text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/3673
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 26/8/2018 tarihinde öğrendikten sonra 3/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27775
Başvuru, işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1989 doğumlu olan başvurucu, 2014 yılında çeşitli alt işveren şirketler nezdinde (şirket) asıl işveren Van Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (Kurum) nezdinde su arıza işçisi olarak çalışmaya başlamıştır. Kurum tarafından alt işveren şirkete gönderilen talimat doğrultusunda 28/11/2017 tarihli bildirimle başvurucunun iş akdinin feshedilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle şirket ve Kurum aleyhine 12/12/2017 tarihinde dava açmıştır. Van İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, feshin gerekçesi olarak kapatılan derneklerde üyeliğinin bulunduğu hususunun gösterildiğini ancak bu durumun gerçeği yansıtmadığını, herhangi bir dernekte üyelik kaydının bulunmadığını, bu kapsamda yeterli inceleme yapılmadan iş akdinin feshedildiğini, işverenin iddiasını somut bir bilgi yahut belgeye dayandırmadığını ileri sürmüştür. Davalı Kurum, cevap dilekçesinde usule ilişkin olarak süre aşımı ve husumet itirazlarında bulunmuş; esasa ilişkin olarak da Van Valiliği Olağanüstü Hâl Bürosu (OHAL Bürosu) tarafından sosyal çevre ve haricî araştırmalar sonucunda terör örgütleri ile irtibat ve iltisaklı oldukları tespit edilen kişilerin kendilerine bildirildiğini, başvurucunun da bu kişilerden olduğunu, bu çerçevede ilgili kanun hükmünde kararname kapsamında yapılan feshin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkeme 19/2/2018 tarihli kararında davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"... davacının PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla 07/11/2012 tarihinde emniyet güçlerince gözaltına alınıp, 10/11/2012 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dolayı tutuklandığı, her ne kadar davacı taraf terör örgütüne üye olma suçundan dolayı hakkında açılan kamu davasından beraat etmişse de davacının PKK Terör Örgütü ile bağlantılı olabileceğine ilişkin davalı kuruma gönderilen 'Gizli' ibareli Van Emniyet Müdürlüğü'nün 17/11/2017 tarihli araştırma raporu ve davacı hakkında terör örgütü üyesi olduğu suçlamasıyla kamu davası açılmış olması hususları nazara alındığında taraflar arasındaki güven ilişkisinin sona erdiği, davalı işverenden iş akdinin devamının beklenemeyeceği, fesih tarihi itibariyle işe iade davası bakımından en azından geçerli nedenin bulunduğu, kaldı ki işe iade davalarında geçerli nedenin bulunup bulunmadığının davacının işvereni olan alt işveren açısından gerekmekte olup, davacının iş akdinin feshinin asıl işverence Ohal kapsamında PKK/KCK terör örgütü ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle istenilmekle, alt işveren açısından feshin zorunlu hale geldiği ve geçerli fesih sebebinin oluştuğu anlaşılmakla davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis etmek gerekmiştir." Başvurucu, karara karşı 29/3/2018 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunmuş; derece mahkemesi tarafından yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığını, işveren açısından feshin zorunlu olduğu sonucuna nasıl ulaşıldığı hususunun gerekçeli karardan anlaşılamadığını, beraat kararı gözetildiğinde feshin hukuki olmadığını belirterek davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 24/5/2018 tarihli kararı ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı ve özellikle asıl işverence davacının güvenliği tehdit ettiğine ilişkin somut belge veya bilgi sunulmamışsa da asıl işverenin bir yazı ile, terör örgütü ile ilgili olarak yapılan değerlendirmeler sonucunda güvenlik tedbirleri nedeniyle davacının çalışmasının uygun görülmediğinin bildirilmesi üzerine, alt işveren açısından fesih zorunlu hale geldiğinden, feshin geçerli nedene dayandığı anlaşılmakla, davacının istinaf başvurusunun esas yönünden reddine karar verilmiştir." Nihai karar 13/6/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYGM) ve Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) içinde faaliyet yürüttüğü, ÖSB'nin üniversite sorumlusu olarak görev yaptığı iddialarıyla soruşturma başlatılmış; 7/11/2012 tarihinde gözaltı tedbiri uygulanmış, 10/11/2012 tarihinde de başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. 29/3/2013 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma isnadıyla Van Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde dava açılmıştır. Söz konusu iddianamede ÖSB'nin PKK/KCK terör örgütüne bağlı alt bir yapılanma olduğu, özellikle örgütün isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda bombalı saldırıları organize etmekle sorumlu olduğu belirtilmiş; PKK/KCK terör örgütünün talimatlarıyla KCK tutuklamalarını protesto etmek amacıyla ceza infaz kurumlarında süresiz açlık grevleri başlatıldığı ancak grevlerin 18/11/2012 tarihinde sona erdiği ifade edilmiştir. Başsavcılık başvurucuya yönelik olarak iletişimin tespiti ve fiziki takip tedbirlerini de kullanmak suretiyle delil elde etme yoluna gitmiş ve örgüt mensubiyetine yönelik şu tespitlerde bulunmuştur:- Başvurucunun açlık grevlerinin sona ermesine ilişkin olarak arkadaşlarına içeridekiler ölümle burun buruna gelirken kendilerinin bayram yapamayacaklarını ifade eder nitelikte birtakım mesajlar atmış ve mesajlaşma içerikleri iddianameye yansıtılmıştır.- Telefon görüşmelerinden başvurucunun ceza infaz kurumlarındaki açlık grevlerine destek vermek için 30/10/2012 tarihinde Van Merkez Beşyol mevkiinde gerçekleştirilen yasa dışı gösterinin organizasyonunda yer aldığı ve eyleme bizzat katıldığı, 17/3/2011 günü Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Kampüsü'nde örgüt propagandasına dönüşen nevruz etkinliğine katıldığı, eylemci grup ile birlikte halay çektiği, “Özgürlük Mahkûmları” isimli sözde marşı söylediği ve alkışlayarak destek verdiği anlaşılmıştır.- Başvurucu, mesajlaşmaları gerçekleştirdiği kişilerden bir kısmı ile 9/10/2012 ve 20/9/2012 tarihlerinde örgütsel buluşma gerçekleştirmiştir.- Başvurucunun evinde yapılan aramada Abdullah Öcalan’ın yazdığı "Ortadoğu’da Uygarlık Krizi, Demokratik Uygarlık Çözümü" isimli kitap bulunmuş; ayrıca örgütü ve örgüt mensuplarını övücü, özendirici, şiddeti teşvik edici nitelikte doküman ele geçirilmiştir.- Gizli tanık ifadelerine göre başvurucu, üç gün süren örgütsel eğitime katılan on beş kişiden biridir ve ÖSB yapılanması içinde faaliyet yürütmüştür. Başvurucu, Emniyette ve Başsavcılıkta alınan beyanlarında ileri sürülen iddiaları reddetmiş; örgüt ile bağlantısının bulunmadığını belirtmiştir. 30/1/2014 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesi 30/11/2015 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan beraatına hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: "Sanıklar Furkan ASLAN ve [H.Ç.] ye ait cep telefonu numaralarının, örgüt üyesi olduğu ve Van ilinde ÖSB faaliyetleri yürüttüğü bildirilen Y. adlı şahsın üzerinden ele geçtiği sabit ise de; bu hususun tek başına sanıkların Y. adlı şahısla birlikte örgütsel faaliyette bulunduklarını göstermeyeceği, sanıklar Furkan ASLAN, [H.Ç] ve [] ye ait telefon tapeleri incelendiğinde sanıkların Y. adlı şahıstan talimat aldıklarına, yapılan eylemlere ilişkin adı geçen şahsa rapor verdiklerine dair her hangi bir delil bulunmadığı, PKK terör örgütünün Van ilindeki ÖSB bünyesinde faaliyet yürüttüklerine dair somut bir tespitin bulunmadığı, sanıkların evlerinde yapılan aramalarda örgüt propagandası niteliğindeki örgüte bir kısım yayınlar ile görüntü ve ses kayıtlarının (müzik dosyalarının) ele geçmesinin sanıkların örgüte sempati duyduklarını göstermekle birlikte tek başına örgüt üyesi sayılmalarında yeterli olmayacağı, aralarında yaptıkları telefon görüşmelerinde örgütün propagandasına dönüşen bir kısım gösterilere katıldıklarına ilişkin görüşme yapmalarının da tek başına sanıkların örgüt hiyerarşisine tabi olduklarını göstermeyeceği, eylemlerinde çeşitlilik ve yoğunluk bulunmadığı anlaşılmakla sanıkların atılı suçu işledikleri sabit olmadığından CMK'nun 223/2-e maddesi uyarınca atılı suçtan beraatlerine karar vermek gerekmiştir." Karar 8/12/2015 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi'dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar vermiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi tarafından da aynı gerekçelerle esastan reddedilmiştir. ...Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22559
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/27390 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27390
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, iş akdinin emeklilikle sonlandırılması sırasında işveren tarafından yapılan ek ödeme üzerinden uygulanan gelir vergisi kesintisinin iadesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın lehe kararlara rağmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, özel bir bankada çalışmaktayken emeklilik nedeniyle iş sözleşmesi 30/4/2016 tarihinde sona ermiştir. İşveren, başvurucuya kıdem tazminatına ek olarak brüt 231,84 TL ihbar tazminatı ve son net aylık ücretinin yaklaşık on katı tutarında brüt 300,55 TL ödeme yapmıştır. İşveren, söz konusu ödemeden 2016 Nisan dönemi itibarıyla gelir vergisi kesintisi yaparak vergi dairesine beyan etmiştir. Başvurucu 28/5/2018 tarihli dilekçeyle 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi uyarınca ilgili vergi dairesi müdürlüğüne vergi hatası düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu; iş akdinin feshi nedeniyle tarafına yapılan ödemenin 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun ve maddeleri gereğince iş güvencesi tazminatı niteliğini taşıdığını, ücret niteliğinde olmadığını, gelir vergisinden müstesna olduğunu ve bu nedenle ödenen verginin iadesinin gerektiğini belirtmiştir. Düzeltme talebine herhangi bir cevap verilmemesi üzerine başvurucu 213 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Gelir İdaresi Başkanlığına 17/7/2018 tarihinde şikâyet yoluyla müracaat etmiştir. Şikâyet müracaatına karşı herhangi bir cevap verilmemiştir. Başvurucu 2/10/2018 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, hiçbir şarta bağlı olmaksızın iyi niyet çerçevesinde yapılan ödemenin ücret niteliği taşımadığı dolayısıyla gelir vergisine tabi olmadığı ileri sürülmüş, hatalı olarak yapılan gelir vergisi kesintisine karşı yapılan şikâyet başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile yapılan kesintinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte iadesine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme öncelikle, ara kararlarıyla işverenden ve başvurucudan bilgiler istemiştir. Bu kapsamda, taraflar arasında ikale sözleşmesi yapılıp yapılmadığı başta olmak üzere söz konusu ödemenin mahiyetini ortaya koyacak bilgilerin sunulması istenmiştir. İşveren ve başvurucu ara kararına verdikleri cevapta taraflar arasında ikale sözleşmesi bulunmadığını beyan etmişlerdir. Mahkeme 26/4/2019 tarihinde davanın kısmen kabulüne, ek ödeme üzerinden yapılan gelir vergi kesintisinin tahsil tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte başvurucuya iadesine karar vermiştir. Mahkeme ihbar tazminatından kaynaklı vergi kesintisine ilişkin talebin ise reddine karar vermiştir. Gerekçenin kabule ilişkin kısmında iş akdi sona eren çalışana yapılan ödemenin hizmet karşılığında yapılması söz konusu olamayacağından ücret olarak nitelendirilemeyeceği, dolayısıyla ücret niteliği taşımayan ödemenin hangi ad altında yapıldığının da vergisel açıdan bir önemi bulunmadığından gelir vergisine tabi olmadığı belirtilmiştir. Davacı, ret ile ilgili kısım yönünden istinaf talebinde bulunmamıştır. Davalı idare, kabulle ilgili kısım için istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde öncelikle 18/1/2019 tarihli ve 7162 sayılı Gelir Vergisi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun maddesiyle yapılan düzenlemeye dikkat çekilmiş ve dava konusu ödemenin içeriğinin ikale sözleşmesi kapsamında ödenen işsizlik ödemesi niteliğinde olmadığından anılan yasal değişiklik kapsamında olmadığı vurgulanmıştır. Dilekçede, ödemenin ikale ödemesiymiş gibi kabul edilerek üzerinden kesilen verginin iadesine hükmedilmesi yönünde verilen kararın hatalı olduğu belirtilmiştir. Yapılan ödemenin emekli ikramiyesi niteliğinde olduğu ve istisna tutarını aşan kısmın gelir vergisi tevkifatına tabi bulunduğu ifade edilmiştir. İstinaf dilekçesi ekinde işverenin vergi dairesine gönderdiği 18/6/2018 tarihli yazıya da yer verilmiştir. Söz konusu yazıda başvurucu ile ikale sözleşmesi imzalanmadığı, emekli olarak ayrılan başvurucuya kıdem tazminatı, ile bunun dışında ek ödemeler yapıldığı ifade edilmiştir. Kıdem tazminatının istisna kapsamında olması nedeniyle gelir vergisi hesaplanmadığı, diğer ödemeler için ise gelir vergisi kesintisi uygulanarak vergi dairesine ilgili dönem beyan edildiği belirtilmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 5/12/2019 tarihinde davalı idarenin istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararının kabulle ilgili kısmının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda, işveren tarafından ara kararına verilen, başvurucu ile ikale sözleşmesi imzalanmadığı ve dava konusu brüt 300,55 TL tutarlı ek ödemenin davacının emeklilik istemi üzerine ödendiği yönündeki cevaba dikkat çekilerek ek ödemenin, kıdem tazminatı mahiyetinde bir ödeme olamayacağı gibi emeklilik nedeniyle işten ayrılan bir kişinin işsiz kaldığından bahsedilemeyeceğinden işsizlik sebebiyle yapılan bir tazminat ödemesi veya yardım da sayılamayacağı ifade edilmiştir. Buna göre yasal olarak vergiden istisna edilmemiş olan dava konusu ödemenin 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun maddesinde bahsi geçen ücret niteliği taşıyan ödemelerden olduğu ve dolayısıyla ücret olarak vergilendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nihai hüküm 2/2/2020 tarihinde tebliğ edildikten sonra 24/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8228
Başvuru, iş akdinin emeklilikle sonlandırılması sırasında işveren tarafından yapılan ek ödeme üzerinden uygulanan gelir vergisi kesintisinin iadesine karar verilmesi talebiyle açılan davanın lehe kararlara rağmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 26/7/2010 tarihinde açtığı dava 29/3/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 3/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27369
Başvuru, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yanlış tedavi uygulandığından bahisle açılan tazminat davasının reddi nedeniyle Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve maddesinde yer alan adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 25/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış, başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvurunun bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 13/2/2014 tarihli görüş yazısı 25/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, cevabını 10/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eşiyle birlikte İstanbul’da bulunan A. Hastanesinde (özel hastane) tüp bebek tedavisi görmüş; tedavi sonucunda bir çocukları olmuştur. Başvurucu, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesiyle tedavi sırasında 12/4/2004 tarihinde geçirdiği sperm arama amaçlı yapılan Mikro TESE (Micro Dissection - Testicular Sperm Extraction, biyopsi işleminin özel tasarlanmış bir mikroskop düzeneği altında yapılmasıdır.) operasyonu sonrasında bazı rahatsızlıklarının ortaya çıktığını, bu operasyon sırasında tüm spermlerinin alındığını ve vücudunun kendi kendine testosteron hormonu üretemez hâle geldiğini ve bu şekilde sakatlandığını ileri sürerek ameliyatı gerçekleştiren doktorun cezalandırılmasını talep etmiştir. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca 2006/19362 sayılı soruşturma dosyası açılmış; 30/4/2009 tarihli ve K.2009/4830 sayılı kararda, Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 23/2/2009 tarihli raporuna göre başvurucuya uygulanan Mikro TESE operasyonunun tıp kurallarına uygun olduğu, şikâyete neden olan testosteron düşüklüğünün Mikro TESE ameliyatından önce iki kez uygulanmış olan Makroskobik TESE ameliyatlarına bağlı olabileceğinin bildirildiği, buna göre kamu davası açılması için yeterli şüphe elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2009 tarihli ve 2009/729 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 10/11/2009 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2006 tarihinde A. Hastanesi aleyhine Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, azosperm hastası olması yani sperm sayısının az olması ve doğal yollardan tahliye edilmemesi nedeniyle davalı Hastaneye tüp bebek tedavisi amacıyla başvurduğunu, ameliyatla spermlerinin alındığını, operasyonda yapılan hatalar nedeniyle ameliyat sonrasında testosteron hormonu salgılayamama, kemik erimesi, cinsel isteksizlik, iş gücü kaybı gibi rahatsızlıklar hissettiğini, ömür boyu ilaç kullanmak zorunda kaldığını, bir daha çocuk sahibi olamayacağından üzüntü duyduğunu ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 19/7/2007 tarihli kararıyla Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmiş ve dava dosyası 26/7/2007 tarihinde Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiştir. Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin, 27/4/2010 tarihli ve E.2007/344, K.2010/120 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Adli Tıp İhtisas Kurulunun 23/2/2009 tarihli raporu incelendiğinde, taraflarca sunulan ve toplanan davacı Ahmet Acartürk’e ait A. Hastanesinde düzenlenen hasta müşahade evrakları ve hasta dosyası, …nın incelendiği, davacının 13/2/2009 tarihinde kurullarınca yapılan muayenesi sonucunda Adli Tıp İhtisas Kurulu üyesi Üroloji uzmanı Prof .Dr. H.Ö.’nın da katılımı ile tüm adli ve tıbbi belgelerin heyetçe değerlendirilmesi sonucunda: Ahmet Acartürk’e …yapılan Mikro TESE operasyonunun Tıp kurallarına uygun olduğu, şikayete neden olan testesteron düşüklüğünün Mikro TESE ameliyatından önce iki kez uygulanmış olan makroskobik TESE ameliyatına bağlı olabileceği, bunun mikro TESE ameliyatında görülen fibrozis ile de desteklendiğinin oybirliği ile mütalaa olunduğu belirlenmiştir.…Davacılar vekili dosyaya sunduğu yazılı beyanında, Adli Tıp Kurulu İhtisas Kurulunun 23/2/2009 tarihli raporunu kabul etmediklerini, dosyanın mahkemece üniversitelerden seçilecek üç kişilik bilirkişi heyetine tevdii ile yeniden rapor alınmasını beyan etmiş, davalı vekili ise, zapta geçen beyanında Adli Tıp Kurulu İhtisas Kurulunun sunduğu raporun gerekçeli ve açık olduğunu dolayısıyla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Bu durumda dosya muhtevası ve toplanan deliller nazara alındığında, Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunun 23/2/2009 tarihli raporunun, içlerinde Üroloji, Genel Cerrahi, Ortopedi ve Travmatoloji ve Nöroloji Uzmanları ile üç ayrı Adli Tıp Uzmanından oluşan toplam yedi kişilik heyetçe düzenlendiği, başvurucunun gerek davalıya ait hastaneden, gerekse daha önce tedavi gördüğü diğer hastanelerden celbolunan hasta müşahade evrakları ile laboratuvar sonuçlarının ayrıntılı bir şekilde irdelendiği ve başvurucunun bizzat muayenesinin yapılarak söz konusu raporun tanzim olunduğu anlaşılmakla davacıların davalarının reddine karar vermek gerekeceği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.” Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/11/2011 tarihli ve E.2011/1385, K.2011/16528 sayılı kararıyla dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan tüm temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2012 tarihli ve E.2012/15293, K.2012/21964 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar 21/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun'un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.” 29/5/1979 tarihli ve 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Tedavi, teşhis ve bilimsel amaçlarla organ ve doku alınması, saklanması, aşılanması ve nakli bu kanun hükümlerine tabidir.” 2238 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunda sözü edilen organ ve doku deyiminden, insan organizmasını oluşturan her türlü organ ve doku ile bunların parçaları anlaşılır.Oto - grefler, saç ve deri alınması, aşılanması ve nakli ile kan transfüzyonu bu kanun hükümlerine tabi olmayıp, yürürlükte bulunan sağlık yasaları, tüzükleri, yönetmelikleri ve tıbbi deontoloji kuralları çerçevesinde gerçekleştirilir.” 2238 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Onsekiz yaşını doldurmuş ve mümeyyiz olan bir kişiden organ ve doku alınabilmesi için vericinin en az iki tanık huzurunda açık, bilinçli ve tesirden uzak olarak önceden verilmiş yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü olarak beyan edip imzaladığı tutanağın bir hekim tarafından onaylanması zorunludur.” 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın maddesi şöyledir:“Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya yönelik girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin takdirindedir. Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa da gerekli tedavi yapılır. Hasta vermiş olduğu aydınlatılmış onamı dilediği zaman geri alabilir.” 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle maddesi şöyledir:“Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî müdahale usûlleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçlan ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi, bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin belgelendirilmesi istenilebilir.” Yönetmelik’in maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.” Yönetmelik’in 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle maddesi şöyledir:“Tıbbî müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz.Kanunî temsilci tarafından muvafakat verilmeyen hallerde, müdahalede bulunmak tıbben gerekli ise, velayet ve vesayet altındaki hastaya tıbbî müdahalede bulunulabilmesi; Türk Medenî Kanunu'nun 272 nci ve 431 inci maddeleri uyarınca mahkeme kararına bağlıdır.Kanunî temsilciden veya mahkemeden izin alınması zaman gerektirecek ve hastaya derhal müdahale edilmediği takdirde hayatı veya hayatî organlarından birisi tehdit altına girecek ise, izin şartı aranmaz.Üçüncü fıkrada belirtilen ve hayatı veya hayatî organlardan birisini tehdit eden acil haller haricinde, rızanın her zaman geri alınması mümkündür. Rızanın geri alınması, hastanın tedaviyi reddetmesi anlamına gelir.Rızanın müdahale başladıktan sonra geri alınması, ancak tıbbî yönden sakınca bulunmaması şartına bağlıdır.” Yönetmelik’in maddesi şöyledir:“18 yaşından küçük ve mümeyyiz olmayanlardan organ ve doku alınamaz. Bu şartları tamam olanlardan teşhis, tedavi ve bilimsel amaçlar ile organ veya doku alınması, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun'un 6 ncı maddesinde öngörülen yazılı şekil şartına tabidir. Ölüden organ ve doku alınma şartı ve cesetlerin bilimsel araştırma için muhafazası hususunda 2238 sayılı Kanun'un 14 üncü maddesi hükümleri saklıdır.” Yönetmelik’in “Rızanın Kapsamı” başlıklı, 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle maddesi şöyledir:“Rıza alınırken hastanın veya kanunî temsilcisinin tıbbî müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın, uygulanacak tıbbî müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbî işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbî işlemlerin uygulanmasında, bu Yönetmelik'te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlâl edilmemesi için azamî ihtimam gösterilir.” Yönetmelik’in “Müracaat, Şikayet ve Dava Hakkı” başlıklı maddesi şöyledir:“Hastanın ve hasta ile ilgili bulunanların, hasta haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türlü müracaat, şikayet ve dava hakları vardır.” Yönetmelik’in “Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Sorumluluğu” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Hasta haklarının ihlali halinde, personeli istihdam eden kurum ve kuruluş aleyhine maddi veya manevi veyahut hem maddi ve hem de manevi tazminat davası açılabilir.” Yönetmelik’in “Kamu Görevlisi Olmayan Personelin Sorumluluğu” başlıklı maddesi şöyledir:“Hasta haklarının Devlet memuru veya diğer kamu görevlisi olmayan personel tarafından herhangi bir şekilde ihlali halinde uygulanacak müeyyideler aşağıda gösterilmiştir:a) Kamu görevlisi olmayan personel; hakları ihlal edilen hastanın doğrudan vaki olacak şikayeti üzerine veya bu fiillerin başka şekilde tespiti halinde Bakanlık veya başka kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan bildirim üzerine, bunların özel kanunlara göre kurulmuş olan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları haysiyet divanlarınca disiplin cezaları ile cezalandırılabilir.b) Kamu görevlisi olmayan personelin hasta haklarını ihlallerinden doğan hukuki sorumlulukları, genel hükümlere göre doğrudan doğruya kendilerine veya bunları çalıştıran kurum ve kuruluşlara karşı veya hem kendilerine ve hem de çalıştıranlara karşı birlikte dava açılarak ileri sürülebilir.c) Kamu görevlisi olmayan personel hakkında, ceza hukukuna göre suç teşkil eden fiilleri sebebiyle cezai müeyyideler tatbik edilmesi, genel hükümlere göre doğrudan doğruya cumhuriyet savcılıklarına yapılacak ihbar veya şikâyet yoluyla gerçekleştirilebilir.” Başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte bulunan 21/8/1987 tarihli ve 19551 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İnvitro Fertilizasyon ve Embriyo Transferi Merkezleri Yönetmeliği’nin maddesi şöyledir:“Kurul'un uygun tavsiye kararına göre İVF ve ET uygulanacak evli karı kocanın örneği Ek 4'de verilen izin belgesini doldurmaları zorunludur.” 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu uyarınca hazırlanan 27/3/2002 tarihli ve 24708 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Özel Hastaneler Yönetmeliği’nin 1/7/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Özel hastaneler; şikâyet üzerine yapılan inceleme ve soruşturma ile Bakanlıkça Komisyona yaptırılan veya Bakanlık Müfettişleri tarafından yapılan olağan ve olağan dışı denetimler hariç olmak üzere; müdürlük ekipleri tarafından, Ek-2’de yer alan Özel Hastaneler Denetim Formuna göre altı ayda bir rutin olarak denetlenir.” Yargıtayın konu ile ilgili bazı içtihatları şöyledir:“Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. ( BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur ( BK.321/md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.(Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli, E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı).” “Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece, dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmıştır.Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur.(Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E. 2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı).”“Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/ maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.( Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarihli, E.2011/19947, K.2012/3097 sayılı kararı).”“Doktor hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmak ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören doktor olan vekilden tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/ maddesi hükmü uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır. Önemli bir diğer düzenleme de Avrupa Biyotıp Sözleşmesidir. Bu sözleşme 2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.(…)Diğer yandan, Biyotıp Sözleşmesinin maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve …’sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir.’ düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiş ve Dairemizin yerleşik uygulamalarına paralel düzenlemeler getirilmiştir. Salt ameliyata rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak bu rızanın da az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın maddesinde düzenleme yapılmış ve ‘Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. Düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir.’ şeklinde bir değerlendirmede bulunulmuştur (Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/11/2013 tarihli, E.2013/19631, K.2013/26901 sayılı ilamı. Benzer şekilde Yargıtay Hukuk Dairesinin, 2013 tarihli, E.2012/26593, K. 2013/21129 sayılı; 28/10/2013 tarihli, E.2013/17027, K.2013/26132 ilamları).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2084
Başvuru, yanlış tedavi uygulandığından bahisle açılan tazminat davasının reddi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve 36. maddesinde yer alan adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, Sendika üyelerine müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma izni verilmemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Sendikanın kendi üyeleri olduğunu iddia ettiği bir grup kişi 5/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesindeki bir iptal davası dosyasına dilekçe vermek üzere Mahkeme binası önüne gelmiştir. Dilekçelerin verilmesinden sonra gelişen olaylar akabinde gruba polis tarafından müdahalede bulunulmuştur. Bununla birlikte başvurucu, polisin müdahalede bulunduğu kişilerin kendi üyeleri olduğunu gösteren belgeleri veya sair delilleri Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Konuyla ilgili yapılan şikâyet üzerine soruşturma makamlarınca gruba müdahalede bulunan polisler için ilgili idareden soruşturma izni istenmiş fakat izin verilmemiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin işleme itiraz edilmiş ancak itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesince 22/6/2015 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 13/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ret kararı sonrasında soruşturma makamlarınca başvurucunun şikâyetinin işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 12/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13767
Başvuru, Sendika üyelerine müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma izni verilmemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza davasında delillerin takdirinde hata yapılması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da aralarında bulunduğu bir grup arasında 6/9/2009 tarihinde top oynama meselesinden tartışma çıkmış ve grup içinde bulunan bazı kişiler tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucunda yaralanmıştır. Olayla ilgili olarak Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında 17/9/2009 tarihinde şüpheli sıfatıyla başvurucunun ifadesi alınmıştır.Başvurucu ifadesinde kavgaya karışmadığını ve kimseyi yaralamadığını beyan etmiştir. Soruşturma kapsamında E. isimli tanığın beyanına başvurulmuştur. E. 14/1/2010 tarihli beyanında özetle kavga eden grubu komşu olmaları nedeniyle tanıdığını,olay günü kısa boylu, şişman, siyah saçlı bir şahsın elinde bıçak gördüğünü, elinde bıçak bulunan bu şahsın grup içinden birini yaraladığını, diğerlerinin birbirlerine sopa ile vurduklarını ifade etmiştir. Başsavcılığın 12/10/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında kasten yaralama suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 17/2/2015 tarihli celsesinde tanık E. dinlenilmiştir.E. beyanında, Savcılık ifadesini tekrar ederek olay günü elinde bıçak bulunan şahsı tam olarak göremediğini ancak bu şahsın kısa boylu ve siyah saçlı olduğunu ifade etmiştir. Mahkemenin 5/3/2015 tarihli kararı ile başvurucunun H.A. isimli müştekiyi yaşamını tehlikeye sokacak şekilde bıçakla yaraladığı gerekçesiyle 3 yıl 1 ay 15 gün süreyle hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"(...) olayın görgütanığı [E.] [A.] soyadlıkişileri kısaboyluşişman siyah saçlı kişininyaraladığınışahıslardan sadecebirinde bıçak gördüğünüdiğerlerindesopa olduğunu belirtmesi, katılan [H.A.nın] kendisiniyaralayanı görmediğini çünküarkasından bıçaklandığınıbeyan etmesinedeni ile yaralanan [A.] soyadlı kişilerin tamamınınduruşmadafizikiyapısısoruluptutanağageçirilen (gözlemlenen) Resul Tüsü'nünyaraladığıanlaşılmıştır.Katılan sanık [A.] , polistekiifadesinde top oynayanlar arasında kavgaçıkmış olduğunu, ayırmak için dışarı çıktığını, ayırıp eve girdiğini, birini kendisine dışarıçağırdığınıbir araçtan 10-15 kişinin indiğini, kendisinesaldırdığını, minibüs sürücüsünün elindebıçak gördüğünü, diğerlerinin sopailesaldırdıklarınıher iki bacağından bıçakla yaralandığınıbildirmiştir.MinibüssürücüsününResul Tüsü olduğu, [A.T.] ve Resul Tüsü nün celsedealınanbeyanlarındananlaşılmıştır.(...) tanık [E.nin] fizikiözelliklerini belirttiği (kısa boylu,, siyah saçlı) kişininResul Tüsüolduğu , [Y.T.nin] anlatımlarının da onu işaret ettiği , tüm delillerbirlikte değerlendirildiğinde [A.] soyadlıkişilerin bıçaklayaralanmalarıeylemeninResul Tüsü tarafından gerçekleştirildiğikanaatinevarılmıştır.(...)Sanık Resul Tüsü nün olayın olduğunu doğruladığı ancak kimseyi bıçaklayaralamadığınısavunmuş ise de,savunmalarına itibar edilmeyereksanık Resul Tüsü nünkatılan sanık [H.A.yı] yaşamını tahlikeye sokacak şekilde bıçakla yaraladığı sabit görülerek cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 4/6/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27290
Başvuru, ceza davasında delillerin takdirinde hata yapılması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, aile götürülemez garnizon statüsünde bulunan bölgeye ikinci kez yapılan naklen atama işlemi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının; usulsüz müracaatta ve şikâyette bulunduğu gerekçesiyle hakkında disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde jandarma uzman çavuş olarak görev yapmaktadır. Mesleğe 1998 yılında başlayan başvurucu; süreç içerisinde komando kursu, silah kursu, keskin nişancı kursu gibi ihtisas kurslarında eğitim almıştır. Başvurucu, 1998-2014 yılları arasında yurdun çeşitli bölgelerinde bulunan komando ve özel harekat birliklerinde görev yapmıştır. Başvurucunun anılan süreçte iki yıl süreyle görev yaptığı birliklerden biri, aile götürülemez garnizon statüsündedir. 2014 yılı genel atamaları kapsamında başvurucu, aile götürülemez garnizon statüsünde bulunan başka bir komando birliği emrine ikinci kez naklen atanmıştır. Söz konusu atama işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri süren başvurucu 5/5/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açarak, ilk görev yeri haricinde sürekli olarak jandarma özel harekat ve komando birlikleri emrine atandığını ve aile götürülemez garnizon statüsünde bulunan bir birlikte daha önce görev yapmasına rağmen yeniden bu statüdeki bir birliğe atandığını ifade etmiştir. Başvurucu; 2002 doğumlu bir kızı ile alerjik astım teşhisiyle tedavi gören 2008 doğumlu bir erkek çocuk sahibi olduğunu, bu durumu gösteren sağlık raporu ile eşinin anksiyete bozukluğunun bulunduğuna ve altı ay süreyle psikiyatri uzmanı bulunan garnizonda ikametinin uygun olduğuna dair sağlık raporunu da idareye sunduğunu belirtmiştir. Başvurucu, daha önce aile götürülemez garnizon statüsündeki birliklerde hiç görev yapmamış personel bulunmasına rağmen kendisinin tercihi dışında ikinci kez bu nitelikteki bir garnizona atanması nedeniyle aile bütünlüğünün korunmadığını ileri sürmüştür. AYİM Birinci Dairesinin 3/12/2014 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Kararda, personelin isteğinin atama işleminde dikkate alınan bir kriter olduğu, ancak hizmetin aksatılmadan yürütülmesi, sıra esası, muvazene, kadro ve ihtiyaç durumu gibi kriterlerin de bulunduğu belirtilmiştir. 2014 yılı genel atamalarında komando birliklerine atanan personelin büyük çoğunluğunun aile götürülemez garnizonlarda istihdam edilmesi zorunluluğunun oluştuğu ve başvurucu gibi diğer bazı personelin de ikinci kez aile götürülemez garnizona atanmak durumunda kaldığı vurgulanan kararda, daha önce aile götürülemez garnizonda görev yapan personelin bu statüdeki garnizona tekrar atamasının yapılamayacağına ilişkin olarak mevzuatta herhangi bir düzenleme bulunmadığı hatırlatılmış ve söz konusu atama işleminin başvurucunun gördüğü kurslar ve komando birliklerinde görev yapmasından kaynaklanan -tecrübesi dikkate alınarak- hizmetin aksatılmadan yürütülmesi ilkesi çerçevesinde hizmet ve kadro ihtiyacı kapsamında tesis edildiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun çocuğunun rahatsızlığıyla ilgili olarak usulünce alınmış atamaya esas sağlık raporunun bulunmadığı, eşi hakkındaki sağlık raporunun ise atama işleminin tesis edilmesinden sonraki bir tarihte düzenlendiği belirtilmiştir. Karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine kesinleşen söz konusu karar 30/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 21/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru dilekçesinde başvurucu, söz konusu atama işlemine karşı Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) müracaatta bulunması üzerine hakkında disiplin soruşturması başlatıldığını ve uyarı cezası verildiğini ileri sürmüş ise de bu duruma ilişkin olarak başka bir açıklamada bulunmamış ve Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. 28/5/1988 tarihli ve 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu'nun ''Atamalar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Atamalar Jandarma Genel Komutanlığının teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile yapılır. İllerde görev yapmak üzere atanacaklar iller emrine, diğerleri doğrudan görev yapacakları birlikleri emrine atanır. İller emrine atananların görev yerleri İl Jandarma Alay komutanının teklifi, valinin onayı ile belirlenir, diğer birliklere atananların görev yerleri ise ilgili komutanlarınca belirlenir. (Değişik ikinci fıkra: 27/2/2008-5744/1 md.) Uzman Jandarma Okulunu başarı ile bitirenler, altı ay süre ile stajyer olarak görevbaşı eğitimine tabi tutulmak üzere kura ile atanır. Sağlık durumu, idari, asayiş ve diğer zorunlu sebepler dışında atandıkları görev yerlerinde asgari iki yıl kalmayanlar yeniden atamaya tabi tutulmaz. İl içindeki yer değiştirme işlemleri bu şarta tabi değildir.Atamayla ilgili diğer hususlar yönetmelikte belirtilir. '' Jandarma Genel Komutanlığının 21/12/2001 tarihli ve 445292 sayılı Başemri ile yayımlanan Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği'nin ''Atama ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak esaslar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(2009 tarihli Bakan Onayı ile değişik fıkra) Uzman jandarmaların atamaları hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun şekilde, Jandarma Genel Komutanlığınca aşağıdaki kriterler dikkate alınarak, garnizonlar arasında sıra ile yapılır;a. Meslek programları, meslek içi eğitim esasları,b. Kadro ihtiyacı,c. Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının hayati önemi haiz sağlık durumları,ç. Terfi durumu,d. Sınıf, branş ve ihtisasları,e. Atanma istekleri,f. ldari, asayiş ve zaruri sebeplerEşleri Devlet kuruluşlarında görevli uzman jandarmaların atamalarında, eşlerin memuriyet görevi gözönünde tutulur. Talep ettikleri garnizonlara atanmaları; muvazene, kadro ve ihtiyaç durumu ile bölge hizmet sırası dikkate alınarak öncelikle yapılabilir.''
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1550
Başvuru, aile götürülemez garnizon statüsünde bulunan bölgeye ikinci kez yapılan naklen atama işlemi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının; usulsüz müracaatta ve şikâyette bulunduğu gerekçesiyle hakkında disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur bırakılma sonucu özel hayatın gizliliği ilkesi ve mülkiyet hakkının; terör örgütü üyeleri tarafından amcalarının kaçırılıp öldürüldüğünün dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, davaların makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 21/8/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca 30/9/2014 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/6651 başvuru numaralı dosyanın konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/6650 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/6650 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Batman ili Kozluk ilçesi Yenidoğan köyünde ikamet etmekte iken 1993 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle köylerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucuların yaşadığı Kozluk ilçesi Yenidoğan köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından taleplerin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun F satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile "...aralarında davacınında bulunduğu Yenidoğan köyü halkının bir kısmının, ekonomik, sosyal, güvenlik nedenleriyle de olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ve saldırısının bulunmaması nedenleriyle, uğranıldığı ileri sürülen zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır." gerekçesine dayanılarak davaların reddine karar verilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6650
Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur bırakılma sonucu özel hayatın gizliliği ilkesi ve mülkiyet hakkının; terör örgütü üyeleri tarafından amcalarının kaçırılıp öldürüldüğünün dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, davaların makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; idare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinden diğer personele pay verilmesi talebinin reddedilmesi, daha önce bu kapsamda yapılan ödemelerin de faiziyle birlikte iadesinin talep edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 30/6/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu 1966 doğumlu olup Tekirdağ'ın Süleymanpaşa ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu, Tekirdağ Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü (İl Müdürlüğü) Hukuk Servisinde memur olarak görev yapmaktadır. 16/5/2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumuna İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun'un maddesinin yedinci fıkrasına istinaden başvurucuya yıllardan beri vekâlet ücretinden pay verilmekte iken 26/9/2011 tarihli ve 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) hükümleri gerekçe gösterilerek bu hak ortadan kaldırılmış ve vekâlet ücreti pay ödemesi durdurulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve 28791 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 27/12/2012 tarihli ve E.2011/139, K.2012/205 sayılı kararı ile, 666 sayılı KHK'nın maddesi ile 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı KHK'ya eklenen ek maddenin (2) numaralı fıkrasının mali haklara ilişkin hükmün mevcut veya yeni ihdas edilen ya da bir başka bakanlıkla birleştirilen bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesiyle bağlantılı ve bunların zorunlu sonucu olmadığı, doğrudan mali haklara ilişkin bir düzenleme niteliğinde olduğundan 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri ile Kamu Görevlilerine İlişkin Konularda Yetki Kanunu'nun kapsamında bulunmadığı, dolayısıyla Anayasa’nın maddesine aykırı olduğu gerekçesi ile iptaline karar verilmiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesince iptal hükmünün kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür. Buna mukabil belirtilen sürede yasama organınca başvurucunun ve başvurucu konumundaki kişilerin mali haklarının yeniden tesisine yönelik herhangi bir düzenleme ihdas edilmemiştir. Başvurucu 2012 yılı vekâlet ücretinden pay ödenmesi istemiyle 14/12/2012 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı nezdinde başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun mezkûr başvurusu idarece cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu idari işlemin iptali ve maddi kayıplarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle SGK Başkanlığı aleyhine Tekirdağ İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 31/10/2013 tarihinde davanın kabulüne karar vererek dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde; Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı sebebiyle dava konusu işlemin hukuksal dayanağının kalmadığı belirtilmiştir. Bunun yanında dava konusu işlemin hukuka aykırılığı saptandığı için bu işlem nedeniyle başvurucunun uğradığı maddi kayıpların davalı idareye başvuru tarihi olan 14/12/2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesi gerektiği kabul edilmiştir. İdarenin itiraz başvurusu Edirne Bölge İdare Mahkemesince (Bölge İdare Mahkemesi) 25/3/2014 tarihinde reddedilerek karar onanmıştır.B. Vekâlet Ücretinin Ödenmesi ve Geri Alınması Süreci Başvurucu 13/1/2014 tarihli dilekçeyle 31/10/2013 tarihli mahkeme kararının icrası için idareye müracaat etmiştir. Başvurucu bu kapsamda 2012 ve 2013 yıllarına ait vekâlet ücretlerinin ödenmesini talep etmiştir. İdare 10/3/2014 tarihinde, iptal davasına konu olan 2012 yılının yanında iptal davasına konu olmayan 2013 yılı için (381,20 TL) ve 2014 yılının bir kısmı için de (293,87 TL) vekâlet ücreti ödemesi yapmıştır. Başvurucu tarafından 2014 yılının diğer kısmı için yeni bir başvuru yapılıp yapılmadığı dosya kapsamındaki belgelerden anlaşılamamakla birlikte İl Müdürlüğünce SGK Hukuk Müşavirliğine yazılan 29/5/2014 tarihli yazıdan başvurucuya 2014 yılı ve sonrası dönem için vekâlet ücretinden pay verilip verilmeyeceği hususunda tereddütlerin hasıl olduğu ve bunların giderilmesi için SGK Hukuk Müşavirliğinden görüş istendiği anlaşılmıştır. SGK Hukuk Müşavirliği 12/6/2014 tarihinde 2013-2014 yıllarına ilişkin vekâlet ücreti ödenmesine imkân bulunmadığı hâlde niçin ödeme yapıldığının gerekçesinin bildirilmesi hususunda SGK İl Müdürlüğüne yazı yazmıştır. İl Müdürlüğünün 13/6/2014 tarihli cevap yazısında, sonuçlanan davalar esas alınarak başvurucuya ödeme yapıldığı bildirilmiştir. SGK Hukuk Müşavirliği 20/6/2014 tarihinde, mahkeme kararı olmaksızın -2013 yılının tamamı ile 2014 yılının bir kısmı için- ödenen vekâlet ücretinin başvurucudan geri alınması yönünde talimat vermiştir. SGK Tekirdağ İl Müdürlüğü 3/7/2014 tarihinde başvurucuya gönderdiği yazıda, vekâlet ücreti olarak kendisine 2013 yılı için 381,20 TL ve 2014 yılı için 293,87 TL olmak üzere ödenen toplam 675,07 TL'nin 157,19 TL yasal faiziyle birlikte 832,26 TL olarak iade edilmesini talep etmiştir. Söz konusu yazıda ayrıca 2014 yılının arta kalan kısmı için ödeme yapılmayacağı başvurucuya bildirilmiştir. İptal Davası Süreci Başvurucu 2013 ve 2014 yılları için ödenen vekâlet ücretinin iadesine ve 2014 yılının diğer kısmı için ödeme yapılmayacağına ilişkin işlemin iptali ile 2014 yılının ödeme yapılmayan dönemine ilişkin vekâlet ücretinin yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle SGK Başkanlığı aleyhine 9/7/2014 tarihinde Tekirdağ İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 31/10/2014 tarihinde dava konusu işlemin iptaline ve işlemler nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuya vekâlet ücretinden pay verilmesine engel teşkil eden düzenlemenin 6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığı ve Anayasa Mahkemesinin mezkûr kararıyla iptal edildiği hususlarına vurgu yapılmıştır. Mahkemeye göre başvurucuya 2013 ve 2014 yıllarına ilişkin olarak yapılan vekâlet ücreti ödemeleri hukuka uygun olduğundan bunların geri istenmesinde ve 2014 yılı için kalan kısmı için ödeme yapılmasının reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Davalı idarenin itiraz yoluna müracaatı üzerine Bölge İdare Mahkemesince 2/7/2015 tarihinde itirazın kabulüne, mahkeme kararının bozulmasına ve işin esasına girilerek davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümeyeceği yönünde bir kural bulunmaktaysa da Anayasa Mahkemesinin bir kanun veya kanun hükmünde kararname hükmünü iptal etmesinin eski düzenlemenin tekrar yürürlüğe gireceği anlamına gelmeyeceği, diğer yandan Anayasa Mahkemesinin ilgili düzenlemeyi 6223 sayılı Kanun'a dayanmadığından yani usule ilişkin bir sebep dolayısıyla iptal ettiği hususlarına yer verilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi ayrıca davalı idare tarafından yapılan 41 TL yargılama gideri ile 750 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye ödenmesine, başvurucu tarafından yapılan 86,40 TL yargılama giderinin başvurucu üzerinde bırakılmasına ve harçtan muaf olması sebebiyle idareden alınmayan 75,50 TL itiraz başvuru harcının başvurudan tahsiline hükmetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Bölge İdare Mahkemesinin 18/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi karar düzeltme aşamasında yapılan toplam 103,10 TL yargılama giderinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 28/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 5502 sayılı Kanun'un "Personelin statüsü, ücret ve malî haklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurum lehine sonuçlanan dava ve icra takipleri nedeniyle hükme bağlanarak karşı taraftan tahsil edilen vekâlet ücretlerinin; hukuk müşavirlerine, avukatlara ve dava ve icra takibi işlerinde fiilen görev yapan diğer personele dağıtımı hakkında 1389 sayılı Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek Ücreti Vekâlet Hakkında Kanun hükümleri kıyas yoluyla uygulanır. Vekâlet ücretinin dağıtımının usûl ve esasları yönetmelikle belirlenir." 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (659 sayılı KHK) "Davalardaki temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir. (2) İdareler lehine karara bağlanan ve tahsil olunan vekâlet ücretleri, hukuk biriminin bağlı olduğu idarenin merkez teşkilatında bir emanet hesabında toplanarak idare hukuk biriminde fiilen görev yapan personele aşağıdaki usul ve sınırlar dahilinde ödenir.a) vekâlet ücretinin; dava ve icra dosyasını takip eden hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü veya avukata %55’i, dağıtımın yapıldığı yıl içerisinde altı aydan fazla süreyle hukuk biriminde fiilen görev yapmış olmak şartıyla, hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara %40’ı, hukuk biriminde görev yapan diğer personele % 5'i eşit olarak ödenir.b) Ödenecek vekâlet ücretinin yıllık tutarı; hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü, avukatlar için (000) gösterge, diğerleri için (000) gösterge rakamının, memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez.c) Yapılacak dağıtım sonunda arta kalan tutar, hukuk biriminde görev yapan ve (b) bendindeki tutarları dolduramayan hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri, muhakemat müdürü ve avukatlara ödenir. Bu dağıtım sonunda arta kalan tutar üçüncü bütçe yılı sonunda ilgili idarenin bütçesine gelir kaydedilir. (3) Hizmet satın alınan avukatlara yapılacak ödemeler bu madde kapsamı dışındadır. hükmü yer almıştır." 659 sayılı KHK'nın "Yürürlükten kaldırılan ve uygulanmayacak hükümler ile atıflar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) 2/2/1929 tarihli ve 1389 sayılı Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek Ücreti Vekâlet Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer mevzuatta 1389 sayılı Kanuna yapılan atıflar bu Kanun Hükmünde Kararnameye yapılmış sayılır... (3) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 146 ncı maddesinin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer mevzuatta vekâlet ücretinin ödenmesine ilişkin olarak 657 sayılı Kanunun 146 ncı maddesine yapılan atıflar bu Kanun Hükmünde Kararnameye yapılmış sayılır..." 666 sayılı KHK'nın ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2) 31/12/2011 tarihinden geçerli olmak üzere;...dd) 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “hukuk biriminde görev yapan diğer personele %5’i” ibaresi ile aynı fıkranın (b) bendinde yer alan “diğerleri için (000) gösterge” ibaresi,...yürürlükten kaldırılmıştır." B. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin 666 sayılı KHK ile ilgili 27/12/2012 tarihli ve E.2011/139, K.2012/205 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 11- KHK'nin Maddesiyle 375 Sayılı KHK'ye Eklenen Ek Maddenin (2) Numaralı Fıkrasının (j) Bendi Dışında Kalan Bölümüİptali istenen kuralla, kamu personeline fazla çalışma ücreti veya ikramiye gibi değişik adlar altında yapılan ödemeler ile 666 sayılı KHK veya daha önce yapılan bazı düzenlemeler sonrası fiilen uygulama imkanı kalmayan bazı mali hükümler, 2011 tarihinden, itibaren geçerli olmak üzere, yeni yapılan düzenlemelere paralel olarak yürürlükten kaldırılmaktadır.Kuralda öngörülen mali haklara ilişkin hükmün, mevcut veya yeni ihdas edilen ya da bir başka bakanlıkla birleştirilen bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesiyle bağlantılı ve bunların zorunlu sonucu olmadığı, doğrudan mali haklara ilişkin bir düzenleme niteliğinde olduğu açıktır. Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında bulunmadığından Anayasa'nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir..." Anayasa Mahkemesinin 27/5/2015 tarihli ve E.2015/33, K.2015/50 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dolayısıyla dayanağını Anayasa ve yasalardan almayan hiç bir yetki kullanılamaz. Yasama yetkisi de 'Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılır. Bu yetki devredilemez' (AY m. 7). Bununla birlikte AY m. 91 uyarınca, sınırlı ve belirli hallerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi verilemeyecek konular ise maddede, 'sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasî haklar ve ödevler' olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın ikinci kısmının ikinci bölümünde düzenlenen temel haklardan mülkiyet hakkının (AY m. 35) bir türü olan marka ve markadan doğan hakların kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi mümkün değildir..." Anayasa Mahkemesinin 14/12/2016 tarihli ve E.2016/148, K.2016/189 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasında herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, ikinci fıkrasında bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, üçüncü fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasında ise '...sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.' denilmektedir. Buna göre, Anayasa’nın ikinci kısmının 'Kişinin Hakları ve Ödevleri' başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkının KHK ile düzenlenmesi mümkün değildir...."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1808
Başvuru, idare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinden diğer personele pay verilmesi talebinin reddedilmesi, daha önce bu kapsamda yapılan ödemelerin de faiziyle birlikte iadesinin talep edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 30/12/2008 tarihinde aleyhine açılan menfi tespit davasına ilişkin verilen Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, hukuki dinlenilme, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, 27/5/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 5/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 30/12/2008 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit davasının davalı tarafı olarak, ilk oturumda kabul beyanında bulunmuş, bunun üzerine Mahkeme 15/6/2009 tarihli ve E.2008/765, K.2009/381 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiş ve başvurucuyu harç, yargılama gideri ve avukatlık ücreti ile sorumlu tutmuştur. Başvurucunun temyizi üzerine dosya eksiklik nedeniyle Yargıtay Hukuk Dairesinin, 15/2/2011 tarihli ilamı ile geri çevrilmiş, eksikliğin tamamlanmasının ardından yapılan inceleme sonucu Dairenin 30/5/2011 tarihli ve E. 2011/4910, K.2011/6023 sayılı ilâmıyla "... eldeki davanın açılmasında kusuru bulunmayan ve ilk oturumda davayı kabul eden davalı, harç, yargılama gideri ve avukatlık ücreti ile sorumlu tutulamaz" gerekçesine dayanılarak hükmün bozulmasına ve “peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine” karar verilmiştir. Aynı Daireye davacı tarafça yapılan karar düzeltme istemi, 1/12/2011 tarihli ve E.2011/12818, K.2011/12851 sayılı ilâm ile reddedilmiştir. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi bozma kararına uyarak 18/4/2012 tarihli ve E.2011/574, K.2012/24 sayılı kararı ile davanın açılmasında kusuru bulunmayan ve ilk oturumda davayı kabul eden davalının harç yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle, “davalının kabul beyanı esas alınarak davanın kabulüne, davanın açılmasında kusuru bulunmayan ve ilk oturumda davayı kabul eden davalının harç, yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulmamasına, davacı üzerinde bırakılmasına, davalı vekili her ne kadar 312/2 maddesi ve 323/g maddesi gereği lehine avukatlık ücretini takdiren istemiş ise de yerinde görülmeyen talebin reddine” karar vermiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin kararını, yargılama boyunca yaptığı masrafların davacı tarafından kendisine ödenmesine yönelik bir hüküm tesis edilmediği ve lehine vekâlet ücretine hükmedilmediği gerekçesiyle temyiz etmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi, 6/11/2012 tarihli ve E.2012/11699, K.2012/16236 sayılı ilâmı ile “dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına” karar vermiştir. Karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 2/4/2013 tarih ve E.2013/1379, K.2013/6037 sayılı ilâmı ile “temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun değişik maddesinde sayılan nedenlerden hiç birine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin reddine ve aynı kanunun 442/ ve 4421 sayılı Kanunun ve 4/b- maddeleri gereğince takdiren 219,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak hazineye gelir kaydedilmesine” karar verilmiştir. Bu karar, başvurucuya 14/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 27/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 6100 sayılı Kanun’un “Feragat ve kabul halinde yargılama giderleri” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Davalı, davanın açılmasına kendi hâl ve davranışıyla sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş ise yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilmez.” 6100 sayılı Kanun’un “Yargılama giderlerinin kapsamı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Yargılama giderleri şunlardır: … ğ)Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti, …” 6100 sayılı Kanun’un “Yargılama giderlerinden sorumluluk” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Şu kadar ki müddeaaleyh hal ve vaziyeti ile aleyhine dava ikamesine sebebiyet vermemiş ve ilk muhakeme celsesinde de müddeinin iddiasını kabul etmiş ise masarifi muhakeme ile ilzam olunamaz.” 21/12/2011 tarihli Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulhte ücret” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulh nedenleriyle; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonra giderilirse tamamına hükmolunur.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3689
Başvurucu, 30/12/2008 tarihinde aleyhine açılan menfi tespit davasına ilişkin verilen Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, hukuki dinlenilme, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, velayeti annesinde olan çocuğun annenin soyadını taşıması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile birlikte incelenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/1/1991 tarihinde evlenmiştir ve 15/8/2005 doğum tarihli bir oğlu bulunmaktadır. Başvurucunun eşi 6/4/2009 tarihinde vurularak öldürülmüştür. Başvurucu kendi isteğiyle nüfusta babasının soyadı olan Bayburt soyadını almıştır. Başvurucu 9/11/2015 tarihinde Manisa Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) çocuğun adının ve soyadının değiştirilmesi, annesinin soyadını kullanmasına karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde; eşinin mafya tarafından başından kurşunlanarak öldürüldüğünü, kendisinin ve ailesinin mafyanın tehdidine maruz kalmaları nedeniyle ikametgâhlarını değiştirdiklerini, çocuğunun hâlen tehdit altında olması nedeniyle babasının soyadını taşımasının sakıncalı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca kendisinin soyadı ile oğlunun soyadının farklı olması nedeniyle oğlunun okul hayatında ve sosyal alanda, kamu kurum ve kuruluşları ile olan taleplerde zorluklar yaşadığını ifade etmiştir. Bunun yanı sıra çocuğun adı ve soyadının çevrede alay konusu olduğunu, çocuğun rencide olup kendisini mutsuz hissettiğini vurgulamıştır. Mahkeme 26/1/2016 tarihinde adın değiştirilmesi talebinin kabulüne, soyadı değişikliği talebinin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, evlilik birliği içinde doğan çocukların baba soyadıyla nüfus hanesine kaydedileceği, velayet hakkı tanınmış olmasının anneye çocuğun soyadı değişikliği için dava açma hakkı vermediği ve çocuk reşit oluncaya kadar veya baba 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca soyadını değiştirmediği sürece çocuğun soyadının değiştirilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 2/11/2017 tarihinde reddedilerek karar onanmıştır. Nihai karar başvurucuya 29/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nurcan Yolcu [GK], B. No: 2013/9880, 11/11/2015 §§ 13-15, 38; Gülbu Özgüler [GK], B. No: 2013/7979, 11/11/2015; §§ 13-15, 45; Deniz Altınbaş ve diğerleri, B. No: 2014/2033, 26/10/2017, §§ 15-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38724
Başvuru, velayeti annesinde olan çocuğun annenin soyadını taşıması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile birlikte incelenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1971 doğumlu olan başvurucu, 3/1/1997 tarihinden itibaren Borsa İstanbul A.Ş. (Şirket) nezdinde çalışmaya başlamış; en son başdenetçi olarak görev yapmakta iken 11/8/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Şirket, fesih ihbarnamesinde iş akdinin sonlandırılmasına ilişkin olarak başvurucunun hizmetine ihtiyaç duyulmadığı hususunu gerekçe göstermiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Şirket aleyhine 18/8/2016 tarihinde dava açmış; İstanbul İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde feshin usule aykırı olduğunu, savunması alınmadan iş akdinin feshedildiğini, feshin somut bir gerekçeye dayanmadığını ileri sürmüştür. Davalı Şirket; cevap dilekçesinde başvurucunun bağlı bulunduğu Denetim ve Gözetim Kurulu Başkanlığı tarafından başvurucunun çalışmalarının verimsiz bulunduğunu, darbe teşebbüsünden sonraki olağanüstü durum da gözetilerek iş akdinin sonlandırıldığını belirtmiştir. Darbe teşebbüsünün hemen akabinde personele yönelik inceleme başlatıldığını belirten Şirket, bu kapsamda yapılan incelemede darbe teşebbüsünden sonraki ilk iş günü 51 kişinin, 11/8/2016 tarihinde de başvurucunun da aralarında bulunduğu 8 kişinin Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisaklı olduğu kanaatine varıldığını ve güven ilişkisinin sona ermesi nedeniyle 15/8/2016 tarihli ve 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (673 sayılı KHK) maddesi kapsamında iş ilişkisinin sona erdirildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ise cevaba cevap dilekçesinde fesih bildiriminde iş akdinin sonlandırılmasına yönelik hususların sonradan değiştirilemeyeceğini, işverenin bu kapsamda iyi niyetli olmadığını, ayrıca hakkında soruşturma yahut kovuşturmanın bulunmadığını, dolayısıyla FETÖ/PDY bağlantısı iddialarının soyut ve mesnetsiz olduğunu iddia etmiştir. Öte yandan davalı Şirket 26/10/2016 tarihli yazı ile başvurucu hakkında suç duyurusunda bulunmuş, bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) soruşturma başlatmıştır. Mahkeme 15/11/2016 tarihli kararıyla davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda davacının iş akdi 11/08/2016 tarihli fesih bildirimi ile hizmete ihtiyaç duyulmaması nedeni ile feshedilmiş olup, her ne kadar davalı vekilince davacının iş akdinin 673 Sayılı KHK'nın maddesi de dayanak gösterilmek suretiyle feshedildiği iddia edilmiş ise de, yukarıda da açıklanan gerekçede bahsedildiği üzere işveren fesih bildirimindeki sebeple bağlı olup, sonradan bunu değiştiremeyeceğinden, fesih bildiriminin fesih sebebini açık ve kesin şekilde içermesi gerektiğinden ve somut olaydaki fesih bildiriminin açık ve kesin bir şekilde fesih bildirimini içermediği gibi davalının cevap dilekçesinde belirtmiş olduğu 673 Sayılı KHK'nın maddesinde açıkça " Devletin veya kamu tüzel kişilerinin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak katıldığı teşebbüs, ortaklık ve iştiraklar ile kamunun hissesi bulunan diğer tüzel kişiler bünyesinde çalışmakta iken, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilmek suretiyle iş sözleşmesi feshedilen işçiler , bir daha bu teşebbüs ve ortaklıklar ile kamunun hissesi bulunan diğer tüzel kişiler bünyesinde veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler" hükmünü içermekle davacının iş akdinin hizmetine ihtiyaç duyulmadığından bahisle feshedilip, davacının terör örgütü ile iltisakı ya da irtibatı olduğu değerlendirilmek suretiyle gerekçelendirilip usulüne uygun bir şekilde yapılmış bir fesih bulunmadığından yine davalı vekilinin birinci celsedeki beyanında davacı hakkında yapılmış bir ceza soruşturmasının bilgileri dahilinde bulunmadığı beyan edildiğinden şekli olarak geçerli koşulları taşımayan feshin geçersizliği ile davacının işe iadesine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. " İşveren Şirket, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; derece mahkemesince somut olayın hatalı değerlendirildiğini, Şirketin Türkiye ekonomisinin stratejik kurumlarından biri olduğunu, nitekim bu sebeple de darbe teşebbüsünün yaşandığı gece Şirket binasının darbeciler tarafından işgale uğradığını belirtmiştir. Bu kapsamda 15 Temmuz'un hemen akabinde bir riske meydan vermemek için FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğu kanaatine varılan 51 personelin iş akdine 18/7/2016 tarihinde, davacının da aralarında olduğu 8 personelin iş akdine 11/8/2016 tarihinde son verildiğini ifade eden Şirket, aksi takdirde insan unsuru nedeniyle borsa sisteminin açılmaması/sabote edilmesi riski bulunduğunu, fesih nedeni olan “hizmetlerine ihtiyaç duyulmaması” gerekçesinin FETÖ/PDY ile iltisak bağlantısını dile getirdiğinin aşikâr olduğunu yani fesih nedeninin değiştirilmesinin söz konusu olmadığını ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 17/3/2017 tarihli kararı ile istinaf talebinin esastan reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, fesih bildiriminde fesih sebebi olarak davacının hizmetine ihtiyaç duyulmaması gösterilmiştir. Bu gerekçenin dışında fesih bildiriminde başkaca bir fesih sebebine yer verilmemiştir. İşveren bildirdiği fesih sebebiyle bağlıdır. İş Kanunun maddesi anlamında davalı işverenlikçe, fesih sebebi açık ve kesin bir şekilde belirtilmemiştir. Bunun yanında sırf davacının hizmetine ihtiyaç duyulmaması da geçerli bir fesih nedeni kabul edilemez. Fesih bildiriminde davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile ilişkili olduğu gerekçesi ile sözleşmenin feshedildiğinin belirtilmemiş olması ve işverenin bildirdiği fesih sebebi ile bağlı olması hususu da dikkate alınarak, işverence gerçekleştirilen feshin geçerli nedene dayanmadığı sonucuna varılmıştır. Bu durumda, yerel mahkemece delillerin değerlendirilmesinde ve takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu gerekçe ile kararın sonuç itibariyle isabetli olduğu, davalı tarafın istinaf kanun yolu başvuru talebinin esastan reddi yönünde karar vermek gerekmiş, aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." İşveren Kurum istinaf kararına karşı temyiz başvurusunun da bulunmuş; bu kapsamda dosya kendisine gelen Yargıtay Hukuk Dairesi 1/3/2018 tarihli karar ile başvurucu hakkında FETÖ/PDY kapsamında soruşturmanın olup olmadığının, varsa akıbetinin ne olduğu hususlarının sorulması ve gelecek cevapla birlikte dosyanın Daireye gönderilmesini belirterek geri çevirme kararı vermiştir. Yargıtay kararı üzerine dosyanın kendisine geldiği Mahkeme, işveren Şirket ve Başsavcılığa müzekkere yazarak başvurucu yönünden feshe dayanak bilgi ve belgelerin toplanması yoluna gitmiştir. Başsavcılıktan gelen 30/6/2018 tarihli müzekkere cevabında, başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında soruşturma yürütüldüğü, 25/5/2017 tarihli kararla iddianame hazırlandığı, başvurucunun kovuşturmasının İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/84 Esas sayılı dosyasında devam ettiği bilgisi verilmiştir. Gelen müzekkere cevabı üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde 22/10/2018 tarihli kararla gerekçeli kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın kesin olmak üzere reddine hükmedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içeriğine göre; davacının iş sözleşmesi 2016 tarihinde “hizmetlerine ihtiyaç duyulmaması” gerekçesiyle feshedilmiştir. Ancak davalı vekili cevap dilekçesindeki açıklamalarında; yönetim tarafından yapılan değerlendirme neticesinde davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisaklı olduğuna dair kanaate ve hizmetine ihtiyaç duyulmadığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiş olup, temyiz aşamasında Dairemiz’in 2018 tarih, 2017/24016 Esas - 2018/4632 Karar sayılı ilamı sonrası gelen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından düzenlenen 2018 tarih, 2017/ 78259 soruşturma dosyasında “Ercan Zorlu’nun hakkında soruşturma yürütüldüğü, 2017 tarihli karar ile iddianame hazırlandığı, kovuşturmanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/ 84 esas sayılı dosyasından yürütüldüğü belirtilmiştir. Bu halde; davalı savunmasına göre davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu, işverenden terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmesinin beklenemeyeceği, feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından davanın reddi gerekmektedir." Nihai karar 30/11/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile iltisakının olduğu gerekçesiyle görevine son verilmesinin akabinde işveren Şirketin ihbarı üzerine soruşturma başlatılmış, bu kapsamda Emniyet Müdürlüğünden gönderilen 18/11/2016 tarihli raporda yapılan ByLock sorgulamasında başvurucunun da uygulamayı kullanan kişilerden olduğu tespiti üzerine 12/5/2017 tarihinde gözaltına tedbiri uygulanmış, 18/5/2017 tarihinde ise başvurucunun tutuklamasına karar verilmiştir. Başvurucu, Emniyette ve sorgu hâkimliği nezdinde verdiği ifadelerde suçlamaları reddetmiş; ByLock kullanmadığını belirtmiştir. 25/5/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun ByLock programını indirdiği ve kullandığı tespit edildiğinden hakkında kamu davası açılması talep edilmiş, bu kapsamda İstanbul Ağır ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla yargılama başlatılmıştır. Başvurucu; yargılama sürecindeki savunmasında örgüt ile iltisak ve irtibatının bulunmadığını, FETÖ/PDY ile irtibatlı Koza İpek Holding aleyhine rapor yazan ilk müfettiş olduğunu, kendisinden intikam almak amacıyla ByLock listesine eklendiğini düşündüğünü ileri sürmüştür. Evinin yakınında öğrenci yurdu, kafe gibi insanların yoğun olduğu yerler bulunduğunu, bu sebeple IP çakışması olabileceğini belirten başvurucu; söz konusu tespitin teknik bir hatadan kaynaklandığını, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan ederek beraatine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca ByLock tespitinin tek başına delil olamayacağını, verilerde hata bulunduğunu, yasal olmayan yollardan delil elde edildiğini, aleyhine bir delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme 15/6/2021 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"[...] numaralı gsm hattının Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan temin edilen HTS ve HIS (CGNAT) verileri ile söz konusu programa ait IP adreslerine 04/10/2014-18/10/2014 tarih aralığında 835 kez bağlantı kaydının olduğunun belirlendiği, celp edilen mesaj bilgiler (MMS ve SMS) sorgulama sonucunda "kimseyokmu" isimli dernekten değişik tarihlerde mesaj alımlarının bulunduğu,Dosya içerisine alınan Bylock tespit ve değerlendirme tutanağı uyarınca 22/08/2014 ilk log tarihi itibariyle ercanzorlu1@ttnet gsm/adsl hattı ile kullanıldığı, 193502 ID ile oluşturulan profilin kullanıcı adının "ercumentcan", şifresinin "200169Er@" olduğu, bu şekilde oluşturulan profil bilgilerinin sanığın ismini içerir şekilde oluşturulmuş olduğu bildirilmiştir.Dosya içerisine alınan ve yine Bylock kullanıldığı tespit edilen [...] numaralı hattın BTK'dan temin edilen bilgilerinde İ.S. adına kayıtlı olduğunun belirlendiği, İ. S'nin sanığın kayınvalidesi olduğu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü'nün 28/11/2018 tarihli yazısı uyarınca [...] numaralı hatta ait user ID numarasının bulunmadığı, bundan dolayı Bylock içerik verisinin bulunmadığı, ancak Bylock serverlarına erişim sağladığı anlara ait HTS (CGNAT) verilerinin bulunduğu bildirilip dosya içerisine alındığı, bu verilerin incelenmesinde gsm hattının çoğunlukla sanığın çalıştığı İMKB'den sinyal bilgisi bulunduğu, söz konusu hat ile 02/12/2014-31/05/2015 tarihleri arasında 19 sinyal ile kullanıldığı, baz sinyal bilgileri dikkate alındığında bu hattın da sanık tarafından kullanıldığına delalet etmiştir.Sanıktan elde edilen dijital materyallerin incelenmesinde ele geçen telefonun "notlar" kısmında "analiz" ismi ile kaydedilen ve içeriğinde 15 Temmuz darbe girişimi, Fethullah GÜLEN ve Fetö ile ilgili yazı içeriğinin bulunduğu, notlar arasında çeşitli şifre, banka hesap numaraları, müşteri numaraları, adres telefon vb. kayıtlara rastlandığı, telefona yüklü "sanal basın" uygulaması üzerinden Fetö/Pdy 'ye destek veren Yeni Asya isimli gazetenin internet sitesine erişim yapıldığına dair tespitler yapılmıştır.Bu şekilde toplanan deliller itibariyle sanığın Fetö/Pdy silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün mensupları tarafından kullanılan bylock iletişim sistemine, bu özelliğini bilerek dahil olunduğunun kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespit edilmiş olması karşısında, eylem ve faaliyetlerinin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluk içerdiğinin görüldüğü ve böylece üzerine atılı olan silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği..." Karar, istinaf ve temyiz incelemesinden geçerek 14/9/2020 tarihinde kesinleşmiş; 24/3/2021 tarihinde de başvurucunun denetimli serbestliğe ayrılarak tahliyesine karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat İlgili hukuk için bkz. Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 43- Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi'dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35). AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevi olmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/38181
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, 24/10/1963 tarihinde Manavgat Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhlerine açılan meni müdahale davasının, taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları nedeniyle Manavgat Kadastro Mahkemesine devredildiğini, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 15/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 7/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 4/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: a) Başvurucuların murisleri Musa ve Hasan Öztürk aleyhine, Hüseyin Öztürk ve arkadaşları tarafından 14/12/1955 tarihinde Manavgat Asliye Hukuk Mahkemesinde taşınmaza müdahalenin men’i davası açılmıştır.b) Mahkemece, davanın takip edilmemesi nedeniyle 20/6/1961 tarihinde davanın 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi gereği müracaata bırakılmasına karar verilmiş, 23/12/1961 tarih ve E.1955/132, K.1961/335 sayılı kararla davanın yenilenmemesi nedeniyle işlemden kaldırılmasına hükmedilmiştir.c) Hüseyin Öztürk ve arkadaşlarının 24/10/1963 tarihli yenileme dilekçeleri üzerine, dava dosyasının E.1963/358 sayılı dosyasına kaydı yapılmıştır.d) Mahkemece 18/2/1966 tarih ve E.1963/358, K.1966/24 sayılı ilamla; taşınmazın bulunduğu yerde kadastro çalışması başladığı için Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Manavgat Tapulama Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucuların murisleri tarafından, Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 19/2/1964 tarihinde Manavgat Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tescil davası sonunda Mahkemece, 17/12/1965 tarih ve E.1964/55, K.1965/347 sayılı kararla taşınmazın bulunduğu yerde kadastro çalışması başladığı için Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Tapulama Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, yargılamaya Manavgat Tapulama Mahkemesinin E.1966/1979 sayılı dosyasında, başvurucuların murisleri aleyhine açılan müdahalenin men’i davasıyla birlikte devam edilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 391 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak, başvurucuların murisleri tarafından, Hüseyin Öztürk ve arkadaşları aleyhine 26/10/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 31/7/1990 tarih ve E.1976/309, K.1990/137 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 350 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak, başvurucuların murisleri tarafından Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 26/10/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 31/7/1990 tarih ve E.1976/313, K.1990/138 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 407 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak, başvurucuların murisleri tarafından, Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 26/10/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 31/7/1990 tarih ve E.1976/317, K.1990/139 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 409 parsel numaralı taşınmaza yönelik başvurucuların murisleri tarafından, Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 5/12/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 31/7/1990 tarih ve E.1976/319, K.1990/140 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 255 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak, başvurucuların murisleri tarafından, Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 5/12/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 31/7/1990 tarih ve E.1976/321, K.1990/141 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 259 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak başvurucuların murisleri tarafından, Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 5/12/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) 12/1/1981 tarih ve 1981/5 sayılı protokol ile Manavgat 2 Nolu Tapulama Mahkemesi kurulmuştur. c) Manavgat Tapulama Mahkemesince, 2/8/1982 tarih ve E.1976/312, K.1982/218 sayılı kararla; dava dosyasının 2 nolu Tapulama Mahkemesine devrine karar verilmiştir.d) Manavgat Kadastro Mahkemesi, 31/7/1990 tarih ve E.1982/79, K.1990/21 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 2 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak, başvurucuların murisleri tarafından, Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 5/12/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 2/8/1982 tarih ve E.1976/314, K.1982/217 sayılı kararla; dava dosyasının 2 nolu Tapulama Mahkemesine devrine karar verilmiştir.c) Manavgat Kadastro Mahkemesi, 31/7/1990 tarih ve E.1982/80, K.1990/22 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Aynı taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda 408 parsel numaralı taşınmaza yönelik olarak, başvurucuların murisleri tarafından, Avni Öztürk ve arkadaşları aleyhine 5/12/1976 tarihinde, Manavgat Tapulama Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 2/8/1982 tarih ve E.1976/318, K.1982/219 sayılı kararla dava dosyasının 2 nolu Tapulama Mahkemesine devrine karar verilmiştir.c) Manavgat Kadastro Mahkemesi, 31/7/1990 tarih ve E.1982/75, K.1990/20 sayılı kararla; Mahkemenin E.1966/1979 sayılı dava dosyası ile aralarında bağlantı bulunduğu gerekçesiyle her iki dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1966/1979 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Maliye Hazinesi ve Orman Genel Müdürlüğü davalı sıfatıyla davaya katılmışlardır. Tapulama mahkemeleri, kadastro mahkemesi adını alarak yargılamaya devam etmiştir. Manavgat Kadastro Mahkemesi, asıl ve birleşen tüm dava dosyalarında yaptığı yargılama sonunda; 31/7/1990 tarih ve E.1966/1979, K.1990/136 sayılı ilamla tüm davaların reddine, taşınmazların hisseleri oranında davacılar ve davalılar adlarına tapuya tescillerine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/1/1992 tarih ve E.1991/1842, K.1992/657 sayılı ilamıyla kararın davalıların tamamına tebliğinden sonra dosyanın Yargıtaya gönderilmesi için dosyanın geri çevrilmesine karar verilmiştir. Dosyanın, eksikliklerin tamamlanmasından sonra yeniden Yargıtaya gönderilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 11/9/1992 tarih ve E.1992/7081, K.1992/10111 sayılı ilamla dosyanın Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 19/10/1993 tarih ve E.1992/13337, K.1993/8328 sayılı kararla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 20/8/2013 tarih ve E.1996/12, K.2013/89 sayılı kararla tescil davalarının reddine, meni müdahale davalarının ve kadastro tespitine itiraz davalarının kısmen kabulüne, taşınmazların hisseleri oranında davacılar ve davalılar adlarına tapuya tescillerine karar verilmiştir. Başvurucular, 15/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/2/2014 tarih ve E.2013/10091, K.2014/1822 sayılı ilamıyla hüküm onanmış ve karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine karar kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Mahalli mahkemelerde görülmekte olan davaların devri ve eksik idari işler hakkında yapılacak işlem” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Mahalli hukuk mahkemelerinde görülmekte olan kadastro ile ilgili ve henüz kesinleşmemiş bulunan taşınmaz mala ilişkin davalar hakkında o taşınmaz mal için kadastro tutanağı düzenlendiği tarihte bu mahkemelerin görevi sona erer ve davalara ait dosyalar mahkemesine resen devrolunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” 3402 sayılı Kanun’un Geçici maddesi şöyledir:“Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş tapulama mahkemeleri, kadastro mahkemesi adını alır ve açılmış davaları, bu Kanundaki hükümlere göre yürütür.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8344
Başvurucular, 24/10/1963 tarihinde Manavgat Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhlerine açılan meni müdahale davasının, taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları nedeniyle Manavgat Kadastro Mahkemesine devredildiğini, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmişlerdir.
