatsızlık duyduğu belirtilerek hizmetin gereği ve verimliliği ile yönetici konumundaki öğretmenin güvenilirliğini tartışmaya açık duruma getirdiği vurgulanmıştır. Bu nedenle başvurucunun çalıştığı okul ve ilçeden ayrılmasının uygun olacağı kanaati ortaya konulmuştur.iii. Başvurucu; soruşturma dosyasındaki ifadesinde 14/1/2012 tarihinde üyesi olduğu Sendikanın faaliyetine katıldığını, 15/2/2012 tarihinde ise hasta olduğu için sağlık ocağına gittiğini, sağlık ocağından çıktıktan sonra olay yerine yakın bir yerden tesadüfen geçerken meraktan dolayı olayı uzaktan izlediğini belirtmiştir. Başvurucu, bu yürüyüşe destek vermediğini ifade etmiştir. iv. Raporda soruşturmanın hemen akabinde başvurucunun bağlı olduğu Sendikanın Çınar ilçesinde düzenlediği basın açıklamasında Millî Eğitim Bakanlığını ve millî eğitim müdürlüklerini suçlayan cümlelerin yanında, "taraflı ifade alındığı, okulun huzurunu bozacak asılsız ifadeler alınmaya çalışıldığı..." şeklinde ibarelerin bulunduğu belirtilmiştir. Bu ibarelerden Sendika ilçe temsilcisi olan başvurucunun da bilgisinin olduğu ifade edilmiştir.v. Soruşturma sonucunda disiplin yönünden bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile tecziyesi; idari yönden ise okuldaki müdür yardımcılığı görevinden alınarak il içinde durumuna uygun bir okulda öğretmen olarak görevlendirilmesi teklif edilmiştir. Başvurucuya İl Millî Eğitim Disiplin Kurulunun 26/12/2013 tarihli kararı ile bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası verilmiştir. vi. Atama işlemine ilişkin iptal davasında İdare savunmasında,10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 8/C maddesine ve 4/8/2013 tarihli ve 28728 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumu Yöneticileri Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin maddesine göre (bkz. § 19) başvurucunun görev değişikliğinin yapıldığını belirtmiştir. Başvurucu adına EĞİTİM-SEN, Diyarbakır İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) atama işleminin iptali talebiyle dava açmıştır. Mahkeme 20/1/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde; i. 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası (bkz. § 18) ile 6/5/2010 tarihli ve27573 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin maddesine (bkz. § 20) atıfta bulunulmuştur. Kararda, başvurucu hakkında yapılan soruşturma neticesinde hazırlanan soruşturma raporunda özetle başvurucunun 14/1/2012 ve 15/2/2012 tarihlerinde izinsiz ve kanunsuz olarak yapılan gösteri yürüyüşü ve basın açıklamasına katıldığı tespit edildiğinden disiplin yönünden kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla tecziyesinin, idari yönden ise il içinde yöneticilik görevi üzerinden alınmak üzere başka bir okula atamasının yapılmasının önerildiği ve teklif doğrultusunda başvurucunun fen ve teknoloji öğretmeni olarak atanmasına ilişkin işlemin tesis edildiği ifade edilmiştir.ii. Somut olayda başvurucunun hakkında yapılan soruşturma sonucu tespit edilen fiillerinin niteliği ve raporda getirilen teklif gözönünde bulundurulup yöneticilik görevi üzerinden alınarak il içinde başka bir okula öğretmen olarak atanmasına ilişkin dava konusu işlemin hizmetin gereği ve takdir yetkisi çerçevesinde gerçekleştirildiği anlaşıldığından hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Başvurucu ret kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 26/6/2015 tarihinde, kararın ve dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiş ve kararı onamıştır. Başvurucu, kararın düzeltilmesini talep etmiştir. Talebi inceleyen Bölge İdare Mahkemesi 7/10/2015 tarihinde söz konusu talebi reddetmiştir. Karar başvurucuya 10/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  “Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler.” Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumu Yöneticileri Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma sonucu görev yerlerinin değiştirilmesi teklif edilen yöneticiler, öncelikle alt hizmet bölgelerinde bulunan eğitim kurumlarına olmak kaydıyla hizmet bölgelerindeki başka bir eğitim kurumuna atanırlar. (2) Soruşturma sonucu yöneticilik görevinden alınması gerekenler ise aynı veya başka bir eğitim kurumundaki durumuna uygun öğretmen kadrosuna il içinde veya iller arasında atanır. (3) Bu madde kapsamında yer değiştirme veya atamaya tabi tutulanlar, yeni görevlerine başladıkları tarihten itibaren dört yıl süreyle yöneticilik başvurusunda bulunamaz, beş yıl geçmeden ayrıldıkları ile sekiz yıl geçmeden aynı eğitim kurumuna hiçbir şekilde yönetici olarak atanamazlar." Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin yer değiştirmeyle ilgili diğer şartları aranmaksızın;a) Haklarında yapılan soruşturma sonucunda görev yerinin değiştirilmesi uygun görülenlerin,...hizmetin gereği olarak görev yerleri değiştirilebilir. (2) Bu kapsamda il içinde görev yerleri değiştirilmesi gerekenler, o il içinde görevli oldukları yerleşim yeri dışındaki diğer eğitim kurumlarına, o il içinde alanlarında ihtiyaç bulunmaması hâlinde diğer illerde alanlarında ihtiyaç bulunan eğitim kurumlarına, zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlamamış olanlar zorunlu çalışma yükümlülüklerini tamamlayabilecekleri hizmet alanlarına atanırlar.... (5) Bu madde kapsamında yapılacak yer değiştirmeler, zamana bağlı olmaksızın iller arasında Bakanlıkça, il içinde valiliklerce yapılır." Diğer ulusal hukuk kaynakları için bkz. Osman Köse ve Basın Yayın İletişim ve Posta Emekçileri Sendikası, B. No: 2014/13387, 9/11/2017, § B. Uluslararası Hukuk Uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Osman Köse ve Basın Yayın İletişim ve Posta Emekçileri Sendikası, §§ 24-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19462
Başvuru, sendika temsilcisi olan başvurucunun çalıştığı okuldaki yöneticilik görevinden alınarak başka bir yere atanmasının sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucuya (sanığa) gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın kanun yolu denetimi yapan mahkemeye gönderilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13/5/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında sarkıntılık yapmak suretiyle cinsel saldırı suçundan kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yürüten Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 26/9/2018 tarihinde başvurucunun sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel saldırı suçunu işlediğinden bahisle mahkûmiyetine hükmetmiş, sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Tefhim edilen kararda gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucu müdafii karara itiraz ettiğine ilişkin dilekçesini 27/9/2018 tarihinde vermiş ve gerekçeli itiraz dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden sonra vereceğini bildirmiştir. Gerekçeli karar başvurucu veya müdafiine tebliğ edilmemiş ve itiraz hususunda karar verilmek üzere dosya 16/10/2018 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 22/10/2018 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Mahkemenin takdirine, dayandığı gerekçeye ve dosya kapsamına göre, sanığın mahkumiyetine karar verilen suç yönünden tazmini gereken somut maddi bir zararın bulunmadığı ve adli sicil kaydı bulunmayan sanığın hakkında verilecek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep ettiği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK'nun 231/5 ve maddelerinde düzenlenmiş bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması şartlarının gerçekleştiği ve mahkemenin kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, sanık müdafiinin vaki itirazının reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, nihai kararın 12/11/2018 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiş ve 20/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017, §§ 14-18; İbrahim Kaya, B. No: 2017/29474, 28/1/2020, §§ 15,
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33546
Başvuru, başvurucuya (sanığa) gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın kanun yolu denetimi yapan mahkemeye gönderilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında delillerin değerlendirilmesinde ve kuralların yorumlanmasında hata yapılmasının ve infazın ertelenmesi ile kefalet bedelinin iadesi taleplerinin reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2013 tarihinde Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 27/11/2013 tarihinde aynı başvurucuya ait 2013/8572 ve 2013/8363 numaralı bireysel başvuruların mükerrer kayıt nedeniyle birleştirilmelerine, 7/2/2014 tarihinde ise 2013/8363 numaralı bireysel başvurunun kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/6807 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, belirtilen bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2013/6807 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 19/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:a. Ceza Yargılaması Başvuruya konu olaylar sırasında başvurucu belediye başkanı, S.K. sayman ve H.A. mutemet olarak görev yapmaktadır. Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/2000 ve 27/6/2000 tarihli iddianameleri ile Belediyenin alacaklılarından farklı kişiler adına 18/2/1997 ile 9/4/1997 tarihleri arasında çek kesilmesi suretiyle zimmet suçunu işledikleri iddiasıyla S.K., H.A., Ö. ve başvurucunun cezalandırılmaları talep edilmiştir. Başvurucu ve S.K. tarafından imzalanarak doğrudan H.A. ya da alacaklı lehine düzenlenen çeklerin H.A. veya Ö.’ye ciro edildiği, ayrıca çek bedellerinin tahsil edilerek alacaklılara ödenmeksizin zimmete geçirildiği ifade edilmiştir. Başvurucu ve diğer on üç sanık hakkında zimmet suçlarından farklı tarihlerde açılan davalar Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/271 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Başvurucu 20/11/2000 tarihinde tutuklanmış, 17/5/2001 tarihinde 000 TL kefalet karşılığında serbest bırakılmıştır. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi, yargılamaya konu eylemlere ilişkin olarak bilirkişi raporu hazırlatmıştır. Üç kişilik bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 19/3/2008 tarihli rapor Mahkemeye gönderilmiştir. Mahkeme, 9/5/2008 tarihli duruşmada taraflardan bilirkişi raporuna karşı beyanlarını sormuş; başvurucu ve vekili, rapora ilişkin yazılı beyanlarını Mahkemeye sunmuşlardır. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2008 tarihli ve E.200/271, K.2008/536 sayılı kararı ile başvurucunun Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/2000 ve 27/6/2000 tarihli iddianamelerine konu eylemleri nedeniyle basit zimmet suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun inkâra yönelik savunmasına, tanıkların dinlenmesinden sonra alınan bilirkişi raporundaki tespitlerin dosya içeriğine uygun düştüğünü belirterek itibar etmemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi; çekin alacaklı yerine H.A. adına düzenlenmesini ve okuma yazması olmayan diğer alacaklının imzalayarak çeki iki sanığa ciro etmesinin hayatın doğal akışına uygun olmadığını, ikinci durum bakımından sanıkların paranın ödendiğine dair alacaklıdan imza almaları gerektiğini bilecek durumda olduklarını değerlendirmiş ve sanıkların birlikte hareket ettikleri sonucuna varmıştır. Mahkeme son olarak lehe kanun değerlendirmesi yapmış; 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun değil, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerinin ceza itibarıyla lehe olduğuna karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 29/5/2013 tarihli ve E.2012/13985, K.2013/5846 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Yargıtay ilamında, cezaların alt sınırdan belirlenmesi ve eylemlerin nitelikli zimmet suçunu oluşturmasına rağmen basit zimmet suçundan hüküm kurulmasının aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca eylemlerin nitelikli zimmet olması nedeniyle suçun zamanaşımına uğramadığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu, nihai kararı 21/8/20013 tarihinde öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucunun karardan daha erken bir tarihte haberdar olduğunu gösteren herhangi bir bilgi tespit edilememiştir. Başvurucu 23/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.b. İnfazın Ertelenmesi ve Kefaletin İadesi Talebi Başvurucu 19/8/2013 tarihinde infazın ertelenmesini ve kefalet bedelinin iadesini talep etmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi 20/8/2008 tarihli ek kararında yasal ve zorunlu unsurların bulunmadığı gerekçesiyle infazın durdurulması talebini reddetmiştir. Kararda Yargıtay ilamında suçun nitelikli zimmet olarak değerlendirilmesi nedeniyle zamanaşımının bu suç esas alınarak hesaplanacağına, 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki ceza miktarı gözetildiğinde uzamış zamanaşımı süresinin 22 yıl 6 ay olduğuna, bu sürenin dolmadığına ve lehe kanun uygulanarak hükmedilen cezanın onandığına dikkat çekilmiştir. Kefalet bedelinin iadesi yönünden ise 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi uyarınca hürriyeti bağlayıcı cezanın infazından kaçınma hâlinde dahi kefalet akçesi irat kaydedileceğinden bu konunun infaz aşamasında gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu nedenle kefaletin iadesi talebi de reddedilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi 11/9/2013 tarihli ve 2013/2507 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 26/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/11/2013 tarihinde yeniden bireysel başvuruda bulunmuştur (birleşen 2013/8572 ve 2013/8363 numaralı başvurular).B. İlgili Hukuk 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir. Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası verilir.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ve müebbet ağır hapis cezası hükümlünün hayatı boyunca devam eder. Muvakkat ağır hapis, kanunda tasrih edilmiyen yerlerde 1 seneden 24 seneye kadardır.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası: …(2) Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,(3) - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,… geçmesile ortadan kalkar.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 5237 sayılı Kanun’un “Zimmet” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Dava zamanaşımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası; …d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl, …Geçmesiyle düşer.” 5237 sayılı Kanun’un “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“(4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.” 1412 sayılı mülga Kanun’un “Tevkiften kefaletle vazgeçilebilmesi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“104 üncü maddenin ilk fıkrasının ikinci bendi hükmü haricindeki sebeblerden dolayı tevkifine karar verilen maznunun kefalet vermesi şartile tevkifinden vazgeçilebilir.” 1412 sayılı mülga Kanun’un “Kefalet parasının irad kaydı ve acele itiraz” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Sanık soruşturma veya duruşmada mazeretsiz hazır bulunmaz veya mahküm olup da hürriyeti bağlayıcı cezanın infazından kaçarsa kefalet karşılığı hazineye gelir kaydedilir veya para cezasını, ödeme emrinin tebliğine rağmen süresinde ödemez ise kefalet karşılığından para cezası mahsup edilerek kalan para hazineye gelir kaydedilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Adli kontrol” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.…(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:…f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.” 5237 sayılı Kanun’un “Güvence” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanık tarafından gösterilecek güvence, aşağıda yazılı hususların yerine getirilmesini sağlar: a) Şüpheli veya sanığın bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır bulunması.…” 5237 sayılı Kanun’un “Güvencenin geri verilmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Hükümlü, 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı bütün yükümlülükleri yerine getirmiş ise güvencenin 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendini karşılayan ve aynı maddenin ikinci fıkrasına göre verilecek kararda belirtilen kısmı kendisine geri verilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6807
Başvuru, ceza davasında delillerin değerlendirilmesinde ve kuralların yorumlanmasında hata yapılmasının ve infazın ertelenmesi ile kefalet bedelinin iadesi taleplerinin reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elektrik abonesi olan başvurucu Şirket, elektrik faturalarına yansıtılan kayıp kaçak bedelinin haksız olarak tahsil edildiğini ileri sürerek 24/2/2015 tarihinde alacak davası açmıştır. Boyabat Asliye Hukuk Mahkemesi 8/3/2018 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Mahkemenin gerekçesinde, başvurucunun davanın açıldığı tarihteki içtihada göre dava açmakta haklı olmakla birlikte dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici madde uyarınca davanın konusuz kaldığı belirtilmiştir. Başvurucu, yasal değişikliğin geriye yürütülemeyeceği iddiasıyla istinaf yoluna başvurmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 8/6/2018 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunu kesin olmak üzere esastan reddetmiştir. Nihai karar 26/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24079
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak yapılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/11/1965 ile 30/6/1975 tarihleri arasında Köy İşleri Yol Su Elektrik (YSE) Genel Müdürlüğünün çeşitli birimlerinde memur olarak görev yapmıştır. Başvurucu daha sonra bu görevinden ayrılarak 1/7/1975 ile 1/4/1977 tarihleri arasında Bursa Sanayi ve Ticaret Odasında Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK) tabi olarak çalışmıştır. Başvurucu daha sonra bu görevinden de ayrılarak istifa ettiği devlet memurluğu görevine dönmek suretiyle 7/3/1978 ile 29/7/1983 tarihleri arasında Bilecik Belediyesinde ve YSE Genel Müdürlüğünün çeşitli birimlerinde memur olarak görev yapmıştır. Başvurucu daha sonra bu görevinden de ayrılarak 29/7/1983 ile 1/4/1994 tarihleri arasında özel sektörde çeşitli şirketlerde SSK'ya tabi olarak çalışmıştır. SSK tarafından başvurucuya 1/5/1994 tarihi itibarıyla yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan "Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve" ibaresini, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. Bu karar 5/6/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olup 5/6/2010 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Bu gelişme üzerine başvurucu 29/4/2011 tarihli dilekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK), Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı hizmet süresi için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiştir. SGK 13/5/2011 tarihli yazıyla başvurucunun talebini "emekli ikramiyesi ödenmesinin imkânı bulunmadığı" gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu dava dosyasından anlaşılamayan bir tarihte Ankara İdare Mahkemesinde 29/4/2011 tarihli talebinin reddine ilişkin söz konusu idari işlemin iptali ve bahse konu emekli ikramiyesinin ödeme tarihindeki memur maaş katsayısı üzerinden kendisine ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Anayasa Mahkemesinin 5/2/2009 tarihli iptal kararından sonra kanun koyucu tarafından 19/9/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanun'un maddesi ile getirilen düzenlemenin de Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2010/81, K.2011/78 sayılı kararı ile iptal edilmesinin ardından başvurucu bu defa 25/7/2011 tarihli dilekçesiyle Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı hizmet süresi için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini tekrar SGK'dan talep etmiştir. SGK 13/10/2011 tarihli yazıyla başvurucunun istemini "talebin birinci başvuru ile aynı mahiyette olduğu" gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu bu defa 28/10/2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde 25/7/2011 tarihli talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali ve bahse konu emekli ikramiyesinin ödeme tarihindeki memur maaş katsayısı üzerinden kendisine ödenmesi istemiyle daha önce açmış olduğu dava ile benzer içerikte ayrı bir dava daha açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 6/4/2012 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkemece, emekli aylığının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak hesaplanacak emekli ikramiyesi tutarının başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı SGK tarafından başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. SGK tarafından gönderilen 5/9/2012 tarihli yazı ile başvurucunun lehine sonuçlanan mahkeme kararı gereği emekli ikramiyesinin aylığın bağlandığı 1/7/1994 tarihine göre hesaplandığı bildirilmiştir. Bu yazıda ayrıca ikramiye alacağına başvurucunun SGK'ya başvurduğu tarihten itibaren yasal faiz işletildiği ifade edilmiş ve yapılan hesaplama sonucu söz konusu faiz alacağı ile birlikte 107,50 TL emekli ikramiyesinin banka hesabına yatırıldığı belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi ise 26/9/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, 25/8/1999 tarihli ve 4447 sayılı İşsizlik Kanunu'nun maddesi 8/9/1999 tarihinde yürürlüğe girdiğinden Emekli Sandığına tabi bir görevde iken anılan tarihten önce istifa edenlerin gerekli koşullara sahip olsa bile ikramiye hakkından yararlandırılmalarının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bu arada Ankara İdare Mahkemesinin anılan kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesinin (Daire) 27/3/2013 tarihli hükmüyle temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının "tek hakimle alınması gereken kararın heyetçe alınmış olması" gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Dairenin 28/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bozma kararı üzerine Ankara İdare Mahkemesi bu defa 22/5/2014 tarihinde davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun emekli ikramiyesinin ödenmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 13/5/2011 tarihli işlemin iptali istemiyle açılan davada Ankara İdare Mahkemesinin 26/9/2012 tarihli kararıyla davanın reddine karar verildiği belirtilmiş ve somut olayda da başvurucunun aynı istemle yaptığı yeni başvurusunun reddine yönelik işlemin dava konusu yapıldığı vurgulanmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin kararına karşı yapılan itiraz başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu tarafından 2/7/2015 tarihli kararıyla yerel mahkeme kararının bozulmasına ve yeniden karar verilmek üzere dava dosyasının iadesine hükmedilmiştir. Kararda, başvurucunun 25/7/2011 tarihinde idareye yaptığı başvurunun Anayasa Mahkemesinin ikinci iptal kararından sonra oluşan yeni hukuki durum nedeniyle farklı dava olduğunun kabulü ile davanın incelenmesinin gerektiği belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesince 31/12/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Mahkemece, emekli aylığının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak hesaplanacak emekli ikramiyesi tutarının başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı SGK tarafından başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Kararda, başvurucunun yoksun kaldığı zarar emekli aylığının bağlandığı tarihi itibarıyla oluştuğu ve 17/1/2012 tarihli ve 6270 sayılı Kanun ile getirilen değişikliğin 26/1/2012 tarihinden önceki uyuşmazlıklara uygulanamayacağı ve dava konusu uyuşmazlığın o tarihten önceki geçerli düzenlemelere göre çözümlenmesi gerektiği belirtilmiştir. İtiraz başvurusu üzerine karar Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 19/4/2017 tarihinde onanmıştır. Mezkûr başvuruda başvurucu, itiraz dilekçesinde özellikle emekli olunan tarihteki katsayılar üzerinden hesap yapılmasının hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 8/3/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 3/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12940
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak yapılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ek katma değer vergisi ve kaynak kullanımı destekleme fonu tahakkuku ile katma değer vergisi para cezası kararına yapılan itirazın reddine yönelik işlemin iptali istemiyle açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirkete ait işyerine yönelik 17/6/2011 tarihli Soruşturma Raporu (Rapor) düzenlenmiştir. Raporda; Şirketin 1/1/2007-4/5/2011 tarihleri arasında toplam 508 adet serbest dolaşıma giriş beyannamesi kapsamında ithalat yaptığı, Şirket merkezinde yapılan aramada ele geçirilen faturalarla beyanname eki faturaların karşılaştırıldığı ve 166 adet ithalat faturasının içeriğindeki bilgilerin değiştirildiği ifade edilmiştir. Söz konusu değişikliklerin bir kısmında fatura kıymetlerinin yaklaşık yarı oranında düşürüldüğü, bir kısmında iskontoların gösterilmediği, bazılarında eşya cinsinin farklı beyan edildiği, bazılarında ise bedelli olarak alınan eşyaların faturalarına bedelsiz veya onun yerine geçecek ibareler yazılarak bedelsizmiş gibi çekildiği tespitlerine yer verilmiştir. Aramada ele geçirilen belgelerden uyuşmazlığa konu serbest dolaşıma giriş beyannamesi içeriği eşyaya ilişkin 015,53 avro iskontonun beyanname eki faturada gösterilmediği ve iskontonun kıymete eklenmesi gerektiği belirtilmiştir. Rapordaki tespitler üzerine başvurucu Şirket adına, 18/5/2009 tarihli serbest dolaşıma giriş beyannamesi kapsamında ithal edilen eşyadan kaynaklı gelir eksikliğine isabet eden katma değer vergisi ile kaynak kullanımı destekleme fonu tahakkuku yapılmış ve katma değer vergisine yönelik para cezası kararı alınmıştır. Söz konusu işlemlere yapılan itirazlar 3/2/2012 tarihli işlemlerle reddedilmiştir. İtirazın reddedilmesi üzerine başvurucu Şirket tarafından 16/3/2012 tarihinde Ankara Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Dava dilekçesinde; 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'a uygun şekilde matrah artırımında bulundukları ve artırdıkları matrah nedeniyle ilgili döneme yönelik herhangi bir tarhiyata ve incelemeye tabi tutulamayacakları, söz konusu dönemle ilgili dairenin inceleme ve tarh yetkisine sahip olmadığı, işlemin tesisinde 6111 sayılı Kanun'a uygun matrah arttırımında bulunulmasının dikkate alınmadığı belirtilmiştir. Ayrıca, tesis edilen ikmalen tarh işlemi ile kesilen cezanın maddi vakalara dayanmadığı, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun bir kısım genel hükümlerinin uyuşmazlığa konu idari para cezası işleminde gözönünde bulundurulmadığı ileri sürülmüştür. Mahkemece 12/11/2012 tarihli ara kararı ile ek tahakkukun dayanağı orijinal faturalar ile belgeler, davalı idareden (İdare) istenilmiştir. İdarenin ara kararına verdiği cevapta, başvurucu Şirkete fatura düzenleyen firmanın 6/4/2009 tarihli faturada başvurucu Şirkete iskonto uyguladığından bahisle beyanname eki 6/5/2009 tarihli faturada gösterilen 784,78 avro tutarın iskonto uygulanmış tutar olduğu ve iskontonun beyanname eki faturada gösterilmediği sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Ayrıca, teklif raporunun eki tablonun sırasında iskonto değerinin 015,53 avro olarak gösterilmesi nedeniyle ek tahakkuk yapıldığı bildirilmiştir. Mahkeme 23/1/2013 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu Şirket hakkında düzenlenen raporlarda, Şirket yetkilisi tarafından gümrük idaresince fatura üzerinde gösterilen iskontoların kıymete dâhil edilmesi nedeniyle bazı faturalarda iskonto tutarlarının gösterilmediğine dair beyanda bulunulmuş ise de vergiye konu eşyanın ithalinde iskonto uygulandığına dair somut bilgi ve belge ibraz edilmediğinden beyan edilen kıymetin gerçeği yansıttığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Kaldı ki 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nda iskontonun kıymete dahil edileceğine dair bir hükme yer verilmediği vurgulanmıştır. Buna göre beyan edilen kıymetin gerçekte ödenen kıymet olmadığına dair İdarece başkaca bir tespit yapılmaması karşısında ek tahakkukta ve ek katma değer vergisi tahakkuku üzerinden kesilen para cezasında mevzuata uygunluk görülmediği sonucuna varılmıştır. İdare tarafından temyiz edilen Mahkeme kararı Danıştay Yedinci Dairesinin (Daire) 30/3/2016 tarihli kararı ile, dava konusu işlemlerin konusunu oluşturan tahakkukların ve para cezasının toplam tutarının 290,10 TL olduğu, bu miktarın karar tarihi itibarıyla kanunda öngörülen parasal sınır olan 950 TL'yi aşmadığı ve dolayısıyla dava hakkında tek hâkimle karar verilmesi gerekirken heyetçe karar verilmesinde isabet görülmediği belirtilerek kararın bozulmasına hükmedilmiştir. Dairenin bozma kararı üzerine Mahkeme 23/9/2016 tarihinde tek hâkimle ve Mahkemenin 23/1/2013 tarihli kararındaki gerekçelerle davanın kabulüne karar vermiştir. İdare tarafından istinaf kanun yolu başvurusunda bulunulmuş, başvurucu 18/11/2016 tarihli dilekçeyle istinaf başvurusuna cevap vermiştir. Söz konusu dilekçede; uyuşmazlığın 6111 sayılı Kanun dönemine konu beyannameden ve İdarenin de kabul ettiği ıskontonun gümrük vergisi matrahına dâhil olup olmadığından kaynaklandığı, soruşturma ve teklif raporlarında iskonto bedellerinin gümrük kıymetine dâhil olmadığının gözden kaçırıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca, davaya konu beyannamenin 6111 sayılı Kanun kapsamında olduğundan, anılan Kanun uyarınca uyuşmazlığın esasına girilmeden dava konusu işlemlerinin iptal edilmesi gerektiği belirtilmiş, bu konuda Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunca verilen kararın bulunduğu ifade edilmiştir. İstinaf başvurusunu inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) 2/10/2018 tarihli karar ile istinaf isteminin kabulüne, davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu Şirkete ait işyerinde yapılan aramada ele geçen orijinal faturalar esas alınmak suretiyle yani eşyanın gerçek satış bedelinin araştırılması suretiyle ek tahakkuk yapıldığı, bu şekilde yapılan ek tahakkuku kusurlandıracak herhangi bir hususa rastlanmadığı ve Mahkemece satış bedeli yöntemini izleyen yöntemlere göre ek tahakkuk yapıldığı kabul edilmek suretiyle verilen kararda isabet görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar 10/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 31/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4458 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İthal eşyasının gümrük kıymeti, eşyanın satış bedelidir. Satış bedeli, Türkiye'ye ihraç amacıyla yapılan satışta 27 ve 28 inci maddelere göre gerekli düzeltmelerin de yapıldığı, fiilen ödenen veya ödenecek fiyattır." 4458 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"24 üncü madde hükümlerine göre belirlenemeyen gümrük kıymeti, bu maddenin 2 nci fıkrasının (a), (b), (c) ve (d) bentlerinin sıra halinde uygulanmasıyla belirlenir. Eşyanın gümrük kıymeti bir üst bent hükümlerine göre belirlenebildiği sürece bir alt bent hükümleri uygulanamaz. Ancak, beyan sahibinin yazılı talebinin gümrük idaresince uygun bulunması şartıyla (c) ve (d) bentlerinin uygulama sırası değiştirilebilir." 