text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 8/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 20/5/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16103 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, katıldığı bir toplantıda terör örgütü lehine slogan atıldığı ve pankart açıldığı gerekçesiyle aleyhine kamu davası açılan başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayın geçtiği tarihte Diyarbakır milletvekili ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) genel başkanıdır. Açık kaynaklara göre Siirt'in Kasaplar Deresi mevkiinde -aileleri tarafından teslim alınmayan ya da aileleri belirlenemeyen- PKK terör örgütü mensuplarının toplu mezarları bulunduğu iddiasıyla bu yerlerin usulüne uygun olarak açılması talebiyle bir süredir eylemler yapılmaktadır. Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Derneği (Dernek) 25/3/2011 tarihinde Kasaplar Deresi'nde basın açıklaması yapacağına dair Siirt Valiliğine (Valilik) bildirimde bulunmuştur. Dernek, 28/3/2011 tarihinde Kasaplar Deresi'ne düzenlenecek gösteri yürüyüşüne katılımını sağlamak için halka davetiye dağıtmıştır. Dernek davetiye içeriğinde özetle anılan yerde bulunan toplu mezarların açılarak gerçeklerin ortaya çıkması ve bu olayda sorumluluğu bulunanların yargılanması amacıyla "Newala Qesaba"ya (Kasaplar Deresi) yürüyüş gerçekleştirileceğini belirtmiştir. 28/3/2011 tarihinde gösteri yürüyüşüne katılmak üzere çevre illerden yaklaşık 000 kişi gelmiştir. BDP'li milletvekillerinden birkaçı ve BDP'nin mahallî yöneticileri iştiraki ile yaklaşık 000 kişilik grup yolun yarısını trafiğe kapatacak şekilde Kasaplar Deresi istikametine yürümüştür. Anılan gösteri yürüyüşü esnasında kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) eski milletvekili olan A.T., Siirt Belediye Başkanı S.S., Dernek Şube Başkanı H.K. ile -güvenlik güçleriyle girdiği silahlı çatışmada öldürülmüş olan PKK'nın üst düzey üyesi- K.nın kız kardeşi BDP seçim otobüsü üzerinden halka hitaben konuşma yapmıştır. Akabinde topluluk, Kredi Yurtlar Kurumu kavşağında 15 dakikalık oturma eylemi yapmıştır. Bu esnada başvurucu, katılımcılara hitaben konuşma yapmıştır. Konuşma sırasında kalabalıktan bir grup, çevrede bulunan evlerin camlarına ve kamera kaydı yapan görevlilere taşlı saldırı gerçekleştirmiştir. Başvurucunun konuşmasının bitmesini müteakip topluluk dağılmaya başlamıştır. Ancak 000-500 kişilik grup dağılmayarak -bazılarının da yüzlerini gizlemek için örterek- güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunmaları üzerine kolluk güçleri bu gruba müdahalede bulunmuştur. Güvenlik güçlerinin raporlarına göre toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında PKK terör örgütü ve örgüt lideri lehine sloganlar atılmış, terör örgütünün bayrağı ve güvenlik güçlerince girdikleri çatışmalarda öldürülmüş -anılan yerde gömülü olduğu iddia edilen- terör örgütü üyelerinin posterleri taşınmıştır. Göstericiler tarafından terör örgütü lideri A.Ö. ve örgütün üst düzey yönetici K.nın resimlerinin yer aldığı posterler ile "İnsanlık suçlarının tarihe not düşürülmesi için Nevala Kesabada toplu mezarlar açılsın", "Nevala Kesabada egitleri saygıyla anıyoruz, kayıplar ve faili meçhul cinayetler katliamlar, yargılı-yargısız infazlar köy boşaltmalar, darbeler gerçeklerle yüzleşeceksiniz" şeklinde ifadelerin yer aldığı pankart açılmıştır. Güvenlik güçlerine yapılan saldırılar sonucunda dört polis memuru hafif şekilde yaralanmış, emniyet birimlerine ait iki araç zarar görmüştür. Somut olayda Kasaplar Deresi'nde gömülü olduğu iddia edilen terör örgütü mensuplarının mezarlarına ilişkin kamuoyu oluşturma amacıyla düzenlenen etkinlikte başvurucunun da aralarında olduğu grup tarafından PKK terör örgütü lehine sloganlar atılması, terör örgütünün bayrağı açılması, güvenlik güçlerince girdikleri çatışmalarda öldürülmüş kişiler ile örgüt liderinin posterlerinin taşınması ve toplantının olaylı bir şekilde sona ermesi nedenleriyle başvurucu ile birlikte iki milletvekili hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca kanuna aykırı toplantı düzenleyen veya yönetenlerin hareketlerine katılma suçunu işlediği gerekçesiyle -tefrik edilerek- soruşturma başlatılmıştır. Siirt İl Emniyet Müdürlüğünün 4/11/2011 tarihli fezlekesinde; etkinliğin BDP ile Dernek tarafından gerçekleştirildiği belirtilmiş ise de BDP, Dernek veya bunların sorumluları hakkında toplantıyı organize etmeleri nedeniyle açılmış bir soruşturma veya verilmiş bir mahkeme kararı bulunduğuna dair bir bilgi sunulmamıştır. Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 15/12/2015 tarihinde, Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle anılan suçtan fezleke düzenlemiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne göndermiştir. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 17) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciye iade edileceği öngörülmüştür. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki fezlekeye konu olan soruşturma dosyası da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla gereğinin takdir ve ifası için 20/6/2016 tarihinde Başsavcılığa gönderilmiştir. Bunun üzerine Başsavcılık 25/10/2016 tarihinde başvurucu ile birlikte iki milletvekili hakkında bir iddianame düzenlemiştir. İddianamede, başvurucunun da aralarında bulunduğu grup tarafından terör örgütü liderinin posteri ve PKK, Kongra-Gel terör örgütüne ait bayrak taşındığı, Kasap Deresi'ne gömülü olduğu iddia edilen terör örgütü mensuplarının fotoğraflarının bulunduğu pankart ve afişlerin açıldığı, terör örgütü ve örgüt lideri lehine slogan atıldığı ileri sürülmüştür. İddianameye göre söz konusu eylemler nedeniyle kanuna aykırı duruma gelen toplantıya başvurucunun katılması nedeniyle kanuna aykırı toplantı düzenlemek, yönetmek ve bunların hareketlerine katılmak suçunu işlemiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"28/03/2011 tarihinde Siirt İl Merkezinde Kasaplar Deresi olarak bilinen mevkide gömülü terörist cenazesi olduğunu iddia eden şüpheli Milletvekilleri; Selahattin Demirtaş, [P.B.] ve [N.A.] nın da aralarında bulunduğu 000 kişilik kalabalık grup tarafından, Terör Örgütü elebaşısının posteri, sözde PKK/KONGRA-GEL bayrağı, Kasaplar Deresine gömülü olduğu iddia edilen terör örgütü mensuplarının resimlerinin bulunduğu pankartların ve afişlerin açıldığı, düzenlenen etkinlik esnasında; 'Be Serok Jiyan Nabe (öndersiz yaşam olmaz) Biji Serok Apo (yaşasın Başkan Apo), Gençlik Aponun Fedaisidir, Kinem Apocine em (Kimiz Apocuyuz), PKK Halktır Halk burada, Bi can Bi ğun em bi tere nı ey serok (canımızla kanımızla seninleyiz ey başkan), Öcalan-Öcalan, Yaşasın Halkların Kardeşliği, Disa Disa Serlildan Seroke me Öcalan (Yine yine başkaldırı, başkanımız Öcalan)' şeklinde sloganlar atıldığı, böylece şüphelilerin 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet ederek Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma suçunu işledikleri, Siirt İl Emniyet Müdürlüğü tarafından çekilen kamera görüntülerinin çözüm tutanaklarından ve tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır." Siirt Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme), kamu davasına konu olan eylemlerin gerçekleştiği etkinlikte başvurucunun bulunması nedeniyle 2911 sayılı Kanun'un maddesi kapsamındaki suçu işlediğini kabul etmiştir. Mahkeme, başvurucuya isnat edilen suçun 2012 tarihinde kabul edilen ve davaların ertelenmesini düzenleyen 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun (bkz. § 26) kapsamında kaldığından bahisle 10/10/2017 tarihinde anılan suç yönünden kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanıkların cezalandırılmasına konu edilen 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet eylemleri sırasında, 28/03/2011 tarihinde Siirt İl Merkezinde Kasaplar Deresi olarak bilinen mevkide gömülü terörist cenazesi olduğunu iddia eden sanık Milletvekilleri; Selahattin Demirtaş, [P.B.] ve [N.A]nın da aralarında bulunduğu 000 kişilik kalabalık grup tarafından, Terör Örgütü elebaşısının posteri, sözde PKK/KONGRA-GEL bayrağı, Kasaplar Deresine gömülü olduğu iddia edilen terör örgütü mensuplarının resimlerinin bulunduğu pankartların ve afişlerin açıldığı, düzenlenen etkinlik esnasında; "Be Serok Jiyan Nabe (öndersiz yaşam olmaz) Biji Serok Apo (yaşasın Başkan Apo), Gençlik Aponun Fedaisidir, Kinem Apocine em (Kimiz Apocuyuz), PKK Halktır Halk burada, Bi can Bi ğun em bi tere nı ey serok (canımızla kanımızla seninleyiz ey başkan), Öcalan-Öcalan, Yaşasın Halkların Kardeşliği, Disa Disa Serlildan Seroke me Öcalan (Yine yine başkaldırı, başkanımız Öcalan)" şeklinde sloganlar atıldığı ve bu eylemler sırasında sanıkların da bu etkinlikte olduğu anlaşıldığından,... açılan dava nedeniyle kovuşturmanın ertelenmesine karar verilerek ... hüküm kurulmuştur." Başvurucunun bu karara itirazı Siirt Ağır Ceza Mahkemesince 13/11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 23/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2911 sayılı Kanun’un "Yasaklara aykırı hareket" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 2911 sayılı Kanun’un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden... veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;b) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,...Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine..karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur.” Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2013/9-386, K.2014/353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...gerek Anayasa, gerekse AİHS, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, “demokratik bir toplumda gerekli olma” kriteri gözetilmek şartıyla kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri de tespit edilmelidir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 2/10/2006, E.2006/686, K.2006/7141 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Olay tarihinde DEHAP Siirt İl Başkanı olan sanığın, adı geçen partinin il başkanlığı önünde kaldırım üzerinde toplanan 50-60 kişilik gruba hitaben, güvenlik güçlerinin gözetim ve hoşgörüsü altında, içeriğinde suç unsuru olmayıp eleştiri sayılabilecek ibareler içeren basına ve kamuoyuna başlıklı açıklamayı yaptıktan sonra topluluğun kısa bir süre oturması üzerine, güvenlik güçlerin dağıtma ihtarı yapması ile kendiliklerinden ve olaysız bir şekilde dağılmaları şeklinde gerçekleşen eylemde, 2911 sayılı Yasaya aykırılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine yazılı biçimde mahkumiyetine hükmolunması..." Yargıtay Ceza Dairesinin bazı kararlarının ilgili kısmı şöyledir: " 2911 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç seçimlik hareketli bir suç olup, bu suçun oluşması için failin ''düzenlemek, yönetmek veya düzenleyen veya yönetenlerin hareketlerine katılmak'' fiillerinden birini işlemesi suçun oluşması için yeterlidir. Nitekim; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1979 gün ve 232-303 sayılı kararında da; 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinin suç tarihindeki karşılığını oluşturan 171 sayılı Kanunun 18/ maddesindeki yazılı suçun; kanunsuz toplantı ve yürüyüşün ''tertip edilmesi'', ''idare edilmesi'' ve ''tertip ve idare edenlerin hareketlerine bilerek iştirak edilmesi, hareketlerinin paylaşılması'' durumunda oluşacağı ifade edilmiştir. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, somut olaylarda, yasadışı toplantıya dönüşen etkinliklerde grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenleme, yönetme veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması ( 23/3/2018, E. 2018/276, K.2018/944 )"...."... 2013 ve 2013 tarihli eylemlerde BDP Malazgirt ilçe teşkilatı binası önünde toplanan ve sanığın da içerisinde bulunduğu grupların Narinkale caddesi istikametine doğru yürüyüşe geçtikleri, yolu kısmen trafiğe kapatan gruba güvenlik görevlileri tarafından dağılmaları yönünde anonsların yapıldığı, buna rağmen dağılmayan grupların yürüyüşe devam ederek yeniden teşkilat binası önüne gelip burada zor kullanma olmaksızın dağıldıkları ve 2012, 2012 ve 2012 tarihli olaylarda ise grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması (8/5/2017, E. 2017/1006, K.2017/3910)"...."...2012 günü Diyarbakır ili Bağlar ilçesinde Barış ve Demokrasi Partisi’nin çağrısı üzerine PKK silahlı terör örgütü lideri [A.Ö.] nın Suriye’den ayrılmasıyla başlayan süreci protesto amacıyla düzenlenen ve suç tarihinde Bağlar Belediye Başkanı olan sanığın da aralarında bulunduğu parti yönetici ve üyelerinin katıldığı, PKK silahlı terör örgütüne destek mahiyetinde sloganların atıldığı ve kalabalığın polisin uyarısı üzerine olaysız şekilde dağıldığı anlaşılan gösteride bulunan sanık Yüksel Baran’ın mahkumiyetine karar verilen 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinin kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanların cezalandırılmasını düzenlediğinin anlaşılması karşısında, dosya kapsamına göre sanığın kanuna aykırı olarak yapılan gösteri yürüyüşünü düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak ettiğine dair deliller karar yerinde gösterilip tartışılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması (8/10/2020, E.2019/3216, K.2020/4824)"...."Sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü organize edip, yönetmesi gösteriye katılım sağlanması yönünde çalışmalarda bulunup adam toplaması halinde eyleminin 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesi kapsamında kalacağı dikkate alınarak, sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenlenmesinde ya da katılım sağlanması yönünde bir çalışmasının olup olmadığının tespit edilerek sonucuna göre değerlendirme yapılması gerektiğinin gözetilmemesi (5/4/2017, E.2016/682, K. 2017/3601)".B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30 ve Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28- | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39885 | Başvuru, katıldığı bir toplantıda terör örgütü lehine slogan atıldığı ve pankart açıldığı gerekçesiyle aleyhine kamu davası açılan başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma ile olaydan kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre farklı şehirlerden gelen gruplar Ankara Tren Garı'nda toplanacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürüyecektir. Başvurucu da mitinge katılmak için Malatya'dan Ankara'ya gelmiştir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş, olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da olduğu birçok kişi yaralanmıştır. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen belgelere göre başvurucu, sol dizinden ve sağ ayağından yaralanmış; yaralanmanın olduğu bölgelere şarapnel parçaları isabet etmiştir. Başvurucu ilk müdahalenin ardından Malatya'daki İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine sevk edilmiştir. Anılan Merkezde 11/10/2015 tarihinde yapılan cerrahi operasyon ile yaralanmanın olduğu bölgedeki şarapnel parçaları -yabancı cisimler- çıkarılmıştır. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almaktadır: - 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14). Başvurucu 2/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunarak bombalı saldırı sonucu uğradığını ileri sürdüğü zararları için tazminat isteminde bulunmuştur. Talebin reddi üzerine başvurucu 4/4/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu özetle basında yer alan bazı haberleri de esas alarak saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin birçok iddiada bulunup güvenlik güçlerinin ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine olaydan sonra gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye maruz kaldığına ve/veya kendisine yapılacak tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik bir iddiayı açık şekilde dile getirmemiştir. Dava dilekçesinde delil olarak canlı bomba saldırısını gerçekleştiren kişiler hakkında yürütülen ceza soruşturmasına değinen başvurucu; İdare Mahkemesinden DEAŞ saldırılarına ilişkin uyarı yazılarının ilgili yerlerden getirtilmesini, DEAŞ ile ilgili istihbarat bilgilerinin temini için yazışma yapılmasını, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesindeki canlı bomba saldırısını gerçekleştirenlerin terör örgütü üyeliği nedeniyle daha önce yürütülmüş soruşturma dosyasının celbini istemiştir. Ayrıca başvurucu; Adıyaman'da bulunan birimlerle yazışma yapılarak DEAŞ faaliyetleri hakkında yürütülen soruşturma dosyalarının istenmesini, olay nedeniyle yürütülen disiplin soruşturmalarına ilişkin dosyaların İçişleri Bakanlığından getirtilmesini, bir siyasi partinin mitingine ve binalarına yapılan saldırılar ile Suruç'ta gerçekleşen saldırıyla ilgili olarak yürütülen soruşturmalar hakkında Bakanlıktan bilgi istenmesini, askerî personelin saldırı öncesinde canlı bomba konusunda uyarılıp uyarılmadığı hususunda Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığıyla yazışma yapılmasını talep etmiştir. Bunların yanında başvurucu; miting öncesinde mitinge katılan kişilerin güvenliğinin sağlanması için yapılan planlamalara, alınan fiilî tedbirlere, kararlara ve istihbarat bilgilerine, miting için şehir dışından gelenleri taşıyan otobüslerin aranıp aranmadığına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin (yazışmalar, görüntü kayıtları, fotoğraflar, telsiz ve telefon görüşmelerine ilişkin kayıtlar) Ankara Valiliği ile Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. İçişleri Bakanlığı yaşanan olay hakkında yapılmış bir ihbarın bulunmadığını, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa'nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zararlar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını ve manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını savunmuştur. Diğer davalı Ankara Valiliği de İçişleri Bakanlığının savunmaları ile benzer şekilde savunma yapmıştır. Ayrıca Ankara Valiliği savunma ekinde, olay sonrası idareye yönelik -bir başka tam yargı davasında ileri sürülen- hizmet kusuru iddialarını yanıtlayan 17/3/2016 tarihli Ankara İl Emniyet Müdürlüğü yazısını, olayda zarar gören kişilerin kimler olduğunu gösteren listeyi, başvurucunun tazminat talebi sürecine ilişkin yazışmaları, 10/10/2015 tarihli toplantıya izin verilmesine dair Ankara Valiliği yazısını, olay sonrası sağlık hizmeti sunumuna dair Ankara İl Sağlık Müdürlüğü yazısını ve Olay Tutanağı'nı Mahkemeye sunmuştur. Sunulan belgeler arasında başvurucunun dava dilekçesinde talep ettiği -olayın öncesine ilişkin süreçle birlikte çok boyutlu olarak aydınlatılmasını sağlayacak- nitelikte bilgi belge bulunmadığı görülmektedir. İdare Mahkemesi, yargılama sürecinde üç ara kararı vermiştir. Bu kararlar başvurucunun sağlık durumunu tespite dair kararlar ile Ankara Valiliğinin hasım konumuna alınmasına ilişkindir. İdare Mahkemesinin ayrıca bir başka uyuşmazlık üzerinden İçişleri Bakanlığının hazırladığı ön inceleme raporunu irdelediği anlaşılmıştır. Bu hususların dışında Mahkemenin herhangi bir yazışma yapmadığı görülmüştür. İdare Mahkemesi 13/6/2018 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul kısmen reddederek başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine, diğer taleplerin ise reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Terör eylemleri, niceliksel olarak zayıf olan grupların, büyük ses getirici, zarar verici eylemler yoluyla şiddetli korku yayarak, kişilere güvensiz bir ortamda oldukları duygusunu vermek suretiyle, toplumsal barış ve huzuru bozarak, değişik toplumsal grupların, toplumun bütününü oluşturan her türlü insan kaynağının birbiri ile, kamusal yapı ile, ya da Devlet tüzel kişiliği ile arasındaki bağı zayıflatıp, kargaşaya, kaosa yol açmak amacıyla yapılmaktadır. Bugünkü imkanlarla Dünya'nın en gelişmiş ülkelerinde bile terör olaylarının tamamen önlenmesi mümkün olamamaktadır. Her ne kadar terör olaylarını tamamen önlemek mümkün değil ise de, yapılacak saldırıların sayısını, terörün psikolojik etkisini azaltmak mümkündür. Bunun için özellikle istihbarat faaliyetleri büyük önem taşımakta olup, aynı zamanda yetkili birimlerce, her türlü terör saldırısına karşı, ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşlar için, ülkenin her yerinde, imkanların elverdiği ölçüde azami güvenlik tedbirlerinin alındığı yönünde güven telkin edici faaliyetlerde bulunulmasının terörle ulaşılmak istenen güvensizlik kaygısının azalmasını sağlayacağı, böylelikle terör eylemlerine karşı direnç ve tahammülün artacağı, aksi durumda en ufak bir ihmalin dahi hayati risk oluşturacağı ve terörün birinci hedefi olan güvenlik algısında büyük tahribata yol açacağı tartışmasızdır.Kaldı ki kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması Devletin asli görevidir. İdarenin bu görevi yerine getirmek, kamu düzeni ve esenliğini sağlamak üzere kolluk örgütünü kurması, gerekli araç ve olanakları sağlaması, yeterli önlemleri zamanında alması gerektiği açıktır.Dava konusu uyuşmazlıkta; dava dosyasında ve emsal dava dosyası ekinde yer alan tüm bilgi ve belgeler ile yukarıda içeriği belirtilen Ön İnceleme Raporunun birlikte değerlendirilmesinden; yaşanan patlama olayını da kapsayacak şekilde elinde yakın tarihli istihbari bilgi bulunan idarenin, önceki standart uygulamasından dahi ayrılarak, bu bilginin ilgili birimlere iletilmesi, güvenlik tedbirlerinin alınması noktasında gerekli ve yeterli hassasiyeti göstermediği ve bu suretle hizmet kusuru bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.Öte yandan manevi tazminat; kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, kişinin manevi yaşamında ortaya çıkan acı ve elemin azaltılmasına yönelik tatmin amacı olma yönü ağır basan bir tazminat türüdür. Dolayısıyla manevi zararın, zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, ancak idarenin kusuru da dikkate alınarak saptanması zorunludur.Bu durumda; yakın zamanda benzeri terör olayları yaşandığı ve terör, güvenlik gibi konularda eğitimi olmayan kişilerce dahi olası bir terör eylemi korkusuyla yakınlarının kalabalık yerlerden uzak durulması konusunda uyarıldığı, yaygın şekilde terör saldırısı beklentisi olan bir dönemde elde edilen hayati önemdeki istihbari bilginin özellikle miting gibi kalabalık alanlarda canlı bomba eylemine ilişkin olmasına rağmen, bu konuda önlem alması gereken birimlere iletilmesinde mülkiye müfettişlerince tespit edilen, ancak yukarıda belirtilen hususlar ve uzun süreli terör deneyimi olan bir Devlet'te ihmal olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan kusurlu davranış sonrası istihbari bilgide yer alan doğrultuda gerçekleşen canlı bomba eyleminden kaynaklı yaralanma olayında idarenin gerekli ve yeterli özeni göstermemesi nedeniyle hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılmaktadır........ dava konusu olay nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararını tevsik eden herhangi bir bilgi ve belgenin de dava dosyasına sunulmadığı görüldüğünden, davacının dava konusu olay nedeniyle tazmini gereken maddi bir zararının olmadığı sonucuna ulaşıldığından, davacının maddi tazminat isteminin reddi gerekmektedir.” Başvurucu ile davalı idareler, İdare Mahkemesi tarafından verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu, istinaf istemine ilişkin dilekçesinde dava dilekçesindekine benzer nitelikte iddialar ile manevi tazminatın yeterli olmadığını ve maddi tazminat talebinin reddinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) başvurucunun istinaf istemini reddetmiş, idarenin istinaf istemini ise kısmen kabul ederek olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını belirtmek suretiyle sosyal risk ilkesi gereği başvurucuya 000 TL ödenmesine kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyada bulunan bilgi ve belgelerden, 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde saat 04'te iki ayrı patlama meydana geldiği, çok sayıda vatandaşın hayatını kaybettiği ve yaralandığı, 2015 tarihli müracaat dilekçesiyle mitingi düzenleyen kuruluşları temsil eden Düzenleme Kurulunun 2015Cumartesi günü saat 30-00 saatleri arasında Ankara Garı önünde toplanıldıktan sonra buradan Sıhhiye Meydanına yürümek suretiyle 'Sıhhiye Meydanında Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi, Barış, Emek, Demokrasi' adı altında yürüyüş ve açık hava toplantısı düzenlenmesinin talep edildiği, Valilik Makamı tarafından izin verilmesinin ardından mitingin başlama saatinin, miting alanı trafiğe kapatılacağından vatandaşların mağdur olmaması için saat 30'dan 00'e çekildiğinin bildirildiği, 2015 tarihinde Düzenleme Kurulu üyelerinin Emniyet Müdürlüğüne davet edilerek miting ile ilgili gerekli uyarılarda bulunulduğu, görüş alışverişi yapıldığı, Ankara Valiliği Emniyet Müdürlüğü sorumluluk bölgesinde 2015 günü saat 00-00 saatleri arasında kişilerin üstleri ile araçlarının, özel kağıtlarında ve eşyalarında önleme araması yapılması yönünde Ankara 1 nci Sulh Ceza Hakimliğinden 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 9 ncu maddesi ile Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğinin 19 ncu maddesi gereğince gerekli iznin alındığı, bu durumun görevli tüm personele tebliğ edildiği, miting günü saat 00'den itibaren bir Vali Yardımcısı Başkanlığında Asayiş Harekat Merkezinin kurulduğu, İl Jandarma Komutanlığından meydana gelebilecek olayların önlemesi amacıyla 'Hazır Kıta Kuvveti Görevlendirmesi' nin talep edildiği, olay günü 00'den itibaren toplantı alanı ve yakın çevresinde bulunan çöp konteynırlarının kaldırılması, çöp bidonlarının boşaltılmasının Büyükşehir Belediye Başkanlığından istenildiği, Ankara Tren Garı ile Sıhhiye Meydanı ve yakın çevresi tüm elektrik /trafo panolarının miting alanında görevli emniyet görevlilerince kontrol edilerek kilitlenmesinin Tedaş Genel Müdürlüğünden talep edildiği, alınan emniyet tedbirleri için 500 bariyerin Konya İl Emniyet Müdürlüğü'nden talep edildiği, olay günü ise sabah 00'dan itibaren toplanma yerinin bomba, patlayıcı madde gibi malzemelerden temizlenmesi ve vatandaşlarla görevli emniyet personelinin can ve mal güvenliği için Bomba İmha Uzmanı ekiplerce saat 00'den itibaren güzergah aramasının yapıldığı, 2044 personel görevlendirmesinin planlandığı, bu personelden 129 personelin ilk toplanma alanı olan Tren Garı önü ve çevresinde görevlendirildiği, toplanma yerinde görevlendirilen personele alınması gerekli tedbirler konusunda gerekli bilgilendirmelerin yapıldığı, il dışından gelen araçların yönlendirilecekleri alanlar için Trafik Şube Müdürlüğü ekiplerinin bilgilendirildiği, toplanma yerinde Terörle Mücadele ve İstihbarat Şube Müdürlüğünden yeteri kadar personelin şubeleri yönünden gerekli çalışmaların yapılmasının tedbir yazısında istenildiği hususların, Ankara Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 2016 tarihli cevabi yazısından anlaşılmıştır.2015 tarihli olay tutanağının incelenmesinden; miting alanı ve çevresinde alınan güvenlik önlemlerinin ve tedbirlerinin yazılı olduğu, arama noktalarına yakın yerlerde kamyonet, kapalı kasa kamyonet, panelvan tipi araç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bulunan illere ait plakalı araç varsa uzman ekipler ile kontrol edilerek kaldırılması talimatlarının verildiği, sabah 07:15'den itibaren katılımcı grupların Ankara Tren Garı önüne gelmeye başladıkları, saat 39 itibariyle bölgeye intikal eden otobüs sayısının 34, kişi sayısının ise 500 olduğu, bu sayının 07:49'da 500 kişiye ulaştığı, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi önünde, Mithatpaşa ve Necatibey Caddeleri ile Ankara Adliyesi bölgelerinde arama noktaları oluşturulduğu, saat 09:20 itibariyle tren garındaki kişi sayısının 000 civarında olduğu, Sıhhiye Meydanı miting alanında bomba aramasının yapıldığı, saat 09:51 itibariyle Tren Garı önünde son sayının 000 civarında olduğu, saat 10:00 sıralarında Tren Garı önünde bulunan kalabalık grubun içinden peş peşe 2 kez patlama sesinin duyulduğu, orada bulunan kalabalığın güvenli bölgelere uzaklaşmaları yönünde ikaz ve uyarılar yapıldığı, yaralıların hastanelere ulaşması için gerekli acil önlemlerin alındığının belirtildiği anlaşılmıştır. Dava dosyasında bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 2016 tarihli yazısından, 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlama olayı ile ilgili yapılmış bir ihbarın tespit edilemediği, İl genelinde yapılan güvenlik tedbirlerinin Ankara Güvenlik Şube Müdürlüğü tarafından belirlendiği, Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli 39 personelin miting alanında, 295 personelin ise Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli olduğu anlaşılmıştır.Ayrıca, davalı İçişleri Bakanlığı savunmasında, söz konusu olayla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından iddianame tanzim edildiği, söz konusu iddianamede, 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen terör saldırısı eylemini azmettiren, yardım eden ve iştirak eden kamu görevlisi olduğuna dair bilgi, belge ve delil elde edilemediği hususlarının belirtildiği görülmüştür.Öte yandan; dava dosyasında, Ankara Tren Garı patlamasıyla ilgili olarak hiç bir Emniyet mensubunun görevini ihmal etmesinden veya kötüye kullanmasından dolayı adli veya idari soruşturma nedeniyle ceza aldığına veya dava açıldığına dair bir bilgi ve belgenin de bulunmadığı görülmüştür.Hizmet kusurunda idarenin eylemi ile zarar arasında nedensellik bağının ve kusurun varlığının net olarak ortaya konması gereklidir. Sadece genel mahiyette olan istihbari nitelikte bir bilginin yazılı şekilde ve resmi yoldan Ankara Güvenlik Şube Müdürlüğü'ne ve diğer birimlere iletilmemesinin tek başına idarenin kusurlu olduğunu söylemek için yeterli olmayacağı, kaldı ki, Emniyet Ekiplerince mitingden önce canlı bomba konusunda görevli ekiplerin bilgilendirildiği, daha önce yazılan tedbir yazıları doğrultusunda buna yönelik tedbirlerin alındığı anlaşılmış olup, söz konusu terör olayının gerçekleşmesinde dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ışığında idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.Kamu düzenini bozmaya ve anayasal düzeni yıkmaya yönelik terör olayları sırasında zarar görenlerin bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince idarece karşılanması gerekmektedir. Çünkü bu eylemlerden zarar görenler, kendi kusurları nedeniyle değil, toplumun içinde bulunduğu kargaşadan zarar görmektedirler. Bu özel ve olağandışı zararların idarece nedensellik bağı aranmaksızın giderilmesi ve topluma pay edilmesi gerekir....Bu durumda; somut terör eyleminin niteliği gereği olayın, bizatihi maksat ve hedefinin devlet ve onu teşkil eden toplum olması, özünde bu toplumun bir ferdi olarak davacıların yakınının vefat etmesi nedeniyle davacıların uğradığı manevi zararın duyulan ızdırap ve elemin ağırlığı ölçüsünde sosyal risk ilkesine göre tazmin edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır....Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır.Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerektir....Hükmedilecek tazminat miktarı zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.Bu durumda; ... takdiren 000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir." Başvurucu, nihai hükmü 28/1/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 25/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Uzunyayla, B. No: 2018/31464, 15/6/2021; Ali Hıdır Tekin, B. No: 2018/35243, 15/9/ | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6690 | Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma ile olaydan kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, çocukları Nazar Çetinkaya’nın 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu yaşamını yitirmesi üzerine açtıkları davada hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğunu, yedi yılı aşan yargılama süresinin uzun olduğunu ve söz konusu olayda idarenin gerekli güvenliği sağlayamadığını belirterek Anayasa’nın , , ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 1/2/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 4/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/1/2014 tarihli görüşü başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 23/1/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 21/10/2004 doğumlu çocukları Nazar Çetinkaya 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır ili, merkez Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bombanın patlatılması sonucu yaşamını yitirmiştir. Söz konusu olay nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında 13/11/2006 tarihinde idareye müracaat eden başvuruculara Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarihli, 193 sayılı kararıyla 000,00 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucuların söz konusu meblağı kabul etmemesi üzerine 4/6/2007 tarihinde uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş ve başvurucular tarafından 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi olmak üzere toplam 000,000 TL tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle idare mahkemesinde dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 23/11/2007 tarih ve E.2007/1107, K.2007/1619 sayılı kararıyla maddi tazminat için 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Diyarbakır Valiliğine, manevi tazminat için genel hükümler uyarınca İçişleri Bakanlığına karşı dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar verilmiştir. Anılan dilekçe ret kararı üzerine yenilenen dilekçe ile başvurucular tarafından Zarar Tespit Komisyonunun 18/5/2007 tarih ve 193 sayılı kararının iptali ile 000,00 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 5/3/2010 tarih ve E.2008/876, K.2010/571 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir: “Danıştay Onuncu Dairesinin 14/11/2007 tarih ve E.2006/208, K.2007/5162 sayılı kararında da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanması konusunda 2577 sayılı Kanun’un maddesinde genel olarak idari eylemlerden hakları ihlal edilenlerin uğradığı zararların karşılanması konusunda dava açmadan önce idareye başvuruyu öngören düzenlemeden farklı bir yargılama usulü öngörmektedir. Kişilerin meydana gelen zararın karşılanması konusunda her iki kanundan hangisine göre idareye başvuracağı konusunda da bir kısıtlama bulunmamaktadır. Dolayısıyla meydana gelen zararın karşılanması konusunda birbirinden farklı bu iki düzenleme karşısında ilgililere değişik olanaklar sağlanmış olup, kişiler dilerse 2577 sayılı Kanun’un maddesine göre idareye başvuruda bulunarak istemlerinin reddi halinde alınan ön karardan sonra dava açabilecek, isterse 5233 sayılı Kanun kapsamında başvurularının sonuçlanmasını bekledikten sonra ortaya çıkan duruma göre dava açma haklarını kullanabileceklerdir. Dava konusu uyuşmazlıkta davacılar bu seçimlik haklarını 5233 sayılı Kanun’dan yana kullanmışlar ve bu Kanun’a göre meydana gelen zararlarının tazminini talep etmişlerdir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü açısından davalı idare tarafından davacılara ödenmesine karar verilen maddi tazminatın 5233 sayılı Kanun tarafından öngörülen usule uygun olarak belirlenip belirlenmediğinin tespiti gerekmektedir. Dava konusu olayda, 5233 sayılı Kanun’un ve maddelerine göre davacıların murisinin ölümü nedeniyle (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın 50 ile çarpımı sonucu çıkacak tutarı cenaze gideri eklenmek suretiyle ödeme yapılacağı ve bu miktarın davacılara ödenmesine karar verildiği görülmüş olup 5233 sayılı Kanun kapsamında mevzuata uygun olarak yapılan ödeme işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 14/3/2012 tarih ve E.2011/10216, K.2012/1113 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 24/9/2012 tarih ve E.2012/6891, K.2012/5738 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucular vekiline 2/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.Ceza Soruşturması ve Kovuşturma Süreci Yerel Mahkeme dosyasında bulunan ve UYAP aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre başvuru konusu olaya ilişkin ceza soruşturması ve kovuşturma süreci ise şöyledir: Başvuruya konu patlama olayından bir gün sonra bir internet sitesi aracılığıyla olayda kullanılan termos düzeneğinin fotoğraflarına da yer verilerek söz konusu patlama olayı Türk İntikam Tugayı adı verilen bir yapılanma tarafından üstlenilmiştir. Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü yetkililerince yapılan inceleme ve araştırmalarda internet sitesinde yer alan fotoğrafla olay yerinde kullanılan düzeneğin birbiriyle uyum sağladığı ve düzeneğin telsiz kullanılarak uzaktan kumanda ile patlatılmış olduğu ve söz konusu sitenin kısa bir süre önce oluşturulmuş olduğu tespit edilmiştir. Konuyla ilgili yetkili makamların soruşturma ve araştırmaları devam etmekte iken Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Elektronik Şube Müdürlüğüne 7/4/2008 ve 19/2/2009 tarihlerinde iki adet e-posta ihbarı yapılmış ve anılan ihbarda patlamanın üstlenildiği internet sitesini kuranlardan birinin B.G. olduğu belirtilerek B.G.’ye ait çeşitli şahsi bilgilere yer verilmiştir. Söz konusu ihbar üzerine derinleştirilen ve genişletilen soruşturma sonucunda ihbarda yer alan bilgiler teyit edilmiş ve patlamayı üstlenen internet sitesine B.G. tarafından giriş yapıldığı tespit edilmiş ve bu sitenin B.G. tarafından kurulduğuna dair kuvvetli bulgular ile B.G.’nin patlama olayına dahli olduğu sonucuna götüren birçok teknik detay tespit edilmiştir. Olay yerinde ele geçen telsizin de B.G.’nin akrabası H.T. tarafından internet sitesi aracılığıyla satın alınarak temin edildiğinin tespit edilmesi üzerine 22/3/2009 tarihinde B.T. ile B.T.’nin patlama olayından önce ev arkadaşı olan E.; B.T. ile E.’nin savunmaları doğrultusunda da 23/3/2009 tarihinde H.T. göz altına alınmıştır. Akabinde 27/3/2009 tarihinde anılan kişiler mahkeme kararı uyarınca tutuklanmıştır. Söz konusu kişilerin mahkeme kararı doğrultusunda ev ve üstlerinde yapılan aramalar sonucunda yasa dışı PKK terör örgütünün propagandasını yapan çok sayıda ve çeşitte doküman ele geçirilmiştir. Anılan kişilerin, kolluk ve cumhuriyet savcısı huzurunda, müdafi eşliğinde verdikleri ifadeler kısaca, patlamaya neden olan bombanın askerlik iznine gelen H.T. tarafından B.G. ve E.’nin ikamet ettiği evde hazırlandığı, H.T.’nin örgüt dağ kadrosunda iken çıkan çatışma sonucu hayatını kaybeden amcasının oğlunun intikamını almak, yasa dışı gösterilerde kürt kökenli gençlere kötü muamelede bulunulduğu gerekçesiyle polislerden intikam almak gibi saiklerle kendi başına bu eylem kararını aldığı ve örgüt lehine örgütten talimat almaksızın bu eylemi gerçekleştirdiği, termos içindeki bomba düzeneğini parkın duvarı yakınına koyanın ve patlaması için düğmeye basanın H.T. olduğu, B.G.’nin de ona yardım ettiği, E.’nin ise yardımı söz konusu olmamakla birlikte rastlantı eseri bombanın hazırlanmasına tanıklık ettiği şeklindedir. Olayla ilgili soruşturma evresinin tamamlanması üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, 9/6/2009 tarih ve 2009/857 sayılı iddianame ile H.T., B.G. ve E. hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, H.T. ve B.G.’nin devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi ve mala zarar verme suçlarından; E.’nin ise H.T. ve B. G. tarafından olayda kullanılan el yapımı bombanın hazırlanması eylemine bilfiil katılıp iştirak ederek tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması veya el değiştirmesi suçu ile devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs ve mala zarar verme suçlarına yardım etme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 17/5/2012 tarih ve E.2009/405, K.2012/102 sayılı kararı ile sanıklar B.G. ile E.’nin sorgu savunmasında ifadelerinden vazgeçmekle birlikte mahkeme aşamasında yeniden kolluk ve cumhuriyet savcısı huzurundaki ifadelerini samimi ve istikrarlı bir biçimde ifade ettikleri, sanık H.T.’nin ise ikrar yönündeki ifadelerini sorgu ve mahkeme aşamalarında reddetmek ve bu ifadelerin baskı ve şiddet sonucu zorla alındığını belirtmekle birlikte savcı huzurunda, müdafii eşliğinde ve kamera önünde işkence yapılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, sanıkların tamamının ikrar içeren ifadelerinde anlattıkları olayların birbirleriyle örtüştüğü gibi olayın oluşumu ile de birebir uyumlu olup saat, dakika ve zamanlama itibarıyla ifadelerin gerçeği yansıttığının açıkça anlaşıldığı, sanıkların olaydan sonraki eylem ve davranışları, gittikleri yerler, yapılan araştırmalar sonucu elde edilen HTS raporları, sinyal bilgileri, tanık beyanları da dikkate alındığında maddi bulguların anlatımları desteklediği sonucuna ulaşıldığı, sanık H.T.’nin inkar yönünde verdiği ifadelerin askıda kaldığı ve suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, bomba düzeneğini nasıl hazırladığını uygulamalı olarak cumhuriyet savcısı huzurunda ayrıntılı olarak anlattığı, bomba konusunda deneyimli ve uzman bir kişi olduğunun anlaşıldığı belirtilerek sanık H.T. ve B.G.’nin 5237 sayılı TCK’nın 302/ maddesi gereğince ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına; TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı ayrı on kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına; TCK’nın 82/1-a-c maddesi gereğince ayrı ayrı on dört kez on beş yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına; TCK’nın 174/ maddesi gereğince ayrı ayrı altı yıl sekiz ay hapis ve 000,00 TL. adli para cezası ile cezalandırılmalarına; sanık E.’nin ise TCK’nın 314/ maddesi gereği yedi yıl altı ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK’nın 174/ maddesi gereği beş yıl hapis ve160,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanıklar müdafileri, cumhuriyet savcısı ve katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 6/12/2013 tarih ve E.2013/4628, K.2013/14930 sayılı kararı ile H.T. ve B.G. hakkında verilen hükümler yönünden onanmış ve söz konusu hükümler aynı tarihte kesinleşmiştir. E. hakkında ise silahlı terör örgütüne yardım etme ve patlayıcı madde bulundurma suçlarından kurulan hüküm yönünden suçun vasfında yanılgıya düşüldüğü gerekçesiyle bozulmuştur. Yargılama Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/229 esasına kayden görülmeye devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 17/7/2004 tarih ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” Anılan Kanun’un “Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.”“Komisyon, zarar görenlerle yapılacak her başvuru ile ilgili çalışmalarını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde tamamlamak zorundadır. Zorunlu hâllerde, bu süre vali tarafından üç ay daha uzatılabilir.” Aynı Kanun’un “Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:...b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.… Anılan Kanun’un “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;…e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktar, ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya Bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirlenir. Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.Bakanlar Kurulu, nakdî ödemeye esas tutulan gösterge rakamını yüzde otuza kadar artırmaya veya kanunî sınıra kadar indirmeye yetkilidir.…Nakdî ödemenin şekli, tutarı, yaralanma ve engellilik derecelerinin tespitine ilişkin esas ve usuller yönetmelikle belirlenir.” Aynı Kanun’un “Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname” kenar başlıklı maddesi ise şöyledir:“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacığı ve yargı yoluna başvurarak zararın tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı,f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir.(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.…”“(5) Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1280 | Başvurucular, çocukları Nazar Çetinkaya’nın 12/9/2006 tarihinde Diyarbakır Koşuyolu Parkı duvarının yakınına terör amaçlı yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu yaşamını yitirmesi üzerine açtıkları davada hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğunu, yedi yılı aşan yargılama süresinin uzun olduğunu ve söz konusu olayda idarenin gerekli güvenliği sağlayamadığını belirterek Anayasa’nın 10. , 17. , 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru; borçlunun iflasına karar verilmesi istemiyle açılan davada yargılamanın durdurulmasına karar verilmesi nedeniyle karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, mal varlığına ilişkin olarak uygulanan ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 15/1/2019 ve 5/2/2019 tarihlerinde yapılmıştır. 2019/4376 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ahmet Uğur Balkaner (birinci başvurucu) 1956 doğumlu olup Ankara'da, Yaşar Mescigil (ikinci başvurucu) ise 1944 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucular, Bakanlar Kurulunun 21/12/1999 tarihli kararıyla Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu'na (TMSF) devredilen Yurt Ticaret ve Kredi Bankasının (Yurtbank) eski yöneticileridir. Yurtbank Balkaner Grubu olarak tabir edilen şirketler grubuna aittir. Bankalar Yeminli Murakıplarınca hazırlanan 19/7/1999 tarihli raporda, bankacılık teamüllerine aykırı ve keyfî olarak kredi kullandırılması, banka kaynaklarının banka sahiplerinin çıkarları doğrultusunda sarf edilmesi sebebiyle bankanın toplamda 000 TL zarara uğradığı tespit edilmiştir. Bakanlar Kurulunun 21/12/1999 tarihli kararıyla Yurtbankın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun maddesine dayanılarak TMSF'ye devredilmiştir. Bankalar yeminli murakıplarında düzenlenen 7/3/2000 tarihli mali bünye raporunda birinci başvurucunun sorumluluğunun 000 TL'yi, ikinci başvurucunun sorumluluğunun ise 000 TL'yi kapsadığı belirtilmiştir. Bankanın TMSF'ye devrini müteakip Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından 6/1/2000 tarihinde banka yöneticilerinin mal varlığına ihtiyaten tedbir konulmasına karar verilmiştir. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin 20/1/2000 tarihli kararıyla da bu yöneticiler hakkında yurt dışı çıkış yasağı tedbirinin uygulanmasına karar verilmiştir. TMSF tarafından Yurtbankın zararlarının bankanın başvurucuların da aralarında bulunduğu yöneticilerinden müşterek ve müteselsilen tahsiline, bunun mümkün olmaması hâlinde 4389 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca yöneticilerin şahsi olarak iflasına karar verilmesi istemiyle İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) 21/12/2000 tarihinde dava açılmıştır. Bu arada TMSF ile Balkaner Grubu arasında 23/3/2010 tarihli protokol akdedilmiştir. Söz konusu protokole göre borçlular protokolde belirtilen borcun miktarını kayıtsız ve şartsız kabul etmiş, yine protokolde belirtilen plan çerçevesinde ödemeyi taahhüt etmiştir. Protokolün maddesine göre birinci başvurucu tarafından, 6183 sayılı Kanun uyarınca adına düzenlenen/tesis edilen ödeme emri, ödemeye çağrı işlemi ve satış işleminin iptali istemiyle idare mahkemelerinde açılan davaların TMSF lehine kesinleşmesi temin edilecektir. Buna karşılık protokolün maddesinde TMSF'nin açtığı şahsi iflas davalarının -ihtiyati tedbirler baki kalmak kaydıyla- durdurulması için mahkemelerden talepte bulunacağı hükme bağlanmıştır. TMSF bu protokolden sonra -6/12/2011 tarihinde- Mahkemeye dilekçe sunarak 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun maddesinin onuncu fıkrası uyarınca ihtiyati tedbirler baki kalmak kaydıyla durdurma kararı verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 13/3/2012 tarihinde davanın durdurulmasına ve dosya esasının kapatılmasına, başvurucular aleyhine verilen ihtiyati tedbir kararının devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Balkaner Grubu ile TMSF arasındaki protokole vurgu yapılarak 5411 sayılı Kanun'un maddesinin onuncu fıkrası uyarınca durdurma kararı verilmesinin koşullarının oluştuğu belirtilmiştir. Başvurucular bu karara karşı temyiz isteminde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 30/3/2017 tarihinde temyiz istemini reddederek mahkeme kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi Daire tarafından 11/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar birinci başvurucuya 11/1/2019, ikinci başvurucuya 14/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Birinci başvurucu 11/2/2019 tarihinde Mahkemeye dilekçe sunarak yurt dışı çıkış yasağına ilişkin ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, yurt dışı çıkış yasağı kararı verilmesini gerektiren nedenlerin güncelliğini koruduğu gerekçesiyle talebin reddine 21/3/2019 tarihinde karar vermiştir. 4389 sayılı mülga Kanun'un "Denetlemeler sonucunda alınacak tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Kurum, bir bankanın;a) Bu maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamında alınması istenen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığını, bu tedbirlerin kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen mali bünyesinin güçlendirilmesine imkan bulunmadığını ya da mali bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi güçlendirilemeyecek derecede zayıflamış olduğunu, b) Yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediğini,c) Bu madde hükümlerinin uygulanmasında Kurulca belirlenecek değerleme esasları çerçevesinde yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığını,d) Faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arzettiğini,tespit ettiği takdirde, Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oylarıyla alınan kararla temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini kaldırmaya yetkilidir. ... ...b) Fon, (4) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın;…bc) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının malvarlıkları üzerine teminat aranmaksızın ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz kararları ile ilgililerin yurtdışına çıkmasına yasaklama dahil, alacaklıların menfaati için zorunlu olan her türlü muhafaza tedbirinin alınmasını ilgili mahkemeden istemeyeyetkilidir. ..." 4389 sayılı mülga Kanun'un "Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...... Fon, bu bentte sayılan gerçek veya tüzel kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya ... diğer tüm hak ve varlıklarının ... satışını gerçekleştirmeye ve bu satışlardan elde edilen tutarları Fon alacaklarına mahsup etmeye veya şirketlerin kamu borçları ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumuna borçları ile sair borçlarını ödemede kullanmaya ... yetkilidirler. … Fon alacaklarının tahsilini teminen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile ... diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, .... Fon Kurulu yetkilidir. … ..." 4389 sayılı mülga Kanun'un "Hazine alacağı" başlıklı 15/a. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri … kaldırılan … bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarının … her ne ad altında olursa olsun kendilerine ait yurt içi ve yurt dışı şirket, finans kuruluşu, off-shore bankalara aktardıkları banka kaynakları … veya bankaların hakim ortaklarının … iştiraklerine ve bağlı şirketlerine ayni bankanın el değiştiren ortaklarının birbirlerine verdiği krediler …, bankanın yönetim ve denetim döneminde yeterli ticari faaliyeti olmaksızın kaynak aktarımı amacıyla kurulmuş şirketlere verilen krediler …, bankalarının off-shore bankalarındaki yargı kararları nedeniyle ödedikleri mevduatları ve off-shore bankaların bankaya izinli veya izinsiz aktardığı off-shore mevduatlar, … başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş sayılır. …" 4389 sayılı mülga Kanun'un "Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasının sonuçları" başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir..." 4389 sayılı mülga Kanun'un "Şahsi sorumluluk" başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bir bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları ve imzaları bankayı ilzam eden memurlarının kanuna aykırı karar ve işlemleriyle bankanın iflasına neden olduklarının tespiti halinde, bankaya verdikleri zararlarla sınırlı olarak bunların şahsi sorumlulukları yoluna gidilerek, Fon Kurulu kararına istinaden ve Fon'un talebi üzerine doğrudan şahsen iflaslarına mahkemece karar verilebilir. Bu karar ve işlemler bankanın yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklara menfaat temini amacıyla yapıldığı takdirde, menfaat temin eden ortaklar hakkında da temin ettikleri menfaat üzerinden aynı hüküm uygulanır." 6183 sayılı Kanun'un "Kanuni temsilcilerin sorumluluğu" kenar başlıklı mükerrer maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Tüzel kişiler[in] ... mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ... şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir." 5411 sayılı Kanun'un "Faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankalara ilişkin ortak hükümler" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Fon, faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankada mevduat ve katılım fonu sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik olarak gerekli göreceği her türlü tedbiri alır. Faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bankanın hâkim ortakları ve tüzel kişi ortaklarının sermayesinin yüzde onundan fazlasına sahip gerçek kişi hissedarları ve yöneticilerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyatî tedbir veya ihtiyatî haciz konulabilir, bu kişilerin yurt dışına çıkışları yasaklanabilir..." 5411 sayılı Kanun'un "Fon alacaklarının takip ve tahsiline ilişkin yetki ve usûller" kenar başlıklı maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:"Fon, takip ettiği alacaklar ile ilgili olarak iskonto da dâhil olmak üzere, her türlü tasarrufta bulunmaya, sulh olmaya, satmaya, geri almaya, alacağına mahsuben menkul ve gayrimenkul mallar ile her türlü hak ve alacakları belirleyeceği koşullar ile devralmaya ve alacağın yeniden itfa plânına bağlanması da dâhil olmak üzere borçlularla anlaşma yapmaya ve borçlularla yaptığı anlaşmalar kapsamında Fon Kurulunca belirlenecek usûl ve esaslar dâhilinde muhafaza tedbiri uygulayıp uygulamamaya, dava açıp açmamaya veya açılmış bulunan hukuk davalarının yapılan anlaşma süresince durdurulmasını mahkemeden istemeye yetkilidir" | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1559 | Başvuru, borçlunun iflasına karar verilmesi istemiyle açılan davada yargılamanın durdurulmasına karar verilmesi nedeniyle karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, mal varlığına ilişkin olarak uygulanan ihtiyati tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, nezarethanede tutulma koşulları ve psikolojik baskı ile sağlık durumunun ceza infaz kurumunda tutulmaya uygun olmamasına rağmen tutukluluğun sürdürülmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiğine ilişkindir. Başvuru 23/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu; tedavisinin ceza infaz kurumu koşullarında sağlanamayacağını, ilerleyen kanser hastalığına rağmen tutuklanmasının yaşam, maddi ve manevi bütünlüğüne yönelik ciddi tehlike oluşturduğunu belirterek Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca tedbiren infazın durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Ceza infaz kurumunda sağlık imkânlarına erişimin sağlanması, birçok kez farklı hastanelerde başvurucunun tedavi edilmesi, Silivri Ceza İnfaz Kurumu bünyesinde bir devlet hastanesinin bulunmasını da dikkate alan Anayasa Mahkemesi 3/10/2016 tarihinde tedbir kararı verilmesini gerektiren bir durum bulunmadığına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuruya konu "Olay ve Olgular" için bkz. İbrahim Ethem Kuriş (B. No: 2016/16436, 8/1/2020, §§ 10-25). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/63931 | Başvuru, nezarethanede tutulma koşulları ve psikolojik baskı ile sağlık durumunun ceza infaz kurumunda tutulmaya uygun olmamasına rağmen tutukluluğun sürdürülmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) uygulanan cezai şartın (işlem) iptali için açılan davada, cezai şart uygulanmasına dayanak olan bilgi ve belgelerin dava açılmadan önce temin edilememesi nedeniyle savunma imkânının kısıtlanması, dava konusu işlemin dayanağı olan sözleşme maddesinden farklı bir maddeye dayanılarak hüküm kurulması ve duruşmada dinlenen tanık beyanları dikkate alınmaksızın davanın reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 26/6/2013 tarihinde Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 25/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile SGK arasında, SGK kapsamındaki kişilerin Türk Eczacıları Birliği üyesi eczanelerden ilaç teminine ilişkin eczane protokolü bulunmaktadır. Anılan protokolün maddesine göre eczanelerce fatura edilen reçetelerde bulunması gereken reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine ya da yakınına teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibine veya ilaçların teslim edildiği yakınına ait olmadığının tespiti hâlinde SGK’nın ilgili eczane hakkında cezai şart uygulama yetkisi mevcut olup bu kapsamda başvurucu tarafından SGK’ya fatura edilen 38 hastaya ait 79 reçetede, bahsedilen durumların tespit edildiği gerekçesiyle Eskişehir Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi tarafından başvurucu hakkında protokolün anılan hükmüne dayanılarak cezai şart uygulanmıştır. Başvurucu, bu işleme karşı iptal davası açmış, aynı tarihte Eskişehir Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğüne itiraz başvurusunda bulunarak cezaya dayanak reçetelerin kimlere ait olduğu, tutarları ve tarihleri ile ilgili bilgi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi anılan kurum tarafından reddedilmiştir. Başvurucu tarafından açılan davaya bakan Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesi, yargılama sürecinde bilirkişi incelemesi yaptırıp tanık ifadelerine başvurduktan sonra 3/5/2012 tarihli ve E.2011/214, K.2012/220 sayılı kararla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Dava, esasen taraflar arasındaki protokolün sözleşmeye aykırı olarak cezai şart tahakkuk ettirilmek suretiyle ihlal edildiği iddiası ile açılmış menfi tespit ve bilahare istirdada ilişkindir. Taraflar arasındaki sözleşmenin maddesi “Eczanenin kuruma fatura ettiği reçetelerde bulunması gerekli ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine ya da yakınına teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibine veya ilaçların teslim edildiği yakınına ait olmadığının tespit edilmesi hâlinde reçete bedelinin beş katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı yazılı olarak uyarılır, tekrarı hâlinde reçete bedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve bir ay süre ile sözleşme yapılamaz.” hükmünü amirdir. Yine 3 maddesinde ise “Eczane protokolünün 3 maddesine göre ilacı alan kişinin reçete sahibi olması gerekli olmamakla birlikte hasta yakını, birinci dereceden yakını harici olan kişilerden TC kimlik numarası alınması veya ibraz edilen belgenin numarasının alınmasının yeterli olacağı ...” hükmü mevcuttur. İhtilaf bu maddelerin ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır. Deliller toplandıktan sonra dosyada 3'lü bilirkişi kurulundan rapor alınmıştır. Bilirkişi kurulu raporlarının sonuç bölümünde; her ne kadar muhakkik raporunda dava dilekçesinde belirtilen reçetelerle ilgili olarak ilaç alan kişilerin imza inkarında bulundukları ve TC kimlik numaralarının alınmadığı vakıa ise de; protokol ile davacı eczacıya ilaç alan kişilerin kimlik bilgilerinin sorgulanması görevinin verilmesinin yasalara aykırı olduğunu, protokol hükümlerinin yasalara aykırı olamayacağı gerekçesiyle bu kapsamda protokol hükümlerinin ihlal edilmiş sayılamayacağı ifade edilmiştir. Protokol hükümleri taraflar arasında sözleşme serbestisi ilkesine uygun olarak oluşturulmuştur. Sözleşme hükümleri yasa ve ahlaka aykırı olmadığına göre, taraflar arasındaki ihtilafta öncelikle uygulanmalıdır. Dosya kapsamına göre davaya konu edilen reçetelerde belirtilen ilaçları alan kişilerle ilgili sözleşmede ifade edildiği şekilde kimlik tespiti ya da belirlenmesi yapılmadan davacı tarafından ilaç verildiği belirlenmiş olduğundan; protokol hükümleri ihlal edilmiştir ve davalının sözleşmeye göre yapmış olduğu uygulama yerindedir. Dava bu nedenle reddedilmiştir.” Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/11/2012 tarihli ve E.2012/17023, K.2012/25479 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 13/5/2013 tarihli ve E.2013/5116, K.2013/12133 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar 18/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 26/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili hükümleri şöyledir: “Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur: … f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4524 | Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) uygulanan cezai şartın (işlem) iptali için açılan davada, cezai şart uygulanmasına dayanak olan bilgi ve belgelerin dava açılmadan önce temin edilememesi nedeniyle savunma imkânının kısıtlanması, dava konusu işlemin dayanağı olan sözleşme maddesinden farklı bir maddeye dayanılarak hüküm kurulması ve duruşmada dinlenen tanık beyanları dikkate alınmaksızın davanın reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gazeteci olan başvurucunun müştekinin itibarına zarar veren ifadelerin yayılmasına katkıda bulunduğu gerekçesiyle yaptırıma maruz kalmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1945 doğumlu olan başvurucu, kamuoyu tarafından bilinen bir yazar ve gazetecidir. Başvurucu, olay tarihinde günlük Sol gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır. A. Arka Plan Bilgisi Türkiye'de 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve son yıllara kadar dinî bir grup olarak nitelendirilen, cemaat, Gülen cemaati, Fetullah Gülen cemaati, hizmet hareketi, gönüllüler hareketi ve camia gibi isimlerle anılan ve son yıllardaki soruşturma ve kovuşturma belgelerinde Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen örgütün (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22) kurucusu ve lideri Fetullah Gülen'dir. Fetullah Gülen kamuoyunca uzun zamandan bu yana bilinmekte, kendisinin ve başında bulunduğu FETÖ/PDY'nin yapılanması ve faaliyetleri öteden beri toplumda tartışma konusu olmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 27). Başvurucu; yazın hayatı boyunca Fetullah Gülen hakkında pek çok yazı kaleme almış ve bunlardan Cumhuriyet gazetesinde 10/7/1994 tarihinde yayımlanan "Din Ticaret ve Siyaset" başlıklı yazısında, Sol gazetesinde 7/5/2013 tarihinde yayımlanan "Küfür ile Kafir" başlıklı yazısında, Sol gazetesinde 12/8/2013 tarihinde yayımlanan "Hadi Canım Sen de" başlıklı yazısında ve aşağıda metni sunulan başvuru konusu, 26/11/2013 tarihli "Alıntı" başlıklı yazıda (bkz. § 13) Fetullah Gülen hakkında bazı tartışmalı ifadelere yer vermiştir. Başvurucu, bahsi geçen yazılarında Fetullah Gülen'e yönelik kullanılan ifadelerden söz etmiş ve bunların bazılarını "para göz iblis, haysiyetsiz sapık, cüzzamlı sürüngen, dolara kara sevdalı, gözyaşı bezirganı, İslami terbiyeden nasipsiz, insanlarımızı morfinleyen sünepe, uyanık bir mazoşist" olarak sıralamıştır. Başvurucu söz konusu yazılarında anılan nitelemelerin kendisi tarafından dile getirilmediğini, başkalarının müşteki hakkında bu şekilde nitelendirmelerde bulunduğunu açıkça belirtmiştir. Başvurucu, bazı yazılarda bu nitelendirmelerin kullanıldığı basın yayın organlarına atıflar da yapmıştır. Başvuru konusu yazının yazıldığı tarihlerde, kamuoyunda "dershanelerin kapatılması" olarak bilinen olgu yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. Anılan dönemde FETÖ/PDY ve onun lideri olan müşteki ile başta iktidar partisi temsilcileri olmak üzere farklı toplumsal çevreler arasında karşılıklı ithamlarda bulunulmuş ve taraflar birbirlerine karşı ağır ifadeler kullanmışlardır. İlgili taraflarca kullanılan ifadeler kamuoyunda uzunca bir süre tartışılmıştır.B. Başvuru Konusu Olay Başvurucunun günlük Sol gazetesinde 26/11/2013 tarihinde yayımlanan ''Alıntı'' başlıklı köşe yazısı şöyledir:"Alıntı...Hayat siyasette çıkar ortaklığının iki yüzlü olduğu gerçeğini bir kez daha doğruladı. İktidarın onikinci yılında. Toprak kaybının eşiğinde. İç savaşın arefesinde. Ve de bir seçim öncesinde. Zamanlamaya bakar mısınız?Herkes herşeyi gördü. Çıkar çatışması iktidarı böldü. İyi ki böldü. Kutsalla kandıranlar, vurguncular, soyguncular tek tek sergilendi. Herkes her şeyin farkında. Çıkar çatışması iktidarı parçaladı. İyi ki parçaladı. Yalanlarına tanrıyı aracı kılanlar hırsızlar, arsızlar bir bir açığa çıktı. Herkes her şeyi biliyor.Özetle iktidarın çıkar çatışması 'görmek isteyenin' gözünü, 'duymak isteyenin' kulağını açtı. Konuşmak isteyenin dilini çözdü. Değerlerinin üstündeki örtü kalktı. Bilgili ile bilgisiz, görgülü ile görgüsüz, terbiyeli ile terbiyesiz yeniden ayrıştı.Gören, duyan, konuşan 'karşıt ya da yandaş' herkes 'artık yeter' demek için, küfre hakarete aşağılamaya 'yanıt vermek' için kendi alanlarına-kendi kürsülerine koştu.Bu gözlemi doğrulayacak binlerce eylem ve söylem içinde iki belge var. Genelde siyasal İslam’ı, özelde liderlerini çaresiz bir çıplaklık içinde bırakıyor.TERBİYEDEN NASİPSİZBelgelerden ilki CIA ajanı Graham Fuller’in Rand Corparation için hazırladığı 'Türkiye’de İslam Köktenciliğinin Geleceği-1989' raporunda öne sürülen 'İslamın son yıllardaki ulaştığı olgunluk' tezini çürütüyor.Kişisel olarak Fethullah Gülen, kurumsal olarak Gülen hareketi için söylenenler siyasal Islam’ın düzeyine düşen gölgeyi gösteriyor.Amerikan çıkar bölgelerine okullar açıp, Amerikan haber alma servislerine bilgi toplamakla iştigal eden emekli vaiz Gülen 'para göz iblis, haysiyetsiz sapık, cüzzamlı sürüngen, dolara kara sevdalı, gözyaşı bezirganı, İslami terbiyeden nasipsiz, insanlarımızı morfinleyen sünepe, uyanık bir mazoşist ' gibi sıfatlarla anılıyor.Matbuata yansıyan bu söylem, kimbilir belki de, son 12 yılın saldırgan, hoşgörüsüz, aşağılama ve hakaret yoğunluklu siyaset yapma biçimine kaynaklık ediyor.'Mezhebi ve meşrebi bozuk, Ehl-i Bid’at bir avuç azınlığın neşrettiği Tevhid isimli tefrik paçavrası Ehl-i Sünnet’e olan kin ve garazını son sayısında İBDA’ya kusmuş! Bre mut’a piçleri!..' üslubu insanı Gezi Direnişi günlerindeki Türkiye’ye götürüyor.Devlet protokolünün iki ve üç numaradaki mukimi siyaset erbabının 'şeyinin şeyini şey ettiğimin şeyi ya da 'ananı da al git' küfürleri belki çok eski ama 'bacak arası sapığı' bir akepe milletvekilinin 'Senin ananı... avradını..., soytarı, köpek, oro.. çocuğu, peze..., satılık köpek, şerefsiz' küfürü sanki dün gibi .YALANCI MUMLARDinin siyasette etkinliği arttıkça siyasal İslam’ın düzeyi sürekli düştü. Çatışma konularında öncelik türbandı:'Rejim, müslümanların eylemlerini çeşitli yorumlarla hep saptıra saptıra gelmiştir. Daha önceki eylemleri de Saddam yanlısı eylemler diye lanse etmeye ve ardında da müslüman halkın bulunmadığını ima etmeye çalışmıştır. Bunun için de yapılan ilk gösteri de 'Saddam sen oradan, biz buradan' diye pankart açmaya yeltenen İbdacılar denilen bazı psikopatları gerekçe göstermiştir.' (Nokta, 31 Mart 1991)Dershaneler sorunuyla bir kez daha karşı karşıya gelen iç ve dış iktidar güçleri eski defterleri açıldı:'Yıllar ve yıllar var ki, düşkünler diyârı şu mübârek ülke, taşıyla-toprağıyla, canlısıyla-cansızıyla, mü’miniyle-kâfiriyle hasretle inledi ve böyle bir liderin yolunu gözledi. Bu uğurda elli defa yalancı mumları güneş zannedip alkışladı... Yüz defa ateşböceklerini yıldız sanıp arkalarına düştü... Ve bilmem kaç defa da kırkharamileri Kâbe yolcusu sanarak içlerine girdi. Öyle anlaşılıyor ki, daha bir süre bu hicranlı arayış devam edecektir.' (Yeni Ümit Dergisi, sayı 1991)1991 tarihli bu aşağılama metni, 22 yıl sonra, kavganın kızıştığı 2013’te virgülüne dokunulmadan yeniden yayınlandı. Gülen efendi müridiymiş gibi davrandığı başbakan Tayyip beyi 'aslan inindeki tilkiye' benzetiyordu. (Zaman, 22 Kasım 2013)İş bu iki belge İslam faşizminin de kendi evlatlarını yediğinin kanıtlarından biri oluyordu." Bu yazı sonrasında Fetullah Gülen'in (müşteki) şikâyeti üzerine yapılan soruşturmada başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında iddianame düzenlenmiştir. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki savunmalarında yazının başlığından da anlaşılacağı üzere müşteki ile ilgili ifadelerin alıntıdan ve siyasal İslami çevrelerin yayın organlarında ilgili tarafların birbiri hakkında kullandığı sözlerin aktarımından ibaret olduğu ve kendi düşünceleri olmadığı yönünde savunmada bulunmuştur. Başvurucu söz konusu ifadelerin kullanıldığı yayınlara ilişkin bilgileri içeren "Şeriat A.