1
Başvuru, iş kazası nedeniyle oluşan zararların eksik tazmin edilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruculardan Hasan Hüseyin Sağlamcı, elektrik ustası olarak çalıştığı inşaat şirketinde 5/5/2001 tarihinde iş kazası geçirmiştir. Hasan Hüseyin Sağlamcı iş kazası nedeniyle 8/2/2002 tarihinde alacak davası, 1/2/2011 tarihinde maddi tazminat, 5/1/2011 tarihinde de eşi ve çocuklarıyla birlikte de manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucular tarafından açılan davalar 8/2/2002 tarihinde açılan ve Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) görülen alacak davası dosyasında birleştirilmiştir. Mahkeme, 13/12/2016 tarihli kararında davaların feragat nedeniyle reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların 29/9/2016 tarihinde davalı şirketle sulh protokolü imzalayarak davadan feragat ettikleri, aynı tarihli dilekçeyle de bu durumu Mahkemeye sundukları, ayrıca başvurucular tarafından da davanın takip edilmediğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir. Mahkeme kararından sonra başvurucular, sulh olduklarını fakat yargılama giderleri yönünden Mahkemenin hatalı karar verdiğini belirten dilekçeyle temyiz isteminde bulunmuştur. Başvuruculardan Hasan Hüseyin Sağlamcı ve eşi Kezban Sağlamcı, mahkeme kararından sonra makul sürede yargılama yapılmadığı ve dava sonunda zararlarının tam olarak karşılanmadığı bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ve hukuki güvenlik ilkesi ile diğer anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek 30/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2017/6165 bireysel başvuru numarasıyla kayda alınan dosya makul süre dışındaki iddialar yönünden yargılamanın temyiz aşamasında incelemede olduğu gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmediğinden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, makul süre şikâyeti yönünden ise 2016/126 bireysel başvuru numaralı dosyayla birleştirilerek Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararı doğrultusunda 15/11/2018 tarihinde başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Başvuruculardan Cemal Sağlamcı ve Yasin Sağlamcı ise aynı iddialarla 30/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2017/5340 bireysel başvuru numarasıyla kayda alınan başvuru da makul süre dışındaki iddialar yönünden başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, makul süre şikâyeti yönünden ise 2015/5503 bireysel başvuru numaralı dosyayla birleştirilerek Ferat Yüksel kararı doğrultusunda 29/11/2018 tarihinde başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 12/11/2018 tarihli kararıyla yargılama giderleri yönünden düzeltme yaparak mahkeme kararını onamıştır. Başvurucular, nihai hükmü 7/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 24/12/2018 tarihinde yeniden bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) bahsi geçen kabul edilmezlik kararlarından sonra makul süre şikâyetine ilişkin başvurucular tarafından başvuru yapılıp yapılmadığı, başvurucular hakkında tazminata hükmedilip hükmedilmediği sorulmuştur. Komisyon tarafından, başvurucuların herhangi bir başvuruda bulunmadığı, herhangi bir tazminata da hükmedilmediği 5/12/2022 tarihinde bildirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37270
Başvuru, iş kazası nedeniyle oluşan zararların eksik tazmin edilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Mardin Büyükşehir Belediyesi (işveren/Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediyenin işverene yaptığı bildirim neticesinde başvurucunun iş sözleşmesi 13/10/2017 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 16/11/2017 tarihinde (iş mahkemesi sıfatıyla) Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; fesih işleminin usule ve yasaya uygun şekilde yapılmadığı, fesih nedenlerinin bildirilmediği ve sözleşmenin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Mahkeme, başvurucu ile işveren arasında güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 26/3/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Mardin İl Emniyet Müdürlüğünün başvurucunun PKK terör örgütü ile ilgili gösterilere katıldığına ve bu nedenle yakalandığı ve gözaltına alındığına dair bilgiler içeren yazısına değinilmiştir. Kararda ayrıca başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçu kapsamında kamu davası açıldığı ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) anılan suçtan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı (HAGB) belirtilmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) 11/3/2020 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin kabulüne ve mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararda; başvurucunun iş akdinin feshine dayanak yapılan belgelerin getirtilerek ve bunlarla ilgili bir değerlendirme yapılarak bir karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Mahkeme 26/3/2021 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda başvurucu hakkında Ağır Ceza Mahkemesince terör örgütü propagandası yapma suçundan HAGB kararı verildiği, anılan kararın 27/4/2010 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca başvurucu hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince 11/11/2021 tarihinde anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 30/12/2021 tarihinde öğrendikten sonra 14/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki işe iade davasında verilen ret kararlarının gerekçesinde yer alan Ağır Ceza Mahkemesi kararı incelendiğinde başvurucunun PKK terör örgütü elebaşısı A.Ö. lehine slogan attığı şeklindeki eylemi sabit görülmüş ve başvurucu hakkında HAGB kararı verilmiştir. Yine kararda bahsedilen 25/7/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar incelendiğinde başvurucu hakkında suç işleme amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşların zararına dolandırıcılık, resmî belgede sahtecilik ve sigorta kurumunu dolandırma suçlarını işlediğine dair delil elde edilemediğinden bahisle bu kararın verildiği görülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/5372
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 5/6/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 20/9/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde duruşma salonunda hazır edilmesine karar verilmiştir. Tensip zaptında başvurucunun mahkemede bizzat hazır edilmesine ilişkin ara karar kurulmuş olmasına rağmen, başvurucu müdafii 19/9/2018 tarihinde Mahkemeye gönderdiği dilekçe ile başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden ifade vermek istediğini ve duruşmaya başvurucu ile birlikte başvurucunun tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumunda bulunan SEGBİS aracılığı ile katılmak istediklerini bildirmiştir. Başvurucu, yargılamanın 20/9/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamıştır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkeme bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada hazır edilmesine karar vererek duruşmayı 5/12/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 5/12/2018 tarihli ikinci celsede Savcılık makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmayı kabul etmediğine dair herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Başvurucu müdafii ise duruşmalara Ağrı'dan geldiğini, bu durumun zorluğa neden olduğunu belirterek takip eden celseye SEGBİS aracılığı ile katılma yönünde talepte bulunmuştur. Duruşmada başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak amacıyla süre talebinde bulunması üzerine Mahkeme talebi kabul etmiş ve başvurucunun duruşma tarihinde hazır edilmesi için ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 24/12/2018 tarihine ertelemiştir. Hükmün açıklandığı yargılamanın 24/12/2018 tarihli son celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara bizzat katılamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin ilgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19952
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/19302 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/19302 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19302
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20286
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, satın alınan taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi kapsamında yüz ölçümünün azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İlgili Tapu Kaydı Ankara'nın Sincan ilçesi Yenipeçenek köyünde 1955 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 1488 parsel numarası ile sınırlandırılan tarla vasfındaki taşınmaz 500 m² yüzölçümlü olarak Ş.A.Y. adına tespit ve tapuya tescil edilmiştir. Kayıt malikinin ölümüyle 27/3/1981 tarihinde mirasçıları arasında yapılan rızai taksim sonucu bu taşınmaz, miras bırakanın eşi Y. adına tescil edilmiştir. Y., taşınmazı 24/2/1994 tarihinde tapuda H.G.ye 000 TL (eski TL ile) bedelle satış suretiyle devretmiştir. Başvurucu, anılan taşınmazı 000 TL bedelle tapuda 2/2/2009 tarihinde kayıt maliki H.G.den satın almıştır.B. Yüz Ölçümünün Düzeltilmesi Süreci Yenimahalle Kadastro Müdürlüğü 25/1/2011 tarihinde, başvurucunun satın aldığı söz konusu taşınmazın kadastrosunda yapılan maddi hatanın düzeltilmesine karar vermiştir. Kadastro Müdürlüğü; bu hata yüzünden taşınmazın yüz ölçümünün sehven 500 m² olarak tapuya tescil edilmiş olduğunu, hâlbuki yapılan tersimat neticesinde sayısallaştırma sonucunda elde edilen koordinat değerleri ile yapılan hesaplama sonucuna göre gerçek yüz ölçümünün 039 m² olduğunu başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, bu işlemin kaldırılması istemiyle 4/2/2011 tarihinde Yenimahalle Tapu Müdürlüğü aleyhine Sincan Sulh Hukuk Mahkemesinde (sonradan Ankara Batı Sulh Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Mahkeme, dava konusu taşınmazın başında kadastro uzmanı teknik bilirkişi ile birlikte keşif yapmıştır. Bilirkişinin 27/7/2001 tarihli raporunda özetle şu hususlara yer verilmiştir:i. Gerek kadastro çalışmaları sırasındaki gerekse de arazide kullanılan sınırlara göre yapılan ölçümler sonucunda taşınmazın yüz ölçümü sehven 500 m² olarak tapuya tescil edilmiştir.ii. Rapora göre taşınmazın olması gereken yüz ölçümü 000 m² civarında olup Kadastro Müdürlüğünce taşınmazın yüz ölçümünün 039 m² olarak düzeltmesinde ölçüm ve hesap tekniği yönünden herhangi bir yanlışlık bulunmamaktadır. iii. Ayrıca taşınmaz maliki tarafından bahçe olarak kullanılan zemindeki sınırların ölçümüne göre ise taşınmazın yüz ölçümünün 017,94 m² olduğu bildirilmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunu hükme esas alarak 29/7/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 30/12/2011 tarihinde onanmıştır. Tazminat Davası Süreci Başvurucu, taşınmazı satın aldığı H.G. ile Maliye Hazinesi aleyhine 4/2/2011 tarihinde Sincan Asliye Hukuk Mahkemesinde (sonradan Ankara Batı Asliye Hukuk Mahkemesi) tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun taşınmazı tapu kaydını esas alarak ve buna güvenerek satın aldığı ancak sonradan taşınmazın yüz ölçümünün azaltılarak zarara uğratıldığı belirtilmiştir. Başvurucu, davalılar aleyhine fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 14/9/2012 tarihinde mahalli bilirkişiler, ziraat, mülk ve hukukçu ile kadastro uzmanı teknik bilirkişiler eşliğinde mahallinde keşif yapmıştır. Kadastro uzmanı teknik bilirkişinin 17/9/2012 tarihli raporunda, yapılan düzeltme işlemiyle başvurucunun taşınmazında 461 m² miktarında bir azalma olduğu belirtilmiştir. Teknik Bilirkişi Kurulunun 28/9/2012 tarihli raporunda özetle şu hususlara yer verilmiştir:i. Kadastro Müdürlüğü tarafından yapılan düzeltme sonucu başvurucunun satın aldığı taşınmazın yüz ölçümünde 461 m² miktarında bir azalma meydana gelmiştir.ii. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine değinilerek bu madde uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan devletin kusursuz sorumluluğunun mevcut olduğu belirtilmiştir. Rapora göre ayrıca davalı H.G.nin de akdi ilişki nedeniyle başvurucuya karşı sorumluluğu vardır.iii. Raporda taşınmazın tapuda belirtilen satış bedelinin harç ve masraflardan kaçınmak amacıyla gerçek değerinden çok altında gösterildiği belirtilmiştir. Rapora göre taşınmazın üzerinde altmış yetmiş adet, sekiz yaşlarında kiraz ağacı bulunmaktadır.iv. Uyuşmazlık konusu taşınmazın fiilen kiraz bahçesi olarak kullanıldığı belirtilerek net gelir yöntemine göre kapama kiraz bahçesinin birim fiyatının 33,30 TL/m² olduğu belirtilmiştir. Objektif değer artışı oranı %50, kapitalizasyon faiz oranı ise çeşitli ölçütler esas alınarak %4 olarak belirlenmiştir. Buna göre başvurucunun zararının ise 461*33,30=812,50 TL olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 4/6/2013 tarihinde davanın kısmen kabülü ile 812,50 TL tutarındaki tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen davacı yararına tahsiline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 4721 sayılı Kanun'un maddesine göre tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu belirtilmiştir. Mahkemeye göre devletin kusursuz sorumluluğu, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi veya yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kılınması temeline dayanmaktadır. Mahkeme, tapu sicilinin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devletin gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlü olduğunu belirtmiştir. Kararda, kadastro sırasında dayanaksız veya gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlenmesi ve taşınmazın niteliğinde yapılan yanlışlıkların da bu kapsamda olduğuna ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına atıf yapılmıştır. Mahkeme ayrıca davalı H.G.nin de satış sözleşmesi kapsamında sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 29/1/2014 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında, tapu sicilinde çaplı olarak kayıtlı bulunan taşınmazların çapa bağlı yüz ölçümleri ile geçerli olduğu ifade edilmiştir. Daire; satın aldığı çaplı taşınmazın kaç metrekare olduğunu, kullandığı zeminin durumundan ve taşınmazın çap örneğinden başvurucunun her zaman bilebilecek durumda olduğunu vurgulamıştır. Daireye göre başvurucu, taşınmazın yüz ölçümünün maddi yanılgı nedeniyle yanlış yazılmış olmasından dolayı zarara uğradığını ileri sürerek 4721 sayılı Kanun'un maddesi gereğince devletin sorumlu tutulmasını isteyemez. Bozma kararında, davalı H.G. yönünden açılan dava bakımından ise resmî bir ölçüye dayalı olduğu takdirde sözleşmede aksi kararlaştırılmadıkça satıcının sorumlu tutulamayacağına dair 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesine işaret edilmiştir. Daire, somut olayda ise başvurucuya satılan taşınmazın ölçü miktarının tapudaki miktarından az olması durumunda satıcının başvurucunun zararını tazmin edeceğine ilişkin yazılı bir taahhüdünün bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Daire tarafından 30/6/2014 tarihinde reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 4/12/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Daire tarafından 21/4/2015 tarihinde vekâlet ücreti yönünden düzeltilmek suretiyle onanmıştır. Daire başvurucunun karar düzeltme istemini 30/9/2015 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 5/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan taşınmazlarda ölçü, sınırlandırma, tersimat ve hesaplamalardan doğan hatalar, ilgilinin müracaatı veya kadastro müdürlüğünce re’sen düzeltilir. Düzeltme, taşınmaz malikleri ile diğer hak sahiplerine tebliğ olunur. Tebliğ tarihinden başlayan otuz gün içinde düzeltmeninkaldırılması yolunda sulh hukuk mahkemesinde dava açılmadığı takdirde, yapılan düzeltme kesinleşir." 4721 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Taşınmazın sınırları, tapu plânları ve arz üzerindeki sınır işaretleriyle belirlenir.Tapu plânları ile arz üzerindeki işaretler birbirini tutmazsa, asıl olan plândaki sınırdır..." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bir taşınmazın kütüğe kaydı ve belirlenmesinde resmî bir ölçüme dayanan plân esas alınır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder." 818 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hilafına mukavele mevcut değil ise, satılan gayrimenkul beyi senedinde yazılıolan ölçü miktarınıihtiva etmediği takdirde; bayi, noksanını müşteriye tazmin etmekle mükelleftir. Satılan gayrimenkul resmi bir mesahaya müsteniden sicilde yazılıolan ölçü miktarınıihtiva etmediği takdirde, bayi, tahsisen taahhüt altına girmemişise tazmin ile mükellef değildir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Aksine sözleşme olmadıkça, satılan taşınmaz, satış sözleşmesinde yazılı yüzölçümü tutarını kapsamıyorsa satıcı, eksiği için alıcıya tazminat ödemekle yükümlüdür.Satılan taşınmaz, resmî bir ölçüme dayanılarak tapu siciline yazılmış olan yüzölçümü tutarını içermiyorsa satıcı, özellikle üstlenmiş olmadıkça tazminat ile yükümlü değildir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2012 tarihli ve E.2012/8037, K.2012/21480 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, tapu kaydının hatalı oluşması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK.'nun maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.... Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; 1982 yılında kesinleşen tapulama çalışmaları neticesinde 59300 m2 yüzölçümlü olarak tapuya tescil edilen dava konusu taşınmazı, davacıların 1997 tarihinde ilk maliki olan U..'den satın aldıkları, ancak 2010 tarihinde yaptırdıkları aplikasyon ve Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin 2010/46 Değişik iş sayılı dosyasında yapılan tespitler ile Silivri Kadastro Müdürlüğü tarafından düzenlenen 2010 tarihli Teknik Hata Düzeltme Raporunda dava konusu taşınmazın gerçek yüzölçümünün 49215,77 m2 olarak belirlendiği ve bu hatanın kadasto sırasında yüzölçüm hesabı yapılırken, planimetre okumaları arasındaki farkın hatalı hesaplanmasından kaynaklandığı tespit edilerek, dava konusu taşınmazın yüzölçümünün 3402 sayılı Kadastro Kanununun maddesi uyarınca 49215,77 m2 olarak düzeltildiği ve davacıların eksilen 084,23 m2'nin bedelinin tahsili için işbu davayı açtıkları anlaşılmıştır.Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak, birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK.'nun maddesi anlamında Devlet sorumludur. Hal böyle olunca, devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararın oluştuğu ve kadastroişleminden kaynaklanan bu sorumluluğun da TMK.'nun maddesi kapsamında tazmini gerektiği muhakkaktır. (HGK.'nun 2010 gün ve 2010/4-349-2010/318 sayılı kararı)Bu durumda; mahkemece, Hazine aleyhinde açılan davada, tapu kaydının düzeltilmesi nedeniyle, davacının zararının oluştuğunun kabul edilmesi doğrudur...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/9/2014 tarihli ve E.2014/13323, K.2014/21725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; G.. köyünde 1969 yılında yapılan tapulama çalışmaları sırasında 253 parsel sayılı taşınmazın planimetre alan tablosunda yapılan hata nedeniyle 525,64 m2 yerine 525,750 m2 yüzölçümlü olarak tespit gördüğü ve söz konusu taşınmazla ilgili olarak 1970 tarihinde Oğuzeli Kadastro Mahkemesine açılıp, 1989/66-1990/179 sayılı dosya üzerinden görülen kadastro tespitine itiraz davası sonucunda taşınmazın tespit gibi tesciline karar verilerek 525,750 m2 yüzölçümlü olarak ilk malikleri adına tescil edildiği, davacının söz konusu taşınmazdaki 1/5 oranındaki hissesini 2003 tarihinde satış yolu ile edinmesinden sonra, 2011 yılında Kadastro Müdürlüğü tarafnıdan yapılan teknik kontroller sırasında, 253 parsel ile ilgili olarak kadastro çalışmaları sırrasında pilanımetre okuma hatası nedeniyle yüzölçümünün fazla hesaplandığı belirlenerek, Kadastro Kanununun maddesi uyarınca taşınmazın yüzölçümünde düzeltme yapılmasından sonra, davacı tarafından tazminat istemli işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır.Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK.nun maddesi anlamında Devlet sorumludur.Bu durumda, dava konusu somut olayda kadastro işlemleri sırasında yapılan hata sonucu tapu sicilinin hatalı tutulması nedeniyle, 4721 sayılı TMK.nun maddesi anlamında Devletin sorumluluğuna ilişkin koşulların oluştuğu gözetilip, işin esasına girilerek talep hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/5/2016 tarihli ve E.2015/8977, K.2016/5849 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK'nın maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasıdır. Dosyadaki bilgi ve belgelerden; Dibektaş köyünde 1975 yılında yapılan tesis kadastrosu sırasında 81 parsel saylı taşınmazın 4960 m² yüzölçümüyle ve meyve bahçesi niteliğiyle çapa bağlanarak tapu kaydının oluştuğu, satışlar ile kişi adına kayıtlı iken 1994 tarihinde resmî senet ile davacı ya satıldığı, 2014 yılında 3402 sayılı Kanunun maddesi uyarınca yapılan uygulama ile taşınmazın yüzölçümünün 3665,05 m² olarak düzeltildiği anlaşılmaktadır....Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; 1975 yılında yapılan kadastro çalışmalarında tespit ve tescile tabi tutulan taşınmazın, sonradan yüzölçümünün 3402 sayılı Kanunun maddesi uyarınca yapılan uygulama ile azalması nedeniyle oluşan zararın da kadastroişlemlerindenkaynaklandığıveTMK'nın maddesianlamında tazmini gerektiğimuhakkak olup, zararın tazmini gerektiğine ilişkin mahkemenin kabulünde isabetsizlik bulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Kadastrodan kaynaklanan hataların düzeltilmesi ve sonuçları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye (B. No: 40896/05, 7/7/2015) kararında devletin pozitif yükümlülükleri yönünden tartışılmıştır. Başvuruya konu olayda, başvurucunun satın aldığı taşınmazın kadastrosunda planimetrik ölçüm sonuçlarının yanlış aktarılması sebebiyle yüz ölçümünün Kadastro Müdürlüğünce düzeltilmesi söz konusudur. Yapılan düzeltme sonucu taşınmazın 151 m² olan yüz ölçümü 951 m² olarak düzeltilmiştir. Başvurucunun Hazine ve taşınmazı satın aldığı kişiye karşı açtığı tazminat davası ise reddedilmiştir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, §§ 5-22). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla uyuşmazlığı AİHM önüne taşımıştır. AİHM, yapılan hata nedeniyle başvurucunun mal varlığı kaybına uğradığını belirterek üç kural analizine ilişkin yerleşik içtihadına atıfta bulunmuş ve başvurucunun şikâyetini Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci cümlesinde yer alan genel ilke niteliğindeki birinci kural çerçevesinde incelemiştir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, §§ 48, 49). AİHM ayrıca, Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin özü itibarıyla mülkiyet hakkına devlet tarafından yapılan tüm müdahalelere karşı bireyi korumayı amaçlamakla birlikte bazı pozitif yükümlülükleri de kapsadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre bu madde, özel hukuk gerçek veya tüzel kişiler arasında uyuşmazlığın meydana gelmesi durumunda da mülkiyet hakkını korumak için gerekli bazı tedbirlerin alınmasını zorunlu kılabilir. Devletin pozitif yükümlülüklerinin niteliği ve kapsamı koşullara göre değişiklik gösterebilmektedir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, §§ 50, 51). AİHM, somut olayda özel kişiler arasındaki satım sözleşmesinden kaynaklı uyuşmazlık yönünden derece mahkemelerince 818 sayılı mülga Kanun'un maddesinde yer alan “ayıptan sorumluluk” kurallarının uygulandığına işaret etmiştir. Buna göre öngörülebilir ve açık nitelikteki anılan Kanun hükmü doğrultusunda satıcının açıkça taahhüt etmedikçe resmî ölçüme dayalı yüz ölçümü düzeltmesinden sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. AİHM, bu Kanun hükmünün 4721 sayılı Kanun'un maddesiyle birlikte okunması gerektiğini belirtmiştir. Buna göre tapu sicilinin resmî bir ölçüme dayalı olması durumunda satıcının sorumlu tutulmamasının devletin sorumluluğu altında tutulan tapu sicilinde yer alan yüz ölçümü bilgilerine alıcının iyi niyetle güvenebileceği görüşüne dayandığı vurgulanmıştır. AİHM, bu tür bir düzenlemenin ilke olarak Sözleşme’nin mülkiyet hakkının korunması amacıyla devlete yüklediği pozitif yükümlülükleri karşılayacak ve satıcılara karşı açılan davanın sınırlanmış olmasının etkilerini dengeleyecek nitelikte olduğunu belirtmiştir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, §§ 54-57). AİHM, bununla birlikte somut olayda başvurucunun Hazine aleyhine 4721 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında açtığı davanın reddedildiğini belirtmiştir. AİHM, başvurucunun gayrimenkul işlemleri alanında faaliyet gösteren bir şirket olduğundan dolayıbelirli bir özeni göstermesinin beklenebileceğini kabul etmiştir. AİHM somut olayda, söz konusu taşınmazı bitişiğindeki taşınmazlardan ayırt etmeye imkân veren herhangi bir fiziki sınırın bulunmadığı tespitine yer vermiştir. AİHM, ölçülülük bağlamında taşınmazda meydana gelen değer kaybı miktarının 000 avro olduğuna ve hatanın idare tarafından yapılmış olduğuna dikkat çekmiştir. AİHM'e göre bu koşullar altında satıcıya tapu kütüğündeki bilgilere tamamıyla güvenmemeyi ve olası çelişkileri tespit etmek amacıyla planı incelemeyi zorunlu kılmaya yönelik derece mahkemelerinin yaklaşımları, başvurucuya aşırı bir külfet yüklemektedir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, §§ 58, 59). AİHM ayrıca, taşınmazı satın alan kişilerden yevmiye defteri, plan ve destekleyici nitelikteki belgeler gibi tapu sicilinde bulunan tüm belgelerin incelenmesinin beklenemeyeceği ve aksine bu kişlerin tapu kütüğündeki bilgilere güvenmesi gerektiği yönündeki Yargıtay kararlarına işaret etmiştir. Bu kararlarda ilgilinin özenle davranmaması durumunda dahi bu koşulun kendisini her türlü tazminattan mahrum bırakmayı haklı kılamayacağının ve sadece tazminat bedelinin düşürülmesine imkân vereceğinin belirtildiği ifade edilmiştir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, § 60). AİHM, bu gerekçelerle Türk hukuk sisteminin başvurucuya mülkiyet hakkına ilişkin olarak yeterli bir koruma sunmadığını belirterek başvurucunun hakları ile kamu yararı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğu sonucuna varmış ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, §§ 61, 62).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18352
Başvuru, satın alınan taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi kapsamında yüz ölçümünün azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada gerekçeli kararın geç yazılması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Şirket; kendisine ait bir otobüsün işletilmesine ilişkin olarak davalı ile arasında taşıt sözleşmesi bulunduğunu, bu sözleşme gereğince tahakkuk eden faturaların davalıya tebliğ edildiğini, faturalara itiraz edilmediğini belirtmiştir. Başvurucu, sözlü taleplerinin sonuç vermemesi üzerine Bursa İcra Dairesinin 2016/11246 Esas sayılı dosyası ile icra takibine başlandığını ve davalının takibe haksız biçimde itiraz ettiğini ileri sürerek Bursa Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) 21/1/2017 tarihinde ticari nitelikteki hizmet sözleşmesinden kaynaklanan itirazın iptali talebiyle dava açmıştır. Mahkeme 18/2/2019 tarihinde başvurucu yönünden davanın kabulüne, itirazın iptaline ve takibin 307,54 TL üzerinden devamına karar vermiştir. Başvurucu, geçen süreye rağmen Mahkeme tarafından gerekçeli kararın yazılmadığı iddiasıyla 24/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme, gerekçeli kararı 20/3/2020 tarihinde yazmıştır. Karar taraflara 29/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiş ve istinaf kanun yoluna başvurulmaması üzerine 14/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6926
Başvuru, itirazın iptali talebiyle açılan davada gerekçeli kararın geç yazılması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama sürecinin adil olmaması nedenleriyle Anayasanın ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/9/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 20/1/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır ili Silvan ilçesi Kumluk köyünde bulunan kök badem ağaçlarının bölgede yaşanan terör olayları sırasında terörle mücadele kapsamında güvenlik güçlerince yakıldığını iddia ederek oluşan zararın karşılanması talebi ile 5233 sayılı Kanun uyarınca Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuştur. Diyarbakır 3 No.lu Zarar Tespit Komisyonu yaptığı değerlendirme sonucu 15/1/2009 tarihli ve 2009/3-6622 sayılı kararı ile Kumluk köyünün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı, nüfusunun 1990 yılında 554, 1997 yılında 425, 2000 yılında 500 kişi olduğu; 700 adet badem ağacının yanmasına sebep olduğu iddia edilen olaya ilişkin herhangi bir olay yeri tutanağı bulunmadığı, başvurucu tarafından da zararın varlığı yönünde kabul edilebilir herhangi bir belge sunulmadığı gerekçelerine dayanarak talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu, ret işleminin iptali istemiyle 21/10/2010 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 31/1/2012 tarihli ve E.2010/166, K.2012/137 sayılı kararı ile Diyarbakır ili Silvan İlçesi Kumluk köyü ve Akçay mezrasına ait bilgi ve belgelere göre Kumluk köyü ve Akçay mezrasının terör nedeniyle boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığı, yıllara göre köy nüfusunun 1990 yılında 554, 1997 yılında 425, 2000 yılında ise 500 kişi olduğu, köyde 1994 ve 1999 yıllarında genel seçimlerin yapıldığı, Kumluk köyü ve Akçay mezrasında koruculuk sisteminin olmadığı belirtilmiş ve tanık beyanlarında 1/7/1993 tarihinde terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışma esnasında başvurucuya ait 700 adet badem ağacının çatışma esnasında yanarak telef olduğunun ifade edildiği fakat 1/7/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile terör örgütü üyeleri arasında çıkan çatışma sırasında meydana geldiği iddia edilen yangın ile ilgili olarak bulunan bilgi ve belgeler ile tutanakların birlikte değerlendirilmesinden söz konusu tarihte güvenlik kuvvetleri ile terör örgütü üyeleri arasında çatışma yaşandığına ilişkin hukuken kabul edilebilir bilgi ve belgeye ulaşılamaması ve bu durumun başvurucu tarafından da hukuken kabul edilebilir bir şekilde ortaya konulamaması karşısında başvurucunun badem ağaçlarında meydana geldiği iddia edilen zararın terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana gelmediği sonucuna varılarak davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/11/2012 tarihli ve E.2012/5862, K.2012/12491 sayılı ilamı ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Temyiz talebinin reddi üzerine aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 13/6/2013 tarihli ve E. 2013/8329, K. 2013/4634 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 28/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından 26/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bireysel başvuru incelenme sürecinde Anayasa Mahkemesince başvurucuya gönderilen 7/8/2015 tarihli müzekkere ile başvurucudan ihlal iddialarının incelenebilmesi amacıyla kök badem ağaçlarının yakılması sonucu maddi zararların meydana geldiği olay hakkında mevcut olduğu belirtilen belgelerin ibraz edilmesi istenmiş, 25/8/2015 tarihinde tebliğ edilen bu yazıya karşı başvurucu Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi veya belge sunmamış, açıklamada bulunmamıştır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7367
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama sürecinin adil olmaması nedenleriyle Anayasanın 10. ve 125. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 20/3/2012 tarihinde Özel Antalya Y. Hastanesinde laparoskopik yöntemle myomektomi (rahimden tümör alma) ameliyatı olmuştur. Anılan işlemden kısa süre sonra şiddetli ağrı, sol kasık bölgesinde kızarıklık ve ödem oluşması nedeniyle 26/3/2012 tarihinde USG işlemi yapılan başvurucunun sol üreterinde yara bulunduğu belirlenerek operasyon kararı alınmıştır. 28/3/2012 tarihli cerrahi müdahale ile başvurucunun idrarının karın bölgesine sızdığı belirlenerek üreterine stent takılmış ve 2/4/2012 tarihinde taburcu edilmiştir. Başvurucu; şiddetli bulantı, kusma, idrarda kanama şikâyetleri ile 15/4/2012 tarihinde Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Acil Servisine (Üniversite Hastanesi) müracaat etmiştir. Burada yapılan muayene ve tetkikler sonucunda başvurucuda stente bağlı idrar yolu enfeksiyonu oluştuğunun belirlenmesi nedeniyle yeniden stent takılarak taburcu edilmiştir. Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 19/9/2012 tarihli raporunda başvurucunun sol böbreğinin kısmi yanıt verdiği (böbrek yetmezliği) tespit edilmiştir. Başvurucu, hatalı tıbbi müdahale nedeniyle ilgili sağlık görevlileri hakkında 24/5/2012 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuş, Başsavcılık başvurucuyu Adli Tıp Kurumuna (ATK) sevk ederek bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. ATK İhtisas Dairesinin 23/1/2013 tarihli raporunda; laparoskopik yöntemin myomun bulunduğu yer ve büyüklüğü itibarıyla doğru bir uygulama olduğu, oluşan üreter zedelenmesinin her türlü özene rağmen laparoskop ile girişimin özelliği nedeniyle oluşabilecek komplikasyon olarak nitelendirildiği, operasyon sırasında tanı ve tedaviye yönelik uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu bildirilmiştir. Başsavcılık, bu rapor gereğince şüpheli hekim hakkında 24/4/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiş, anılan karar itiraz yolundan geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu 5/11/2013 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ilgili hekim ve hastane aleyhinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; 20/3/2012 tarihli ameliyat öncesinde bu işlemin muhtemel sonuçları hakkında yeterli bilgi verilmeden çok sayıda belge imzalatıldığını, işlemin ardından karın bölgesinde ödem ve şiddetli ağrı meydana gelmesine karşın bir hafta süresince sadece ağrı kesici ve sakinleştirici ilaçlar verildiğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca ameliyattan sonra karın bölgesine idrar sızdığını ve vücudunun üç beden büyümesine yol açan ödemin bu sebepten kaynaklandığının ikinci operasyonun yapıldığı tarihe kadar belirlenemediğini vurgulamıştır. Yetersiz ATK raporu ile karar verildiğini ifade eden başvurucu ilgili hekimin savcılık aşamasındaki ifadesinde üreterdeki zedelenmenin laparoskopide kullanılan koter cihazının elektrik çıkışından kaynaklandığını beyan etmesine karşın bu konuda bir değerlendirme yapılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu hatalı tıbbi müdahaleler nedeniyle kronik böbrek yetmezliği ve hipertansiyon rahatsızlıklarının oluştuğunu beyan ederek 500 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar cevap dilekçelerinde karşı dava açarak başvurucuya yönelik tıbbi müdahalelerde hatalı davranılmadığını, ATK raporunun olayı aydınlatacak nitelik taşıdığını belirtmiş, başvurucunun olaydan sonra çeşitli sosyal medya ve haber sitelerinde isim de belirterek itibarlarını zedeleyecek paylaşımlar yapması nedeniyle toplam 000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinin kadın hastalıkları ve doğum, genel cerrahi ve üroloji ana bilim dallarında görevli öğretim görevlilerinden oluşan heyetten bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. 2/10/2015 tarihli raporda; tedavi sürecinde yer alan belgelerin bir kısmının eksik olduğu belirtilerek mevcut bilgi ve belgelere göre başvurucuya yönelik operasyonun olası bir komplikasyonu olan üreter yaralanmasının, erken dönemde belirlenerek uygun şekilde tedavi edildiği bildirilmiştir. Başvurucu, bu rapora yönelik itirazında; aydınlatılmış onamın yeterliliği, ilk müdahaleden sonra bir hafta süresince hiçbir işlem yapılmaması, laparoskopi cihazındaki muhtemel arızanın sonuca etkisi ile idrar takibinin yapılmayarak idrarın karın bölgesinde birikmesine ilişkin konularda değerlendirme yapılmadığını ileri sürmüştür. Mahkemece eksik olduğu belirtilen tedavi evrakı temin edilerek farklı bir bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiştir. Üniversitelerin kadın hastalıkları ve doğum, üroloji ve genel cerrahi ana bilim dallarında uzman öğretim görevlilerinden alınan 30/3/2016 tarihli raporda; 23/1/2012 tarihli aydınlatılmış onamın gerek içerik gerekse şekil bakımından yeterli olduğu ve koter cihazının kullanımı sırasında yanık oluşabileceği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, üreter zedelenmesinin işlemin olası komplikasyonları arasında olduğu ve çoğu zaman işlemden sonraki iki hafta içinde tespit edildiği belirtilerek ilgili hekime atfedilebilecek bir kusur tespit edilemediği bildirilmiştir. Başvurucu bu rapora itiraz dilekçesinde; önceki itiraz dilekçesinde ileri sürdüğü (bkz. § 6) hususların aydınlatılmadığını, bilhassa geç teşhis ve tedavi nedeniyle hekimin kusuru olup olmadığının belirlenmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme, dosyanın aynı bilirkişi heyetine tevdi ile başvurucunun itirazları kapsamında ek rapor düzenlenmesine karar vermiştir. 14/11/2016 tarihli ek raporda; başvurucunun talep ve itirazlarının önceki rapor ile karşılandığı, dolayısıyla kök rapora eklenecek bir hususun bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucu kök rapora yönelik itirazlarını yineleyerek farklı bir bilirkişi heyetinden rapor alınmasını talep etmiştir. Mahkeme 1/2/2018 tarihinde asıl davanın reddine, karşı davaların kısmen kabulü ile toplam 000 TL manevi tazminatın başvurucudan alınarak karşı davacılara ödenmesine karar vermiştir. Gerekçede; bilirkişi raporlarında davalılara atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı, başvurucunun medyada yer alan paylaşımlarının davalıların kişilik haklarını zedelediği belirtilmiştir. Başvurucu, istinaf talebinde bulunmuştur. Dilekçede; onam belgesindeki tarihler arasında çelişkiler bulunmasına karşın bu belgenin geçerliliğinin incelenmediğini, bilirkişi raporlarında teşhis ve tedavinin geç yapılması ve cihazın elektrik çıkışında arıza olması ile ilgili itirazlarının gözetilmediğini ileri sürmüştür. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire), asıl davadaki ret kararına yönelik istinaf isteminin reddine, karşı davanın kısmen kabulüne yönelik istinaf isteminin ise kabulü ile karşı davanın reddine karar vermiştir. Taraflarca temyiz talebinde bulunulmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi 22/9/2020 tarihinde istinaf kararını onamıştır. Başvurucu, yasal süre içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/595
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza yargılamasında sanığın (başvurucunun) ByLock deliline ilişkin veriler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Bartın İl Emniyet Müdürlüğünün 16/1/2017 tarihli yazısı ekindeki ByLock Sorgu Sonucu Tutanağı Başsavcılığa ulaştırılmıştır. Anılan belgede başvurucunun 0505 ... 61 numaralı GSM hattı ve ..32 ve ..90 IMEI numaralı cihazlar üzerinden ilk tespit tarihi 15/8/2014 olacak şekilde ByLock kullandığına dair tespitlere yer verilmiştir. Başsavcılık tarafından 12/8/2016 tarihinde ifadesi alınan (1 No.lu) gizli tanık, bazı şüpheliler ile birlikte başvurucu hakkında da beyanda bulunmuştur. Anılan gizli tanık ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Birim amiri emrinde görevli [F.S.], Hüseyin ŞİMŞEK, [S.] ve [N.A.] isimli müdürlerinde isimlerini yapmış olduğumuz görüşmelerde sıkça örgüt içerisinde oldukları ve geldikleri yerden bu sebeple sürülerek ilimize atandıklarını konuşurduk, ancak ben bu şahısların örgüt içerisinde olduklarını bilmem." Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 14/2/2017 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamede, Bartın İl Emniyet Müdürlüğünde şube müdürü olan başvurucunun olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi (KHK) ile kamu görevinden çıkarıldığı, 0505 ... 61 numaralı hat üzerinden ByLock haberleşme programını kullandığı, Adıyaman İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince hazırlanan 30/9/2016 tarihli rapora göre 2000'li yıllarda Diyarbakır'da görev yaparken raporda isimleri geçen şahıslarla hafta sonları toplantı yaptığı, ifadesi alınan gizli tanığın başvurucunun örgüt içinde bulunduğu yönünde beyanı olduğu iddialarına yer verilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Bartın Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 27/2/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- sanığa ait ByLock görüşme kayıtlarının Bartın İl Emniyet Müdürlüğünden, ByLock kullanımı tespitine konu GSM hattına ait baz istasyonu bilgilerinin Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) istenmesine karar verilmiştir. Başvurucu; duruşmanın müdafiinin hazır bulunduğu 12/4/2017 tarihli ilk oturumunda alınan savunmasında özetle 0505 ... 61 numaralı hattın kendisine ait olduğunu ancak ByLock programını kullanmadığını, soyut nitelikteki gizli tanık beyanının dedikodu ve iftiradan ibaret olduğunu, Adıyaman İl Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan raporda bahsedilen Hüseyin Şimşek'in kendisi olmadığını, bu kişinin KHK ile kamu görevinden çıkarılan farklı bir emniyet müdürü olduğunu, isnat edilen suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii de sanığın daha önce Diyarbakır'da çalışmadığını, isim benzerliği nedeniyle mağdur olduğunu ileri sürmüştür. Duruşmanın 11/7/2017 tarihli ikinci oturumunda iddia makamı esas hakkında mütalaasını sunmuştur. Başvurucu müdafii mütalaaya karşı savunma hazırlamak için süre verilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme süre talebinin kabulü ile duruşmaya ara verilmesine, yeni oturumun 21/7/2017 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, duruşmanın 21/7/2017 tarihli oturumunda önceki savunmalarını tekrarlamış ve isnat edilen suçu inkâr etmiştir. Başvurucu müdafii esas hakkında mütalaaya karşı savunmasında özetle ByLock içeriklerinin tespit edilmediğini ve ByLock kullanımı olgusuna ilişkin tek delilin herhangi bir ayrıntı içermeyen tek sayfalık tutanak olduğunu beyan etmiştir. Söz konusu oturumda hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:" ...sanığın 672 sayılı KHK kapsamı ile sınıf emniyet müdürü iken FETÖ PDY Silahlı Terör Örgütüyle iltisakı bulunması nedeniyle meslekten ihraç edildiği,...kovuşturma aşamasında sanıktan [ByLock] çıkan numaranın HTS ve Baz İstasyonu araştırmasının yapıldığı ve [ByLock] kullandığı tarih itibariyle sanığın kullanmış olduğu telefonun ve numarasını kendisinin kullandığı anlaşıldığı, Sanığın gerek [ByLock] kullanıcısı olduğunun tespit edilmesi karşısında tüm dosya kapsamıyla sanığın silahlı terör örgütü olan FETÖ / PDY Terör Örgütü Üyesi olduğu hasıl olmuş ve eylemine uyan 5237 sayılı TCK'nun 314/maddesi gereğince cezalandırılmış, Sanığın yapılan araştırmada emniyette görev yaptığı süre zarfında yurt dışlarına gittiği, emniyet içerisinde çok kritik birimlerde çalıştığı ve kritik görevler aldığı ve [ByLock] yükleme tarihinin de 15/08/2014 tarihi olduğu, emniyet içerisinde görev yaptığı süre ve son noktada da [ByLock] yüklendiği tarih dikkate alındığında sanığın uzun süredir örgüt içerisinde faaliyet gösterdiği ve bu faaliyetlerde bulunduğu sürelerde devlet içerisinde bulunduğu görevler dikkate alınarak sanığın yoğun kastla hareket ettiği kanaati hasıl olmuş ve cezalandırılırken alt sınırdan uzaklaşılarak cezalandırılmış..." Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yolu başvurusunda bulunmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) davanın duruşmalı olarak yeniden görülmesine karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında ele geçirilen mikro SD kart içindeki bilgilere istinaden hazırlanan ve sanığın FETÖ mensubiyeti olan, teslimiyeti, sadakati ve bağlılığı en üst seviyede olan kişileri ifade eden A5 kodu ile tanımlandığına dair veri inceleme raporu, Bartın İl Emniyet Müdürlüğünün 31/10/2017 tarihli yazısı ekinde dava dosyasına sunulmuştur. Söz konusu rapor Daire tarafından başvurucuya 30/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Daire ayrıca BTK'dan temin edilen ve başvurucunun kullandığı GSM hattına ait HTS ve CGNAT kayıtlarını içeren CD'yi başvurucuya 7/2/2018 tarihinde tebliğ etmiştir. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı ekindeki 29/5/2017 tarihli kolluk tutanağı 8/2/2018 tarihinde Daireye ulaştırılmıştır. Anılan tutanakta Ankara'nın Etimesgut ilçesi Yeşilova Mahallesi'nde bulunan boş arazide ele geçirilen dokümanlar arasında FETÖ/PDY terör örgütü elebaşına ait, dört ayrı çuval içinde 210 kitap, 23 el kitabı, 11 vaaz külliyatı CD'lerinin temin edildiği, aynı çuvallar içinde Hüseyin Şimşek'e ait Muş İl Emniyet Müdürlüğü ve Muş Belediye Başkanlığı arasındaki yazışmalara ilişkin ıslak imzalı belgeler ve sanığın aile fertlerine ait hastane evraklarının mevcut olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu müdafii, Daireye gönderdiği 12/2/2018 tarihli dilekçe ile -diğerlerinin yanı sıra- ByLock'a ilişkin kayıtlardaki çelişkilerin giderilmesi amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep etmiştir. Başvurucu, müdafiinin de hazır bulunduğu 20/2/2018 tarihli duruşmada ByLock kullanımı iddiasına ilişkin olarak Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın olmadığını, CGNAT kayıtlarının ByLock kullanımının tespiti noktasında yetersiz kaldığını, veri inceleme raporunun karalamaya dayalı fişleme niteliğinde hukuken geçersiz bir belge olduğunu ve boş bir arazide bulunan dokümanlarda suç unsuru bulunmadığını beyan etmiştir. Başvurucu müdafii de isnat edilen suçun temel dayanağının ByLock kullanımı iddiası olduğunu ancak buna ilişkin somut bir delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu müdafii ayrıca ByLock verileri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasını talep etmiştir. Daire, bilirkişi incelemesi talebi de dâhil olmak üzere tevsi-i tahkikat taleplerinin reddine karar vermiştir. Anılan oturumda istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Söz konusu gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Ankara İli Etimesgut İlçesi Şehit Osman Avcı Polis Merkezinde görevli polis memurları tarafından 29/05/2017 tarihinde, Yeşilova Mahallesinde bulunan boş arazide ele geçirilen dökümanlar arasında, FETÖ/PDY terör örgütü elebaşına ait 4 ayrı çuval içinde 210 adet kitap, 23 adet el kitabı, 11 adet vaaz külliyatı CD lerinin sanığa ait olduğu hususunun, aynı çuvallar içinde ele geçen Hüseyin Şimşek tarafından Muş İl Emniyet Müdürlüğü ve Muş Belediye Başkanlığı arasındaki yazışmalara ilişkin ıslak imzalı evraklardan ve sanığın aile fertlerine ilişkin '[A.Ş.], [Ş.] ve [N.Ş.ye]' ait hastane evraklarından anlaşılmıştır.Bartın İl Emniyet Müdürlüğü'nün 31/10/2017 tarihli 'veri inceleme raporu' başlıklı yazı ekinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/68532 soruşturma sayılı dosyasında ele geçirilen mikro SD kart içinde elde edilen bilgilere göre, sanığın 'A5' koduyla (A5;FETÖ mensubiyeti olan, teslimiyeti, sadakati ve bağlılığı en üst seviyede olan kişileri ifade ettiği) şeklinde tanımlanmıştır.Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığından, sanık adına kayıtlı ve kullanımında olan 0 505 [...] 61 numaralı GSM hattı ile ilgili getirilen kayıtlar ve tüm dosya içeriği dikkate alınarak, 15/08/2014 ile 23/05/2015 tarihleri aralığında 3425 kez ByLock sunucuları/sistemine ait 181 nolu İP numarası ile iletişim kurduğu tespit olunmuştur....Eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi, tecrübe ve konumu itibariyle örgütün nihai amacını, Devlet kurumlarında ve silahlı kuvvetlerdeki yapılanmasını ve burada devletin her türden silahını elinde bulunduran örgüt mensuplarının gerektiğinde bu gücü örgütün amacı doğrultusunda kullanacaklarını bilmesi beklenen sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu, teknik özellikleri, indirilme ve kullanma yöntemi, kullanıcıları ve muhtevası itibariyle sadece FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanması amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgüt mensupları tarafından kullanıldığı tespit edilen ByLock iletişim sistemine, bu özelliğini bilerek (kasten) dahil olan ve birçok kez kullanan sanığın, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu konusunda şüphe bulunmadığından, inkara dayanan savunmalarına itibar edilmeyerek dosya içerisinde bulunan diğer delillerle birlikte FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu sonucuna ulaşan, ilk derece mahkemesinin alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayini kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik bulunmadığından, istinaf isteğinin reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Yargıtay Ceza Dairesi 23/10/2018 tarihinde temyiz talebinin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 7/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 2/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne Komisyonca karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1572
Başvuru, ceza yargılamasında sanığın (başvurucunun) ByLock deliline ilişkin veriler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, THY'de kaptan pilot olarak çalışmaktayken kendisine 8/7/2016 tarihinde fesih bildiriminde bulunulmuştur. Bildirimde icra komitesinin 22/7/2016 tarihli kararı ile işletmesel gereklilikler sebebiyle iş sözleşmesinin feshedildiği belirtilmiştir. Başvurucu 17/8/2016 tarihinde feshe itiraz ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme) 23/12/2016 tarihinde iş akdinin feshinin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Söz konusu kararda gerekçe bulunmamaktadır. Mahkeme daha sonra 24/1/2017 tarihinde yeniden iş akdinin feshinin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine yönelik ek karar vermiştir. Kararda başvurucunun iş akdinin feshinin dayanağı olan icra komitesinin 22/7/2016 tarihli kararının davalı tarafından ibraz edilmediği bildirilmiştir. Davalı taraf 14/2/2017 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Dilekçede, icra komitesinin kararının içeriği fesih bildirimiyle birlikte davacıya tebliğ edildiği belirtilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (Bölge Adliye Mahkemesi) Hukuk Dairesi 8/6/2017 tarihinde istinaf talebini kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmıştır. Kararda Mahkemenin 23/12/2016 tarihli kararında usulüne uygun gerekçe bulunmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme Bölge Adliye Mahkemesinin kararı doğrultusunda 16/8/2017 tarihinde iş akdinin feshinin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun iş akdinin feshinin dayanağı olan icra komitesinin 22/7/2016 tarihli kararının davalı tarafından ibraz edilmediği bildirilmiştir. Davalı 16/8/2017 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Dilekçede yine icra komitesinin kararının içeriği fesih bildirimiyle birlikte davacıya tebliğ edildiği belirtilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 28/6/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Karara karşı yapılan temyiz talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 7/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 29/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19125
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, mesleğe kabul kararının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kaldırılması işlemine karşı açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Adli Yargı Hâkim ve Savcı Adaylığı Yarışma Sınavına İlişkin Süreç Başvurucu; Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezince (ÖSYM) 6/5/2012 tarihinde gerçekleştirilen Avukatlar İçin Adli Yargı Hâkim ve Savcı Adaylığı Yarışma Sınavı'na katılmıştır. ÖSYM29/8/2012 tarihli ve 2012/24 sayılı işlemiyle söz konusu sınavın iptaline veeş değeri ile tekrarlanmasına karar vermiştir. Başvurucu, bu işlemin şahsına ilişkin kısmının iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 24/4/2013 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, sınavda kesin olarak kopya çekildiğinin, sınav soru ve cevap anahtarının sınav öncesinde bir kısım adaya ulaştırıldığının somut olarak belgelendirilemediği belirtilmiş; kopyaya ilişkin sınav sonrası yapılan tespitlerin çok az sayıdaki aday üzerinde birleştiği, sınava usulüne uygun şekilde başvuruda bulunarak başarılı olanların düzenli idare ve hukuki güvenlik ilkeleri uyarınca, elde ettikleri hakların korunmasını bekleme hakkına sahip oldukları vurgulanarak idarenin kusurundan kaynaklanan birtakım olumsuzluklardan usulüne uygun şekilde sınava katılıp başarılı olanların sorumlu tutulması yoluna gidilemeyeceği ifade edilmiştir. Anılan karar, ÖSYM tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Onikinci Dairesi 8/5/2014 tarihinde kararı onamıştır. ÖSYM'nin karar düzeltme talebinin de aynı Dairece 25/12/2014 tarihinde reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir.B. Başvurucunun Mesleğe Kabul Kararının Kaldırılmasına İlişkin Süreç Başvurucunun hâkimlik stajını tamamlaması sonrasında HSK tarafından 23/1/2014 tarihinde mesleğe kabulü yapılmıştır. Başvurucu, Pervari hâkimi olarak mesleğe başlamıştır. Başvurucunun mesleğe kabul kararı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (Hâkimler ve Savcılar Kurulu/HSK) Üçüncü Dairesinin 11/6/2015 tarihli ve 2015/6279 sayılı kararıyla kaldırılmıştır. HSK kararında;i. Ön mesele olarak başvurucunun da aralarında olduğu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının mesleğe alınmaları sırasında adaylık şartlarını taşıyıp taşımadıkları hususu değerlendirilmiştir. Bu kapsamda;- ÖSYM Başkanlığının 28/8/2012 tarihli ve İR-2012/01 sayılı inceleme raporunda, 12/12/2012 tarihli ve 1861/46411 sayılı yazısında yer alan tespitler ile,- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında yapılan soruşturma sırasında, alanında uzman bilirkişilerce genel kabul gören yazılım programlarının uygulanarak matematiksel veriler ile adaylara ait kitapçıkların incelenmesi sonucu elde edilen 10/2/2015 ve 2/3/2015 tarihli raporlarda, sınavlara ait soruları elde ettiklerine ve kullandıklarına yönelik kanaat/kuvvetli kanaat oluştuğu birlikte değerlendirilmiştir.ii. Başvurucunun da aralarında olduğu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının mesleğe kabul kararları 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun maddesinin (ı) ve (j) bentlerinin delaletiyle aynı Kanun'un maddesinin (b) bendi uyarınca kaldırılmış ve görevlendirmeleri sona erdirilmiştir.iii. Adli soruşturmanın yürütülmesi için dosyanın bir nüshasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.iv. Disiplin yönünden gereğinin takdir ve ifası için kararın bir örneğinin Bakanlığa gönderildiği belirtilmiştir. HSK Üçüncü Dairesinin 11/6/2015 tarihli ve 2015/6279 sayılı kararında ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/20429 sayılı soruşturma kapsamında alınan 10/2/2015 ve 2/3/2015 tarihli uzman bilirkişi raporlarında adayların cevap örüntülerinin incelenmesinde iki farklı yazılım kullanıldığı, bu yazılımlarda hesaplanan omega indeksi ile çoktan seçmeli sınavlarda kopya çekme girişimlerinin tespit edilmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Bu raporda başvurucunun adı "her iki yazılım tarafından da cevap örüntüleri arasında birden fazla kişi ile benzerlik olduğu tespit edilen ve rastgele doğru cevap bulma olasılığı bulması olasılığı 0,01 ve altı olan adaylar" arasında sayılmıştır. Başvurucunun mesleğe kabul kararının kaldırılması kararına karşı yaptığı yeniden inceleme talebi HSK Üçüncü Dairesinin 6/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı 24/11/2016 tarihli dilekçeyle yaptığı itiraz HSK Genel Kurulunun 1/2/2017 tarihli ve 2017/15 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu; HSK Üçüncü Dairesinin 11/6/2015 tarihli ve 2015/6279 sayılı işleminin iptali, maaş ve özlük haklarının iadesi talebiyle 6/3/2017 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 15/3/2017 tarihinde başvurucunun hâkimlik mesleğine kabul kararının kaldırılmasına ilişkin HSK Üçüncü Dairesi kararına karşı Anayasa'nın maddesinin onuncu fıkrası uyarınca yargı yoluna başvurulmasının hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 20/12/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 14/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun Kanun Hükmünde Kararname ile Kamu Görevinden Çıkarılmasına İlişkin Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları olgusal temellere dayanarak bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sonrasında yürürlüğe giren kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) bazı kamu görevlileri görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Başvurucu da bu kapsamda 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Söz konusu KHK’da başvurucunun ünvanına “adli yargı hâkim adayı” olarak yer verilmiştir. Başvurucu, kamu görevinden çıkarılması işlemine karşı OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) başvuru yapmıştır. Komisyon 28/2/2018 tarihli ve 2018/5652 sayılı işlemle başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu işlemin iptali talebiyle açtığı dava Ankara İdare Mahkemesinin 9/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 3/2/2021 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından başvurucunun bu karara karşı yaptığı temyiz başvurusunun Danıştay Beşinci Dairesinde derdest olduğu görülmüştür. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak, resmî belgede sahtecilik, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından dava açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesince 11/10/2018 tarihinde başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçu yönünden suçun unsurlarının gerçekleşmemesi nedeniyle4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendine dayanılarak beraatine, FETÖ/PDY'ye üye olduğu anlaşıldığından bu suç yönünden 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkemece ayrıca başvurucunun Avukatlar İçin Adli Yargı Hâkim ve Savcı Adaylığı Yarışma Sınavı'nın sorularını ele geçirip haksız biçimde sınavı kazandığı gerekçesiyle kamu kurum ve kuruluşlarının zararına nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği gerekçesiyle başvurucuya 3 yıl 6 ay hapis ve 900 TL para cezası verilmiştir. İstinaf başvurularını inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi (Bölge Adliye Mahkemesi) Ceza Dairesi başvurucu hakkında verilen kararı 14/7/2020 tarihli kararla bozmuştur. Bozma kararında başvurucuya ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçu yönünden eksik ceza tayin edildiği, başvurucunun 23/10/2011 ve 13/11/2012 tarihlerindeki avukatlıktan hâkimliğe geçiş sınavlarına katılmamasına rağmen bu sınavlarda aldığı puanlarla ilgili değerlendirmenin hükme esas alındığı belirtilmiş; öte yandan kararda, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tarihinin 14/2/2017 yerine 6/3/2017 yazılması gerektiği ifade edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında ayrıca diğer sanıklar yönünden de bazı usule ve esasa ilişkin bozma gerekçelerinin bulunduğu görülmektedir. Bozma üzerine başvurucunun yargılamasına Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2020/217 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Anılan Mahkemenin 25/7/2023 tarihli kararıyla başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçundan 8 yıl 16 ay 15 gün hapis ve 200 TL para cezası ile cezalandırılmasına, unsurları oluşmadığından resmî belgede sahtecilik suçundan beraatine hükmedilmiştir. Söz konusu kararın istinaf incelemesinde olduğu tespit edilmiştir. 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu’nun "Kurulun görevleri" kenar başlıklı maddesinin başvuruya ilişkin HSK kararının alındığı tarihteki hâlinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kurulun görevleri şunlardır: ...b) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;1) Mesleğe kabul etme,2) Atama ve nakletme,...6) Meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme,7) Disiplin cezası verme, 8) Görevden uzaklaştırma, işlemlerini yapmak....ç) (Değişik: 15/2/2014-6524/22 md.) Adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma ile hâkim ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması konularına münhasır olmak üzere genelge düzenlemek.d) Yargıtay ve Danıştaya üye seçmek.e) Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek. (2) Kanunlarda açıkça Bakanlığa verilenler dışında, hâkim ve savcıların tüm özlük işleri Kurul tarafından yerine getirilir" 6087 sayılı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Genel Kurulun veya dairelerin, meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabilir; diğer kararları yargı denetimi dışındadır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı açılan iptal davaları ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür. Bu davalar, acele işlerden sayılır." 2802 sayılı Kanun'un "Adayların nitelikleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Adaylığa atanabilmek için: ( ... ) I) Yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı göstermek, j) Hakimlik ve savcılık mesleğine yakışmayacak tutum ve davranışlarda bulunmamış olmak, ( ... ) şarttır." 2802 sayılı Kanun'un "Hakimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hakim ve savcıların: a) Bu Kanun hükümlerine göre meslekten çıkarılmaları veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilmesi, b) Haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunması halleri hariç olmak üzere, mesleğe alınma koşullarından herhangi birini taşımadıklarının sonradan anlaşılması, c) Görevdeyken, 8 inci maddenin (a), (d) ve (g) bentlerinde yazılı niteliklerden herhangi birini kaybetmeleri, d) Meslekten çekilmeleri veya çekilmiş sayılmaları, e) İstek, yaş haddi veya malullük nedenlerinden biriyle emekliye ayrılmaları, f) Ölümleri, hallerinde görevleri sona erer." 2802 sayılı Kanun'un "Meslekten çıkarma cezası" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Meslekten çıkarma: Bir daha mesleğe alınmamak üzere göreve son verilmesidir. 68 inci maddenin (e) bendinde yazılı hallerden dolayı hangi sınıf ve derecede olursa olsun iki defa, diğer hallerden dolayı bir derecede iki veya derece ve sınıf kaydı aranmaksızın üç defa yer değiştirme veya derece yükselmesinin durdurulması cezası almış olmak veya taksirli suçlar hariç olmak üzere, altı aydan fazla hapis veya affa uğramış olsa bile 8 inci maddenin (h) bendinde yazılı suçlardan biri ile kesin hüküm giymek meslekten çıkarılmayı gerektirir. Ancak, verilen cezanın 8 inci maddenin (h) bendinde yazılı suçlardan dolayı verilmemiş olması ve cezanın ertelenmiş, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki tedbirlerden birine çevrilmiş veya yüzseksen günden fazla adlî para cezası olması halinde meslekten çıkarma cezası yerine, yer değiştirme cezası verilir. Birinci fıkra dışında kalan ceza mahkûmiyetlerinin ertelenmiş veya 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki ceza veya tedbirlere çevrilmiş olup olmadığına bakılmaksızın suçun niteliğine göre 64, 65, 66, 67 veya 68 inci maddelerde sayılan disiplin cezalarından biri verilir. Hükümlülüğü gerektiren suç, mesleğin şeref ve onurunu bozan veya mesleğe olan genel saygı ve güveni gideren nitelikte görülürse, Kanunda daha alt derecede bir disiplin cezası öngörülmemiş olmak kaydıyla, cezanın miktarına ve ertelenmiş veya 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesindeki ceza veya tedbirlerden birine çevrilmiş olup olmadığına bakılmaksızın, meslekten çıkarma cezası verilir." 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin “Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1)Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ... hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ... meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir..." 2/1/2017 tarihli ve 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (685 sayılı KHK) “Yargı denetimi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, kararın kesinleşmesinden itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya dava açabilir." 685 sayılı KHK'nın “Geçiş hükümleri” kenar başlıklı geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"(4) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 6749 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten itibaren altmış gün içinde 11 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan hükümlere göre dava açabilir. Bu kapsamda idare mahkemelerinde derdest olan davalar Danıştaya gönderilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce açılmış olup da karar verilen dosyalarda da bu fıkra hükümleri uygulanır." 667 sayılı KHK'nın maddesi doğrultusunda HSK kararı ile meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilen bir Cumhuriyet savcısının ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda açtığı davada Danıştay Beşinci Dairesinin verdiği 4/10/2016 tarihli ve E.2016/8196, K.2016/4066 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"T. Anayasasının maddesinde 'Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, (...) Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, (...) veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.' hükmüne, maddesinin fıkrasında, 'Kurul, (...) meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; (...)' hükmüne ve fıkrasında ise 'Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.' hükmüne yer verilmiştir.Görüldüğü üzere, Anayasa, hakim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemleri disiplin cezaları vemeslekte kalmalarının uygun olmadığı yolunda verilen kararlar olarak ikiye ayırmış, bunlardan sadece bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezasına karşı yargı yolunu açık tutmuştur. (...)Buna göre KHK’nın ve maddelerinde öngörülen meslekten veya kamu görevinden çıkarma; adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran 'olağanüstü tedbir' niteliğindedir.Bu durumda, davacı hakkındaki, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararının disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan ve yargı denetimine tabi bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezası niteliğinde olmadığı dikkate alındığında,6087 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen maddesi'nde yer alan hüküm uyarınca, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görülebilecek bir uyuşmazlık bulunmadığından, çözümünde idari yargıda genel görevli yargı yeri olan idare mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır." 667 sayılı KHK uyarınca Danıştay Beşinci Dairesinin meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilen hâkim ve savcılar hakkında alınan söz konusu kararların hukuki niteliğini değerlendirdiği 10/2/2022 tarihli ve E.2017/3615, K.2022/397 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Anayasa’nın maddesinde hâkim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemler, disiplin cezaları ve meslekte kalmalarının uygun olmadığı yönünde verilen kararlar olarak ikiye ayrılmıştır. 24/02/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 'Hâkimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesi' kenar başlıklı maddesinde de disiplin cezası niteliğindeki meslekten çıkarma işlemi ile hâkimlik ve savcılık görevinin sona ermesi sonucunu doğuran diğer işlemler ayrı ayrı belirtilmiştir.Dolayısıyla 667 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca hâkim ve savcıların meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararların, bu kişilere disiplin cezası verilmesine ilişkin kararlardan ayrı nitelikte olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır." Danıştay Beşinci Dairesinin yargı mensuplarının mesleğe kabul kararının kaldırılmasına ilişkin işleme karşı yargı yoluna başvurulmasının mümkün olup olmadığını tartıştığı 16/11/2021 tarihli ve E.2019/1563, K.2021/3736 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...yargı mensuplarının meslekte kalmalarının uygun olmadığına vemeslekten çıkarılmasına ilişkin ve yargı yolu açık olan bir uyuşmazlıktan kaynaklanmadığı açık olup, dava konusu hakimlik mesleğine kabul kararının kaldırılmasına ve görevinin sonlandırılmasına ilişkin Kurul kararına karşı, Anayasa'nın maddesinin onuncu fıkrası uyarınca yargı yoluna başvurulması hukuken mümkün olmadığından, söz konusu işleme karşı açılan davanın esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2284
Başvuru, mesleğe kabul kararının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kaldırılması işlemine karşı açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/30989 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/30989 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/30989
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, istinaf başvurusunun süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle 2019/37248 başvuru numaralı dosyanın 2019/12803 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/12803 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve 2019/37248 başvuru numaralı dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, icra mahkemelerinde icra hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili dava açmıştır. İcra Mahkemeleri (Seferihisar İcra Hukuk Mahkemesi ve Serik İcra Hukuk Mahkemesi) tarafların katıldığı duruşmada kısa kararla davanın reddine karar vermiştir. Kısa kararda hazır bulunanlar yönünden tefhim, yokluklarında karar verilenler yönünden tebliğ tarihinden itibaren l0 gün içinde istinaf yolunun açık olduğu, kararın ayrıntılarının gerekçeli kararda gösterileceği belirtilmiştir. 2019/12803 başvuru numaralı dosyada, Seferihisar İcra Hukuk Mahkemesinin gerekçeli kararı başvurucuya 21/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 30/1/2019 tarihinde istinaf talebinde bulunmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, İcra Mahkemesince kısa kararın 21/12/2018 tarihinde başvurucu vekilinin yüzüne karşı verildiği, buna göre 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi gereğince tefhimden itibaren on günlük sürede başvurulmadığı, süre tutum dilekçesi de verilmediği dikkate alındığında istinaf başvurusunun süresinde olmadığına karar vermiştir. 2019/37248 başvuru numaralı dosyada, Serik İcra Hukuk Mahkemesinin gerekçeli kararı başvurucuya 10/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 17/4/2019 tarihinde istinaf talebinde bulunmuştur. Serik İcra Mahkemesi başvurucunun istinaf istemini değerlendirmiş ve kısa kararın 13/3/2019 tarihinde başvurucu vekilinin yüzüne karşı verildiği, buna göre tefhimden itibaren on günlük sürede başvurulmadığı, süre tutum dilekçesi de verilmediği dikkate alındığında istinaf başvurusunun süresinde olmadığına karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucu istinaf talebinde bulunmuş, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi bu talebi esastan reddetmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nihal Uslukol, B. No: 2016/73086, 25/9/2019, §§ 16-22; Mahmut Macit, B. No: 2017/27177, 13/2/2020, § 14; Abdullah Yıldırım ve diğerleri, B. No: 2015/7007, 22/7/2020, § 13; A.Ç. ve diğerleri, B. No: 2018/19263, 8/9/2021, § 13; Mehmet Hanifi Şelem, B. No: 2018/24557, 19/10/2021, §§ 17-26; Ali Bekdemir ve diğerleri, B. No: 2018/25694, 24/11/2021, §
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12803