4458 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Yapılan denetlemeler sonucunda hiç alınmadığı veya noksan alındığı belirlenen veya 1 inci fıkrada belirtilen şekilde tebliğ edilemeyen gümrük vergilerine ilişkin tebliğat gümrük yükümlülüğünün doğduğu tarihten itibaren üç yıl içinde yapılır. Şu kadar ki, gümrük yükümlülüğünün doğduğu olayla ilgili olarak dava açılması zaman aşımını durdurur." 4458 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Serbest dolaşıma giriş rejimi veya kısmi muafiyet suretiyle geçici ithalat rejimine tabi tutulan eşyaya ilişkin olarak, yapılan beyan ile muayene ve denetleme veya teslimden sonra kontrol sonucunda;...b) Kıymeti üzerinden ithalat vergilerine tabi eşyanın beyan edilen kıymeti, 23 ila 31 inci maddelerde yer alan hükümler çerçevesinde belirlenen kıymete göre noksan bulunduğu takdirde, bu noksanlığa ait ithalat vergilerinden başka vergi farkının üç katı para cezası alınır..." 6111 sayılı Kanun'un "Kapsam ve tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Kısımlarında yer alan hükümleri;a) 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına giren;1) 31/12/2010 tarihinden (bu tarih dâhil) önceki dönemlere, beyana dayanan vergilerde bu tarihe kadar verilmesi gereken beyannamelere ilişkin vergi ve bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri, gecikme zamları,2) 2010 yılına ilişkin olarak 31/12/2010 tarihinden (bu tarih dâhil) önce tahakkuk edenvergi ve bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri, gecikme zamları,3) 31/12/2010 tarihinden (bu tarih dâhil) önce yapılan tespitlere ilişkin olarak vergi aslına bağlı olmayan vergi cezaları,...ç) 31/12/2010 tarihinden (bu tarih dâhil) önce 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu ve ilgili diğer kanunlar kapsamında gümrük yükümlülüğü doğan ve Gümrük Müsteşarlığına bağlı tahsil dairelerince 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip edilen gümrük vergileri, idari para cezaları, faizler, zamlar ve gecikme zammı alacakları,...hakkında uygulanır. (2) Bu Kanunun Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Kısımlarında geçen;a) Vergi tabiri, 213 sayılı Kanun kapsamına giren vergi, resim, harç ve fon payı ileeğitime katkı payını,b) Gümrük vergileri tabiri, ilgili mevzuat uyarınca eşyanın ithali veya ihracında uygulanan ve Gümrük Müsteşarlığına bağlı gümrük idarelerince takip ve tahsil edilen gümrük vergisi, diğer vergiler, eş etkili vergiler ve mali yüklerin tümünü,...ifade eder." 6111 sayılı Kanun'un "Katma değer vergisinde artırım" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Katma değer vergisi mükelleflerinin, her bir vergilendirme dönemine ilişkin olarak verdikleri (ihtirazi kayıtla verilenler dâhil) beyannamelerindeki hesaplanan katma değer vergisinin yıllık toplamı üzerinden 2006 yılı için % 3, 2007 yılı için % 2,5, 2008 yılı için % 2 ve 2009 yılı için % 1,5 oranına göre belirlenecek katma değer vergisini, vergi artırımı olarak bu Kanunun yayımlandığı tarihi izleyen ikinci ayın sonuna kadar beyan etmeleri halinde, bu mükellefler nezdinde söz konusu vergiyi ödemeyi kabul ettikleri yıllara ait vergilendirme dönemleri ile ilgili olarak katma değer vergisi incelemesi ve tarhiyatı yapılmaz. ..." Danıştay İçtihadı Başvurucu Şirketin davada taraf olduğu Danıştay Yedinci Dairesinin 5/4/2016 tarihli ve E.2013/1007, K.2016/3758 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İstemin Özeti : Davacı adına tescilli 2009 gün ve 42270 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyanın kıymetinin düşük beyan edildiğinden bahisle ek olarak tahakkuk ettirilen katma değer vergisi ve kaynak kullanımını destekleme fonu payı ile katma değer vergisi üzerinden hesaplanarak karara bağlanan para cezasına vaki itirazın reddine dair işlemlerin iptali istemiyle açılan davada; olayda ithale konu eşya kıymetinin gerçek faturada yer alan miktardan daha düşük beyan edildiği, ithalatlara ilişkin yurtdışı transferlerin araştırıldığı ve yurt dışındaki ilgili firmaya yapılan transferlerin tespit edildiği, bunun yanında şirkete ait cari hesap ekstrelerinde de yurt dışı firmalarından satın alınan mal bedellerini aşan miktarlarda ödemelerde bulunulduğu hususlarının saptandığı, düşük kıymet beyan edildiği hususunun sabit olduğu, ancak 6111 sayılı Kanunun 7'nci maddesinde, aynı Kanun hükümleri uyarınca katma değer vergisi matrah artırımında bulunanlar hakkında, her hangi bir ayırım ve kısıtlama getirilmeksizin, katma değer vergisi tarhiyatı yapılamayacağının açıkça ifade edilmesine rağmen fonlarla ilgili herhangi bir hükme yer verilmediği anlaşıldığından, dava konusu işlemin katma değer vergisine ilişkin kısmında hukuka uyarlık, kaynak kullanımını destekleme fonu payına ilişkin kısmında ise hukuka aykırılık bulunmadığı, diğer yandan, eşyanın kıymetinin eksik beyan edilmesi nedeniyle davacı şirket temsilcileri hakkında ceza soruşturması yürütüldüğü, bu kişiler hakkında karar tarihi itibariyle henüz hüküm kurulmadığından idari yaptırım niteliğinde para cezası kararı alınamayacağından katma değer vergisi para cezasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle, kısmen davayı reddeden, kısmen ise işlemleri iptal eden Ankara İkinci Vergi Mahkemesinin 2012 gün ve E:2012/566; K:2012/2726 sayılı kararının iptale ilişkin hüküm fıkrasının; henüz kamu davası açılmamış bir konuda devam eden soruşturma esas alınarak karar verildiği iddiasıyla davalı idarece, redde ilişkin hüküm fıkrasının ise; mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle karar verilmesi gerektiği ileri sürülerek davacı tarafından bozulması istenilmektedir....Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanmış bulunan mahkeme kararının, dava konusu ek tahakkuka ilişkin işlemin katma değer vergisine dair kısmının iptaline ilişkin hüküm fıkrası, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, davalı idarenin temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar sözü geçen hüküm fıkrasının bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir.Mahkeme kararının işlemin para cezasının iptaline ilişkin hüküm fıkrası yönünden:Dosyanın incelenmesinden; davacı adına tescilli serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyanın kıymetinin düşük beyan edildiğinden bahisle, ek olarak tahakkuk ettirilen katma değer vergisi üzerinden, 4458 sayılı Gümrük Kanununun 234'üncü maddesinin 1'inci fıkrası hükmüne göre hesaplanarak karara bağlanan para cezasına vaki itirazın reddine dair işlemin, Mahkemece istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle iptal edildiği anlaşılmıştır....Görüldüğü üzere; 4458 sayılı Kanunda, ithale konu eşyanın kıymetinin düşük beyan edildiğinin saptandığı hallere ilişkin olarak cezai müeyyide uygulanmasına yönelik düzenleme mevcut olduğundan, bu konuda uygulanacak yaptırımlar (para cezası) yönünden özel kanun niteliğindeki 4458 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı açıktır.Bu itibarla, gerçeğe aykırı belgeler kullanılmak suretiyle düşük kıymet beyan ettiği tespit edilen davacı hakkında, 4458 sayılı Kanunun 234'üncü maddesinin 1'inci fıkrası uyarınca karara bağlanan para cezasında bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte, 6111 sayılı Kanunun 7'nci maddesi uyarınca dayanağı tahakkuk işleminin iptal edilmiş olması karşısında, para cezasının da iptalinde sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.Mahkeme kararının, ek tahakkuka ilişkin işlemin, kaynak kullanımını destekleme fonu payına dair kısmı yönünden davanın reddine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik davacının temyiz istemine gelince:1988 tarih ve 88/12944 sayılı Kararnamenin eki Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Hakkında Karara göre, gerçekleştirilen ithalat işlemleri sonucunda mal bedelinin vadeli (kredili) olarak ödenmesi halinde, mal bedelinden kaynak kullanımını destekleme fonu payı kesintisi yapılması gerekmekte olup, davaya konu işlemde bu hususta bir belirleme yapılmadığı gibi Mahkemece de anılan konuya ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılmaksızın hüküm kurulduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığın sözü edilen kısmı hakkında, kaynak kullanımını destekleme fonu payının alınmasını gerektiren nedenlerin mevcut olup olmadığının araştırılması suretiyle yeniden karar verilmesi gerekli bulunmaktadır.Açıklanan nedenlerle, davalı İdarenin, mahkeme kararının, işlemin, katma değer vergisine ilişkin kısmının iptaline dair hüküm fıkrasına yönelik temyiz isteminin reddi ile anılan hüküm fıkrasının onanmasına; para cezasının iptaline ilişkin hüküm fıkrasına yönelik temyiz isteminin ise, reddine; davacının temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının redde ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına..." Yine başvurucu Şirketin davada taraf olduğu Danıştay Yedinci Dairesinin 5/4/2016 tarihli ve E.2013/1472, K.2016/3767 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İstemin Özeti : Davacı adına tescilli 2009 gün ve 35172 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyanın kıymetinin düşük beyan edildiğinden bahisle ek olarak tahakkuk ettirilen katma değer vergisi ve kaynak kullanımını destekleme fonu payı ile katma değer vergisi üzerinden hesaplanarak karara bağlanan para cezasına vaki itirazın reddine dair işlemleri; 6111 sayılı Kanunun 7'nci maddesinde, aynı Kanun hükümleri uyarınca katma değer vergisi matrah artırımında bulunanlar hakkında, her hangi bir ayırım ve kısıtlama getirilmeksizin, katma değer vergisi tarhiyatı yapılamayacağının açıkça ifade edilmesi karşısında, davacının matrah artırımı dikkate alınmaksızın yapılan tahakkukta ve karara bağlanan para cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptal eden Ankara Üçüncü Vergi Mahkemesinin 2012 gün ve E:2012/549; K:2012/2339 sayılı kararının; 6111 sayılı Kanunda yer alan matrah artırımına ilişkin düzenlemenin gümrük vergisi mükelleflerini kapsamadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir....Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanmış bulunan mahkeme kararının, işlemin, katma değer vergisi ile katma değer vergisi üzerinden hesaplanarak karara bağlanan para cezasının iptaline ilişkin hüküm fıkrası, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar sözü geçen hüküm fıkrasının bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir.Mahkeme kararının, ek tahakkuka ilişkin işlemin, kaynak kullanımını destekleme fonu payına dair kısmının iptaline ilişkin hüküm fıkrasına gelince:6111 sayılı Kanunun 7'nci maddesinde yer alan matrah artırımına ilişkin düzenleme katma değer vergisi matrahı ile ilgili olup, kaynak kullanımını destekleme fonu bakımından anılan hükmün uygulanması mümkün değildir. Bu itibarla, kaynak kullanımını destekleme fonu payının da matrah artırımına ilişkin hükümler çerçevesinde değerlendirilmesinde isabet görülmemiştir. 1988 tarih ve 88/12944 sayılı Kararnamenin eki Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Hakkında Karara göre, gerçekleştirilen ithalat işlemleri sonucunda mal bedelinin vadeli (kredili) olarak ödenmesi halinde, mal bedelinden kaynak kullanımını destekleme fonu payı kesintisi yapılması gerekmekte olup, davaya konu işlemde bu hususta bir belirleme yapılmadığı gibi Mahkemece de anılan konuya ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılmaksızın hüküm kurulduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığın sözü edilen kısmı hakkında, kaynak kullanımını destekleme fonu payının alınmasını gerektiren nedenlerin mevcut olup olmadığının araştırılması suretiyle yeniden karar verilmesi gerekli bulunmaktadır.Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kısmen reddine; mahkeme kararının, işlemin katma değer vergisi ile katma değer vergisi üzerinden hesaplanarak karara bağlanan para cezasının iptaline ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına; temyiz isteminin kısmen de kabulü ile mahkeme kararının, işlemin, kaynak kullanımını destekleme fonu payına dair kısmının iptaline ilişkin hüküm fıkrasının ise bozulmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatının ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B./ Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM; Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin kendisinde olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihmal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de kendisinde olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre [GK], B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak ve bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). Buna paralel olarak AİHM, Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33; Kraska/İsveç, B. No: 13942/88, 19/4/1993, § 30). AİHM'e göre -tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte- mahkemeler vardıkları sonuçları haklılaştırmak için kararlarına gerekçeler gösterme yükümlülüğü altındadırlar (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 1/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, § 83). Yargılama sırasında başvurucu tarafından sunulan bir kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3276
Başvuru, ek katma değer vergisi ve kaynak kullanımı destekleme fonu tahakkuku ile katma değer vergisi para cezası kararına yapılan itirazın reddine yönelik işlemin iptali istemiyle açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, Batman Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini iki dönem üst üste ifa ettiğini, 18/5/2004 tarih ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun maddesinde yer alan hüküm nedeniyle üçüncü defa bu göreve seçilme olanağının ortadan kaldırıldığını belirterek Anayasa’da güvence altına alınan eşitlik ilkesi ile seçme ve seçilme özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 29/11/2012 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/12/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iki dönem üst üste Batman Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanlığına seçilmiş olup, ikinci kez seçildiği 7/1/2009 tarihinden itibaren bu görevini yürütmektedir. 5174 sayılı Kanun’un maddesine istinaden yürürlüğe konulan 4/6/2012 tarih ve 2012/3237 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca 2013 yılının Şubat ayında başlayıp Mart ayında tamamlanması gereken oda ve borsaların organlarının seçimleri, Bakanlar Kurulunun 28/1/2013 tarih ve 2013/4244 sayılı kararı ile 2013 yılının Mayıs ayında başlayıp Haziran ayında tamamlanacaktır. B. İlgili Hukuk 5174 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Üst üste iki dönem yönetim kurulu başkanlığı yapmış olanlar, aradan iki seçim dönemi geçmedikçe aynı göreve yeniden seçilemezler.”
Kapsam dışı haklar
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/837
Başvurucu, Batman Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini iki dönem üst üste ifa ettiğini, 18/5/2004 tarih ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 40. maddesinde yer alan hüküm nedeniyle üçüncü defa bu göreve seçilme olanağının ortadan kaldırıldığını belirterek Anayasa’da güvence altına alınan eşitlik ilkesi ile seçme ve seçilme özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvurucu, 15/2/2007 tarihinde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı tazminat davasında yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 26/7/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 20/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 16/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 22/9/2006 tarihinde İstanbul'da, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD)'na ait trene yolcu olarak bindiği sırada, trenin aniden hareket etmesi sonucu meydana gelen kaza sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, TCDD aleyhine 15/2/2007 tarihinde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada, kaza sonucu iş göremez hale geldiğini ileri sürerek 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesince 2007/89 esas numarasına kayıtlı dava dosyası, 29/7/2011 tarihinde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesine devredilmiştir. Başvurucu 2/7/2012 tarihinde davayı ıslah ederek, 163,28 TL maddi tazminat isteminde bulunmuştur. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesince, 2/7/2012 tarih ve E.2011/430, K.2012/396 sayılı kararla, başvurucunun yolcu olarak trene binerken trenle peron arasındaki boşluğa düşerek yaralandığı, %39,2 oranında maluliyet yaşadığı, davalının %25 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle maddi tazminat talebinin kabulüne, 163,28 TL'nin olay tarihinde itibaren avans faiziyle davalıdan tahsiline, manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/6/2013 tarih ve E.2012/16390, K.2013/13230 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu, 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Davalının karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 5/11/2013 tarih ve E.2013/15625, K.2013/22119 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, 16/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 13/10/1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir“Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” 2918 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır.” 2918 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır. Bu kuruluşlar, 85 inci maddenin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere 101 inci maddedeki şartları haiz milli sigorta şirketlerine mali sorumluluk sigortası yaptırmakla yükümlüdürler.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” Mülga 818 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Cismani bir zarara düçar olan kimse külliyen veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün masraflarını isteyebilir.Eğer hükmün suduru esnasında, kafi derecede kanaat ile cismani zararın neticelerini tayin etmek mümkün değil ise; hükmün tefhimi tarihinden itibaren iki sene zarfında hakimin, tetkik salahiyetini muhafaza etmeğe hakkı vardır.” Mülga 818 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5733
Başvurucu, 15/2/2007 tarihinde Ankara 10. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı tazminat davasında yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/12/2005 tarihinde kolluk görevlileri tarafından yakalanmış; Bismil Cumhuriyet Başsavcılığının 27/2/2006 ve 24/1/2007 tarihli iddianameleri ile sıvı veya gaz hâlindeki enerji hakkında hırsızlık, resmî belgede sahtecilik, suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi, kamu malına zarar verme suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. Bismil Asliye Ceza Mahkemesinin9/3/2011 tarihli kararı ile başvurucunun nitelikli hırsızlık ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/4/2014 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. Başvurucu, kararı 10/7/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12071
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun sulhname imzalandığı gerekçesiyle kabul edilmemesi üzerine açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 5/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu 26/5/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 1/8/2007 tarihli ve 2007/1-5303 sayılı Zarar Tespit Komisyonu kararında "... yapılan müracaatın 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerine uygun olması nedeniyle müracaatçıya; ahşap taş duvarlı ev için 358 TL, yığma kargir ahır için 412,53 TL, kerpiç ve diğer basit bina tandırlık için 656,10 TL, yonca (sulu) ağaç için 780 TL, karışık sebze ağaç için 489,60 TL,buğday ağaç için 575 TL, elma ağaç için 182 TL, armut ağaç için 77 TL, erik ağaç için 112 TL mal varlığına ulaşamama nedeniyle oluşan zararı için toplam 642,23 TL ödenmesine" karar verilmiştir. Zarar Tespit Komisyonu kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda, Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 5/9/2007 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucu, Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle 11/8/2008 tarihinde tekrar Komisyona başvurmuştur. Komisyonun 9/9/2008 tarihli yazısıyla başvurucuya vekili tarafından sulhnamenin kabul edildiği, Komisyonca herhangi bir işlem yapılamayacağıbildirilmiştir. Başvurucu,sulhnameyi imzalayan vekilini azlettiğini belirterek 11/8/2008 tarihli dilekçesinin yeniden gözden geçirilmesi istemiyle 30/4/2009 tarihinde tekrar Komisyona başvurmuştur. Başvurucu 30/4/2009 tarihli talebine Komisyon tarafından cevap verilmemesi üzerine Komisyona yaptığı başvurunun kısmen kabulüne ilişkin işlemin iptali ile 000 TL zararının tazmini istemiyle 11/8/2009 tarihinde Van İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin 24/3/2010 tarihli ve E.2009/1826, K.2010/574 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde, dava açma süresi, özel Kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve İdare Mahkemelerindeyazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren altmış gün olduğu belirtilmiş, maddesinde; 'İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır' hükmüne yer verilmiş, aynı Yasanın sürelerle ilgili genel esasları düzenleyen maddesinde ise; sürelerin, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden başlayacağı hüküm altına alınmış, maddesinin 1/b bendinde ise, süre aşımı halinde davanın reddine karar verileceği kuralı yer almıştır....Olayda davacının, 16/2006 tarihli ve 26433 yevmiye numaralı vekaletname ile vekil tayin ettiği Av. nin davalı idarece ödenmesine karar verilen tazminat miktarına ilişkin olarak düzenlenen sulhnameyi 5/9/2007 tarihinde imzaladığı, davacının sulhname ile belirlenen miktarın gerçek zararının çok altında olduğu gerekçesi ile 11/8/2008 tarihli dilekçeyle davalı idareye başvurduğu, davacının en geç bu tarihte sulhnameyi öğrendiği, davalı idarece anılan dilekçe üzerine 9/9/2008 tarih ve 2858 sayılı işlemin tesis edildiği, anılan işlemin davacıya 1/10/2008 tarihinde tebliğ edildiği (davacı tarafından belirtilen tarih), bu tarihten itibaren 60 gün içinde dava açması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 11/8/2009 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, işin esasına girme olanağı bulunmamaktadır." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/3/2012 tarihliilamı ile dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 10/4/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Karar 20/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“ Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,… Tarihi izleyen günden başlar.” 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:" İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır." 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:" (Değişik: 5/4/1990 - 3622/6 md.) Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin; a) 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine,b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine, c) 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine, d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine, e) 3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine, Karar verilir.  Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir.   Dilekçelerin 3 ncü maddeye uygun olmamaları dolayısıyla reddi halinde yeni dilekçeler için ayrıca harç alınmaz.   (Değişik: 10/6/1994 - 4001/7 md.) İlk inceleme üzerine Danıştay veya mahkemelerce verilen; bu maddenin 1/a bendinde belirtilen idari yargının görevli olduğu konularda davanın görev ve yetki yönünden reddine ilişkin kararlarla, 1/c bendinde yazılı gerçek hasma tebliğ ve 1/d bendindeki dilekçe red kararları dışında, kararın düzeltilmesi veya temyiz yoluna; tek hakim kararına karşı ise itiraz yoluna başvurulabilir.   (Ek: 5/4/1990 - 3622/6 md.) 1 inci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde dava reddedilir." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/6/2011tarihli ve E.2011/10246, K.2011/326 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Her ne kadar Van İdare Mahkemesince, davacının başvurusunun reddedildiğini 28/12/2005 tarihinde öğrendiği kabul edilerek hüküm kurulmuş ise de davacının iki gözünün de görmemesi nedeniyle Tebligat Kanunu'nun yukarıda anılan hükmü uyarınca yapılmayan tebligatın usulüne uygun yapıldığından söz etmeye hukuken imkan bulunmamakta olup davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurunun davalı idarece reddedildiğini en geç başvurusunun yeniden değerlendirilmesini talep ettiği 29/6/2006 tarihinde öğrendiği ve madde kapsamında yaptığı aynı tarihli başvuruya idarece verilen 14/6/2006 tarih ve 506/2050 sayılı cevap yazısını da yeniden başvuru yaptığı 08/8/2006 tarihinde öğrendiğinin kabulü ile 08/8/2006 tarihinden itibaren dava açma süresi içinde ve en son 9/10/2006 tarihinde dava açılması mümkün ve gerekli iken 27/10/2006 tarihinde açılan davanın süreaşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 22/6/2011 tarihli ve E.2011/10221, K.2011/390 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'da belirtilen süreler içinde ilgili valiliklere yapılan başvurular, valilikler nezdinde oluşturulan komisyonlarca değerlendirmeye tâbi tutulmakta ve başvuranın zarara uğradığı sonucuna varılması halinde, saptanan zararının ödenmesine karar verilerek, bu miktar üzerinden düzenlenen sulhname tasarısı, davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilmektedir. Hak sahibinin, sulhname tasarısını 30 gün içinde imzalaması halinde uyuşmazlık sulhen çözümlenmiş olmakta; sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ise ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklı bulunmaktadır.İdari işlemlerin tebliği ile güdülen amacın, ilgililerin işlemden haberdar olmalarını sağlamak olduğu dikkate alındığında, davacının yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin işlemin davacıya tebliği üzerine 60 günlük dava açma süresi içerisinde ya doğudan dava açılması ya da 2577 sayılı Kanun'un maddesindeki üst makamlara başvuru usulünün işletilerek yasal dava açma süresi içerisinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. " Danıştay Onbeşinci Dairesinin 24/3/2012 tarihli ve E.2011/10290, K.2011/1156 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlıkta, sulhnamenin imzalandığı tarih itibariyle, davacının zararının karşılanmadığından haberdar olduğu dikkate alındığında, bu tarihten itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 2577 sayılı Kanunun maddesi uyarınca yapılan itiraz üzerine dava açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra yapılan itirazın reddi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğundan, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik görülmemiştir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5527
Başvuru, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun sulhname imzalandığı gerekçesiyle kabul edilmemesi üzerine açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/65639
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucuların maliki olduğu, başvuruya konu Mersin ili Yenişehir ilçesi Menteş köyü Afetevler mevkii 298 ada 1 parsel numaralı taşınmaz 14/5/1998 tarihinde 1/000 ölçekli uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Yenişehir Belediyesine (Belediye) başvurmuşlar fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuların vekiline22/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8669
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, idari yargıda açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, Anayasa’nın maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 21/2/2013 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/7/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Haydarpaşa Gümrük Saymanlığında görev yapan başvurucu tarafından, Gümrük Kanunu hükümleri uyarınca aldığı fazla çalışma ücretlerinin, Maliye Bakanlığı personeline Vergi Usul Kanunu’nun ek maddesi uyarınca yapılmakta olan ek ödemeden mahsubu uygulamasına karşı ilgili idareye yapılan itiraz başvurusu zımnen reddedilmiştir. Başvurucu tarafından 29/9/2004 tarihinde, belirtilen işlemin iptali ile 19/7/2002 tarihinden itibaren kesilen 693,15 TL’nin yasal faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle açılan dava sonucunda, İstanbul İdare Mahkemesinin 25/10/2005 tarih ve E.2004/2412, K.2005/2028 sayılı kararıyla, dava konusu işlemin iptaline ve 29/5/2004 tarihinden itibaren hesaplanacak fazla çalışma ücretinin mahsup edilen 692,60 TL’lik kısmının başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. İlk derece Mahkemesince verilen kararın, Danıştay Dairesinin 13/10/2010 tarih ve E.2008/1252, K.2010/3810 sayılı kararı ile kısmen onanmasına ve kısmen bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde, İstanbul İdare Mahkemesinin 23/9/2011 tarih ve E.2011/1508, K.2011/1276 sayılı kararı ile başvurucunun davasının kabulüne karar verilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Danıştay Dairesinin 7/11/2012 tarih ve E.2012/5192, K.2012/6816 sayılı kararı ile onanmıştır. Onama kararı 8/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından karar düzeltme kanun yoluna müracaat edilmemiştir. Karara 13/2/2013 tarihinde kesinleştiğine dair şerh verilerek, aynı tarihte kesinleşmiş karar sureti başvurucu vekiline elden tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun ilâ ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1582
Başvurucu, idari yargıda açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru; 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında yapılan başvuruya cevap verilmesine dair işlemin yetersiz bilgi verildiğinden bahisle iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verildiği, idarenin avukat olmayan vekille temsil edildiği ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Buca Belediyesi Harita Müdürlüğüne başvuruda bulunarak taşınmazının bulunduğu bölge ile ilgili imar bilgilerini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebine 7/6/2006 tarihli işlemle cevap verilmiştir. Başvurucu, verilen bilgilerin yeterli olmadığı iddiasıyla söz konusu işlemin iptali için 16/8/2006 tarihinde dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) 14/9/2007 tarihli kararıyla, kamu kurum ve kuruluşları tarafından 4982 sayılı Kanun uyarınca talepte bulunanlara verilecek bilgi ve belgelerin idarenin elinde bulunan ya da görevi gereği elinde bulunması gereken bilgi ve belgelerle sınırlı olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, idareyi işlem tesisine zorlayıcı ve bunun sonucundan bilgi verilmesini içeren başvuruların 4982 sayılı Kanun kapsamında bulunmadığını vurgulamıştır. Sonuç olarak Mahkeme, 4982 sayılı Kanun kapsamında hukuka uygun işlem tesis edildiği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Söz konusu karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 23/11/2011 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 15/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai kararın tebellüğ edilmesinin ardından 15/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13657