Ş" ve "Şeriatı Beklerken" isimli kitaplarını, anılan ifadelerin kaynaklarını da tek tek açıklamak suretiyle yargı makamlarına delil olarak sunmuştur. Davayı gören İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi 11/12/2014 tarihli kararıyla başvurucunun 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Fetullah Gülen hakkında ... söylenenler siyasal islamın düzeyine düşen gölgeyi gösteriyor. Amerikan çıkar bölgelerine okullar açıp Amerikan haber alma servislerine bilgi toplamakla iştigal eden emekli Vaiz Gülen, para göz iblis, halsiyetsiz sapık, cüzzamlı sürüngen dolara karşı sevdalı, gözyaşı bezirganı, islami terbiyeden nasipsiz, insanlarımızı morfinleyen sünepe, uyanık bir mazoşist.' şeklinde yazılan yazı içeriğindeki sarf edilen sözlerin münferit olarak ve ayrıca yazı bütünlüğü içerisinde katılana yönelik hakaretler içerdiği, sanığın savunmasında belirttiği yazının başka bir rapordan alıntı olduğu yönünde ki savunmasının kabul edilebilir bir nitelikte olmadığı, yazı içeriğinde CIA ajanı Graham Fuller'in hazırladığı 1989 tarihli olduğu belirtilen bir rapora atıfta bulunulduğu ancak tarih itibari ile raporun her hangi bir güncelliğinin olmadığı gibi yazının kaleme alınış şekli itibari ile de bilimsel bir raporun haberleştirilmesi şeklinde olmadığı anlaşılmakla sanığın aşağıdaki şekilde cezalandırılmasına karar verilmiştir..." Başvurucunun bu karara itirazı, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince 23/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 8/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre gazetecilerin başka bir kişiye ait açıklamaların yayılmasına yardımcı oldukları gerekçesiyle cezalandırılmaları -basının kamusal menfaatlerle ilgili tartışmalara katkı fonksiyonuna ciddi biçimde zarar verebileceğinden- çok önemli gerekçeler olmadığı sürece kabul edilemez (Jersild/Danimarka [BD], B. No: 15890/89, 23/9/1994, § 35). Jersild/Danimarka (aynı kararda bkz. §§ 10-18) kararına konu olayda bir gazeteci olan başvurucu, kendilerini yeşil ceketliler olarak adlandıran bir grup gencin ırkçı tutumları hakkında bir yazı yayımlamıştır. Başvurucu daha sonra bu grupla irtibat kurarak gruptan üç kişiyi kendisi tarafından yapılan bir televizyon programına davet etmiştir. Başvurucu tarafından yapılan, bu kişilerle röportaj şeklinde gerçekleşen program esnasında, anılan kişiler Danimarka’daki göçmenler ve etnik gruplar hakkında aşağılayıcı ve küfürlü ifadeler kullanmışlardır. Başvurucu, bu röportajında ırkçı ifadelerin yayılmasına yardım ettiği ve bunlara özendirdiği gerekçesiyle mahkemelerce para cezası ile cezalandırılmıştır. AİHM, bu davada aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur:i. AİHM'e göre bu davada başvurucu, ırkçı söylemlerde bulunmamış fakat bir televizyon programında yaptığı röportajla anılan söylemlerin yayılmasına yardım etmiştir. AİHM görsel-işitsel medyanın yazılı basına göre daha hızlı ve güçlü bir etkiye sahip olduğunu dikkate aldığını ancak basının yerine geçip belli bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemenin kendisinin ve ulusal yargı mercilerinin görevi olmadığını, ifade özgürlüğünün sadece düşünceleri değil bunların iletilme yöntemlerini de koruduğunu belirtmiştir (Jersild/Danimarka, § 31).ii. AİHM; bu davada ulusal mahkemelerin başvurucunun yeşil ceketlilerin bu program esnasında ırkçı söylemlerde bulunacağını öngörebileceği, bu söylemlerin yayılmasını teşvik ettiği ve programı bu söylemlerin yapılacağı bir formatta tanzim ettiği, bu program olmasa anılan sözlerin geniş bir çevreye yayılamayacağı yönündeki argümanlarını ifade özgürlüğünün sınırlanabilmesi bakımından ilgili bir gerekçe olarak görmüştür (Jersild/Danimarka, § 32).iii. Ancak program bir bütün olarak ele alındığında programın amacının ırkçı görüşlerin propagandası olmadığını, tersine röportaj aracılığıyla kamunun geniş ölçüde ilgisinin olduğu bir konuda suç kayıtları, şiddet eğilimleri olan ve kendi sosyal konumlarınca sınırlanmış, baskılanmış bazı gençlerin tutumlarının sergilenmesi, analizi ve açıklanması olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca röportajın yapıldığı programın Danimarka'daki ciddi bir haber programı olduğuna ve bilgili bir izleyici kitlesine sahip olduğuna dikkat çekmiştir (Jersild/Danimarka, §§ 33, 34).iv. AİHM, ulusal mahkemelerin program esnasında yeşil ceketlilerin dile getirdiği görüşleri dengeleyici bir girişimin olmadığı yönündeki tespitlerine de katılmadığını ifade etmiştir. AİHM hem program sunucusunun hem de başvurucunun röportaj yapılan kişilerin görüşlerinden kendilerini açıkça ayırdıklarına ve anılan kişilerin suç geçmişlerine atıfla onları aşırıcı bir gençlik grubu olarak tanımladıklarına işaret etmiştir (Jersild/Danimarka, § 34).v. Röportaja dayalı haberciliğin basının bekçi köpeği rolünü oynayabilmesi için hayati öneme sahip araçlardan birini oluşturduğuna dikkat çeken AİHM, çok ciddi gerekçeler olmadığı sürece gazetecilerin başka kişiler tarafından kullanılan ifadelerin yayılmasına katkıda bulundukları gerekçesiyle cezalandırılmalarının kamu çıkarlarına ilişkin meselelerin tartışılmasına basının katkısına zarar verdiğinden kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda başvuru konusu olayda başvurucuya verilen para cezasının miktarının düşük olmasının bir önemi olmadığını belirtmiştir (Jersild/Danimarka, § 35). vi. Başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için ulusal makamlarca ileri sürülen gerekçelerin yeterli olmadığı sonucuna varan AİHM, bu başvuruda ifade özgürlüğü bakımından ihlal kararı vermiştir (Jersild/Danimarka, § 37). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2595 | Başvuru, gazeteci olan başvurucunun müştekinin itibarına zarar veren ifadelerin yayılmasına katkıda bulunduğu gerekçesiyle yaptırıma maruz kalmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyette başvurucunun duruşmada hazır edilmeksizin ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmanın yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç 1993 doğumlu olan başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan olay tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Olayların geçtiği tarihte başvurucu, İnfaz Kurumunun A Blok 1 numaralı odasında kalmaktadır. Başvurucunun 11/3/2018 tarihinde, oda arkadaşı U. ile birlikte İnfaz Kurumunda kaldıkları odada bulunan yatakları ve battaniyeleri yaktığı iddiasıyla başvurucu hakkında İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından disiplin soruşturması başlatılmıştır. Yapılan disiplin soruşturması neticesinde Disiplin Kurulu 16/3/2018 tarihinde, başvurucunun 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasının (c) bendinde yer alan "Kuruma ağır zarar vermek" kenar başlıklı hüküm uyarınca 20 gün hücreye koyma disiplin cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Hâkimlik tarafından yazılan 23/5/2018 tarihli müzekkereyle; şikâyetin duruşmalı olarak inceleneceği, başvurucunun duruşma tarihi olan 6/6/2018 günü saat 25'te Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) odasında hazır bulundurularak Disiplin Kurulu kararıyla ilgili savunmasını vekâletnamesini ibraz etmek suretiyle avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabileceği başvurucuya bildirilmiştir. Başvuru dosyasında anılan müzekkerenin İnfaz Kurumu idaresince başvurucuya tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. 6/6/2018 tarihli duruşmada SEGBİS odasında hazır bulundurulan başvurucu; SEGBİS koşullarında kendisini tam olarak ifade edemediğini, bu sebeple yüz yüze savunma yapmak istediğini beyan etmiştir. Hâkimlik, Anayasa Mahkemesinin 20/1/2017 tarihli ve 2016/12905 numaralı başvuruya ilişkin kararında SEGBİS yoluyla alınan beyanların yüz yüzelik ilkesini sağladığı yönündeki değerlendirmesini okuyarak başvurucunun talebini reddetmiştir. Hâkimlikçe başvurucunun itiraz dilekçesi okunmuş; başvurucu, dilekçesini aynen tekrar ettiğini ve disiplin cezasının kaldırılmasını istediğini ifade etmiştir. Hâkimliğin 6/6/2018 tarihli kararı ile başvurucunun Disiplin Kurulu kararına yaptığı itiraz reddedilmiştir. Hâkimlik, başvurucuya uygulanan disiplin cezasının hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu 21/6/2018 tarihli dilekçesi ile duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istediği hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlandığını, duruşma salonunda savunma yapma hakkının kullandırılmadığını belirterek karara itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2018 tarihli kararıyla başvurucuya uygulanan disiplin cezalarının hukuka uygun olduğu ifade edilerek başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Nihai karar 18/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuruda Bulunduktan Sonraki Süreç Bakanlıktan gelen 31/5/2021 tarihli yazıda; başvurucunun 10/10/2018 tarihinde İnfaz Kurumundan tahliye edildiği, dolayısıyla Disiplin Kurulunun 16/3/2018 tarihli ve 2018/192 sayılı kararıyla verilen 20 gün hücreye koyma disiplin cezasını infaz etmediği bildirilmiştir. Başvurucu 22/10/2021 tarihinde Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna tutuklu olarak girmiştir, hâlen burada tutuklu olarak bulunmaktadır. Kırıkkale İnfaz Kurumu ve Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan gelen yazı cevaplarında da disiplin cezasının infaz edilmediği belirtilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9727 | Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyette başvurucunun duruşmada hazır edilmeksizin ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmanın yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/77570 | Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamaması, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'un uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişmesi, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen süre için kamulaştırma bedeline faiz işletilmemesi, kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama gideri ve vekâlet ücreti olarak ödenmek zorunda kalınması, davanın makul sürede tamamlanmaması, kamulaştırmadan dolayı mesleki faaliyetlerin gerçekleştirilememesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının, hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/3/2013 tarihinde Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşünde başvurucunun, bireysel başvuruda bulunduktan sonra 28/12/2013 tarihinde vefat ettiği belirtilmiş; Anayasa Mahkemesince, Merkezî Nüfus İdare Sistemi üzerinden yapılan sorgulamada da başvurucunun belirtilen tarihte vefat ettiği anlaşılmıştır. Vefat eden başvurucunun mirasçılarından Mustafa DENİZ, Devriş DENİZ ve Mehmet DENİZ tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 28/4/2015, 29/4/2015 ve 5/5/2015 tarihli dilekçeler ile anılan kişiler murisleri tarafından yapılmış olan bireysel başvuruyu devam ettirdiklerini, başvuru dosyasındaki ihlal iddialarına katıldıklarını beyan etmişlerdir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, Mustafa Deniz'e 21/11/2015 tarihinde, Devriş Deniz'e 19/11/2015 tarihinde ve Mehmet Deniz'e 26/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuruyu devam ettirdiklerini beyan eden mirasçılar Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM), başvurucu aleyhine 22/9/2008 tarihinde Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına tescili davasında, mülkiyeti başvurucuya ait olan Mersin ili Gülnar ilçesi Sipahili köyü sınırları içinde bulunan taşınmazın kamulaştırılmasına karar verildiğini ve idare tarafından oluşturulan kıymet takdir komisyonunun söz konusu taşınmaz için tespit ettiği bedele bağlı kalınmaksızın taşınmazın kamulaştırılan kısmının başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile Maliye Hazinesi adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme; yargılama boyunca altı kişilik bilirkişi heyeti, bir mahallî bilirkişi, bir de tanık ile birlikte ilgili taşınmaz başında keşif yapmış, bilirkişi raporu ve ek rapor aldırmış, tarafların rapora karşı beyanlarını toplamış, yeni bilirkişi raporu talebi üzerine yeni bir bilirkişi kurulu ile tekrar keşif yaparak yeniden bilirkişi raporu ve tarafların itirazları üzerine ek rapor aldırmış, banka şubesinde hesap açtırarak ikinci raporda belirtilen kamulaştırma bedeli tutarında meblağın başvurucu adına banka hesabında bloke edilmesini sağlamıştır. Yapılan yargılama sonunda Mahkeme 9/7/2009 tarihli ve E.2008/91, K.2009/83 sayılı kararı ile davanın kabulüne vekamulaştırılması talep edilen yerin yol vasfı ile Maliye Hazinesi adına tesciline, ikinci bilirkişi heyetince kamulaştırma bedeli ve taşınmazın kamulaştırmadan artakalan kısmı için değer düşüklüğü bedeli de dâhil olmak üzere tespit edilip banka hesabında bloke olarak bekletilen 856 TL'nin kamulaştırma bedeli olarak tespiti ile kararın kesinleşmesi beklenmeden başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Dava dilekçesi, taraf beyanları, getirtilen belgeler, yapılan keşifler, alınan raporlar, dinlenen mahalli bilirkişi, tanık beyanı ve tüm dosya kapsamı birlikte ele alındığında, dava konusu kamulaştırılan yerin belediye sınırları içinde olup, tüm belediye hizmetlerinden yararlandığı, yerleşim yeri olduğu dolayısıyla arsa niteliğinde değerlendirilerek kamulaştırma bedelinin belirlenmesi gerektiği, yapılan ikinci keşif sonrasında, ikinci bilirkişi kurulu tarafından verilen rapor ve ek rapora itibar edilerek raporlarda belirtilen kamulaştırma bedelinin ilk bilirkişi kurulunun raporlarından daha bilimsel, doğru, gerçeği daha yansıtır nitelikte olduğu, ikinci bilirkişi kurulunun esas aldığı somut emsalin ilk bilirkişi kurulunun esas aldığı somut emsalden, ikinci bilirkişi kurulunun raporunda ayrıtıları ile belirtildiği üzere, gerek kamulaştrılan yer ile emsal taşınmazların değeri gerek bunların konumları ve nitelikleri gerek yüzölçümleri ve gerekse diğer yönlerden daha uygun olduğu, raporlarda belirtilen kalemlerin ayrıntılı ve gerekçeli olduğu, arta kalan yerlere ilişkin olarak yapılan değer düşüklüğü ve işe yaramazlık değerlendirmelerin de gerekçeli olup durumu yansıttığı, kamulaştırmadanarta kalan yerlerde kalan miktarın çok küçük kalması ve artık herhangi bir şekilde kullanmaya elverişli bulunmayıp tamamen işe yaramaz kaldığı belirtilen yerlerin de arsa olarak hazine adına kamulaştırılmasının gerektiği, buralardaki işe yaramazlığın yüzde yüz oranında bulunduğu anlaşıldığından ikinci bilirkişi rapor ve ek raporlarında belirtilen kamulaştırma bedeline, belirtilen sebeplerle itibar edilerek, hükmedilmiş ve aşağıda belirtilen şekilde hüküm kurularak tescile karar verilmiştir. ..." İlk Derece Mahkemesi kararına karşı başvurucu tarafından, dava konusu taşınmazın m² değerinin Mahkeme kararında ve bilirkişi kurulu raporunda ifade edilen değerden yüksek olduğu, taşınmazda kısmi kamulaştırma yapılmasından dolayı taşınmazın kalan kısmının %100'e yakın değer kaybedeceği, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen sürenin 2942 sayılı Kanun'da öngörülen süreyi aştığı, bu süre içinse kamulaştırma bedeline kamu alacakları için öngörülen en yüksek oranda faize hükmedilmesi gerektiği belirtilerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüş ve temyiz talebinde bulunulmuştur. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 1/3/2010 tarihli ve E.2009/14168, K.2010/2965 sayılı ilamı ile uyuşmazlık konusu taşınmazın tamamının 484,61 m² olduğunu, kamulaştırmadan sonra kalan 945,28 m²'lik kısım için kamulaştırma nedeniyle en fazla %20 değer kaybının oluşacağının kabulü gerekirken %30 değer kaybı oluşacağı belirtilen bilirkişi raporunun esas alınarak karar verilmesinin uygun olmadığını, ayrıca harcı da yatırılarak açılan bir karşı dava olmasına rağmen bu dava hakkında bir karar verilmesi gerektiği düşünülmeden hüküm kurulduğunu belirterek İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ancak diğer yönlerden kararı onamış; temyiz peşin harcının talep edilmesi hâlinde başvurucuya iadesine hükmetmiştir. Başvurucu tarafından aynı Daireye 35,50 TL karar düzeltme harcı yatırılarak yapılan karar düzeltme istemi de 15/7/2010 tarihli ve E.2010/7229, K.2010/10828 sayılı ilam ile reddedilmiş ve takdiren 172 TL para cezasının başvurucudan alınarak Hazineye gelir kaydına hükmedilmiştir. Mahkeme; 22/12/2010 tarihli ve E.2010/246, K.2010/302 sayılı kararla bozma ilamına uyarak tekrar incelemeye aldığı dosya kapsamında, bozma nedenine göre farklı bilirkişi kurulu ile yeniden keşif yapmış, keşif sonrası sunulan bilirkişi raporuna karşı tarafların itirazlarını toplamış ancak itiraz konusu hususların bozma kapsamı dışında kalarak kesinleştiğini ve söz konusu bilirkişi raporunun hükme elverişli olduğunu belirterek davanın kabulü ile kamulaştırılması talep edilen yerin yol vasfı ile Maliye Hazinesi adına tapudan terkinine, bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırma bedeli ve kamulaştırmadan artakalan kısım için bozma ilamında belirtilen oran olan %20 üzerinden değer düşüklüğünü de içerir 611,53 TL'nin toplam bedel olarak tespitine, bu durumda başvurucuya önceki karar gereği ödenen 856,00 TL'nin, fazla olan 244,47 TL'lik kısmının bankadan çekildiği tarihe kadar işlemiş yasal faizi ile birlikte başvurucudan tahsiline, başvurucunun maddi hataların düzeltilmesi ve faiz ödenmesi talepli karşı davasının da reddine hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 25/4/2011 tarihli ve E.2011/2600, K.2011/5559 sayılı ilamı ile "Mahkemenin ilk kararında kamulaştırmadan artan ve yararlanmaya elverişli olmadığı kabul edilen631,95 m²'lik kesimin de davacı İdare adına tesciline ve bilirkişi raporunda tespit edilen bedelinin malike ödenmesine karar verildiği, bu hususun bozma nedeni yapılmadığı, bozmadan sonraki kararda 631,95 m²'nin de Hazine adına tesciline karar verildiği halde bu kısım için tespit edilen bedelin malike ödenmesine karar verilmemiş olması" ve "İdarece fazladan ödenen bedelin davalı tarafından bankadan çekilmesine kadar işlemiş, varsa, mevduat faiziyle birlikte idareye ödenmesine karar verilmesi gerekirken yasal faizi ile ödeme kararı verilmesi" gerekçesine dayanarak İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ve temyiz peşin harcının istenilmesi hâlinde başvurucuya iadesine hükmetmiştir. Davacının karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/10/2011 tarihli ve E.2011/7972, K.2011/10574 sayılı ilamıyla taşınmazın KGM adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken tapudan terkinine karar verilmesi de doğru görülmemiş, bu yönden 25/4/2011 tarihli ilamın düzeltilmesine karar verilmiştir. Bozma ilamında belirtilen hususlar dikkate alınarak yeniden yapılan inceleme sonucu Mahkeme; 8/2/2012 tarihli ve E.2011/162, K.2012/20 sayılı kararı ile davanın kabulü ile kamulaştırılması talep edilen yerin yol vasfıyla KGM adına tapuya tesciline, kamulaştırmadan artakalan, yararlanmaya elverişli olmadığı kabul edilen 631,95 m² kısmın Hazine adına arsa vasfıyla tapuya tesciline, bu doğrultuda toplam kamulaştırma bedelinin 799,48 TL olarak tespitine, bu durumda başvurucuya 9/7/2009 tarihli karar gereği ödenen 856 TL ile son tespit edilen bedel arasındaki fark olan 056,52 TL'nin başvurucu tarafından bankadan çekildiği tarihe kadarişlemiş mevduat faizi ile birlikte davacı idareye iadesine hükmetmiştir. Mahkeme kararda davacı idarenin yapmış olduğu yargılama giderlerini 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca idare üzerinde bırakmış, ayrıca başvurucu lehine 200 TL vekâlet ücretinin davacı idareden alınmasına, davacı idare de kendisini vekille temsil ettirdiğinden 200 TL vekâlet ücretinin de başvuruculardan alınarak davacı idareye ödenmesine ve başvurucu tarafından açılan karşı davanın reddedilmesi sonucunda da bu davada vekil ile temsil olunan idare lehine 200 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesinin bu kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/6/2012 tarihli ve E.2012/6245, K.2012/7942 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucu tarafından aynı Daireye karar düzeltme isteminde bulunulması üzerine istem 21/1/2013 tarihli ve E.2012/13838, K.2013/688 sayılı ilam ile reddedilmiş ve başvurucu aleyhine takdiren 219 TL para cezasına hükmedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, ... asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, ... idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, ... taşınmaz malın malikine ... bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur. ...Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve ... Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. ...Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. . İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına . dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir...." 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a)Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü.c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d)Varsa vergi beyanını,e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, (.)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz...." 2942 sayılı Kanun'un "Kısmen kamulaştırma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kısmen kamulaştırılan taşınmaz malın değeri; ... b) Kamulaştırma dışında kalan kısmın kıymetinde, kamulaştırma nedeniyle eksilme meydana geldiği takdirde; bu eksilen değer miktarı tespit edilerek, kamulaştırılan kısmın (a) bendinde belirtilen esaslar dairesinde tayin olunan kamulaştırma bedeline eksilen değerin eklenmesiyle bulunan miktardır. ... (b) ve (c) bentlerinde sözü edilen bedelin düşüş ve artış miktarları, 11 inci maddede belirtilen esaslara göre bedel takdiri suretiyle tespit olunur." 2942 sayılı Kanun 'un "Giderlerin ödenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "10 uncu madde uyarınca mahkeme heyetinin harcırahları, 15 inci madde uyarınca mahkemece oluşturulan bilirkişilerin ve keşifte dinlenilen muhtarın mahkemece takdir edilecek ücretleri ile, tapu harçları ve bu Kanunun gerektirdiği diğer giderler kamulaştırmayı yapan idarece ödenir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2307 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamaması, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu un uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişmesi, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen süre için kamulaştırma bedeline faiz işletilmemesi, kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama gideri ve vekâlet ücreti olarak ödenmek zorunda kalınması, davanın makul sürede tamamlanmaması, kamulaştırmadan dolayı mesleki faaliyetlerin gerçekleştirilememesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkı ile özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının, hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) PKK/KCK terör örgütünün ceza infaz kurumları yapılanmasına yönelik başlatılan soruşturma kapsamında 9/6/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlik 10/6/2020 tarihinde başvurucunun "örgüte müzahir ve kanuna aykırı gösterilere katıldığı ve PKK/KCK kapsamında ceza infaz kurumlarında tutuklu veya hükümlü bulunan yahut tahliye edilen kişiler ile etkisiz hale getirilen örgüt mensuplarının aileleriyle devamlı olarak iletişim halinde olduğu" gerekçesiyle isnat edilen suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karara itirazı, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 22/6/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılık 24/6/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun hakkında tutuklama kararına konu olan suçtan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, KCK hakkında bilgiler verilerek başvurucunun KCK/TM Kurumlar Koordinasyonu ile bağlantılı olduğu ve bu yönde faaliyette bulunduğu iddia edilmiştir. İddianamede suçlamalara esas alınan temel olgular ve değerlendirmeler şöyledir:i. PKK/KCK terör örgütünün ceza infaz kurumlarında İç Koordinasyon ve Dış Koordinasyon olmak üzere ikili bir yapılanmaya gittiği, avukatlar, ziyarete gelen aileler ve örgütsel faaliyet içinde bulunan diğer şahıslar aracılığıyla Dış Koordinasyondan gelen bilgilerin ceza infaz kurumlarındaki İç Koordinasyon Hukuk Komitesi tarafından kullanıldığı, bu kapsamda ceza infaz kurumlarındaki örgüt mensuplarının duruşmalarda yapacakları savunmalar ile verecekleri ifadelerin içeriğinin belirlendiği, ayrıca ceza infaz kurumlarına PKK/KCK'dan tutuklu/hükümlü statüsüyle yeni gelen kişiler hakkında Dış Koordinasyondan rapor istendiği, gelen raporlara göre ceza infaz kurumundaki yasa dışı örgütsel faaliyetlere katılıma izin verildiği yahut bu kişilerin "ajan, itirafçı" ilan edilerek haklarında teşhir, dışlanma ve öldürülme gibi yaptırımların uygulandığı ileri sürülmüştür.ii. Başsavcılık, başvurucunun örgütün Dış Koordinasyon yapılanmasında faaliyet gösterdiğini ileri sürmektedir. Buna göre PKK/KCK terör örgütü ile iltisaklı oldukları gerekçesiyle kapatılan TUHAD-DER (Tutuklu Hükümlü Aileleri Demokratik Hukuk ve Dayanışma Derneği) ve TUHAD-FED (Tutuklu Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu) isimli derneklerin yerine aynı doğrultuda örgütsel faaliyetlerin devam ettirilebilmesi amacıyla TUAY-DER'in(Diyarbakır Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Yardımlaşma Derneği) kurulduğu, derneğin PKK/KCK terör örgütünün ülkemizdeki yapılanmalarını bir araya getirmek ve koordine etmek amacını taşıyan KCK/TM Kurumlar Koordinasyonuna bağlı faaliyet yürüttüğü ve bu kapsamda ceza infaz kurumlarında bulunan örgüt mensupları ve aileleriyle ilgilendiği, ayrıca tahliye olan şahısların terör örgütü ile bağlantılarını devam ettirmeleri için ziyaretlerde bulunduğu belirtilerek başvurucunun da TUAY-DER'in başkan yardımcısı olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda başvurucunun çok sayıdaki telefon konuşmalarının içeriklerine yer verilmiştir. Görüşme içerikleri üzerinden başvurucunun PKK/KCK kapsamında ceza infaz kurumlarında tutuklu/hükümlü olan kişilerin aileleriyle iletişim hâlinde olduğu ve tahliye olan kişilerin durumunu takip ettiği iddia edilmiştir.iii. Başvurucunun PKK/KCK'yla iltisaklı olduğu belirtilen yayın organlarının çağrılarıyla uyumlu olarak farklı tarihlerde çeşitli içerikteki (güvenlik güçleriyle yapılan çatışmalarda etkisiz hâle getirilen terör örgütü mensuplarının cenazesine katılmak, mezarlıklarını ziyaret etmek, örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın tecrit altında tutulduğu iddiasıyla yapılan açlık grevlerinde yer almak vd.) eylem, toplantı ve basın açıklamalarına katıldığı ileri sürülmüştür. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2020/195 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 3/7/2020 tarihli tensip duruşması sonunda yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu 13/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme yargılama süreci sonucunda yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle 8/12/2020 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bu karara karşı Başsavcılık istinaf kanun yoluna başvurmuş ve Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkeme bozma kararı sonrası yürüttüğü davada 15/9/2022 tarihinde aynı gerekçeyle başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Anılan karara karşı Başsavcılık, istinaf kanun yoluna başvurmuş olup başvurucu hakkındaki dava başvurunun inceleme tarihi itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25041 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; savunma hakkının kısıtlanması, koşulları oluşmasına karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Eczacı olan başvurucunun tahrif edilmiş reçetelere dayalı olarak fatura düzenlediği şüphesiyle hakkında soruşturma başlatılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 11/3/2003 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 20/9/2005 tarihli kararı ile başvurucunun müsnet suçlardan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/4/2008 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonucunda Mahkemenin 9/7/2008 tarihli kararı ile başvurucunun resmî belgede sahtecilik ve kamu kurumunu dolandırmak suçlarından hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay bozma ilamında 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasanın maddesi ile değişik CMK 'nun 231 maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının taktir ve değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu belirtilmiştir. Mahkememizce usul ve yasaya uygun bulunan Yargıtay Bozma ilamına uyalarak yeniden yargılama yapılmıştır.Mahkememizde yapılan yargılama sonunda tüm dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere sanık Murat İzmirlioğlu'nun resmi belgede sahtecilik ve kamu kurumunu dolandırmak suçlarını işlediği anlaşıldığından cezalandırılmasına karar verilmiştir.Mahkememizce suçun işlenmesindeki özellikler sanığın suç işleme konusundaki eğilimi gözönüne alındığında yeniden suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat oluşmadığından CMK 231/5-6 maddesinde düzenlenmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına taktiren yer olmadığına karar verilerek sanık hakkında aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/3/2014 tarihli kararı ile resmî belgede sahtecilik suçu yönünden kurulan hükmün onanmasına, kamu kurumunu dolandırmak suçu yönünden kurulan hükmün ise dava zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle bozulmasına ve davanın bu suça ilişkin kısmının düşürülmesine karar verilmiştir. Başvurucu 8/10/2014 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 6/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17375 | Başvuru, savunma hakkının kısıtlanması, koşulları oluşmasına karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı işlemi esnasında atılan slogan nedeniyle hükmedilen hapis cezasına ilişkin olarak verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/18781, 2014/18782 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2014/18780 numaralı dosyayla birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Sırasıyla 1993, 1992 ve 1992 doğumlu olan başvurucular, olay tarihinde öğrencidir. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurları 14/5/2012 günü sabah erken saatlerde, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri kapsamında yaşanan toplumsal olaylarla ilgili olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) tarafından verilen yakalama, arama, elkoyma ve inceleme kararını uygulamak üzere Kadıköy ilçesinde bulunan Paylaşma ve Dayanışma Derneğine (Dernek) ait apartman dairesine gelmiştir. Dernekte bulunan kişiler ile kimlik kontrolü ve arama yapmak isteyen polisler arasında ilgili mahkemenin arama kararı hakkında tartışma yaşanmıştır. Bu sırada polis, hakkında yakalama emri bulunan başvurucu Furkan Çelik'i tespit ederek yakalamıştır. Gerekli adli işlemlerin yapılması amacıyla başvurucu Furkan Çelik'in polis merkezine götürülmek istenmesi üzerine başvurucular polislere direnmiş ve taraflar arasında fiilî temas yaşanmıştır. Polis, mahkeme emrinin gereğinin yapılmasını engelleyen ve saldırgan davranışlarda bulunan başvurucuları gözaltına almıştır. Başvurucular bu süreçte ve sonrasında polis araçları içinde "Katil polis hesap verecek, direne direne kazanacağız, baskılar bizi yıldıramaz." şeklinde sloganlar atmıştır. Operasyonda görevli polislerin şikâyeti üzerine Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmada başvurucuların tamamının polis memurlarına görevlerini yaptırmamak için direnme ve görevlerinden dolayı polis memurlarına hakaret suçlarından, ilave olarak polis aracının şoför koltuğunu tekmeleyen başvurucu Oğulcan Akdoğan'ın kamu malına zarar verme suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi 13/5/2014 tarihli kararında aşağıdaki gerekçelerle başvurucuların görevli polis memurlarına görevlerinden dolayı hakaret suçundan ayrı ayrı ve sonuç olarak 13 ay ve 3 gün, görevli memurlara görevlerini yaptırmamak için direnme suçundan ise 7 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve her iki hükmün de açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir:"...Suç tarihinde usulüne uygun olarak alınan arama kararı gereğince müşteki polis memurlarının sanıkların bulunduğu dernek binasına geldikleri, kapıyı çaldıktan sonra sanıkların açması üzerine kimlik tespiti ve arama yapmak istedikleri, sanıkların mahkeme kararını görmek istedikleri, müştekiler ile aralarında bu nedenlerle tartışma yaşandığı, dernek binasında bulunan hakkında yakalama kararı bulunan sanık Furkan’ın götürülmek istenmesi üzerine, sanıkların müştekilere direndikleri, cebir ve şiddet gösterdikleri, binadan çıkarılırken ‘Katil polis hesap verecek, direne direne kazanacağız, baskılar bizi yıldıramaz.' şeklinde hakaret ettikleri, polis aracında da cebir şiddet ve hakaretlerine devam ettikleri, aracın koltuklarını tekmeledikleri, bu şekilde üzerlerine atılı direnme ve hakaret suçlarını işledikleri sabit kabul edilmiştir.Her ne kadar sanık Oğulcan hakkında kamu malına zarar vermek suçundan dolayı cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış ise de, mala zarar verme suçunun kasten işlenen suçlardan olduğu, sanığın koltuğa tekme atması sonucu dikkati dağılan şöförün aracı kaldırıma vurmasında sanığın mala zarar verme kastının varlığından söz edilemeyeceğinden, unsurları oluşmayan suç nedeniyle bu suçtan dolayı beraat kararı verilmesi gerekmiştir.Sanıkların aksi kanıtlanamayan savunmalarına ve bu savunmaları destekleyen doktor raporlarına göre müştekilerin zor kullanma yetkilerini aşarak sanıklara davranış ve hareketleri nedeniyle haksız tahrik altında suç işledikleri kabul edilerek, sanıkları cezalarının haksız tahrik nedeniyle indirilmelerine karar verilmiştir..." Başvurucuların bu karara itirazı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince 14/10/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı 3/11/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.... (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz." 5237 sayılı Kanun'un "Görevi yaptırmamak için direnme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18780 | Başvuru, gözaltı işlemi esnasında atılan slogan nedeniyle hükmedilen hapis cezasına ilişkin olarak verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 17/6/2019 tarihinde öğrendikten sonra 16/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23980 | Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mazbut vakıflar arasına alınan bazı vakıfların cemaat vakıflarından olmadığı gerekçesiyle taşınmazlarının iade edilmemesi ve bu vakıfların mazbutluk statüsünün kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 4/9/2015 ve 17/9/2015 tarihlerinde yapılmışlardır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/15816, 2015/15292, 2015/15293 ve 2015/15294 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu bakımından hukuki irtibat sebebiyle 2015/15215 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Osmanlı Dönemi'nde ilk defa 16 Şubat 1328 (1912) tarihli “Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanun-u Muvakkat” ile tüzel kişilere taşınmaz mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Bu nedenle gayrimüslim cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazlar, söz konusu düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1912 yılına kadar üçüncü kişiler adına tescil edilmiş olup bu işleme de nam-ı müstear veya nam-ı mevhum denmiştir. Anılan Kanun'la tüzel kişilere bu tarihten sonra taşınmazlarda temellük ve tasarruf imkânı sağlanmış, ayrıca tüzel kişilerin bu tarihte fiilen tasarrufları altında olup başkaları adlarına tapuya tescil ettirdikleri mallarının da kanunda öngörülen koşullar dâhilinde kendi adlarına tescil edilmesine olanak sağlanmıştır. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan vakıf müessesesi 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un maddesinde Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan vakıfların ise Medeni Kanun'a tabi olacağı belirtilmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 80). Bu doğrultuda 5/6/1935 tarihinde kabul edilen 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun maddesinde, gayrimüslim cemaatlerce idare edilen vakıflar, mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunmak üzere mülhak vakıflar arasında sayılmış; bu Kanun'un maddesinde de vakıfların tasarruflarında bulunan taşınmazların vakıf kütüğüne ve tapu siciline tescil edilmesi öngörülmüştür. Ayrıca aynı Kanun’un geçici maddesinde de gayrimüslim cemaat vakıflarını idare eden kişilerce bu vakıflara ait bütün malların, gelirlerin ve bunları sarf ettikleri yerlerin birer beyanname ile Vakıflar İdaresine bildirilmesi düzenlenmiştir. Uygulamada 1936 Beyannamesi olarak adlandırılan bu bildirimler, Yargıtay tarafından vakıf senedi olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Dönemi'nde 1912 yılına kadar tüzel kişilerin taşınmazlarını kendi adlarına tapuya tescil ettirememeleri sebebiyle çoğunlukla bir nam-ı müstear ya da nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazlar bakımından Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2/12/1942 tarihli ve 3/25 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile 2762 sayılı Kanun'un maddesine göre bu tür taşınmazların vakıf adına idari yoldan tapuya tescil edilebilmesi için kayıt sahibinin muvafakatına ihtiyaç olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık 2762 sayılı Kanun’un maddesine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/7/1956 tarihli ve 1972 sayılı tefsir kararında, nam-ı müstear veya nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazların kayıt malikinin rızası aranmaksızın cemaat vakıfları adına tapuya tescil edilebilecekleri belirtilmiştir. Bu kararın ilgili kısımları şöyledir:"... Şu halde yukarda izah edildiği veçhile kanun vazu gerek 16 Şubat 1328 tarihli kanun ve gerekse 2762 sayılı kanunun 44 üncü maddesinde koyduğu hükümlerle ondan evvel hükmi şahısların gayrimenkule tasarruf hakkının memnu olmasından doğan ıztırar ile tapuda cemaatlerle münasebeti olan mevcut veya mevhun hakikî şahıslar üzerinde kaydedilmiş ve fakat fiilî tasarruf ve intifaı cemaat vakıflarına ait olduğu 44 üncü maddede yazılı karinelerle bir hakikat olarak kabul edilmiş bulunan gayrimenkullerin cemaat hükmi şahısları namına kayıtlarının tashihi için tapuca bu mallar kendi uhdelerinde mukayyet görünen şahısların rıza ve muvafakatlerine ihtiyaç olmadan tescili kanun vazıının matlûp ve maksudu olduğuna şüphe edilemez..." Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8/5/1974 tarihli ve E.1971/2-820, K.1974/505 sayılı kararıyla cemaat vakıflarının 1936 yılında verdiği beyannamelerin vakıfname olarak kabulünün zorunlu olduğu, vakıfnamelerinde mal ya da bağış kabul edebilecekleri yönünde açıklık bulunmayan vakıfların ise gerek doğrudan gerekse vasiyet yoluyla taşınmaz mal iktisap edemeyecekleri belirtilmiştir. Benzer yaklaşım, Danıştay tarafından da benimsenmiştir (Danıştay Onuncu Dairesinin 26/5/1982 tarihli ve E.1982/3285, K.1982/1413 sayılı; 26/3/1992 tarihli ve E.1991/1596, K.1992/1144 sayılı kararları). 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Kanun’un maddesiyle 2762 sayılı Kanun’un maddesine eklenen fıkralarla yapılan değişiklikle, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın cemaat vakıflarının Bakanlar Kurulunun izniyle dinî, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilmelerine ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilmelerine olanak sağlanmıştır. Bu kanun değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru da Anayasa Mahkemesinin 27/12/2002 tarihli ve E.2002/146, K.2002/201 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karardan sonra da 2/1/2003 tarihli ve 4778 sayılı Kanun’la yapılan düzenleme ile Bakanlar Kurulu yerine Vakıflar Genel Müdürlüğünün izninin yeterli olacağı hükmü getirilmiştir. 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesi ile 2762 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. 5737 sayılı Kanun'un maddesinde cemaat vakıfları; vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflar olarak tanımlanmıştır. Bu Kanun'un maddesiyle de önceki yasal düzenlemelerden farklı olarak cemaat vakıflarına herhangi bir makamdan izin almaksızın ve vakıf amacıyla öngörülen hizmetleri gerçekleştirme koşulu aranmaksızın mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Anılan maddenin iptali için yapılan başvuru ise Anayasa Mahkemesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2008/22, K.2010/82 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bunun yanı sıra 5737 sayılı Kanun’un geçici maddesi ile 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup hâlen bu vakıfların tasarruflarında bulunan, nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile 1936 Beyannamesi'nden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on sekiz ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmeleri hükme bağlanmıştır. 5737 sayılı Kanun'a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle eklenen geçici maddesinin birinci fıkrası ile cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları, 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları ve 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmelerinin tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmesine olanak tanınmıştır. Ayrıca maddenin ikinci fıkrasında da cemaat vakıfları tarafından satın alınmış, cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödeneceği düzenlenmiştir.B. Başvuruya Konu İdari ve Yargısal Süreçler Vakıflar Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) İdare Meclisi 28/2/1968 tarihinde Salkım Söğüt Aya Terapi Ayazması ve İlk Mektebi Vakfının, 3/11/1977 tarihinde de Edirnekapı Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfının mazbut vakıflar arasına alınmasına karar vermiştir. Başvurucular 25/8/2009 tarihinde İstanbul Noterliği aracılığıyla Genel Müdürlüğe ihtarnameler göndererek anılan vakıfların mazbut hâlinin sona erdirilerek yönetiminin tekrar cemaatlerine bırakılmasını talep etmişlerdir. Başvurucular ayrıca 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca bu vakıflara ait olduğunu belirttikleri taşınmazların cemaat arasından oluşturulacak vakıf yönetimine iade edilmesi taleplerini iletmişlerdir. İdare 5/7/2010 ve 7/7/2010 tarihlerinde söz konusu vakıfların cemaat vakıfları listesinde yer almadığı gerekçesiyle başvurucuların taleplerini reddetmişlerdir. Başvurucular bu idari işleme karşı Edirnekapı Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı yönünden İstanbul İdare Mahkemesinde 13/9/2010 tarihinde; Salkım Söğüt Aya Terapi Ayazması ve İlk Mektebi Vakfı yönünden İstanbul İdare Mahkemesinde 24/11/2010 tarihinde ayrı ayrı iptal davaları açmışlardır. İstanbul İdare Mahkemesi 27/7/2011 tarihinde ve İstanbul İdare Mahkemesi de 26/1/2012 tarihinde davaların reddine karar vermiştir. Kararların gerekçesinde, söz konusu vakıfların 28/2/1968 ve 3/11/1977 tarihlerinde mazbut vakıflar arasına alındığı vurgulanmıştır. Ayrıca mazbut hâle gelen bir vakfın zaman içinde mazbut olmaktan çıkarılmasına hukuken ve fiilen imkân bulunmadığı açıklanmıştır. Son olarak söz konusu vakıfların cemaat vakıflarından olmadığı gerekçesine dayalı olarak 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesine göre yapılan başvurunun reddi işleminin hukuka aykırı olmadığı kabul edilmiştir. Başvurucuların temyiz ettikleri kararlar Danıştay Onuncu Dairesince 8/4/2015 tarihinde onanmışlardır. Nihai kararlar başvuruculardan HaralambosSakati'ye 19/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, tebligat yapılmayan diğer başvurucuların ise kendi beyanlarına göre bu kararlardan 24/8/2015 ve 1/9/2015 tarihlerinde haberdar olmuşlardır. Başvurucular 4/9/2015 ve 17/9/2015 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 864 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:"Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından mukaddem vücude getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından sonra vücude getirilecek tesisler, Kanunu Medeni ahkamına tabidir." 2762 sayılı mülga Kanun'un maddesi kabul edildiği şekliyle şöyledir:"4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardanA - Bu kanundan önce zaptedilmiş bulunan vakıflar,B - Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan vakıflar,C - Mütevelliliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar,Ç - Kanunen veya filen hayrî bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,D - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şartedilmiş vakıflar,Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir...." 2762 sayılı mülga Kanun'un 4778 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:"Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler." 2762 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: "Bu kanunun neşri tarihinden en az on beş yıl evvelinden beri vakıf olarak tasarruf edildikleri vergi kayıtları icar kontratları ve eşhası hükmiyenin gayri menkule tasarruflarına dair olan 16 Şubat 1328 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve müesseselerin hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle vakıf kütüğüne kaydolunurlar. Bu kayıt vakıflar idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayri menkullerin kayıtlarına işaret ve keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan tarihinden itibaren iki yıl içinde dava yolu ile bir güna itiraz olunmadığı takdirde o malların vakıf olarak kati tescilleri yapılır,ve tapuları verilir. Tapu kayıtlarına işaret edilecek gayri menkullere ait davalarda vakıflar idaresi ve varsa mütevelli de birlikte hasım olur. Bundan başka, vakıflar idaresinin 1515 sayılı kanun hükümlerinden istifade hakkı mahfuzdur." 2762 sayılı mülga Kanun’un geçici maddesi şöyledir: "A - Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini, varidat membalarını ve bunların sarf ve tahsis mahallerini, geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar. B - Yukarki fıkra mucibince beyanname vermiş olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu ilmühaberi hamil olan kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam ederler. C - Birinci fıkrada yazılı müddet içinde beyanname vermemiş olanlar vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir sebebe müstenit değilse veya verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten derhal azlolunurlar. Ç - Vakıflar idaresine verilecek beyannamelerin verildikleri tarihten itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdiki mecburidir. Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde yalnız mukannen masraflar tasdik edilmiş sayılır.D - Beyannameler muhteviyatının vesika ve teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya teamüllerin bu kanunun neşrinden evvel mevcut ve merî`i bulunması şarttır.E - Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı zaman mevcut olan ferilerden gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce mütevellisi olmadığından veya mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat idare edemediklerinden dolayı idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar şimdiye kadar olduğu gibi vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri tatbik olunur." 2762 sayılı mülga Kanun'a 19/7/2003 tarihli ve 4928 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici madde şöyledir:"Cemaat vakıfları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde 1 inci maddenin yedinci fıkrası uyarınca tescil başvurusunda bulunabilirler." Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları Hakkında Yönetmelik 4/10/2002 tarihli ve 24896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmelik doğrultusunda Genel Müdürlük tarafından kabul edilen 11/10/2002 tarihli ve 2002/3 sayılı Genelge'nin ekinde, gayrimüslim cemaatlere ait yüz altmış vakıflık bir liste bulunmaktadır. Başvuruya konu vakıflar ise bu listede yer almamaktadır. Bu Genelge'de belirtilen vakıflar, Genelge'nin maddesinde şu şekilde açıklanmıştır:''...vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfların...'' 5737 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...1936 Beyannamesi: Cemaat vakıflarının 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince verdikleri beyannameyi,Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,...Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,...ifade eder." 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Cemaat vakıflarının;a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır." 5737 sayılı Kanun'a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile eklenen geçici madde şöyledir:"Cemaat vakıflarının;a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) zaman bakımından yetkiye ilişkin içtihadı yönünden bkz. Emin Acar (B. No: 2014/333, 4/10/2017, §§37-42) kararı. Saint-Vincent-De-Paul Şefkat Rahibeleri Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No: 19579/07, 27/1/2015) kararına konu olayda başvurucu cemaat, vakıflarının iadesine ilişkin yasal düzenleme çerçevesinde taşınmazlarının iadesini talep etmiştir. Ancak başvurucunun bu talebi cemaat vakıfları listesinde bulunmadığı gerekçesiyle idare tarafından reddedilmiştir. AİHM başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal edildiği, taşınmazların başkaları adına kaydedildiği ve ihtilaf konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden çok önce değiştiği tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak anlık bir eylem teşkil ettiğini hatırlatmış, başvuruyu Sözleşme hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz görmüştür (Saint-Vincent-De-Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, § 51). AİHM başvurucunun açtığı dava yönünden ise başvurucunun cemaat vakıfları listesinde olmadığı gerekçesiyle talebinin reddedildiğine dikkati çekerek mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasını konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Saint-Vincent-De-Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, §§ 58, 59). AİHM Sözleşme'nin maddesinin ihlaline ilişkin iddia yönünden ise cemaatin söz konusu mülkleri ve yetimhane binalarını 1997'de terk etmek zorunda kaldığını belirterek başvurunun altı aylık süresi içinde yapılmadığına karar vermiştir (Saint-Vincent-De-Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, § 64). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15815 | Başvuru, mazbut vakıflar arasına alınan bazı vakıfların cemaat vakıflarından olmadığı gerekçesiyle taşınmazlarının iade edilmemesi ve bu vakıfların mazbutluk statüsünün kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 18/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan başvurucu, 16/5/2000 tarihinden itibaren Türkiye Kızılay Derneği Türk Kızılayı Kartal Tıp Merkezi İktisadi İşletmesinde (Kurum) çalışmaya başlamış, en son Strateji Pazarlama Uzmanı ve Mali işler Yönetim Birimi sorumlusu olarak görev yapmakta iken 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında 20/2/2017 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti, işe iadesi ile haksız fesihten kaynaklanan tazminat ve hak ettiği ücretlerinin ödenmesi talebiyle işveren aleyhine 15/3/2017 tarihinde işe iade davası açmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu; feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu, savunması alınmadan ve somut bir sebebe dayanmadan iş akdinin feshedildiğini, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile hiçbir alakasının olmadığını ileri sürmüştür. İşveren Kurum cevap dilekçesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı (Emniyet) tarafından gönderilen listeye istinaden başvurucunun iş akdinin feshedildiğini, bu kapsamda Emniyete ve İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) müzekkere yazılmasını talep etmiştir. Mahkeme, yargılama sürecinde Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığına (MİT), Jandarma Genel Komutanlığına, Emniyete, Başsavcılığa, Bank Asyaya müzekkereler yazmış; çeşitli tarihlerde açtığı duruşmalarda başvurucunun tanıklarını dinlemiştir. Bank Asyadan gelen cevabi yazıyla başvurucunun hesap bilgisi iletilmiş ve buna ilişkin doküman dosyaya gönderilmiştir. Tanıkların bir kısmı başvurucunun Bank Asya hesabından bahsetmiş, Bank Asyada müdür olarak çalışan Ç.nin başvurucunun yakın arkadaşı olduğunu beyan etmiştir. Bank Asyadan gelen cevabi yazıda, başvurucuya ait 4450908 No.lu hesaba ilişkin olarak 28/2/2014 ile 3/11/2015 tarihleri arasındaki hesap hareketleri gönderilmiştir. Söz konusu yazı kapsamında hesabın hangi tarihte açıldığı, önceki hesap hareketlerinin ne olduğu hususu tespit edilememekle birlikte başvurucunun 750 TL ile 000 TL arasında çeşitli hesap hareketlerinin (havale, EFT, para çekme, katılım hesabı açma vb.) bulunduğu görülmüştür. Bu kapsamda Ç. ile de havale işlemlerinin olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme 18/9/2018 tarihli karar ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Dosya içerisinde bulunan 20/02/2017 tarihli fesih bildiriminde '...yönetim kurulunun 16/02/2017 tarih ve 3 sayılı toplantısında 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında kurumumuz bünyesinde çalışan personel hakkında yapılan çalışmalar çerçevesinde 23/07/2016 tarih 29779 sayılı resmi gazetede yayınlanan 667 sayılı ve 27/07/2016 tarih 29783 sayılı resmi gazetede yayınlanan 668 sayılı kanun hükmünde kararnameler kapsamında 4857 sayılı İş Kanununun 25/2-e bendine istaneden iş akdinizin 20/02/2017 tarihi itibariyle tazminatsız olarak derhal feshedilmesine karar verilmiştir.' denildiği, Bank Asya'dan getirtilen davacıya ait banka hesap hareketlerinin incelenmesinde; davacının FETÖ Terör Örgütü ile irtibatlı Bank Asya'da 21/04/2014 tarihinde katılım hesabı açtığı, değişik tarihlerde yüklü miktarlarda para transferi yaptığı görülmekle davalı tarafından yapılan feshin haklı ve geçerli nedene dayandığı anlaşılmakla davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; MİT, Emniyet ve Jandarmadan gelen yazılarda kendisinin FETÖ/PDY ile irtibatının olmadığı hususunun belirtildiğini, Başsavcılık tarafından verilen cevapta da hakkında herhangi bir soruşturma dosyasının olmadığının bildirildiğini, yargılama kapsamında dinlenen tanıkların adı geçen örgüt ile alakasının olmadığı yönünde beyanda bulunduklarını belirtmiştir. Bank Asya hesabına ilişkin olarak yaptığı savunmasında ise bir tanıdığı olan Ç.nin Bank Asyada çalıştığını, satış hedefini tutturmak adına hesap açma ve bankacılık işlemleri yapma noktasında kendisini ikna ettiğini, Ç.ye yardımcı olmak amacıyla hesap açtırdığını ve bankacılık işlemlerini buradan yürüttüğünü beyan etmiş; Ç. 2015 yılı Kasım ayında işten ayrılırken bu hesabı kapatmak istediği hâlde Bankaya el konulması sebebiyle bunun mümkün olmadığını belirtmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 29/1/2010 tarihli kararı ile istinaf talebinin kısmen kabulüne, gerekçeli kararın kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: " Başsavcılığı, Emniyet ve Jandarma kurumları vasıtasıyla davacı hakkında yapılan araştırmadan davacı hakkında soruşturma dosyası bulunmadığı anlaşılmıştır. Davacının Asya Katılım Bankası AŞ'de 22/09/2014 tarihinde katılım hesabı açtırıp, yüksek meblağlarda transfer işlemlerinin gerçekleştirmesi nedeniyle iş akdinin davalı tarafından geçerli nedenle feshedildiği, ancak feshin haklı nedene dayandığının davalı tarafından makul ve inandırıcı delillerle kanıtlanamadığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesinin feshin aynı zamanda haklı nedene dayandığı yönündeki kararı isabetli değildir.Dosya kapsamı, ilk derece mahkemesi kararının dayandığı deliller, delillerin takdiri, karar gerekçesine göre istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olmak ve kamu düzeni kapsamında yapılan inceleme sonucunda davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile feshin geçerli nedene dayandığı, ancak haklı nedene dayanmadığı anlaşılmakla, ilk derece mahkemesi kararının gerekçesinde hata edilmesi nedeniyle HMK 353/1-b-2 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına oy birliği ile karar vermek gerekmiş olup, aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Nihai karar 21/2/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11615 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/9/1997 tarihine kadar Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde T. Emekli Sandığına tabi memur (öğretmen) olarak görev yapmıştır. Söz konusu tarihte Ankara Kurtuluş Lisesinde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni iken kurumundan istifa ederek TED Ankara Kolejinde öğretmen olarak meslek hayatına devam eden başvurucu, Sosyal Sigortalar Kurumundan 1/7/2001 tarihinde emekli olmuştur. Anayasa Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan "Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve" ibaresini, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. Bu karar 5/6/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olup 5/6/2010 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Başvurucu 24/4/2013 tarihli dilekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı hizmet süresi için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiştir. SGK 6/5/2013 tarihli yazıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Bu yazıda şahsa münhasır olan mahkeme kararlarının uygulanmak suretiyle ikramiye ödenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 28/6/2013 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme), talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali ve bahse konu emekli ikramiyesinin yasal faiziyle birlikte kendisine ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 7/5/2014 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 11/7/2012 tarihinde davalı idareye başvuruda bulunduğu, idarece başvurunun reddine yönelik 18/7/2012 tarihli işlemin tesis edildiği ve bu işleme ilişkin davanın işlemin tebliğ edildiği tarihten itibaren en geç altmış gün içinde açılması gerekirken 28/6/2013 tarihinde açıldığı belirtilmiştir. Karara itiraz edilmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu (Kurul), 31/3/2015 tarihli kararı ile itirazın reddine ve Mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme istemi üzerine Kurul bu defa onama kararını kaldırarak söz konusu istemin kabulüne, Mahkemenin 7/5/2014 tarihli kararının bozulmasına ve işin esası hakkında karar verilmek üzere dava dosyasının mahkemesine iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun Anayasa Mahkemesinin mezkûr iptal kararının doğurduğu hukuki sonuçlardan yararlandırılması istemiyle en son 24/4/2013 tarihinde yeniden yaptığı başvurusunun 6/1/1982 tarihli ve2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi kapsamındaki bir başvuru niteliğinde olduğu, bu başvurunun reddi yolundaki 6/5/2013 tarihli işlemin 9/5/2013 tarihinde tebliği üzerine 28/6/2013 tarihinde açılan davanın süresinde olduğunun kabulünün gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 17/5/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 22/9/1997 tarihinde istifa ettiğinin sabit ve ihtilafsız olduğu buna göre iş sözleşmesinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirecek şekilde sona ermediği ve 1/7/2001 tarihinde emekli olduğunun anlaşılması nedeniyle devlet memurluğunda geçen hizmet süreleri için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesine hukuken imkân bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 26/4/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüne, Mahkemenin 17/5/2017 tarihli kararının kaldırılmasına ve dava konusu işlemin iptaline kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Kanunların yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylar bakımından hüküm ifade edeceği yolundaki genel hukuk ilkesi uyarınca, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinde 17/1/2012 tarihli ve 6270 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik ile getirilen ve Sandığa tabi olarak geçen hizmet süreleri yönünden ikramiye ödenmesini hizmetin kıdem tazminatı ödenmesini gerektirecek şekilde sona ermiş olması koşuluna bağlayan düzenlemenin 6270 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 26/1/2012 tarihinden sonra emekli olanlara uygulanması gerektiği belirtilmiştir.ii. Anayasa Mahkemesinin 5/2/2009 tarihli iptal kararından sonra kanun koyucu tarafından 19/9/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanun'un maddesi ile getirilen düzenlemenin de Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2010/81, K.2011/78 sayılı kararı ile iptal edildiği hatırlatılmıştır.iii. Bu durumda yeni koşullara göre farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet süreleri birleştirilmek suretiyle aylık bağlananlara, Sandığa tabi hizmetlerinin kıdem tazminatı ödenmesini gerektirecek şekilde sona ermemiş olması veya son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye ayrılmamış olmaları nedeniyle kendilerine Sandığa tabi hizmetleri için ikramiye ödemesi yapılmayan ilgililere emekli aylıklarının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar gözetilerek 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre emekli ikramiyesi ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir.iv. Buna göre de farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet süreleri birleştirilmek suretiyle 6270 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 26/1/2012 tarihinden önce yaşlılık aylığı bağlandığı anlaşılan başvurucuya Emekli Sandığına tabi hizmet süresi için emekli ikramiyesi ödenmemesinde hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 24/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun 7/6/2019 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27431 | Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, görev yaptığı ilçeden başka bir ilçeye yapılan atamasının iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve aile bütünlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 1/11/2013 tarihinde Yalvaç Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 23/12/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 26/6/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Isparta ili Merkez ilçesi Süleyman Demirel Fen Lisesinde müdür yardımcısı olarak çalışmakta iken 2011/2012 eğitim-öğretim döneminde yatılı kız öğrencilere hakarete varan aşağılayıcı davranışlar gösterdiği, 2010 yılında okul pansiyonunda ücret ödemeden yediği yemek bedeli olan 272,50 TL’yi yasal faizi ile birlikte ödemediği iddiaları ile 12/4/2012 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. Yukarıda bahsi geçen soruşturma, 4/6/2012 tarihinde sona erdirilmiş olup 11/6/2012 tarih ve 663-7/41 sayılı soruşturma raporunun sonuç kısmında, disiplin yönünden başvurucunun uyarma cezasıyla tecziye edilmesi, idari yönden ise başvurucu hakkında daha önce yapılan 25/2/2011 ve 25/7/2011 tarihli soruşturma raporlarında teklif edilen “yöneticilik görevinin üzerinden alınarak” ibaresinin de değerlendirilerek başka bir okula atamasının yapılması ve mali yönden 272,50 TL’nin tahsilinin sağlanması teklif edilmiştir. Isparta Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü 13/7/2012 tarih ve 663-07/1813 sayılı işlemi ile ödeme hakkında kurumun müdürlüğüne ya da İl Milli Eğitim Müdürlüğüne bilgi vermemek suretiyle kayıtsızlık gösterdiği gerekçesiyle başvurucunun uyarma cezası ile tecziyesine karar vermişse de sicil ortalamasının çok iyi olması sebebiyle bu cezanın uygulanmamasına ancak 6/7/2012 tarih ve 3933 sayılı işlem ile soruşturma raporunda getirilen teklife dayalı olarak başvurucunun Yalvaç Fen Lisesine müdür yardımcısı ve felsefe öğretmeni olarak atanmasına karar vermiştir. Başvurucu, tahsilatı istenen yemek bedeline ilişkin olarak 2011 yılında da hakkında aylıktan kesme cezasının uygulanmasına dair işlem tesis edildiği ancak Isparta İdare Mahkemesinin 28/9/2012 tarih ve E.2012/256, K.2012/954 sayılı kararı ile bu işlemin iptal edildiğini gerekçe göstererek uyuşmazlık konusu bedeli yatırmamış, yer değiştirme işlemine ilişkin olarak ise Isparta İdare Mahkemesinde yürütmeyi durdurma talepli iptal davası açmıştır. Isparta İdare Mahkemesi, 19/9/2012 tarih ve E.2012/769 sayılı kararı ile başvurucunun yürütmeyi durdurma talebini reddetmiş, bunun üzerine başvurucu Antalya Bölge İdare Mahkemesinde itiraz yoluna başvurmuş ve Mahkeme 17/10/2012 tarih ve E.2012/1423 sayılı kararı ile itirazı kabul ederek yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Isparta İdare Mahkemesi, iptal davasının esasına ilişkin yaptığı değerlendirme neticesinde 22/2/2013 tarih ve E.2012/769, K.2013/163 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:“…Olayda, atama işleminin dayanağı disiplin soruşturması sonucunda; davacının, yersiz, tutarsız ve bir eğitimciye yakışmayan itham ve ifadelerle Milli Eğitim Müdürlüğü çalışanlarını zan ve töhmet altında bıraktığından bahisle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-ı maddesi uyarınca ‘kınama’ cezası, aynı okulda öğretmen olarak görev yapan Matematik Öğretmeni S. İ.’yi taciz ettiği, dışladığı, okulda yalnız bıraktığı, kötülediğinden bahisle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/A-h maddesi uyarınca ‘uyarma’ cezası ile cezalandırıldığı, yine öğrencisi O. Ç.’ye ‘Ben sana ne dedim, benden izinsiz oraya nasıl girersin de çalışırsın, senin canına okurum‘ şeklinde sözler sarfettiği gerekçesiyle 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun'un maddesinin bendi uyarınca ‘İhtar’ cezası ile cezalandırıldığı, anılan soruşturma raporunun sonuç kısmında da davacının "yöneticilik görevinin üzerinden alınarak başka bir okula atamasının yapılması" yolunda idari yönden getirilen teklif uyarına yöneticilik görevinden alınmadan il içinde naklen atanmasına ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği ve disiplin cezalarına karşı açılan davaların reddedildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, dosyada yer alan bilgi, belge ve soruşturma dosyasında yer alan tanık ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde, davacının görev yaptığı okulda güven ilişkisinin zedelendiği, kurum içinde ve dışında sıkıntılar yaşadığı açık olup; aynı okulda görev yapmasının çalışma huzur ve barışını bozacağı, eğitim öğretim hizmetlerini olumsuz yönde etkileyeceği sonucuna varıldığından kamu yararı ve hizmet gereklerine dayanılarak il içinde bir başka okula atanmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.…” Başvurucu, Mahkemenin gerekçesinde belirttiği uyarma, kınama ve ihtar cezaları ile ilgili olarak açılan iptal davalarının reddedilmiş olmasına karşın henüz yargı yollarının tüketilmediğini, söz konusu kararlar ile ilgili olarak itiraz ve temyiz istemlerinde bulunulduğunu, ayrıca dava konusu işlemin dayanağı olan soruşturma raporunun konusunun, bahsi geçen disiplin cezalarının değil ödenmeyen yemek parası ve öğrencilere kötü muamele yapılması hususlarının oluşturduğunu, Mahkemenin gerekçesini söz konusu disiplin cezalarına dayandırmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş ve davanın reddi kararına karşı Antalya Bölge İdare Mahkemesine itiraz yoluna başvurmuş, Mahkeme 31/5/2013 tarih ve E.2013/686, K.2013/1180 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Mahkemenin 11/9/2013 tarih ve E.2013/1692, K.2013/1874 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 2/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/11/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 10/6/1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yetiştirme ve ikmal kaynakları Bakanlıklar veya tüzel kişiliği haiz genel müdürlüklere bağlı olup il genel teşkilatı içinde birden fazla istihdam yerleri bulunan meslek, fen ve uzmanlık kadrolarına dahil görevlerden :A) İlçe idare şube başkanı sıfatını haiz olanlarla il merkezinde Devlet gelir, giderlerinin ve mallarının tahakkuk, tahsil, ödeme ve idaresiyle ilgili ikinci derecedeki müdürler, şube şefleri ve kontrol memurları, nakit muhasipleriyle, lise, orta ve o derecelerdeki okul müdür ve öğretmenleri, hastaneler mütehassıs hekimleri, Bakanlıklar veya tüzelkişiliği haiz genel müdürlükler tarafından tayin edilirler. B) Bunun dışında kalan bütün memurlar Bakanlıklar veya tüzelkişiliği haiz genel müdürlükler tarafından valilik emrine tayin edilerek il idare şube başkanının inhası üzerine valiler tarafından istihdam yerleri tesbit olunur;C) Yukardaki fıkralarda yazılı bütün memurların lüzumu halinde il içinde nakil ve tahvilleri mensup olduğu il idare şube başkanlarının inhası üzerine valiler tarafından icra edilmekle beraber mensup oldukları Bakanlıklar veya genel müdürlüklere sebepleriyle bildirilir.Yukarda (A, B) fıkraları dışında kalan il merkez teşkilatına bağlı memurlar ilgili idare şube başkanının inhası ile valiler tarafından tayin, nakil ve tahvil olunurlar.Tayin, nakil ve tahviller için gereken yolluk ödenekleri bütçe yılı başında ilgili Bakanlık veya genel müdürlüklerce valiler emrine gönderilir.