Başvuru, istinaf başvurusunun süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; terör örgütü üyeleri tarafından bazı köy sakinlerinin öldürüldüğü, başvurucunun konutuna zarar verildiği, hayvanları telef edildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör örgütü mensupları tarafından 14/7/1993 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyü Yıldızkaya mezrasına yapılan baskında hayvanlarının telef olduğunu, konutuna silahla ateş açılması sonucu konutunun hasar gördüğünü, köy sakinlerinden E.B.nin öldürüldüğünü ve B.nin yaralandığını beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 7/1/2011 tarihli ve 2011/1-186 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Sarıyayla köyü boşalmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/291, K.2011/1446 sayılı kararı ile Sarıyayla köyünün Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarından oluştuğu, Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Yıldızkaya, Elagöz, Yelek, Gümüşkemer, Karaağaç, Karayün, Üçevler, Kergiz ve Yolaç mezralarının 1993 ile 2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, köy korucularının ailelerinin dışında köyde 25 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 178, 1997 yılında 605, 2000 yılında 777 kişi olduğu; 1990-2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Sarıyayla köyündeki ilköğretim okulunun eğitim ve öğretime açık olduğu, Sarıyayla köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/3484, K.2013/614 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı başvurucuya 12/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/7/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5204
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından bazı köy sakinlerinin öldürüldüğü, başvurucunun konutuna zarar verildiği, hayvanları telef edildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine rağmen sanık aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2012 tarihli iddianamesiyle resmî belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarındanDiyarbakır Ağır Ceza Mahkemesindebaşvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 17/12/2012 tarihli kararıyla yetkisiz olduğu sonucuna varmış ve dosyayı İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesine göndermiştir. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi 18/3/2013 tarihli kararıyla görevsiz olduğuna karar vermiş ve dosyayı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Yargılamayı yürüten İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 29/4/2014 tarihli kararıyla başvurucunun nitelikli dolandırılık suçu yönündenberaatine, resmî belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyetine; sonrasında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verip 000 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak yargılamada kendisini vekille temsil ettiren katılana verilmesine hükmetmiştir. Vekâlet ücretine hükmedilmemesi gerektiğine ilişkin başvurucu müdafii tarafından yapılan itiraz, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 3/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 25/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“…(5) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder...." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Cezaya veya güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi hâlinde, bütün yargılama giderleri sanığa yüklenir. (2) (Değişik fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve cezanın ertelenmesi hallerinde de birinci fıkra hükmü uygulanır..."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12350
Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine rağmen sanık aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Başvuru Tarihine Kadarki Süreç İzmir'in Seferihisar ilçesi Doğanbey Mahallesi'nde bulunan 912 parsel sayılı taşınmaz, kadastro çalışmaları sırasında 29/9/1977 tarihinde başvurucu adına tespit görmüştür. Seferihisar Kadastro Mahkemesinde görülen kadastro tespitine itiraz davasında 20/3/1994 tarihinde taşınmazın başvurucu adına tesciline karar verilmiştir. Millî Savunma Bakanlığı (İdare) 29/12/1977 tarihinde anılan taşınmazın kamulaştırılmasına karar vermiştir. Kamulaştırma işlemi, başvurucuya 22/12/1978 tarihinde tebliğ edilmiştir. Devam eden süreçte başvurucu 5/1/1979 tarihinde Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinin artırılması talebiyle dava açmış, 10/5/1989 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 11/5/1979 tarihinde İdareye başvurarak kamulaştırma bedelinin ödenmesini talep etmiştir. İdare, Levazım Amirliği Defterdarlığına gönderdiği aynı tarihli yazıyla 14/12/1978 tarihinde başvurucu adına bankaya bloke edilmesi talep edilen kamulaştırma bedelinin ihtilafsız tutarının başvurucuya ödenmesi gerektiğini bildirmiştir. Başvurucu 31/8/2015 tarihinde İdareye karşı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde kamulaştırma bedelinin kendisine ödenmediğini ileri sürmüş; İdare cevap dilekçesinde kamulaştırma işleminin tebliği ve kamulaştırma bedelinin ödenmesiyle kamulaştırma işleminin tamamlandığını açıklamıştır. Mahkeme 6/2/2018 tarihinde davanın kısmen kabulüyle 267,20 TL tazminatın başvurucuya ödenmesine ve dava konusu taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydının iptaliyle İdare adına tesciline karar vermiştir. Kararda, kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödendiğine dair bilgi ve belgenin dosyaya sunulamadığı açıklanmış; başvurucu adına kayıtlı olan taşınmazın askerî tatbikat alanı olarak kullanıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Mahkemeye göre İdarenin dava konusu taşınmaza el attığı sabit olup kamulaştırma bedelinin ödendiği tespit edilemediğinden bilirkişi raporuyla belirlenen tazminatın başvurucuya ödenmesi gerekir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 11/10/2018 tarihli kararıyla İdarenin istinaf talebinin kabulüne, Mahkeme kararının düzeltilmesine ve davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında, başvurucu tarafından 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinde düzenlenen otuz günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığının anlaşılması dolayısıyla kamulaştırmasız el atma davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği açıklanmıştır. Başvurucunun temyiz talebinde bulunması üzerine Bölge Adliye Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 20/2/2020 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 1/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra COVID-19 salgını nedeniyle yasal sürelerin 13/3/2020 ile 15/6/2020 tarihlerinde durmasına dair düzenlemelerden istifade etmek suretiyle 16/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. B. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç İdare 10/9/2020 tarihinde başvurucuya karşı Mahkemede kamulaştırılan taşınmaza ilişkin tapu iptal ve tescil davası açmıştır. Görülen yargılamada ilgili banka 6/7/2021 tarihli yazıyla başvurucunun adına açılmış banka hesapları bulunduğunu ancak başvurucu adına bloke edilmiş bir tutara rastlanılmadığını bildirmiştir. Mahkeme 14/12/2021 tarihinde davanın kabulüyle kamulaştırılan taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydının iptaliyle İdare adına tesciline karar vermiştir. Mahkeme kararında başvurucuya usulüne uygun olarak kamulaştırma işleminin tebliğ edildiği, başvurucunun kamulaştırma bedelinin artırılmasına ilişkin davayı takipsiz bıraktığı ve kamulaştırma bedelinin ödenmesi talebiyle ilgili bankaya ödeme makbuzu gönderdiği vurgulanmıştır. Mahkemeye göre 2942 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen şartların gerçekleşmesi nedeniyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekmiştir. İnceleme tarihi itibarıyla Mahkeme kararının taraflara tebliğ edilmediği ve kesinleşmediği anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26382
Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terörle mücadele sonucu ağabeyi, kız kardeşi, dayıları öldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 25/12/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Şırnak ili Güneyce köyünde ikamet etmekte iken terör nedeniyle yaşadığı köyün boşaltıldığını, ayrıca ağabeyinin, kız kardeşinin ve dayılarının terörle mücadelede öldüğünü, 1994 yılında köyden ayrılarak Adana'ya yerleştiklerini, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Ancak sehven Siirt ili Pervari ilçesi Okçular köyünde yaşadığına yönelik başvuru yaptığını belirtmiştir. Başvurucu 10/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 19/2/2010 tarihli ve 2010/1-4364 sayılı kararında, dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Pervari ilçesi Okçular köyünün boşaltılmadığı, köyde nüfus istikrarının sürekli korunduğu, her beş yılda bir köyde muhtarlık seçiminin yapıldığı, köyde korucuların bulunduğu ve korucuların dışında da vatandaşların ikamet ettiği, idarece boşaltılan köy, mezra ya da beldenin olmadığı, köy okulunun 1989’dan itibaren eğitime açık olduğu, kadrolu din görevlisinin bulunduğu ve 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 002 kişinin yaşadığı belirtilerek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafında belirtilen işlem aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava 27/12/2011 tarihli yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 8/5/2012 tarihli ve E.2012/1653, K.2012/3175 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Siirt İli Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün boşalan ve/veya boşaltılan yerleşim yerlerinden olmadığı, nüfus sayımlarında köyde bulunan askeri birlik personelinin sayısı konusunda açık ve net bir bilgi bulunmamakla birlikte, köyde askeri personel ve geçici köy korucuları dışında yaşayan/ikamet eden sivil vatandaşların bulunduğunda, köyün tamamen boşalmadığı/boşaltılmadığındakuşku ve duraksamaya yer bulunmamaktadır. Bu durumda, asgari güvenlik düzeyinin var olduğu sonucuna ulaşılan Pervari/Okçular Köyü'nde köy halkının bir kısmının subjektif güvenlik kaygısıyla ya da ekonomik ve sosyal sebeplerle göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın,5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 15/5/2013 tarihli ve E.2012/9150, K.2013/3398 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş; aynı Dairenin 19/3/2014 tarihli ve E.2014/145, K.2014/1990 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 10/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11637
Başvuru, terörle mücadele sonucu ağabeyi, kız kardeşi, dayıları öldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, mahkûmiyete ilişkin gerekçeli karar müdafiye tebliğ edilmeden istinaf incelemesinin tamamlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı ile müdafi yardımından yararlanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucunun nitelikli dolandırıcılık suçundan cezalandırılması talebiyle başvurucu hakkında 26/6/2019 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Kayseri Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Başka bir suçtan Marmara Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan başvurucu, duruşmanın 10/7/2019 tarihli ilk oturumuna Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla katılmıştır. Anılan oturumda kanuni hakları kendisine hatırlatılan başvurucu; müdafi istemediğini, savunmasını kendisinin yapacağını, soruşturma evresinde verdiği ifadeye ekleyeceği bir şey bulunmadığını, isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Duruşmanın 7/10/2019 tarihli ikinci oturumunda iddia makamı, esas hakkında mütalaa sunmuştur. Oturuma SEGBİS aracılığıyla katılan başvurucu, esas hakkında mütalaaya karşı beyanında aleyhe hususları ve üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini ve suçsuz olduğu hâlde müştekinin zararını giderdiğini beyan ederek beraatine karar verilmesini talep etmiştir. Anılan oturumda Mahkeme başvurucunun "kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta, kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurumlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle dolandırıcılık" suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu, Mahkemeye gönderdiği "Süre Tutumu ve Gerekçeli Karar Talebi" başlıklı, 10/10/2019 tarihli dilekçe ile hükme karşı süresinde istinaf başvurusunda bulunabilmek için gerekçeli kararın tebliğ edilmesini talep etmiştir. Başvurucu müdafi 12/10/2019 tarihli istinaf dilekçesi ekinde dosyaya vekâletname ibraz etmiştir. Anılan dilekçede gerekçeli kararın tebliği sonrasında istinaf sebeplerinin bildirileceği ifade edilmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararı ceza infaz kurumunda bulunan başvurucuya 21/10/2019 tarihinde tebliğ etmiştir. Başvurucu 23/10/2019 tarihli dilekçe ile istinaf gerekçelerini Mahkemeye bildirmiştir. Derece mahkemesi gerekçeli kararı başvurucu müdafiine tebliğ etmeden dava dosyasını istinaf merciine göndermiştir. Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 13/11/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Daire kararından başvurucunun 10/10/2019 tarihli istinaf başvurusunun incelemeye esas alındığı, başvurucu müdafiin istinaf talebine ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmıştır. Söz konusu karar, başvurucu müdafiine elektronik ortamda 25/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 25/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 23/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41680
Başvuru, mahkûmiyete ilişkin gerekçeli karar müdafiye tebliğ edilmeden istinaf incelemesinin tamamlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, eşinden farklı geri gönderme merkezinde tutulması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonun 3/1/2020 tarihli kararıyla başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin tedbiren durdurulması talebi reddedilmiş, adli yardım talebi kabul edilmiştir. Komisyon, başvurunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1988 yılında doğan ve İran vatandaşı olan başvurucu, ülkesinde gözaltına alındıktan sonra kötü muameleye maruz kaldığını, 2013 yılında ülkesindeki iç karışıklıklardan kaçarak Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Başvurucunun uluslararası koruma başvurusunun geri çekilmiş sayılmasına karar verilmesine rağmen yasa dışı yollarla Türkiye'de kalmaya devam ettiği ve hakkında O-100 (semti meçhul yurda giriş yasaklı sığınmacı) tahdit kaydının bulunduğu gerekçesine dayanılarak İstanbul Valiliğinin (Valilik) 17/12/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine ve 6 ay süreyle idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun idari gözetim altına alınma kararına karşı yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/12/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 3/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucunun sınır dışı işlemine karşı açtığı iptal davası, İstanbul İdare Mahkemesinin 19/3/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/343
Başvuru, idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, eşinden farklı geri gönderme merkezinde tutulması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararlar ile savcılık görüşünün tarafına tebliğ edilmemesi, tahliye ve tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi ve resen tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında 19/7/2016 tarihinde Konya Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 19/7/2016 tarihinde Konya Cumhuriyet Başsavcılığında alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde, eğitim hayatı boyunca ve meslek hayatına başladıktan sonra FETÖ/PDY ile hiçbir bağının olmadığını beyan etmiştir. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde, tutuklanması istemiyle başvurucuyu Konya Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Hâkimlik tarafından aynı gün yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Hâkimlik 20/7/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasını yetkisizlik kararı ile Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılığın 27/11/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 13/12/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve Mahkemenin E.2017/8308 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlanmıştır. Mahkeme 23/12/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 26/12/2017 tarihinde reddedilmiş ve karar 3/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 8/2/2018 tarihli duruşmasında başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4321
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararlar ile savcılık görüşünün tarafına tebliğ edilmemesi, tahliye ve tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin değerlendirilmemesi ve resen tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tapu tahsis belgesi iptal edilen yapının yıkılması sonucunda uğranılan zararın giderilmesi istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Ş.Y., Ankara’nın Mamak ilçesine bağlı Tuzluçayır Mahallesi 3329 ada 5 ve 8 parsel sayılı kamu arazisi niteliğinde bulunan taşınmazlar üzerinde -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- tek katlı bir gecekondu inşa ettirmiştir. Başvurucuların murisi, bu taşınmazda bulunan gecekondusu için 14/6/1983 tarihinde, 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapmıştır. Mamak Belediye Başkanlığı (İdare) tarafından ½/1985 tarihinde bu taşınmaz için 2981 sayılı Kanun’a göre tapu tahsis belgesi düzenlenerek başvurucuların murisine verilmiştir. Başvurucuların murisi, gecekondu için arsa bedeli olarak toplam 000 TL (eski TL ile) borçlandırılmış ve İdare bu bedelin tamamının muris tarafından ödendiğini belirtmiştir. Başvurucuların murisi Ş.Y. 15/6/1989 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucuların murisi adına düzenlenen tapu tahsis belgesi idarenin 26/7/2012 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. İdare iptal gerekçesinde, başvurucuların murisi Ş.Y.nin Mamak ilçesi Tepecik Mahallesi’nde 23/12/1966 iktisap tarihli başka bir taşınmazının olması nedeniyle 2981 sayılı Kanun uyarınca tapu tahsis belgesi verilmesi hususunda hak sahipliği bulunmadığına vurgu yapmıştır. Başvurucular tapu tahsis belgesinin iptal edilmesine ilişkin İdare işlemi aleyhinde yargı yoluna başvurmadıklarını belirtmişlerdir. İdare 16/6/2014 tarihli yazıyla taşınmazın 25/6/2014 tarihine kadar tahliye edilip enkazının kaldırılmasını istemiştir. Başvuru formunda taşınmazın yıkıldığını ifade eden başvurucular tarafından taşınmazın İdarece yıktırılıp yıktırılmadığı hususunda açıklama yapılmamıştır. Başvurucular, gecekondunun yıkımınına ilişkin İdare işleminin iptali istemiyle 28/8/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, 18/11/2015 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde, başvurucuların murisinin 2981 sayılı Kanun’dan yararlanmak için başvuruda bulunduğu 14/6/1983 tarihinden önce 23/12/1966 iktisap tarihli tapulu başka bir gayrimenkulünün bulunduğunun tespit edildiği, bu nedenle 2981 sayılı Kanun gereği hak sahipliği şartlarını taşımadığı görülen murise ait tapu tahsis belgesinin iptaline yönelik işlem ve bu işleme bağlı olarak tesis edilen yıkıma ilişkin işlemde hukuka aykırılık olmadığı belirtilmiştir. Başvurucular tarafından karar temyiz edilmiş, ancak temyiz incelemesinin neticelenip neticelenmediği hususunda bilgi verilmemiştir. Başvurucular, gecekondunun yapı bedeli ve arsa üzerindeki ağaçların bedeli ile arsa bedelinin ödenmesi istemiyle 19/9/2014 tarihinde bireysel başvuru konusu ettikleri başka bir dava açmıştır. Mahkeme 11/4/2016 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi özetle şu şekildedir:i. Tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi ile bu karar uyarınca yapının yıkımına ilişkin işlemlerin iptali istemiyle açılan davada murisin 2981 sayılı Kanun’dan yararlanmak için başvuruda bulunduğu 14/6/1983 tarihinden önce 23/12/1966 iktisap tarihli başka bir tapulu gayrimenkulünün bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Bu nedenle 2981 sayılı Kanun kapsamında hak sahipliği şartlarını taşımayan başvurucuların tazminat taleplerinin karşılanma olanağı bulunmadığına işaret edilmiştir.ii. Muristen 1985-1988 yılları arasında tahsil edilen meblağın yasal dayanağı kalmadığı ancak İdareye başvurulduğu takdirde tahsil edildiği tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte bu bedelin ödeneceğine vurgu yapılmıştır. Karar Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından (Daire) 23/3/2017 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Daire tarafından 13/9/2017 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar 12/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 13/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Tescil” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” 2981 sayılı Kanun’un “Tapu verme” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine ‘Tapu Tahsis Belgesi’ verilir.Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.…” 2981 sayılı Kanun’un “Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.a) (Değişik : 22/5/1986 – 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.b) (Değişik : 22/5/1986 – 3290/6 md.) Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir.…c) (Değişik:22/5/1986 – 3290/6 md.) Islah imar planları belediye veya valiliklerce mümkün olduğu kadar fiili durum dikkate alınarak ve yapılanma şartları da belirlenerek yapılır veya belediye veya valiliklerce Yeminli Özel Teknik Bürolara yaptırılır. En geç (1) ay içinde belediye meclislerince kabul edilenler belediye meclislerince, büyük şehir yönetiminde ilçe belediye meclislerince Kabul edilenler ilçe belediye meclislerince, il idare kurullarınca kabul edilenler valilikçe tasdik edilerek yürürlüğe girer. Bu planların tescili de (1) ay içinde ivedilik ve öncelikle yapılır.İmar planı olan yerlerde mevcut imar planları gerektiği takdirde ıslah imar planları şeklinde yeniden düzenlenir.…” 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar” kenar başlıklı Maddesi şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir. (Ek fıkra:29/11/2018-7153/15 md.) İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, başvurucunun konutunun bulunduğu taşınmazın Hazineye ait olduğunu ve bir gün bu taşınmazı devralma beklentisinin mülk teşkil etmediğini kabul etmiştir. Ancak AİHM, 1988 yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya kadar belediye makamlarınca anılan taşınmazda bulunan gecekondunun yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. Kararda; yetkili makamların başvurucu ve yakın akrabalarının bu evde oluşturdukları toplum ve aile çevresinde hiç rahatsız edilmeden yaşamasına izin verildiği, üstelik başvurucudan emlak vergisi alındığı ve ücret karşılığında başvurucunun kamu hizmetlerinden yararlanmasının sağlandığı belirtilmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların başvurucu ve akrabalarının meskenleri ile taşınır mallarında mülkiyet hakkına ilişkin bir menfaate sahip olduğunun fiilî (de facto) olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur. AİHM; imar uygulamaları bakımından belirli bir takdir yetkisi olduğunu ancak bu takdir hakkının zamanında, uygun ve hepsinden önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme yükümlülüğünü sona erdirmeyeceğini belirtmiştir. AİHM’e göre somut olayda bu yükümlülüğe uyulmadığı gibi kaçak yapıları engellemeye yönelik kanunların uygulanmasında oluşturulan belirsizliğin başvurucunun meskenine ilişkin durumun bir gece içinde değişebileceğini sanmasına neden olması mümkün değildir. AİHM, başvurucunun meskenine yönelik mülkiyet hakkına ilişkin menfaatinin Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesinin ilk cümlesi çerçevesinde önemli bir menfaat ve dolayısıyla bir mülk oluşturduğu sonucuna varmıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129). Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay 1997 yılında yaptırılan başvuruculara ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmişlerdir. Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69). Ancak AİHM’e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37121
Başvuru, tapu tahsis belgesi iptal edilen yapının yıkılması sonucunda uğranılan zararın giderilmesi istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, maddi ve manevi zararın karşılanması talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 4/3/2009 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucular, asliye hukuk mahkemesinde açtıkları davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 18/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21328
Başvuru, maddi ve manevi zararın karşılanması talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir kısım mahpusun kapalı görüş hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu cevap vermemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci devam etmektedir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ( [GK], B. No: 2016/22169, 20/06/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Eski vali yardımcısı olan başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle Nevşehir Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Nevşehir E TipiKapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu 10/8/2016 tarihinde Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 3/8/2016 tarihli talimatı doğrultusunda, Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu)28/7/2016 tarihinde kapalı görüşlerin iki haftada bir yapılmasına karar vermiştir. Kararda bu uygulamanın devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine işlenen suçlar terörle mücadele kanunu kapsamına giren suçlar ile toplu işlenen suçlardan tutuklu olanlara yönelik olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 28/11/2016 tarihli şikâyet dilekçesi ile infaz hâkimliğinebaşvurmuştur. Anılan dilekçesinde diğer tutukluların haftada bir kez kapalı görüş hakkını kullanabilmelerine rağmen kendisinin iki haftada bir bu haktan yararlandırıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu, görüş hakkının mevzuattahaftada bir olacak şekilde düzenlendiğini, kapalı görüş hakkını ortadan kaldıran yasal bir düzenleme bulunmamasına rağmen bu haktan yararlandırılmaması nedeniyleailesiyle görüşemediğini belirterek, kapalı görüş hakkından haftada bir yararlandırılması talebinde bulunmuştur. Ankara Batı İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 5/12/2016 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararda; uygulamanın hukuka aykırı olmadığı, mevzuata ve ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 29/12/2016 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesi yerinde görülerek anılan karara yapılan itiraz reddedilmiştir. Nihai karar 6/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 22/3/2017 tarihli ara kararıyla başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 19/6/2018 tarihli müzekkeresiyle ilgili Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tutuklu kaldığı sürede yaptığı tüm görüşlerin sıklığına ilişkin bilgi ve belgeler talep edilmiştir. 20/6/2018 tarihli cevap yazısından, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunduğu 10/8/2016 ile 22/3/2017 tarihleri arasında aile fertleriyle (eşi, çocukları, annesi, babası, kardeşleri ve kayınvalidesi) on iki kez kapalı ve üç kez açık görüş yaptığı anlaşılmaktadır. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir...... (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları,...ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 22/7/2016 tarihli ve 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (OHAL KHK'sı) "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi şöyledir:"e) Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan (d) bendi şöyledir:"(d) Hükümlü ve tutuklular, bu Yönetmelikte belirtilen yakınları ile haftada bir kez olacak şekilde, üçü kapalı biri açık görüş olmak üzere görüşme yapabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin 13/9/2017 tarihli ve 30179 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak değiştirilen "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi şöyledir:"(d) Kurum idaresinin uygun göreceği bir hafta açık görüş, ayın diğer haftaları kapalı görüş olmak üzere, hükümlü ve tutuklular bu Yönetmelikte belirtilen yakınları ile haftada bir kez olacak şekilde görüşme yapabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasına eklenen, 18/8/2016 tarihli ve 29805 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren (e) bendi şöyledir:"(e) Kurum mevcudu, güvenliği ve düzeni dikkate alınmak suretiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan, hükümlü ve tutuklular için ceza infaz kurumlarındaki açık görüşler idare ve gözlem kurulu kararıyla iki ayda bir yaptırılabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Ziyaret gün ve saatleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ziyaret günleri ve saatleri ile bir hükümlü ve tutuklunun görüşebileceği ziyaretçi sayısı, kurumun fiziki yapısı ve kapasitesi dikkate alınarak, kurumca belirlenir..." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Kapalı görüş" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kapalı görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin her türlü maddi temasının önlendiği, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebilecek şekilde izlenebildiği ve ceza infaz kurumu idaresinin bu iş için tahsis ettiği özel bölümde yapılan görüşmelerdir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS/Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptirler (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar. ..."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/13338
Başvuru, bir kısım mahpusun kapalı görüş hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Van'ın Erciş ilçesinde 23/10/2011 tarihinde meydana gelen depremde başvurucuların yakını, yıkılan bina enkazında kalarak vefat etmiştir. Başvurucular vefat eden şahsın annesi, babası ve kardeşleridir. Başvurucular, yakınlarının ölüm olayında idarenin tazmin sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle Erciş Belediye Başkanlığı, Afet Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına karşı maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Van İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/12/2016 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde, dosyaya sunulan bilirkişi raporu değerlendirilmiştir. Bu kapsamda davalı Erciş Belediye Başkanlığının ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının proje ve uygulama konusundaki denetimini tam olarak yerine getirmediği, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının ise afet durumuyla ilgili gerekli çalışmaları ve denetimleri yapmadığı hususlarına yer verilmiştir. Mahkeme kararında dosyaya sunulan bilirkişi raporunda belirtilen oranlarda davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunduğu ve hizmet kusuru nedeniyle kusurları oranında tazminat ödemekle yükümlü oldukları belirtilmiştir. Mahkeme kararı 20/3/2017 tarihinde davalılardan Erciş Belediye Başkanlığına, 21/3/2017 tarihinde Afet Acil Durum Yönetimi Başkanlığına, 22/3/2017 tarihinde de Çevre ve Şehircilik Bakanlığına tebliğ edilmiştir. Karar, istinaf aşamasından da geçerek Danıştay Ondördüncü Dairesinin 25/12/2018 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucular, mahkeme kararında hükmedilen alacağın tahsili talebiyle Erciş Belediye Başkanlığına karşı Van İcra Dairesi nezdinde ilamlı icra takibi başlatmışlardır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden icra dairesi dosyası incelendiğinde başvurucuya ödeme yapılmadığı tespit edilmiştir. Başvurucular 30/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince başvurucuların uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve mahkeme kararı gereğince başvuruculara ödeme yapılıp yapılmadığı, ödeme yapılmadıysa bunun sebebine ilişkin olarak Erciş Belediye Başkanlığından bilgi istenmiştir. Erciş Belediye Başkanlığı tarafından gönderilen yazı ve eklerinde, Belediye Başkanlığına ayrılan paydan personel maaşı ödendikten sonra cüzi bir miktar kaldığı, bunun da kamu hizmetlerinin ifası için kullanıldığı, dolayısıyla mahkeme kararını yerine getirebilmek için yeterli ödeneğin bulunmadığı, bu nedenle Hazine ve Maliye Bakanlığından ödenek verildiği veya Belediye Başkanlığının ödeme imkânı bulunduğu takdirde başvuruculara ait dosyada ödeme yapılacağı belirtilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20320
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklu olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun hastaneye sevki ve tıbbi işlemler esnasında kelepçe kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; silahlı terör örgütü kurma veya yönetme (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması), başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediği iddiasıyla Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde 26/11/2020 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Hüküm, istinaf incelemesi için Ankara Bölge Adliye Mahkemesinde bulunduğundan henüz kesinleşmemiştir. Başvurucu 30/6/2018 günü akşam saatlerinde tutuklu olarak bulunduğu Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) şiddetli karın ağrısı, ateş ve kusma şikâyetleri ile sırasıyla Kampüs Hastanesi, Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesine sevk edilerek aynı gün gece saatlerinde Ankara Numune Hastanesi Acil Cerrahi Servisinde akut apandisit tanısı ile apendektomi operasyonu geçirmiştir. Başvuru formunda başvurucu, yürüyecek durumda olmaması sebebiyle koğuştan mahkûm kabule kadar infaz koruma memurlarınca tekerlekli sandalye ile götürüldüğünü, bu aşamadan sonra uzman jandarma personelinin kötü muamelesine maruz kaldığını, hekim tarafından muayene neticesinin anlatıldığı sırada zorla odadan çıkarıldığını, tomografi çekilmesi ve serum verilmesi işlemleri sırasında kelepçelerinin açılmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 8/5/2019 tarihli dilekçeyle Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) uzman jandarma personeli hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun iddiaları özetle şöyledir:i. 30/6/2018 tarihinde akşam saatlerinde şiddetli karın ağrısı, ateş ve kusma şikâyetiyle acilen hastaneye sevk edilmiştir. Sırasıyla Kampüs Hastanesi, Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesindeki muayene ve tetkiklerinin ardından aynı gece apandisitinin patlamak üzere olduğu söylenerek acilen ameliyat edilmiştir.ii. Yapılan işlemler ve sevk sırasında 112 Acil ekibinin ilk müdahalesinin ardından ayakta duramayacak hâldeyken hiçbir mukavemet göstermemesine, talimatlara uymasına rağmen kendisini teslim olan uzman jandarma tarafından sağlık durumu ve kendinde olmadığı dikkate alınmaksızın kelepçelenmiştir.iii. Kampüs Hastanesinde bulunduğu sırada ağrısı çok şiddetli olduğundan ve kelepçe baskı yaptığından kelepçesinin açılmasını istemiş ancak olumsuz cevap almıştır.iv. İdrar örneği vermek için tuvalete gittiğinde giriş kapısında uzman jandarma personeli tarafından kadın infaz koruma memuruna “Bu Ağır ya, Akıncı bu.” denilmek suretiyle hedef gösterilmiştir.v. Kan verdikten sonra kanamasının durması için tampon yapılmasına dahi fırsat verilmeden tekrar kelepçelenmiştir.vi. Muayeneden sonra acilen Sincan Devlet Hastanesine gönderilmek üzere araca binerken mide bulantısı olduğu için kusma ihtimaline karşı boş çöp torbası istemiş ancak isteği reddedilmiştir.vii. Sincan Devlet Hastanesine, sonrasında da Numune Hastanesine götürülmesi sırasında araçta oturduğu yerin tekerleklerin üzerinde olması ve ellerinin kelepçeli olması nedeniyle sabit duramamış, bu sebeple sancısı ve mide bulantısı dayanılmaz hâle gelmiştir.viii. Sincan Devlet Hastanesinde genel cerrahi uzmanı hekimin muayenesi sırasında uzman jandarma içeride kadın infaz koruma memuru olmasına rağmen odada bekleyerek hasta mahremiyetini ihlal etmiş ve hekim muayene sonucunu söylerken de “Hadi hadi sen çık, memur senin yerine dinler.” diyerek zorla kendisini odadan çıkarmıştır.ix. Tomografi sırasında kelepçeleri açılmamış, tomografi kelepçeli olarak çekilmiştir. Ağrısının şiddetinden dolayı yürümekte zorlanmasına rağmen elleri kelepçeli olarak arabaya bindirilmek üzere hastane çıkışına kadar yürütülmüştür. Hastane çıkışında infaz koruma memurunun hekimin “Acile yatırın.” dediğini iletmesi üzerine yeniden acil servise götürülmüştür. Acil serviste yatarak tedavi görmekte iken serum takıldığı esnada kelepçe çözülmemiştir.x. Ameliyat kararı verilmesi üzerine ameliyathane önlüğü giyeceği esnada jandarma uzman personeli infaz koruma memurunun birkaç kez uyarması sonucunda odadan çıkmıştır. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/7/2019 tarihinde soruşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 158/ maddesinde 'İhbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilir.' şeklinde düzenlemeye yer verildiği, olayımızda yukarda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Merve Duğan'ın rahatsızlanması üzerine Kampüs Hastanesi, Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesi olmak üzere muayene ve tetkiklerinin yapıldığı, devletin tüm kurum kuruluşlarıyla tutuklunun sıhhatine kavuşabilmesi konusunda seferber olduğu ve en etkin bir şekilde ameliyat yapılmasını sağladığı, ihbar edenin iddiasına konu olayın görevi kötüye kullanma, hakaret, tehdit vb. herhangi bir suça vücut vermediği, şikayet edilen uzman jandarma personeline yönelen eylemin doğru olup olmadığı hususunun idari soruşturmaya konu olabileceği değerlendirilmekle, ihbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması nedeniyle,Şikayet edilen hakkında, ihbara konu olay nedeniyle kamu adına SORUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA...” Başvurucu; soruşturmaya yer olmadığına dair karar verilebilmesi için şikâyete konu fiilin suç oluşturmadığının açıkça anlaşılması ya da şikâyetin soyut ve genel nitelikte bulunması gerektiğini, olayda her iki şartın da sağlanmadığını belirterek anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2019 tarihinde reddedilmiş, karar başvurucu vekiline 10/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Muhafızın görevini kötüye kullanması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli kişilerin, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri halinde, görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (2) Muhafaza veya nakli ile görevli olan kimse, görevinin gereklerine aykırı olarak gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bulunduğu yerden geçici bir süreyle uzaklaşmasına izin verirse; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bu fırsattan yararlanarak kaçması halinde, kaçmaya kasten imkan sağlama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakliMadde 93- (1) Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.” 5271 sayılı Kanun'un “İhbar ve şikâyet” kenar başlıklı maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir: “(6) İhbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilir. Bu durumda şikâyet edilen kişiye şüpheli sıfatı verilemez. Soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar, varsa ihbarda bulunana veya şikâyetçiye bildirilir ve bu karara karşı 173 üncü maddedeki usule göre itiraz edilebilir. İtirazın kabulü hâlinde Cumhuriyet başsavcılığı soruşturma işlemlerini başlatır. Bu fıkra uyarınca yapılan işlemler ve verilen kararlar, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından görülebilir.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Zorlayıcı tedbirlerin kullanılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,Kullanılabilir.” 5275 sayılı Kanun'un “Nakillerde alınacak tedbirler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hükümlülerin kuruma veya başka bir yere götürülüp getirilmesi sırasında, halkla bir araya gelmelerine ve başkaları tarafından görülmelerine engel olacak tedbirler alınır. (2) Hükümlü, havalandırma ve ışık durumu yetersiz araçlarla, eziyet verici veya onur kırıcı şekilde nakledilemez. Nakil sırasında alınacak tedbirler, hükümlünün firarını önleyici ve yukarıdaki fıkrada yazılı engelleri gerçekleştirici sınırları aşamaz, birbirleriyle ve görevlilerle herhangi bir tartışmaya girmelerini engelleyici boyutları geçemez.” 5275 sayılı Kanun'un “Tutukluların yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma, ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri ve cezaları, disiplin soruşturması, disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması, yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ödüllendirme, şikâyet ve itiraz, nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler, avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, muayene ve tedavi istekleri, hükümlülerin beslenmesi, iyileştirme programlarının belirlenmesi, hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmeleri, ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 65 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.” 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin maddesinin (f) bendi şöyledir:  “Ceza infaz kurumlarının ve tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri alır. Tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75). AİHM, Henaf/Fransa (B. No: 65436/01, 27/11/2013) kararında ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun hastaneye nakli sonrası gece yatağa zincirlenmesi hususunu Sözleşme'nin maddesi kapsamında incelenmiştir. Ceza infaz kurumu idaresi takdir yetkisini refakat eden memurlara bırakmış, özel bir yüksek güvenlik uyarısı yapmamıştır. Başvurucuya iki polis memurunca kelepçe takılmış, hastanede gece boyunca ayak bileklerinden birini karyolaya bağlayan zincir takılmıştır. AİHM kelepçelemenin kanuna uygun bir gözaltıyla bağlantılı olarak yapıldığı ve makul olarak gerekli kabul edilebilecek düzeyi aşan ölçüde güç kullanımı veya kamuya açıklık söz konusu olmadığı takdirde normalde madde anlamında bir sorun teşkil etmeyeceğini belirtmiştir. Bu bağlamda kişinin kaçma veya yaralanma ya da bir zarara yol açma tehlikesi ile tıbbi tedavi için hastaneye transfer edilmesinin özel koşullarının değerlendirilmesinin önemli olduğu açıklanmıştır. AİHM, tehlikelilik ile ilgili olarak başvurucuyla çeşitli hükümlerin bulunduğunu ancak bunların hiçbirinin şiddet eylemlerine yönelik olmadığını dikkate almıştır. Başvurucunun ceza infaz kurumunda geçici bir psikolojik rahatsızlık sebebiyle yol açtığı tek bir eylemi dışında huzursuzluğa da yol açmadığını, bu eylemin de şiddet içermediğini vurgulamıştır (Henaf/Fransa, § 50). Ayrıca ceza infaz kurumu müdürünün başvurucunun normal koşullarda sevk edilebileceğine dair yazısına da dikkati çeken AİHM, başvurucunun oluşturduğu iddia edilen tehlikenin iki polis memuru oda dışında nöbet tutarken onu yatağa zincirlemeyi haklı göstermediğini kabul etmiştir (Henaf/Fransa, §§ 51, 52). Mevcut davada başvurucunun yaşını, sağlık durumunu, güvenlik riski oluşturduğuna dair ciddi bir endişe uyandıran bir davranışının olmamasını, ceza infaz kurumu müdürünün yazısını gözeten AİHM, iki polis memurunun da oda dışında nöbet tutması nedeniyle başvuruya konu kısıtlamaların getirilmesinin güvenlik ihtiyacıyla karşılaştırıldığında orantısız olduğu kanaatine varmıştır (Henaf/Fransa, § 56). AİHM başvurucunun mahremiyetinin korunması argümanının da olayın koşullarında zincirle yatağa bağlanmasını haklı göstermediğini belirtmiştir (Henaf/Fransa, § 58). AİHM sonuç olarak ulusal makamların başvurucuya yönelik davranışlarının Sözleşme'nin maddesindeki hükümlere uygun olmadığı, mevcut davadaki kısıtlamaların insanlık dışı bir muamele anlamına geleceği sonucuna varmıştır (Henaf/Fransa, § 59). AİHM, muayene sırasında uygulanan güvenlik tedbirlerini incelediği Filiz Uyan/Türkiye (B. No: 7496/03, 8/1/2009, §§ 32-35) kararında, uygulanabilir farklı seçenekler bulunduğu hâlde başvuranın kelepçelerinin jinekolog tarafından yapılan muayene sırasında ısrarla çıkarılmamasının ve üç erkek güvenlik görevlisinin bir paravanın arkasına geçerek odada bulunmasının orantısız güvenlik tedbiri teşkil ettiğini, bu tür muayeneler geçirmesi gereken ve terörle ilgili suçlardan mahkûm edilen tüm tutuklular için katı gereklerin mevcut olduğunu, katı tedbirlerin mahkûmun arz ettiği riske ve gerçekleştirilecek muayenenin türüne bağlı olarak esnek ve daha pratik bir yaklaşıma izin vermediğini, başvuranın jinekolojik muayenesinde söz konusu tedbirleri gerektirecek ölçüde güvenlik riski olduğunun kanıtlanmadığını değerlendirmiştir. AİHM, muayene gerçekleştirilmemiş olsa bile yukarıda kaydedilen güvenlik koşullarının başvuranın utanmasına, sıkıntı duymasına ve onurunun kırılmasına yol açtığı sonucuna ulaşarak Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36166
Başvuru, tutuklu olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun hastaneye sevki ve tıbbi işlemler esnasında kelepçe kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 10/1/2008 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 10/1/2008 tarihinde, iş akdine dayalı olarak ihbar ve kıdem tazminatı alacağının ödenmesi talebiyle, işveren Milli Eğitim Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü aleyhine dava açmıştır. Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla), 28/11/2008 tarihli ve E.2008/15, K.2008/343 sayılı kararıyla, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü bakımından davanın husumet yönünden reddine, Milli Eğitim Bakanlığı bakımından davanın kabulüne karar vermiştir. Milli Eğitim Bakanlığının temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/4/2011 tarihli ve E.2009/10500, K.2011/12073 sayılı ilâmıyla, eksik inceleme sonucunda hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararından sonra Mahkeme, 11/10/2012 tarihli ve E. 2011/598, K.2012/358 sayılı ilâmıyla, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin iş sözleşmesi olarak nitelendirilemeyeceğinden, davaya bakmakla görevli mahkemenin Mardin İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 21/5/2013 tarihli ve E.2013/10468, K.2013/9305 sayılı ilâmıyla düzeltilerek onanmıştır. Anılan karar üzerine dosyanın gönderildiği Mardin İdare Mahkemesi, görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına vararak, 3/3/2014 tarihinde, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca, görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulmasına karar vermiştir. Uyuşmazlık Mahkemesinin 1/4/2014 tarihli ve E.2014/437, K.2014/472 sayılı kararıyla, talep edilen tazminatın iş hukukuna dayalı olduğu ve uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre çözümünde adli yargının görevli olduğu sonucuna varılarak, Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına hükmedilmiştir. Mardin İdare Mahkemesi tarafından, 6/5/2014 tarihli ve E.2014/80, K.2014/1110 sayılı kararla davanın görev yönünden reddine, dosyanın Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dava, Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) E.2014/226 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup, yargılama devam etmektedir. Başvurucu, 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9840
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 10/1/2008 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, olumsuz sicil notu verilmesi işleminin iptali sonrası açılan tam yargı davasında hukuka aykırı karar verilmesi ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ana sınıfı öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucunun 2004 yılı sicil notu orta olarak düzenlenmiştir. Söz konusu işlemin iptali istemiyle başlatılan yargı süreci başvurucunun lehine sonuçlanmış ve işlem iptal edilmiştir. Başvurucu, orta sicil notu verilmesi işleminin iptali üzerine hukuka aykırı işlem nedeniyle görevde yükselme sınavlarına giremediğini ve olası maaş artışından yararlanamadığını, ayrıca manevi açıdan yıprandığını belirterek 15/12/2008 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Denizli İdare Mahkemesi (Mahkeme) 11/6/2009 tarihli kararıyla başvurucunun görevde yükselme sınavlarına alınmamasının nedeninin iptal edilene dek hukuka uygunluk karinesinden yararlanan orta sicil notu verilmesi işlemi olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun talep ettiği maddi tazminat miktarının muhtemel zarara ilişkin olduğunu tespit eden Mahkeme, başvurucunun görevde yükselme sınavlarını kazanıp kazanamayacağı hususu belirsiz olduğundan ortada doğmuş ve tazmini gereken bir maddi zarar olmadığına vurgu yapmıştır. Mahkeme ayrıca iptal edilen işlemin kişinin manevi dünyasında bir eksilme yaratacak niteliği haiz olmadığını ve manevi tazminatın şartlarının gerçekleşmediğini belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, hukuki dayanaktan yoksun davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karar, Danıştay İkinci Dairesinin 26/2/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 10/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14271
Başvuru, olumsuz sicil notu verilmesi işleminin iptali sonrası açılan tam yargı davasında hukuka aykırı karar verilmesi ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tesis edilen idari işlemin iptali için açılan davada hatalı değerlendirmeler yapılması ve gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine görüş bildirilmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1991 yılından itibaren Gaziantep Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odasına (GSMMMO) kayıtlı serbest muhasebeci olarak görev yapmakta iken Maliye Bakanlığına yapılan bir ihbar üzerine hakkında inceleme başlatılmıştır. Maliye Bakanlığı merkezî denetim elemanlarınca düzenlenen 31/7/1997 tarihli raporda belirtilen hususlar doğrultusunda başvurucunun serbest muhasebeci olarak görev yapmasına imkân tanıyan ruhsatı (ruhsat) 28/6/2000 tarihinde iptal edilmiştir. Ruhsat iptaline sebep gösterilen eylemleri nedeniyle başvurucu hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Yapılan bu işlemler doğrultusunda Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) tarafından GSMMMO Başkanlığına gönderilen 4/8/2000 tarihli yazı ile başvurucunun ve beraberinde ruhsatı iptal edilen başka serbest muhasebecilerin iptal edilen ruhsatlarının ivedilikle TÜRMOB'a gönderilmesi istenmiştir. Ancak yukarıda belirtilen yazıda isimleri belirtilen, başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım kişinin iptal edilen ruhsatlarının TÜRMOB'a ulaşmaması üzerine TÜRMOB tarafından 28/2/2002 tarihinde aynı konuda yeniden düzenlenen yazı ile GSMMMO'dan iptal edilen ruhsatların ivedilikle gönderilmesi istenmiştir. Başvurucu, ruhsat iptaline ilişkin işlemin iptali istemi ile Ankara İdare Mahkemesinde dava açmış; yapılan değerlendirme sonucu 28/3/2001 tarihli karar ile dava reddedilmiştir. Bu karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/6/2002 tarihli kararıyla ile onanmış, yargılama süreci sona ermiştir. TÜRMOB tarafından gönderilen 28/2/2002 tarihli yazıdan yaklaşık üç buçuk yıl sonra 23/6/2005 tarihinde bu defa GSMMMO Yönetim Kurulu başkanı imzası ile gönderilen bir yazıyla başvurucunun TÜRMOB tarafından oluşturulan soruşturma komisyonun nihai kararına kadar görevine devam edebileceği başvurucuya bildirilmiştir. 23/6/2005 tarihli söz konusu yazının ilgili kısmı şöyledir: "... İlgi yazılar ile Ruhsatınızın ve kimliğinizin Odamıza teslim edilmesi gerektiğini bildirmiştik. Bu konu ile ilgili itirazlarınız TÜRMOB'a iletilmiş olup, bu itirazların tetkik edilmesi için TÜRMOB'un bir komisyon oluşturduğu şifai olarak öğrenildiği için Yönetim Kurulumuzun 06/05/2005 tarihinde 330 sayılı kararın durdurulmasını (Cumhuriyet Baş Savcılığına duyuru[su] yapılması hakkındaki karar) ve mağduriyetiniz dikkate alınarak TÜRMOB'un bu hususta oluşturduğu komisyonun vereceği nihai karara kadar Yönetim Kurulumuzun 22/6/2005 tarih ve 338 sayılı kararı ile görevinize devam edebileceğinize karar verilmiştir. ..." Tüm bu süreç boyunca başvurucu, serbest muhasebecilik mesleğini icra etmeye devam etmiş; ayrıca iptal edilen ruhsatının noter tasdikli örneğini TÜRMOB'a sunarak 2007 yılında düzenlenen Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik Mesleki Yeterlilik Sınavı'na giriş için talepte bulunmuş ve TÜRMOB tarafından düzenlenen sınava girmiş; 23/5/2007 tarihinde kendisine gönderilen yazı ile sınavda başarılı olduğu, yazıda belirtilen meblağları ilgili yerlere ödemesi hâlinde serbest muhasebeci mali müşavir ruhsatı alım işlemlerini başlatabileceği kendisine bildirilmiştir. Başvurucu, kendisine gönderilen 23/5/2007 tarihli yazıya istinaden TÜRMOB'a müracaatta bulunmuş; daha önce iptal edilen ruhsatı TÜRMOB'a göndermiş ve serbest muhasebeci mali müşavirlik ruhsatı düzenlenmesini istemiş; bu istem üzerine ise TÜRMOB tarafından Gaziantep Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunularak yapılan tebligatlara rağmen iptal edilen ruhsatın iade edilmemesi sebebiyle 1/6/1989 tarihli ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu'na muhalefet suçunu işlediğinden bahisle başvurucu hakkında dava açılması sağlanmıştır. Yargılama sonucu Gaziantep Sulh Ceza Mahkemesinin 24/12/2009 tarihli kararı ile unsurları oluşmayan müsnet suçtan başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Öte yandan TÜRMOB 9/10/2009 tarihli işlemi ile GSMMMO'dan başvurucunun oda üyeliğinin ve mesleki faaliyetinin sonlandırılmasını, başvurucuya faaliyet belgesi verilmemesini, başvurucudan aidat alınmamasını, başvurucunun mesleki faaliyette bulunmaya devam etmesi durumunda suç duyurusunda bulunulmasını ve meslek mensubu olmadığının Gaziantep'te bulunan gerekli resmî mercilere bildirilmesini istemiştir. Başvurucu da TÜRMOB'un bu işleminin iptali istemi ile Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesince yapılan değerlendirme sonucunda 30/12/2010 tarihli karar ile davanın reddine hükmedilmiştir. Mahkeme kararında; ilgili mevzuat uyarınca meslek ruhsatının verildiği tarihte, verilmemesini gerekli kılan sebeplerin varlığının sonradan tespit edilmiş olması hâlinde ruhsatın iptal edilerek meslek mensubunun adının çalışanlar listesinden silineceğinin anlaşıldığı, bu doğrultuda ruhsatı iptal edilen bir meslek mensubunun mesleği icra yetkisinin kaldırılacağının ve oda kaydının da silineceğinin tabii olduğu belirtilmiştir. Bu doğrultuda Mahkeme, daha önce söz konusu ruhsatın iptali üzerine açılan davada iptale ilişkin işlemin hukuka uygun olduğuna karar verildiğini, bu kararın temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiğini belirtmiş; sonuç olarak serbest muhasebeci olarak çalışması mümkün olmayan başvurucunun oda üyeliğinin ve mesleki faaliyetinin sonlandırılmasının, başvurucuya faaliyet belgesi verilmemesinin, başvurucudan aidat alınmamasının ve başvurucunun mesleki faaliyette bulunmaya devam etmesi durumunda suç duyurusunda bulunulmasının, ayrıca meslek mensubu olmadığının Gaziantep'te bulunan gerekli resmî mercilere bildirilmesinin istenmesinin hukuka aykırı olmadığına kanaat getirmiştir. İlk derece mahkemesi kararı, temyiz incelemesi sonucu Danıştay Sekizinci Dairesinin 22/5/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Danıştay Sekizinci Dairesi kararında; başvurucunun kesinleşen Mahkeme kararı sonrası sekiz yılı aşkın bir süre mesleki faaliyetlerine devam ettiğini, bu süre zarfında her türlü resmî işlemi yaptığını, mükelleflerinin yasal defterlerini ve beyannamelerini ilgili kurumlara ibraz ettiğini, sonuç olarak mesleki ruhsatının kendisine tanımış olduğu yetkilerini kullanmış olduğunu açıklamıştır. Bu bağlamda bozma kararında; iptal edilen ruhsatın uzun yıllar sonra geri istenmesinin idari istikrar ilkesine aykırılık taşıdığı, idarenin ihmali sonucu meslek faaliyetine devam ederek haklı beklentiye girdiği anlaşılan davacı hakkında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Temyiz incelemesinin ardından bu defa davalı idare karar düzeltme talebinde bulunmuş, başvurucu karar düzeltme talebinde ileri sürülen hususlara ilişkin cevaplarını süresi içinde temyiz merciine sunmuştur. Karar düzeltme incelemesi sonunda Danıştay Sekizinci Dairesi 13/5/2014 tarihli ilamıyla karar düzeltme istemini kabul ederek 29/3/2013 tarihli bozma kararının kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi kararının onanmasına hükmetmiştir. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir: "... Ankara İdare Mahkemesince verilen 30/12/2010 günlü ve E:2010/520, K:2010/1781 sayılı kararın dayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına..." Karar düzeltme isteminin kabulüne ilişkin ilam başvurucuya 1/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12983
Başvuru, tesis edilen idari işlemin iptali için açılan davada hatalı değerlendirmeler yapılması ve gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38732
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kolluk görevlilerince gerçekleştirilen fiziksel saldırı yönünden etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu başvuru formunda özetle piyade albay rütbesi ile Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığında tabur komutanı olarak görev yapmakta iken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 16/7/2016 tarihinde teslim olması üzerine gözaltına alındığını, gözaltına alma işlemi sırasında ters kelepçe takıldığını, kolluk görevlilerinin darp, sövme ve hakaretlerine maruz kaldığını, ters kelepçe görünecek şekilde bindirildiği halk otobüsünün kasıtlı olarak vatandaşların yoğun olarak bulunduğu cadde ve sokaklarından geçirildiğini, vatandaşların taşlı sopalı saldırısı ile linç edildiğini, nezarethanede kaldığı dört gün boyunca kötü muameleye maruz kaldığını, atılı suç sebebiyle yargılamasının yürütüldüğü mahkemeye yaptığı suç duyurusundan netice alamadığını, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) yaptığı suç ihbarı neticesinde başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, etkili soruşturma yürütülmediğini belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu vekili 16/3/2017 tarihli dilekçe ile başvurucunun gözaltına alınması sürecinde kolluk görevlileri tarafından kasti olarak halkın saldırılarına maruz bırakıldığını, kolluk görevlilerinin kötü muamele, hakaret ve tehditlerine maruz kaldığını belirterek Başsavcılığa suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu 6/4/2018 tarihli dilekçe ile 16/7/2016 tarihinde kendi iradesi ile kolluk kuvvetlerine teslim olduğu halde emniyet görevlileri tarafından ters kelepçe takılarak hakarete maruz bırakılmak suretiyle gözaltına alındığını, askerî üniforma ile bindirildiği halk otobüsünde hedef gösterilecek şekilde cam kenarına oturtulduğunu, vatandaşların linç girişimine maruz kaldığını, otobüsten inmeden merdivende girdiği linç koridorunda burnuna atılan tekme sebebiyle dişlerinin kırıldığını belirterek Başsavcılığa suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucunun ve vekilinin ihbar dilekçeleri üzerine Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturmalar 18/4/2018 tarihinde birleştirilmiş olup 26/7/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde her iki ihbar dilekçesi içeriğine yer verilmiştir. Başvurucu vekilinin kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapmış olduğu itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucu vekiline 17/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne, başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına Komisyonca karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25141
Başvuru, kolluk görevlilerince gerçekleştirilen fiziksel saldırı yönünden etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tüketici hakem heyeti kararının iptali için açılan davada uyuşmazlığa konu sözleşme örneğinin getirtilip incelenmesi talebi kabul edilmeyerek aleyhe karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2014 tarihinde Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 26/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir bankadan kredi kullanırken kendisinden tahsil edilen dosya masrafı adı altında 500 TL ile toplu ödeme sırasında erken ödeme cezası olarak ödediği 330 TL’nin haksız alındığını iddia ederek toplam 830 TL’nin iadesi istemiyle Şahinbey Tüketici Hakem Heyetine (Heyet) başvuru yapmıştır. Başvurucu, Heyete sunduğu başvuru dilekçesinde söz konusu krediye ilişkin sözleşme ve diğer belgelerin ilgili bankadan istenmesini talep etmiştir. Heyet, başvurucunun ibraz ettiği belgeler arasında sözleşme örneğinin olmaması nedeniyle dosyada karar vermeye yeterli bilgi ve delil bulunmadığı gerekçesi ile 10/3/2014 tarihli 2014/208 sayılı kararla başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan Heyet kararının 500 TL’lik kısım yönünden iptali ve bu paranın davalıdan tahsili için Gaziantep Asliye Hukuk (Tüketici) Mahkemesinde (Mahkeme) ilgili banka aleyhine dava açmıştır. Mahkeme 18/9/2014 tarihli ve E.2014/513, K.2014/742 sayılı kararı ile “başvurucunun, birer sureti kendisinde bulunan belgeleri ibraz etmemesinin kendi kusurundan kaynaklandığı ve kimsenin kendi kusuruna dayanarak hak iddia edemeyeceği” gerekçesi ile davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“Dava, davalı banka tarafından kredi kullandırılan davacıdan çeşitli adlar altında tahsil edilen ücretin iadesi için yaptığı başvurunun Tüketici Sorunları Hakem Heyeti tarafından reddine ilişkin kararının iptaline ilişkindir.Taraflar arasındaki uyuşmazlığın dayanağını Tüketici Kredisi Sözleşmesi oluşturmaktadır. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sözleşmenin ibrazı zorunludur. Kredi sözleşmesi hükümlerine göre sözleşme iki nüsha olarak tanzim edilmiş ve sözleşmenin bir nüshası, geri ödeme planının bir sureti ve kredi kullandırım dekontu ile ilgili belgeler davacıya teslim edilmiştir. Davacının sureti kendisinde bulunan belgeleri ibraz etmemesi kendi kusurundan kaynaklanmaktadır. Kimse kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemez.Bu durumda yasaya uygun olan, Tüketici Sorunları Hakem Heyeti kararının iptali istemi ile açılan davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.” Başvurucu kesin nitelikli bu kararı 18/9/2014 tarihinde öğrenmiş; 17/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.” 6100 Sayılı Kanun’un “Başka Yerden Getirtilecek Deliller” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Tarafların ellerinde bulunmayan ve incelenmesine karar verilen delillerin getirtilmesi için, mahkemece ilgili resmî makam ve mercilerle üçüncü kişilere bu husus bildirilir. Mahkemeye getirtilmesi mümkün olmayan deliller, bulunduğu yerde incelenebilir veya dinlenebilir.” 01/08/2003 tarihli ve 25186 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri Yönetmeliği’nin “Bilgi ve belge isteme yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hakem heyeti, uyuşmazlık konusuna ilişkin her türlü bilgi ve belgeyi taraflardan, ilgili kurum ve kuruluşlardan isteyebilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16471
Başvuru, tüketici hakem heyeti kararının iptali için açılan davada uyuşmazlığa konu sözleşme örneğinin getirtilip incelenmesi talebi kabul edilmeyerek aleyhe karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, maddi ve manevi tazminat talebiyle idare mahkemesinde açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle 2019/21640, 2019/21751, 2019/21757, 2019/22252, 2019/22264, 2019/22278 numaralı dosyaların 2019/21500 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/21500 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, idare mahkemelerinde açtıkları davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 20/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21500
Başvuru, maddi ve manevi tazminat talebiyle idare mahkemesinde açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir toplantıya katılmaları nedeniyle başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular olay tarihinde İstanbul'da yaşamaktadır. Muhasebeci olarak çalıştığını beyan eden 1985 doğumlu ikinci başvurucu Rıfat Güven ile öğrenci olduğunu beyan eden 1995 doğumlu üçüncü başvurucu Zeynelabidin Çuhadar 21/4/2016 tarihinde "Gazete Meydan" isimli süreli yerel yayının dağıtımı amacıyla İstanbul Kadıköy'de araç trafiğine kapalı bir cadde üzerinde stant açmıştır. Başvurucularla birlikte söz konusu gazetenin çalışanlarından olduğu öngörülen yaklaşık yirmi beş kişilik bir grubun standın çevresinde toplandığı başvuruya yansımıştır. Kamu makamlarınca söz konusu gazetenin ön kapağının 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nde düzenlenecek etkinliklere katılma çağrısı içeren bir bildiri niteliğinde olduğu değerlendirilmiş, bu nedenle yayının dağıtımının engellenmesi amacıyla kolluk güçlerince gruba fiziki müdahalede bulunularak toplantı dağıtılmıştır. Söz konusu gazetenin muhabiri olduğunu beyan eden 1994 doğumlu birinci başvurucu Nergiz Şen'in anlatımına göre kendisi gazete dağıtımına katılmamış, haber yapma amacıyla kolluk müdahalesini cep telefonuyla görüntülerken kolluğun fiziksel müdahalesiyle engellenmiştir. Toplantıya müdahale eden kolluk görevlilerince 21/4/2016 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı (Olay Yeri Tutanağı) düzenlenmiştir. Olay Yeri Tutanağı'nda; başvurucular Rıfat Güven ve Zeynelabidin Çuhadar'ın yakalama sırasında direnmeleri nedeniyle dirençlerini kıracak şekilde zor kullanıldığı, başvurucuların yakalanması sırasında diğer başvurucu Nergiz Şen'in yakalamaya engel olmaya çalışması nedeniyle de başvurucu Nergiz Şen'e fiziksel güç kullanıldığı ve sonrasında tüm başvurucuların yakalandığı ifade edilmiştir. Başvurucular olay tarihinde gözaltına alınmış, olaydan bir gün sonra22/4/2016 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) savunmalarını verdikten sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucular savunmalarında genel olarak suçlamaları kabul etmemiş, gazete dağıtımı sırasında kolluğun hukuka aykırı şekilde müdahale ederek dağıtımı engellediğini iddia etmiştir. Başvurucu Nergiz Şen dağıtım için görevli olmadığını, muhabir olması nedeniyle fotoğraf çekerken gözaltına alındığını, slogan atmadığını, yakalama sırasında üzerinde etek olmasına rağmen kolluk görevlilerinin kendisini bacaklarından tutarak polis aracına bindirmek suretiyle taciz ettiklerini ileri sürmüştür. Başvurucu Rıfat Güven savunmasında; üzerinde dağıtımını yaptıkları gazetenin önlüğü olduğunu, yasa dışı eyleminin olmadığını, slogan atmadığını beyan etmiştir. Başvurucu Zeynelabidin Çuhadar ise kolluk görevlilerinin müdahalesine kadar sessizce gazete dağıtımı yaptıklarını belirtmiş, müdahaleden sonra tepki amacıyla slogan attıklarını kabul etmiştir. Başvurucular hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçu yönünden yapılan soruşturma sonunda Başsavcılıkça 9/5/2016 tarihinde iddianame düzenlenerek ceza davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"Bir kısım parti, dernek ve gazete ve dernek mensuplarınca 1 Mayıs İşçi Bayramı için çağrı ve bildiri dağıtma amacıyla 21/04/2016 tarihinde Kadıköy Caferağa Mahallesi General Asım Gündüz (Bahariye) Caddesi ile Serasker Caddesi kesişiminde suç unsuru içermeyen sloganlar atarak caddenin yaya geçiş trafiğini kapatacak şekilde izinsiz ve kanunsuz olarak yapılan gösteriye 'yapılan gösterinin izinsiz olduğu, yaya trafiğini kapattığı/engellediği' yönünde uyarılara rağmen sonlandırmayarak gösteriye devam edip katıldıkları" İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) olaya ilişkin kamera görüntülerinin incelenmesi amacıyla bilirkişi atamıştır. 31/10/2016 tarihli bilirkişi raporuna göre ilk aşamada kolluk görevlileri ile göstericiler arasında görüşme gerçekleşmiş, ardından kolluk görevlileri megafonla topluluğun dağılması için süre verileceğini, aksi hâlde müdahale edileceğini belirterek grubu uyarmış; grubun dağılmaması nedeniyle gruba fiziksel müdahalede bulunulmuştur. Kolluk güçlerinin müdahalesinin öncelikle kalkanla grubu itme şeklinde olduğu, grubun sloganla direndikten sonra grup üyelerinin kaçarak uzaklaştığı bilirkişi tarafından tespit edilmiştir. Raporda ayrıca kolluk görevlileri ile grup temsilcisi arasındaki görüşmeye yer verilmiş; grup temsilcisinin yasa dışı eylem yapmadıklarını, bu nedenle yarım saat daha devam edip daha sonra dağılacaklarını açıklamasına karşın kolluk görevlilerinin bir buçuk saat müsamaha gösterdiğini, dolayısıyla iki dakika sonra dağılmazlarsa müdahale edileceğini ifade ettikleri belirtilmiştir. Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda 12/9/2017 tarihinde başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilerek başvurucular ayrı ayrı 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:"21/04/2016 tarihinde Kadıköy Caferağa Mahallesi Bahariye Caddesiile Serasker Caddesi kesişiminde bir kısım dernek ve gazete mensuplarının 1 Mayıs İşçi Bayramı nedeniyle toplanarak bildiri dağıttıkları ve sloganlar atarak gösteri yaptıkları sırada görevli polis memurlarınca gösterinin izinsiz olduğu, yaya trafiğinin engellendiği konusunda dağılmaları için ihtar yapılmasına rağmen sanıkların dağılmayarak gösteriye devam ettikleri böylece 2911 sayılı kanunun Maddesine muhalefet ettikleri sabit olmuştur. Sanıklar ve sanıklar müdafii savunmalarında suçun unsurlarının oluşmadığını beyan etmişler ise de, 2911 sayılı kanunun 2/a maddesinde "toplantı, belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzel kişiler tarafından bu kanun çerçevesinde düzenlenen açık veya kapalı yer toplantıları" olarak tanımlanmıştır. Aynı kanunun 9 ve Maddelerinde toplantı şekil şartları düzenlenmiş, toplantı yapılabilmesi için düzenleme kurulu üyelerinin bildirimde bulunması ve ne şekilde bildirimde bulunulacağı belirtilmiştir. Kanunun 23/a maddesinde 9 ve madde hükümlerine uygun şekilde bildirim verilmeden yapılan toplantıların kanuna aykırı sayılacağı düzenlenmiştir. Bu nedenle 1 Mayıs İşçi Bayramı nedeniyle sanıklar tarafından yapılan toplantının yukarıda açıklandığı üzere kanuna aykırı olduğu ve görevlilerce ihtara rağmen sanıkların eylemlerini sürdürdükleri görüntü kayıtları ve bilirkişi raporu ile sabit olduğundan sanıkların cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiş..." Başvurucular, Ceza Mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 8/2/2018 tarihli kararıyla başvurucuların istinaf talepleri kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar başvuruculara tebliğ edilmemiştir. Başvurucular 18/4/2018 tarihinde istinaf kararı sonucunu öğrendiklerini belirterek 16/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurudan sonra 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun ile başvurucular hakkında verilen mahkûmiyet hükmüne karşı temyiz yolunun açılması nedeniyle başvurucular 17/12/2019 tarihinde istinaf kararını temyiz etmiştir. İnceleme tarihi itibarıyla dava Yargıtay aşamasında olup temyiz incelemesi henüz sonuçlanmamıştır. Bu arada başvurucuların kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmaları nedeniyle Başsavcılık soruşturma başlatmış, soruşturma sonunda 4/11/2016 tarihinde kimliği belirsiz kolluk görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılık kararına yaptıkları itirazın reddedilmesi üzerine başvurucular söz konusu süreçle ile ilgili ihlal iddialarını 13/3/2017 tarihinde 2017/17702 numaralı bireysel başvuruyla Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Anılan başvuru değerlendirme aşamasındadır. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun "Direnme" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur" 7188 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. (3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:...c) Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrası, 31 inci maddesi ve 32 nci maddesinde yer alan suçlar.” 7188 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"5271 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 5- (1) Bu maddeyi ihdas eden Kanunla;...f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir...."