Başvuru, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında yapılan başvuruya cevap verilmesine dair işlemin yetersiz bilgi verildiğinden bahisle iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verildiği, idarenin avukat olmayan vekille temsil edildiği ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, usulüne uygun tebliğ edilmeyerek kesinleşen vergi ve ceza ihbarnameleri uyarınca düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davaların reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 28/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından 2016/13925 ve 2016/13935 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/13295 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2016/13925 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında düzenlenen vergi inceleme raporunda; başvurucuların araç alım ve satım faaliyetinde bulundukları, elde ettikleri geliri beyan etmedikleri belirtilmiştir. Belirlenen matrah üzerinden 2007-2011 yılları için vergi tarh edilmiş ve ceza kesilmiştir. Vergi ve cezalara ilişkin ihbarnamelerin kesinleştiğinden bahisle de ödeme emirleri düzenlenmiştir. Ödeme emirlerinin dayanağı olan ihbarnameler, başvurucuların bilinen adresinde bulunamaması üzerine 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi uyarınca 23/12/2013 ve 29/12/2013 tarihlerinde ilanen tebliğe çıkarılmıştır. Başvurucular bu şekilde kesinleşen ihbarnamelerden ödeme emirlerinin tebliği ile haberdar olduklarını belirtmişlerdir. Başvurucular ödeme emirlerinin iptali istemiyle Denizli Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davaları açmıştır. Mahkeme 9/10/2014 ve 21/10/2014 tarihli kararlarıyla davaları reddetmiştir. Kararların gerekçesinde, tarh edilen vergi ve cezalara ilişkin ihbarnamelerin davacıların bilinen adreslerinde tebliğ edildiği vurgulanmıştır. Kararlarda, usulüne uygun olarak kesinleşmiş kamu alacağına ilişkin olarak tarhiyat safhasına yönelik iddiaların ödeme emri safhasında incelenmesine olanak bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular tarafından ödeme emrine karşı ileri sürülebilecek itiraz sebeplerinin varlığının da ortaya konulamadığından bahsederek kesinleşen kamu alacağının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucuların temyiz istemleri Danıştay Dördüncü Dairesince (Daire) görüşülmüştür. Daire 15/6/2015 tarihli kararlarla ilanen tebligatın geçersiz olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararlarını oyçokluğuyla bozmuştur. Kararların gerekçesinde 2013 tarihinde mükellefin bilinen adresine ikinci kez gönderilen tebligatta davacının geçici olarak adresinde bulunmadığı hususunda tebliğ zarfı üzerine herhangi bir ibarenin yazılmaması, tebliğ zarfının tutanak haline getirilmemesi, ayrıca mükellef hakkında düzenlenen vergi inceleme raporları üzerinde yer alan ve davalı idarenin bilgisinde bulunan "Gerzele Mahallesi ... Sokak ... Yapı Sitesi ... Denizli" adresinin de bilinen adreslerden olmasına rağmen ihbarnamelerin bu adrese tebliğe çalışılmaması sebebiyle ilanen tebligatın geçersiz olduğu tespiti yapılmıştır. Karara muhalif kalan iki üye Mahkeme kararının onanması gerektiğini belirtmişlerdir. Buna karşılık Daire karar düzeltme aşamasında 30/3/2016 tarihli kararlarıyla bu görüşünden dönerek oybirliğiyle bozma kararını kaldırmış ve mahkeme kararlarını onamıştır. Başvurucular nihai kararları 30/6/2016 ve 1/7/2016 tarihlerinde tebellüğ etmelerinin ardından 28/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının uyuşmazlık tarihindeki hâli şöyledir:"Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir "ödeme emri" ile tebliğ olunur." 6183 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının uyuşmazlık tarihindeki hâli şöyledir:"Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur." 213 sayılı Kanun'un "Tebliğ esasları" kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"Tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilumum vesikalar ve yazılar adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtasiyle ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmiyenlere ilan yolu ile tebliğ edilir. " 213 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanuna göre bilinen adresler şunlardır: Mükellef tarafından işe başlamada veya adres değişikliğinde bildirilen işyeri adresleri, Yoklama fişinde veya ilgilinin imzası bulunmak şartıyla yetkili memurlar tarafından bir tutanakla tespit edilen işyeri adresleri, 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununa göre oluşturulan adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi.Birinci fıkranın (1) ve (2) numaralı bentlerinde yazılı bilinen adreslerden tarih itibarıyla tebligat yapacak makama en son olarak bildirilmiş veya bu makamca tespit edilmiş olanı dikkate alınır ve tebliğ öncelikle bu adreste yapılır.İşyeri adresinde tebliğ yapılacak olanların bu adresinde bulunamaması, işin bırakılması veya işin bırakılmış addolunması hallerinde tebliğ, gerçek kişilerde kendisinin, tüzel kişilerde bunların başkan, müdür veya kanuni temsilcilerinden birinin, tüzel kişiliği olmayan teşekküllerde ise bunları idare edenler veya varsa temsilcilerinden herhangi birinin adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinde yapılır.İşyeri adresi olmayanlara tebliğ, doğrudan adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinde yapılır. " 213 sayılı Kanun'un "Tebliğin ilanla yapılacağı haller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Aşağıda yazılı hallerde tebliğ ilan yoluyla yapılır: Muhatabın bu Kanunun 101 inci maddesi kapsamında bilinen adresi yoksa, Bu Kanunun 101 inci maddesinin birinci fıkrasının (1) ve (2) numaralı bentlerinde sayılan bilinen adreste tebliğ yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde kayıtlı bir adresi bulunmazsa, Yabancı memleketlerde bulunanlara tebliğ yapılmasına imkân bulunmazsa, Başkaca nedenlerden dolayı tebliğ yapılmasına imkân bulunmazsa" 213 sayılı Kanun'un "İlanın neticeleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlan üzerine bizzat veya bilvekale müracaat edenlere, yerinde, adres bildirenlere ise posta ile tebliğ yapılır. Posta ile yapılan bu tebliğ hakkında da 100 üncü madde hükmü cari olur.İlan tarihinden başlıyarak bir ay içinde ne vergi dairesine müracaat yapmış ve ne de adresini bildirmiş olanlara bir ayın sonunda tebliğ yapılmış sayılır. "B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yerleşik içtihadı uyarınca, Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz, bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına veya önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler Mahkemenin yeniden inceleme alanına girmez. AİHM, bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır; dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna (No.2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13925
Başvuru, usulüne uygun tebliğ edilmeyerek kesinleşen vergi ve ceza ihbarnameleri uyarınca düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davaların reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; nasıpları onaylanmamış astsubay adaylarının statüye geçiş işlemlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, soruşturma veya kovuşturma bulunmamasına rağmen astsubaylığa nasbedilmeme nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile bu teşebbüse tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve silahlarla saldırılmış; bu saldırılar sonucunda toplam 251 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce kişi de yaralanmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç ile FETÖ/PDY'nin yapısına ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-46) kararında yer almaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde Millî Güvenlik Kurulu (MGK) söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla "halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve bir terör örgütü" olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 28, 33). Yargı organları birçok kararında FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu ve bu örgütün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğunu kabul etmişlerdir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10). Yargı kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğu ortaya konulmuştur. FETÖ/PDY'nin şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içinde bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlendiği tespitlerine yer verilmiştir (bu konuda bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı; B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 14).B. Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üçer aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 19/8/2018 tarihinde sona ermiştir. OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 47-66) kararında yer almaktadır. Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 31/7/2016 tarihli ve 29787 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (669 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde 30 Ağustos itibarıyla mezun olacak askerî öğrencilerin subay ve astsubaylığa nasbının yapılmayacağı belirtilmiştir. Söz konusu KHK ile 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra askerî personel yetiştirilmesine ilişkin sistemde köklü bir değişikliğe gidilmiştir. Değişiklikten önce Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görev yapan astsubay, subay ve kurmay subaylar askerî liseler, astsubay hazırlama okulları, harp okulları ve harp akademilerinden mezun olmakta ve mezun oldukları eğitim kurumuna göre TSK bünyesinde astsubay, subay veya kurmay subay olarak görev yapmakta iken anılan düzenleme ile birlikte askerî liseler, astsubay hazırlama okulları ve harp akademileri kapatılmıştır. Askerî personel yetiştiren eğitim kurumları Millî Savunma Üniversitesi adı altında farklı bir hukuki statüde yeniden yapılandırılarak tek bir çatı altında toplanmıştır. Millî Savunma Üniversitesi ise Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde faaliyet göstermektedir. Yine 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca astsubaylıktan subaylığa, 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu'nun maddesi uyarınca uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş aşamasında olan ancak nasıpları onaylanmamış adayların statüye geçiş işlemleri iptal edilmiştir. Başvurucuya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu, TSK'da uzman erbaş olarak görev yaparken astsubay olmak amacıyla 22/2/2016 tarihinde Balıkesir'de Kara Kuvvetleri Astsubay Meslek Yüksekokulunda astsubay temel askerlik ve astsubaylık anlayışı kazandırma kursuna kursiyer olarak başlamıştır. Başvurucu 26/8/2016 tarihli bir emirle birliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun iddiasına göre bu işleme 669 sayılı KHK kapsamındaki "tamamlanmamış eğitim faaliyetlerinin sona ermesi[ne yönelik]" düzenlemeler gerekçe gösterilmiştir. Başvurucu 26/9/2016 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına astsubay olarak nasbedilmek için başvuruda bulunmuştur. Başvurucu anılan başvurusuna ilişkin cevabı beklerken 675 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş aşamasında olan ancak nasıpları onaylanmamış adayların statüye geçiş işlemlerinin iptal edileceği hükmü gereğince astsubaylığa nasbının yapılmayacağını öğrenmiştir. Başvurucu, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) astsubaylığa nasbedilmemesine ilişkin işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde hakkında FETÖ/PDY kapsamında bir soruşturma bulunmadığını belirtmiş; ayrıca astsubaylık eğitimine ilişkin kursu başarıyla bitirdiğini ve talebi üzerine kendisine kurs bitirme belgesinin verildiğini vurgulamıştır. Başvurucu dilekçede 30/8/2016 tarihinde nasbedilmesine ilişkin herhangi bir yasal engel bulunmadığını, 675 sayılı KHK'nın kursu bitirmesinden sonra yürürlüğe girmesi sebebiyle dava konusu işleme gerekçe olamayacağını ifade etmiştir. Davanın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun'un maddesi ile askerî yargının kaldırılmış olması sebebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) görülmesine devam edilmiştir. İdare Mahkemesi 29/9/2017 tarihli kararla davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararda, 675 sayılı KHK'nın maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde "Kuvvet Komutanlıkları tarafından temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubay adayları hakkındaki işlemler iptal edilmiştir." hükmüne yer verildiği belirtilmiştir. Temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubay adayları hakkındaki işlemlerin iptal edilmesi ve astsubaylığa nasbedilmeme durumunun doğrudan ve kanun niteliğini taşıyan bir hukuki düzenleme olan 675 sayılı KHK ile varlık kazandığı vurgulanmıştır. Devamında 675 sayılı KHK'da bu konuda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma imkânının tanınmaması sebebiyle başvurucunun hukuki durumunu etkileyen idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 15/1/2018 tarihli kararla istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz başvurusu Danıştay Beşinci Dairesinin 26/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3269 sayılı Kanun'un "Astsubaylığa geçirilme" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu bentteki şartları sağlayan uzman erbaşlardan; kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığının ihtiyaç duyacağı miktar kadarı, astsubay meslek yüksek okullarında verilecek öğrenim ve eğitimi müteakip astsubay çavuşluğa nasbedilirler.1) Lise veya dengi okullardan mezun olmak,2) Uzman erbaş olarak en az bir yıl hizmet etmek,3) Sözleşme süresi içinde müracaatta bulunmak,4) Astsubay meslek yüksekokulu giriş sınavına müracaat yapılan yılın ocak ayının ilk günü itibarıyla yirmibeş yaşını bitirmemiş olmak,5) Astsubay meslek yüksek okulu giriş sınavında başarılı olmak,6) 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda, 4752 sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kanununda ve bu kanunlara dayanılarak yürürlüğe konulacak yönetmeliklerde belirtilen; ceza durumuna, sicil notuna, kişisel ve ahlâkî niteliklere, disiplin durumuna, görevdeki başarısına, sağlık durumuna, meslekî yeterliliğe ve sahip olması gereken diğer niteliklere ilişkin şartları sağlamak." 926 sayılı Kanun'un "Tarifler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının(b) bendi şöyledir:"Nasıp: İlk subaylığa, astsubaylığa ve bir rütbeden sonraki rütbeye terfide yeni rütbenin normal bekleme süresinin başlama tarihidir." 926 sayılı Kanun'un "Astsubaylığa nasıp" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmının 1/2/2018 tarihli ve 7073 sayılı Kanun ile değiştirilmesinden önce yürürlükte bulunan hâli şöyledir:"Astsubaylığa nasıp, ilgili kuvvet komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının teklifi ve Genelkurmay Başkanının lüzum göstermesi üzerine Millî Savunma Bakanı veya İçişleri Bakanının onayı ile yapılır....Astsubay meslek yüksek okullarını başarı ile bitirenler ve fakülte, yüksek okul veya meslek yüksek okulu mezunu olup da astsubay nasbedilmek üzere temel askerlik eğitimine tâbi tutulanlardan başarılı olanlar, o yılın 30 Ağustos tarihinde astsubay çavuşluğa nasbedilirler." 926 sayılı Kanun'un "Astsubaylığa nasıp" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının 7073 sayılı Kanun ile değiştirilmesinden sonra yürürlükte bulunan hâli şöyledir:"Astsubaylığa nasıp Milli Savunma Bakanının onayı ile yapılır." 11/4/2002 tarihli ve 4752 sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kanunu'nun "Kuruluş" kenar başlıklı maddesinin 669 sayılı KHK'nın maddesiyle değiştirilmesinden önceki hâli şöyledir:"Astsubay meslek yüksek okullarının kadro ve kuruluşları; ilgili kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından hazırlanır.Kuvvet komutanlıklarına bağlı astsubay meslek yüksek okullarının kadro ve kuruluşları, Genelkurmay Başkanlığınca; Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı astsubay meslek yüksek okullarının kadro ve kuruluşları, Genelkurmay Başkanlığının olumlu görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca onaylanır.Gülhane Askerî Tıp Akademisi bünyesinde kurulacak sağlık astsubay meslek yüksek okulunun kadro ve kuruluşuna ilişkin esaslar, Genelkurmay Başkanlığınca belirlenir." 4752 sayılı Kanun'un "Kuruluş" kenar başlıklı maddesinin 669 sayılı KHK'nın maddesiyle değiştirilmesinden sonraki hâli şöyledir:"Astsubay meslek yüksek okullarının kadro ve kuruluşları, Milli Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanır." 669 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatılmıştır." 669 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:"30 Ağustos itibariyle mezun olacak askeri öğrencilerin subay ve astsubaylığa nasbı yapılmaz. Bunlara üniversite sınavının yapıldığı tarihte aldıkları yerleştirme puanları dikkate alınarak Yükseköğretim Kurulunca belirlenecek durumlarına uygun fakülte ve yüksekokullarca diploma verilir." 675 sayılı KHK'nın "İptal edilen geçiş işlemleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarih itibarıyla;a) Kuvvet Komutanlıkları tarafından temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubay adayları hakkındaki işlemler iptal edilmiştir.b) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 109 uncu maddesi uyarınca astsubaylıktan subaylığa; 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 15 inci maddesi uyarınca uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş aşamasında olan ancak nasıpları onaylanmamış adayların statüye geçiş işlemleri iptal edilmiştir.(2) Birinci fıkranın (a) bendi kapsamında işlem tesis edilenlerden herhangi bir tazminat alınmaz." 669 sayılı KHK, 9/11/2016 tarihli ve 6756 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Millî Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesi Hakkında Kanun'un 24/11/2016 tarihli 29898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşmıştır. 675 sayılı KHK'nın "İptal edilen geçiş işlemleri" kenar başlıklı maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, §
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30695
Başvuru, nasıpları onaylanmamış astsubay adaylarının statüye geçiş işlemlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, soruşturma veya kovuşturma bulunmamasına rağmen astsubaylığa nasbedilmeme nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; internette yayımlanan ses kayıtları dikkate alınarak yurt dışı sürekli görev atamasının iptal edilmesi sebebiyle işkence ve kötü muamele yasağının, özel ve aile hayatına saygı ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü tanınan ek süre içinde 10/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 27/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 31/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir. Birinci Bölüm tarafından 13/4/2016 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri, başvuruya konu yargılama dosyası ile başvurucudan istenen bilgi ve belgeler çerçevesinde tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kurmay albay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) görev yapmakta iken 11/3/2011 tarihinde Tiflis Büyükelçiliğine askerî ataşe olarak atanmış; 11/8/2011 tarihinde göreve başlamıştır. Başvurucunun eşi ise TSK'da sivil memur olarak çalışmakta iken başvurucunun görevi sebebiyle 1/8/2011 tarihinde ücretsiz izne ayrılmıştır. 2011 yılının Eylül ayında bir kısım kişilerin cinsel içerikli konuşmaları internette yayımlanmıştır. Başvurucunun eşine ait olduğu şüphesiyle bu ses kayıtları araştırılmaya başlanmış, 10/10/2011 tarihli bir yazıyla başvurucunun eşine ilişkin olarak bir idari tahkikat heyeti kurulmuştur. Bu idari tahkikat heyetinin görevi 14/10/2011 tarihinde sona ermiştir. 5/12/2011, 12/12/2011 ve 20/12/2011 tarihlerinde de aynı türden konuşmalar internette yayımlanmıştır. İnternette yayımlanan bu ses kayıtları tesadüfen elde edilen delil kapsamında görülmüş, 16/12/2011 tarihinde Genelkurmay İstihbarat Başkanlığınca bir idari tahkikat heyeti oluşturulmuştur. Başvurucu, askerî ataşe olarak görevine devam etmekte iken 16/12/2011 tarihli bir mesaj emri ile yurda çağrılmış ve 19/12/2011 tarihinden itibaren Genelkurmay Başkanlığı emrine geçici olarak görevlendirilmiştir. Mesaj emrinde internette yayımlanan ses kayıtları ile ilgili bir husus belirtilmemiş, başvurucunun Ankara'da olması istenmiştir. 19/12/2011 tarihinde bir general ile iki kurmay albaydan oluşan idari tahkikat heyetinde yer alan kişiler başvurucu ile Genelkurmay Başkanlığında görüşme yapmış ve başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu daha sonra hemen izin almış ve 20/12/2011 tarihinde Tiflis'e geri dönmüştür. Eşi ile beraber ertesi gün Türkiye'ye gelmiş, 22/12/2011 tarihinde idari tahkikat heyetinde yer alan kişilerle beraber tekrar görüşme olmuştur. Başvurucunun eşi iddiaları kabul etmemiş ve bu aşamada herhangi bir ses kaydı örneğini sunma ihtiyacı görmemiştir. Bir general ile iki kurmay albaydan oluşan idari tahkikat heyeti, Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığından internette yayımlanan ses kayıtlarında herhangi bir manipülasyon yapılıp yapılmadığı ve ses kayıtlarının aynı kişiye ait olup olmadığı yönündeninceleme talep etmiştir. 26/12/2011 tarihli raporda manipülasyon olmadığı ve kayıtlardaki kadın sesinin "kuvvetle muhtemel aynı" kişiye ait olduğu belirtilmiştir. Kanaat kategorileri toplam yedi çeşit olup en üst seviye "aynı"dır. İnternette yayımlanan ses kayıtlarının başvurucunun eşine ait olup olmadığının anlaşılabilmesi için 23/12/2011 ve 26/12/2011 tarihlerinde başvurucunun eşinin çalıştığı iş yerindeki sekiz mesai arkadaşının da bilgisine başvurulmuştur. Ayrıca ifadesi alınan personelden söz konusu kayıtlar hakkında herhangi bir bilgisi olmayanlar için kayıtların bir kısmı ilgili kişilere dinletilmiş ve sonra da söz konusu kişilerin ifadesi alınmıştır. Bu kapsamda idari tahkikat heyeti, internette yayımlanan ses kayıtlarının içeriğindeki bilgileri de dikkate alarak ses kayıtlarının başvurucunun eşine ait olabileceği sonucuna ulaşmıştır. İnternette yayımlanan bu ses kayıtları sebebiyle 30/12/2011 tarihinde Genelkurmay Başkanlığının onayıyla başvurucu hakkında yurt dışı sürekli görev atamasının iptal edilmesine karar verilmiş ve başvurucu, daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı 3'üncü Kolordu Komutanlığında (İstanbul) görevlendirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 9/1/2012 tarihinde "yurt dışı sürekli görev atamasının iptal edilmesi" işleminin iptali ve 000 TL manevi tazminat istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi nezdinde yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmıştır. Yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebe yönelik olarak davalı idarenin birinci savunmasının alınmasından ve işleme mesnet bilgi ve belgelerin celbinden sonra düşünülmesine ve davalı idareye on günlük kesin süre verilmesine 7/2/2012 tarihinde karar verilmiştir. Davalı idareden savunma istenmesi üzerine savunma dilekçesi 24/2/2012 tarihinde Mahkemeye sunulmuştur. Başvurucunun yürütmeyi durdurma istemi 6/3/2012 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bu sırada, eşi hakkında olduğu iddia edilen ses kayıtlarının TSK'da görevli diğer personele dinletilmesi nedeniyle ilgili subaylar hakkında görevi kötüye kullanma, iftira ve hakaret suçlarının işlendiği iddiasıyla Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı nezdinde eşiyle beraber suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesi 20/4/2012 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına gönderilmiş, 4/5/2012 tarihinde Genelkurmay Adli Müşavirliği tarafından Genelkurmay Başkanı namına şikâyet edilen personeller hakkında soruşturma emri verilmesini gerektirecek bir durum bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Söz konusu karar 7/5/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun cevaba cevap dilekçesinden sonra ikinci savunma dilekçesi davalı idare tarafından 4/5/2012 tarihinde Mahkemeye sunulmuştur. Davalı idarenin savunma ve ikinci cevap dilekçelerinde,4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında dava konusu işleme mesnet bilgi ve belgelerin ayrı bir yazı ekinde sunulduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucu vekili 16/5/2012 tarihinde söz konusu bilgi ve belgelerin birer örneğinin kendisine verilmesini AYİM Başkanlığından talep etmiştir. AYİM Birinci Dairesi 29/5/2012 tarihinde tebligat aşamasında bulunan bir davada gizlilik dereceli belgelerin incelettirilmesinin Genel Sekreterliğin görevi içinde bulunduğunu belirterek talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiş ve Genel Sekreterliğin kararı üzerine Daireye itiraz edilebileceğini belirtmiştir. Bu arada internette yayımlanan bu ses kayıtları sebebiyle başvurucunun eşi hakkında idari soruşturma açılmış ve Millî Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 10/7/2012 tarihli kararıyla meslekten çıkarma cezası verilmiştir. Söz konusu karara karşı süresi içinde AYİM İkinci Daire Başkanlığı nezdinde 10/8/2012 tarihinde dava açılmıştır. Başvurucunun eşiyle ilgili alınan bu karar, başvurucuya da tebliğ edilmiştir. Ayrıca başvurucuya görev yapılan yerdeki Genel Sekreter tarafından ikaz yazısı tebliğ edilmiştir. 3/8/2012 tarihli yazı şu şekildedir:"Milli Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun eşiniz Svl.Me. ...'in 'üzerine atılı bulunan eylemleri memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici fiiller olduğundan, eylemine uyan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/E maddesinin (g) ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliğinin 13/5'inci maddesinin (g) alt bentleri gereğince Devlet Memurluğundan Çıkartılmasına' dair tutanağı 3 Ağustos 2012 tarihli tebliğ tebellüğ belgesi ile size tebliğ edilmiş olup, Askeri Ceza Kanununun 153'üncü maddesinde ifadesini bulan yükümlülüklerinizi yerine getirmenizi aksi halde ilgi emir gereğince hakkında yasal işlem başlatılacağını bilmenizi rica ederim." Başvurucu bu tebligat sebebiyle 13/8/2012 tarihinde Komutanlığa üç sayfalık dilekçe vermiştir. Başvurucunun dilekçesinde belirttiği hususlardan bir kısmı şöyledir:"... Ancak bu aşamada belirtmek isterim ki, yurtdışı daimi görevden geri çağrılarak yurtiçine atamamın yapılması sebebi tarafıma tam olarak açıklanmış değildir. Bu atama işleminin dayanağını, AYİM'de 'Geri çağrılma ve atama işleminin iptali' talebi ile açmış bulunduğum davaya verilen savunma dilekçesi ile öğrenmiş bulunmaktayım....   Tüm bunlar yanında, ortada daha hiçbir idari tahkikat yokken tarafıma 'karından ayrıl' denmesi, son Yüksek Disiplin Kurulu kararına karşı eşim tarafından başlatılan yargı işlemlerinin devam etmesine rağmen, Askeri Ceza Kanunu'nun 153'üncü maddesinin gereklerinin tarafımdan emir yolu ile talep edilmesi bendeki güven duygusunu sarsarak, daha uzun seneler hizmet etmekten şeref duyacağım kurumumda çalışma şevkini kırmıştır. Yukarıda belirttiğim nedenlerden ötürü, esasen halen çalışmaya devam etmek istediğim Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görevimden, uğramış olduğum mağduriyetten dolayı doğmuş ve doğacak tüm yasal haklarımı saklı tutarak emeklilik sureti ile ayrılma işlemlerini başlattığımı ilgi yazınıza istinaden arz ederim." Başvurucu, Millî Savunma Bakanı'nın onayıyla 27/9/2012 tarihinde emekliye ayrılmıştır. AYİM Genel Sekreterliği, bu arada 6/9/2012 tarihinde başvuru konusu davaya ilişkin gizlilik dereceli belgelerin incelenmesi talebini uygun bulmamıştır. Söz konusu karara itiraz edilmesi üzerine AYİM Birinci Dairesi 11/9/2012 tarihinde gizlilik dereceli belgelerin bir kısmının savunmaya esas teşkil edecek unsurlar içerdiği, dolayısıyla bu bilgi ve belgelerin başvurucu tarafa incelettirilmemesinin savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikte olduğu, bir kısmının ise başka şahısların özel bilgilerini içermesi sebebiyle başvurucu vekilinin itirazını kısmen kabul etmiştir. Başvurucunun avukatı 4/10/2012 tarihinde söz konusu karar kapsamında gizlilik dereceli belgeleri inceleyebilmiş ve 8/10/2012 tarihinde idare tarafından sunulan gizlilik dereceli belgelere ilişkin beyanda bulunmuştur. Başvurucu bu kapsamda internette yayımlanan ses kayıtları sebebiyle idari tahkikat heyetinin kurulduğunu davalı idarenin sunduğu belgelerden öğrenebildiğini, görüşmenin TSK'yı karalayan internet sitesi yayınları hakkında bir bilgilendirme ve değerlendirme olarak aktarıldığını, idari tahkikat heyetinin usulsüz bir şekilde, hukuka aykırı yöntemlerle, kime ait olduğu tespit edilmeyen bir ses kaydıyla hareket ettiğini ileri sürmüştür. AYİM Birinci Dairesi tarafından başvuru konusu davaya ilişkin olarak 11/12/2012 tarihinde duruşma günü olarak 19/3/2013 tarihi belirlenmiştir. Bu arada başvurucu ve eşi ile beraber toplam on bir kişi farklı tarihlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak sosyal paylaşım sitelerinde açılan birtakım profillerde kendileri hakkında asılsız iftira ve hakaret boyutunda yazılar yazılmış olması nedeniyle şikâyetçi olmuşlardır. Yapılan soruşturma sonucunda üç şüpheli tespit edilmiştir. Şüphelilerin ifadeleri alınmış, daha sonra bunların işlenen suçlarla bir ilişkisi olmadığı sonucuna varılarak Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/12/2012 tarihli ve K.2012/76709 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. 19/3/2013 tarihinde yapılan duruşma sonucunda ara kararı alınarak AYİM İkinci Daire Başkanlığından bilgi istenmiştir. Bu kapsamda istenen bilgiler şöyle belirtilmiştir:" ...Anılan davanın görüm ve çözümüne esas olmak üzere;Davacının eşi ... hakkında ayırma işlemi uygulandığı, bu işlemin iptali istemiyle AYİM'de dava açıldığı, son olarak davayla ilgili AYİM Başsavcılığının görüşünün alındığı, dosyanın İkinci Daireye gönderildiği tespit edildiğinden; Davacının eşi ... ile ilgili açılan davanın safhasının bildirilmesinin, karar verilmiş ise karardan bir suretinin gönderilmesinin, Dosyada ... 