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7983 | Başvurucu, görev yaptığı ilçeden başka bir ilçeye yapılan atamasının iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve aile bütünlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması ve uzun süre hâkim önüne çıkarılmama nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 7/11/2016 ve 3/1/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından 2017/14197 sayılı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/78 sayılı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). İstanbul Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmasına, sonrasında ise meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 19/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle bulunduğu ilçede dershane olmadığı için üniversite sınavlarına kendi imkânları ile hazırlandığını ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını, birinci sınıfta memlekete gidip gelerek eğitimini sürdürdüğünü, sonraki yıllarda Üsküdar'da tek başına kiraladığı bir evde kaldığını, herhangi bir özel yurtta ya da FETÖ/PDY'ye ait yurt ve evlerde kalmadığını, sohbet toplantılarına katılmadığını, örgüt ile iltisaklı gazete ve dergi aboneliğinin olmadığını, maaş hesabı dışında banka ve finans kuruluşlarına para transferi yapmadığını, mezun olduktan sonra o tarihlerde meslek sınavlarına hazırlık için dershane olmadığından herhangi bir dershaneye gitmediğini ve eğitim programına katılmadığını, hâkim-savcı adaylığı döneminde Albüm Hazırlama Kurulunda yer almadığını ve sınıf temsilciliği yapmadığını, 2002-2004 yılları arasında Pazarcık Cumhuriyet savcısı, 2004-2008 yılları arasında Kaman Cumhuriyet savcısı, 2008-2011 yılları arasında Şebinkarahisar Cumhuriyet başsavcısı, 2011-2014 yılları arasında İnebolu Cumhuriyet başsavcısı ve 2014 yılından sonra ise İstanbul Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığını, herhangi bir yurt dışı eğitimine veya mesleki ziyaret programına katılmadığını, FETÖ/PDY ile irtibatlı yurt ve benzeri kurumlara bağış yapmadığını, 2010 yılında yapılan HSYK üyesi seçimleri sırasında Şebinkarahisar Cumhuriyet başsavcısı olarak görev yaptığını, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı İ.K. ile birlikte oyunu kullandıktan sonra sonucu merak edip beklediklerini ancak müşahitlik yapmadığını, 2014 yılı HSYK üyesi seçimleri sırasında İstanbul'da olduğunu ve oy kullandıktan kısa bir süre sonra sandıkların kapandığını, merak edip birkaç sandığa baktığını ancak sayımlar uzun süreceği için fazla beklemediğini, müşahitlik ya da kamera çekimi yapmadığını, özel yetkili mahkeme veya savcılıklarda görev almadığını, 15 Temmuz 2016 tarihinde akşam nöbetçi olması nedeniyle eşiyle adliyede bulunduklarını, saat 00 sıralarında evlerine gittiklerinde televizyondan darbe girişimini öğrendiğini, darbe teşebbüsü sonrası için kesinlikle kendisine herhangi bir görev teklif edilmediğini, bu soruşturmayla ilişkilendirilme sebebinin 2011 yılında Şebinkarahisar'dan İnebolu'ya atanması üzerine 2010 yılında HSYK üyeleriyle görüşmesi ve son HSYK üyesi seçim sürecinde odasına gelen Yargıda Birlik Platformu (YBP) üyesi meslektaşlarına açıkça platforma oy vermeyeceğini söylemesi, bindiği serviste özel yetkili hâkim ve savcıların bulunması dolayısıyla onlarla yolculuk etmiş olmasından kaynaklanmış olabileceğini, örgütle herhangi bir ilgisi olmadığını ve suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Başsavcılık 19/7/2016 tarihinde, başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Başvurucu sorgudaki savunmasında Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/7/2016 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Soruşturma dosyası kapsamında toplanan deliller, şüphelilerin ifade ve savunmaları olaya ve şüphelilerin yakalanmasına ilişkin kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan tutanak içerikleri ile tüm soruşturma dosyası kapsamının hep birlikte değerlendirilmesi neticesinde şüphelilerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışına çıkarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırmayı amaçlayan ve bu amaç doğrultusunda Devletin çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına sızarak kamu gücünü kendi amaç ve doğrultularında kullanarak faaliyette bulunduğu kamuoyuna yansıyan birçok hazırlık soruşturması ve kamu davalarından anlaşılan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile bağlantılı olarak hareket ettikleri değerlendirilerek HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığının 16/7/2016 tarihli ön raporunda isim, görev ve sicilleri belirtilen adli Yargı Hakim ve Cumhuriyet savcıları ile idari yargı hakimlerinin 15/7/2016 tarihinde Silahı Terör Örgütü FETÖ/PDY'nin adına faaliyet gösteren 'Yurtta Sulh Konseyi' adı altında TRT'ye el konularak sıkıyönetim ilan edildiği ve Anayasa'nın askıya alındığının ilan edilerek TCK 312 maddesinde belirtilen suçu işledikleri değerlendirilen kişiler ile birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu belirtilerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 16/7/2016 tarih ve 2016/345 sayılı karar ile Hakimler ve Savcılar Kanununun 77/1 ve 81/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı olmak üzere ilgililerin görevlerine devamlarına, soruşturmanın selametine yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceğine kanaat getirilerek3 ay süre ile görevden uzaklaştırılmalarına karar verildiğinin anlaşıldığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 16/7/2016 tarih ve 2016/7900 dosya no 2016/9052 sayılı kararı ile adı geçen hakim ve Cumhuriyet savcıları hakkında FETÖ/PDY adlı silahlı terör örgütü üyesi oldukları ve bu kapsamda anayasayı ihlal, yasama organına karşı suç, hükumete karşı suç, Türkiye Cumhuriyetine silahlı isyan ve silahlı örgüt suçlarının işledikleri iddiasından dolayı durumun soruşturmayı gerektirdiğinden bahisle Hakimler ve Savcılar Kanununun maddesi. Uyarınca soruşturma izni verilmesi hususunda Kurul Başkanına Teklifte bulunulmasına karar verildiği ve HSYK Başkanı tarafından 16/7/2016 tarihinde soruşturma izni verilmesi yönündeki teklife olur verildiğinin görüldüğü, bu itibarla şüpheliler hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı işlenen suçlar soruşturma bürosunca soruşturma başlatıldığı ve İstanbul adliyesi ve mülhakatı olan Gaziosmanpaşa Adliyesinde görevli hakim ve Cumhuriyet savcıları hakkında soruşturma yürütülmek üzere işlemlerin başlatıldığı görülmüştür.Şüphelilerin HSYK Dairelerinin ve HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığının yapmış olduğu inceleme, değerlendirmeleri sonucunda FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün üyesi oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu değerlendirilmiş olup;1-Şüpheliler ...[diğerleri] ve Ümit Özkan'ın üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun yasada öngörülen ceza miktarı, işlediği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince ' var sayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları ve 5271 sayılı CMK'nın 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, nitekim FETÖ/PDY silahlı terör örgüt mensuplarının fırsat bulduklarında yasal ve gayri yasal yollarla yurt dışına kaçtıklarının daha önceden yapılan soruşturma dosyası içeriklerinden anlaşıldığı görülmüştür.Soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme ve tanıklar üzerindebaskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının maddesinde ifade olunan, ölçülülük ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheli açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak şüpheliler ve müdafilerinin serbest bırakılma istemlerinin reddi ile şüphelilerin üzerine atılı olan FETÖY/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 5271 sayılı CMK'nın Ve devamı maddeleri uyarınca ... tutuklanmalarına ... Karar verildi." Başvurucunun tutuklama kararına 25/7/2016 tarihinde yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/7/2016 tarihinde benzer gerekçelerle kesin olarak reddedilmiştir. Sonraki süreçte ilgili Sulh Ceza Hâkimliklerince başvurucunun tutukluk durumu değerlendirilmiş ve itirazları karara bağlanmıştır. Başvurucu söz konusu kararların kendisine tebliğ edilmediğini bildirmiştir. Başvurucu 2017/78 sayılı bireysel başvuru yönünden 7/11/2016 tarihinde, 2017/14197 sayılı bireysel başvuru yönünden ise 3/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 13/6/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle üzerine atılı suçu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede, suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. HSYK'nın başvurucuyu meslekten çıkardığı ve buna ilişkin kararın kesinleştiği belirtilmiştir.ii. HSYK tarafından meslekten çıkarılmasına karar verilen ve hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma açılan eski HSYK Daire üyesi T.G.nin başvurucunun 11/6/2014 tarihli kararname ile İnebolu Cumhuriyet başsavcılığından İstanbul Cumhuriyet savcılığına atanmasına ilişkin karara -mevcut görev yerinde kalması gerektiği yönünde- örgütsel dayanışma gereği muhalif kaldığı (muhalefet şerhinin bulunduğu) ileri sürülmüştür.iii. Hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma açılan ve HSYK tarafından meslekten çıkarılmasına karar verilen HSYK Müfettişi H.H.G.nin İnebolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2014 yılı denetiminde başvurucuya yüksek (85) not takdir ettiği belirtilerek söz konusu notun objektif kriterlerden ve yerleşik uygulamalardan uzak, örgütsel amaç ve politikalar doğrultusunda başvurucunun parlatılmasını, hakkındaki olumsuz düşüncelerin bertaraf edilmesini ve gelecekte önemli görevlere getirilmesini sağlama amacına yönelik olduğu ve örgütsel dayanışmanın bir göstergesi olduğu ileri sürülmüştür.iv. Soruşturma dosyası içinde bulunan HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığı Başmüfettişliğinin 26/4/2017 tarihli inceleme tutanağından bahsedilerek Yargıçlar ve Savcılar Birliğine (YARSAV) 2007, 2008, 2009 ve 2010 yıllarında yoğun bir üye kaydının olduğu, en yoğun üye kaydının 2010 yılında gerçekleştiği hatta 2010 yılında üye olanların sayısının son on yıl boyunca Derneğe üye olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının sayısının hemen hemen yarısına denk geldiği ve son on yıl içinde YARSAV'a üye olanların büyük bir çoğunluğunun FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakları nedeniyle meslekten çıkarılmalarına karar verilen kişiler olduğu -ifadelerde bahsedildiği üzere- FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı hâkim ve Cumhuriyet savcılarının örgüt yönetiminden aldıkları talimat doğrultusunda YARSAV'ı ele geçirebilmek için söz konusu Derneğe üye olduklarının değerlendirildiği, başvurucunun da bu kapsamda FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen'in şifreli şekilde gönderdiği ''YARSAV'a sızılarak ele geçirilmesi'' talimatı doğrultusunda 29/8/2007 tarihinde YARSAV'a üye olduğu iddia edilmiştir.v. Başvurucunun tutuklandıktan sonra tutukluluğunun infazı için 19/7/2016 tarihinde Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna kabulü yapılırken üzerinde birer adet 100 ve 1 Amerikan doları banknot bulunduğu, söz konusu paralardan özellikle 1 Amerikan dolarının terör örgütü lideri tarafından dağıtılmak üzere üyelerine iletilen ve örgüt mensubunun bu sıfatını ortaya koymaya yönelik olarak örgüt ile devamlılık ve süreklilik arz edecek şekilde organik bağ kurduğuna işaret eden delillerden biri olduğu yönünde tespitler bulunduğu belirtilerek başvurucunun da söz konusu 1 Amerikan dolarını bu maksatla sakladığı ileri sürülmüştür. vi. FETÖ/PDY tarafından hâkimlik ve savcılık sınavlarına girmeleri konusunda mensuplarına telkinlerde bulunulduğu ve bu sınavlara hazırlanmaları için hukuk fakültesi mezunları arasında çalışma evleri oluşturulduğu belirtilerek bu bağlamda Akşehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 8/11/2016 tarihinde FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan hakkında soruşturma yürütülen ve şüpheli sıfatı ile ifadesi alınan K.Y.nin "Ş.nin fakülteden arkadaşları olan E. ve Ç. ile birlikte hâkim-savcı adaylığı sınavına özel bir evde hazırlandığı ve kendisi ile birlikte Ümit Özkan'ın da bu sınavı kazandığı, bu yapıdan olan şahısların Kadıköy, Bakırköy ve Sultanahmet Adliyelerinde kümeleştikleri, Ümit Özkan'ın da İstanbul Adliyesinde staj yaptığını bildiği" yönünde anlatımları olduğu belirtilmiştir.vii. Tanık T.nin ifadesine değinilmiştir. Tanığın dosya kapsamında yer alan 1/8/2016 tarihinde İnebolu Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde özetle "İnebolu Kapalı M Tipi Ceza İnfaz Kurumunda psikolog olarak çalıştığını, 2015 yılında kendisi ve bazı kurum çalışanları hakkında disiplin soruşturması başlatıldığını ve Ümit Özkan'ın kendisi hakkında disiplin cezası verdiğini, hakkında FETÖden işlem yapıldığını duyunca ve savunmalarının Yüksek Disiplin Kurulunda Okunmadan cezanın onaylanması sebebiyle verilen bu disiplin cezasının da örgüt tarafından takdir edildiğini düşündüğü" şeklinde beyanda bulunduğu belirtilmiştir.viii. FETÖ/ PDY'nin Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmek olan nihai hedefine ulaşabilmek için örgüte engel olacaklarını düşündükleri kişileri bir şekilde sistem dışına çıkarmak suretiyle örgüt mensuplarını önemli gördükleri konuma getirdiği, bu bağlamda başvurucunun da unvanlı görev olan Şebinkarahisar Cumhuriyet başsavcılığı ve İnebolu Cumhuriyet başsavcılığı görevlerine getirildiği iddia edilmiştir.ix. Aynı soruşturma dosyasında şüpheli olan ve hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılan başvurucunun eşi hâkim A.Ö. ile ilgili tespitlerin de başvurucu yönünden dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun eşi ile ilgili olarak HSYK tarafından meslekten çıkarıldığı, HSYK müfettişi tarafından hakkında yüksek (80) not takdir edildiği, 28/8/2007 tarihinde YARSAV'a üye olduğu ve 11/6/2014 tarihli kararname ile İnebolu hâkimliğinden İstanbul hâkimliğine atanmasına ilişkin karara eski HSYK Daire üyesi T.G.nin muhalif kaldığı tespitlerine yer verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 20/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/82 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 9/8/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"... HSYK açığa alma ve ihraç kararları benimle ilgili somut bir ifade içermemektedir, hakkımda tutuklama kararı verildiğinde henüz açığa alma kararı da yazılmamıştı, [T.G.] ile hiçbir samimiyetim yoktur, muhalefet şerhi kendisini bağlar, FETÖ'den işlem gören [İ.O.] muhalefet etmemiştir, müfettiş [H.H.G.] mahkum olmuş biri değildir, onun dışında 3 ayrı müfettiş daha benimle ilgili nota imza koymuştur, diğer notlarım da bir kıyaslama yapılmamıştır, başka müfettişlerce de teftiş edildim, gerekirse onların görüşleri sorulabilir ve önceki teftiş notlarım incelenebilir, YARSAV üyeliğim talimat üzerine olmuş değildir, o tarihteki tek meslek kuruluşu oydu, özel bir amaçla üye olmuş değilim, iddianamede dile getirilen 1 Dolar yazılı beyanlarımda daha önce dile getirdiğim gibi bir turiste tramvaya binmesi için bastığım İstanbul Kart karşılığı verilmiş bir paradır, zaten cezaevinde TL'ye çevrildi, buna da ben itiraz etmedim, [K.Y.]nin beyanları soyut dayanaktan yoksun beyanlardır ve 20 yıl öncesine dayalı tahmin sonucu bana göre yanlış hatırlama sonucu beyanlardır, kaldı ki mesleğe geri kabul için bu ifadeleri verdiği ve bu şekilde çok isim vermeye çalıştığı ortadadır, [Y.]ni itirafçıların mesleğe geri alınacağı yönünde beyanları üzerine yaptığını düşünüyorum, Başsavcılığımı da 2010 öncesi HSYK döneminde bileğimin hakkı ile aldım, FETÖ ile hiçbir irtibatı yoktur, 15 Temmuz günü darbecileri hain olarak niteledim, dijitalleri ... [incelediğinizde] bunu siz de göreceksiniz ..." Mahkeme 8/12/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Mahkeme kovuşturma aşamasında bir kısım tanığı dinlemiştir. Bu bağlamda;- Tanık K.Y.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Ümit Özkan ile ... İstanbul'da birlikte staj yaptığmız için tanışıklığım vardır. İstanbul Aksaray civarında FETÖ yapısına bağlı olduğu izlenimi oluşan bekar evinde kalıyordu. Yanında başka stajer hakimler de kalıyordu. Ben de bir kez evine misafir olmuştum. Ancak herhangi bir sohbet ve benzeri birşey gerçekleşmemişti. Sonrasında Ümit Özkan'ın da başsavcılık görevi olup idarecilik kimliği de bulunduğundan kendisi ile ara ara görüşmüşlüğüm olmuştur. İki üç kez görüşmüşümdür. Reyhanlı'daki görevim sebebi ile dönemin Hatay komisyon başkanı [T.H.] ile birlikte görev yapıp arkadaş olduklarından Ümit Özkan'dan da geçirdiğim asılsız soruşturma sebebi ile yardım istemiştim. Kendisi de ilgileneceğini söylemişti. FETÖ yapısı ile ilgili ilişkisini nasıl sürdürdüğünü ve hangi tarihe kadar sürdürdüğünü bilmiyorum."- Tanık T.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra kurumlarımız genelinde yapılan soruşturmalar nedeniyle bir gün başsavcılıktan ... bilgi alınmak üzere çağrıldık. Bildiğimiz veya şahit olduğumuz FETÖ ile bağlantılı veya iltisaklı olayları anlatmamızı istediler. Ben de bunun üzerine 2013-2014 yıllarında disiplin soruşturması geçirmeme sebep olan olayı anlatmıştım. Olay şöyle gelişmişti; ben, ceza infaz kurumunda çalışan saymanımız ve yine ceza infaz kurumunda çalışan öğretmenimiz ceza infaz kurumuna girişte infaz koruma memurları tarafından üstlerimizin elle aranmak istenilmesi üzerine mevzuatta böyle bir hüküm bulunmaması sebebiyle bu uygulamaya karşı çıkmak istemiştik. Zira bu uygulama bize yazılı olarak bildirilmedi. Sözlü olarak infaz koruma memurları aracılığıyla söylendi. İnfaz koruma memurları ile yaptığımız görüşmede ceza evi müdürünün bu konuda sözlü emri bulunduğu belirtildi. Bunun üzerine biz bu emrin tarafımıza yazılı olarak verilmesini talep ettik. Daha sonra bu emir bize yazılı olarak verildi. Biz de bu yazılı emir üzerine talimatta belirtildiği şekilde infaz koruma memurlarının üzerimizi elle aramasına müsade ederek ceza infaz kurumuna giriş yapmaya devam ettik. Ancak yine de bizim hakkımızda talimatlara uyulmadığı gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatıldı. Yapılan soruşturma neticesinde aynı olaya ilişkin olarak kurum saymanımız ceza almadı ben ve kurum öğretmeni ise farklı farklı disiplin cezaları aldık ve bu disiplin soruşturma sonuçlarını dönemin başsavcısı olan sanık Ümit Özkan onaylamıştı. Ben hakkımdaki cezaya yüksek disiplin kuruluna itiraz ettim. Ancak itirazım reddedildi. Bunun üzerine Kastamonu İdare Mahkemesine dava açtım. Ancak orada da her ne kadar davayı 30 günlük sürede açmış isem de ... [davanın] süreden red[dine] kararı verildi. Daha sonrasında ise bize bu talimatı veren ceza infaz ...[kurumu] müdürü tayinle ayrıldı. Yerine gelen yeni müdürümüz ise bu talimatı tamamen kaldırdı ve üstlerimiz elle aranmaksızın ceza infaz kurumuna giriş sağladık. Ben yaşanan bu gelişmeler nedeniyle o dönemde bize verilen disiplin cezasının hukuken uygun olmadığını düşündüğüm için bu olayı savcılıkta belirtmiştim. Bu olay haricinde iddianamede geçen sanıkların terör örgütü üyeliği hakkında benim başkaca bir bilgim yoktur." Mahkeme 8/12/2017 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Mahkeme 6/7/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... HSK kararları incelendiğinde; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesi' nin 2016 tarih ve 2016/4 tedbir ve 2016/345 sayılı kararı ile 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 77/1 ve 81/ maddeleri gereğince sanığın görevinden uzaklaştırılmasına karar verildiği ve genel kurulun 2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararı ile meslekten çıkarılmasına karar verildiği, yine genel kurulun 2016 tarih ve 2016/434 sayılı kararı ile de yeniden inceleme talebinin reddine karar verildiği sabittir. İddianamede delil olarak gösterilen bu kararlar incelendiğinde hakim ve Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmış sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı olduklarının belirtildiği yazmaktadır. Her ne kadar HSK tarafından yapılan bu tespit ile sanıkların meslekten ihracına karar verilmişse de ceza yargılaması anlamında bu kararın bağlayıcı olmadığı muhakkaktır. Tek başına bu tespitin hükme esas alınıp cezalandırmaya yetecek bir delil olarak kabul edilmesi düşünülemez. İdari anlamda sonuç doğurabilecek bu tür kararların mahkememizce hükme esas alınabilmesi için başkaca delillerle desteklenmesi zaruridir. Bu nedenle mahkememizce sanıkların lehine ve aleyhine değerlendirilebilecek başkaca deliller de araştırılmıştır.FETÖ/PDY silahlı terör örgütü bir kısım üyelerinin gizliliğin sağlanması amacıyla aralarındaki irtibatı bylock isimli bir program üzerinden sağladıkları sabittir. Sanıkların bu programı kullanmadıkları dosyada mevcut 2017 tarihli tutanaklarda belirtilmiştir. Ele geçirilen dijital materyaller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak gerek bylock gerek atılı suça delil oluşturabilecek veriler yönünden inceleme yapılmıştır. Yapılan bu inceleme neticesinde hazırlanan teknik bilirkişi raporunda sanık Ümit Özkan'ın cep telefonunda yine bir kısım örgüt mensuplarınca irtibatın gizli yapılması amacıyla kullanıldığı bilinen 'kakaotalk' isimli programın log kayıtlarına rastlandığı belirlenmiştir. Mahkememizce aldırılan ek raporda ise bu programa ait log kaydının bulunduğu dosyanın library isimli veri tabanı dosyası olmaması sebebiyle uygulamaya ait kurulum tarihi, silinme bilgisi, kullanım günlüğü bilgilerine ulaşmanın mümkün olmadığı, uygulamanın cep telefonu içeriğine kesin ve net olarak kurulup kurulmadığının tespitinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Sanık tarafından da söz konusu programın kendisi tarafından yüklenip kullanılmadığı savunulmuştur. Gelen ek bilirkişi raporu doğrultusunda söz konusu programın sanığın cep telefonuna kesin olarak kurulup kullanıldığının tespitinin mümkün olmadığı yönündeki sonuç doğrultusunda mahkememizce bu husus sanık lehine şüphe olarak değerlendirilmiştir. Belirtilen husus haricinde dijital materyallerde atılı suç ile ilgili başkaca bir suç unsuruna rastlanmamıştır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde mahkememizce sanığın bylock isimli bu programı kullanmadığı kabul edilmiş, kakaotalk isimli program açısından ise şüphe nedeniyle sanık Ümit lehine değerlendirme yapılmıştır ...Tanık [T.]'nin sanık Ümit Özkan ile ilgili beyanları almış olduğu disiplin cezası doğrultusundadır. Tanık her ne kadar kendisine sanık tarafından verilen/onaylanan disiplin cezasının örgütün kararı doğrultusunda olduğunu düşündüğünü beyan etmiş ise de bu düşünceyi doğrulayabilecek herhangi bir veri sunamamıştır. Tanığın bu hususta düşüncenin ötesine geçemeyen beyanları sanık aleyhine düşünülmemiş ve hükme esas alınmamıştır.Tanık [K.Y.] sanık Ümit Özkan'ı 1998 yılı sonrası yapıya ait bir yurtta gördüğünü, bu yurtta gördükten sonra sanığın sınavı kazandığını, bu yapıya dahil olanların adliye stajlarında kümeleştiğini, sanığın da Sultan Ahmet Adliyesi'nde bu kümeleşmenin içinde olduğunu, sanık Ümit'in adliyeye yakın cemaat evi izlenimi veren bekar evinde kaldığını kendisinin de bu eve misafir olarak gittiğini ancak evde yapılan bir sohbet toplantısı görmediğini beyan etmiştir. [K.Y.]'nin tüm beyanları bir arada değerlendirildiğinde sanık Ümit Özkan'ın örgüt evinde kalıp toplantılarına katıldığına dair herhangi bir somut bilgisi olmadığı, beyanlarının izlenim ve kanaatin ötesine geçmediği, bu izlenim ve kanaati doğrulayan başkaca bir husus anlatılmadığı kanaatine varılmıştır ... Tüm bu hususlar ışığında tanık [K.Y.]'nin sanıklarla ilgili beyanları sanıklar aleyhine düşünülmemiş ve hükme esas alınmamıştır.Dosyaya yansımış delillerden sanıkların 2014 yılındaki denetlemeden yüksek not almaları, atama kararlarındaki muhalefet şerhi ve sanık Ümit'in cezaevinde Türk Lirası'na çevrilen 1 dolarını bir arada değerlendirmek gerekmiştir. Sanıkların görevlerini yaparken 2014 yılında denetlendikleri ve denetleme sonucu kendilerine 80 ve 85 gibi yüksek notlar verildiği tartışmasızdır. Dosyada mevcut bu hususa ilişkin yazılar incelendiğinde denetleme yapan müfettişlerden birinin de FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı olduğu kanaatiyle meslekten ihraç edilen [H.H.G.] olduğu görülmektedir. Bir diğer husus ise sanıkların İnebolu'dan İstanbul'a atanmalarına dair kararnamede yine FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı olduğu kanaatiyle meslekten ihraç edilen [T.G.]'nin muhalefet şerhi olduğu görülmektedir. Bir diğer delil ise sanık Ümit Özkan'ın cezaevinde Türk Lirası'na çevrilen 1 dolarıdır. Bir dolar bir kısım örgüt üyeleri tarafından 'bereket' ve 'hatıra' olduğuna inanılarak bulundurulan ve silahlı terör örgütü lideri tarafından dağıtılmak üzere üyelerine iletilen ve örgüt mensubunun bu sıfatını ortaya koymaya yönelik örgüt ile organik bağ kurmalarının nişanesi olarak kabul edilmektedir. Sanıklar yaptıkları savunmalarında yüksek not takdirinin hakedilerek alındığını, muhalefet şerhinden haberleri olmadığını beyan etmişlerdir. Sanık Ümit ayrıca bir doları bir turist için kullanmış olduğu İstanbul kart ücreti olarak turist tarafından kendisine bir dolar verildiğini beyan etmiştir. Her üç delilin hükme esas alınabilmesi için başka delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Başkaca bir delille desteklenmemesi halinde verilen yüksek notun, konulan muhalefet şerhinin tamamen sanıkların örgüt üyesi olmalarından kaynaklandığının, bulunan bir dolara ilişkin ise sanık Ümit'in kastının organik bağın nişanesi olarak saklamak olduğunun hiç bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ispat edilmesi gerekmektedir. Somut olayımızda ise bu ispata yarayacak dosyaya yansımış her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve hükme esas alınabilecek deliller olmadığı kanaatine varılmıştır.Yine iddianamede sanık Ümit Özkan'ın, Şebinkarahisar ve İnebolu Cumhuriyet Başsavcılığı yaparak ünvanlı görevlerde bulunmasının örgüt üyesi olmasından kaynaklanmış olabileceği yönünde herhangi bir delile ulaşılamamıştır. Dosyada mevcut HSK Teftiş Kurulu Başkanlığı Başmüfettişliği’nin 26/4/2017 tarihve (37007) 2016/282-283-04/26-1 sayılı inceleme tutanağında; YARSAV Derneği’ne 2007, 2008, 2009 ve 2010 yıllarında yoğun bir üye kaydının olduğu, en yoğun üye kaydının 2010 yılında gerçekleştiği, hatta 2010 yılında gerçekleştirilen üyeliklerin son 10 yıl boyunca derneğe üye olan hakim ve Cumhuriyet savcılarının hemen hemen yarısına tekabül ettiği, 10 yıl içerisinde YARSAV Derneğine üye olanların büyük bir çoğunluğunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibat ve iltisakları nedeniyle meslekten çıkarılmalarına karar verildiği, ifadelerde bahsedildiği üzere FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı hakim ve Cumhuriyet savcılarının örgüt yönetiminden aldıkları talimat doğrultusunda YARSAV Derneğini ele geçirebilmek için mezkur derneğe üye kaydı yaptırdıklarının değerlendirildiği şeklinde tespitler yapılmıştır. Dosyada mevcut belgelerde de görüleceği ve sanıkların da kabulü olduğu üzere sanıklar meslekte bulundukları 2007 yılında söz konusu derneğin üyesi olmuşlardır. Sadece Yarsav'a üye olunması delili tek başına değerlendirilerek ceza verilmesinde hükme esas olabilecek kesinlikte bir delil değildir. Bu üyeliğin nedeninin yukarıda anlatıldığı üzere derneği ele geçirme iradesiyle hareket eden örgütün amacının gerçekleşmesi için yapıldığının da belirlenmesi gerekmektedir. Ancak her iki sanığın da örgütün bu isteği doğrultusunda hareket edip derneğin ele geçirilmesine dönük üyelik yaptırdıklarına dair dosyaya yansımış başkaca bir delil bulunmamaktadır. Bu nedenle sanıkların Yarsav'a üyelik kayıtları hükme esas teşkil edebilecek şekilde sanıklar aleyhine değerlendirilmemiştir....Sanıklarla ilgili toplanan ve mahkememizce kabul edilen tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde sanıkların yukarıda izah edilen eylem çeşitliliği ve sürekliliği de sergileyerek örgütle bağ kurarak hiyerarşisine dahil oldukları yönünde mahkumiyetlerine yeter delil bulunmadığından sanıkların 5271 sayılı CMK'nun 223/2-e maddesi gereğince beraatına karar ... [verilmiştir.]'' Başsavcılık ve başvurucu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuşlar, istinaf incelemesini yapan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 14/1/2020 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/78 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması ve uzun süre hâkim önüne çıkarılmama nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iade davasında kanun yolu incelemesi yapan merciinin kararının hakkaniyete aykırı olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu özel güvenlik görevlisi olarak çalışmakta iken işyerinde meydana gelen hırsızlık olayını fark etmediği için kusurlu olduğundan bahisle başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesi (Mahkeme) 7/6/2012 tarihli kararla işyerinde meydana gelen hırsızlık olayını fark etmeyen başvurucunun iş akdinin feshinin haklı nedene dayandığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiş; Yargıtay Hukuk Dairesi 8/11/2012 tarihli kararıyla olay tarihindeki güvenlik görevlilerinin nöbet çizelgelerinin, zarar miktarına ilişkin belgelerin ve soruşturma yapılmışsa buna ilişkin belgelerin getirtilip üç kişilik bilirkişi heyeti ile keşif yapılarak başvurucunun meydana gelen hırsızlık olayında kusurlu olup olmadığının tespit edilip fesih sebebinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yargılamaya devam eden Diyarbakır İş Mahkemesi 11/6/2014 tarihli karar ile bozma ilamına uyarak meydana gelen olayda başvurucunun kusurlu olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi27/11/2014 tarihli kararıyla olayın meydana geldiği sırada nöbetçi olan başvurucunun nöbet noktasını terk ederek yine nöbet görevini yerine getiren isimli şahsın yanına gittiğini, bu nedenle olayın meydana gelmesinde başvurucunun gerekli özeni göstermemesi nedeniyle kusurunun bulunduğunu, başvurucunun eyleminin iş akdinin feshi için haklı sebep ağırlığında olmasa da işveren ile işçi arasındaki güven ilişkisinin sarsılmasına yol açacak nitelikte bulunduğunu, bu açıdan işverenden iş ilişkisinin sürdürülmesinin beklenemeyeceğini ve feshin geçerli nedene dayandığını belirterek hükmü ortadan kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 20/1/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 17/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3176 | Başvuru, iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iade davasında kanun yolu incelemesi yapan merciinin kararının hakkaniyete aykırı olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, nitelikli cinsel saldırı, kasten yaralama, hakaret, tehdit ve mala zarar verme suçlarından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/9/2013 tarihinde Muğla Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/8/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2015 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1967 doğumlu olan başvurucu, başvuru tarihinden altı yıl kadar önce ilk eşinden boşanmıştır. 1948 doğumlu olan şüpheli İ.A. ile başvurucu, 4/2/2013 tarihinde evlenmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) temin edilen bilgilere göre başvuru tarihinden sonra 29/1/2014 tarihinde boşanmışlardır. Başvuru konusu olaylar başvurucuyla şüphelinin tanıştığı 19/1/2013 ile 7/2/2013 tarihleri arasında meydana geldiği ileri sürülen cinsel saldırı ve diğer iddialarla ilgilidir. Başvurucu 19/1/2013 tarihinde ablası N.Ç.nin arkadaşı G. vasıtasıyla Isparta’da şüpheli İ.A. ile tanışmıştır. Başvurucu, şüpheliyle tanıştıkları 19/1/2013 ilâ 7/2/2013 tarihlerindeşüpheliye isnat olunan eylemlere maruz kalması nedeniyle 7/2/2013’te evden kaçarak İzmir’e gitmiştir. 7/2/2013 tarihinde saat 00’da başvurucu İzmir ili Bornova ilçesinde bulunan Garaj Şehit Mehmet Akdoğan Polis Merkezi Amirliğine eşi İ.A. hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, nitelikli cinsel saldırı, kasten yaralama, hakaret, tehdit ve mala zarar verme suçlarından şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun aynı gün ifadesi ve adli raporları alınmıştır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca İzmir Aile Mahkemesinden 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a göre 8/2/2013 tarihli ve 2013/61 Değişik İş sayılı koruma kararı aldırıldıktan sonra 28/2/2013 tarihli ve 2013/19402 soruşturma, K.2013/1158 sayılı kararıyla suç yerinin Ödemiş olması nedeniyle yetkisizlik kararı verilmiştir. Soruşturmaya Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/971 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucunun Beyanları Başvurucu 7/2/2013 tarihinde Bornova ilçesi Garaj Şehit Mehmet Akdoğan Polis Merkez Amirliğinde verdiği beyanında özetle altı yıl önce ilk eşinden ayrıldığını, bir diş hekiminin yanında çalışmaya başladığını, Isparta’da 19/1/2013’te ablası N.Ç.nin arkadaşı olan G. vasıtasıyla şüpheli İ.A. ile tanıştığını, bir süre şüpheliyle yüz yüze görüştüklerini, görüşme esnasında ablası N.Ç. eniştesi R.Ç ve G.nin de bulunduğunu, şüphelinin kendisiyle evlenmek istediğini söylemesi üzerine iki gün süre istediğini, yaşayacağı yeri görüp daha sonra düşünmek istediğini, bunun üzerine ablası, eniştesi ve şüpheliyle birlikte şüphelinin yaşadığı Ödemiş ilçesi Bozdağ kasabasına şüpheliyle birlikte gittiklerini, bir gece evinde misafir olup ertesi gün 20/1/2013’te Isparta’ya geri döndüklerini, ablası ve eniştesini evine bıraktıktan sonra ben hacıyım, benim dini vecibelerime göre imam nikâhımızı kıyalım diyerek tekrar Ödemiş ilçesi Bozdağ kasabasına geldiklerini, orada komşu köyün imamını getirerek dini nikâhlarını kıydırdıklarını, akşam artık sen benim karımsın, önemli olan dini nikâhtır deyip evinde kalmasını istediğini, artık ilişkiye girebiliriz dediğini, daha sonra rızasıyla ilişkiye girdiklerini, ilişki sırasında tanışmalarına aracılık eden G.ye 000 TL para verdiğini söylediğini, kendini satılmış gibi hissettiğini, bunun üzerine aralarında kavga çıktığını, kendisine tokat attığını ancak doktora gitmediğini, İ.A.nın evinde kalmaya devam ettiğini, resmî nikâh yaptırmak istediğini söylemesi üzerine nikâh için müracaatta bulunduklarını, önceki eşinden olan kızının Muğla’da lisede okuması nedeniyle 25/1/2013 tarihinde Muğla’ya onu görmeye gittiklerini, kızını İstanbul’a ağabeyinin yanına göndermek üzere otogara bıraktıklarını, kızıyla oğlunun telefonda konuştuklarını, kızının oğluna annem evlenmiş, ben yalnız geleceğim demesi üzerine oğlunun kendisini arayarak seni annelikten reddediyorum diye tepki gösterdiğini, araçla üçü birlikte giderken kendisinin araçtan inerek dışarıda kızıyla konuşmak istediğini söylemesi üzerine şüphelinin kızına araçtan inmesini söylediğini, bunun üzerine kızıyla birlikte araçtan indiklerini, şüphelinin kendisinin araçtan inmesine izin vermemesi üzerine şüpheliyle bir süre boğuştuklarını, daha sonra kızının otobüsle İstanbul’a gittiğini, kendisinin Isparta’ya otobüsle döndüğünü, şüphelinin kendisine ben sensiz yaşayamam şeklinde mesaj çektiğini, şüphelinin ablası N.Ç. ve ilk olarak tanışmalarına vesile olan ablasının arkadaşı Ç.yi aralarını düzeltmesi için aradığını, şüphelinin 31/1/2013 tarihinde İstanbul’da bulunan annesinin ev adresini öğrendiğini, yarım saat sonra yanına geleceğini, kendisiyle görüşmezse annesinin evinin önünde rezillik çıkaracağını söylediğini, korktuğu için konuşmayı kabul ettiğini, saat 30’da İstanbul Kartal Köprüsü’nün yanına bir arkadaşıyla birlikte araçla geldiklerini, oradan arabalı vapura bindiklerini, vapurdayken cep telefonunu alarak denize fırlattığını artık bitti gidiyoruz, sen benimsin, ben delikanlıyım diye bağırdığını, daha sonra araçla geri dönmek üzere yola çıktıklarını, aracın arka kapıları kilitli olduğu halde Bursa’ya arabalı vapurla geldiklerini, Bursa’da bir lokantada yemek yediklerini, 1/2/2013’te saat 30 sularında şüphelinin Ödemiş ilçesi Bozdağ köyünde bulunan evine geldiklerini, ertesi gün nikâh işlemleri için Ödemiş’e gittiklerini, nikâh için kan verdiklerini, 4/2/2013 günü için nikâh günü aldıklarını, o gün nikâh yaptırdıklarını, nikâhtan önce notere giderek mal ayrılığı sözleşmesi imzaladıklarını, daha sonra resmî nikâh yaptırdıklarını, saat 30’da evedöndüklerinde ilişkiye girdiklerini daha sonra livata suretiyle zorla ırzına geçtiğini, evin bahçesinde bağı çözülmüş iki köpek bulunduğu için kaçmaya cesaret edemediğini, 7/2/2013 tarihine kadar her gün iki üç kez ırzına geçtiğini, 7/2/2013 günü sabah 30’da şüphelinin uyuması üzerine evden kaçtığını, İzmir’e gitmek için bilet aldığını, saat 30’da jandarmayı aradığını, jandarmanın kendisine İzmir’e inince polise şikâyetçi olmasını söylediğini beyan etmiştir. Başvurucunun 17/4/2013 tarihli Muğla Cumhuriyet Başsavcılığında vekili huzurunda istinabeyle alınan ifadesinde ilk beyanlarından farklı olarak kanser nedeniyle 1999 yılında sağ göğsünün, 2010 yılında da yumurtalıklarının alındığını, şüpheliyle evlenmeden önce bunları ona anlattığını, doktor raporunda belirtilen yaralanma, morluk ve ısırıkların şüpheliyle cinsel ilişki sırasında oluştuğunu ancak sağ yüzük parmağındaki kesinin bıçakla, sağ el üstündeki yanığın sigara ile eşinin eylemleri sonucunda gerçekleştiğini, nikâh günü kuaföre gidip saçını yaptırdığını, kuyumcudan üç bilezik bir alyans aldıklarını, 4/2/2013 tarihinde evlendikten sonra kendisini Bozdağ beldesinde bulunan evine götürüp zorla tuttuğunu, buradan kaçamadığını, kimseye haber veremediğini ifade etmiştir. Başvurucunun 26/4/2013 tarihli Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığında vekili huzurunda önceki beyanlarına ilave olarak şüpheliyle ilk ilişkiye girdikleri 21/1/2013’ten bir gün sonra tekrar ilişkiye girdiklerini daha sonra İ.A.nın livata suretiyle ırzına geçtiğini, 25/1/2013’e kadar onun evinde kaldıklarını, tanışmalarına aracı olan G.yi arayarak para alıp almadığını sorduğunu, onun telefonu kapattığını, Muğla’da tartışmaları üzerine şüpheliyle evlenmek istemediğini söyleyerek Isparta’ya döndüğünü, bir gece Isparta’da kalarak ertesi gün İstanbul’a döndüğünü, İstanbul’da işe başladığını, resmî nikâh kıyıldıktan sonra normal yoldan rızasıyla ilişkiye girdiklerini ancak şüphelinin daha sonra fiilî livata yoluyla ırzına geçtiğini, 5/2/2013 günü eve fidan sökümü için işçilerin geldiğini, şüphelinin de fayans yaptığını, fayans tamir ederken şüpheliye yardım ettiği sırada fayansı kaydırdığını, şüphelinin buna kızarak bıçakla sağ el yüzük parmağını kestiğini, "Sana ders olsun." dediğini, kapıya sigara içmeye çıktığını, şüphelinin elindeki sigarayı alarak sağ elinde sigarayı söndürdüğünü, şüpheli uyumak için üst kata çıkınca evden kaçtığını, bir otele sığındığını, şüphelinin livata yoluyla ırzına geçerken herhangi bir kayganlaştırıcı madde kullanmadığını ancak kendisinin de buna mukavemet göstermediğini, ilişki sonrasında muayeneden önce banyo yaptığını, 25 Ocak’ta şüphelinin telefonundan kızını aradığını, çocuklarının yüzüne bakacak durumda olmadığı için 29 ile 31 Ocak tarihleri arasında çocuklarına durumu söyleyemediğini, yaşananlara rağmen kendi rızasıyla resmî nikâh kıydırdığını, nikâh fotoğraflarına bu nedenle bir diyeceğinin olmadığını, resmî olarak evlendikten sonra kocası olan şüphelinin bu eziyetlerine son vereceğini düşündüğünü, o nedenle evlendiğini, şüpheliye 29/1/2013 tarihinde cep telefonundan sevgi sözcükleri içeren mesajı kendisinin gönderdiğini, şüpheliyi sevdiğini ancak sonradan hayal kırıklığına uğrayarak kaçtığını, şüphelinin imamın evinde kendisini dilini kerpetenle sökerim diye tehdit ettiğini belirtmiştir. Şüphelinin Savunmaları Şüpheli 29/3/2013 tarihli Cumhuriyet savcılığında müdafi ile birlikte yaptığı savunmasında; müştekiyle (başvurucu) arkadaşı G. aracılığıyla tanıştığını, G.nin kendisini arayarak uygun bir bayan olduğunu, evlenmek isteyip istemediğini sorduğunu, evlenmek istediği için onun yanına gittiğini daha sonra birlikte Keçiborlu ilçesi Kozluca köyünde bulunan müştekinin ablası N.Ç.nin evine gittiklerini, burada müştekinin eniştesi R.Ç.nin de bulunduğunu, müşteki ile bu evde yalnız konuştuklarını, anlaştıklarını daha sonra müşteki bundan sonra yaşayacağı yeri görmek istediği için birlikte evinin bulunduğu Ödemiş ilçesi Bozdağ kasabasına geldiklerini, burada müştekinin kardeşi ve eniştesi ile birlikte o gece evinde kaldıklarını, ertesi gün Keçiborlu ilçesine şahısları geri bıraktığını, müşteki ile birlikte Keçiborlu’dan müştekinin Muğla’da okuyan kızının yanına gittiklerini daha sonra müştekinin İstanbul iline oğlunun yanına gideceğini söylediğini, İstanbul ilindeyken telefonla arayarak kendisini almasını istediğini, bunun üzerine arkadaşı Ali ile birlikte İstanbul’a gittiklerini, Ali yi yedek şoför olarak aldığını, İstanbul’da müştekiyi alarak Ödemiş ilçesi Bozdağ kasabasına geri döndüklerini,gece saat 00 gibi Bozdağ’a vardıklarını, müştekinin o gece nerede kaldığını hatırlamadığını, ertesi gün nikâh işlemlerine başladıklarını, işlemlerin iki üç gün sürdüğünü, bu süreçte müştekinin nerede kaldığını bilmediğini, resmî nikâhtan önce imam nikâhı kıyılmadığını, nikâhtan önce kuyumcu A.dan takı satın aldıklarını, müştekinin kendisine bir tane bilezik alacağını söylemesine rağmen fazladan iki adet bilezik daha aldığını, daha sonra saçını yaptırmak üzere kuaföre gittiğini, müştekinin kuyumcudan fazladan takı alması nedeniyle kendisiyle para için evlendiğini düşünmeye başladığını, bu sebeple avukatına danıştığını, avukatının tavsiyesi üzerine nikâhtan önce Ödemiş Noterliğine giderek mal ayrılığı sözleşmesi imzaladıklarını, sözleşmenin imzalanması sonrasında müştekinin kendisine güvenmediğini söylemesi üzerine tartıştıklarını, saat 00 civarında Ödemiş Belediyesi nikâh salonunda nikâhlarının kıyıldığını, nikâhtan sonra Bozdağ kasabasındaki evlerine gittiklerini, burada cinsel ilişkiye girmek amacıyla soyunduklarında müştekinin göğüslerinden birinin olmadığını fark ettiğini, ne olduğunu sorduğunda göğüs kanseri olduğunu ve bu nedenle göğsünün birinin alındığını, hatta yumurtalıklarının da alındığını söylediğini, bu nedenle başka hastalıklar da olabilir düşüncesiyle müşteki ile cinsel ilişkiye girmediğini, müştekinin 7/2/2013 tarihine kadar evinde kaldığını, müştekiyi evde zorla tutmadığını, 7/2/2013 günü saat 30 civarında arkadaşı G.nin telefonu ile uyandığını, arkadaşı G.nin müştekinin jandarmaya sığındığını kendisine söylediğini, hemen kasabadaki jandarma karakoluna gittiğini, burada bir uzman çavuşla görüştüğünü, müştekiye telefon ile ulaşmaya çalıştığını ancak telefonlarına yanıt vermediğini daha sonra uzman çavuşun müştekiyi telefonla aradığını ancak müştekinin bu telefona da bakmadığını, sonrasında müştekininuzman çavuşu aradığını ve zorla kaçırılmadığına, alıkonulmadığına dair bilgiler verildiğini, suçlamaların gerçek dışı olduğunu, para için evlenen müştekinin noter sözleşmesi yapılmasının ardından bu şekilde iftira attığını, birkaç gün sonra Ödemiş Aile Mahkemesine boşanma davası açtığını, müştekinin de daha sonra Muğla ilinde boşanma davası açtığını, müştekinin raporlarındaki morluk ve sıyrıkların nasıl oluştuğunu bilmediğini, bu izleri müştekinin kendi kendine yaptığını düşündüğünü söylemiştir. Başvurucunun Raporları Bornova Türkan Özilhan Devlet Hastanesinin 7/2/2013 tarihli ve 00 saatli genel muayene raporuna göre; sol kolda morluk ve kızarıklık, sol ve sağ kolda hassasiyet, sağ ve sol uylukta morluk, sol gluteal (kalça) bölgede dişle oluşturulmuş ısırık izleri, sol meme üzerinde morluk ve dişle oluşan ısırık izleri,her iki gluteal bölgede kızarıklık ve morluk, sol el başparmak üzerinde 0,5 cm’lik sıcak cisim ile meydana gelen yanık izi ve çevresinde kızarıklık, sağ el üçüncü parmakta 0,5 cm’lik kesici delici aletle meydana gelen kesi bulunduğu, yoğun anksiyete yaşadığı, hastanın darp ve cinsel saldırı sonucunda vücut ağrısı ve anksiyete şikâyetinin bulunduğu kayıtlıdır. Ege Üniversitesi Hastanesinin 7/2/2013 tarihli ve 35 saatli vajinal muayene raporunda; perianal bölgede patolojik bulgu olmadığı, spekulum (metal çubuk) tatbikinde daha önce total abdominal histerektomi (rahmin alınması) ve bilateralsalpingo ooforektomi (yumurtalıkların alınması) öyküsü olduğunu söyleyen hastanın vajen cuffının olağan olduğu, vajende eser miktarda beyaz gri sıvı olduğu, anal muayene raporunun genel cerrahi uzmanından alınması gerektiği bildirilmiştir. Ege Üniversitesi Hastanesinin 7/2/2013 tarihli, 50 saatli anal muayene raporunda; anüs çevresinde herhangi bir lezyon, ekimoz, kızarıklık, hematom, fissür ve ödem bulunmadığı yazılıdır. İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 8/2/2013 tarihli ve 29 saatli raporuna göre; önceki genel muayene raporundaki bulgulara göre mevcut yaraların basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı kayıtlıdır. Muğla Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 17/4/2013 tarihli raporunda; 17/4/2013 tarihinde yapılan muayenesinde önceki raporlarda geçen fiziki bulguların tamamen iyileştiği, ancak şahsın geceleri uykuya dalamama, kabuslar görme, ağlama, işe gidememe, dışarı çıkamama gibi belirtilerin bulunduğu, depresif duygu durum ile giden uyum bozukluğunun basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceğini, bahsi geçen lezyonların şahıs tarafından kendi kendine oluşturulmasının mümkün olmadığının düşünüldüğü ancak bu konuda İstanbul Adli Tıp Kurumu İlgili İhtisas Kurulundan rapor alınabileceği bildirilmiştir. Ödemiş İlçe Jandarma Komutanlığı Tarafından Tanzim Edilen 16/5/2013 Tarihli Olay Yeri İnceleme Tutanağı Cumhuriyet savcısı tarafından Ödemiş İlçe Jandarma Komutanlığından şüphelinin evinin bulunduğu yerde inceleme yapılarak evin bahçe kısmı ve duvarlarının niteliğinin, bahçede köpek bulunup bulunmadığının, olay yerinin en yakın işyeri, konut ve kamu binasına olan mesafesinin, olay yerine yakın pansiyonya da otel bulunup bulunmadığının tespit edilmesi istenmiştir. Ödemiş İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından yapılan tespitte; şüpheli İ.A.nın halen Bozdağ beldesi … adresinde ikamet ettiği, şahsın ikamet adresinin Bozdağ beldesinin güneyinde belde merkezine yaklaşık 220 m uzaklıkta, hakim bir yamaçta, en yakın yerleşim birimine yaklaşık 50 m uzaklıkta, çevresinde fazla yerleşim birimi bulunmayan, iki katlı, etrafı 3-5 metre uzunluğunda taş duvarla çevrili, taş duvarların üzerleri fens teli ve dikenli tellerle çevrili, giriş kapısı kumanda ile açılıp kapanabilen demir kapıdan ibaret korunaklı bir yapı olduğu, bahçe içerisinde biri kangal, diğeri küçük terrier tipine benzer iki adet köpeğin bulunduğu, belde merkezinden eve 343 m uzaklıkta Yayla Pansiyonu’nun bulunduğu, olay günü şüpheli İ.A.nın Ovacık Jandarma Karakol Komutanlığına şifahi müracaatta bulunarak, Uzman Jandarma Çavuş A.K.ye eşi R.A.nın evde olmadığını, kendisinin telefonlarına cevap vermediğini, sabah kendisine gelen telefonla eşinin jandarmaya sığındığı haberini aldığını ve bunun üzerine karakola geldiğini beyan ettiği, daha sonra Uzman Jandarma Çavuş A.K.nin İ.A.dan temin ettiği numaradan müştekiye ait telefonu aradığı, şahsın ilk aramada telefona cevap vermediği, kısa süre sonra R.A.nın Uzman Jandarma Çavuş A.K.yi aradığı, müştekiye telefonda eşi İ.A.nın karakolda olduğunu ve kendisine ulaşamadığı için endişelendiğini söylemesi üzerine müştekinin, kendi rızası ile evden kaçtığını, eşi İ.A.nın kendisine psikolojik baskı uyguladığını, kendisinden eziyet gördüğünü beyan ettiği, Uzman Jandarma Çavuş A.K.nin bu konuda jandarmaya müracaat etmesini söylediğinde müştekinin otobüsle İzmir iline gitmekte olduğunu, otogarda kendisini polisin karşılayacağını, durumu polise anlattığını ve İzmir’e vardığında polise müracaatta bulunacağını beyan etmesi üzerine telefon görüşmesinin sonlandırıldığını, şüphelinin 5/2/2013 tarihinde evine geldiği belirtilen fayans işçilerinin kimler olduğunun tespit edilemediği, haricen yapılan araştırmada müşteki ile şüpheli İ.A.nın Isparta ili Keçiborlu ilçesi Kozluca köyünde 17-18 Ocak 2013 tarihinde G. aracılığıyla tanıştıkları, aynı akşam Bozdağ beldesine İ.A., müşteki R.A., R.A.nın ablası ve eniştesi ile birlikte gelerek kalacağı evi gördükleri, gece aynı evde kaldıkları, 1/1/2013 sabahı tekrardan Isparta iline birlikte gittikleri, 20/1/2013 günü İ.A.nın müştekiyi yanına alarak Bozdağ beldesine geri döndükleri, İ.A.nın aynı gün imam nikâhı kıymak için Tekke köyü imamı S.Ç.yi telefonla aradığı, S.Ç.nin beyanında aynı gün akşam İ.A.nın evine geldiği, resmî nikâhlarının olup olmadığını sorduğunda İ.A.nın resmî nikâhlarının olmadığını fakat en kısa zamanda resmî nikâhın kıyılacağını beyan ettiği, S.Ç.nin resmî nikâh olmadan dini nikâh kıyamayacağını söylemesine rağmen İ.A.nın dini nikâhın kıyılması için ısrar ettiği, ısrar üzerine S.Ç.nin birkaç dua okuduğunu, dua okuduğu sırada müştekiyi hiç görmediği, R.A.nın kapı arkasında olduğunu ve bu şartlar altında dini nikâhın yapılamayacağını söylediği, ertesi gün 21/1/2013 tarihinde resmî nikâh için müracaatta bulundukları, 23/1/2013 günü Tekke kasabasına İmam S.Ç.nin evine ziyarete gittikleri, S.Ç.nin beyanında evde oturduğu esnada müştekinin sorulan soruya cevap verdiği sırada İ.A.nın müdahale ederek "Senin dilin fazla uzadı, eve gidince senin dilini kerpetenle sökerim." şeklinde bir cümle kullandığı, 25/1/2013 günü müşteki ile İ.A.nın müştekinin kızını İstanbul'a yolcu etmek için Muğla iline gittikleri, otogarda tartıştıkları, R.A.nın beyanında 25/1/2013 günü otogardaki tartışma sonunda almış olduğu İstanbul biletini Isparta iline çevirdiği ve Isparta iline gittiği fakat İ.A.nın kendine ait aracıyla R.A.dan önce Isparta iline gittiği, burada tekrardan konuştukları İ.A. ile Bozdağ beldesine gelmeyeceğini beyan ettiği, İ.A.nın Isparta ilinden ayrılarak Bozdağ beldesine geldiği, R.A.nın 26/1/2013 tarihinde İstanbul iline gittiği, 30/1/2013 günü İ.A.nın İstanbul iline geldiği, R.A. ile görüştükleri ve birlikte tekrar Bozdağ beldesine evine geldikleri, 31/1/2013 günü nikâh işlemlerine başladıkları, 4/2/2013 günü resmî nikâh kıyarak Bozdağ beldesinde bulunan İ.A.nın evine geldikleri, 7/2/2013 günü İ.A.nın evde uyuduğu sırada R.A.nın evden kaçarak Bozdağ beldesinde Yayla Pansiyon’a sığındığı, Yayla Pansiyon çalışanları tarafından minibüsle R.A.nın Ödemiş ilçesine bırakıldığı, R.A.nın otobüs ile İzmir iline kaçtığı tespit edilmiştir. 6284 sayılı Kanun’a Göre Alınan Koruma Kararı İzmir Aile Mahkemesinin 8/2/2013 tarihli ve 2013/61 Değişik İş sayılı kararı ile şüpheli İ.A.nın müştekinin bulunduğu eve 1 ay süreyle yaklaşmasının yasaklanmasına ve altı ay süreyle müştekiye karşı şiddet, hakaret ve tehdit içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına karar verilmiştir. Tanık Beyanları Evlenmeye aracılık eden başvurucunun arkadaşı tanık G. 22/4/2013 tarihli Cumhuriyet savcılığındaki beyanında özetle; Afyon ili Dinar ilçesinde ikamet ettiğini, çiftçilikle geçimini sağladığını, İ.A.yı beş altı yıldır tanıdığını, müştekinin ablası ve eniştesinin Keçiborlu ilçesi Kozluca köyünde ikamet ettiklerini, müştekinin eniştesi R.Ç. ile ailece görüştüklerini, bu kişilerle görüşmelerinin birisinde müştekinin ablası N.Ç.nin kız kardeşinin evlenmek istediğini, uygun biri olup olmadığını sorduğunu, aklına arkadaşı İ.A.nın geldiğini, İ.A.nın da daha önce kendisine evlenmek istediğini söylediğini, bu nedenle İ.A. ile beraber Kozluca kasabasına gittiklerini, müşteki ve şüphelinin burada konuşup anlaştıklarını, bir süre sonra müştekinin ablası N.Ç.nin Şubat ayı başında kendisini aradığını, müştekinin Bozdağ'daki evden kaçtığını, arkadaşı İ.A.nın kendisine kötü davrandığını söyleyene kadar bu kişilerden haberdar olmadığını, bunun üzerine İ.A.yı aradığını, İ.A.nın eşini evde bulamayınca hemen jandarma karakoluna gittiğini, olayla ilgili başka bir bilgisinin olmadığını, evlenmeye aracılık yaptığı için İ.A.dan para almadığını söylemiştir. Başvurucunun eniştesi tanık R.Ç. 5/4/2013 tarihli jandarmaya verdiği beyanında özetle; müştekinin baldızı olduğunu, altı yıl önce eşinden ayrıldığını, yaklaşık bir yıl kadar önce müştekinin kendisine "Enişte sen benim babam yerindesin, ben yeniden evlenmek istiyorum, bana münasip gördüğünüz, bildiğiniz, bana bakabilecek bir kişi bulabilirseniz ben onunla evleneceğim." dediğini, bunun üzerine 2013 Şubat ayı içinde Dinar ilçesinde yaşayan ve aile dostu olan G.ye durumu anlattığında kendisine şüpheli İ.A.dan bahsettiğini, İ.A.nın da yıllar önce eşinden ayrıldığını daha sonra ikisini görüştürmeye karar verdiklerini, Keçiborlu ilçesi Kozluca köyünde bulunan evlerinde buluşturduklarını, konuşmaları sonucunda anlaştıklarını, evlenmeye karar verdiklerini, o gün şüpheli ve arkadaşı G.nin gittiklerini, müştekinin kendi evlerinde kaldığını, ertesi gün eşi N.Ç. başvurucu ve şüpheli ile birlikte yaşayacakları yeri baldızına göstermek için İzmir ili Ödemiş ilçesine gittiklerini, şüphelinin evini gördüklerini, şüphelinin aynı gün resmî nikâh işlemlerini başlattığını, baldızının kendilerine "Ben şu andan sonra burada kalmak istiyorum, sizi Kozluca'ya götürüp bırakalım." dediğini, aynı gün kendilerini Kozluca kasabasına getirip bıraktıklarını, yaklaşık bir hafta kadar sonra eşinin kendisini arayarak şüphelinin baldızına tecavüz ve işkence yaptığını, bu nedenle baldızının evden kaçtığını söylediğini, olayla ilgili başka bilgisinin olmadığını beyan etmiştir. Başvurucunun kız kardeşi tanık N.Ç. 5/4/2013 tarihli jandarmada verdiği beyanında tanık R.Ç. ile aynı mahiyette beyanda bulunmuştur. Dini nikâh kıydığı öne sürülen tanık İmam S.Ç. kollukta ve Cumhuriyet savcığında verdiği beyanlarında özetle İ.A.nın kendini nikâh için çağırdığında evine gittiğini, resmî nikâhlarının olup olmadığını sorduğunda, İ.A.nın olmadığını söylemesi üzerine nikâh kıymak istemediğini ancak İ.A. ısrar edince şahitler olmadan imam nikâhının olmayacağını söylediğini, tekrar ısrar edince sadece hayırlı bir geçim için dua ettiğini, nikâh kıymadığını, iki üç gün geçince bir kandil gecesinde İ.A. ile müştekinin kendi evine geldiklerini, evde bulunduğumuz sırada R.A.nın bir şey söylemek istemesi üzerine İ.A.nın “Senin dilin fazla uzadı, eve gidince dilini kerpetenle keseceğim.” diye söz sarf ettiğini, kadının zorla tutulduğuna, eziyete maruz kaldığına, dövüldüğüne dair bir durum sezinlemediğini ifade etmiştir. Dinî nikâh kıydığı öne sürülen imamın eşi tanık Y.Ç. 7/5/2013 tarihli kollukta verdiği beyanında özetle üç ay kadar önce bir akşam Bozdağ beldesinden İ.A.nın eşini telefonla araması üzerine nikâh kıyacağım diyerek evden çıktığını, iki üç gün sonra İ.A.nın yanında bir kadınla evlerine geldiğini, eşi ile İ.A.nın yatsı namazı kılmak için camiye gittiklerini, evde bir saat kadar o kadınla birlikte kaldıklarını, çay servisi yaparken kadının gözlerinin dolduğunu söylemiştir. Şüphelinin müştekiye altın aldığı kuyumcu tanık A. 22/4/2013 tarihli Cumhuriyet Savcılığındaki beyanında başvurucunun yanında türbanlı bir bayanla gelerek 500 TL değerinde bilezik aldıklarını, aralarında bir sorun olmadığını söylemiştir. Şüpheliyle birlikte İstanbul’a giden arkadaşı ve nikâh şahidi olan Ali 22/4/2013 tarihli Cumhuriyet Savcılığındaki beyanında özetle Ödemiş İlçesinde lokanta işlettiğini, şüpheli İ.A.yı müşterisi olması sebebiyle tanıdığını daha önceden eşinden ayrıldığını duyduğunu, bir gün işyerine geldiğinde İstanbul'a gitmesi gerektiğini, kendisini götürüp götüremeyeceğini sorduğunu, İstanbul’u iyi bilmediğini söylediğini, askerliğini İstanbul'da yapması ve oğlunun İstanbul’da üniversitede okuması sebebiyle İstanbul’u iyi bildiğini, İ.A.nın aracıyla birlikte İstanbul’a gittiklerini, saat 30 civarında İstanbul’a vardıklarını, Kartal Köprüsü altında elinde valiziyle türbanlı bir bayanı gördüklerini, İ.A.nın araçtan inerek bayanla sarıldıklarını daha sonra arabalı vapurla Bursa’ya geçtiklerini, Bursa'da birlikte bir lokantada yediklerini, gece yarısı 30 civarında Ödemiş’e geldiklerini, birkaç gün içinde şahısların nikâhlarının kıyıldığını, kendisinin de nikâh şahitliği yaptığını, taraflar arasında herhangi bir tartışma, zorla alıkoyma, kavga olayı yaşanmadığını, oldukça samimi olduklarını söylemiştir. Nikâh şahidi olan tanık A.A. 22/4/2013 tarihli Cumhuriyet Savcılığındaki beyanında özetle çiçeklik işiyle uğraştığını, şüpheliyi çiçek alım satımı ve üretimi işiyle uğraşmasından dolayı tanıdığını, nikâhtan iki üç gün önce yeniden evleneceğini ve nikâh şahidi olmasını istediğini, birlikte belediye nikâh salonuna giderek şahitlik yaptığını, müşteki ile İ.A. arasında herhangi bir problem sezinlemediğini ifade etmiştir. Resmî nikâha katılan şüphelinin kız kardeşinin kızı S.G. 22/4/2013 tarihli Cumhuriyet savcılığındaki beyanında dayısı olan şüphelinin kırk dört yıllık eşinden ayrıldığını, nikâh töreninde bir anormallik olmadığını, müştekinin makyajlı ve güzel giyimli bir şekilde törene geldiğini söylemiştir. Yayla Pansiyonu çalışanı tanık S.Ç. 7/5/2013 tarihli Jandarma’da verdiği beyanında özetle; üç ay kadar önce saat dokuz on sularında bir kadının pansiyona geldiğini, “beni buradan hemen götürün, bana işkence yapıyorlar“ diyerek patronu S.A.ya sarılarak ağladığını, daha sonra patronu S.A.nın eşi A.ya durumu anlattığını, A.nın otel çalışanı T.Ç.yi de alarak kadını Ödemiş’e götürdüklerini söylemiştir. Yayla Pansiyonu çalışanı tanık T.Ç. 7/5/2013 tarihli Jandarma’da verdiği beyanında özetle üç ay kadar önce saat 00 sularında çalıştığı pansiyondan markete gittiğinde telefonla eşinin kendisini aradığını, acil olarak pansiyona gelmesini, bir bayanın elinde valizle pansiyona geldiğini söylemesi üzerine pansiyona geri döndüğünü, pansiyona ait aracın içine sıkıntısı olduğu belli olan bir bayanın olduğunu, aracı A.nın kullandığını, ne olduğunu kendisine sorduğunda, İ.A. ile evlendiğini, kendisini dövdüğünden evden kaçtığını söylediğini, daha sonra bayanı Ödemiş Otogarı’na bıraktıklarını söylemiştir. Yayla Pansiyonu sahiplerinden tanık S.A. 9/5/2013 tarihli kolluk ifadesinde özetle; Bir yabancı kadının olay günü pansiyona gediğini “Beni buradan götürün, bana işkence yapıyorlar.” dediğini, bunun üzerine kulağı az işiten eşi A.ya durumu anlattığını, pansiyonda işçi olarak çalışan T.Ç.yi aradığını, eşi A. ve çalışan T.Ç.ninpansiyonun minibüsü ile kadını Ödemiş’e götürdüklerini söylemiştir. Yayla Pansiyonu sahiplerinden tanık A. 9/5/2013 tarihli kolluktaki ifadesinde eşi olan tanık S.A. ile aynı içerikte beyanda bulunmuştur. Şüpheli İ.A.nin müşteki evden kaçtıktan sonra Ovacık Jandarmada Komutanlığında şifahen başvurduğu Jandarma Uzman Çavuş A. 7/6/2013 tarihli Cumhuriyet savcılığında verdiği beyanında özetle olay günü nöbetçi astsubay olarak karakolda bulunduğunu, öğle saatine yakın saatlerde daha önceden Bozdağ kasabasında ikamet ettiği için tanıdığı şüpheli İ.A.nin karakola geldiğini, karısının evde olmadığını, telefonlarına cevap vermediğini, karısına ulaşamadığını söylediğini, bunun üzerine eşinin telefon numarasını aldığını, bayanın cep telefonunu aradığını, ilk önce telefona yanıt vermediğini ancak birkaç dakika sonra telefonunu bayanın geri aradığını, kendisini tanıttığını, evden zorla mı kaçırıldığını sorduğunda kendisinin ağlamaklı bir ifadeyle evden rızasıyla kaçtığını, kimse tarafından kaçırılmadığını, otobüste İzmir’e gitmekte olduğunu söylediğini, bunun üzerine herhangi bir darp olayı yaşanıp yaşanmadığını sorduğunu, bayan kocasının kendisini dövmediğini, darbetmediğini, psikolojik ve cinsel baskı uyguladığını, bu nedenle dayanamayarak evden ayrıldığını ayrıca kendisini İzmir otogarında polislerin karşılayacağını, oradan rapor almaya gideceğini söylemesi üzerine bayana şikâyetçi olması için jandarma karakoluna gelebileceğini ifade ettiğini, bayanın kendisine İzmir polisine gideceğini söylediğini daha sonra İl Jandarma Komutanlığı ve İlçe Jandarma Komutanlığını telefonla aradığını, bayanın yaptığı bir müracaat olup olmadığını araştırdığını, herhangi bir müracaat olmadığını öğrenince ve zorla kaçırılma gibi bir durumun olmadığını, kocası tarafından darp edilmediğini açık açık söylediği için herhangi bir adli olay bulunmadığı düşüncesiyle işlem yapmadığını söylemiştir. Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar Yapılan soruşturma sonucunda Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığının 12/6/2013 tarihli ve 2013/971 soruşturma, K.2013/1191 sayılı kararıyla atılı tüm eylemlerden delil yetersizliği nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:“…Soruşturma kapsamında söz konusu bu evliliğe aracılık eden müştekinin ablası ve eniştesi ile şüphelinin arkadaşı olan G. isimli şahsın, tarafların nikâhtan önce alışveriş yaptıkları kuyumcu A.nın, nikâh sırasında şahitlik yapan A.A. ve S.E.nin, şüpheli ile İstanbul iline giden Ali isimli şahsın olayla ilgili ayrıntılı beyanları alınmış, şüpheliye ait 0533 258 … No.lu hattın görüşme kayıtları talep edilmiş, ayrıca kolluk tarafından olay yerinin ayrıntılı tespiti, fotoğraflanması yaptırılmış, tüm bunlar ışığında 26/4/2013 tarihinde avukatı ile birlikte Cumhuriyet Başsavcılığımıza gelen müştekinin huzurda üçüncü kez ifadesi alınmış, müştekinin her üç ifadesinde olayla ilgili beyanlarında açık çelişkiler bulunduğu, 26/04/2013 tarihindeki üçüncü ifadesi sırasında dahi kendi içinde çelişkili anlatımlarda bulunduğu, bu hususun kendisine hatırlatılmasının ardından ilk ifadesinin daha doğru olduğunu ifade ettiği, ilk ifadesinde henüz resmî nikâh kıyılmadan önce şüpheli ile birlikte kaldıkları sürede normal yoldan cinsel ilişkiye girdiklerini, resmî nikâh yapıldığı gün ve sonrasındaki iki gün boyunca ise hem normal yoldan hem de ters yoldan birden çok kez ilişkiye girdiklerini beyan etmesine rağmen, savcılığımızca alınan ifadesinde … ters yoldan ilişkiye girdiğini, bunu kendisinin istememesine rağmen şüphelinin zorla yaptığını, … İstanbul'dan zorla getirildikten sonra evlilik hazırlığı için şüphelinin avukatının yanına uğradıklarını, şüphelinin yeğeni S.E. ile buluştuklarını, mağazadan kıyafet aldıklarını, S.E. ile kuaföre gittiklerini, daha sonra şüpheli ile notere gittiklerini, nikâh kıyıldığı gün şüpheli ile normal ilişki yaşadıklarını, ertesi gün (5/2/2013) tarihinde hem normal yoldan hem ters ilişki yaşadıklarını, aynı gün eve fidan söküm işi için işçilerin geldiğini, bunlara çay ve yemek verdiğini, fakat kesinlikle konuşmasının yasak olduğunu, 6/2/2013 tarihinde de ters ilişki yaşadıklarını, 7/2/2013 tarihi sabah saatlerinde şüpheli ile mutfak tezgahına fayans yapıştırdıkları sırada fayans kaydığı için şüphelinin sağ el yüzük parmağının altı kısmını elindeki bıçakla kestiğini, bunun küçük bir sıyrık olduğunu ve ceza olarak yaptığını, aynı gün kapıya çıkarak sigara içtiği sırada şüphelinin gelerek sigarayı elinden aldığını ve sağ elinde sigarayı söndürdüğünü daha sonra yatmak amacıyla odaya çıkan şüphelinin uyumasını fırsat bilerek evden kaçtığını belirtmiş, bu ifadedeki olay silsilesinin ilk ifadesindeki olay silsilesi ile örtüşmediği görülmüş, ayrıca müştekiye, şüpheli adına kayıtlı ve fakat ifadesinde kendisi tarafından kullanıldığını beyan ettiği telefon ile kendisi adına kayıtlı başka bir telefon arasında çok sık şekilde yapılan görüşme kayıtları sorulmuş, müştekinin, şüpheli adına kayıtlı olan bu telefonu kendisinin kullandığını ifade ettiği ve yine bu telefondan kendisi adına kayıtlıolan fakat kızının kullandığı telefonu aradığını beyan ettiği görülmüş, ayrıca şüpheli vekili tarafından savcılığımıza ibraz edilen müştekinin, şüpheliye çekmiş olduğu "açmammm, dayanamammm, seni seviyorum yaaaa anla anla" şeklindeki mesaj içeriği hatırlatılmış, bu mesajı kendisinin çektiğini kabul ettiği, şüpheliyi sevdiğini ve yeniden bir hayat kurabileceğini düşündüğünü belirttiği görülmüştür.Müştekinin Cumhuriyet Başsavcılığımızda alınan üçüncü ifadesinde belirttiği hususlar doğrultusunda yeniden bir araştırma yapılmış, bu ifadesinde şüpheli ile aralarında imam nikâhı kıyıldığını, sonraki tarihlerde mevlit kandili sebebiyle bu imamın evinde eşi ile birlikte şüphelinin ve imamın namazdan dönmesini beklediklerini, şüphelinin bu evde de kendisine "dilini kerpetenle kopartırım" şeklinde sözlerle tehditlerde bulunduğunu, bu sözleri imam ve eşinin duyduğunu beyan etmesi üzerine, hem iddia konusu resmî nikâh olmaksızın evlenmek için dinsel tören yapmak suçu bakımından şüphelinin tespiti hem de tehdit iddiası ile ilgili bilgilerine başvurulmak üzere söz konusu kişilerin kim olduğu araştırılmış, bu kapsamda müştekinin imam nikâhı olarak adlandırdığı eylemi gerçekleştiren şahsın Tekkeköy imamı olarak görev yapan S.Ç. olduğu, bu şüphelinin ve eşi Y.Ç.nin herhangi bir tehdit olayına tanık olmadıklarını beyan ettikleri görülmüş, bu bağlamda şüpheli S.Ç. hakkındakiiddialar (resmî nikâh olmaksızın evlenmek için dinsel tören yapmak) bakımından soruşturmanın tefrikine karar verilmiş, yine müştekinin olay sonrası telefon görüşmesi yaptığı jandarma görevlisinin kim olduğu belirlenerek tanık olarak ifadesine başvurulan Bozdağ Jandarma Karakolunda görevli Uzman Çavuş A.K. ifadesinde; olay günü İ.A.nın karısını evde bulamadığını, telefonla ulaşmaya çalıştığını, fakatulaşamadığını beyan ederek müracaat ettiğini, bu nedenle müşteki bayanı kendi telefonuyla aradığını, müşteki bayanın telefonda kendisine evden rızasıyla kaçtığını, kimse tarafından kaçırılmadığını, kocasının kendisini dövmediğini, darp etmediğini sadece psikolojik ve cinsel baskı uyguladığı için evden ayrıldığını, kendisini İzmir Otogarı’nda polislerin beklediğini söylediğini beyan ettiği görülmüştür.Tamamlanan soruşturma neticesinde müşteki R.A.nın soruşturma kapsamında alınan üç farklı ifadesinde açık çelişkili beyanlarda bulunması, olayın hemen akabinde verdiği ilk ifadesinde herhangi bir bıçakla sağ el parmağının kesilmesi ya da sol el baş parmağı üzerinde sigara söndürülmesi eyleminden bahsetmemesine rağmen sonraki beyanında bu olayları aktarması, olayın hemen akabinde aynı gün alınmış raporda sağ el orta parmağının üzerinde belirtilen 0,5 cm'lik bir kesiyi şüphelinin fayans işi sırasında bu fayansı kaydırması sebebiyle ceza maksadıyla gerçekleştirdiğine dair hayatın olağan akışına aykırı iddiası (çok küçük miktardaki bu kesinin cezalandırma maksadıyla bu şekilde özenle yapılmasının mümkün olmaması),müştekinin, şüpheli ile birlikte gayriresmî ve resmî olarak yaşadığı dönemde takı almak için kuyumcuya, saçını yaptırmak için kuaföre, kıyafet almak için mağazaya, sözleşme yapmak için notere gitmesine, bu yerlerde çok sayıda insanla muhatap olma imkanı yakalamasına rağmen hiç bir yerde zorla alıkonulduğuna, tehdit, hakaret ya da cinsel saldırıya maruz kaldığına dair bir beyanda bulunmayışı, müştekinin, şüpheli ile tanışıp 25/01/2013 günü yaşadıklarını iddia ettiği tartışmadan sonra İstanbul iline gitmesine rağmen şüpheli ile görüşmelere devam etmiş oluşu, buradan şüpheliye "açmammm, dayanamammm, seni seviyorum yaaaa anla anla" şeklindeki bir mesaj çekmiş oluşu, müştekinin, şüpheli ile yaşamaya başladığı tarihlerde telefonla çok rahat şekilde kızını arayabilmesi (bu imkanı olan bir kişinin kolluk kuvvetine de rahatlıkla gerekli ihbarı yapabileceği değerlendirilmiş), tarafların nikâh görüntülerini içeren kayıtların incelenmesi neticesinde zorla alıkoymaya, zor kullanılmaya dair bir emarenin olmayışı, aksine tersi bir tablonun kayıtlarda yer alması ve en önemlisi müşteki ile şüphelinin evlendiği tarih olan 4/2/2013 tarihi ile müştekinin evden ayrıldığı tarih olan 7/2/2013 tarihi arasındaki üç günlük sürede birden fazla kez müştekinin zorla fiili livataya maruz kaldığı iddiası bulunmasına rağmen, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı doktoru tarafından yapılan muayenede fiili livataya dair hiç bir bulgunun tespit edilememiş oluşu dikkate alındığında şüpheli İ.A.nın müştekiyi zorla alıkoyduğuna, bu şekilde "kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma" suçunu işlediğine, müştekiye yönelik "cinsel saldırı" eyleminde bulunduğuna, tehdit ve hakaretlerde bulunduğuna, onun telefonunu alıp denize atmak suretiyle "mala zarar verme" suçunu işlediğine, 25/1/2013 tarihinde Muğla ili otogarında müştekiyi darp ederek "kasten yaralama" suçunu işlediğine dair kamu davası açmaya yeter delil elde edilemediği kanaatine varılmış, yine her ne kadar şüpheli İ.A.nın müşteki ile cinsel ilişkiye girmediğini beyan ettiği görülse de, müştekininilk ifadesinde şüpheli ile rızası doğrultusunda ilişkiye girdiğini anlattığı, talimatla Muğla Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde ise vücudundaki bu izlerin şüphelinin kasten yaralama eylemi neticesinde gerçekleşmediğini açıkça ifade ettiği, bu beyanın verildiği sırada müştekinin avukatının dayanında bulunduğu ayrıca şüpheli İ.A.nın 7/2/2013 tarihinde eşinin bulunamadığına dair karakola yaptığı başvuru sırasında Jandarma Uzman Çavuş A.nin müşteki ile cinsel ilişkiye girdiğine dair şifahi beyanları dikkate alınarak ve müştekideki söz konusu izlerin kalça, göğüs ve her iki kol arka kısmında bulunması, bu izlerin tarafların yaşadığı cinsel ilişki sırasında gerçekleşmiş olabileceği yönünde değerlendirilmiş, müştekinin Muğla Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanları ile tanık jandarma komutanının müşteki ile yaptığı görüşmede müştekinin darp edilmediğine, dövülmediğine, psikolojik ve cinsel baskı sebebiyle evi terk ettiğine dair beyanları bu kanının oluşmasında rol oynamıştır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde söz konusu bu eylemlerin müştekiye yönelik "kasten yaralama" suçu sonucu oluşmadığı sonuç ve kanaatine varılmış, kamu davası açılması için yeterli delil elde edilemeyen şikâyet konusu olaylar bakımından yasal takibatın devamına lüzum kalmadığı anlaşılmıştır.…” Bu karara başvurucunun yaptığı itiraz Salihli Ağır Ceza Mahkemesinin 17/7/2013 tarihli ve 2013/1075 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 5/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 4/9/2013 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , , ve maddelerinin suç tarihinde yürürlükte olan ilgili fıkraları şöyledir:“Kasten yaralamaMadde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.…Cinsel saldırı Madde 102- (1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır. …Tehdit Madde 106- (1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. …Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma Madde 109- (1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.…(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.…Hakaret Madde 125- (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. …Mala zarar verme Madde 151- (1) Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hale getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.…” 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Mağdur ile şikâyetçinin dinlenmesi Madde 236 – (1) Mağdurun tanık olarak dinlenmesi halinde, yemin hariç, tanıklığa ilişkin hükümler uygulanır. (2) İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdur, bu suça ilişkin soruşturma veya kovuşturmada tanık olarak bir defa dinlenebilir. Maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk arz eden haller saklıdır. (3) Mağdur çocukların veya işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş olan diğer mağdurun tanık olarak dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulur. Bunlar hakkında bilirkişilere ilişkin hükümler uygulanır.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6950 | Başvuru, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, nitelikli cinsel saldırı, kasten yaralama, hakaret, tehdit ve mala zarar verme suçlarından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tüketici hakem heyetine yaptığı şikâyetin kabul edilmesine rağmen lehine vekâlet ücreti verilmemesi ve bu konuda Tüketici Mahkemesine açtığı itiraz davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 1/10/2014 ve 23/10/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 2014/16914 ve 2014/17271 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/15918 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aynı banka şubesinden farklı tarihlerde kullandığı tüketici kredileri nedeniyle 781,05 TL "kredi tahsis ve değerlendirme, kredi masrafı", 100 TL "dosya masrafı" ve 200 TL "kredi istihbarat ücreti" adları altında kendisinden tahsil edilen tutarların iadesi için 17/4/2014 tarihinde üç ayrı şikâyet dilekçesiyle Sur Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyetine (Heyet) başvurmuştur. Heyet, 12/5/2014 tarihli ve 1072607, 1072670 ve 1072555 sayılı kararları ile başvurucunun haklılığını tespit ederek şikâyetlere konu masraf ve ücretlerin başvurucuya iadesine karar vermiştir. Başvurucunun her bir şikâyet yönünden 250 TL vekâlet ücreti talebi ise yargı mercii olmadığı ve vekâlet ücretine hükmetme konusunda kanunla verilmiş bir yetki ve görevinin de bulunmadığı gerekçeleriyle kabul edilmemiştir. Başvurucu, şikâyetlerinin kabul edilmesine rağmen vekâlet ücreti talebi hakkında verilen olumsuz Heyet kararlarına karşı Diyarbakır Asliye (Tüketici) Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 17/6/2014 tarihinde itirazlarda bulunmuştur. Mahkeme 3/9/2014 tarihli kararı ile "kredi istihbarat ücreti" hakkındaki Heyet kararına karşı vekâlet ücreti yönünden açılan davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:"Tüm dosya kapsamı hep birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde; Davacının tüketici sorunları hakem heyetine yapmış olduğu başvurunun kabulüne karar verildiği davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmediği Barolar Birliği tarafından belirlenen avukatlık asgari ücret tarifesindeki belirlenen vekalet ücretlerinin yasal dayanağının olması gerektiği, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde belirlenen Tüketici Hakem Heyeti nezdinde takip edilecek işler için belirlenmiş olan vekalet ücretinin avukatların müvekkilinden talep edebileceğine ilişkin bir düzenleme olduğu, hakem heyetinin davacı lehine vekalet ücretine hükmetmesine yönelik bir düzenleme olmadığı bu hali ile tüketici hakem heyetinin vekalet ücretine hükmetmemiş olmasının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılarak davanın reddine karar veril(miştir)." Mahkeme 1/10/2014 tarihli kararlarında ise "kredi tahsis ve değerlendirme, kredi masrafı" ile "dosya masrafı" hakkındaki Heyet kararlarına karşı vekâlet ücreti yönünden açılan davaların ayrı ayrı reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararların gerekçeleri şöyledir:"Tüm dosya kapsamı hep birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde; davacının tüketici sorunları hakem heyetine yapmış olduğu başvurunun kabulüne karar verildiği davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmediği Barolar Birliği tarafından belirlenen avukatlık asgari ücret tarifesindeki belirlenen vekalet ücretlerinin yasal dayanağının olması gerektiği, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde belirlenen Tüketici Hakem Heyeti nezdinde takip edilecek işler için belirlenmiş olan vekalet ücretinin avukatların müvekkilinden talep edebileceğine ilişkin bir düzenleme olduğu, hakem heyetinin davacı lehine vekalet ücretine hükmetmesine yönelik bir düzenleme olmadığı, dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6552 sayılı yasanın maddesi ile 6502 sayılı yasanın 70/ maddesine “Tüketici hakem heyetlerince vekâlet ücreti ödenmesine karar verilemez.” hükmünün getirildiği, bu hali ile tüketici hakem heyetinin vekalet ücretine hükmetmemiş olmasının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılarak davanın reddine karar veril(miştir)." Başvurular, kararların tefhimlerinden itibaren 1/10/2014 ve diğer iki başvuruda 23/10/2014 tarihlerinde yasal süre içerisinde yapılmıştır. A. Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir: “1) Yargılama giderleri şunlardır: ... ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti. ...” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedilir..." Uyuşmazlığa konu olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4822 sayılı Kanun ile değiştirilen maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“...Değeri beşyüz milyon liranın altında bulunan uyuşmazlıklarda tüketici sorunları hakem heyetlerine başvuru zorunludur. Bu uyuşmazlıklarda heyetin vereceği kararlar tarafları bağlar. Bu kararlar İcra ve İflas Kanununun ilamların yerine getirilmesi hakkındaki hükümlerine göre yerine getirilir. Taraflar bu kararlara karşı onbeş gün içinde tüketici mahkemesine itiraz edebilirler. İtiraz, tüketici sorunları hakem heyeti kararının icrasını durdurmaz. Ancak, talep edilmesi şartıyla hakim, tüketici sorunları hakem heyeti kararının icrasını tedbir yoluyla durdurabilir. Tüketici sorunları hakem heyeti kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine tüketici mahkemesinin vereceği karar kesindir....” 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un "Karar ve karara itiraz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) İl ve ilçe tüketici hakem heyetinin verdiği kararlar tarafları bağlar. (Ek cümle: 10/9/2014 - 6552/140 md.) Tüketici hakem heyetlerince vekâlet ücreti ödenmesine karar verilemez....(5) Tüketici hakem heyeti kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine tüketici mahkemesinin vereceği karar kesindir...." 6502 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer mevzuatta Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır." 6502 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra yürürlüğe girer."B. Tarife Hükümleri 28/12/2013 tarihli ve 28865 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren (Karar tarihinde yürürlükte bulunan) Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin ekli çizelgesinin birinci kısım ikinci bölümünün "İş Takibi Konusundaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret" başlıklı altıncı sırası şöyledir:" İl ve ilçe tüketici hakem heyetleri nezdinde sunulacak hizmetlerde, hizmete konu işin değerinin % 12’sinden aşağı olmamak üzere. Ancak hizmete konu işin değeri maktu ücretin altında ise hizmete konu işin değeri kadar avukatlık ücretine hükmedilir. 250,00 TL" 31/12/2014 tarihli ve 29222 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren (6502 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan kanuni düzenleme sonrası) Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin "Tüketici hakem heyetleri ve tüketici mahkemelerinde ücret" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" (1) Tüketici hakem heyetlerinin tüketici lehine verdiği kararlara karşı açılan itiraz davalarında, kararın iptali durumunda tüketici aleyhine, avukatlık asgari ücret tarifesine göre nisbi tarife üzerinden vekâlet ücretine hükmedilir.(2) İş bu tarifenin Birinci Kısım İkinci Bölümünün tüketici hakem heyetlerine ilişkin kuralı, tüketici hakem heyetlerinde avukat aracılığı ile takip edilen işlerde, avukat ile müvekkili arasında çıkabilecek uyuşmazlıkların Avukatlık Kanununun maddesinin fıkrası uyarınca çözülmesine ilişkindir." Anılan tarifenin ekli çizelgesinin birinci kısım ikinci bölümünün "İş Takibi Konusundaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret" başlıklı altıncı sırası şöyledir:" İl ve ilçe tüketici hakem heyetleri nezdinde sunulacak hizmetlerde, hizmete konu işin değerinin % 12’sinden aşağı olmamak üzere. Ancak hizmete konu işin değeri maktu ücretin altında ise hizmete konu işin değeri kadar 250,00 TL " | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15918 | Başvuru, tüketici hakem heyetine yaptığı şikâyetin kabul edilmesine rağmen lehine vekâlet ücreti verilmemesi ve bu konuda Tüketici Mahkemesine açtığı itiraz davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Van Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 17/8/2017 tarihinde gözaltına alınan başvurucu Feridun Genç 18/8/2017 tarihinde Van Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) kararı ile tutuklanmıştır. Aynı soruşturma kapsamında 6/12/2017 tarihinde gözaltına alınan başvurucu Serkan Demir ise Hâkimliğin 7/12/2017 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başsavcılık tarafından başvurucular hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçunu işledikleri iddiasıyla düzenlenen 26/3/2018 tarihli iddianamenin kabulüyle açılan kamu davası Van Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 1/11/2019 tarihinde başvurucuların isnat edilen suçtan mahkûmiyetlerine ve tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 30/6/2020 tarihinde mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına ve başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Bozma kararından sonraki süreçte Mahkeme, başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına muhtelif oturumlarda karar vermiştir. Başvurucular 2/2/2022 tarihinde ayrı ayrı bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 16/3/2023 tarihinde başvurucuların mahkûmiyetlerine ve tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Davanın bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolu aşamasında derdest olduğu tespit edilmiştir. Komisyon; adli yardım taleplerinin kabulüne, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/11331 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/25918 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/25918 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25918 | Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