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16254
Başvuru, bir toplantıya katılmaları nedeniyle başvurucuların mahkûmiyetlerine karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; yazılı haberleşmenin kısıtlanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, avukatla görüşlerinin sınırlanması ve gizlilik içerisinde gerçekleşmemesi nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu hâlen Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak tutulmaktadır. Başvurucunun 26/12/2017 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (PDY) üye olma suçundan 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmen tutukluluğunun devamına ve avukat kısıtlama kararının kaldırılmasına karar verilmiş ve istinaf ile temyiz incelemesinden geçen hüküm onanarak kesinleşmiştir.A. Yazılı Haberleşmenin Kısıtlanmasına İlişkin Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) 12/8/2016 tarihli talimat yazısıyla FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında ceza infaz kurumlarında tutuklu olarak bulunan şüphelilerin OHAL süresince yazılı haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına karar verilmiştir. Ceza infaz kurumu müdürlüklerine gönderildiği belirtilen yazı şöyledir:"Cumhuriyet Başsavcılığımızca; 15/7/2016 tarihinde vuku bulan, FETÖ/PYD silahlı terör örgütü mensuplarının gerçekleştirdiği, kısa adıyla darbeye teşebbüs suç ve eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturmalar kapsamında halen Silivri Kapalı Ceza Evlerinde tutuklu bulunan şüphelilerin olağanüstü hal süresince 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi gereğince mektup ve faks gibi haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına karar verilmiştir. Verilen karar gereğince uygulama ve işlem yapılması rica olunur." Anılan yazıya istinaden başvurucunun yazılı haberleşmenin kısıtlanmasına ilişkin İnfaz Kurumu uygulamasına karşı şikâyeti ilk olarak Bakırköy İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 22/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; konu ile ilgili olarak soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılığının veya kovuşturmayı gerçekleştiren mahkemenin yetkili olduğu vurgulanmıştır. Anılan karara karşı yapılan itiraz, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/2017 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmek suretiyle reddedilmiştir. Başvurucunun yine yazılı haberleşmenin kısıtlanmasına ilişkin İnfaz Kurumu uygulamasına karşı şikâyet yoluna başvurduğu, İnfaz Hâkimliğinin 19/4/2017 tarihli kararıyla bu şikâyetin de reddine karar verildiği görülmüştür. Karar gerekçesinde konuya ilişkin daha önce karar verildiği ve anılan kararın kesinleştiği belirtilmiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 11/5/2017 tarihli kararıyla, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmek suretiyle reddedilmiştir. Başvurucu son olarak 11/9/2017 tarihinde yazılı haberleşmenin kısıtlanmasına ilişkin İnfaz Kurumu uygulamasına karşı şikâyet yoluna başvurmuş ve bu şikâyeti de İnfaz Hâkimliğinin 21/9/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun FETÖ/PDY'ye üyelik suçundan tutuklandığı, mektuplaşma yasağına ilişkin kararın mevzuata uygun olduğu vurgulanmıştır. Anılan karara karşı itirazı inceleyen Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2017 tarihli kararıyla konu ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde; İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan ve hakkında kamu davası açılan başvurucunun haberleşme araçlarını kullanmayı isteme talebinin yargılamayı yapan mahkeme tarafından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun yazılı haberleşmenin kısıtlanmasına ilişkin olarak son tükettiği başvuru yoluna ilişkin Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin karar verilmesine yer olmadığına dair nihai kararı ise başvurucuya 22/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. B. Müdafi ile Görüşmelerin Kısıtlanmasına İlişkin Süreç Başvurucu; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 26/7/2016 tarihli yazısına istinaden gerçekleştirilen 29/3/2017 tarihinde müdafii ile görüşmelerine getirilen sınırlamalara ilişkin İnfaz Kurumu uygulamasını şikâyet amacıyla İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. İnfaz Hâkimliği 19/4/2017 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; OHAL sürecinin hâlen devam ettiği, talebin yerinde olmadığı vurgulanmıştır. Anılan karara karşı yapılan itiraz da Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 8/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bunun yanında başvurucunun avukatla görüşmelerine ilişkin kısıtlamaların yargılamayı yapan mahkemece hükümle birlikte kaldırılmasına 26/12/2017 tarihinde karar verildiği tespit edilmiştir. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı, başvuru tarihinden sonra verilen Yargıtay Ceza Dairesinin 25/9/2019 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3573
Başvuru, yazılı haberleşmenin kısıtlanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, avukatla görüşlerinin sınırlanması ve gizlilik içerisinde gerçekleşmemesi nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; İş Mahkemesinde görülen tazminat davasında bilirkişi raporu yönünden çelişki giderilmeden karar verildiği, Yargıtayca yeterli inceleme yapılmadığı, davanın reddinden dolayı yüksek miktarda vekâlet ücretine katlanmak zorunda kalındığı ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 9/10/2006 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde açılan tazminat davasında başvurucu; eşi Ömer Erol'un davalı Ü. Uluslararası Nakliyat San. Tic. Ltd. Şti.nde 2013 Aralık ayından itibaren şoför olarak çalışmaya başladığını, bu kapsamda iş amacıyla gittiği Romanya'nın Bükreş şehrinde meydana gelen trafik kazası sonrasında hayatını kaybettiğini, eşinin ölümünün ardından geriye mirasçısı olarak kendisi ve kızları K. ve Z.nin kaldığını belirterek fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla kendisi için 000 TL, kızları K. ve Z. için ayrı ayrı 000 TL olmak üzere toplam 000 TL maddi tazminata; kendisi için 000 TL ve kızı K. için 000 TL manevi tazminata kaza tarihi olan 22/01/2005'ten itibaren işleyecek yasal faizi ile hükmedilmesini ve hükmedilecek bedelin davalı şirketten tahsil edilmesini talep etmiştir. Yargılama sırasında 10/3/2010 tarihli duruşmada davalı taraf, uyuşmazlık konusu kaza nedeniyle Ömer Erol'un mirasçılarına Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan (SGK) ödeme yapıldığını, bu ödemeyi SGK'nın kendisine rücu ettiğini, bununla ilgili Bakırköy İş Mahkemesinin E. 2008/121 sıra sayısına kayıtlı dosyasında dava açıldığını ve bu dosyada alınan bilirkişi raporunda ölümde başvurucuların murisinin %100 kusurlu olduğunun belirtildiğini ifade ederek Bakırköy İş Mahkemesi dava dosyasının celbini talep etmiş, davayı gören Bakırköy İş Mahkemesince söz konusu talep kabul edilerek anılan dosyanın celbine karar vermiştir. Yargılamanın ilerleyen aşamalarında Bakırköy İş Mahkemesi, dosya celbi talebine karşılık söz konusu dosyanın Yargıtayda incelemede olduğunu belirtmiş, bunun üzerine yargılamayı yürüten Bakırköy İş Mahkemesi davalı vekilinden söz konusu dosyanın örneğinin sunulmasını istemiş, sunulan örnekler de başvurucuya iletilmiş ve başvurucunun örnekleri incelemesi sağlanmıştır. Yargılama kapsamında İlk Derece Mahkemesince taraf tanıkları dinlenmiş, SGK'dan bilgi istenmiş, bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Başvurucu bilirkişi raporunun sunulmasının ardından Bakırköy İş Mahkemesine sunduğu 27/6/2013 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi ve manevi tazminat talep miktarlarını artırmıştır. Toplanan delillerin değerlendirilmesi sonucunda Bakırköy İş Mahkemesi 16/7/2013 tarihli kararı ile bilirkişi kusur raporuna göre Ömer Erol'un ölümü ile sonuçlanan kazada davalı şirketin%50, Ömer Erol'un %50 kusurlu olduğunun ifade edildiğini ancak aynı kazaya ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ile davalı Ü. Uluslararası Nakliyat San. Tic. Ltd. Şti.nin tarafı oldukları Bakırköy İş Mahkemesinde görülen alacak davasında, Bakırköy İş Mahkemesinin Yargıtay denetiminden de geçerek kesinleşen 15/4/2010 tarihli kararında açıklandığı üzere söz konusu kazada Ömer Erol'un kusur oranının %100 olduğunun anlaşıldığını belirterek davanın reddine ve başvurucu aleyhine 010,51 TL vekalet ücretine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Bakırköy İş Mahkemesinin 2008/121 Esas 2010/421 Karar sayılı dosyası celp edilmiş incelenmesinde "davacınınSgk Başkanlığı, davalının Ünal Uluslar arası nakliyat san tic ltd şti,dava konusununrucuen alacak davası olduğu 2010tarihinde çıktığı kararınYargıtay 10 Hukuk dairesinin 2010/9488 esassayılı ilamı ile onandığı" görülmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesinin denetiminden geçerek kesinleşen Bakırköy İş Mahkemesinin 2008/121 Esas 2010/421 Karar sayılı dosyasında alınan kusur raporunda müteveffa Ömer Erol'un %100 oranında tam kusurlu olduğu belirtilmiştir.Dolayısıyla kusur oranı Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen Bakırköy İş Mahkemesinin 2008/121 Esas sayılı dosyasında kesinleşmiştir. Mahkememiz dosyasında her ne kadar üçlü bilirkişi davalı işverenin %50 sigortalı Ömer Erol'un %50 kusurlu olduğunu belirtmişler ise de, Mahkememiz dosyasında kusur oranının değişmesini gerektirecek farklı bir delil dosyaya sunulmamış olup, Sosyal Sigortalar Kurumundan gelen rapor ekindeki fotokopi belgelerde "müteveffanın kaza sırasında%0,95 alkollü olduğu... Kamyonu sürerken alkol etkisinde olduğu, direksiyon hakimiyetin kaybettiği..." belirtilmiştir. İşverenin zarardan sorumlu tutulabilmesi için illiyet bağının gerçekleşmesi gerekir. Somut olayda Yargıtay İncelemesinden geçerek kesinleşen Bakırköy İş Mahkemesinin 2008/121 Esas sayılı dosyasındaki kusur raporuna göre iş kazası, davacıların murisinin %100 kusuru nedeniyle olduğundan, davalı işverenin kusuru bulunmadığından meydana gelen zarar ile işverenin eylemi arasında uygun illiyet bağ kesildiğinden davalı işverenin sorumluluğuna gidilemez. Bu nedenle davanın reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur. ... Davalı vekille temsil edildiğinden karar tarihindeki AAÜT ne göre hesaplanan (690,51 TL nispi + 320 TL Maktu= ) toplam 010,51 TLvekalet ücretinin davacı Mükerrem Erol'dan tahsili ile davalıya ödenmesine,  ..." İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesince 17/12/2013 tarihinde onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. İlamın ilgili kısımları şöyledir: "...  Davacılar, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesinekarar verilmesini istemiştir.Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğinkısmenkabulüne karar vermiştir. ..." Başvurucu Yargıtay onama ilamını 24/6/2014 tarihinde öğrendiğini beyan ederek 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapılmasının ardından Anayasa Mahkemesince başvurucudan Yargıtay onama ilamının kendisine tebliğ tarihini gösterir belge sunması istenmiş; başvurucu, Yargıtay onama ilamı suretinin kendisine 10/10/2014 tarihinde İlk Derece Mahkemesi kaleminde tebliğ edildiğine dair belgeyi cevap olarak Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12595
Başvuru, İş Mahkemesinde görülen tazminat davasında bilirkişi raporu yönünden çelişki giderilmeden karar verildiği, Yargıtayca yeterli inceleme yapılmadığı, davanın reddinden dolayı yüksek miktarda vekâlet ücretine katlanmak zorunda kalındığı ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen yürütmenin durdurulması kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 19/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölümün 29/6/2016 tarihinde yaptığı toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülen başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden başvuruya konu yargılama dosyasına ilişkin tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğünde şube müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken 6/1/2014 tarihli işlemle aynı il Yabancılar Şube Müdürlüğüne şube müdür yardımcısı olarak atanmıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemi ile açtığı davada Ankara İdare Mahkemesinin 15/4/2014 tarihli ve 2014/316 sayılı kararıyladava konusu işlemin açıkça hukuka aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğacağı gerekçesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“... dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, görev yerinin değiştirilmesini gerektirecek herhangi bir olumsuz tutum ve davranışı bulunmayan, herhangi bir soruşturma geçirmeyen ve disiplin cezası da almayan davacının, genel atama dönemi dışında, yukarıda yer verilen mevzuatta öngörülen zorunlu olarak atamasını gerektiren hususlar da ortaya konulmaksızın, Asayiş Şube Müdürlüğü'ndeki görevinden alınarak, Ankara Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğü emrine atamasının yapılmasına ilişkin dava konusu işlemde, kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle; hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin; uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceğinden 2577 Sayılı Kanu'nun maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütülmesinin durdurulmasına...” Karara katılmayan Mahkeme başkanı ise yürütmenin durdurulması için gerekli şartların bulunmadığını belirterek yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiğini savunmuştur. Ankara Valiliği, bu karar üzerine 12/5/2014 tarihli Valilik olurlu işlem ile 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 2577 sayılı Kanun’a eklenen ve 6/3/20014 tarihli ve 28933 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren madde gereği dava konusu edilen kadronun boş olmadığı gerekçesiyle başvurucuyu tekrar Yabancılar Şube Müdürlüğündeki görevine atamış; bu işlem 26/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu bunun üzerine 12/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu arada İdare, yürütmenin durdurulması kararına süresi içinde itiraz etmiş ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulu,22/5/2014 tarihli ve Y. İtiraz 2014/3075 sayılı kararıyla itirazı kabul ederek, bireysel başvuru yapılmadan önce, yürütmenin durdurulması kararını kaldırmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden; ... işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılan davada; davacının, aynı il içinde ve unvanı korunarak hakkında atama işlemi tesis edildiği göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız bir zararın doğmasının söz konusu olmadığı, Mahkeme kararında bu hususta gösterilen gerekçenin de belirtilen türden bir zararın doğmasına neden olmayacağı anlaşıldığından; olayda, idari işlemin uygulanması halinde 2577 sayılı Kanunun maddesinde öngörülen "telafisi güç veya imkansız zararların doğması" şartının varlığından bahsetmeye olanak bulunmamaktadır." Bireysel başvuru yapıldıktan sonra, Ankara İdare Mahkemesi 30/12/2014 tarihli ve E.2014/316, K.2014/1687 sayılı kararıyla davayı esastan reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “Bu durumda, Emniyet Teşkilatı bünyesinde görev yapan personelin, görev yaptıkları yerde hizmetinden yararlanılamaması, başka birimlerde ihtiyaç duyulması halleriyle, gelişen şartlara göre emniyet hizmetlerinin daha etkin ve verimli ifasını temine yönelik personel istihdamının gerekli olduğu durumlarda, başka birimlere naklen atanması konusunda idarenin takdir yetkisi bulunduğu, idarenin mevzuat uyarınca sahip olduğu takdir yetkisini kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırı kullandığına dair herhangi bir bilgi belge bulunmadığı, yargı kararı ile idarenin takdir yetkisini kaldıracak şekilde hüküm verilemeyeceği yönündeki Anayasal kural da dikkate alındığında Ankara Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü'nde şube müdür yardımcısı olarak görev yapan davacının Ankara Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğü'ne şube müdür yardımcısı olarak atanmasına ilişkin 2014 tarih ve 2014-1 sayılı işlemde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.” Bu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 10/6/2015 tarihli ve E.2015/1412, K.2015/1489 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme başvurusunun da 11/11/2015 tarihli ve E.2015/2674, K.2015/3096 sayılı kararı ile reddedilmesiyle davanın reddine ilişkin İlk Derece Mahkemesi kararı kesinleşmiştir. B. İlgili Hukuk 2577 sayılı Kanun'un "Yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştayda veya idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz. (Değişik: 2/7/2012 - 6352/57 md.) Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. (Ek cümle: 21/2/2014-6526/17 md.) Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz.Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. ...... Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlar;... idare ve vergi mahkemeleri ile tek hakim tarafından verilen kararlara karşı bölge idare mahkemesine, ... kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler, dosyanın kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir." 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin (1) sayılı fıkrası, yürütmenin durdurulması kararı üzerine İdarece uygulama yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan şekliyle şöyledir: "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (İptal cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/7/2013 tarihli ve E.: 2012/107 K.: 2013/90 sayılı Kararı ile.)(…) (Ek cümleler: 21/2/2014-6526/18 md.) Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereği; dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirilir. Eski kadro ile atandığı yeni kadro arasında mali haklar bakımından bir fark bulunması durumunda, bu fark 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 91 inci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen usul ve esaslar çerçevesinde ödenir.” Anayasa Mahkemesi, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde yapılan değişiklik ile kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereğinin dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirileceğine ilişkin kurala yapılan başvuru üzerine anılan düzenlemenin Anayasa’nın , , ve maddelerine aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir (AYM, E.2014/86, K.2015/109, 25/11/2015). Kararın ilgili kısmı ise şöyledir:“ Hukuk devleti ilkesi, vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin hukuk kurallarıyla bağlı olduğu bir sistemi ifade etmekte olup devletin hukuk kurallarına bağlılığını sağlayacak en önemli mekanizma, idarenin yargısal denetimidir. İdare karşısında bireylerin hak arama özgürlüğünü kullanmaları, idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine açık olmasına bağlı olmakla birlikte bu husus, tek başına hukuk devleti ilkesi bakımından yeterli değildir. Hukuk devletinin gerçekleşmesi için aynı zamanda idarenin yargı kararlarına uyması ve bu kararların gereklerine göre işlem ya da eylemde bulunması zorunludur. İdarenin, yargı kararlarını uygulamaması durumunda, hukuk devleti ilkesinin varlığından söz edilemez. Anayasa’nın maddesine göre yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Buna göre, idare bağlı yetkiye sahiptir. İdarenin, yargı kararlarını uygulayıp uygulamama konusunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bunun yanında idare, yargı kararını uygulamayı herhangi bir koşula da bağlayamaz. Aksine bir yaklaşım, iptal kararı ile ortadan kaldırılan işlemin sonuçlarını geçerli kılmak anlamına gelir. İdare iptal kararının gereğine göre yeni bir işlem yapmak ve iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmakla görevlidir. İdarenin başkaca bir tercih ve takdir hakkı yoktur. Kuşkusuz, ilgililerin atama ve benzeri işlemlere karşı dava açmalarının nedeni, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmek ve yargı kararı ile dava konusu işlemin hukuka aykırılığının tespiti halinde önceki görevlerine dönebilmektir. Oysa itiraz konusu kurallarla yargı kararlarının uygulanması “kadronun boş olması” koşuluna bağlanmıştır. Uygulamada ise söz konusu kadroların boş bırakılmama, bu kadroların söz konusu işlemler sonrası diğer kamu görevlileriyle doldurulma ihtimali çok yüksektir. Bu durumda yargı kararıyla dava konusu işlemin hukuka aykırılığı tespit edilmiş olsa bile kadro boş olmadığından bu karar uygulanamayacaktır. Dolayısıyla yargı kararlarının uygulanmasının bu şekilde kadronun boş olması koşuluna bağlanmış olması hak arama özgürlüğünü etkisiz hale getiren ölçüsüz bir sınırlamadır. Kural idarenin yargısal denetimini ve hak arama özgürlüğünü etkisiz bırakacağından, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi idarenin bütün işlemlerinin yargı yoluyla denetlenmesi ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerini de ihlal etmektedir.”. 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: "Kararın bozulması, kararın yürütülmesini kendiliğinden durdurur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8804
Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen yürütmenin durdurulması kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluk sonrasında hukuka aykırı olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; kamu yararına çalışan, vakıf statüsünde olan Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Kültür ve Yardımlaşma Vakfında (Vakıf) ve anılan Vakfın İktisadi İşletmesinde (İşletme) 9/7/2018 tarihinde muhasebeci olarak çalışmaya başlamıştır. Vakıf Yönetim Kurulunun kararı ile başvurucuya Vakfın ve İşletmenin her türlü muhasebe işlemlerini yürütmek, kayıt ve defterleri tutmak, vergi ve banka işlemlerini takip ederek bunlara ilişkin ödemeleri yapmak görevlerinin tevdi edilmesinin yanı sıra Vakfa ve İşletme hesaplarına ilişkin olarak internet bankacılığı dâhil olmak üzere tüm banka şifreleri de teslim edilmiştir. Vakıf Genel Başkanı'nın 20/5/2019 tarihinde yazılı görevlendirmesiyle Vakfın 20/5/2018 ile 20/5/2019 tarihleri arasındaki bir yıllık gelir ve gider kayıtlarının incelenmesi için Hesap İnceleme Komisyonu (Komisyon) oluşturulmuştur. Komisyonca yapılan inceleme sonunda düzenlenen 29/5/2019 tarihli rapora göre Vakfa ait internet bankacılığının EFT ve havale işlemlerine kapatılması yönünde Vakıf Yönetim Kurulunca alınan 21/8/2018 tarihli karar gereğince bankalara gönderilmek üzere başvurucuya teslim edilen yazılara ilişkin işlemlerin başvurucu tarafından yapılmadığı, başvurucunun muhtelif tarihlerde ve miktarlarda parayı Vakfın hesabından kendi bireysel hesabına usulsüz aktardığının belirlendiği ileri sürülerek 20/6/2019 tarihinde zimmet suçu dolayısıyla başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunulmuştur. Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturmada hakkında yurt dışına çıkamama adli kontrol tedbirinin uygulanması istemiyle başvurucu 2/7/2019 tarihinde sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Adli kontrol uygulanmasına dair talep yazısı şöyledir:"Şüpheli hakkında 5271 sayılı CMK’nın [Ceza Muhakemesi Kanunu] maddesinde yazılı tutuklama sebeplerinin bulunması, soruşturmanın tamamlanmasına kadar yurt dışına çıkışının engellenmesi amacı ve nedeniyle şüpheli hakkında aşağıda yazılı tedbirlerin uygulanması yönünde 5271 sayılı CMK’nın maddesi uyarınca adli kontrol kararı verilmesi kamu adına talep olunur." Ankara Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte -başvurucunun Hâkimlikte hazır edilmesine rağmen iş yoğunluğu gerekçesiyle- dosya üzerinden yaptığı inceleme neticesinde başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Üzerine yüklenen suçun niteliği, mevcut delil durumuna göre CMK 109 ve devamı maddeleri gereğince adli kontrol altına alınmasına,Şüphelinin CMK 109/3-a maddesi gereğince yurt dışına çıkışının yasaklanmasına,Adli kontrolün soruşturma sonuna kadar devam etmesine ... [karar verildi.]" Yürütülen soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısınca verilen talimat gereğince Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince Vakfa ait banka hesap hareketleri ve başvurucunun ilgili bankalardan temin edilen şahsi hesaplarına ilişkin hareketler incelenmiştir. Bu inceleme sonunda emniyet görevlileri tarafından düzenlenen 16/7/2019 tarihli İnceleme Tutanağı'nın ilgili kısmı şu şekildedir:"... O.Ö'nin, Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Kültür ve Yardımlaşma Vakfına ait 5 ayrı hesaptan nakit para çekimi, hesaba havale yöntemlerini kullanmak suretiyle ... [başvurucu] tarafından hesaplara yapılan ödeme ve havaleler çıkarıldığında toplam: 881,36 TL vakfı zarara uğrattığı değerlendirilmektedir.Şahsın işlemi yaparken vakıf tarafından gönderilen dokümanların incelenmesinde vakfın ödeme tarihleri ve burslu öğrencilerin ödemelerinin yapılacağı tarihlerde ödeme miktarı kadar parayı hesaplara aktararak ... değerlendirilmiştir." Ayrıca başvurucunun gerçekleştirdiği iddia edilen çoğu bankacılık işleminin mesai saatleri içinde olduğu tespit edildiğinden Başsavcılığın talebiyle başvurucunun Vakıftaki görevi esnasında kullandığı bilgisayar üzerinde arama ve elkoyma işlemleri yapılmasına Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 16/7/2019 tarihinde karar verilmiştir. Anılan bu karar gereğince gerekli arama yapılarak elde edilen dijital verilere emniyet görevlilerince -incelenmek amacıyla- el konularak bu veriler kopyalanmıştır. Başvurucunun adresinde bulunamaması ve yapılan tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamaması nedeniyle, uhdesine geçirdiği iddia edilen paranın miktarı ile Vakfın ödeme tarihleri ve burslu öğrencilerin ödemelerinin yapılacağı tarihlerde ödeme miktarı kadar parayı Vakfın hesaplarına aktararak gerçekleştirdiği eylemi gizlemek suretiyle sürekliliği sağlaması gerekçe gösterilerek Başsavcılık tarafından hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesi talep edilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 19/7/2019 tarihinde başvurucu hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkartılmıştır. Başvurucu 25/9/2019 tarihinde yakalandıktan sonra emniyette alınan ifadesinde özetle işe başladıktan sonra E. isimli kişi tarafından alacaklı olduğundan bahisle Vakıf aleyhine 000 TL bedelle başlatılan icra takibi kapsamında Ankara İcra Dairesinin E.2018/7216 sayılı yazısıyla Vakıf hesabındaki paraya bloke konulduğunu, amiri konumundaki Vakıf Başkanı'nın talimatı ile kendisine ait hesabın Vakfın işletme ortak havuz hesabı olarak kullanılmaya başlandığını, uhdesine geçirdiği iddia olunan paranın büyük bir kısmını Vakfın parasına haciz konulmasını engellemek amacıyla ve Vakıf Başkanı'nın talimatıyla kendi hesabına aktardığını, söz konusu blokenin 2019 yılının Ocak ayına kadar devam ettiğini, Vakıf Başkanı'nın talimatı ve bilgisi doğrultusunda hesap hareketlerinde gözüken kişilere anılan paraları gönderdiğini, Vakfı uğrattığı zarar miktarının 000 TL - 000 TL arasında olabileceğini, bunu da ödeyeceğini, Vakıf hesabından giden paraların aslında Vakıf Başkanı tarafından ödenmediğini belirtmiştir. Başvurucu, Başsavcılıkça hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan tutuklanması istemiyle 25/9/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu hakkındaki tutuklama talep yazısı şöyledir: "...Şüphelinin mali işlerine bakmak üzere Vakıf tarafından görevlendirildiği Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Kültür ve Yardımlaşma Vakfının hesaplarında mevcut paraları farklı tarihlerde kendi şahsi hesabına aktarıp şahsi hesabından çeşitli yerlere ve hesaplara göndererek veya çekerek mal edindiği, ilk tespitlere göre 881,TL paranın bu şekilde şahsen kullanılarak veya başkalarına aktarılarak mal edinilmiş bulunduğu, şüpheli her ne kadar bu paraların büyük bir kısmını Vakıf Başkanının talimatı ile ve takipteki icra dosyasından haciz konulmasını engellemek amacıyla kendi hesabına aktardığını, yine Vakıf Başkanının talimatı doğrultusunda hesap hareketlerinde gözüken kişilere gönderdiğini ifade etmiş ise de, bu savunmasının mevcut durumda suçtan kurtulmaya yönelik olduğunun değerlendirildiği gibi kendi savunmasında Vakfa verdiği zarar miktarı olarak 100-120 bin TL ifade edilip kısmen kabul yoluna gidildiği gözetilerek, Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunması uğranılan zararın niteliği ve büyüklüğü, suçun zincirleme nitelikli işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunması doğrultusunda;Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca karar verilmesi talep olunur." Başvurucunun sorgusu Hâkimlikçe aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu Tutanağı'na göre başvurucuya yüklenen suç anlatılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki ifadesi şöyledir:"... İşe başladıktan sonra Vakfımıza hemen icra geldi. Benim şahsi hesabımdan ödemeler yapılmıştır. Mali Şube'de attığım EFT'leri teker teker söyledim. 000,00 - 000,00 TL'lik meblağı ödeyeceğimi de emniyet aşamasında söyledim. Benim 500-600'ün üzerinde hareketim vardır. Ben, [Vakıf Başkanı] Lokman isimli kişiden de ayrıca şikayetçi oldum." Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yapılan sorgusunun ardından hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan 25/9/2019 tarihinde tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli O.Ö'nin üzerine atılı bulunan Hizmet Nedeniyle Güveni Kötüye Kullanma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren; şüpheli ifadesi, müşteki şikayeti, dosya kapsamında yer alan banka kayıtları ve dokumanlar ile dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelinin kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunduğu bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS [Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi] maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK.nun maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 27/9/2019 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 30/9/2019 tarihinde "...tutuklama kararının kaldırılmasını gerektirecek ve şüphelinin hukuki durumunu değiştirecek yeni bir delil ibraz edilmediği, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin kararında belirtilen gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğu, kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden.." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başsavcılıkça 17/10/2019 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne yazı yazılarak başvurucuya isnat edilen eylemler ve ayrıca başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar açısından araştırma yapılması için idari soruşturma başlatılması istenmiş, konuya ilişkin olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü Rehberlik ve Teftiş Başkanlığınca idari soruşturma başlatılmıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemeye göre -bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla- soruşturma dosyasında idari tahkikatın sonuçlandığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Başsavcılık 18/3/2020 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla başvurucunun savunması alınmış olup başvurucu kendisine iftira atıldığını, hiçbir şekilde Vakfın parasını almadığını, Vakfın 000 TL civarındaki zararını karşılamayı kabul ettiğini ve tahliyesine karar verilmesini istediğini ifade etmiştir. Hâkimlik aynı tarihli kararı ile başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Bununla birlikte Hâkimlik, başvurucu hakkında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"İncelenen dosya kapsamına göre mevcut delil durumu ve şüphelinin sabit ikamet sahibi olması nazara alınarak anlaşılmakla şüpheli O.Ö'nin hakkında Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 25/09/2019 tarih 2019/1071 sorgu sayılı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlu tutuklama kararının kaldırılmasına,...Ancak şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği, hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular, delillerin tamamının toplanmamış olması nazara alındığında şüpheli hakkında CMK.nun 109/3-j maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına, Şüphelinin CMK 109/3-j maddesi uyarınca konutunu terk etmemesine... [karar verildi.]" Başvurucu anılan karara hükmedilen adli kontrol tedbiri noktasında itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 31/3/2020 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu 23/7/2020 tarihinde konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kaldırılmasını veya değiştirilmesini talep etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 24/7/2020 tarihinde soruşturmanın devam ettiği gerekçesiyle bu talebin reddine karar verilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2020 tarihinde anılan karara yapılan itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...şüpheliye atılı suçun vasıf ve mahiyeti, dosya kapsamındaki zarar tutarına ilişkin şikayet ve tespitler tüm evrak kapsamına göre, Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nin 24/07/2020 tarih ve 2020/5162 iş sayılı şüpheli O.Ö'nin adli kontrol kararının kaldırılması veya değiştirilmesi talebinin reddine dair kararı usul ve yasaya uygun olup gerekçesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından itirazın reddine... [karar verildi.]" Başvurucunun hakkında verilen adli kontrol kararına dayalı olarak infaz sürecini takip eden Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Denetimli Serbestlik Daire Başkanlığı Elektronik İzleme Merkezini 13/8/2020 tarihinde saat 26'da telefonla aramak suretiyle bilgilendirerek hastaneye gideceğini ifade ettiği ve bu hususun anılan merkez tarafından tutanak ile kayıt altına alındığı, başvurucunun saat 43-02 arasında ikametgâhının dışında bulunduğu ve sonrasında yeniden evine döndüğü Başsavcılığın 11/9/2020 tarihli yazısından anlaşılmaktadır. Başvurucu, hakkında verilen adli kontrol tedbirine ilişkin kararın kaldırılmasını veya değiştirilmesini 17/8/2020 tarihinde yeniden talep etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği mevcut delil durumunu ve soruşturmanın devam etmekte olduğunu dikkate alarak 4/9/2020 tarihinde bu talebin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 17/9/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli hakkında verilen adli kontrol kararının kaldırılmasını gerektirecek dosya içerisine yeni bir delil ibraz edilmediği, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin kararında belirtilen gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğu, kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden, Şüpheli hakkında verilen adli kontrol kararlarına itiraz eden şüpheli müdafiinin itirazının reddine... [karar verildi.]" Anılan itirazın reddine dair nihai karar başvurucunun müdafiine 30/9/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucu, evleneceğini beyan ederek adli kontrol kararının infazının gerçekleştirildiği konutu terk edebilmek için 28/9/2020 tarihinde -müdafii aracılığıyla- izin talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 20/10/2020 tarihli kararıyla başvurucunun nikâh işlemleriyle ilgilenebilmesi için 28-29-30/10/2020 tarihlerinde izinli sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu 26/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuruda bulunduktan sonra başvurucu, hakkında verilen konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kaldırılmasını bir kez daha talep etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/12/2020 tarihli kararı ile konutu terk etmeme tedbirinin uygulandığı süreyi dikkate alarak anılan tedbirin kaldırılmasına karar vermiştir. Bununla birlikte Hâkimlik başvurucu hakkında haftanın belirli günlerinde yerleşim yerine en yakın adli kolluk birimine başvurarak imza atmak suretiyle adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir. Başsavcılık 9/6/2021 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer asliye ceza mahkemesinde dava açmıştır. İddianamede bilirkişi raporuna ve başvurucunun banka hesabından yapılan parasal işlemlere yer verilmiştir. Buna göre başvurucunun 279,75 TL tutarında parayı uhdesine geçirdiği ve başvurucu tarafından imzalanan muhasebe raporları ile banka kayıtlarının birbirleriyle uyumlu olmadığı belirtilmiştir. Diğer yandan Başsavcılık, başvurucunun isnatta bulunduğu (bkz. §§ 16, 17) Vakıf Başkanı hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan başlattığı soruşturmada ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Ankara Asliye Ceza Mahkemesi iddianamenin kabulüne ve E.2021/674 sayılı dosya üzerinden kovuşturmanın başlamasına karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki yargılama bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi aşamasında derdesttir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Güveni kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak.b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.j) Konutunu terk etmemek.... " 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir. (2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Uzlaştırma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Aşağıdaki suçlarda, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur:a) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar.b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununda yer alan;... (Ek:17/10/2019-7188/26 md.) Güveni kötüye kullanma (madde 155),... (2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir.... (4) Soruşturma konusu suçun uzlaşmaya tâbi olması ve kamu davası açılması için yeterli şüphenin bulunması hâlinde, dosya uzlaştırma bürosuna gönderilir. Büro tarafından görevlendirilen uzlaştırmacı, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene uzlaşma teklifinde bulunur. Şüphelinin, mağdurun veya suçtan zarar görenin reşit olmaması halinde, uzlaşma teklifi kanunî temsilcilerine yapılır. Uzlaştırmacı, uzlaşma teklifini açıklamalı tebligat veya istinabe yoluyla da yapabilir. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar gören, kendisine uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren üç gün içinde kararını bildirmediği takdirde, teklifi reddetmiş sayılır. (5) Uzlaşma teklifinde bulunulması halinde, kişiye uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı kabul veya reddetmesinin hukukî sonuçları anlatılır.... (8) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir." 5/3/2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Adli kontrol tedbirleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Adli kontrol tedbirlerinden; ... h) Konutunu terk etmemek: Şüpheli veya sanığın mahkeme tarafından belirlenen konutunu mazereti olmaksızın veya izin almaksızın terk etmemeyi,... İfade eder". Yönetmelik'in "Adli kontrol tedbirlerinin yerine getirilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Adli kontrol kararı kaydedildikten sonra, infaz işlemlerinin başlatılması için karar doğrudan vaka sorumlusuna gönderilir. Hakkında adli kontrol kararı verilen şüpheli veya sanığa gönderilen tebligatta; adli kontrol tedbirinin türü, tedbirin ne şekilde ve ne zaman yerine getirileceği, uyulması gereken kurallar, tedbire uymamanın sonuçları ile adli kontrol tedbirinin gereklerinin derhal yerine getirilmesi gerektiği açıklanır. Kararın niteliğine göre gerekli ise ilgili kişi, kurum veya kuruluşa derhal yazı yazılarak adli kontrol tedbirinin içeriği açıklanır; şüpheli veya sanığın hakkındaki adli kontrol tedbirinin gereklerini süresinde yerine getirip getirmediği ve adli kontrol tedbirine devam edip etmediği hususlarında bilgi istenir. ...  (5) Haklarında bu Yönetmeliğin 56 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a), (h), (ı) ve (i) bentlerinde sayılan adli kontrol tedbirlerine karar verilen şüpheli veya sanıkların toplum içinde izlenmesi, denetim ve takibi elektronik kelepçe takılmak suretiyle yerine getirilebilir." Ayrıca ilgili uluslararası hukuk için bkz. Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34782
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluk sonrasında hukuka aykırı olarak konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine karar verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sürücü belgesinin geçici olarak alınmasına karar verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmeleri (İETT) bünyesinde otobüs şoförü olarak çalışan başvurucu 5/6/2020 tarihinde bir yayaya otobüsün dikiz aynası ile çarpmıştır. Bunun üzerine olay yerine trafik polisi ve ambulans çağıran başvurucunun saat 54'te alkolmetre ile yapılan nefes ölçümü sonucunda 0,64 promil alkollü olduğu belirlenmiş ve başvurucu hakkında İdari Para Cezası Karar Tutanağı ile Geçici Olarak Sürücü Belgesi Geri Alma Tutanağı düzenlenmiştir. Aynı tarihli Kaza Tespit Tutanağında yaya E.K.nın yakındaki yaya geçidini kullanmadan taşıt yoluna çıkması nedeniyle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasını ihlal ettiği tespit edilmiştir. Başvurucu, hiçbir zaman alkol kullanmadığını belirterek anılan tutanağa itiraz etmiş ve kan tahlili yapılmasını talep etmiştir. Kolluk görevlileri refakatinde aynı gün Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülen başvurucunun saat 08'de yapılan kan tahlilinin sonucunda kanındaki alkol oranının sıfır (0) promil olduğu, bir başka deyişle kanında alkol bulunmadığı belirlenmiştir. Başvurucu 8/6/2020 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurarak sürücü belgesinin iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu dilekçesinde; alkolmetre ölçümünün hatalı olduğunu, nitekim kolluk görevlilerinin refakatinde gittikleri hastanede -alkometre ile yapılan ölçümden bir saat sonra- kanında alkol bulunmadığının belirlendiğini ifade etmiştir. Hâkimlik 9/7/2020 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Gerekçede; idari yaptırım kararı ile ilgili düzenlenen evrakın dosyaya alınarak incelendiği belirtilerek idarece düzenlenen tutanak ile eylemin sabit olduğu, düzenlenen idari yaptırımın kanuna ve usule uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; hastaneden alınan ve kan tahliline ilişkin olan raporun dikkate alınmadığını, işini kaybetme riski bulunduğunu ifade etmiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 29/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 6/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22893
Başvuru, sürücü belgesinin geçici olarak alınmasına karar verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, özel hayat kapsamında kalan eylemi gerekçe gösterilerek başvurucunun başka bir göreve atanmak üzere görevden alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bingöl Tarım İl müdürü olarak çalışan başvurucu hakkında, Tarım İl Müdürlüğü Misafirhanesinde (Misafirhane) kalan bir kadınla gönül ilişkisi olduğu yönündeki iddialar nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı müfettişleri iddialar ile ilgili olarak 30/6/2010 tarihli raporu hazırlamışlardır. Raporda özetle; başvurucunun 12/6/2010 tarihinde maç seyredeceğini söyleyerek evden çıktığı, uzun bir aradan sonra eve dönmeyince başvurucunun eşinin polis karakoluna müracaat ederek başvurucunun kaybolduğunu belirtmesi üzerine yapılan aramalarda başvurucunun Misafirhanenin bahçesinde oturur vaziyette bulunduğu, oturduğu yerin üstündeki odanın sinekliğinin yırtılmış ve duvarda ayak izlerinin olduğunun görüldüğü ve bu odada başvurucunun ilişkisi olduğu iddia edilen kadının kaldığının tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu ile ilişki yaşadığı iddia edilen kadının polis karakolunda alınan ifadesinde, başvurucu ile gönül ilişkisi olduğunu ve aramalar sırasında odasında olan başvurucunun paniğe kapılarak sinekliği yırtıp bahçeye atladığını kabul ettiği vurgulanmıştır. Raporda ayrıca disiplin soruşturması sırasında polis karakolundaki ifadesinin baskı altında alındığını iddia ederek kadının beyanından döndüğü, başvurucuyla gönül ilişkisi olduğuna dair kabul içerikli ilk beyanın tanık ifadeleriyle de doğrulandığı vurgulanmıştır. Rapor sonucunda, başvurucu hakkında başarılı sicili gözetilerek uyarma cezası verilmesi ve başvurucunun il dışında Bakanlıkça uygun görülecek bir göreve atanması kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. Anılan rapor doğrultusunda, başvurucu hakkında uyarma disiplin cezası verilmiş ve 12/8/2010 tarihli Müşterek Kararname ile Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğüne uzman olarak atanmıştır. Başvurucu, atama işleminin iptali istemli dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 8/2/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, müfettiş raporu ve dosya kapsamına göre Misafirhanede kalmakta olan bir kadın ile başvurucunun ilişki yaşadığının sabit olduğu, başvurucunun görevi ve eylemin ağırlığı gözetildiğinde başvurucunun görevinden alınarak uzman olarak atanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi, Danıştay İkinci Dairesi 3/4/2014 tarihli kararıyla derece mahkemesinin kararının hukuka ve usule uygun olduğunu belirterek reddetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 24/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar6/5/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 2/6/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 25/4/1981 tarihli ve 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir :"Bu Kanuna ekli (1) sayılı cetvelde gösterilen unvanları taşıyan görevlere Bakanlar"Bu Kanuna ekli (1) sayılı cetvelde gösterilen unvanları taşıyan görevlere Bakanlar Kurulu kararı ile, (2) sayılı cetvelde gösterilen unvanları taşıyan görevlere müşterek kararla atama yapılır. Bunların nakilleri ve görevden alınmaları da aynı usule göre olur. " 23/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Memurların kurumlarca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesi" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler. Memurlar istekleri ile, kurumlarında kazanılmış hak derecelerinin en çok üç derece altında aynı veya başka yerlerdeki kadrolara atanabilirler. Aşağı dereceye atananların 68 inci maddede yazılı süre kaydı aranmaksızın eski derecelerine tekrar atanmaları mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinden aşağı derecelere atananların aylık derece ve kademeleri genel hükümlere göre tespit edilmekle beraber, atandıkları bu derecelerde geçirdikleri süreler (kesenek ve karşılık farklarının kendileri tarafından her ay T. Emekli Sandığına gönderilmesini kabul etmeleri şartiyle) emeklilik yönünden eski derecelerinde değerlendirilir. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.  (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir. " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/7/2004, § 43; K. A. ve A. /Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No. 1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). AİHM'e göre mesleki hayat özel hayat kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebilmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan ilişkilerini geliştirme olanaklarını en çok mesleki hayatları çerçevesinde yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır:a) özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım) ve b) itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir meselenin olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası bakımından aranılan nitelik ve yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alınmış olduğu durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde değerlendirilir (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 100-103). AİHM kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içine girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM sebebe dayalı yaklaşımın Sözleşme'nin maddesinin uygulanmasını gerekli kılmadığı durumlarda, söz konusu tedbirin sonuçlarının özel hayatın üzerindeki etkilerine ilişkin bir inceleme yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Bununla beraber söz konusu bu ayrımın, ilgili tedbirin altında yatan sebepleri ve tedbirin sonuçlarını incelerken her iki yaklaşımı birlikte uygulamasına engel teşkil etmediğini de belirtmektedir (Denisov/Ukrayna,§109). AİHM sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olmasını aramakta,asgari ağırlıkseviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği durumlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna,§§ 113, 116). AİHM,sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde, başvurucunun iddia ettiği öznel algıların, somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin, iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsaması gerekmektedir. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdırlar (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9155
Başvuru, özel hayat kapsamında kalan eylemi gerekçe gösterilerek başvurucunun başka bir göreve atanmak üzere görevden alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/4/2013 tarihinde Erzincan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 24/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) "marangoz teknisyeni" unvanıyla sivil memur olarak görev yapmaktadır. Başvurucu hakkında "amirini tehdit" suçunu işlediğinden bahisle açılan kamu davasında Ordu Askerî Mahkemesinin 7/11/2011 tarihli kararıyla 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, aynı eylem nedeniyle yapılan disiplin soruşturması sonucunda da Kara Kuvvetleri Disiplin Kurulunun 2/8/2011 tarihli kararıyla 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını düzenleyen (D) bendinin (l) alt bendi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası takdir edilmiştir. Başvurucunun disiplin cezasının iptali istemiyle açtığı davadaAskeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi 7/11/2012 tarihli ve E.2012/13, K.2012/1079 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Her ne kadar davacı vekilince cezanın zaman aşımına uğradığı iddia edilmiş ise de; disiplin amirlerince, davacının 2011 tarihinde "kademe ilerlemesinin durdurulması" disiplin cezasını gerektiren bir fiil (amiri tehdit suçunu) işlediği hususunun 2011 tarihinde öğrenilmesini müteakip, mevzuatın aradığı bir aylık süre içinde 2012 tarihinde davacının ifadesinin alındığı, Birlik Komutanlığınca Vaka Kanaat Raporunun 2011 tarihinde hazırlandığı, oluşturulan disiplin soruşturma dosyasının silsile yoluyla 2011 tarihli yazı ile birliğinden 3'üncü Ordu Komutanlığına. 2011 tarihli yazı ile 3'üncü Ordu Komutanlığından Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderildiği ve Disiplin Kurulu kararı talep edildiği, atamaya yetkili amir olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Tayin Daire Başkanlığı tarafından 2011 tarihli yazı ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı Disiplin Kurulunun kararının talep edildiği, 2011 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı Disiplin Kurulunun kararını verdiği ve bu kararın 2011 tarihinde atamaya yetkili amire yani Kara Kuvvetleri Komutanlığı Tayin Daire Başkanlığına bildirildiği, atamaya yetkili amir tarafından da kararın davacıya tebliğ edilmesi maksadıyla 2011 tarihinde 3'üncü Ordu Komutanlığına gönderildiği, 657 sayılı Kanun uyarınca yukarıda açıklanan mevzuat hükümlerine göre disiplin soruşturmasına bir ay içinde başlanmasının ve soruşturmanın tamamlanmasını müteakip en geç 15 gün içinde dosyanın yetkili disiplin kuruluna tevdiinin gerektiği, Muhabere Alay Komutanlığınca 2011 tarihinde davacının ifadesinin alındığı, 2011 tarihinde birliğince tanzim olunan Vaka Kanaat Raporu ile tekemmül ettirilen disiplin soruşturma dosyasının 2011 tarihli yazı ile birliğince 3'üncü Ordu Komutanlığına gönderildiği, 2011 tarihinde kendisine gönderilen soruşturma dosyasına istinaden Kara Kuvvetleri Komutanlığı Disiplin Kurulunun 2011 tarihinde karar verdiği, bu kararın 2011 tarihinde Kara Kuvvetlen Komutanlığı Tayin Daire Başkanlığına gönderildiği, 2011 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından cezanın davacıya tebliği için 3'üncü Ordu Komutanlığına gönderildiği görüldüğünden 657 sayılı Devlet Memurları Kanun'unun 127'inci ve 128’inci maddelerinde geçen süreler içinde soruşturmaya başlandığı, tamamlandığı, kararın verildiği ve cezanın atamaya yetkili amir tarafından davacıya tebliğ edilmek üzere birliğine gönderildiği anlaşılmış ye davacının fiilinin sübutu ve vasıflandırılmasında da herhangi bir eksiklik ya da hata bulunmadığı kanaat ve sonucuna ulaşılmıştır.” Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 13/3/2013 tarihli ve E.2013/360, K.2013/311 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 25/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 10/4/2013 tarihinde sunduğu ek beyanına göre ceza davasına ilişkin olarak Ordu Askerî Mahkemesinin 13/3/2013 tarihli ve E.2013/189, K.2013/33 sayılı görevsizlik kararı üzerine davaya Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi bakmış ve anılan Mahkemenin 4/2/2014 tarihli ve E.2013/235, K.2014/64 sayılı kararıyla başvurucu hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiş ve karar, kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 1602 sayılı Kanun’un başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile sivil memurlardır.” 1602 sayılı Kanun’un başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır.” 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını düzenleyen (D) bendinin (l) alt bendi şöyledir:“Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek,”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2320
Başvuru, disiplin cezasının iptali istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi AYİM) tarafından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza infaz kurumunda tutulma sürecinde gerçekleşen bazı uygulamalar nedeniyle yaşam, eğitim, dilekçe, özel hayata ve aile hayatına saygı hakları, eşitlik ilkesi, haberleşme ve ifade hürriyeti ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 1/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1988 yılı doğumlu olan başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçunu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesi bulunduğu gerekçesiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/6/2017 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu, tutuklandıktan sonra Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiş; buradan 13/6/2017 tarihinde Silivri L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvuru tarihi itibarıyla başvurucu, aynı İnfaz Kurumunda tutulmaktayken 7/7/2020 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu 28/9/2018 tarihinde Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurarak İnfaz Kurumunun bazı uygulamalarını şikâyet etmiştir. Başvurucunun İnfaz Hâkimliğine başvuru dilekçesi yirmi başlıktan oluşmakta olup şikâyetleri sırasıyla ve kısaca şöyledir:- Koğuşlarda kapasitenin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunmakta, bu nedenle herkese yeterli miktarda yemek verilmemekte, ayrıca içme suyunun kantinden ücret karşılığında satın alınması gerekmektedir.- Kalabalık koğuşta tutulma nedeniyle temizlik, sağlık ve psikolojik yönden sorunlar meydana gelmektedir.- Avukatla yapılan görüşmeler kayıt altına alınmaktadır.- Haftada bir gün Kurum doktoruna muayene hakkı bulunmaktadır.- Telefonla iletişim hakkı on beş günde bir on dakikayla sınırlıdır.- Kurumda bulunan atölyelerde çalışma hakkı verilmeyerek maddi kazanç sağlama imkânı ortadan kaldırılmaktadır.- FETÖ üyesi olma isnadıyla tutuklananlar spor salonu veya halı sahayı kullanma hakkından yoksun bırakılmaktadır.- Çiçek yetiştirme, kuş besleme, turnuvaya katılma gibi sosyal etkinliklere katılıma izin verilmemektedir.- Telefon görüşmeleri kayıt altına alınarak özel hayatın gizliliği ilkesi ihlal edilmektedir.- Birinci derece akrabalar dışındaki akraba ve arkadaşlarla iletişime izin verilmeyerek haberleşme hürriyeti ihlal edilmektedir.- Resim veya yazı içerikli kıyafet giyilmesine izin verilmemekte, tutulanlar tek tip kıyafet giyilmesi yönünde zorlanmaktadır.- Merkezî sınavlara girmeye izin verilmemekte, mesleki gelişimlere devam etmek için gereken sertifikaların alınması engellenmektedir. Ayrıca başvurucuyüksek lisans eğitiminde ders aşamasında bulunduğunu ve tez aşamasına geçebilmek için gerekli olan sınava girmesine izin verilmediğini belirterek bu hususun hak kaybına neden olacağını ileri sürmektedir.- Kurumlara veya mahkemelere yazılan dilekçelere kayıt numarası verilmediği için dilekçelerin takibi mümkün olmamaktadır.- İnfaz Kurumu yetkilileri tarafından sözlü tebliğ yapıldıktan sonra Kurumda bulunan bazı tutukluların saç ve sakalları zorla kesilerek kimsenin uzun saçlı ve sakallı olamayacağı yönünde zorlama söz konusudur.- Mutfak araç ve gereçlerinin İnfaz Kurumu idaresi tarafından karşılanması gereken ücreti tutuklu ve hükümlülerden alınmaktadır. - Günde iki defa ayakta sayım yapılmaktadır.- Mektup gönderme ve alma uzun süre yasaklanmıştır.- Açık görüşlerde aile bireyleriyle mesafeli oturmaya izin verildiğinden fiziksel yakınlaşma mümkün olmamakta, bu husus yetkililer tarafından psikolojik baskı yapılmak amacıylatutulanlar aleyhine kullanılmaktadır.- Açık görüşlerde aile bireyleriyle birlikte fotoğraf çekimine izin verilmemektedir. Aileler tarafından gönderilen fotoğraflar sayı sınırlamasına tabidir. - Hâlihazırda mevcut olmayan ancak uzun bir süre uygulanan kısıtlamalar da bulunmaktadır. İnfaz Hâkimliği 16/10/2018 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetlerini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Dosya içeriğinde yer alan talepler ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, tutuklu/hükümlünün dilekçesinde belirttiği 1,2,4,5,6,7,8,9,10,11,12,14,15,16,17,19, 20 ile 13 nolu sınavlara uzun bir süregiremediği talebine ilişkin olarak ise 677 Sayılı KHK'nin sınavlara ilişkin tedbirler başlığı altındaki Maddesinde "Terör örgütü üyeliği veya bu örgütlerin faliyeti çerçevesinde işlenen suçlar sebebiyle tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunanlar, olağanüstü halin devamı ve kurumda barındırıldıkları süre zarfında, ülke genelinde uygulanan merkezi sınavlar ile örgün veya yaygın her türlü eğitim ve öğretim kurumları ile kamu kurum ve kuruluşları tarafından ceza infaz kurumu içinde veya dışında yapılan ya da yaptırılan sınavlara giremez." hükmü nedeniyle olağanüstü hal süresince yararlanamamasında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı ; 18 nolu itirazına konu herhangi bir mektup yasağının bulunmadığı anlaşılmakla tutuklu/hükümlünün tüm taleplerinin REDDİNE..." Başvurucunun "İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olmadığı" iddiasıyla Silivri Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz 13/12/2018 tarihinde reddedilmiş, anılan ret kararı başvurucuya 11/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4872
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutulma sürecinde gerçekleşen bazı uygulamalar nedeniyle yaşam, eğitim, dilekçe, özel hayata ve aile hayatına saygı hakları, eşitlik ilkesi, haberleşme ve ifade hürriyeti ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, eser sözleşmesinden kaynaklanan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hüküm altına alınan miktarın tahsili için gerekli tedbirin alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Kemer Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, Antalya'nın Kemer ilçesinde bulunan otelin çatı kaplama işlerini üstlendiğini, sözleşme kapsamında davalının edimini yerine getirmemesi nedeniyle zarara uğradığını belirterek zararın tazmini ile sözleşme kapsamında verilen çekin iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Birleştirilen dosyanın davacısı; aynı Mahkemede açtığı davada müteahhit (yüklenici) tarafından işin süresinde tamamlanmaması nedeniyle başka birisiyle sözleşme yapmak zorunda kaldığını, bu nedenle turizm sezonunu kaçırdıklarını belirterek uğranılan zararın tazminini talep etmiştir. Başvurucu dava dilekçesinde ve yargılama sırasında davalıların mal varlığı hakkında tedbir kararı verilmesi isteğinde bulunmuş ancak Mahkeme taleplerin reddine karar vermiştir. Mahkeme 8/5/2014 tarihli kararında asıl davayı kısmen kabul etmiş, ıslahla artırılan talebi zamanaşımı nedeniyle reddetmiştir. Mahkeme bunun yanında asıl davada dava konusu alacakların davaya müdahil olan taraflardan alınmasına ilişkin talep ile birleştirilen davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 21/01/2016 tarihli ve E.2015/4661, K.2016/342 sayılı kararı ile onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi Dairenin 18/5/2017 tarihli ve E.2016/5740, K.2017/2137 sayılı kararı ile reddedilmiş, hüküm 18/5/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam 30/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 31/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31424
Başvuru, eser sözleşmesinden kaynaklanan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hüküm altına alınan miktarın tahsili için gerekli tedbirin alınmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itirazı inceleyen mahkemenin tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargı organlarının genel tutumu nedeniyle masumiyet karinesinin; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler dolayısıyla aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 3/5/2018 ve 4/1/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Yapılan incelemede kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/985 numaralı bireysel başvurunun 2018/13388 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/13388 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. İlgili Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarında eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik soruşturmalar yapılmış ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. Hatay Adliyesindeki Dava Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öğretmen olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında FETÖ/PDY yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmış ve 31/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde silahlı terör örgütü kurma, yönetme ve üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Hatay Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Hatay Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde terör örgütü ile herhangi bir bağlantısı olmadığını, herhangi bir şekilde toplantılarına katılmadığını, yayınlarına abone olmadığını, himmet adı altında herhangi bir yardımda da bulunmadığını, ByLock programını hiçbir zaman indirmediğini ve kullanmadığını ifade ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu, dosya kapsamı, dosyaya ekli bylock raporu göz önüne alındığında, atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli emareler bulunması, atılı suçun CMK'nun 100/3 maddesinde düzenlenen suçlardan olması, soruşturmanın geniş kapsamlı olması ve çok sayıda şüphelinin bulunması nedeniyle delillerin tam olarak toplanıp değerlendirilmesinin zaman alacağı hususu da göz önüne alındığında delillerin tam olarak toplanmaması ve dosya kapsamı itibariyle delillerin karartılma şüphesinin bulunması nedeniyle, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan CMK'nun l00 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA, ... [karar verildi.]" Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 6/9/2016 tarihli iddianameyle başvurucu ile birlikte toplam 41 şüpheli hakkında terör örgütüne üye olma suçlamasıyla kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve soruşturma sürecine değinilmiş; başvurucun da bu kapsamda cezalandırılması istenmiştir. Hatay Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 1/10/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/333 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 29/1/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir: "... oluşturulması, dahil olunması, kullanılması ve teknik özellikleri itibariyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca kullanılan kriptolu iletişim ağı ByLock'u yoğun olarak kullandığı, FETÖ/PDY terör örgütü liderinin bylock ile ilgili 'tüm üyelerimiz bylock üzerinden haberleşsin, kullanmayanlar hizmete ihanet etmiş olur' şeklindeki emir ve talimatına uyduğu, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün finans kuruluşu olan Asya Katılım Bankasına para yatırdığı, örgütün Çorludaki izdivaç işlerinden sorumlu olduğu, örgüte ait eğitim kurumlarında çalıştığı anlaşıldığından silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği kanaatine varılmıştır. ..." Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf incelemesi sonunda Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 15/1/2019 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir: "... Yapılan UYAP sorgulaması ile dosya kapsamında yer alan belgelerden; sanık İlyas Tunç hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığının halen açık görülen 2018/15075 sayılı soruşturma dosyası, Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesinin halen derdest görülen 2018/342 sayılı kovuşturma dosyası ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinde halen açık görülen 2018/1673 sayılı istinaf dosyasının bulunduğu, söz konusu derdest soruşturma ve kovuşturma dosyaları ile dairemizde istinaf aşamasında bulunan incelemeye konu dosyanın dairemizde birleştirilmesine hukuki olanak bulunmaması karşısında, sanığa iddianame ile yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olduğu nazara alındığında; istinafa ve bahsedilen soruşturma ile kovuşturma dosyalarına konu suçlar, iddianame ve yakalanma tarihleri göz önünde bulundurularak delillerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle zaman ve mahiyet itibarı ile aynı faaliyetlere ilişkin olup olmadığı, söz konusu faaliyetler arasında hukuki veya fiili kesinti bulunup bulunmadığının tespiti bakımından; mümkünse bahse konu dosyaların birleştirilmesi, mümkün olmadığı takdirde anılan dosyaların onaylı örneğinin dosya içerisine konulmasından sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinde zorunluluk bulunduğu gözetilmeden, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,Sanığın bylock kullanıcısı olup olmadığının atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasfı açısından belirleyici nitelikte olması karşısında; mahkemece sanığın bylock iletişim sistemini kullandığı kabul edilen hatlardan 505 747 ... numaralı hattın sanığın müdafii huzurunda tespit olunan kolluk ifadesinde ve mahkeme huzurunda yapmış olduğu savunmalarında 'eşi olan A.T. tarafından kullanıldığını' beyan etmesi, bu hususun aşamalarda araştırılmadığının ve bu hatta ilişkin bylock tespit ve değerlendirme tutanağının getirtilmediğinin anlaşılması karşısında; ilk derece mahkemelerinde bulunan davalar ile istinaf incelemesine konu davanın dairemizde birleştirilmesinin hukuken mümkün olmadığı da gözetilerek; sanığın eşi olan Arife Tunç hakkında aynı suçtan herhangi bir dava açılıp açılmadığı araştırılarak, dava açılmamış ise açtırılması sağlanıldıktan sonra sanık hakkında bulunan dava ile eşi A.T. hakkında açılan veya açılacak dava dosyalarının birleştirilerek, temin edilecek bylock tespit ve değerlendirme tutanağı içeriği ile bylock kullanılan 505 ... numaralı hatta ilişkin HTS kayıtları analiz edilerek gerekirse bu hat ile görüşme yapılan numaraları kullanan kişiler tanık olarak dinlenilerek, bu hattın kimin tarafından kullanıldığı tereddüte mahal vermeyecek şekilde kesin olarak belirlendikten sonra, sanığın ve eşinin hukuki durumlarının buna göre tayin ve takdirinde zorunluluk bulunduğu gözetilmeden, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,Kabule göre de;Soruşturma aşamasında sanıktan ele geçen dijital materyallere ilişkin inceleme raporu getirtilip değerlendirilerek, CMK'nın maddesi gereğince duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, daha evvel istenilmesine rağmen bu hususa ilişkin inceleme raporu temin edilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması [bozmayı gerektirmiştir.]" Dava, istinaf mahkemesinin bozma kararı sonrasında Hatay Ağır Ceza Mahkemesinin E.2019/102 sayılı dosyasında derdesttir ve yargılama tutuksuz olarak devam etmektedir. Ankara Adliyesindeki Dava Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında yürütülen diğer bir soruşturmada 9/1/2018 tarihli iddianame ile silahlı terör örgütüne üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılığa teşebbüs ve resmî belgede sahtecilik suçlarından Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/341 sayılı dosyasında tutuksuz olarak yapılan yargılamada 11/7/2018 tarihli duruşmada örgüt üyeliği suçundan "Hatay Ağır Ceza Mahkemesine 2016/333 Esas sayılı dava açılmış olması ve örgüt üyeliği suçunun temadi eden suçlardan olup hukuki ve fiili kesinti olmadığı için eylemin sübutu halinde tek suç oluşacağı" gerekçesiyle kamu davasının reddine, resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından ise başvurucunun beraatına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında verilen beraat hükmüne karşı katılan Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı (ÖSYM) vekili istinaf yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesinde anılan davanın istinaf incelemesi devam etmektedir.B. Başvuruya İlişkin Süreç Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 5/3/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 13/3/2018 tarihinde müdafii huzurunda Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle, FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde 2010-2016 yılları arasında Çorlu'da bulunduğunu, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak İngilizce öğretmenliği yaptığını, hakkında isnatta bulunan kişileri tanımadığını, bir yanlışlık olduğunu düşündüğünü, bu kişilerin vermiş olduğu beyanları ve teşhis tutanaklarını kabul etmediğini, herhangi bir kod adı kullanmadığını, FETÖ/PDY terör örgütüyle herhangi bir irtibatı olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca 2016 yılında Hatay'a tayin olduğunu, 2016 yılının 31 Ağustos ayında gözaltına alındığını ve 18 ay tutuklu kaldığını, Hatay Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 6 yıl 3 ay ceza verildiğini, bu kararı temyiz ettiğini, hakkında terör örgütü üyeliğinden iki kez tutuklama yapılamayacağını ve atılı suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüphelinin beyanı, Tekirdağ İl Emniyet Müdürlüğünün tahkikat evrakı, çok sayıda tanık beyanı ve teşhis tutanağı nazara alındığında şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suç için kanunda öngörülen ceza miktarı ve suçun CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunduğu, tutuklama nedenine göre adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan CMK nun 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliği 15/3/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı devam eden soruşturmada başvurucuyu 22/3/2018 tarihinde bu kez silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanması istemiyle yeniden Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu; ifadesinde önceki beyanlarını tekrar ederek hakkında devam eden yargılamada tahliye kararı verildiğini, yeniden tutuklanamayacağını ve atılı suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Şüpheli ve diğer şüphelilerin beyanı, teşhis tutanakları, tanık beyanları nazara alındığında şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suç için kanunda öngörülen ceza miktarı ve suçun CMK 100/3-a-11 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunduğu, tutuklama nedenine göre adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliği 26/3/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 5/4/2018 tarihli iddianameyle başvurucu ile birlikte toplam 8 şüpheli hakkında silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ile terör örgütüne üye olma suçlamalarıyla kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve şüphelinin eylemlerine değinilmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun örgütsel hiyerarşik yapı içerisinde şema-1'de gösterilen müdür yardımcısı konumunda yer aldığı, örgütsel gizliliği ve deşifre olmayı engellemek amaçlı olarak Tahsin kod ismini kullanan üst düzey bir örgüt mensubu olduğu ve kendisinden üst konumlarda bulunan müdür ve alt konumda bulunan öğretmen ve öğrenciler (asker şahıslar) ile görüşmeler yaptığı belirtilmiştir.ii. Başvurucunun üst konumlarda bulunması nedeni ile asker şahıslardan toplanan himmet ve kurban adı altındaki paraların bir üst konumdaki örgüt mensubuna devrettiği, ayrıca örgütsel konumu gereği himmet ve kurban parası toplama faaliyetine dâhil olan örgüte maddi destek sağlayan bir örgüt mensubu olduğu ileri sürülmüştür.iii. Başvurucunun ... isimli askerlerin sorumlusu ve yine bu yapılanma içerisinde faaliyet yürüten Ş.K. ve E.K. isimli asker abilerinin sorumlusu olarak bir dönem faaliyetler yürüttüğü bildirilmiştir.iv. Başvurucunun FETÖ yapılanması içerisinde kendi sorumluluğunda bulunan önem arz eden birimlerde görev yapan bazı askerî personellerle görüşmeler yaptığı, yine örgütsel konumu gereği diğer illerde bulunan ve ataması yapılan asker şahıslarla en son görev yaptıkları veya okuldan mezun oldukları illere giderek, orada bulunan mahrem yapı sorumlusu olan şahıslar ve askeri personeller ile yüz yüze görüşme yaparak irtibat sağladığı belirtilmiştir.v. Askerî personellerin ile gelmesi akabinde başvurucunun sabit hatlar üzerinden onlarla irtibat kurduğu ve yapılanma içerisinde kendisinden alt konumda bulunan öğretmenlere belirli periyotlarla görüşmeler yapmak üzere askerî personeli onlara devrettiği ileri sürülmüştür.vi. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu ve yukarıdaki faaliyetlerde bulunduğu yönünde tanık beyanları ile teşhis tutanaklarının yer aldığı belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen ve yukarıda ifade edilen eylemlere ilişkin olarak ifadesi alınan ve teşhis işlemi yaptırılan yaklaşık yirmi beş tanığın beyanına dayanılmıştır. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... şüphelinin, FETÖ/PDY bağını ortaya koyacak şekilde; FETÖ mahrem yapılanması içerisinde müdür yardımcısı konumu ile öğretmen konumunda bulunan şahısların üzerinde yönetici konumunda faaliyet yürütmek, örgütlü yapı içerisinde Tahsin kod ismini kullanmak, örgüt tarafından özel olarak hazırlanan evlerde mahrem yapılanma içerisinde askerlerden sorumlu olan müdür, müdür yardımcısı, öğretmen ve öğrenci (asker şahıslar) konumunda bulunan şahıslar ile örgütsel toplantılar düzenlemek, şüphelinin örgütsel konumu gereği himmet ve kurban parası toplama faaliyetine dahil olan örgüte maddi destek sağlamak, mahrem yapı sorumlusu olan şahıslar ve askeri personeller ile yüz yüze görüşme yaparak irtibat sağlamak, askeri personellerin ilimize gelmesi akabinde sabit hatlar üzerinden irtibat kurmak, yapılanma içerisinde kendisinden alt konumda bulunan öğretmenlere belirli periyotlarla örgütsel görüşmeler yapmak üzere devretmek suretiyle örgüt ile organik iradi bağını ve bu bağa ilişkin kastını ortaya koyduğu tespit edilmiştir.Bu şekilde şüphelinin, silahlı terör örgütünün ideolojisini benimsediği, eylem ve faaliyetlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk bulunduğu görülmekle, şüphelinin silahlı terör örgütü FETÖ' nün hiyerarşik yapısına dahil bir örgüt üyesi olduğu anlaşılmıştır." Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 17/4/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/342 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu sonraki tarihlerde yaptığı itiraz sonuçlarının kendisine tebliğ edilmediğini belirterek 3/5/2018 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 8/1/2019 tarihli kararıyla başvurucu hakkında açılan kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/7 maddesi gereğince reddine ve başvurucunun da tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgi kısmı şöyledir: "... Sanık İlyas Tunç hakkında TCK’nın 314- ve TCK’nın 314/ maddeleri uyarınca terör örgütü kurma yönetme ve terör örgüt üyeliği suçlarından dolayı TCK'nın 314/1-2 ve 3713 sayılı TMK’nın maddesi ila TCK’nın 63, 53/1 ve 58/ maddeleri gereğince cezalandırılması talebi ile mahkememize 5/4/2018 tarih ve 2018/308 sayılı iddianame ile kamu davası açılmış olup; iddianamede sanığın örgütteki konumunun çizilmiş olan askeri yapılanmaya ait şemada müdür yardımcısı olduğu ve bu kişinin konumuna yönelik hakkında iddianamede şüpheli olarak beyanlarına yer verilen N., E.Y., G.A., H.A., İ.Y., K.T., K., .A.Y., A.Ç., Ş., S., N.A., Ö., R.Ş., S..B., Ö., Ş., N., N.B., Ş.K., E., , S.U., E.K.nın sanığı teşhis ettikleri , bu teşhisler ve ifadelerinde; ortak olarak sanığı Tahsin olarak bildiklerini, bu kişinin örgüt mahiyetinde kendisine ilgilenmesi için devredilen askerlere evlerine giderek sohbet verdiği ve böylece bu kişiler ile ilgilenen daha sonra da örgüt içerisinde bu kişiler ile ilgilenecek olan yeni kişiye devir işlemini yaptığı ,yine birlik içerisinde mevcut olan tüm askeri personel hakkında özel yaşamları, içki içip içmediği ve kumar oynayıp oynamadıklarına yönelik bilgi topladığı, yine mahiyetinde ilgilenmesi gereken askerleri sohbet toplantılarına çağırmak için sabit/ankesörlü numaralar üzerinden aradığı, bu kişinin bekar askeri personelin örgüt içerisinde evlilik yapmasına dair bayanlar ile bu asker kişilerin evlilik işlemlerini de organize ettiği belirtilmiştir. TCK 314/1 maddesi olan 'Terör Örgütü Kurma ve Yönetme' şuçunun oluşabilmesi için bir kişinin Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarih, 2016/7162 Esas -2017/4786 karar sayılı ilamında belirtildiği şekilde; 'Örgütü yönetmek; Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda, icrasında, harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.' şeklinde belirtilmiştir. Gerek iddianamedeki anlatım gerekse iddianamede yer alan beyanlar bir bütün halinde değerlendirildiğinde sanığın eylemlerinin sınırlı bir bölüm olan ve FETÖ/PDY terör örgütünün yapısı çerçevesinde kendisine sadece askerler üzerinde bir sorumluluk alanı verildiği ve bu kişiler üzerinde de sadece evlerine gidip bu kişilere sohbet verdiği, yine bu kişilerin burada görevlerini bitirip tayin dönemlerinde yeni tayin oldukları yerden gelen abi isimli kişiye teslim ettiği şeklinde eylemlerinin olduğu, bu eylemlerinin hiçbirisinin sanığın kendi tasarrufu ile gerçekleştiremediği anlaşılmakla; sanığın eylemlerinin TCK'nın 314/ maddesinde tanımlanan terör örgütüne üye olmak suçunu oluşturduğu, sanığın savunmasında belirtildiği üzere hakkında aynı fiiller nedeni ile terör örgüt üyeliği suçundan dolayı Hatay Cumhuriyet Başsavcılığına ait 8/9/2016 tarih ve 2016/4277 Esas sayılı iddianame ile Hatay Ağır Ceza Mahkemesinin2016/333 Esas sayılı dava dosyası ile kamu davasının açıldığı, kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda mahkemenin 20/01/2018 tarih ve 2018/52 karar sayılı ilamı ile sanığın eyleminin bir bütün olarak örgüt üyeliği suçunu oluşturduğunun kabulü ile TCK'nın 314/ ve 3713 sayılı Yasa'nın ve TCK'nın maddelerinin tatbiki ile neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, yine sanığın beyanında anılan karara yönelik yasal süresi içerisinde İstinaf kanun yolunu başvurduğu ve anılan dosyanın halen Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 2018/2048 Esas sayısında kayıtlı olduğu; silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması nazara alındığında sanığın eyleminin tek bir örgüt üyeliği suçu olduğu, her ne kadar mahkememizde sanık hakkında terör örgüt kurma ve yönetme ile terör örgütüne üye olma suçlarından kamu davası açılmış olsa da eylemin tek bir suç olarak kabul edilmesi gerektiğinden açılan kamu davasının 5271 Sayılı CMK’nın 223/ maddesi gereğince reddine, dosyadaki mevcut delil durumu ve tutuklulukta geçen süre de dikkate alınarak sanığın tahliyesine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu hakkında Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesince davanın reddi yönünde verilen karar, istinaf edilmeden 16/1/2019 tarihinde kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şahin Alpay (GK), B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 55-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13388