'in sesi ile internet sitesinde yayınlanan ses kayıtları arasında benzerlik olup olmadığına ilişkin düzenlenmiş bir kriminal rapor var ise onaylı bir suretinin gönderilmesinin AYİM İkinci Daire Başkanlığından istenmesine Ara kararın taraflara tebliğine [karar verilmiştir.]" Söz konusu talebe ilişkin olarak 8/5/2013 tarihinde AYİM İkinci Daire Başkanı tarafından cevap verilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun eşinin açmış olduğu davanın hâlen sonuçlanmadığına, duruşmasının 29/5/2013 tarihinde yapılacağına ilişkin bilgi verilmiş; başvurucunun eşinin sesi ile internet sitesinde yayımlanan ses kayıtları arasında benzerlik olup olmadığına ilişkin olarak düzenlenen kriminal rapor Mahkemeye sunulmuştur. AYİM Birinci Dairesi 18/6/2013 tarihinde başvurucunun açmış olduğu davayı oybirliğiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:"...Davacının Gürcistan/Tiflis Türkiye Büyükelçiliğinde Askeri Ateşe olarak görev yaptığı sırada eşiyle ilgili olduğu belirtilen ses kayıtlarının 2011, 2011 ve 2011 tarihlerinde internette bir sitede yayınlandığı, ses kayıtlarının davacının eşi olduğu belirtilen kişi ile başka kişiler arasında cinsel birlikteliğe ilişkin nitelikte olduğu, bunun üzerine iddialarla ilgili araştırma yapmak üzere idari tahkikat heyeti kurulduğu, davacının görevli olarak Türkiye'ye çağrıldığı, konuyla ilgili olarak 19/12/2011 tarihinde ifadesinin alındığını, bu arada davacının eşini tanıyan subayların ve sivil memurların ifadelerinin alındığını, tanıkların bazılarının ifadelerinde; internetteki ses kayıtlarının davacının eşine benzediğini, bazılarının ise benzemediğini beyan ettikleri, İdari Tahkikat Heyetinin davacının eşiyle görüştüğü, davacının eşinin iddiaları kabul etmediği, bunun üzerine kendisine açık kaynaklarda yer alan ses kaydı ile karşılaştırma yapılabilmesi için ses kaydı örneği verip vermeyeceğinin sorulduğu, davacının eşinin ses örneği vermek istemediği, internette yayınlanan ses kayıtlarıyla ilgili olarak Jandarma Genel Komutanlığı Krimal Daire Başkanlığında inceleme yapıldığı, 26 Aralık 2011 tarihinde ses kayıtlarında; 'kayıtlar içerisinde anlam bütünlüğünü bozmak amacıyla konuşulan kelimelerin yerlerini değiştirerek farklı anlamlar üretmek, farklı sesler eklemek veya çıkarmak gibi herhangi bir manipülasyon yapılmadığı' kanaatine varıldığının belirtildiği, ayrıca Kriminal Daire Başkanlığı Uzmanları tarafından ses kayıtlarının dökümünün yapıldığı, ses kayıtlarından bir bayan ile üç ayrı kişi arasında cinsel birliktelik olduğunun anlaşıldığı, yapılan idari tahkikat sonrasında düzenlenen raporda; ses kayıtlarındaki bayanın davacının eşinin olabileceğinin değerlendirildiğinin belirtildiği, ses kayıtlarında yer alan erkek kişilerin de davacının eşinin çalıştığı dönemde Kara Kuvvetleri Komutanlığında haberci ve kuaför asker olarak görev yaptıklarının tespit edildiği, dava derdest iken davacının eşiyle ilgili olarak da ayırma işleminin yapıldığı, ayırma işlemiyle ilgili olarak dava açıldığı, davanın AYİM İkinci Dairesinde derdest olduğu, ara kararı üzerine İkinci Daireden gönderilen belgelerden, davacının eşinin ses karşılaştırılması yapılması için ses örneği vermeyi kabul ettiğinin anlaşıldığı; bunun üzerine kriminal inceleme yapıldığı, Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı tarafından 25 Haziran 2012 tarihinde 2012/272589-177005 Evrak Kayıt numarasıyla düzenlenen raporda; internette yayınlanan ses kayıtlarındaki bayan ile davacının eşinin "kuvvetle muhtemel aynı kişi" olduğunun belirtildiği, bu durumun davacının eşiyle ilgili iddialar ve tespitler dikkate alındığında; davacının TSK'yı yurtdışında temsil edemeyeceği ve temsil yeteneğini kaybettiği yönündeki değerlendirmelerin maddi olgulara dayandığı, dolayısıyla davacının yurt dışı sürekli görev işleminin iptal edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır." Başvurucu kararın tebliğinden sonra süresi içinde karar düzeltme kanun yoluna başvurmuştur. Karar düzeltme dilekçesinde başvurucu özetle maddi olgulara dayandığı yönündeki kabulün hukuka, yasaya ve usule açıkça aykırı olduğunu, maddi olgu olarak kabul edilip değerlendirilen ses kayıtlarının hukuken hiçbir anlam ve değerinin bulunmadığını, Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerinin ihlal edildiğini belirtmiş; Yargıtayın ve Danıştayın kararlarından bahsetmiştir. Davalı idare karar düzeltme isteğinin reddini talep etmiştir. Bu sırada başvurucunun eşinin meslekten çıkarma cezasına karşı açmış olduğu davayı AYİM İkinci Dairesi 25/9/2013 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme isteği 13/11/2013 tarihli ve E.2013/1119, K.2013/1061 sayılı kararla oybirliğiyle reddedilmiştir. Söz konusu ilam başvurucuya 29/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun ek maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"(Ek: 31/7/1970 - 1323/13 md.; Değişik : 28/6/2001 - 4699/21 md.) (Değişik birinci fıkra: 22/5/2012-6318/55 md.) Yabancı bir memlekette veya uluslararası kuruluşlarda görev alacak subay veya astsubaylara; Genelkurmay Başkanlığının muvafakati ve Millî Savunma Bakanlığının (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için İçişleri Bakanlığının) onayı ile 5 yıla kadar maaşsız izin verilebilir. (Değişik ikinci fıkra: 22/5/2012-6318/55 md.) Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile Türkiye Cumhuriyetinin üye olduğu veya imzaladığı anlaşmalarla taraf bulunduğu diğer uluslararası teşkilatlar nezdinde ateşkesi denetlemek üzere gözlemci sıfatıyla görev alan veya barış gücünde görevlendirilen subay ve astsubaylara, Genelkurmay Başkanlığının muvafakati, Millî Savunma Bakanlığının (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için İçişleri Bakanlığının) teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile beş yıla kadar maaşlı izin verilebilir. Bu personele, görevlendirilen teşkilat tarafından yapılacak ödemelerin dışında, ayrıca, aynı kararname ile tespit edilecek tutarda aylık ek ücret de verilebilir. 926 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Sürekli görevle yurt dışına gönderilen subay ve astsubaylar, geçici görevle en çok bir ay süre ile merkeze çağrılabilirler. Bu süre içinde aylığı katsayılı ödenir. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya evlilik bağını devam ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar eden asker kişiler hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına, erbaşlar hakkında rütbenin geri alınmasına hükmolunur.Bir kimseyle gayri tabii mukarenette bulunan yahut bu fiili kendisine rızasıyla yaptıran asker kişiler hakkında, fiilleri başka bir suç oluştursa bile, ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası, erbaşlar için rütbenin geri alınması cezası verilir." 18/12/2005 tarihli ve 26027 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Askerî ataşeliklere ve milletlerarası anlaşmalara göre yurt dışında açılmış kadrolara atanacak personelin seçimleri özel yönergelere göre yapılır. Buralarda geçen hizmet süreleri 1 inci derece garnizon hizmet sürelerinden sayılır. Yurt Dışı Sürekli Görevler Yönergesi'nin (Yönerge) ikinci bölümünün maddesinin a.(2) bendi ve a.(3) bendi sırasıyla şöyledir:" Temsil yeteneğine sahip olmak, seçilmek için temel esastır."" Temsil yeteneği aileyi de kapsar." Yönerge'nin maddesinin (a), (b), (c) fıkraları şöyledir: "a. Yurt dışı sürekli görevlere aday olarak seçilen personelden, yurt dışı sürekli görevine başlamadan önce veya başladıktan sonra seçim şartlarını taşımadıkları anlaşılanların, adaylıkları ve atamaları iptal edilir. b. Seçim ve atamanın iptal edilmesini gerektiren bir durumun ortaya çıkması halinde ... askeri ataşelik görevleri için Genelkurmay İstihbarat ve Personel Başkanlıklarınca birlikte inceleme yapılır. c. Gerekli bilgi ve belgeler; Genelkurmay Personel Başkanlığınca Genelkurmay Başkanına arzı müteakip seçim veya yurt dışı atama emri iptal edilir. Yurt dışında olanlar yurda geri alınır ve haklarında gerekli yasal işlem yapılır. Bu husus ilgili şahısların özlük dosyalarına işlenir ve bu gibi personel bir daha yurt dışına gönderilmez." Yönerge'nin maddesinin (ç) fıkrasının bendinde ayrıca "Personelin seçim şartlarını ve temsil kabiliyetini kaybettiğinin belirlenmesi durumunda seçim, atamanın veya yurt dışı sürekli görevin iptal edilebileceği" düzenlemesi yer almaktadır.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9045
Başvuru, internette yayımlanan ses kayıtları dikkate alınarak yurt dışı sürekli görev atamasının iptal edilmesi sebebiyle işkence ve kötü muamele yasağının, özel ve aile hayatına saygı ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 12/7/2016, 14/7/2016 ve 18/7/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların ekli (2) numaralı tabloda başvuru tarihi ve numaralarına yer verilen başvuru dosyalarının kişi ve konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2016/13034 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ) Seyitömer Termik Santrali'nde işçi olarak çalışan başvurucular hizmet kolunda faaliyette bulunan TES-İŞ'e (Sendika) çalıştıkları kuruma ait işyeri numarası ile üye olma talebinde bulunmuşlardır. Sendika, başvurucuların üyelik taleplerini kabul ederek üyelik başvuru formlarını kuruma göndermiştir. EÜAŞ, başvurucuların kendi personeli olmadığını belirterek belgeleri iade etmiştir. Başvurucular, üyelik taleplerinin kabulü nedeniyle Sendika ile işveren arasında imzalanan ve hâlen yürürlükte bulunan toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmaları gerektiğini ileri sürerek bu sözleşmeden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili isteğiyle ayrı ayrı dava açmışlardır. Kütahya İş Mahkemesi, yapmış olduğu yargılama sonunda verdiği 30/5/2014, 6/6/2014 ve 13/6/2014 tarihli kararlarla başvurucuların taleplerini kabul etmiştir. Mahkeme; Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen aynı mahiyetteki çok sayıda dosyayı da emsal göstererek hizmet alım ihalesini alan alt işverenler değişmesine rağmen başvurucuların çalışmaya devam ettiği, hizmet alımına konu işin asıl iş niteliğinde olduğu ve bu itibarla asıl işveren ile alt işveren arasındaki hizmet alımının muvazaalı olduğu yönünde bir saptamaya yer vermiştir. Kütahya İş Mahkemesinin başvuruya konu olan kararları yanında benzer nitelikteki çok sayıda kararı davalı EÜAŞ tarafından temyiz edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen belgelerden Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2014 tarihinde yapmış olduğu temyiz incelemesi sonucunda başvurucularla birlikte çok sayıda işçi hakkında verilen kabul kararını bozduğu saptanmıştır. Bozma kararlarında elektrik üretimi yapan davalı Şirketin 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesinde tanınan imtiyazlara sahip olması nedeniyle asıl işin tamamı veya bir kısmını alt işverene devredebileceği tespitinde bulunulmuş ve bu saptamadan hareketle EÜAŞ'ın hizmet alım usulünde muvazaalı alt işverenlik ilişkisinden bahsedilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Yargıtay bozma kararında ayrıca alt işverenlik hususunun ilk defa 4628 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında değerlendirildiğine de işaret etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma kararları üzerine aralarında başvurucuların da bulunduğu bazı işçiler tarafından açılan davalar Kütahya İş Mahkemesine, bazı davalar da Kütahya İş Mahkemesine tevzi edilmiştir. Kütahya İş Mahkemesi bozma üzerine yapmış olduğu yargılama sonucunda 250'den fazla dosyada direnme kararı vermiş olup bu kararlar da temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) direnme üzerine yapmış olduğu 30/9/2015 tarihli inceleme sonucunda davalı kamu tüzel kişiliği ile yapılan hizmet alım sözleşmelerinin içeriği, alt işverenlerin değişmesine rağmen çalışan işçilerin değişmemesi, alınacak işçilerin unvanlarının şartnamede ayrı ayrı belirtilmesi, alt işverenin ücret bordrolarını tutan bir işçi dışında diğer işçileri sevk ve idare eden işçisinin bulunmaması, puantaj kayıtlarının EÜAŞ tarafından belirlenen kişilerce tutulması, işe alan ve işten çıkaranın EÜAŞ olması, davacı ve alt işveren şirket işçilerinin asıl işveren EÜAŞ işçileri ile aynı şekilde ve üretimin her bölümünde çalışması, emir ve talimatların EÜAŞ tarafından verilmesi, çalışma şartlarının ve yıllık izinlerin EÜAŞ tarafından belirlenmesi, alt işveren işçilerinin yapılan iş ve hizmette EÜAŞ tarafından temin edilen ve yine davalıya ait araçları kullanması gibi nedenleri gözönünde tutarak davalı Şirket ile alt işveren arasındaki hizmet alım sözleşmesinin muvazaalı olduğu ve davacıların asıl işveren Şirketin işçisi olduğu gerekçeleriyle direnme kararlarını yerinde bulmuştur. HGK, Özel Daire tarafından incelenmeyen diğer temyiz itirazlarının incelenmesi amacıyla dosyaları Özel Daireye göndermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, direnme kararının yerinde bulunması üzerine önüne gelen bu dosyalarda kamu tüzel kişisi olan davalının imzaladığı alt işverenlik sözleşmesinin muvazaa sebebiyle geçersiz ve davacıların da baştan itibaren kamu tüzel kişisinin işçisi olduğu HGK kararıyla kabul edildiğinden uygulama birliği ile hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri uyarınca bu dosyaları onadığını bildirmiştir. Kütahya İş Mahkemesi ise aralarında başvurucuların dosyalarının da bulunduğu 232 dosyada Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2014 tarihli bozma ilamına uyarak davanın reddine karar vermiştir. Başvurucular davanın reddine dair hükümleri temyiz etmişlerdir. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/3/2016 tarihinde yapmış olduğu temyiz incelemesinde, HGK'nın 30/9/2015 tarihli kararıyla muvazaanın varlığı kabul edilmiş ise de 12/11/2014 tarihli bozma kararındaki görüşünü korumasına rağmen hukuki istikrar adına HGK'dan geçen dosyaları onadığına işaret etmiştir. Daire, kendisi tarafından bozulup ilk derece mahkemesince bozmaya uyulması nedeniyle HGK'nın önüne çıkmayan başvurucular ve benzer durumdaki dosyalarda ise davalı lehine usule ilişkin müktesep hak oluştuğuna da işaret ederek onama kararı vermiştir. Bu arada aralarında başvurucuların vekillerinin de bulunduğu avukatlar tarafından 15/5/2015 tarihli dilekçeyle Yargıtay Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Dairesi ile Yargıtay Hukuk Dairesi kararları arasında asıl işveren ile alt işveren arasındaki iş ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı hususunda içtihat aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 3/3/2016 tarihli ve 74 sayılı karar ile muvazaa iddiasının her somut olayın özelliğine göre çözümlenmesi gerektiğinden içtihadı birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığına karar vermiştir. Nihai kararlar 20/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 12/7/2016, 14/7/2016 ve 18/7/201 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13034
Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın sonucunu etkileyecek nitelikteki iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Kipaş Mensucat İşletmeleri A.Ş. (Şirket) Kahramanmaraş'ta tekstil üzerine faaliyet gösteren bir firmadır. A. Başvuru Konusu Davadan Önceki Süreç Başvurucu Şirketin bulunduğu yerleşim yerinin bağlı olduğu Belediye 19/6/2012 tarihinde başvurucu Şirkete yazdığı yazıyla 31/12/2004 tarihli ve 25687 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ile 27/10/2010 tarihli ve 27742 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Atıksu Altyapı ve Evsel Katı Atık Bertaraf Tesisleri Tarifelerinin Belirlenmesinde Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik (Yönetmelik) hükümleri gereği Şirketin sayaç kullanma zorunluluğunun bulunduğunu belirtmiştir. Yazıda, tebliğden itibaren otuz gün içinde gerekli tedbirlerin alınması ve atık su sayacı takılması hususu ihtar edilmiştir. Belediyenin Su ve Kanalizasyon Müdürlüğü tarafından düzenlenen 12/9/2012 tarihli tutanağa göre başvurucu Şirketin arıtma sistemine ait atık su borusunun bir sondaj çalışması sırasında zarar görmesi üzerine Şirkete ait fabrikanın atık sularının Belediyenin yağmur suyu hattına tahliye edilmesi için Belediyeden izin talep edilmiş, 6/9/2012-22/9/2012 tarihleri arasında fabrikanın atık suları yağmur suyu kanalına deşarj edilmiştir. Şirket 22/9/2012 tarihinde Belediyeye yazdığı yazıda; 22/9/2012 tarihi itibarıyla kendi atık su hatlarının devreye girdiğini, Belediyeye ait yağmur suyu hattının kullanılmadığını belirtmiştir. Belediyenin başvurucu Şirkete yazdığı 1/10/2012 tarihli yazıda on beş günlük kullanım karşılığı atık su bedeli olarak 993,53 TL tahakkuk ettirildiği belirtilmiş, Şirket 22/4/2013 tarihinde söz konusu faturayı faiziyle birlikte ödemiştir. Belediye, başvurucu aleyhine Kahramanmaraş İcra Müdürlüğünün E.2013/1820 sayılı dosyasında 22/3/2013 tarihli ve 185,37 TL'lik su faturasına dayalı olarak faiziyle birlikte toplam 070,40 TL bedel üzerinden ilamsız icra takibi başlatmış; başvurucunun itirazı üzerine takip durmuştur.B. Başvuru Konusu Dava Süreci Belediye; Şirketin birikmiş su borcu olduğunu, atık su alt yapı sistemlerini kullanan ya da kullanacakların bağlantı sistemi olup olmadığına bakılmaksızın kirlilik yükü ve atık su miktarı oranında yapılan harcamalara katılmak zorunda olduğunu belirterek su borcu ve atık su bedeli olarak 000 TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmesi için Kahramanmaraş Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Yargılama sırasında 26/5/2014 tarihinde keşif yapılmış; inşaatçı bilirkişi 16/6/2014 havale tarihli raporunda başvurucu Şirkete ait fabrikadan çıkan atık suların fabrikanın arıtma tesisinde temizlenerek Erkenez Çayı'na deşarj edildiğini, işletmenin Belediyenin ulaşım hizmetinden yararlanıp herhangi bir alt yapı hizmetinden faydalanmadığını belirtmiştir. Mahkeme 18/7/2014 tarihli kararında belirttiği "Dava, davaya konu olan Kahramanmaraş ili . İlçesi, F.. Köyü, Mahallesi ... nolu parsel'de bulunan davalı işletmenin kullandığı atıksu ile ilgili Belediye gelirler kanunun üçüncü kısım (Harcama ve Katılma Payları) 97-98 ve maddeleri kapsamında tesisten faydalanan gayrimenkul sahiplerinden pay alınacağı hükmü kapsamında davacının ediminin yerine getirmemesi nedeniyle, atık su bedelinin tahsiline yöneliktir. Davalının davacı belediyenin atık su hizmetinden [faydalanmasına] rağmen atık su bedelini ödemediği anlaşıldığından..." gerekçesiyle davayı kabul etmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 16/9/2015 tarihli kararında, usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek kararı onamıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 12/5/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 15/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 15/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Atıksuları toplayan kanalizasyon sistemi ile atıksuların arıtıldığı ve arıtılmış atıksuların bertarafının sağlandığı atıksu altyapı sistemlerinin kurulması, bakımı, onarımı, ıslahı ve işletilmesinden; büyükşehirlerde 20/11/1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunla belirlenen kuruluşlar, belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeler, bunların dışında iskâna konu her türlü kullanım alanında valiliğin denetiminde bu alanları kullananlar sorumludur....Atıksu altyapı sistemlerini kullanan ve/veya kullanacaklar, bağlantı sistemlerinin olup olmadığına bakılmaksızın, arıtma sistemlerinden sorumlu yönetimlerin yapacağı her türlü yatırım, işletme, bakım, onarım, ıslah ve temizleme harcamalarının tamamına kirlilik yükü ve atıksu miktarı oranında katılmak zorundadırlar. Bu hizmetlerden yararlananlardan, belediye meclisince ve bu maddede sorumluluk verilen diğer idarelerce belirlenecek tarifeye göre atıksu toplama, arıtma ve bertaraf ücreti alınır....." 20/11/1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İSKİ'nin gelirleri aşağıdaki kaynaklardan sağlanır:a) Su satışı va kullanılmış suların uzaklaştırılmasına karşılık, tarifesine göre abonelerden alınacak ücretler,b) Belediye Gelirleri Kanunu uyarınca, su ve kanalizasyon tesislerinden yararlananlardan ilgili belediye adına alınacak katılma payları,..." 2560 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Su satışı, kanalizasyon tesisi bulunan yerlerdeki kullanılmış suların uzaklaştırılması, septik çukurların boşaltılması giderleri için ayrı tarifeler yapılır. Bu tarifelerin tespitinde, yönetim ve işletme giderleri ile, amortismanları doğrudan gider yazılan (aktifleştirilmeyen) yenileme, ıslah ve tevsi masrafla ve (…) (2) bir kar oranı esas alınır. (2)Tarifelerin tespiti ile tahsilatla ilgili usul ve esaslar bir yönetmelik ile belirlenir.'' 2560 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:"Bu Kanun diğer büyükşehir belediyelerinde de uygulanır." 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Belediyelerce veya belediyelere bağlı müesseselerce aşağıdaki şekillerde inşa, tamir ve genişletilmeye tabi tutulan yolların iki tarafında bulunan veya başka bir yola çıkışı olmaması dolayısıyla bu yoldan yararlanan gayrimenkullerin sahiplerinden meclis kararı ile Yol Harcamalarına Katılma Payı alınabilira) Yeni yol açılması;b) Mevcut yolların yüzde 40 nispetinde veya daha fazla genişletilmesi;c) Kaldırımsız ve bakımsız bulunan yolların, kaldırım veya parke kaldırım haline getirilmesi veya asfalt yapılması, kaldırım veya şose halindeki yolların da parke, beton veya asfalta çevrilmesi;d) Mevcut kaldırım veya parkelerin sökülüp yeniden düzenlenmesi,Yolların kaldırımlar da dahil olmak üzere (15) metreden fazla genişliklerine düşen giderler, belediyelere ait olup harç payına konu teşkil etmez.İki ve daha fazla yol kenarında bulunan gayrimenkuller için asıl cepheyi teşkil eden yoldan düşen pay tam, diğer yollara ait pay ise yarım olarak hesaplanır.'' 2464 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Belediyelerce ve belediyelere bağlı müesseselerce, aşağıdaki şekilde kanalizasyon tesisi yapılması halinde, bunlardan faydalanan gayrimenkullerin sahiplerinden, Kanalizasyon Harcamalarına Katılma Payı alınır:a) Yeni kanalizasyon tesisi yapılması,b) Mevcut tesislerin sıhhi ve fenni şartlara göre ıslah edilmesi.İki ve daha fazla yol kenarında bulunan gayrimenkuller, hangi yoldaki kanalizasyona bağlanmış ise, payın hesabında o yola ait kanalizasyon giderleri nazara alınır." 2464 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Belediyelerce veya belediyelere bağlı müesseselerce beldede aşağıdaki şekillerde su tesisleri yapılması halinde, dağıtımın yapıldığı saha dahilindeki gayrimenkullerin sahiplerinden, Su Tesisleri Harcamalarına Katılma Payı alınır:a) Yeni içmesuyu şebeke tesisleri yapılması,b) Mevcut şebeke tesislerinin tevsii ve ıslahı.Birden fazla yol kenarında bulunan gayrimenkullere ait payın hesabında, bunların yalnız suya bağlandıkları yol üzerindeki uzunlukları esas alınır." Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(1) Atıksu altyapı yönetimlerinin verdiği su ve/veya atıksu hizmetlerinden yararlananlardan hem su hem de atıksu abonesi olanlar su sayacı, sadece atıksu abonesi olanlar atıksu sayacı taktırmakla ve işler durumda muhafaza etmekle yükümlüdürler. Ancak atıksu sayacı kullanılmasının teknik olarak mümkün olmadığı durumlarda bu yükümlülük aranmaz." Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Kanalizasyon sistemlerine atıksu boşaltımı için uygulanacak temel ilkeler şunlardır;...d) Atıksu miktarının belirlenmesi için, içme suyu şebekesi haricinden su temin edenler, temin ettiği su miktarını alt yapı tesisleri yönetimine belgelemek ve bedeli karşılığındakanalizasyon sistemine bağlanmak zorundadır...." Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/11/2018 tarihli ve E.2016/21536, K.2018/10970 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"..... dava konusu kanalizasyon ve su tesisleri harcamalarına katılım paylarına ilişkin usul ve esaslar 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nda ve bu kanuna dayalı olarak İç İşleri Bakanlığı tarafından çıkarılan 'Belediye Gelirleri Kanunu'nun Harcamalara Katılma Payları ile ilgili Hükümlerin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik'te düzenlenmiş olup, bu bedellerin tahsilinde iş bu kanunda belirlenen düzenlemelerin (yol ve yöntemin) esas alınması gerekecektir. Davalı idarenin 2464 sayılı yasaya ve ilgili yönetmeliğe dayanmadan ve bu yasal düzenlemelerle sınırları çizilmiş olan kurallara uymadan kişilerden herhangi bir tahsilat yapması, bu nedenlerle mümkün değildir. Davalı idarenin ancak Belediye Gelirleri Kanunu çerçevesinde yapılacak hesaplama ile belirlenecek katılım payını, bu Kanunda düzenlenen sınırlamaları aşmamak ve kanuni prosedürü uygulamak kaydıyla, bu bedelleri hizmetten istifade eden taşınmazların şebeke veya kanalın tamamlanarak hizmete sunulduğu yahut mevcut şebeke tesislerinin tevsii ve ıslahı tarihinde maliki olan kişilerden Belediye Gelirleri Kanununun ve İç İşleri Bakanlığı yönetmeliğinin belirlediği usul ve sınırlar dâhilinde tahsil edilmesi gerektiği açıktır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/4/2018 tarihli ve E.2016/13423, K.2018/3600 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava konusu kanalizasyon harcamalarına katılma payı ile su tesisleri harcamalarına katılma payı, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun 87, 88, maddelerinde düzenlenmiş olup, ilgili yasal düzenlemelerde bu bedellerin, Belediyelerce ve belediyelere bağlı müesseselerce, kanalizasyon veya su hizmeti sunulması halinde bu hizmetlerden faydalanan gayrimenkullerin sahiplerinden belli koşullar ile alınabileceği düzenlenmiştir...." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/1/2016 tarihli ve E.2014/13-193, K.2016/16 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Kuyudan temin edilen kuyu suyunun yeşil alanlarda sulama suyu olarak kullanılması durumunda su ve atık su bedelinin ödenmeyeceği, ancak bu kuyu suyunun yeşil alan dışında kullanılıp (evde, işyerinde, wc, lavabo vs.) çıkan atık (kirli) suyun kanalizasyon tesisine deşarj edilmesi halinde tarife hükümlerine göre atık su bedelinin ödeneceği Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2014,2013/13-508 E. 2014/39 K. sayılı kararında da belirtilmiştir.Somut uyuşmazlıkta taraflar arasındaki çekişmeli konu; davalının kullandığı kuyu suyunun nerelerde kullanıldığı ve kullanılan kuyu suyunun kanalizasyon bağlantısının bulunup bulunmadığı noktasında olup mahkemece davalı tesis içerisinde bulunan kuyu suyunun sadece yüzme havuzunda kullanılan kısmının kanalizasyona bağlı olduğu, kuyu suyunun sistemde kullanma suyu olarak kullanılmadığı, kuyu suyunun kullanıldığı diğer kısımlarda (bahçe sulaması, yangın hidrantı) kanalizasyon bağlantısının bulunmadığı, kanalizasyon bağlantısı tespit edilen davalı şirkete ait kuyu suyundan yüzme havuzunda kullanılan kısmına ait kanalizasyon atık su bedelinin ve gecikme zammı toplamının 551,02-TL olduğu yönünde kabulde isabetsizlik bulunmamaktadır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/2/2016 tarihli ve E.2015/2075, K.2016/1685 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Kural olarak, kendi taşınmazındaki kuyudan su çıkartarak kullanan kişinin fiili, kaçak su kullanımı olarak değerlendirilemez. Ancak kullanılan kuyu suyu kadar atık suyun üretildiği kabul edilerek, atık suların uzaklaştırılması konusunda verilen hizmetlerden yararlanılması ve atık suları kanalizasyon şebekesi vasıtasıyla binadan uzaklaştırması halinde, tarife ile belirlenen atık su bedelinden sorumlu olunacağı kabul edilir.Hukuk Genel Kurulunun ve Dairemizin istikrar kazanmış uygulamasına göre de; kendi taşınmazındaki kuyudan su çıkararak su kullanan kişi ve kuruluşlardan su bedeli alınamaz. Çıkarılan su; lavabo, wc, mutfak, araç yıkama gibi yerlerde kullanılarak atık su (kirli su) üretilmesi ve üretilen bu atık suyunda Belediyelerin bakım ve gözetiminde olan kanalizasyon tesislerine verilmesi hâlinde atıksu bedeli alınır. Şebeke suyunun; bağ, bahçe, çim ve ağaç sulanmasında kullanılması hâlinde atık su bedeli alınamaz, keza; kuyu suyunun da; bağ, bahçe, çim ve ağaç sulamasında kullanılması halinde su ve atık su bedeli alınamaz. Atık su kulanım bedelinden, fiili kullanım yapan gerçek ve tüzel kişiler kullanım süre ve miktarı ile sorumludur....'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/12/2014 tarihli ve E.2014/12361, K.2014/16125 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dairenin istikrar kazanmış uygulaması; kanalizasyon hizmetinden yararlanmayan kişi ve kurumlardan atıksu bedeli alınamaz......Dosyada bulunan ve davacı kurum tarafından bildirilen 10/4/2006 tarih, 9928 sayılı yazıya göre; davalının sahibi bulunduğu Kral Unlu Mamülleri Gıda ve San. Tic. AŞ'nin bulunduğu bölgede su ve kanalizasyon hattı olmadığının bildirildiği görülmüştür.Açıklanan mevzuat hükümleri dikkate alındığında, kanalizasyon hizmetlerinden yararlanmamasına rağmen, su kullanan ve atıksularını doğrudan veya dolaylı olarak kanala, alıcı ortamlara deşarj eden tesis ve işletmelerin özellikleri dikkate alınarak varsa sayaçla ölçülen sarfiyat üzerinden veya çalışan kişi sayısına bağlı olarak hesaplanan su tüketimi üzerinden kullanılmış suları uzaklaştırma bedeli alınacağı hükmünün tatbik edilebilmesi için, davalı tarafından sağlanan kanalizasyon hizmetlerinden yararlanma şartının gerçekleşmiş olması gerekir. ...davacı kurumun davalıya atıksu hizmeti vermediği tespit edilirse, yukarıdaki açıklamalar dikkate alınarak davacı kurumun davacıdan talep edebileceği bedelin “Kirliliği Önleme Payı” olduğu, ancak davacının kirlilik önleme payına yönelik tahakkuk yapmayıp, atık su bedeli talep ettiği gözetildiğinde, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir....''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.v/Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). AİHM; Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin AİHM'de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM'de olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66). AİHM'e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85). Yargılama sırasında sunulan bir kısım delillerin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38). Khamidov/Rusya başvurusunda AİHM, öncelikle kanıtları en iyi şekilde değerlendirme ve hukuk kurallarını yorumlama pozisyonunda olan yerel mahkemelerin işlevini üstlenmek gibi bir görevinin olmadığını tekrarlayıp ilke olarak mahkeme kararı keyfî veya açıkça mantıksız ya da bir bütün olarak yargılama Sözleşme'nin maddesinin gerektirdiği ölçüde adillikten yoksun olmadığı sürece yerel mahkeme kararlarına müdahalede bulunmayacağını belirtmiştir. Khamidov/Rusya başvurusu, güvenlik güçleri tarafından özel mülke verilen zarar nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesi üzerine yapılmıştır. Başvurucu, yerel mahkemeye tazminat talebini ispat etmek için birçok delil sunmuş; bu delillere karşı çıkılmaması ya da aksinin ispat edilmemesi nedeniyle başvurucunun iddiası sübuta ermiştir. Ancak yerel mahkeme açık ve net delillere rağmen başvuranın mülkünün İçişleri Bakanlığı tarafından işgal edildiği ve başvuranın mülküne zarar verenin davalı İçişleri Bakanlığı olduğu hususunun kanıtlanamadığı sonucuna ulaşmıştır. AİHM; Sözleşme'nin maddesi gereği yerel mahkemelerin tarafların argüman ve kanıtlarını uygun bir şekilde incelemekle yükümlü olduğunu, mevcut davada davayla ilgili daha önceki mahkeme kararı, resmî yazılar ve birçok delile rağmen yerel mahkemenin ne şekilde bu sonuca ulaştığının anlaşılamadığını, bu kararla başvurucu için aşırı ve ulaşılmaz bir kanıt standardı ortaya konulduğunu, kararın bu açıdan keyfî olduğunu belirterek tazminat talebi açısından Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (B. No: 72118/01, 15/11/2007, §§ 170-175).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12989