BAŞVURULARIN KONUSU Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararları verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/5286 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da hiç icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5286 | BAŞVURULARIN KONUSU Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasının iptaline ilişkin başvuru sürecinde cezanın zamanaşımına uğradığının başvuruyu inceleyen merci tarafından gözetilmeyerek başvurunun reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirkete ait araçların istiap haddi fazlası yük taşıdıkları gerekçesiyle başvurucu hakkında 28/3/2011, 6/9/2011 ve 3/10/2011 tarihlerinde sırasıyla 462 TL, 230 TL ve154 TL idari para cezası kesilmiştir. Söz konusu cezalar başvurucuya tebliğ için gönderilmiş, tebliğ edilememeleri üzerine ilanen tebliğe çıkarılmış ve sırasıyla 21/11/2011, 29/10/2011 ve 25/11/2011 tarihlerinde kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından ayrı ayrı yapılan iptal başvurularının da İskenderun Sulh Ceza Hâkimliğince reddine karar verilmiştir. Sonrasında Hatay İdare Mahkemesinin 1/10/2014 tarihli kararıyla idari para cezalarının usulsüz biçimde tebliğe çıkarıldığı gerekçesiyle anılan cezalara ilişkin ödeme emrinin iptaline karar verilmiş, yapılan itiraz ise reddedilmiştir. Usulüne uygun tebliğe çıkarılan her üç idari para cezası başvurucu tarafından 13/3/2015 tarihinde tebellüğ edilmiştir. Başvurucunun 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasındaki ek cümle uyarınca anılan cezaların kanuni süre içinde tebliğ edilmemeleri nedeniyle düştükleri iddiasıyla yaptığı iptal başvurusu, İskenderun Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/5/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" (...) idari para cezası tutanaklarının tebliğ işlemlerine 2011 yılında başlandığı, tebliğ edilememesi üzerine ilanen tebliğ edildiği, kesinleşen idari para cezaları ile ilgili ödeme emri tebliği üzerine başvuranın idare mahkemesinde dava açtığı, idare mahkemesince idari para cezalarının usule uygun tebliğ edilmediği gerekçesi ile ödeme emrinin iptaline karar verildiği, bunun üzerine idari para cezalarının yeniden tebliğe çıkarıldığı, idari para cezalarının 2011 yılında düzenlendiği ve süresi içinde tebligat işlemlerinin başladığı, verilen idari para cezalarında hukuka aykırı bir husus tespit edildiği anlaşılmakla itirazın reddine (...)" Ret kararı 1/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5326 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: “(1) Soruşturma zamanaşımının dolması halinde kabahatten dolayı kişi hakkında idarî para cezasına karar verilemez.(2) (Değişik: 6/12/2006-5560/33 md.) Soruşturma zamanaşımı süresi;(...)c) Ellibin Türk Lirasından az idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde üç,yıldır.(Ek cümle: 13/2/2011-6111/22 md.) Ancak, (...) 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu[nda] (...) belirtilen ve idari para cezasını gerektiren fiilin işlendiği tarihi takip eden takvim yılının son günü bitimine kadar idari para cezası verilerek tebliğ edilmediği takdirde idari yaptırım kararı verilemez, verilmiş olanlar düşer.” Yargı Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/52, K.2016/17918 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir: "5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Soruşturma zamanaşımı” kenar başlıklı maddesinin, 5560 sayılı Kanun’un maddesi ve 6111 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 1 ve fıkralarında; (...) 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu, (...) belirtilen ve idari para cezasını gerektiren fiilin işlendiği tarihi takip eden takvim yılının son günü bitimine kadar idari para cezası verilerek tebliğ edilmediği takdirde idari yaptırım kararı verilemez, verilmiş olanlar düşer.” şeklindeki düzenlemeler karşısında,(...) Sultangazi İlçe Emniyet Müdürlüğünün 8/11/2010 tarihli ve FU-277640 sıra nolu idari yaptırım kararının kabahatliye posta yolu ile tebliğ edilemediği gerekçesi ile ilanen tebliğ edildiğinin anlaşılması karşısında, 8/11/2010 tarihinde işlenen fiil nedeniyle verilen idari para cezasının takip eden takvim yılının son günü bitimine kadar kabahatliye öncelikle 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğinin gerektiği, somut olayda ise kabahatli şirketin resmi tebligat adresine tebligat yapılmaksızın ilanen tebliğ işleminin geçerli olmayacağı gibi, kabahatliye usulüne uygun tebligat yapıldığına dair delil de bulunmadığı gözetilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenlerle yerinde görül[müştür.]" | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10583 | Başvuru, idari para cezasının iptaline ilişkin başvuru sürecinde cezanın zamanaşımına uğradığının başvuruyu inceleyen merci tarafından gözetilmeyerek başvurunun reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7199 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, çocuğun cinsel saldırıya da maruz kalarak öldürülmesiyle sonuçlanan olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde Şırnak'ta yaşayan başvurucular İsmail Yorgun ve başvurucu Sedika Yorgun'un kızları, diğer başvurucuların kardeşi altı yaşındaki E.Y. 13/12/1999 tarihinde inşaat hâlindeki boş bir binada cinsel saldırıya maruz kaldıktan sonra öldürülmüş olarak bulunmuştur. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) aynı gün olayla ilgili olarak resen soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemleri neticesinde ölümün solunum ile dolaşım yetmezliği nedeniyle gerçekleştiği anlaşılmıştır. Ayrıca küçük çocuğun cinsel saldırıya maruz kaldığı da belirlenmiştir. Soruşturmada şüpheli Z.K. 1/3/2000, diğer şüpheli T ile İ.B. 2/3/2000 günü gözaltına alınmıştır. T. ve İ.B. 6/3/2000 tarihinde tutuklanmış, diğer şüpheli ise serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tutuklu iki şüpheli hakkında cinsel saldırı ve kasten öldürme suçlarını işledikleri iddiasıyla 10/3/2000 tarihinde kamu davası açmıştır. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen kovuşturmada, sanıkların tutukluluk hâllerine 30/5/2000 tarihinde son verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 5/2/2002 tarihinde mahkûmiyetlerine yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle sanıkların beraatine hükmetmiştir. Beraat hükümlerinin bir gerekçesi olarak da olay yerinden elde edilen biyolojik deliller ile sanıkların vücutlarından alınan örneklerin kriminal laboratuvar incelemelerinde uyumlu olmaması gösterilmiştir. Başvurucu İsmail Yorgun tarafından temyiz edilen bu hükümler, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 19/3/2003 tarihinde onanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, hükümlerin kesinleşmesi üzerine olayın fail veya faillerinin tespiti için Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazmıştır. Bu kararla yeniden başlatılan soruşturmada Cumhuriyet Başsavcılığı, bu kez A.B. hakkında kamu davası açmıştır. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanan kamu davasının Osmaniye'ye nakline karar verilmiştir. Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen kovuşturma sonucunda A.B.nin beraatine hükmedilmiş, hüküm Yargıtay Ceza Dairesi tarafından onanmıştır. Hükmün kesinleşmesinden sonra Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi de olayın fail veya faillerinin tespit edilmesi amacıyla dava dosyasını 29/6/2010 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı fail veya faillerin yakalanabilmesi için 13/4/2011 tarihinde dava zamanaşımı süresince daimî arama kararı vermiş, arama kararını yerine getirmesi için Şırnak İl Emniyet Müdürlüğüne gönderip aramanın akıbeti hakkında her üç ayda bir düzenli bir şekilde bilgi verilmesini de Müdürlükten istemiştir. Daimî arama kararına rağmen olayın fail ya da failleri belirlenememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmada zamanaşımının 13/12/2019 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 24/12/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucuların bu karara itirazı, Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/2/2020 tarihli kararı ile reddedilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8733 | Başvuru, çocuğun cinsel saldırıya da maruz kalarak öldürülmesiyle sonuçlanan olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, dokunulmazlık hakkını yeniden kazanan milletvekilinin bir ceza mahkemesinde yargılanmaya devam etmesinin seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını, bir gazetede yayımlanan köşe yazısındaki sözleri nedeniyle iftira suçundan cezalandırılmasının ise ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Olayların meydana geldiği tarihte -2014 yılında- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve dönem milletvekili olan başvurucu, ulusal ölçekte yayın yapan Birgün gazetesinde 21/4/2014 tarihinde "Her Devrin Kasası " başlığıyla bir köşe yazısı yayımlamıştır. Söz konusu yazıda özetle iktidar partilerince; kamu ihalelerinin nin (müşteki) de aralarında bulunduğu belirli kişilere verildiği, ihale ve özelleştirme süreçlerinde kamu zararına yol açan çok sayıda usulsüzlük yapıldığı, bu usulsüzlüklerle ilgili hukuki süreçlerin sürüncemede bırakıldığı şeklinde iddialara yer verilmiştir. Ayrıca söz konusu yazı, aynı gazetenin www.birgun.net adlı internet sitesinde aynı başlıkla, www.odatv.com adlı internet sitesinde ise "Bakın Daha Önce Kimin Kasasıymış?" isimli başlıkla yayımlamıştır. nin şikâyeti üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) bahse konu köşe yazısında yer alan bazı açıklamaların suç oluşturduğu iddiasıyla başvurucu hakkında bir ceza soruşturması başlatmıştır. Söz konusu soruşturma kapsamında, Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca başvurucunun yasama dokunulmazlığının kaldırılması için 12/11/2014 tarihli bir fezleke düzenlenmiş ve bu fezleke Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda bu yönde değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya geçici madde eklenmiştir. Söz konusu Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Böylece Adalet Bakanlığı verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama donulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Başvurucunun yasama dokunulmazlığı da 8/6/2016 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa'nın geçici maddesi ile kalkmıştır. Anılan madde kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan başvurucunun hakaret ve iftira suçlarından cezalandırılması için Başsavcılıkça bir kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanmaya başlayan başvurucu, yargılama süreci devam ederken 24/6/2018 tarihinde yapılan genel seçimde yeniden milletvekili seçilerek dönem milletvekili olmuştur. Başvurucunun yeniden milletvekili olması nedeniyle yargılamada durma kararı verilmesine yönelik talebi Mahkemece reddedilmiş ve yargılamaya devam edilmiştir. Bahse konu yargılama sonucunda başvurucu, yayın yolu ile alenen hakaret suçundan 045 TL adli para cezası ve iftira suçundan da bir yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Hapis cezası ertelenmiştir. İlk derece mahkemesi hakaret ve iftira suçuna ilişkin bazı açıklamalar yaptıktan sonra davaya konu yazıdan uzunca bir alıntı yapmış ve daha fazla gerekçeye yer vermeden aşağıdaki gerekçe ile başvurucunun her iki suçtan da cezalandırılmasına karar vermiştir: "...söz konusu gazete yazısında yer alan ifadelerin, kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olduğu, ayrıca yazıdaki ifadelerle şikayetçi hakkında bir yargı kararı olmamasına rağmen kesin yargı kararı varmış gibi suç isnadı yapıldığı gerekçeleriyle katılanın hukuka aykırı veya suç teşkil eden birçok olayla ilişkilendirilerek "onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte fiil veya olguların isnat edilerek hakkında bir yargı kararı olmamasına rağmen kesin yargı kararı varmış gibi suç isnadı yapıldığı " böylelikle "alenen yayın yolu ile hakaret" ve "iftira" suçunun unsurlarının oluştuğu değerlendirilerek sanığın eylemine karşılık gelen TCK'nun 125/2-4, 267/1 maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar vermek gerekmiş..." Başvurucu, ilk derece mahkemesinin anılan kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf incelemesini yapan bölge adliye mahkemesi, herhangi bir değerlendirmeye yer vermeden başvurucunun açıklamalarının bir bütün hâlinde iftira suçunun unsurlarını oluşturduğunu kabul ederek ilk derece mahkemesinin hakaret suçuna yönelik mahkûmiyet hükmünü kaldırmış; iftira suçuna yönelik istinaf talebini ise kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 3/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 22/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14067 | Başvuru, dokunulmazlık hakkını yeniden kazanan milletvekilinin bir ceza mahkemesinde yargılanmaya devam etmesinin seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını, bir gazetede yayımlanan köşe yazısındaki sözleri nedeniyle iftira suçundan cezalandırılmasının ise ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, usulüne uygun olarak tebliğ edilmeyen idari para cezasına karşı açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1987 doğumlu olup Fransa'nın Rennes şehrinde ikamet etmektedir. Başvurucunun ortağı ve müdürü olduğu A. Su Meşrubat ve Sanayi Limited Şirketi 15/5/2014 tarihinde İstanbul'un Zeytinburnu ilçesi Beştelsiz Mahallesi Yol Sokak No: 2 adresinde ticari faaliyete başlamıştır. Şirketin perakende alkollü içecek satma ruhsatı bulunmaktadır. Başvurucu tarafından işyerini işletmek üzere kardeşi Öc.ye vekâletname verilmiştir. Kolluk görevlilerince 6/12/2015 tarihinde saat 10'da düzenlenen tutanakta, 5/12/2015 tarihinde gece saat 50'de S.T.nin başvurucunun işyerinden elinde siyah poşetle çıktığının görülmesi üzerine usulüne uygun olarak yapılan kontrolde poşetin içinde dört adet biranın bulunduğunun tespit edildiği notu düşülmüştür. Ancak S.T. ve başvurucunun kardeşi Öc. tutanağı imzalamaktan imtina etmiştir. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TPDK) 14/1/2016 tarihli yazıyla perakende alkollü içecek satışının yasak olduğu bir saatte alkol satışı yaptığı hususuyla ilgili olarak savunmasını vermesini başvurucudan istemiştir. Bu yazı 22/1/2016 tarihinde işyerinde tebliğ edilmiştir. Olaya ilişkin savunmayı içeren yazı başvurucunun kardeşi Öc. tarafından 29/1/2016 tarihinde posta yoluyla TPDK'ya gönderilmiştir. Öc. savunmasında yasak saatte alkollü içecek satıldığı iddiasını inkâr etmiştir. TPDK 23/3/2016 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 8/6/1942 tarihli ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz." hükmünün ihlal edildiği gerekçesiyle aynı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca 532 TL idari para cezası uygulamıştır. İdari para cezasına ilişkin karar 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesinde belirtilen usule göre 18/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/2/2018 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinde (Hâkimlik) idari para cezasına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, başvurucunun e-Devlet sistemindeki hesabına giriş yapmasıyla Davutpaşa Vergi Dairesi Müdürlüğünde 532 TL tahakkuk etmiş vergi borcunun bulunduğunu öğrenmesi üzerine konuyu araştırdığı ve aleyhine uygulanan idari para cezasından bu şekilde haberdar olduğu belirtilmiştir. Dilekçede, tebligatın usulsüz olduğu ve ıttıla tarihi esas alınarak itirazının süresinde kabul edilmesi gerektiği savunulmuştur. Başvurucu, Davutpaşa Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından 19/1/2018 tarihinde düzenlenmiş ve 31/3/2016 tarihinde işi terk beyanı verdiğini gösteren bir adet belgeyi itiraz dilekçesine eklemiştir. Başvurucu, anılan belgeden de anlaşılacağı üzere yerleşim yeri adresinin kamu otoritelerinin bilgisi dâhilinde olduğunu belirtmiştir. Başvurucu esasa ilişkin olarak ise tutanağın usulsüz olduğunu ifade ederek yasak saatte perakende alkollü içecek satıldığı isnadını inkâr etmiştir. Hâkimlik 27/2/2018 tarihli kararıyla itirazı süre aşımı gerekçesiyle usulden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, idari para cezasının 18/6/2016 tarihinde 7201 sayılı Kanun'un maddesine göre başvurucuya tebliğ edildiği belirtilmiş ve itirazın tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük kanuni süresi içinde yapılmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinde itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde başvurucu, ilk dilekçedekilerle benzer nitelikte iddialar ileri sürmüştür. İtiraz merciince 14/3/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Nihai karar 29/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4250 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:" Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz." 4250 sayılı Kanun'un "Cezalar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" Bu Kanunun 6 ncı maddesinin;...e) Beşinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerindeki yasaklara aykırı hareket edenlere, 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendinde öngörülen,...idari para cezası verilir." 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun "Başvuru yolu" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir." 7201 sayılı Kanun’un "Adres değiştirmenin bildirilmesi mecburiyeti" kenar başlıklı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12506 | Başvuru, usulüne uygun olarak tebliğ edilmeyen idari para cezasına karşı açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; yasa dışı örgüt propagandası yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte yasa dışı PKK terör örgütü adına suç işleme şüphesiyle 14/12/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 26/10/2010 tarihli kararı ile başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar bozulmuş, bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2015 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18796 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/4/2014 ve 4/11/2015 tarihlerinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Kişi ve konu yönünden hukuki irtibatları bulunması nedeniyle 2015/16949 numaralı başvuru dosyasının 2014/5427 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığında muvazzaf astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğuna dair isimsiz bir e-posta gönderilmesi üzerine hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. İstihbarata karşı koyma faaliyeti çerçevesinde 25/4/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Söz konusu ifade metninde başvurucunun ifadesine hangi kapsamda başvurulduğu hususu belirtilmemiştir. Anılan ifade metnine göre başvurucuya nerelerde görev yaptığı, sanal ortamdaki herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde üyeliğinin olup olmadığı, İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu kadınların kimler olduğu, gösterilen bazı görüntülerin kendisine ait olup olmadığı sorulmuştur. Başvurucu, sorulan soruları ayrıntılı olarak yanıtlamış ve ifade tutanağını imzalamıştır. İdari tahkikat sonucunda TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir" ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. Komisyon 2/10/2013 tarihli kararı ile başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan kararın 15/11/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanı tarafından onaylanması ile ayırma süreci tamamlanmıştır. Başvurucu 24/1/2014 tarihinde ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; göreviyle ilgisi olmayan, özel yaşantısına ilişkin soruların sorulduğu hukuka aykırı bir sorgu neticesinde elde edilen beyanlarının delil olarak kullanılamayacağını, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. AYİM Başsavcılığı, dava konusu işlemin iptali yönünde görüş sunmuştur. Başsavcılığın 8/9/2014 tarihli düşünce yazısında, dava konusu işleme dayanak gösterilen ilişkilerin özel hayat sınırları içinde kaldığı ve mesleki yaşantıya yansımadığı, başvurucunun mesleki safahatının çok iyi seviyede olduğu, buna rağmen ikaz dahi edilmeden tesis edilen ayırma işleminin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin (Daire) 24/2/2015 tarihli kararıyla dava, oyçokluğuyla reddedilmiştir. Kararda, 25/4/2012 tarihinde ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri ikrar ettiği, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel olmasına karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olma vasfını taşımadığı ve tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı şeklinde değerlendirmeler yer almıştır. Kararda ayrıca söz konusu ifadenin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere alındığı belirtilmiştir. Karara katılmayan iki üye tarafından kaleme alınan karşıoy yazılarında ise söz konusu eylemlerin mahremiyet alanına ilişkin olduğu ve başvurucu tarafından iradi bir şekilde alenileştirilmediği, olumlu olan geçmiş sicil durumunun dikkate alınmadığı, ayrıca yasa dışı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak işlem tesis edildiği belirtilmiştir.Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 10/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 7/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu bu karara karşı 4/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, yasak yöntemler kullanarak kendisini sorgulayan görevliler hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Söz konusu kişiler hakkında soruşturma açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, soruşturma emri verilmemesi işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi, 11/7/2013 tarihli kararıyla, idari davaya konu bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle inceleme kabiliyeti bulunmayan davanın reddine hükmetmiştir. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30) ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26-33) yer vermiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5427 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında 4/8/2006 tarihinde Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuştur. Başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali talebiyle idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 26/9/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu,delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/44 | Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, resen gerçekleştirilen tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması ve tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi, avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bir kısım kamu görevlisinin açıklamaları nedeniyle masumiyet karinesinin, usule uygun yapılmayan arama işlemi ve meslekten ihraç edilme nedenleriyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve mal varlığına tedbir konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 19/9/2016 ve 17/1/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2018/3368 numaralı başvurunun -konu ve kişi bakımından irtibat olması nedeniyle- 2016/50394 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yargıtay ve Danıştay üyesi ile bazı Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeleri hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlere önceki kararlarda ayrıntılı şekilde yer verilmiştir (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak mesleğe başlamış; sonrasında ise Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi, daire başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür ve Bakanlık müsteşar yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. Başvurucu 2010 yılında HSYK üyesi seçilmiş ve dört yıl -hâkim ve savcıların atanması ve yetkilerinin belirlenmesine ilişkin karar vermekle görevli olan- HSYK Birinci Dairesi başkanlığı yapmıştır. 2014 yılında yeniden HSYK üyesi seçilemeyen başvurucu, İstanbul Anadolu Adliyesi İş Mahkemesine hâkim olarak atanmıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. HSYK 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, 24/8/2016 tarihinde ise meslekten ihraç edilmesine karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 17/7/2016 tarihinde İstanbul'da gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi İstanbul Adliyesinde 20/7/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucu ifadesinde hayatının hiçbir döneminde "cemaat" (FETÖ/PDY) ile bir bağlantısının olmadığını ileri sürerek suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde, terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından tutuklanması istemiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısımları şöyledir:"15/7/2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapan silahlı FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan bir kısım askerlerin Türkiye Cumhuriyeti Hükumetine ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanına yönelik darbe girişiminde bulundukları, HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığının 16/7/2016 tarihli ön raporunda belirtilen 2735 Adli Yargı Hakim ve Cumhuriyet Savcısı ile İdari Yargı Hakimlerinin söz konusu darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu askerler ile birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli şüphelerin bulunduğu değerlendirmesiyle bu Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının 2802 sayılı yasanın 77/ ve 81/ maddeleri gereğince 3 ay süreyle görevden uzaklaştırılmasına karar verildiği, bu şahıslar hakkında FETÖ/PDY terör örgütü suçlaması nedeniyle, listede bulunan Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının görev yaptıkları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç ihbarında bulunulduğu, bu ihbar üzerine TCK'nın 309/ ve 314/ maddeleri gereğince Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs, silahlı terör örgütüne üye olmak suçlarından soruşturmaya başlanıldığı, HSYK Dairesi tarafından 16/7/2016 tarih ve 2016/4 tedbir, 2016/345 karar sayılı listede bulunan Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının görevden uzaklaştırılmalarına (açığa alınmalarına) ilişkin kararın temin edilerek dosyaya konulduğu, bu kararın gerekçesinde açıkça 'görevden uzaklaştırılan Hakim ve Cumhuriyet Savcılarının 15/7/2016 tarihli darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan askerler ile birlikte, fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli delil ve şüphenin bulunduğu, ilgililerin görevlerine devamlarının soruşturmanın selametine, yargı erkinin nüfus ve itibarına zarar vereceği' kabul edilerek görevden uzaklaştırıldıkları,HSYK Dairesinin görevden uzaklaştırma kararında yazdığı gerekçede açıkça belirtildiği üzere sevk edilen şüphelilerin her ne kadar Hakimlik ve Savcılık mesleğini yapıyor olsalar da, silahlı terör örgütü olan FETÖ/PDY üyesi oldukları, örgüt üyeliği bilinç ve kastı ile örgütün diğer mensupları Devletin tüm silah imkanlarını kullanan askerler tarafından yapılan darbe girişimine fikir ve eylem birliği olarak katıldıkları, ayrıca Ülkemizde halen darbe tehlikesinin henüz ortadan kalkmadığı, her an yeni darbe girişimlerinde bulunulmasının muhtemel olduğu, şüphelilerin önceki darbe girişimine verdikleri fikir ve eylem desteği gibi yeni darbe girişiminde bulunulması halinde aynı şekilde yeni girişimlere de destek verme ihtimallerinin oldukça yüksek olduğu, FETÖ/PDY üyesi olan bir kısım şüphelilerin imkan buldukça yurtdışına kaçtıkları, serbest kalmaları halinde kaçma ihtimallerinin yüksek olduğu, suç delillerini karartabilecekleri, diğer örgüt üyelerine her türlü fiili ve hukuki yardımda bulunabilecekleri, müsnet suçların tutuklanmayı gerektiren katolog suçlardan olması, yine müsnet suçlar için öngörülen cezaların yüksekliği ve adli kontrol kararının yetersiz kalacağı anlaşıldığından ...... şüphelilerin müsnet 5237 sayılı TCK'nın 309/ ve 314/ maddelerinde tanımlanan suçlarından sorgularının yapılarak CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına karar verilmesi kamu adına talep olunur." Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucunun Hâkimlikteki ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucunun sorgudaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hakkımdaki suçlamalar savcılıkta da olduğu gibi genel bir suçlama şeklidir. Somut delillere dayanmamaktadrr. FETÖ örgütü ... ile aramda ne tür bir illiyet kurulduğu tarafıma açıklanmamıştır. Savunma yapabilmem için bunu bilmem gerekir ... Hakkımdaki iddialar HSYK'daki görevim sırasındaki iş ve işlemlere ilişkin ise; bunun soruşturma ve kovuşturma usulü özel usule tabi olduğundan İstanbul Anadolu Cumhurivet Bassavcılığı ve Sulh Ceza Hâkimliği bu hususta yetkili değildir. Evrakın ayrılarak HSYK'ya gönderilmesi gerekir. Eğer şu anda görevimi yürüttüğüm iş mahkemesi ile alakalı bir suçlama var ise 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda özel düzenlemeye tabidir. Bu [durumda] da en yakın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yetkilidir. Yine 2802 sayılı yasanın 88/ maddesine göre Hâkim ve Savcıların suçüstü haller dışında yakalanması mümkün değildir. Bu nedenlerle usul ve yasaya uygun olmayan gözaltı kararı sonrası sevkimin salıverilmeyle sonuçlanmasını talep ediyorum. Söz konusu FETO örgütüne üyeliğim ya da herhangi bir yardımım söz konusu değildir. Yazılı savunmalarımda bu hususlar daha ayrıntılı belirtilmiştir. Hakkımdaki suçlamalar açık ve net olarak belirtildiği takdirde savunmalarımı da buna göre yapacağım. Hakkımda herhangi bir delil bulunmadığından salıverilmeme karar verilmesini talep ederim. Ayrıca anladığım kadarıyla istihbari raporun geldiği anlaşılmaktadır. Sevke konu edilen HSYK raporu hala gelmemiştir. İstihbari raporun da hukuki delil olma vasfı yoktur. 15 Temmuzda meydana gelen olaylar ile uzaktan yakından herhangi bir ilgim yoktur. Hiç bir bağlantım yoktur. Olayın olduğu andan itibaren facebook ve twitter sosyal paylaşım sitelerinden darbe karşıtı paylaşımlarım da mevcuttur. Bu hususta da nasıl bir bağ olduğunun ortaya konulması gerekir. Bu yöndeki iddialar da soyuttur. Somut bağlantılar ortaya konmamıştır. Kocaeli sınırlarında spor bir arabayla kaçarken yakalandığım gibi bir mizansen oluşturulmuştur. Oysa evimin arandığını öğrenince ben kendim arama sırasında eve varıp teslim oldum. Buna ilişkin arama tutanağı dosyada olması lazım ancak bulunmadığını öğrendim. Avukatımın cep telefonundan tutanağın bir çıktısının dosyaya konmasını talep ediyorum. Kaçmamı gerektirecek hiç bir suçum yoktur." İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/7/2016 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının ilgili kısımları şöyledir:"15/7/2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapan silahlı FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan bir kısım askerlerin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanına yönelik darbe girişiminde bulundukları, HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığının 16/7/2016 tarihli ön raporunda belirtilen 2735 Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcısı ile İdari Yargı Hâkimlerinin söz konusu darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu askerler ile birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli şüphelerin bulunduğu değerlendirmesiyle bu Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının 2802 sayılı yasanın 77/ ve 81/ maddeleri gereğince 3 ay süreyle görevden uzaklaştırılmasına karar verildiği, bu şahıslar hakkında FETÖ/PDY terör örgütü suçlaması nedeniyle, listede bulunan Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının görev yaptıkları yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç ihbarında bulunulduğu, bu ihbar üzerine TCK'nın 309/ ve 314/ maddeleri gereğince Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs, silahlı terör örgütüne üye olmak suçlarından soruşturmaya başlanıldığı, HSYK Dairesi tarafından 16/7/2016 tarih ve 2016/4 tedbir, 2016/345 karar sayılı listede bulunan Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının görevden uzaklaştırılmalarına (açığa alınmalarına) ilişkin kararın temin edilerek dosyaya konulduğu, bu kararın gerekçesinde açıkça 'görevden uzaklaştırılan Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının 15/7/2016 tarihli darbe girişiminde bulunan FETÖ/PDY terör örgütü mensubu olan askerler ile birlikte, fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek aynı terör örgütüne mensup olduklarına dair kuvvetli delil ve şüphenin bulunduğu, ilgililerin görevlerine devamlarının soruşturmanın selametine, yargı erkinin nüfus ve itibarına zarar vereceği' kabul edilerek görevden uzaklaştırıldıkları,HSYK Dairesinin görevden uzaklaştırma kararında yazdığı gerekçede açıkça belirtildiği üzere sevk edilen şüphelilerin her ne kadar Hâkimlik ve Savcılık mesleğini yapıyor olsalar da, silahlı terör örgütü olan FETÖ/PDY üyesi oldukları, örgüt üyeliği bilinç ve kastı ile örgütün diğer mensupları Devletin tüm silah imkanlarını kullanan askerler tarafından yapılan darbe girişimine fikir ve eylem birliği olarak katıldıkları, ayrıca ülkemizde halen darbe tehlikesinin henüz ortadan kalkmadığı, her an yeni darbe girişimlerinde bulunulmasının muhtemel olduğu, şüphelilerin önceki darbe girişimine verdikleri fikir ve eylem desteği gibi yeni darbe girişiminde bulunulması halinde aynı şekilde yeni girişimlere de destek verme ihtimallerinin oldukça yüksek olduğu, FETÖ/PDY üyesi olan bir kısım şüphelilerin imkan buldukça yurtdışına kaçtıkları, serbest kalmaları halinde kaçma ihtimallerinin yüksek olduğu, suç delillerini karartabilecekleri, diğer örgüt üyelerine her türlü fiili ve hukuki yardımda bulunabilecekleri, müsnet suçların tutuklanmayı gerektiren katolog suçlardan olması, yine müsnet suçlar için öngörülen cezaların yüksekliği ve Adli Kontrol Kararının yetersiz kalacağı anlaşıldığından , soruşturma evrakı ile birlikte isimleri belirtilen İstanbul Anadolu Adliyesinde görev yapan şüphelilerin mevcutlu olarak gönderildiği, gönderilen şüphelilerin müsnet 5237 sayılı TCK'nın 309/ ve 314/ maddelerinde tanımlanan suçlardan sorgularının yapılarak CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına karar verilmesi kamu adına talep edildiği,Buna göre şüphelilerin görevleri sırasında işlemiş oldukları suçlarla ilgili ihbarların geldiği de bilinmekle, bu aşamada tedbiren tutuklanmalarında hukuki yarar olduğu, sistematik olarak yıllardır, ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuksal alanlarda devlet kademelerinde etkin pozisyonlara geldikleri, toplum tarafından da bunun bilinen tartışılmaz gerçek olduğu, var olduğu kesin olan şeyin ispata muhtaç olmadığı, 1980 ve 28 Şubat darbeleri ilebu FETÖ yapılanmasının önünün bilinçli olarak açıldığı, bu darbenin birçok amaçları arasında bununda bulunduğu, bu darbelerden bu yapının hep güçlenerek çıktığı, bu darbeler sırasında Fetullah Gülen'in danışıklı olarak saklandığı, örgüt üyelerine mağdur rolü oynayarak 12 Eylül darbesinde İzmir Kaynaklar yolu üzerindeki yola yakın yerlerde saklanıyormuş gibi rollere büründüğü, vatanını ve milletini seven Türk Gençliğinin yasaya ve hukuka uygun olan ekonomik ve sosyal, kültürel yapılanmalara yönelmeleri engellenerek, özellikle Türk Gençliğinin ve Türk Milletinin bu yapının sistemine kanalize edilerek aklı ve kalbini esir alabilecek kadar derin çalışmalar yaptıkları, bunun Türk Milletini hedef aldığı, 15 Temmuz olaylarının 17/25 Aralık; 7 Şubat ve MİT Tırları olaylarında açıkça ortaya çıktığı, güçlü bir yapı olması ve uluslararası destek bulması nedeniyle Türk Milletinin bu güne kadar sabır göstererek bu yapıdan kurtulma fırsatını 15 Temmuz 2016 tarihinde yakaladığı, kanser hücresi gibi bir yapılanmayla Türk Devletini ve Türk Milletini hasta ve tepki veremez, kontrol altında tutmaya, maddi ve manevi olarak sömürmeye dönük bir yapı olduğu, bu örgüte ait bir çok firma ve kuruluşun logo ve amblemlerinde dahi bunun bariz olarak görüldüğü ... bu üst yapının bu tür mesajlarla iletişim kurduğu, kontrol altına almaya çalıştıkları kişi ya da şahısları pasifize ederek, hapse atarak veya şüpheli ölümlerle etkisiz hale getirdiklerine dair bir çok soruşturma ve mahkeme kararlarının bulunduğu, dine hizmet adı altında faaliyet gösterip buradan elde edilen gelirlerin yıllardır yurtdışına aktarıldığı, Türk Milletinin alın teri olan birikimlerin yurt dışında kimler tarafından kullanıldığının bilinmediği, dünya genelindeki okullar reklam amaçlı gösterilerek bir birinden habersiz bir çok vatandaşların hesaplaması bile imkansız paraların yurt dışına aktarıldığı bunun yeni bir sömürü sistemi olduğu ... bazılarının ibadete düşkün iken bir anda namazını kılmayarak ve içki içerek sözde ülkücü ve sosyal demokrat kisvesi altında tedbir dedikleri yöntemlerle gizlendikleri, bunun herkesçe bilinen bir gerçek olduğu, oysa Devlet kurumlarında bu şahısların FETÖ'cü olduğunun her hakim, savcı, asker ve devlet memurlarınca bilindiği, kendilerini herkesin bildiğini bilmemelerinin de büyük bir garabet olduğu, tedbir yaptıkları kişilerin aslında kendilerini yöneten, bu sistemi kuran kişiler olduğu ... siyasal ve toplumsal olaylardakurdukları cümlelere kadar birebir örtüştüğü, bunların tek bir kanaldan duygu ve düşüncelerinin beslendiğinin delili olduğu, bazı istihbaratlar tarafından kullanılan Fetullah Gülen'in emir ve talimatı gibi gösterilerek bir çok hamleler yaptıkları, Fetullah Gülen'in deyıllardır buna gönüllü olarak onay verdiğinin de herkesçe bilindiği, sonuç olarak çok iyi hazırlanmış silah kullanmadan devleti ele geçirebilecek bir yapı kurulduğu, 17/25 aralık hukuk darbesi ile bu başarılamayınca kendilerine yönelik tasfiye çalışmalarından da haberleri olduğundan bu sefer içinde bulundukları TSK'yı kullanarak silah zoruyla bunu başarmaya çalıştıkları, ancak herşeyin farkında olan aziz Türk Milletinin irfan ve basiret sahibi kişiliği ile bu darbenin engellendiği, burada önemli olanın tutuklanmaya sevk edilen şüpheliler ile FETÖ arasındaki ilişkinin, illiyet bağının kurulması olduğu,Buna göre, yıllardır organize bir şekilde kendilerinden olmayan kamu çalışanlarının Emniyet Müdürlüğü, askeriye, tıbbiye, mülkiye ve adliye gibi kurumlarda binlercesinin sicilleri bozularak terfi ettirilmediği veya memurluktan atıldığı, bunlar yapılırken hiç bir hukuk kuralı tanınmadığı, kararların önceden verildiği, sonra usule uygun hale getirilmeye çalışıldığı, sadece devlet memurları sınavında değil TUS gibi bir çok sınavlarda da usulsüzlük yapıldığı ... kendilerine olan güvenin 12 Eylül 2010 tarihindeki referandumla HSYK'yı da ele geçirerek kendilerine olan güvenin aşırı boyutlara çıkmasıyla rahat haraket etmeye başladıkları, bunun da deşifre olmaları sonucunu getirdiği, çünkü diğer devlet kurumlarında da güçlü olduklarını kendilerinin, her üyesinin de bildiği, bunların bilinen bir gerçek olması nedeniyle maruf olan şeyin ispata muhtaç olmadığı, bunun da bir hukuk kuralı olduğu, ortaokulda, lise ve üniversitede stajda aynı adreste kaç kişinin kayıtlı olduğunun araştırma sonucunun da beklenmesi gerektiği,Şüpheliler hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma ve Anayasal Düzeni cebren ilgaya teşebbüs suçlarından dolayı yürütülen soruşturmada HSYK'nın şüpheliler aleyhinde vermiş olduğu 16/7/2016 tarihli açığa alma kararı ve bu karar neticesinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yazılan aynı tarihli müzekkere dikkate alındığında şüpheliler aleyhinde kuvvetli suç şüphesi olarak kabul edilebilecek somut deliller bulunduğu, 2802 sayılı yasanın 5/ maddesine göre HSYK'nın Hâkim ve Savcılar üzerinde gözetim ve denetim hakkının bulunduğu bu kapsamda Hâkim ve Savcılarla ilgili tüm bilgi ve belgelerin HSYK'da toplandığı HSYK'nın uzun süredir Fetullahçı Terör Örgütü olarak bilinen Paralel Devlet Yapılanmasının Yargı Teşkilatını oluşturduğu iddia olunan Hâkim ve Savcılarla ilgili olarak esaslı bir çalışma yaptığının malum olduğu 15/7/2016 günü paralel devlet yapılanmasının askeri gücü tarafından gerçekleştirildiği iddia olunan suç konusu eylem nedeniyle HSYK'nın bu yapılanmasını yargı organını oluşturan Hâkim Savcılarla ilgili açığa alma kararı verdiği, söz konusu karar, bu aşamada kesin ve bağlayıcı olmasa da soruşturma aşamasında şüpheye dayalı olarak tedbir niteliğinde karar verici makam olarak Hâkimliğimizce kuvvetli suç şüphesi olarak kabul edilebilecek somut bir delil olduğu, Anayasamızın159/ maddesi gereğince Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulan ve görev yapan devletin resmi kurumu HSYK'nın, böyle önemli bir suçlamada, ad çekme suretiyle veya başka bir yöntemle bu isimleri belirlemiş olamayacağı, tüm kurumlara yerleşmiş olan üyeler tarafından 15 Temmuz 2016 tarihinde hareket edildiğine ilişkin verilerin bulunması, HTS raporları, imajlar, aramalar neticesinde elde edilen deliller üzerinde yapılan incelemelerin tamamlanmamış oluşu, aynı şekilde önceki HSYK seçimlerinden önce seçim çalışması için rapor alıp almadıklarının henüz tespit edilmemiş oluşu, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen Silahlı Darbe eyleminin 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince ağır cezalık suç ve darbeye teşebbüs niteliğindeki suçüstü hali olabileceği, HSYK Dairesi'nin 16/7/2016 tarihli 40 gündem numaralı, 36 tutanak ve sayfa 1/109 nolu 2016/4 Tedbir esas nolu kararının gerekçesinde 'Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başmüfettişliği'nin 16 Temmuz 2016 tarihli ve 37007-282-07/16-1 sayılı HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın 16/7/2016 tarihli bildiriminin gerekçesinin henüz dosyaya girmemiş oluşu, 2745 kişinin FETÖ/PDY yapılanmasına ilişkin somut bilgilerin bu aşamada dosya içinde bulunmadığı, idarenin iş ve işlemlerinin usul ve yasaya uygun olduğuna güven duyulması gerektiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletinin açık bir saldırıyla karşı karşıya olması nedeniyle de bu şüphelilerin bu aşamada tedbir maiyetinde tutuklanmalarında hukuki yarar olduğu, bu itibarla, yaşanılan olayın vehameti de dikkate alındığında hâkimliğimizde oluşan şüphenin haklı ve makul olduğu, şüphelilere yüklenen suçun kapsamı ve içeriği ile verilmesi muhtemel ceza miktarının yüksekliğine binaen, şüphelilerin, kaçma ve delilleri karartma şüphesi altında oldukları, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Maddesi aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinde belirlenen özgürlüğün kısıtlanmasını gerektirir kriterlerin mevcut olduğu CMK'nın 100/3-a. maddesine istinaden somut olarak varsayıldığı kanaatine varılmakla şüpheliler S.S., , İ.Ç, İbrahim Okur ve A.E.nin üzerlerine atılı suçlardan ayrı ayrı tutuklanmalarına ... karar verildi." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği suçun vasfına ve mevcut delil durumuna göre İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek 3/8/2016 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucu anılan kararın tebliğ edilmediğini bildirmiştir. Başvurucu 19/9/2016 tarihinde (2016/50394 sayılı bireysel başvuru dosyası yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Anadolu Başsavcılığı kamu davası açılması için 18/12/2017 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) hitaben fezleke düzenlemiştir. Fezlekede 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğu belirtilmiş; bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinilmiştir. Ayrıca darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekilerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu sonucuna varılmıştır. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak genel hükümlere istinaden başvurucu hakkında Başsavcılıkça 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı da ifade edilmiş ve başvurucunun terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediği belirtilerek anılan suçu işlediğine dair olay ve olgulara yer verilmiştir. Başvurucu 17/1/2018 tarihinde (2018/3368 sayılı bireysel başvuru dosyası yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 26/4/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. İddianamede; genel hükümlere göre soruşturma başlatıldığı, başvurucuya isnat edilen suçun mütemadi suç olması nedeniyle yakalanma tarihi itibarıyla suçüstü hâlinin bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede, başvurucuya yöneltilen suçlamanın dayandığı olgular özetle şöyle ifade edilmiştir:i. Başvurucunun haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle soruşturma başlatılan eski Yargıtay üyeleri K., N. ve Ç.Ş. ile hâkim adaylığı dönemlerinde başlayan irtibatının kesintisiz devam ettiği, Bakanlık ve HSYK'da beraber görev yaptıkları dönemde örgütsel toplantılara katıldığı belirtilerek süreç içinde K.nın HSYK genel sekreterliğine ve sonrasında yüksek yargı üyeliğine, Ç.Ş. ve N. ile diğer çok sayıda örgüt mensubunun yüksek yargı üyeliğine seçilmesinde belirleyici olduğu ileri sürülmüş; bu hususların tanık beyanları ve başvurucunun ikrar mahiyetindeki beyanları ile teyit edildiği iddia edilmiştir.ii. A.H., B.E. ve K.Ö.nün ifadelerine dayanılarak başvurucunun 1997 yılından HSYK üyesi seçildiği döneme kadar A.H., B.E. ve H.Y.nin bulunduğu toplantılara; sonrasında ise K.Ö. ve E.nin bulunduğu örgüt toplantılarına katıldığı ve bu toplantılarda himmet verdiği iddia edilmiştir.iii. Başvurucunun 2007-2008 yıllarında Ankara Çukurambar semtinde B.E., A.H., H.Y., A.K., B., G.T.T., İ.H.Ş., A.T. ve K.Ö.nün katılımı ile gerçekleştirilen toplantılara iştirak ettiği ileri sürülmüş; bu hususun eski yargı mensubu Ö.F.A.nın beyanı ile de teyit edildiği belirtilmiştir.iv. Başvurucunun 2010 yılı HSYK üyeliği seçimleri öncesinde K.nın evinde yapıldığı ve yaklaşık yirmi örgüt mensubunun bulunduğu belirtilen toplantılara katılarak bu kişilerle seçim stratejisini belirlemeye çalıştığı, seçimde örgüte yakın adayların seçimi kazanmaları için -masrafları örgüt tarafından karşılandığı belirtilen- seçim gezilerine katıldığı ileri sürülmüş; bu durumun K.Ö., A.H., ve K.T.nin beyanlarıyla teyit edildiği belirtilmiştir.v. Eski Yargıtay Üyesi İ.nin " ...2010 yılı HSYK seçimleri öncesi ... örgüt mensubu tarafından 'HSYK adaylarını, bizzat Hoca efendi belirleyecek, kimse itiraz etmesin, abiler itiraz edilmesini istemiyor' şeklinde talimat verildiği ..." yönündeki beyanına yer verilerek FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen bazı yargı mensuplarının söz konusu talimat doğrultusunda Gaziantep'te İ.nin evinde toplantı gerçekleştirdikleri iddia edilmiştir.vi. 2010 yılında yapılan HSYK üyeliği seçimi sonunda -darbe teşebbüsünden sonra haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle soruşturma başlatılan ve/veya dava açılan- B.E., A.H., H.S., N.Ö., T.G., A.K., Ö.K. ve R.Y. ile başvurucunun HSYK üyesi seçildikleri ve elde ettikleri sayısal çoğunluk sayesinde hâkim ve savcılar hakkında atama ve nakletme, geçici yetki verme, kadro dağıtma gibi önemli görevleri olan HSYK Birinci Dairesinin başkanlığına başvurucunun, üyeliklerine ise T.G., A.B. ve B.Ç.nin getirilmesini sağladıkları iddia edilmiştir.vii. 2010 yılında yapılan HSYK seçimlerinden sonra Yargıtay üyelerinin seçilmesi sürecinde K.nın evinde yapıldığı belirtilen gizli toplantıya örgütle bağlantılı suçlardan haklarında soruşturma başlatıldığı belirtilen A.B., B.E., A.H., T.G., R.Y., H.S., N.Ö., B.Ç., A.K., Ö.K., B., E., A.B., Ö.A. ve N. ile birlikte başvurucunun da katıldığı, toplantı esnasında aralarından Yargıtay üyesi seçilebilecek yaklaşık üç yüz elli kişinin isimlerinin projektör ile ekrana yansıtılarak sunum yapıldığı, bu şekilde üye seçilecek kişilerin belirlenmeye çalışıldığı ve süreç içinde direkt iletişim kurularak örgüt liderinin talimatlarının alındığı iddia edilmiştir. Aynı amaçla B.Ç.nin evinde yapılan toplantıya ise o tarihte HSYK üyesi olan A.B., B.E., A.H., T.G., N.Ö., H.S., A.K., R.Y., B.Ç., K., B., E., A.B., Ö.A., Ö., N. ve A.T. ile birlikte başvurucunun da katıldığı ileri sürülmüştür.viii. Hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma başlatıldığı belirtilen A.H.nin "... İbrahim Okur söz alarak, 'arkadaşlar isimler belirlendikten sonra kesinlikle sayılmayacak, bu belirleyeceğiniz isimleri ben Bakan bey ve Müsteşar bey karşısında savunacağız' dedi. İbrahim Okur bu toplantıda benim ve B.E. adına da konuşuyordu ..." şeklindeki beyanına yer verilerek söz konusu toplantıların örgütün talimatları doğrultusunda yaklaşık iki ay devam ettiği, devletin meşru zemininde ve normal işleyiş içinde yapılması gereken Yargıtay üyesi seçimlerinin söz konusu örgüt toplantılarında örgüt liderinin görüşü de alınmak suretiyle gerçekleştirildiği ileri sürülmüş; başvurucunun da sözkonusu toplantılara katılarak örgüt liderinin talimatları doğrultusunda belirlenen kişilerin üye seçilmesini sağlamak amacıyla aktif olarak çaba gösterip örgütün amaçlarına uygun davrandığı iddia edilmiştir.ix. Terör suçlarına ilişkin davalara bakmakla yetkili mahkemelerde görevlendirilecek hâkimler ile bu suçların soruşturulmasında görevlendirilecek Cumhuriyet savcılarının seçiminde örgüt mensubu olduğu belirtilen HSYK üyelerinin tercihleri doğrultusunda atama listelerinin oluşturulduğu, başvurucunun da örgütün istediği kişilerin atanması yönünde çaba gösterdiği ileri sürülerek bu durumun tanık beyanları ile teyit edildiği iddia edilmiştir.x. Başvurucunun HSYK üyesi seçildikten sonra da eski HSYK Genel Sekreteri B. tarafından organize edilen örgütsel toplantılara T.G., N.Ö., Ö.K., H.S., A.K., B.E., B.Ç., A.B., R.Y. ve E. ile birlikte katıldığı belirtilmiş; başvurucunun toplantının içeriğine ilişkin beyanına yer verilerek söz konusu toplantıların FETÖ/PDY toplantısı olduğu ileri sürülmüş ve bu toplantılarda himmet toplandığı da iddia edilmiştir.xi. Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı İ. hakkında kamuoyunda bilinen ismiyle "Ergenekon" davasıyla bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturmada o tarihte İliç Cumhuriyet savcısı olan B.B.nin örgüt tarafından kullanılarak gizli tanık olarak dinlendiği belirtilmiş, başvurucunun atama ve mesleğe kabulde etkin olan HSYK Birinci Dairesinin başkanı olduğu dönemde üyelerinin büyük çoğunluğunu FETÖ/PDY mensuplarının oluşturduğu belirtilen HSYK tarafından -mesleğe kabul işlem dosyasında bulunan bazı bilgiler örgüt mensubu olmayan kurul üyelerinden gizlenerek- meslekten istifa eden gizli tanığın mesleğe kabul işleminin gerçekleştirildiği iddia edilmiştir.xii. Hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma başlatılan eski Yargıtay Üyesi İ.K. tarafından -örgüt liderinin emir ve talimatları doğrultusunda- hazırlandığı ileri sürülen emekli Orgeneral Y.B. hakkındaki iddianameyi düzenleyen eski Van Cumhuriyet savcısı F.S.nin isteği doğrultusunda Ankara'ya atamasını gerçekleştirdiği iddia edilmiştir.xiii. İddianamede ayrıca başvurucunun HSYK Birinci Dairesinde görev yaptığı dönemdeki bir kısım faaliyetine yer verilmiştir. Bu bağlamda anayasal kurumları tamamen ele geçirmeyi amaçlayan FETÖ/PDY'ye bu gücü veren etkin faktörlerden birinin başvurucunun tasarrufları olduğu belirtilerek başvurucunun yüksek yargıyı örgütün talimatları doğrultusunda dizayn ettiği ve unvanlı görevlerin önemli bir bölümüne ByLock kullanıcısı olan veya haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma başlatılan kişilerin atamalarının gerçekleştirildiği iddia edilmiştir. xiv. Birçok soruşturma dosyasında FETÖ/PDY tarafından yapıldığının ortaya konulduğu belirtilen 17 Aralık operasyonlarından sonra 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adlî Kolluk Yönetmeliği'nde yapılan değişikliğe karşı çıkmak amacıyla HSYK'nın resmî internet sitesinde 26/12/2013 tarihinde yayımlanan bildirinin B., E. ve başvurucu tarafından hazırlanarak -Adalet Bakanı'nın izin vermemesine rağmen- HSYK Genel Kurulu gündemine alınmasının ve yayımlanmasının sağlandığı iddia edilmiş; bu durumun A.H., B.E. ve Ö.K.nın ifadeleri ile teyit edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan 14/12/2016 ve 26/12/2016 tarihli ifadelerinin iddianamede yer verilen ilgili kısımları şöyledir:"Ben üniversiteyi İzmir'de okudum. Fetullah Gülen cemaati mensubu olarak bilahare 1984 yılında tanıdığım A.K. ve İ.K. ile tanıştım. İ.K. benim HSYK Dairesi Başkanı olduğum dönemde Yargıtay üyeliğine seçtiğimiz şahıslardan biridir. İ.K.nın hal ve hareketlerinden ben Fetullah Gülen cemaat mensubu olduğunu anlamıştım. Bizi ısrarla Fetullah Gülen cemaati mensuplarının kaldığı eve yönlendirmek istiyordu. Bu kapsamda A.K. beni arkadaşım İ.E. ile birlikte cemaat evlerinden birine götürdü. Bu ev Karşıyaka'da lüks bir evdi. Evdeki sızıntı dergisi beni rahatsız etmişti. Sızıntı dergisinin Fetullah Gülen cemaatinin yayını olduğunu biliyordum. ... A.K. ve İ.K. bizi Fetullah Gülen cemaat mensuplarının kaldığı evlere yönlendirmek istiyordu. A.E. ile Ankara'da aynı lojmanda komşuluk yapmamdan dolayı kendisi ile yakın oldum. Bu dönemde A.E.nin Fetullah Gülen cemaatine yakın olduğunu anladım. ... Fetullah Gülen cemaat mensupları olduğunu bildiğim İ.K., A.K., T.E., B.E. bu evlere beni davet ederlerdi. Evlere gittiğimizde normal yemek yer ve namaz kılındıktan sonra sohbete geçerdik. Bu sohbetlerde İ.K. Risalei Nurları okurdu. Ancak ben bunları fazla anlamazdım. Ben bu evlere dört yıllık öğrencilik hayatım boyunca toplam on defa gitmişimdir. (Fetullah Gülen cemaat mensuplarının İzmir'in ilçesi Torbalı'da organize ettiği, bu cemaate ait yurtlardaki yaz kamplarına katıldınız mı? Sizi kim davet etti? yönündeki soruya) ... [karşılık olarak] Torbalı'daki bahçeye gittiğimi hatırlıyorum. Bu bahçeye bizi maddi durumu iyi olan okul arkadaşım olan ve Fetullah Gülen cemaati ile yakın olduğunu bildiğim R. götürdü. 2010 yılı HSYK seçimlerinde Fetullah Gülen cemaati olarak listeye aldığımız kişiler H.S. ile T.G. İdari Yargıdan da A.B.dir. Listede netice itibariyle Adli Yargıdan ben, H.S, N.Ö., T.G., A.K., Ö.K., H.K., A., A.Ö., İ.A. ve H.T. yer aldı. İdari Yargıda ise A.B, R.Y., B.E, H.K., İ.T. yer aldı....... Ekim 2010 tarihinde HSYK seçimleri yapıldıktan sonra Yargıtay ve Danıştay'da boş olan üyelerin seçimi Kasım 2010 tarihinde gündeme geldi. Aralık sonunda seçimi yapalım dedik, bu seçim çalışmaları sırasında seçilen H.S., N.Ö., T.G., A.K., Ö.K., A.B. ve R.Y.nin Fetullah Gülen cemaat mensubu olduklarını anladım. Çünkü birlikte hareket etmeye başladılar ... B.Ç.nin de Fetullah Gülen cemaati mensubu olduğunu anladım. Bu da diğer Fetullah Gülen cemaati mensupları ile birlikte hareket etmeye başladı ...Ben cemaat kültürü olarak hatta özellikle Fetullah Gülen cemaat mensubu olan bir kişinin cemaatten gelen istekleri kayıtsız olarak yerine getirmesini anlarım. Bu kişinin bu durumdan cemaatçi olduğunu değerlendiririm. Bu kişiler kendi iradesini kullanamaz. Fetullah Gülen cemaati mensubu olan H.S., N.Ö., T.G., A.K., Ö.K., A.K., R.Y. ve B.Ç.nin kendi iradeleri ile değil Fetullah Gülen cemaat kültürü ile cemaatten gelen istekler, talimatlar doğrultusunda hareket ettiklerini biliyorum. ... HSYK'nın yeni oluşumunda Aralık 2010 tarihinde boş olan Yargıtay üyelerinin seçimi gündeme gelmişti .... talebin kimden geldiğini hatırlamamakla birlikte bir akşam K. bey bizi evine çağırdı. Genel Sekreter K.nin evine B.E., A.H. ile birlikte gittik. Biz bu eve yemekten sonra Yargıtay üyelerinin seçimi ile ilgili ön çalışma yapmak amacıyla gittiğimizi biliyordum. Eve gittiğimizde evde T.G., A.B., R.Y., H.S., N.Ö., B.Ç., A.K., Ö.K. ile birlikte genel sekreter yardımcılarımız B., E., Yargıtay Savcısı A.B. Yargıtay Tetkik Hakimleri Ö.A. ile N.nin de olduğunu gördüm.... Belirlenen isimleri sayınca rakam 80 civarında çıktı. Bu sırada A.B. ile birlikte N. ve K. salonun dışına çıkıp bir kaç dakika sonra geri geldiler. A.B. orada bulunan kişilere hitaben 'bu konu hoca efendiyle konuşulmuş ve 140 denmiş, benim açımdan konu kapanmıştır, bu listede en az 140 kişi olacak' diye söz sarfetti. İki kez daha yukarıda isimlerini belirttiğim üyeler ile Hâkimevinde ve B.Ç.nin evinde toplandık. B.Ç.nin evinde toplantıya Fetullah Gülen cemaat mensupları olan kurul üyeleri T.G., N.Ö., H.S.,, A.K., A.B., R.Y., B.Ç., A.H., ile birlikte ben ve B.E. de vardı. HSYK Genel Sekreteri K. Genel Sekreter Yardımcıları B., E. ile Yargıtay'dan gelen A.B., Ö.A., Ö. ve N. de vardı. Bu evde toplanmamızın amacı Yargıtay'a seçilecek Fetullah Gülen cemaat mensuplarının isimlerinin belirlenmesiydi. Buradaki toplantıda 140 konusunda diretmediler, ancak en az 120 kişi olmasını istiyorlardı. Daha önce belirledikleri 80'e yakın isim dışında bazı isimleri de dile getirmeye başladılar ... bu kişilerde ısrar ettiler ve isimlerin listeye yazılmasını istediler. ... Kurul üyesi olduktan sonra yukarıda da belirttiğim gibi Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçilmesi için K. ve B.Ç.nin evinde toplantı yapmıştık. Bu toplantılar diğer hususlar için de yapılmaya başlandı. Bir araya gelmelerimiz bilahare Fetullah Gülen cemaat toplantılarına dönüştü. Ben bu toplantılara 7 Şubat 2012 tarihine kadar gittim. Bu toplantılara H.S., N.Ö., T.G., A.K., Ö.K., A.B., R.Y., B.Ç., B.E., A.H., ve ben ile genel sekreterlik kadrosunda bulunan K., B., ve E. katılıyordu. Bu toplantılara kurul üyesi olan İ.A., R.A., A.A. ve A.G. katılmazlardı. Bu toplantılara bu kişiler çağrılmazdı. Toplantılar belirli periyodlar içinde yapılmazdı. Müsait olup olmadığımız sorulur, müsaitsek belirlenen yere giderdim. Bu şekilde toplantının olduğunu B. ile E. bana bildirirdi ... Fetullah Gülen'e ait makaleler okunur, bu okumalarda bazı toplantılar esnasında olurdu ... okumalarını genellikle ev sahibi ya da B. yapardı. Fetullah Gülen makaleleri okunduğu gibi Fetullah Gülen'i öven konuşmalar da yapılırdı.Bu toplantılara belirttiğimiz isimler dışında ... Fetullah Gülen cemaat mensupları ... görüşme yaptıktan sonra cemaat sohbetlerimize devam ederdik. Bu kişiler görüşme yaptıktan sonra evden ayrılmazlardı. Çünkü bu kişiler de Fetullah Gülen cemaat mensuplarıydı. Bu kişilerden İ.H.Ş., A.T., Ö.yü ... balyoz ve ergenekon ile ilgili hukuki tartışma sürünce bu kişilerden bilgi almak için çağırdık. Ergenekon ile ilgili başlangıçta reddedilen bu şikayetler ... soruşturma izninin verilmesi yönünde oy kullandım. Bu tür dosyaların tümüne bu şekilde oy kullandım, muhalefet yazdım. ... " İddianamede suçlamaya dayanak olarak bir kısım tanık beyanlarına da yer verilmiştir. Bu bağlamda tanıkların bir kısmının anlatımlarında başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantısının bulunduğuna işaret eden açıklamalar mevcut iken bir kısım tanık ifadelerinde ise bu yönde doğrudan bir değerlendirme bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince mevcut bireysel başvuru bağlamında kuvvetli suç belirtisinin olup olmadığı hususunda yapılacak değerlendirmeye esas alınabilecek tanık beyanları özetle şöyledir:i. Ö.K.nın ifadelerinin ilgili kısmı şöyledir:- İlk ifadesi: "İbrahim Okur, A.H. ve B.E. Fetullah Gülen cemaati mensuplarının yargı içerisinde önlerini açmışlardır. Bu açmaları sonucunda da Fetullah Gülen cemaati İbrahim Okur, A.H. ve B.E.nin önlerini açıp, bu kişilerin bürokrasi içerisinde yükselmelerini sağlamışlardır. Her üç kişi cemaat önünde mesafe koyar gibi davranmışlar ise de aslında bu davranışlarının cemaate yaptıkları naz olarak nitelendirmiştim ... İbrahim Okur sohbetlerde, Fetullah Gülen cemaatine yakın olduğunu gizlemezdi ... İbrahim Okur'un en samimi olduğu kişi B.dir. E. ve İ.B.nin Fetullah Gülen cemaat mensubu olduğunu İbrahim Okur iyi bilmektedir. Birinci dairenin kararname taslakları 4 yıl boyunca Birinci Daire dışındaki üyelere ve hatta Başkan Vekiline dahi verilmiyordu. Bu ketumiyetin muhafızı Birinci Dairedeki sekreteryadır ... Fotoğrafa bakıldığında bir tarafta Müsteşar dahil üç kişi (İ.A., Z.N.H., Müsteşar Bey) cemaat etkisinde olmayan kişiler, diğer tarafta cemaat etkisinde olduğu söylenen ve bilinen 3 kişi (A.B., B.Ç., T.G.) ve ortada İbrahim Okur. İbrahim Okur hangi tarafa teveccüh ederse o tarafın istekleri gerçekleşebilir konumdadır."- 2/3/2018 tarihli ifadesi:"HSYK üyesi seçildim ... B., K. ve A.T.nin. Ö., A.B., E. ve HSYK üyeleri ... A.B. ve T.G. olduğunu İbrahim Okur ve B.E. ile birlikte bu meselenin kotarıldığını tahmin ettim. Çünkü daha sonraki toplantılarda bu kişilerin cemaat yapılanması içerisinde sözlerine itibar edilen saygı gören kotarıcı rolünde olduklarını anladım.2010 yılında seçildikten sonra Ankara'ya geldiğimde A.H.nin evine B. tarafından çağrıldım. Burada İbrahim Okur'u gördüm ... bazı hesaplar yapılmış, görev yerleri belirlenmiş bu belirlemenin içerisinde İbrahim Okur, A.H. ve B.E.nin olduğu da anlaşılmaktaydı. Çünkü cemaatin önde gelenleri bu 3 isim üzerinden kararlarını lanse ediyorlardı. Onlarla bu işleri kotarıyorlardı. Bu B.E., A.H., ve İbrahim Okur bu meselenin içinde görünce bunun bir legal görünümünde kanaati gelişti bende. Fakat devlet işlerinin yargı işlerinin bu şekilde evlerde konuşulması da ... bir rahatsızlık yaratmıştır ve ... bir müddet ev oturmalarına sohbetlerine katıldım ... Bu evlerdeki toplantılara hepsi bir arada olmamak şartı ile ilk yıl B.E., İbrahim Okur'un, A.H.nin, A.B.nin, T.G.nin, N.