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itirazı inceleyen mahkemenin tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargı organlarının genel tutumu nedeniyle masumiyet karinesinin; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler dolayısıyla aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna yapılan başvurunun daha önce Anayasa Mahkemesine yapılan başvurunun süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 11/7/2008 tarihinde Kayseri Sulh Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkeme 27/3/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilmeyen karar 18/5/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu vekilinin talebi üzerine Mahkemece 17/12/2018 tarihinde satış işlemlerinin yapılması için dosya, satış memuruna gönderilmiştir. Başvurucu, ortaklığın giderilmesi davası sonucunda taşınmazın satışı suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verildiği hâlde görevlendirilen satış memurluğu tarafından taşınmazın satışa çıkarılmayarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 20/2/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Başvuru 2018/5533 bireysel başvuru numarasına kaydedilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici maddeyle Bakanlık bünyesinde oluşturulan başvuru yoluna istinaden, ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görünen İnsan Hakları Tazminat Komisyonunu (Tazminat Komisyonu) işaret ederek 17/10/2018 tarihli kararla başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Bunun üzerine başvurucu 30/10/2018 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvurarak tazminat talebinde bulunmuştur. Tazminat Komisyonu 11/1/2019 tarihli karar ile başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmadığı gerekçesi ile talebi reddetmiştir. Başvurucu, karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Başvurucu itiraz dilekçesinde, Anayasa Mahkemesinin Mustafa Ozgan ve diğerleri (B. No: 2014/17682, 8/3/2017) kararına dikkat çekerek ortaklığın giderilmesi davalarında icra aşamasının da makul süreden sayıldığını, karar icra edilmediğinden makul süreye ilişkin bireysel başvuruda otuz günlük başvuru süresinin işlemediğini ileri sürmüştür. Bölge İdare Mahkemesi 4/4/2019 tarihli kararla başvurucunun iddiaları yönünden ayrı bir gerekçe belirtmeksizin itirazın reddine hükmetmiştir. Nihai karar 20/5/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru formunda başvurucu, taşınmazın satışının hiç yapılamadığını ve mahkeme kararının yerine getirilemediğini iddia etmiştir. Bu kapsamda Mahkemeden 4/3/2022 tarihli yazı ile satış işlemlerinin devam edip etmediği, dosyanın açık olup olmadığı sorularak yapılan işlemlerin belirtilmesi istenilmiştir. Mahkeme tarafından gönderilen cevapta, satışa konu taşınmazın mahallinde en son 29/1/2019 tarihinde uzman bilirkişi heyeti marifetiyle kıymet takdirinin yapıldığı, 22/2/2019 tarihinde bilirkişi heyeti tarafından kıymet takdiri raporunun ibraz edildiği, taraflara bilirkişi raporunun tebliğine geçildiği ancak yapılamayan tebligatların bulunduğu belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca taşınmazda el birliği mülkiyetinde bulunan hissedarların bulunduğu ve buna ilişkin olarak kayıt ve belgenin bulunmadığını belirterek mevcut hâli ile taraf teşkilinin sağlanamadığından 31/12/2021 tarihinde takipsizlik nedeni ile dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verildiği belirtmiştir. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Mustafa Ozgan ve diğerleri, §§ 19- 6384 sayılı Kanun'un "Müracaat hakkında karar ve karara itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır. (2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir. (3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. (4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır." 6384 sayılı Kanun'un "Anayasa Mahkemesinde bulunan bazı bireysel başvurular hakkında Komisyona müracaat" kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir: "(l) Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında olup, münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvurular, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Komisyon tarafından incelenir.  (2) Komisyona müracaat, müracaat edenin kimlik bilgileri ile Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi ve numarasını içeren imzalı bir dilekçeyle yapılır. Dilekçeye, Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruya ilişkin form, kabul edilemezlik kararı ve bu kararın tebliğine dair belge ile ihlal iddiasına ilişkin diğer bilgi ve belgeler eklenir.  (3) Müracaat evrakındaki eksikliğin giderilmesi için müracaat edene otuz günü geçmemek üzere süre verilir. Bu süre içinde, geçerli bir mazeret olmaksızın eksikliğin tamamlanmaması hâlinde müracaat reddedilir.  (4) Bu madde uyarınca Komisyona gelen müracaatlar bakımından 7 nci maddenin birinci fıkrasındaki dokuz aylık süre, on altı ay olarak uygulanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21926
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna yapılan başvurunun daha önce Anayasa Mahkemesine yapılan başvurunun süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kapalı görüşlerin dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/25884 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2020/25884 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Farklı ceza infaz kurumlarında bulunan başvurucular, kapalı görüşler için ayrılan camlı bölmelerde telefonla yapılan görüşmelerin dinlenmesinin ve kayda alınmasının ilgili mevzuata aykırı olduğunu iddia ederek uygulamanın kaldırılması için İnfaz Hâkimliklerine şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimlikleri şikâyetleri reddetmiştir. Karar gerekçelerinde; kapalı görüşlerin kaydına ilişkin uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesine dayandığı, bu uygulamanın kurum güvenliği için gerekli olduğu belirtilerek idarenin tesis ettiği işlemde hukuka aykırılık görülmediği vurgulanmıştır. Bir kısım İnfaz Hâkimliği kararlarının gerekçesinde anılan gerekçelerden farklı olarak 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin dördüncü fıkrasına göre hükümlülerin yakınları ile yaptığı telefon görüşmelerinin idare tarafından dinleneceğinin ve elektronik aletler ile kayda alınacağının düzenlendiği ifade edilmiştir. Bazı İnfaz Hâkimlikleri ise ret kararlarının gerekçesinde 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan telefon görüşmelerinin dinlenebileceği ve kaydedilebileceğine ilişkin hüküm yer almaktadır. Başvurucuların itirazları hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle ağır ceza mahkemeleri tarafından reddedilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25884
Başvuru, kapalı görüşlerin dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; muris adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/7/2019 tarihinde K.Ö. tarafından yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucu K.Ö. 20/8/2021 tarihinde ölmüştür. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular bireysel başvuru devam ederken -20/8/2021 tarihinde- ölen K.Ö.nün mirasçılarıdır. K.Ö.nün ölümünden sonra başvuruyu devam ettirmek istediklerini bildiren başvurucular bireysel başvurunun tarafı hâline gelmişse de anlatım kolaylığı açısından K.Ö. başvurucu olarak nitelendirilecektir. Başvurucunun murisi F.S.Ö.nün paydaşı olduğu İzmir ili Narlıdere ilçesinde bulunan 137 ada971 parsel sayılı ve 400 m² büyüklüğündeki taşınmazın 150 m²lik kısmının orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle tapusunun iptali istemiyle Orman Genel Müdürlüğünce 1981 yılında dava açılmıştır. Anılan davada İzmir Kadastro Mahkemesinin 24/3/1998 tarihli kararıyla taşınmazın 184 m²lik kısmının orman sınırları içinde kaldığı tespit edilerek tapusunun iptaline karar verilmiştir. Söz konusu karar 24/11/1998 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 27/3/2009 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Hazine aleyhine, 29/12/2009 tarihinde de İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde Orman Genel Müdürlüğü aleyhine tazminat davaları açmıştır. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi 30/12/2009 tarihinde birleştirme kararı vererek dosyayı Mahkemeye göndermiştir. Yargılamaya Mahkemede devam edilmiştir. Dava dilekçelerinde, taşınmazın tapusunun bedelsiz olarak iptal edilmesi nedeniyle mülkiyetin yitirildiği kararın verildiği 24/3/1998 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir. Mahkeme 13/4/2015 tarihinde Hazine yönünden davayı zamanaşımı gerekçesiyle, Orman Genel Müdürlüğü yönünden ise pasif husumet ehliyeti yokluğundan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, İzmir Kadastro Mahkemesinin 24/3/1998 tarihli kararının 24/11/1998 tarihinde kesinleştiğine işaret edilerek 27/3/2009 ve 29/12/2009 tarihlerinde açılan davaların 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinde düzenlenen on yıllık dava açma zamanaşımı süresinden sonra olduğu, bu nedenle zamanaşımı süresinin dolduğu belirtilmiştir. Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/12/2018 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 16/5/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 30/6/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37-47; Ayşe Çidem Tekindağ ve diğerleri, B. No: 2017/15121, 11/12/2019, §§ 21-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26598
Başvuru, muris adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tespit ve tescilinden dolayı uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ereğli Orman İletme Müdürlüğü Muhakemat Müdürlüğü bünyesinde avukat olarak çalışmakta iken 1/9/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerine ilişkin açıklanan listede başvurucunun ismine de yer verilmiş ve bu suretle başvurucu 1/9/2016 tarihinde kamu görevinden ihraç edilmiştir. Ayrıca başvurucu; terör örgütüne üye olmak suçundan 1/8/2016 tarihinde tutuklanmış, itiraz sonucu Bartın Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/11/2016 tarihli kararıyla tahliye olmuştur. Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle Zonguldak Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi Baro Yönetim Kurulunun 18/1/2017 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Anılan karar Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı Yönetim Kurulunun 3/2/2017 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. Söz konusu karar, Bakanlık tarafından uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere 24/2/2017 tarihinde TBB'ye geri gönderilmiştir. TBB Yönetim Kurulu, 4/3/2017 tarihli kararıyla, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Israr kararının gerekçesinde; başvurucu hakkında ceza soruşturması veya kovuşturmasının bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca 672 sayılı KHK ile belirlenen "bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler" hükmünün avukatın kamu görevlisi olmaması ve baroya kaydın istihdam olarak nitelendirilememesi dikkate alındığında somut olaya uymadığı vurgulanmıştır. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yeniden yazılmasına ilişkin TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen kararın iptal edilmesi istemiyle Ankara İdare Mahkemesi nezdinde 15/3/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; başvurucunun 672 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararname eki liste ile kamu görevinden çıkarıldığı, anılan KHK kapsamında alınan tedbirlerin sadece idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlar ile sınırlı tutularak memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olarak levhaya yazılmasının hukuk devleti ilkelerine aykırı olacağı gibi avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği belirtilmiştir. İlgili mevzuat hatırlatıldıktan sonra avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde bulunduğu, dolayısıyla anılan Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen kamu hizmetinde istihdam edilme yasağının avukatlık mesleği için de geçerli olduğu ileri sürülmüştür. Davalı TBB tarafından sunulan cevap dilekçesinde; 24/3/2017 tarihli ısrar kararında belirtilen hususlara yer verilmiş ve avukatlığa engel hâlleri taşımadığı, avukatın bir kamu görevlisi olmadığı ve baroya kaydın istihdam olarak nitelendirilemeyeceği ileri sürülmüştür. Başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmesine ilişkin verilen kararın ve bu yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuş ve davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme, 17/1/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 7/4/1969 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun ve maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında avukatlık mesleğinin kamu hizmeti ifa eden serbest meslek olduğu vurgulanmıştır. 672 sayılı OHAL KHK'sı gereğince, kamu görevinden çıkarılan kişilerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri, meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları, bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları yönündeki düzenleme gözetildiğinde kamu görevinden çıkarılan kişinin avukat olarak baro levhasına yazılmasına ve avukat unvanını kullanmasına imkân bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir Söz konusu karara karşı TBB ve başvurucu tarafından yapılan itiraz Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesinin 3/6/2018 tarihli kararıyla, derece mahkemesinin kararının yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 23/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25582
Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 6/10/2016 ve 4/1/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Yapılan incelemede kişi yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/17721 numaralı bireysel başvurunun 2017/2845 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine; incelemenin 2017/2845 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 10/8/2016 tarihli kararı ile -Düzce Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 31/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiş ve FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı tarihte Düzce Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde Savcılık beyanını tekrar ederek "...benim FETÖ terör örgütü ile hiçbir ilgim yoktur ve olmamıştır. Tüm telefon kayıtları, dijital cihazlar vs. belgelerin mesleğimle ilgili ve mesleğim dışında yaptığım iş ve işlemlerimin titizlikle araştırılmasını talep ediyorum. Bana yöneltilen suçlamanın nedenlerini halen bilmiyorum. Bilmem halinde daha sağlıklı savunmada yapabilirim. Bankalarda bir hesabım yoktur. Evlerinde ve dersanelerinde kalmışlığım yoktur. Örgütün hiçbir faaliyetinde bulunmadım. Yardımda bulunmadım. Yardım almadım, en ufak bir ilgim olmamıştır..." şeklinde anlatımda bulunmuştur. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... üzerlerine atılı suçu işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, atılı suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, işin önemi, verilmesi beklenen muhtemel ceza miktarı göz önünde tutulduğunda verilecek tutuklama kararının ölçülü olacağı ve adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşılmakla Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 12/8/2016 tarihli talebinin kabulü ile şüphelinin üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan 5271 Sayılı CMK'nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Bolu Sulh Ceza Hâkimliği 8/9/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 29/8/2016 tarihinde tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"...şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işledikleri yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, şüphelilerin üzerlerine atılı suçların 5271 sayılı CMK'nın 100/maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedenlerinin varsayıldığı, suçların vasıf ve mahiyeti, ileride verilmesi beklenen muhtemel cezaların miktarı ve korunan hukuki değer ile menfaat karşılaştırıldığında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, işin önemi, verilmesi beklenen ceza miktarları göz önünde tutulduğunda tutuklama tedbirinin ölçülü olmaya devam ettiği, soruşturmanın henüz tamamlanmamış olup şüphelilerin tahliyesini gerektirir maddi ve hukuki nedenlerin bulunmadığı anlaşılmakla şüphelilerin 5271 Sayılı CMK 100 vd. maddesi uyarınca ayrı ayrı tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 20/9/2016 tarihinde itirazı incelenmek üzere Bolu Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir. Başsavcılık 29/9/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu 6/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bolu Sulh Ceza Hâkimliğince 29/10/2016 tarihinde "dosyasının 29/9/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı ile gönderildiğinin bildirildiği anlaşılmakla, bu aşamada hakimliğimizce yapılacak işlem kalmadığından itiraz dilekçesi ve eklerinin bilgi ve gereği için Düzce Başsavcılığına gönderilmesine" karar verilmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/4/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" ... soruşturmanın geldiği aşama göz önüne alınarak tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu, tutuklama tedbiri ile ulaşılmak istenen amaca Adli Kontrol hükümleri ile de ulaşılabileceği kanaatine varılarak ... tahliyesine... [karar verildi.]" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 20/3/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede başvurucu yönünden suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK'nın 31/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Dönemin HSYK'sını eleştiren ve aynı suçtan ihraç edilen yapı mensubu hâkim/savcı B.Y.yi sosyal medyadan destekleyici paylaşımlarda bulunduğu ve yapı mensubu olan müfettişlerce korunup kollandığı ileri sürülmüştür.iii. FETÖ kapsamında haklarında soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle görüşmesinin bulunduğu belirtilmiştir.iv. 2014 yılı HSYK seçimlerinden önce bağımsız olarak seçime giren ancak örgütle bağlantılı olan adayların da bulunduğu toplantılara aktif şekilde katıldığı, yapı mensubu olan kişilerle hareket ettiği ileri sürülmüştür. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak değinilen ve yargı mensubu oldukları anlaşılan tanık beyanlarının ilgili kısımları şöyledir:- R.B.B. beyanında "...şüphelinin yapı ile bağlantısı olduğunu düşünmediğini ve bu konuda en ufak bir şüphesinin olmadığını, şüphelinin örgüt ile bağlantılı olduğu yönünde herhangi bir şey sezinlemediğini" ifade etmiştir. - F. beyanında "... halen Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan Murat ÖZMEK'i 2003 yıllarasında Kadıköy Adliyesinde öğrenci iken memurlara yardımcı olmak için işe başladım kendisi de avukat olarak çalışmakta idi orada kendisini tanıdım. Bugüne kadar da kendisini de tanırım ayrıca kendisi benim nikah şahinim olur, kendisi ile yaklaşık 20 gün önce telefon ile görüştüm, ben kendisini aradım, kendisinin halini hatrını telefonda sordum, yaptığımız görüşmede kendisi bana devamlı cezaevine gittiğini, bu adamların yaptığı pislikleri temizlemeye çalıştığını söyledi, 2003 yılında Avukat olarak çalıştığı dosya da akbank ve muttelip dosyaları vardı devamlı adliyeye gidip gelirdi bizde sık sık görüşür idik bu süre zarfında herhangi bir grupla bağlantılı olduğunu kesinlikle düşünmüyorum, kendisinin de görüşünü bilmiyorum tahmini olarak sağ gruba yakın bir isim olduğunu da düşünmüyorum. Kendisi ile bu zaman zarfında çok sık görüşür idik. Aklında da hakim veya savcı olmak yok idi. Ancak şimdiki eşi Ö. hanımın bu mesleğe girmelerini çok istediğini biliyorum kendisi de hatta 9 defa sınava girdi 4'ünde mülakatta elendi. Daha sonra Murat ÖZMEK'in yaş sınırı doluyor idi. Son kez denemeye karar verdi ve ikiside sınavı kazandı ama nasıl kazandı bilmiyorum.Ben Murat ÖZMEK'in hakim ve savcılık sınavını kazanmasının eşli olarak sınavı kazandıkları için olabileceğini düşünüyorum kendisinin bu terör örgütü ile uzaktan ve yakından alakası yoktur. Ben zaten bu konuda tereddüt etmiş olsam asla ifade vermezdim. Ben Murat ÖZMEK'in tutaklandığını avukat E. hanımdan öğrendim ve çok şaşırdım kendisi ile ilgili bildiklerim bundan ibarettir." şeklinde anlatımda bulunmuştur.- F. ifadesinde "... şüpheli olarak halen Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan Murat ÖZMEK'i yanımda stajyer avukat olarak çalıştığı 2001-2007 yılları arasında tanırım. Kendisi vatanına ve milletine bağlı bir kişidir. Bildiğim kadarı ile İstanbul Üniv. Hukuk Fakültesi mezunudur. Üniv. döneminde bildiğim kadarı ile ailesi ile İstanbul ili Kartal ilçesinde kalmakta idi. Benim yanımda stajyer olarak çalıştığı dönemde yaşamayı seven yaşam ile ilişkisi olan hiçbir yerle bağlantısı olmayan hatta bugün evli bulunduğu okul ve sınıf arkadaşı Ö. hanım ile beraber idi. Benim bildiğim tek bağlılığı da Ö. hanıma olan bağlılığıdır. Bizim büromuzun bütün etkinliklerine katılırdı. Biz büro olarak her yıl 19 Mayıs günü piknik etkinliği yapardık ve kendisi de bu etkinliklere katılır idi. Bugün kendisinin avukatlığını yapan S. ve E. hanımda benim stajyerlerim idi. O dönemde bu avukatlar da Murat beyi çok iyi tanırlardı. Bu avukatların da Murat ÖZMEK'in avukatlığını yapıyor olmaları Murat ÖZMEK'e inançlarının bir simgesidir ve önemsenecek bir durumdur. S. ve E. hanım da bende Murat ÖZMEK'in FETÖ/PDY Terör Örgütü ile bağlantılı olduğunu kesinlikle düşünmüyoruz. Ve bu yönde de hiçbir bilgimiz duyumumuzda yoktur. Murat ÖZMEK milliyetçi bir arkadaştır. Murat ÖZMEK benim yanımda stajyer olarak çalıştığı dönemde en ufak bir saygısızlığını ve yanlışını görmedim bizim sağladığımız olanaklar ile devletin sağladığı olanakları gözönüne aldığımızda devletine böyle bir hıyanetin içerisinde kesinlikle yer almaz ben buna kesinlikle inanıyorum. Ben Murat ÖZMEK'i yaklaşık 3 yıldır görmüyorum İstanbul iline ailesini ziyarete geldiğinde 2 defa yanıma uğramıştır beni aynı saygı çerçevesinde ziyaret etmiştir. Kendisi ile telefon ile çok görüşmedik. Bir ya da iki kere görüşmüş olabiliriz. Murat ÖZMEK'in gözaltına alındığı haberini bana avukatı olan S. hanım iletti ve kendisi de Murat ÖZMEK'in avukatlığını yapacağını beyan etti, bende kendisine yardımcı olmak amacı ile elimizden geleni yaparız dedim." şeklinde beyanda bulunmuştur.- T. beyanında "Ben 2014 yılı Haziran ayı ile 2017 yılı Temmuz ayı arasında Anamur Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptım. HSYK Genel Kurulu tarafından FETÖ irtibatı nedeniyle meslekten ihraç edilen Murat ÖZMEK’i Anamur Adliyesinde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapması nedeniyle tanırım, daha öncesinde tanışıklığım yoktur. 2016 yılı yaz kararnamesiyle de Hakim eşi Ö.Ö. ile Düzce Adliyesine tayin oldular. 2014 HSYK seçim sürecinde Murat ÖZMEK’in aktif olarak bağımsız görünümlü paralel yapı adayları lehine çalıştığına şahit olmadım fakat seçim öncesinde Anamur Adliyesine seçim çalışması için gelen paralel yapı adaylarından O.G., İ.Ç. ve H.S. için FETÖ/PDY irtibatı nedeniyle meslekten ihraç edilen ve bildiğim kadarıyla halen yakalanamayan o dönemin Anamur Cumhuriyet Savcısı B.Y.nin organize ettiği toplantılara aktif olarak katıldığına şahidim. Bu toplantılar benim haberim olmadan organize edilen toplantılardı. Hatta O.G. için düzenlenen toplantı benden habersiz gece saat 22:00 civarında adliyede yapılmıştı. Bunun yanında Murat ÖZMEK’in B.Y. ile arası çok iyiydi. 2014 yılı Kasım ayı içerisinde Star Gazetesinde içlerinde B.Y.nin de olduğu bir kısım Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının paralel yapıya mensup olduklarına dair bir yazı çıkmıştı. B.Y. 7/11/2014 tarihinde mesai sonrasında nöbetçi Cumhuriyet savcısı olmamasına rağmen Murat ÖZMEK’e bu haber içeriği nedeniyle haberi yazan E.Ç., gazetenin genel yayın yönetmeni Y.Z. ve gazetenin haber müdürü F.G. hakkında şikayet dilekçesi sunmuş ve Murat ÖZMEK dilekçeyi havale edip B.Y. müşteki sıfatıyla beyanını almış. Aynı gün hemen sonrasında E.Ç., Y. ve F.G. sisteme şüpheli olarak kayıtlayıp 18:00 saatleri civarında hiçbir aciliyeti olmamasına karşın ivedi uyarısıyla bu şahısların şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınması için Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazmış. Ben bu durumu olaydan bir gün sonra yazı işleri müdürümüzün söylemesiyle öğrendim ve dosyayı uhdeme alıp yetkisizlik kararına bağlayarak Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdim. Olaydan sonra Murat ÖZMEK ve B.Y.ye neden bu şekilde bir iş yaptıklarını sorduğumda her ikisi de bana arkadaş olduklarından bu şekilde hareket ettiklerini söyleyip durumu önemsiz göstermeye çalıştılar. Ancak ben bu işin normal seyrinde yapılmadığını düşündüğümden kuşkulandım. B.Y. seçim sürecinde ve sonrasında Adalet.org isimli siteyi aktif kullanır ve o dönemki ünvanlı meslektaşlar ile yargı bürokrasisini sırf yıpratmak ve olumsuz algı oluşturmak için ağır şekilde eleştirirdi. Yazdıkları nedeniyle B.Y.ye yapılan yorumlar karşısında Murat ÖZMEK savunmaya geçer ve B.Y.lehine olumlu şeyler yazardı. Bir seferinde tarihini tam hatırlamamakla birlikte 2015 yılının ortalarında Adalet.org sitesinde yine B.Y.nin yapmış olduğu bir yoruma gösterilen tepki üzerine Murat ÖZMEK’ın 'B.Y. senin için cemaatçi diyenler utansın. Ben senin cemaatçi olmadığından eminim' şeklinde bir yazı yazdığını çok iyi hatırlıyorum. Bu yazı B.Y.nin o dönem paralel yapı olarak adlandırılan bu oluşumla irtibatlı olduğunu kendisinin dahi reddetmediği bir dönemdi. Bu nedenle Murat ÖZMEK’in bu yazısı benim epey dikkatimi çekmişti. Murat ÖZMEK ve hakim olan eşi Ö.Ö.nün 3 çocukları vardı. Okul çağındaki 2 çocuğu Anamur ilçesinde bulunan ve daha sonra FETÖ/PDY irtibatı nedeniyle devletin el koyduğu, o dönemde paralel yapıya ait olduğu herkes tarafından bilinen Tekalan Kolejine gönderdiler. Ben ve diğer arkadaşlar hem Murat ÖZMEK’e hem de Ö.Ö.ye çocuklarını bu okula göndermemelerinin iyi olacağını defalarca söylememize karşın bizi dinlemediler ve tayin oldukları 2016 yılı eğitim öğretim dönemi sonuna kadar çocuklarını bu okula gönderiler. 2015 yılı nisan ayında Kurul Müfettişleri Y.S. ve E.K. Anamur Adliyesini denetlediler. Denetim sonrasında Murat ÖZMEK’e Müfettişler tarafından 80 sicil puanı verildiğini öğrendik. Murat ÖZMEK benim kanaatimce o dönemki denetime tabi Anamur Cumhuriyet Savcıları arasında performansı en düşük olandı. Bu husus da gerek ben gerekse de o dönem Silifke Başsavcısı olan A.K. tarafından yazdığı kararlar ve kolluğa verdiği talimatlar nedeniyle sıkça uyarılmıştı. Denetime tabi olan diğer Cumhuriyet Savcılarından S.Ç. ve E.ye Murat ÖZMEK’den daha iyi olmalarına karşın 73 sicil puanı verildiğini de öğrendiğimde daha sonradan Kurul Müfettişleri Y.S. ve E.K.nın FETÖ/PDY irtibatları nedeniyle meslekten ihraç edildiği hususu yukarıda anlattıklarımla birlikte değerlendirdiğimde Murat ÖZMEK’e maksatlı olarak bu şekilde olumlu sicil notu düzenlendiğini düşünmekteyim." şeklinde anlatımda bulunmuştur. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"Şüpheli hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyanlar (3 lehe, 1 aleyhe), sosyal medya paylaşımları, Veri Havuzu Sorgulama Raporu, HTS Analiz Raporları (3 adet), kolluk tarafından düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, 2014 yılı HSYK seçimlerinden önce sözde bağımsız adı altında seçime giren ancak örgütle bağlantılı olan adaylarının da bulunduğu toplantılara aktif olarak katıldığı, yapı mensubu olan kişilerle hareket ettiği, sosyal medya hesabı üzerinden destekleyici mesajlar attığı, yapı mensubu olan müfettişlerce korunup kollandığı, yüksek teftiş notu verildiği, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 11/6/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/192 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 29/8/2019 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Cumhuriyet savcısı 23/12/2019 tarihli duruşmada başvurucu hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği yönünde olan, esas hakkındaki görüşünü Mahkemeye bildirmiştir. Mahkeme aynı tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... ... sanığın dinlenen tanık beyanlarına göre 2014 yılı HSYK seçimleri öncesi hem YBP adayları hemde sözde bağımsız aday olarak görünüp FETÖ/PDY tarafından aday olmaları sağlanan ve bu örgütün yargı içine sızdırılmış mensupları tarafından desteklenen adayların seçim çalışmalarına katıldığı, 2007-2008 yılında mesleğe başladığı ve Anamur'un sanığın üçüncü görev yeri olduğu, mesleki tecrübesinin teşkilat içinde aday olan isimlerin hangi gruba mensup olduğu ve kimler tarafından desteklendiğini bilebilecek durumda olduğunu gösterdiği, sanığın hayatı boyunca karşı duruş sergilediği şeklindeki savunması ve tanık beyanları ile desteklemeye çalıştığı bu savı ile sanığın 2014-2016 yılları arasında tecrübeli bir Cumhuriyet savcısı olarak çocuklarını FETÖ ile iltisaklı okulda devlet tarafından bu oluşuma bakış açısının artık belli olmaya başladığı hatta belli olduğu dönemde eğitim amaçlı olarak göndermesinin çelişki gösterdiği, kendi beyanlarına göre B.Y. isimli eski savcı ile ilgili olarak farklı yerlerde görev yapan meslektaşları tarafından uyarılmasına rağmen bu kişiye sosyal insani ilişkiler dışında yakın tavırlar sergileyip 'adalet.org' isimli siteden o dönem cemaat olarak adlandırılan yapıya mensup olmadığına dair paylaşımlar yapması, ayrıca bir cumhuriyet savcısı olarak her ne kadar meslektaş hassasiyeti olarak savunmuş olsa da B.Y. hakkında paralelci şeklinde çıkan haberlere ilişkin olarak sanığın çok aciliyet arz etmemesine rağmen ivedi bir şekilde şikayet dilekçesini tevziye bile kaydetmeden hemen işleme alıp koyması ve aynı işlemin devamında acil olarak ilgili gazetecilerin ifadelerinin alınması yönünde talimat yazması ve bu durumu cumhuriyet başsavcısına sonraki günlerde söylemeyip Cumhuriyet başsavcısının bunu yazı işleri müdüründen öğrenmesi, sanığın meslektaşının şikayet dilekçesini hassasiyetine binaen saat 17:00 dan sonra alıp soruşturma başlatması anlaşılır olsa da yazıyı yazan kişilerin ifadelerinin acil olarak alınması yönündeki işlemleri tevziye kaydedip ertesi gün gerekli talimatları yazabileceği, soruşturma başlatma işlemi ve devamındaki işlemlerin aciliyet kespeden işlemler olmadığı hususları sabit olmakla birlikte sanığın bu eylemlerinin sempati boyutunda olduğunun kabulünün gerektiği ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliğinden cezalandırılması için aranan her türlü şüpheden uzak mahkûmiyetine yeterli, kesin ve inandırıcı delil olarak kabul edilemeyeceği değerlendirilerek sanık hakkında CMK’nın 223/2-e maddesi gereğince beraat kararı verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. " Başvurucu, hakkında verilen beraat hükmüne karşı "işlenen suçun kendisi tarafından işlenmediğinin sabit olması nedeniyle beraat" kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle istinaf yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/2845
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, görev ünvanının değiştirilmesi talebinin reddine dair işlemin iptali talebiyle açılan davada davanın çözümüne etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 30/8/2001 tarihinde sağlık astsubay hazırlama okulundan mezun olmuş ve Gülhane Askerî Tıp Akademisi tarafından açılan, Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığında 2/12/2009-12/11/2010 tarihleri arasında verilen kursta protez ortez alanına ilişkin teorik ve pratik eğitimi almıştır. Eğitim sonrasında başvurucu adına kurs bitirme sertifikası düzenlenmiş ve başvurucu, Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi bünyesinde tıbbi protez ortez teknikeri olarak göreve başlamıştır. Başvurucunun görev yaptığı kuruluşun -9/11/2016 tarihli ve 6756 sayılı Kanun ile değiştirilerek kabul edilen- 31/7/2016 tarihli ve 29787 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi kapsamında Sağlık Bakanlığına devri üzerine ünvanı sağlık memuru olarak belirlenmiştir. Başvurucunun 25/7/2018 tarihinde ünvanının sağlık teknikeri, branşının ise protez ortez olarak düzeltilmesi talebiyle Sağlık Bakanlığına başvuruda bulunduğu, başvurusunun 18/10/2018 tarihli ve E.4999 sayılı işlemle branş değişikliği talebine ilişkin alana ait diplomayı sunmadığı gerekçesiyle reddedildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, eğitimini tamamlayarak tıbbi protez ve ortez teknikeri görevini ifa etmeye başladığı ve hâlen Protez Ortez Üretim ve Uygulama Merkezinde tekniker olarak görevine devam ettiği iddiasıyla işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 24/5/2019 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir: “…1219 sayılı Kanun'un yukarıda metnine yer verilen düzenlemeye göre protez ve ortez teknisyeni/teknikeri ünvanına hak kazanmak için:"- Sağlık meslek liselerinin ve ön lisans seviyesindeki tıbbi protez ve ortez programlarından mezun veya,- Geçici 7'nci maddenin yürürlüğe girdiği tarih olan 25/04/2011 tarihinden önce, ilgili mevzuatına göre gerekli eğitimleri almış olarak yürütmekte olmak," şartlarından herhangi birinin varlığının gerektiği açıktır.Buna göre, Sağlık Memuru diplomasına sahip olan davacının, sağlık teknikeri ünvanı için gerekli eğitim (lise/önlisans veya anılan tarihten önce gerekli eğitimlerini almış olmak) şartlarını taşımaması nedeniyle davalı idarece tesis olunan işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Başvurucunun bu karara yaptığı istinaf talebini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 2/7/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiş ve yargısal süreç tamamlanmıştır. Nihai karar 7/9/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu tarafından 6/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan devam eden süreçte başvurucunun davasıyla konusu aynı olan bir başka uyuşmazlığa ilişkin olarak farklı bölge idare mahkemeleri kararları arasındaki aykırılığın giderilmesinin talep edilmesi üzerine ilgili bölge idare mahkemesi dosyayı Danıştaya göndermiş ve uyuşmazlığı inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2/12/2021 tarihli ve E.2021/112, K.2021/109 sayılı kararı ile bölge idare mahkemesi kararları arasındaki aykırılığın dava konusu işlemin iptali doğrultusunda giderilmesine kesin olarak karar verdiği görülmüştür. Danıştayın gerekçesi şu şekildedir: “…Bu itibarla, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği'nin Maddesindeki, tıbbi teknisyenlerin, sağlık meslek lisesi mezunu olup, branşlarında çalışabilmeleri için gerekli kursları görmüş, bilgi ve beceri kazanmış sağlık personeli olarak tanımlandığı hususu ile 1219 sayılı Kanun'un Geçici maddesinin fıkrasındaki, bu maddenin yayımı tarihi itibariyle elde edilmiş olan meslek unvanları ve ilgili alanlarda mesleki eğitimlerine başlamış olanların haklarının saklı olduğu ve fıkrasındaki, bu Kanun'un ek maddesi ile tanımlanan sağlık teknisyeni ve sağlık teknikeri mesleklerinden herhangi birine ait iş ve işlemleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ilgili mevzuatına göre gerekli eğitimleri alarak yürütmekte olanların bu haklarının saklı olduğu yolundaki hükümler karşısında, sağlık astsubayı olarak görev yapmakta iken, sicil durumuna göre seçilen ve belirli branşlarda (anestezi, röntgen, laboratuvar...) 'Teknisyen Astsubay Kursu' verilmek suretiyle, astsubay statüsünde 'sağlık teknisyeni' olarak istihdam edilen ve sertifika belgesi Sağlık Bakanlığınca '1219 sayılı Kanun'un Geçici maddesi uyarınca (anestezi teknisyenliği / tıbbi görüntüleme teknisyenliği / laboratuvar teknisyenliği ) alanındaki iş ve işlemleri yapmaya yetkilidir' ibaresiyle tescil edilerek kayıt altına alınan davacıların, devir esnasında branşına uygun olarak 'sağlık memuru(anestezi/röntgen/laboratuvar...)' kadrosuna yapılan atamalarının, daha sonra anılan teknisyenlik branşına dair herhangi bir diploma bulunmadığı ve bu konuyla ilgili olmayan Devlet Personel Başkanlığının görüş yazısına istinaden iptal edilerek, iş ve görev tanımları ile sorumlulukları birbirinden farklı, 'sağlık memuru (toplum sağlığı)' olarak değiştirilmesi işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.” 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...j) Tıbbi protez ve ortez teknisyeni/teknikeri; sağlık meslek liselerinin ve ön lisans seviyesindeki tıbbi protez ve ortez programlarından mezun; kaybedilen organların işlevlerini kısmen de olsa yerine getirecek yapay organlar ile desteklenmesi, korunması ve düzeltilmesi gereken vücut kısımlarına uygulanacak yardımcı cihazları ve aletleri tasarlayan, kullanıma hazır hale getiren, onarımını yapan ve uzman tabip denetiminde hastaya uygulayan sağlık teknisyeni/teknikeridir." 1219 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...(Değişik dördüncü fıkra: 4/7/2012-6354/ 22 md.) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ağız ve diş teknikerliğine ilişkin iş ve işlemleri son beş yıl içinde en az toplam bir yıl süre ile yaptığını belgeleyen ve en az lise seviyesinde eğitimi bulunanlardan, usul ve esasları Sağlık Bakanlığınca belirlenen eğitimleri alarak açılacak sınavlarda başarılı olanlar, ağız ve diş sağlığı teknikeri yetkisiyle çalışabilir.Bu maddenin yayımı tarihi itibarıyla elde edilmiş olan meslek unvanları ve ilgili alanlarda mesleki eğitimlerine başlamış olanların hakları saklıdır. Bunların görev, yetki ve sorumlulukları Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.Bu Kanunun ek 13 üncü maddesinde ve bu maddede öngörülen yönetmelikler bir yıl içerisinde yürürlüğe konulur. Bu yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar, mevcut ikincil düzenlemelerin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.Bu Kanunun ek 13 üncü maddesi ile tanımlanan sağlık teknisyeni ve sağlık teknikeri mesleklerinden herhangi birine ait iş ve işlemleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ilgili mevzuatına göre gerekli eğitimleri alarak yürütmekte olanların bu hakları saklıdır. (Değişik sekizinci fıkra: 4/7/2012-6354/ 22 md.) Bu madde gereğince Sağlık Bakanlığınca yapılacak eğitimler ve sınavlar en geç 31/12/2012 tarihine kadar yapılır ve bu süre içerisinde ilgililer çalışmalarına devam edebilir." 6756 sayılı Kanun'un "Devredilecek Personel" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... (2) Devredilen personelin atanacağı kadrolar, başka bir işleme gerek kalmaksızın atama işleminin yapıldığı tarih itibarıyla ihdas edilerek 78 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki cetvellerin ilgili kurumlara ait bölümlerine eklenmiş sayılır." 13/1/1983 tarihli ve 17927 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Tıbbi Teknisyenlerin Görev ve Yetkileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tıbbi teknisyenler sağlık meslek lisesi mezunu olup, branşlarında çalışabilmeleri için gerekli kursları görmüş, bilgi ve beceri kazanmış yardımcı sağlık personelidir..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/31007
Başvuru, görev ünvanının değiştirilmesi talebinin reddine dair işlemin iptali talebiyle açılan davada davanın çözümüne etkili iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, derece mahkemeleri önündeki yargılamasının makul olmayan bir süreden beri devam ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 17/1/2013 tarihinde Didim (Yenihisar) Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/5/2013 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı görüşlerini 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki şikayetler nedeniyle 16/10/2001 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış ve gereği yapılmak üzere Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmiştir. Başvurucu savcılığın tutuklama talebi üzerine Bursa Sulh Ceza Mahkemesinin 16/10/2001 tarih ve 2001/406 sorgu numaralı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 1/5/2002 tarih ve E.2002/22 sayılı kararı ile tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkında, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 17/10/2001 tarih ve 19756 sayılı iddianamesi ile 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesi, maddesinin (2) numaralı ve maddesinin (1) numaralı fıkraları gereğince kamu davası açılmıştır. Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2002 tarih ve E.2002/22, K.2002/413 sayılı kararıyla başvurucunun 4 yıl 7 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 27/6/2005 tarih ve E.2003/21066, K.2005/6842 sayılı ilamı ile başvurucu hakkındaki mahkumiyet hükmü bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yapılan yargılamada Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 25/5/2006 tarih ve E.2005/430, K.2006/227 sayılı kararıyla başvurucu yeniden 4 yıl 7 ay 10 gün hapis cezasına mahkum edilmiş, bu karar da başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2008 tarih ve E.2008/6557, K.2008/16848 sayılı ilamıyla Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 25/5/2006 tarihli kararı bozulmuştur. Bozma kararı üzerine, Bursa Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada başvurucunun 27/1/2010 tarihinde yeniden 4 yıl 7 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş ancak karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 23/2/2011 tarih ve E.2010/17385, K.2011/2613 sayılı ilamıyla bozularak yeniden Bursa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Bozma kararı sonrasında yapılan yargılama üzerine, Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 7/2/2012 tarih ve E.2011/139, K.2012/18 sayılı ilamıyla başvurucunun 4 yıl 7 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ancak bu karar da başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Başvuru tarihi itibarıyla dava Yargıtay aşamasında derdest olmakla birlikte UYAP üzerinden elde edilen bilgiye göre; başvurucu hakkında Bursa Ağır Ceza Mahkemesince 7/2/2012 tarihinde verilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/12/2012 tarih ve 2012/4454, K.2012/10047 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/695
Başvurucu, derece mahkemeleri önündeki yargılamasının makul olmayan bir süreden beri devam ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
1
Başvurucu, maliki olduğu taşınmaza ilişkin olarak aleyhine açılan dava sonucunda müdahalenin menine ve ecrimisil tazminatının tahsiline karar verildiğini, mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun usule aykırı olarak idari yönden reddedildiğini belirterek idari ret kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Başvuru, 5/3/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, ihlale neden olduğu ileri sürülen nihai kararın 30/1/2013 tarihinde öğrenilmesine rağmen 30 günlük başvuru süresinin geçmesinden sonra başvuruda bulunulduğu gerekçesiyle Komisyonlar Başraportörünce, 10/4/2013 tarihinde bireysel başvurunun idari yönden reddine karar verilmiş, karar 26/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, olağan kanun yollarına başvuru süresinin 19/2/2013 tarihinde sona erdiğini, bu tarihten itibaren 30 gün içinde başvuruda bulunduğunu belirterek, başvurunun idari yönden reddine ilişkin karara itiraz etmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 13/9/2013 tarihinde, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ili Üsküdar ilçesinde bulunan taşınmazı 1999 yılında noterde düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile satın almış, ancak tapuda devir işlemi gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu aleyhine Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda, 17/4/2012 tarih ve E.2012/69, K.2012/107 sayılı kararla başvurucunun taşınmaza müdahalesinin menine, 000 TL ecrimisil tazminatının başvurucudan tahsiline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/12/2012 tarih ve E.2012/10774, K.2012/15895 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır. Onama kararı 30/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, karar düzeltme isteminde bulunulmamıştır.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi, 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarih ve 5236 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâliyle ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1936
Başvurucu, maliki olduğu taşınmaza ilişkin olarak aleyhine açılan dava sonucunda müdahalenin menine ve ecrimisil tazminatının tahsiline karar verildiğini, mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurunun usule aykırı olarak idari yönden reddedildiğini belirterek idari ret kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
0
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 5/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/30955, 2018/30958 numaralı başvuru dosyalarının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/30946 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/30946 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Suruç Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Suruç Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme), iş mahkemesi sıfatıyla yapmış olduğu yargılama sonunda 26/5/2016 tarihli kararlarla başvurucuların davaların kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararlarda; davacıların davalı Vakfa bağlı olarak muhtelif tarihlerden itibaren çalışmaya başladıkları, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödeme yapılacağı açıklanmıştır. Davalı, temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 12/10/2017 tarihli kararlarıyla mahkemenin kararları bozulmuştur. Daire, kararlarında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığını belirtmiştir. Mahkeme 31/1/2018 tarihli kararlarla bozma kararına uyarak davaları reddetmiştir. Başvurucular, temyiz yoluna başvurmuştur. Daire 11/7/2018 tarihli kararlarıyla başvurucuların temyiz taleplerini reddetmiştir. Başvurucular 5/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30946
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2020/9515 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/8272 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/8272 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Abdulhekim Çetin'in 18/6/2013 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde Yargıtay aşamasında derdest olarak devam etmektedir. Başvurucu Ahmet Çiftçioğlu'nun 10/12/2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde Bölge Adli Mahkemesi aşamasında derdest olarak devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8272
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi olan babası, 1965 yılında açılan kadastro tespitine itiraz davasına 4/8/1967 yılında verdiği katılma talepli dilekçesiyle asli müdahil sıfatıyla katılmış ve dava hâlen temyiz aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13162
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/5/2008 tarihinde uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında dava açılmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 28/4/2009 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 5/4/2016 tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1198
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/23732
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarının mağduru olarak katılınan ve şahsi hak talebinin bulunduğu ceza yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, söz konusu suçlar nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararların giderilmemiş olması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/8/1996 tarihinde şüpheliler tarafından kaçırılıp darbedilmek suretiyle bir miktar parasının yağmalandığı iddiasıyla 10/8/1996 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı şüpheliler hakkında 23/5/1997 ve 7/1/1997 tarihli iddianameler ile yaralama ve gasp suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açmıştır. Başvurucu, (kapatılan) Eyüp Ağır Ceza Mahkemesine yazdığı 3/10/1997 tarihli dilekçeyle sanıkların cezalandırılmalarını, gasbedilen 2700 Amerikan dolarının, 120 Alman markının ve 4 milyon Türk lirasının fiilî ödeme günündeki Türk lirası karşılığının sanıklardan tahsil edilmesini talep etmiştir. Bununla birlikte başvurucu, ayrıca 1 milyar TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. (Kapatılan) Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi 2/10/2003 tarihli kararıyla sanıklardan H.A.K. hakkında yaralama suçundan hüküm kurulmasına yer olmadığına, gasp suçundan ise bu kişinin 20 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca sanığın manevi tazminat olarak 500 milyon lira ödemesine hükmetmiş, maddi tazminat talebini ise başvurucunun yetkili hukuk mahkemelerinde dava açma hakkını saklı tutarak reddetmiş, yabancı uyruklu sanık R.A.H. hakkındaki dosyanın ise sanığın uzun süredir yakalanamamış olması nedeniyle ayrılmasına karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 11/10/2006 tarihli ilamıyla yeni yürürlüğe giren -26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı- Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesine dayanarak mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama neticesinde Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi 31/5/2007 tarihli kararıyla, sonradan yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre eylemleri yeniden nitelendirmiş ve sanık H.A.K.nın yağma suçundan 8 yıl 4 ay, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun tazminat talebine ilişkin olarak ise herhangi bir hüküm kurmamıştır. Başvurucu 3/8/2007 tarihli dilekçesiyle alt sınırdan karar verilmiş olması ve tazminat talebine ilişkin hüküm kurulmamış olması nedenleriyle temyiz talebinde bulunmuştur. İlk derece mahkemesi kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 21/3/2012 tarihli ilamıyla cezaların gerekçeden yoksun bir şekilde alt sınırdan verildiği gerekçesine dayanılarak bozulmuştur. Bozma kararı sonrası Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 27/3/2013 tarihli ilamıyla sanık H.A.K. hakkında yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarından toplam 13 yıl 4 ay hapis cezası vermiş, tazminat talebi için hukuk mahkemelerinde dava açılabileceğini bildirmiştir. Başvurucu 17/6/2013 havale tarihli dilekçesiyle sanığın temyiz taleplerinin reddedilmesini ve kararın onanmasını talep etmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/9/2015 tarihli ilamıyla onararak kesinleşmiştir. Başvurucu 24/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18565
Başvuru, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarının mağduru olarak katılınan ve şahsi hak talebinin bulunduğu ceza yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, söz konusu suçlar nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararların giderilmemiş olması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının, adil yargılanma hakkının ve adil yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkindir. Başvurucu, öğretmen olarak görev yapmaktayken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma suçlamasıyla 24/9/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 5/10/2016 tarihinde tutuklama talebiyle sevk edildiği sulh ceza hâkimliğince tutuklanmış, hakkında açılan kamu davasında terör örgütü üyesi olma suçundan başvurucunun 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla tecziyesine karar verilmiştir. Süreçte tahliyesine karar verilen ve kamu görevinden ihraç edilen başvurucu hakkındaki ceza davası inceleme tarihi itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Gözaltı sürecinde alınan doktor raporlarında başvurucuda darp ve cebir izi bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucunun gözaltı dosyasında bu raporların yanında yakalama, gözaltına alma, yakınlarına haber verme ve avukatla görüşme tutanakları da bulunmaktadır. Başvurucu, 19/1/2017 tarihinde gözaltında kötü muamele gördüğü iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Bu şikâyetinde özetle gözaltında iken kolluk görevlileri tarafından avukatı hazır bulunmadan sorguya alınarak hainlikle suçlandığı, uzun süreli hapis cezası alacağı tehdidiyle korkutulduğu, dört kişilik nezarethanede dokuz kişi kaldığı, sadece katı yemekler verildiği, tuvalete gitmesine izin verilmediği, adliyeye sevk edilirken temel ihtiyaçları karşılanmadığından hâkim karşısına aç, susuz ve yorgun bir şekilde çıktığı iddialarını dile getirmiştir. Başsavcılık, ilgili emniyet birimlerinden görüntü kayıtları ile beraber konuya ilişkin bilgi, belge, tutanak, rapor vb. evrakı talep etmiştir. İlgili belgelerin temin edilmesinin ardından 22/12/2017 tarihinde başvurucunun şikâyetiyle ilgili kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda özetle başvurucunun doktor raporlarında darp ve cebir izinin bulunmadığının bildirildiği, nezarethane kamera kayıtlarının teknik olarak 28 gün saklanabilmesi nedeniyle şikâyet tarihinde bu kayıtların silindiği, başvurucunun 3/10/2016 tarihinde avukatla görüştüğüne dair tutanak düzenlendiği, gözaltı işlemlerinin mevzuata uygun yürütüldüğünün tespit edildiği, başvurucunun gözaltında kötü muameleye uğradığına dair delil bulunmadığı hususlarına yer verilmiştir. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itiraz 11/10/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı tebellüğ etmesinin ardından 13/11/2018 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından 1/9/2021 tarihinde başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33497
Başvuru; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının, adil yargılanma hakkının ve adil yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, cinsel saldırı suçu işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1971 doğumlu olup Denizli'nin Pamukkale ilçesinde yaşamaktadır. 10 yıllık evli ve bir çocuk annesi olan başvurucunun hafif düzeyde mental retardasyonu (akli gelişim geriliği) vardır. Başvurucu, evlendiği tarihten itibaren kayınpederi Ç. ile kayınvalidesi N.Ç.nin evlerinin üst katında, onlara komşu olarak yaşamakta ve anlatımlara göre uyuma dışındaki zamanın çoğunu onların evinde geçirmektedir. Evde kayınpederi Ç. ile yalnızken birden fazla kez onun tarafından cinsel saldırıya uğradığını iddia eden başvurucu, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Savcılık tarafından başvurucunun kendini ifade etmekte yeterli olmadığı kanaatiyle müdafi yardımından yararlanması sağlanmış ve vesayet altına alınması hususunun değerlendirilmesi amacıyla Denizli Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunulmuştur. Denizli Sulh Hukuk Mahkemesi 16/6/2016 tarihinde, Denizli Devlet Hastanesinin (Hastane) 6/5/2016 tarihli raporuyla başvurucuda hafif düzeyde mental retardasyon tespit edilmesi nedeniyle başvurucuyu 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi gereğince akıl zayıflığı gerekçesiyle kısıtlayarak kardeşinin vesayeti altına almıştır. Şikâyet dilekçesinde "5/1/2016 tarihinde kayın pederinin evinden eşiyle birlikte ayrıldıklarını" ifade eden başvurucunun müdafii vasıtasıyla Savcılıkça alınan şikâyetinin ilgili kısmı şöyledir:"...Kayınbabam ve kayınvalidem devamlı beni dövüyorlardı, niye dövdüklerini bende bilmiyorum, her ikisi de yüzümü tokatlayıp suratımı şişiriyorlardı, kayınbabam bıçakla 'kescem seni öldürecem asacam' diye tehditte bulunmaktaydı, niye bu şekilde söylediğini bilemiyorum, eşim Ç. kahvehaneye, kaynanam gezmeye, oğlum da okula gittiğinde evde yalnız kaldığımız zamanda kayınbabam Ç. kendi kaldıkları evin yatak odasında arkamdan bana yaklaşıp her tarafımı elledikten sonra ellerimi çıkardı ve bana önden arkadan tecavüz etti, iki kere bu şekilde tecavüz etti, ben onun bu davranışlarını eşime anlattım, eşim de babasına sorduğunda hem eşime hem bana kızdı, hatta bir teybi alarak bizim üzerimize fırlatmak istedi, annemin evine geldiğimizde ben onun bana yaptıklarını anneme anlattım..." Savcılık tarafından başvurucunun şikâyeti alınırken başvurucu hakkında yapılan gözlem şu şekildedir:"...müştekinin zaman mefhumunu bilmediği değerlendirildi, kayınvalidesinin ismini hatırlayamadı, ne şekilde cinsel saldırıya maruz kaldığı sorulduğunda ilkin ayıp olur diyerek başını öne eğerek anlatmakta zorlandı, daha sonra da eliyle hem önünü hem arkasını işaret ederek 'burdan ve burdan' şeklinde yanıtlar verdi, kayınpederinin kendisine yönelik darp ve tehdit içeren davranışları neden sergiledi sorulduğunda sürekli bilmediğini söyledi. Kayınbabasından şikayetçi olduğunu beyan ederken ben ona babam demeyeceğim şeklinde sözler sarfetti." Açılan soruşturma kapsamında başvurucunun annesi K. şikâyetçi sıfatıyla dinlenilmiştir. 5/1/2016 tarihinde dünürü Ç. tarafından çağrılmaları üzerine oğlu H.K. ile birlikte dünürlerinin evlerine gittiklerini belirten K.nın ifadesinin ilgili kısımları şu şekildedir:"Ç., kızımı ve eşini kastederek 'al bunları götür' dedi, niye bu şekilde konuştuğunu sorduğumda 'kızın başını duvarlara vuruyor, ölürse mesuliyet kabul etmem..' türünde sözler söyledi, bende kızımı onlara gelin olarak verdiğimi, götürmeyeceğimi söyledim, fakat kızımın yemek yapmadığı, aşağı kattaki evinden yukarı kata çıkmadığı yönünde beyanlarda bulundu, o gün oradan kızımı ve eşini yanıma alarak kendi ikametime götürdüm, eşi 15 gün kadar bizimle birlikte kaldı, daha sonra anne ve babası ile kaldığı eve geri döndü.Kızım hiçbir şekilde kayınpederi ile altlı üstlü yaşadıkları eve geri dönmeyeceğini söylemekteydi, ısrarla niye bu şekilde konuştuğunu sorunca eşinin kahveye, oğlunun okula, kaynanasının da tarlaya yada bahçeye gittiğinde evde kayınpederi Ç. ile birlikte yalnız kaldıkları zamanlarda kayın pederinin kendisine tecavüz ettiğini anlattı, özellikle kızımı getirmeden önceki son iki aylık dönemde bu tür davranışları devam etmiş, kızımın anlattığına göre Ç. hem kendi dairesinde hem de kızımın dairesinde yalnız kaldıkları zamanlarda birçok kez tecavüzde bulunmuş, kızım bu tecavüz olaylarını eşine de anlatmış, eşi de babasına sorduğunda Ç. oğluna kızarak bağırıp çağırmış, hatta oğlunun üzerine teyp dahi fırlatıp atmış, kaynanası N.Ç. da 'sus konuşma, bizi rezil edeceksin..' diye kızımı bastırmış, Ç. tecavüz olayını anlatınca kızımın üzerine bıçakla yürümüş, bağrına bıçak dayamış ve kızımı öldürmekle tehdit edip 'seni Manisa'ya gönderirim' türünde sözler sarfetmiş..." Olaydan sorumlu olduğu iddia edilen Ç.nin savunması Savcılık talimatıyla 4/3/2016 tarihinde kolluk tarafından alınmıştır. Ç. savunmasında üzerine atılı suçu inkâr etmiş; gelini olan başvurucunun menenjit hastalığı geçirdiği için ne dediğini bilmediğini, gelinine tecavüz etmediğini, şiddet uygulamadığını belirterek başvurucu hakkında 3/3/2016 tarihinde iftira suçunu işlediği gerekçesiyle şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun çocuğu E.Ç.ye ait, el yazısıyla yazılmış "Dede yapma." ibaresinin bulunduğu okul defterinin başvurucu tarafından delil olarak soruşturma dosyasına sunulması üzerine E.Ç.nin sosyal hizmet uzmanının huzurunda tanık olarak beyanına başvurulmuştur. Sekiz yaşında olan E.Ç. nin ifadesi şöyledir:"...Annem Kayıhan da ananem ile birlikte yaşamaktadır. Ben ise babaannem, babam ve dedem ile birlikte Mahallesinde ikamet etmekteyim. Annemin hangi tarihte bizden ayrıldığını hatırlamıyorum. Bu yıl şubat ayında yani Şubat tatilinde birlikte değildik. Evde annem, babam, dedem ve babannemle birlikte oturuyorduk. Aralarında bir kavga olayına hiç tanık olmadım. Annem kendini ifade eder. Başına gelenleri anlatır. Ancak bazen zorlanır. Tam olarak derdini anlatamayabilirdi. Ben dedemin anneme zarar verdiğini hiç görmedim. Evde babannem hep annem ile beraber kalırdı. Annem hiç yalnız kalmazdı. Babamın ise herhangi bir rahatsızlığı bulunmamaktadır. Kendisi hem konuşma hem anlama hemde iş yapma konusunda bir sıkıntısı yoktur. Bana gösterdiğiniz dede yapma yazısını ben yazmadım. Aynı not defterinin ön sayfasındaki kalp içindeki , N.,, S.,, E. yazılarını ben yazdım. Onun dışındaki yazılar kesinlikle bana ait değildir. Ben ikinci sınıfa gitmekteyim. El yazısı yazarım. Kendi yazımı da tanıyorum. Ben annem ve ananemle görüşmüyorum, en son ayrıldığımızda görmüştüm. Bu defteri ne zaman almışlar bilmiyorum, ben dedemi, babamı ve babannemi çok seviyorum onların yanında çok mutluyum." Başvurucu, şikâyet dilekçesinde olayın eşi, kaynı ve görümcesi tarafından da bilindiği ifade ederek bu kişilerin tanık olarak dinlenilmelerini talep etmiştir. Başvurucunun eşinin %70 engelli olması nedeniyle ifadesinin alınamadığına ilişkin olarak kolluk tarafından 3/3/2016 tarihli tutanak düzenlenmiş olup söz konusu tutanak kolluk memurlarının yanı sıra şüpheli Ç. tarafından da imzalanmıştır. Başvurucunun dinlenilmelerini talep ettiği diğer kişiler soruşturma makamlarınca dinlenilmemiştir. Soruşturma dosyasındaki dilekçelerde, başvurucunun annesi ile başvurucunun eşinin cinsel saldırı olayıyla ilgili daha sonra görüştükleri, dolayısıyla eşinin olayı bildiği bilgisine yer verilmiştir. Soruşturma dosyasında bulunan, başvurucunun eşine ait 1997 tarihli sağlık raporunda epilepsi (sara) hastası olması nedeniyle %70 malul olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun kayın validesi kolluk tarafından alınan ifadesinde; başvurucu ile eşinin geçinememesi nedeniyle başvurucunun annesinin evine gittiğini, daha sonra evine dönmek istediğini ancak kendilerinin kabul etmediğini, bu nedenle iftira atmış olabileceğini, başvurucuyu evde yalnız hiç bırakmadığını, cinsel saldırı veya darp olaylarının olmadığını belirtmiştir. İddia olunan cinsel saldırı eylemine ilişkin bulguların tespiti amacıyla başvurucu hakkında -aynı Hastaneden- alınan 4/3/2016 tarihli sağlık raporunda, başvurucunun doğum yaptığı ve bakire olmadığı tespit edildikten sonra vaginal bölgesinde yeni oluşmuş ekimoz, morluk veya darp izine rastlanmadığı belirtilmiş; yakın zamanda cinsel saldırıya maruz kaldığına ilişkin bir sonuca varılamadığı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca başvurucunun anal yönden cinsel saldırıya maruz kalıp kalmadığının genel cerrahi ile, psikolojisinin psikiyatri uzmanınca değerlendirilmesi gerektiği açıklanarak başvurucunun bu birimlere sevk edilmesinin uygun olduğu belirtilmiştir. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı (Üniversite Hastanesi) tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 10/3/2016 tarihli raporda; başvurucunun IQ puanının 49-59 aralığında olduğu, bu nedenle başvurucuda hafif derece mental retardasyon bulunduğu belirtilmiş ve bu hâliyle başvurucunun ruh bakımından kendini savunabilecek durumda olmadığına yönelik görüş bildirilmiştir. Savcılık soruşturma sonunda 2/6/2016 tarihli kararıyla yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle Ç. hakkında kovuşturma yapılmamasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Başsavcılığımızca yapılan gözlemde müştekinin zaman mehrumunu bilmediği, kayınvalidesinin ismini hatırlayamadığı, ne şekilde cinsel saldırıya maruz kaldığı sorulduğunda olayı anlatmakta zorlandığı, kendisine yönelik darp ve tehdit içeren davranışları net olarak anlatamadığı, Şüpheli Ç. nin müştekinin gelini olduğu, oğluyla on yıldır evli oldukları, geçirdiği menenjit nedeniyle ne dediği ve yaptığını bilmediği, müştekiye yönelik şiddet uygulamadığı ve tecavüz etmediğini savunduğu,Müştekinin oğlu E.Ç. ile kayınvalidesi N.Ç. şüphelinin savunmasını doğruladıkları, müşteki S'nin bir süredir kendi annesi ile yaşadığı, şüphelinin müşteki S.'ye zarar verdiğine ilişkin bir bilgileri olmadığını beyan ettikleri,Denizli Devlet Hastanesi ve Pamukkale Üniversitesinden alınan raporlarda müşteki S.Ç..ta cinsel saldırıya ilişkin bir bulguya rastlanmadığı, müştekide hafif derecede mental retardasyon bulunduğunun belirtildiği görülmekle,Müşteki iddiası, şüpheli savunması, tanık beyanları, adli raporlar ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair müştekinin soyut iddiasından öte delil bulunmadığı dolayısı ile soruşturmaya devam etme imkanı kalmadığı anlaşılmıştır." Savcılık kararına başvurucu tarafından yapılan itiraz, Denizli Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 14/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. G.G.K., B. No: 2014/19797 9/1/2018, § 27-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/58121
Başvuru, cinsel saldırı suçu işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki deliller incelenmeden ve araştırılmadan karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ile çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Müşteki 12/1/2016 tarihinde saat 00 sıralarında polisi arayarak otomobiliyle ilgili ihbarda bulunmuştur. Bunun üzerine müşteki, suça konu olan otomobiliyle ilgili polis merkezine yönlendirilmiş ve şikâyetçi olarak ifade vermiştir. Aynı gün saat 51'de düzenlenen tutanağa göre ifadesi şu şekildedir:"12/1/201[6] günü saat 30 sıralarında [B.] Mahallesi Sefaret Sokak No.:3'te bulunan ikametinde uyuduğum esnada dışarıdan cam patlama ve kırılma sesi duymam üzerine uyandım. İkametimin penceresinde[n] Sefaret Sokağa doğru baktığımda 75 boylarında, 75-80 kilo civarı ağırlıkta esmer tenli, siyah saçlı, lacivert renkli montlu, koyu mavi kot pantolonlu bir şahsın sokakta bulunan park halindeki araçların içerisine el feneri ile baktığını gördüm. Şahıs sokakta ilerlemeye devam ediyordu. İkametin diğer odasına giderek şahsı takip ettim. Şahsı Sevimli Sokak içerisine doğru girdi. Sokakta bulunan 35 numaralı ikametin en alt katta bulunan dairesine girdi. Yaklaşık 3 saat hava aydınlana kadar ikametten çıkmasını bekledim. İkametten kimse çıkmadı. Şahsın o ikamette oturup oturmadığını bilmiyorum. Aracımın yanına gittiğimde sağ ön camının kırılmış olduğunu gördüm. Durumu polise bildirdim. Aracımdan hırsızlık yapmaya çalışan meçhul erkek şahıstan davacı ve şikâyetçiyim." Aynı gün delil elde etmek amacıyla otomobilde polis memurları tarafından inceleme yapılmıştır. Olay yeri inceleme raporunda "Sağ ön kapı camı zorlanma neticesinde çatlamış." bilgisi yer almıştır. Ayrıca cam çerçevesi ve kaporta üzerinde tornavida türü cisimle oluşabilecek zorlama izlerinin olduğu da belirtilmiştir. Müştekiden eşkâl bilgisi alınmış, ayrıca bu husus bir tutanağa bağlanmıştır. Buna göre eşkâl bilgileri şu şekildedir: 27-30 yaşlarında, 174-176 cm boylarında, 75-80 kg ağırlığında, saç rengi siyah, ten rengi esmer, yüz yapısı yuvarlak bir erkek. Sistem üzerindeki eşkâl modülünden beyana uygun fotoğraflar arasından yapılan teşhis işleminde söz konusu kriterlere uygun bir şahsın teşhis edilemediği anlaşılmıştır. Müşteki 13/1/2016 tarihinde aynı polis merkezine giderek ikinci kez ifade vermiş; 12/1/2016 tarihinde saat 00 sıralarında ikametgâhındayken camdan baktığı esnada o şahsı tekrar gördüğünü, Sevimli Sokak 35 numaralı binanın en alt katından bir kadınla çıktığını, Sevimli Sokak'tan sahile doğru birlikte yürüdüklerini ifade etmiştir. Şahsın aynı kişi olup olmadığından emin olmak için ikametgâhından çıkarak aracına bindiğini ve şahsın gittiği istikamete doğru aracını sürdüğünü, Çayırbaşı Caddesi'nde karşı karşıya geldiklerini, şahsın yüzünü daha iyi görebilmek için otomobilinin uzun farlarını açtığını ve yüzünü net şekilde gördüğünü, aracındayken hırsızlık olayına teşebbüs eden kişinin o olduğuna emin olduğunu, aracının camını kırıp hırsızlığa teşebbüs eden bu şahıstan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. 14/1/2016 tarihinde saat 00 sıralarında Sevimli Sokak No: 35/1 adresine polis memurları gitmiş, kapıyı açan kadına 12/1/2016 tarihinde saat 00 sıralarında sahile doğru birlikte yürüdüğü kişinin kim olduğunu sormuştur. Söz konusu kişinin polis memurlarına başvurucunun ismini verdiği ve telefonla başvurucuyu arayarak polis merkezine çağırdığı anlaşılmıştır. Söz konusu dairede ikamet eden kadın; bilgi veren kişi sıfatıyla verdiği ifadesinde; Evde yalnız kaldığını, başvurucunun arkadaşı olduğunu ve 12/1/2016 tarihinde saat 30 sıralarında kendisinin evine geldiğini, 23:00 sıralarında başvurucu ile evden çıktığını, Çayırbaşı Caddesi üzerinden başvurucunun evine gittiklerini, 12/1/2016 tarihinde saat 30'dan 30'a kadar evine kimsenin gelmediğini, evde tek başına olduğunu, saat 30'da evden çıkarak çalıştığı okula gittiğini belirtmiştir. Başvurucunun polis merkezine gelmesi üzerine Cumhuriyet savcısının talimatıyla önce teşhis işlemi yaptırılmıştır. Müşteki, teşhis odasındaki beş kişi arasından başvurucuyu işaret etmiştir. Bu kapsamda 14/1/2016 tarihinde saat 25'te tutulan tutanakta müşteki şunları söylemiştir: " sırada bulunan şahsın 12/01/2016 günü saat 30 sıralarında, park hâlinde bulunan araçların içerisine fenerle bakan, Sevimli Sokak 35 numaraya giren ve bir bayanla aynı dışarı çıkıp, takip ettiğim, aracım sağ ön camını kıran şahıstır. Kesin ve net olarak teşhis ediyorum." Bunun üzerine başvurucunun ifadesi şüpheli sıfatıyla alınmıştır. Başvurucunun ikametgâhının B. Mahallesi, Nazarlık Deresi Sokağında olduğu ve başvurucunun 1987 doğumlu olduğu görülmüştür. Başvurucu ifadesinde suçlamaları kabul etmemiş, böyle bir eylem içinde olmadığını dile getirmiştir. Arkadaşına 12/1/2016 tarihinde saat 30 sıralarında gitmediğini 12/1/2016 tarihinde saat 00 sıralarında arkadaşıyla arkadaşının evinden çıktığının doğru olduğunu, arkadaşının polislerin eve geldiğini ve tek başına olduğunu söylemesi üzerine onun evine gittiğini, müştekinin kendisini sokakta görüp aracına zarar veren kişiyle karıştırdığını ve hatalı teşhis ettiğini düşündüğünü belirtmiştir. Başvurucu ile aynı evde ikamet eden arkadaşlarının da ifadesi bilgi veren kişi sıfatıyla 16/1/2016 tarihinde alınmıştır. Söz konusu kişiler özetle 12/1/2016 tarihinde saat 00'e kadar beraber film izlediklerini ve uyumadıklarını, sabah evden çıktıklarında başvurucunun evde olduğunu, bu olaya başvurucunun karıştığını düşünmediklerini belirtmiştir. Toplanan deliller çerçevesinde başvurucu hakkında herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle hırsızlık, mala zarar verme suçları kapsamında iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından iddianame kabul edilmiştir. Yapılan ilk duruşmaya başvurucu ve başvurucu müdafii katılmıştır. Başvurucu, şikâyetçi olan kişiyi tanımadığını, olayın gerçekleştiği gün ve saatte arkadaşlarıyla evde olduğunu, yüklenen suçu işlemediğini ifade etmiş; savunmasının devamında şunları söylemiştir:"12/01/2016 günü zannedersem saat: 00 civarında öğretmen arkadaşım [N.G.] polislerin eve karakola müracaat etmesi gerektiğine dair not bıraktıklarını, ifadesini alacaklarını bana telefonla iletti. Ben de kendisinin yanına gittim. Polis, [N.] hanımın evine geldi. [N.] hanım olayla ilgili ifadesini verdi. Bu olaydan dolayı arkadaşım [N.] yalnız kalmak istemediğini söyledi. O gün bizim evimizde kaldı. Şikâyetçi şahıs beni [N.] ile eve giderken görmüş ve olayı benim gerçekleştirdiğimi iddia ederek polise başvurmuş. Yukarıda belirttiğim gibi ben olay saatinde evdeydim. Böyle bir suç işlemedim." Aynı celsede ilk olarak başvurucunun Sevimli Sokak üzerinde ikamet eden arkadaşı N.G. tanık olarak dinlenilmiştir. Tanık ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Ben [B.] Mahallesinde oturuyorum. Sanık benim öğretmen arkadaşımdır. Ben de öğretmenim. Olay günü eve geldiğimde polisin bir not bıraktığını gördüm. Polisi aradım. Bana eve geleceklerini söylediler. Ben de yalnız kalmamak için en yakınımda bulunan öğretmen arkadaşım sanık Levent'i aradım. Levent de benim evime geldi. Polisler geldiklerinde geceleyin bir hırsızlık teşebbüsü gerçekleştiğini söylediler. Ben bu konuda bir bilgim olmadığını söyledim. O gece arkadaşım Levent'in evinde kaldım. İki gün sonra polis tekrar benim evime geldi. İfade verdiğim günün akşamı benim bir arkadaşımla beraber olduğumu söylediler. Ben de leventle beraber onun evine gittiğimi söyledim. Aslında o gün Levent yerine başka bir arkadaşımla olsaydım büyük ihtimalle o kişiyi teşhis edeceklerdi..." Başvurucu ile aynı yerde ikamet eden kişiler de aynı celsede tanık olarak dinlenilmiş ve soruşturma sırasındaki ifadelerine benzer şekilde beyanlarda bulunmuştur. Celse sonunda müştekinin tanık sıfatıyla dinlenmek üzere zorla getirilmesine, ayrıca cep telefonuna SMS gönderilmesine dair ara karar verilmiştir. 17/1/2017, 25/5/2017 ve 14/11/2017 tarihinde yapılan celselere müşteki katılmamıştır. 6/3/2018 tarihli celseye ise müşteki, müşteki vekili ve başvurucu müdafii katılmıştır. Müşteki ifade verdikten sonra başvurucu müdafiinin talebi üzerine kendisine soru sorulduğunda "Benim kollukta vermiş olduğum ifadeler doğrudur ancak olayın üzerinden uzun zaman geçtiği için şahsın simasını hatırlayamıyorum." şeklinde cevap vermiştir. Müşteki ifadesi de duruşma zaptında şu şekilde geçmektedir:"Ben yargılanan sanığı aracımı camını kırarken net şekilde gördüm ben o sırada yatak odasındaydım camın patlama sesi çok yüksekti bu nedenle duydum pencereye geldim aracım evimin önünde park halindeydi girişin bir üstünde oturuyordum araç ile benim bulunduğum yer arasında yaklaşık 10 metre bir mesafe vardı şahıs yüzünü benim bulunduğum tarafa doğru döndüğünde yüzünü net olarak gördüm dışarı çıktım şahıs elinde fener olduğu hâlde bir iki arabaya daha baktı daha sonra girdiği evi gördüm zaten girdiği yerde başkaca daire yoktu girdiği dairenin ışığı da yandı aracımda herhangi bir şey alınmamıştı ancak daha önce de aracımda hırsızlık eylemleri gerçekleştirilmişti bunun üzerine ben polise şikâyetçi oldum sanıktan şikâyetçiyim davaya katılmak istiyorum." Duruşma sonunda şikâyetçinin suçtan zarar görmesi ihtimaline binaen katılan olarak kabulüne, başvurucuya davetiye tebliği ile duruşmada hazır olduğunda teşhis işleminin yapılmasına dair ara kararı verilmiştir. 3/7/2018 tarihli celsede bu sefer katılan hazır bulunmamıştır. 27/11/2018 ve 26/3/2019 tarihlerinde yapılan celselerde katılanın zorla getirilmesi için müzekkere yazılmasına dair ara kararları verilmiştir. Bu süreçte katılan vekili, teşhis yapılmasını gerektirecek bir durum olmadığından bahisle hâkimin reddi talebinde bulunmuştur. Değerlendirme yapmak üzere dosya bir üst mahkemeye gönderilmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, hâkimin reddi sebeplerinin gösterilmediğini ve yapılan işlemlerin kanuna uygun olduğunu belirterek hâkimin reddi talebini 11/4/2019 tarihinde reddetmiştir. Diğer taraftan dosya içeriğinden katılan vekilinin daha sonra duruşma hâkimini Hakimler ve Savcılar Kuruluna şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Bu kapsamda aradan üç yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen teşhis işleminin yapılmak istenmesi ve yargılamanın uzatılması şikâyet konusunu oluşturmuştur. Bu nedenle katılan vekili hâkimin tarafsızlığından şüphe duyulacak bir durumun meydana gelmesi nedeniyle hâkimin reddini yine talep etmiştir. 28/5/2019 tarihli celseye başvurucu ve başvurucu müdafii katılmıştır. Mahkeme; daha önce hâkimin reddedilmesi talebinin reddedildiğini, katılanın beşinci celsede yargılamaya katıldığını, katılanın duruşmalara gelmeyerek yargılamayı uzattığını belirtmiştir. Hâkimin reddi talebinin yine yargılamayı uzatmak amacıyla nedensiz olarak yapıldığı kanaatiyle ara kararıyla talebi reddetmiştir. Daha sonra katılanın tüm uğraşıya rağmen teşhis için yargılamaya katılmadığı gerekçesiyle buna ilişkin ara kararından dönülmesine karar verip yargılamaya devam etmiştir. Başvurucu müdafii esasa ilişkin son savunmasında; tanık ifadelerine göre başvurucunun olay yerinde olmadığını, dosyada delil bulunmadığını, katılanın iftira attığını belirtmiştir. Duruşmanın biteceği ihtarıyla son söz başvurucuya verilmiştir. Başvurucu, katılanın ilk şikâyetinde orta boylu ve esmer bir kişinin eylemi gerçekleştirdiğini söylediğini hatırlatarak kendisinin sarışın ve uzun boylu olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (h) bendi ve aynı Kanun'un maddesi kapsamında başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı vermiştir. Başvurucu hakkında hırsızlık suçunun teşebbüs aşamasında kaldığı ve takdirî indirim uygulanmak suretiyle neticeten 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası tesis edilmiştir. Ayrıca 5237 sayılı Kanun'un maddesine göre mala zarar verme suçu kapsamında da takdirî indirim uygulanarak 3 ay 10 gün hapis cezası verilmiştir. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını (HAGB) kabul etmediği gerekçesiyle HAGB kararı uygulanmamıştır. Bununla birlikte başvurucunun bir daha suç işlemeyeceği yolundaki kanaat nedeniyle 5237 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında hapis cezalarının ertelenmesine ilişkin karar verilmiştir. 28/5/2019 tarihli karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: "Toplanan tüm delillerin değerlendirilmesi sonucunda; katılanın 12/01/201[6] günü [B.] Mahallesi, Sefaret Sokak No:3 sayılı adresinde uyuduğu sırada saat 30 civarında dışarıdan cam patlama ve kırılma sesini duyması üzerine uyandığı, sokağa doğru baktığında erkek bir şahsın araçların içerisine el feneri ile baktığını gördüğü, evinden çıkarak şahsı takip ettiği, şahsın Sevimli Sokak üzerinde bulunan 35 numaralı binanın en alt katındaki daireye girdiği, hava aydınlana kadar şahsın ikametinden çıkmasını beklediği, şahsın dışarı çıkmaması üzerine aracının yanına gittiğinde sağ ön camının kırılmış olduğunu gördüğü ve aynı gün kolluğa şikâyette bulunduğu, aynı gün saat 00 civarında aynı şahsı sözünü ettiği binadan çıkarken gördüğü, yanında bir kadınla birlikte sahile doğru yürümeleri üzerine kendilerini araç ile takip ettiği ve şahısla yüz yüze geldiğinde şahsın yüzünü net olarak gördüğü, durumu kolluk birimlerine bildirmesi üzerine sanığın yakalandığı ve yöntemine uygun olarak olayla alakasız kişilerin arasına konularak yapılan yüzleştirmede katılanın sanığı teşhis ettiği, kamu davasına konu olayın bu şekilde gerçekleştiği kabul edilmiştir. Yukarıda kabul edilen oluşa göre; sanığın arkadaşları olan tanıklar [N.G.], [B.A.] ve [H.A.] olay tarihinde ve saatinde sanığın kendileri ile beraber olduklarını belirtmiş iseler de, katılanın özellikle soruşturma aşamasındaki oluşa uygun beyanları, aracının camının kırıldığına dair olay yeri inceleme raporu dikkate alındığında, sanığın üzerine yüklenen suçları işlediği sonucuna varılarak aşağıdaki şekilde cezalandırılmasına karar verilmiştir..." Başvurucu, istinaf dilekçesinde özetle mahkûmiyet kararının katılanın beyanlarına ve Teşhis Tutanağı'na dayandığını, katılanın kendisine iftira attığını, aşamalarda alınan ifadeler arasında çelişki olduğunu, katılanın eylemlerinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirtmiş; istinaf dilekçesinin ekine boy ve kilosu ile yüz ve saç rengini gösterir bir doktor raporunu fotoğraflarıyla sunmuştur. Ayrıca Teşhis Tutanağı'nın mevzuata aykırı olarak alındığını, katılanın bulunduğu ikametgâhtan Sevimli Sokak 35 numaralı binanın dahi görülemeyeceğini ileri sürmüş, keşif yapılmamasını şikâyet etmiştir. Tanık beyanlarına itibar edilmemesi için dosyada aksi bir delilin olmadığını katılan tarafın hâkime baskı yaparak ara kararından dönülmesine neden olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 14/10/2020 tarihli kararıyla esastan reddedilerek hüküm kesinleşmiştir. Gerekçede; ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemin doğru olarak nitelendirildiği, kanunda ön görülen suç tipine uyduğu ve cezaların kanuni bağlamda uygulandığı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 16/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308/A maddesine göre kesinleşen karara itiraz etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu 25/12/2020 tarihinde itirazı reddetmiştir. Bu kapsamda gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Katılanın baştan itibaren tutarlı beyanları, canlı teşhis tutanağı, sanık ile katılan arasında daha önceye dayalı bir husumetin olmaması, katılanın sanığı sebepsiz yere suçlamasını ve olayla ilgisi olmayan kişiyi aynı gün gece arabasıyla takip edip teşhis etme gayretini gerektirir bir neden de olmadığından sanığın üzerine atılı eylemleri işlediği sabit olmakla;..." Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme ile katılanın 31/8/2021 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. Komisyon; adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35795