Başvuru, davanın sonucunu etkileyecek nitelikteki iddiaların Mahkeme ve Yargıtay kararlarında karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul süreyi aşması ve yargılama aşamasında delil toplanması taleplerinin kabul edilmemesi nedenleriyle de adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 2/8/2012 tarihli kararı ile kasten adam öldürme suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 10/12/2012 tarihli iddianamesi ile kasten adam öldürme ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2012/547 sayılı dosyası üzerinden yürütülürken başvurucu tutukludur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 25/6/2013 tarihli kararı ile başvurucunun kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis cezası ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 1 yıl hapis ve 600 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da hükmetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/3/2015 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma sonrası davanın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/46 sırasına kaydı yapılmış ve 17/4/2015 tarihli Tensip Tutanağı ile başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme 22/12/2015 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve "Sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdiği süre öngörülen cezanın üst sınırı ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, isnat edilen suçlamanın CMK'nun[Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] 100 maddesindeki katalog suçlardan olması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı..." gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 28/12/2015 tarihinde bu karara itiraz etmiş, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 8/1/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 14/1/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 18/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 10/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis cezası ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 1 yıl hapis ve 600 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da hükmetmiştir. Başvurucu, hakkında verilen 10/11/2016 tarihli mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/11/2018 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1747
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul süreyi aşması ve yargılama aşamasında delil toplanması taleplerinin kabul edilmemesi nedenleriyle de adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Düzce'nin Akçakoca ilçesi Dilaver köyünde bulunan fındık bahçesi niteliğindeki 5293,41 m² yüz ölçümlü taşınmazda başvurucunun 1/4 hissesi bulunmaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından Büyük İstanbul İçme Suyu Merhale Projesi kapsamında yapılacak kamulaştırma işlemleri için 1996 yılında kamu yararı kararı alınmıştır. Bakanlar Kurulu da 2012 yılında bu proje kapsamında yapılacak Melen Barajı'nın kum malzemesinin temini için başvurucunun hissesi bulunan taşınmazın da aralarında olduğu taşınmazların acele usulde kamulaştırılmasına karar vermiştir. Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından düzenlenen 19/4/2013 tarihli kıymet takdir raporunda, taşınmazın m² değerinin 25,34 TL olduğu ve %30 objektif değer artışı ile birlikte toplam m² değerinin 33,50 TL olacağı ifade edilmiştir. DSİ'nin 27/5/2013 tarihinde taşınmaza acele usulde el konulması talebi üzerine Akçakoca Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Hukuk Mahkemesi) 10/7/2013 tarihinde davanın kabulüne, taşınmaza acele el konulmasına izin verilmesine ve taşınmazın bedeli olarak tespit edilen 375,48 TL'nin bankaya depo edilmesine karar vermiştir. DSİ 24/12/2013 tarihinde başvurucu ve diğer malikler aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemiyle dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından yapılan keşif sonucu dosyaya sunulan bilirkişi raporunda; taşınmazın mücavir alan sınırları dışında olduğu, belediye hizmetlerinden yararlanmadığı, kapama fındık bahçesi niteliğinde olduğu, arsa vasfının bulunmadığı ifade edilmiş ve ilçe tarım müdürlüğü verileri dikkate alınarak taşınmaza net gelir metodu uygulanmak suretiyle m² değerinin 34,79 TL ve toplam değerinin 118,29 TL olduğu belirlenmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda; taşınmazın çıplak m² değerinin 30,25 TL olduğu, Akçakoca, Karasu ve Kocaeli plajlarına yakın konumda olması ve rafting sporunun yapıldığı güzergâh üzerinde bulunması, halkın tek geçim kaynağının fındık olması ve bunun değiştirilmesinin icap ettiği de dikkate alındığında taşınmaza %15 oranında objektif değer artışının uygulanması gerektiği ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi; hissedarlardan F.O.nun payını dava tarihinden önce devretmesi nedeniyle bu davalı yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden kabulüne, kabul kararı verilen davalılar yönünden taşınmazın kamulaştırma bedelinin 118,29 TL olarak tespitine, bu davalılar yönünden acele elkoyma dosyası ile ödenen 531,61 TL'nin mahsubu ile bakiye 586,68 TL kamulaştırma bedelinin Ziraat Bankası Akçakoca Şubesi tarafından hükmün kesinleşmesi beklenmeksizin davalılara ödenmesine ve 586,68 TL fark bedele 25/4/2014 tarihinden karar tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına karar vermiştir. Ayrıca 500 TL vekâlet ücretinin davanın kabulüne karar verilen davalılardan alınarak DSİ'ye verilmesine hükmetmiştir. Başvurucunun temyiz istemini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesince (Yargıtay Dairesi) 18/3/2019 tarihinde karar onanmıştır. Onama kararının gerekçesinde kapama fındık bahçesi niteliğindeki taşınmaza net fındık geliri esas alınarak bilimsel yolla değer biçilmesinde ve tespit edilen bedelin bloke ettirilerek hükmün kesinleşmesi beklenmeden davalı tarafa ödenmesine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği ifade edilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 6/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 28/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21192
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) tarafından, doğal gaz borcu zamanında ödenmediğinden bahisle 354,44 TL borcun tahsili amacıyla 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca başvurucu Şirket adına 1/9/2008 tarihli ödeme emri düzenlenmiştir. Başvurucu, söz konusu ödeme emrinin iptali istemiyle 19/9/2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemenin 2/12/2008 tarihli kararıyla davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiş, bu karar Danıştay Onüçüncü Dairesinin (Daire) 9/11/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, 21/1/2013 tarihinde davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle; BOTAŞ tarafından başvurucuya Nisan-Mayıs-Haziran 2008 dönemine ait gaz bedeli olarak toplam 500,63 TL asıl alacak ve bu asıl alacağa 6183 sayılı Kanun gereği işletilen 583,81 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 354,44 TL tutarında ödeme emri gönderildiği belirtilmiştir. Başvurucu ile BOTAŞ arasında doğal gaz alım satımına ilişkin imzalanan sözleşme gereği borcun vade tarihinin her takvim ayının günü olduğu bilgisine yer verilmiştir. Ödenmeyen faturaların son ödeme tarihlerinin 2008 yılının mart, nisan, mayıs, haziran aylarının günleri olduğu, başvurucu tarafından bu dönemlere ilişkin olarak 5/5/2008 ile 3/7/2008 tarihleri arasında toplam 750 TL ödemede bulunulduğu, bu ödemelerin en eski fatura borcundan mahsup edilerek yapıldığı, 3/7/2008 ile 14/8/2008 tarihleri arasında ise toplam 344,75 TL ödemede bulunulduğu tespitine yer verilerek, Nisan 2008 dönemine ait faturadan bakiye 705,57 TL dahil Nisan-Mayıs-Haziran 2008 dönemine ait toplam 354,44 TL borcun süresinde ödenmemesi üzerine 1/9/2008 tarihli ödeme emrinin düzenlendiği vurgulanmıştır. Vadesinde ödenmeyen amme alacağına yönelik ödeme emri düzenleneceğinin mevzuatta açık olduğu ve başvurucunun doğal gaz bedelinden kalan bakiye borcunu vadesinde ödemediği sabit olduğundan söz konusu alacağın tahsiline yönelik olarak düzenlenen ödeme emrinde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 31/10/2018 tarihli kararı ile onanmış; kararın düzeltilmesi istemi de yine Dairenin 25/6/2019 tarihli kararı ile reddedilerek karar kesinleşmiştir. Nihai karar 23/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 20/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 18/4/2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun "Diğer hükümler" kenar başlıklı maddesinin (g) bendi şöyledir:"BOTAŞ'ın doğal gazla ilgili alacakları hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır." 6183 sayılı Kanun'un "Ödeme zamanı ve önce ödeme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Amme alacakları hususi kanunlarında belli edilen zamanlarda ödenir. Hususi kanunlarında ödeme zamanı tesbit edilmemiş amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak tebliğden itibaren bir ay içinde ödenir. Bu ödeme müddetinin son günü amme alacağının vadesi günüdür...." 6183 sayılı Kanun'un "Ödeme emri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 15 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir 'ödeme emri' ile tebliğ olunur...."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın yerleşik içtihadı uyarınca kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B.No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz; bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler AİHM'in yeniden inceleme alanına girmez. AİHM bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır, dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna(No. 2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28520
Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, askerlik görevi sırasında meydana gelen mayın patlaması sonucunda yaralanması nedeniyle, ilgili idare hakkında açtığı tam yargı davası sonucunda, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarı üzerinden vekâlet ücreti belirlendiğini, buna ilişkin düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ederek iptalini ve hükmedilen tazminat miktarının yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir. Başvuru, 26/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 8/3/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 20/5/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 22/5/2013 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 22/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 29/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 6/8/2013 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Osmaniye İli Hasanbeyli İlçe Jandarma Komutanlığında Jandarma Er olarak askerlik görevini ifa etmekte iken, bölücü terör örgütü mensuplarınca yola yerleştirilen uzaktan kumandalı patlayıcının 27/7/2010 tarihinde şoförlüğünü yaptığı askeri aracın geçişi esnasında patlatılması sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, maruz kaldığı yaralanma neticesinde yapılan ilk müdahalenin ardından Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Eğitim Hastanesinde her iki kolundaki yumuşak doku kaybı nedeniyle “debridman-greftleme” ameliyatı geçirmiş ve kendisine değişik sürelerle toplam 4,5 ay “hava değişimi” izni verilmiştir. Son hava değişimi izni sonunda başvurucunun sağ ön kol dorsal yüzde orta 1/3’lük bölümünde 10x6 cm boyutunda düzensiz sınırlı hiperpigmente greft dokusu ve son ön kol volar yüzde proksimal 1/2’lik bölümünde 20x10 cm boyutunda düzensiz sınırlı hiperpigmente vitalgreft dokusu tespit edilerek anılan hastane tarafından “askerliğe elverişlidir” şeklinde ön rapor tanzim edilmiş ve 135 gün iş ve iş gücü kaybının olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu bu rapora itiraz etmiş ve İstanbul Gümüşsuyu Asker Hastanesinde muayenesi yapılarak askerliğe elverişli olduğu yönünde rapor düzenlenmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 18/4/2011 tarih ve 2011/82 sayılı kararı ile 3/11/1980 tarih ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un maddesi uyarınca başvurucuya 135 günlük iş gücü kaybı nedeniyle 771,20 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, meydana gelen olay nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini için İçişleri Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) 29/7/2011 tarihinde tam yargı davası açmış, davalı idareden 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminat ve adli yardım taleplerinde bulunmuştur. AYİM Nöbetçi Dairesinin 10/8/2011 tarih ve E.2011/140 sayılı kararı ile 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun ve 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu maddeleri gereğince başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Davaya bakan AYİM İkinci Dairesi, başvurucunun maddi zararının tespit edilebilmesi için bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir. Bilirkişinin 12/4/2012 tarihli raporunda, başvurucunun maddi zararının 311,00 TL olduğu bildirilmiştir. Başvurucu, AYİM İkinci Dairesine sunduğu 20/4/2012 tarihli dilekçesi ile 000,00 TL tutarındaki maddi tazminat talebinin 000,00 TL’lik kısmından feragat ettiğini bildirmiştir. Dilekçenin ilgili kısmı şöyledir:“…Konu düzeltme talebimizin, davada haksız oluşumuzdan değil; dava açıldığı tarihte ıslah kuralları da dikkate alınarak müvekkilin herhangi bir zarara uğramaması amacıyla … feragat edilen miktar da dahil olmak üzere talepte bulunmak zorunda kaldığımızı, bu nedenle … feragat edilen tazminat miktarı doğrultusunda davalı idare lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesini;…” AYİM İkinci Dairesi, 16/5/2012 tarih ve E.2011/1166, K.2012/539 sayılı kararı ile tıbbi rapor ve bilirkişi raporu doğrultusunda 311,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi tazminatın, 27/7/2010 tarihinden ödeme tarihine kadar hesaplanacak % 9 oranındaki yasal faizi ile birlikte, başvurucuya ödenmesine ve fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin reddine; ayrıca, başvurucunun feragat isteminin etkili olmadığı gerekçesiyle dikkate alınmayarak 2/11/2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (659 sayılı KHK) ve maddeleri gereğince reddedilen tazminat talepleri üzerinden hesaplanan 531,34 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu bu karar aleyhine karar düzeltme yoluna başvurmuş ve AYİM İkinci Dairesinin 17/10/2012 tarih ve E.2012/576, K.2012/924 sayılı kararı ile başvurucunun talebi reddedilmiştir. Bu şekilde başvuru yolları tüketilmiş, anılan ret kararı başvurucuya 5/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/11/2012 tarihinde, Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 659 sayılı KHK’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.(2) İdareler lehine karara bağlanan ve tahsil olunan vekalet ücretleri, hukuk biriminin bağlı olduğu idarenin merkez teşkilatında bir emanet hesabında toplanarak idare hukuk biriminde fiilen görev yapan personele aşağıdaki usul ve sınırlar dahilinde ödenir.a) Vekalet ücretinin; dava ve icra dosyasını takip eden hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü veya avukata %55’i, dağıtımın yapıldığı yıl içerisinde altı aydan fazla süreyle hukuk biriminde fiilen görev yapmış olmak şartıyla, hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara %40’ı (…) eşit olarak ödenir.b) Ödenecek vekalet ücretinin yıllık tutarı; hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü, avukatlar için (000) gösterge (…) rakamının, memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez.c) Yapılacak dağıtım sonunda arta kalan tutar, hukuk biriminde görev yapan ve (b) bendindeki tutarları dolduramayan hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara ödenir. Bu dağıtım sonunda arta kalan tutar üçüncü bütçe yılı sonunda ilgili idarenin bütçesine gelir kaydedilir.(3) Hizmet satın alınan avukatlara yapılacak ödemeler bu madde kapsamı dışındadır.” 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/791
Başvurucu, askerlik görevi sırasında meydana gelen mayın patlaması sonucunda yaralanması nedeniyle, ilgili idare hakkında açtığı tam yargı davası sonucunda, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarı üzerinden vekâlet ücreti belirlendiğini, buna ilişkin düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ederek iptalini ve hükmedilen tazminat miktarının yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 15/7/2017 tarihinde Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sema Yaşar Semt Polikliniğinde kasık fıtığı ameliyatı olmuştur. Anılan işlemden kısa süre sonra testislerinde şişme ve yanma hissi oluşması nedeniyle ağrı kesici ilaç kullanması önerilen başvurucu, on gün sonrasında sütur alınması için randevu verilerek 16/7/2017 tarihinde taburcu edilmiştir. Başvurucu 21/7/2017 tarihinde ameliyat bölgesinde oluşan yoğun ağrı şikâyeti nedeniyle hastaneye müracaat etmiş, muayenesi sonucunda 28/7/2017 tarihine USG randevusu verilmiştir. Bu randevu tarihine kadar farklı tarihlerde hastaneye ağrı şikâyeti ile müracaat eden başvurucunun ameliyat bölgesine pansuman ve miyalji tanısıyla ağrı kesici iğne enjeksiyonu yapılmıştır. 28/7/2017 tarihli USG işleminin sonucunda üroloji uzmanı hekim tarafından başvurucuya acil cerrahi müdahalede bulunularak bir testisinin alınması gerektiği bildirilmiştir. 31/7/2017 tarihinde Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde (Üniversite Hastanesi) yapılan tetkik ve muayene sonucunda sütur materyalinin kordu sıkıştırması -dikiş atılırken testislere giden damarlara da düğüm atılması- sonucunda bir testisinin işlevini kaybettiği belirlenmiş ve aynı gün gerçekleştirilen cerrahi müdahale sonucunda bu testis alınmıştır. Başvurucu, hatalı tıbbi müdahale nedeniyle ilgili sağlık görevlileri hakkında 24/8/2017 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuş, Başsavcılık başvurucuyu Adli Tıp Kurumuna (ATK) sevk ederek bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. ATK İhtisas Dairesinin 22/1/2019 tarihli raporunda; ameliyatın tıbbi normlara uygun olduğu, 21/7/2017 tarihinde acil servise başvurusu sonucu yapılan USG'de sağ testiste kanlanma olmadığı, fıtık ameliyatlarında testiküler damarların etkilenebileceği ve bu nedenle testis kan dolaşımının bozularak testis kaybı gelişebileceği belirtilmiştir. Raporda, bu sonucun her türlü özene rağmen gelişebilen bir komplikasyon olarak değerlendirildiği, meydana gelen dolaşım bozukluğunun zamanında tanısı konulup ameliyat edilmesi durumunda da testis kaybının önlenebileceğinin kesin olmadığı, dolayısıyla kişinin tedavisine katılan hekimlerin uygulamalarının tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu bildirilmiştir. Başsavcılık, bu rapor gereğince şüpheli hekimler hakkında 21/5/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiş, anılan karar itiraz yolundan geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu 15/12/2017 tarihinde Antalya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; fıtık ameliyatından hemen sonra şişme ve yanma şikâyetlerini ilgili hekime bildirmesine rağmen hiçbir işlem yapılmadığını, literatürde yanlış atılan düğümün ilk 4-5 saat içerisinde çözülmesi hâlinde testisin işlevini kaybetmeyeceğinin bilindiğini beyan etmiştir. Bu hata sonucunda çocuk yapma kabiliyetini kaybettiğini belirten başvurucu, 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, soruşturma dosyasında talep edilen ATK raporunu dosya içerisine alarak taraflara tebliğ etmiştir. Başvurucu, bu rapora yönelik itirazında; ameliyat sonucu oluşacak tali hasarların, önlem alınsa dahi gerçekleşebileceği yönündeki görüşün hukuki olmadığını beyan etmiş ve dosyanın ATK Genel Kuruluna gönderilmesi ile zamanında tanı konulsaydı testis kaybının önlenebilme ihtimali olup olmadığının sorulmasını talep etmiştir. Mahkeme, başvurucunun itirazlarının raporu kusurlandıracak nitelikte olmadığını belirterek ATK raporunda belirtilen gerekçelerle (bkz. § 5) 8/9/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu istinaf talebinde bulunmuştur. Dilekçede; ATK raporunda 21/7/2017 tarihinde USG işlemi yapıldığı belirtilmesine karşın bu bilginin gerçeği yansıtmadığını, kayıtlara göre başvurucuya yapılan bu işlemin tarihinin 28/7/2017 olduğunu, ameliyat öncesinde testisini kaybedebileceğine dair bilgilendirme yapılmadığı gibi onam belgesinde imzasının da bulunmadığını beyan etmiştir. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire), Mahkemeden aydınlatılmış onama ilişkin tüm belgelerin gönderilmesini talep etmiş ve inceleme sonucunda kararın hukuka uygun olduğu gerekçesiyle istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu nihai kararı 2/7/2020 tarihinde öğrenmiş ve 23/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26103
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kadastro davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Adıyaman ili, Kahta ilçesi, Kalyon köyü, Kepir mevkiinde bulunan dava konusu taşınmazla ilgili olarak A.B. isimli şahıs tarafından 21/4/1976 tarihinde Kahta Asliye Hukuk Mahkemesinde el atmanın önlenmesi davası açılmıştır. Kahta Asliye Hukuk Mahkemesi 15/12/1980 tarihinde dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde kadastro çalışması başladığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyanın Kahta Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Dosya, Kahta Kadastro Mahkemesinin (Mahkeme) E.1981/279 sırasına kaydedilmiş, yargılama sırasında başvurucular 21/5/1985 tarihinde dava konusu taşınmaz sınırları içerisinde kendilerine ait arazilerin de bulunduğunu belirterek tescil talebiyle davaya müdahil olmuşlardır. Mahkeme 1/8/1991 tarihli kararında davalıların dava konusu taşınmaz üzerinde yirmi beş yılı aşkın bir zamandır nizasız fasılasız zilyet olduklarını, davacıların bu taşınmazdan zorla çıkarıldıklarına yönelik iddianın ispatlanmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 10/10/1994 tarihli kararında tarafların tapu, vergi kayıtları ve mahkeme kararlarına dayandıklarını, bu kayıtların dava konusu yere sağlıklı bir şekilde uygulanmadığını, yerel bilirkişiler ve tanık beyanlarındaki çelişkinin yüzleştirme yoluyla giderilmediğini belirterek yeniden keşif yapılmak suretiyle gerçek malik araştırmasının yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkemece yapılan yargılama sonucu verilen 12/12/2002 tarihli kararda, dava konusu yeri davalıların yaklaşık kırk yıldır kullandıkları, davacıların taleplerininyasal dayanaktan yoksun olduğu belirtilerek dava reddedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/11/2006 tarihli kararında, bozma ilamında belirtilen yöntemle araştırma, inceleme ve uygulama yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkemece yapılan yargılama sonucu verilen 14/4/2012 tarihli kararda "...Kahta Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1954/86, K.1956/16 sayılı kesinleşen kararına konu olan yerin fen bilirkişi raporunda C harfi ile belirtilen yer olduğu kanaatine varılarak bu yerin mahkeme ilamı ile davalıların zilyetliğinde olan yer olduğu ve o mahkeme kararına göre zilyetliğin yaklaşık 1935 yılından beri davalılar lehine devam ediyor olmasına karar verildiğinden ve hüküm kesinleştiğinden fen bilirkişileri raporunda C harfi ile belirtilen alan hakkında müdahil davacı Cevher Çelik'in keşifteki beyanı da gözetilerek müdahil davacılar ile davalılar arasında kesin hüküm olduğu gerekçesi ile müdahil davacıların davalarının reddine karar vermek gerekmiştir..." gerekçesiyle başvurucuların talebi reddedilmiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 22/5/2013 tarihli kararı ile Kahta Kadastro Mahkemesi kapatılmış, dosya Adıyaman Kadastro Mahkemesine gönderilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/9/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 1/7/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu Mahmut Çelik'e 13/8/2014 tarihinde, Cevher Çelik'e ise 14/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve 5/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14874
Başvuru, kadastro davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/3/2009 tarihinde gözaltında alınmış; İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga 250 madde ile görevli) 24/4/2009 tarihli iddianamesi ileterör örgütüne üye olma, kamu malına zarar verme, terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 30/4/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesinin 26/5/2014 tarihli kararıyla bir kısım suç yönünden bozulmuştur. Temyiz üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 22/9/2014 tarihinde Mahkemenin yetkisizliğine, dava dosyasının yetkili Antalya Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2015 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürütülen kovuşturmanın ertelemesine karar verilmiştir. İtiraz yoluna gidilmemiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13933
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/37283
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz koruma memurları tarafından darbedilme, sakalın zorla kesilmesi, şikâyette bulunulmaması için tehdit edilme, sorumluların cezasız kalması nedenleriyle Anayasa'nın , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru 2/5/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 24/6/2015 tarihli görüş yazısı 6/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, resmî evrakta sahtecilik ve kamu kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından mahkûmiyetinin infazı için 26/6/2006 tarihinde Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. İnfaz koruma memurları tarafından 28/6/2006 tarihinde sakalını kesmesi söylenmiş, başvurucunun buna ilişkin bir kural olup olmadığını sorması ve sakalını kesmek istemediğini belirtmesi üzerine görevliler ile aralarında tartışma yaşanmış, kurallara uymadığı gerekçesiyle başvurucunun müşahede odasına alınması yönünde işlem yapıldıktan sonra sakalı kesilmiştir. Başvurucu, sakalının zor kullanılarak kesildiğini ve darbedildiğini ileri sürmektedir. İnfaz koruma memurları ise başvurucunun müşahede odasında kalmamak için sakalını kesmeyi kabul ettiğini darp ya da zor kullanmanın söz konusu olmadığını ileri sürmüşlerdir. İnfaz koruma memurları tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 28/6/2006 tarihli tutanakta başvurucunun temizliğine riayet etmediği için defalarca uyarıldığı, kendilerine yönelik olarak “Ben bir siyasi parti başkanıyım sizinle dışarıda hesaplaşırım.” dediği ve kendilerini tayinle tehdit ettiği “Hepinizi süründürürüm, benim kişisel temizliğim bana aittir, kimse bana yaptıramaz, cezaevi kurallarına uymuyorum, sizler bir hiçsiniz.” dediği, diğer hükümlü ve tutuklara kötü örnek olduğundan Kurum Müdürü’nün emri dâhilinde müşahedeye alındığı belirtilmektedir. Anılan tutanak, infaz koruma memurları Ş.K., H.Ö., A.N., , R.B., A.O.Y., R.B., R.Y., H.A. tarafından imzalanmış ve 29/6/2006 tarihinde Ceza İnfaz Koruma Müdürlüğüne sunulmuştur. Ceza İnfaz Koruma Müdürlüğüne ayrıca başvurucu tarafından imzalanmış olan “Ben cezaevine henüz yeni geldim. Kuralları bilmediğimden dolayı olası hatalarım nedeniyle idareden özür dilerim.” ve “C… B… bey ve A… Ç… beyden yaptığım hatalardan dolayı özür dilerim.” şeklinde iki dilekçe sunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun kulağından kan geldiğini ve doktora gitmek istediğini belirtmesi üzerine 29/6/2006 tarihinde başvurucu, Şanlıurfa Devlet Hastanesine götürülmüş; burada düzenlenen adli raporda darp ve cebir öyküsü bulunduğu, yüzünde sağ zygoma kemiği üzerinde 3x2 cm’lik, sol zygoma üzerinde 2x2 cm’lik, burun üstünde 1x1 cm’lik ekimozlar; göğüs ön sol tarafta kot çevresinde hassasiyet, sağ skapula üstünde 1x2 cm’lik ekimoz tespit edilmiş; başvurucu göğüs ve batın patolojisi için Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmiştir. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesinde 29/6/2006 tarihinde düzenlenen müşahede evrakında tüm batın USG normal olduğu, acil müdahale düşünülmediği, yumuşak doku travması olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, hastanede doktorlara darbedildiğini anlattığını ancak muayene için kendisiyle birlikte gelen Ceza İnfaz Kurumu memurlarının gerekli işlemlerin yapılmasına engel olduklarını beyan etmektedir. Başvurucu, ayrıca hastaneden sonra Cezaevi müdürünün odasına götürüldüğünü burada tehdit edilerek kendisine sağlık sorunlarının Cezaevine girmeden önce var olduğunu beyan ettiği bir dilekçe yazdırıldığını, başka bir kuruma sevk edilmesi koşuluyla dilekçeyi vermeyi kabul ettiğini beyan etmektedir. Başvurucu tarafından imzalanarak Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne sunulan dilekçenin içeriği şöyledir: “29/6/2006 tarihinde gitmiş olduğum Şanlıurfa Devlet Hastanesinden hakkımda tanzim edilen raporlarda belirtilen rahatsızlıklar ben cezaevine girmeden önce mevcut idi. Benim rahatsızlıklarımdan cezaevinden kimse sorumlu değildir.” Başvurucu, yaklaşık iki buçuk ay sonra Halfeti Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiş; 7/9/2006 tarihinde verdiği dilekçe ile Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda kötü muamele gördüğünü, kendisini darbeden, suçu bildirmeyen ve bildirilmesine engel olan kamu görevlileri hakkında şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan Ö. ve Ö. tarafından yazılıp imzalanmış, başvurucunun dövüldüğüne şahit olduklarına dair Savcılığa birer dilekçe sunmuştur. Halfeti Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucuya infaz koruma memurları arasından teşhis yaptırılmış, şüpheli ve tanık ifadeleri ile başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu, Şanlıurfa Kapalı Cezaevinde görev yapan infaz koruma memurları arasından 1/2/2007 tarihinde yaptığı teşhiste Ş.K.nin kendisini ayakta tokatladığını ve kafasına bastığını, A.Ö.nün kendisini yerde tekmelediğini, H.Ö.nün olay yerinde bulunduğunu ancak şiddet uygulamadığını, A.Ç.nin kendisinin yere yatırılmasını istediğini ve yerde tekmelediğini, H.A’nın yerde tekmelediğini, Y.nin kendisini yere yatırarak tekmelediğini, R.B ve H.P.nin kendisini ayakta iken dövdüğünü ve yerde iken tekmelediğini, nin kendisini arkasından sarıp tuttuğunu, yere yatırıldığında ise göğsüne diziyle bastırdığını ve her iki yanağına tokat attığını, işitme kaybına sebebiyet veren yaralanmanın nin eylemi sırasında gerçekleşmiş olabileceğini, sol elmacık kemiği üzerindeki yaralanmanın tekme atılırken olduğunu ancak kimin yaptığını bilmediğini, burun ve sağ elmacık kemiği üzerindeki yaranın Ş.K.nin ayak tabanıyla yüzüne bastığı sırada olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Savcılık tarafından alınan ifadesinde özetle 26/6/2006 tarihinde Cezaevine alındığını, 28/6/2006 tarihinde ismini bilmediği bir gardiyanın kendisine sakalını kesmesini söylediğini, sakalını kesmesiyle ilgili yönetmelikte bir hüküm olup olmadığını sorması üzerine memurun “yönetmelikte yoksa ne olacak” şeklinde cevap verdiğini, kendisinin buna hitaben “o zaman keyfi uygulama yapmış olursunuz” dediğini bunun üzerine gardiyanın gidip kısa bir süre sonra geri geldiğini ve kendisini koğuştan çıkararak koridorun girişine götürdüğünü, burada sekiz gardiyanın beklemekte olduğunu, gardiyanlardan birisinin kendisine hitaben “sakalını kesmeyecekmişsin” dediğini, böyle bir şey söylemediğini yalnızca böyle bir usulün olup olmadığını sorduğunu belirttiğini, bunun üzerine Arap lakaplı nin “burada kanun benim, sen kendini ne sanıyorsun” dediğini, bunun üzerine baş gardiyanla görüşmek istediğini söylediğini, aynı kişinin “baş gardiyan da benim” dediğini, bunun üzerine A.