Ö.nün, A.K.nın, H.S.nin, B.nin ve bazen E.nin nadiren 1 veya 2 kez A.B.nin, N.nin, A.T.nin (2 ya da 3 kez), Ö.A.nın (bir kez Yargıtay üye seçimleri için K.nin evindeki kahvaltıda olduğunu sonradan hatırladım) ...... Atamalarla ilgili ... Yargıdaki tepe noktasında İ.Ş., A.T., H.S., Ö., B.,, K., A.B.,, N., gibi isimlerin önce meseleleri kendi aralarında kotardığını seziyordum daha sonra B. aracılığı ile bu meseleleri İbrahim Okur, B.E.ve A.H. ve ordan da HSYK üyelerine aktarıldığını anlıyordum ... Ben 2010 yılında geldiğimde A.H., B.E., ve İbrahim Okur evlerdeki sohbet toplantılarını yapar durumdaydılar. Ben sonradan dahil oldum ... İbrahim Okur['un] 2012'nin 7 Şubatından sonra bu tip oturmalara katılmadığını B. söyler idi.... HSYK üyeleri şu cemaatçidir şu değildir şeklinde konuşmaz. Her şeyi gizli yapma usulleri vardır. Bu isimleri öncelikle müsteşara İbrahim Okur'a, B.E.ye, A.H. tarafından aktarılır ... alınan müfettişlerin cemaat mensubiyetinin olduğunu İbrahim Okur ve A.H. ile B.E.nin biliyor olmaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bilmeden almaları mümkün değildir....Yargıtay'a üye seçimlerinde ... A.B., T.G., İbrahim Okur, B.E., N.Ö., A.K. H.S.,R.Y., K.,, Ö.,, E., B., A.B., B.Ç., A.T. evdeydi ... Ama İbrahim Okur bu isimlerin hemen hemen hepsini tanıyordu. Yaklaşık 160 isim kotarıldığında cemaat yanlısı grubun itirazları gelmeye başladı. Kendi sayılarının 85-90 gibi kaldığını ve 140 kişi istediklerini ifade etmeye başladılar ... N.Ö. cemaatten daha fazla kişinin seçilmesi gerekir şeklindeki bir tepki ile sinirlenerek ve kapıyı çarparak çıktı. Ne konuştuğunu hatırlamıyorum. Oradaki görüşme bu şekilde sonuçlandı .... Yargıtayın içini bilen kişiler olarak A.K., A.S.E. ve Z.N.H. gibi Yargıtay'dan seçilen HSYK üyelerinin bu toplantıya çağrılmamasının amacının kendilerine engel olunmasını istemedikleri içindir. Bu kişiler toplantılara çağrılsaydı kendi isteklerini yerine getiremeyebilirlerdi. Bunun bir cemaat yöntemi olduğunu düşünüyorum. ...... İbrahim Okur, A.H., B.E. HSYK'da en etkin üç şahıstı. Etkinlik sırasında İbrahim Okur önde gelir, B.E. ikinci gelir, üçüncü sırada A.H.dir. ... Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçiminde bu üçlü etkili olmuştur....17 Aralık sonrası İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan Adli Kolluk Yönetmeliğinin ... İbrahim Okur'un ... bir tetkik hakimi ile 3-4gün bu yazı üzerinde çalıştığını biliyorum. Çünkü bu yazıyı okuyup geri gönderdiğini gördüm. Bunu A.H.ye bir basın açıklaması olarak yaptıracaktı. Fakat sayın Bakan A.H.nin basın açıklaması yapma yetkisini almıştı ... HSYK'nın seçimle gelmiş olması itibari ile hukuki görüşümüzü açık etmemiz gerektiğine ilişkin İbrahim Okur'un yazıyı takdim ettiğini hatırlıyorum ... İbrahim Okur'un insiyatifi ile yazıldığını düşünüyorum. N. ile A.B. arasındaki İbrahim Okur'a ilişkin anılarını yazdığını, bunları yayınlaması durumunda daha önce cemaat mensuplarını uygulanan müeyyidelerle cezalandırılabileceği, korkutulabileceği yönündeki görüşme içeriği okunarak soruldu. İbrahim Okur'un aslında cemaatin gücünü arkasına alarak diğer kesimlerle de ilişkisini idame ettirerek kendi cazibesinin sürekliliğini sağlamaya çalıştığını düşünüyorum." ii. A.H.nin ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"Bakanlık tetkik hakimi arkadaşlarla samimiyetimiz ilerledikçe İbrahim Okur, B.E., H.Y. [ile] ... yakınlaştık. Ailecek gidip gelmeye başladık. Bu birliktelik aile oturumları şeklindeydi. A. Personel Genel Müdürü olunca beni disiplin bürosunda görevlendirdi ... O da bana bu büroda görevlendirilecek iki hakim bul ... dedi. Bu durumu arkadaşlara bildirdim. İbrahim Okur veya H.Y. bana K.Ö. ile E.nin ismini verdi ... bu iki hâkim bizim genel müdürlüğe görevlendirildi. K.Ö. ile E. bakanlığa gelince kendileriyle konuşma imkanı başladı. Ben bu konuşmalardan her ikisinin de Fetullah Gülen cemaati mensubu olduğunu anladım. K.Ö. ile E. beni ve diğer arkadaşlarımız olan İbrahim Okur, B.E., H.Y.yi sohbet toplantılarına davet etmeye başladılar. Bize bir araya gelelim, sohbet edelim dediler. O dönem hepimiz tetkik hakimiydik. Çok düzenli olmamakla birlikte 15 günde bir veya ayda bir birbirimizin evinde sohbet toplantılarına başladık.Bu sohbetler daha önce yapılan Fetullah Gülen cemaat mensuplarının bir araya geldiği sohbet toplantıları şeklinde olmaktaydı. Sohbetlerde Risalei Nur okunuyor, Fetullah Gülen'in kitapları okunuyor ve Fetullah Gülen anlatılıyordu. Bu sohbetleri yapan ise genellikle K.Ö. ile E. [idi]. Ben bu arkadaşlar ile ilk bu şekilde sohbet toplantılarına katıldım. Benimle birlikte tetkik hakimliği yapan İbrahim Okur, B.E., H.Y.nin bu sohbetlerden başka daha önce benim katılmadığım Fetullah Gülen mensuplarının yapmış olduğu sohbetlere katılıp katılmadıkları, hangi gruplara katıldıklarını bilemiyorum. ...Ben 2008 yılında müsteşar yardımcılığından Danıştay üyeliğine atanınca bu gruptaki sohbetlerime son verdim ... İbrahim Okur MİT Müsteşarlığının İstanbul savcısı tarafından ifadeye çağırıldığı tarihe kadar kurul üyeleri içinde bulunan Fetullah Gülen cemaat mensupları ile birlikte benim gibi sohbet toplantılarına katıldı. ... 2010 HSYK seçimleri gündeme gelince ... A.K.nın o dönem çevresinde bulunan İbrahim Okur, H.Y.,Ç.Ş. G.T.T. ve B.E. ile bu adayları belirlediğini tahmin ediyorum ...... Ben bu adaylar arasında T.G., A.B., A.K., ... N.Ö. Fetullah Gülen cemaatinin adayı diye listeye girdiğini biliyorum. İbrahim Okur'un A.K.nın talimatıyla listeye girdiğini biliyorum. Bu adaylar adli yargı adaylarıydı ... [idari yargıda] Fetullah Gülen cemaati adayı olarak daA.B., R.Y.nin girdiğini biliyorum.O dönem seçim çalışmaları için ben Karadeniz bölgesine gittim. Bu bölgeye de ben, İbrahim Okur, K.Ö. ve K. ile yaptım. Geziler sırasında hep İbrahim Okur konuştu. İbrahim Okur konuşmalarında o dönem bakanlık listesi olarak belirtilen 11 adayın tümüne oy verilmesini, adaylar arasında ayrım yapılmamasını hakim ve savcı arkadaşlardan istedi. Seçim olduktan sonra o akşam Hakimevinde bir araya geldik. İdari yargıda yedek kalan H.K. bize dönerek, bazı şahıslar burada oyun oynamış, o nedenle yedek kaldık, dedi. Bu konuşmadan sonra Fetullah Gülen cemaati mensupları olduğunu açıkça bildiğim seçilen arkadaşlar bu durumu kabullenmedi. Ancak sonuca bakınca ben de cemaatin bir oyun oynadığını anladım ...... 2010 yılında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu belirlendikten sonra ... K. bizi kendi evine yemeğe çağırdı. Bu yemekte belirlenecek Yargıtay ve Danıştay üyelerinin isimlerinin de çalışmasının yapılacağını biliyorduk. Bu amaçla ben, İbrahim Okur, T.G., N.Ö., Ö.K., H.S., A.K., A.B., R.Y., B.Ç., B.E.K.nin evine gittik. Eve gittiğimizde biz kurul üyeleri dışında o dönem tetkik hakimi olduklarını bildiğim Fetullah Gülen cemaati mensupları olduklarını da bildiğim S.Ö., Ö.A., A.B., N., ile genel sekreter yardımcıları B. ve E.nin de olduğunu gördük ... toplantıda bulunan Fetullah Gülen cemaatine mensup kurul üyesi A.B. ile birlikte S.Ö., Ö.A., K. evin holüne doğru gittiler, yaklaşık 3-4 dakika sonra geri geldiler. A.B. bize dönerek 'hoca efendiye danışılmış, arkadaşların 140'tan aşağı razı olmaması gerektiğini' belirten söz sarfetti ... N.Ö. kapıyı çarparak evi terketti. Belirlenen hâkim ve savcılar listesi İbrahim Okur'da kaldı.Bu toplantıda anlaşma sağlanamayınca biz Yargıtay tetkik hakimleri hariç aynı ekip ile yaklaşık iki ay bu isimleri belirlemek için bir araya geldik. Bu toplantılara Fetullah Gülen cemaati mensubu olmayan İ.A., A.G., R.A., A.A., A.K., Z.Ö., A.S.E., Z.K., Z.N.H.yi çağırmadık. ... Kurul üyesi olduktan sonra Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimine kadar cemaat toplantıları olmadı. Bu üyeliklerin seçiminden sonra genel sekreter K.nın yerine gelen B. cemaat toplantılarını ve sohbetlerini düzenlemeye başladı. B.nin çağırısı üzerine biz sohbet yapılacak bir kurul üyesi arkadaşın evine gidiyorduk. Bu sohbetlere İbrahim Okur, T.G., N.Ö., Ö.K., H.S., A.K., B.E., B.Ç., A.B., R.Y. ile HSYK genel sekreteri B. ile HSYK genel sekreter yardımcısı E. katılıyordu ... Fetullah Gülen cemaati sohbetleri olduğunu hepimiz bilirdik.... İbrahim Okur ilk genel sekreter olan K.yı istemiştir. Onun bu isteği diğer arkadaşlar tarafından uygun görülmüş ve oylama sonucu K. genel kurulca genel sekreter seçilmiştir. Bunun dışında E.yi de İbrahim Okur istemiştir. B.yi ben teklif ettim....... Aralık 2013 tarihinde Adli Kolluk Yönetmeliği ile ilgili HSYK genel kurul kararının hazırlanmasını ... İbrahim Okur beni mesaiye başlar başlamaz odasına davet etti. Odaya gittiğimde bir metin üzerinde E. ve B. ile birlikte çalışıyorlardı. İbrahim Okur bana bu metnin hazırlanması talimatını verdiğini ve arkadaşların hazırlayıp getirdiğini belirterek metni bana uzattı. Metni incelediğimde 26/12/2013 tarihli Adli Kolluk Yönetmeliği ile ilgili eleştiriler yer almaktaydı. Bu metni ben ve İbrahim Okur Bakan ... beye götürdük. Biz kendisine hazırlanan metni kamuoyuna açıklamasını istedik. Kendisi bu metni okudu ve bu metni açıklayamayacağını, benim için de sen de açıklama dedi. Söz alan İbrahim Okur da 'sayın bakanım, hakim ve savcılar arasında yoğun bir rahatsızlık var, telefonlarımız susmuyor, siz bu metni açıklamazsanız biz genel kurul kararı şeklinde yayınlayacağız' dedi. Daha sonra biz makamdan ayrıldık. Ben kurul başkan vekili olarak bu metni HSYK genel kurulunun gündemine aldım. Gündemde tartışıldı ve genel kurul kararı olarak oy çokluğu ile yayımlanmasına karar verildi. Bu karara H.K., R.A., B.E., A.K., ve İ.A. muhalefet kaldı ...... bu metin hazırlandıktan sonra İbrahim Okur bey beni odasına davet etti, odasında da B. ve E. vardı. Bana bu metnin hazırlanması talimatını kendisinin verdiğini söyledi. Kendisine bu talimatı kim verdi bilemiyorum. Kendisini kim etkiledi, kim tavsiye etti ve kim ikna etti bilemiyorum. Ancak burada bir hususu belirtip açıklamada bulunmak istiyorum ... H.K., İ.O., R.A., İ.A. vardı. Ben kararı alınca genel sekreter yardımcılarından birini çağırdım ve kararı HSYK'nın internet sitesinde yayımlanmasını istedim. Bu karar internette yayımlandığı esnada İstanbul savcısı olan cemaat mensubu olduğunu bildiğim 17/25 Aralık 2013 tarihli soruşturmalardan birinden sorumlu A.nın adliye önünde dosyanın elinden alındığını belirterek basın mensuplarına bildiri dağıttığını gördüm. Bu savcının basın bildirisinden sonra bizim kararımız da medyada haber olunca ben bu olayın tesadüf olmadığını düşündüm. Burada beni birilerinin oyuna getirdiğini, getiren kişilerin de Fetullah Gülen cemaati mensupları olduğunu anladım ... İbrahim Okur ile B. ve E.nin metin üzerinde çalıştıklarını gördüm. ...... HSYK içerisinde Fetullah Gülen cemaat mensubu hakimlerin çalışmasını sağlamak, Fetullah Gülen cemaati mensubu müfettişlerin çalışmasını sağlamak, onların etkili olmasını bu suretle sağlamaktan ben de sorumluyum, bunu kabul ediyorum. Ancak atamalar ile ilgili İbrahim Okur ben başkan vekili olduğum halde beni bu işlere karıştırmıyordu, karıştırmak ta istemiyordu. İbrahim Okur da Fetullah Gülen cemaati mensubuydu. 2012 yılına kadar İbrahim Okur da Fetullah Gülen cemaat sohbetlerine gelirdi. Konuşmalarda cemaat mensubu olmadığını dile getiriyordu. Ancak cemaatin taleplerini reddedemiyordu. Tayin ve yetkilendirmelerde de cemaatin hareket tarzı ile hareket ediyordu. Bu şekilde davranmasına da E. ile İ.B.nin kendisinde etki yarattığını biliyordum. İbrahim Okur, E. ve İ.B.nin Fetullah Gülen cemaati mensubu olduklarını biliyordu. Onların önerdikleri kişilerin bu cemaat mensubu olduğunu da biliyor ve tahmin edebiliyordu ..." iii. K.Ö.nün ifadelerinin ilgili kısımları şöyledir:- İlk ifadesi:"Kasım-Aralık 2001 tarihinde ... Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliğinde görevlendirildim. A.H. beni Ankara'ya çağırdı. Seni Ankara'ya Bakanlığa alacağız dedi. Hatta Personel Genel Müdürlüğüne alacağız dedi ... Bu çağırmadan sonra ben de Ankara'ya gelmek istediğim için dilekçe verdim. Ben A.H.nin ismini hemşehrim olması nedeni ile duyardım. Kendisi ile o dönem için irtibatım yoktu. Sonra duydum ki, İbrahim Okur benim ismimi A.H.ye bildirmiş. O da benim için A. bey ile görüşmüş. Ben bakanlığa ilk geldiğimde benim gibi tetkik hakimi olan B.E., İbrahim Okur., A.H., E., H.Y.yi ... tanıdım. Bizim sohbet grubumuz ise, B.E., İbrahim Okur, A.H., E. ve H.Y.den oluşmaktaydı. Diğerlerinin de Fetullah Gülen cemaati ile ilgilerinin olmadığını biliyorum. Fetullah Gülen cemaat mensupları bakanlıkta kendi aralarında sohbet grupları oluşturmuştu. Bulunduğum Personel Genel Müdürlüğünde Tetkik Hakimliği dönemimde kendi aramızda sohbet grubu vardı. Bu arkadaşlardan bazıları daha sonra daire başkanı olmuştu. İlk daire başkanı olan İbrahim Okur'dur. İbrahim Okur daire başkanı olduktan sonra da bir süre bizim sohbetlerimize katılmaya devam etti.2005 yılından sonra gelen tetkik hakimlerinin çoğunluğu Fetullah Gülen cemaati mensubu kişilerdir. Bu kişilerin getirilmesinde en çok İbrahim Okur, A.H., B.E.nin etkisi olmuştur. Kimlerin geleceğine bu kişiler karar veriyordu. Daha doğrusu bu kişiler refere ederdi, üst makam da uygun görürdü.2010 yılı HSYK seçimlerinde bakanlık listesi olarak bir listenin çıktığı doğrudur. Bu seçimler esnasında sohbet toplantılarında bana listede olan şu adaya oy verin, şu adaya oy vermeyin diye bir şey söylenmedi. Ancak taşrada görev yapan cemaat mensuplarının İbrahim Okur, T.G., N.Ö., H.S., A.K., Ö.K., İ.A.nın asil üye, diğer kişiler olan A., H.K., H.T. ve A.Ö.nün yedek kalması için hareket tarzı belirlediklerini daha sonra öğrendim. Asil olarak seçilen T.G., İbrahim Okur, N.Ö., H.S., Ö.K., A.K., ve İ.A. cemaatin desteklediği adaylardır. Bu kişilerden İbrahim Okur ve A.K.yı daha önceden tanırım. İbrahim Okur'un durumunu daha önce anlattım. Tetkik hâkimi olduğumuz dönemlerde benim bulunduğum Fetullah Gülen cemaati mensuplarının yapmış olduğu sohbet toplantılarına katılırdı.Ekim 2012 tarihine ... Bakan bey de benim cemaat mensubu olduğumu tahmin ettiğinden benimle arasına mesafe koymaya başladı. Bu durumu ben İbrahim Okur ve A.H.ye anlattım. O dönemde Yargıtay üyeliği seçimi olunca beni İbrahim Okur ve A.H.nin gayreti ile Yargıtay üyeliğine seçtiler. İbrahim Okur 2001 yılında Tetkik Hakimliğine geldiğim zaman Fetullah Gülen mensuplarının bir araya geldiği sohbet gruplarına gelmişti. Daire başkanı olduktan sonra bizim gruptaydı. Daha sonra bürokrat olarak yükselince bizim sohbet grubumuzdan ayrıldı. Daha sonraki sohbet grubunu bilmiyorum. Bizim zamanımızda da rutin olarak gelmezdi. Genel müdür olduğum zaman o da HSYK üyesiydi, bu dönemde de biriki defa bizim sohbet grubuna geldi ..."- 16/3/2018 tarihli ifadesi: "Personel Genel Müdürlüğüne Tetkik Hakimi olarak geldikten sonra A.H.ye sorduğumda kendisine benim ismimi verenin İbrahim Okur olduğunu söyledi.Bakanlığa gelişimde de beni tanımayan birisi benim ismimi vermişse cemaatin aracılığıyla geldiğim anlaşılıyor. İlk geldiğimde H.Y.nin cemaatçi olduğunu anlamıştım. Bana 'bizi toplayın' diye söyledi. Ben de bunu bana verilmiş bir görev gibi düşünerek E.ye söyledim. Toplantının usulünü E. söyledi. On beş günde bir veya ayda bir bir araya gelinir, kaset izlenir, kitap okunur diye söyledi. Her birimizin evinde toplanacağımızı söyledi. İbrahim Okur'a, B.E.ye, A.H.ye toplantıyı H.Y. haber verdi veya çağırdı diye hatırlıyorum ... Cemaat mensubu olduğunu anladığım E.nin ortaokuldan beri, A.H.nin seksenli yıllardan beri, H.Y.nin yine .. seksen beşli yıllardan beri cemaatin içinde olması ve tanıması karşısında ... Aslında ben hazır bir yapının içine girdim. Beni bakanlığa getiren güç de bu yapıdır. Beni bakanlığa getiren bu seviyedeki insanların cemaat abiliğini benim yapmam olmaz ...İbrahim Okur'un ise geçmişte cemaatle ne kadar bir bağlantısı olduğu noktasında şunu söyleyebilirim. Fakülte yıllarında diyaloğu olmuş ama ne kadar ileriye gitmiş bilmiyorum. Tam hatırlamamakla birlikte G. öğrencilik döneminde toplantılara çağrıldığını söylemişti. Ç.Ş.nin okuldan arkadaşı olduğunu, A.T.yi ise Yargıtay tetkik hâkimliğinden beri tanıdığını biliyorum. Bakanlığa geldikten ve toplantılara başladıktan sonra İbrahim bey toplantılara katıldı. O dönemdeki toplantıların içeriği maneviyat içerikliydi. Fetullah Gülen'in kitapları okunur, videosu izlenirdi. Tek tek katılanların evinde toplanırdık.İbrahim Okur, H.Y., B.E., A.H. cemaat içinde saygı duyulan kişilerdi. Kendi içlerinde de H. Bey cemaatte etkin birisiydi. A.H. cemaati bilirdi cemaatte samimi olarak görülürdü. İbrahim Okur cemaatte akıllı biri olarak, B.E. coşkulu biri olarak bilinirdi. İşin siyasetini H.Y. yürütürdü. H.Y. onların tarzını bildiği için davranışlarını onların tarzlarına göre ayarlar ve sonuç alırdı. Ancak yeri geldiğinde H.Y.nin beni ve E.yi azarladığı da fırçaladığı da olmuştur. Biz bu tavrın nedeninin cemaatteki etkinliği nedeniyle olduğunu bilirdik.İbrahim Okur 2002 yılı başlarında daire başkanı oldu. Diğerleri de 2004 yılında makam sahibi oldular. O tarihe kadar bu dediğim kişilerle biraraya geliyorduk. B.E. de İbrahim Okur da orada para veriyorlardı. Toplantılar akşam evlerde oluyordu. Toplantı olduğunda aileler evde olmazdı.Bakanlıkta ... kadrolara atanmada H.Y., B.E., İbrahim Okur ve A.H.nin etkili olduğu herkesçe bilinirdi. Bir kişi bir makama getirileceğinde Personel Genel Müdürlüğü bunların atamasını yaptığı için haberdar olmamaları da mümkün değildi ve üst makamlara da o kişinin yeterli olup olmadığı, neci olduğu noktasında bilgi verdikleri kanaatindeyim. Bakanlıkta o kadar kişinin makam sahibi olmasında etkileri olduğu kesindir.... Dolayısıyla İbrahim Okur ve E.nin hâkim ve savcıların atamalarında, yetkilendirilmelerinde mutlak suretle bir etkileri vardı. B.E. ise hâkim atamalarına genel müdür yardımcısıyken baktı ve özellikle idari yargı atamalarının hemen hepsinde tek söz sahibiydi. HSYK'ya hazırlanan kararname yetkilendirme taslaklarının sunumunu onlar yapıyordu. Bu dönemde İbrahim Okur da Personel Genel Müdürüydü. İbrahim Okur personelde tetkik hakimiyken 2002'de Daire Başkanı oldu ve dediğim bürolara da amir olarak bakmaya devam etti.... İ.H.Ş. ... bana verdiği listedeki isimlerin, yapının yargı kısmında bulunan hakim ve savcıların kendilerine ilettiğini söylemişti ...Bana bu şekilde onun getirdiği listeyi bakanlığa gelen referanslarla karşılaştırıyorduk ... Bana gelen bu listeyi ben mülakata giren genel müdürlere ki bunlar İbrahim Okur veya B.E.ye iletiyordum. Cemaatçi olarak belirtilen kişileri de kendilerine söylüyordum. Karar mekanizması kendileriydi ......İbrahim Okur birlikte olduğumuz zamanlar da bileben cemaatçi değilim diye söylüyordu ve sürekli olarak para verdiğini de söyleyemem. Ancak gördüğüm kadarıyla cemaatten gelen tüm talepleridekarşılıyordu.Ben2011HSYKseçimlerindensonra İbrahim Okur, B.E. ve A.H.nin sohbetlere ... düzenli olmasa da katıldıklarını söylüyorlardı ... MİT Müsteşarının ifadeye çağrılmasından sonra İbrahim Okur ve B.E.nin bundan rahatsızlık duyarak tepki gösterdiklerini duydum. Ama bundan sonra İbrahim Okur'un cemaatten gelen bazı taleplere kendince mantık süzgecinden geçirerek uygun davrandığını söyleyebilirim." İddianamede suçlamaya dayanak olarak bir kısım gizli tanık beyanlarına yer verilmiştir. Bu bağlamda ifadelerin ilgili kısımları şöyledir:i. Gizli tanık Gündüz'ün ifadesi:"O dönem hatırladığım kadarıyla HSYK'da 'kale' diye tabir edilen isimlerin A.H. ve İbrahim Okur olduğu sıkça yapı içinde konuşulan bir durumdu. Hatta yerelde yaşanan birçok sorun zikrettiğim isimler tarafından sorunu yaratan ilgili Hâkim ve Savcıyı direk arayarak ikaz edilir ve istenen sonuç alınma cihetine gidildiğini biliyorum, ancak nasıl ve kim vasıtasıyla ulaşıldığını bilmiyorum ..."ii. Gizli tanık Yıldırım'ın ifadesi:"2010 yılı HSYK seçimlerinde sivil imamları kullanarak organizasyon yaptılar. İdari yargıdan A.B., R.Y. ve B.E.ye oy verilmesini sağladılar ve diğer adayları yedek bıraktırdılar. Adli Yargıda ise N.Ö., A.K., H.S., İ.O., T.G., Ö.K., İ.A.'ya oy verilmesini istediler. Bu şekilde H.K., A., H.T., A.Ö.yü yedek bıraktırdılar ..."iii. Gizli tanık Bulut'un ifadesi:"İbrahim Okur ... Paralel yapı içerisinde mevcut illerdeki aşılamayan sıkıntılar kendisine tebliğ edilir ve sorunların çözüm merkezi olarak bir numaralı adamdır."iv. Gizli tanık Güneş'in ifadesi:"... atamalar yapılırken ... her mahkemeye yeteri kadar cemaatçi hakim yerleştirilirdi. Bunların hepsini İbrahim Okur ve A.H. ile takip ederdik." Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 4/5/2018 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2018/54 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirme iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... FETÖ/PDY terör örgütünün deşifre olmasını engellemek, örgüt mensupları hakkında yapılan soruşturmaların sonuçsuz kalmasını sağlamak, örgüt faaliyetlerinin belli bir disiplin içinde istikrarlı bir şekilde devamı için diğer örgüt yöneticileriyle birlikte fikir ve eylem birliği içinde hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile emir ve talimat verme noktasındaki yetkileri gözetildiğinde, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün, hücre yapılanmasında, HSYK kurumu içerisinde özel göreve haiz yönetici sıfatında olduğu sonucuna ulaşılmıştır. " Mahkeme 23/7/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle hiçbir zaman FETÖ/PDY içinde yer almadığını, özellikle 2012 yılı ve sonrasında örgütün illegal boyutunun ortaya çıktığını, bunun üzerine kendisinin de bu durumu fark edip anılan yapılanmaya karşı durduğunu ve bu çerçevede kamu makamları tarafından FETÖ/PDY'ye karşı yürütülen mücadeleye destek verdiğini belirterek üzerine atılı terör örgütü yöneticisi olma veya terör örgütüne üye olma suçlarının yasal unsurlarının oluşmadığını ileri sürmüştür. Savcılık 24/10/2019 tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Savcılık esas hakkındaki mütalaada başvurucunun FETÖ/PDY yöneticisi olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Daire 4/12/2019 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun FETÖ/PDY yöneticisi olma suçundan 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulunda derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz." (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur. Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nun "Üyelerin adlî suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: (1) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır. (2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir. (3) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. (Değişik üçüncü cümle:2/7/2018-KHK-703/208 md.) Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir. (Mülga dördüncü cümle:2/7/2018-KHK-703/208 md.) (4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur. (5) (Değişik: 15/2/2014-6524/38 md.) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir. (6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir. (7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine, kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. (8) (Değişik: 2/1/2017-KHK-680/14 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/13 md.) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir. (9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. (Ek cümleler: 17/4/2017-KHK-690/5 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7077/4 md.) Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır. (10) (Değişik: 15/2/2014-6524/38 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki suç teşkil eden eylemlerinden dolayı soruşturma yapılması ve kovuşturma izni verilmesi işlemleri, bulunduğu aşamadan itibaren bu madde hükümlerine göre yürütülür." 4/12/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun "Kişisel ve görevle ilgili suçlar" ile "Suçlarla ilgili inceleme, soruşturma ve kovuşturma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir. (2) Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir. (3) Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir. (4) Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder. (5) Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir (6) (Mülga altıncı fıkra: 2/1/2017-KHK-680/5 md.; Yeniden düzenleme: 17/4/2017-KHK-690/2 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/4 md.) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır. (7) Haklarında inceleme ve soruşturma yapılacakların, inceleme ve soruşturma mercilerinin tayininde son görev ve sıfatları esas alınır. Sıkıyönetim Kanununda sözü edilen yetkili izin mercii, Yargıtay Büyük Genel Kuruludur. " 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur." 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli ve E.2017/YYB-997, K.2017/404 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir: "...Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken konu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay Ceza Dairesi arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesine ilişkindir....Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.5271 sayılı CMK'nun maddesinde tanımlanan 'soruşturma' ve 'kovuşturma'nın yürütülmesine ilişkin usul ve esasları içeren genel hükümler aynı Kanunda düzenlenmiş, suçun niteliği ile failin sıfatından kaynaklanan özel soruşturma usulleri ile kovuşturma makamlarının belirlenmesine ilişkin hükümler ise Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıca hüküm altına alınmıştır. Buna göre ana kural, soruşturma işlemlerinin yürütülmesi ve kovuşturma makamlarının belirlenmesi açısından genel hükümlerin uygulanması olup, bu husustaki özel hükümler ise; failin sıfatı ve/veya suçun niteliğine bağlı olarak, belirli ilkeler doğrultusunda ve mevzuatta açıkça belirtilen istisnai hallerde uygulanmaktadır. ...Hâkimler ve Savcılar Kanununda, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının işledikleri suçlara ilişkin; 82 ila maddeleri arasında 'görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar', maddesinde 'kişisel suçlar' ve maddesinde 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri' olmak üzere üç farklı hâl öngörülmüştür....Suçun 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli' kapsamında işlenmesi durumunda uygulanacak soruşturma usulü ise aynı Kanunun maddesinde hüküm altına alınmış olup, bu maddeye göre 'Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür ...'...Hâkimler ve Savcılar Kanununun maddesinin uygulanma koşulları açısından ayrıca, ağır ceza mahkemesinin görevi ve suçüstü kavramının da değerlendirilmesi gerekmektedir.......Yargıtayın istikrar bulan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli'nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanunun maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır. ......millet iradesine dayalı demokratik rejimi koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçların, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, 'özgü suç' niteliği taşımayan bu suçlar açısından failin memur olmasının kurucu unsur da olmadığı, sanık hakkındaki iddianamede ... sanığın kişisel irade ve eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu, Cumhuriyet savcılığı sıfatından bağımsız olarak, özünde anılan örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcılığına yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, böylece örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği belirtilen dava konusu suçlara iştirak ettiğine dair nitelendirme ile kamu davası açıldığı, bu nedenle sanığın eylemlerinin kişisel suç olarak kabulü gerektiği ... dikkate alınarak açıklanan sebeplerle Yargıtay Ceza Dairesinin görevsizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve E.2015/7367, K.2016/2130 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda temadinin yakalanma ile kesileceği, örgüte katılma tarihi ile yakalanma tarihi arasında silahlı terör örgütünün amaçladığı suçu gerçekleştirmeye elverişli olan ve vahamet arz eden eylemlerin gerçekleşmesi halinde tüm eylemlerin geçitli suça ilişkin kurallar ile fikri içtima hükümleri de nazara alınıp hukuken birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu... [anlaşılmıştır.] " Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir: "Örgüt Üyeliği:TCK 220/ maddede düzenlenmiştir....Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. ...Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır. ...Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği, hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliği, yakalanma, örgütün dağılması, örgütten ihraç ya da kendiliğinden örgütten ayrılma gibi sebeplerden sona erer. Yakalanmayan sanık hakkında düzenlenen iddianame temadi eden suç için hukuki kesinti oluşturmaz ......Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir ...Tüm faillerin kastının suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekirken hepsinin de aynı suçları işlemek amacında olması gerekmez. Bir oluşuma dahil olan kişinin bu oluşumun suç işlemek amacında olduğunun bilincinde olması aranır. ...Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma Suçları:TCK'nın maddesi bakımından; bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için, TCK'nın maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı için gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanununun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları 'amaç suç' olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir. Bu suçu, TCK'nın maddesinde düzenlenen suçtan ayıran en önemli ölçüt budur...." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/11/2017 tarihli ve E.2017/2037, K.2017/5409 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir: "...Bir suçun görev sebebiyle işlendiğinin kabulü için, eylemin memuriyet görevinden doğması, memuriyet işleriyle ilgili olması, diğer bir anlatımla suçu oluşturan fiil ile görev arasında illiyet bağı bulunması ve görevin sağladığı imkanlardan faydalanılarak işlenmesi gerekir. Bu husus Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2004 tarih ve 2004/2-10 Esas, 2004/40 sayılı kararında; 'Görev sebebiyle işlenen suç kavramının, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçları ifade eder.' şeklinde kabul edilmiştir.Türk Ceza Kanununun maddesinde düzenlenen suçların niteliği ve mahiyeti itibariyle, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçlar kapsamında kabul edilmesinin mümkün olmadığı açıktır. O halde bu suçların kişisel suç kapsamında değerlendirilmesinde de zaruret vardır.Dairemizce de benimsenen, öğretide ekseriyetle kabul gören yerleşik yargısal kararlara göre, örgütü yönetmek ya da örgüte üye olmak suçları mütemadi (kesintisiz) suçlardandır. Yani fiilin icrası süreklilik arz eder. Bu suçlarda örgüt hiyerarşisine dahil olup faaliyetlere başlanmakla suç tamamlanmıştır. Ancak fiilin icrası devam ettiği müddetçe fiilin ifade ettiği haksızlık da süreceğinden suç işlenmeye devam edecektir. Failin kendi isteğiyle ya da irade dışı olarak örgütten ayrılması halinde suç bitmiş olacaktır. Mütemadi suçların tamamlanmasıyla bitmesi aynı anlamı taşımamaktadır. Mütemadi suçların ceza ve muhakeme hukuku bakımından önemli sonuçları mevcuttur. Ceza hukuku bakımından, suça teşebbüs fiilin bitmesine kadar değil tamamlanmasına kadar mümkündür. İştirak ise bitinceye kadar gerçekleşebilir. Suç işlenmeye devam ettiğinden, koşulları varsa meşru savunma hükümleri uygulanabilir. Uygulanacak ceza hükümleri bakımından temadinin bittiği tarih esas alınmalıdır. Yine kusur yeteneği ve yaş küçüklüğü bitiş tarihine göre tayin edilir. Muhakeme hukuku bakımından ise, zamanaşımı, yetkili mahkeme ve şikayet süresi temadinin bitişine göre değerlendirilecektir. Ancak suçun mütemadi niteliği, kural olarak görevli mahkemenin belirlenmesi ya da kovuşturma usulünün tespiti bağlamında bir özellik taşımaz. Örgüt üyeliği temadi eden suçlardan olması nedeniyle hukuki ve fiili kesintiyle sona erecektir. Kesinti tarihi suç tarihidir. Fiili olarak terör örgütünden daha önce ayrılmış olmamak ve faaliyetlere devam ediyor olmak koşuluyla, terör örgütü yöneticisi ya da üyesinin yakalanma tarihi, suç işlenmeye devam edildiğinden (CMK 2/1-j),5235 sayılı Kanun'un 12/1 maddesi de gözetildiğinde ağır cezalık suçüstü hali olarak kabul edilmelidir.'Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü halinde, herhangi bir izin sistemi getirilmediği gibi, suçun türüne veya yapılan göreve ya da sahip olunan ünvana ilişkin herhangi bir ayırım da yapılmadığından hakim ve Cumhuriyet savcılarının soruşturulması genel hükümlere göre yapılacaktır.' (Ceza Genel Kurulu 19/2/2013 tarih ve 2011/MD-137 esas, 2013/58 sayılı kararı)..." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/50394 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, resen gerçekleştirilen tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması ve tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi, avukatıyla görüşmesinin teknik araçlarla kayda alınması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; bir kısım kamu görevlisinin açıklamaları nedeniyle masumiyet karinesinin, usule uygun yapılmayan arama işlemi ve meslekten ihraç edilme nedenleriyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ve mal varlığına tedbir konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yüksek lisans eğitiminin geçersiz sayılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1990 doğumlu olan başvurucu, lisans eğitimini Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesinde başarı ile tamamlamıştır. Başvurucu; Dicle Üniversitesi (Üniversite) Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğünün (Enstitü) Kürt Dili ve Kültürü Ana Bilim Dalında açtığı ve 30'unu Zazaki lehçesine, 120'sini Kurmanci lehçesine tahsis ettiği toplam 150 kişilik tezsiz yüksek lisans eğitim programına öğrenci alımı için yapılan sınava başvurmuştur. Söz konusu sınavın21/1/2013 tarihinde yapılacağı Enstitünün internet sitesinde duyurulmuş ancak sınav sorularının internette sınav öncesi yayımlanması nedeniyle sınavın 21/1/2013 tarihinden bir gün sonra yapılmasına karar verilmiştir. Sınav 22/1/2013 tarihinde yapılmış ve başvurucu da sınava katılmıştır. Başarılı olan başvurucu, anılan yüksek lisans programının Kurmanci lehçesine kaydını yaptırmıştır. 22/1/2013 tarihinde yapılan sınava yönelik olarak 1/2/2013 tarihinde bir iptal davası açılmıştır. Aynı davada işlemin yürütmesinin durdurulması da istenmiştir. Öncelikle Diyarbakır İdare Mahkemesi sınava ilişkin olarak 9/7/2013 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı almış ve anılan karar 29/7/2013 tarihinde ilgili idareye tebliğ edilmiştir. Yürütmeyi durdurma kararına idarece yapılan itiraz ise Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesince 19/8/2013 tarihinde reddedilmiş ve bu karar idareye 29/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ancak Üniversite söz konusu kararın gereğini yerine getirmemiştir. Üniversite, başvurucunun da aralarında bulunduğu öğrencilere gerekli dersleri vererek başarılı olanların yüksek lisans programını 29/7/2013 tarihinde tamamlamalarını sağlamıştır. Başvurucu, eğitimini tamamladıktan sonra Diyarbakır İdare Mahkemesi 26/9/2013 tarihinde sınav işleminin iptaline karar vermiştir. İlk derece mahkemesi; kararında ilgili idarenin sınavın ertelenmesi duyurusunda yaptığı çelişkili açıklamaların bir belirsizliğe neden olduğunu, erteleme kararından sonra usulüne uygun bir ilan yapılıp sınavın tekrarlanması gerekirken bunun yapılmadığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesi ayrıca kişilere eşit yarışma imkânının tanınmadığını, belirsizlik ortamında sınavın tekrar edildiğini kabul etmiş ve sınavın iptaline karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesince 10/9/2015 tarihinde onama kararı verilmiş, Danıştay kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairece reddedilmiştir. Üniversitenin sağladığı imkân ile eğitimine devam eden ve yüksek lisans eğitimini tamamlayan başvurucu, adına diploma ya da mezuniyet belgesi verilmesi talebiyle 16/11/2015 tarihinde Üniversiteye başvurmuştur. Başvurucunun diploma ya da mezuniyet belgesi verilmesi talebiyle yaptığı başvuru, yüksek lisans programına ilişkin işlemlerin mahkeme kararı ile iptal edildiği belirtmek suretiyle Enstitüsü tarafından 11/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu ret işleminin iptali talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 9/3/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, diploma almaya hak kazandığı hâlde haksız ve dayanaksız olarak diplomasının verilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, derse devam zorunluluğu bulunan eğitimini emek vererek ve masraf yaparak tamamladığını ancak diplomasının verilmemesi nedeniyle bu eğitimden elde edeceği tüm faydalardan mahrum kaldığını belirtmiştir. Söz konusu sınavın iptali kararının ortaya çıkmasında hiçbir kusurunun bulunmadığını vurgulayan başvurucu; tüm kusurun idareye ait olduğunu, buna rağmen mağdur edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca eğitimini tamamlamış olması sebebiyle mahkeme kararının uygulanmasının imkânsız hâle geldiğini savunmuştur. Başvurucu son olarak mahkeme kararının uygulanmasının ölçülü olması, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini ihlal etmemesi gerektiğine işaret etmiş; diplomasının iptal edilmesinin kazanılmış haklarını ve hukuki güvenlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucunun açtığı davayı 27/10/2016 tarihinde reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;i. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 29/7/2013 tarihli sınavın yürütmesinin durdurulması kararına yapılan itirazın Bölge İdare Mahkemesince reddedilmesinden sonra idarenin bu kararı uygulaması yükümlülüğünün doğduğu belirtilmiştir. ii. Bu kapsamda (1) söz konusu sınava usule uygun bir şekilde başvuru yapan tüm adayların yeniden düzenlenecek bir sınava alınması, (2) bu sınavda başarılı olanların bahsi geçen eğitim programına kaydının yapılması, (3) bu uygulama sürecinde söz konusu programa kaydolan öğrencilerin ise anılan program ile ilişiklerinin kesilmesi gerektiği ifade edilmiştir. iii. Davalı idare tarafından hareketsiz kalınarak başvurucunun programı tamamlamasının sağlanması eleştiri konusu yapılmıştır. İdarenin yargı kararının uygulanması hususunda hareketsiz kalması sonucunda "giriş koşullarını taşımadığı açıkça görülen eğitim programına devam etmiş olan davacının" söz konusu eğitim programına devam etmesinin sınava girememiş diğer kişilerin haklarını etkileyeceğinden öğrenci statüsünün kazanılmış hak olarak kabulüne olanak bulunmadığı vurgulanmıştır. Söz konusu dönemde gerçekleştirilen eğitimi başarılı bir şekilde tamamlamış olsa bile başvurucuya diploma verilmesinin hukuki dayanaktan yoksun olacağı kabul edilmiştir. iv. Başvurucunun usulüne uygun bir şekilde gerçekleştirilecek yeni bir giriş sınavında tekrar başarılı olması durumunda ise yasal dayanaktan yoksun olarak tanımlanan eğitim dönemindeki başarılı sayılma hususunun kazanılmış hak sayılabileceği ifade edilmiş, bu durumda başvurucuya giriş koşullarını daha sonra tamamladığı programı bitirdiği kabul edilerek diploma verilebileceği belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı benzer gerekçelerle yapmış olduğu istinaf başvurusu Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 26/9/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, karardan 18/10/2017 tarihinde haberdar olmuş; 17/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Diploma alma, ders kredilerinin hesaplanması, öğrencilik haklarından yararlanma ve sınavlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "a. Yükseköğretim kurumlarının önlisans, lisans ve lisansüstü düzeyindeki diploma programlarına kayıtlı öğrenciler, bu madde hükümlerine göre belirlenen ders kredileri ve diğer yükümlülükleri başarı ile tamamlamaları halinde; önlisans, lisans, yüksek lisans veya doktora diploması alır..." 1/7/1996 tarihli ve 22683 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" a) (Değişik: RG-02/06/2007-26540) Yüksek lisans programına başvurabilmek için adayların bir lisans diplomasına sahip olmaları ve Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından merkezi olarak yapılan Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitim Giriş Sınavından (ALES) başvurduğu programın puan türünde 55 standart puandan az olmamak koşuluyla ilgili senatoca belirlenecek ALES standart puanına sahip olmaları gerekir. Yüksek lisans programlarına öğrenci kabulünde, ALES puanı yanı sıra gerekirse, lisans not ortalaması ve mülakat sonucu da değerlendirilebilir. Bu değerlendirmeye ilişkin hususlar ile başvuru için adayların sağlaması gereken diğer belgeler (referans mektubu, neden yüksek lisans yapmak istediğini belirten kompozisyon, uluslararası standart sınavlar vb.) ve hangi düzeyde yabancı dil bilgisi gerektiği, ilgili senato tarafından düzenlenen yönetmelikle belirlenir. ALES puanının %50'den az olmamak koşuluyla ne kadar ağırlıkla değerlendirmeye alınacağı, ilgili senato tarafından belirlenir. İlgili üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü, yalnız ALES puanı ile de öğrenci kabul edebilir. Ancak Güzel Sanatlar Fakülteleri ile Konservatuvarlara öğrenci kabulünde ALES’e girmiş olma koşulu aranmaz. (Ek cümle:RG-11/11/2012-28464) Tezsiz yüksek lisans programlarına öğrenci kabulünde, ALES notu getirme şartı ve ALES taban puanı üniversite senatolarınca belirlenir..." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “ Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38317 | Başvuru, yüksek lisans eğitiminin geçersiz sayılması nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz davalarında yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 8/8/2006 tarihinde müdahalenin önlenmesi talebiyle açılan ve sonrasında kadastro mahkemesine devredilen davada, Aydın Kadastro Mahkemesinin 6/5/2019 tarihli ve E.2018/80, K.2019/47 sayılı kararı, tarafların kararı istinaf etmemesi üzerine 10/6/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 17/1/2007 tarihinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Aydın Kadastro Mahkemesinin 6/5/2019 tarihli ve E.2015/24, K.2019/52 sayılı kararına karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, bu davalarda yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 14/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21156 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz davalarında yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanuna aykırı olarak aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, ticari satımdan kaynaklanan 693,52 TL alacağının tahsili istemiyle başlattığı icra takibine itiraz edilmesi üzerine İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açmıştır. Mahkeme 16/11/2018 tarihli kararla davanın usulden reddine, 818,29 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı tarafa verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; icra takibi yapılan yerin davalının yerleşim yeri olmadığı gibi sözleşmenin ifa yeri de olmadığı belirtilmiştir. Bu durumda icra takibine itirazın iptali davasının takibe sıkı sıkıya bağlı davalardan olması nedeniyle yetkili icra müdürlüğünde yapılmış bir icra takibi bulunmadığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun istinaf istemi, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince 3/4/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 17/12/2019 tarihinde reddedilmiş, karar onanmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 15/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 5/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Yargılama giderleri şunlardır:...ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.” 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" (1) Dava şartları şunlardır:a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.b) Yargı yolunun caiz olması.c) Mahkemenin görevli olması.ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.e) Dava takip yetkisine sahip olunması.f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder." 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir....Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. ... Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır." 1136 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Baronun yönetim kurulları, her yıl Eylül ayı içerisinde, yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgarî hadlerini gösteren birer tarife hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine gönderirler.Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca, baro yönetim kurullarının teklifleri de göz önüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak Adalet Bakanlığına gönderilir. ... Bu tarife Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya tarife onaylandığı takdirde kesinleşir. ...Avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır." 30/12/2017 tarihli ve 30286 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve karar tarihinde yürürlükte olan 2018 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin (Tarife) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Görevsizlik veya yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, davanın nakline veya davanın açılmamış sayılmasına ön inceleme tutanağı imzalanıncaya kadar karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra karar verilmesi durumunda tamamına hükmolunur. Şu kadar ki, davanın görüldüğü mahkemeye göre hükmolunacak avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçemez. (2) Davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur." 2018 yılındaki Tarife'nin "İkinci Kısımının İkinci Bölümü"nün ilgili kısmı şöyledir:“Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret Asliye Mahkemelerinde takip edilen davalar için 180,00 TL" 2018 yılındaki Tarife'nin maddesi şöyledir:"1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (7 nci maddenin ikinci fıkrası, 9 uncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile 10 uncu maddenin üçüncü fıkrası ile 12 nci maddenin birinci fıkrası, 16 ncı maddenin ikinci fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Ancak, hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez.B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/1/2018 tarihli ve E.2017/4-3013, K.2018/47 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).Dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz, davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hâkim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin maddesinde “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin ikinci fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.Şu hâle göre tarifenin açıklanan maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekâlet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak bu nispi vekalet ücretinin miktarı maktu vekâlet ücretini geçemez...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/11/2020 tarihli ve E.2019/671, K.2020/6782 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dava İİK.'nun maddesine göre açılmış menfi tespit davasıdır. Mahkemece, davanın hukuki yarar yokluğundan (dava şartı) usulden reddine karar verilmiştir.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun 114/h maddesinde, hukuki yarar açıkça dava şartları içerisinde sayılmıştır. Davacının dava açmaktaki yararı, hukuki olmalıdır; ideal veya ekonomik yarar yalnız başına yeterli değildir. Davacı, hakkına kavuşmak için mahkemenin kararına muhtaç bulunmalıdır. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin maddesi "Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret" başlığını taşımakta; maddenin fıkrasında ise "davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur" düzenlemesi bulunmaktadır.Buna göre tarifenin açıklanan 7/2 maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.Mahkemece, AAÜT 7/2 maddesi gereğince vekalet ücretine karar verilmesi gerektiği hususu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması isabetli değildir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/2/2021 tarihli ve E.2018/15280, K.2021/1243 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davanın, dava ön şartının yokluğu nedeniyle reddine karar verildiği gözetildiğinde davalı lehine hükmedilecek avukatlık ücretinin hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/ ve maddeleri uyarınca belirlenmesi zorunludur. Buna göre; davanın konusunun para veya para ile değerlendirilmesinin mümkün olması halinde, dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle davanın usulden reddine karar verildiğinde vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.Bu olgular dikkate alındığında davalı taraf yararına "Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere" avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken, tarife hükümlerine aykırı şekilde fazla avukatlık ücretine hükmedilmesi hatalı olup, davacı tarafın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde ise de; bu hatanın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün bu bölümünün HUMK'un 438/ maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekmiştir. SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazları yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile temyiz olunan kararın (3) nolu bendinde yer alan "...467,28 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine" sözlerinin hükümden çıkarılarak yerine "karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre 180,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine" söz ve rakamlarının yazılıp eklenmesine, davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının (1) numaralı bentteki nedenlerle reddi ile hükmün düzeltilen bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA," | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5667 | Başvuru, kanuna aykırı olarak aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde askerlik yaptırılması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın ve maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/8/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıylayapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölümce 14/3/2014 tarihinde başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, askerliğe elverişsiz olmamasına rağmen haksız olarak üç yıl askerlik yaptığından bahisle 19/1/2009 tarihinde İçişleri Bakanlığından tazminat talebinde bulunmuş; talebin 19/5/2009 tarihli işlem ile reddedilmesi üzerine maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi istemiyle 22/6/2009 tarihli dilekçesini AYİM'e göndermiştir. AYİM Genel Sekreterliğinin 7/7/2009 tarihli yazısıyla başvurucuya, ilgili dilekçeden Mahkemede dava açmak istendiğinin anlaşıldığı, bunun için harç yatırılması ve ekte gönderilen örnek dava dilekçesine uygun dilekçe hazırlanması gerektiği şeklindeyanıt verilmiş, bu yanıttan çok sonra başvurucu 18/8/2011 tarihinde askerliğe elverişli olmadığı hâlde kendisine askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini istemiyle dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesince dava dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle ret kararı verilmiş ve bu karar üzerine başvurucu 10/1/2012 ve 16/3/2012 tarihlerinde kayda giren dilekçeleri ile davayı yenilemiştir. AYİM İkinci Dairesi 4/7/2012 tarihli ve E.2012/578, K.2012/656 sayılı kararı ile davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…kanunen askerliğe elverişli olmadığı halde kendisine askerlik yaptırıldığını, aradan seneler geçtikten sonra verilen bu kararla mağdur olduğunu, askeri cezaevlerinde ve oda hapsinde bir ton işkence yapıldığını, tezkere aldıktan sonra bu kararın alındığını, 3 sene askerlik yaptığını, hatta 6 gün eksik hizmeti olduğu belirtilerek, bunun Bornova İlçe J.K.lığında tamamlattırıldığını, bu mağduriyeti dolayısıyla dava açmak istemesine rağmen harç yatırması gerektiği söylendiğini, 2 senedir dava açamadığını, zaman aşımı olmasın diye dilekçe yazıp müracaat ettiğini, bu şekilde baştan itibaren askerliğe elverişli olmadığı halde yaklaşık üç yıl askerlik hizmeti yapmış olması nedeniyle uğramış olduğu zararın tazmini amacıyla 000 TL maddi ve 40,000 TL. de manevi tazminat olarak toplam 000,00 TL. tazminatın ödenmesine, ayrıca ikinci kez alınan harcın iadesine karar vermesini talep ve dava etmiştir.… Davacının talebinin askerlik öncesi itibarıyla askerliğe elverişsiz olmasına rağmen haksız olarak 3 yıl süre ile askerlik yaptırılmasından dolayı uğradığı zararların tazmini olduğundan, davanın işlemden doğan tam yargı davası olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.…Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden davacı Osman GÜMÜŞÇÜ'nün acemi eğitimi sonrasında tertip edilmiş olduğu Kastamonu-İnebolu İlçe J.K.lığında askerlik hizmetini yapmakta iken 2003 tarihinde firar ettiği, müteakiben 2004 tarihinde kendiliğinden döndüğü, askerlik hizmeti devam ederken sevk edilmiş olduğu GATA Asker hastanesine katılmayarak 2004 tarihinde yeniden firar ettiği, daha sonra 2004 tarihinde üzerinde esrar maddesiyle Bodrum'da emniyet görevlilerince yakalandığı, bu şekilde işlemiş olduğu firar suçlarından dolayı J.Gn.K.lığı Askeri Mahkemesince yargılanmakta iken sevk edilmiş olduğu Kütahya Asker Hst. Bştbp.liğinin 2007 tarihli ve 632 numaralı üst komutanlık onaylı TSK Sağlık Raporuyla “antisosyal kişilik bozukluğu" tanısı konularak “suç tarihlerinde ve halen askerliğe elverişli değildir. TCK.nın 32'nci maddesinden istifade edemez" (yani askerliğe elverişsizlik halinin, askeri hizmete başlangıç tarihinde değil, firar suçunu işlediği tarihten itibaren başladığı) karar verildiği, anılan rapor nedeniyle de davacının yargılanmakta olduğu 2003-2004 ve 2004-2004 tarihleri arasındaki firar suçlarında dolayı 2008 tarihinde beraatına karar verildiği ve bu kararın temyiz edilmediğinden 2009 tarihinde kesinleştiği, bu durumda davacının zararını 2007 tarihli raporla öğrenmiş olduğu, ancak anılan rapor dosyada olmadığından kesinleşme tarihinin tespit edilemediği, bu nedenle de mahkememizin yerleşik içtihatları gereğince davacı lehine yorumla davacının zararını öğrendiği tarih kabul edilen raporun kesinleşme tarihinin bu davada uygulanamadığı, bununla birlikte bir an için dava açma süresi açısından daha da lehe olabilecek şekilde dava açma tarihi J.Gn.K lığı Askeri Mahkemesinin beraat kararının kesinleşme tarihinden başlatılsa, yani davacının askerliğe elverişli olmadığını bu tarihte (2009) öğrendiği kabul edilse dahi, 2009 tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılması veya davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunulması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu anlaşıldığından, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesi ektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.…” Bu karara karşı başvurucunun yaptığı düzeltme başvurusu, yine süresinde yapılmadığı gerekçesiyle aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2103/816, K.2013/773 sayılı kararı ile süre aşımı nedeniyle reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Dairemizin davanın süre aşımı yönünden reddine ilişkin AYİ M İkinci Dairesinin 2012 gün ve E.2012/578, K.2012/656 sayılı kararının 2012 tarihinde bizzat davacıya tebliğ edildiği, hatta davacının da 2012 tarihli dilekçeyle "istemi halinde iade edilmesine karar verilen harcın" kendisine iade edilmesini talep ettiği anlaşılmıştır.Davacının bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde (en geç 2012 günü mesai bitimine kadar müracaat etmesi gerektiği, ancak müracaatın son gününün çalışmaya ara verme "adli tatil" süresine rastladığından 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 86'ncı maddesi gereği, 6 eylülden itibaren 7 gün uzatılarak 2012 tarihinde mesai bitimine kadar) karar düzeltme talebinde bulunması gerekirken, bu tarihten sonra 2012 tarihinde kayda geçen dilekçesi ile kararın düzeltilmesi yönünde yaptığı başvurunun süresi geçirildikten sonra yapıldığı anlaşıldığından, karar düzeltme isteminin süre aşımı yönünden reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır." Karar, başvurucuya 24/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin (a) bendi şöyledir:“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.” Anılan Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.” Anılan Kanun’un maddesi şöyledir:“İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” Anılan Kanun’un maddesi şöyledir:“Kararlarda, sırası ile, aşağıdaki hususlar bulunur:a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları yahut unvanları ve adresleri;b) Davacının ileri sürdüğü maddi vakıaların dayandığı hukuki sebeplerin özeti ve isteğinin sonucu ile davalının savunmasının özeti;c) Başsavcılığın düşüncesi;d) Duruşmalı davalarda, duruşma yapılıp yapılmadığı ve yapılmış ise hazır bulunan taraflar ve vekil veya temsilcilerinin ad ve soyadları;e) Kararın dayandığı kanuni ve hukuki sebepler ile gerekçesi ve hüküm;f) Kararın tarihi ve oy birliği ile veya oy çokluğuyla mı verildiği;g) Muhakeme masrafları ile vekalet ücretinin hangi tarafa yükletildiği;h) Kararı veren Daire veya Daireler Kurulu Başkan ve üyelerinin ad ve soyadları ve imzaları ve varsa ayrışık oyları.” Anılan Kanun’un maddesi şöyledir:“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir.a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması;b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması;c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;Kanunun 45 inci maddesine göre verilen kararların düzeltilmesi işlemi kabul edilerek davaya yeniden bakılması ve esas hakkında karar verilmesi halinde de karar düzeltilmesi isteminde bulunulabilir.Daireler ile Daireler Kurulu, kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bağlıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6440 | Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde askerlik yaptırılması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi AYİM) tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesi sonucu Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir İnternet sitesi hakkında verilen erişimin engellenmesi kararının kaldırılmaması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1983 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. Olayların geçtiği tarihte başvurucu, Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde doktora öğrencisidir. Başvurucu http://sites.google.com (yer sağlayıcı site) adlı İnternet sitesi üzerinden akademik çalışmalarını ve çeşitli konulardaki düşünce ve görüşlerini yayımladığıve bu konulara ilişkin ilgililerin öneri ve eleştirilerini alabildiğikendi adına bir İnternet sitesi oluşturmuştur. Denizli Sulh Ceza Mahkemesi 23/6/2009 tarihinde Atatürk’ün manevi hatırasına hakaret içerikli ifadelerin bulunduğu bir İnternet sitesinin sahibine karşı yürütülen soruşturma çerçevesinde erişimin engellenmesi kararı almıştır. Bu Karar, infazı için Telekomünikasyon İletişimBaşkanlığına(TİB)tebliğ edilmiş, ancak TİB'in Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği yazıda yer sağlayıcı sitenin adresinin kayıtlı ve yurt dışı kaynaklı olduğu, bu alan adı ile ilgili olarak TİB'den yer sağlayıcılık faaliyet belgesinin alınmadığı, erişimin engellenmesinin alan adı veya IP adresi olarak erişim engelleme şeklinde uygulanabileceği belirtilerek mahkeme kararının değiştirilmek suretiyle düzeltilmesi ya da kararın itirazı incelemeye yetkili merciye gönderilmesi talep edilmiştir. Bunun üzerine Denizli SulhCeza Mahkemesi TİB'in talebini kabul etmiş ve 24/6/2009 tarihinde, 23/6/2009 tarihli kararını düzelterek yer sağlayıcı siteye erişimin tamamen engellenmesi kararı almıştır. TİB, bu kararı uygulayarak yer sağlayıcı siteye erişimi tamamen engellemiştir. Başvurucu, kendi sitesine girmeye çalıştığında aşağıdaki bilgileri içeren erişimin engellenmesi kararıyla karşılaşmıştır:"Denizli Sulh Ceza Mahkemesi'nin 24/06/2009 tarih ve 2009/392 nolu KORUMA TEDBİRİ kapsamında bu internet sitesi (sites.google.com) hakkında verdiği karar Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nca uygulanmaktadır." Denizli SulhCeza Mahkemesinin erişimin engellenmesi kararına karşı başvurucunun itirazı Denizli Asliye Ceza Mahkemesince 13/7/2009 tarihinde reddedilmiştir. Öte yandan erişimin engellenmesi kararı alınan soruşturmada, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı da yurt dışında bulunan şüphelilerin açık adres ve kimliklerinin tespit edilemediği gerekçesiyle 25/3/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu arada başvurucu 10/1/2010 tarihinde ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM, bu başvuruda "hukuken öngörülmüş olma" koşulunun sağlanmadığı gerekçesiyle 18/12/2012 tarihinde ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. 25/3/2011 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ve AİHM'in 18/3/2013 tarihinde kesinleşen 18/12/2012 tarihli ihlal kararı üzerine başvurucu 21/1/2014 tarihli dilekçeyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığından erişim engelinin kaldırılmasını talep etmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 13/3/2014 tarihinde TİB'e müzekkere yazarak erişimin engellenmesine gerekçe olan içeriklerin hâlâ bulunup bulunmadığının tespit edilmesini, içerik yoksa erişim engelinin kaldırılmasını istemiş ve içerik varsa sadece erişimin engellenmesine gerekçe olan sitenin kapatılmasının mümkün olup olmadığını sormuştur. TİB 7/4/2014 tarihli yazısında söz konusu URL adresine ulaşılamadığını belirtmiştir. Öte yandan TİB 2/4/2013 tarihli yazısıyla, anılan AİHM kararını İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına bildirerek Başsavcılığın bu kararı dikkate alarak soruşturma dosyasını değerlendirmesini ve sonucundan TİB'e bilgi vermesini talep etmiştir. Bu talep konusunda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Başvurucunun erişim engelinin kaldırılması talebiyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 13/5/2014 tarihli ek dilekçesine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 28/5/2014 tarihli yazısıyla; TİB'in 7/4/2014 tarihli yazısında erişimin engellenmesi kararının gerekçesini oluşturan URL adresine ulaşılamadığını bildirdiği, sorunun teknik bir nedenden kaynaklanabileceği ve bu hususun TİB tarafından çözülmesi gerektiği, Atatürk'ün manevi hatırasına hakaret eden içeriklerin bulunması durumunda erişimin engellenmesi kararının kaldırılmasının yasal olarak mümkün olmadığı şeklinde cevap verilmiştir. Başvurucu 16/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hâlihazırda erişime açık olduğu görülen yer sağlayıcı sitenin 2014 yılı Haziran ayı sonundan bu yana erişime açık olduğu yönünde bilgiler bulunmaktadır. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10354 | Başvuru, bir İnternet sitesi hakkında verilen erişimin engellenmesi kararının kaldırılmaması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/51348 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve Yargıtay onama kararının tebliğ edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucunun hırsızlık suçunu işlediği iddiasıyla 14/5/2007 tarihinde ifadesi alınmış, Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığının 19/6/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Gemlik Asliye Ceza Mahkemesinin 27/5/2008 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin21/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20153 | Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve Yargıtay onama kararının tebliğ edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, istinaf başvurusunun süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Şirket tarafından taşınır rehininin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi başlatılmış, borçlunun borca itirazı üzerine itirazın iptali davası açılmıştır. Mahkeme kararıyla davanın kabulü ile takibin devamına karar verilmiş, akabinde başvurucu vekili tarafından yasal süre içinde satış talebinde bulunulmadığı ve satış avansının yatırılmadığı gerekçesiyle takibin düşmesine karar verilmiştir. Başvurucu, takibin düşmesine ilişkin karara karşı dava açmıştır. İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesi 18/1/2018 tarihli kararıyla şikâyetin reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Gerekçeli karar başvurucu vekiline 22/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Tefhim edilen karara karşı başvurucu, istinaf istemli dilekçesini 25/2/2019 tarihinde Mahkemeye sunmuştur. Başvurucunun istinaf talebi Mahkemenin 14/3/2019 tarihli ek kararıyla kesin hüküm nedeniyle reddedilmiştir. Başvurucu, anılan ek karara ve asıl karara karşı istinaf isteminde bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 23/1/2020 tarihli kararıyla Mahkeme hükmünün istinafa tabi olduğu gerekçesiyle ek karara yönelik istinaf isteminin kabulüne karar verilmiştir. Asıl karara yönelik yapılan değerlendirmede ise başvuru süresinin tefhim tarihinden itibaren on gün olduğu, somut olayda on günlük sürenin tefhim tarihi olan 18/1/2018 tarihinden itibaren başladığı, bu nedenle başvurucunun 21/2/2019 tarihli istinaf isteminin süresinde olmadığı gerekçesiyle istinaf dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/10/2020 tarihli kararıyla hüküm onanarak kesinleşmiştir. Nihai kararın 16/11/2020 tarihinde başvurucu vekili tarafından Avukat Portal üzerinden açılarak okunduğu tespit edilmiş, başvurucu 21/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/1034 | Başvuru, istinaf başvurusunun süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumu idaresinin işlemlerine karşı yapılan şikâyete dair yargı mercilerince esas yönden değerlendirme yapılmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Gaziantep L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucu, Ceza İnfaz Kurumundaki bazı uygulamaları Gaziantep İnfaz Hâkimliğine verdiği 4/4/2017 tarihli dilekçeyle şikâyet etmiştir. Başvurucu söz konusu şikâyet dilekçesinde;- Ceza İnfaz Kurumuna 10/2/2017 tarihinde nakledildiğini, nakledilirken ellerinin sürekli kelepçeli olduğunu, ellerinde yaralar oluştuğunu, doktor muayenesinin yapılmadığını, görevlilerin yaraları kayda almadığını, Ceza İnfaz Kurumuna kabulü sırasında çıplak aranmaya tabi tutulduğunu, arama sırasında doktor bulundurulmadığını, kendisine kâğıt elbise giydirilmediğini,- Nakil geldiği kurumun kantininden satın aldığı cilt kremi ve tıraş bıçaklarının kendisine teslim edilmeyerek çöpe atıldığını,- Kurumda cildinde çatlaklar ve yaralar oluştuğunu, doktorun koruyucu ilaç yazma kısıtlaması nedeniyle tedavisinin yapılamadığını, sonrasında ağır ilaçlar kullanmak zorunda kaldığını,- Temizlikte kullanılan eldivenin satışının yasaklanması nedeniyle eldivensiz şekilde bulaşık ve çamaşır yıkamak zorunda kaldığını, bu nedenle ellerinde yaralar oluştuğunu,- Uyku apnesi rahatsızlığı olduğunu, revir doktoruna sevki için üç kez dilekçe yazdığı hâlde beş hafta sonra doktora götürüldüğünü,- Yazılı talebine rağmen spor salonundan yararlandırılmadığını,- Koğuşa ilk geldiğinde voleybol topu bulunduğunu, havalandırmada top oynarken topun çatıya kaçması nedeniyle tekrar top satın almak için kantin fişi yazdıklarını, kantinde top bulunmasına rağmen kurum görevlilerince topun yasaklandığının kendilerine iletildiğini ancak diğer koğuşlarda top oynanmaya devam edildiğini,- Avukatı ile ceza mahkemesinde devam eden yargılamasına ilişkin görüşürken oda kapısının açık tutularak görüşmenin kamerayla kaydedildiğini ve görüşmeyi infaz koruma memuru nezaretinde gerçekleştirdiğini, müdafii ile yaptığı belge alışverişinde belgelerin okunup incelendiğini, savunma hakkının ve silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini,- Kaldığı koğuşun kapalı ve ortak kullanım alanlarının kamerayla kaydedildiğini, camlardaki filmlerin söküldüğünü, sürekli izlenmeleri nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini,- Üç kişilik koğuşta dokuz kişi kaldıklarını, odada üç ranza bulunduğunu, gayriinsani şartlarda yerde yattıklarını, kalorifer peteğinin arızalı olması nedeniyle söküldüğünü, yerine yenisinin takılmadığını, soğuk odada kaldıklarını, sıcak suyun hafta içi birer saat verildiğini, sıcak sudan herkesin faydalanamadığını, çoğu zaman suyun ılık olduğunu,- Saç tıraşının kırk günlük periyotlarla gelişigüzel şekilde ve koridorda yapıldığını, her koğuşa bir cımbız ve makas verildiğini, bunları dokuz kişiyle birlikte kullandıklarını, kantin ihtiyaçlarının karşılanmadığını,- Hastaneye sevk sırasında ring aracında kendisine kelepçe takıldığını, hastane içinde ve kalabalıkta kelepçeli gezdirildiğini, halka teşhir edildiğini,- Kurumda yapılan sabah ve akşam sayımlarında görevlilerin gerginlik çıkarıp sert sözler söyleyerek rencide edici davranışlar sergilediklerini,- Görevlilerin sabahları anons yapmadan koğuşa girdiklerini, hava yağışlı olduğunda bile dışarıda sayım yaptıklarını, kamera kayıtlarıyla bu hususun sabit olduğunu, bu duruma ilişkin dilekçelerine cevap verilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu; dilekçesinde belirttiği hususlarla ilgili olarak yapılan uygulamaların durdurulmasını, kaldırılmasını ve bunlara son verilmesini İnfaz Hâkimliğinden talep etmiştir. Gaziantep İnfaz Hâkimliği 25/4/2017 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Ret kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Gaziantep L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda tutuklu olarak bulunan HASAN CAN cezaevinden yazdığı 04/04/2017 tarihli dilekçesinde, ceza infaz kurumunda yaşamış olduğu sorunların giderilmesini ve bu sorunlara dair ceza infaz kurumu kararlarının kaldırılmasını talep ettiği anlaşılmış, yapılan inceleme neticesinde; tutuklunun dilekçesinde belirttiği konular içerisinde sadece sportif ve sosyal etkinliklere katılması ile ilgili kurul kararı bulunduğu, buna ilişkin Gaziantep L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı'nın 09/02/2017 tarihli ve 2017/409 sayılı 'Olağanüstü halin devam ettiği, terör örgütü mensuplarının toplu harekete kalkışabilecekleri, ceza infaz kurumunun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşürebileceği ve diğer ceza infaz kurumlarına sirayet edebileceği değerlendirilerek terör örgütü üyelerinin sportif ve sosyal etkinliklere katılmalarının 2 ay süre ile ertelendiği' şeklindeki ceza infaz kurumunun vermiş olduğu kararında usul ve hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, tutuklunun sportif ve sosyal etkinliklere katılmasına ilişkin ve kurul kararının kaldırılmasına dair talebinin reddine karar vermek gerekmiş, devamla dilekçesinde bulunan diğer taleplere ilişkin ceza infaz kurumunca herhangi bir karar verilmediği görülmüş, bu nedenle diğer talepleri ceza infaz kurumunca kurul kararı alınarak Hakimliğimize başvuru yapılması halinde değerlendirilmek üzere ... " İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, kararın usule ve mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 30/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar üzerine, Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunca (İdare ve Gözlem Kurulu) yapılan değerlendirme neticesinde 26/5/2017 tarihli ve 2017/1609 sayılı kararla başvurucunun taleplerinin bir kısmı reddedilmiş, bir kısmı hakkında ise Kurul kararı alınmasına gerek görülmemiştir. Söz konusu Kurul kararıyla başvurucunun; i. -Kantinde temizlik eldiveni satışı yasağının kaldırılması,- Kurumdaki spor salonu ve sahalardan yararlanabilmek için kurum uygulamalarının kaldırılması, koğuş havalandırmasında diğer koğuştakiler gibi top oynayabilmeleri amacıyla kantindeki topların satışının önünün açılması,- Havalandırmadaki kameranın yeri ve açısının değiştirilerek yattıkları zaman kendilerini kaydedemeyecek konuma getirilmesi, camlardaki filmlerin sökülmemesi,- Herkese birer bıyık makası ve cımbız verilmesi,- Avukatla görüşmesi esnasında görevli tarafından görüşmenin kayıt altına alınmasına ve evrakın memurlarca kontrol edilmesine ilişkin uygulamanın kaldırılması,- Koğuşun yapısına uygun sayıda kişinin barındırılması, koğuşta kalanların sayısı kadar demirbaş eşya tahsis edilmesi yönündeki taleplerinin ayrı ayrı reddedildiği,ii. - Çıplak arama yapıldığı ve nakil geldiğinde beraberinde getirdiği eşyaların ilgilisine teslim edilmediği,- Doktora sevk işlemlerinin gereği gibi ve makul sürede yapılmadığı,- Sayımın soğuk ve yağışlı havalarda havalandırmada yapıldığı ve kurum personelinin sayım esnasında rencide edici davranışlarda bulunduğu şikâyetlerinin, - Tamir edilmeyen kalorifer peteğinin tamirinin yapılması, koğuşta kalan kişi sayısına göre ihtiyacı karşılamaya yeterli sıcak su verilmesi,- Saç tıraşlarının daha sık aralıklarla yaptırılması ve Kurumda mevcut olan berberhanede aynaya bakarak hijyenik ortamda tıraş olmalarının sağlanması,-Sayım yapılmadan önce anons sistemiyle duyuru yapılması,- Yara bandı, plastik rende, selobant, plastik ataş, cam su bardağı gibi eşyalar ile günlük ihtiyaçları karşılayacak eşyaların kantinde satışının sağlanması yönündeki taleplerinin dayanaksız olduğu gerekçesiyle bu hususlarda Kurul kararı alınmasına gerek olmadığı kararı yönünde karar verildiği,iii. Hastaneye götürülen başka hükümlü ve tutukluların ring aracında kelepçeli olarak tutuldukları, hastane içinde poliklinikler arasında eller kelepçeli olarak dört jandarma ve bir infaz koruma memuru eşliğinde dolaştırılarak teşhir edildiklerine ilişkin şikâyetin ise jandarma personelinin görev alanına girdiğinden bu hususta Kurul kararı alınmasına gerek olmadığı yönünde karar verildiği görülmektedir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı şikâyeti İnfaz Hâkimliği 16/6/2017 tarihli kararıyla kısmen kabul etmiş, kısmen reddetmiştir. Kararın hüküm bölümü şöyledir:"1-Tutuklu Hasan Can'ın, Kantinden temizlik eldiveni satış yasağının kaldırılması, talebinin KABULÜNE,2- Kişi başı bıyık makası ve cımbız verilmesi talebinin KABULÜNE,3-Havalandırmadaki kameranın yeri ve açısının değiştirilmesi talebinin REDDİNE,4-Avukat görüşmesinin kayıt altına alınmaması ve görevli memurun evrakları kontrol etmemesi talebinin REDDİNE,5-Koğuş yapısına uygun sayıda kişinin barındırılması ve demirbaş eşya tahsil edilmesi talebinin REDDİNE,..." İnfaz Hâkimliği kararına karşı hem başvurucu hem de Cumhuriyet savcısı Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesine itiraz başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu 23/6/2017 tarihli dilekçeyle, belirtilen itirazlarının bir kısmının reddedildiğini, bir kısmı hakkında ise karar verilmediğini; Cumhuriyet savcısı ise verilen kabul kararlarının kaldırılması gerektiğini ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 11/7/2017 tarihinde, Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüyle İnfaz Hâkimliğinin kararının kabule ilişkin kısımlarının kaldırılmasına, başvurucunun itiraz dilekçesinde belirttiği hususlara yönelik olarak İnfaz Hâkimliğince verilen bir karar bulunmadığından karar verilmesine yer olmadığına, başvurucunun itirazının kabul edilerek İnfaz Hâkimliğinin kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:"GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Gaziantep İnfaz Hakimliğinin 16/06/2017 tarih ve 2017/2242 esas, 2017/2360 sayılı kararını incelenmesinde; Cumhuriyet Savcılığı'nın itiraz gerekçeleri yerinde görüldüğünden itirazın kabulü ile, İnfaz Hakimliğinin kararının kabule ilişkin kısımlarının kaldırılmasına, Tutuklu Hasan CAN'ın itiraz dilekçesinde belirttiği hususlara yönelik infaz hakimliğnice verilen bir karar bulunmadığından karar verilmesine yer olmadığına, Açıklanan nedenlerle;KARAR :1-Tutuklunun İTİRAZININ KABULÜ ile Gaziantep İnfaz Hakimliğinin 16/06/2017tarih ve 2017/2242 esas 2017/2360 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,2-Kararın ilgilisine mahkemesince tebliğine,3-Dosyanın gereği için Gaziantep İnfaz Hakimliğine GÖNDERİLMESİNE..." Gaziantep İnfaz Hâkimliğinin 13/7/2017 tarihli kesinleşme şerhinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 11/7/2017 tarihli kaldırma kararı ile kararın kesinleştiği belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 27/7/2017 tarihinde öğrendikten sonra 15/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33354 | Başvuru, ceza infaz kurumu idaresinin işlemlerine karşı yapılan şikâyete dair yargı mercilerince esas yönden değerlendirme yapılmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tapu iptali ve tescil-tenkis davasına konu taşınmazlara uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Devam eden yargılamada başvurucu 27/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3015 | Başvuru; tapu iptali ve tescil-tenkis davasına konu taşınmazlara uygulanan tedbirin uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir siyasetçiye yönelik sarf edilen sözler dolayısıyla verilen adli para cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1959 doğumlu olan başvurucu, Antalya'nın Döşemealtı ilçesinde ikamet etmektedir. Geçmişte Antalya milletvekilliği yapmış olan başvurucu, ikamet ettiği bölgede siyasi geçmişi nedeniyle tanınan biridir. T.G. ise 2014 yılından itibaren Döşemealtı ilçe belediye başkanı olarak görev yapmakta olan aktif bir siyasetçidir. T.G. kendisine ait Facebook hesabında yakın zamanda şehit olan askerler için taziyelerini içeren bir mesaj paylaşmıştır. Başvurucu ise bu mesajın altında şu şekilde paylaşımlarda bulunmuştur:"[T.G.] utanmadan sıkılmadan bir de rahmet diliyon. Belediyede çalıştırdığın hainleri sen besliyon iki buçuk yıldır. AK partinin şaibeli diye aday etmediği eş başkanınla belediye ihalelerini de belediye şirket ihalesini de bu hainlerin yakınlarına Antalya'da batıda müteahhit yokmuş gibi nasıl peşkeş çektiğini unutma. Eş başkanınla çete oluşturup belediye kaynaklarını ihaleleri personel atamalarını ihale müdürünü komisyonu nasıl organize ettiğini. Sayın başkan AK partinin şaibeli yolsuzluk zimmet davaları devam ediyor diye kovduğu eş başkanınla çete oluşturup belediye kaynaklarını, ihaleleri, personel atamalarını, ihale müdürünü, komisyonu nasıl organize ettiğini, sana oy veren vatandaşlar çok iyi biliyor nerelerde ne pazarlıklar yaptığını, nerelere hangi müteahhitlere pazarlık yaptığını. CHP'ye oy veren insanların oyunu haram ettin. Hem CHP'ye hem de Döşemealtına ihanet ettin. 40 yıldır Döşemealtını soyan, zarar veren, soyduran gelmedi. Önce Allah sonra yargı bu halk da bunun hesabını sandıkta sorar seçime kadar görevde kalabilirsen." T.G. (müşteki), başvurucu hakkında 21/12/2016 tarihinde hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. Başvurucu soruşturma aşamasında verdiği ifadesinde, müştekinin akrabası olması ve kendisinin de siyasi bir geçmişi olması nedeniyle yerel seçimlerde müştekiye destek verdiğini beyan etmiştir. Başvurucu, seçmenlerle yaptığı görüşmelerde müştekinin terör örgütleri ile irtibatı olan kişileri belediyede çalıştırdığına ve ihalelerde usulsüzlükler yaptığına dair iddialarla karşılaştığını, bu konuda müştekiyi bizzat uyardığını ileri sürmüştür. Başvurucu, yapmış olduğu paylaşımın da müştekiye yönelik anılan konulardaki eleştirilerinin tekrar edilmesinden ibaret olduğunu beyan etmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 23/3/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılamayı yapan Antalya Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 9/11/2017 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...sanık ile müdafii Facebook sosyal paylaşım sitesinde yapılan paylaşım altı yorumun suç oluşturmayıp eleştiri sınırı içinde kaldığını savunsalar da; bu yorumdaki 'hainlerin beslenmesi' ve 'hainlerin yakınlarına ihalelerin peşkeş çekilmesi' şeklindeki söz ve yazıların eleştiri sınırını aştığı, ülkemizin adeta bir ateş çemberinden geçip terörle mücadele ettiği bu süreçte seçilmiş bir belediye başkanına yöneltilen hainlere yardım eden kişi izlenimi doğuran sözlerin hakaret niteliğinde olduğu..." Kararı istinaf eden başvurucu istinaf dilekçesinde, eski bir milletvekili ve müştekinin akrabası olarak belediye başkanlığı seçiminde müştekiye destek olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu; seçimlerden sonra seçmenlerle yaptığı görüşmelerde belediyede terör örgütlerine mensup kişilerin çalıştırıldığına ve bu örgütlerle bağlantısı bulunan kişilere ihale verildiğine dair yoğun şikâyetler aldığını, bu nedenle müşteki ile bizzat görüşerek kendisini ikaz ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu, şikâyete konu paylaşımının da bu düşüncelerinin bir yansıması olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu dilekçesinde, paylaşımından bir süre sonra müştekinin işe aldığı kişilerin tutuklandığını ve belediyede yapılan teftişte usulsüzlükler tespit edildiğini ileri sürmüş; bu iddialarına ilişkin bir kısım gazete haberini dosyaya sunmuştur. Başvurucunun istinaf talebi üzerine dosyayı inceleyen Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi, kararda hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 17/1/2018 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu bu kararı 23/2/2018 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 28/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır...."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5571 | Başvuru, bir siyasetçiye yönelik sarf edilen sözler dolayısıyla verilen adli para cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma sürecinde 6/1/2012 tarihinden itibaren tutuklu olması nedeniyle Anayasanın maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 22/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 22/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 24/1/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı başvuruya ilişkin görüşlerini 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı görüşü 25/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvurucu 2008-2010 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetlerinde Genelkurmay Başkanlığı görevini yerine getirdikten sonra orgeneral rütbesiyle emekli olmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/106 Esas sayılı dosyasında görülen ve kamuoyunda “internet andıcı davası” adıyla bilinen dava kapsamında Mahkeme 30/12/2011 tarihli duruşmada, sanıkların savunmayla ilgili beyanlarında ve belgelerde adı geçen Genelkurmay eski Başkanı başvurucu hakkında gereğinin takdir ve ifası için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu vekiline yapılan bildirim üzerine 5/1/2012 tarihinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddelerinde düzenlenen “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” ve “Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçlarından başvurucunun ifadesi alınmıştır. Cumhuriyet savcısı başvurucuyu anılan suçlar nedeniyle tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/1/2012 tarih ve 2012/10 Sorgu sayılı kararıyla “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” ve “Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçlarından tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında isnat edilen suçlarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 2/2/2012 tarihli iddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiş ve 2012/14 Esas sayılı dosyada kamu davası açılmıştır. İddianamede Mahkemenin 2010/106 Esas sayılı dosyasında davanın birleştirilmesi talep edildiğinden dava aynı Mahkemenin 2010/106 Esas sayılı dosyasında birleştirilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/106 Esas sayılı dosyasında yargılanan başvurucu ilk kez 26/3/2012 tarihli duruşmaya katılmıştır. Başvurucu yargılama kapsamında mahkemenin görevine itiraz etmiş, bu itiraz Mahkemece reddedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun da yargılandığı davayı (2010/106 Esas sayılı dosya) kamuoyunda “Ergenekon davası” olarak adlandırılan 2009/191 Esas sayılı dosyada birleştirmiştir. Başvurucu birleştirme kararlarından dönülerek dosyaların tefrik edilmesine karar verilmesini talep etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince bu talep reddedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2009/191 Esas sayılı dosyada 5/8/2013 tarihli duruşmada hükmü açıklamış ve başvurucunun eylemlerinin bir bütün halinde “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçunu oluşturduğunu belirterek, sadece bu suç yönünden müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu ayrıca “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçundan cezalandırılmamıştır. Başvurucu mahkûmiyet kararıyla birlikte verilen hükmen tutukluluk kararına 12/8/2013 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 22/8/2013 tarih ve 2013/553 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir. Açıklanan hükme ilişkin gerekçeli karar henüz dava dosyasına girmemiştir. Başvurucu mahkumiyet kararından sonra hükmen tutuklu olduğu dönemde tahliye talebinde bulunmuş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 31/12/2013 tarih ve 2013/872 Değişik İş sayılı kararla “kovuşturma aşaması tamamlandığı ve hükmen tutukluluk kararına yapılan itirazın reddine karar verildiği” gerekçesiyle talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2014 tarih ve 2014/99 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.” Anayasa’nın maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:“Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.” 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır.” 3713 sayılı Kanun’un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.” 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Aşağıdaki hükümler yürürlükten kaldırılmıştır:…6) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250, 251 ve 252 nci maddeleri,” 6352 sayılı Kanun’un Geçici maddesinin (4) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:“(4) Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten kaldırılan 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır. (7) Mevzuatta Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerine yapılmış olan atıflar, Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ağır ceza mahkemelerine yapılmış sayılır. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.” 5271 sayılı Kanun’un (mülga) maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Türk Ceza Kanununda yer alan;…c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç), Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/912 | Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma sürecinde 6/1/2012 tarihinden itibaren tutuklu olması nedeniyle Anayasanın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. | 1 |
Başvuru; darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu değerlendirilen ve bir terör örgütü olduğu kabul edilen Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması ile bağlantılı bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, savunma hakkı tanınmadan kamu görevinden çıkarılmaya karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, soruşturma sırasındaki bazı işlemler nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Açıklamalar Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Kamu makamlarınca ve yargı organlarınca 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın özelliklerine ve faaliyetlerine ilişkin birçok tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir. Buna göre FETÖ/PDY'nin eğitim alanındaki faaliyetleri, yapılanmanın insan kaynağı ve maddi kaynak elde etmesinin başlıca aracı olmuştur. Bu nedenle başta FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri Fetullah Gülen olmak üzere örgüt yöneticilerinin yapılanmayla bağlantılı eğitim kurumlarına ayrı bir önem verdikleri ve örgütsel faaliyetlerin önemli bir bölümünün bu kurumlar üzerinden gerçekleştirildiği, bu kurumlarda örgütsel toplantıların yapıldığı bilinmektedir. 2012 yılının başlarında Hükûmet kaynaklarından dershanelerin kapatılmasıyla ilgili yasal düzenlemelerin yapılacağına dair açıklamaların gelmeye başladığı ve yapılan açıklamalarda 2013-2014 eğitim öğretim yılından itibaren dershanelerin kapatılacağı yönünde çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Nitekim 1/3/2014 tarihli ve 6528 sayılı Kanun'un maddesiyle yapılan değişiklikle 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun maddesindeki "dershaneleri" ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır. FETÖ/PDY'nin faaliyetleri içinde çok önemli bir yer tutan dershanelerin kapatılmasıyla ilgili olarak kamuoyunda yaşanan tartışmaların yoğunlaştığı bu süreçte Aktif Eğitimciler Sendikası (Aktif Eğitim-Sen) kurulmuştur. Aktif Eğitim-Sen resmî olarak 1/3/2012 tarihinde kurulmuştur. Sendikanın kuruluş yazısı Millî Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü tarafından 27/4/2012 tarihinde kayda alınarak kurulduğuna dair yazı tüm Millî Eğitim Bakanlığı personeline resmî kanallarla duyurulmuştur. Aktif Eğitim-Sen kurulduğu tarihten itibaren yaklaşık dokuz ay içinde üye sayısını otuz beş bine kadar çıkarmış, dokuz aylık sürede dokuz şube açan, seksen altı temsilcilik oluşturan ve kendi açıklamalarına göre otuz beş bin üyeye ulaşan Aktif Eğitim-Sen 31/3/2013 tarihinde yaptığı Olağanüstü Genel Kurulda aldığı kararla 31/3/2013 tarihinde kendini feshetmiştir. FETÖ/PDY, sendikaların yanında konfederasyon yapılanmasına da gitmiştir. 21/2/2014 tarihinde kurulan Cihan Sendikalar Konfederasyonu (Cihan-Sen) bünyesinde Aktif Eğitim-Sen, Ufuk Tarım-Orman Sen, Ufuk Enerji Sen, Ufuk Sağlık Sen, Ufuk Büro Sen ve Ufuk Yerel Sen'in yer aldığı bilinmektedir. 31/3/2013 tarihinde tefessüh eden Aktif Eğitim-Sen, 17-25 Aralık 2013 sürecinde 22/11/2013 tarihinde tekrar kurulmuştur. Aktif Eğitim-Sen yeniden kurulduktan sonra beş altı ay içinde yaklaşık yirmi üç bin üyeye ulaşmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hâl döneminde teşebbüsün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıdaki eğitim kurumu kapatılmıştır. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan bu eğitim kurumları arasında başta Cihan-Sen konfederasyonu ve bu konfederasyona bağlı Aktif Eğitim-Sen de yer almaktadır.B. Başvuruya Konu Süreç Öğretmen olarak görev yapan başvurucu 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair KHK ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçuna yönelik olarak Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında Samsun Sulh Ceza Hâkimliğine tutuklanma talebiyle sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"... suçlamayı hiçbir şekilde kabul etmiyorum, bu örgütle herhangi bir bağlantım yoktur, Aktif Eğitimciler-Sen' de başkan vekili olarak görev yapıyorum, kapatılmadan önce yine Aktif Eğitimciler Sendikasında yönetici idim, Bank Asya' da hesabım vardı, sendika ile ilgili harcamalarla ilgili şahsıma para yatırma işlemlerini sendika hesabından Bank Asya' daki hesabıma yapılmıştı, yaklaşık 5-6 yıl önce Fetullah Gülen' e ait bir cd almıştım, bu cd yi dinlememiştim bile, arama sırasında bu cd nin farkına vardım, sendika genel merkezinin almış olduğu karar doğrultusunda, özgür basına yönelik basın açıklamasına katıldım, 2012 yılında KEYDER' de Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı yapmıştım, tarihini tam olarak hatırlamıyorum, ancak bir yıl bu görevde bulundum, üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum, bu örgüte maddi veya manevi yardımda bulunmadım, iddiaları kabul etmiyorum, serbest bırakılmayı talep ediyorum.." Samsun Sulh Ceza Hâkimliğince 1/8/2016 tarihinde, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"...Şüpheliler .. Ali Şeker, .. üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren; şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile bağlantılı olduğundan dolayı 667 Sayılı KHK ile kapatılan Aktif Eğitimciler Sendikası üyesi ve yöneticisi oldukları, İl Milli Eğitim Müdürlüğünün şüphelilerin silahlı terör örgütü ile işbirliği içerisinde hareket ettiklerinden, üyesi olduklarından dolayı görevden uzaklaştırıldıkları, şüphelilerin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne yakınlığı ile bilinen finans kuruluşundaki hesaplarının varlığı, yine yayın organlarına ilişkin abonelikleri, şüphelilerin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile bağlantılı KEYDER' e üye oldukları, şüphelilerin 14 Aralık 2014 günü yapılan operasyonları protesto etmek amacı ile Aktif Eğitimciler Sendikası Genel Merkezinden gelen çağrı üzerine Samsun Adalet Sarayı önündeki eylemlere katıldıkları, bir kısım şüphelilerin evinde yapılan aramada, ilgili kuruluşlara ait dökümanların ele geçirilmesi gibi somut delillerin varlığı, şüphelilerin üzerine atılı suçun CMK' nun maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, bu nedenle tutuklama nedeninin varsayılabilir olduğu, soruşturmanın genişliği nedeni ile delillerin tamamının toplanmamış olması, bu aşamada delilleri değiştirme karartma, kaçma gibi bir şüphesinin bulunması, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun cezasının miktarı nazara alındığında, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK’nun ve devam eden maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına..." Samsun Sulh Ceza Hâkimliği 2/9/2016 tarihinde, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 9/9/2016 tarihinde karara itiraz etmiş, Samsun Sulh Ceza Hâkimliğince 22/9/2016 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu 29/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığının 4/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma ve 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Samsun Ağır Ceza Mahkemesince 13/1/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve 17/1/2017 tarihli tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüş ve başvurucunun üzerine atılı suçları işlediğine ilişkin olarak;i. Silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden başvurucunun FETÖ/PDY liderinin talimat verdiği dönemleri kapsayacak şekilde Bank Asya ile irtibatlı olması, bu Bankadan işlemlerini yürütmesi ve böylelikle terör örgütünü finanse etmesi,ii. 17-25 Aralık soruşturmaları sürecinden sonra örgüt yöneticilerinin talimatıyla kurulan Sendikaya yönetici üye olması,iii. FETÖ/PDY'ye yönelik olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında yapılan operasyonları protesto etmek amacıyla 15-16-17-19/12/2014 tarihlerinde İlkadım ilçesi Bahçelievler Mahallesi Muhittin Özkefeli Bulvarı üzeri Samsun Adalet Sarayı önünde gerçekleşen eylemlere katılması,iv. Samsun ili ve bazı ilçelerinde kuruluşu bulunan, üyelerinden bazılarının FETÖ/PDY ile iltisaklı ve kapatılan eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenler olan Karadeniz Eğitim Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin (KEY-DER) Yönetim Kurulu başkan yardımcılığını yapması,v. FETÖ/PDY liderinin görüntülerinin bulunduğu CD'lerin evinde yapılan aramada ele geçirilmesi olgularına dayanıldığı görülmüştür. Başvurucu, Samsun Ağır Ceza Mahkemesince 27/3/2017 tarihinde yapılan duruşmada tahliye edilmiştir. Samsun Ağır Ceza Mahkemesinin 31/1/2018 tarihli duruşmada verdiği kararla başvurucunun silahlı terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 1 yıl 13 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 6415 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan ise beraatine karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında başvurucunun;i. Örgütle irtibatlı KEY-DER isimli derneğin Yönetim Kurulu başkanlığını yapması,ii. Yine örgütle ilişkili olması sebebiyle kapatılan Aktif-Sen isimli sendikanın başkan vekilliğini yapması, 15/12/2014 günü Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu hakkındaki soruşturmayı protesto etmek amacıyla Samsun Adalet Sarayı önünde Aktif-Sen organizesindeki eylemlere örgüt talimatı ile katıldığının belirlenmesi,iii. Evinde yapılan aramada Fetullah Gülen'in vaazlarını içeren iki adet CD'nin ele geçirilmesi hususlarının mahkûmiyet kararına esas alındığı görülmektedir. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararına karşı yapılan istinaf süreci devam etmektedir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Samsun İstinaf Mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir:a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz. (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Elkoyma kararını verme yetkisi " kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma işlemini gerçekleştirebilir.... (3) Hâkim kararı olmaksızın yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde elkoyma kendiliğinden kalkar. (4) Zilyedliğinde bulunan eşya veya diğer malvarlığı değerlerine elkonulan kimse, hâkimden her zaman bu konuda bir karar verilmesini isteyebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.... (3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır...." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/68962 | Başvuru, darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu değerlendirilen ve bir terör örgütü olduğu kabul edilen Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması ile bağlantılı bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, savunma hakkı tanınmadan kamu görevinden çıkarılmaya karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, soruşturma sırasındaki bazı işlemler nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna ve ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 11/8/2016 tarihli kararı ile -Sorgun Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına ve 31/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, 12/8/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı tarihte Yozgat Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Yozgat Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 12/8/2016 tarihinde yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle Savcılık beyanını tekrar ederek zamanında legal görünümlü olması ve Malatya'da başarılı faaliyetleri bulunması nedeni ile Hügem adlı dershaneye gittiğini, üniversiteyi kazandıktan sonra ailesinden ayrılması nedeniyle bir buçuk yıl kadar örgütün evlerinde kaldığını ve daha sonra bu evlerden ayrıldığını, evlerden tanıdığı kişilerle bazı fikir ayrılıkları yaşaması ve bu kişilerin toplantılarına, sohbetlerine katılmaması nedeniyle kendisini bir süre sonra dışladıklarını, bu kişilerden ayrılarak kiralamış oldukları evde kaldığını ve sonrasında kendi imkânlarıyla ailesinin yanında hâkimlik ve savcılık sınavına hazırlanarak bu sınavı kazandığını, HSYK seçiminde aday olduğundan oy kullanmadığını belirterek FETÖ/PDY'ye üye olmadığını ve amaçları doğrultusunda hiçbir şekilde hareket etmediğini beyan etmiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... 10/8/2016 tarihli hakimlikten - savcılıktan açığa alma kararı bulunduğu, Ankara Başsavcılığının şüpheli hakkındaki ihbarı ile somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu üzerine atılı suçların katalog suçlardan olduğu, suç için kanunda ön görülen ceza miktarı ve suçun halen temadi olması gözönüne alındığında kaçma ihtimalinin olduğu ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, tutukluluğun ölçülü olacağı gözönüne alınarak 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun 94 maddesinin atfı ile CMK.nın 100 ve devamı maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliği 22/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başsavcılık 27/9/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/4/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, soruşturmanın geldiği aşama ve şüphelinin tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alındığında tutuklama tedbirinin artık gereksiz olduğu, tutuklama tedbiri ile ulaşılmak istenen amaca adli kontrol hükümleri ile de ulaşılabileceği kanaatine varılarak şüphelinin tahliyesine... [karar verildi.]" Başvurucu 29/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 25/9/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK'nın 31/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun kullanmakta olduğu cep telefonu üzerinde yapılan HTS analizi sonucu düzenlenen rapor içeriğine göre haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon irtibatının bulunduğu ve örgütün tepe yönetiminden F.İ. ile görüştüğü ileri sürülmüştür.iii. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde beyanların yer aldığı belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak aynı dönemlerde hukuk fakültesinde okudukları anlaşılan bazı tanıkların beyanlarına dayanılmıştır. Bu beyanların içerikleri özetle şöyledir: - Ç. beyanında "şüphelinin örgüte ait evlerde kaldığını" ifade etmiş ve başvurucuyu fotoğraftan teşhis etmiştir.- B.Y. ( Dönem adli yargı hâkim adayı) ifadesinde başvurucu hakkında " dönem Adli Yargı hâkim adayıdır. Sicili ..’dir. 2011 Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Cemaat evlerinde kalmıştır. Aktif görev alıp almadığını bilmiyorum. Cemaat bağlantısının devam edip etmediğini bilmiyorum. Şu an nereye atandığını bilmiyorum. FETÖ soruşturması kapsamında açığa alınmıştır. Okul bittikten sonra cemaatle bağlantısını kopardığını duymuştum" şeklinde beyanda bulunmuştur.- F.T. ifadesinde başvurucu için "yapıya ait evlerde kaldığını" beyan etmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"Şüpheli hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyanlar, teşhis, kolluk tarafından düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 12/10/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/456 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 19/2/2019 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkemece başvurucu hakkında bilgi sahibi olan bir kısım tanık, talimat yoluyla dinlenilmiştir. Adı geçen tanıkların beyanlarının içerikleri şöyledir: - Ç. beyanında "sanık Zehra ile 2010-2011 yılında Erzincan da her ikimizde Hukuk fakültesinde öğrenci iken o dönem cemaat olarak bildiğimiz FETÖ/PDY yapısına ait öğrenci evinde 1 yıl beraber kaldık. O dönem ben sınıftaydım, Zehra ise son sınıf öğrencisiydi. Zehra mezun olduktan sonra memleketi Malatya'ya döndü ve bildiğim kadarıyla evinde Hakim-Savcılık sınavlarına hazırlandı. ..." şeklinde ifade vermiştir.- F.T. ifadesinde "Ben Erzincan Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesi'nde 2007-2011 yılları arasında okudum. Çanakkale Başsavcılığı'nın 2/12/2016 tarihinde ayrıntılı olarak vermiş olduğum ifademde üniversitede bulunduğum süre içerisinde Fetö denilen yapılanmanın evlerinde kaldığımı, ancak daha sonradan bu yapılanma ile ters düşmem nedeniyle ayrıldığımı ayrıntılı olarak belirtmiştim. Mezun olduğumuz üniversitenin kontenjanının az olması, mezuniyet tarihinin de 17 Aralık'tan önce olması nedeniyle üniversitede kimin nerede kaldığı bilinirdi ayrıca bende bu yapılanmaya ait üniversitede evlerinde kalmam nedeniyle bu yapılanmanın evlerinde ya da yurtlarında kalan kişileri daha iyi bilirdim. Zehra Perk isimli kişiyi üniversiteden tanırım, yanlış hatırlamıyorsam kendisi benim aynı dönemim olurdu. Zehra Perk isimli şahsın üniversitede bu yapılanmaya ait evlerde kaldığını üniversitedeki arkadaşlarımdan duymuştum. Zehra Perk isimli şahsın bayan olması nedeniyle bu şahsın bu evlerde kaldığına dair görgüye dayalı bir bilgim yoktur. Sadece üniversitedeki arkadaşlarımdan Zehra Perk'in bu yapıya ait evlerde üniversitede kaldığını duymuştum. Dolayısıyla benim bilgim duyuma dayalıdır. Ayrıca Zehra Perk'in bu yapıdan ayrıldığını, bağlantısını kestiğini, bağlantısını kopardığını da duymuştum." şeklinde beyanda bulunmuştur.- B.H. beyanında "Ben sanığı 2010 yılından Erzincan üniversitesi hukuk fakültesinden tanıyorum. 2010 yılında aynı evde kalmıştık. Ben sınıfken o sınıftaydı. Ben annemin rahatsızlığından dolayı sık sık Erzurum'a gidiyordum, zaten ailemde Erzurum'da ikamet ediyordu. Çok fazla Erzincan'da kalmıyordum. Kendisinin Malatyalı olduğunu hatırlıyorum. Kendisi evde kalan diğerlerine göre rahat profil çizen bir insandı. Öyle sohbet verdiğini hatırlamıyorum. Kılık kıyafeti bakımında da abla profiline uygun değildi. Rahat yaşayan bir insandı. O yıl zaten mezun oldu. Ben de kendisi ile en fazla 1 yıl aynı evde kaldık. Kendisi sohbet yapacak bir yapıya sahip değildi. Mezun olmaya çalışıyordu. Kendisi hakkında daha başka bir bilgim yoktur. Savcı olduğunu duydum. Bize ablalık yapan başka bölümden ablalardı. Kendisi kod adı kullanmıyordu. Bildiğim kadarı ile kod adı ablalara verilen bir ad idi. Arkadaş çevresi de bildiğim kadarı ile komutan kızı ya da ağır ceza reisi kızı gibi insanlardı. Kendisi de hakimlik için hazırlanacaktı." şeklinde ifade vermiştir. Mahkeme 10/4/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Dosyada tanık beyanları ve araştırma tutanaklarındaki bir kısım şüpheli şahıslarla görüşme kaydı dışında aleyhe herhangi bir delil bulunmaması, tanık beyanlarının sanığın örgütsel faaliyetlerde bulunduğuna, örgüt içerisinde hareket ettiğine dair somut isnatlara dayanmaması, sanığın üniversite döneminde kendileriyle birlikte örgüt evinde kaldığını beyan etmelerinden ibaret olması, tanıkların beyanlarında sanığın örgütsel anlamda hiçbir faaliyetine şahit olmadıklarını, sanığın örgütte görev alacak bir yapıya sahip olmadığını, yapıyı pek sevmediğini beyan etmeleri, sanığın tanık beyanlarını doğrular yönde samimi bir şekilde mecburiyetten bu evde kaldığını ve bu evin örgüt evi olduğunu bilmediğini ikrar etmesi, sanığın haklarında FETÖ kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişilerle görüşme kaydının bulunması ancak bu kişilerin genellikle yargı mensubu olması, bu görüşme kayıtlarının sanığın meslektaşları olmaları hasebiyle hayatın olağan akışına uygun olma ihtimalinin değerlendirilmesi ve sanık hakkında yapılan araştırmalarda bylock kaydı bulunmaması, örgütle irtibatlı Bank Asya da örgüt liderinin talimatı ile mevduat artıranlar arasında isminin olmaması, örgütle irtibatlı Vakıf-Dernek-Sendika üyeliğinin bulunmaması, örgütün Tepe Yöneticileri ile irtibatının tespit edilememesi, örgütle iltisaklı şirketlerle Sgk kaydı olmaması, sanıktan elde edilen cd'lerde Fetö örgütüyle irtibatlı herhangi bir bulguya saptanamamış olması ile dosya bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sanığın 2005-2006 yıllarını kapsayan dönemde örgütle irtibatlı bir dershaneye gitmiş olması, üniversite öğrencisi olduğu dönemde olarak örgüte ait evde kalmış olması mahkememizde örgüt üyeliği kapsamında şüphe oluşturmuş olsa da; sanığın örgüte ait bir dershanede eğitim görmüş olması ve öğrenci olduğu dönemde örgüte ait evlerde kalması tek başına örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği sonucunu doğurmayacağından mevcut deliller ışığında sanığın mahkumiyetini gerektirir her türlü şüpheden uzak yeterli, kesin ve açık delil elde edilememesi karşısında şüphe aşamasında kalan silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden CMK.nun 223/2-e maddesi uyarınca sanığın atılı suçtan Beraatine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu hakkında verilen beraat hükmüne karşı Ankara cumhuriyet Başsavcılığı "başvurucunun ikrar içeren savunması, tanık beyanları ve dosyadaki diğer delillere göre mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken beraat kararı verildiği" gerekçesiyle istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu müdafii de istinaf yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesinde derdesttir. A. İlgili Kanun Hükümleri İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-B. Yargıtay İçtihatları Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 30/9/2019 tarihli ve E.2019/2653, K.2019/5656 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan dershaneye gitmesinin, yurtlarda kalmasının ve çocuklarını göndermesinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede;..." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25979 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, savcılığa yapılan bir suç duyurusunda kullanılan ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, basiretli bir tüccar gibi davranmayarak ve Şirketin içini boşaltarak Şirketi iflas ettirdiği, zimmetine para geçirdiği iddiasıyla başvurucunun Şirket ortağı (müşteki) tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunulmuştur. Başsavcılık 30/4/2012 tarihinde, müşteki ve başvurucu arasında Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış bir dava olduğu, olayın Şirket ortaklığından kaynaklanan hukuki bir ilişki olduğu, suçun yasal unsurlarının olayda oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar üzerine başvurucu, müştekinin Başsavcılığa yaptığı suç duyurusunda kullandığı ifadeler nedeniyle kişilik haklarının zarar gördüğünü ileri sürerek 8/6/2012 tarihinde müşteki aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, dosya kapsamı ile tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmalarını inceleyerek verdiği 6/2/2013 tarihli kararında her iki tarafın da şirket müdürü oldukları dönemlerde yaptıkları işlemlerle ilgili olarak birbirlerinden şikâyetçi olduklarını, her ikisinin de birbirlerinin Şirketi iyi yönetemedikleri yönünde iddia ve beyanlarının bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme, taraflar arasındaki Şirketin idaresi ile ilgili çıkan nizanın kapsamına göre orta düzeydeki bir kişi tarafından başvurucuya isnat edilen eylemlerin kişilik haklarının ihlali niteliğinde bulunmadığı, davalıların dilekçesinin ve beyanlarının yakınma mahiyetinde taraflar arasındaki olayları açıklayan görünürdeki duruma uygun olduğu sonucuna varmış ve kanıtlanamayan davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 8/4/2014 tarihli ilamıyla Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 27/10/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Anılan ilam başvurucuya 4/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 5/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19104 | Başvuru, savcılığa yapılan bir suç duyurusunda kullanılan ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun devamı kararlarının tebliğ edilmemesine bağlı olarak tutukluluğa itiraz hakkından yararlandırılmama nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesinden dolayı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Davası Süreci Başvurucu, Kars Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında 28/11/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Soruşturma kapsamında 30/11/2016, 28/12/2016, 31/1/2017, 27/2/2017, 27/3/2017, 24/4/2017, 24/5/2017, 23/6/2017, 21/7/2017, 21/8/2017 ve 19/9/2017 tarihinde duruşma açılmaksızın yapılan incelemeler sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. 30/11/2016, 28/12/2016 ve 31/1/2017 tarihli kararlarda "üzerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun cezasının alt ve üst sınırı delillerin henüz yeterince toplanmamış olması, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK 100/3 de sayılan katalog suçlar arasında yer alması, adli kontrol tedbirlerinin şu aşamada yetersiz olduğu, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu" şeklindeki gerekçelere dayanılmıştır. 27/2/2017, 27/3/2017, 24/4/2017, 24/5/2017 ve 23/6/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçeler şöyledir:"Soruşturma dosyası kapsamında; Şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren arama ve el koyma tutanakları, bazı şüphelilerin açığa alınma yazıları ve tanık beyanlarına dayanan somut delillerin bulunması, şüphelinin üzerine atılı suçun cezasının alt ve üst sınırı, delillerin henüz yeterince toplanmamış olması, şüphelilerin üzerine atılı suçun CMK 100/3 te sayılan katalog suçlar arasında yer alması ile tüm hazırlık dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, bu aşamada toplanan delil durumuna göre somut olayın kendine özgü şartlarına bağlı olarak suçlamanın kuvvetli sayılabilecek olgu ve bilgilere dayalı İnandırıcı deliller ile desteklendiği bu itibarla şüpheli hakkında 5271 Sayılı CMK’nun 100/1 maddesinde belirtilen 'kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin', Anayasanın 19/ maddesinde belirtilen 'kuvvetli belirtinin (şüphe) ve AİHS’ in 5/ maddesinde belirtilen 'makul şüphenin' bulunduğuna dair hakimliğimizi ikna edebilecek bilgi ve somut deliller var olduğu. (Makul şüphenin ne olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde düzenlenmemiş, AİHM bunu içtihatları ile belirleme yoluna gitmektedir. AİHM’ne göre, şüphenin makul sayılabilmesi için, mevcut olgu ve bulguların tarafsız bir gözlemciyi, kişinin suçu işlemiş olabileceği hususunda ikna etmeye yetecek ölçü ve nitelikte bulunması zorunlu olup, inandırıcı dayanak olması gerektiği, kesin delilin gerekli olmadığı, şüphenin kamu davası açmayı gerektirecek bir yoğunluğa ulaşmış olması gerekmemektedir; (Fox, Campbell ve Hartley/İngiltere, 12244/86; 12245/86; 12383/86, 30 Ağustos 1990- Ferrari-Bravo/İtalya (karar), 9627/81, 14 Mart 1984, DR 37,15) Anayasa Mahkemesinin 4/12/2013 Tarih 2012/1272 sayılı kararında kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli olmadığı, zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek olduğu, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerektiği belirtilmiş)B-5271 Sayılı CMK'nun 100/ maddesi uyarınca tutuklama nedenlerinin varlığı yönünden yapılan değerlendirmede;Şüphelinin üzerine atılı suçun nitelik itibariyle 5271 sayılı CMK'nun 100/3a maddesindeki belirtilen katalog suçlar içerisinde yer alıyor olması, yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında şüpheliye isnat edilen suçu işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu bu itibarla şüpheli hakkında CMK'nun 100/3 maddesinde belirtilen tutuklama nedeni var olduğu;AİHM'in 26/6/1991 tarihli Letellier/Fransa kararında belirtildiği üzere uyuşmazlıklarla ilgili değerlendirme yapılırken, istisnai olsa da başlangıçta belli suçların özel ağırlıkları ve bu suçlara toplumun tepkisi nedeniyle doğabilecek toplumsal huzursuzluğun en azından belirli bur süre tutuklamayı haklı kılabileceği kabul edilmelidir. C-5271 sayılı CMK'nun 101/c maddesi uyarınca ölçülülük ilkesi yönünden yapılan değerlendirmede; AİHM uyuşmazlıklarla ilgili değerlendirme yapılırken, demokratik bir toplumda, özgürlüklerin sınırlandırılmasının hukuka uygun olması için sınırlama ve izlenen amaç arasında ölçülü bir oranın bulunması gerektiği belirtilmektedir. Anayasa Mahkemesinin 27/10/2011 Tarih 2010/71 Esas, 2011/143 Karar ve 27/12/2012 tarih 2012/35 Esas 2012/203 Karar sayılı kararlarında belirtildiği üzere ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık ilkelerini içerip; somut olayda şüpheliye isnat edilen suçun niteliği, suçlamanın kanunda yazılı alt ve üst sınırı, İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri göz önüne alındığında tutukluluğun devamı kararının ulaşılmak istenen amaç için elverişli olduğu, ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olduğu ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçünün (orantı) bulunduğu, tutukluluğun devamı zorunluluğu gerektiren nedenlerin var olduğu; Bu itibarla tutukluluğun devamı tedbirine başvurularak elde edilmesi beklenen yarar ile şüpheli açısından ortaya çıkacak zarar karşılaştırılarak, tutukluluğun devamı tedbirinin uygulanmasının gerekli olduğu sonucuna varıldığı, adli kontrol tedbirlerinin uygulanması ile bu amaca ulaşılamayacağı, yukarıda belirtilen nedenlerle adli kontrol tedbirlerinin yeterli olamayacağı değerlendirilmekle; Anayasanın ve CMK' nun 100/1 maddesinde belirtilen ölçülülük ilkesine göre tutukluluğun devamı kararının ölçülü olacağı,AİHM içtihatlarında, tutuklama tedbirinin tatbik edildiği her olay için geçerli soyut bir süre saptanmamıştır. Mahkeme, her somut olayın özelliklerini inceleyerek makul sürenin aşılıp aşılmadığını tespit etmektedir. (3 Ekim 2006 tarihli McKay-İngiltere,10 Mart 2009 tarihli Bykov-Rusya, 6 Nisan 2000 tarihli Labita-İtalya kararları). Öyle ki Mahkemenin, 48 gün (6 Mayıs 2008 tarihli Nart-Türkiye kararı) beşbuçuk ay (4 Ekim 2005 tarihli Becciev-Moldova kararı) gibi, kısa tutukluluk dönemlerini makul görmeyip ihlal sonucuna ulaştığı kararları olduğu gibi, 4 yıl 3 günlük (26 Ocak 1993 tarihli W-İsviçre kararı) gibi uzun tutukluluk dönemini Sözleşmenin maddesinin fıkrasına aykırı görmediği kararları da vardır.Anayasa Mahkemesinin (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49). kararlarında belirtildiği üzere kanun veya Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren kararlar dışında tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamında olup, tutukluluk karar tarihi ile hakimliğimizce dosyanın incelenme tarihi itibariyle delil durumunda şüpheliler lehine herhangi bir değişiklik bulunmadığı, tutuklama koşullarında bir değişiklik bulunmadığı, tutuklama tarihi ve somut olayın özellikleri dikkate alındığında CMK’nun maddesinde belirtilen yasal süre ve makul sürenin henüz aşılmadığı, AİHS’in 5/1 maddesi uyarınca özgürlükten yoksun bırakmanın bu aşamada yasalara uygun olup, 5271 Sayılı CMK’ 100, 101 ve maddesinin de AİHS’ in tüm maddelerinin özünde var olan hukukun üstünlüğü ilkesi ile uyumlu olduğu, kararda belirtilen gerekçeler dikkate alındığında tutuklama kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediği anlaşılmakla Başsavcılığının şüphelilerin tutukluluk hallerinin devamına ilişkin talebinin kabulüne karar verilmiştir." 21/8/2017, 21/7/2017 ve 19/9/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçeler şöyledir:"Soruşturma evrakının incelenmesinden; şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delil niteliğinde Arama ve El Koyma Tutanaklarının, şüphelilerin bir kısmının açığa alınması ilişkin yazıların ve tanık beyanlarının bulunduğu, mevcut delil durumunda bir değişiklik bulunmadığı, FETÖ/PDY terör örgütüne ilişkin soruşturmaların birbirleri ile bağlantılı olmasına, soruşturmaların kapsamına ve atılı suçun 5271 sayılı CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlar arasında yer almasına göre tutuklama sebebinin var olduğu, atılı suç için Kanun'da öngörülen ceza itibarıyla tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, tüm bu sebeplerle de adli kontrol tedbirinin bu aşamada yetersiz kalacağı, ayrıca şüpheli Ayhan Işık'ın Nilgün Işık'ın tahliye talepli dilekçesinde gösterdiği sebeplerin yerinde olmadığı değerlendirilmekle, Başsavcılığının talebine uygun olarak şüphelilerin ayrı ayrı tutukluluk hallerinin devamına karar vermek gerekmiştir." Bu kararlardan sadece 27/2/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararı başvurucuya tebliğ edilmiştir. Tutukluluğun devamı kararlarından 27/2/2017, 24/5/2017, 23/6/2017 ve 21/8/2017 tarihli kararlara yönelik olarak Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğince itiraz incelemesi yapılmıştır. Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğince 24/5/2017, 23/6/2017 ve 21/8/2017 tutukluluğun devamı kararlarına itiraz dilekçesi olduğu belirtilen (sırasıyla 7/6/2017, 10/7/2017, 21/8/2017 tarihli) dilekçelerde başvurucunun tutukluluğun devamı kararlarından haberdar olmaksızın tutukluluğun gözden geçirilmesini, tahliye edilmesini ve aksi kanaate ulaşılırsa itirazının Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesini talep ettiği anlaşılmıştır. Kars Cumhuriyet Başsavcılığı 1/10/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açmıştır. Kars Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/288 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Kars Ağır Ceza Mahkemesi 27/4/2018 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvurucunun 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve başvurucunun hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı kanun yolu incelemesinden geçerek 13/6/2019 tarihinde kesinleşmiştir.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucu; tutukluluk incelemelerinin kanuni süresi içinde yapılmadığını, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların kendisine tebliğ edilmediğini ve tutukluluğa itiraz hakkının engellendiğini belirterek 8/6/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 4/4/2018 tarihinde başvurucunun bu şikâyeti 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendinde öngörülen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin kararı üzerine başvurucu 10/5/2018 tarihinde aynı şikâyete dayalı olarak Kars Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Kars Ağır Ceza Mahkemesi 3/10/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinde 5271 sayılı Kanun'un maddesinde tazminat istenebilecek hâllerin tahdidî şekilde sıralandığı, tazminat istemine konu talebin bahse konu maddede sayılan hususlardan olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuş; Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 23/12/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Bu karar 27/1/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.... (5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.b) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez...." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir." 27/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) (8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un) "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...c) Tutukluluk kararına itiraz edilen sulh ceza hâkimliği veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok on gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.ç) Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanır." Daha sonra 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun olarak kanunlaşan 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...ı) Tutukluluğun incelenmesi, tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8401 | Başvuru, tutukluluğun devamı kararlarının tebliğ edilmemesine bağlı olarak tutukluluğa itiraz hakkından yararlandırılmama nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesinden dolayı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyon sonucunda verdiği kayıttan düşme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 23/5/2008 tarihli kararıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesine istinaden müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 10/3/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 10/8/2009 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada müdafi yardımından yararlandırılmasını, yasal haklarının hatırlatılmamasını şikâyet konusu yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti tarafından bu davaya ilişkin AİHM'e tek taraflı deklarasyon gönderilmiştir. 6/9/2018 tarihli deklarasyon metni şu şekildedir:"Türkiye Hükümeti, Mahkemenin yerleşik içtihatları ışığında mevcut davada başvuru sahibinin Sözleşmenin 6 §§ 1 ve maddesi kapsamındaki haklarının ihlal edilmiş olduğunu kabul etmektedir.Hükümet, 4928 sayılı Kanunun 'avukata erişim hakkı üzerine sistemik kısıtlamaya' ilişkin hükmü 15 Temmuz 2003 tarihinde yürürlükten kaldırdığını da hatırlatır. Ayrıca Hükümet, dostane bir çözüm veya tek taraflı bir beyanı takiben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir başvuruyu dava listesinden düşürmeye karar verdiği davalarda, Ceza Muhakemesi Kanununun 31 Temmuz 2018 tarih ve 7145 sayılı Kanunla değiştirilmiş 311 § 1 (f) maddesinin artık ceza davasının yeniden açılmasını gerektirdiğinin de altını çizer. Hükümet, yukarıda bahsedilen kanun yolunun, başvuru sahibinin Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki şikayetleri bakımından tazmin sağlayabileceği kanaatindedir.Bu sebeple Hükümet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görülmekte olan yukarıda bahsi geçen davanın karara bağlanması/çözülmesi amacıyla, her türlü maddi ve manevi zararın yanı sıra başvuru sahibine yüklenebilecek harcama ve giderlere ilaveten her türlü vergiyi karşılaması için başvuru sahibi İsa Kaya'ya 500 EUR (beş yüz Euro) ödemeyi teklif etmektedir.Bu tutar, ödeme tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası'na çevrilecek ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 37 § 1 maddesi uyarınca Mahkemenin kararın tebliğinden itibaren üç ay içinde ödenecektir. Bu tutarın söz konusu üç aylık süre içerisinde ödenmemesi halinde Hükümet, bu sürenin bitiminden ödeme yapılan tarihe kadar bu tutar üzerinden işleyecek basit faizi, borcun ödenmediği dönem için Avrupa Merkez Bankasının marjinal kredi faizi oranı artı yüzde üç puan olarak ödemeyi taahhüt eder. Ödeme davanın nihai çözümünü teşkil edecektir." AİHM, İsa Kaya/Türkiye (B. No: 45629/09, 30/4/2019) kararında başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkına dair şikâyetini kabul edilebilir bulmuş ve şikâyeti anılan deklarasyon kapsamında incelemiştir. Buna göre tek taraflı deklarasyon metninde yer alan koşulların ve sunulan taahhütlerin yerine getirilmesinin, bu bağlamda talep hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için etkin bir çözüm için en uygun yol olacağı, dolayısıyla başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmediği gerekçesiyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. AİHM, ikincil rolünü hesaba katarak Sözleşme'nin her türlü ihlalinin giderilmesinin öncelikle ulusal makamlara düştüğüne işaret etmiş ve tek taraflı deklarasyon metninde belirtilen şartlara uyulmaması hâlinde başvurunun tekrar kayda alınabileceğini belirtmiştir. Başvurucu 17/9/2019 tarihli dilekçeyle anılan karara dayanarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep hakkında 21/10/2019 tarihli ek kararda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Mahkeme, 12/2/2020 tarihli ek kararında yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"Tek taraflı deklarasyon ve dostane çözüm durumlarında Devletçe açıkça kabul edilen ihlâl ile ceza hükmü arasında illiyet bağının bulunması durumunda, başka bir deyişle hükmün ihlâlden etkilenmiş olması ve ihlal yapılmasaydı hükmün değişebilme ihtimalinin bulunması durumunda yargılamanın yenilenmesi talebinin değerlendirilmesi gerekliliği bulunmakla birlikte, dostane çözüm ve tek taraflı deklarasyon sonucu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince düşme kararı verilmesi yargılamanın yenilenmesi için tek başına yeterli değildir; Devletçe kabul edilen ihlâlin yargılamanın yenilenmesi yoluyla giderilebilir nitelikte olması da gerekir. Gözaltı süresinin uzunluğu, yargılama süresinin uzunluğu veya masumluk karinesi gibi nedenlere dayanarak 'tamir edilebilir olmayan' bir ihlal tespit edilmiş ise artık iç hukuka göre ihlalin ortadan kaldırılması mümkün olmadığı için yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemez." Başvurucu, AİHM'in kararıyla soruşturma evresinde müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin tespit edildiğini ve uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/3/2020 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu 30/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:...f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. ..."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir ..." Sözleşme'nin “Kayıttan düşürme” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' Yargılamanın her aşamasında, Mahkeme aşağıdaki koşulların oluştuğu kanısına varırsa bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilir:...c) Mahkeme’nin saptadığı herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmezse.... Mahkeme, koşulların bunu haklı kıldığı kanısına varırsa, bir başvurunun yeniden kayda alınmasını kararlaştırabilir.'' AİHM İçtüzüğü AİHM İçtüzüğü'nün “Davanın kayıttan düşürülmesi ve yeniden kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Mahkeme, yargılamanın herhangi bir aşamasında, Sözleşme’nin maddesinde belirtilen koşullar doğrultusunda bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir. Başvuran bir Sözleşmeci Taraf, Yazı İşleri Müdürü’ne davadan çekilme niyetinde olduğunu bildirmesi durumunda, şayet davayla ilgili olan diğer Sözleşmeci Taraf veya Taraflar söz konusu davadan çekilmeyi kabul ederlerse, Daire, Sözleşme’nin maddesi uyarınca başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir. ...Sözleşme’nin maddesinde öngörülen diğer durumlarda, başvuru, kabul edilebilir bulunduğunda ihlal kararı verilerek veya kabul edilebilir bulunmadığında kabul edilemezlik kararı verilerek kayıttan düşürülmektedir. Başvurunun ihlal kararı yoluyla kayıttan düşürülmesi durumunda, söz konusu ihlal kararı kesinleştiğinde, Daire Başkanı, bu kararı davadan çekilmeye ya da davanın çözümüne bağlı olabilecek taahhütlerin yerine getirilmesini Sözleşme’nin maddesinin fıkrası uyarınca denetleyebilmesi için Bakanlar Komitesine göndermektedir.... Bir başvurunun Sözleşme’nin maddesi uyarınca kayıttan düşürülmesi halinde, Mahkeme, düşürülmesine karar verdiği başvurunun yeniden kayda alınmasını haklı gösteren istisnai koşulların bulunduğu kanaatine varırsa başvurunun yeniden kayda alınmasına karar verebilmektedir." AİHM İçtüzüğü'nün “Tek taraflı deklarasyon” kenar başlıklı 62/A. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İlgili Sözleşmeci Taraf, Mahkemeden, Sözleşme’nin maddesinin fıkrasına dayanarak başvurunun kayıttan düşürülmesi talebinde bulunabilmektedir.b) Bu türden bir talebin yanında, başvuran açısından Sözleşme’nin ihlal edildiğini ve ilgili Sözleşmeci Tarafın yeterli bir tazminat ödemeyi ve gerektiği takdirde, gereken toplu tedbirleri almayı taahhüt ettiğini açıkça kabul eden bir deklarasyon metni yer almalıdır.... Mahkeme, Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesinin başvurunun incelenmesine devam edilmesini gerektirmediği sonucuna varmak için deklarasyon metninin yeterli bir dayanak sunmadığı kanısına vardığında, başvuran başvurunun incelenmesine devam edilmesini istese dahi, başvurunun tamamının veya bir bölümünün kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13050 | Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyon sonucunda verdiği kayıttan düşme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 13/12/2017 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri, ilgili kurumlardan ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1987 doğumlu olup İran vatandaşıdır. Türkiye’ye hangi tarihte giriş yaptığı anlaşılamayan başvurucu, 3/2/2016 tarihinde eşinin Hristiyanlık dinini seçtiği ve İran’da yaşamasının mümkün olmadığı gerekçesiyle uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Uluslararası koruma talebi değerlendirildiği sırada başvurucu 19/2/2016 tarihinde Çeşme ilçesinde göçmen kaçakçılığı suçundan tutuklanmıştır. Çeşme Asliye Ceza Mahkemesinin 24/3/2016 tarihli kararıyla başvurucunun atılı suçtan 2 yıl 11 ay hapis cezası ile 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz sürecinde olan karar henüz kesinleşmemiştir. Başvurucunun Uluslararası koruma başvurusunun değerlendirildiği sırada geçici olarak yerleştirildiği Denizli ilini mazeretsiz olarak suç işlemek amacıyla terk ettiğini öğrenen Denizli Valiliği 31/3/2016 tarihinde uluslararası koruma talebinin geri çekilmiş sayılmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı açtığı iptal davası Denizli İdare Mahkemesince 6/10/2016 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararının kesinleşmesinden sonra Denizli Valiliği 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) uyarınca uluslararası koruma başvurusunun geri çekilmiş sayılmasından ötürü 4/7/2017 tarihinde sınır dışı kararı vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı açtığı dava, Denizli İdare Mahkemesinin 7/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 23/11/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 12/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39011 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; başvurucunun meslekten ihraç edilmesine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma, özel hayata ve aile hayatına saygı, etkili başvuru haklarının; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluk incelemesinin kanuni süresi içerisinde yapılmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklama sorgusunda müdafii bulundurulmaması ve ceza infaz kurumunda yapılan görüşmelerin kayıt altına alınması nedenleriyle savunma hakkının; mal varlığına elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; yeterli delil olmamasına rağmen yurt dışına çıkış yasağı konulması nedeniyle seyahat hürriyetinin; arama işlemleri ve açık görüş hakkının sınırlandırılması nedenleriyle de özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturma ve Kovuşturma Süreci Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son emniyet amiri olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Bozkır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bozkır Cumhuriyet Başsavcılığı 23/7/2016 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini Bozkır Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik, dosya içeriğinin incelenmesi ve belgelerden örnek alınmasının yürütülen soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 23/7/2016 tarihinde dosya içeriğinin incelenmesinin veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu hakkında Konya Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/7/2016 tarihli kararıyla yurt dışına çıkmamak şeklinde adli kontrol tedbirine karar verilmiştir. Başvurucu, Bozkır Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 24/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 25/8/2016 tarihinde Bozkır Cumhuriyet Başsavcılığınca alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. İfade esnasında başvurucu müdafii talep etmediğini, savunmasını kendisinin yapacağını beyan etmiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:"...1993 yılında Kayseri Mimar Sinan Endüstri Meslek Lisesi'nden mezun oldum. Bu tarihten sonra birkaç defa ÖSS'ye girdim. Ancak almış olduğum puanlarla herhangi bir üniversite ve yüksekokula başvurmadım. KPSS'ye hiç girmedim. 1994 yılında polislik sınavına girdim. 1995 yılında Şükrü Balcı Polis Eğitim Merkezi'nde polislik eğitimine başladım. Buradaki eğitimim yaklaşık 6-7 ay sürdü. 1995 yılının Aralık ayında mesleğe başladım. Polislik eğitimim süresince eğitim merkezinde kaldım. Ayrı eve çıkmadım. Eğitim boyunca Fethullah Gülen cemaatinden bana yaklaşmaya çalışan, beni etkilemeye çalışan kimse olmadı. Bu gruba ait gazete, dergi, kitap ve benzeri yayınları hiç bir şekilde takip etmedim. Ben polislik sınavına girerken tamamen kendi emeğimle çalışarak bu sınavı kazandım. Bana soruları veren kimse olmadı. İlk görev yerim Ankara Hassas Bölgeler Koruma Şube Müdürlüğü'ydü. Burada 2 sene kadar görev yaptım. Sonrasında 18 ay boyunca askerlik yaptım. Askerden döndükten sonra 1 sene boyunca aynı yerde aynı göreve devam ettim. Devamında 3-4 ay kadar asayiş şubede çalıştım. 2000 yılında Devlet Büyüklerini Koruma Şube Müdürlüğü'ne geçtim. Burada 7-8 ay kadar çalıştım. 2001 yılında Muş Emniyet Müdürlüğü'ne tayinim çıktı. Burada koruma şubesinde göreve başladım. Daha sonra EKKM Şube Müdürlüğü'ne geçtim. 2008 yılına kadar bu ilde görev yaptım. 2008 yılında komiser yardımcısı olarak Konya Ereğli Polis Meslek Yüksekokulu'na tayinim çıktı. 2015 yılında Ahırlı İlçe Emniyet Amirliği'ne tayinim çıktı. 18/07/2016 tarihinde açığa alınana kadar burada fiili olarak görev yaptım. Mesleğe başladıktan sonra da bu veya başka bir cemaatten bana yaklaşmaya çalışan herhangi bir kimse olmadı. Hiçbir zaman zaman gazetesi, sızıntı dergisi vb yayınları takip etmedim. Bunlara abone olmadım. Ben Kimse Yok Mu Derneği'ne hiçbir zaman bağışta bulunmadım. Bu dernek adına hiçbir zaman para veya yardım toplamadım. Bunların düzenlendiği veya bunlardan farklı olarak herhangi bir evde düzenlenen hiçbir toplantı veya sohbete katılmadım. Eşim ev hanımıdır. Ben eşimle 2001 yılında görücü usulüyle evlendim. Eşimi ilk olarak ailem buldu ve evlenmemi tavsiye etti. Bu evliliğin meydana gelmesinde dışarıdan herhangi bir kimsenin telkini, tavsiyesi veya baskısı kesinlikle olmamıştır. Ben bana sormuş olduğunuz ByLock isimli uygulamayı ilk defa 15 Temmuz darbe girişiminden sonra basından duydum. Bu programı mobil cihazıma kesinlikle yüklemedim ve kullanmadım. Benim kullandığım sohbet programı olarak sadece Whats App vardır. 15 Temmuz gecesi ben Seydişehir'deki ikametimde bulunuyordum. O sıralar senelik iznimi kullanıyordum. Darbe teşebbüsünü ilk olarak televizyondan öğrendim. Görev yaptığım Emniyet Amirliği'ne çağrılmamla birlikte hemen görev yerime hareket ettim. Buradaki arkadaşlarıma silahlarını teslim almaya gelenler olması halinde asla teslim olmamalarını ve çatışmaya girmelerini söyledim. Bana veya bir başkasına silahlarımızı teslim etmemiz yönünde talimat veren hiç kimse olmadı. 15 Temmuz gününden önce veya sonra ifadeye çağrılmam halinde nasıl ifade vereceğimle ilgili tavsiyede bulunan veya talimat veren hiç kimse olmadı. Ben 7-8 sene önce kredi kartı ücreti talep etmedikleri için Bank Asya'dan kredi kartı almıştım. Faturalarımı otomatik ödeme talimatı vererek bu banka aracılığıyla ödedim. Ayrıca bu bankada o dönem açtığım hesaplar da mevcuttur. Bu bankayı tercih etmemdeki sebepler herhangi bir EFT, havale ücreti talep etmemesi, hesap işletim ücreti kesmemesi vb. sebeplerdir. Ben bana sormuş olduğunuz 17/02/2014 tarihinde açılan 2100 TL miktarlı katılım hesabını açtığımı hatırlamıyorum. 27/02/2014 tarihinde açılan 8000 TL miktarlı katılım hesabını açtığımı hatırlamıyorum. 17/09/2014 tarihinde açılan 18099 $ miktarlı katılım hesabını açtığımı hatırlıyorum. Ben 2013 yılının yaklaşık olarak ayında önceden sahip olduğum Kayseri'deki kooperatifimi satmıştım. Buradan elde ettiğim geliri bahsi geçen hesabı açana kadar elde tuttum. Herhangi bir bankaya yatırmadım. Bu hesapta bulunan miktar size bahsetmiş olduğum paradır. Ben bana sormuş olduğunuz 13/02/2015 tarihinde açılan 7711 $ miktarlı katılım hesabını açtığımı hatırlıyorum. 