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki deliller incelenmeden ve araştırılmadan karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ile çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma, patlayıcı madde bulundurma ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında 6/9/2006 tarihinde gözaltına alınmış; 10/9/2006 tarihinde ise tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/12/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında dava açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 7/6/2012 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 11/12/2013 tarihli kararıyla başvurucu hakkında verilen hükümlerin bir kısmı aynen onanmış, bir kısmı ise düzeltilerek onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3105
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2019/12706 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/12545 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2019/12545 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun idari işlemin iptali ve parasal kaybın tazmini istemiyle 13/11/2009 tarihinde açtığı davalar esastan reddedilmiştir. Danıştay Onikinci Dairesi tarafından onanan kararlar 15/11/2018 ve 22/11/2018 tarihlerinde karar düzeltme istemlerinin reddedilmesi ile kesinleşmiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan bir karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12545
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik görevlileri tarafından kullanılan silahlı güç sonucu yakının ölmesiyle sonuçlanan olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun olay tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Ümraniye Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunan oğlu Rıza Poyraz,19/12/2000 ila 22/12/2000 tarihlerinde güvenlik görevlilerince gerçekleştirilen ve kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak bilinen operasyonda yaralanmış, bu nedenle 2/1/2001 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında soruşturma başlatılmış ve 29/3/2004 tarihli iddianame ile267 kamu görevlisi hakkında Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılamada, bazı sanıklar hakkında 5/12/2013 tarihinde yakalama emri çıkarılmış; sonraki celselerde bu emrin yerine getirilmesi beklenmiştir. Yargılamanın devam ettiği 7/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede neticesinde söz konusu yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17445
Başvuru, güvenlik görevlileri tarafından kullanılan silahlı güç sonucu yakının ölmesiyle sonuçlanan olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Eşyaların Kara Yolunda Uluslararası Nakliyatı İçin Mukavele Sözleşmesi'ndeki sorumluluğa ilişkin hükümlerin hatalı uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu şirket ilaç imal ve satışı işiyle iştigal etmekte olup Epobel adlı ilacın ithali için Almanya'da bulunan üretici firma ile 968,06 avro karşılığında anlaşmıştır. Başvurucu şirket, saklama koşulu 6 (-/+ 2 derece) derece olan bu ilacın Almanya'dan getirilmesi amacıyla U. Uluslararası Nakliyat ve Tic. A.Ş. (taşıyıcı şirket) ile 10/12/2010 tarihinde "Frigo Araç Taşıma Sözleşmesi" (taşıma sözleşmesi) imzalamıştır. Anılan sözleşmenin maddesinde, malın nakliye esnasında zarara uğraması hâlinde tarafların sorumluluğunun Eşyaların Kara Yolunda Uluslararası Nakliyatı İçin Mukavele Sözleşmesi'ne (CMR Konvansiyonu) göre belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Taşıyıcı şirket tarafından bahsi geçen taşıma işine ilişkin olarak A. Lojistik Nakliyat San ve Tic. Ltd. Şti. (alt taşıyıcı şirket) ile alt taşıma sözleşmesi akdedilmiştir. Taşıma işlemi alt taşıyıcı şirket sorumluluğunda 27/12/2010 tarihinde ilaçların üretici firmanın fabrikasından teslimiyle başlamış, 3/1/2011 tarihinde ilaçların mümessil ecza deposuna teslimiyle sona ermiştir. Yapılan taşıma işlemi sonrası söz konusu ilaçların bütünüyle bozulduğu ve kullanılamaz hâle geldiği tespit edilmiştir.B. Sigorta Firmalarınca Düzenlenen Ekspertiz Raporları A. Sigorta A.Ş. tarafından başvurucu şirketçe ithal edilen ilaç emtiasının Almanya-Türkiye arasındaki nakliyesinin her türlü nakliye rizikolarına karşı Nakliyat Sigorta Poliçesi düzenlenmiştir. Taşıma esnasında emtianın evsafının bozulmuş olduğunun anlaşılması üzerine anılan sigorta şirketi meydana gelen nakliyat hasarı hakkında ekspertiz raporu hazırlatmıştır. 18/1/2011 tarihli Nakliyat Sigortası Ekspertiz Raporu’nda özetle emtianın taşınması gereken sıcaklık değeri olan +2 - +8 derecenin altında taşınması sonucunda evsafının bozulması şeklinde oluştuğu; sigorta poliçesinde maldaki bozulmanın sigorta teminatı haricinde olduğu; sigorta poliçesinde, taşıyıcıya ait nakil aracının soğutma ve havalandırma aygıtının arızalanması nedeniyle oluşan ısı farkı sonucunda malların bozulmasının teminat altına alındığı; oysa frigoya ait soğutma cihazında herhangi bir arıza tespit edilmediği; cihazın, aktif olarak çalışır durumda olması nedeniyle hasarın teminat harici kaldığı belirtilmiştir. Sigorta firması, Nakliyat Sigortası Ekspertiz Raporu doğrultusunda 8/2/2011 tarihinde başvurucu firmaya gönderdiği yazıyla hasarın teminat kapsamı dışında kalması sebebiyle sigorta şirketi tarafından ödeme yapılmayacağını bildirmiştir. GMBH ile alt taşıyıcı şirket arasında ise CMR Konvansiyonu sorumluluk sigortası sözleşmesi yapılmıştır. Sigorta firması bu kapsamda hasar olayı ile ilgili olarak B. & T. GMBH firmasından rapor hazırlanmasını istemiştir. B. & T. GMBH firması tarafından hazırlanan 17/2/2011 tarihli raporda şu tespitlere yer verilmiştir;i. Bilirkişi yukarıda belirtilen şikâyetin/talebin römork üzerinde bulunan soğuk hava deposu cihazında meydana gelen arıza nedeniyle bir süreliğine ortaya çıkan düşük seviyedeki nakliye sıcaklığından dolayı meydana gelen aşırı soğumadan ileri geldiği görüşündedir. ii. Söz konusu bu arızalar nakliye sırasındaki dış hava sıcaklığı ile bağlantılı olarak soğuk hava deposu cihazında bulunan dizelin kimyasal özelliklerinden ileri gelmiş olabilir. Bunun için dizele normal benzin ilavesi yaparak karşı tedbir alınabilirdi. Nitekim böyle bir ilave ile yakıtın kimyasal özelliğinin değişeceği ve pıhtılaşmanın önüne geçilmiş olacağına vurgu yapılmıştır. İcra Takibi Süreci Başvurucu şirket, taşıyıcı şirketin sözleşmeye uygun davranmaması sonucunda ilaçların bozulmasına sebebiyet verdiğini belirterek Beşiktaş Noterliğinden 5/1/2011 tarihli ihtarname keşide etmek suretiyle tamamı hasara uğrayan ve imhası gereken ilaç ürününün bedeli 968,06 avro zarar karşılığı alacağın on gün içinde kendisine ödenmesini taşıyıcı şirketten talep etmiştir. Beyoğlu Noterliğinden ihtarnameye verilen 12/1/2011 tarihli cevapta ise taşıma işleminin gerçekleştirildiği, taşımayı gerçekleştiren alt taşıyıcı şirket nezdinde araştırmanın devam ettiği, CMR Konvansiyonu sigortasının şirketi tarafından yapıldığı, gerekli tespitler yapılmadan taleplerin kabulünün mümkün olmağı ifade edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu tarafından Beşiktaş Noterliğinden 24/1/2011 tarihli ihtarname keşide edilerek talepler yinelenmiştir. Başvurucu şirket tarafından 16/5/2011 tarihli ödeme emri ile taşıyıcı şirket aleyhine Küçükçekmece İcra Müdürlüğü nezdinde ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Taşıyıcı şirketin aynı tarihli itirazı üzerine takip durmuştur. İtirazın İptali Davası Süreci Başvurucu şirket, Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) 30/6/2011 tarihinde itirazın iptali davası açmıştır. Mahkemece 24/4/2012 tarihinde mahallinde teknik bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. İkisi hukuk biri eczacılık bölümü öğretim üyesi olan üç akademisyen, bir serbest muhasebeci mali müşavir, biri de yüksek makine mühendisinden oluşan beş kişilik bilirkişi heyetince düzenlenen ve 18/6/2012 tarihinde Mahkemeye sunulan raporda tespit edilen hususlar şu şekildedir;i. 3/1/2011 tarihli tutanakta sıcaklık değerinin 2 derecenin altına düştüğü; 18/1/2011 tarihli Nakliyat Sigortası Ekspertiz Raporu'nda emtianın taşınması gereken sıcaklık değeri olan +2 >8 derecenin altında taşınması sonucunda evsafının bozulması şeklinde hasarın oluştuğu anlaşılmıştır.ii. Bilirkişi heyeti üyesi Prof. Dr. Y.E. tarafından yerinde yapılan inceleme sonucunda Epobel Steril Kullanıma Hazır Enjektör adlı ürünlerin, taşıyıcı şirket tarafından taşınması esnasında ürünlerin saklama sıcaklığı olan 2-8 derece arasında taşınmadığı; başvurucunun, emtianın tamamının imha edilmesi için gerekli prosedürü usulüne uygun olarak başlattığı; davaya konu ithal edilen 777 kg Epobel adlı ürünün hiçbir şekilde piyasaya verilemeyeceği, hastalar üzerinde veya başka bir şekilde kullanılamayacağı, ilaç mevzuatı gereğince tamamının imhaya ayrılması gerektiği ve ekonomik değerinin sıfır olduğu belirlenmiştir.iii. Taşıma, Almanya'dan Türkiye'ye yapıldığından taşıma sözleşmesinin yabancılık unsuru taşıdığı; yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklarda Türk mahkemesinin hangi ülkenin hukukunun uygulanacağını 12/12/2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun hükümlerine göre belirlemesi gerektiği; ancak 5718 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre CMR Konvansiyonu'nun uygulanması gerektiği; ayrıca taşıma sözleşmesinin maddesinde tarafların sorumluluğunun CMR Konvansiyonu hükümlerine göre belirleneceğinin kararlaştırıldığı ifade edilmiştir.iv. Emtianın hasara uğraması hâlinde taşıyıcı tarafından ödenecek tazminatın belirlenmesine ilişkin esasların CMR Konvansiyonu'nun maddesinde düzenlendiği; malın tamamının hasar görmesi sebebiyle CMR Konvansiyon'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca tam ziyana ilişkin tazminatın aşılamayacağına ilişkin hükmün dikkate alınabileceği ve dolayısıyla taşıyanın sorumluluğunun sınırlı olduğu; ancak dava konusu olayda CMR Konvansiyonu'nun maddesinde yer alan ve taşıyanın eş değer kusuru bulunduğundan taşıyıcının sorumluluğunu ortadan kaldıran veya sınırlayan ya da ispat külfetini tersine çeviren hükümlerden yararlanamayacağı hususlarına vurgu yapılmıştır.v. Emtianın tamamı hasar görmesi sebebiyle tazminat miktarının 960,06 avro olduğu belirtilmiştir.vi. CMR Konvansiyonu'nun maddesi uyarınca faizin oranının yıllık %5 üzerinden hesaplanması gerektiği ve Yargıtay kararları doğrultusunda başvurucu şirket tarafından Beşiktaş Noterliği aracılığıyla taşıyıcı şirkete gönderilen 968,06 avro tutarındaki zararın tazmin talebine ilişkin 5/1/2011 tarihli ihbarnamenin taşıyıcı şirkete ulaştığı 10/1/2011 tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı; bu bağlamda ödenmesi gereken faizin 909,24 avro olarak hesaplanmasına karşın, davacının takipte 263,83 avro fazla işlemiş faiz talebinde bulunduğu görülmüştür. Mahkeme 20/9/2012 tarihli ara kararı ile aşağıdaki konularda aynı bilirkişi heyetinden ek rapor alınmasına karar vermiştir:i. 10/4/2012 tarihli duruşmanın ara kararı çerçevesinde taşıyıcı firmanın sınırlı sorumluluk esasına göre sorumlu olduğu asıl alacak miktarının ne olduğuii. Sınırlı sorumluluk esasına göre tespit edilecek asıl alacak miktarına temerrüt tarihi olarak belirtilen 10/1/2011 tarihinden başlayıp icra takibinin yapılmış olduğu 20/4/2011 tarihine kadar olan yıllık %5 üzerinden faiz hesaplanarak takip tarihi itibarıyla davacının talep edebileceği işlemiş faiz miktarının ne olduğu Bilirkişi heyetince Mahkemeye sunulan ek raporda; CMR Konvansiyonu belgesinde malın brüt ağırlığının 777 kg olduğu, taşıyıcı firma tarafından düzenlenen faturada da brüt ağırlığın 777 kg olarak gösterildiği, gümrük beyannamesinde malın değerinin 968,06 avro ve brüt ağırlığının 777 kg olarak yazıldığı, buna göre sınırlı sorumluluk tutarının ihtar tarihine göre 374,20 avro olarak hesaplandığı, temerrüt tarihi ile takip tarihi arasında 235,62 TL işlemiş faiz hesaplandığı sonucuna varıldığı bildirilmiştir. Mahkeme 18/6/2012 tarihinde, düzenlenen bilirkişi raporunda eczacı ve SMMM bilirkişi tarafından inceleme konusu olan hususlar hariç tutulduğunda diğer hususlarla ilgili taşıyıcı firmanın rapora karşı itirazlarını karşılayacak şekilde gerekçeli ve denetime elverişli rapor sunulmadığı gerekçesiyle yeni bir bilirkişi heyeti oluşturulmasına ve bu heyetten rapor alınmasına karar vermiştir. Mahkeme; sigortacılık tekniği ve CMR Konvansiyonu hükümleri ve sebebe yönelik gerekli araştırmanın yapılması, somut olayda zarara yol açtığı iddia olunan ısı farklılığının neden kaynaklandığının teknik olarak ispatlanabilir olup olmadığı, ısı farklılığının kaç saat sürdüğünün teknik olarak ispatlanabilir olup olmadığı, ısı farklılığı ile ürün bozulmasının arasındaki nedensellik bağının anlaşılabilir olup olmadığı, tüm bu teknik durumların tespitine göre taşıyıcı yönünden istisnai nitelikte olan sınırsız sorumluluğa CMR Konvansiyonu hükümleri açısından gidilip gidilemeyeceği, konusunda uzman kişilerin birbiri ile çelişkili olan beyanlarının da bu noktada kök rapor da dikkate alınmak sureti ile giderilmesi konularıyla münhasır olmak üzere raporun düzenlenmesini istemiştir. İkisi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi biri de yüksekmeteoroloji mühendisinden oluşturulan üç kişilik bilirkişi heyetince düzenlenen ve 31/5/2013 tarihinde Mahkemeye sunulan raporda;i. Frigo araçlarının iklimlendirme araçlarından olması ve araç içi sıcaklıklarının istenilen değerlerde tutulmak için dizayn edilmelerine rağmen nakliye süresinde kimi durumlarda gece sıcaklıklarının hızlı düşmesi, araç izolasyonunun iyi olmaması veya araç içi frigo cihazının bu dış hava sıcaklık düşüşünü dengeleyecek hızda tepki verememesinin söz konusu olabildiği açıklanmıştır.ii. Olayda ise frigo cihazında bir kusurun mevcut olup araç içindeki ilaçların bozulmasında ana etken olduğu belirtilmiştir. Buna göre taşınan mallardaki evsaf kaybının nakliye esnasında oluştuğu ve kusur açısından taşıyıcı şirket ve bu şirketin taşeron olarak sözleşme imzaladığı alt taşıyıcı şirketin müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu vurgulanmıştır.iii. Bununla birlikte hasar sebebi olan ısı farklılığının, taşıyıcı şirketin kasdi veya kasda muadil ağır kusurlu bir davranışının sonucu olduğunun ispat edilemediği belirtilerek CMR Konvansiyonu'nun maddesinin uygulama alanı bulmayacağı ve taşıyıcı şirketin sorumluluğunun sınırlı olduğu görüşü bildirilmiştir. Mahkeme 17/9/2013 tarihinde taşıyıcı firmanın CMR Konvansiyonu hükümleri gereğince sınırlı sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. Somut olayda taşıyıcı firmanın kastının bulunduğunun iddia edilmediği ve bu konuda bir delilin de bulunmadığı belirtilmiştir. Teknik açıklamalardan ve mevcut dosya kapsamındaki beyanlara göre data loggerın arızalı olmadığı ve hatalı ölçüm yapmadığı açıklanmıştır. Yine frigo cihazının da arızalı olmadığı, hatta ekspertiz raporuna göre aracın stop edildiği ancak cihazın çalışmaya devam ettiği belirtilmiştir. ii. Mahkeme dış ortam sıcaklığının gece saatlerinde düşmüş olmasının mevcut hasara yol açmış olabileceğinin anlaşıldığını, esasen aksine ve taşıyıcı firma aleyhine sonuç doğurabilecek bir ispat yükünün olmadığını, tüm bu hususların ve olayın gerçekleşme biçiminin taşıyıcı firmanın pervasızca bir hareket içinde bulunduğunu ortaya koymadığını belirtmiştir.iii. Diğer bir deyişle tespit edilen teknik durum ve mevcut dosya kapsamına göre taşıyıcı firmanın zararın doğacağını bildiği veya isteyerek zarar verici davranışta bulunduğu ya da zararın meydana gelme ihtimalinin bilinmesine rağmen taşımaya devam ettiğinin açık olarak iddia edilmediği ifade edildikten sonra bu konuda ispatlanabilmiş bir durumun da olmadığı vurgulanmıştır.iii. Mahkeme konu hakkındaki Yargıtay içtihadına da atıfla taşınan malın öngörülen sıcaklıktan daha düşük bir sıcaklıkta taşınmış olmasının bilerek kötü niyetli davranma olarak kabul edilemeyeceğini, somut uyuşmazlığın çözümünde yorum kuralları uygulandığında da aynı sonuca ulaşıldığını belirtmiştir.iv. Mahkeme ayrıca uluslararası taşıma nedeniyle oluşan ziyadan dolayı taşıyıcının sorumluluğunun kural olarak sınırlı olduğunu, aksi düşüncenin dünya üzerinde bu sektörün gelişmemesine, giderek rekabetin azalmasına ve arz-talep arasındaki dengesizliğin yüksek maliyetlerle taşıma yapılmasına, genel satış maliyetlerinin artmasına yol açacağını vurgulamıştır. Bu durumun ulusal ve uluslararası ticaretin gelişmesine ve insanlığın refahına açıkça engel olacağını belirten Mahkeme, başvurucu şirketin uğradığı zararın ciddi boyutlarda olduğunu kabul etmiştir. Bununla birlikte sınırsız sorumluluğun geniş yorumlanması hâlinde ulusal ve uluslararası ticaretin gelişmemesi ve insan refahının artmaması doğal olarak ortaya çıkacağından dolayı bu zararın somut olaydaki zarar ile kıyaslanamayacak derecede çok büyük bir zarara yol açacağı ve az zararın çok zarara feda edilmesi gerektiği açıklanmıştır.v. Mahkeme sonuç olarak bu kuralın istisnası olan sınırsız sorumluluğun mevcut olup olmadığının CMR Konvansiyonu hükümlerindeki kast veya kasta eş değer kusur kavramının dar yorumunu gerektirdiğini ifade ederek davalının sınırsız sorumlu olduğu hususunun kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 11/12/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından 12/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 24/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5718 sayılı Kanun’un ''Kapsam''kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde uygulanacak hukuk, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların tanınması ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir. (2) Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu milletlerarası sözleşme hükümleri saklıdır. " 5718 sayılı Kanun’un ''Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir. (2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler. (3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye etkili olarak geçerlidir. (4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur." 5718 sayılı Kanun’un ''Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler''kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler tarafların seçtikleri hukuka tâbidir. (2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde, sözleşmenin kuruluşu sırasında taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu ülke aynı zamanda yüklemenin veya boşaltmanın yapıldığı ülke veya gönderenin esas işyerinin bulunduğu ülke ise bu ülkenin sözleşmeyle en sıkı ilişkili olduğu kabul edilir ve sözleşmeye bu ülkenin hukuku uygulanır. Tek seferlik çarter sözleşmeleri ve esas konusu eşya taşıma olan diğer sözleşmeler de bu madde hükümlerine tâbidir. (3) Hâlin bütün şartlarına göre eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye bu hukuk uygulanır." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarihli ve 2011/14445, K.2012/21016 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davalının Alaşehir'den ithal veya karayolundan ücret karşılığı taşımak üzere teslim aldığı taze kirazların uğradığı hasarın sebebi olarak aracındaki soğutucu sistemin arızalı olduğu, bu nedenle kirazların organoleptik değişim gösterdiği beyan edilmesi karşısında davalı tarafından kendisini sorumluluk altına sokan bu beyanlara karşı bir açıklama getirilmediği, kirazda meydana gelen hasarın nedeni hakkında bir beyanda bulunulmadığı, davalı taşıma şirketinin şöförünün huzurunda cereyan eden kirazların hasara uğradığı olgusunun açığa çıkması karşısında aksine bir durum var idi ise tacir olmasının bir gereği olarak basiretli davranıp özel bir ekspertiz şirketine müracaat edip hasar tespiti yaptırmadığı, kirazları teslim alırken yüklemeye en azından nezaret etme yükümlülüğü altında olan davalının dış alıcının varma yerinde yükle birlikte giden, uluslararası hamule senedi üzerine nakşettiği ihtirazi kayıt gibi gönderene imzalayıp verdiği, hamule senedine kirazlarda hasar bulunduğu yönünde ihtirazi kayıt da düşmediği, gerekçesiyle CMR'nin taşımacının sorumluluğu başlığı altındaki 17-29 maddeleri karşısında davalının zamanaşımı, hasar tespiti, zarar miktarı konularındaki itiraz ve beyanları yerinde görülmemiş, davalı taşıma şirketi lehine tesis edilen sınırlı sorumluluk karinesinden aleyhinde ileri sürülen aracındaki soğutucunun arızalı olduğu, kirazların bu nedenle bozulduğu yönündeki iddialara karşı, aracındaki soğutma sisteminin arızalı olmadığını kirazların taşıma esnasında hasara uğramadığını kanıtlayamadığı, sınırlı sorumlu halinin ortadan kalkmasının sonucu olarak taşıyıcı şirketin davacının gerçek zararını ödemek zorunda olup, zaman aşımı süresinin 1 yıl değil 3 yıl olduğu, davacının gerçek zararının ihraç ettiği kirazların hasara uğraması sonucunda fiyat indirimi yapılarak satılması suretiyle meydana geldiği, davalının aracındaki soğutucu arızası olmasa idi davacının gerçekleştirdiği ihracat sonucunda 632 € ihracat bedeli hesaplarına kaydedilmiş olacakken soğutucu arızası nedeni ile 720 € eksik tahsilat yaptığı gerekçesiyle, davanın kabulü ile 720 € nun dava tarihindeki Türk Lirası karşılığı olan 800,00 TL'nın işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.Karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir. 1-Dava, uluslararası taşıma sözleşmesine dayalı olarak oluşan hasar bedelinin taşıyıcıdan tahsiline ilişkin olup, mahkemece, ihraç konusu kiraz ürününün bozulmasına makul bir açıklama getirmeyen taşıyıcının CMR Konvansiyonu'nun maddesi uyarınca, sınırlı sorumluluk hakkından yararlanamayacağı, bunun sonucu olarakta taşıyıcı şirketin davacının gerçek zararını ödemek zorunda olup, zamanaşımı süresinin 1 yıl değil 3 yıl olduğu yönünde tanzim edilen bilirkişi kurulu raporu hükme esas alınarak yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş ise de; ağır kusurun sebebi olarak kabul edilen kararlaştırılan ısıda taşımama olarak benimsenen gerekçenin davalı taşıyıcı açısından kasıt ya da kasda eşdeğer kusur olarak kabulü mümkün değildir. CMR Konvansiyonu' nun 32/ maddesine göre, bu sözleşme gereğince yapılan taşımalardan doğacak davaların, 1 yıl içerisinde açılması gerekir. Yine, aynı Konvansiyon' un 32/1-a maddesine göre zamanaşımı; kısmi kayıp, hasar veya gecikmelerde teslim etme tarihinden itibaren başlar. Somut olayda hasar gören yükün teslim tarihi 2005olup yukarıda açıklanan kurallar gereğince zamanaşımı süresi 2005tarihinde başlamış ve görülmekte olan dava ise 01/03/2007 tarihinde harcın yatırılması suretiyle açılmış olduğuna göre, CMR maddesi uyarınca zamanaşımı nedeniyle davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi yerinde görülmemiş, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2012 tarihli ve 2011/12992, K.2012/19154 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Mahkemece, emtiada meydana gelen zarardan dolayı davalı taşıyıcının sorumlu olduğu, ancak davacı tarafından Gümrük Müdürlüğü'ne ve taşıyıcıya ödeme yapıldığına ilişkin başkaca belge ibraz edilemediğinden, bunlara ilişkin masrafların ispatlanamadığı gerekçesiyle, 374,72 USD'nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.Kararı, davacı vekili ve davalı vekili temyiz etmiştir. 1-Dava, karayolu ile yurt dışı taşıma sözleşmesinden doğan, hasar bedelinin tazmini istemine ilişkindir. CMR 32/1-a maddesine göre, bu sözleşme gereğince yapılan taşımalardan doğacak davaların bir yıllıksüre içerisinde açılması gerekmektedir. Ancakbilerek kötü hareket veya mahkeme tarafından bilerek kötü hareket olarak kabul edilen kusurlarda, bu süre üç yıldır. Mahkemece, davalı taşıyıcının ağır kusurlu olduğu kabul edilerek, zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiş ise de, Dairemizin yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere, malın olması gereken sıcaklıktan daha düşük sıcaklıkta taşınmasının, bilerek kötüniyetli davranma olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, davalının zamanaşımı def'inin yazılı gerekçe ile reddi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/11/2011 tarihli ve 2009/13290, K.2011/14899 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, yüke ilişkin dolaşım sertifikası, gümrük çıkış beyannamesinde ve kontrol belgesinde domateslerin uygunsuzluğuna ilişkin bir açıklama olmadığı, taşıyıcının taşıma sözleşmesi vehamule senedinde belirtilen +6 derecelik taşıma ısısına uymadığının da dosya içeriği ile sabit olduğu, ancak hasar yerinde hasar durumuna ilişkin bir rapor düzenlenmediğinden, hasar durumu ve miktarı tam olarak tespit edilmediği, hasarın sadece, uygun ısıda taşıma yapılmamasından değil, toplama, ilaçlama, depolama, sandıklara yerleştirme, olgunluk derecesi ve firigorifik cihazın açılmasına rağmen, teslim alınmayarak araç içerisinde 4 günden fazla kalması ile de oluşabileceği, CMR 17/5 madde hükmüne göre, taşıyıcının hasar sebeplerinden hasar yaptıkları katkı oranında sorumlu tutulabileceği, bilirkişi raporuna göretaşıyıcının hasarın %25 inden sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 650 Euro’nun dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte fiili ödeme günündeki TC Merkez Bankası efektif satış kurunun TL üzerinden davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili ve davalılar vekili temyiz etmiştir.1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; dava, taşıma akdinden kaynaklanmakta olupuyuşmazlığa (Eşyaların Karayolunda Uluslararası Nakliyatı İçin Mukavele Sözleşmesi) CMR’nin uygulanması gerekir. CMR. 17/maddesi uyarınca kural olarak taşıyıcı malları teslim aldığı andan teslim edilinceye kadar, bunların tamamen veya kısmen kaybından ve vukubulacak hasardan mesuldur. Davaya konu olayda, davalı taşıyanlar tarafından sertifikalı domates emtiası taşınmak üzere teslim alınırkenherhangi bir ihtirazi kayıt koyulmadığıve varma yerinde de ürünün bozulduğu sabit olduğuna göre davalı taşıyanların hasarının kendilerinin sorumlu olmadığı bir nedenden meydana geldiğini kanıtlamalarıhalinde sorumluluktan kurtulmaları mümkün olup, davalılar davada bu hususu kanıtlayamamıştır. Mahkemece alınan bilirkişi raporları tamamen varsayıma dayalı olup, bozulmanın nedenleri de bilimsel verilere dayalı olarak belirlenmemiştir. Zira dosyada bulunan Tarım Bakanlığı Bitki Sağlığı Sertifikası uyarınca ürünler sağlıklıdır. Bu itibarla mahkemece davalıların CMR 17/ maddesi uyarınca ihtirazi kayıtsız aldıkları emtiadaki hasarın kendilerinin sorumlu olmadığı bir nedenden ileri geldiğini ispat edemediğinin kabulü ile hasarın davalı taşıyanlarınsebep olduğu kusur nedeniyle oluştuğunun kabulü ile sonucuna göre karar vermek gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/9/2006 tarihli ve 2005/6097, K.2006/9018 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... Mahkemece, taşıma, hasar ve sigorta belgeleri ile bilirkişi raporuna dayanılarak, taşınan emtianın ambalajında ve taşıma senedinde taşımanın (+2) ila (+8) derecede yapılması gerektiğinin yazıldığı, bu durumda Varşova Konvansiyonu'nun maddesince taşıyanın sınırlı sorumluluğunun söz konusu olamayacağı gibi TÜRK SİVİL HAVACILIK KANUNU'nun maddesine uygun ihtirazi kayıt konulmadığından sorumluluk karinesinin aksinin dayalı taşıyanca ispatı gerektiği, oluşan zararın (437)TL olduğu, davacının diğer davalıya yönelik husumet iddiasından vazgeçtiği gerekçesiyle davanın davalı A.Ş. yönünden kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve taşımanın tabi olduğu Varşova Konvansiyonu'nun maddesi hükmüne uygun hasar ihbarı yapılmış olmasına ve sigortalı emtianın 2-8 dereceler arası ısıda taşınması gereğinin hem ambalajlar üzerinde yazılması hem de taşıma senedinde özel bir tasıma sartı olarak kararlaştırılmış olması karşısında taşıyanın bu şarta uymamasının varit görülmesi halinde anılan Konvansiyon 'un maddesi hükmünce taşıyan veya onu temsil edenlerin bilerek yol açtıkları ziya veya hasardan dolayı sınırlı sorumluluktan yararlanma olanağının kalkacak olması nedeniyle davalı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2- Ancak, hükmün dayandırıldığı hukukça bilirkişi raporunda temel veri olarak esas alınan 2002 tarihli ekspertiz raporunda sigortalı emtianın taşındığı her bir karton koli içinde yer aldığı saptanan ısı ölçüm aygıtının (data/ogger) çalışma prensipleri, teknik mekanizması, ısı ölçüm ve tespitini gerçek zamanlı olarak yapıp yapmadığı, bu aygıtın derlediği verilerin sonradan yapılacak müdahale ile geriye dönük olarak değiştirilmesinin mümkün olup olmadığı, 2-8 derece arası muhafaza zorunluluğuna uyulmayan sürelerin taşıma veya davalı taşıyanın sorumlu olduğu kesitte mi yoksa taşıma öncesi veya sonrası gümrük evresinde mi meydana geldiğini sözü edilen aygıt üzerinde teknik uzmanlığı bulunan bir bilirkişiden alınacak raporla aydınlatılması ve sonucuna göre davalının sorumlu olup olmadığı belirlenmeden eksik inceleme ve uzman olmayan bilirkişi raporu ile yetinilmesi doğru görülmemiştir..." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmelera. CMR Konvansiyonu CMR Konvansiyonu'nun "Uygulama alanı''kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Bu anlaşma, sözleşmede belirtildiği gibi yükleme yeri ile teslim için belirlenen yerin iki ayrı ülkede olması halinde, ücret karşılığında yüklerin taşıt ile karadan taşınmasına ait her sözleşmeyi kapsar. Bu ülkelerden en az birinin âkit ülke olması zorunludur. Bu anlaşmanın uygulaması bakımından “taşıt” sözcüğü 19 Eylül 1949 tarihli Yol Trafiği Anlaşması 4 üncü maddesinde tarif edilen, motorlu taşıtlar, dizi halinde taşıtlar, römorklar ve yan- römorklar anlamına gelir. Bu Anlaşma kapsamındaki taşıma, devletler, devlet kurumlan veya devlet kuruluştan tarafından yapıldığı hallerde de uygulanır. Aşağıdaki durumlarda anlaşma uygulanmaz.a) Uluslararası posta anlaşmalan gereğince yapılan taşımalarda,b) Cenaze taşımalannda,c) Ev eşyası taşımalarında,Akit Taraflar, iki veya birkaçı arasında yapacaklan özel anlaşmalarla bu anlaşma hükümlerini değiştirmemeyi kabul ederler. Ancak, anlaşmayı sınır trafiğine uygulamamak veya tamamen kendi ülkeleri içindeki taşıma etkinliklerinde yükler üzerinde hak iddia etmeye yarayan sevk mektubunun kullanılmasına izin vermek gibi durumlar bunun dışındadır." CMR Konvansiyonu'nun "Taşımacının sorumlu olduğu kişiler'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu anlaşmanın uygulanması yönünden taşımacı, çalıştırdığı kişilerin ve taşımanın yapılması için hizmetlerinden yararlandığı diğer kimselerin görevleri sırasında hareket ve ihmallerinden, sanki, bu hareket ve ihmalleri kendisi yapmış gibi sorumlu olacaktır." CMR Konvansiyonu'nun "Taşımacının sorumluluğu'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Taşımacı, yükü teslim aldığı andan teslim edinceye kadar, bunların kısmen veya tamamen kaybından ve doğacak hasardan sorumludur. Eğer kayıp, hasar veya gecikme istek sahibinin hatası veya ihmalinden, taşımacının hatasından değilde, istek sahibinin verdiği talimattan, yüke has bir kusurdan yahutta taşımacının önlemesine olanak bulunmayan durumlardan ileri geliyorsa, taşımacı sorumlu tutulamaz. Taşımacı taşımayı yapmak için kullandığı kusurlu taşıtları, bu taşıtı kiraladığı kişinin veya vekilinin yahutta çalışanlarının hata ve veya ihmallerinden dolayı sorumludur. Madde 18 paragraf 2 ila 5’e uygun olmak üzere kayıp veya hasar durumları aşağıda belirtilen koşullardan bir veya bir kaçının doğal sonucu olan özel risklerden doğmuş ise, taşımacı sorumlu tutulamaz.a) Kullanılmasında anlaşmaya varılmış ve sevk mektubunda açıkça belirtmiş olduğu üzere, madeni levha ile kaplanmamış açık taşıtlar kullanılması,b) Ambalajlanmadıkları veya kötü ambalajlandıkları zaman, özellikleri gereği fire veren veya hasara uğrayan mallann ambalajlanmaması veya hatalı ambalajlanmış olması,c) Yükün gönderici, alıcı veya bunlar adına hareket eden kişiler tarafından alınması taşınması, yüklenmesi, yığılması veya boşaltılması,d) Özellikle kınlma, paslanma, çürüme, kuruma, normal fire yahutta güve ve haşarattan kısmen veya tamamen zarar görebilecek mallann özelliği,e) Sandık veya paketlerin üzerindeki marka veya numaralann yetersiz veya hatalı oluşu,f) Canlı hayvan nakli, Kayıp, hasar ve gecikmeye neden olan faktörlerden bazılan bakımından bu maddeye göre taşımacının sorumlu olmadığı hallerde, yine maddeye göre sorumlu olduğu faktörlerin kayıp, hasar ve gecikmeye yaptıkları katkı oranında sorumlu olacaktır." CMR Konvansiyonu'nun maddesi şöyledir: " Kayıp hasar ve gecikmenin madde 17 paragraf 2 de öngörülen nedenlerden birinden doğduğunu kanıtlamak taşımacıya aittir. Taşımacı, durumun koşullan bakımından kayıp veya hasann Madde 17 paragraf 4 de öngörülen özel riklerin bir veya daha fazlasına atfedilebildiğini belirlediğinde, bunların bu nedenlerden ileri geldiği kabul edilir, hak iddia eden kimse, kayıp veya zarann bu risklere kısmen veya tamamen bağlı olmadığım kanıtlamak hakkına sahiptir. Anormal bir noksanlık veya sandık yahutta paketlerde bir kaybolma olduğunda, kayıp veya hasann Madde 17 paragraf 4 (a) da belirtilen durumlardan ileri geldiği varsayımına dayanan hüküm uygulanmaz. Eğer taşıma malın sıcağa, soğuğa, ısı derecesindeki değişmelere ve rutubete karşı koruyacak şekilde donatılmış taşıtlarla yapılıyorsa, taşımacı Madde 17 paragraf 4 (d)’deki avantajdan faydalanmayı talep edemez. Ancak, bu tür donanım seçilmesi ve kullanılması ile ilgili olarak kendisine düşen önlemleri aldığım ve verilen özel talimata uyduğunu kanıtlarsa böyle bir istemde bulunabilir. Taşımacı kendisine düşen bütün önlemleri aldığını ve verilen özel talimata uyduğunu kanıtlamadıkça madde 17 paragraf 4 (f) deki avantajdan yararlanmayı isteyemez." CMR Konvansiyonu'nun maddesi şöyledir: " Bu anlaşmanın hükümleri gereğince bir taşıyıcı, yükün kısmen veya tamamen kaybından dolayı tazminat ödemekle sorumlu tutulduğundan, bu tazminat yükün taşınmak üzere kabul edildiği yer ve zamandaki kıymetine göre hesaplanır. Malın kıymeti, ticaret borsası fiyatına göre saptanır. Eğer böyle bir fiyat yoksa, geçerli piyasa fiyatlarına göre bir tespit yapılır. Eğer ne ticaret borsası fiyatı ne de geçerli piyasa fiyatı mevcut değilse, tespit aynı cins ve kalitedeki malların normal kıymetine göre yapılır. Tazminat, noksan olan brüt ağırlığın beher kilogramı için 25 frangı geçemez. Frank bir gramın 10/31’i ağırlığında safiyeti binde 900 olan altın franktır. Yükün taşınması dolayısıyla ödenen taşıma ücreti, gümrük resimleri ve diğer ödemelerde, malın tamamen kaybedilmesi halinde tamamen ödenir. Kısmen kaybolma halinde ise karşılaşılan zarar oranında ödeme yapılır. Bunlar dışında başka tazminat ödenmez.Gecikme halinde, hak sahibi zarar ve ziyanın bundan ileri geldiğini kanıtlarsa, taşımacı bu zarar ve ziyan için taşıma ücretini geçmemek üzere tazminat öder. Madde 24 ve 26 gereğince malın değeri veya teslim süresi için ödenecek özel faiz söz konusu olduğu edilmiş ise daha yüksek tazminat istenebilir." CMR Konvansiyonu'nun maddesi şöyledir: "Gönderici anlaşmaya varılacak belirli bir ücret karşılığında, sevk mektubunda Madde 23 paragraf 3’te belirtilen sının geçen bir değer beyan edebilir. Bu takdirde, beyan edilen değer bu sınırın yerine geçer." CMR Konvansiyonu'nun maddesi şöyledir: " Zarar ve ziyan olayında taşımacı, yükün madde 23 paragraf 1, 2 ve 4 gereğince belirlenen değerine göre hesaplanmış kıymetten düşme karşılığı olan bedeli öder. Gerçekte tazminat şu miktarlan aşamaz:a) Eğer gönderilen malın tamamı hasara uğramış ise, tamamı kaybolduğunda ödenmesi gereken miktar,b) Eğer gönderilen yükün bir kısmı hasara uğramış ise eksilen kısmı için ödenmesi gereken miktar." CMR Konvansiyonu'nun maddesi şöyledir:" Kaybolma, hasar veya kararlaştırılan zaman süresinin aşılması halinde gönderici, belirlenecek bu ücret ödenmesi karşılığında, teslim süresi için ödenecek özel faizin miktarını tayin eder ve bunu sevk mektubuna yazar. Teslim süresi için özel bir faiz ödeneceği beyan edilmiş ise, 23, 24 ve 25 ncimaddelerdde öngörülen tazminattan ayrı olarak, kanıtlanan fazla zarar ve ziyan için beyan edilen miktara kadar tazminat istenebilir." CMR Konvansiyonu'nun maddesi şöyledir: " Hasar, taşımacının kendi kötü hareketinden veya davaya bakan mahkemenin kararı ile isteyerek kötü hareket eşdeğer sayılan kusurundan ileri gelmiş ise taşımacı, sorumluluğunu dışlayan veya sınırlayan yahutta kanıt yükünü karşı tarafa yükleyen bu maddenin hükümlerinden yararlanamaz.. Bilerek kötü hareket veya kusur taşımacının vekil veya çalışanları tarafından yahutta taşıma işinde kullandığı başka kişiler tarafından görevleri sırasında işlenmiş ise, aynı hüküm uygulanır. Bundan başka, böyle bir durumda adı geçen vekiller, çalışanlar ve diğer kişiler kişisel sorumlulukları yönünden 1 inci paragrafta belirtilen bu bölüm hükümlerinden yararlanamazlar." b. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükler yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, §§ 32-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4887
Başvuru, Eşyaların Kara Yolunda Uluslararası Nakliyatı İçin Mukavele Sözleşmesi ndeki sorumluluğa ilişkin hükümlerin hatalı uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir gazetenin İnternet haber arşivinde erişilebilir durumda olan bir haberle ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bireysel başvurunun yapıldığı tarihte ulusal ölçekte yayımlanan Taraf gazetesinin İnternet arşivi sayfalarında 27/5/2009 tarihinde, suç örgütüne üye olma suçundan ilgili mahkeme tarafından başvurucunun on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğine ilişkin haber yayımlanmıştır. Başvurucu; haberde bahsi geçen mahkeme kararının Yargıtay Ceza Dairesi tarafından bozulduğunu, bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda davanın ortadan kaldırılmasına karar verildiğini, herhangi bir suçtan hakkında mahkûmiyet hükmü bulunmadığını ancak bu haber nedeniyle şeref ve itibarının zedelendiğini ileri sürerek 1/10/2013 tarihinde söz konusu habere erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesi 18/11/2013 tarihli kararı ile yayının basın özgürlüğü sınırları içerisinde kalan bir yayın olduğu, kişilik haklarına saldırının bulunmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin 26/12/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 14/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1811
Başvuru, bir gazetenin İnternet haber arşivinde erişilebilir durumda olan bir haberle ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; müdafi huzurunda alınmayan kolluk ifadelerinin hükme esas alınması, müdafiyle temsil edilemediğinden esas hakkında savunma yapılamaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: PKK-KONGRA-GEL terör örgütünce Kuzey Irak'taki kamplardan birinde dokuz günlük bir konferans düzenlendiğinin, konferansa Türkiye'den katılan kişilerin 7/10/2007 tarihinde Habur sınır kapısından giriş yapacaklarının kolluk güçlerine telefonla ihbar edilmesi ve yapılan istihbarat çalışmaları üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler 7/10/2007 tarihinde farklı araçlarla aralıklı olarak sınırdan giriş yaparken yakalanmışlardır. Yakalanan şüphelilerden G., müdafi olmadan gerçekleştirilen ve canlı olarak yapılan, kolluktaki 8/10/2007 tarihli teşhiste başvurucunun da aralarında bulunduğu birçok kişiyi tespit etmiştir. Teşhis tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"... Mersin Merkez DTP teşkilatı içerisinde yer alan [Ş.H.] isimli arkadaşım ... bana yakın bir zamanda PKK-KONGRA-GEL terör örgütünün Kuzey Irak'ta bulunan kamplarında bir toplantının olacağını, ... bu toplantıya benim de katılmamı söyledi. Ben de tamam bu toplantıya katılırım dedim......Toplantı 25 veya 26 Eylül tarihinde ... [B.nin] önderliğinde başladı......Benimle birlikte gelen şahısların hepsi de toplantıya katıldılar. ... Burada benim yanımda şuanda gözaltında bulunan Mesut Aydin [başvurucu], [Y.] sahte kimlikli [Ö.B.], [Ş.H.] isimli şahıslar vardı. Yola çıktık ve Türkiye'ye giriş yaparken yakalandık...... (5) ile numaralandırılan şahıs, yukarıda da bahsettiğim gibi benimle birlikte Kuzey Irak'ta PKK-KONGRA-GEL terör örgütünün toplantısına katıldı. Ben bu şahıs ile birlikte Türkiye'ye giriş yaptım. Bu şahıs Mesut Aydin'dir [başvurucu]..." G.nin 9/10/2007 tarihinde müdafii olmadan alınan Savcılık ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... ŞÜPHELİ BEYANINDA:Müdafi istemiyorum. CMK maddedeki haklarımı anladım. Savunmamı kendim yapacağım, demekle;... 50-60 kişilik aynı kıyafetleri giymiş kişi [B.nin] yaptığı konuşmayla toplantıya başladılar. Bu toplantı 9 günlük aralıklarla sürdü, ben bu toplantıların bir kısmına katıldım.... Ben, [Ş.], sahte kimlikte [] isimli gerçek ismi [Ö.] olan şahıs ve Mesut [başvurucu] isimli kişiyle Türkiye'ye giriş yaptık..." G.nin 10/10/2007 tarihinde müdafiinin de hazır bulunmasıyla yapılan ve kolluktaki teşhis işlemini doğruladığı sorgusundaki beyanının ilgili kısmı şöyledir: " Ben üzerime atılı suçla ilgili olarak Silopi Cumhuriyet Başsavcılığındaifade verdim o ifadem doğrudur aynen tekrar ederim. Ben Kuzey Irak takiPkk örgütünün toplantılarına katıldım.... ben toplantıda bulunan bir kısım şahısları emniyette ve savcılıkta teşhis ettim.bu toplantıya katılmak dışında örgütle herhangi bir bağlantım yoktur...Şüpheliye cumhuriyet Savcılığında vermiş olduğu beyanı okundu, soruldu, doğrudur, aynen tekrar ederim, dedi. " Yakalanan şüphelilerden Z.S. kollukta müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan 21/10/2007 tarihli ifadesinde başvurucunun da aralarında bulunduğu birçok kişinin adını bildirmiştir. Kolluktaki ifade tutanağının ilgili kısımları şöyledir:"... bu esnada [E.A.] bana kendisinin K.lrak'a giderak Kandil'de bulunan PKK kampında yapılacak bir toplantıya katılacağından ve kendisinın PKK terör örgütü taralından bu toplantıya çağırıldığını söyledi, toplantının konusunu sorduğumda ise [E.A.] ... üst düzey PKK yöneticilerinin katılacağını, bu toplantının özel bir toplantı olduğunu söyledi. Bende bunun üzerine kendisi ile birlikte K.lrak'a yani Kandil'e gitmek istediğimi söyledim.........devam eden Özgür Yurttaş Hareketinin toplantısına katıldım, ancak bu toplantının son üç gününe yetişebildim......Benim Özgür Yurttaş Hareketinin toplantısına katılan şahıslardan tanıdıklarım: [A., N.Ü., S.A., G., Ğ.B., Y., Ş.H.], Mesut AYDİN [başvurucu], [Z.A., İ.Ç., Ö.B., N.E., Y., Ş.K., A., K.B., N.K. ve H.İ.] isimli şahıslardır......SORULDU: YAPMIŞ OLDUGUNUZ FOTOĞRAF TEŞHİSLERİNDE [A., N.Ü., S.A., G., Ğ.B., Y., Ş.H.], Mesut AYDİN [başvurucu], [Z.A., İ.Ç., Ö.B., N.E., Y., Ş.K., A., K.B., N.K. ve H.İ.] İSİMLİ ŞAHISLARI TANIDIĞINIZI beyan ederek ilgili fotoğraf teşhislerini yaptınız. BU ŞAHISLARIN PKK KONGRA GEL TERÖR ÖRGÜTÜ İLE BAĞLANTILARI varmıdır, varsa bu bağlantılar hakkında bildikleriniz nelerdir. CEVABEN: Bu şahıslar PKK terör örgütü ile ilişkilidirler. Ben bu şahısların tam olarak örgütle ne boyutta ilişkili olduklarını bilmiyorum. Kendilerini özgür yurttaş hareketi toplantısında gördüm......SORULDU :İFADENİZE EKLEMEK İSTEDİĞİNİZ BAŞKA BİR HUSUS VAR MIDIR?  CEVABEN: Ben PKK/KONGRA-GEL TERÖR örgütü adına yürütmüş olduğum faaliyetlerden dolayı kesinlikle pişman değilim. Gözaltında bulunduğum süre zarfında herhangi bir rahatsızlığım olmadı, herhangi bır kötü bir muamele görmedim. Söylemek istediğim başka bır şey yoktur.İfade esnasında hazırda bulunan Şırnak Barosu Avukatlarından [A.T.ye] ifadeye eklemek istediği herhangi bir husus olup olmadığı soruldu, huzurda tespit ediIen beyana bir diyeceğimiz yoktur dedi." Z.S. kollukta müdafiinin de hazır bulunmasıyla iki fotoğraf üzerinden gerçekleştirilen 20/10/2007 tarihli teşhiste başvurucunun da aralarında bulunduğu birçok kişiyi tespit etmiştir. Kolluktaki teşhis tutanaklarının ilgili kısımları şöyledir:İlk Tutanak: "[Z.S.] isimli şahıs Müdafii [A.T.] refakatinde huzura alınmış,...fotoğraflar (1) den (18) e kadar numaralandırılarak kendisine gösterilerek söz verildiğinde;... (8) numara ile numaralandırılan şahıs Özgür Yurttaş Hareketinin PKK terör örgütünün kampında yapılan toplantısında gördüğüm Mesut AYDİN [başvurucu],...isimli şahıslardır, ben tüm bu şahısların fotoğraflarını görünce kendilerini tanıdım ve fotoğraflarından net ve kesin olarak teşhis ediyorum."İkinci Tutanak: "Özgür Yurttaş Hareketi Genel Meclisinde yer aldığını bildiğim şahıslar: 1-Mesut AYDİN [başvurucu] (Şanlıurfa'lıdır. Diyarbakır'da ikamet eder, Özgür Yurttaş Koordinasyon Üyesidir)... [Z.S.] isimli şahıs Müdafii [A.T.] refakatinde huzura alınmış, yukarıda bulunan ve Müdürlüğümüzce temin edilen fotoğraflar (1), (2) ve (3) ile numaralandırılarak kendisine gösterilerek kendisine söz verildiğinde:Bana göstermiş olduğunuz fotoğraftaki şahıslardan (1) ile numaralandırılan şahıs, yukarıda da bahsettiğim gibi Özgür Yurttaş Hareketi Genel Meclisinde yer alan ismini Mesut AYDIN olarak bildiğim ancak gerçek ismini Mesut AYDİN [başvurucu] olarak öğrendiğim şahıstır, Mesut AYDİN [başvurucu] isimli şahsın PKK kampında gerçekleştirilen Özgür Yurttaş Hareketinin toplantısına katıldığından dolayı beraberindeki diğer 19 şahıs ile birlikte Silopi ilçesinde yakalandığını haberlerden duydum, Mesut AYDİN [başvurucu] Özgür Yurttaş Hareketi adına meclis çalışması şeklinde faaliyet yürüttüğünü biliyorum. Bildiğim kadarıyla en son olarak İstanbul ilinde faaliyetlerde bulunuyordu, kendisini kesin olarak tanır ve teşhis ederim." Z.S.nin müdafiinin hazır bulunmasıyla alınan ve kolluktaki teşhis işlemini doğruladığı Savcılıktaki 21/10/2007 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Ben bu konuda daha önce Müdafi huzurunda Silopi İlçe Emniyet Müdürlüğünde ifade vermiştim. Bu ifademi aynen tekrar ederim, Ben daha önce iki defa daha Kuzey Irak'a gitmiştim. Birinci gidişimde gezmek için, ikinci girişimde ise üniversite bakmak için gitmiştim. Bu iki gidişimde örgütle herhangi bir bağlantım olmadı. Emniyet'te verdiğim ifademe ekleyecek bir husus yoktur, dedi.Şüpheliye Silopi İlçe Emniyet Müdürlüğünde yaptırılan Fotoğraf Teşhis Tutanakları gösterildi, Şüpheli Devamla Beyanında; Tutanakta yaptığım teşhisler doğrudur, tutanaklar altındaki imzalar da bana aittir. Bu konuda savunmam bundan ibarettir, dedi..." Z.S.nin 21/10/2007 tarihinde müdafiinin hazır bulunmasıyla yapılan ve kolluktaki teşhis işlemini doğruladığı sorgusundaki ifade tutanağının ilgili kısımları şöyledir:"...soruşturma aşamasında müdafiim hpuzurunda vermiş olduğm beyanınımı aynen tekrara ederim benim pkk KONGRA-GEL terör örgütü ile siyasi anlamda bağlantım vardı. örgütün sempasizinim. ben DTP de hala hazırdagençlik kolu üyesiyim.........soruşturma aşamasında müdafii huzurunda belirtitim gibi benimle aynı şekilde Kampta Özgür Yurttaş harekete toplantısına katılan benim kendi tanıdıklarım olan şahıslar [A.], [N.Ü.], [S.A.], [G.], [G.B.], [N.Y.],[Ş.H.], MESUT AYDIN [başvurucu], [Z.A.], [İ.Ç.], [Ö.B.], [N.E.], [Y.], [Ş.K.], [A.], [K.B.], [N.K.] ve [H.İ.] simli şahıslardır, bunların bir kısmını DTPye gidip gelmelerinden dolayı tanıyordum, bir kısmıda toplantı sırasında orda bulunmalarından dolayı tanıyordum. savunmam bundan ibarettir.dedi.Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğu ifadesi okundu, benzer olduğu görüldü, soruldu: doğrudur, bana aittir. Aynen tekrar ederim,dedi. Yakalanan şüphelilerden Ç. kollukta müdafisiz gerçekleştirilen ve canlı olarak yapılan 8/10/2007 tarihli teşhiste başvurucunun da aralarında bulunduğu birçok kişiyi teşhis etmiştir. Teşhis tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"...Şuan benimle birlikte gözaltında bulunan [Y.,İ.Ç.,A.,H.Ç.,N.Ü.,S.A.,G.,Ğ.B.,E.B.,Ş.H.], Mesut Aydin [başvurucu], [Z.A., Ö.B.] isimli şahısların hepsi yukarıda bahsettiğim gibi;PKK/KONGRA GEL TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KUZEY IRAK'TA BULUNAN KAMPLARINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN TOPLANTIYA KATILAN VE YÖENTİM DÜZEYİNDE GÖREVLİ BULUNAN ŞAHISLARDI. AYRICA MESUT AYDİN [başvurucu] VE [Ş.H.] YÖNETİCİ POZİSYONUNDA OLAN ŞAHISLARDI, DİĞER ŞAHISLARI SÜREKLİ YÖNLENDİRİYORLARDI... demesi üzerine;... Mesut Aydin [başvurucu] isimli şahıs 10 numara ile,......numaralandırılarak [Ç.] isimli şahıs huzura alınmış... (1) den (13)'e kadar numara ile numaralandırılan şahıslar şu anda benimle birlikte gözaltındadırlar. ... Bu şahıslar PKK/KONGRA GEL TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KUZEY IRAK'TA BULUNAN KAMPLARINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN TOPLANTIYA KATILAN VE YÖENTİM DÜZEYİNDE GÖREVLİ BULUNAN ŞAHISLARDIR. AYRICA (10) İLE NUMARALANDIRILAN MESUT AYDİN [başvurucu] VE (9) İLE NUMARALANDIRILAN [Ş.H.] YÖNETİCİ POZİSYONUNDA OLAN ŞAHISLARDI, DİĞER ŞAHISLARI SÜREKLİ YÖNLENDİRİYORLARDI..." Ç.nin 10/10/2007 tarihinde müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan ve kolluktaki teşhis işlemini reddettiği Savcılıktaki beyanının ilgili kısmı şöyledir:"... Ben Irak Devletine ticari işlerim için gittim. Van'da inşaat taşaronluğu yaparım, PKK Terör örgütü ile herhangi bir ilişkim yoktur. gözaltındaki kişilerle ilk defa Habur Emniyet'te karşılaştım, suçlamayı kabul etmiyorum dedi. Şüpheliye Silopi İlçe Emniyet Müdürlüğünde 09/10/2007 tarihli teşhis, 08/10/2007 tarihli tespit, 08/10/2007 tarihli fotoğraf teşhis tutanakları, 09/10/2007 tarihli tespit tutanağının içeriği anlatıldı, gösterildi, soruldu: tutanak içeriklerini kabul etmiyorum. bu belgeler bana okutulmadan imzalatıldı..." Ç.nin 10/10/2007 tarihinde müdafiinin hazır bulunmasıyla yapılan sorgusundaki ifade tutanağının ilgili kısmı şöyledir:" ...silopi cumhuriyet savcılğında ifade vermiştim. oifadem doğrudur aynen tekrar ederim. ben üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. pkk terör örgütü ile herhangi bir ilişkim yoktur. ben örgütün kuzey ırak taki toplantılarına katılmadım...." Yakalanan şüphelilerden K.B. kollukta müdafisiz gerçekleştirdiği 10/10/2007 tarihli ve canlı olarak yapılan teşhiste başvurucunun da aralarında bulunduğu birçok kişiyi teşhis etmiştir. Teşhis tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"...Ben Manisa Özgür Yurttaş hareketi içerisinde yerel aktivist olarak faaliyet yürütmeye başladım. Ben şu anda benimle birlikte cezaevinde bulunan Mesut AYDİN [başvurucu] isimli şahsı Buca cezaevinden tanırım. Kendisi telefonumda kayıtlıdır. Mesut AYDİN [başvurucu] bildiğim kadarıyla halen İstanbul ilinde Özgür YURTTAŞ hareketi içerisinde faaliyet yürütmeye devam etmektedir. Ben Diyarbakır ilinde bulunduğum sırada Diyarbakır'daki Özgür YURTTAŞ derneği binasında görüştüm. Mesut AYDİN [başvurucu] isimli şahıs bana PKK KONGRA GEL terör örgütünün Kuzey Irak'ta bulunan kamplarında Özgür Yurttaş aktivistlerinin tartışacağı bir toplantının gerçekleştirileceğini söyledi. Bunun için de benim gitmemi söyledi. Bunun üzerine bana 250 YTL elden para verdi. ... Mesut AYDİN [başvurucu] bana parayı verdikten sonra Kuzey Irak Zaho şehrine gitmemi söyledi ve bana vermiş olduğu telefon numarasını aramamı söyledi.........Şuan benimle birlikte gözaltında bulunan [Ş.K.] ve [] bulunuyordu. Bu şahıslar benimle birlikte ... PKK/KONGRA GEL TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KUZEY IRAK'TA BULUNAN KAMPLARINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN ÖZGÜR YURTTAŞ HAREKETİNİN TOPLANTISINA KATILDILAR KENDİLERİNİ NET OLARAK HATIRLIYORUM. HEPSİ DE TOPLANTIDA İDİLER.demesi üzerine;... Mesut Aydin [başvurucu] isimli şahıs 11 numara ile,......numaralandırılarak [K.B.ye] söz verildiğinde ... (1) den (19)'a kadar numaralandırdığınız şahıslar BENİMLE BİRLİKTE PKK/KONGRA GEL TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KUZEY IRAK'TA BULUNAN KAMPLARINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN ÖZGÜR YURTTAŞ HAREKETİNİN TOPLANTISINA KATILDILAR KENDİLERİNİ NET OLARAK HATIRLIYORUM. HEPSİ DE TOPLANTIDA İDİLER. KESİN OLARAK TANIR VE TEŞHİS EDERİM..." K.B.nin 10/10/2007 tarihinde müdafiinin hazır bulunmasıyla alınan ve kolluktaki teşhis işlemini reddettiği Savcılıktaki ifade tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"Ben daha önce Irak'ta bir şirkette çalışmıştım. Sakarya'lı olan ve sosyolog olması nedeniyle Irak'ta inceleme yapmak isteyen Diyarbakır'dan tanıdığım [Ş.] ile birlikte Irak'a geçtik. [Ş.] dışındaki kişileri tanımam. Irak'ta herhangi bir toplantıya veya örgütsel faaliyete katılmadım. ihbar üzerine Habur'da askeri aramadan geçtikten sonra pasaport işlemlerimizi yapmadan önce gözaltına alındık dedi. şüpheliye 10/10/2007 tarihli teşhis tutanağı gösterildi okundu: gözaltında psikolojik baskı altındaydım. migren krizi tutmuştu. bana gerekli yerlerini okutmadılar sadece başlığını okuttular. tutanakta yazılı olan hususları kabul etmiyorum. bu beyanlar bana ait değildir. Bu konuda savunmam bundan ibarettir, dedi. " K.B.nin başvurucunun da sorgusunun yapıldığı 10/10/2007 tarihinde müdafiinin de hazır bulunmasıyla düzenlenen ifade tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"Ben üzerime atılı suçla ilgili olarak silopi cumhuriyet savcılığında ifade vermiştim. o ifadelerim doğrudur, aynen tekrar ederim. ben pkk nın kuzey ıraktaki toplantılarına katılmadım. pkk örgütü ile hiçbir bağlantım yoktur. 2004 yılında cezaevinden çıktıktan sonra örgütle ilgili hiçbir faaliyete katılmadım. Ben ırak ülkesine [Ş.K.] ile birlikte gittim. kendisinin dil sorunu vardı. bu nedenle yardımcı olmak amacıyla birlikte Irak a gittim.benim şu anda örgütle bir bağlantım yoktur.Suçsuzum, savunmam bundan ibarettir, dedi. ..." Yakalanan şüphelilerden Ş.K. kollukta müdafisiz gerçekleştirdiği ve canlı olarak yapılan, 11/10/2007 tarihli teşhiste başvurucunun da aralarında bulunduğu birden çok kişiyi teşhis etmiştir. Teşhis tutanağının ilgili kısmı şöyledir:" ... Mesut Aydin [başvurucu] isimli şahıs 11 numara ile,......numaralandırılarak [Ş.K.ye] söz verildiğinde ...(1) den (19)'a kadar numaralandırdığınız şahıslar benimle birlikte PKK/KONGRA GE'in Kuzey Irak'ta bulunan kamplarında gerçekleştirilen toplantısına katılan şahıslardandemesi üzerine ..." Ş.K.nın müdafiinin hazır bulunmasıyla alınan ve kolluktaki 10/10/2007 tarihli teşhis işlemini reddettiği Savcılıktaki ifade tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"...Irak'a gitmemdeki amaç Amerika'ınn Irak'a müdahalesinden sonra toplumsal değişim ve dönüşümü yeniden görüp inceleyerek kitaplaştırmaktı. üç hafta kadar Irak'ta kaldım. [K.B.] ile beraber Irak'a geçtik. [K.] ile beraber gitmemin sebebi de Kürtçe bilmememdir. ben herhangi bir toplantıya katılmadım. suçlamayı kabul etmiyorum. emniyette psikolojik baskı altında tutuldum. susma hakkımı kullandığımı söylememe rağmen benden teşhis tutanağını imzalamam konusunda zorlayarak diğer gözaltında bulunan şahısları teşhis etmeye zorladılar. 11/10/2007 tarihli tutanak teşhis tutanağındaki imza bana aittir ancak ben bu kişileri örgütün yapmış olduğu toplantıya katılan kişiler olup olmadığını bilmiyorum. böyle bir beyanda bulunmadım. okumadan psikolojik baskı altında imzalattılar. müdafi huzuru ile vermi olduğum ifadem dışındaki hiç bir imzamı kabul etmiyorum. "25 Ş. K.nın başvurucunun da sorgusunun yapıldığı 10/10/2007 tarihli, müdafiinin hazır bulunmasıyla yapılan sorgusunun ifade tutanağındaki ilgili kısmı şöyledir:"Ben atılı suçlamayla ilgili olaraksilopi cumhuriyet savcılığında da ifade verdim. o ifademi de tekrar ediyorum. ben pkk nın kuzey ıraktaki toplantılarına katılmadım. ben ileride yüksek lisans yapmak istedğimi için ve tez hazırlamak niyetiyle ırak ülkesine gittim.ırak ülkesinden döndüğümde gözaltına alındım.benimpkk terör örgütü ile bir bağlantım yoktur. Suçsuzum..." Şüpheliler K.B. ve Ş.K.nınmüdafiinin 10/10/2007 tarihli sorgu celsesindeki beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...şüphelilerin huzur da alınan beyanlarına katılıyoruz. dosya kapsamında şüphelilere zorla imzalatılan belgeler dışında delil mevcut değildir. müdafii bulunmadan zorla imzalatılan belgelerin ileride hükme esas alınması düşünülemez..." Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 7/10/2007 tarihinde gözaltına alınmış; Silopi Sulh Ceza Mahkemesinin 10/10/2007 tarihli kararıyla serbest bırakılmıştır. Başvurucu, kolluktaki ifadesinde susma hakkını kullanmıştır. Başvurucunun müdafiinin hazır bulunmasıyla yapılan sorgudaki beyanı şöyledir:"Ben PKK nın kuzey ıraktaki toplantılarına katılmadım. PKKörgütü ile hiçbir bağlantım yoktur. Ben ticaretle uğraşıyorum. Bir ay kadar önce Irak ülkesine pantolon satmaya gitmiştim. Daha sonra bu pantolonların parasını almak için tekrar Irak ülkesine gittim ve dönüşte gözaltına alındım. 2001 yılından sonra yasadışı herhangi bir olaya karışmak gibi, ne bir eylemim, ne de bir düşüncem olmuştur. Suçsuzum." Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 20/11/2007 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve diğer sanıklar hakkında terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. Sanıklardan Z.S.nin müdafiinin talebiyle sanıkla ilgili olarak daha önce alınmış doktor raporları eklenmek suretiyle -özellikle sağ ayağında işkence veya kötü muamele sonucu bir yaralama olup olmadığının tespiti hususunda- rapor aldırılması için yargılamayı yapan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince (CMK mülga madde ile görevli) (Mahkeme) müzekkere yazılmıştır. Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenmiş, 9/1/2008 tarihli raporda; Z.S.nin emniyette ifadesi alınırken özellikle sağ ayağının ve yüz sağ yanının tekme ve tokatla darbe aldığını ve üç gün boyunca her sorguda darba maruz kaldığını söylediği, yapılan muayenede sağ bacak alt dış yanda 4 cm'lik alanda hafif sarı renk değişikliği, hafif ağrı olduğu, daha önceden bu bacaktaki fibulada (bacaktaki iki kemikten dış kısımda olanı) kırık olduğu, bu nedenle olayda da darbe alınca bacağında olay günü ağrı olduğunu ve şiştiğini ifade ettiği, olay tarihinde alınan doktor raporlarında darp ve cebir izine rastlanmadığı, sağ ayağındaki darbe izinin tıbben maddi delili olmadığı, kişideki bulguların ifade ettiği eski kırığa bağlı olabileceği, bu nedenle görüş alınmak üzere İstanbul Adli Tıp Kurumuna dosyanın gönderilmesi gerektiği kanısı bildirilmiştir. Bireysel başvuru dosyası ve eklerinden Adli Tıp Kurumu tarafından verilen bir kati rapor bulunup bulunmadığı bilgisine ulaşılamamıştır. 22/1/2008 tarihli celsede başvurucu ve diğer sanıklar G. ve Ç.nin savunmaları başvurucunun müdafii S.nın hazır bulunmasıyla alınmıştır. Başvurucu ile başvurucunun müdafiinin hazır bulunduğu söz konusu celsede G.nin kollukta ve sorgudaki ifadelerini kabul etmediğini bildirdiği savunmasının ilgili kısımları şöyledir:"...Ben suçlamaları kabul etmiyorum Kuzey Irak'a Selahattin Üniversitesinin koşullarını araştırmak amacıyla gittim daha sonra Türkiye'ye geri döndüm herhangi bir şekilde yasadışı bir amaçla gitmiş değilim suçlamaları kabul etmiyorum dedi.SANIKTAN GEREK GÖRÜLMEKLE SORULDU: ... ben sanıklardan sadece [Ş.yi] tanırım kendisi Antep'e geldiğinde Antep'de DTP partisinde tanıştık, benim ve bazı çevremdeki fakir insanların para ihtiyacı vardı ben bunu [Ş.ye] söylemiştim oda bana banka kanalıyla para göndermişti dedi.Kl-2 dizi 217-218 deki Savcılık ifadesi okundu çelişki nedeniyle soruldu: Benim şimdiki beyanım doğrudur o beyanımı kabul etmiyorum ben emniyette baskı gördüm işkence gördüm benim babam polisti trafik kazası sonucu vefat etmişti emniyet görevlileri sen diğer sanıkların aleyhlerine beyanda bulun biz seni koruruz diyerek beni yönlendirdiler ben bu şekilde diğer sanıkların aleyhlerine beyanda bulundum kabul etmiyorum dedi.Kl-2 dizi 271-272 deki sorgu ifadesi okundu çelişki nedeniyle soruldu: Yukarıdaki beyanlarımı tekrar ederim dedi.Kl-1 dizi 409-410 ile dizi 411-412 deki fotoğraf teşhis tutanakları okundu soruldu: aleyhimeolan hususları kabul etmiyorum yukarıdaki beyanlarımı tekrar ederim dedi.... Kl-3 dizi 75 deki Savcılık ifadesi okundu benzer olduğu görüldü soruldu: Tekrar ederim....... Doktor raporları okundu soruldu: Bir diyeceğim yoktur dedi." Başvurucunun aynı celsede müdafiinin hazır bulunmasıyla yaptığı savunmanın ilgili kısımları ise şöyledir:"...Kl-2 dizi 130 deki kolluk ifadesi okundu susma hakkını kullandığı görüldü soruldu: Benkollukta susma hakkımı kullanmıştım dedi.Kl-2 dizi 275-281 deki sorgu ifadesi okundu benzer olduğu görüldü soruldu: Tekrar ederim..." Aynı celsede Ç.nin savunması ise şöyledir:"... Ben inşaat taşeronluğunu yaparım Kuzey Irak'da da bir ortağım vardı onunla olan hesap ilişkilerimi görüşmek üzere gitmiştim herhangi bir şekilde örgütsel bir gaye ile gitmedim suçlamaları kabul etmiyorum dedi. ...Dizi 402-408 deki ve yine dizi 402-403 deki (Kl-1 deki) fotoğraf teşhis tutanakları okundu soruldu: tutanak içeriklerini kabul etmiyorum ne yazıldığını bilmeden üzerleri gazete ile kapatılmak suretiyle imzalatıldı ben zaten hiçbir aşamadaki beyanımda böyle bir beyanda bulunmadım dedi....Doktor raporları okundu soruldu: Bir diyeceğim yoktur dedi." Başvurucu müdafiinin aynı celsede G.nin ifadelerine itirazları da içeren beyanı şöyledir:" ...dosyada yargılanan tüm sanıklar sorguya ayrı ayrı sevk edilmişlerdir, özellikle müvekkiller aleyhine beyanı bulunduğu iddia edilen [G.] ayrı bir şekilde sorguya sevk edilmiştir, kendisinin bu celsede de belirttiği şekilde vermiş olduğu beyanlarının güvenlik güçlerinin yönlendirmesiyle verilen ifadeler olduğunu kaldıki bu şahıs bu beyanlarını da kabul etmemektedir, yine dosyada mevcut müvekkiller aleyhine düzenlenen bir çok belgenin de usule ve hukuka aykırı olarak düzenlendiğini düşünüyoruz bu nedenle bunlara itibar edilmemesi gerekmektedir, müvekkiller aleyhine [G.nin] hazırlık soruşturması sırasındaki atfı cürüm niteliğindeki beyanı dışında herhangi bir şekilde kesin ve inandırıcı delil bulunmamaktadır..." Diğer sanık Z.S.nin, müdafiinin hazır bulunduğu, başvurucu vemüdafiinin bulunmadığı 7/2/2008 tarihli celsede alınan, kolluktaki, Savcılıktaki ve sorgudaki ifadelerini kabul etmediğini bildirdiği savunmasına ait tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"Ben Türkiye'de Gazi Üniveristesi İktisat Fakültesinde okuyordum ... olay tarihinden öncesinden eğitim imkanlarını araştırmak amacıyla Kuzey Irak'a gittim, gerekli araştırmaları yaptım tekrar Türkiye'ye dönmek için ticari taksiye bindim. Türkiye'ye giriş yaptıktan sonra emniyet güçleri tarafından gözaltına alındım, bana işkence yapıldı, iradem doğrultusunda olmadığı halde bu baskılar neticesinde bazı beyanlarda bulundum bu beyanlarımı kabul etmiyorum. Kuzey Irak'a tamamen eğitim gayesi ile gittim herhangi bir örgütsel gaye ile gitmiş değilim, ben DTP kurucu üyesiyim ayrıca DTP gençlik kollarında görevler yapdım, bunun dışında bir faaliyetim olmamıştır dedi.Kl-2 dizi 146-155 daki kolluk beyanı okundu çelişki nedeniyle soruldu: Ben gözaltında iken işkenceye maruz kaldım ayaklarıma tekmeler vuruldu vucudümun değişik yerlere yine darbeler vuruldu bir gece emniyetin dışına çıkarılarak tehdit edildim yine söylediklerini kabul etmezsem tecavüz edileceği dahi söylendi tüm bu baskıların üzerine ben iddia edilen hususları kabul etmek zorunda kaldım dedi.Dizi 232 deki Savcısı huzurundaki ifadesi okundu Çelişki nedeniyle soruldu: Yukarıdaki beyanımı tekrar ederim savcılık aşamasında da baskı devam ettiği için bu yönde beyanda bulundum dedi.Dizi 208-211 deki Sorgu Hakimliği huzurundaki ifadesi okundu çelişki nedeniyle soruldu: Yukarıdaki beyanlarımı tekrar ederim emniyetten ayrıldıktan sonra da bu beyanları avukat huzurunda dahi versen dahi emniyetteki beyanın dışında bir beyanda bulunsa dahi işkence yapacağız tehditi ile karşılaştığım için bu yönde beyanda bulunmak zorunda kaldım dedi.GEREK GÖRÜLMEKLE SANIKTAN SORULDU:Avukatım tarafından mahkemenize dilekçe verilinceye kadar herhangi bir şekilde işkence iddiasını gündeme getirmemiştim olay mahkemeye intikal ettikten sonra gündeme getirdim bu aşamadan sonra kendime zarar gelmeyeceğini düşündüm dedi....Kl-2 dizi 80 deki sanığa kötü muamele yapılmadığına ilişkin tutanak okundu soruldu:Aleyhime olan hususları kabul etmiyorum yukarıdaki beyanlarımı tekrar ederim dedi.Kl-2 dizi 108-123 deki fotoğraf teşhis tutanağı, tutanak ve tespit tutanakları okundu soruldu: Aleyhime olan hususları kabul etmiyorum baskı ve şiddet altında verilen beyanlardır dedi.Kl-2 dizi 124-145 deki fotoğraf teşhis tutanakları okundu soruldu: Aleyhime olan hususlarıkabul etmiyorum dedi.Söz konusu belgelerin bir kısmının müdafisinin huzurunda imzalamış olması karşısında sanıktan soruldu: Ben bir kısım belgeyi avukat huzurunda imzaladım ancak avukatım sadece benimle emniyet güçleri arasında mülakat yapılacağını söyledi ardından emniyetten ayrıldı bunun dışında avukatımla görüşmedim dedi....... Doktor raporları okundu soruldu: Bir diyeceğim yoktur dedi." Diğer sanık K.B.nin 13/2/2008 tarihli celsede müdafiinin hazır bulunmasıyla yaptığı savunmasına dair tutanağın ilgili kısımları şöyledir:" Ben hakkımdaki suçlamaları kabul etmiyorum, hakkımdaki suçlama ile ilgili olarak Silopi Sulh ceza mahkemesinde beyanda bulundum aynen tekrar ediyorum ben iddia edilen tarihte Irak ülkesine gittim oradan Zaho şehrine gittim, daha sonrada 2007 tarihinde de Türkiye’ye giriş yaptım, ben terör örgütünün kamplarına gitmedim,... ... Kl-1 dizi 402-403 deki fotoğraf teşhis tutanağı okundu soruldu: Aleyhime olan hususları kabul etmiyorum dedi. Kl-1 dizi 406 daki fotoğraf teşhis tutanağı okundu soruldu: Aleyhime olan hususları kabul etmiyorum dedi. ... Doktor raporları okundu soruldu: Bir diyeceğim yoktur dedi." Diğer sanık Ş.K.nın 29/1/2008 tarihli celsede müdafiinin hazır bulunmasıyla yaptığı savunmasına dair tutanağın ilgili kısımları şöyledir:"Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum, ben Sosyoloji mezunuyum, Sosyoloğum, K.Irak'a bilimsel amaçlı olarak çalışma yapmak için gitmiştim amacım K.Irak'da Amerika'nınK.Irak'a müdahalesiyle Irak toplumundaki değişimleri incelemekti kesinlikle terör örgütü mensupları yada üst yöneticileri ile görüşme yapmadım, diğer sanıklardan [K.B.yi] tanırım ben Kürtçe bilmediğim için tercüman olarak yanımda bulunuyordu....Kl-1 dizi 143-201 deki doktor raporları okundu soruldu: Bir diyeceğim yoktur dedi." 1/4/2008 tarihli celsede Z.S.nin müdafii,Z.S.ye işkence edildiğine dair raporun dosyada mevcut olduğunu, kolluktaki ifadesinin işkence ve baskı altında alınması nedeniyle bu beyanlarına itibar edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Sonraki celselerde olduğu gibi başvurucunun müdafii olan S.nın da bulunduğu 30/12/2008 tarihli celsede diğer müdafii , Z.S.nin kolluktaki ifade ve teşhis işlemlerinin baskı ve işkence altında gerçekleştirildiği iddialarını yinelemiş; iddiaya dair adli rapor alınması talebinde bulunmuştur. S. da bu celse de eksikliklerin ikmalini talep etmiştir. Başvurucu müdafii 30/12/2008 tarihli celse de dâhil olmak üzere yargılamada hazır bulunmuştur. Mahkeme 3/12/2010 tarihli kararıyla başvurucunun müsnet suçtan neticeten 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, diğer sanıklar G. ve Z.S.nin de müsnet suçtan ayrı ayrı mahkûmiyetine ve suçla ilgili bilgi vermeleri nedeniyle haklarında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Mahkemenin olay tutanağı, diğer sanıklarca yapılan teşhis tutanakları, tespit tutanakları, diğer sanıkların beyanlarını mahkûmiyete esas aldığı görülmüştür. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"...PKK/KONGRA-GEL terör örgütü tarafından 25/09/2007 günü Kuzey Irak'taki kamplarından birinde konferans düzenlendiği, bu konferansın 9 gün sürdüğü, konferansa Türkiye'den katılan kişilerin 07/10/2007 günü Habur sınır kapısından giriş yapacaklarının telefon ihbarı ve emniyetin istihbarat çalışmaları bilgisi üzerine; sanıkların, 07/10/2007 günü farklı araçlarla ve farklı aralıklı Türkiye'ye giriş yaparken yakalandıkları,Olay tutanağına göre: 2007 günü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne PKK Kongra Gel terör örgütünün Kuzey Irak'ta bulunan kamplarındaki toplantıya katıldıkları ve Türkiye'ye dönecekleri şeklinde yapılan 2 ihbar ve istihbarat şube müdürlüğünün 2007 tarih ve 212189 sayılı yazısında belirtilen PKK Kongra Gel terör örgütünün Kuzey Irak'ta bulunan kamplarında gerçekleştirilen konferansa Türkiye'den katıldıkları bildirilen şahıslara yönelik olarak başlatılan çalışmalarda; [A., H.Ç., N.Ü., Ç., S.A., G., Ğ.B., E.B., Y., Ş.H.], Mesut AYDİN [başvurucu], [Z.A., İ.Ç., Ö.B.nin] 2007 günü saat 30'da, [N.Ç., Y., Ş.K., K.B., N.K.nin] 2007 günü saat 15'te yakalanarak Silopi Başsavcılığının talimatları doğrultusunda gözaltına alındıkları, ... ...Tüm sanıkların K. Irak'a gittiklerinin dosya kapsamına göre tespit ediliği ve sanıkların da K. Irak'a gittiklerini kabul ettikleri, ancak, K. Irak'a farklı sebeplerle gittiklerini savundukları anlaşılmıştır.Yukarıda, olayın sıcağı sıcağına alınan beyanlara, özellikle, sanıklar [Z.S. ile G.nin] soruşturma aşamasında (Kolluk, Savcılığı ve Sorgu) vermiş oldukları beyanları ile tüm dosya kapsamına göre; sanıklar [Ş.H., Ş.K., A., E.B., Y., Z.A.], Mesut AYDİN [başvurucu], [N.K., S.Y., K.B., H.Ç., Ç., Ğ.B., Ö.B., G., Z.S., N.E., N.Ü., Ü. P.nin] K. Irakta 25/09/2007 tarihinde başlayan ve 9 süren PKK/KONGRA-GEL terör örgütü tarafından düzenlenen konferansa katıldıkları,Sonuç ve kanaatine varılmıştır....Yukarıda gerekçeleri ayrıntılı şekilde anlatıldığı üzere; sanıklar [Ş.H., Ş.K., A., E.B., Y., Z.A.], Mesut AYDİN [başvurucu], [N.K., S.Y., K.B., H.Ç., Ç., Ğ.B., Ö.B., G., Z.S., N.E., N.Ü., Ü.P.nin] K.Irakta 25/09/2007 tarihinde başlayan ve 9 süren PKK/KONGRA-GEL terör örgütü tarafından düzenlenen konferansa katıldıkları, konferansın terör örgütünün K. Iraktaki bir kampında yapıldığı, söz konusu toplantıya örgüt içerisinde belli bir seviyeye gelmemiş ve güven duyulmayan kişilerin katılmasının mümkün olmadığı, ayrıca terör örgütünün amaçlarını ve stratejisini benimsememiş olan kişilerin de toplantıya katılmasının beklenemeyeceği nazara alındığında; sanıkların PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün üyesi oldukları ve terör örgütüne üye olmak suçundan; eylemlerine uyan 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 314/2 maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar vermek gerektiği, sonuç ve kanaatine varılmıştır..." Gerekçeli karar başvurucuya tebliğe çıkarılmış ve karar, başvurucunun bir diğer müdafii tarafından süresinde temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 13/4/2016 tarihli kararıyla başvurucu yönünden hüküm onanmıştır. Başvurucu, nihai kararı 28/6/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 28/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14263
Başvuru, müdafi huzurunda alınmayan kolluk ifadelerinin hükme esas alınması, müdafiyle temsil edilemediğinden esas hakkında savunma yapılamaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yurt dışındaki üniversitenin denkliğinin kaldırılmasına ilişkin işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Bosna Hersek’te kurulmuş, Travnik şehrinde faaliyet gösteren ve özel hukuk tüzel kişiliği olan bir üniversitedir. Dışişleri Bakanlığının 23/10/2014 tarihli yazısında; başvurucu Üniversitede verilen eğitimin dili ve barınma konusunda taahhüt edilenlerin yerine getirilmediği, öğrencilerin mağdur edildiği yönünde gelen şikâyetler üzerine Saraybosna Büyükelçiliği vasıtasıyla yerinde incelemeler yapıldığı belirtilmiştir. Yazıda; bu inceleme sonucunda yapılan değerlendirmede Üniversitedeki eğitimin yetersiz olduğu, Üniversitede para karşılığı diploma verildiği, Türkiye'den herhangi bir eğitim görevlisinin bulunduğuna dair ikna edici bir göstergenin mevcut olmadığı ifade edilmiş ve eğitim dili Boşnakça olan bir üniversitede Türk öğrencilere ayrı sınıf açılmasının şüphe uyandırıcı nitelik taşıdığı vurgulanmıştır. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) Genel Kurulunun 12/2/2015 tarihli toplantısında, Travnik Üniversitesi hakkındaki şikâyetler neticesinde söz konusu Üniversitenin tanınmamasına ve Başkanlıkça oluşturulacak heyet tarafından Bosna Hersek'te inceleme yapılmasına karar verilmiştir. Anılan karar uyarınca 27/3/2015 tarihinde Travnik Üniversitesine bir ziyaret gerçekleştirilmiştir. Ziyaret sonucunda hazırlanan değerlendirme raporunda;- Üniversitenin herhangi bir sınav sonuç belgesi aramaksızın ücret karşılığında öğrenci kabul ettiği ve söz konusu durumun Türkiye'de mevcut sınav sistemini dolanma amacı taşıdığı ifade edilmiştir. - Diş hekimliği ve hukuk fakültelerinde Türk öğrenciler için ayrı sınıf açılmış olmasının Türkiye'den gelecek öğrenciler hesaba katılarak yatırım yapıldığı görüntüsü verdiğine işaret edilmiştir.- Üniversitenin Türkiye'den ders vermek üzere gelen öğretim görevlilerinin isim listesini vermek istemediği vurgulanmıştır. - Üniversiteye kaydolmak üzere gelen 20 öğrencinin sınır dışı edildiği ancak bunun sebebinin açıklanmadığı dile getirilmiştir.- Üniversitenin 550 Türk öğrencisi olmasına rağmen Türkçe eğitim konusunda pilot uygulamaya geçtiği söylenerek Türk öğrencilerin pilot uygulama konusunda denek olarak kullandığı belirtilmiş ve sonuç olarak tanıma kararının kaldırılmasının yerinde olduğu rapor edilmiştir. Başvurucu tarafından, Üniversitenin denkliğinin tanınmasının kaldırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 20/4/2015 tarihinde dava açılmıştır. Dava dilekçesinde YÖK tarafından tanınma için gerekli tüm şartları taşımasına rağmen denkliğin kaldırılmasının hukuk kurallarına açıkça aykırı olduğu, Türkiye'den gelecek öğrencilerin alacağı eğitim koşullarına ilişkin olarak büyük yatırımlar yapıldığı belirtilmiş ve tesis edilen işlem nedeniyle maddi açıdan büyük bir zararla karşılaşılacağı ileri sürülmüştür. İdarenin cevap dilekçesinde, başvurucu ile ilgili olarak yapılan şikâyetler neticesinde dava konusu kararın alındığı ve oluşturulan heyetçe yapılan ziyaret sonrasında düzenlenen değerlendirme raporunda yer alan tespitlerin tesis edilen işlemin yasal ve yerinde olduğunu ispatladığı belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 2/1/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, yukarıda belirtilen değerlendirme raporunda yer alan hususlar açıklandıktan sonra davacı Üniversite hakkında gelen şikâyetler neticesinde mevzuatın verdiği yetki kapsamında dava konusu işlemin tesis edildiği belirtilerek değerlendirme raporuna dayanak olan heyet ziyaretinin dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten sonra yapılmış olduğu ifade edilse de başvurucu tarafından bunların aksini gösteren bilgi ya da belge sunulmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu 27/4/2017 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, tesis edilen işlemden sonra işleme dayanak olarak inceleme yapılmasının işlemin hukuka aykırılığını açıkça gösterdiğini belirtmiştir. Ayrıca herhangi bir şikâyet olmamasına rağmen dava konusu işlemin tesis edildiğini, işleme dayanak olarak alınan raporun objektif olmadığını ve derece mahkemesi tarafından bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğini ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 14/6/2017 tarihinde istinaf talebini reddederek mahkeme kararını kesin olarak onamıştır. Nihai karar başvurucuya 24/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33627