Ç.nin “götürün kesin” dediğini, bunun üzerine sekiz gardiyanla birlikte berberhaneye doğru gittikleri sırada altı gardiyanın daha geldiğini, bu kişileri görse tanıyabileceğini, Ş.K.nin berbere “kes” dediğini, H. hariç diğer on üç gardiyanın A.Ç.nin verdiği “yatırın” komutuyla kendisine saldırdıklarını, önce Ş.K.nın kendisine tokat attığını, nin kollarını arkadan kavradığını, H.P., R., A.N. ve ismini bilmediği bir gardiyanın kendisini dövmeye devam ettiğini, kendisini yere düşürdüklerini, yerde iken on üç gardiyan tarafından tekmelendiğini, yerde iken sakalını kesmeye çalıştıklarını, kendisinin engel olmaya çalışması üzerine nin boğazını tutarak birkaç kez tokat attığını, “imdat” diye bağırınca Ş.K.nin ayakkabısı ile yüzüne bastırdığını, daha sonra ayağını sol gözüne koyduğunu ve küfür ettiğini, berbere “kes” dediğini, yerde iken tıraş edildiğini, nefesinin daraldığını ve kalp krizi geçiyorum diye bağırdığını, berberin de tıraşı bitirmesi üzerine kendisini bıraktıklarını ve müşahede odasına götürdüklerini, burada kimsenin bulunmadığını, kendisini güvende hissetmediği için şikâyetçi olmayacağını belirterek koğuşuna götürmelerini istediğini, bunun üzerine kendisine bir özür dilekçesi imzalattıklarını ve kendisini başka bir koğuşa götürdüklerini, kulağından kan gelmeye başladığını, ertesi gün de kan durmayınca doktora gitmek istediğini, revire götürüldüğünü, buradaki sağlık memuruna darbedildiğini anlattığını, düştüğünü söylemesi koşuluyla kendisini doktora götürebileceklerini söylediklerini, çaresiz olduğu için kabul ettiğini, saat 16:30’da kendisini Cezaevi doktoruna götürdüklerini, doktora düştüğünü söylediğini, muayeneden sonra doktorun kendisini hastaneye sevk ettiğini, hastanede doktorun yanında yalnız olmadığını, buna rağmen darbedildiğini belirttiğini ve rapor tutulmasını istediğini, burada kendisine tetanos aşısı yapıldığını, muayene ve tahliller yapıldıktan sonra başka bir hastaneye gittiklerini, burada doktor kendisini muayene etmek isterken kendisini hastaneye getiren Cezaevi memurlarının doktoru dışarı çağırdıklarını, bir süre sonra bayan bir doktorun geldiğini, bu doktordan yardım istediğini, Cezaevine döndüklerinde müdürün odasına götürüldüğünü, burada kendisini tehdit ettiklerini, bir kâğıda “Yaralanmalarım cezaevine girmeden önce olmuştur.” şeklinde dilekçe yazdırdıklarını, başka bir cezaevine nakil olmak koşuluyla kabul ettiğini, korktuğu için bu Cezaevinde kalmaktayken herhangi bir şikâyette bulunamadığını, başka cezaevine geçer geçmez Savcılığa dilekçe verdiğini; kendisini darbeden gardiyanlardan, Cezaevi sağlık memurundan, görevini yapmayan hastane polisinden ve kendisini en son muayene eden bayan doktor hariç hastane doktorlarından ve diğer sorumlulardan şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle S.'nin (başvurucu) Cezaevine geldiğinde çene kısmında uzun sakalı bulunduğunu, İş Kontrolörü A.Ç.nin başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, bunun üzerine başvurucunun “ben sakalımı kesmiyorum siz keyfi uygulama yapıyorsunuz, ben siyasi parti il başkanıyım, sizinle hesaplaşırım” şeklinde tehditler savurduğunu ve bağırdığını o sırada sekiz on gardiyanın olay yerinde olduğunu, başvurucuyla konuşarak onu sakinleştirdiğini, bunun üzerine sakalını kesmeye ikna olduğunu, berberhaneye giderek tıraş olduğunu, olaya ilişkin tutanak tuttuklarını, şahsın yanaklarındaki yaralanmanın bağırdığı sırada ağzını kapatmaya çalıştıkları sırada olmuş olabileceğini, zaten cildinin hassas olduğunu, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. İş Kontrolörü A.Ç., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başgardiyanların da amiri olduğunu, olay günü başvurucu sakalını kesmek istemeyince tutanak tuttuğunu ve kendisine bir şey yapmaması için başvurucuyu müşahede kısmına almalarını söylediğini, başvurucunun “hepinizi sürdüreceğim” diye bağırmaya başladığını, gardiyanların şahsın ağzını kapattıklarını, bunun üzerine özür dileyerek sakalını keseceğini söylediğini, dilekçe yazdıklarını, bunun üzerine kendisini koğuşa götürdüklerini, olaydan birkaç gün sonra kendisini gördüğünde yanaklarında hafif kızarıklık olduğunu, gardiyanların bağırmasın diye ağzını kapattıkları sırada olmuş olduğunu tahmin ettiğini, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. İnfaz koruma memurlarından R.B., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle A.Ç.nin talimatı üzerine başvurucuya gidip sakalını kesmesini söylediğini, başvurucunun sakalını kesmek istemediğini gidip A.Ç.ye söylediğini, “buraya getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi üzerine A.Ç.nin “kurallara uymadığı için bu müşahadeye gidiyor” dediğini, sonra başvurucunun bağırmaya başladığını, nin koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahadeye giderken özür dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. İnfaz koruma memurlarından , Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle berberhanenin bulunduğu yerden bağırma sesleri gelmesi üzerine oraya gittiğini, koridorda top sakallı birinin “sakalımı kesemezsiniz” diye bağırmakta olduğunu gördüğünü, bu kişiyi hücreye koyduklarını, beş on dakika sonra kapıyı tıklayarak kendisini çağırdığını, sakalını keseceğini söylediğini, bunun üzerine kendisini çıkararak berberhaneye götürdüklerini, kendisine vurmadıklarını ifade etmiştir. İnfaz koruma memurlarından A.N., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde A.Ç.nin R.B.yi başvurucunun koğuşuna göndererek sakalını kesmesini söylettiğini, kendisi olay yerine gittiğinde başvurucunun koridorda olduğunu gördüğünü, A.Ç.nin başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, başvurucunun ise “benim sakalımı kestiremezsiniz ben sakalımı kesmem parti yöneticisiyim” dediğini, o sırada H.Ö. ile birlikte başka bir kısma geçtiklerini, gerisini bilmediğini, başvurucuya vurmadığını ve ona karşı zor kullanmadığını belirtmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Müdür Yardımcısı E.Ü., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle olay günü vekil müdür olduğunu, A.Ç.nin kendisine sakalını kesmek istemeyen bir kişi olduğu ve müşahedeye alma konusunda bilgi verdiğini, daha sonra gelip bu kişinin özür dilediğini ve tıraş olduğunu bildirdiklerini, bu kişi ile yüz yüze hiç görüşmediğini, anlatılan konuşmanın kendisi ile aralarında geçmediğini, belki diğer müdür yardımcısı arkadaşlarıyla geçmiş olabileceğini, bu kişilerin ise tayin olup gittiklerini, isimlerinin S. ve H.K. olduğunu beyan etmiştir. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan berber Ö., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan beyanında özetle olay günü Başgardiyan Ş.K.nin başvurucuyu berbere getirdiğini, başvurucunun tıraş olmak istememesi üzerine kendisine “dışarı çık” dediklerini, yarım saat sonra çağırdıklarında şahsın berber koltuğunda oturuyor olduğunu ve kendisini tıraş ettiğini, dövülmüş gibi bir görüntüsü olmadığını, yara bere izi görmediğini, el yazısıyla kendi ismiyle yazılmış olan ve Savcılığa sunulan, başvurucunun dövüldüğüne ilişkin yazıyı kendisinin yazmadığını belirtmiştir. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan Ö., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan beyanında öncelikle 4/10/2006 tarihinde tahliye olacağını (ifadenin alındığı günden on beş gün sonra) belirtmiş, daha sonra özetle28/8/2006 günü öğleden sonra başvurucuyu başgardiyanla birlikte yedi sekiz gardiyanın getirip koğuşa bıraktığını; başvurucunun yüzü, gözü, kolları, bacaklarının perişan hâlde olduğunu, gözüne kan oturduğunu, başvurucunun dayak yediğini anladığını, sakal ve bıyığının düzgün olmayan bir şekilde tıraş edilmiş olduğunu, başvuruya ne olduğunu sorduğunda anlatmadığını ancak Cezaevinde dayak olayının duyulduğunu, kendisinin daha sonra başvurucuya gidip olayı sorduğunu, yine anlatmadığını ancak bir ay kadar sonra anlattığını, sakal bırakmanın yasak olmadığını, S. koğuştan ayrıldıktan sonra gardiyanların gelip “S. bizi şikayet etmiş, ifade vermeyin zararlı siz çıkarsınız.” diye tehdit ettiklerini, rutin aramanın dışında kendi koğuşlarında arama yaptıklarını, bu ifadesinden sonra baskı göreceğini beyan etmiştir. Halfeti Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/9/2006 tarihinde başvurucu hakkında adli rapor düzenlenmesi istemiyle Halfeti Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığına, Şanlıurfa Devlet Hastanesi Baştabipliğine yazı yazılmıştır. Halfeti Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığının düzenlendiği tek hekim geçici raporunda (tarih bulunmamaktadır) başvurucunun her iki göz çevresinde eski yara izi mevcut olduğu, şahsın bir üst sağlık kurumuna sevkinin uygun olduğu görüşü sunulmuştur. Şanlıurfa Devlet Hastanesince yapılan plastik cerrahi muayenesinde başvurucunun, sağda daha belirgin olan bileteral, her iki eklemde ağız açıklığı sırasında kondil eminens üzerine çıktığı, sağ göz inferolateralinde 15x15 mm’lik skar dokusu mevcut olduğu, scarın sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığının olay tarihinden altı ay sonra yapılacak muayyene ile tespit edilmesinin uygun olacağı, çene eklemlerindeki patolojinin duyu veya organlardan birinin sürekli zayıflığına yol açabileceği, plastik cerrahi tarafından bir ay sonra tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı hususlarını belirten 13/9/2006 tarihli uzman hekim geçici raporu düzenlenmiştir. Aynı Kurum tarafından yapılan KBB muayenesinde başvurucunun sol timpanik membran üzerinde kalker plak ve sol kulakta tiz frekanslarında hafif derecede sensionöral işitme kaybı tespit edilmiş, tıbben bu sonuçlara bakılarak kişinin darba uğradığı yorumu yapılamayacağı şeklinde kesin rapor düzenlenmiştir. Başvurucunun Şanlıurfa Devlet Hastanesince 8/11/2006 tarihinde yapılan plastik cerrahi muayenesinde mevcut skarların sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığı açısından kırk beş gün sonra değerlendirilmesi, bileteral TME patolojisi için Gaziantep Devlet Hastanesi Plastik Cerrahi servisine sevkinin uygun olacağı şeklinde rapor düzenlenmiştir. Gaziantep Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 17/11/2006 tarihli raporda, maksimum ağız açıklığını 4 cm olduğu, sağ temporomandibular eklemde klik olduğu belirtilmiştir. Şanlıurfa Devlet Hastanesi tarafından 21/12/2006 tarihli kesin raporda sağ malar bölgede yer alan 15 mm’lik skar dokusu, sol inferoorbital bölgedeki 15 mm’lik skar dokusunun sabit eser taşıdığı, burun dorsumundaki skar sabit eser niteliğinde olduğu, bileteral TME disfonksiyonu kalıcı vasıfta olduğu bildirilmiştir. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca 1/2/2007 tarihinde başvurucu hakkında düzenlenen adli raporda sağ zygoma altında cilt seviyesinde hemen hemen cilt renginde 1x0,1 cm nedbe, burun sırtı sağda cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,5x0,2 cm nedbe, sol zygomada cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,2x0,1 nedbe, çene sağda cilt seviseyinde ciltten hafif açık renkli sakal azalmış 1x0,5 cm nedbe bulunduğu, normal ışık altında sözel diyalog mesafesinden ilk bakışta fark edilmediği, sabit iz niteliğinde bulunmadığı, temporamandibular eklem hareketleri tam, açılmada klik sesi duyulduğu, sonuç olarak yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve yüzde sabit iz niteliği taşımadığı mütalaa edilmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/2/2007 tarihinde iş kontrolörü A.Ç., İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. ve infaz koruma memurları A.N., , R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., Y., H.A. hakkında kasten yaralama suçundan yargılanmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Şanlıurfa Sulh Ceza Mahkemesi 26/2/2007 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş, 10/4/2007 tarihinde davaya konu eylemin işkence suçunu oluşturduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyanın Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Dava, Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2007/212 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. A.Ç. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle kesinlikle şikâyetçiyi (başvurucu) kastederek “yatırın bunu” şeklinde talimat vermediğini, tehditte bulunmadığını ve vurmadığını, başvurucuyu yaralamadığını, sakalını kesmesini söylemeleri üzerine başvurucunun sinirlendiğini ve bağırmaya başladığını, bir gardiyanın gürültü olmaması için bağırırken ağzını kapattığını, karşı geldiği için sakinleşmesi amacıyla müşahede odasına götürmelerini söylediğini, götürülürken başvurucunun kendilerinden özür dilediğini, sakalını keseceğini söylediğini bunun üzerine berbere götürmelerini söylediğini, olayın bundan ibaret olduğunu ifade etmiştir. Ş.K. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucunun sakalını kesmek istememesi üzerine tartışma yaşanınca tutanak tuttuklarını, müşahedeye alınacağını anladığından başvurucunun özür dilediğini ve bu hususta yazılı beyanda bulunduğunu, bunun üzerine diğer gardiyanlar tarafından berbere götürüldüğünü, vurmadığını, yaralamadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. A.N. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin kendisine başvurucuyu kastederek “sakalı kesilecek” dediğini, başvurucuyu tek başına berbere götürürken başvurucunun yolda bağırmaya başladığını, berbere götürüp bıraktığını burada beklemediğini, vurmadığını, yaralamadığını beyan etmiştir. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucuyu müşahede kısmında bir bölüme aldıklarını, kendisiyle görüşmeye gittiğini ve sakalını kesmeyi kabul etmesi üzerine berbere götürdüklerini tıraş olduğunu, herhangi bir itiş kakış olmadığını, başvurucuya kötü davranmaları için bir sebep olmadığını beyan etmiştir. R.B. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin talimatı üzerine başvurucuya gidip sakalını kesmesini söylediğini, sakalını kesmek istemediğini gidip A.Ç ye söylediğini, “buraya getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi üzerine A.Ç.nin “kurallara uymadığı için bu müşahadeye gidiyor” dediğini, başvurucunun bağırmaya başladığını, nin koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahedeye giderken özür dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, kendisinin görmediğini, diğer mahkûmların da olayı gördüğünü, başvurucuya vurmadığını, tehditte bulunmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. A.Ö. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu, olay yerinde bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını beyan etmiştir. H.P. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu, sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede de bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir. A.O.Y. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle; olay tarihinde C Blok nöbetçisi olduğunu, tartışmada bulunmadığını, sadece başvurucu berberhaneye götürülürken gördüğünü, beş kişinin berbere götürdüğünü, olaylarla ilgisi olmadığını belirtmiştir. Y. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle tartışmayı duyduğunu ama tartışmaya katılmadığını belirtmiştir. H.A. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede de bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir. Başvurucu kovuşturma aşamasında şikâyet dilekçesi ve Savcılık beyanlarını aynen tekrar ettiğini, Cezaevi ikinci müdürünün olayı örtbas etmek için kendisini tehdit ettiğini, onun hakkında da şikâyetçi olduğunu, gördüğü muamele nedeniyle kulağından on beş gün boyunca kan aktığını, çenesinde çıkık oluştuğunu, yemek yerken hâlen zorlandığını, yüzünde yara izleri olduğunu, başka cezaevine nakil edilmeden önce iki ay yaralarının iyileşmesi için kendisini beklettiklerini ifade etmiştir. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2009 tarihli ve E.2007/212, K.2009/16 sayılı kararıyla sanıklardan 5/12/2008 tarihinde vefat eden hakkında düşme, A.Ç., A.N., R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., Y., H.A. hakkında beraat kararı verilmiştir. Sanık Ş.K. hakkında eylemin TCK’nın 256/1 maddesinin yollamasıyla kasten yaralama suçunu oluşturduğu ve suçun haksız tahrik altında işlendiği belirtilerek 240 TL adli para cezasına hükmedilmiş, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması nedeniyle sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesi şöyledir:“müşteki anlatımlarının sanıklar ve Ş.K. yönünden doktor raporları ile uyumlu olması, ...hayatın olağan akışına aykırı biçimde müştekinin … olası hatalarından dolayı cezaevi idaresinden özür dilediğine dair dilekçe yazması ve diğer delillerin değerlendirilmesi neticesinde; müştekinin… cezaevine girerken top sakal diye tabir edilen sakalının bulunduğu, bu sakalı kesmesinin infaz koruma memurlarınca istendiği, müştekinin sakalını kesmemek konusunda direndiği, bu sebeple görevliler ile arasında tartışma yaşandığı, tartışma sırasında cezaevi görevlilerinden Ş.K.’nın orantılı güç kullanmayı aşar ve sahip bulundukları nüfuzu kötüye kullanır biçimde müştekiye tokat attıkları, D’nin müştekiyi arkadan kollarını kavrayarak etkisiz hale getirdiği, her iki sanığın müştekiyi yere yatırdıkları, ’nin dizi ile müştekinin göğsüne bastığı, Ş.’nin ayağı ile müştekinin yüzüne bastığı ve bu şekilde doktor raporlarında belirtilen biçimde müştekinin yaralanmasına sebebiyet verdikleri, olay sonrası müştekinin şikayetçi olacağını bildirmesi üzerine de dosya içinde… bulunan tutanağı düzenledikleri, müştekinin ısrarları ve kulağından kan geldiğini bildirmesi üzerine kendisinin sağlık kuruluşuna sevkinin yapıldığı, bilahare de müştekinin sanıklardan şikayetçi olduğu şeklinde yargılama konusu olayın vuku bulduğuna dair mahkememizde kabul oluşmuştur. Müştekinin infaz kurumuna alındıktan sonra kurallara riayet etmeyen tavırlar takınıp disiplinsiz hareketlerde bulunduğu olayın gelişiminden ve sanıkların dosyadaki bilgi ve belgelerle tutarlı beyanlarından anlaşıldığından sanık lehine olmak üzere haksız tahrik hükümleri tatbik edilmiştir. Sanık savunmaları ve müşteki ifadeleri ile doktor raporları dikkate alındığında yargılama konusu eylemin anlık gelişen münferit bir davranış olduğu, müşteki aleyhine zaman içerisinde devam eden ve sistemli olarak yapılan eziyet verici hareketlerin bulunmadığı, dolayısıyla işkence suçunun unsurlarının bu olayda bulunmadığı yönünde mahkememizde kanaat oluşmuştur. Sanık A.Ç’nin olayda azmettirici olduğu ifade edilmiş ise de; somut olayda amir konumunda bulunan sanığın katılana karşı yaralamaya veya kötü muamelede bulunulmasına ilişkin her türlü yorum ve varsayımdan uzak, kesin bir yargı oluşturacak eylemine rastlanamadığından şüphe hali sanık lehine yorumlanmıştır. Yine müşteki tüm sanıklar hakkında şikayetçi olmuş ise de; sanıkların eyleminin müştekide meydana getirdiği netice, olayın meydana geldiği belirtilen berberhanenin fiziki şartları dikkate alındığında bu eylemin bu kadar çok sayıda kişi tarafından gerçekleştirilmesinin fiziki olarak zor bulunması, müştekinin ifadeleri arasında ve Ş. dışındaki sanıklar yönünden eylemin sertliği yönünden çelişkiler bulunması karşısında özellikle Mahkememizin 25/09/2007 tarihli oturumunda bu iki sanık dışındaki sanıklar yönünden beyanları, müşteki anlatımları ile doktor raporları arasında sanıklar ve Ş. yönünden de irtibat kurulması sebebiyle diğer sanıklar hakkında delil yetersizliğinden beraat hüküm kurulmuş, eylemi gerçekleştirdikleri mahkememizce düşünülen sanıklar Ş.K. ve D’’den M’nin yargılama sırasında vefat ettiğinin tespiti…” Başvurucunun beraat hükmü yönünden temyiz ettiği karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 7/2/2013 tarihli ve E.2012/37429, K.2013/4566 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itirazın Yargıtaya gönderildiği, Yargıtay tarafından 7/2/2013 tarihli onama kararında itirazın merciine gönderilmesi yönünde hüküm kurulduğu ancak itirazın merciine gönderilmeyerek Yargıtay onama kararı çerçevesinde kesinleştirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Temyiz isteminin reddine ilişkin karar 11/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 19/11/2007 tarihinde verdiği dilekçede ayrıca Ceza İnfaz Kurumu sağlık memuru E.Ö., infaz koruma memuru Ö.Ş., hastaneden döndüğünde kendisini tehdit ettiğini ileri sürdüğü Cezaevi ikinci müdürü ve diğer personel hakkında suç delillerini yok etme, işlenen suçu bildirmeme ve suçluyu kayırma nedenleriyle cezalandırılmaları istemiyle, H.Ö.nün ise kendisine yapılan muameleyi görmesine rağmen olayı gerekli mercilere bildirmeme ve suçluyu kayırma nedenleriyle cezalandırılmasını istediği anlaşılmaktadır. Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi, suç delillerini gizleme ve tehdit suçları isnadıyla başlatılan soruşturma sonucunda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir: “Yapılan soruşturma sırasında şikayetçinin 2006 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayenesinin ardından 500 Yataklı Devlet Hastanesine sevkinin yapıldığı, ancak sevk evrakının adli bir olay sevki gibi olmayıp hastalık neticesi sevk evrakı şeklinde olduğu, hastanede poliklinik defter kaydına intikal şeklinin resmi evrak olarak girilip adli olay girişi yapılmadığı, sevk evrakı üzerine hastanede grafilerinin çekilip, tetkiklerinin yapıldığı, tanzim edilen 2006 tarih 5895 sayılı raporda bir gün öncesine ait darp hikayesinin mevcut olduğunun yazıldığı, raporun refakatte gelen görevlilere teslim edilmediği gibi, zimmet veya posta yolu ile de Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne intikalinin sağlanmadığı, bu hususun 500 Yataklı Devlet Hastanesi Baştabipliğinin yazılarından anlaşılmasının yanı sıra Asayiş Şube Müdürlüğü aracılığı ile yapılan araştırmada da belirlenmiş olup, rapor aslının temini ile Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212 Esas sayılı dosyasına intikalinin sağlandığı, Şikayetçinin Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212 Esas sırasına kayıtlı dosyasındaki anlatımları ile soruşturma konusu dosyadaki anlatımlarının incelenmesinde H. Ö’nün olayın oluş şekline ilişkin bir bilgisinin bulunmadığının sabit olmasının yanı sıra, normal bir vaka olarak intikal ettiği hastanede olayın adli nitelikte olduğunun farkına varılması halinde durumun hastane görevlilerince Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirilmesi gerektiği, ancak hastane görevlilerince intikal ettirilmediğinin şikayetçi beyanından da anlaşıldığı, yine kurum ikinci müdürünün şikayetçiyi tehdit ettiği şeklindeki iddialarında sübut bulmadığı, meydana gelen sakal kesme olayının taraflarından birisinin B. olmaması sebebi ile özür dileme olayının tarafı alma ihtimalinin de bulunmadığı anlaşılmakla…” Başvurucu, anılan kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş; Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2008 tarihli ve 2008/240 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir. Başvurucu hakkında 7/1/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararına esas şikâyeti nedeniyle Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli iddianamesiyle iftira suçundan yargılanması istemiyle dava açılmış, Şanlıurfa Asliye Ceza Mahkemesinin 14/4/2009 tarihli ve E.2008/35, K.2009/233 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına karar verilmiş, anılan karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Başvurucu, ayrıca Cezaevi personeli tarafından darbedilerek yaralanması sonucu idarenin hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talebiyle 27/4/2007 tarihinde Bakanlığa başvurmuş, yaptığı başvurunun Bakanlığın 26/6/2007 tarihli ve 55570 sayılı işlemi ile reddedilmesi neticesinde 000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Şanlıurfa İdare Mahkemesi 31/8/2010 tarihli ve E.2009/1788, K.2010/1482 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne ve 000 TL tutarındaki manevi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucunun ve Bakanlığın temyiz istemi üzerine Danıştay Dairesi E.2010/15015, K. 2015/230 sayılı ilamıyla takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına hükmetmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden Danıştaya gönderilmiştir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “… (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3017
Başvuru, Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz koruma memurları tarafından darbedilme, sakalın zorla kesilmesi, şikâyette bulunulmaması için tehdit edilme, sorumluların cezasız kalması nedenleriyle Anayasa'nın 17. , 19. , 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
1
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 30/1/2014 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 18/10/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, angarya yasağının ve ücrette adalet ilkesinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10059
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yabancı ülkede işlenen suç nedeniyle iadesi talep edilen yabancının iade amacıyla tutuklanmasının hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/5/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formuyla eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere ve Bakanlık görüşü ile ekindeki belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Brezilya Federatif Cumhuriyeti (Brezilya) adli makamlarının talebi üzerine başvurucu hakkında A-29/1-2018 ve A-4824/5-2020 kontrol numaralı kırmızı bültenler çıkarılmıştır. Çıkarılan ilk bültende başvurucunun İtalyan Cumhuriyeti’ndeki (İtalya) suç gruplarıyla irtibatlı olduğu, uluslararası uyuşturucu madde ticaretiyle ilgili bir suç örgütüne karıştığı ve haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerle olan bağını sürdürdüğü belirtilmiştir. Sözü edilen bültene göre başvuruya isnat edilen suç örgütü suçu için kanunda öngörülen azami ceza miktarı 3 yıl 8 aydır ancak ceza 1/6’dan 2/3’e kadar arttırılabilir. Başvurucu hakkındaki ikinci bültende ise başvurucunun uyuşturucu madde ticareti amacıyla 545 kg kokain bulundurduğu ve 23/8/2019 tarihinde uyuşturucu madde ticareti ve suç örgütü ile bağlantılı suçlardan 19 yıl 6 gün hapis cezasına mahkûm edildiği açıklanmıştır. Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı (INTERPOL) Brezilya Millî Merkez Bürosu 17/7/2020 tarihinde, R.S. adına düzenlenmiş Sırp pasaportu kullanan başvurucunun hafta sonu yabancı uyruklu kız arkadaşıyla Muğla’nın Marmaris ilçesinde kalıyor olabileceği konusunda Türk meslektaşlarını bilgilendirerek mümkünse başvurucunun tutuklanmasını ya da iade talebiyle ilgili işlemlerin yürütülmesi için başvurucunun Türkiye'de olduğunun doğrulanmasını istemiştir. Bakanlığın ilgili birimi, R.S. ile aynı kişi olduğunun tespiti hâlinde başvurucunun uluslararası uyuşturucu madde ticareti yapan suç örgütüne üye olma suçundan Brezilya’ya iade edilmesi amacıyla yakalanıp kırk günü geçmemek üzere geçici olarak tutuklanmasının talep edilmesi için en yakın Cumhuriyet başsavcılığına sevkinin uygun olacağını Emniyet Genel Müdürlüğüne bildirmiştir. Kolluk görevlileri, başvurucunun (R.S.) ikamet ettiği adresi tespit ederek Cumhuriyet savcısınca verilen arama kararına istinaden bahsi geçen adreste ve başvurucunun kullandığı araçta 22/7/2020 tarihinde arama yapmıştır. Arama işlemi sırasında başvurucu, R.S. adına düzenlenmiş Sırp pasaportu ile Türkiye’de ikamet etmesine imkân veren izin belgesini ibraz etmiştir. Arama işlemi sırasında ayrıca R.S. adına düzenlenmiş başka belgeler bulunmuştur. Başvurucunun parmak izleri kendisi için çıkarılan kırmızı bültendeki parmak izleri ile eşleşmiştir. Cumhuriyet savcısının emri üzerine başvurucu, resmî belgede sahtecilik suçu yönünden gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukça alınan ifadesinde Sırp uyruklu R.S. olduğunu, Brezilya’ya sekiz yıl önce turist olarak gittiğini ve orada yaklaşık on gün kaldığını, Brezilya’da parmak izlerinin alınmadığını, hakkında çıkarılan kırmızı bültenden haberi olmadığını beyan etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun hem resmî belgede sahtecilik suçundan tutuklanmasını hem de 23/4/2016 tarihli ve 6706 sayılı Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İş Birliği Kanunu’nun maddesi çerçevesinde geçici olarak tutuklanmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçu yönünden tutuklanmasına karar verse de uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller bulunmamasını ve resmî belgede sahtecilik suçu nedeniyle tutuklandığı için kaçma ihtimali olmadığını dikkate alarak geçici olarak tutuklanmasına ilişkin talebi reddetmiş ancak başvurucunun yurt dışına çıkamama yükümlülüğüne tabi tutularak adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. İade talebiyle ilgili evrak, Bakanlıkça Başsavcılığa gönderilmiştir. Evraktan anlaşıldığına göre;i. Brezilya adli makamları başvurucunun iadesini, hakkında suç örgütü içinde suç işleme suçundan açılan davada savunmasını yapması için istemektedir.ii. Yapılan bir ihbara göre başvurucu, J. ile sıkı ilişkisini sürdürerek uyuşturucu kaçakçılığı yapılmasına doğrudan iştirak etmiştir.iii. Başvurucunun uluslararası uyuşturucu madde ticareti suçlarına karışmış kişilerle ilişkilerini gösteren deliller vardır. Başvurucu, bir telefon görüşmesinde bir kişinin kendisine göndermesini istediği evrakla ilgili bir konuya değinmiştir (Konuşmanın içeriği iade evrakında yer almamaktadır.). Başvurucu, uluslararası uyuşturucu madde ticareti suçundan uluslararası düzeyde aranan ve Brezilya’da tutuklanan bir kişinin durumunu çözmek ve bu kişiye yardımcı olmak için çabalamıştır. Sözü edilen kişinin ceza infaz kurumundaki durumunu konuşmak için iki kişi buluşmuştur. Bunlardan biri konuşma sırasında başvurucunun kuzeni olduğunu söylemiştir. Başvurucu, tutuklu kişinin durumunu öğrenmek için bir avukatla konuşmuştur. Başvurucu, kuzeni olduğunu söyleyen kişiyle yaptığı bir görüşmede tutuklunun sahip olduğu telefonu almaktan söz edip tutuklunun mahkûmiyet durumunu en iyi şekilde çözmek istediğini söylemiştir. Başvurucu ayrıca ortağıyla birlikte konuyu görüşmek için başvurucunun kuzeni olduğunu söyleyen kişi ve bir başka şahısla bir araya gelmiştir.iv. Brezilya federal adli makamları, başvurucu hakkında ihtiyati hapis emri vermiştir.v. Başvurucuya isnat edilen suç 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezasını gerektirmektedir. Ayrıca ceza, belirli şartların varlığı hâlinde -bu şartlardan biri de örgütün uluslararası olmasıdır- 1/6’dan 2/3’e kadar arttırılır. Başsavcılık 13/8/2020 tarihinde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden (Ceza Mahkemesi) başvurucunun Brezilya’ya iadesiyle ilgili yargılamanın yapılmasını ve suç örgütü ve uyuşturucu madde ticareti suçlarından tutuklanmasını talep etmiştir. Ceza Mahkemesi, yaptığı duruşma hazırlık incelemesi sonunda başvurucunun tutuklanmasına ilişkin talebin reddine ve başvurucu hakkında daha önce verilen adli kontrol tedbirinin devamına karar vermiştir. Başsavcılığın tutuklama talebinin reddine dair karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Yapılan yargılamada başvurucu, R.S. olduğunu iddia etmiş ve Brezilya’ya iade edilmek istemediğini beyan etmiştir. Ceza Mahkemesi 4/9/2020 tarihinde, Brezilya Hükümetinin başvurucunun uyuşturucu madde ticareti ve suç örgütü suçlarından iade edilmesine ilişkin talebinin kabul edilebilir olduğuna, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun vd. maddelerince tutuklanmasına karar vermiştir. Sözü edilen kararın ilgili kısmı şöyledir:“...