2015 yılının başlarında Vakıfbank veya Halkbank'tan kredi çekmiştim. Çekmiş olduğum kredinin bir kısmını bu hesaba yatırdım. Ben bu bankaya bahsi geçen miktarları yatırım amaçlı olarak yatırdım. Bank Asya'yı tercih etmemde özel bir sebep yoktur. Ben o dönem adı geçen bankanın Fethullah Gülen cemaati ile bağlantılı olduğunu biliyordum. Fakat bu bankada hesap açmamın, bu hesaplara para yatırmamın, bu banka aracılığıyla döviz alıp satmamın beni zan altında bırakacağını düşünmemiştim. Ben her ne kadar bu bankanın kimlerle bağlantılı olduğunu bilsem de bu bankayı herhangi bir banka olarak görmüştüm. Ben bana sormuş olduğunuz FETÖ/PDY örgütü lideri Fethullah Gülen'in çağrısı üzerine bu bankada hesap açmadım ve para yatırmadım. Hatta bu çağrı hakkında hiç bir duyumum dahi yoktur. Sadece sahip olduğum birikimi değerlendirmek istedim. Benim tanıdığım veya duyduğum FETÖ/PDY örgütü ile irtibatlı hiç kimse bulunmamaktadır. Üzerime atılı FETÖ/PDY örgütü üyeliği suçlamasını kabul etmiyorum. Benim 20 yıllık görevim süresince kanunlarla ve üstlerimle hiçbir problemim olmamıştır. Hayatım boyunca ilk defa şüpheli sıfatıyla ifade veriyorum. Ben devletine, milletine bağlı bir insanım ..." Başsavcılık başvurucuyu tutuklanması talebiyle Bozkır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğince 25/8/2016 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Sa[nı]ğın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti.silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun CMK 100/a-ll maddesinde öngörülen katalog suçlardan olmasına, ve bu nedenle kaçma şüphesinin bulunmasına) Bank Asya Bankası'na 2014 Şubat, Eylül ve 2015 Şubat aylarında farklı miktarlarda katılım hesabının açıldığı ve bu katılım ve döviz hesaplarına çok sık ve yüklü miktarlardapara akışı ve döviz alışve[ri]şlerinin akta[rımının] yapılmış olduğu hususları da goz önüne alınarak. delillerin tam toplanmaması ve karartma şüphesi bulunması ve bu aşamada Adli Kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı ve iş bu tedbirin ölçülü olduğu hususları dikkate alınarak şüphelinin üzerine atılı Silahlı Terör örgütüne üye olmak TCK 314/2 suçundan 527l Sayılı CMK 101 maddesi gereğincetutuklanmasına, ...karar verildi." Başvurucu 24/10/2016 havale tarihli dilekçesiyle birlikte farklı tarihlerde sunmuş olduğu toplam yedi dilekçeyle tutuklama kararına itiraz etmiş, Sulh Ceza Hâkimliği 22/11/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı 25/11/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 8/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bozkır Cumhuriyet Başsavcılığı; başvurucunun üzerine atılı suçun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasına uyduğunu,26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un maddesinin fıkrası hükmü uyarınca soruşturma dosyasının yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı olan Konya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesinin gerektiğini belirterek 9/6/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı 15/6/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Konya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun, iki farklı hat ve iki farklı telefon ile 3/9/2014 ve 18/1/2015 tarihlerinden itibaren FETÖ mensuplarının kendi aralarında kullandıkları haberleşme programı olan Bylock kullandığı belirtilmiştir.ii. Bank Asya tarafından gönderilen 22/8/2016 tarihli cevap yazısında şüpheli İsmail Şahan'ın bankada birhesabınınbulunduğu,konuyla ilgili bilirkişi raporunda; şüphelinin hesabına 2014 yılında toplam 967,00 TL, 2015 yılında toplam898,00 TL, 2016 yılında ise toplam 514,00 TL para yatırdığının tespit edildiği, şüphelinin bu hesaptan düzenli olarak kira ödemeleri gerçekleştirdiği, hesapla ilgili ilk işlem tarihinin 19/2/2009 tarihinde, son işlem tarihinin ise 15/7/2016 olduğu belirtilmiştir.iii. İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından FETÖ/PDY'nin yardım kuruluşu gibi çalışan Kimse Yokmu Derneğine bağışta bulunan emniyet personeli hakkında düzenlenen raporda başvurucunun 3/1/2013-12/9/2014 tarihleri arasında 46 SMS ile toplam 230 TL, 6/5/2013 tarihinde de Bank Asya aracılığıyla 200 TL bağışta bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.iv. Başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerle ilişkisi olduğuna dair HTS kayıtlarına yer verilmiştir. Konya Ağır Ceza Mahkemesi 4/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2017/210 sayılı dosyası üzerinden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Yapılan yargılama sonunda Konya Ağır Ceza Mahkemesinin 21/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl 12 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 8/5/2018 tarihinde yapılan istinaf incelemesinde istinaf başvurusunun esastan reddine, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 19/2/2019 tarihli kararıyla bozulmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 27/5/2019 tarihinde yapılan istinaf incelemesinde hükmün kaldırılmasına, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Daire ayrıca, başvurucunun tutuklu kaldığı süre, delillerin toplanmış olması dikkate alınarak atılı suçtan tahliyesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Konya Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğünden gelen evraklara göre, sanığın ... ve ...numaralı hatlar üzerinden bylock kullandığının tespit edildiği, dosya içerisinde yer alan HİS kayıtlarına göre, ...numaralı hat ile 18/01/2015 - 20/03/2015 tarihleri arasında toplam 72 kez Bylock surver'ine bağlantı yapıldığının tespit edildiği, yine dosya içerisinde yer alan Bylock tespit ve değerlendirme tutanağı içeriğine göre, sanığın kendisinin kullanımında olduğunu beyan ve ikrar ettiği ... numaralı hat üzerinden... USER ID'li olarak, ... kullanıcı adı, ... adı ile Bylock programı kullandığı, nüfus kaydına göre sanığın... isimli bir oğlunun olduğu, bahse konu program açısından yapılan tespitlerde gelen arama sayısının 8, giden arama sayısının 13 olduğu, ID ekleyenlerin verdikleri isim arasında '...' isminin bulunduğu,Yine sanığın ...numaralı hattı üzerinden... USER ID ile kullanıcı adı:..., şifre:.... bilgileriyle bylock'u kullandığı, buna ilişkin ayrı bir Bylock tespit ve değerlendirme tutanağının dosya içinde bulunduğu, Sanığın örgüt liderinin Bank Asya'yı kurtarmaya yönelik talimatından sonra hesap açılış tarihi çağrı öncesi 27/10/2008 olsa da çağrı sonrası dönemde 17/09/2014 tarihinde 000 TL para yatırıp 55 USD satın alarak 372 günlük katılım hesabı açtığı, yine 13/02/2015 tarihinde kasadan 000 TL yatırıp 04 USD alış yaparak 372 günlük katılım hesabı açtırdığı ve bu dönem içerisinde ciddi bakiye artışlarına gittiğinin tespit edildiği, ayrıca sanığın örgüt bağlantısı nedeniyle kapatılan Kimse Yok Mu derneğine 17/03/2011 tarihinden 03/10/2014 tarihine kadar toplam 46 adet SMS göndermek ve ayrıca Bank Asya üzerinden 200 TL göndermek suretiyle yardımda bulunduğu anlaşılmakla, bu şekli ile sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu işlediği kanaatine ulaşılmıştır." Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede dosyanın Yargıtay aşamasında derdest olduğu anlaşılmıştır. Diğer taraftan başvurucu 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. B. Tedbir Kararına İlişkin Süreç Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/8/2016 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararın tazmini amacıyla devir ve temliki ile bunlarla ilgili hak tesisini önlemek veya tasarruf yetkisini kısıtlamak için şüphelilere ait taşınmazlara, kara deniz veya hava ulaşım araçlarına, banka veya diğer mali kurumlardaki her türlü hesaba, gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara, kıymetli evraka, ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına, kiralık kasa mevcutlarına ve diğer mal varlığı değerlerine el konulmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Talebi kabul eden Konya Sulh Ceza Hâkimliğince 3/8/2016 tarihinde, başvurucu ile diğer şüphelilerin taşınmazları, hak ve alacakları ile vadeli ve vadesiz mevduat hesapları, maaşlı çalışanların ise maaş hesaplarına son aldıkları maaşları kadar paranın aylık harcamalar için kullanılmak üzere o ay içerisinde çekilmesine izin verildikten sonra arta kalan tutar üzerine elkoyma tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Kararda, 5271 sayılı Kanun'un maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Başvurucu tarafından Konya Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/8/2016 tarihli ve 2016/3150 Değişik İş sayılı kararı ile konulan tedbirin kaldırılmasına karar verilmesi talep edilmiş, talep Konya Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/11/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun mal varlığına konulan tedbirin devam edip etmediği hususunda Mahkemeden bilgi talep edilmiş, Mahkeme 27/12/2018 tarihli yazısı ile mal varlığı üzerindeki tedbirin kaldırılması yönünde herhangi bir karara rastlanılmadığını bildirmiştir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39 kararı. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/54509 | Başvuru, başvurucunun meslekten ihraç edilmesine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma, özel hayata ve aile hayatına saygı, etkili başvuru haklarının; tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluk incelemesinin kanuni süresi içerisinde yapılmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklama sorgusunda müdafii bulundurulmaması ve ceza infaz kurumunda yapılan görüşmelerin kayıt altına alınması nedenleriyle savunma hakkının; mal varlığına elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının; yeterli delil olmamasına rağmen yurt dışına çıkış yasağı konulması nedeniyle seyahat hürriyetinin; arama işlemleri ve açık görüş hakkının sınırlandırılması nedenleriyle de özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aracı ile seyir hâlindeyken jandarmanın “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle ateş edilmesi sonucunda gerçekleşen yaralanma nedeniyle17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/8/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 2/10/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kozluk İlçe Jandarma Taburunun bulunduğu Çetin Emeç Caddesi'nde 3/8/1993 tarihinde aracı ile seyir hâlindeyken jandarmanın “dur” ihtarına uymadığı gerekçesi ile ateş açılması sonucunda ağır şekilde yaralandığını beyan etmiştir. Başvurucu 14/10/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 24/7/2007 tarihli ve 2007/2-789 sayılı kararında başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediğinden bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine 10/10/2007 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 28/5/2009 tarihli ve E.2008/1331, K.2009/982 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“... Dava dosyasının incelenmesinden, davacı adına trafikte kayıtlı olan ve maliki olduğu ... plakalı aracı ile ticari şoförlük yaptığı, 1993 günü saat 15 sıralarında S.A. isimli kişi yanında iken İlçe Jandarma Taburunun bulunduğu Çetin Emeç Caddesinden Üç Yol yönünde seyrettiği sırada nöbetçi jandarmalarca ateş edilmesi üzerine kendisinin yaralandığı ve aracında hasar meydana geldiği, tedavisinin uzun sürmesi nedeniyle ticari şöförlüğü bırakmak zorunda kaldığı, dolayısıyla yapılan işlemin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali iletedavi ve hastane masrafları için 000 TL, çalışamaz durumda olduğundan dolayı 000 TL, aracındaki zarar için de 000 TL olmak üzere toplam 000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayla ilgili olarak 1993 tarihinde alınan ifadelerden; 1993 günü 7 nolu mevzide 00-00 saatleri arasında nöbetçi olduğunu, saat 30 sıralarında Kozluk İlçesine terörist girdiği duyumu üzerine Birliğe alarm verildiği, saat 50 sıralarında Kozluk İlçesi istikametinden beyaz renkli toros marka bir taksinin hızla Üçyol istikametine gittiğini gördüğünü, o sırada araç şüpheli bir durum arz ettiğinden araca “DUR” ikazı verdiğini, araç bulunduğu mevziye yaklaşık olarak 10-20 m kala durarak geri geri gitmeye başladığını, daha sonra bir el ikaz ateşi yapıldığı, bu sefer aracın durması için tekerleklere ateş ettiğini, içindeki şahısların tahminen asfalttan seken mermilerin isabet etmesi üzerine yaralandığını tahmin ettiğini belirtildiği görülmüştür.Davacının 1994 tarihinde hakim tarafından alınan ifadesinde; olay günü Kozluk İlçe Merkezinden Üçyol Mevkiine doğru giderken yanında S.A. isimli kişinin de olduğu, bu kişinin askerlerin kulübeden “DUR” ihtarı çektiklerini söylediğini, davacınıngörmediğini, ancak arkadaşının söylemesi üzerine durduğunu, daha sonra nöbetçiye aracı geri alacağını söylediğini, bu sırada taburdan silah seslerinin gelmesi üzerine korktuğu için aracı geri geri çekmeye çalıştığını daha sonra arabaya askerlerin ateş ettiğinin belirtildiği görülmüştür.Olayda, davacının askerlerin “DUR” ihtarına uymaması sonucu aracına ateş edildiği, ve bu olaya kendi kişisel kusuru sonucu sebebiyet verdiği sonucuna varılmakta olup davacının bu zararlarının 5233 sayılı Yasa kapsamına girmediği anlaşılmaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 5/6/2013 tarihli ve E.2011/9734, K.2013/4208 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına hükmedilmiştir. Onama kararı, başvurucuya 19/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/8/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.” 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: ... b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.” 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, ... Nakdî ödeme yapılır.” 5233 sayılı Kanun’un , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6345 | Başvuru, aracı ile seyir hâlindeyken jandarmanın “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle ateş edilmesi sonucunda gerçekleşen yaralanma nedeniyle17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/51415 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Ülkede Özgür Gündem Gazetesinde (Gazete) yayımlanan bir haber nedeniyle başvurucu hakkında kamu davası açılması ve altı yıl süren yargılama sonucunda kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlükleri ile duruşmada hazır bulunma hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 30/5/2014 tarihli görüş yazısı 11/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, görüşünü 13/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul'da basılıp yayınlanan Ülkede Özgür Gündem adlı gazetenin imtiyaz sahibidir. Başvurucu, Gazetenin kapanması ve imtiyaz sahibi olması nedeniyle yargılanıp mahkûm olduğu cezalar nedeniyle yurt dışında yaşamaktadır. Gazetenin 23/10/2006 tarihli sayısında “KKK ve PKK'den bayram mesajı” ve beşinci sayfasında “Kadrolar barışta ısrarlı” başlıklı iki haber yayınlanmıştır. “KKK ve PKK'den bayram mesajı” başlıklı haber şöyledir:Koma Komalên Kurdistan (KKK) Yürütme Konseyi ve PKK Meclisi, yayınladıkları mesajlarda başta Kürt halkı olmak üzere bütün İslâm aleminin ramazan bayramını kutladı. Mesajlarda, bayramın kardeşliğe, barışa ve özgür-demokratik geleceğe vesile olması dileğinde bulunuldu.KKK Yürütme Konseyi Başkanlığı mesajında, Ramazan Bayramı’nın başta ateşkes kararı ve Kürt sorununda görülen gelişmeler olmak üzere birçok bakımdan önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemde karşılandığı belirtildi. Kürtlerin bu bilinçle Ramazan Bayramı’nı karşılaması istenen mesajda şunlar belirtildi: ‘Ramazan Bayramı’nı önemli siyasal gelişmeler temelinde karşılayan halkımızın bu vesileyle sistemini sahiplenerek mücadelesini daha fazla geliştireceğine, birliğine ve dayanışmasını güçlendirerek başlattığımız ateşkes sürecini demokratik çözüm sürecine taşıyacağına olan inancımızı belirtiyor, halkımızın ve tüm İslâm âleminin Ramazan Bayramı’nı kutluyoruz.’PKK Meclisi’nin yayınladığı mesajda ise Ramazan Bayramı’nın her halkın kendi kültürünü, dilini, değer yargılarını ve özgürlüğünü özgürce ortaya koyarak kutladığında gerçek anlamını bulacağı belirtildi. Bayramın buna vesile olması istenen mesajda, “Önderliğimizin engin çabaları, şehitlerimizin büyük kahramanlıklarıyla bu süreci kırarak iradesini ortaya koymuş, her halk gibi ibadetini kendi diliyle yapma, bayramını kendi kültürüne uygun yaşama iddiasını ve düzeyini açığa çıkarmıştır” denildi. PKK’nin tüm inançlara ve kültürlere saygı temelinde ulusal birlik ve dayanışmayı sağladığı kaydedilen mesajda, buna rağmen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu yıl da bayramı tecrit koşullarında karşıladığına dikkat çekildi. Bu durum(un) bayramın buruk bir havada karşılanmasına neden olduğu ifade edilen mesajda, şunlar belirtildi; ‘Halkımızın Ramazan Bayramı’nı yardıma muhtaç olanlara el uzatmanın, toplumsal dayanışmanın, şehitlerini ve şehit ailelerini ziyaret ederek ulusal değerlerimizi ve birliğimizi sahiplenerek büyütmenin vesilesi yaparak birliğe, değerlerine ve geleceğine sahip çıkmalıdır. Halkımızın ülke ve ülke dışındaki tüm ulusal demokratik kurumları, Ramazan Bayramı’na bu biçimde yaklaşarak demokratik ulusal birliğimizin güçlendirildiği bir gün olarak karşılamalıdır. Ramazan Bayramı başta Türk halkı olmak üzere komşu halkların demokratik çözüm sürecine desteklerinin sağlanmasına ve barış içinde bir arada yaşama kültürünün taşırılmasına vesile olabilecek en uygun ortak manevi değer durumundadır.’ Mesajda ayrıca halkın dini istismar edenlere karşı uyanık davranması ve prim vermemesi gerektiği de belirtildi. “Kadrolar barışta ısrarlı” başlıklı haber ise şöyledir: “Medya Savunma Alanları’nda çalışmalarını sürdüren Mazlum Doğan Kadro Okulu ‘Şehit Sorxwin’ adıyla başlattığı 2006 ikinci dönem eğitim devresinin kadrolarını mezun etti. Mezuniyet törene çok sayıda gerilla ve Kongra Gel üyesi katıldı. Mezuniyet töreninde bir konuşma yapan Koma KomalênKurdistan (KKK) Yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo, ‘Barış arayışlarının yoğunlaştığı dönemde demokratik konfederal sistemin inşa kadroları olarak yeni sürece katılmak anlamlıdır’ dedi.Mazlum Doğan Kadro Okulu mezuniyet törenine katılan KKK Yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo, hareket olarak ilan ettikleri ateşkesin kalıcı bir barışa dönüştürülmesinde kadronun rolüne dikkat çekti. Zengin bir bileşenle yeni paradigma ve meşru savunma temelinde eğitimlerin yapıldığını kaydeden Cilo, ‘Yaptığımız eğitim ve tartışmalarda kadroda oluşan demokratik kültür, entelektüel birikim ve meşru savunma anlayışıyla başlayan demokratik barış sürecinde KKK’in tüm çalışmalarında başarıya öncülük edeceğine inanıyoruz’ dedi. Cilo, Kürt halkının Ramazan Bayramı’nı da kutlayarak, herkesi barış sürecine katılmaya davet etti. Pratik Sorumluluk dönemiKürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın savunmaları ekseninde gördükleri eğitimin yeni sürecinde gereklerine göre pratiğe koyma sorumlulukları olduğunu vurgulayan 6 yıllık gerilla Silvan Afrin, ‘Önderliğimizin çağrısıyla hareketin ilan ettiği ateşkes sürecinde bilerek veya anlayarak bizi bekleyen görevlerimizin üzerine yürüyeceğiz. yüzyılda kadın eksenli gelişen çizginin hayata geçmesi için yoğun saldırılara rağmen her alanda çalışmalara katılım sağlayacağız’ şeklinde konuştu.Mücadele ettikleri egemen devletlerin hareketleri üzerinde kapsamlı hesaplar yaptığına dikkat çeken Leyla Afrin’de, ‘Üzerimizdeki tüm yönetimlere karış biz barışta ısrarlı olacağız. Biz Önder Apo’nun çizgi fedaileriyiz. Demokratik ekolojik bir toplum için üzerimize düşeni büyük bir sorumlulukla yapmaya hazırız.’ dedi.Tasfiyeler sonuç alamadı13 yıldır gerilla olduğunu belirten Botan Dersim, geçen süreçte Türkiye, İran ve Suriye’nin eş zamanlı saldırılarına dikkat çekerek, ‘Tüm dış saldırılar sizi tasfiye etmek istedi ama sonuç almadı. Barış ve Özgürlük umutları bu süreçte daha fazla gelişme sağladı.’ dedi.Kürtçe ve Türkçe olarak iki okul biçiminde eğitim veren Mazlum Doğan Kadro Okulu’na Kürdistan, Avrupa ve Rusya’dan katılım sağlandı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı savunmalarının kaynak alındığı eğitimde felsefe, demokratik kültür, meşru savunma gibi toplam 17 ayrı ders işlendi”. Söz konusu haberler nedeniyle başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/12/2006 tarihli iddianamesi ile “terör örgütünün yayınlarını basmak veya yayınlamak” suçundan cezalandırılması için İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (E.2006/366) kamu davası açılmıştır. Mahkeme tarafından 8/12/2006 tarihinde tensip kararı alınmış, 15/3/2007 tarihinde yapılan duruşmadan sonra 5/6/2007 tarihli duruşmada başvurucunun isnat edilen suçtan 1000 gün karşılığı olan 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında açılan davaya konu suç yalnızca adli para cezasını gerektirdiğinden bahisle başvurucuya açıklamalı davetiye çıkartılmış; davetiyenin tebliğine rağmen başvurucu duruşmaya gelmediğinden yargılama yokluğunda bitirilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir: “Bu gazetenin 2006 tarih ve 963 sayılı nüshasının 1-2 ve baskılarının 1 ve sayfalarında ‘KKK; Halkın Bayramını Kutladı’, ‘PKK’nın Bayram Mesajı’, ‘Kadrolar Barışta Israrlı’ başlıklı yazılarda, binlerce kişinin ölümü ile sonuçlanan terör eylemlerini gerçekleştiren yasadışı silahlı PKK/KONGRA-GEL isimli terör örgütü ve yan kuruluşlarının ve bu terör örgütü adına açıklama yaptığını belirten örgüt yöneticilerinin açıklamalarına yorumsuz yer verildiği anlaşılmıştır. Yazıların haber verme özgürlüğü ile ilgisi olmayıp doğrudan doğruya terör örgütünün açıklamasının yandaşlarına duyurulması amaçlı olduğu sabittir. Bu nedenle, sanık Ö. A.’nın savunması yerinde değildir. Sanık sorumlu yazı işleri müdürü olup, yazılar nedeniyle başka kimse hakkında kamu davası açılmadığına göre doğrudan doğruya yazıyı gazeteye koyan sıfatı oluşu dikkate alındığında eylemden asli iştirakçi olarak sorumlu olduğu açıktır… Sanık Ali Gürbüz ise gazetenin sahibi olduğundan asli iştirakçi konumunda olmayıp 3713 sayılı Yasanın 6/ maddesi kapsamındadır.” Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Başvurucunun temyiz istemini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi, 12/7/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki mahkumiyet kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:"1- Anayasa Mahkemesinin 2009 tarih ve 27418 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2009 tarihli ve 2006/121 esas, 2009/90 sayılı kararı ile 3713 sayılı Kanunun maddesinin 2006 tarih ve 5532 sayılı Kanunun maddesi ile değiştirilen fırkasındaki 'sahipleri ve' ibaresinin iptaline karar verildiği gözetilerek, sanık Ali Gürbüz'ün hukuki durumunun yeninden takdir ve tayininde zorunluluk bulunması,..." Bozma sonrası yargılamayı yürüten İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, duruşma açmayarak 27/9/2012 tarihinde dosya üzerinden, 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince başvurucu hakkındaki kovuşturmanın üç yıl süreyle ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu bu karara karşı, kararın mevzuata ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) aykırı olduğunu belirterek itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun itirazını inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 3713 sayılı Kanun’un “Açıklama ve yayınlama” kenar başlıklı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Terör örgütlerinin; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri veya açıklamalarını basanlar veya yayınlayanlar bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan (…) yayın sorumluları hakkında da bin günden beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine,karar verilir. (2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur.” Anayasa Mahkemesinin 18/6/2009 tarihli ve E.2006/121, K.2009/90 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“Basın yayın organlarının sahipleri genellikle yayın hayatına sermayesiyle katkı sağlayan kişilerdir. Konumları nedeniyle bu kişilerin yayın işleri yönetimini şekillendirmek, yazı ve yayınları denetlemek ve yayın üzerinde inceleme ve denetim görevi olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Yayınları inceleme ve denetim ödevi yayın sorumlusuna aittir. Yasak eylemlerin basın yayın yoluyla işlenmesi halinde basın yayın organlarının sahiplerinin salt bu nitelikleri nedeniyle cezalandırılması ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturur. Açıklanan nedenlerle, 3713 sayılı Yasa'nın maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan ‘sahipleri ve’ ibaresi Anayasa'nın maddesine aykırıdır, iptali gerekir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/724 | Başvuru, Ülkede Özgür Gündem Gazetesinde (Gazete) yayımlanan bir haber nedeniyle başvurucu hakkında kamu davası açılması ve altı yıl süren yargılama sonucunda kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlükleri ile duruşmada hazır bulunma hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 1 |
BAŞVURULARIN ÖZETİ Başvurular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2022/10634, 2022/14093, 2022/16003, 2022/16191 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2022/10489 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/10489 | Başvurular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin babasına verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile S.B.nin evliliklerinden 21/3/2007 ve 18/1/2010 doğumlu müşterek çocukları bulunmaktadır. Taraflar İstanbul Aile Mahkemesinin 22/4/2014 tarihinde kesinleşen kararıyla boşanmıştır. Mahkeme, anılan karar ile çocukların velayetinin başvurucuya bırakılmasına hükmetmiştir. Başvurucunun eski eşi S.B. 13/6/2016 tarihinde velayetin değiştirilmesi talebiyle İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; boşandıktan sonra da eski eşine ve çocuklarına bütün imkânlarıyla kendi evinde baktığını, fakat geçen süre içerisinde başvurucunun farklı ilişkilere yöneldiğini belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun müşterek çocukların ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamadığını, iş ile ilgilenmekten çocuklarla ilgilenemediğini, bu nedenle çocukların okul ve davranış durumlarının iyi olmadığını ve müşterek çocukların da kendisi ile kalmayı istediklerini vurgulamıştır. Başvurucu vekili davaya cevabında, boşanma sebebinin S.B.nin sadakatsizliği olduğunu, velayet düzenlemesinde asıl amacın çocuğun menfaatini korumak olduğunu vurgulayarak çocukların tüm ihtiyaçlarının başvurucu tarafından karşılandığını ifade etmiştir. Yargılama sürecinde alınan 9/1/2018 tarihli raporda; müşterek çocukların davalı anne yanında kalarak davacı baba ile de sürekli birlikte olmalarının onların ruhsal ve sosyal gelişimlerini destekler nitelikte olduğu, çocukların şu anki düzenlerine uyum sağladıkları gözlemlendiği vurgulanarak velayetlerinin annede kalması ve baba ile şahsi ilişkiye devam edilmesinin çocukların üstün yararına olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme anılan rapor hazırlanırken davacı babanın beyanı alınmadığı gerekçesiyle pedagog, sosyal hizmet uzmanı ve psikologdan oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden yeniden rapor almıştır. Taraflar ve çocuklarla görüşülerek hazırlanan 7/8/2018 tarihli uzman raporunda; çocukların davacı baba yanında kurulu bir düzenlerinin olduğu ve müşterek çocukların baba yanında yaşamak istediklerine yönelik beyanları bulunduğu vurgulanmıştır. Sonuç olarak müşterek çocukların velayet sorumluluğunun babaya verilmesinin ve çocuklar ile davalı arasında yatılı şekilde şahsi ilişki kurulmasının çocukların üstün yararına olacağı değerlendirmesine yer verilmiştir. Mahkeme ayrıca çocukların beyanlarına başvurmuştur. Çocuklar özetle babaanneleriyle birlikte kaldıklarını, babalarının her hafta gelemese de hafta içi perşembe ya da cuma günleri yanlarına geldiğini ancak günlerin işine göre değiştiğini, ihtiyaçlarını babaannelerinin karşıladığını ifade etmiştir. Ayrıca okula giderken okuldan dedelerinin alıp geldiğini, kendilerine ayrılmış bir odalarının olduğunu, anneleriyle yaşarken annelerinin kızdığını, annelerinin de babalarının da şu anda çalıştıklarını, akşam eve gelebildiklerini, o yüzden babaannelerinin yanında daha rahat edeceklerini düşündüklerini beyan etmiştir. Duruşmada hazır bulunan Mahkeme uzmanı; her iki çocuğun da gelişimi itibariyle yaşanan sürece ilişkin farkındalıklarının olduğunu, alınan beyanlarında ve gözlemlerde çocukların günlük ihtiyaçlarının babaanne tarafından karşılandığını, babaanne yanında kurulu bir yaşamlarının olduğunu, bu süreçte de babaanne yanında kalmak istediklerinin genel itibarıyla anlaşıldığını beyan etmiştir. Mahkeme 16/10/2018 tarihinde davanın kabulüyle çocukların velayetinin babaya verilmesine ve başvurucu ile çocuklar arasında şahsi ilişki kurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; velayetin düzenlenmesinde asıl olan çocuğun üstün yararı olduğu, bu kapsamda ilgili mevzuat gereği uzmanlardan taraflar ile görüşülmek suretiyle tarafların koşullarını irdeleyen rapor alınması, gerekirse mahkemece çocuğun bizzat dinlenerek görüşünün alınmasının önemli olduğu vurgulanmıştır. Kararda; tarafların, çocukların ve tanıkların beyanları ile uzman raporları birlikte değerlendirilerek çocukların baba yanında düzenli ve uyumlu şekilde gelişimi ve gereksinimlerinin karşılandığı, müşterek çocukların sağlık, eğitim ve ahlaki bakımından babanın velayeti altında kalmasının çocukların menfaatine olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun istinaf başvurusu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 6/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun çalışması nedeni ile çocukların bakımı ve ihtiyaçları ile davacı babanın annesi ve babasının ilgilendikleri, davacının anne ve babasının yaşadığı aile apartmanında oturduğu, idrak çağındaki çocukların babaanneleri ile kalmak istedikleri ifade edilmiştir. Bununla birlikte çocukların uzun süredir babalarının ve babaannelerinin yanında bulundukları hususları değerlendirildiğinde Mahkemenin uzman raporları ve idrak çağındaki çocukların mahkemede alınan beyanlarını esas alarak davanın kabulüne karar vermesinin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya 26/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2007 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Hâkimin takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır." 4721 sayılı Kanun’un "Durumun değişmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re'sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır." 4721 sayılı Kanun’un "Kural" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir."B. Uluslararası Hukuk Türkiye tarafından 14/9/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi ilgili kısmı şöyledir:" Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de göz önünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar." Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler." Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana-babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler her şeyden önce çocuğun yüksek yararını göz önünde tutarak hareket ederler. Bu Sözleşmede belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana-baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ebeveyn ve çocukların birlikte yaşama hakkı aile hayatının esaslı bir unsuru olup anne ve baba arasındaki ilişkinin sona ermesi durumunda hukuksal düzenlemelerden kaynaklanan ve bu ilişkiyi kısıtlayan ya da engelleyen tedbirler, aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturur (Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, § 44; Johansen/Norveç, B. No: 17383/90, 7/8/1996, § 52; Elsholz/Almanya [BD], B. No: 25735/94 13/7/2000, § 43). AİHM'e göre aile hayatına saygı hakkı kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin biçimde tanımlamak mümkün değildir. İlgili makamlar her iki yükümlülük çerçevesinde belirli bir takdir alanına sahiptir ve her iki yükümlülük kapsamında da benzer ilkelerin gözönünde bulundurulması, özellikle her iki durumda da kamusal makamlarca olayın bağlamı ve müdahalenin türüne göre birey menfaatleri ile toplum menfaatleri ve çocuk ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. AİHM'e göre bu dengenin tesisinde niteliği gereği çocuğun menfaatlerine özel bir önem verilmelidir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 55; Hoppe/Almanya, § 49). AİHM, ebeveynin çocuk ile birlikte yaşamaya devam etmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin birinci paragrafı kapsamında aile hayatının temel bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Sözleşme’nin maddesi, ebeveynin çocuğu ile yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep etme hakkının yanı sıra ulusal makamların bu önlemleri alma yükümlülüğünü de kapsamaktadır. Bu husustaki belirleyici husus, ulusal makamların uygulamadaki mevzuat ya da mahkeme kararlarıyla ebeveyne tanınan velayet, ziyaret ya da birlikte yaşama hakkının icrasını kolaylaştırmada kendilerinden beklenilen bütün makul önlemleri alıp almadığıdır (Hokkanen/Finlandiya, § 55). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12792 | Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin babasına verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2019 tarihinde süresinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26368 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamuya ait binanın yıkılması sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 16/11/2010 tarihinde Muş'un Varto ilçesi Hüseyinoğlu köyünde ikamet etmekte olan ve olay tarihinde dokuz yaşında olan başvurucular yakını E.Y., kamuya ait verici binasının yıkılması sonucu hayatını kaybetmiştir. Tanık anlatımları ve bilirkişi raporundan anlaşılan ve soruşturma makamlarınca da kabul edilen şekliyle olayın meydana gelişi şu şekildedir: Başvurucular yakını E.Y., arkadaşlarıyla birlikte köye yaklaşık beş yüz metre mesafede bulunan tek katlı betonarme metruk binanın içine yanında bir büyükbaş hayvanla (eşek) girmiştir. Bağlamaya çalıştığı hayvanın duvara çarpması sonucu bina çökmüş, çöken kolonlardan birinin altında kalan E.Y. hayatını kaybetmiştir. Yıkılan binanın 1991-1992 yıllarında Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü (PTT) Van Başmüdürlüğü tarafından radar binası olarak yapıldığı ancak hiç kullanılmayarak 6/7/1999 tarihli ve 4397 sayılı Kanun gereği Türkiye Radyo Televizyon Kurumuna (TRT) devredildiği, yapımından bugüne kadar binanın TRT ya da PTT tarafından kullanılmayarak atıl vaziyette bekletildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular tarafından Varto Sulh Hukuk Mahkemesinde tespit davası açılmıştır. Anılan davada yapılan keşif sonrasında düzenlenen 12/4/2011 tarihli inşaat bilirkişisi raporunda; binanın deprem şartnamesine uygun inşa edilmediği, bina yapılırken zemin etüdünün yapılmadığı, kullanılan demirin ve kirişlerin binanın tabliyesini taşımaya elverişli olmadığı, binanın çatısı bulunmadığından tabliyede biriken karın eriyerek betonun çatlamasına ve demirin korozyona uğramasına sebep olduğu belirtilmiştir. Bilirkişi raporunda ayrıca binanın korumaya alınmadığı, bina çevresinde hiçbir uyarıcı işaret ya da levhanın bulunmadığı tespit edilmiştir. Varto Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kazaya ilişkin soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında müşteki ve tanık beyanları alınmış, ölü muayene tutanağı ve otopsi tutanağı düzenlenmiş, keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Dosya kapsamından ulaşılamayan ancak Bakanlık tarafından içeriği Anayasa Mahkemesine sunulmuş olan 20/4/2012 tarihli bilirkişi raporundan E.Y.nin annesi S.Y.ye kusur atfedilmesinin mümkün olmadığı kanaatinin bildirildiği anlaşılmaktadır. 10/5/2013 tarihli ek bilirkişi raporunda ise ceza sorumluluğu açısından kusur oranlarının tespitinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında alınan 7/3/2014 tarihli bilirkişi kurulu raporunda ise köye 500-1000 metre mesafede bulunan ve 1992 yılında PTT tarafından yapılan verici binasının 1999 yılında 4397 sayılı Kanun ile TRT kurumuna devredildiği ancak uydu sistemleri devreye girdiği için TRT tarafından hiç kullanılmadığı, binanın ilk yapıldığında çevresinde tel örgü bulunduğu ancak binanın tel örgü, kapı ve pencere gibi müştemilatının zaman içinde üçüncü kişiler tarafından sökülerek içine girilebilir hâle getirilmiş olduğu tespit edilmiştir. Binanın inşaat tekniklerine aykırı olarak inşa edilmiş olduğu ancak bu hatalı inşanın dışarıdan çıplak gözle anlaşılmasının mümkün olmadığı, teknik bir inceleme sonucu tespit edilebileceği belirtilmiştir. Anılan bilirkişi raporunda, yapı müteahhidinin binayı inşaat tekniklerine aykırı olarak inşa ettiği, bu nedenle kazadan asli sorumlu olduğu, binanın yapımında denetimle görevli PTT personelinin; binanın kapı, pencere, tel örgü gibi müştemilatın sökülmesi neticesinde binanın giriş çıkışlara müsait hâle gelmiş olması nedeniyle bunları hurda amaçlı söken kimliği belirsiz üçüncü kişilerin; bir başkasına ait binaya yanında bulunan eşekle girerek hayvanın duvara çarpması sonucu binanın yıkılmasına sebep olan maktul E.Y.nin kazada asli sorumlu oldukları kanaati belirtilmiştir. Raporda ayrıca binanın kaza tarihinde maliki olan TRT'nin binayı kanun gereği devraldığı, bu Kurumun personelinin kazada kusurlarının bulunmadığı kanaati bildirilmiştir. Varto Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/7/2014 tarihinde, bina müteahhidinin ve binayı denetlemekle görevli PTT çalışanlarının kimliklerinin tespit edilemediği belirtildikten sonra söz konusu binaya büyükbaş hayvanla girerek hayvanın çarpması sonucu binanın yıkılmasına sebep olan maktul E.Y.nin kendi kusuru nedeniyle ölümüne sebep olduğu, müteveffanın ve binayı tahrip eden şahısların eylemlerinin kaza ile PTT görevlileri ve yapı müteahhidinin cezai sorumluluğu arasındaki illiyet bağını kestiği, başkaca kusur yüklenebilecek kimse bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Müteveffanın bakım ve gözetim yükümlülüğünü ihlal etme suçu yönünden ise anne hakkında kamu davası açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucuların kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptıkları itiraz, Muş Sulh Ceza Hâkimliğinin 11/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular 16/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular ayrıca, binanın kaza tarihinde maliki olan TRT aleyhine 10/10/2001 tarihinde tazminat davası açmışlardır. Varto Asliye Hukuk Mahkemesinin 2/12/2014 tarihli kararıyla ceza soruşturması kapsamında alınan 7/3/2014 tarihli bilirkişi raporunda TRT'ye kusur atfedilmemiş olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat talepleri reddedilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2017 tarihli kararıyla; ceza sorumluluğu ile tazminat sorumluluğunun farklı esaslara tabi olduğu, tarafların sorumluluklarını ve kusur oranlarını ayrı ayrı gösterecek şekilde Yargıtay denetimine uygun bir bilirkişi raporu alınarak hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle anılan karar bozulmuştur. Bozma kararı sonrası yargılama sürecinin devam ettiği anlaşılmaktadır. A. Ulusal Hukuk 4397 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “3517 sayılı Radyo ve Televizyon Verici İstasyonlarının Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Kurulması ve İşletilmesi ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun Anayasa Mahkemesinin 1990 tarihli ve E.1989/9, K.1990/8 sayılı kararıyla iptal edilmiş bulunan hükümleri uyarınca, T. Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğüne devredilen bütün radyo ve televizyon verici ve aktarıcı istasyonları, program linkleri, TV yayınlarının uydudan alınmasında kullanılan sistemler (uydu uplinkleri ile Türksat ve diğer uydu sistemlerine ait transponderler ve karasal program linkleri hariç), bunlara ait taşınır ve taşınmaz mallar, her türlü teçhizat, yedekler, enerji nakil hatları, antenler, mefruşat, araç ve gereçler, yeni kurulacak tesisler için edinilmiş bulunan her türlü taşınır ve taşınmaz mallar ile Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin devir tarihinden sonra radyo ve televizyon için edindiği istasyonlar, münhasıran bu istasyonlar ile ilgili hizmetlere ait televizyon ve radyo yayınlarının uydudan alınmasında kullanılan sistemler, program linkleri, enerji nakil hatları, antenler, yeni kurulacak tesisler için edinilmiş veya 1999 tarihine kadar siparişi verilerek taahhüde bağlanmış bulunanlar da dahil olmak üzere her türlü taşınır ve taşınmaz mallar 1999 tarihine kadar, net aktif değeri (katma değer vergisi dahil) Hazine tarafından karşılanmak üzere Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna devredilir......”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere, B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). Mahkeme, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,31/11/ 2004, § 71). AİHM; Ciechonska/Polonya (B. No: 19776/04, 14/6/2011, § 67) kararında devletin yaşama hakkını güvence altına alma görevinin kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini sağlamaya yönelik makul tedbirler almayı ve ciddi bir yaralanma ya da ölüm olayının yaşanması durumunda olayların tespit edilmesi, hatalı kişilerin sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin sağlanması bakımından yeterli nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu güvence altına alan etkili ve bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı kapsadığını kaydetmiştir. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’ninmaddesikapsamındayetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak/koşulsuz değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogevov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03 ve 27311/03,20/12/2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük, modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının öngörülemezliğini ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiğini akılda tutarak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogevov ve diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99,20/12/2004,§ 69). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16380 | Başvuru, kamuya ait binanın yıkılması sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyon ve Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular Hasan Gökalp, Methiye Özçelik, Burhan Gökalp, Turan Gökalp, Ömer Gökalp, Hamdiye Gökalp, Haluk Gökalp, Nebahat Gökalp, Mehmet Gökalp, Nezahat Gökalp tarafından yapılan 2013/9058 sayılı başvuru ile başvurucular Necat Gökalp, Mehmet Hatip Yılmaz, Zehra Akkoyun, Hatice Şenbayram, Müzeyyen Çamçi, Saadet Çamçi, Seyithan Gökalp, Zübeyir Çoksüer , Mehmet Başakçi tarafından yapılan 2014/2233 sayılı başvurunun hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmesine karar verilmiş ve incelemeye 2013/9058 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.Bakanlığın 12/2/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Derik ilçesi Hisaraltı köyünde 1967 yılında yapılan kadastro çalışmaları esnasında 86 parsel numaralı taşınmaz, B.A. adına tespit görmüş, başvurucuların murislerinin tespite yaptığı itiraz Tapulama Müdürlüğü tarafından reddedilmiş, bu karardan sonra başvurucuların murisleri, Derik Kadastro Mahkemesinde 30/11/1967 tarihinde B.A. aleyhine kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Mahkeme 26/3/1971 tarih ve E.1967/170, K.1971/70 sayılı karar ile hâkimlerin davadan çekinmeleri nedeniyle merci tayini için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 25/5/1971 tarih, E.1971/6075, K.1971/5131 sayılı ilamıyla Kızıltepe Kadastro Mahkemesini davaya bakmak için görevlendirilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi, 20/3/1981 tarih ve E.1972/6, K.1981/58 sayılı kararı ile Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Derik Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 20/10/1981 tarih ve E.1981/12525, K.1981/10813 sayılı ilâmıyla fiili ve hukuki nedenin kalkmasından sonra bile merci sıfatıyla bakılmakta olan dava dosyası hakkında yetksizlik kararı verilemeyeceği gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma ilamı üzerine dava, Kızıltepe KadastroMahkemesinin E.1982/13 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılmasından sonra dava dosyası, Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/81 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir. Başvurucular 16/12/2013 ve 19/2/2014 tarihindebireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9058 | Başvuru, kadastro davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Üçüncü Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddialarının 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'da düzenlenen kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik hususunun karara bağlanmasının Bölüm kararını gerektirmesi nedeniyle Bölüme gönderilmesine 3/5/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Manisa'nın Demirci İlçesi'nde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile -Demirci Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan- başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiş, başvurucu 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, Salihli Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle 19/7/2016 tarihinde Salihli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Salihli Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucu hakkındaki tutuklama talebinin reddine ve başvurucunun adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucu hakkında verilen bu karara Salihli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/7/2016 tarihinde itiraz edilmiştir. İtiraz üzerine Alaşehir Sulh Ceza Hâkimliği, sorgusunun ardından başvurucunun 25/7/2016 tarihinde tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ödemiş Sulh Ceza Hâkimliği 28/7/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucunun ek ifade vermeyi talep etmesi üzerine Salihli Cumhuriyet Başsavcılığınca 5/8/2016 tarihinde ifadesi alınmıştır. Salihli Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/9/2016 tarihinde, Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından fezleke düzenlenmiştir. Başvurucu 17/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) 8/5/2017 tarihinde başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Savcılık 9/5/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianame, İzmir Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 23/5/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/166 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 26/7/2017 tarihli duruşmada Mahkemece yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanarak başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Mahkeme 28/3/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiş; karar, istinaf kanun yoluna başvurulmadan 11/7/2019 tarihinde kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, §§ 21, 22) ve Kamil Erdoğan (B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §§ 17, 18) başvuruları hakkında verilen kararlar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/58679 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddia ve savunmaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1982 doğumlu olup başvuru konusu olayların yaşandığı tarihte Sağlık Bakanlığı bünyesinde sağlık teknikeri olarak görev yapmaktayken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması FETÖ/PDY soruşturması kapsamında meslekten çıkarılmıştır. 27/7/2016 tarihinde Gediz ilçesi Aksaklar köyü Ova Mahallesinde dereye atılmış vaziyette, üzerinde başvurucunun adı, soyadı ve adresinin yazılı olduğu örgütle bağlantılı dergiler ve kitaplar ile başvurucu adına düzenlenmiş faturalar bulunmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunduğu ve bu hesapta bir kısım işlemler yaptığı tespit edilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun Bank Asya hesabında gerçekleştirdiği işlemlere ilişkin bilirkişi raporu almış; raporda 28/1/2014 tarihinde başvurucunun anılan bankadaki hesabına 200 TL yatırıldığı, bu para ile 2,17 gram altın alındığı, hesaba iki kez 000 TL para geldiği, gelen bu paraların aynı gün başka hesaba aktarıldığı belirtilmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun anılan suçtan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamede dere kenarında bulunanlar dışında başvurucunun evinde de örgüt yayınları ele geçirildiğinin altı çizilmiş, başvurucunun örgüt liderinin talimatı doğrultusunda Bank Asya hesabına para yatırdığı belirtilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul ederek yargılamaya başlamıştır. Yargılama iki celsede bitirilmiştir. Duruşmadan önce Mali Suçları Araştırma Kurulu (Masak) raporu dosyaya girmiştir. Raporda, başvurucunun muhtelif bankalardaki mutat işlemlerine yer verilmiştir. İlk celsede müdafii ile hazır bulunan başvurucu savunmasını yapmıştır. Başvurucu; hakkındaki suçlamayı inkâr etmiş, derede bulunan kitap ve dergilerin kendisine ait olmadığını, Bank Asyaya örgütsel saikle para yatırmadığını savunmuştur. Mahkeme, yargılamaya ilişkin bir kısım belgelerin toplanmasına karar vererek duruşmayı ertelemiştir. İkinci celsede iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını açıklamış, başvurucu ve müdafii mütalaaya karşı savunmalarını yapmıştır. Duruşma sonunda Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık mahkememizdeki savunmasında ısrarla Gediz İlçesi Aksaklar köyü Ova mahallesinde köprünün altında dereye atılmış vaziyette bulunan kitap ve dergilerin kendisine ait olmadığını savunmuşsa da, ele geçirilen kitap ve dergilerin yanında sanık Halil Kocabıyık adına düzenlenmiş Türk Telekom faturası, sanık Halil Kocabıyık adına düzenlenmiş vergi ödeme emri, sanık Halil Kocabıyık'ın ad soyad ve adresinin yazılı olduğu 2 adet dergi üzerindeki iki adet etiket, sağlık teknikeri olarak görev yapan sanık Halil Kocabıyık'ın eşine ait olduğu anlaşılan Gediz Devlet Hastanesi Odyometri randevu defteri yazılı ajanda ile sanığın ikametinde yapılan aramada bulunarak el konulan kitaplar nazara alındığında sanığın bu kitap, dergi ve ajandanın kendisine ait olmadığı yönündeki savunmalarının samimi olmadığı, bu materyallerin ve evinde bulunan kitapların sanığa ait olduğu mahkememizce sabit kabul edilmiştir. FETÖ/PDY üyeleri tarafından yayınlanan birçok farklı dergi ve kitabın sanık tarafından okunarak takip edilmesi, üstelik aynı dergilerden çok sayıda ele geçirilmesi hususları nazara alındığında, elde edilen bu materyallerin sanığın üzerine atılı suçu işlediğini gösterir mahiyette delil olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır....Sanığın, MASAK raporunda belirtildiği üzere FETÖ/PDY kapsamında haklarında mevcut soruşturmalar bulunduğu bildirilen [T.], [B.E.], [H.T.] ve [Z.K.] isimli şahıslarla para transferlerinin bulunması hususuna mahkememiz dikkat çeker. Sanık, savunmalarında ısrarlı bir şekilde bu örgüt/yapı ile hiçbir şekilde bağlantısının olmadığını belirtmişse de FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında haklarında soruşturmalar devam eden şahıslarla para trafiği içerisinde bulunması mahkememizce sanığa atılı suç yönünden bir delil olarak kabul edilmiştir.Sanığın kamuoyunda Bank Asya'nın kurtarılması amacıyla yapılan Fethullah Gülen çağrısı olarak bilinen çağrıdan sonra Bank Asya'daki hesabına 2014 tarihinde 200 TL para yatırdığı, bu paranın bu çağrıyı destekleme amacı güttüğü kanaatine varılmakla bu eylemin de atılı suç yönünden delil olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşılmıştır.Devlet içerisinde yapılanarak güç kazanmayı ve nihayetinde devleti ele geçirmeyi hedefleyen örgüt üyelerinin bir kısmı kamu görevinde olmasına karşılık bir kısmının kamu görevi almaması karşısında kamu görevinde bulunan örgüt üyesinin operasyonel anlamda herhangi bir etkinlik yapabilecek görevde bulunmayan başkaca örgüt üyesiyle aynı seviye ve şartlarda değerlendirilmesinin adalete ve hakkaniyete aykırı olacağı kanaatine varılarak Sağlık Bakanlığında sağlık teknikeri olarak görev yapan sanık hakkında ceza tayin edilirken alt sınırdan uzaklaşılması gerektiği sonucuna varılmıştır." Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu kararı temyiz etmiş; Yargıtay Ceza Dairesi (Yargıtay) başvurucudan örgüte ait basılı yayınlar ele geçirildiğine, başvurucunun 2014 yılı Ocak ayında örgüt liderinin talimatı doğrultusunda Bank Asya hesabı açıp para yatırdığına dikkat çekmiş ancak başvurucunun terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduğunu gösterir delil bulunmaması nedeniyle örgüt üyesi olarak kabul edilemeyeceğinin altını çizmiştir. Yargıtay, başvurucunun eylemlerinin örgüte yardım etme suçunu oluşturacağı kanaatiyle mahkûmiyet kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine Daire; Mahkemenin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyet kararını kaldırarak, bozma kararında belirtilen gerekçelerle başvurucunun örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 1 yıl 14 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu; Yargıtay kararlarına da yer vererek hükme esas alınan delillerin suç teşkil etmediği, terör örgütü üyesi olmadığı ve terör örgütü üyesi olduğuna ilişkin somut bir delil bulunmadığı hâlde mahkûmiyetine karar verildiği gerekçeleriyle temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay incelemesinden geçen karar 18/5/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai kararı 1/7/2021 tarihinde öğrenen başvurucu 30/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; gerekçeli karar hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/37171 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddia ve savunmaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, meydana gelen ölümlü trafik kazasına ilişkin olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını 1981 doğumlu H.A. 23/7/2013 tarihinde motosikleti ile geçirdiği bir trafik kazası sonucu vefat etmiştir.A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen ve Bireysel Başvuru Öncesinde Tamamlanan Ceza Soruşturması Süreçleri Olay sonrası trafik ekipleri, Kaza Tespit Tutanağı düzenlemiş ve olay yerinin basit krokisini çizmiştir. Basit krokide motosikletin sağ tarafından bir otomobilin tali yoldan çıkış yapması ve motosikletin bir kamyona çarpması kaza şekli olarak gösterilmiştir. Kaza tutanağında ise H.A.nın motosikletiyle seyir hâlindeyken hafifçe sola doğru yani orta şeride doğru girdiği sırada orta şeritte seyreden G. idaresindeki kamyonun sağ yan kısmına çarpıp sürüklendiği, kaza mahaline yakın kamera kaydı incelendiğinde motorsikletin kamyonun görüş açısının olmadığı noktada sağ şeritten orta şeride girerken kaza yaptığı, H.A.nın şerit izleme ve değiştirme kurallarına riayet etmediği tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir. Olayla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) 2013/104043 numaralı dosyasında soruşturma yürütülmüştür. H.A.nın ölü muayene ve otopsi işlemleri ile keşif işlemi gerçekleştirilmiştir. Başvurucular 22/8/2013 tarihli dilekçeyle Cumhuriyet Başsavcılığına Trafik Tespit Tutanağındaki kusur tespitine ilişkin itirazlarını sunmuş ve plakası tespit edilemeyen siyah renkli bir aracın tali yoldan ana yola ani ve dikkatsiz şekilde çıkması nedeniyle olayda kusuru olduğunu belirterek söz konusu siyah renkli aracın sürücüsünün tespitini talep etmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kamyon sürücüsü G.nin ifadesi alınmış ve 12/8/2013 tarihli iddianameyle G. hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede Kaza Tespit Tutanağı, olay anı kamera kayıt görüntüleri, takograf çıktısı delil olarak belirtilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesindeki (Mahkeme) yargılamada 28/2/2014 tarihli bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi, olay anına ilişkin kamera kaydının incelenmesi ve fotoğraflanması işlemlerini gerçekleştirmiş; kamera görüntülerinin incelenmesi neticesinde motosikletli sürücünün yola nizami şekilde giriş yaptığı, yan taraftan ani olarak yola çıkan siyah renkli araca çarpmamak için biraz sola kayarak kurtulmak istediği, kamyon sürücüsünün motosikleti fark etmediği ve kazanın bu şekilde meydana geldiği tespitlerine yer verilmiştir. Mahkeme 6/5/2014 tarihli kararıyla G.ninberaatine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... Katılan Hülya Akar vekili mahkememizde alınan beyanlarında; ... Bu kapsamda olmak üzere olay yeri görüntüleri de olmasına rağmen düzenlenen trafik kaza raporunun eksik olduğunu ve dolayısı ile soruşturmanın da eksik yapılmak suretiyle dava açıldığını düşünüyoruz, bu kapsamda olmak üzere öncelikle dosyada bulunan CD görüntülerinin teknik bir bilirkişiye tevdi edilmek suretiyle dökümünün alınması ve bizim sunmuş olduğumuz görüntülerde ağaç arkasında işaretlediğimiz dosyadaki kaza anına ilişkin krokide de diğer yan yoldan çıkan aracın belirlenmesini ...talep ediyoruz......Yapılan yargılama, iddia, sanık savunması, katılan anlatımları, bilirkişi raporu, tutulan tutanaklar ve tüm dosya kapsamından; yapılan yargılama sırasında dosya kapsamı ve olayın işleniş şekline göre dosyada bulunan trafik kazası tespit tutanağı ile olay yeri kaza krokisi ve olay yeri görüntülerine ilişkin bilirkişinin raporu birlikte değerlendirildiğinde, Sanığın normal şeridinde yola uygun hızla giderken maktul [H.nin] aynı yola yandan bir yoldan giriş yaptığı, bir müddet onun da sanığın aracına paralel olarak gittiği, kamera görüntülerinde de görüldüğü üzere yolun sağ tarafında bulunan ağacı geçtikten sonra yine sağ tarafta bulunan yan yoldan bir aracın yola giriş yapması sırasında maktul [H.nin] gösterdiği refleksle kullandığı motorskleti sanığın kullandığı araca doğru kırarak yandan yola giren araçtan kaçmak istediği sırada sanığın kullandığı kamyona sağ arkadan çaptığı, çarpma sonunda motorskletin yolda sürüklendiği, sanığın da ancak o zaman kazayı fark ettiği, meydana gelen bu kazanın oluşması öncesinde ya da sırasında, üzerine atılacak herhangi bir kusurun bulunmadığı, maktul [H.nin] ani hareketiyle motorskleti sol tarafa doğru yaklaştırarak sürmesi sonunda kazanın meydana geldiği anlaşıldığından, sanığın üzerine atılabilecek bir kusur bulunmadığından, sanığın yüklenen suçtan beraatine karar vermek gerektiği..." Başvurucular karara ilişkin temyiz dilekçesinde de yargılama aşamasında olayda kusuru bulunan siyah renkli araç sürücüsünün tespit edilmeden karar verilmesinin bir eksiklik olduğunu ifade etmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/2/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucular 23/7/2014 tarihli dilekçeyle, kamyon sürücüsü G. hakkında beraat kararı verilmesi üzerine olayda sorumluluğu bulunan ve 2013/104043 numaralı soruşturma dosyasındaki kaza görüntülerinde aracın ağacın arkasından çıkması nedeniyle fark edilmediği için hakkında işlem yapılmayan siyah renkli otomobilin tespiti ile sürücüsü hakkında taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan yargılama yapılması talebinde bulunmuştur. Dilekçe üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2014/108970 numaralı dosyada soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 11/11/2014 tarihli müzekkereyle, ana yoldan ara yola tedbirsiz çıkan araç sürücüsünün tespit edilip şüpheli sıfatı ile ifadesinin alınarak hazır edilmesi talimatını Maslak Polis Merkezi Amirliğine (Amirlik) iletmiştir. Başvurucular 13/4/2015 tarihli dilekçeyle Cumhuriyet Başsavcılığından siyah renkli aracın olaydaki kusurunun tespiti için bilirkişiler ile birlikte keşif icra edilmesi talebinde bulunmuştur.Amirlik 19/10/2015 tarihli yazıyla olay anına ilişkin kamera görüntülerinin olay yeri incelemesi ekibi tarafından incelenmesi üzerine düzenlenen raporu Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Raporda, bahse konu aracın siyah renkli bir araç olduğu ancak aracın plakasına ait iyileştirme işlemleri için gerekli asgari şartlara sahip olmaması nedeni ile ileri derecede bir kanaatte bulunulamadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından meçhul sanık olarak belirtilen şüpheli hakkında 21/1/2016 tarihli kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Kaza tespit tutanağında böyle bir araçtan bahsedilmediği gibi CD kayıtlarında gözüken plakası tespit edilemeyen aracın kazaya sebebiyet verdiğine dair şikayetçinin iddiasından başka delil elde edilemediği gibi Cumhuriyet Başsavcılığımızca 2013/104043 soruşturma numarası ile soruşturma yapılıp dava açıldığı anlaşılmakla KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..." Başvurucular, 15/2/2016 tarihli dilekçeyle söz konusu karara itiraz etmiştir. Dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:"...Trafik kazası tespit tutanağı, CD kayıtlarından önce düzenlenmiş bir tutanak olup, anılan tutanakta plakası tespit edilemeyen kusurlu araçtan bahsedilmemesi doğaldır. CD kayıtları incelendiğinde plakası tespit edilemeyen siyah renkli aracın da kazaya sebebiyet verdiği anlaşılacaktır. Konusunda uzman bilirkişi tarafından düzenlenecek 'kusur raporu' ile bu durum tespit edilebilecekken, etkin soruşturma yapılmaksızın takipsizlik kararı verilmesi usul ve yasalara aykırıdır......... Savcılık makamının olay yerinde keşif yaparak veya CD kayıtlarını 'konusunda uzman bilirkişi/lere' inceleterek, 'kusur raporu' tanzim ettirmesi gerekirken, keşif yapmaksızın ve konusunda uzman bilirkişilere başvurmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermesi usul ve yasalara aykırıdır. ...Sonuç ve Talep: ...kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itirazlarımızın kabulü ile, kararın kaldırılmasına, etkin soruşturma yapmak, olaya ilişkin dosyada kusur raporu tanzim edilmesi için dosyanın savcılığa iadesine karar verilmesini..." İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/9/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 6/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 2/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Olayla İlgili Olarak Açılan ve Bireysel Başvuru Sonrası Tamamlanan Tazminat Davası Süreci Başvurucular 31/7/2015 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi) ilgili kamyon sürücünün sorumluluğunda olduğu sigorta şirketi ve sürücüsü tespit edilemeyen siyah arabanın sigorta sorumluluğunda olduğu güvence hesabına karşı ölüm ve cismani zarar sebebiyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı belirtilmiş ve başvurucu Hülya Akar için asgari 000 TL, başvurucu Ali Osman Akar için şimdilik 000 TL ve başvurucu Feriha Akar için asgari 000 TL olmak üzere toplam 000 TL destekten yoksun kalma tazminatının ödenmesi talep edilmiştir. Ticaret Mahkemesinin E. 2015/786 sayılı dosyasında yapılan yargılamada kusur tespitine yönelik olarak 20/10/2016 tarihli bilirkişi raporu alınmıştır.Söz konusu bilirkişi raporunun ilgili kısımları şöyledir:"......dava dışı sürücüsü [G.nin] ...kusursuz:, dava konusu müteveffa motosiklet sürücüsü [H.A.nın] ise ... araçlar arasında güvenli takip mesafesi bırakmamasına bağlı tamamen kusurlu olduğu yönünde görüş ve kanaat bildirdikleri ceza yargılamasına ilişkin ...18 asliye ceza mahkemesinin 1013/494 esasa ilişkin dosyasında ... başta davalı güvence hesabının sigorta sorumluluğunda olan plakası belli olmayan aracın sürücüsü olmak üzere, müteveffa motorsiklet sürücüsü ile diğer davalı [G.] sigorta ile Z.S. bulunan ...Kamyonun dava dışı sürücüsünün de bu kazada kusurlu olacağından, CD görüntüleri izlenmeden düzenlenen kaza tespit tutanağı hadisenin seyrine uygun olmadığından ...gerekçelere istinaden iştirak edilemeyerek...Plakası ve sürücüsü belli olmayan ve soruşturma dosyasındaki olayı görüntüleyen... Güvenlik kaydı... göre, bu aracın sürücüsünün sevk ve idaresindeki aracıyla olay mahalli sokak başına yaklaşırken.... seyir hızını azlatarak sokak başına yaklaşması ve sokak başına geldiğinde de anayola çıkmadan önce aracının durdurarak solundan anayolu takip eden ve ilk geçiş hakkına sahip bulunan müteveffa motorsiklet sürücüsüne ...yol vererek onun geçisinden sonra yolun boş ve müsait olmasını bekleyerek sokaktan ana yola çıkış yapması durumunda bu kaza olmaz ve motorsiklet sürücüsü de sola manevra yapmayarak geriden seyirle gelen kamyonla çarpışarak hayatını kaybetmezdi, dolayısıyla davalı güvence hesabının sorumluluğunda bulunan plakası belli olmayan aracın sürücüsünün dava konusu ölümlü trafik kazasının oluşumunda asli kusurlu olduğu....Motorsiklet sürücüsü belgesiz ve... başında koruyucu kask olmamasına bağlı... riayetsizliği yanında seyir yönünde bulunan yan sokağın başına yaklaşması nedeniyle aynen kazada olduğu gibi kontrolsüz bir aracın kendi seyir yönünde çıkabileceğini göz önünde alarak ...seyir hızını azaltarak önündeki seyir alanının daha dikkatli ve kontrollü olarak seyrine devam etmemesi sonucu ...yan sokaktan ana yola çıkış yapan davalı güvence hesabı ile sigortalı aracı gördüğünde mecburi olarak sola manevra ile bu araçla çarpışmayı önlemiş olup, bu ani gelişen manevra sırasında bulunduğu sağ şeritten sola orta şeride geçtiği sırada, geriden aynı istikametten seyirle gelen... kamyonun muhtemelen sağ ön yan kısımlarının olduğu yerden çarpılarak sürüklenmesi sonucu... motosiklet sürücüsü... tali kusurlu olup......Kamyonun... önündeki seyir alanını daha dikkatli ve tedbirli olarak kontrolü altında tutarak... önündeki araçlarla, kendi aracı arasında güvenli takip mesafesi bırakarak seyretmesi ve seyir hızını yol, görüş trafik ve yük durumuna göre sevk ve idare etmesi gerekirken... motorsikletin... araçla çarpışmamak için mecburi olarak sola manevrasını gördüğünde motorsiklete çarpmamak için etkin fren tertibatına başvurmamasında bağlı (yine CD görüntülerine göre hafifçe fren tertibatı almış olduğu) ...kazanın oluşumunda ...tali kusurlu olduğu...KUSUR YÖNÜNDEN SONUÇ:...Dava konusu ...motorsiklet sürücüsü... trafik kazasının oluşumunda %.. kusurlu olduğu....Kamyonun ... trafik kazasının oluşumunda %.. kusurlu olduğu....Kazaya sebebiyet veren plakası ve sürücüsü belli olmayan aracın ise; ...trafik kazasının oluşumunda %.. kusurlu olduğu...." Ticaret Mahkemesinin 5/12/2017 tarihli kararıyla başvuruculardan Hülya ve Ali Osman Akar'a tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvuruculardan Feriha Akar hakkında bir hüküm kurulmamıştır. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...1-Davanın davalı [G.] Sigorta Şirketi yönünden haricen sulh nedeniyle konusuz kaldığından bu yönüyle karar verilmesine yer olmadığına,2-Davanın davalı Güvence Hesabı yönünden kabulü ile Hülya Akar yönünden 975,28 TL'nin Ali Osman Akar yönünden 356,96 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte tahsiliyle davacılara verilmesine,..." Başvurucular önce 16/1/2018 ve 18/1/2018 tarihli dilekçelerle istinaf talebinde bulunmuş ve diğer itiraz nedenlerinin yanı sıra başvurucu Feriha Akar hakkında hüküm kurulmamasına da itiraz etmişlerdir. Başvurucuların üçü de 18/10/2018 tarihli dilekçeyle, istinaf incelemesi talebinden güvence hesabıyla anlaşmaya varılması nedeniyle feragat ettiğini bildirmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 15/11/2018 tarihli kararıyla, davadan feragat edilmesi nedeniyle Ticaret Mahkemesinin 5/12/2017 tarihli kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/78488 | Başvuru, meydana gelen ölümlü trafik kazasına ilişkin olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütüne [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Kocaeli 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucunun eşi de Tokat Sulh Ceza Hâkimliğince 10/1/2017 tarihinde FETÖ/PDY'ye üye olma suçlamasıyla tutuklanmış ve Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu, farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşiyle telefon vasıtasıyla görüşme hakkından yararlandırılması talebiyle 27/1/2017 tarihli dilekçe ile Ceza İnfaz Kurumuna başvurduğunu ancak tarafına yazılı bir cevap verilmediğini belirterek ve telefon görüşme hakkına ilişkin olarak mevzuatta açık bir yasağın bulunmadığını vurgulayarak 10/2/2017 tarihinde Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 16/6/2017 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; hükümlü ve tutuklulara dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılabileceğine ilişkin olarak ilgili mevzuatta bir düzenleme bulunmadığı, tüm düzenlemelerin hükümlü ve tutuklunun dışarıda bulunan kişileri araması üzerine yapıldığı vurgulanmıştır. Öte yandan ceza infaz kurumlarındaki hükümlü ve tutukluların kullanımına tahsis edilen ankesörlü telefonların dışarıdan gelen aramalara kapalı olduğu, bu nedenle farklı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların telefonla görüşme yapabilmeleri için buna dair düzenlemelerin tüm ülkedeki ceza infaz kurumlarına yönelik yapılması gerektiği ifade edilerek şikâyetin yasal dayanağının olmadığı açıklanmıştır. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 28/7/2017 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Nihai karar 3/8/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından Ceza İnfaz Kurumuna 15/11/2019 tarihinde yazılan müzekkere ile başvurucunun tutuklu kaldığı süre boyunca kendisi gibi tutuklu bulunan eşiyle telefon vasıtasıyla görüşüp görüşmediği, mektup yoluyla haberleşme sağlayıp sağlamadığı hususlarında eldeki bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep edilmiştir. 18/11/2019 tarihli cevap yazısında; başvurucunun hükümözlü olarak Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu, ilgili mevzuat uyarınca ve benzer bir talebe ilişkin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 16/6/2017 tarihli görüş yazısı hakkında bilgilendirme yapılarak tutuklu kaldıkları dönemde başvurucu ile eşinin telefonla görüşme hakkından yararlandırılmadıkları belirtilmiştir. Daha sonra Genel Müdürlüğün 27/9/2018 tarihli görüş yazısı ile farklı ceza infaz kurumlarında kalmakta olan hükümlü ve tutukluların telefonla görüştürülmeleri ile ilgili gerekli kolaylığın sağlanması ve güvenlik tedbirlerinin alınması hususlarında talimat verildiği ifade edilmiştir. Bu talimat üzerine Ceza İnfaz Kurumunda bulunan ankesörlü telefonun 10/10/2018 tarihinden sonra dışarıdan gelen aramalara açılmasının sağlanmasının ardından hükümlü ve tutuklulara farklı bir kapalı ceza infaz kurumunda bulunan eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yaptırılmasına başlandığı bildirilmiştir. Başvurucunun bu tarih sonrasında farklı ceza infaz kurumda bulunan eşi ile telefon görüşmesi yapma yönünde herhangi bir talebinin bulunmadığı vurgulanmıştır. Diğer yandan başvurucu ve eşinin tutuklu kaldıkları dönemde 16/1/2017 ve 18/10/2017 tarihleri arasında mektup yoluyla iletişim kurdukları belirtilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden başvurucunun eşinin 19/10/2017 tarihinde Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan tahliye edildiği anlaşılmaktadır. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ekinci, B. No: 2016/38867, 3/7/2019, §§ 21- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34312 | Başvuru, tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğüne araştırmacı olarak atanmasına ilişkin idari işlemin iptaline dair Ankara İdare Mahkemesinin 23/2/2007 tarihli kararına göre hakkında işlem tesis edilmediğini ileri sürerek emsali sözleşmeli daire başkanına ödenen maaş ve diğer parasal haklardan oluşan zararının tazmini istemiyle 9/5/2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında hukuka aykırı karar verildiğini, sonradan yürürlüğe konulan özelleştirme kanunları ile yargı kararlarının uygulanamaz hale getirildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 19/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü Su Ürünleri Kredileri Müdürlüğünde müdür olarak görev yapmakta iken İdarenin 15/10/1998 tarihli işlemi ile müşavirlik görevine atanmış, söz konusu atama işleminin iptali istemiyle açtığı davada Ankara İdare Mahkemesinin 27/5/1999 tarihli kararıyla davanın kabulüne karar verilmesi sonucunda 13/8/1999 tarihinde Su Ürünleri Kredileri Müdürlüğü görevine iade edilmiştir. Başvurucu bu görevde iken Ziraat Bankası A.