Başvuru, yurt dışındaki üniversitenin denkliğinin kaldırılmasına ilişkin işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir yolcu treninin raydan çıkması sonucu pek çok kişinin öldüğü ve yaralandığı olay hakkındaki ceza soruşturmasının makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Haydarpaşa (İstanbul)-Ankara seferini yapan yolcu treninin 22/7/2004 tarihinde Sakarya ili Pamukova ilçesi Mekece Mahallesi yakınlarında raydan çıkması sonucu aralarında başvurucuların annesi F.Y.nin de olduğu 37 kişi ölmüş, 90 kişi de yaralanmıştır. A. Ceza Soruşturması Süreci Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında ölü muayenesi ve otopsi işlemleri yapılmış, yaralıların adli raporları aldırılmış ve olay hakkında bilgi sahibi olan kişilerin beyanları alınmıştır. Ayrıca olay yerinde keşif yapılmış, soruşturmayı aydınlatması beklenen bilgi ve belgeler resmî kurumlardan getirtilip kazaya karışan vagonlar üzerinde inceleme yaptırılmış, olayın neden kaynaklandığına ve kusur durumuna ilişkin bilirkişi raporu alınmıştır. Bir üniversitenin makine ve inşaat mühendisliği bölümlerinde öğretim üyeliği yapan üç kişiden oluşan Bilirkişi Heyetince hazırlanan 31/8/2004 tarihli raporda; olay esnasında lokomotif hariç beş vagonun raydan çıktığı ve bu vagonların dördünün devrildiği, hattan çıkan ve devrilmiş durumda bulunan vagonların tekerlek takımlarında ve bojilerinde (trenin yürüyüş takımı) olaya sebebiyet verecek bir neden gözlenmediği, kazaya karışan trendeki vagonların seyir emniyeti bakımından yeterli olduğu, trenin kazanın meydana geldiği yerdeki hızının yaklaşık saatte 130 km olduğu, altmış sefere ait hız bantları üzerinde yapılan incelemede olay yerinden geçen trenlerin hızlarının saatte 65-90 km olduğu ve livreye (tren tarife kitapçığı) göre olay yerinden 80 km hızla geçilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca raporda, Birinci Makinist F.K.nın livrede yazılı hıza (80km/saat) uymayıp trenin hızını gerektiği gibi ayarlayamaması ve yönetimi altındaki trenin seyir kontrolü için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde 3/8 oranında kusurlu olduğu, İkinci Makinist R.S.nin seyir hızı konusunda birinci makinisti uyarmayarak trenin seyir kontrolü için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde 1/8 oranında kusurlu olduğu ve tren şeflerinin tren seyir kontrolüne ilişkin görevlerinin bulunmaması nedeniyle K.nin kusursuz olduğu belirtilerek üstyapı bakım ve onarım yetersizlikleri ile güvenli seyir kontrolü için kontrol düzenek ve sistemlerinin olmayışının olayın meydana gelmesinde 4/8 oranında etkili olduğu açıklanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, makinistlere yardımcı olacak otomatik ya da yarı otomatik kontrol sistemlerinin kurulması gerekmesine rağmen kurulmadığı ve üstyapıda eksikliklerin kazanın meydana gelmesinde rol oynadığı iddiası ile Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü (TCDD) yetkilileri hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bu soruşturmanın sonucu tespit edilememiştir. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı; Birinci Makinist F.K., İkinci Makinist R.S., ve Tren Şefi K.nin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen tedbirsizlik, meslek veya sanatında tecrübesizlik ya da nizam, emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demir yolu üzerinde kazaya neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla 7/9/2004 tarihinde Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) haklarında kamu davası açmıştır. Ceza Mahkemesinin istinabe suretiyle aldığı 30/4/2007 tarihli bilirkişi raporunda, olayın meydana gelmesinde F.K.nın 3/8, R.S.nin 1/8, TCDD'nin ise 4/8 oranında kusurlu olduğu, K.nin herhangi bir kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Yürüttüğü yargılama sonunda K.nin beraatine karar veren Ceza Mahkemesi F.K.yı 2 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasına, R.S.yi ise 1 yıl 3 ay hapis ve 733 TL adli para cezasına mahkûm etmiştir. Ceza Mahkemesince verilen 1/2/2008 tarihli bu karar F.K. ve R.S. müdafii ile bazı katılanların vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 13/7/2009 tarihinde, şikâyetçi olduklarını bildiren bazı şikâyetçilere duruşma gününün ve kararın tebliğ edilmediğini belirterek kararın söz konusu kişilere tebliğ edilmesi amacıyla dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Bu kararın gereğinin yerine getirilip getirilemediği tespit edilememekle birlikte Ceza Dairesi 12/7/2010 tarihinde temyiz talepleri hakkında karar vermiştir. Ceza Dairesi söz konusu kararla K. hakkındaki davayı zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşürmüş, diğer sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını ise bozmuştur. Bozma gerekçeleri şöyledir:i. Davaya katılma talebinde bulunan bazı kişilerin talepleri hakkında karar verilmemiştir.ii. Aralarında menfaat çatışması bulunan sanıklar aynı müdafi tarafından temsil edilmiştir. iii. Lehlerine vekâlet ücretine hükmedilen katılanların ad ve soyadları gerekçeli karar başlığına yazılmamıştır.iv. Katılma hakkı bulunmayan bazı kişilerin davaya katılmasına karar verilmiştir.v. Katılması hükümsüz kalan kişiye gerekçeli karar başlığında katılan olarak yer verilmiştir. vi. Davaya katılmalarına karar verilen bazı kişiler gerekçeli karar başlığında gösterilmemiştir. vii. Olayda ölen bir kişi, gerekçeli karar başlığında şikâyetçi olarak gösterilmiştir. viii. F.K. ve R.S. hakkında verilen adli para cezasının taksitlendirebilmesine ilişkin normun uygulanıp uygulanmayacağı hususunda bir karar verilmemiştir. ix. Suçun işlendiği yer, gerekçeli karar başlığına yazılmamıştır.  x. Sebebiyet verdikleri yargılama giderlerinin sanıklardan ayrı ayrı tahsiline karar verilmesi gerekirken müştereken tahsiline karar verilmiştir. xi. Hükümden sonra yapılan yasal değişiklik uyarınca R.S. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin değerlendirmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Bozma sonrası yargılamada Ceza Mahkemesi, bozma ilamına karşı sanıkların beyanını tespit etmiş; yargı çevresinde ikamet eden katılanlara bozma ilamı ekli duruşma günü ile saatini bildirir davetiye çıkarmış, yargı çevresi dışında ikamet eden katılanların beyanlarının tespiti için seksen üç kez istinabe talebinde bulunmuş ve sonuçta bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı çerçevesinde yapılan yargılama sonunda 7/2/2012 tarihinde, sanıklara isnat olunan eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinde düzenlenen tedbirsizlik veya meslek ya da sanatında tecrübesizlik, nizam ve emir ile kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demir yolu üzerinde kazaya neden olma suçunu oluşturduğunun Ceza Dairesinin 12/7/2010 tarihli kararıyla belirlendiği, söz konusu suç için kanunda öngörülen dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanıklar hakkında açılan davaların düşürülmesine karar verilmiştir. Karar, bir kısım katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçeli kararın bazı katılanların vekiline tebliğ edilmediğini tespit eden ve bahse konu eksikliğin giderilmesi için 24/4/2013 tarihinde dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar veren Yargıtay Ceza Dairesi 3/2/2014 tarihinde, sanıklara isnat edilen eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi birden fazla kişinin ölümüne ve birçok kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçu kapsamında da değerlendirilebileceği sonucuna varmış ve sanıkların hukuki durumunun söz konusu norm çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yargılamada Ceza Mahkemesi bozma ilamına karşı sanık R.S.nin beyanını tespit etmiş, yargı çevresinde ikamet eden katılanlara bozma ilamı ekli duruşma günü ile saatini bildirir davetiye çıkarmış, yargı çevresi dışında ikamet eden katılanlar ile sanık F.K.nın beyanlarının tespiti için yedi kez istinabe talebinde bulunmuş ve sonuçta bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı çerçevesinde yapılan yargılama sonunda 24/11/2014 tarihinde, sanık R.S.nin 1 yıl 15 gün hapis ve 50 TL adli para cezasıyla, sanık F.K.nın ise 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 152 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi, sanık R.S. hakkında verilen cezaları ertelemiştir. Başvurucular vekili 19/3/2014 tarihli dilekçeyle davaya katılmayı talep etmelerine rağmen bu hususta karar verilmediği, verilen cezaların miktar itibarıyla az olduğu, cezaların indirilmesine ve ertelenmesine ilişkin hükümlerin uygulanmaması gerektiği gerekçesiyle 12/1/2015 tarihinde hükmü temyiz etmiştir. Başvurucular 21/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Ceza Mahkemesi kararının sanıkların müdafileri ile bazı katılanların vekillerince temyiz edilmesi üzerine dava dosyası temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 30/3/2016 tarihinde, katılma isteminde bulunmalarına rağmen bu konuda herhangi bir karar verilmeyen mağdurlara gerekçeli kararın tebliğ edilmediği gerekçesiyle bahse konu eksikliklerin giderilmesi için dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Temyiz incelemesi henüz sonuçlanmamıştır. B. Tazminat Davası Süreci Başvurucular, başvuruya konu olay nedeniyle Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD aleyhine 28/12/2007 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi 3/12/2009 tarihinde, davalı Ulaştırma Bakanlığına karşı açılan davanın husumet nedeniyle reddine, davalı TCDD'ye karşı açılan davanın kısmen kabulü ile davacı Burcu Demirkaya yönünden 604,75 TL maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminatın, davacı Yücel Demirkaya yönünden ise 000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiştir. TCDD ve başvurucuların talebi üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay Hukuk Dairesi (Hukuk Dairesi), olay tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Hukuk Dairesinin 15/12/2011 tarihli bu kararına karşı başvurucular karar düzeltme talebinde bulunmuş iseler de talep Hukuk Dairesinin 22/1/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk Olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir kimse tedbirsizlik veya meslek veya sanatında tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demiryolu üzerinde bir kaza vukuu tehlikesine meydan verirse üç aydan otuz aya kadar hapse ve iki yüz liraya kadar ağır cezayı nakdiye ve kaza vukubulmuş ise beş seneye kadar ağır hapse ve yüz elli liradan aşağı olmamak üzere ağır cezayı nakdiye mahkum olur...." 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat, ve evamir ve talimata riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs iki seneden beş seneye kadar hapse ve 250 liradan 500 liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.Eğer fiil birkaç kişinin ölümünü mucip olmuş veya bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birkaç kişinin de mecruhiyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456 ncı maddenin 2 nci fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise dört seneden on seneye kadar hapis ve 000 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile mahkum olur...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere, B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/2004, § 71). Bone/Fransa ((k.k.), B. No: 69869/01, 1/3/2005) kararında devletlerin tren istasyonunda bulunan herkesin yaşamını güvence altına almaya yönelik tedbirler almaları yönünde pozitif yükümlülükleri olduğunu belirten AİHM, Kalender/Türkiye (B. No: 4314/02, 15/12/2009) kararında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının demir yolu taşımacılığı gibi potansiyel olarak tehlikeli etkinliklerde muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek demir yolu taşımacılığı gibi tehlikeli bir etkinlik nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insan hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmamasının Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiği anlamına gelebileceğini ifade etmiştir (Kalender/Türkiye, § 52).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1232
Başvuru, bir yolcu treninin raydan çıkması sonucu pek çok kişinin öldüğü ve yaralandığı olay hakkındaki ceza soruşturmasının makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmek için yetkili mahkemeye gönderilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekindeki belgelerle Ulusal Yargı Ağı Bilişi Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18/10/2017 tarihli iddianamesiyle kasten yaralama suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yürüten İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 25/10/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan mahkûmiyetine hükmetmiş, sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Tefhim edilen kararda gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucu müdafii, karara itiraz ettiğine ilişkin 31/10/2018 tarihli dilekçesini aynı tarihte vermiş ve gerekçeli itiraz dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden sonra vereceğini bildirmiştir. Gerekçeli karar başvurucu veya müdafiine tebliğ edilmeden, dosya itiraz hususunda karar verilmek üzere 23/11/2018 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/12/2018 tarihinde itirazı kesin olmak üzere reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememizce yapılan incelemede, söz konusu HAGB kararının ve gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğu, kararda bir isabetsizliğin bulunmadığı, yapılan itirazın bu nedenle yerinde olmadığı kanaatine varıl[mıştır.]" Mahkeme gerekçeli kararını ve itirazın reddine dair 8/12/2018 tarihli kararı başvurucu müdafiine 14/12/2018 tarihinde tebliğ etmiştir. Bunun üzerine başvurucu müdafii Mahkemeye aynı tarihte gerekçeli itiraz dilekçesi sunmuştur. Bu dilekçede, gerekçeli karar tebliğ edilmeden ve gerekçeye yönelik itiraz nedenlerinin olup olmadığı irdelenmeden itirazın reddedildiği belirtilmiş; ileri sürülen gerekçeler doğrultusunda itiraz incelemesi yapılması talep edilmiştir. Mahkeme itirazın reddine dair 8/12/2018 tarihli kararı başvurucu müdafiine 17/12/2018 tarihinde yeniden tebliğ etmiştir. Başvurucu müdafiinin 14/12/2018 tarihli dilekçesi üzerine dosyanın gönderildiği İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2018 tarihinde, başvurucunun itirazı hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet Savcısı; mahkemenin kararına daha önce aynı sanık vekilince vaki itiraz üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince itirazın reddine karar verildiği, bu kararın kesin olduğu, ikinci defa aynı karar aleyhine itiraz yoluna başvurulamayacağı anlaşıldığından itirazın reddine karar verilmesi yönünde mütalaada bulunmuştur....Sanık müdafiinin karar tebliği sonrası ibraz ettiği itiraz dilekçesi hakkında karar verilmek üzere dosya mahkememize tevzi edilmiş ise de;İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/990 İş sayılı kararıyla Av. Hüsniye Akdoğan'ın itiraz dilekçesi değerlendirilmiş olup kesin karar niteliğinde bulunduğundan bu konu hakkında yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar veril[miştir.]" Anılan karar başvurucu müdafiine 8/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3949
Başvuru, itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmek için yetkili mahkemeye gönderilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Dikmen Belediyesi (Belediye) aleyhine başlatılan icra takibinde 12/5/2010 tarihinde kesinleşen alacağın on üç yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 23/10/2019 bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35433
Başvuru, Dikmen Belediyesi (Belediye) aleyhine başlatılan icra takibinde 12/5/2010 tarihinde kesinleşen alacağın on üç yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/5/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 12/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 26/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga maddesiyle görevli bölümü) 2008/2249 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 7/10/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddesiyle görevli) 11/10/2009 tarihli ve 2009/116 Sorgu sayılı kararı ile MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) terör örgütü üyesi olma ve nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18/12/2009 tarihli ve E.2009/1197 sayılı iddianamesiyle başvurucunun yağma, silahlı terör örgütü üyesi olma, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddesiyle görevli) E.2009/265 sayılı dosyası üzerinden görülen dava başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile CMK mülga maddesiyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/146 sayısı ile devredilmiştir. Başvurucu 10/3/2014 tarihinde tahliyesine karar verilmesi talebiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuş, Mahkemece 24/3/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucunun talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu karara itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2014 tarihli ve 2014/444 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu anılan kararı 14/4/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 12/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 1/10/2014 tarihli celsede başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki dava, hâlen ilk derece mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Hukuka. Kanun Metinleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."b. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 29/2/2016 tarihli ve E.2015/2851, K.2016/3143 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... müvekkili olan davacı hakkında 2009 yılında başlayan kovuşturmanın devam ettiğini ve davacının (sanığın) 5 yıldır tutuklu olarak yargılandığını uzun süren yargılama ve tutukluluk halinin yasa ve mevzuat ihlali olduğunu, tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiğini, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiğini, maktu ve esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğünü ve davacının manevi kayba uğradığı gerekçeleriyle CMK’nın 141/1-a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuştur....... Somut olayda tazminat isteminin haklı olup olmadığı irdelemesini yapacak olan mahkemenin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunup bulunmadığının tespitidir...Aynı şekilde tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulunun aranmayacağı da dikkate alınarak bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle ... tarihinde tutuklanan ve dosyaya fotokopisi sunulan ve dosya içerisine alınan bir kısım kararlara göre tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/l-a-d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin, makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasının celp edilip soruşturma ve kovuşturma kapsamı ayrıntılı olarak incelenip bu hususa ilişkin ayrıntılı dosya inceleme tutanağı da düzenlenerek, özellikle davacı (sanık) hakkında düzenlenmiş olan yakalama, gözaltı ve ifade tutanakları, tutuklama kararı, tüm tutuklama inceleme tutanakları, tutuklama ve tahliye müzekkereleri ile iddianameler başta olmak üzere ilgili bütün karar, tutanak ve belgelerineksiksiz ve Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde aslı ya da onaylı örnekleri de dosya içine alınarak yargılamaya konu olayın, savcılık ve mahkemece yapılan işlemlerin kapsamı ve niteliği ile soruşturma aşamasından itibaren yargılama süreci boyunca geçirilen tüm safhalar belirlenip göz önünde bulundurularak, davacının taleplerinin incelenmesi ve ... somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi" Aynı Dairenin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... müvekkilinin yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu bir vaziyette, hakim karşısına çıkarılmayarak çok uzun süre tutuklulukta kaldıktan sonra duruşmaya çıkarılmış olması nedeniyle CMK’nın l41/l-d maddesindeki makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle ... manevi tazminatın ... verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda ... 'davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle' dava dilekçesininCMK’nın 142/ maddesi gereğince reddine karar verilmiş ... ...Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle ... tarihinde tutuklanan tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanakdosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve ... soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi" Aynı Dairenin 29/9/2015 tarihli ve E.2015/201, K.2015/13994 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... davacı ile ilgili yapılan soruşturmada tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiği, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan 4 sene süreyle tutuklama tedbirine maruz bırakıldığı, tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiği, maktu gerekçeler ve klişe laflarla esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğü ... nedenleri ile CMK’nın 141/1,a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece 'davacının CMK’nın 102/2 maddesine göre 5yıllık uzun tutukluluk süresinden daha az süre tutuklu kaldığı, tutuklulukta geçen sürenin makul olduğu gerekçesiyle' davanın reddine karar verilmiştir.5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, dolayısıyla bunedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep ile ilgili olarak karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.Aynı şekilde tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır... ...Dosya kapsamı itibariyle ... sanık (davacı) hakkında5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin vemakul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi bakımından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamının incelenmesi, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan soruşturma dosyasındaki iddianame, davacıya ait tutuklama kararları tutukluluğun devamına dair kararlar ve tutuklama inceleme tutanakları, davacı ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip incelenerek davacının taleplerinin incelenmesinden sonra karar verilmesi gerekirken eksik kovuşturmaya dayalı olarak hüküm kurulması" Aynı Dairenin 28/9/2015 tarihli ve E.2014/22510, K.2015/13907 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... davacının (sanığın) 5 yıldır tutuklu olarak yargılandığını uzun süren yargılama ve tutukluluk halinin yasa ve mevzuat ihlali olduğunu, tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiğini, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiğini, 'matbu gerekçeler ve klişe' laflarla esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğünü ve davacının manevi kayba uğradığı gerekçeleriyle CMK’nın 141/1, a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece tensiben yapılan incelemede '... davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle' davanın reddine karar verilmiş olup ...5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan maddesinde; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde” bulunulabileceği hükme bağlanmış ve Kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürdülmüştür.Ancak; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde,bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bunedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır....Tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır. Bu çerçevede ... sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin vemakul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve ... somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasınındeğerlendirilmesinden sonra sanığın tazminat talebinin değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi" Aynı Dairenin 16/6/2015 tarihli ve E.2014/6167, K.2015/10867 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekili ... davacı ile ilgili yapılan soruşturmada tutuklamanın bir tedbir olması kuralının ihlal edildiği, başka bir adli kontrol mekanizmasına başvurulmadan 4 sene süreyle tutuklu tedbirine maruz bırakıldığı, tutuklama tedbirinin uzun süre devam ettiği, maktu gerekçeler ve klişe laflarla esasa etkili olmayan gerekçelerle tutukluluk durumunun sürdürüldüğü ... nedenleri ile CMK’nın 141/1,a-d maddeleri gereğince ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece 'davacının makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkartılarak yargılmasının yapıldığı bu nedenle CMK’nın ve maddeleri gereğince şartların oluşmadığı gerekçesiyle' davanın reddine karar verilmiştir....... tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır. Bu çerçevede,Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre, davalı vekilinin tüm,davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;Dosya kapsamı itibariyle ... sanık (davacı) hakkında5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin vemakul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi bakımından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamının incelenmesi soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan soruşturma dosyasındaki iddianame, davacıya ait tutuklama kararları tutukluluğun devamına dair kararlar ve tutuklama inceleme tutanakları, davacı ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip incelenerek davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi" Aynı Dairenin 8/6/2015 tarihli ve E.2014/23346, K.2015/10032 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı vekilinin ... davacı hakkında her defasında kanundaki ibarelerin tekrar edilmesi suretiyle tutukluluk halinin devamına karar verildiğini, tutuklamanın koruma tedbiri olduğu kuralının ihlal edildiğini ve davacı hakkında makul sürede karar verilmediğini belirterek CMK'nın maddesinin fıkrasının (a) ve (d) bendleri uyarınca manevi tazminat talebinde bulunduğu dikkate alındığında, tazminat davasının dayanağı olan ceza dava dosyasının celp edilip, incelenerek denetime olanak verecek şekilde davacı ile ilgili evrakların onaylı suretleri dosyaya konularak, davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi ve CMK'nın 142/ maddesi gereğince, tarafların duruşmadan haberdar edilerek duruşmalı olarak karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi" Aynı Dairenin 9/3/2015 tarihli ve E.2014/15450, K.2015/4363 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"Davacı (sanık) vekili ... 5271 sayılı CMK’nın 102/ maddesi gereğince tutukluluğun azami süresi olan beş yıllık süre 2012 tarihinde dolduğu halde, tahliye taleplerinin reddedildiği ve Anayasa Mahkemesine yapmış oldukları bireysel başvuru talebinin kabul edilerek hak ihlali kararı verilmesine rağmen davacının (sanığın) halen tahliye edilmediği gerekçesi ile ... maddi ... manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece yapılan inceleme sonunda tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasında davacının (sanığın) mahkumiyetine hükmedildiği ve hükmün henüz kesinleşmediği gerekçesiyle 5271 sayılı CMK'nın 142/ maddesi gereğince reddine dair, hükmüne yönelik olarak yapılan incelemede;...davacının koruma tedbirine konu ceza davasında tutuklu kaldığı süre yönünden ve konuya ilişkin AİHM'in[Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin] tutukluluk konusunda benimsediği ilkelere bakıldığında; davanın kapsamı, dosyadaki delillerin çokluğu, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliği, sanıkların sayısı ve davanın karmaşık olması durumunun tutukluluk süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate aldığı gibi özellikle organize suçlar bakımından ve ayrıca olayın istisnai koşullarının, karmaşıklığının, başvurucunun kovuşturulmasına neden olan eylemin ağırlığının başvurucunun kaçma ihtimalinin de AİHM tarafından dikkate alındığı görülmektedir. Somut olayda davacının (sanık) diğer 49 sanıkla birlikte yakalandığı, atfedilen suçların ciddi ve ağır olduğu, davacı (sanık) hakkında 13 kez çıkar amaçlı silahlı suç örgütü üyesi olma, bir kez nitelikli yağma, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen adam öldürme suçuna iştirak, bir kez tehdit etme, bir kez kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve bir kez de ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılama yapıldığı, yargılandığı suçların niteliği, özellikle eylemlerin sayısı, sanık sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık düzeyi dikkate alındığında, AİHM tarafından tutukluluk ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesi olarak 'delillerin durumu' ifadesinin ciddi suç göstergelerinin varlığının devamlılığı hususunda bir etken olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda yargılamanın özenli yürütülmediğine ilişkin somut veriler bulunmadığı gibi böyle bir iddia da ileri sürülmemektedir. Sadece tutukluluğun uzunluğuna ilişkin itiraz ve serbest bırakmaya ilişkin talepler herhangi bir belgeye dayalı olmayıp buna karşın mahkemenin dayanılan delillere göre atılı suçların işlendiğine ilişkin kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinin varlığının devamına ilişkin gerekçesininolay veolgulara dayandırılmış olması karşısında,Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; mahkemeceyukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda davanın reddi yerine, tazminat talebinin dayanağı olan ... beraat hükmünün henüz kesinleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi gerekçesi itibariyle hatalı ancak sonucu itibariyle doğru olduğundan davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA"
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6500
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; belediyece yapılan ihaleyle satın alınan taşınmazın geri alınması üzerine açılan davada hükmedilen tazminat bedelinin düşük belirlenmesi ve bu tazminatın yargılamada geçen sürede değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, ayrıca yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Aksaray Belediye (Belediye) Meclisinin 16/10/1968 tarihli kararı ile Belediyeye ait bazı taşınmazların satışına karar verilmiş, satışın gerçekleştirilmesi için de Belediye Encümenine yetki verilmiştir. Belediye Encümeni 17/4/1969 tarihinde Aksaray ili Zafer Mahallesi'nde bulunan çeşitli taşınmazlarının satışına karar vermiş ve bu kapsamda anılan mahallede bulunan 444 ada 6 ve 31 parsel, 28/4/1969 tarihinde 62 ada 25 parsel, 27/9/1974 tarihinde 444 ada 13 ve 48 ada 8 parsel sayılı taşınmazları ihale yoluyla satışa çıkarmıştır. Yapılan ihaleler sonucu söz konusu taşınmazları başvurucu satın almıştır. Başvurucu, ihale bedeli olarak Belediyeye on adet makbuz karşılığı toplam 935 TL (eski Türk lirası) tutarında ödeme yapmıştır. Bu ödemelerin 935 TL tutarındaki dokuz adedi 1969 yılında, 000 TL tutarındaki biri ise 6/10/1971 tarihinde yapılmıştır. Ancak söz konusu taşınmazlar, tapuda Belediye tarafından başvurucuya devredilmemiştir. B. Tapu İptali ve Tescil Davası Süreci Bunun üzerine başvurucu, Belediye aleyhine Aksaray Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mahkeme 19/12/1990 tarihinde davanın kabulüne ve uyuşmazlık konusu taşınmazların tapularının iptali ile başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 6/3/1992 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamında, Belediye taşınmazlarının satışı için Belediye Meclisi ve Encümeni kararı ile taşınmazların ihaleye çıkarılması yanında ayrıca noter önünde sözleşme düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Daire; somut olayda 2/6/1934 tarihli ve 2490 sayılı Artırma, Eksiltme ve İhale Kanunu'nun 25 ve maddelerine aykırı olarak, böyle bir sözleşmenin yapılmadığını tespit etmiştir. Öte yandan Daire, satış tarihinden sonra yürürlüğe giren 22/5/1986 tarihli ve 3290 sayılı Kanun'un geçici maddesindeki düzenlemeye de dikkat çekmiştir. Buna göre davaya konu taşınmazlar "geniş tarlalar" niteliğinde olup bu nitelikteki taşınmazların satışının anılan Kanun'un amacına uygun olmadığı kabul edilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş ancak Dairenin 22/1/1993 tarihli ilamıyla başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme 28/4/2000 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Dairenin 4/12/2000 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise Dairenin 11/10/2001 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Tazminat Davası Süreci Başvurucu bu defa ihale bedellerinin taşınmazların 11/10/2001 tarihindeki (tapu iptali ve tescil davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihteki) rayiç bedellerinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine yine Aksaray Asliye Hukuk Mahkemesinde 10/4/2002 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme dava konusu taşınmazlarda keşif yapmış, keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda, dava konusu taşınmazların tapu iptali ve tescil davasının açıldığı 20/8/1984 ile bu davanın kesinleşme tarihi olan 11/10/2001 tarihleri itibarıyla rayiç değerleri gösterilmiştir. Mahkeme 15/9/2005 tarihinde davanın kabulü ile 775,12 TL tutarındaki maddi tazminatın 11/10/2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazların davalı Belediye tarafından ihale yoluyla başvurucuya satıldığı ve bu taşınmazların başvurucunun zilyetliğinde olduğu belirtilmiştir. Mahkeme bu sebeple sürenin tapu iptali ve tescil davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihten başlayacağını kabul ederek davalı yanın zamanaşımı defini reddetmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun Belediye tarafından yapılan ihaleyle dava konusu taşınmazları iyi niyetli olarak aldığını ve tapuda devir yapılmaması sebebiyle mağdur olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre bu nedenle başvurucunun haksız bir kullanımı söz konusu değildir. Kararda, başvurucu uyuşmazlık konusu taşınmazları satın aldığı hâlde tapu devrinin yapılmamış olduğu ve başvurucuya taşınmazlar için ödediği bedelin iade edilmediği belirtilerek davalı Belediyenin sebepsiz zenginleştiği açıklanmıştır. Mahkemece, yapılan keşif ve düzenlenen bilirkişi raporuna göre taşınmazların 11/10/2001 tarihi itibarıyla tespit edilen rayiç bedelleri üzerinden başvurucu yararına hesaplanan alacağa hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Belediye kararı temyiz etmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/6/2009 tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamında, öncelikle ihale bedellerinin tümünün ödenip ödenmediğinin tespiti gerektiği belirtilmiştir. Hukuk Dairesi, tespit edilecek ödeme miktarının satış bedeline oranı belirlendikten sonra, belirlenecek bu oranın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibarıyla taşınmazların rayiç değerlerine uygulanması sonucu bulunacak bedele hükmedilmesi gerektiğini kabul etmiştir. Davalı Belediyenin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/2/2010 tarihli ilamıyla önceki bozma kararı kaldırılmıştır. Karar düzeltme ilamında, tapu iptali ve tescil davasında taraflar arasındaki satışın geçersizliğinin tespit edildiğine vurgu yapılmıştır. İlama göre bu durumda başvurucu, yaptığı ödemeler nedeniyle "denkleştirici adalet ilkesi" uyarınca akdin ifasının imkânsız hâle geldiği tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarihte ulaştığı değeri isteme hakkına sahiptir. Hukuk Dairesi bu sebeple, ilk derece mahkemesince, enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak suretiyle başvurucunun ödediği bedelin tespiti gerektiğini belirtmiş, böylelikle iade tarihinde ulaşacağı alım gücüne göre alacağın tespit edilmiş olacağını açıklamıştır. Bozma ilamına uyan Mahkeme adli istinabe yoluyla hesap konusunda uzman kişilere bilirkişi incelemesi yaptırmış; 5/10/2012 tarihli raporda, başvurucunun ödediği bedelin 11/10/2001 tarihinde ulaştığı değer hesaplanmıştır. Raporda ödeme tarihlerinden itibaren Cumhuriyet altını, külçe altın, Alman markı, ABD doları, asgari ücret, toptan eşya fiyat endeksi verilerine göre ayrı ayrı hesaplama yapılmış; bu altı ekonomik verinin ortalaması esas alınmıştır. Bilirkişi raporuna göre başvurucunun Belediyeye ödediği paranın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği 11/10/2001 tarihinde ulaştığı değer 068 TL'dir. Mahkeme 29/1/2013 tarihli kararı ile bilirkişi raporunda belirtilen 068 TL tutarındaki tazminatın 11/10/2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Belediyeden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 9/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin "Gayrimenkul mülkiyetinin iktisabı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur.Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Tescil" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” 4721 sayılı Kanun'un "Yürürlükten kaldırılan kanun" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi yürürlükten kaldırılmıştır." 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un "Geçmişe etkili olmama kuralı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir...." 4722 sayılı Kanun'un "Aynî haklar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Eski hukuka göre kurulmuş olup da, Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte bulunduğu zamanda varlıklarını korumuş olan aynî haklar, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra da varlıklarını sürdürürler. Bu haklardan Türk Medenî Kanunu uyarınca kurulması mümkün olmayanlar, tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılır." Olay ve uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 2490 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Yapılması komisyonların selâhiyeti içinde bulunan ihalelerde , ihale tarihinden ve vekâletlerin tasdikine bağlı olan işlerde ihale kararının kendisine veya kanunî ikametgâhına tebliğ tarihinden itibaren tatil. günleri sayılmamak üzere 15 gün içinde müteahhit muvakkat teminatı kat’i teminat miktarına çıkarmağa ve şartnamede yazılı masrafları müteahhide ait olmak üzere mukavele yapmağa ve noterliğe tescil ettirerek alâkalı daireye vermeğe mecburdur. Bu müddet zarfında alâkalı daire dahî bu mukavelenin tanzim, imza ve tescili hususunda kendisine düşen bütün vazifeleri yapmakla mükelleftir...Alâkadar daire ihaleden sonra kendisine ait mükellefiyeti yapmadığı takdirde müteahhit ihale tarihinden itibaren 15 gün tamamlandıktan sonra taahhüdünden feragat etmeğe selâhiyetlidir. Bu selahiyet ihale tarihinden itibaren nihayet bir ay zarfında taallûk ettiği daireye yazı ile bildirmek suretiyle kullanılır. Bu takdirde sebebiyet veren daireden teminat için ihtiyar eylediği masrafı istemeğe hak kazanır.......Alâkadar daire mukavele ve şartname ile kendisine düşen vazifeleri yerine getirmezse, müteahhit aynı hadiseden dolayı kendisine bu kanunla tahmil edilen mali mes’uliyet derecesinde tazminat isteyebilir...." Olay ve uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 3/4/1930 tarihli ve 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun "Belediyelerin hakları, salahiyet ve imtiyazları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Belediyelerin hakları, salahiyetleri ve imtiyazları şunlardır:...6- Belediyeye ait hizmetlerin ifası zımnında şahsı hükmi sıfatiyle sınır dahil ve haricinde menkul ve gayrimenkul mallara tasarrufa, bey` ve şiraya, icar ve isticar, ikraz ve istikraza, teberruatın kabulüne, emsali nukut ve taahhüdatı medeniyeyi ifaya ve davaya ve sulh ve ibraya ehil olmak;..." 1580 sayılı Kanun'un "Meclisin müzakere edeceği ve karar vereceği işler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Meclis aşağıda gösterilen işleri müzakere eder bunlar hakkında karar verir:...11- Menafii umuma mahsus belediye gayrimenkul emvalinin bir hizmete tahsisi, ciheti tahsisinin tebdil veya akar haline ifrağı,..." Yargısal İçtihatlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/12/2010 tarihli ve E.2010/13-618, K.2010/668 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Öncelikle; taşınmaz satımının hukuki niteliği, unsurları, tabi olduğu şekil şartları üzerinde durmakta yarar vardır. Bilindiği üzere, tapulu bir taşınmazın mülkiyetinin devrini öngören her türlü sözleşmelerin resmi şekilde yapılması geçerlilik koşuludur (743 sayılı Türk Kanunu Medenisi m. 634; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 706; Borçlar Kanunu m. 213; Tapu Kanunu m. 26; 1512 sayılı Noterlik Kanunu m. 60). Tapuda kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetini devir borcu doğuran ve ancak yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılmadığından geçersiz bulunan sözleşmeye dayanılarak açılan bir cebri tescil davası kural olarak kabul edilemez. Yasa hükümlerinin öngördüğü biçimde yapılmayan sözleşmeler hukuken geçersizdir; burada öngörülen şekil, sözleşmenin geçerlilik koşulu olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenledir ki, gerek mahkemece gerekse Yargıtay’ca doğrudan göz önünde tutulur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2001 gün ve 2001/13-1021 E., 2001/1101 K.; 2008 gün ve 2008/8-324 E., 2008/328 K.; 2009 gün ve 2009/1-181 E., 2009/220 K.; 2010 gün ve2010/14-290 E., 2010/328 K. sayılı ilamları).Burada, kanunun öngördüğü şeklin bir geçerlilik (sıhhat)şartı olarak düzenlendiğini, buna uyulmadan yapılan sözleşmelere “geçersizlik” müeyyidesinin bağlandığını, bunun hukuki mahiyet olarak emredici nitelikte olduğunu, bu nedenle de “geçersizlik” müeyyidesine bağlanan şekil eksikliğinin hâkim tarafından, taraflar ileri sürmeseler dahi, yargılamanın her aşamasında re'sen gözönüne alınması gerektiğini belirtmekte yarar vardır.818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 20/ maddesi; 'Bir akdin mevzuu gayrı mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka mugayir olursa o akit batıldır' hükmünü içermektedir.Söz konusu maddeye göre, bir akdin konusu mümkün değilse, o akit imkânsızdır. Burada söz konusu olan imkânsızlık, başlangıçtaki, yani sözleşme yapıldığı sırada mevcut olan imkânsızlıktır. Bu halde, konusu hukuki veya fiili sebeplerden dolayı imkânsız olan sözleşme butlan yaptırımına tabidir ve başlangıçtan itibaren geçersizdir. Burada geçerli olan butlan yaptırımından bahsedebilmek için, imkânsızlık sözleşmenin konusu ile ilgili olmalı ve yalnız borçlu bakımından değil, objektif mahiyette ve herkes için söz konusu olmalıdır. Batıl bir sözleşme baştan itibaren hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz. Fakat, sözleşme yapılırken taraflardan biri imkânsızlığı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa ve buna rağmen diğer tarafı bundan haberdar etmemişse, bu durumda karşı tarafın uğradığı menfi zararı karşılamakla yükümlüdür...Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında; davacının, tapuda kayıtlı taşınmazı tapu sicil memuru huzurunda resmi şekilde düzenlenen satım sözleşmesiyle satın aldığı, kayden satın aldığı tarihte tapuda satımı engelleyen bir kayıt da bulunmadığından ortada şekil bakımından geçerli bir sözleşme bulunduğu sonucuna varılmıştır.Taraflar arasındaki satım sözleşmesinin geçerli olduğu kabul edildiğine göre, davacının bu sözleşme ilişkisi nedeniyle doğan zararını hangi hukuki ilke gereğince tazmin edilmesi gerektiği konusunun incelenmesi gerekir.Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşmeler sırasında azınlıkta kalan görüş burada sebepsiz zenginleşme bulunduğu ve bunun sonucu olarak da davacının zararının denkleştirici adelet ilkeleri uyarınca karşılanması gerektiğni ileri sürmüştür.Bu nedenle öncelikle sebepsiz zenginleşme kavramı ve hukuki işlemlerden doğan borçlardan farkının açıklanması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir. Borçlar Kanununun konuya ilişkin 61 ve devamı maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır. Öte yandan, hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni ise, tam aksine, kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir. Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, yani tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve dolayısıyla sebepsizzenginleşmeden söz edilemez. Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur. Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Aynı ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2007 gün ve 2007/18-330 E., 2007/350 K; 2010 gün ve 2010/13-93 E., 2010/88 K. sayılı ilamları). Bu tür işlemlerde amaç; davalının edindiği çoğalma sonucu, tüm malvarlığında meydana gelen artışın iadesinden ibarettir.O nedenle, zenginleşmenin kapsamını tayinde, müktesibin malvarlığında oluşan çoğalma ile azalmanın karşılaştırılması yapılmalı, böylece, kazanç ve farkın oluşturacağı sonuç, zenginleşmeyi ortaya koymalıdır......Somut olay bakımından üzerinde durulması gereken bir diğer konu da tamamen zapt halidir. Tamamen zapt hali, şeyin tamamı üzerinde üçüncü kişinin mülkiyet hakkının sabit olması halinde söz konusu olur. Satılanın tamamen zaptı satım akdinin münfesih olması sonucunu doğurur ve alıcı da akdin hüküm ifade etmemesinden doğan bütün haklara sahip olur....Bu genel açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; davacı alıcı ile davalı satıcı arasındaki tapulu taşınmazın satışına ilişkin sözleşmenin tapu sicil memuru huzurunda düzenlendiği, taşınmazın satımını engelleyen yasal bir engelin satış anında bulunmadığı tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır. Taşınmazın bulunduğu bölgede yapılan ve tapuya şerh verilmeyen orman sınırlandırmasının bu kapsamda yapılan satım akdini hükümsüz kılmayacağı, tarafların hileli bir eylemlerinden söz edilmediği gibi devletin geçersiz bir sözleşme düzenleyeceği de kabul edilemez. Bu nedenle yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılan ve yapıldığı tarihte konusu hukuki veya fiili sebeplerden dolayı imkansız olmayan bu sözleşmenin geçerli olduğu sonucuna varılmalıdır. Hal böyle olunca geçerli olarak kurulan bu sözleşmenin konusunu oluşturan taşınmazın üçüncü bir kişi tarafından satım anından önceki bir ayni hakka dayanarak alıcının elinden alınması hali zapt durumunu oluşturmakta olup, bu durum satıcının zapta karşı tekeffül sorumluluğunu doğurmaktadır. Bu durumda sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanaması mümkün değildi. Çünkü, sebepsiz zenginleşme geçerli olmayan ve tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan bir şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Ayrıca sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikincil (tali nitelikte) bir dava hakkı vermektedir. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez....Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda olduğu gibi başlangıçta gerçerli olarak kurulan ancak, sonradan hükümsüz hale gelen bir sözleşmede zararı şu şekilde belirlemiştir: 'Bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebilmelidir' (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2010 gün ve 2010/14-386 esas,2010/427 karar sayılı ilamı).Buradaki ilke; zarar doğurucueylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o kadar olacaktır. Bir başka değişle, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki, eğer zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2003 gün ve 2003/19-152esas, 2003/125 karar; 2010 gün ve 2010/14-386 esas,2010/427 sayılı ilamları).Hal böyle olunca, davacının ödediği satış bedelinin Özel Dairece başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre; enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak bulunacak bedelin davacının gerçek zararını karşılamadığı ortadadır. Somut olayda, davacı alıcı ile davalı satıcı arasında tapuda yapılan gayrimenkul satım sözleşmesinin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına ve taşınmazın davacıya teslim edilmesine rağmen daha sonra üçüncü kişinin (Hazinenin) satım anında ve öncesinde mevcut olan, alıcı vesatıcının da bilmediği, bir ayni hakka dayanarak taşınmazın mahkeme kararı ile davacının elinden alınması söz konusudur." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14/1/2015 tarihli ve E.2014/3-8, K.2015/10 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; belediyenin maliki bulunduğu taşınmazı 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 25 ve maddeleri uyarınca davacıya tahsisine ilişkin sözleşmenin geçerli olup olmadığı, varılacak sonuca göre davacının talep ettiği alacağın taşınmazın ifasının imkânsız hale geldiği tarihteki rayiç değeri mi, yoksa belirtilen tarihte denkleştirici adalet ilkesi uyarınca belirlenecek değerinin mi olduğu noktasında toplanmaktadır....Diğer taraftan satış sözleşmesi mülkiyetin devrini amaçlayan bir sözleşmedir. Bununla alıcı bir bedel karşılığında taşınmazın mülkiyetini kazanmakta, satıcı da mülkiyeti devir ve zilyetliği teslim borcu altına girmektedir. İnceleme konumuz olanolayda davalı Belediye yapılan satış sözleşmesi ile davacıya arsanın mülkiyetini devir etmemekte, arsayı davacı adına tahsis etmekte, yani davacıya ayırmaktadır. Bu sözleşme ile ne davalı taraf arsanın mülkiyetini ve zilyetliğini kaybetmekte, ne de davacı taraf arsanın mülkiyetini ve zilyetliğini kazanmaktadır. ...Yargıtay Hukuk Genel Kurulu somut olayda olduğu gibi başlangıçta geçerli olarak kurulan ancak, sonradan hükümsüz hale gelen sözleşmede zararı “Bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebilmelidir.” şeklinde belirlemiştir. Burada benimsenen ilkeye göre; zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır. Öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminat da o kadar olacaktır. Bir başka deyişle, ödenecek tazminat o miktarda olmalıdır ki, eğer zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, ödenecek tazminatla, aynı durum tesis edilebilsin (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2010 gün ve 2010/14-386 esas,2010/427 karar; 2010 gün ve 2010/13-618-668 esas, karar ve 2003 gün ve 2003/19-152 esas, 2003/125 karar sayılı ilamları).Ayrıca, davacının ödediği satış bedelinin Yerel Mahkemece başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre (enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak) bulunacak bedelin davacının gerçek zararını karşılamadığı ortadadır.Bu genel açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı belediye arasında ‘bedel karşılığı arsa tahsis sözleşmesi’nin yapıldığı ve davacı tarafın edimini yerine getirdiği, sözkonusu sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra davalı belediye tarafından taşınmazın bulunduğu alanda imar değişikliği yapılarak sözleşmenin ifasını kendi kusurlu eylemi ile imkansız hale getirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda sözleşmenin ifasının imkansız hale geldiği tarihteki davacının gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/10/2014 tarihli ve E.2013/1-117, K.2014/745 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"... Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ise; çaplı taşınmazda harici satın alma olgusu nedeniyle davalı lehine tanınacak hapis hakkı tutarının hangi değer esas alınarakbelirlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.... Sebepsiz zenginleşmenin (haksız iktisabın) temeli hakkaniyet esasına dayanmakta olup,sebepsizzenginleşmenin asıl unsurunu da “denkleştirici adalet” ilkesi oluşturmaktadır.  Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımıgeri vermek zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. TMK'nun2/ maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı, hakime özel ve istisnai hallerde( adalete uygun ) hüküm verme olanağı sağlamaktadır.Yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür. Ülkemizde yaşanan enflasyon ortamı nedeniyle, paranın değeri(alım gücü) aradan geçen uzun zamana bağlı olarak düşmektedir. Doğal olarak belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranıniade günündeki alım gücü arasında fark edilir ölçüde azalma olmaktadır.Geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle verilen paranın aynen iadesine karar verilmesi ise, enflasyonist etkilerin yoğun olarak yaşandığı ülkemizin ekonomik ortamında büyük adaletsizlikler doğurur. Bu da toplamsal barış vehuzuru engeller.Öyle ise, hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralıve hakkaniyetgözetilerek, sözleşme tarihinde satış bedeli olarak verilen paranın, taşınmazın iadesinin talep edildiği davatarihi itibariyle enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaşları ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak sureti ile ulaşacağıalım gücü, paranın reel değeritespit edilerek bu bedel, hapis hakkı( alıkoyma) bedelinin tayininde hükme esas alınmalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/3/2013 tarihli ve E.2013/1569, K.2013/4254 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalı Belediyenin dava dışı Hazineye ait parseli haricen davacıya satmasına ilişkin sözleşmeden kaynaklandığı sabittir. Yasanın aradığı şekil şartlarına uyularak resmi merciler önünde yapılmış bir satış sözleşmesi olmadığından yapılan taşınmaz satış işlemi TMK. nun 706, BK.nun 213, Tapu Kanununn maddesi hükmüne göre geçersizdir. Bu nedenle, taraflar ancak verdiklerini isteyebilir. Bu durumda, taraflar arasındaki uyuşmazlığın sebepsiz zenginleşme kurallarına uygun çözümlenmesi ve tasfiye edilmesi gerekir. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın sebepsiz zenginleşme kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle sebepsiz zenginleşmenin kapsamını tespitteki ilke ve esasların açıklanmasında yarar görülmüştür.Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon uzun yıllar boyu yüksek oranlarda seyretmiş ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmüştür. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.Bugüne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sarsıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına -cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilince bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdırlar. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen sonuç aynıdır.Şu durumda; hukuken geçersiz sözleşmeler, sebepsiz zenginleşme kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hakkaniyetin ve adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye, karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde, kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularınıniadede direnmelerinenedenolacaktır.Ancak,burada denkleştirme yapılırken,iade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihe dikkat edilmelidir. Zira, geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan istemelidir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/2/2014 tarihli ve E.2013/16782, K.2014/1463 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Dosya kapsamından davacıların 1971, 1984 ve 1989 tarihli harici satış sözleşmeleri ile ... Köyü Muhtarlığından taşınmaz satın aldıkları, davacıların tapu devrini almadan Köy Muhtarlığının davalı .... Belediye Başkanlığına bağlandığı, dava konusu taşınmazın tapu kaydına göre 1975 tarihinde Köy Muhtarlığı adına kayıtlı iken, 2003 tarihinde davalı belediye adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.Davacıların ayrı ayrı açtıkları tapu iptal-tescil davalarının reddedildiğini, kararların 2011 tarihinde kesinleştiği, bu davanın ise 2012 tarihinde (10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde) açılması nedeniyle mahkemece; davalı vekilinin zamanaşımı def'inin reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir....Davada, geçersiz satış sözleşmesi nedeniyle ödenen bedelin tahsili talep edilmektedir.TBK'nun 78-82 (BK'nun 61-66) maddeleri gereğince; sebepsiz zenginleşme; haklı bir sebep olmaksızın bir başkasının emeğinden ve mal varlığından yararlanma olarak açıklanmıştır.Taşınmaz satışı, resmi şekilde yapılmadıkça satış sözleşmesi hukuken geçerli değildir (TMK md. 705, TBK md. 237, Tapu Kanunu'nun md. 26, Noterlik Kanunu'nun md. 60). Geçersiz sözleşme tarafları bağlamaz. Bu nedenle davacı ve davalı ancak verdiklerini geri isteyebilir. Sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, taraf vekillerinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.Ancak, davacıların ödediği satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesi gereğince dava tarihi itibariyle ulaştığı alım gücü karşılığının belirlenip davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekir. Geçersiz satış sözleşmesine göre ödenen bedelin akdin ifasının imkansız hale geldiği tarih itibariyle denkleştirici adalet ilkesine göre altın fiyatları, memur maaş katsayı artışı, döviz fiyatlarındaki artış, ÜFE fiyatlarındaki artış ile dava konusu taşınmazların emsal taşınmazlara göre değeri esas alınmak suretiyle elde edilecek ortalama rakama karar verilmesi gerekirken, mahkemece; yeterli olmayan bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2016 tarihli ve E.2016/11877, K.2016/11687 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Davacı vekili dava dilekçesi ile; müvekkilinin ... Kasabası ... Mevkiinde bulunan 50 m2liktaşınmazı, davalı Belediyeden 1976 yılında ihaleyoluyla92 TL bedel ile satın aldığı, ... 2012 yılında dava konusu taşınmazın baraj gölü altında kalması sebebiyle zilyetliğinin ortadan kalktığını, ... davacının ise bu yerin tapusunu alamadığı için kamulaştırma bedelini de alamadığını, bunun üzerine harici satış sözleşmesine dayanarak, müvekkili tarafından davalı aleyhine açılan ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/168 esas sayılı tapu iptal ve tescil davasında taşınmazın müvekkilinin adına tescilinin istendiği ancak bahse konu taşınmazın... barajı göl sahası içinde kaldığını, devletin hüküm ve tasarrufualtında bulunan yerlerden olup kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılmayacağından bahisle davanın reddedildiği ve Yargıtay Hukuk Dairesinin ... kararı ile onandığı, kararın 2012 tarihinde kesinleştiğini, bahse konu taşınmazın tapu kaydının davacı adına tescili sağlanamadığından davacınındavalıyayapmış olduğu92 TL ödeme nedeniyle uğramış olduğu zararın tanziminin gerektiğinden, [dava açtığı anlaşılmaktadır]....Taraflar arasında imzalanan 1976 tarihli sözleşme, tapulu taşınmaza ilişkin olmasına rağmen, resmi biçimde yapılmadığından geçersizdir. (TMK.md.706, MK. md.634, BK.213, T.Kanunu md.26). Bu nedenle, geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Bu durumda davacı; bu geçersiz sözleşme nedeniyle, davalıya verdiği bedeli ancak, sebepsiz zenginleşme kuralları çerçevesinde geri isteyebilir.Geçersiz satış sözleşmesi gereğince; diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi "Denkleştirici Adalet" düşüncesine dayanmaktadır. Denkleştirici Adalet İlkesi ise, haklı bir sebebe dayanmadan başkasının mal varlığından istifade ederek, kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğünü ifade eder.Bu bakımdan, sebepsiz zenginleşmeye konu alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir. Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut verileri tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır.Başka bir deyişle, denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ifanın imkansız hale geldiği tarihteki alım gücüne uyarlanması zorunluluğu bulunmaktadır.Satım bedelinin iade tarihindeki ulaştığı bedel belirlenirken ödenen paranın çeşitli ekonomik etkenler nedeniyle azalan alım gücünün enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın, işçi ücretlerindeki artış ve döviz kurlarındaki artış ortalamaları gözönünde tutulmalıdır...."B. Uluslararası Hukuk Zaman Bakımından Yetki ile İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) hükümlerinin bir taraf devlet açısından Sözleşme'nin yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelmiş eylem veya olaylar bakımından ilgili devleti bağlamadığı gibi bu tarihten önce sona ermiş durumları da bağlamadığını belirtmektedir. Dolayısıyla zaman yönünden yetki açısından dikkate alınacak tarih, iddia edilen ihlal durumunu oluşturan olayın meydana geldiği tarihtir. Söz konusu ihlalin ortadan kaldırılması için açılan davanın sonuçlandığı tarih, onay ya da tanıma tarihinden sonraki bir tarih olsa da bu durum Mahkemenin zaman bakımından yetkisinde herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Ancak AİHM'e göre Sözleşme'nin onaylanmasından önce başlayan ve ihlal oluşturan bir eylem ya da olay, bu tarihten sonra da devam etmekte ise bu durumda "devam eden bir durum" söz konusu olduğundan Mahkemenin davaya bakmaya yetkisi bulunmaktadır (Blecic/Hırvatistan [BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006). Buna göre AİHM, zaman bakımından yetkinin tespitinde kural olarak müdahalenin meydana geldiği tarihi esas almaktadır. Müdahale - devam etmemek kaydıyla - kritik tarihten önce ise zaman bakımından yetki dışında, sonra ise yetki kapsamında görülmektedir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi ise müdahale işlemine karşı yapılan başvuruların kesinleşme tarihine göre belirlenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin belirlenebilmesi bakımından kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekmektedir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31). Bu nedenle belirtilen söz konusu farklılıklar da gözetilerek mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin "anlık bir eylem" olup olmadığı ve hangi durumlarda "devam eden bir müdahale"nin mevcut olduğuna ilişkin AİHM yaklaşımının incelenmesi yararlı olacaktır. AİHM, özel statülü kiracılık hakkına ilişkin sözleşmenin sonlandırılması olayında başvurucunun ihlalin devam ettiği yönündeki itirazlarına karşın kişinin mülkünden yoksun bırakılmasının anlık bir eylem olup devam eden bir ihlal oluşturmadığını ifade etmiştir (Blecic/Hırvatistan, § 86). Yine kamulaştırma çerçevesinde el konulan taşınmazlarla ilgili bir başvuruyu inceleyen AİHM benzer gerekçelerle "... yani Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek Protokol'ün maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce, Hazine'ye devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun'a dayalı bir mülkiyet mahrumiyetinin koşullarını incelemek için zaman bakımından yetkisiz olduğu kanaatine varmaktadır." demek suretiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ekdal ve diğerleri/Türkiye, B. No: 6990/04, 25/1/2011, § 48). Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No: 19579/07, 27/1/2015) kararında da başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal edildiği, başkaları adına kaydedildiği ve ihtilaf konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden çok önce değiştiği tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak anlık bir eylem teşkil ettiğini hatırlatan AİHM, başvuruyu Sözleşme hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz görmüştür (Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, § 51). Buna göre AİHM, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık bir eylem oluşturduğunu ve bu müdahalenin sürekli bir hak mahrumiyeti durumu oluşturmadığını belirtmektedir (Malhous/Çek Cumhuriyeti (k.k.)[BD], B. No: 33071/96, 13/12/2000; Prince Hans-Adam II Of Liechtenstein/Almanya, B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 85; Blecic/Hırvatistan, § 86; Ekdal ve diğerleri/Türkiye, § 48). Almeida Garrett, MascarenhasFalcão ve diğerleri/Portekiz (B. No: 29813/96-30229/96, 11/1/2000, § 43) kararında ise başvurucuların 1975 ve 1976 yıllarında kamulaştırılan taşınmazlar yönünden tazminat alabilmek için başlatılan idari ve yargısal süreçlerin devam ettiğini gözeten AİHM, başvurucuların mülklerinden yoksun bırakılmalarının tartışmasız bir biçimde anlık bir eylem olduğu için zaman bakımından yargılama yetkisinin dışında olduğunu tespit etmiş ancak iç hukukta kendilerine tanınan bir hak olan tazminatın ödenmemesinden dolayı başvurucuların şikâyetçi olduklarını dikkate almıştır. AİHM, Inughuit kabilesi mensuplarının 1951 yılında inşa edilen Thule Hava Üssü nedeniyle avcılık ve balıkçılık haklarının sonradan kısıtlanması ve 1953 yılı Mayıs ayında ahalinin kendi yerleşim yerlerinden başka bir yere yerleştirilmeleri ile ilgili Hingitaq 53 ve diğerleri/Danimarka ((k.k.), B. No: 18584/04, 12/1/2006) kararında da aynı sonuca ulaşmıştır. Mahkeme, şikâyet edilen olayların anlık bir eylemle Danimarka’nın Sözleşme'yi onayladığı Eylül 1953 ve ek protokolü onayladığı Mayıs 1954 tarihinden önce meydana geldiği ve zaman yönünden Sözleşme'nin ilgili hükümleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiş ancak başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle iç hukukta tazminat yolunun bulunduğunu ve tazminat sürecinin zaman bakımından yetkili olunan dönemde devam ettiğini gözeterek tazminat yönünden başvuruları incelemiştir. 1933 yılında kamulaştırılan bir taşınmaza ilişkin tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin Yagtzılar ve diğerleri/Yunanistan (B. No: 41727/98, 6/12/2001) kararında ise iç hukukta tanınan tazminat sürecinin yetmiş yıldan beri devam ediyor olması nedeniyle başvuru kabul edilebilir bulunmuştur (Yagtzılar ve diğerleri/Yunanistan, § 41). Bütün bu kararlardan anlaşıldığı üzere AİHM, mülkiyetten yoksun bırakmayı anlık bir eylem olarak görmekte olup iç hukukun Sözleşme'nin onaylanmasından önce meydana gelen olaylarla ilgili olarak tazminat hakkını tanımadığı durumlarda bu hususta yapılacak herhangi bir başvurunun zaman bakımından yetki kuralı (ratione temporis) gereği Sözleşme'de güvence altına alınmış haklarla bağdaşmayacağı, taraf devletlere Sözleşme'nin onaylanmasından önce meydana gelen zararlar için tazminat ödeme sorumluluğu yüklemediği görüşündedir. Mülke Konu Alacağın Değer Kaybına Uğratıldığı Şikâyetleri ile İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları AİHM, istikrarlı olarak kamu makamlarınca yapılacak ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. Mahkemenin çeşitli kararlarında, makul olmayan bir gecikme gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39). Nitekim böyle başvurularda AİHM; esas itibarıyla kamu makamlarının, geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM; mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini esasen devletin, borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29). Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise, meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010). AİHM'in Eko-Elda Avee/Yunanistan kararında (B. No: 10162/02, 09/03/2006), haksız olarak tahsil edilen verginin beş yıl beş ay sonra faizsiz olarak iade edilmesi, belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen başvurucunun mali durumunda önemli bir zarara yol açması nedeniyle ölçülü görülmemiş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Eko-Elda Avee/Yunanistan, §§ 23-31). Yine benzer şekilde Sefine Baş/Türkiye kararında da (B. No: 49548/99, 24/06/2008) tazminatın faiz ödemesine bağlı değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir. Başvuruya konu olayda, idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir “alacak” oluşturduğunu ve bu nedenle başvurucunun Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca bu hakkın, başvurucuya Emekli Sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde geriye dönük olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. Mahkeme bu çerçevede başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın yargılamada geçen süre zarfında uğranılan maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönüne alarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sefine Baş/Türkiye, §§ 58-64).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/333
Başvuru, belediyece yapılan ihaleyle satın alınan taşınmazın geri alınması üzerine açılan davada hükmedilen tazminat bedelinin düşük belirlenmesi ve bu tazminatın yargılamada geçen sürede değer kaybetmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, ayrıca yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; cezaevinde slogan atma nedeniyle tutukluya disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü, disiplin cezasına yapılan itirazın Cumhuriyet savcısının mütalaası tebliğ edilmeden İnfaz Hakimliğince gerekçesiz olarak reddedilmesinin adil yargılanma hakkını, disiplin cezasına ilişkin düzenlemenin öngörülebilir olmamasının suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 7/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 7/5/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 8/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 21/7/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı görüşlerini 4/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun 30/3/2012 tarihinde arkadaşlarıyla birlikte “ölen insanları anmak” için “Şehitlerimizin hesabını sorduk, soracağız”, “Kahrolsun faşizm, kahrolsun emperyalizm”, “Tecride işkenceye son, yaşasın mücadelemiz, yaşasın önderimiz Dursun Karataş” şeklinde slogan attığı tespit edilmiştir. Başvurucu, Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 11/4/2012 tarihli ve K.2012/268 sayılı kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi hükmü uyarınca “2 ay süre ile ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma” disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Söz konusu karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz, Tekirdağ İnfaz Hâkimliğinin 26/11/2012 tarihli ve E.2012/1294, K.2012/3075 sayılı kararı ile reddedilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararının gerekçe kısmı şöyledir:“…Disiplin Kurulunun 11/04/2012 tarihli 2012/268 sayılı kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı, soruşturmanın süresinde açıldığı ve bitirildiği, eylemin nitelendirilmesinde bir hatanın olmadığı, cezanın da mevcut düzenlemeler çerçevesinde belirlendiğinden yerinde görülmeyen şikayet başvurularının reddine…” İnfaz Hakimliği kararına karşı yapılan itiraz, Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesinin 31/12/2012 tarihli ve 2012/1844 Değişik İş sayılı kararında “…kararın usul ve yasaya uygun olduğu, her hangi bir usul ve yasa hükmüne aykırılık bulunmadığı...” gerekçesiyle reddedilmiş, karar başvurucuya cezaevinde 31/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi şöyledir:“(1) Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar mektup, faks ve telgraf almak ve yollamaktan, televizyon izlemekten, radyo dinlemekten, telefon etmekten ve diğer iletişim araçlarından yararlanmaktan tamamen veya kısmen yoksun bırakılmasıdır.(2) Bu cezayı gerektiren eylemler şunlardır:…e) Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak,…” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (2) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:“(1) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar ziyaretçi görüşüne çıkarılmamasıdır.(2) Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:... d) Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1869
Başvuru, cezaevinde slogan atma nedeniyle tutukluya disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü, disiplin cezasına yapılan itirazın Cumhuriyet savcısının mütalaası tebliğ edilmeden İnfaz Hakimliğince gerekçesiz olarak reddedilmesinin adil yargılanma hakkını, disiplin cezasına ilişkin düzenlemenin öngörülebilir olmamasının suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik güçlerince gözaltına alındığı iddia edilen bir kişinin zorla kaybedilmesi olayı hakkındaki ceza soruşturmasının etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve eklerine ve başvuruya konu soruşturmayı yürüten Silopi Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen soruşturma evrakına göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çiftçilik ve ticaretle uğraşan babası H.B. akrabası B. ile birlikte 7/11/1996 tarihinde iddiaya göre ticari işleri için Kuzey Irak'a geçmek üzere Habur Sınır Kapısı'nda ticari taksi içinde beklemekteyken pasaport kontrolü yapacağını söyleyen sivil giyimli iki şahıs tarafından araçları durdurulmuş, Taksi Şoförü Ö.Ö. araçtan indirilmiş, başvurucunun babası ile yanındaki akrabası sınır kapısı içindeki jandarma karakoluna götürülmüş ve H.B.den haber alınamamıştır. Başvurucuların iddiasına göre çıkış işlemlerini tamamlayıp son çıkış noktasında beklemekte iken babasını götüren iki şahıs daha sonra taksiyi şoföre iade etmiş, Şoför Ö.Ö. Kuzey Irak'a geçip döndükten sonra aynı akşam olayı başvurucu ve ailesine anlatmıştır. Bunun üzerine başvurucu ve H.B.nin kardeşi A.B. 8/11/1996 tarihli dilekçelerle H.B.nin Kuzey Irak'a çıkış noktasında güvenlik güçlerince yakalandığını, hayatından endişe ettiklerini ve H.B. hakkında bilgilendirilmek istediklerini Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Diğer yandan başvurucunun kardeşi E.B., Silopi Tugay Komutanlığına hitaben yazdığı 9/11/1996 tarihli dilekçeyle, babası H.B.nin dayısı B. ile sınır kapısında pasaport işlemlerini tamamlarken askerî noktadaki sivil kıyafetli güvenlik görevlilerince gözaltına alınarak taksiyle Habur'da bulunan askerî birliğe götürüldüğünü, taksinin yaklaşık 20 dakika sonra şoföre iade edildiğini, aradan üç gün geçmesine rağmen yakınlarından bir haber alamadıklarını belirterek yakınlarının akıbeti hakkında bilgi verilmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca dilekçe üzerine başlatılan ve 1996/1419 numaraya kaydedilen soruşturma kapsamında olayın tek tanığı olan Taksi Şoförü R.Ö. -başvuru formunda Ö.Ö. olarak belirtilmiştir- ile birlikte Cumhuriyet savcısı tarafından olay yerine gidilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/11/1996 tarihli Olay Yeri Keşif Tutanağı düzenlenmiş ve olay yerinin basit krokisi çizilmiştir. Taksi Şoförü R.Ö.nün keşif sırasında alınan beyanı şöyledir:"...Ben Silopi ilçesinde Taksicilik yaparım, Bana ait ...özel arabamla K.Irak'a yolcu götürüp getiririm. ... Olay günü ben ve benim 2 Yolcum olan [H.B.] ve yanında [B.] olduğu halde saat 30 civarlarında Silopi'den ayrıldık, ...Pasaportlarımızı aldıktan sonra, ...Son çıkış noktası olan 48 Noktasına geldik, 48 noktasında şuan gördüğünüz gibi Gümrük Muhafaza memurları ve Askerler o günde bugünkü gibi araçların geçişlerini kontrol ediyordu, ...Ben ve benimle birlikte bulunan yolcular belirtiğim noktaya 20-25 metre yaklaştığım sırada bizi 2 şahıs durdurdu, Bu şahısların üzerinden birinin üzerinde Takım elbise vardı, Kravatlı olup olmadığını bilmiyorum, ayrıca gözlüklü, elinde telsiz vardı, silahının olup olmadığını görmedim. ...Diğer şahsın ise Montlu, (Siyah), belinde silah vardı, ...Ben bu şahıslarıgörsem tanıyıp tanıyamayacağımı bilmiyorum ...Şahıslar bizi indirdiler, pasaportlarımıza sırayla baktılar, bana bunlar kalacaklar, sen gideceksin dediler bende hiçbir şey söylemeden arabama binip karşı tarafa geçtim, Karşı taraftan yolcu getirdim, dönüşte akrabalarına bildirdim..." Cumhuriyet savcısı noktada olay saatinde görev yapan tüm personelin kimlik tespitinin yapılması ve ifadelerinin alınması için Habur Emniyet Amirliği (Emniyet Amirliği) görevlilerine talimat verdikten sonra keşfi sonlandırmıştır. Emniyet Amirliği tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 9/11/1996 tarihli, H.B. ve B.nin giriş-çıkış kayıtlarına dair raporda; her ikisinin 7/11/1996 tarihinde sınır kapısından çıkış yaptıklarına dair kaydın bulunduğu, sonraki bir tarihte giriş yaptıklarına dair bir kaydın ise mevcut olmadığı belirtilmiştir. Sonrasında Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/11/1996 tarihli müzekkereyle Silopi Emniyet Müdürlüğünden (Emniyet Müdürlüğü) olay günü kaybolan iki şahsın yanında bulunan E. isimli şahsın sıkı ve gizli biçimde aranarak ifadesinin alınması için Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi talep edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/12/1996 tarihli müzekkereyle Emniyet Amirliğinden E. isimli şahsın giriş veya çıkışı sırasında serbest bırakılmayarak Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi talep edilmiştir. Emniyet Müdürlüğünce 20/12/1996 tarihinde, E. isimli şahsa tüm aramalara rağmen ulaşılamadığı, şahsın Cizreli olup Irak'a gıda maddesi ihraç ettiğinin tespit edildiği Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan 9/1/1997 tarihli talimatla E. isimli şahsın araştırılarak bulunması hâlinde başvurucunun babasının zorla kaybedilmesi olayınave olayın faillerine dair beyanının alınması talep edilmiştir. Cizre Emniyet Müdürlüğüne talebin iletilmesi üzerine 7/2/1997 tarihli yazı ile şahsın adresinin tespit edilemediği bildirilmiştir. Bu tarihten 13/3/1997 tarihine kadarki süreçte Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından E. isimli şahsın bulunduğu yerin tespiti ve beyanının alınmasına yönelik diğer Cumhuriyet başsavcılıklarıyla yazışmalar yapılmış, şahsın adresinin tespiti ve beyanının alınması mümkün olmamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 1/5/1997 tarihli görevsizlik kararıyla mağdurların ticari taksiyle Habur Jandarma Sınır Bölük Komutanlığına götürüldüğü iddiasına ilişkin olarak şüphelilerin asker olması nedeniyle dosyanın Diyarbakır Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) gönderilmesine karar vermiştir. Askerî Savcılık 7/6/2000 tarihli görevsizlik kararıyla mağdurların Hizbullah terör örgütü mensuplarınca kaçırılmış olabileceği değerlendirilmekle dosyanın Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma 2000/1331 dosya numarasına kaydedilmiştir. DGM Cumhuriyet Başsavcılığının yürütmekte olduğu bu soruşturma devam ederken kamuoyunda Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması olarak bilinen ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK madde ile görevli) tarafından yürütülen 2008/1756 sayılı soruşturma kapsamında bazı gizli tanıkların ifadesine başvurulmuştur. Dinlenen gizli tanık ifadeleri başta olmak üzere olayla ilgili olarak medyada çıkan haberler sonrasında, kaybolan şahısların yakınları ve bazı baro başkanları ile çok sayıda avukat tarafından yapılan müracaatlar üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kayıp şahıslarla ilgili olarak 2008 yılında 2008/3151 soruşturma numarasıyla yeni bir soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu vekili tarafından 26/1/2009 tarihli dilekçeyle başvurucunun babasının zorla kaybedilmesine dair olayın Askerî Savcılığa gönderilmesinden sonra ne soruşturma dosyası ne de olayla ilgili bir bilgi alamadıkları belirtilerek Cumhuriyet Başsavcılığından, Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması kapsamında Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde meydana gelen faili meçhul ve gözaltında kaybolan kişilerin birçoğunun Silopi yakınlarındaki kuyulara atılmış olduğu yönünde ortaya atılan iddialar kapsamında başvurucunun babasının da cesedine ulaşılabilmesi ihtimaline binaen Silopi Botaş Tesisleri civarındaki kuyular ile Kimsesizler Mezarlığı'nın açılması, buralardan çıkacak cesetlere DNA testi yapılması talebinde bulunulmuştur. Yine başvurucu vekili tarafından 22/4/2009 tarihli dilekçeyle, 19/4/2009 tarihinde bir gazetede olay tarihinde sınır kapısında görev yapan "Brüsk" kod adlı Y.B. ileyapılan röportajda bu şahsın başvurucunun babasını sınır kapısından aldığını ve o dönem Silopi'de görev yapan ve hâlen Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklu olarak yargılanan Emekli Albay G.ye teslim ettiğini anlattığı Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiş, söz konusu röportaj dilekçe ekine eklenmiş ve babasının kaybolması olayı hakkında Emekli Albay G.nin beyanının alınması için talimat yazılması talebinde bulunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 23/6/2009 tarihinde işlendiği iddia edilen suçları soruşturmakla yetkili başsavcılığın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) olduğu gerekçesiyle 2008/3151 Soruşturma sayılı dosyayı anılan Başsavcılığa göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 2008 yılında başlattığı ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK madde ile görevli) gönderdiği bu dosyadan bağımsız olarak, gizli tanığın ifadelerinde yer alan faili meçhul veya kayıp şahıslar hakkında yukarıda (bkz. § 23) bahsedilen Ergenekon Silahlı Terör Örgütü soruşturmasından da suçların işlendiği yerlerle ilgili soruşturma yapma yetkisinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK madde ile görevli) ait olması nedeniyle 29/9/2009 tarihinde ayırma kararı verilmiş ve ayrılan 2009/1951 sayılı soruşturma dosyası 7/12/2009 tarihli yetkisizlik kararı ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK madde ile görevli) gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) Silopi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından gönderilen her iki dosyayı 2009/3584 sayılı soruşturma dosyası üzerinden soruşturmaya devam etmiştir. Bu sırada Askerî Savcılık tarafından başvurucunun babasının zorla kaybedilmesi olayına ilişkin olan ve görevsizlik kararıyla gönderilen 2000/1331 numaralı soruşturma dosyası da (bkz. § 21) Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 15/2/2013 tarihli kararıyla, aralarında başvurucunun babasına ilişkin olayın da bulunduğu 1990'lı yıllarda Silopi ilçesinde işlenen çok sayıdaki faili meçhul olayla ilgili olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (TMK madde ile görevli) yürütülen soruşturma bulunduğu gerekçesiyle 2009/3584 sayılı soruşturmayla birleştirilmiştir. Soruşturmanın devam ettiği süre içinde özel yetkili mahkemelerin 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan değişiklikle kaldırılması nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) tarafından 20/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bu karar üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından anılan bölgede yaşandığı iddia edilen zorla kaybedilme veya infaz edilmelere ilişkin olarak 2014/980 sayılı dosya üzerinden soruşturmaya devam edilmiştir. Anılan soruşturma dosyası haricinde başvurucunun yakınlarının zorla kaybedilme iddiası ile ilgili olarak müstakilen bir soruşturma yürütüldüğüne dair belgeye rastlanmadığı gibi başvurucunun da bu hususta bir veri sunmadığı görülmüştür. Silopi çevresinde kaybolduğu iddia edilen kişilerin tamamına yönelik olarak yürütülen soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yaptırılan 9-13/3/2009 ve 19/3/2009 tarihli kazılarda bulunan kemik ve diğer materyaller üzerinde Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince yapılan incelemede ele geçirilen kemik parçalarının büyükbaş hayvana ait olduğu anlaşılmıştır. Şikâyet dilekçeleri ile gizli tanık ifadelerinde geçen, BOTAŞ tesisleri olarak belirtilen yerlerde gerçekleştirilen diğer kazılarda ise iddia edilen hususlara dair herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Diğer yandan başvurucu vekilinin talep ettiği (bkz. § 26), Emekli Albay G.nin başvurucunun babasının zorla kaybedilmesi olayına dair ifadesinin alındığı yönünde dosya kapsamında herhangi bir bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2014/980 sayılı soruşturma dosyasında, 22/6/2015 tarihinde başvurucunun babasının da aralarında bulunduğu on altı mağdura ilişkin olarak 1994-2009 yılları arasında Silopi'de gerçekleşen olaylar için ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...kaybolmalan ya da öldürülmeleri ile her hangi bir ilgilerinin olduğunun tespit edilemediği, her ne kadar bir kısım gizli tanıklar dolaylı da olsa şüphelilerin maktullerin kaybolmaları ya da öldürülmeleri ile ilgilerinin bulunduğunu beyan etmişlerse de bu hususta somut herhangi bir delilin bulunmadığı, gizli tanık beyanlarına itibar etmek içinse beyanları destekleyecek nitelikte somut delillerin bulunması gerektiği, bu nedenle de şüphelilerin atılı suçu işlediklerine dair somut, kesin ve inandırıcı herhangi bir delilin bulunması sebebiyle..." Başvurucunun anılan karara yapmış oldukları itiraz -gizli tanık ifadelerinin hukuksal geçerliliği de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları çerçevesinde değerlendirilerek- Cizre Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/11/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 12/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Alya Demir ve Mehmet Demir (B. No: 2015/7584, 7/2/2019, §§ 30-43) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19320