[D]osyanın incelenmesi sonucunda iadesi talep edilenin hakkında uyuşturucu ticareti ve suç örgütü suçlarından Brezilya adli makamlarının talebi üzerine A-29/1-2018 ve A-4824/5-2020 kontrol numaralı kırmızı bültene istinaden uluslararası seviyede aranan Ürdün vatandaşı ... [başvurucunun] İstanbul'da yakalanmış olduğu, dava konusu iade talebini içerir evrakların tercümesi incelendiğinde Brezilya Ceza Kanununun 109 ve Maddeleri gereğince suç örgütü suçu için üç ile sekiz yıl hapis cezasının öngörüldüğü ve davanın on iki yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunun anlaşıldığı, suça konu olayın 22/11/2017 tarihinde gerçekleştiği böylece zamanaşımı süresinin dolmadığı dosya münderecatından anlaşılmıştır....Her ne kadar sanık ve müdafi tarafından yargılama aşamasında hakkında kırmızı bülten çıkarılan kişinin başka bir kişi olduğunu, iade edilmek istemediğini, iade talebinin kabul edilebilir olmadığını savunmuş ise de; dosya kapsamında sunulan belgelerde incelendiğinde yapılan parmak izi incelemesinin sanığa ait olduğunun anlaşıldığı, bu iddianın iade kararını engellemeye yönelik olduğu, yargılaması yapılan suçun düşünce suçu, siyasi suç ya da askeri suç niteliğinde olmadığı ... zaman aşımına ya da affa uğramış bir suç olmadığı, iadesi talep edilenin talep eden devlete geri verilmesi halinde ırkı, dini, vatandaşlığı belli bir sosyal guruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle soruşturulacağını ya da kovuşturulacağını veya cezalandırılacağını ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair dosyaya yansımış kuvvetli şüphe sebeplerini gösteren deliller bulunmadığı anlaşılmakla ... Brezilya Federal Cumhuriyeti'nin geri verme talebinin kabul edilebilir olduğu[na]... [karar verildi.]...İadesi talep edilen [başvurucunun] üzerine atılı suçun mahiyeti, iade evraklarındaki belirtilen deliller, atılı suç için iade talep eden ülke ceza kanunlarındaki ceza miktarı ve iadenin infaz kabiliyetini sağlamak amaçları göz önünde bulundurularak iadesi talep edilen [başvurucunun] CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... karar verildi.” Başvurucu, vekili aracılığıyla tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesine R.S.nin Türkiye’deki ikamet adresine ilişkin belge, R.S.ye verilen kısa dönem ikamet izni, Türkiye’de kurulu olup müdürlüğünü R.S.nin yaptığı bir şirketle ilgili belgeler, R.S.nin ve sözü edilen şirketin yaptığı kira sözleşmeleri de eklenmiştir. Sözü edilen itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 25/9/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla Ceza Mahkemesince verilen iade talebinin kabul edilebilir olduğuna ilişkin karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş ve birkaç kez tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun vekilince Ceza Mahkemesine sunulan ve üzerinde tarih bulunmayan bir dilekçeye göre başvurucu, 12/1/2021 tarihine kadar ceza infaz kurumunda resmî belgede sahtecilik suçu nedeniyle verilen tutuklama kararına istinaden tutulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 8/3/2021 tarihinde, Ceza Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar verilmiştir. Kararın başvuruyu ilgilendiren kısmı şöyledir: “... Sao Paulo Federal Mahkemesi'nin talepnamesi ve eklerine göre; iadesi istenen kişinin dosyada sanık olarak yargılanan [J.] ile sıkı ilişki içinde olduğu ve uyuşturucu kaçakçılığı suçunun gerçekleşmesine katkıda bulunduğu, Waleed Issa Ahmad Khamees’in [A.B.P.N.] ile konuşmalarının tespit edildiği ve sahte kimlik kullanan uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı suçundan aranan ve Guarulhos Havaalanı’nda yakalanıp tutuklanan [] ile cezaevinde iken içinde bulunduğu durumu çözmek için yardımcı olmaya çalıştığının dosya içinde yer alan ses kayıtları ile fotoğraflardan anlaşıldığı bildirilmiş ve ele geçirilen uyuşturucu maddelere ilişkin bilgilendirme yapılarak 25/10/2017 tarihinde Brezilya Federal Savcılığı’na iadesi talep edilen hakkında suç duyurusunda bulunulmuş, adı geçen hakkında 22/11/2017 tarihinde ihtiyati tutuklama emri çıkarılmış ve A-29/1-2018 numaralı kırmızı bülten ile uluslararası seviyede aranmaya başlanmıştır. A-4824/5-2020 kontrol numarası ile ikinci kez yayınlanan kırmızı bültende ise Waleed Issa Ahmad Khamees’in anılan suçlardan dolayı 19 yıl 6 gün hapis cezasına mahkûm edildiği belirtilmiştir.... Brezilya Federal Cumhuriyeti adli makamlarınca iadesi talep edilen kişi için ikinci kez çıkarılan A-4824/5-2020 kontrol numaralı kırmızı bültende hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğu ve 19 yıl 6 gün hapis cezası verildiğinin belirtildiği dikkate alındığında;1- 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İş Birliği Kanununun maddesinin fıkrası uyarınca, iadesi talep edilenin mahkûm edildiği suç ile ilgisini ortaya koyan delillerin açık ve detaylı bir şekilde iletilmediğinin ve mahkûmiyet kararının onaylı tercümesinin dosyada bulunmadığının anlaşılması karşısında, bu bilgi ve deliller ile mahkeme kararının onaylı örneklerinin denetime olanak verecek şekilde dosya arasına getirtilip sonucuna göre hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ile iade edilen hakkında yazılı şekilde karar verilmesi,2- İadesi talep edilen Waleed Issa Ahmad Khamees hakkında ilk önce A-29/1-2018 nolu kırmızı bülten ile arama çalışmalarına başlandığı, ikinci kez çıkarılan A-4824/5-2020 nolu kırmızı bültende ise iadesi talep edilen için 19 yıl 6 gün hapis cezasına mahkûmiyet hükmü verildiğinin belirtildiği, ancak iade talepnamesi ve eklerinden adı geçen hakkındaki mahkûmiyet hükmünün gıyabında mı yoksa savunması alındıktan sonra mı verildiği anlaşılamadığından; eğer savunması alınmadan karar verilmiş ise iade edilmesi halinde savunma hakkı tanınmak suretiyle yeniden yargılanacağı hususunda ... Brezilya makamlarından teminat istenebileceğinin gözetilmemesi,...Yasaya aykırı [olduğundan] ... hükmün BOZULMASINA, tutuklu kalınan süre göz önüne alınarakiadesi talep edilen hakkındaki tahliye talebinin reddine... [karar verildi.]” Ceza Mahkemesi bozma sonrası yaptığı duruşmaya hazırlık incelemesi sonunda isnat olunan suçun mahiyetini, iade evrakında belirtilen delilleri, iade talep eden ülkede verilen hapis cezasının süresinin kaçma şüphesini oluşturmasını ve iadenin amacının cezanın infaz kabiliyetini sağlamak olduğunu gözeterek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi ayrıca;- Başvurucunun mahkûm edildiği suç ile ilgisini ortaya koyan delillerin ne olduğu,- Mahkûmiyet kararının başvurucunun yokluğunda verilip verilmediği, mahkûmiyet kararı öncesinde başvurucunun savunmasının alınıp alınmadığı, - Savunması alınmadan başvurucu hakkında karar verilmiş ise iade edilmesi hâlinde savunma hakkı tanınmak suretiyle başvurucunun yeniden yargılanacağı hususunda teminat verilip verilmediği konularında bilgi verilmesi ve başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının gönderilmesi için Brezilya adli makamlarından istinabe talep edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiştir. Bu itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 22/4/2021 tarihinde reddedilmiştir. 29/4/2021 tarihinde yapılan birinci celsede, duruşmaya hazırlık incelemesi sonunda verdiği başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararda belirtilen gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve istinabe talebinin sonucunun beklenmesine karar verilmiştir. İkinci celse 20/5/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu; Brezilya’daki yargılama sırasında savunmasının alınmadığını, suça karışmadığını ve iade edilirse Brezilya tarafından İsrail Devleti’ne (İsrail) gönderileceğini ileri sürmüştür. Başvurucunun vekili ise başvurucunun İsrail’e karşı eylemleri nedeniyle Ürdün Haşimi Krallığı’nın (Ürdün) adli makamlarınca hapis cezasıyla cezalandırıldığını iddia etmiştir. Celse sonunda Ceza Mahkemesi duruşmaya hazırlık incelemesi sonunda verdiği başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararda belirttiği gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, başvurucunun iadesiyle ilgili tüm evrakın asılları ve Türkçe tercümelerinin birlikte gönderilmesi için Bakanlığın ilgili birimine müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Kararda, tutukluluğun devamına ilişkin karara itiraz edilip edilmeyeceği ve itiraz edilebilecekse hangi süre içinde nereye ve nasıl itiraz edilebileceğiyle ilgili bir açıklamaya yer verilmemiştir. Başvurucu 25/5/2021 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Brezilya makamlarından temin edilen ek bilgi ve açıklamalar ile güvenceleri içeren bir belgeyle başvurucunun uyuşturucu madde ticareti suçundan da iadesine yönelik talep evrakı Bakanlığın ilgili birimince Ceza Mahkemesine iletilmiştir. Sözü edilen belgede ifade edildiğine göre başvurucuyu Brezilya’da yargılayan mahkeme; ilgili mevzuatta yer alan hususilik ilkesi uyarınca başvurucunun ancak iade edildiği suç nedeniyle yargılanabileceğini, başvurucunun savunmasını yaptığını ve ön yargılama duruşmasının 14/6/2021 tarihinde yapılmasının beklendiğini açıklamıştır. İade talebiyle ilgili evrakta soruşturma makamlarında başvurucunun ele geçirilen 545 kg kokainin tedarikçisi olduğu gibi ülkenin en önemli uyuşturucu madde tedarikçilerinden de biri olduğuna dair şüphelerin oluşmasına neden olan hususlar yer almıştır. Başvurucu, vekili aracılığıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin 31/5/2021 tarihli ara kararına itiraz ettiğine dair bir dilekçeyi 6/6/2021 tarihinde Ceza Mahkemesine göndermiştir (Anılan tarihte verilmiş bir ara kararına rastlanmamıştır.). UYAP’ta mevcut bilgi ve belgelere göre anılan dilekçe üzerine herhangi bir işlem tesis edilmemiştir. Ceza Mahkemesi 16/6/2021 tarihinde dosya üzerinden yaptığı inceleme sonrasında başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 13/7/2021 tarihinde yapılan üçüncü celsede başvurucu; köken olarak Filistinli olduğunu, babasının vefatından sonra Ürdün’e gittiklerini, oradan İtalya’ya geçtiklerini, 1987 yılında İtalya’dan sınır dışı edilince Brezilya’ya gittiğini, orada evlendiğini, bu evlilikten üç çocuğu olduğunu ve Filistinli olduğu için Brezilya’dan İsrail’e gönderilmek istendiğini ileri sürmüştür. Ceza Mahkemesi, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve esasa ilişkin savunmalarını hazırlamak üzere başvurucu vekiline süre verilmesine karar vermiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla 12/8/2021 tarihinde tahliyesini istemiştir. Aynı gün Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonrasında başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu vekili, 9/9/2021 tarihinde yapılan dördüncü celseye mazereti nedeniyle katılamamıştır. Ceza Mahkemesi başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve bir sonraki celsenin 21/9/2021 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi 21/9/2021 tarihinde yapılan beşinci celsede başvurucunun suç örgütü ve uyuşturucu madde ticareti suçlarından iadesine ilişkin talebin kabul edilebilir olduğuna, tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Tutukluluğun devamına ilişkin karar; isnat olunan suçun mahiyetine, iade evrakında belirtilen delillere, iade talep eden ülkede verilen hapis cezasının süresinin kaçma şüphesini oluşturmasına ve iadenin amacının cezanın infaz kabiliyetini sağlamak olduğuna dayandırılmıştır. Kararın başvuruyu ilgilendiren kısmı şöyledir:“...Her ne kadar iadesi talep edilen ve müdafi beyanlarında iadesi talep edilenin Filistinli olduğunu, İsrail’ karşı eylemleri nedeniyle hakkında Ürdün’de hapis cezası verildiğini, Brezilya’nın bu nedenle iade talep ettiğini beyan etmiş iseler de; bozma öncesi aşamada hakkında kırmızı bülten çıkarılan kişinin başka bir kişi olduğunu, iade edilmek istemediğini, iade talebinin kabul edilebilir olmadığını savunarak aşamalarda değişen ve tutarsız beyanlarda bulunduğu, dosya kapsamında sunulan belgelerde incelendiğinde yapılan parmak izi incelemesinin iadesi talep edilene ait olduğunun anlaşıldığı, savunmaların iadeyi engellemeye yönelik olduğu ... iadesi talep edilenin talep eden devlete geri verilmesi halinde ırkı, dini, vatandaşlığı bellli bir sosyal guruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle soruşturulacağını ya da kovuşturulacağını veya cezalandırılacağını ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair dosyaya yansımış kuvvetli şüphe sebeplerini gösteren deliller bulunmadığı, Brezilya adli makamları tarafından iadesi talep edilenin savunmasını yaptığı ve ön yargılama duruşmasının beklendiği, Brezilya devletinin imzaladığı iade sözleşmesinde yer alan Hususilik kuralı gereğince sadece mahkememiz tarafından iadesine konu suçlardan Brezilya’da yargılanacağının mahkememize bildirildiği, Brezilya adli makamları tarafından gönderilen dosya kapsamında iadesi talep edilenin atılı suçlarına ilişkin delillerin bulunduğu anlaşılmakla ... Brezilya Federal Cumhuriyeti’nin geri verme talebinin kabul edilebilir olduğu[na] ...[karar verilmelidir.]...” Başvurucu, vekili aracılığıyla Ceza Mahkemesince verilen karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Ceza Mahkemesi 19/11/2021 ve 17/12/2021 tarihlerinde yaptığı incelemeler üzerine başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ceza Dairesi 27/12/2021 tarihinde, eksik araştırma nedeniyle Ceza Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:  “...[İ]adesi talep edilen Waleed Issa Ahmad Khamees hakkında savunması alınmadan gıyabında 19 yıl 6 gün mahkûmiyet hükmü verildiğinin Brezilya makamlarından gelen yazı cevapları ile mahkeme kararından anlaşıldığı ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin bozma sonrası oluşturduğu tensip tutanağının bölümünde Brezilya Adli Makamlarından eğer sanığın savunması alınmadan karar verilmiş ise ‘iade edilmesi halinde savunma hakkı tanınmak suretiyle yeniden yargılanacağı hususunda’ ... teminat verilmesinin istenmesine rağmen gelen yazı cevaplarında bu hususun açıklığa kavuşturulmadığı anlaşıldığından; Brezilya adlî makamlarınca yapılan yargılamada sanığın savunma hakkına ilişkin temel güvenceler sağlanmadan gıyabında verilen mahkumiyet hükmünün infazı amacıyla iade edilebilirlik kararı verilmesinin adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil edeceği gözetilerek, iadesi talep edilen hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından talep edilmesine rağmen yeniden yargılanması konusunda garanti verilmeden uyuşturucu ticareti ve suç örgütü suçlarından iade talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi,...[nedeniyle] hükmün BOZULMASINA, tutuklu kalınan süre göz önüne alınarak iadesi talep edilen hakkındaki tahliye talebinin reddine... [karar verildi.]” Ceza Mahkemesi; bozma kararı doğrultusunda yaptığı inceleme sonunda 20/10/2022 tarihinde, suç örgütü suçu nedeniyle yapılan iade talebinin kabul edilebilir olduğuna ancak gerekli güvence verilmediği için uyuşturucu madde ticareti suçu nedeniyle yapılan iade talebinin kabul edilemez olduğuna ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla temyiz talebinde bulunsa da Ceza Dairesi 11/4/2023 tarihinde, Ceza Mahkemesince verilen kararın onanmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi, başvurucunun tutukluluk durumunu onama kararından haberdar olduğu tarihe kadar geçen sürede belirli aralıklarla değerlendirmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun Brezilya’ya iade edilip edilmediği, Ceza Mahkemesinin onama kararından haberdar olmasından sonraki süreçte tutukluluk durumunun değerlendirilip değerlendirilmediği tespit edilememiştir. A. Ulusal Hukuk 6706 sayılı Kanun’un “Geçici tutuklama” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İade talebine konu olabilecek bir suçun işlendiğinin kabulü için kuvvetli şüphe bulunması hâlinde, iade talebinin Merkezî Makama ulaşmasından önce, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşma hükümleri veya mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde, ilgili devletin talebi ve Merkezî Makamın uygun bulması üzerine kişi geçici olarak tutuklanabilir.... (3) İlgili devletin geçici tutuklama talebi, Merkezî Makam tarafından iade amacıyla yakalanması ve Cumhuriyet başsavcılığına sevki için İçişleri Bakanlığına gönderilir. Yakalanan kişi, geçici tutuklama hususunda karar verilmek üzere en geç yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkimi önüne çıkarılır. Sulh ceza hâkimi geçici tutuklanması talep edilen kişiye, rızaya dayalı iade imkânı ile bunun hukukî sonuçları hakkında bilgi verdikten sonra talep hakkında karar verir. (4) Geçici tutuklama süresi ilgili milletlerarası andlaşma hükümlerine göre belirlenir. Mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde kişi, en fazla kırk gün geçici tutuklu kalabilir. ...” 6706 sayılı Kanun’un “Görev ve yetki” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) İade talebi hakkında karar vermeye, kişinin bulunduğu yer ağır ceza mahkemesi yetkilidir. Kişinin bulunduğu yer belli değilse, Ankara ağır ceza mahkemesi yetkilidir. (2) Cumhuriyet başsavcılığı, iade talebine ilişkin karar vermek üzere ağır ceza mahkemesinden talepte bulunur.” 6706 sayılı Kanun’un “İade amacıyla koruma tedbirlerinin uygulanması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Ağır ceza mahkemesi iade sürecinin her aşamasında iadesi talep edilen kişi hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uyarınca koruma tedbirlerine karar verebilir. (2) İade sürecinde kişinin tutuklanması durumunda teslime kadar geçen süre içindeki tutukluluk durumu, ağır ceza mahkemesince en geç otuzar günlük sürelerle incelenir. (3) Ağır ceza mahkemesinin iade talebinin kabulüne ilişkin kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde 19 uncu maddeye göre [Sözü edilen maddede ağır ceza mahkemesince iade talebinin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi hâlinde, bu kararın yerine getirilmesinin Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarının görüşü alınarak Adalet Bakanının teklifi ve Cumhurbaşkanının onayına bağlı olduğu ifade edilmiştir.] iade kararı verilmemesi hâlinde kişi hakkındaki koruma tedbirleri kaldırılır. (4) Toplam tutukluluk süresi, kişinin iade talebine konu suçtan dolayı alabileceği veya mahkûm olduğu cezanın infaz süresini geçemez.” 6706 sayılı Kanun’un “İade yargılaması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kişinin rızaya dayalı iade usulünü kabul etmemesi hâlinde mahkeme, iade şartlarını bu Kanun ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşma hükümlerine göre inceleyerek iade talebinin kabul edilebilir olup olmadığına karar verir. (2) Talep eden devlet tarafından gönderilen belgelerin yeterli görülmemesi hâlinde mahkeme, uygun bir süre içinde ek bilgi ve belgelerin gönderilmesini isteyebilir.... (4) Mahkemenin kararına karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Yargıtay bu başvuruları üç ay içinde sonuçlandırır. Kararın kesinleşmesi hâlinde iade evrakı karar ile birlikte Merkezî Makama gönderilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. S.K. [GK], B. No: 2018/24280, 17/3/2021, §§ 25, 31-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26556
Başvuru, yabancı ülkede işlenen suç nedeniyle iadesi talep edilen yabancının iade amacıyla tutuklanmasının hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda oda değişikliğine ilişkin şikâyetin yeterli inceleme yapılmaksızın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi, eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının ise açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucunun silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasını içeren adil yargılanma hakkına dair şikâyeti yönünden ise kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanması için başvurunun Bölüme sevk edilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1984 doğumlu olan başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/194 Esas sayılı dava dosyasında devam eden yargılama nedeniyle Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan25/12/2017 ile 5/1/2018 tarihleri arasında yapılacak duruşmalara katılmak üzere Kırklareli Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) misafir tutuklu olarak FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan tutuklu on sekiz kişi ile birlikte nakledilerek D-2 odasına yerleştirilmiştir. İnfaz Kurumunca 28/12/2017 tarihli ve 2017/4746 sayılı kararla, D-2 odasına yerleştirilen on sekiz tutuklunun kaldığı odada toplu direniş, yangın, personel rehin alma, isyana teşebbüs gibi eylemlerde bulunabileceği istihbarat bilgisine ulaşıldığı, bu nedenle toplu olarak aynı koğuşta bulundurulmalarının ceza infaz kurumunun güvenliği yönünden sakıncalı olduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan tutuklu olanların barındırıldığı diğer odalara yerleştirilmelerinin uygun olacağı belirtilmiş; başvurucu 28/12/2017 tarihinde D-2 No.lu odadan alınarak sol gözlem 7 No.lu odaya yerleştirilmiştir. Başvurucu; koğuşunun hiçbir gerekçe gösterilmeden değiştirilerek disiplin suçlularının kaldığı tek kişilik hücreye yerleştirildiğini, hücrenin fiziki şartları nedeniyle yargılandığı davada etkin bir savunma yapmasının, duruşmaları dinç ve sağlıklı şekilde takip edebilmesinin mümkün olmadığını belirterek normal bir koğuşa yerleştirilmesi talebiyle 29/12/2017 tarihinde Kırklareli İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Hâkimlik 2/1/2018 tarihinde ilgili infaz kurumundan başvurucu hakkında disiplin soruşturması olup olmadığının bildirilmesini, 3/1/2018 tarihli yazısı ile de başvurucunun şikâyet konusunu teşkil eden iddialarının araştırılarak sonucunun iletilmesini istemiştir. Son olarak 22/1/2018 tarihli yazı ile soruşturma konusuna ilişkin tüm belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. İnfaz Kurumu 4/1/2018 tarihli cevabi yazısında başvurucunun nakledildiği odanın belirlenmesi yetkisinin İdare ve Gözlem Kuruluna ait olduğunu, başvurucunun kaldığı tek kişilik odanın hücre niteliği taşımadığını, başvurucuya iddia ettiğinin aksine sıcak su sağlandığını ve başvurucunun havalandırma imkânından faydalandırıldığını belirtmiştir. Hâkimliğin 26/1/2018 tarihli kararı ile başvurucunun İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 28/12/2017 tarihli ve 2017/4746 sayılı kararına karşı yaptığı şikâyet reddedilmiştir. Hâkimlik, başvurucuya uygulanan İdare ve Gözlem Kurulu kararının hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Ceza infaz kurumlarının, genel ve özel önleme görevi ile donatılmış yapısının muhafazası ve devamlılığı için, gereken tedbirleri alması hukukun ve kamu yararının bir gereğidir. Ceza infaz kurumundaki hükümlü ve tutukluların şiddeti bir yöntem olarak kullanan, suçu ve suçluyu öven, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden, dini ve manevi duygularını sömüren ideolojik akım ve fikirlerden uzak tutulması ceza infaz kurumlarının üstlendiği genel ve özel önlemeyi sağlamak görevinin bir parçasıdır. Ceza infaz kurumlarının bu kapsamda yeniden suç işlenmesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, kanunlara ve toplumsal kurallara saygılı yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak gibi görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bu nedenle şiddet içeren veya yasa dışı siyasi ve ideolojik görüş ve fikirler ceza infaz kurumlarının bünyesine yabancı ve sakıncalıdır. Terör örgütü üyesi hükümlülerin veya bu suç isnadı altındaki tutukluların haklarının, bu yabancılılık ve sakınca göz ardı edilerek değerlendirilmesi, ceza infaz kurumunun güvenliğinin risk altında kalmasına neden olacaktır.Diğer taraftan, istihbarat faaliyetinin amacı olayları önceden öngörmek, gerçekleşmesini önlemeye çalışmaktır. İstihbari faaliyet, İdarenin emniyet, asayiş ve milli savunma gibi görevler icra eden kurumları tarafından hizmetin bir gereği olarak bizzat yerine getirilmektedir. İstihbari faaliyete ilişkin kanunların amacı ve koruduğu menfaat ise, kamu güvenliği ve düzenin zarar görmemesi, tehlikeye düşürülmemesidir. Söz konusu faaliyetin bilgilendirmek suretiyle icra ediliyor olması bu faaliyetin geçerliliğine gölge düşürmeyecektir. İstihbari bilginin geçerliliği, istihbarat faaliyetin amacı, niteliği ve gerekliliği ile bir bütün olarak ele alınıp ona göre değerlendirilmelidir. İstihbari bilgi özü gereği belgelenemeyen bilgidir. Bu bilginin belgelenmesi öngördüğü olayın gerçekleşerek adli veya idari bir vaka haline gelmesi demektir. Dolayısıyla, istihbari bilgi konusunda yapılacak olan değerlendirme idarenin işleyiş mekanizması açısından gerekliliği üzerinden yapılmalıdır. Bu itibarla, İdarenin istihbarat faaliyeti, milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması açısından yasal ve zorunlu bir faaliyettir.Bu bağlamda dosya kapsamında yer alan belgelerden, şikayet konusu müdahalenin, 'FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklu (18) kişinin, kaldıkları odada toplu direniş, yangın, personel rehin alma, isyana teşebbüs gibi eylemlerde bulunabilecekleri" istihbari bilgi nedeniyle alınan tedbirlerin bir parçası olduğu, burada Kurumun' devletin güvenliği, kamu düzeni, kurum düzeni ve güvenliği, örgütsel terörle mücadele, suçun önlenmesi gibi bir çok unsuru bir arada barındıran bir kamu hizmeti üstlenmiş olduğu, kamu hizmetinin bu bileşik, girift, olağan dışı ve istisnai özelliği ve Ülkenin terörle mücadelenin ceza infaz kurumlarındaki boyutu konusunda sahip olduğu tecrübe de dikkate alınarak değerlendirildiğinde, müdahalenin kanuni idare ilkesi kapsamında kanuni ve geçerli bir nedene dayandığı, hizmet gereklerinin zorunlu bir sonucu olduğu, yine bu müdahalenin tutuklunun geleceği için büyük öneme sahip olan tutukluluk dönemin, terör örgütünün etki, baskı ve propagandası altında kalmadan, tamamen kendi özgür iradesi ve tercihleri ile savunmasını yapması, yine kendi özgür iradesi ile lehine veya aleyhine olan tüm durum ve tercihleri değerlendirmesi gibi bir amaca da hizmet ettiği,Diğer taraftan, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzüğün 40 ıncı maddesinde, hükümlü ve tutukluların kurumlara kabullerinden sonra kalacakları odaları belirlemek, kalmakta oldukları odaları değiştirmek, örgüt mensubu olan hükümlü ve tutuklularla ilgili olarak, telefon görüşmeleri ile radyo, televizyon yayınları ve internet olanaklarından yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar verme yetkisinin Kurumun İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının yetkisinde olduğunun düzenlenmiş olduğu, söz konusu düzenlemenin, kanunilik koşulunu karşılar nitelikte bir düzenleme olduğu, zira, düzenlemenin kurum güvenliği ve düzeni ve suçların önlenmesi amacına hizmet ettiği,Bu düzenlemeye dayanılarak yapılan şikayet konusu işlemin kanuni ve geçerli bir nedene dayandığı, bahse konu örgütün bugüne kadar gerçekleştirdiği terör eylemlerinin şiddeti, vehameti, potansiyeli, fütursuzluğu, örgütün hedef ve amaçları, gizil yapısı, kullandığı yöntemlerin sınırsızlığı ve kestirilemez oluşu, ideolojik yelpazesinin genişliği, örgüt üyelerinin saiki, bağlılığı karşısında, şikayete konu müdahalenin gerekli, inandırıcı ve makul olduğu, müdahalenin öngörülebilir, güdülen amacın meşru ve gerekli olduğu,Bu itibarla şikayet konusu müdahalenin hükümlü ve tutukluların can güvenliğini, kurumun güvenliği ve düzeni korumak ve suç işlemesinin önlenmesi amacıyla, kayda değer güvenlik endişesi ile yapılmış güvenlik esaslı istisnai bir müdahale olduğu, müdahalenin amacı, niteliği ve gerekliliği karşısında masumiyet karinesinin ihlalinden ve savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyeceği, dolayısıyla şikayete konu İdare ve Gözlem Kurulu kararının Anayasaya aykırı olmadığı, AİHM'nin hukuki öngörülebilir olma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşulunu karşıladığı kanaatine varılarak şikayetinin reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir. '' Başvurucu 5/2/2018 tarihli dilekçesiyle karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu, önceki iddialarını yineleyerek Hâkimlik tarafından ifadesi alınmadan ve idarenin beyanları esas alınarak karar verildiğini belirtmiştir. Ayrıca Hâkimlikçe somut hiçbir dayanağı olmayan, veri ile desteklenmeyen istihbari bilgi nedeniyle hücre niteliğindeki bir odaya alınmasının hukuka uygun olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, kendisi ile birlikte kalan ve nakline karar verilen diğer kişilerin (S.K., H.G. ve diğer dokuz kişi)ifadesine başvurulması gerektiğini belirterek Ağır Ceza Mahkemesinden hukuka aykırı şekilde hücreye alınması kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İdare tarafından kesilen 8/1/2018 ve 29/12/2017 tarihli kantin fişlerinde ve tahsilat makbuzunda, 8/1/2018 tarihli reddiyat makbuzunda kaldığı odanın hücre olduğunun belirtildiğini ifade etmiştir. Havalandırmadan hiçbir zaman bir saat faydalandırılmadığını, odanın pencerelerinin küçük olduğunu, içeri temiz hava girmediğini, odanın genişliğinin 5 m2 olduğunu, insanlık onuruna yakışmayan bu hususların kamera kayıtlarıyla sabit olduğunu, odaya rutubet ve lağım kokusu geldiğini, odada temizlik yapılmadığını, gece gündüz odanın ışığının açık olduğunu belirtmiştir. Ayrıca odada boya yapıldığını, hasta olduğunu, revire çıkarılmadığını, dilekçelerinin alınmadığını ifade etmiş; bunlara ilişkin kamera görüntülerinin istenmesini talep etmiştir. Başvurucu, Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hiçbir sıkıntı yaşamamışken İnfaz Kurumunda bedensel ve ruhsal olarak baskıya maruz kaldığını belirtmiş; şikâyetinin incelenerek Hâkimlik kararının kaldırılmasını istemiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesinin 13/2/2018 tarihli kararıyla, Hâkimlik kararının hukuka uygun olduğu ifade edilerek reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 20/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/3/2018 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. ..." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (c) ve (d) bentleri şöyledir:''b) Hükümlülerin kurumlara kabullerinden sonra kalacakları odaları belirlemek,c) Kurumlarda kalmakta olan hükümlüleri gruplandırmak,d) Hükümlülerin kalmakta oldukları odaları değiştirmek,"