Başvuru, güvenlik güçlerince gözaltına alındığı iddia edilen bir kişinin zorla kaybedilmesi olayı hakkındaki ceza soruşturmasının etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan yakınlarının kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle ölmesi ve olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi gerekçeleriyle Anayasa Mahkemesi tarafından yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesine rağmen Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Olayın oluş şekli ve olaya dair yürütülen ceza soruşturması sürecine ilişkin bilgiler Anayasa Mahkemesinin Mehmet Kaya ve diğerleri (B. No: 2013/6979, 20/5/2015, §§ 6-37) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi Mehmet Kaya ve diğerleri başvurusunda, başvurucuların yakını olan E.K.nın ceza infaz kurumunun müşahade odasında tek başına kalmaktayken temin ettiği çakmak ile buradaki eşyaları yakması sırasında kendisinin de yanarak vefat etmesi olayında ceza infaz kurumu görevlilerinin gerekli önlemleri almamaları nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Bu inceleme neticesinde Anayasa Mahkemesi E.K.nın ölümüne sebep olan, 7/1/2013 tarihinde meydana gelen yatak yakma eylemine benzer şekilde daha önce de yatak yakma eyleminde bulunduğu, ceza infaz kurumunda geçirdiği son altı ayında saldırgan tavırlar sergilediği, görevliler ve ceza infaz kurumunda kalan diğer kişilerle sorunlar yaşaması nedeniyle çok sayıda ceza aldığı, koğuşunun değiştirildiği, 2009 yılından beri kendisine uygulanan tedavi ve kullandığı ilaçları gösteren tablonun incelenmesinden de anlaşıldığı üzere aynı dönem içinde yaşadığı psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle kendisine ilaç tedavisi uygulandığı dikkate alındığında E.K.nın daha sıkı bir şekilde gözetim altında tutulması gerektiğini, ayrıca kendisine ya da diğer kişilere zarar verme ve ölümüne neden olma riskinin bulunduğunun ceza infaz kurumu yetkililerince bilindiğinin, en azından bilinmesi gerektiğinin kabul edilmesi gerektiğini değerlendirmiştir. Kararda, bu değerlendirmeye bağlı olarak da başvurucuların yakınının yaşamının korunması açısından ceza infaz kurumu idaresi tarafından gerekli önleyici tedbirlerin alınması gerektiği belirtilmiştir (Mehmet Kaya ve diğerleri, §§ 75-80). Anayasa Mahkemesine göre E.K.nın kalacağı yerin belirlenmesi konusunda sağlıklı olmadığı ortada olan değerlendirmelere göre kararlar verilmiş, psikolojik rahatsızlıkları konusunda sadece ilaçla bir tedavi yürütülmüş ve tedavi yöntemi konusunda ceza infaz kurumu idari personeli ile ceza infaz kurumunda ve diğer kurumlarda görevli ilgili doktorlar arasında tedavinin şekli ve yerine ilişkin olarak hükümlünün hastalık derecesi dikkate alınma suretiyle bir değerlendirme yapılmamış ve daha önce yaptığı gibi E.K.nın yatağı tutuşturmak amacıyla kullandığı anlaşılan çakmağa ulaşması ceza infaz kurumu görevlilerince engellenememiş, tüm bu nedenlerle de ceza infaz kurumu görevlileri tarafından yetkileri çerçevesinde ölümünün önlenmesi için gerekli tedbirler alınmadığından E.K.nın yaşam hakkının maddi boyutu ihlal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından yaşam hakkının maddi boyutunun ihlali sebebiyle başvuruculara toplam 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir (Mehmet Kaya ve diğerleri, §§ 82-85, 109). Öte yandan Anayasa Mahkemesi Mehmet Kaya ve diğerleri başvurusunda başvurucuların olayla ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmediği iddialarını da incelemiş ve soruşturmada, ölüm olayının tüm yönlerini aydınlatılabilmesi ve olası sorumluların tespiti açısından kritik öneme sahip olan E.K.nın olay öncesi sağlık durumunun tespiti, kendisine uygulanan tedavi sürecinin incelenmesi, uygulanan tedavi yöntemi ve yeri ile ceza infaz kurumunda kalacağı bölümün ne şekilde belirlendiğinin ve bu belirlemelerde E.K.nın önceki yatak yakma eylemi ile psikolojik sorunlarının ne derecede dikkate alındığının araştırılması, E.K.nın yatağı tutuşturmak için kullandığı çakmağı kimden ve ne şekilde elde ettiği, bu durumdan görevi gereği olası sorumlu kişilerin tespit edilmesi gibi konularda bir araştırma ve değerlendirmenin yapılmadığını tespit etmiştir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 100). Ayrıca kararda, soruşturma ve itiraz aşamasında başvurucuların olayın farklı yönlerine ilişkin iddialarının kovuşturmaya yer olmadığı kararında ve itiraz üzerine verilen kararda karşılanmamış olmasının da bir eksiklik olduğuna değinilmiş ve yürütülen soruşturmada, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulamaması, olası sorumlu kişilerin belirlenmemesi ve başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanmaması nedenleriyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine hükmedilerek kararın yeniden soruşturma yapılmak üzere ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir (Mehmet Kaya ve diğerleri, §§ 101-104, 106). Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının Muğla Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) ulaşması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığının 5/10/2015 tarihli müzekkeresiyle bahse konu olay hakkındaki soruşturmanın etkili soruşturma ilkeleri gözetilerek yeniden yürütülmesi için dosya ilgili Cumhuriyet savcısına tevzi edilmiş ve olay hakkında 2015/5850 soruşturma numarasına kayden yeni bir soruşturma yürütülmüştür. Yeni soruşturma kapsamında öncelikle olaya ilişkin olarak ilk yürütülen 2013/290 numaralı soruşturmanın dosyası temin edilerek incelenmiştir.Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlaline sebebiyet veren eksiklikler olarak tespit ettiği E.K.nın olay öncesi sağlık durumunun tespiti ve E.K.ya uygulanan tedavi sürecinin incelenmesi, tedavi yöntemi ve yeri ile şahsın ceza infaz kurumunda kalacağı bölümün ne şekilde belirlendiğinin tespiti amacıyla Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan E.K.nın kaldığı odaların listesinin, E.K.ya verilen disiplin cezalarının, idari gözlem kararlarının, E.K.nın oda değiştirme talep dilekçelerinin, E.K.nın sevk edildiği hastanelerden ise şahsa ait tedavi evraklarının örneklerinin iletilmesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenmiştir. Yine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ceza infaz kurumundan olay tarihinde görevli personelin listesinin, müşahade odalarını gören kameraların olay anına ilişkin bant kayıtlarının ve ceza infaz kurumu kantininde çakmak satıldığına dair, olay tarihi olan 2013 yılına ait icmal sayım örneğinin iletilmesi istenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, ceza infaz kurumunun olay tarihinde görevli personele dair ilettiği liste uyarınca isimleri belirlenen ceza infaz kurumu görevlilerinin, ayrıca ceza infaz kurumunda görevli psikologların ve diğer mahkûmların tanık ve şüpheli olarak beyanları alınmıştır. Bu kapsamda alınan tanık beyanlarından önem arz edenlerin ilgili kısımları şöyledir:"...A-Tanık [U.nin] 06/05/2016 tarihinde vermiş olduğu ifadede, olayın olduğu gün olan 07/01/2013 tarihinde saat 08:00 de vardiye değişimi yaparak göreve başlağını, sabah sayımını 08:00-08:15 arasında yaptıktan sonra mahkumlardan, dilekçelerini alıp işlem yapmak için koridorda bulunan masaya gittiğinde C blok müşahedeye odalarından bir takım sesler duyduğunu, C blok müşahede odalarının olduğu koridora çıktığını, [E.K.nın] olduğu C blok sol müşahede odasında duman çıktığını gördüğünü,bunun üzerine yangın var diye bağırdığını, anında orada bulunan diğer görevli arkadaşlarla hemen olay yerine gittiklerini, söz konusu odanın anahtarı [S.K.] olduğunu, [K.B.] su hortumunu koğuşa doğru tutup ve başka bir personel arkadaşın da hortumun diğer ucunu yangın söndürme yerine takıp musluğu açtığını ve kısa bir süre içerisinde yangının söndürüldüğünü, ...bu şahsın diğer mahkumlarla anlaşamadığını, hastanelere, revire birden fazla kez gittiğini, cezaevinde bulanan kardeşi ile bile anlaşamadığını duyduğunu, bütün memurarkadaşların kendisine yardımcı olmaya çalıştıklarını ancak şahsın kendilerine tehditler savurduğunu, herhangi bir memur ile husumeti olup olmadığını bilmediğini, olay olduğunda da [E.K.nın] müşahede odasında kaldığını, cezaevinde çakmağın kantinde satıldığını, buna engel bir yönetmelik ve mevzuat hükmünün olmadığını, mahkumların sipariş verdiklerinde kantinden çakmağın alınabildiğini, olay günü çakmağın eline nasıl geçtiğini bilmediğini, müşahede odalarında kalanlara kanuni bir hüküm olmamasına rağmen fiilen çakmağın verilmediğini ancak müşahede odalarının üst kısımlarında bulunan teras kısmındaki koğuşlarda ve müşahede odalarının alt kısımlarındaki koğuşlardan parmaklıklar arasında birbirlerine iletebildiklerini, emin olmamak ile birlikte müşahede odasında kendi isteğiyle kaldığını duyduğunu, müşahede odalarının koğuşlardan ve diğer odalardan daha güvenlikli bir yer olduğunu...B-Tanık [G.A.nın] 06/05/2016 tarihinde vermiş olduğu ifadesinde, Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda psikologolarak görev yaptığını, mahkum [E.K.] ile tanıma formlarını 16/02/2009 tarihinde kendisi tarafından kendisi ile bizzat görüşülerek doldurduğunu, şahısın 12/04/2011 tarihinde dilekçe ile psiko sosyal servisine başvurarak psikolojik rahatsızlığından dolayı görüşme yapmak istediğini belirttiğini ancak kendisini görüşmeye çağırdıklarında şahsın kendi istediği ile görüşmeye gelmek istemediğini, şahısla cezaevinde bulunduğu sırada bireysel olarak psikolojik rahatsızlığından dolayı bir görüşme yapmadığını, şahıstan da herhangi bir görüşme talebinin gelmediğini belirttiği,C-Tanık [T.nin] 06/05/2016 tahinde vermiş olduğu ifadesinde, Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda psikolog olarak görev yaptığını, mahkumla tanıma formu doldurmasından sonra herhangi bir görüşmenin olmadığın ancak şahıs 12/04/2011 tarihinde dilekçe ile psiko sosyal servisimize başvurarak psikolojik rahatsızlığından dolayı görüşme yapmak istediğini belirttiğini ancak Psikolog [G.A.] kendisini görüşmeye çağırdığı ancak şahsın kendi istediği ile görüşmeye gelmek istemediğini belirttiği, ... bu şahsın psikolojik ve ruhsal rahatsızlığı ile ilgili kendilerine herhangi bir rapor veya bilginin gelmediğini, ... Olayın başka birşey elde etmek için kendisine zarar verme veya yakma, kırma, dökme, tehdit gibi davranışlarla yapmak istediklerini gerçekleştirmeye yönelik davranış olduğunu...D- Tanık [F.B.nin] 20/01/2013 tarihi beyanında:Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bilgisayar teknisyeni olarak görev yaptığını, 2013 günü C Blok müşahade bölümünde meydana gelen yangın olayının kamera görüntülerini talimat üzerine CD'ye kendisinin aktardığını, kendisineizlettirilmiş olan görüntülerino olaya ilişkin görüntüler olduğunu, belli zamanlarda saatte atlamalar olduğunu gördüğünü kendisinin görüntüleri bir bütün halinde alıp CD'ye aktardığını, zaman kayıtlarının saat itibariyle atlaması kameraların harekete duyarlı kameralar olmasından kaynaklanmakta olduğundan dolayı herhangi bir hareket, yansıma, gölge vb.gibi durumlarda kameranın hemen otomatik olarak faaliyete geçmekte ve görüntüyü kayda almakta olduğunu, 08:36:31'e kadar zaman zaman atlamalar olmuş olup bunlar yukarıda belirttiği nedenlerden kaynaklandığını...E-Tanık [İ.B.nin] 19/02/2013 tarihli beyanında:Olay günü kendisinin müşahade de kaldığını, [E.K.nın] da yan tarafta olduğunu, agresif tavırları ve konuşmaları olan birisi olduğunu, müşahadelerin bir kısmının boş olduğunu,sürekli olarak kendi özel işlerini nöbetçi memurlara yaptırmak isteyen birisi olduğunu, sürekli olarak memurlara olumsuz sözler söylediğini, küfür ettiğini ancak memurlarınduymazdan geldiğini, o gün yatağını yakmadan önce memurların kendisine gelip ilaç verdiklerini,onun öncesinde de memurlara küfür ettiğini duyduğunu, dışarıya çıkınca size... Yapacağım göstereceğim şeklinde tehditler savurduğunu, yanlarında sigara ve çakmak bulunduğunu, tahminince yatağını çakmakla yaktığını düşündüğünü, daha önce de yatak yakma olayı olduğunu duyduğunu çünkü kendisinin o tarihte B-11 nolu odada kaldığını...Ğ- Olay tarihinde C Blokta Bulunan Mahkumlardan Tanık [İ.B.nin] SEGBİS ile alınanbeyanında, ... C blok sol müşahede odalarından birinden duman çıktığını gördüğünü, kendisinin aynayı koridordan dışarıya doğru tuttuğunda [E.K.nın] koğuşundan dışarıya doğru ateşli alevin çıktığını gördüğünü, zaten kendisinin kaldığı koğuşuyla [E.K.nın] koğuşununbitişik olduğunu,bunun üzerine yangın var diye bağırdığını ancak gardiyanların gelmediğini, bunun üzerine kendisinin ve üstlerinde bulunan teras katındaki mahkumların hep birlikte maltanın bulunduğu yere doğru camlara pil attıklarını, bunun üzerine gardiyanlar maltada bulunan masadan bulundukları yere doğru hızlı bir şekilde merdivenlerden çıktıklarını ayak seslerinden geldiklerini duyduğunu, gardiyanların masasının bulunduğu yerden yangının çıktığı yere gelmek en fazla 2 dakika sürdüğünü, tam olarak gardiyanların pilleri camlara atmalarından itibaren kaç dakika içerisinde geldiklerini hatırlamadığını, bu kamera kaydında belli olduğunu, ...önce [E.K.nın] odasının kapısını açmaya çalıştıklarını ancak demirleri çok kızgın olunca kapıyı açamadıklarını,I-Olay tarihinde C Blokta Bulunan Mahkumlardan Tanık [Ş.nin] SEGBİS ile alınan beyanında;...olayın olduğu gün kendisinin C blok Koridor M-2-5 sol müşahede kısmında bulunduğunu, sabah sayımından sonra gardiyanların ilaçları olan mahkumların ilaçlarını dağıttıklarını, daha sonra [E.K.] ismini şuanda hatırlamadığı bir gardiyan ile kendi vücudunda daha önceden meydana getirdiği kesiklerin pansumanı konusunda tartıştıklarını, ... [E.nin] bulunduğu müşahede odasının yan odasında kaldığını, [E.K.nın] yatağını ve diğer eşyaları koğuşun ortasına topladığını, kendisinin bunu ayna ile parmaklıklar arasında baktığında gördüğünü, kendisine ne yapıyorsun birader sakın delilik yapma dediğini, [E.K.nın] kendisine sen karışma dediğini, daha sonra müşahede odasından duman kokusu ve ateş alevi çıkmaya başladığını, kendisinin hemen yangın var diye gardiyanları çağırdığını, bunun üzerine gardiyanlar maltada bulunan masadan bulundukları yere doğruhızlı bir şekilde merdivenlerden çıktıklarını ayak seslerinden geldiklerini duyduğunu, gardiyanların masasının bulunduğu yerden yangının çıktığı yere gelme[sinin] en fazla 2 dakika sürdüğünü, 2-3 dakika içerisinde gardiyanların hemen gelip yangına müdahale ettiklerini, ...ayrıca kantinden mahkumlar sigara ve çakmak siparişi verdiğinde parasıyla alabildiğini, [E.K.nın] sigara içtiğini, kantinden bildiği kadarıyla da sigara ve çakmak siparişiyoluyla almış olduğunu ayrıca cezaevinde çakmak yasak olmadığı için herkeste olduğunu ve müşahede odalarında bulunan kişilerde de çakmak sigara bulunduğunu, buna yönelik herhangi bir yasaklayıcı yönetmelik hükmünün de olmadığını ayrıca [E.K.] da çakmak olmasa bile yan müşahede odalarından yada üst teras koğuşundan rahatlıkla temin edilebildiğini...J-Olay tarihinde C Blokta Bulunan Mahkumlardan Tanık [A.A.nın] alınan beyanında... müşahede odalarının ön tarafı parmaklık olduğu için odalar arasında çakmak, sigara vb.transferlerin mahkumların yapabildiğini ayrıca çakmak da sigara da kantinden sipariş verildiğinde alınabildiğini, [E.K.] da çakmak olduğunu kendisinin bizzat görmediğini ancak sigara içen bir insan olduğunu ayrıca bir defasında [E.K.nın] kendisindensigara istediğini, kendisine sigarayı odalar arası transfer yaparak gönderdiğini... " Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli olarak ifadeleri alınan ceza infaz kurumu personelinin ifadelerinden önem arz edenlerin ilgili kısımları ise şöyledir:"A- Şüpheli [K.B.nin] 28/04/2016 tarihinde alınan ifadesinde, Muğla E Tipi Kapalı İnfaz Kurumunda 2010 tarihinden beri İnfaz Koruma Personeli olarak çalıştığını, olayın olduğu gün olan 07/01/2013 tarihinde saat 08:00 de vardiye değişimi yaparak arkadaşı [S.K.] ile birlikte C Blok sağ müşahede görevlisi olarak göreve başladıklarını, sabah sayımını 08:00-08:15 arasında yaptıktan sonra mahkemelere ve savcılığa mevcutlu olarak gidecek kişilerin hazırlıklarını yaptıkları sırada ara koridor olan müşahede odaların bulunduğu yerden yangın var diye bağırtılar duymaları üzerine bağırtıların olduğu ve yangının olduğu yere koşarak gittiklerini, sol müşahede odasının giriş kısmında bulanan yangın söndürme hortumuyla yangına müdahale ettiklerini, ... şahsın daha önceden kendi yatağını bir defa yaktığını duyduğunu ancak kendisine söz konusu dönemde herhangi bir zarar vermediğini, şahsın birçok defa kurum revirine Muğla Devlet Hastanesine, İzmir'e hastahaneye gönderildiğini duyduğunu, şahsın psikolojik rahatsızlığı olup olmadığınıve buna ilişkin bir heyet raporu olup olmadığını da bilmediğini, şahsın defalarca koğuşunu değiştirmek için talepte bulunduğunu ve koğuşu ile odalarının defalarca değiştiğini bildiğni, kendisi müşahade odasında kalmak istediğine ilişkin olarak da dilekçeler verdiğini, kurumun da bunu uygun gördüğünü, yangın olayı çıktığında da kendisinin müşahede odasında kaldığını, müşahede odasının diğer koğuşlardan ve odalardan daha güvenlikli bir yer olduğunu ayrıca şahsın sürekli sorun yaratması, odayı değiştirmek istemesi, hastahaneye gitmek istemesi, koğuş arkadaşlarıyla anlaşamaması ve hatta cezaevinde bulunan kardeşi ile bile anlaşamamasından dolayı cezaevi idaresi tarafından şahsın daha güvenlikli bir yere alınması konusunda karar alıp almadığını bilmediğini, müşahede odasında kaldığından dolayı daha dikkatli ve daha özenli kontrol edildiğini ayrıca odayı yandan gören ve tüm koridoru gören kamera bulunmakta olduğunu, cezaevinde psikolojik ve ruhsal sorunları ile kendine zarar verebilecek durumda olan mahkumlar için özel bir odanın bulunmadığını, şahsın kalacağı yer konusunda kendi tercihlerinin olduğu durumlarda cezaevi idaresinin değerlendirip olumlu karar verdiğini bildiğini, hatta bu konuya ilişkin olarak da bir kaç defa odasını ve koğuşunu değiştirdiğini ve bir kaç defada müşahede odasında kaldığını bildiğini, Cezaevinde kantinde çakmak serbestçe alınıp satılabildiğini, yönetmelikte veya mevzuatta herhangi bir engelin olmadığını, kişi sigara içtiğinden dolayı kantinesipariş fişi gönderdiğinde çakmak veya diğer satılan eşyaları satın alabildiğini, müşahade odasının üst tarafında mahkumların kaldığı teras kısmının olduğunu, çakmak kendisinde olmasa bile sigara içtiğinden dolayı ordaki arkadaşları rahatça çakmağı parmaklıkların arasından kendisine gönderebildiklerini, olayın olduğu dönemde cezaevinde bulunan yataklar bakanlığın yönetmelikler gereğince aldığı yataklardan olduğu ve yanmaz yatak olmadığını bildiğini, cezaevinde söz konusu tarihte bütün koğuşlarda ve hücre ve müşahade odası da dahil olmak üzere hepsinde bu yataklardan bulunduğunu,...D- Şüpheli [Y.nin] 03/05/2016 tarihli alınan ifadesinde, Muğla E Tipi Kapalı İnfaz Kurumunda 1986 tarihinden beri İnfaz Koruma Başmemuru olarak çalıştığını, olayın olduğu gün olan 07/01/2013 tarihinde saat 08:00 devardiye değişimi yaparak göreve başladığını, o gün cezaevinin giriş kapısının A blok kısmında infaz koruma başmemuru odasında sorumlu başmemur olduğundan dolayı hem mahkumların hemde infaz koruma memurlarının yazışma, organizasyon işini yapmak için bulunduğunu, sabah sayımını 08:00-08:15 arasında yaptıktan sonra mahkemelere ve savcılığa mevcutlu olarak gidecek kişilerin hazırlıklarını yaptığını, odada bulunduğu sırada müşahade odasında yangın çıktığını telefon ile bildirmeleri üzerine koşarak olayın olduğu yere gittiğini, yangının çıktığı yer ile kendisinin bulunduğu yer arasındaki mesafenin yaklaşık 50-60 metre mesafe olduğunu, kısa sürede olayın olduğu yere gittiğini, yangının çıktığı odadaki mahkumu battaniye sarmış merdievene doğru getirdiklerini, şahsı hemen revire götürdüklerini,... şahsın daha önceden kendi yatağını bir defa yaktığını duyduğunu ancak kendisine söz konusu dönemde herhangi bir zarar vermediğini, bu olaya ilişkin olarak da soruşturma yapıldığını ve hakkında kamu davası açıldığını öğrendiğini, şahsın birçok defa kurum revirine, Muğla Devlet Hastanesine, İzmir'e hastahaneye gönderildiğini duyduğunu, şahsın psikolojik rahatsızlığı olup olmadığını bilmediğini ve buna ilişkin bir heyet raporu olup olmadığını da bilmediğini ...maktul [E.K.nın] müşahede odasında kalmakta olduğunu, müşahede odası diğer koğuşlardan ve odalardan daha güvenlikli bir yer olduğunu, ...müşahede odasında kaldığından dolayı daha dikkatli ve daha özenli kontrol edildiğini, ayrıca odayı yandan gören ve tüm koridoru gören kamera bulunduğunu, ...şahsın bir kaç defa şahsın müşahede odasında kaldığını bildiğini, şahsın kalacağı yer konusunda kendi tercihlerinin olduğu durumlarda cezaevi idaresinin değerlendirip olumlu karar verdiğini bildiğini, ...cezaevinde kantinde çakmak serbestçe alınıp satılabildiğini,Yönetmelikte veya mevzuatta herhangi bir engel olmadığını ayrıca cezaevi idaresinin bilgisi dahilinde kantinde çakmağın satıldığına dair2013 yılı kantin icman sayım örneğinin bir örneğini dosyaya ibraz ettiğini, bunda da çakmağın serbestçe alınıp satıldığının belli olduğunu, kişi sigara içtiğinden dolayı kantinesipariş fişi gönderdiğinde çakmak veya diğer satılan eşyaları satın alınabildiğini, müşahede odasının üst tarafında mahkumların kaldığı teras kısmının olduğunu, çakmağın kendisinde olmasa bile sigara içtiğinden dolayı ordaki arkadaşları rahatça çakmağı parmaklıkların arasından kendisine gönderebildiklerini ayrıca idarenin bu şahsa kantinde çakmak satılıp satılmayacağına dair bir karar alıp almadığını bilmediğini...G- Şüpheli [S.K.nın] 05/05/2016 tarihli alınan ifadesinde Muğla E Tipi Kapalı İnfaz Kurumunda 11/07/2012 tarihinden 16/09/2016 tarihine kadar Kapalı Ceza İnfaz Koruma personeliolarak çalıştığını, olayın olduğu gün olan 07/01/2013 tarihinde saat 08:00 devardiye değişimi yaparak göreve başladığını, o gün cezaevinin C Bloksol müşahede ve teras nöbetçisi olarak görevli olduğunu, sayım yaptığı sırada da hükümlü [E.K.nın] odasını da diğer odaları kontrol ettiği gibi kontrol ettiklerini ve herhangi bir olumsuz durumunun olmadığını, sadecekoğuşa geçmek istediğine dair dilekçesinin olduğu, bütün mahkumlara ait dilekçeleri toplayıp maltada bulunan masaya işlemleri yapmak üzere koyduğu ve 08:20 sularında görevli sağlık görevlisinin getirdiği ilaçları sol müşahede C blok şebeke sorumlusu olan [U.] ile birlikte ilaçları dağıttıklarını, hükümlü [E.K.nın] da ilacı olduğunu ve ona da ilacını verdiklerini, o sırada herhangi bir istekte bulunmadığını, koridorda bulunan masada dilekçeleri onayladıkları sırada müşahede odasında yangın çıktığını bağırarak bildirmeleri üzerine koşarak olayın olduğu yere gittiğini, [E.K.nın] kaldığı odanın ortasında eşyaları biriktirmiş ve ateşe verildiğini,... kendisinin dehemen müşahede odasını açtığını, [E.K.yı] dışarı çıkardıklarını... şahsın daha önceden kendi yatağını bir defa yaktığını duyduğunu ancak kendisine söz konusu dönemde herhangi bir zarar vermediğini, bu olaya ilişkin olarak da soruşturma yapıldığını ve hakkında kamu davası açıldığını öğrendiğini, şahsın birçok defa kurum revirine Muğla Devlet Hastanesine, İzmir'e hastahaneye gönderildiğini duyduğunu, şahsın psikolojik rahatsızlığı olup olmadığını bilmediğini ve buna ilişkin bir heyet raporu olup olmadığını da bilmediğini, ...yangın olayı çıktığında da maktul [E.K.nın] müşahede odasında kalmakta olduğunu, müşahede odası diğer koğuşlardan ve odalardan daha güvenlikli bir yer olduğunu, ön tarafı tamamen parmaklı demir açık, arka tarafında da havalandırma camı bulunduğunu ayrıca şahsın sürekli sorun yaratması, odayı değiştirmek istemesi, hastahaneye gitmek istemesi, koğuş arkadaşlarıyla anlaşamaması ve hatta cezaevinde bulunan kardeşi ile bile anlaşamamasından dolayı cezaevi idaresi tarafından şahsın daha güvenlikli bir yere alınması konusunda karar alıp almadığını bilmediğini, müşahede odasında kaldığından dolayı daha dikkatli ve daha özenli kontrol edildiğini, ayrıca odayı yandan gören ve tüm koridoru gören kamera bulunduğunu, cezaevinde psikolojik ve ruhsal sorunları ile kendine zarar verebilecek durumda olan mahkumlar için özel bir oda bulunmadığını ancak müşahade odası denilen tek kişilik odalardabu şahıslar muhafaza edildiğini,şahsın bir kaç defa şahsın müşahede odasında kaldığını bildiğini, şahsın kalacağı yer konusunda kendi tercihlerinin olduğu durumlarda cezaevi idaresinin değerlendirip olumlu karar verdiğini bildiğini, hatta bu konuya ilişkin olarak da bir kaç defa odasını ve koğuşunu değiştiğini ve bir kaç defada müşahede odasında kaldığını bildiğini, cezaevinde kantinde çakmak serbestçe alınıp satılabildiğini,Yönetmelikte veya mevzuatta herhangi bir engel olmadığını, kişinin sigara içmesinden dolayı kantinesipariş fişi gönderdiğinde çakmak veya diğer satılan eşyaları satın alınabildiğini, müşahede odasının üst tarafında mahkumların kaldığı teras kısmının olduğunu, çakmağın kendisinde olmasa bile sigara içtiğinden dolayı ordaki arkadaşları rahatça çakmağı parmaklıkların arasından kendisine gönderebildiklerini ayrıca idarenin bu şahsa kantinde çakmak satılıp satılmayacağına dair bir karar alıp almadığını bilmediğini, olayın olduğu dönemde cezaevinde bulunan yataklar bakanlığın yönetmelikler gereğince aldığı yataklardan olduğu ve yanmaz yatak olmadığını bildiğini, Cezaevinde söz konusu tarihte bütün koğuşlarda ve hücre ve müşahede odasıda dahil olmak üzere hepsinde bu yataklardan bulunduğunu...H-Şüpheli [G.nin] 05/05/2016 tarihinde segbis aracılığıyla alınan ifadesinde Muğla E Tipi Kapalı İnfaz Kurumunda 21/09/2010 tarihinden 16/07/2014 tarihine kadar sorumlu Müdür olarak çalıştığını, olayın olduğu gün olan 07/01/2013 tarihinde saat 08:00 degöreve başladığını, kendi odasında oturduğu sırada iç maltadan yangın var diye sesler geldiğini... cezası bittikten sonra müşahede odasından şahıs çıkmak istemediğini, buna ilişkin şahsın dilekçe verdiğini, idare olarak heyet halinde müşahede odasında kalmasını uygun gördüklerini, buna ilişkin olarak karar aldıklarını ve yangın çıktığında da şahıs müşahede odasında bulunduğunu, şahsın müşahede odasında kaldığından dolayı daha dikkatli ve daha özenli kontrol edildiğini ayrıca şahsın sık sık kontrol edilmesi ve takibinin yapılması konusunda cezaevi personelini uyardıklarını ayrıca müşahede odalarını yandan gören ve tüm koridoru gören kamera bulunduğunu,... cezaevinde kantinde çakmak serbestçe alınıp satılabildiğini, kişi sigara içtiğinden dolayı kantinesipariş fişi gönderdiğinde çakmak veya diğer satılan eşyaları satın alınabildiği, müşahade odasının üst tarafında teras denilen koğuşlardan veşahsın kaldığı müşahede odasının alt tarafında da başkakoğuşlar olup mahkumların kaldığını, çakmak kendisinde olmasa bile sigara içtiğinden dolayı oradaki arkadaşları rahatça çakmağı parmaklıkların arasından kendisine gönderebildiklerini ayrıca idarenin bu şahsa kantinde çakmak satılıp satılmayacağına dair bir karar almadıklarını ancak müşahede odasında kalan mahkumlara çakmağın idarece verilmediğini fakat verilse dahi yönetmelikte ve mevzuatta buna engel bir durum olmadığını, fakat müşahede odalarının üst tarafında bulunan teras koğuşunda ve müşahede odalarının alt tarafından bulunan koğuşlarda birden fazla kişi kalabilmekte ve bunlara çakmak istekleri olması halinde kantinden alınabildiğini ve bu şahısların alt katlarında bulanan koğuşa çakmağı parmaklıklar arasından iletebildiklerini...I- Şüpheli [S.A.nın] Segbis ilealınan ifadesinde, Muğla E Tipi Kapalı İnfaz Kurumunda 08/02/2010 tarihinden 09/07/2015 tarihine kadar sorumlu Müdür olarak çalıştığını,... cezaevi idaresi tarafından şahsın daha güvenlikli bir yere alınması konusunda herhangi bir karar alıp almadıklarını hatırlamadığını, şahsın yanlış hatırlamıyorsam almış olduğu disiplin cezasından dolayı müşahede odasına alındığını, cezası bittikten sonra müşahede odasından şahıs çıkmak istemediğini, buna ilişkin şahsın dilekçe verdiğini, idare olarak heyet halinde müşahede odasında kalmasını uygun gördüklerini, buna ilişkin olarak karar aldıklarını ve yangın çıktığında da şahıs müşahede odasında bulunduğunu, şahsın müşahede odasında kaldığından dolayı daha dikkatli ve daha özenli kontrol edildiğini ayrıca müşahede odalarını yandan gören ve tüm koridoru gören kamera bulunduğunu,... cezaevinde kantinde çakmak serbestçe alınıp satılabildiğini, kişi sigara içtiğinden dolayı kantinesipariş fişi gönderdiğinde çakmak veya diğer satılan eşyaları satın alınabildiğini, müşahade odasının üst tarafında teras denilen koğuşlardan veşahsın kaldığı müşahede odasının alt tarafında da başkakoğuşlar olup mahkumlar kaldığını, çakmak kendisinde olmasa bile sigara içtiğinden dolayı ordaki arkadaşları rahatça çakmağı parmaklıkların arasından kendisine gönderebildiklerini ayrıca idarenin bu şahsa kantinde çakmak satılıp satılmayacağına dair bir karar almadıklarını ancak müşahede odasında kalan mahkumlara çakmağı kendilerine idarece verilmediğini fakat verilse dahi yönetmelikte ve mevzuatta buna engel bir durum olmadığını fakat müşahede odalarının üst tarafında bulunan teras koğuşunda ve müşahede odalarının alt tarafından bulunan koğuşlarda birden fazla kişi kaldığını ve bunlara çakmak istekleri olması halinde kantinden alınabildiğini ve bu şahıslar alt katlarında bulanan koğuşa çakmağı parmaklıklar arasındaniletebildiklerini..." Neticede Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15/6/2016 tarihinde on ceza infaz kurumu personeli hakkında görevi kötüye kullanma ve taksirle ölüme neden olma suçlarından kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"...2- Cumhuriyet Başsavcılığımıza ait 2015/5850 soruşturma numaralı dosyada bulunan deliller: 21/08/2015 tarihli Anayasa Mahkemesinin 2013/6979 sayılı Karar Bildirimi, 18/09/2015 tarihli Müştekiler Vekili Av. [A.K.nın] Kurum yetkili ve görevlileri hakkında soruşturma başlatılmasını ve cezalandırılmaları istemiyle yargılamalarının sağlanması için talep istemi, 05/10/2015 tarihli ... tevzi edilmek üzere Cumhuriyet Başsavcılığımızın soruşturma bürosuna gönderildiği, 06/10/2015 tarih 2015/5850 soruşturma sayılı yazı ile Muğla Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/290 soruşturma sayılı dosyanın onaylı suretinin istendiği,12/01/2016 tarihinde Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz KurumuMüdürlüğününün 2016/1024 sayılı yazı cevabında, 1 adet hükümlünün kaldığı odaların listesi, 6 adet oda koğuşa yerleştirme idare gözlem kararı, 6 adet hükümlüye ait oda değiştirme talep dilekçesi, 24 adet hastane teslim tesellüm belgesi, 7 adet olay tutanağı, 7 adet disiplin cezası verme kararı, 1 adet Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı Soruşturma Bürosu görüntü kayıtları tutanağı, 1 adet hükümlü [E.K.nın] savcılık izniyle ablası [Ü.İ.] ve Babası Mehmet Kaya [başvurucu] ile yaptığı kapalı görüş telefon kayıtlarına ait tutalan tutanak, 1 adet hükümlüye ait sağlık dosyası, 16/02/2016 tarihinde İzmir Bozkaya Eğitim Araştırma Hastanesine, Katip Çelebi Üniversitesi hastanesi ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversite hastanesine Maktul [E.K.ya] ait tedavi evraklarının onaylı suretinin istendiği,16/002/2016 tarihinde İzmir Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna [E.K.nın] mevcut sağlık dosyası ile tıbbi evraklarının onaylı bir suretinin istendiği, 18/02/2016 tarihinde İzmir Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda [E.K.ya] ait, 2 adet ölüm belgesi, 9 sayfa epikriz raporu, 2 adet hasta yatış formu, 1 adet hasta sevk formu ve 1 adet ölü muayene tutanağının gönderildiği, 28/03/2016 tarih, 47104536/154/489 sayı ile İzmirKatip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 1 adet mütalaa ve ekleri, 28/03/2016 tarihinde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 52777206/476-3134 sayılı yazı cevabıyla 15 Adet Epikriz raporu(20 syf), 1 adet CD, 3 adet Adli Psikiyatrik Raporu Örneği, 2 adet Genel Adli Muayene Raporu Örneği, 1 adet Hasta dosyasının gönderildiği, 28/03/2016 tarihinde İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi 15345988-003 sayılı yazıcevabında 1 Adet bilgi yazısı ve 37 adet tedavi evrak fotokopilerinin gönderildiği, 29/03/2016 tarihinde Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na yangının meydana geldiği tarihte görevli bulunan cezaevi personellerinin açık kimlik bilgilerinin bildirilmesi istendiği, 01/04/2016 tarihindeMuğlaETipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan 2016/314 sayılı yazısında yangının meydana geldiği tarihte kurumda görevli idareciler, vardiya personeli ve gündüz personellerini gösterir listelerin gönderildiği, 27/04/2016 tarihinde Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda olayın olduğu gün tutulan tutanak altında ismi geçenlerin açık kimlik ve adres bilgilerinin istenmesi üzerine gönderildiği, 28/04/2016 tarihinde şüpheli [G.U., K., K.B.nin] ifadelerinin alındığı, 03/05/2016 tarihinde şüpheli [O.Y. ve Y.nin] ifadelerinin alındığı, [Y.nin] yangının çıktığı oda ile ilgili müşahede odalarını ilişkin şuanki durumu gösterir fotoğrafları sunduğu ve katinde çakmağın satıldığına dair 2013 yılı kantın icmal sayım örneğinin dosyaya sunduğu, 04/05/2016 tarihinde şüpheli [E.Y.nin] ifadesinin alındığı, 05/05/2016 tarihinde [S.K.nın] ifadesinin alındığı ve yine aynı tarihte segbis aracılığı ile [S.A. ve G.nin] ifadesinin alındığı, 06/05/20146 tarihinde Cezaevinde psikolog olarak görevli [T. ve G.A.nın] ifadesinin alındığı, maktulün psikologla görüşme tutanakları, intihara teşebbüs edenlerin listesi ve düşünce tutanakları, 06/05/2016 tarihinde Segbis aracılığıyla [E.Ç.nin] ifadesinin alındığı, 06/05/2016 tarihinde Tanık [U.nin] beyanının alındığı ve maktule ait aile nüfus kayıt örneği, Muğla Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/4393 soruşturma ve 2012/912 iddianame numaralı maktul [E.K.] hakkında görevli memurlara hakaret, tehdit ve yaralamaya teşebbüs suçlarından hakkında kamu davası açıldığına dair iddianame örneği,Muğla Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/4609 soruşturma ve 2012/731 iddianame numaralı maktul [E.K.] hakkındakamu malına zarar verme vegörevli memurlara hakaret suçlarından hakkında kamu davası açıldığına dair iddianame örneği ile tüm dosya kapsamı....07/01/2013 tarihinde Muğla E Tipi Kapalı İnfaz Kurumunda hükümlü bulunan [E.K.nın] kalmakta olduğu C Blok solmüşahede odasında yatağı ve diğer eşyaları koğuşun ortasına koyup yakması sonucu yatağın alev alarak yanmaya başlaması sonucu çıkan yangın olayı ile ilgili olarak görevli bulunan ceza infaz kurumu görevlilerinin yangına kısa sürede müdahale edip yangını söndürerek, hükümlü [E.K.yı] önce kurum revirine oradan 112 acille Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma hastanesinekaldırıldığı ve oradan daşahsın sevk edildiği İzmir BozyakaEğitim ve AraştırmaHastanesinde19/01/2013 günü tedavisi devam ederken öldüğünün anlaşıldığı ve Cumhuriyet Başsavcılığımızca olayın hemen akabinde çok kısa sürede yangına görevlilerce müdahale edilip kontrol altına alındığı, [E.K.nın] dışarı çıkarıldığı, elinde bulunan ve emanetin 2013/60 sırasında kayıtlı ve kriminal raporuna göre silah kapsamında olmayan tığ niteliğindeki aletin elinden alındığı, dinlenen tüm tanıkbeyanları, kardeşi [Er.K.nın] 2013/287 soruşturma sırasında kayıtlı beyanı, 15/01/2013 tarihli tutanak içeriği dikkate alındığında, olayda görevli kurum personellerinin ihmal yada gecikmesinin söz konusu olmadığı, herhangi bir kötü muamele bulgusunun bulunmadığı, ölüm olayının İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığının 24/04/2013 tarih ve 2013/560/140 sayılı raporuna göre yanık ve komplikasyon olarak gelişen akut pnömoni sonucu meydana geldiğinden dolayı Kurum yetkilileri hakkında görevi ihmal ve kötü muamele iddiaları nedeniyle iddiadan başka delil bulunmadığından ayrı ayrı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği görülmüştür.......Yukarıda açık dökümü yapılan deliller ile tanık anlatımları, şüphelilerin savunmaları, ...hastane tedavi evrakları, maktulün disiplin cezaları aldığına ilişkin mahkeme kararları, maktulün koğuşlarını kendi isteğiyle ve idari nedenlerle değiştirdiğine dair kararlar, dilekçe örnekleri, E Tipi Kapalı İnfaz Kurumunun cevabı yazısı ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; maktul [E.K.nın] ...cezaevi idaresi ile sorun yaşayan bir kişilikte olduğu ancak tüm tedavi evrakları incelendiğinde bu konuda hastaneler tarafından verilmiş veya cezaevinde görevli psikologlar tarafından düzenlenmiş ruh sağlığının ve psikolojisinin bozuk olduğuna dair bir raporun bulunmadığı, hastaneye muayane ve tedavi için başvurularında da psikolojik sorunlardan 1-2 defa ilaç yazıldığı, bu konuda psikolojik rahatsızlığı olduğundan ve ruh sağlığının bozuk olduğuna dair bir teşhisin ve heyet raporunun bulunmadığı, maktulün cezaevi idaresine bazı isteklerini kabul ettirmek için sürekli cezaevi görevlilerle tartışıp cezaevi idaresi ve görevli personele karşı geldiği ve bu konuda kendisi hakkında birden fazla davalar açıldığı ve ayrıca yine bu konulardan dolayı 7 defa disiplin cezası aldığı, bu aldığı disiplin cezalarından 10 günlük hücre cezasını çekmek üzere 18/12/2012 tarihinde C Blok sol müşahede odasında cezasını infaz ettikten sonra 28/12/2012 tarihinde koğuşuna alınmaya çalışıldığı sırada şahsın 1 hafta daha müşahede odasındakalmak istediğine dair cezaevi idaresine dilekçe verdiği ve bu talebinin uygun görülerek 1 hafta daha aynı müşahede odasında kaldığı ...maktulün cezaevi idaresine ve personeline kızarak nereden temin ettiği belli olmayan (kendisi tarafınadan kantine sipariş verilmek suretiyle veya müşahede odasının üst tarafında bulunan terastaki koğuşlardan veya yan taraflarında bulunan müşahede odalarındaki tutuklu ve hükümlülerden temin etmek suretiyle veya benzeri bir yolla) çakmakla müşahede odasında bulunan yatak ile kendi elbiselerini odanın ortasına yığarak çakmakla yatağı ve eşyaları yaktığı ve bağırma sesleri üzerine görevli olan cezaevi personellerinden birinin (08:38:04 itibariyle mevcut görüntülerden Erkan Kaya'nın bulunduğu bölüm önünde kızıllık olduğu, 08:39:00'a kadar geçen sürede (56 saniye) kızıllığın devam ettiği) 08:39:17 itibariyle elinde yangın hortumunu çekerek gelip görüntüye girdiği ve beraberinde diğer memurların da görüntüye girdiği ve devam eden süreçte, 08:39:52 itibariyle kızıllığın kaybolduğu (ve bu saat itibariyle yangının söndürüldüğü değerlendirilmektedir) ve bu haliyle görevli cezaevi personellerinin saat 08:39:17 de koğuştan dışarıya doğru alevi çıkan yangını 08:39:52 de yangına çok kısa bir sürede müdahale ederek söndürdükleri ve daha sonra şahsın koğuştan alınıp revire alındığı ve oradan da Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Hastanesine oradan da İzmir Bozyaka Eğitim Araştırma Hastanesine sevk edildiği ve 19/01/2012 tarihinde tedavi gördüğü esnada öldüğü, ...[E.K.nın] Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içerisinde yapılan doktor muayenelerinde ileri derecede bir psikolojik rahatsızlığı olduğu konusunda teşhis konulmadığı, hükümlü hakkında uzman doktorlar tarafından gözetim altında tutulmasına ilişkin bir karar bulunmadığı, hükümlü hakkında gözetim altında tutulmasına dair bir karar olmamasından ve ileri derece bir psikolojik rahatsızlığı olduğuna dair doktor raporu bulunmamasından dolayı hükümlünün günlük hayat akışının kısıtlanmadığı, ...hükümlü tek kişilik müşahede odalarında barındırıldığında asgari ihtiyaçlarını karşılayacak kadar malzeme ve kıyafetleri verildiği ve Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda psikolojik ve ruhsal sorunları ile kendine zarar verebilecek durumda olan mahkumlar için özel donanımlı (Yumuşak Malzemeli oda) bölümlerin bulunmadığı ancak Müşahede ismini verdikleri sağ ve sol müşahade kısımlarında toplam 23 tane önü açık oda alanlarının olduğu, Ceza İnfaz Kurumunda kalan, psikolojik ve ruhsal sorunları olan, kendine ve başkalarına zarar verme eğilimleri bulunan, uyum sorunu yaşayan Hükümlü/Tutuklular C Blok Müşahede odalarında barındırıldığı ve maktulün cezaevinde bulunduğu müşahede odalarının söz konusu yangının çıktığı tarihte kurumda en güvenlikli ve korunaklı tek kişilik odalar olduğu ve yangının çıktığı tarihteki kamera kayıtlarında görüntülerin bir bütün halinde CD'ye aktardığı ancak zaman kayıtlarının saat itibariyle atlaması kameraların harekete duyarlı kameralar olmasından kaynaklandığı, ...somut olayda görevli olan şüphelilerin yangına kısa sürede müdahale ederek yangını söndürdükleri ayrıca olayda kullanılan çakmağın mevzuat gereğince cezaevinde rahatça kantinden sipariş verilerek satın alınabileceği, sipariş verilerek alınmazsa bile C blok sol müşahede odalarının üst tarafında bulunan terastaki koğuşlardan veya yan taraftaki müşahede odalarından diğer tutuklu ve hükümlülerden temin edilebileceği ayrıca çakmağın mevzuatça yasaklanan ve cezaevinde bulundurulması yasak olan eşyalardan olmadığı, maktulün dosya kapsamında psikolojik ve ruhsal bir bozukluğunun olduğunun tespit edilemediği ve olay tarihinde maktulün reşit olduğu, kendi özgür iradesi ile cezaevi idaresine taleplerini kabul ettirmek amaçlı yatağını yaktığı ve bunun sonucunda yatağın alev alması sonucu yaralanıp daha sonra hastanede vefat ettiği ve bu haliyle görevli bulunan cezaevevi personeli olan şüphelilerin mevzuatta belirtilen yükümlülükleri yerine getirerek yangına kısa sürede müdahalede bulundukları, mevzuata aykırı bir eylemlerinin bulunmadığı ve ayrıca şahsın ölümünde gerekli dikkat ve özen göstermediklerine veya ölüm olayına tesir edebilecek ceza hukuku anlamında bir kusurlarının bulunduğuna dair herhangi bir delil elde edilemediği ve böylece şüphelilerin üzerlerine atılı bulunan suçların yasal unsurlarının gerçekleşmediği yukarıda dökümü yapılan delillerden anlaşılmakla; Şüpheliler hakkında üzerine atılı bulunan suçlardansuçun yasal unsurları oluşmadığından dolayı KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA..." Karara karşı yapılan itiraz Muğla Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/10/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"......müştekilerin şikayeti üzerine Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı tanık olarak dinlenen hükümlü ve tarafından yapılan soruşturma sırasında beyanına başvurulan görevli ve hükümlülerin beyanları, toplanan tıbbi belgeler ceza infaz kurumu ile ilgili yasa ve yönetmelikler, maktülün ceza evi dosyasındaki belge ve bilgiler ve maktul ile ilgili tıbbi kayıt ve belgeler, şüpheli savunmaları, maktul [E.K.nın] cezaevindeki önceki yatak yakma girişimi, cezaevi görevlileri ve diğer mahkumlarla yaşadığı sorunlar ve buna bağlı yerdeğişiklikleri, [E.K.nın] olay öncesi sağlık durumu ile uzun süreli hürriyeti bağlayıcı ceza Hükümlüsü olması nedeniyle cezaevinde kaldığı bölümün olay anında müşahade odası olduğu, Muğla E Tipi kapalı ceza İnfaz Kurumundamüşahadeodasınındiğer birimlere göre daha güvenli olduğu, çakmağın cezaevi kantininde rahatlıkla satıldığı, sigara içen diğer mahkumlardan da bi şekilde temin edilebildiği, olay anı itibari ile yanmaz yatağın bulumadığı ve müşahade odasında tek başına kalmakta olan hükümlünün bir şekilde temin ettiği çakmak yardımı ile Yatağı tutuşturarak yangını çıkardığı ve yangının söndürülmesini takiben İzmir'de tedavi gördüğü hastahanede hayatını kaybettiği, başta ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanun olmak üzere Ceza İnfaz Kurumundaki işleyişi düzenleyen yasa ve yönetmelikler ile çoğunluğu kamu görevlisi olan şüphelilerin görev ve sorumluluklarının düzenleyen mevzuat bağlamında şüphelilerin etkin yada ihmal suretiyle işledikleri bir suç ile müşahade odasında çıkardığı yangın sonucu hayatını kaybeden uzun süreli hürriyeti bağlayıcı ceza hükümlüsü [E.K.nın] hayatını kaybetmesi sonucu arasında bir nedensellik bağı kurulamadığından, şüpheliler hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek yoğunlukta şüpheye dair delil elde edilememekle, soruşturma sonunda Muğla Cumhuriyet Başsavcılığının 15/06/2016 tarih ve 2015/5850 soruşturma ve 2016/1754 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik müştekiler vekilinin itirazının reddine karar vermek gerekmiştir..."Ret kararı başvuruculara 25/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 24/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Kararlar" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve maddelerinin ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda kendisinin oldukça ihtiyatlı davranması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, olayın fail ya da faillerinin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme uyarınca yükümlü olduğu sorumluluğun farklı olduğunu ifade etmektedir. AİHM, bu bağlamda kendi yetkisinin devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğunun belirlenmesiyle sınırlı olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme kapsamındaki sorumluluk, uluslararası hukukun ilgili kuralları ve ilkeleri dikkate alınarak Sözleşme'nin amacı ışığında yorumlanması gereken kendi hükümlerine dayanmaktadır. AİHM'e göre devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğu, ulusal mahkemelerin takdir yetkisine sahip olduğu bireysel ceza sorumluluğuna ilişkin iç hukuk sorunlarıyla karıştırılmamalıdır. AİHM birçok kararında ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 182). Diğer yandan AİHM, Hasan Uzun/Türkiye (B. No: 10755/13, 30/4/2013) kararında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun AİHM'e başvurmadan önce tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olduğu sonucuna varırken Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını da dikkate almıştır. Bu bağlamda AİHM, Anayasa'nın maddesinin altıncı fıkrasında yer alan ve Anayasa Mahkemesi kararlarının devletin tüm organları ile gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağını ifade eden hükme atıf yapmış; Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya ilişkin kararlarına uyulmasına ilişkin bir sorun yaşanmayacağını değerlendirmiştir (Hasan Uzun, § 66).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/78489
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan yakınlarının kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle ölmesi ve olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi gerekçeleriyle Anayasa Mahkemesi tarafından yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesine rağmen Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının konularının aynı olması nedeniyle 2016/4754 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Çeşitli ülkelerin vatandaşı olan başvurucular, farklı tarihlerde idari gözetim altına alınmış ve farklı geri gönderme merkezlerine konulmuşlardır. Bazı başvurucular idari gözetim kararlarına karşı yetkili sulh ceza hâkimliklerinde itiraz yoluna başvurmuşlardır. Yetkili sulh ceza hâkimliklerince bu itirazlardan bazıları kabul edilmiş ve ilgili başvurucuların salıverilmelerine karar verilmiştir. Ancak itirazı kabul edilen bu başvurucular lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiştir. Tüm başvurucular muhtelif tarihlerde geri gönderme merkezlerinden salıverilmiştir. İlgili hukuk için bkz. T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4754
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza ve hukuk davalarında yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu vekilinin bireysel başvuru formundaki beyanda başvurucunun, ticari ilişkisine dayanarak aldığı senedin bedelinin ödenmemesi üzerine icra müdürlüğüne başvurduğu ve takip borçlusunun senette yasal temsilcilerin imzasının bulunmadığı gerekçesiyle hem Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğu hem menfi tespit davası açtığı ifade edilmiştir.A. Ceza Yargılamasındaki Süreç Başvurucu, hakkında başlatılan soruşturma kapsamında 24/2/2011 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 19/9/2011 tarihli iddianamesi ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) dolandırıcılık suçundan kamu davası açılmıştır. Ceza Mahkemesi, 22/1/2014 tarihli kararı ile başvurucu hakkında beraat kararı vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesince 25/6/2018 tarihinde karar bozulmuş ve Ceza Mahkemesince 19/1/2022 tarihinde nitelikli dolandırıcılığa teşebbüs suçundan başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bireysel başvurunun esas incelemesinin yapıldığı tarih itibarıyla UYAP üzerinden yapılan incelemede dosyanın temyiz aşamasında derdest olduğu anlaşılmıştır.B. Hukuk Yargılamasındaki Süreç Başvurucunun icra takibi başlatmasının ardından takip borçlusunca 14/2/2011 tarihinde Gaziantep Asliye Ticaret Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) menfi tespit davası açılmıştır. Dava dilekçesinin başvurucuya ne zaman tebliğ edildiği anlaşılamamakla birlikte 3/5/2011 tarihli ikinci celsede başvurucu vekili Hukuk Mahkemesine vekaletname ve cevap dilekçesi sunmuştur. Hukuk Mahkemesince 28/2/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiş, kararın temyizi üzeri 17/12/2014 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından karar bozulmuş, Hukuk Mahkemesince yeniden yapılan yargılamada 27/11/2019 tarihinde davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir. Hukuk Mahkemesince verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Hukuk Dairesi) 23/6/2021 tarihli kararıyla karar yeniden bozulmuştur. Başvurucu 2/8/2021 havale tarihli dilekçesi ile karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Bireysel başvurunun esas incelemesinin yapıldığı tarih itibarıyla UYAP üzerinden yapılan incelemede, Hukuk Dairesi 31/3/2022 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin kabulüyle 23/6/2021 tarihinde verilen kararın başvurucu yönünden kaldırılarak başvurucu yararına bozulmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11130
Başvuru, ceza ve hukuk davalarında yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün (TODAİE) 2011-2012 akademik yılı için açmış olduğu Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Programına katılma hakkı kazanmasına rağmen, Jandarma Genel Komutanlığı’nın “2011 yılı Yurt İçi ve Yurt Dışı Mesleki Gelişim Planı içerisinde TODAİE’nin yer almaması” gerekçesiyle katılımını uygun görmeyerek izin vermemesi üzerine açtığı iptal davasının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesince (AYİM) reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 31/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/4/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi gıda mühendisi olarak görev yapmakta iken, TODAİE’nin 2011-2012 akademik yılı için açmış olduğu Kamu Yönetimi Yüksek Lisans programına katılmaya hak kazanmıştır. TODAİE’nin 4/7/2011 tarihli yazısı ile başvurucunun programa katılmaya hak kazanmasıyla ilgili olarak Jandarma Genel Komutanlığına bilgi verilmiş ve başarılı olanların kurumlarınca izinli sayılacağı hususu ile programa devamın zorunlu olduğu belirtilmiştir. Bu yazıda ayrıca, programa katılmaya hak kazanan başvurucunun kaydının yapılabilmesi için, program süresince izinli olduğunu belirtir yazının 29/7/2011 tarihine kadar gönderilmesinin gerektiği ifade edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığının TODAİE’ye cevaben “2011 yılı Yurt İçi ve Yurt Dışı Mesleki Gelişim Planı içerisinde TODAİE’nin yer almaması nedeniyle başvurucunun programa katılımını uygun görmediğini” bildirdiği ve kayıt için zorunlu olan izni vermediği TODAİE’nin 18/8/2011 tarihli yazısından anlaşılmıştır. Başvurucu, Jandarma Genel Komutanlığının işleminin iptali ve yürütmesinin durdurulması için 19/9/2011 tarihinde AYİM’ne başvurmuştur. AYİM İkinci Dairesi tarafından, iptal istemi “657 sayılı Kanunun 237/B maddesi uyarınca, memurların ilerleme yükselmeleri, ödev, hak, yüküm ve sorumlulukları ve diğer özlük hakları konusunda öncelikle bu kanun ve kanunla ilgili diğer mevzuat hükümleri uygulanacağından, … TODAİE tarafından düzenlenen yüksek lisans programının, Jandarma Genel Komutanlığınca 1 Kasım 2010 tarihinde yayımlanan 2011 yılı Yurtiçi ve Yurtdışı Mesleki Gelişim Planında olmadığı” gerekçesiyle 21/3/2012 tarih ve E:2011/1247, K:2011/329 sayılı kararla reddedilmiştir. Bahsedilen ilama karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 21/11/2012 tarih ve E.2012/546, K.2012/1060 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu karar başvurucuya 6/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 25/6/1958 tarih ve 7163 sayılı Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Teşkilat Kanunu’nun “Giriş Şartları” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Amme İdaresi Enstitüsünün giriş müsabakasına katılabilmek için üniversite veya yüksek okul mezunu olmak şarttır. Bu şartı haiz bulunan kimseler arasından, idare heyetinin tespit edeceği esaslar dairesinde yapılacak müsabaka imtihanını kazananlar Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsüne devam edebilirler.Yukarıda evsafı haiz olup da devlet dairelerinde, mahalli idarelerde, İktisadi Devlet Teşekküllerinde çalışanlardan müsabaka imtihanını kazananlara tahsil süresince izin verilir. Bu kimseler bütün özlük haklarından faydalanmakta, maaş ve ödeneklerini kendilerine izin veren daire, müessese ve teşekküllerden almakta devam ederler. Enstitüdeki tahsillerini başarı ile bitirenlerin Enstitüde geçirdikleri müddet kıdemlerine sayılır ve bu müddetin bir katı (1 seneden az olmamak üzere) kıdemlerine eklenir.” 657 sayılı Kanun’un “Yürürlükten Kaldırılan Hükümler” kenar başlıklı 237/b maddesi şöyledir:“20/6/1927 tarih ve 1108 sayılı, 30/6/1939 tarih ve 3656 sayılı, 28/2/1959 tarih ve 7244 sayılı kanunlarla bu kanunların ek ve tadilleri, 23 Temmuz 1965 tarihinden evvel ve sonra yürürlüğe giren teşkilat kanunları ile diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri ve Devlet memurlarının hizmet şartlarını, niteliklerini, atanma ve yetiştirilmelerini, ilerleme ve yükselmelerini, ödev, hak, yüküm ve sorumluluklarını, aylıklarını, ödeneklerini ve diğer özlük işlerini düzenleyen hükümler Genel Kadro Kanununun yürürlüğe girdiği ayın son gününden itibaren yürürlükten kalkar.” 657 sayılı Kanun’un “İzin” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Devlet memurları, bu kanunda gösterilen süre ve şartlarla izin hakkına sahiptirler.” Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.”
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1334
Başvurucu, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün (TODAİE) 2011-2012 akademik yılı için açmış olduğu Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Programına katılma hakkı kazanmasına rağmen, Jandarma Genel Komutanlığı’nın “2011 yılı Yurt İçi ve Yurt Dışı Mesleki Gelişim Planı içerisinde TODAİE’nin yer almaması” gerekçesiyle katılımını uygun görmeyerek izin vermemesi üzerine açtığı iptal davasının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesince (AYİM) reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, hukuk mahkemelerinde açılan davalarda hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/4769 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/4769 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, asliye hukuk mahkemelerinde açtıkları davalarda yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; bazı başvurucular ise makul sürede yargılanma hakkıyla birlikte delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi nedeniyle lekelenmeme haklarının ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini de iddia ederek çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4769
Başvuru, hukuk mahkemelerinde açılan davalarda hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yerleşik içtihada aykırı olarak hak düşürücü süre gerekçesiyle tapu iptali ve tescil davasının esasının incelenmemesi ve dava değeri temyiz sınırı altında kaldığından istinaf kararına karşı temyiz yolunun kapalı tutulması nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının; davanın reddedilmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucuların murisi olan T. ile üçüncü bir şahıs olan F.B. arasında 21/2/1955 tarihinde Darende Noterliğinde zilyetlik devir suretiyle gayrimenkul satış senedi akdedilmiştir. Söz konusu satış senedine göre; F.B. veraset yoluyla intikal edip malik sıfatıyla zilyet olduğu ve tapu sicilinde kayıtlı olmayan Darende'nin Kaldırım Mahallesi'nde bulunan taşınmazı, bedeli karşılığında ve zilyetliğini devretmek suretiyle T.ye satmıştır. Başvurucular 22/2/2016 tarihinde F.B.nin mirasçısı A.K. aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde; murisleri T. ile davalının murisi F.B. arasındaki satış senedine rağmen taşınmazın kadastro çalışmaları sonucunda davalı adına tespit görüp tapu kaydında adına tescil edildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi gereğince devir yükümlülüğünün yerine getirilmediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, ihtiyati tedbir talebiyle birlikte Malatya ili Darende İlçesi 20 ada 6 parselde kayıtlı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adlarına tescilini talep etmişlerdir. Dava dilekçesinde dava değeri 000 TL olarak gösterilmiştir. Darende Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 21/3/2017 tarihinde davayı hak düşürücü süre nedeniyle reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde; 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca kadastro tespitine ilişkin tutanakların kesinleşmesinden itibaren on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açılamayacağını açıklamıştır. Mahkeme, dava konusu taşınmazın kadastro tutanağının 22/9/1994 tarihinde kesinleştiğini, buna karşın davanın on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını belirtmiştir. Başvurucuların Mahkeme önündeki yargılama sürecinde ise dava değerinin tespitine ilişkin bir talepleri olmamıştır. Başvurucular 12/4/2017 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuşlardır. Başvurucular istinaf dilekçesinde; Mahkemenin dava konusu taşınmazın değerini tespit etmediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, satış vaadi sözleşmesi kapsamında taşınmazın bedeli ödenip zilyetliği devredilmiş olmasına rağmen emsal Yargıtay kararlarına aykırı olarak zamanaşımı gerekçesiyle davanın reddedildiğini belirtmişlerdir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (İstinaf Mahkemesi) 21/11/2017 tarihinde başvurucuların istinaf başvurusunu kesin olmak üzere esastan reddetmiştir. İstinaf Mahkemesi, kadastro tespitinin kesinleşmesinden dava tarihine kadar hak düşürücü sürenin dolduğunu belirtmiştir. İstinaf Mahkemesi, başvurucuların bütün istinaf itirazlarını reddettiğini ve Mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunu açıklamıştır. Nihai karar 3/1/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 23/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucular 12/1/2018 tarihinde İstinaf Mahkemesi kararını temyiz etmiştir. Başvurucular dilekçesinde; taşınmazın değeri tespit edilmediğinden kesin olarak olmak üzere karar verildiğini, karara karşı temyiz yolunun açık olması gerektiğini ve davanın reddedilmesinin yerleşik içtihada aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Mahkeme 22/1/2018 tarihinde ek karar ile İstinaf Mahkemesi kararının kesin olduğunu belirterek temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucular 25/1/2018 tarihinde Mahkemenin ek kararını temyiz etmişlerdir. İstinaf Mahkemesi 16/3/2018 tarihinde dava değerinin 000 TL olduğunu belirterek temyiz dilekçesini ek karar ile reddetmiştir. Başvurucular 9/4/2018 tarihinde İstinaf Mahkemesinin ek kararını temyiz etmişlerdir. Yargıtay Hukuk Dairesi 4/6/2018 tarihinde dava değeri ve hükme esas alınan miktar itibarıyla davanın temyiz sınırının altında kaldığını belirterek İstinaf Mahkemesinin ek kararını onamıştır. A. Mevzuat Hükümleri 3402 sayılı Kanunu "Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz."B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/3/2008 tarihli ve E.2008/1865, K.2008/2556 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava noter satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacılar murisinin 1967 tarihli noter satış vaadi sözleşmesiyle satım ve teslim aldığı 26 Mart 1339 tarih 56-57-58 nolu tapu kayıtlarının dosyaya getirtilen kadastro tutanağına göre 1974 tarihinde 61 ada 16 sayılı parsel olarak tespit ve revizyon görüp kadastro tutanağını 1975 tarihinde kesinleşmiş olduğu görülmektedir. Bu durumda davacıların 1967 tarihli noter satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil talebi kadastro öncesi sebebe dayalı olup 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesi gereğince dava tarihine göre 10 yıllık hak düşürücü sürenin davada geçmiş olduğu ve kamu düzenine ilişkin hak düşürücü sürenin mahkemece resen gözetilerek davanın hak düşürücü süre yönünden reddi gerekirken ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/12/2011 tarihli ve E.2011/14081, K.2011/16004 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... kadastro ve tapulama işlemlerinin sona ermesinden sonra ortaya çıkan uyuşmazlıkların dava yolu ile giderilmesi olanağı vardır. Kadastro Kanununun getirdiği itiraz ve dava açma sürelerini kadastro kesinleşmeden kullanmamış ya da kullanamamış olan hak sahiplerinin hakları, kadastroya dayanılarak oluşturulan tapu sicili ve sicile yapılan tescil nedeniyle hemen ortadan kalkmaz. Her ne kadar kesinleşen kadastro, hak sahibi olarak tespit edilen kimse yararına bir hak karinesi oluştursa da bu karinenin Kadastro Kanununun 12/3 maddesinde öngörülen 10 yıllık süre içerisinde açılacak dava ile çürütülmesi mümkündür. Anılan Kanunun 12/3 maddesi 'bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten 10 yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz' şeklinde düzenlenmiştir.Kadastroya dayanılarak yapılan planlar, kesinleşen tutanaklar ve bunlara dayalı yapılan tesciller, resmi senet niteliğinde olup Kanun 10 yıllık süre içerisinde açılacak davalar ile bunların aksini kanıtlama olanağı tanımıştır.Hemen belirtmek gerekir ki, 10 yıllık süre içerisinde açılacak davada davacının mutlaka kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanması zorunludur. Diğer bir anlatımla davacı, kadastrodan önceki bir hakka dayanmalıdır. Bu hak ayrıca mülkiyet hakkı, sınırlı ayni hak, şerhler veya beyanlar hanesinde gösterilmesi gereken bir hak olmalıdır. Davacı davasında kadastrodan önce o taşınmaz üzerinde kendi adına sicile geçmesi gereken bir hakkın varlığının tespiti ve tespit edilecek bu hakka göre sicilin düzeltilmesini talep edebilecektir.Kadastro Kanununun 12/ maddesinde öngörülen sürenin hak düşürücü süre olduğu ve mahkemece re'sen nazara alınması gerektiği de ayrıca belirtilmelidir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1906
Başvuru, yerleşik içtihada aykırı olarak hak düşürücü süre gerekçesiyle tapu iptali ve tescil davasının esasının incelenmemesi ve dava değeri temyiz sınırı altında kaldığından istinaf kararına karşı temyiz yolunun kapalı tutulması nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının; davanın reddedilmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 10/9/2018 tarihinde öğrendikten sonra 9/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında bir ceza davası sonucu verilmiş bir hüküm olmamasına rağmen tedbir kararında şiddet uygulayan olarak nitelendirildiğini, eşine şiddet uyguladığına ilişkin mahkeme tarafından herhangi bir delil değerlendirmesi ve muhakemesi yapılmadığını, karar gerekçesinde yaptığı itirazların karşılanmadığını belirterek gerekçeli kararı hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun eşi aralarındaki sorunlar nedeniyle başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Şikâyet üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen 2018/13850 sayılı soruşturma kapsamında 6284 sayılı Kanun gereği başvurucu aleyhine tedbir talep etmiştir. İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi (Mahkeme) E.2018/554 İş sayılı dosyada, başvurucunun eşi lehine ve başvurucu aleyhine tedbir kararları vermiştir. Kararlara yapılan itirazlar İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi tarafından değerlendirilmiştir. Başvurucu 9/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurudan yaklaşık 2 ay sonra 4/12/2018 tarihinde Mahkeme E.2018/554 İş sayılı kararını kaldırmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...tarafların boşanma dosyaları ile mutabık kaldıkları protokol doğrultusunda müşterek çocuğun şahsi ilişki kurulması ve/veya velayet hususlarında sürekli görüşme ve iletişim halinde oldukları, nitekim talep eden tarafın UYAP sistemi üzerinden göndermiş olduğu talep dilekçesi ile Mahkememizin 15/10/2018 tarihli ek kararına dayanak tedbir süresinin uzatma talebinden sarfınazar ettiklerini bildirdikleri anlaşılmış olup taraflar hakkında tedbir süresinin uzatılmasına yönelik verilen Mahkememizin 15/10/2018 tarihli tedbir kararının kaldırılmasına dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir..." Mahkeme ek karar tarihinde Başsavcılığa yazdığı yazıyla, 6284 sayılı Kanun'a göre başvurucu aleyhine verilen tedbir kararının 4/12/2018 tarihli kararla kaldırılmasına karar verdiğini bildirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31199
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle de masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ödenmeyen adli para cezasının kamuya yararlı bir işte çalıştırılarak infaz edilmesinden sonra kanun yararına bozularak beraat kararı verilmesinin zorla çalıştırma ve angarya yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun büyükbaş hayvanlarının akrabalarının tarlasına girerek ürünlere zarar vermesi üzerine akrabalarıyla aralarında çıkan kavga nedeniyle Aybastı Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında kasten yaralama ve mala zarar verme, diğer iki şüpheli hakkında ise kasten yaralama ve tehdit suçlarından 17/1/2017 tarihli iddianameyle kamu davası açılmıştır. Aybastı Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 6/4/2017 tarihinde başvurucunun mala zarar verme suçundan 000 TL adli para cezasıyla, iki mağdurun ise kasten yaralama suçlarından 000 TL adli para cezasıyla (2 kez) cezalandırılmasına miktar bakımından kesin olarak karar vermiştir. Hükümler 26/7/2017 tarihinde infaz için Başsavcılığa gönderilmiştir. Başsavcılık 26/7/2017 tarihinde başvurucuya, mala zarar verme suçundan kesinleşen 000 TL adli para cezasına ilişkin ödeme emri göndermiştir. Ödeme emrinde başvurucunun belirlenen sürede ödeme yapmadığı takdirde adli para cezasının ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca cezasının hapse çevrilerek günlük çalışma süresi en az 2 saat ve en fazla 8 saat olmak kaydıyla, iki saat çalışma karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılacağı bildirilmiştir. Ödeme emri başvurucuya 28/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başsavcılık 19/9/2017 tarihinde adli para cezasının yasal süresinde ödenmediği gerekçesiyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilmesine (000 TL adli para yerine 100 gün hapis), adli para cezasından çevrilen bakiye hapis cezası karşılığında başvurucunun iki saatlik çalışma karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına, ilamın infazı için on gün içinde en yakın Cumhuriyet başsavcılığına müracaat etmesine, aksi hâlde adli para cezasından çevrilen hapis cezasının tamamının açık ceza infaz kurumunda infaz edileceğine dair başvurucuya çağrı kâğıdı göndermiştir. Söz konusu çağrı kâğıdı başvurucuya 21/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun müracaatından sonra Ünye Denetimli Serbestlik Müdürlüğü tarafından oluşturulan çalışma protokolü gereğince başvurucunun Aybastı İlçe Müftülüğü uhdesinde bulunan kurumlar ile birim ve eklentilerinde temizlik hizmetleri kapsamında 22/11/2017 ila 26/12/2017 tarihlerinde kamu yararına çalıştırılması kararlaştırılmıştır. Başvurucu bu protokolü 21/11/ 2017 tarihinde imzalamıştır. Başvurucunun 22/11/2017 ile 26/12/2017 tarihleri arasında Aybastı İlçe Müftülüğü bünyesinde 200 saat çalıştırılmak suretiyle adli para cezası infaz edilmiştir. Başvurucu vekili 31/7/2017 tarihinde mala zarar verme suçunun kasten işlenebilen suçlardan olduğunu, iddiaya konu eylemde ise kasıt unsurunun olmadığını belirterek kanun yararına bozma talebinde bulunulması için Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne başvurmuştur. Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince kararın bozulması için 27/9/2017 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 17/5/2018 tarihinde, mala zarar verme suçunun kasten işlenebilen suçlardan olduğu, ihmalî davranışlarla işlenememesi nedeniyle suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmesi gerektiğini belirterek mahkûmiyet hükmünün kanun yararına bozulmasına ve başvurucunun beraatine karar vermiştir. Başvurucu, kanun yararına bozma ve beraat kararından sonra infaz edilen 000 TL adli para cezasının iadesi için 3/7/2018 tarihinde mahkemeye müracaat etmiştir. Mahkeme hükmedilen adli para cezasının kamu yararına çalışılarak infaz edildiği, infaz aşamasında herhangi bir ödeme yapılmadığı gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Ünye Ağır Ceza Mahkemesince 20/7/2018 tarihinde reddedilmiştir. 27/7/2018 tarihinde kesinleşen karara karşı başvurucu 31/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5275 sayılı Kanun’un “Adlî para cezasının infazı" kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:" (1) Adlî para cezası, Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen usule göre tayin olunacak bir miktar paranın Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir. (2) Adlî para cezasını içeren ilâm Cumhuriyet Başsavcılığına verilir. Cumhuriyet savcısı otuz gün içinde adlî para cezasının ödenmesi için hükümlüye 20 nci maddenin üçüncü fıkrası uyarınca bir ödeme emri tebliğ eder. (3) Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün, hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması hâlinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir. … (8) (Değişik: 18/6/2014-6545/81 md.) Hükümlü, hapis yattığı veya kamuya yararlı işte çalıştığı günlerin dışındaki günlere karşılık gelen parayı öderse hapisten çıkartılır veya kamuya yararlı işte çalıştırılma sona erer. (9) (Değişik: 26/2/2008-5739/5 md.) 16 ncı madde hükümleri saklı kalmak üzere, adlî para cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan adlî para cezasıdır. (10) (Mülga: 26/2/2008-5739/5 md.) (11) İnfaz edilen hapsin veya kamuya yararlı işte çalışmanın süresi, adlî para cezasını tamamıyla karşılamamış olursa, geri kalan adlî para cezasının tahsili için ilâm, Cumhuriyet Başsavcılığınca mahallin en büyük mal memuruna verilir. Bu makamlarca 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre kalan adlî para cezası tahsil edilir.” 5271 sayılı Kanun'un , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir: “ Tazminat istemiMadde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;…e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen,..Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.… (3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.…"" Kanun yararına bozma Madde 309 – (1) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması istemini, yasal nedenlerini belirterek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirir. (2) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu nedenleri aynen yazarak karar veya hükmün bozulması istemini içeren yazısını Yargıtayın ilgili ceza dairesine verir.  (3) Yargıtayın ceza dairesi ileri sürülen nedenleri yerinde görürse, karar veya hükmü kanun yararına bozar. (4) Bozma nedenleri:…c) Davanın esasını çözüp de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmaz ve yeniden yargılamayı gerektirmez. d) Hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiriyorsa bu hafif cezaya Yargıtay ceza dairesi doğrudan hükmeder. …"" Yeniden duruşma sonucunda verilecek hükümMadde 323 – … (3) Yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir.”
Zorla çalıştırma ve angarya yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23577
Başvuru, ödenmeyen adli para cezasının kamuya yararlı bir işte çalıştırılarak infaz edilmesinden sonra kanun yararına bozularak beraat kararı verilmesinin zorla çalıştırma ve angarya yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında uygulanan elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1973 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucunun ağabeyi R.S. hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesindeki devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri diğer bir yabancı devlet lehine siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etme suçuna ilişkin olarak başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun tüm mal varlığına 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca el konulmasına 30/11/2017 tarihinde karar verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun tüm mal varlığını kapsayan bu elkoyma tedbirini 12/2/2018 tarihinde resen kaldırmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28351
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında uygulanan elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0