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12653
Başvuru, ceza infaz kurumunda oda değişikliğine ilişkin şikâyetin yeterli inceleme yapılmaksızın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyün terk edilmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış davanın reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile konut dokunulmazlığı ilkesinin; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, yeterli gerekçeye dayanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; açılmış olan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin; terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesi ile yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/6/2013 tarihinde Van Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 10/8/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van ili Başkale ilçesi Beşocak köyünde ikamet etmekteyken1991 yılında yoğun terör olayları yaşanması nedeniyle güvenlik güçleri tarafından göçe zorlandığını iddia etmiştir. Başvurucu 29/7/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 4/3/2010 tarihli ve 2010/1-30093 sayılı Komisyon kararında mal varlığına ulaşamaması nedeniyle başvurucuya toplam 392,90 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Kararın ilgili gerekçesi şöyledir:"... Zarar Tespit Komisyonu Alt Çalışma Grubu, Köy muhtarı ve köy ihtiyar heyetinin katılımıyla 2009 tarihinde yapılan keşif sonucu düzenlenen tutanakta Beşocak köyü Çitgeliş mevkiinin yerleşim yeri olmadığı ancak tarım arazilerinin bulunduğu beyan edilmiştir. Ayrıca Başkale İlçesi Akçalı Jandarma Karakol Komutanlığınca 2008 tarihinde düzenlenen tutanakta Beşocak köyünün 1988 yılında meydana gelen kan davası nedeniyle boşaltıldığı, … Çitgeliş mevkisinde herhangi bir yerleşimin olmadığı belirtilmiştir.  Mevcut bilgi ve belgelerdenBeşocak köy merkezinin 1988 yılında kan davası (sosyal sebeplerden dolayı) sonucu terkedildiği, söz konusu bölgede terör olaylarının 1997 tarihinde başladığı ve bu tarihten itibaren komşu köy ve mezralarda yaşayan vatandaşların yerleşim birimlerini terk ettikleri anlaşılmaktadır. Beşocak köy merkezinin 1988 yılında kan davası sonucu tamamen boşalması; köy merkezinde mevcut yapıların yığma kargir olması; teknik yönden incelendiğinde binaların 1-2 yıl boş kalması sonucu enkaza dönüştüğü; köyün terk edilme sebebinin kan davası olması (5233 sayılı kanunda geçen terör ve terörle mücadeleden doğan zararlardan olmaması) nedeniyle bina zararının ödenmemesine; ancak civar köy ve mezralarının 1997 tarihinden itibaren güvenlik endişesi ile yerleşim birimlerini terk ettikleri ve sahip oldukları tarım arazilerini kullanamadıkları dikkate alınarak Beşocak köyü merkez ve Çitgeliş mevkiinde bulunan tarım arazilerinin kullanılamadığı 1997 (dahil) - 1999 (dahil) arasında geçen 3 yıllık süreçte oluşan tarım zararının ödenmesine; ... Kanun ve bağlı Yönetmeliğin ilgili hükümleri uyarınca müracaatçı, yasal mirasçı veya temsilcisinin ağaçlara, ürünlere, arazi, ev, ahır, ağıl ve tandır evi ile ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen zararlar için yapmış olduğu müracaat üzerine Van Valiliğinin 31/10/2005-11/02/2008 tarih ve 727-940 sayılı yazıları ile görevlendirilmesi istenen, Başkale Kaymakamlığı Komisyon Alt Çalışma Grubunun görevlendirilmesi üzerine söz konusu heyet tarafından keşif mahalli olan Van İli Başkale İlçesi Beşocak Köyüne 11/07/2009 tarihinde gidilmiş, hazır bulunan müracaatçı, vekili, mahalli bilirkişiler, köy muhtarı ve köy ihtiyar heyetinin katılımıyla taşınır ve taşınmazlara ilişkin tespitler yapılmış olup, adı geçenin uğradığı zarar miktarlarını gösterir bilgiler dosya içinde bulunan EK-1 Zarar Tablosunda (kişi hesap kartı, taahhütname) mevcuttur. Yapılan tespitler sonucu; Van İli Başkale İlçesi Beşocak Köyü’ne sınır köy ve mezra sakinlerinin yerleşim birimlerini 1997-1999 yılları arasında terör ve terörle mücadele kapsamında güvenlik endişesi ile terk ettikleri tespit edildiğinden, Beşocak köyünden müracaat eden başvurucuların sahip oldukları tarım arazilerini 1997 yılı (dahil) ile 1999 yılı (dahil) arasında geçen 3 yıllık süreç içerisinde terör ve terörle mücadele kapsamında güvenlik endişesi ile kullanamadıkları kanaatine varılmıştır. Mevcut bilgi ve belgeler ışığında; İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 22-24 Kasım 2006 ve 11-14 Şubat 2007 tarihlerinde Ankara ilinde Standardizasyon Oluşturulması’na yönelik toplantı sonucunda tarım ve hayvancılık zararları ile taşınmazlarla ilgili zararların hesaplanmasında kullanılacak değer aralıklarına ilişkin tavsiye niteliğindeki tablolarda belirtilen rakamların dikkate alınmak kaydıyla ilimiz ürün desenine uygun olarak hazırlanan Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonlarının 26/03/2007 tarih, 2007/128 sayılı kararlarıyla ilimizde kullanılacak değer aralıkları belirlenmişti. 2009 yılında uygulanan değer aralıklarına İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 22/03/2010 tarih ve 1802 sayılı yazısında belirtilen ortalama enflasyon rakamı olan (%53) oranında artırılmasının dikkate alınmasının uygun görüldüğünden, 2010 yılında karara bağlanacak dosyalar için Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonları’nın 07/07/2010 tarih ve 5031 sayılı kararında belirtilen değerlerin esas alınmasına karar verilmiştir. Söz konusu müracaat sahibinin ortaya çıkan zararlarının yapılan hesaplamalarını gösterir rakamlar dosya içinde bulunan EK-1 Zarar Tablosunda (kişi hesap kartı-taahhütname) mevcuttur.Kanun ve bağlı Yönetmeliğin ilgili hükümleri uyarıncamüracaatçı vekilinin müvekkillerinin yıllardır yaşadığı topraklardan uzak kalması nedeniyle yaşanılan derin üzüntü ve sıkıntı sonucu oluşan manevi zararın tazminine yönelik manevi tazminat istemi hususunda yapılan değerlendirme neticesinde 5233 sayılı yasa ve yasaya bağlı olarak çıkarılan yönetmeliklerde manevi zarar ödenmesine ilişkin yasal bir düzenleme ve dayanak bulunmadığı için manevi tazminat talebinin değerlendirilmeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. ..." Zarar Tespit Komisyonu kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim” beyanını içeren sulhname 27/09/2010 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararı karşılamadığından bahisle başvurucu tarafından Van İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 4/4/2012 tarihli ve E.2011/18, K.2012/201 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “… 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un maddesinde, … Aktarılan hükme göre, ortaya doğan zarara ilişkin taraflar arasında anlaşmaya varılması halinde sulhnamenin imzalanması; böyle bir uzlaşma olmadığında ise ilgilinin yasal süresi içinde yargı yoluna başvurarak hakkını araması gerekmektedir.  Uyuşmazlıkta da; davacı tarafından komisyona yapılan başvuru üzerine talep değerlendirilmiş ve belirli bir meblağın davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Bu kapsamda hazırlanan sulhname de davacı vekili tarafından imzalanmıştır. Bu itibarla, uyuşmazlık her iki tarafın anlaşmaya varmasıyla sona ermiş; Kanun'da da ancak sulhname tasarısının süresi içinde imzalanmaması halinde ilgilisine yargıya başvurma hakkı tanınmıştır. Kaldı ki, sulh yoluyla çözümlenmiş bir konunun yargı mercilerince incelenmesi de temel hukuk mantığına aykırı olacaktır.  Dolayısıyla, içeriği ve sonuçları koşulsuz şekilde sulhname ile kabul edilen somut olayda, buna ilave olarak davacıya maddi tazminat ödenmesine imkan bulunmamaktadır.Öte yandan; 5233 sayılı Kanun kapsamına sadece maddi zararlar girmekte olup, manevi zararlara ilişkin tazmin taleplerinin genel tazminat hukuku prensiplerine göre incelenmesi mümkündür. Bu nedenle, 5233 sayılı Kanun esas alınarak talep edilen manevi tazminat isteminde bu kanun hükümlerine uygunluk görülmemiştir." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 8/11/2012 tarihli ve E.2012/8103, K.2012/7898 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı 12/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 21/6/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Belirlenen tazminat miktarı 30/12/2010 tarihinde başvurucu vekilinin hesap numarasına aktarılmıştır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, § 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) maddesi şöyledir:“Komisyon gerek görmesi halinde keşif yapabilir.Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir.Başvuru sahibinin kendisi, veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunurlar. Muhtar veya o yer mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunması temin edilir.…Başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde durum tutanakta belirtilir.” Aynı Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Yönetmelik' in maddesi şöyledir:  “Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır. Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.”
Ayrımcılık yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4747
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyün terk edilmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış davanın reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile konut dokunulmazlığı ilkesinin; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, yeterli gerekçeye dayanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; açılmış olan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin; terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesi ile yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, sosyal güvenlik yaşlılık aylığının ödenmeye başlandığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde iptal edilmesi ve başvurucunun geriye dönük olarak borçlandırılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Emekli olan başvurucu 1957 yılında doğmuş olup İstanbul ilinde ikamet etmektedir. Başvurucunun 30/6/2006 tarihli tahsis talebine istinaden 1/7/2006 tarihinden itibaren başvurucuya yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından başvurucunun çalıştığı işyerlerinden A. Metal Ürünleri San. Tic. Ltd. Şti.de (Şirket) 2008 yılında yapılan denetim sonucunda düzenlenen müfettiş raporuna istinaden işyerinden yapılan sigortalılık bildirimlerinin sahte olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Başvurucunun Şirketteki 13/1/2004-23/5/2006 yıllarına ait sigortalılık bildirimlerinin iptal edilmesi, yaşlılık aylığını alma şartlarını kaybetmesine yol açmış ve SGK tarafından yaşlılık aylığı sonlandırılmıştır. 17/4/2009 tarihli SGK yazısı ile başvurucuya 1/7/2006-19/4/2009 tarihine kadar yapılan 976,17 TL maaş ödemesinin yasal faizi ile birlikte 593,96 TL olarak 19/5/2009 tarihine kadar geri ödenmesi gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu 26/5/2009 tarihinde, SGK işleminin iptali ve 19/5/2009 tarihinden sonraki dönemde ödenmeyen yaşlılık aylıklarının ödenmesi istemiyle SGK ve Şirket aleyhinde dava açmıştır. Mahkeme 21/7/2011 tarihinde davanın kabulüne ve davaya konu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun yaşlılık aylığının kesildiği 15/9/2009 tarihinden itibaren (bu ay dâhil) ödenmeyen yaşlılık aylıklarının ödeme tarihine kadar oluşacak yasal faizlerine hak kazandığını tespit etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 13/1/2004-23/05/2006 tarihleri arasında Şirkette fiilî çalışmasının bulunduğu açıklanmıştır. Bu çerçevede başvurucu ile aynı dönemde çalışan komşu işyeri tanıkları ile bordro tanığının beyanlarından başvurucunun söz konusu dönemde davalı Şirkette fiilen çalıştığı tespitine yer verilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 6/11/2012 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, bu tür davaların kamu düzenine ilişkin olması ve özel bir duyarlılıkla yürütülmesindeki zorunluluğa işaret edilmiştir. Daire bu sebeple başvurucunun çalışmasının geçtiği iddia edilen işyerinin mevcut olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini vurgulamış, bu amaçla yeniden araştırma ve inceleme yapılması zorunluluğuna dikkati çekmiştir. Mahkeme, bozma kararına uymuş ve yeniden yapılan yargılama sonucunda 7/5/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 10/6/2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin son fıkrasına göre iş müfettişleri tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olacağı ve kurum müfettişleri tarafından yapılan inceleme raporundaki tespitlerin aksini başvurucunun ispatlayamadığı belirtilmiştir. Bu karar, Dairenin 26/11/2015 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 5/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun "Yersiz ödemelerin geri alınması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, ...itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.... " 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun " Dürüst davranma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. " 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun "Yaşlılık aylığından yararlanma şartları:" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yaşlılık aylığından yararlanma esas ve şartları aşağı da gösterilmiştir:A) (Değişik: 23/5/2002-4759/1 md.) Yaşlılık aylığından yararlanabilmek için sigortalıların; a) Kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olması ve en az 7000 gün veyab) Kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olması, 25 yıldan berisigortalı bulunması ve en az 4500 gün,Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmaları şarttır. ...H) Bu maddede belirtilen yaşlılık aylıklarından yararlanabilmek için sigortalının çalıştığı işten ayrılması ve yazılı istekte bulunması şarttır.''
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1854
Başvuru, sosyal güvenlik yaşlılık aylığının ödenmeye başlandığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde iptal edilmesi ve başvurucunun geriye dönük olarak borçlandırılması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Sendika, e-Devlet sistemindeki sendika üyeliğinin "yalnızca işçilerin, ait oldukları iş kolunda olmak kaydıyla işçi sendikasına üye olabilmeleri" şeklinde düzenlendiğini belirtmiştir. Başvurucu, bu uygulamanın çalışan herkesin tüm sendikalara e-Devlet üzerinden üyeliğine imkân sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi için altyapı oluşturulması istemiyle idareye başvurmuştur. Başvuru zımnen reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, zımnen reddedilen işlemin iptali talepli dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, sendika kurmak veya sendikaya üye olmak için çalışan olmanın yeterli olduğunu, serbest çalışan avukatlar için işçi/işveren ayrımının yapılmasının doğru olmadığını, avukatlığın serbest meslek olarak yapılmasının esas olduğunu belirterek idarenin zımni ret işleminin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, sendika üyeliği için işçi/işveren ayrımı yapılan 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun ve maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ederek ilk derece mahkemesinin itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine başvurmasını talep etmiştir. Davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi tarafından davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçeli kararda, 6356 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasının 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'na yollaması nedeniyle 4857 sayılı Kanun'da, bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişinin işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişinin yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşların işveren olarak tanımlandığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca bir avukat yanında, avukatlık ortaklığında veya avukatlık bürosunda 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi ve 4857 sayılı Kanun hükümlerine göre çalışan avukatların işgören (işçi) konumunda olduğu, yanında işgören çalıştıran avukat veya avukatlık ortaklığının da işveren statüsünü haiz olduğu belirtilmiştir. Kararın gerekçesinde; mevzuat hükümlerine göre işçi sayılanların işçi sendikalarına, işveren sayılanların ise işveren sendikalarına üye olabileceği, işçi veya işverenlerin aynı iş kolunda ve aynı zamanda birden çok sendikaya üye olamayacağı, sendikaya üye olabilmek için sendikanın kurulduğu iş kolunda fiilen çalışıyor olma şartının sağlanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. İlk derece mahkemesi kararı Bölge İdare Mahkemesi tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27450
Başvuru, sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/71176
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davanın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) subay olmak amacıyla 11/7/2016 tarihinde Subay Temel Askerlik ve Subaylık Anlayışı Kazandırma Kursuna kursiyer olarak başlamıştır. Başvurucunun eğitimi devam etmekteyken benzer durumdakilerin tamamını kapsadığı anlaşılan 19/8/2016 tarihli bir emirle izne gönderildiği anlaşılmıştır. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hâl (OHAL) Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin (a) bendindeki, temin faaliyeti tamamlanmamış astsubay ve subay adayları hakkındaki işlemlerin iptal edilmesi kuralı kapsamında başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 21/8/2017 tarihli kararıyla davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun okulla ilişiğinin doğrudan kanun niteliği taşıyan hukuki bir düzenleme ile kesildiği, idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 7/12/2017 tarihli kararla istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararı Danıştay Beşinci Dairesinin 8/10/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan inceleme sonucunda, başvurucunun nihai kararı 11/5/2019 tarihinde okuduğu tespit edilmiştir. Başvurucu, nihai karara karşı 12/6/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19171
Başvuru, temin faaliyeti tamamlanmamış olan subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davanın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, müşterek çocuğun yurt dışında bulunan mutat meskenine iade edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm tarafından başvurucunun oğlu H. Tınaz'ın İngiltere'ye iade edilmesine dair kararın geçici olarak durdurulması yönünde 14/4/2021 tarihinde tedbir kararı verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinden sonra beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İngiltere Merkezî Makamı tarafından Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığına iletilen başvuru dilekçesi ve eklerinde; başvurucu ile N. J.'nin evliliklerinden 2008 doğumlu H. Tınaz adında bir erkek çocuklarının olduğu, anne ve babanın 2011 yılında boşandığı, boşanma kararı uyarınca çocuğun velayetinin babaya verildiği belirtilmiştir. Dilekçede; Newcastle Upon Tyne Aile Mahkemesinin 22/8/2018 tarihli kararıyla çocuğun velayet hakkının babadan alınarak vesayet makamı olarak adı geçen mahkemenin belirlendiği ve aynı mahkemenin 31/8/2018 tarihli kararıyla da kesin olmamakla beraber çocuğun annesi ile yaşamasına karar verildiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda annenin 7/12/2018 tarihinde yapmış olduğu başvuru ile adı geçen çocuğun 22/8/2018 tarihinden bu yana başvurucu tarafından annenin bilgisi ve rızası hilafına Türkiye'de alıkonulmakta olduğu bildirilmiştir. Çocuğun mutat ikametgâhı olduğu iddia edilen İngiltere'ye iadesini teminen Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Lahey Sözleşmesi (Lahey Sözleşmesi) uyarınca gerekli işlemlerin başlatılması talep edilmiştir. Bu başvuru kapsamında 21/12/2018 tarihinde Muğla Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) yer tespiti ve dostane çözüm amacıyla ilk yazı yazılmış olup, başvurucu rıza ile teslimi kabul etmemiştir. Bunun üzerine Lahey Sözleşmesi ile 22/11/2007 tarihli ve 5717 sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön ve Kapsamına Dair Kanun uyarınca Adalet Bakanlığı'nın talep yazısı üzerine Başsavcılık tarafından 29/4/2019 tarihinde çocuğun iadesine yönelik dava açılmıştır. Söz konusu dava kapsamında Muğla Aile Mahkemesi 11/7/2019 tarihli kararı ile iade talebinin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara karşı merkezi makam adına o yer Cumhuriyet savcısı tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bunun üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Daire) 2/11/2019 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararını kaldırmış ve dosyayı ilk derece mahkemesine göndermiştir. Gerekçede özet olarak; Cumhuriyet savcısının katılımı olmadan davanın görülmesinin ve yazılı şekilde hüküm kurulmasının doğru görülmediği ifade edilmiştir. Daha sonra Cumhuriyet savcısının katılımı ile yapılan duruşma sonunda29/1/2020 tarihli karar ile yine aynı şekilde çocuğun yurt dışında bulunan mutat meskenine iadesine yönelik talebin reddine hükmedilmiştir. O yer Cumhuriyet savcısı tarafından karara karşı tekrar istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Dairenin 9/6/2020 tarihli ilamı ile Aile Mahkemesinin kararı kaldırılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun oğlu H. Tınaz'ın mutat meskeni olan İngiltere ülkesine iade edilmesine dair karar verilmiştir. Bunun üzerine Dairenin söz konusu kararına karşı başvurucu tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Karar, temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/2/202 tarihli hükmüyle onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu vekili, mahkeme tarafından yapılan bir tebligatın bulunmadığını ve nihai kararın 23/3/2021 tarihinde müvekkili tarafından şifahen öğrenildiğini ifade etmiştir. Bu kapsamda 7/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/14698
Başvuru, müşterek çocuğun yurt dışında bulunan mutat meskenine iade edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, kaymakam olarak görev yapmakta iken aynı ilçedeki bir okulda müdür yardımcısı olan E.Z.Z. başvurucu hakkında ihbarda bulunmuştur. Bunun üzerine Balıkesir Valiliği tarafından (Valilik) başvurucunun mülki idare amirliği ile bağdaşmayan tutum içerisinde olduğu iddiasından hareketle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında ifadesine başvurulan E.Z.Z. özetle 2017 yılının Ekim ayında bir eğitim projesi kapsamında sunuculuk görevi yaptığı programdan sonra başvurucunun ihbara konu mesajları göndermeye başladığını, devam eden süreçte önce iş, sonrasında iş dışı konularda konuşmak ve bir yerlere davet etmek şeklinde mesaj ve aramaların çoğaldığını beyan etmiştir. Düzenlenen soruşturma raporunda başvurucu tarafından 2017 yılının Kasım ve Aralık aylarında farklı zaman dilimlerinde telefon ve sosyal medya üzerinden E.Z.Z.ye gönderilen "bu akşam gizlice çalsam kapını içeri alır mısın açar mısın kollarını", "Sarılır mısın aşkla ve şevkle bana", "[Z.] vahşi kedi misin", "Liderlik bana işve sana", "Seni istiyorum, geleceğim yanına her yerini morartacağım", "Neyse vaktim yok, senle uğraşamam şimdi, öptüm", "[N.] bugün seksi iç çamaşırları giyerek beni yatağa bağladı. Amacı beni tahrik etmekti. Benim soğuk davrandığımı görünce kemerle ellerimi sonra iple ayaklarımı bağladı. Daha sonra sana değer verdiğim için yanında getirdiği bıçakla elimi yaraladı. Seni seviyorum. Bunu bil." şeklindeki mesajlara yer verilmiştir. Başvurucunun söz konusu mesajları soruşturmayı yürüten müfettiş önünde inkâr etmesi üzerine anılan mesajlar adli bilişim uzmanları marifetiyle E.Z.Z.ye ait telefon üzerinden yapılan inceleme neticesinde teyit edilmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun gönderdiği söz konusu mesajlarla 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendinde yer alan memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak fiilini işlediği kanaati bildirilmiştir. İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu (Kurul) tarafından başvurucunun yazılı ve sözlü savunması alınmıştır. Başvurucu bu kapsamda özetle başarılı bir meslek hayatı sürdürdüğünden, herkese karşı güler yüzlü olduğundan, ihale mevzuatı ve meri mevzuat kapsamında işlemlerin tam yapılmasını denetlediğinden bahsetmiştir. Soruşturmaya konu olayla ilgili olarak da başvurucu, E.Z.Z.nin iddialarının kurgusal ve geçersiz olduğunu, görevini her zaman hukuk ve ahlak kurallarına uygun olarak yerine getirdiğini ifade etmiştir. Sonuç olarak Kurul 30/10/2018 tarihli kararıyla başvurucunun devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasını öngörmüş ise de geçmiş hizmetleri sırasındaki olumlu çalışmalarından dolayı bir alt ceza uygulamak suretiyle 3 yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu tarafından anılan işlemin iptali talebiyle 17/1/2019 tarihinde Yozgat İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu özel hayatı içerisinde müstehcen mesaj gönderdiği gerekçesiyle cezalandırıldığını, bu mesajların mesleki hayatına bir etkisinin olmadığını ve tesis edilen disiplin cezasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 13/9/2019 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, soruşturma raporunda belirtilen ve başvurucu tarafından da ikrar edilmiş olan mesajların özel hayat kapsamında sayılamayacağı, başvurucunun söz konusu mesajları makam ve görevini kullanarak maiyetinde bulunan ve disiplin amiri olan bir memura gönderdiği hususu vurgulanarak dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını yinelemekle birlikte söz konusu mesajların ihbar sahibinin telefonu incelenerek elde edildiğini, bu incelemenin soruşturmayı yürütenler tarafından yapıldığını, bağımsız bir bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını ve kişisel verilerinin hukuka aykırı olarak kullanıldığını ileri sürerek İdare Mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 10/6/2020 tarihinde İdare Mahkemesi kararının usule ve hukuka uygun olduğu ve kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 7/7/2020 tarihinde öğrendiğini bildirmiş ve 6/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22222
Başvuru, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın tutukluluk durumunun devam ettirilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 18/7/2013 tarihinde Batman Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir hususun bulunmadığı tespit edilmiştir.İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.İkinci Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 29/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne cevap vermemiştir. A. OlaylarBaşvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında Batman Sulh Ceza Mahkemesinin 30/12/2011 tarihli ve 2012/212 sorgu sayılı kararı ile “cebir tehdit veya hile kullanarak çocuğa karşı cinsel amaçla, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçlarından tutuklanmış, Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 3/1/2012 tarihli ve 2012/1 sayılı iddianamesiyle, "çocuğun nitelikli cinsel istismarı, cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında Batman Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası (E.2012/16) açılmıştır.Batman Ağır Ceza Mahkemesi, 28/5/2013 tarihli ve E.2012/16 sayılı kararla başvurucu hakkında tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun, tutukluluğun devamına dair karara itirazı üzerine, Batman Ağır Ceza Mahkemesi 31/5/2013 tarihli ve 2013/446 Değişik İş sayılı kararla itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 18/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.Batman Ağır Ceza Mahkemesi 18/7/2013 tarihli ve E.2012/16, K.2013/143 sayılı kararla başvurucunun isnat olunan suçlardan toplam 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.Başvurucu, 18/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 18/7/2013 tarihli ve E.2012/16, K.2013/143 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 27/1/2014 tarihli ve E.2013/11054, K.2014/914 sayılı ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir.B. İlgili Hukuk4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“ Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,…d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5707
Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın tutukluluk durumunun devam ettirilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 4/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 25/2/2008 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK. maddesi ile görevli) 29/2/2008 tarih ve 2008/20 Sorgu sayılı karar ile başvurucunun “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 29/4/2008 tarih ve E.2008/603 sayılı iddianamesi ile "silahlı terör örgütüne üye olma, örgütün ve amacının propagandasını yapma, patlayıcı madde bulundurma ve atma, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme, kamu malına zarar verme, mala zarar verme ve resmi belgede sahtecilik" suçlarını işledikleri iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK. maddesi ile görevli) kamu davası açılmıştır. Mahkemece 3/9/2009 tarih ve E.2008/141, K.2009/172 sayılı karar ile dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2006/132 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın bu dosya üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/2/2012 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince, 2/10/2012 tarih ve E.2006/132, K.2012/247 sayılı karar ile başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam dört sanık için hüküm kurulmuş, başvurucu hakkında, “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçundan açılan kamu davasının ertelenmesine, başvurucunun “silahlı terör örgütüne üye olmak, patlayıcı madde bulundurmak ve taşımak, korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda patlayıcı madde kullanmak ve 2911 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından toplam 14 yıl 41 ay 30 gün hapis ve 320,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, 24/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları, maddesinin (2) numaralı fıkrası; 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin ikinci fıkrası; 6/10/1983 tarih ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1212
Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 21/12/2010 tarihinde Üsküdar İş Mahkemesinde işçi işveren ilişkisinden kaynaklanan feshin geçersizliği ve işe iade istemli açılan davada, İlk Derece Mahkemesinin 26/4/2012 tarihli davanın kabulü ve başvurucunun işe iadesine yönelik hükmü Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yargılamaya İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde devam edilmiş, 18/3/2014 tarihli hükmü ile davanın kabulüne karar verilmiş, bu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/6/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12485
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16202 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16147 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 23/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası hâlen temyiz aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16147
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1