Ş. Yönetim Kurulunun 15/2/2000 tarih ve 2000/94 sayılı Su Ürünleri Kredileri Müdürlüğü ile Özel Tarımsal Krediler Müdürlüğü adı altında faaliyetlerini sürdürmekte olan birimlerin "Özel Nitelikli Tarımsal Krediler Müdürlüğü" adı altında birleştirilmesi kararı üzerine 18/2/2000 tarihinde yeniden Genel Müdürlük emrine müşavir olarak atanmış, anılan işleme karşı Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemenin 8/12/2000 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiş, temyiz üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 8/5/2003 tarihli ilâmıyla karar bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Ankara İdare Mahkemesinin 20/4/2004 tarihli kararı ile dava konusu idari işlemin iptaline karar verilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 16/3/2005 tarihli ilâmıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Söz konusu karar gereğince başvurucu 29/7/2004 tarihinde Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı olarak yeniden göreve başlatılmıştır. Başvurucu, 15/11/2000 tarih ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun'un 3/7/2001 tarihinde yürürlüğe giren 4684 sayılı Kanun'la değişik geçici maddesinin fıkrası uyarınca 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Kanun'un maddesine göre istihdam fazlası personel olarak bildirilmiş, Devlet Personel Başkanlığının 17/7/2002 tarihli işlemi ile DSİ Genel Müdürlüğüne araştırmacı olarak atanmıştır. Bu işleme karşı açılan davada, Ankara İdare Mahkemesinin 16/4/2003 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiş, kararın temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 8/6/2005 tarihli ilâmı ile davacının eski görev yeri olan Ziraat Bankasında Daire Başkanlığı kadrosunda görev yapanların araştırmacı kadrosuna atamasının yapılamayacağı belirtilerek karar bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Ankara İdare Mahkemesinin 23/2/2007 tarihli kararıyla başvurucunun DSİ Genel Müdürlüğü emrine araştırmacı olarak atanması işlemi iptal edilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 23/7/2007 tarihli iptal kararı üzerine başvurucu, Devlet Personel Başkanlığı tarafından unvan ve kariyerine uygun bir göreve yeniden ataması yapılıncaya kadar 17/7/2007 tarihinde istihdam fazlası personel kapsamında Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Daire Başkanı olarak görevine iade edilmiştir. Devlet Personel Başkanlığı tarafından başvurucunun DSİ Genel Müdürlüğüne müşavir olarak atandığının Ziraat Bankasına bildirilmesi üzerine 21/1/2008 tarihi itibarıyla Banka ile yeniden ilişiği kesilmiştir. Bu arada başvurucu, 4603 sayılı Kanun'un 16/7/2004 tarih ve 5230 sayılı Kanun'la değişik geçici maddesinin son fıkrası uyarınca 4046 sayılı Kanunun maddesine göre Ziraat Bankası A.Ş. Yönetim Kurulunun 21/9/2004 tarihli kararı ile yeniden istihdam fazlası personel olarak bildirilmiş, Devlet Personel Başkanlığı tarafından Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına araştırmacı olarak atanmış, 1/3/2005 tarihinde Ziraat Bankası ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu anılan işlemin ve 4046 sayılı Kanun Çerçevesinde Nakledilecek Personel Hakkında Tebliğ'in maddesinin cümlesinde yer alan ibarenin iptali istemiyle Danıştay Beşinci Dairesinde dava açmıştır. Danıştay Beşinci Dairesinin 6/4/2007 tarihli kararı ile dava konusu işlemlerin hukuka uygun olduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, söz konusu karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/12/2011 tarihli ilâmıyla onanmıştır. Başvurucu, T. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünde müşavir olarak görev yapmakta iken istihdam fazlası personel olarak 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun uyarınca DSİ Genel Müdürlüğü emrine araştırmacı olarak atanmasına ilişkin 2/7/2002 tarihli işlemin iptaline dair Ankara İdare Mahkemesinin 23/2/2007 tarihli kararına göre hakkında işlem tesis edilmediğini ileri sürerek emsali sözleşmeli daire başkanına ödenen maaş ve diğer parasal haklardan oluşan maddi ve manevi zararının tazmini istemiyle 9/5/2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 20/4/2011 tarih ve E.2008/800, K.2011/539 sayılı kararıyla, davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "Bakılan davada, davacı tarafından Ankara İdare Mahkemesinin 23/2/2007 tarih ve E.2007/75, K.2007/283 sayılı kararına göre işlem tesis edilmemesi nedeniyle uğranıldığı iddia olunan emsali sözleşmeli Daire Başkanına ödenen maaş ve diğer parasal haklardan oluşan 000,00 TL maddi ve yargı kararına uyulmaması nedeniyle duyulan elem ve üzüntüye karşılık 000,00 TL manevi olmak üzere toplam 000,00 TL tazminatın davanın açıldığı tarihten itibaren yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi isteminde bulunulduğu, maddi tazminatın dayanağı olarak; Bankada özel hukuk hükümleri statüsüne göre çalıştırılan aynı unvanda emsali sözleşmeli daire başkanlarına sağlanan maaş, ikramiye, temettü, tahsis edilen sivil plakalı araç için her ay ödenen benzin parası, yemek bedeli, temsil ödeneği, ev ve cep telefonu tahsisatı, gazete parası ile bilinmeyen diğer her türlü ilave ödemelerden oluşan parasal alacak toplamından bugüne kadar tarafına yapılmış ödemelerin düşülmesinden sonra geriye kalan miktarın gösterildiği anlaşılmaktadır. …. Olayda, davacının, davalı idarede 399 sayılı KHK hükümlerine göre görev yapması, kendisinin İş Kanunu hükümlerine göre sözleşme imzalamamış olması, 18/10/2001 tarih ve 10641 sayılı işlem ile istihdam fazlası personel olarak isminin Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi işlemine karşı süresi içinde dava açılmamış olması nedenleriyle ancak kendi iradesi ile geçilebilen ve davalı İdare ile aralarında özel hukuk ilişkisi kurulması ile ulaşılan sözleşmeli Daire Başkanı maaşının ödenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, davacı tarafından talep edilen maddi tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır. … Dava konusu olayda, davacı tarafından, hakkında verilen yargı kararlarının uygulanmasından davalı idarelerce kaçınıldığı iddia edilmekte ise de; yapılan incelemede, Ankara İdare Mahkemesinin 23/2/2007 tarih ve E.2007/75, K.2007/283 sayılı kararına uygun olarak işlem tesis edilerek kararın davalı idarelerce yerine getirildiği, davacı açısından davalı idareyi manevi tazminatla yükümlü tutabilecek nitelikte hizmet kusuru bulunmadığı anlaşıldığından, dayanağı bulunmayan manevi tazminat isteminin reddi gerekmektedir. “ Kararın temyizi üzerine, Danıştay Beşinci Dairesinin 3/10/2012 tarih ve E.2011/4815, K.2012/5632 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin, 28/5/2013 tarih ve E.2013/623, K.2013/4375 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 18/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 19/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi, maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6296 | Başvurucu, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğüne araştırmacı olarak atanmasına ilişkin idari işlemin iptaline dair Ankara 1 İdare Mahkemesinin 23/2/2007 tarihli kararına göre hakkında işlem tesis edilmediğini ileri sürerek emsali sözleşmeli daire başkanına ödenen maaş ve diğer parasal haklardan oluşan zararının tazmini istemiyle 9/5/2008 tarihinde Ankara 2. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasında hukuka aykırı karar verildiğini, sonradan yürürlüğe konulan özelleştirme kanunları ile yargı kararlarının uygulanamaz hale getirildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun ilgisiz gerekçeyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun aracına Ankara Emniyet Müdürlüğünce Ankara/Çankaya'da kırmızı ışık ihlali yaptığı gerekçesiyle 189 TL tutarında idari para cezası kesilmiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü Trafik Kural İhlal Tespit Formu'ndaki (form) fotoğrafta kırmızı ışık ihlalini gerçekleştiren aracın plakası 06 BD ...7 olarak göründüğü hâlde başvurucu hakkında düzenlenen 29/3/2015 tarihli trafik idari para cezası karar tutanağında araç plaka numarası 06 BG ...7 olarak yazılmıştır. Başvurucu, kendisine ait 06 BG ...7 plaka numaralı araç hakkında verilen idari para cezasına konu kural ihlalinin başka plakalı bir araç tarafından yapıldığını, ancak cezanın sehven kendisine ait plakaya kesildiğini iddia ederek anılan cezanın iptali için başvuruda bulunmuştur. Başvuru Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 18/6/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın başlık kısmında aracın plaka numarası 06 BG ...7 olarak belirtilmiştir. Red kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "İtiraz edenin dilekçesinde ileri sürdüğühususlar yerinde görülmediğinden, aksi sabit oluncaya kadar geçerli trafik idari para cezası tutanağının aksini ispata yeterli ve geçerli belge veya başkaca yasal bir delil sunulmadığından ve bu şekilde idari yaptırım kararı hukuka uygun bulunduğundan 5326 sayılı Kanunun 28/8-a.maddesi gereğince başvurunun reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur....İtiraz edenin dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar yerinde görülmediğinden, seri MA Sıra No : 9520342 sayılı 2015tarihlikarar tutanağı ile düzenlenen 189,00 -TL idari para cezası ile ilgili BAŞVURUNUN REDDİNE, ..." Karar 7/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15965 | Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun ilgisiz gerekçeyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taksirle ölüme neden olma suçundan başlatılan ceza yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların oğlu E.G. 2014 yılında İzmir'in Seferihisar ilçesinde gittiği bir kafede elektrik çarpması sonucu hayatını kaybetmiştir. Seferihisar Cumhuriyet Başsavcılığınca resen başlatılan soruşturmada tanık ve müşteki beyanlarına başvurulup gerekli raporlar alınmıştır. Soruşturma sonucu tanzim edilen 30/3/2014 tarihli iddianamede; müteveffa E.G.nin kaçak elektrikle ruhsatsız olarak çalıştırılan boks makinesinin önünden geçtiği sırada elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiği, ölüm olayının kafe sahibi Ü., kafeyi kiralayarak işleten E. ve boks makinesinin sahibi A.Ç.nin dikkatsizlik ve özensizliği sonucu meydana geldiği belirtilmiş ve şüphelilerin taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılmaları talep edilmiştir. Seferihisar Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde görülen yargılama sonucu 11/11/2015 tarihinde; meydana gelen ölüm olayında sanık E.nin asli, diğer sanıklar Ü ve A.Ç.nin tali derecede kusurlu oldukları gerekçesiyle sanık E.nin 2 yıl 6 ay, sanıklar Ü. ve A.Ç.nin 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiş; hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. HAGB kararlarına karşı taraflar itiraz etmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince yapılan itiraz incelemesi sonucu sanıklar Ü. ve A.Ç. hakkında verilen HAGB kararlarına karşı yapılan itirazlar reddedilirken sanık E. hakkında verilen HAGB kararına karşı yapılan itirazlar, ertelenen 2 yıl 6 aylık hapis cezası hükmünün süresi itibarıyla HAGB şartlarını oluşturmadığı gerekçesiyle kabul edilmiş; sanık E. hakkındaki HAGB kararı kaldırılmıştır. Mahkeme, E. hakkında yaptığı yeniden yargılama sonunda E.nin taksirle ölüme neden olma suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemenin 20/4/2016 tarihli kararına karşı katılanlar vekili ve sanık müdafii kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 17/5/2022 tarihli kararıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme bozma ilamına uyarak yeniden yaptığı yargılama sonunda E.nin bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemenin 30/1/2023 tarihli bu mahkûmiyet hükmü ikinci kez temyiz incelemesinden geçerek Dairenin 25/1/2024 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucular ilk temyiz incelemesi devam ederken 29/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon 2021/30937 numaralı başvurunun 2021/30896 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30896 | Başvuru, taksirle ölüme neden olma suçundan başlatılan ceza yargılamasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1979 doğumlu olan başvurucu, 2008 yılından itibaren Ankara Büyükşehir Belediyesinde (Belediye) Turizm Şube Müdürlüğü nezdinde usta öğretici olarak çalışmaya başlamış ve 2017 yılına kadar çalışmaya devam etmiştir. Belediye, 21/4/2017 tarihli kararla başvurucunun iş akdinin feshedilmesine karar vermiş ve aynı tarihte fesih kararı başvurucuya bildirilmiştir. Kararın gerekçesinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasında başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensupları tarafından kullanılan, kapalı devre haberleşme sistemi olan ByLock programı aboneliği bulunduğu tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle Belediye aleyhine 15/5/2017 tarihinde dava açmıştır. Ankara İş Mahkemesine (Mahkeme) sunulan dava dilekçesinde başvurucu; fesih gerekçesinde soyut bir tespite yer verildiğini, ByLock indirilen hattın hangi numaraya ait olduğu hususunun dahi belirtilmediğini, kendisine yönelik Başsavcılık tarafından başlatılmış bir işlem bulunmadığını, feshin geçersiz ve haksız olduğunu, bugüne kadar bahsi geçen örgütle hiçbir irtibatı olmadığı gibi ByLock programını da indirmediğini ve kullanmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme yargılama sürecinde başvurucuya ilişkin bilgi ve belgeleri toplamış, Başsavcılıktan gelen, 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasında yer alan ByLock sorgulama konulu cevapları incelemiş; başvurucunun tanıklarını dinlemiştir. Sonuç olarak 28/12/2017 tarihli kararla davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Öncelikle, davacı hakkında, Ankara Başsavcılığınca henüz savunma imkanı verilmemiş, kendisine tebliğ edilmemiş bir soruşturma bulunmakta olduğu, soruşturmanın da 29/08/2014 tarihinde bir kez davacının telefonuna FETO/PDY mensuplarının kullandığı kapalı devre program BYLOCK'un yüklü olduğunda ihtilaf bulunmayıp, Yargıtay uygulamalarında, hakkında mahkumiyet olmasa da, iddia düzenlenmese de, kamu ceza i soruşturması açılmış olması, iş yeri şüphe feshi kapsamında, geçerli fesih kabul görmekte ise de; ...davacının durumunda terör örgütü üyeliğinin ispatı ile olabilecek olup, bunun ise ancak mahkumiyet ile ispatlanabileceği, güveni temelden sarsma şartının ise yine sırf terör örgütü üyeliği kastı ile bylock'un indirildiği, indirilen programın teknik olarak abone dışında veya hataya uğratılarak, kanarak, bilmeden indirme ihtimali araştırılarak veya kullanmak maksadını ispatlar pek çok bylock kullanıcı ile görüşmenin tespiti ile ispatlanmış sayılabilecektir. Nitekim, terör örgütü üyeliğinin varlığında, Yargıtay uygulamaları ile getirilen ilkeler arasında bir defaya mahsus kayıt değil, söz konusu örgüt üye veya örgüt çatı mensupları ile görüşme sayıları önem arz etmektedir.İspat yükü kendisinde olan işveren sadece telefon da bylock programı ile iş akdini feshetmiş olup, mahkememizce davacının iki kez Savcılığından istenilen müzekkere cevabı ile basında, yetkililerince, duyurulan, hatanın öğrenilmesi, pişmanlığının başlangıcı kabul olarak görülen 17-25 Aralık 2014 tarihi öncesi hiç kullanılmamış bylock indirimi dışında başkaca şüphe gerektirecek aleyhe delil bulunmamaktadır." Davalı Belediye, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; başvurucunun .. numaralı hattı üzerinden ByLock programına ilk giriş tarihinin 29/8/2014 olduğunu, başvurucu hakkında her ne kadar mahkeme kararı bulunmasa da Başsavcılığın 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasından gelen yazıda ByLock programı aboneliği bulunmasının makul şüphe olarak değerlendirildiğini, başvurucunun usta öğretici olarak görev yapması nedeniyle ilgili mevzuat uyarınca başvurucuyu açığa alma imkânı olmadığından iş akdinin tek taraflı feshedildiğini, söz konusu işlemin hukuka uygun olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir. Başvurucu; istinaf dilekçesine karşı cevap dilekçesinde iş akdi feshedilirken savunmasının alınmadığını, Başsavcılık ve Millî İstihbarat Teşkilatından gelen müzekkere cevaplarında hatta tanımlı bir ByLock programı olduğunun belirtildiğini ancak yazışma içeriğine rastlanmadığını yani programı kullanmadığı hususunun sabit olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca ilk derece mahkemesinin karar verdiği gün Başsavcılık tarafından "ByLok Mağduru 480 Kişi" başlıklı bir liste yayımlandığını, bu listede örgütün ByLock tuzağı olan Morbeyin sebebi ile mağdur olan kişilerin telefon numaralarının yer aldığını, kendisinin programı indirdiği iddia edilen hatta ait numaranın da bu listede yer aldığını ifade etmiş ve söz konusu programın adını dahi darbe teşebbüsüne kadar duymadığını, örgütle hiçbir irtibatının bulunmadığını belirterek istinaf başvurusunun reddini talep etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 8/5/2018 tarihli karar ile istinaf talebinin kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Ankara Başsavcılığı 04/04/2017 tarih 2016/180056 B.S. Soruşturma dosyası yazı cevaplarından davacının telefonunda Bylock proğramı yüklü olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır. Yazı cevapları ve dosya kapsamı dikkate alındığında, FETÖ/PDY terör örgütünün haberleşme yöntemi olduğu bilinen bu proğramın davacının telefonunda bulunduğu tespiti karşısında davacının örgüt ile irtibatının bulunduğuna dair kuvvetli şüphe oluştuğu, bu durumda işverenin davacı ile iş sözleşmesini sürdürmesinin beklenemeyeceği, proğramı kullanıp kullanmadığını, hangi tarihte indirildiğini, savcılıkta ifadesinin alınıp alınmadığını araştırmasının işverenden beklenemeyeceği, feshin haklı neden kuvvetinde olmasa da en azından geçerli nedene dayandığının kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. İşverence haklı nedenle fesih yapıldığı savunulup, haklı nedenle olmasa da geçerli nedenle fesih olduğu tespit edildiğinde ise, yerleşik Yargıtay kararlarına göre artık fesih öncesi savunma alınmış olması şartı da aranmayacaktır. Buna göre, davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalı bulunmuş, davalı başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Nihai karar başvurucu vekiline 25/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'Morbeyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ... gerekmiştir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22127 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahpus hakkında disiplin cezası verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucunun haftalık telefonla görüşme sırasında telekonferans yöntemiyle görüşme gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendi gereğince bir ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası verilmiştir. Anılan disiplin kararında başvurucunun telekonferans yöntemiyle kimliği belirlenemeyen kişilerle görüştüğü, bu kişilerin görüşme esnasında kan ve kayın hısımlıkları belirlenemediğinden kurumda kaygıya sebebiyet verdiği ifade edilmiştir. Başvurucu; telefon görüşmesinde eşi, eşinin annesi ve babası, çocuklarıyla görüştüğünü, suç teşkil edebilecek bir söz ve davranışta bulunmadığını belirterek cezanın kaldırılması talebiyle Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itiraz yoluyla başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde başvurucu; eşi, çocukları ve kayın hısımlarıyla telefonda günlük konuşma yaptığını, telefon görüşmesinin idarenin denetimi ve gözetimi altında gerçekleştiğini, suç teşkil edecek bir durum bulunmadığını ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği 21/1/2020 tarihinde başvurucunun itirazının kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde idarenin gözetimi ve denetimi altında gerçekleştirilen telefon görüşmelerinde tutuklu ve hükümlülerin telekonferans yaparak üçüncü kişileri konuşmaya dahil etmelerinin mümkün olmadığı, başvurucunun görüşmeye üçüncü kişilerin dâhil edilmesi konusunda eşinden bir talebinin bulunmadığı, telekonferans yoluyla telefon görüşmesine diğer kişileri dâhil edenin başvurucunun eşi olduğu belirtilmiştir. Sayılan nedenlerle telekonferans yapılmasına katkısı olmayan başvurucu hakkında disiplin cezası verilmesinin suçların ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olacağı ve yapılan görüşmede de kurumda korku, kaygı veya panik havası oluşturacak bir konuşmanın geçmediği sonucuna ulaşıldığı vurgulanmıştır. Anılan karara karşı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazda telefon görüşme kurallarına aykırı olarak önceden bildirilen kişi haricinde ve bildirilen telefondan başka bir telefona bağlantı kurularak telekonferans adı verilen görüşme yapıldığının tutanakla tespit edildiği belirtilmiş olup bu durumun kurumda kaygı yaratabileceği vurgulanmıştır. Silivri Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından 24/2/2020 tarihli kararla Başsavcılığın itirazının kabulüne ve İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararın kaldırılmasına hükmedilmiştir. Kesin olarak verilen kararın gerekçesinde; dosya içerisinde yer alan tutanak kapsamı itibarıyla başvurucunun eşi ile yaptığı görüşmede telekonferans yoluyla üçüncü bir kişinin görüşmeye katıldığı, izin verilen kişiden farklı bir kişiyle telefon görüşmesi yapılmasının açıkça kanuna aykırı olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında izin verilmeyen kişiyle görüşme yapılmasının görüşmenin kötüye kullanılmasına ve örgütsel iletişim sağlanmasına yol açabileceği, bu durumun idarenin zafiyet içerisinde bulunduğu telakkilerine sebep olabileceği, böylece telefon ile görüşme hakkı olmayan kişiyle yapılan görüşmenin kurumda kaygıya neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 13/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 30/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15888 | Başvuru, mahpus hakkında disiplin cezası verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 1/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 18/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38876 | Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 17/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16048 | Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği, bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Bireysel Başvuruya Dayanak Davaya İlişkin Süreç Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2011 yılından itibaren çeşitli taşeron şirketler bünyesinde Van Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğü (VASKİ) nezdinde sözleşmeli çalışırken 27/11/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 13/12/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, sözleşmesi feshedilirken savunması alınmadığı gibi ihbar kurallarına uyulmadığını belirtmiştir. İşyerinde çalıştığı süre boyunca herhangi bir sorun yaşamadığını ifade etmiş, haksız gerekçeye dayanılarak yapılan feshin geçersizliğine karar verilmesini talep etmiştir. Van İş Mahkemesi (Mahkeme) 25/4/2018 tarihinde davayı kabul ederek feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararda, olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeye ulaşılamadığı belirtilmiştir. İş sözleşmesinin feshinde fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilmediği, başvurucunun savunmasının alınmadığı ve feshin geçerli bir nedene dayanmadığı açıklanmıştır. İşveren tarafından iş sözleşmesini doğrudan feshetmek yerine işçinin mesleği ve nitelikleri nedeniyle başka bir yerde değerlendirilmesi imkânı olup olmadığı değerlendirilmeden iş sözleşmesinin doğrudan feshedilmesi karşısında feshe son çare olarak başvurulmadığı dile getirilmiştir. VASKİ 18/5/2018 tarihinde karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 26/6/2018 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek mahkeme kararını ortadan kaldırmış ve davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; dosyaya getirtilen bilgi ve belgelerden davacı hakkında terör örgütü ile ilgili olarak soruşturma yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Söz konusu soruşturma ilgi tutularak durumun alt işverene bildirildiği nazara alındığında;taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiği, fesih tarihi itibariyle işe iade davası bakımından en azından geçerli nedenin bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu nedenlerle davalıların istinaf itirazları yerinde görülmüş ve istinaf taleplerin kabulüne karar verilerek davanın reddine yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Nihai karar, başvurucuya 11/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Davasına İlişkin Süreç Van Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar ve Terör Suçları Soruşturma Bürosunun 2/2/2018 tarihli yazısında, başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca herhangi bir soruşturma yürütülmediği belirtilmiştir. Başsavcılık Terör Suçları Soruşturma Bürosunun 8/2/2018 tarihli yazısında, başvurucu hakkında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan sorgulamada PKK, KCK, DHKP-C, El Kaide ve DAEŞ terör örgütleri yönünden herhangi bir kayda rastlanmadığı belirtilmiştir. Van Valiliği Emniyet Müdürlüğünün (Emniyet Müdürlüğü) 17/1/2018 tarihli yazısında, başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile alakalı olarak herhangi bir kayda rastlanmadığı ifade edilmiştir. Emniyet Müdürlüğünün 16/2/2018 tarihli yazısında, başvurucu hakkında Başsavcılığın 2012/673 sayılı soruşturma kapsamında tahkikat yürüttüğü ifade edilmiştir. Van İş Mahkemesi 26/3/2018 tarihli müzekkere ile Başsavcılıktan 2012/673 Sor. sayılı dosyanın hangi suça istinaden yürütüldüğü hususunda bilgi istemiştir. Başsavcılığın 27/3/2018 tarihli yazısında, belirtilen soruşturma numarası UYAP üzerinden sorgulandığında3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanun'a muhalefet suçuyla dava açıldığı, dosyanın Van Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/117 esasına kaydının yapıldığı belirtilmiştir. Van Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/117 Esas sayılı dosyasının başvurucu adına değil sanık O.Y. adına olduğu görülmüştür. Sanık 4733 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan yargılanarak 26/3/2013 tarihinde adli para cezası ile cezalandırılmıştır. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25158 | Başvuru, işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddine ilişkin Yargıtay Başkanlar Kurulu kararına karşı başvurulacak bir yargısal mercinin bulunmaması, kanuna uygun olarak kurulmayan ve tarafsız olmayan mahkemede yargılama yapılması, soruşturmaya dayanak bilgi ve belgelerin tebliğ edilmemesi ve Yargıtay Başkanı'nın konuşmasında ve disiplin cezası kararında masumiyeti ihlal eden ifadelere yer verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1960 doğumlu olup bireysel başvuruyu yaptığı tarihte Ereğli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktadır. Başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (Hâkimler ve Savcılar Kurulu/HSK) tarafından 24/2/2011 tarihinde Yargıtay üyeliğine seçilmiştir. A. Başvurucunun Yargıtay Üyeliğinin Sona Ermesine İlişkin Süreç 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'la 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda değişiklikler yapılmıştır. Buna göre Yargıtay ve Danıştayın daire ve üye sayısı azaltılmış, Yargıtay ve Danıştay üyeliği 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Yargıtayın 516 olan üye sayısı 310, Danıştayın 195 olan üye sayısı da 116'ya düşürülmüştür. Bu çerçevede 6723 sayılı Kanun'un maddesiyle 2797 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesiyle 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay üyelerinin üyelikleri sona erdirilmiştir. 6723 sayılı Kanun, 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucunun Yargıtay üyeliği 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle 23/7/2016 tarihinde kendiliğinden sona ermiştir. HSK Genel Kurulu 6723 sayılı Kanun'la görevi sona erdirilen Yargıtay ve Danıştay üyelerinin bir kısmını 25/7/2016 tarihinde yeniden Yargıtay ve Danıştay üyesi olarak seçmiştir. Başvurucu, HSK tarafından yeniden Yargıtay üyesi seçilmemiş; 1/8/2016 tarihinde Yargıtay tetkik hâkimi olarak atanmıştır.B. Başvurucunun Meslekten Çıkarılmasına İlişkin Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkemelerin üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). En son Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmaktayken başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. HSK Genel Kurulu da 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, FETÖ/PDY'ye ilişkin genel bilgilere ve örgüt talimatı doğrultusunda gerçekleştirildiği değerlendirilen bazı soruşturmalarla ilgili açıklamalara yer verildikten sonra özetle şu değerlendirmeler yapılmıştır:i. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) ve maddeleri birlikte değerlendirildiğinde başta FETÖ/PDY olmak üzere devletin millî güvenliğine aykırı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı veyahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin tamamının tüm kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılması sonucuna ulaşılmak istendiği anlaşılmaktadır.ii. Buna göre 667 sayılı KHK'nın ve maddelerinde öngörülen meslekten veya kamu görevinden çıkarma; adli suç veya disiplin suçu işlenmesi sebebiyle uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütlerinin ve millî güvenliğe aykırı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya grupların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğindedir. iii. FETÖ/PDY'nin neredeyse tüm kamu kurumlarında örgütlenmesi ve darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olması potansiyel tehdidi mevcut tehlikeye dönüştürmüştür. Demokratik anayasal düzenin sürdürülmesi için olağanüstü tedbirlerin alınması zorunlu hâle gelmiştir. iv. HSK'nın 667 sayılı KHK'nın maddesi kapsamında yapacağı değerlendirme; hâkim ve Cumhuriyet savcılarının millî güvenliğe aykırı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum ve gruplara üyeliğinin, mensubiyetinin, bunlarla irtibatının ya da iltisakının bulunup bulunmadığının tespitine yöneliktir. v. Ekli listede yer alan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakının bulunduğu sonucuna aşağıdaki hususlar dikkate alınarak varılmıştır:- Somut olayın özellikleri- İlgililerin adaylık dönemindeki faaliyetleri, mesleğe kabulleriyle başlayan hizmet içi eğitim ve yabancı dil eğitimlerine katılımlarına, yurt dışına gönderilmelerine, özel yetkili savcılıklara ya da mahkemelere yahut idari görevlere atanmalarına ilişkin bilgiler- Teftiş Kurulu Başkanlığına başkan, başkan yardımcısı ya da müfettiş sıfatıyla, idari kurumlara tetkik hâkimi, daire başkanı veya daire başkan yardımcısı, genel müdür ya da genel müdür yardımcısı sıfatıyla yapılan atamalarda dikkate alınan kriterler- Özlük dosyalarındaki bilgi ve belgeler, sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlar, HSK'ya intikal eden şikâyetler ve bunlar üzerine yapılan inceleme, soruşturmalar ve verilen kararlar- FETÖ/PDY ile ilintili olan dosyalara bakan hâkim ve savcıların bu dosyalarda yaptığı değerlendirmeler ve verdiği kararlar - Örgüt mensuplarının haberleşme için kullandığı şifreli programda yer alan kayıtlar - HSK'nın güvenlik birimlerinin hazırladığı raporlarla örgütle bağlantılı olduğu sabit olan üyeleri hakkında tayin ettiği disiplin cezaları ve bu kararlarda kullanılan muhalefet şerhleri - Sosyal çevre bilgileri ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen bilgi ve belgeler- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan ifadelere ilişkin tutanaklar Başvurucunun yeniden inceleme talebi HSK Genel Kurulunun 29/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, meslekten çıkarılmaya ilişkin karara karşı Danıştay Beşinci Dairesinde iptal davası açmıştır. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçlamasıyla 18/7/2016 tarihinde başlatılan soruşturma, 29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesiyle 2797 sayılı Kanun'un maddesinin mülga altıncı fıkrasında yapılan değişikliğe istinaden düzenlenen fezlekeyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11/10/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun terör örgütüne üye olduğu kanaatine varılarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede, darbe girişimi sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında eski HSK üyeleri ile Yargıtay üyesi olan A.H., A.B., İ.O., İ., K.T. ve gizli tanık Murat'ın verdiği ifadelerin başvurucuyla ilgili kısmına aynen alıntılanmak suretiyle yer verilmiş; ayrıca eski Bakanlık Müsteşarı B.E.nin ifadesinde başvurucunun isminin FETÖ/PDY'ye mensup kişiler arasında sayıldığı belirtilmiştir. İddianamede, başvurucunun ByLock kullanıcısı olduğu yolunda bir tespit bulunmamakla birlikte örgüt kurucusunun talimatı sonrası örgüt üyesi H.S. tarafından verilen paranın başvurucunun kardeşi adına Bank Asyaya yatırılması konusunda bazı örgüt üyelerinin ByLock üzerinden yazıştıkları ifade edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, tanık ifadelerine dayanarak başvurucunun öğrencilik döneminden beri örgüt içinde yer aldığını ve 2010 yılında yapılan HSK seçimlerinden sonra örgütün HSK'da çoğunluğu ele geçirmesi üzerine Yargıtay üyesi olarak seçildiğini belirtmiştir. İddianamede, başvurucunun Yargıtay üyesi olarak görev yaptığı dönemde örgütün ilgilendiği davaların örgütün istediği yönde sonuçlanması için çaba sarf ettiği ifade edilmiştir. İddianamede ayrıca ByLock yazışmalarında başvurucunun isminin örgüt üyesi olarak geçtiği vurgulanmıştır. İddianame 9/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 27/6/2019 tarihli kararıyla başvurucu, FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Kararda tanık ifadelerine, başvurucunun örgüt kurucusunun talimatından sonra kardeşinin hesabı üzerinden Bank Asyaya para yatırdığına ilişkin ByLock yazışmalarına, Yargıçlar ve Savcılar Derneğine üye olduğu tarihe ve mali analiz raporuna dayanılmıştır. Mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17/3/2021 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. Başvurucunun Yargıtay Üyeliğinden Çekilmeye Davet Edilmesine İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17/7/2016 tarihli yazısıyla, 133'ü fiilen görevde olmak üzere toplam 140 Yargıtay üyesi hakkında soruşturma başlatıldığı hususu Yargıtay Başkanlığına bildirilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 133 Yargıtay üyesinin mevcut yetkilerinin kaldırılmasına, haklarında ceza soruşturması başlatılan -emekli olanlar da dâhil- 140 Yargıtay üyesinin fiillerinin soruşturulması için Yüksek Disiplin Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Yüksek Disiplin Kurulunun 18/7/2016 tarihli kararıyla Yargıtay Hukuk Dairesi Başkanı soruşturma yapmak üzere muhakkik olarak görevlendirilmiştir. Muhakkik tarafından 12/9/2017 tarihli yazıyla, savunma yapması için başvurucuya on gün süre verilmiştir. Yazıda, 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan darbe girişimi sonrasında yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan hakkında ceza soruşturması başlatıldığı belirtilmiş ve 2797 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca, bununla bağlantılı olarak savunma yapması başvurucudan istenmiştir. Muhakkik tarafından 8/5/2018 tarihli soruşturma raporu hazırlanarak Yüksek Disiplin Kuruluna sunulmuştur. Raporda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı fezleke ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği iddianamede yer alan deliller incelendiğinde başvurucunun da aralarında olduğu eski Yargıtay üyelerinin FETÖ/PDY'nin yargı yapılanmasında yer aldıklarının, örgütün hiyerarşik yapılanmasında bilerek ve isteyerek bulunmak suretiyle terör örgütü üyesi olduklarının anlaşıldığı belirtilmiş, görevden çekilmeye davet yaptırımının uygulanması önerilmiştir. Yüksek Disiplin Kurulu 21/6/2018 tarihinde 2797 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca başvurucu hakkında görevden çekilmeye davet tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. 12/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilen kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmalarda eski HSK üyeleri A.H., İ.O., K.T., K.Ö. ve B.E. ile eski Yargıtay üyesi İ. ifadelerinde, haklarında disiplin soruşturması yapılan ve başvurucunun da aralarında bulunduğu eski Yargıtay üyelerinin FETÖ/PDY mensubu olduğu yönünde beyanlarda bulunmuştur.ii. 2010 yılında yapılan seçim sonucunda HSK'da çoğunluğu ele geçiren FETÖ/PDY'ye mensup üyelerin evlerinde yapılan toplantılarda örgütün kurucusu ve yöneticisi Fetullah Gülen tarafından bildirilen sayıya istinaden yüksek yargıyı ele geçirmek için Yargıtay üyesi olarak seçildikleri anlaşılmaktadır. iii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan fezlekeler incelendiğinde görev esnasında FETÖ/PDY adına hareket edildiğine dair delil tespit edilmiştir. iv. Terör örgütleriyle veya Anayasa'ya aykırı faaliyette bulundukları tespit edilen yapı, oluşum ve gruplarla bağı olduğu saptanan yüksek yargı mensuplarının bu davranışları; Yargıtay üyeliği onur ve vakarına dokunan, kişisel haysiyet ve itibarını kıran ve görev icaplarına uymayan, yüksek yargının güvenilirliğine zarar veren fiillerdir. v. Örgütün talimatları doğrultusunda Yargıtayın içinde yapılandıkları, seçimlerde örgüt tarafından seçilmesi istenen kişiler lehine blok oy kullandıkları, örgüt yönünden önemli dosyalarda örgütün çıkarları doğrultusunda karar verilmesi için çabaladıkları, bu şekliyle görevleri sırasında FETÖ/PDY adına hareket ettikleri anlaşılan eski Yargıtay üyeleri Yargıtay üyeliği onur ve vakarına dokunan, kişisel haysiyet ve itibarını kıran, görev icaplarına uymayan davranışlar sergilemiştir. Başvurucu, bu karara karşı 27/12/2018 tarihli dilekçeyle Yargıtay Başkanlar Kuruluna itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucu, itiraz dilekçesinde;i. Disiplin soruşturması raporu ve eklerinin tebliğ edilmediğini, bu sebeple savunma için yeterli kolaylığa sahip olamadığını belirtmiştir. Savunma istem yazısında hangi filleri ihlal etmekle itham edildiğinin gösterilmediğini, bunun da savunma hakkını kısıtladığını öne sürmüştür. ii. Tebliğ edilen yaptırım kararında Yüksek Disiplin Kurulu üyelerinin kimler olduğunun yazılı olmadığını, bu nedenle bu kişilerin tarafsızlığına yönelik şikâyetlerini dile getirme imkânı bulamadığını ifade etmiştir. iii. Yüksek Disiplin Kurulu ve Başkanlar Kurulunun siyasi iktidarın yargıyı kontrol altına alma çabası olarak 6723 sayılı Kanun'dan sonra oluşturulduğunu ve tarafsız olmadığını savunmuştur. Adil yargılanma hakkı güvencelerinin Yüksek Disiplin Kurulu kararını denetleyecek olan Başkanlar Kurulunun kararları yönünden de geçerli olduğunu belirtmiş, aynı zamanda Başkanlar Kurulu başkanı olan Yargıtay Başkanı'nın 2017 adli yıl açılışında yaptığı konuşma gözetildiğinde adil ve tarafsız bir denetim yapmasının mümkün olmadığını iddia etmiştir. iv. Başkanlar Kurulu kararına karşı başka bir yargı merciine başvurulamamasının etkili başvuru hakkını ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. v. Yüksek Disiplin Kurulu kararında her bir kişi hakkında kişisel değerlendirme yapılmadığını, ilgili ve yeterli bir gerekçeye yer verilmediğini ifade etmiştir. vi. 12/9/2017 tarihli savunma istem yazısında o tarihte henüz düzenlenmemiş 11/10/2017 tarihli iddianameye dayanıldığını, muhakkik tarafından görülmesi mümkün olmayan belgelere dayanılmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir. vii. HSK'nın 24/8/2016 tarihli kararında, HSK Başkanvekili Y.nin Twitter hesabında, Yargıtay Başkanı'nın 2017 adli yılı açılış konuşmasında ve Cumhurbaşkanı'nın bazı açıklamalarında masumiyet karinesini zedeleyen ifadelere yer verildiğini iddia etmiştir.viii. Yüksek Disiplin Kurulu kararında dayanılan tanıkların ve ifadelerinin güvenilir olmadığını ileri sürmüştür. Yargıtay Başkanlar Kurulu 24/5/2019 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 2797 sayılı Kanun'un maddesi gözetildiğinde ceza yönünden açılan soruşturma ve kovuşturmaların disiplin işlemi yapılmasına engel teşkil etmeyeceği ifade edilmiştir. Kararda başvurucunun hakkında başlatılan disiplin sürecinde savunmasını yapabildiği ve soruşturma raporunun Yargıtay İç Yönetmeliği'nin maddesine uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun Yargıtay üyesi olduğu dönemde işlediği suçlardan dolayı Yargıtay tarafından disiplin yönünden soruşturulmasının mükerrerliğe yol açmadığının değerlendirildiği kararda, başvurucunun disiplin soruşturması sürecinde tutuklu bulunması sebebiyle dosyanın fiziken inceletilememesinin hukuka aykırı olmadığı kabul edilmiştir. Kararda ayrıca delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı vurgulanmıştır. Nihai karar 20/9/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/10/2019 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. E. Diğer Gelişmeler Olayların gerçekleştiği dönemde Yargıtay başkanı ve aynı zamanda Başkanlar Kurulunun başkanı olan İ.R. 5/9/2017 tarihinde adli yıl açılış konuşmasında şu sözleri sarf etmiştir:"Türk yargısı, adalet sistemini ele geçirmeye çalışan FETÖ/PDY terör örgütü mensuplarına karşı çok kısa sürede güçlü bir refleks göstermiş, özellikle darbe girişiminin ortaya çıktığı ilk saatlerde bu kişileri görevden uzaklaştırmıştır. Yaklaşık 40 yıldan beri diğer kamu kuruluşlarının yanı sıra adalet teşkilatına da sızanların teşkilattan ayıklanması yargı sisteminin çok önemli bir başarısıdır. Bu anlamda Türk yargısı 15 Temmuz darbe girişimine karşı en etkili ve cesur adımları atarak Yüce Türk Milletinden aldığı kutsal emaneti, sadece ve sadece yüce Türk Milletinin üstün yararına kullanılabileceğini göstermiştir. Emanete ihanet ederek, kamu görevini ve özellikle yargı yetkisini belli bir örgütün amaçları doğrultusunda kullananlara ise adaletten başka bir borcumuz bulunmamaktadır. Bu kişilerin adil bir şekilde yargılanması, hukukumuzda öngörülen cezalara çarptırılması ve sarsılan kamu düzeninin yeniden tesisi kuşkusuz sağlanacaktır. İşleyen yargı sürecinin titizlikle yürütülmesi, mahkûmiyetlerin objektif delillere dayandırılması, adil yargılama hakkına saygı gösterilmesi hem mağduriyetleri önleyecek hem de bir kısım suçların ve suçluların cezasız kalmasına engel olacaktır. Bizim görevimiz, duyguyla, coşkuyla, önyargı ile davranmak değil, Türk hukuk sisteminin son yıllarda büyük bir başarı ile yükselttiği insan haklarına ilişkin standartlardan taviz vermeden objektif delillere göre karar vermektir. ...Üçüncü ve son olarak, terör örgütüne üye olan hakim ve savcıların meslekten uzaklaştırılmaları son derece önemli bir başarı olmasına karşın, tamamen bir güven mesleği olan hakimlik ve savcılık mesleğini icra edenlerin yaklaşık 1/3’ünün terörist faaliyetlerin odağında yer alması, halkın gözünde yargıya olan güveni elbette sarsacak bir durumdur. Toplumun en çok güven duyması gereken meslek mensuplarının bir terör örgütünün amaçları doğrultusunda hareket etme ihtimali dahi tek başına bir toplumun şaşkınlık ve sarsıntı yaşamasına yeterlidir." A. Ulusal Hukuk 2797 sayılı Kanun'un "Başkanlar Kurulları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtayda; Birinci Başkan ile birinci başkanvekillerinden ve daire başkanlarından oluşan Başkanlar Kurulu...." 2797 sayılı Kanun'un "Yüksek Disiplin Kurulu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Disiplin Kurulu; Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekillerinden kıdemli olanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile altı hukuk ve üç ceza dairesi başkanları ve başkanlarının katılmadığı dairelerin beş üyesinden oluşur.Yüksek Disiplin Kurulunda ayrıca, Kurula asıl üye olarak katılmayan daire başkanları ile bunların dışındaki dairelerin birer üyesi yedek üye olarak bulunur" 2797 sayılı Kanun'un "Başkanlar Kurullarının görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Başkanlar kurullarının görevleri şunlardır: Başkanlar Kurulunun Görevleri:...d) Birinci Başkanlık Kurulu, Yüksek Disiplin Kurulu ile Yönetim Kurulu kararlarına karşı yapılan itirazları kesin olarak karara bağlamak. Bu itirazların incelenmesinde karara katılan kurul üyesi daire başkanları Kurula katılamaz ve eksiklikler o dairenin kıdemli üyeleriyle tamamlanır....Başkanlar kurullarının itiraz üzerine veya doğrudan doğruya verdikleri bütün kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz." 2797 sayılı Kanun'un "Yüksek Disiplin Kurulunun görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Disiplin Kurulu; Yargıtay üyeliği vakar ve onuruna dokunan, kişisel haysiyet ve itibarını kıran veya görev icaplarına uymayan davranışlarından dolayı Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili hakkında disiplin kovuşturmasını gerektiren eylemin ağırlığına göre 'Uyarma' veya 'Görevden çekilmeye davet' işlemlerinden birini uygular." 2797 sayılı Kanun'un "Yüksek Disiplin Kurulunun çalışması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"19 uncu maddede yazılı eylem ve davranışları her ne biçimde olursa olsun haber alan Birinci Başkan gerekli soruşturma işlemini yapmak üzere durumu Birinci Başkanlık Kuruluna bildirir.Adalet Bakanlığı ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan gelen ihbar ve şikayetlerin sonucu Adalet Bakanlığına veya Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bildirilir....Soruşturma dosyasının Yüksek Disiplin Kuruluna intikali üzerine, Başkan, hakkında soruşturma yapılandan daha kıdemli olan bir başkan veya üyeyi gerekli soruşturmayı yapmak üzere görevlendirir. Görevlendirilen başkan veya üye gerekli ise konu ile ilgili bilgi ve delilleri toplar, lüzum gördüğü kimseleri yeminle dinler. Bütün daire, kurum ve kuruluşlar ile gerçek ve tüzelkişiler sorulan hususlara cevap vermek zorundadır....Savunmanın alınması ve soruşturmanın bitiminde, görevli başkan veya üye sonucu kanaati ile birlikte bir rapor halinde Yüksek Disiplin Kuruluna sunar....Yüksek Disiplin Kurulu delilleri serbestçe takdir eder.Bu kararlar aleyhine tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde Başkanlar Kuruluna itiraz edilebilir. İtirazın incelenmesinde karara katılan Yüksek Disiplin Kurulu üyeleri kurula katılamaz ve eksikler o dairelerin kıdemli üyeleriyle tamamlanır. İtiraz üzerine inceleme evrak üzerinde yapılır. İtiraz yerinde görülürse ceza tümüyle kaldırılır veya değiştirilir.İlgili kesinleşmiş olan görevden çekilmeye davet kararının tebliğinden itibaren bir ay içinde görevden çekilmediği veya emekliliğini istemediği takdirde çekilmiş kabul edilir. Bu bir aylık süre içinde ilgili izinli sayılır." 2797 sayılı Kanun'un "Kişisel ve görevle ilgili suçlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir. (Mülga altıncı fıkra: 2/1/2017-KHK-680/5 md.; Yeniden düzenleme: 17/4/2017-KHK-690/2 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/4 md.) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.Haklarında inceleme ve soruşturma yapılacakların, inceleme ve soruşturma mercilerinin tayininde son görev ve sıfatları esas alınır. Sıkıyönetim Kanununda sözü edilen yetkili izin mercii, Yargıtay Büyük Genel Kuruludur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir... Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır...." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin suç isnadıyla ilgili boyutunu Engel kriterleri olarak adlandırılan üç kritere dayandırmaktadır. İlk kriter suçun ulusal hukuktaki nitelendirilmesi, ikinci kriter suçun niteliği ve üçüncü kriter ise ilgili kişiye verilebilecek olan cezanın ağırlığıdır (Ramos Nunes de Carvalho e Sá/Portekiz [BD], B. No: 55391/13, 6/11/2018, § 122). AİHM ayrıca cezanın niteliğini de değerlendirmiştir (Öztürk/Almanya [GK], B. No: 8544/79, 21/2/1984, § 50). AİHM'e göre birinci kriterin diğer kriterlere göre göreceli olarak ağırlığı olsa da değerlendirme için birinci kriter ancak bir başlangıç noktası oluşturur. Şöyle ki eğer taraf devletin iç hukuku bir eylemi suç olarak nitelendirmiş ise bu, maddenin kapsamının uygulanması bakımından belirleyicidir. Ancak ulusal hukukta böyle bir nitelendirme yoksa AİHM yine de başvuru konusu edilen cezai sürecin ulusal sınıflandırmasının ötesine bakacak ve maddi gerçeği inceleyecektir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 23/11/1976, § 81). Sözleşme'nin maddesinin kapsamının uygulanmasını belirleyecek daha önemli bir kriter olarak değerlendirilen (Jussila/Finlandiya [BD], B. No: 73053/01, 23/11/2006) suçun türü ise şu faktörlerin hesaba katılmasını gerektirmektedir:i. Başvuruya konu cezai sürecin doğrudan -örneğin bir meslek grubu gibi- belirli bir gruba mı yönelik olduğu yoksa herkes için bağlayıcılığı olan genel bir etki mi yarattığı (Bendenoun/Fransa, B. No: 12547/86, 24/2/1994, § 47)ii. Cezai sürecin kamu gücünü kullanan bir kamu otoritesi tarafından yürütülüp yürütülmediği (Benham/Birleşik Krallık, B. No: 19380/92, 10/6/1996, § 56)iii. Cezai sürecin cezalandırıcı ya da caydırıcı bir amacının olup olmadığı (Öztürk/Almanya, § 53; Bendenoun/Fransa, § 47)iv. Cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın uygulanmasının bir suç tespitine bağlı olup olmadığı (Benham/Birleşik Krallık, § 56)v. Benzer cezai süreçlerin diğer taraf devletlerin hukuklarında nasıl sınıflandırıldığı (Öztürk/Almanya, § 53) Üçüncü ve son kriter olan cezanın türü ve ağırlığı ise maddenin uygulanma kapsamının belirlenmesinde cezai sürecin sonunda öngörülen cezanın olası en yüksek miktarının da dikkate alındığını ortaya koymaktadır (Campell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/77, 7878/77, 28/6/1984, § 72; Demicoli/Malta, B. No: 13057/87, 27/8/1991, § 34). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin cezai süreçler bakımından kapsamının belirlenmesinde Engel ve diğerleri/Hollanda başvurusuna ilişkin kararda altı çizilen ikinci ve üçüncü kriterlerin birlikte uygulanması gerekli değildir. Yine de her bir kriterin ayrı ayrı analizi üzerinden sonuca varılamayan durumlarda kriterlerin kümülatif olarak değerlendirilmesine ilişkin bir yaklaşım da benimsenebilir (Bendenoun/Fransa, § 47). AİHM Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hak ve uyuşmazlıklar kolunun uygulanabilirliğine ilişkin içtihadını Regner/Çek Cumhuriyeti ([BD], B. No: 35289/11, 19/9/2017, §§ 99-112) kararında toparlamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" AİHM 'medeni' kol bağlamında maddenin uygulanabilir olması için Sözleşme'de korunup korunmadığından bağımsız olarak ulusal hukukta tanınan -en azından savunulabilir bir temeli bulunan- bir 'hak' ile ilgili bir 'uyuşmazlık' olması gerektiğini tekrarlar. Uyuşmazlık samimi ve ciddi olmalıdır. Uyuşmazlık sadece bir hakkın gerçek varlığıyla değil, hakkın kapsamı ve uygulanma şekliyle de ilgili olabilir. Son olarak yargılamanın sonucu söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır. Ancak hafif bağlantılar ya da uzak sonuçlar maddenin devreye girebilmesi için yeterli olmaz. AİHM hakkın varlığıyla ilgili olarak, ulusal hukukun ilgili hükümlerinin ve ulusal mahkemelerin bunlara ilişkin yorumlarının başlangıç noktası olması gerektiğini tekrarlar. maddenin (1) numaralı fıkrası 'hak ve yükümlülükler' için taraf devletin maddi hukukunda herhangi bir somut içerik garanti etmez. AİHM taraf devletin ulusal hukukunda yasal bir temeli bulunmayan maddi bir hakkı maddenin (1) numaralı fıkrasının yorumu yoluyla türetmeyebilir. ... Vilho Eskelinen ve diğerleri içtihadında üretilen kriterlere göre, kamu hizmetlerinde istihdam edilen kamu çalışanlarıyla ilgili olarak iki koşul gerçekleşmedikçe taraf devlet AİHM önünde başvurucuyu maddede yer alan korumanın kapsamı dışına çıkarmak bakımından başvurucunun kamu görevlisi statüsüne dayanamaz. Birincisi, devlet kendi ulusal hukukunda söz konusu görev veya kamu çalışanı kategorisi için dava yolunu kapalı tuttuğunu açık bir biçimde düzenlemelidir. İkincisi, dava yolunun kapalı hale getirilmesi objektif temele dayalı bir devlet yararı ile haklılaştırılmalıdır. Dava yolunun kapalı tutulmasının haklılaştırılabilmesi için bir işveren olarak devletin, ilgili kamu görevlisinin kamu gücünün kullanımına katıldıklarını veya kamu görevlisi ile devlet arasında özel bir güven veya sadakat bağının var olduğunu ileri sürmesi yetmez. Devletin aynı zamanda söz konusu somut uyuşmazlığın konusunun kamu gücünün kullanımına ilişkin olduğunu veya özel bağı tartışmaya açtığını gösterme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yüzden devlet ile kamu görevlisi arasındaki ilişkinin özelliği, olağan iş uyuşmazlıklarının -aylık, ikramiye ve diğer özlük haklarına ilişkin ihtilaflar gibi- maddenin garantilerinin dışında bırakılması bakımından kural olarak haklı bir temel olarak görülemez. Esasında maddenin uygulanacağı yönünde bir karinenin varlığı kabul edilmelidir. Ulusal hukuka göre kamu görevlisinin dava açma hakkının bulunmadığını ve kamu görevlisinin maddenin kapsamının dışında tutulmasının haklı bir temelinin bulunduğunu göstermek taraf devletin yükümlülüğündedir. ... Eskelinen kararındaki maddenin uygulanabilirliği karinesinin kamu görevinden çıkarılmaya ilişkin davalarda da uygulanacağına karar vermiştir...." AİHM Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna (B. No: 11423/19, 22/7/2021) kararında yüksek mahkeme (temyiz mahkemesi) üyelerinin üyeliklerine kanunla son verilmesine ilişkin başvuruyu incelemiştir. AİHM öncelikle Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olup olmadığını tartışmıştır. Bu bağlamda özetle şunları ifade etmiştir:i. Sözleşme, bir kimsenin yargı göreviyle ilgili bir kadroya atanma hakkını ve belirlenmiş bir görev süresini garanti etmese de ulusal hukukta bu şekilde bir hak var olabilir. Somut olayda ulusal hukuka göre başvurucuların -Anayasa'nın maddesinde düzenlenen ve emeklilikten önce görevin sona erdirilmesini öngören istisnai hâller bulunmadığı müddetçe- emekliliklerine kadar yargıç olarak kalma hakkına sahip oldukları hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak başvurucular görevlerinden çıkarılmadıkları hâlde yasal düzenlemeye istinaden yargısal görevlerini icra etmekten alıkonulmuştur (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, §§ 49, 50).ii. Statülerine ilişkin anayasal hükümlerin lafzı, başvurucuların yargıç olarak kalmalarının teminata bağlandığı, buna karşılık spesifik bir mahkemede görev yapmalarının güvence altına alınmadığı biçiminde anlaşılmaya müsait olsa da söz konusu anayasal hükümlerin başvuruculara, keyfî bir şekilde hâkimlik görevinden çıkarılmaya karşı korunma hakkını sağladığı yolunda savunulabilir bir temel sunduğu konusunda tartışma bulunmamaktadır. Belirtilen hakkın ulusal hukukta var olduğundan şüphelenilmesini gerektiren bir neden mevcut değildir. Bu bağlamda AİHM, hukukun üstünlüğü ilkesi altında yönetilen devletin temel bir değeri ve adaletin garantörü olarak yargının toplumdaki özel rolüne vurgu yapmaktadır. Yargının bu görevinde başarılı olabilmesi için kamunun güvenine sahip olması gerekir. Yargının demokratik bir toplumda devlet organları arasında işgal ettiği baskın konumu, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve yargı bağımsızlığının güvence altına alınması zorunluluğunun artan önemi karşısında yargıçlık statülerini ve kariyerlerini etkileyen ve onların yargısal bağımsızlıkları ile özerkliklerini tehlikeye atan tedbirlere karşı yargı mensuplarını koruyucu bir tavır takınılmalıdır (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, §§ 51, 52). iii. Avrupa Konseyinin Hâkimlerin Statüsü Hakkında Avrupa Şartı gözetildiğinde hâkimlerin -onlara bahşedilen hâkimlik teminatı temelinde- statüleri ve kariyerleriyle ilgili olarak alınan tedbirlerin yargı bağımsızlığı ilkesi ve görev süresi garantisiyle uyumlu olması gerektiğini iddia edebilecekleri hususunda kuşku bulunmamaktadır (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, § 54). iv. Ukrayna Anayasa Mahkemesinin 18/2/2020 tarihli kararıyla, yargıçların bu hakkının ulusal hukukta düzenlendiği tespiti yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucuların yüksek hâkimlik statüsünde kalma haklarının olduğunu açıklığa kavuşturmuştur. Bu koşullar dikkate alındığında başvurucuların bir hakkının olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca yargısal fonksiyonlarını icra etmelerinin engellendiği gözetildiğinde başvurucuların bu hakkıyla ilgili olarak gerçek ve ciddi bir uyuşmazlık mevcuttur. Söz konusu uyuşmazlık başvurucuların hakkı yönünden doğrudan belirleyici bir niteliğe sahiptir (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, §§ 55, 56).v. Hakkın medeni karakteri yönünden başvurucuların hâkimlik statüsü onların Sözleşme'nin maddesinin kapsamı dışında tutulması için tek başına yeterli değildir. Bu durum mesleğe alım, atanma, naklen atanma, kademe ilerlemesi ve göreve son verme dâhil her türlü uyuşmazlık için gereçlidir (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, § 59). vi. Somut olayda başvurucuların yakındığı husus, aylıklarındaki düşüş değil özel hayatlarının kapsamında kalan mesleki ve kişisel gelişimlerini ve başkalarıyla ilişki kurmalarını etkileyen hâkimlik yetkilerini kullanamamalarıdır. Meselenin özel hayat boyutu oldukça önemli olup başvurucuların kamu görevlisi olması meselenin bu boyutuna galebe çalamaz. Ayrıca ihtilaf konusu tedbirin başvurucuların mesleki yaşamı ve yargısal fonksiyonlarının icrası üzerindeki kayda değer etkisi ve tek taraflı olan bu tedbirin önemsiz veya basit bir formaliteden ibaret olmadığı dikkate alındığında bunun Sözleşme'nin maddesinin kapsamı dışına çıkarılması sadece işin tabiatına aykırı olmakla kalmaz, yargının toplumdaki özel rolüne yönelik korumaların altının oyulmasına da sebebiyet verir(Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, § 60). vii. Eskelinen testinin birinci şartı incelendiğinde başvurucuların genel olarak görevlerine son verilmesi de dâhil olmak üzere görev sürelerine ilişkin iddialarla ilgili olarak yargı yoluna başvuru haklarının bulunduğu konusunda tartışma yoktur. Ancak mevcut başvuru, başvurucuların görevlerine kanun hükmüyle son verilmiş olması sebebiyle genel formatla uyumlu değildir. Ukrayna hukukunda bireylerin kanun hükümlerine karşı doğrudan Anayasa Mahkemesine başvurmaları mümkün olmadığından başvurucuların görevine kanunla son verilmesine ilişkin tedbire karşı başvurabilecekleri bir yol bulunmamaktadır. Eskelinen testinin birinci şartının sağlandığına karar verilmesi mümkün ise de ikinci şartının tahakkuk etmediğine dair işaretlerin bulunması sebebiyle birinci şartla ilgili olarak kesin bir karara varılması gerekli görülmemiştir (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, §§ 61-64).viii. Göreve son vermenin yargı denetimi dışında bırakılmasının kamu menfaatleri yönünden objektif bir sebebe dayanıp dayanmadığının incelenmesinde ilgili kamu görevlisinin kamu gücünün kullanımına iştirak etmesi ya da devlet ile arasında özel güven ve sadakat bağının bulunması yeterli değildir. Devletin ihtilaf konusu uyuşmazlığın kamu gücünün kullanımıyla ilgili olduğunu ya da devlet ile kamu görevlisi arasındaki özel güven ve sadakat bağının sorgulanmasını gerektirdiğini göstermesi zorunludur (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, § 65).ix. İkinci test bağlamında özel güven ve sadakat bağı kavramı, yargı bağımsızlığı ilkesi ışığında yorumlanmalıdır. Kamu görevlisinden istenen özel güven ile sadakat bağı ve yargı bağımsızlığı ilkesi kolayca uzlaştırılabilecek kavramlar değildir. Kamu görevlisinin hükûmet politikalarını uygulamakla yükümlü olduğu alanlarda kamu görevlisi ile devlet arasındaki ilişki geleneksel olarak yürütme organına güven ve sadakate dayalı biçiminde betimlenebilirse de aynı durum yargı mensupları için geçerli değildir. Çünkü yargı mensupları hükûmetin hatalı işlemlerini ve kamu gücünü kötüye kullanmasını kontrol etme görevi gereği farklı ve daha bağımsız bir rol üstlenir. Bu sebeple devletteki fonksiyonları, yargı bağımsızlığının özel garantileri ışığında anlamlandırılmalıdır. Yargı mensupları yönünden özel güven ve sadakat kavramına atıfta bulunulduğunda kamu gücünü elinde bulunduranlara değil hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye sadakatin anlaşılması gerekir. Devletle hâkimler arasındaki ilişkinin karmaşık yönü yargı mensuplarının görevlerini icra ederken diğer devlet organlarına karşı yeterli ölçüde mesafeli olmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu sayede kararlarını korku ve iltimasa yer olmaksızın hukukun ve adaletin gereklerini gözeterek verebilirler. Ulusal hukukun bireysel tarafsızlık ve bağımsızlıklarına dokunan konularda hâkimleri Sözleşme'nin hükümlerinin güvencelerinden mahrum bırakması hâlinde onların hukukun üstünlüğünü gözeterek karar verebileceklerini sanmak bir yanılgı olur. Bu sebeple yargı mensuplarının çalışma koşullarıyla ilgili konularda devlete özel güven ve sadakat bağı temelinde Sözleşme'nin maddesinin korumasının dışında tutulmasının haklı bir zemininin olduğu düşünülemez. Dolayısıyla somut olayda Eskelinen testinin ikinci şartı sağlanmamıştır (Gumenyuk ve diğerleri/Ukrayna, §§ 65, 66). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35236 | Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddine ilişkin Yargıtay Başkanlar Kurulu kararına karşı başvurulacak bir yargısal mercinin bulunmaması, kanuna uygun olarak kurulmayan ve tarafsız olmayan mahkemede yargılama yapılması, soruşturmaya dayanak bilgi ve belgelerin tebliğ edilmemesi ve Yargıtay Başkanı'nın konuşmasında ve disiplin cezası kararında masumiyeti ihlal eden ifadelere yer verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tacikistan vatandaşıdır. Aydın Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 9/6/2017 tarihli kararıyla başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 19/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan 26/9/2017 tarihli yazıda başvurucunun 21/8/2017 tarihinde kendi rızasıyla Türkiye'den ayrılarak Moritanya'ya gittiği belirtilmiştir. Anılan yazı eklerinde ayrıca başvurucunun uçuş ve pasaport bilgilerine de ayrıntılı olarak yer verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27839 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, daha önce gazilik statüsü verilmiş olanlara yapılan toplu ödemeden yararlandırılması talebinin reddedildiğini, kendisine yapılan ödemelerdeki gecikme nedeniyle faize hükmedilmesi talebiyle idare aleyhine açtığı davada yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/6/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 26/9/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/9/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli yazısı ile Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen görüş sunulmayacağı beyan edilmiştir. A. OLAYLAR Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, askerlik görevini yapmaktayken, Kıbrıs Barış Harekâtında Meteoroloji İstasyonu ekibiyle beraber bir astsubay emrinde Kıbrıs’a gönderilmiştir. Harekât sonrasında, meteoroloji mühendisleri ile ekip komutanı “gazilik” statüsü içinde değerlendirilmiş ancak erlerin isimleri kayda geçmemiştir. Başvurucu, kendisine gazilik statüsü verilmesi için 11/3/1992 tarihinde idareye başvuruda bulunmuş, listede ismi olmadığı gerekçesiyle talebi reddedilmiştir. Başvurucunun 1999 yılında talebini yinelemesi üzerine yapılan ayrıntılı incelemede ismi tespit edilmiş, 11/3/1992 tarihli başvurusu esas alınarak aylık bağlanmıştır. Yönetim Kurulunca 1/10/1991 tarihi başlangıç kabul edilerek 2000 yılında 6 aylık toplam 000 TL ödeme yapılmıştır. 2001 yılında ise 1/10/1991-22/3/2001 tarihleri arasında hak edilen aylıklar defaten ödenmiş, ancak geç ödemeler nedeniyle faiz ödemesi yapılmamıştır. Başvurucu 8/3/2000 tarihli dilekçesiyle idareye başvurarak 3761 sayılı Kanun kapsamına alınması nedeniyle 1999 tarihine kadar hak sahiplerine yapılmış olan ikramiye ve aylıkların cari faizleriyle birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, idarenin zımni ret işlemi üzerine, 24/2/1968 tarih ve 1005 sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun’da değişiklik yapan l/12/l983 tarih ve 2943 sayılı Kanun ve 7/9/1991 tarih ve 3761 sayılı Kanun uyarınca ikramiye ödenmesi ve geç ödenen aylıklarına 22/3/2001 tarihine kadar işleyecek faize hükmedilmesi talebiyle 22/3/2000 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, 19/6/2001 tarih ve E.2000/1209, K.2001/750 sayılı kararıyla, faiz isteminin reddine, 3761 sayılı Kanun’un maddesinde ikramiye ödemesine dair hüküm bulunmadığı, 2943 sayılı Kanun ile 1005 sayılı Kanun’a eklenen Geçici maddenin ise Kıbrıs harekatına fiilen katılanlara Mayıs 1976-Ocak 1983 tarihleri arasında hesap edilecek aylıklarının bu Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren (9/11/1983) üç ay içinde ödeneceğini hükme bağladığı, başvurucunun 5434 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresi içinde kendisine ikramiye ödenmesi talebinde bulunmadığı gerekçesiyle bu kanundan faydalandırılmasına olanak bulunmadığına karar vermiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Dairesinin 2/11/2004 tarih ve E.2001/5425, K.2004/4304 sayılı ilamıyla, 2943 ve 3761 sayılı Kanunlar uyarınca ikramiye ödenmesi talebinin reddine ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, kararın faize ilişkin bölümünün ise bozulmasına karar verilmiştir. İdarenin karar düzeltme talebi aynı Dairenin 20/3/2007 tarih ve E.2005/2094, K.2007/2651 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bozma ilamı doğrultusunda yargılamaya devam eden Mahkeme, 13/6/2007 tarih ve E.2007/309, K.2007/1419 sayılı kararıyla toplu ödemenin yapıldığı tarihe kadar faiz işletilmesine ilişkin talebi kabul etmiştir. Temyiz üzerine, karar, Danıştay Dairesinin 7/7/2010 tarih ve E.2007/10618, K.2010/6538 sayılı kararıyla onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 1/3/2013 tarih ve E.2010/10026, K.2013/2197 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, 7/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 9/11/1983 tarih ve 2943 sayılı Kanun ile 1005 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde şöyledir: “1974 yılında Temmuz 1 inci ve Ağustos 2 nci Barış Harekatına Kıbrıs'ta fiilen görev alarak katılmış olan Türk vatandaşlarına bu Kanunun yürürlük tarihine kadar aşağıdaki cetvele göre hesaplanacak aylıkların tutarı, yürürlük tarihini izleyen üç ay içinde defaten ödenir. Bu Kanunun yürürlük tarihinden evvel ölenlerin istihkakları ölüm tarihlerini izleyen ay sonuna kadar hesaplanır ve kanuni mirasçılarına ödenir. Geçici ikinci ve üçüncü maddeler gereğince yapılacak toptan ödemeler her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olup hiç bir suretle haczedilemez”. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3947 | Başvurucu, daha önce gazilik statüsü verilmiş olanlara yapılan toplu ödemeden yararlandırılması talebinin reddedildiğini, kendisine yapılan ödemelerdeki gecikme nedeniyle faize hükmedilmesi talebiyle idare aleyhine açtığı davada yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, Yüksekova ilçesinde uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak gerçekleşen ölüm olayına ilişkin olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen, başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı açıklama ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022). 26/8/2015 gününü 27/8/2015 gününe bağlayan gece Hakkâri Valiliği tarafından sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, 27/8/2015 tarihinde bölgede güvenlik güçleriyle terör örgütü mensupları arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır. 28/8/2015 tarihinde öğleye doğru belediye görevlileri, kimliği belirsiz bir erkek cesedini battaniye içinde kefene sarılı olarak Yüksekova Devlet Hastanesi morguna getirmiştir. Cesedin getirilmesinin akabinde 28/8/2015 tarihinde, Terörle Mücadele Biriminde görev yapan polis memurları tutanak düzenlemiştir. Tutanakta; Hakkâri Valiliği tarafından 26/8/2015 tarihinde saat 30 sıralarında sokağa çıkma yasağı ilan edildiği, 27/8/2015 günü yapılan operasyonlar sırasında güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlarla saldırılar gerçekleştirildiği, 28/8/2015 tarihinde kimliği belirsiz erkek cesedinin hastaneye getirildiği, morg görevlilerinin cesedi getiren kişileri bilmediği, Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine cesedin gözle kontrol edildiği, sol omuz koltuk altında büyük bir yara bulunduğu, yara üzerinde ilk yardım bantları olduğu, Cumhuriyet savcısının katılımıyla ölü muayenesi yapıldığı, kimlik tanığının cesedi teşhis ettiği, otopsi yapılması için cesedin Hakkâri Adli Tıp Kurumuna gönderildiği hususları kayıt altına alınmıştır. Yapılan ölü muayenesi neticesinde cesedin kıyafetlerinden arındırılmış olduğu, sol omuz ile boyun arasında kalan bölgede yaralanma olduğu, yaraya hastane dışında müdahale edildiğinin anlaşıldığı, yara içinde ve dışında tıbbi malzeme bulunduğu tespit edilmiştir. Ölü muayene işlemi sırasında kolluk görevlilerince cesetten el svap örneği alınmıştır. Kimlik tanığı R.B., ölenin başvurucular yakını Y.B. olduğunu teşhis etmiştir. R.B. bilgi sahibi olarak alınan ifadesinde; çatışmalarda yaralanan bir kişi olduğunu cuma namazı çıkışı öğrendiğini, Y.B.nin iki gündür kayıp olması nedeniyle hastaneye gittiklerini, ölen kişinin Y.B. olduğunu teşhis ettiğini, olayın oluşuna ilişkin bir bilgisi olmadığını belirtmiştir. Yapılan otopside maktulde bir ateşli silah yaralanması bulunduğu ve yaralanmanın tek başına öldürücü nitelikte olduğu, ateşli silah etkisine bağlı köprücük, çok sayıda kaburga, omur, ekstremite, kafa kaide ve yüz kemik kırığı olduğu, beyin kanaması, iç ve dış kanamanın maktulün ölümüne sebebiyet verdiği saptanmıştır. Cesetten bu yaralanmaya ilişkin bir mermi çekirdeği gömleği elde edilmiş, atışın bitişik/bitişiğe yakın atış mesafesi dışında yapıldığı belirtilmiştir. Maktulün annesi olan başvurucu Havset Babat, alınan beyanında oğlunun nasıl öldürüldüğünü bilmediğini, daha önce PKK'nın oğlunu örgüte katılması için tehdit ettiğini, oğlunu terör örgütünün öldürdüğünü düşündüğünü, maktulün babası başvurucu Alaattin Babat ise akrabası olan B.nin kendisine oğlu Y.B.yi PKK'nın kaçırarak öldürdüğünü söylediğini, B.nin bunu nereden bildiğini bilmediğini, oğlu Y.B.nin güvenlik güçleriyle çatışmaya girip girmediği hususunda bilgisi olmadığını, oğlunu terör örgütünün öldürdüğünü düşündüğünü ifade etmiştir. Yüksekova İlçe Emniyet Müdürlüğü 26/8/2015 gününü 27/8/2015 gününe bağlayan gece gerçekleştirilen operasyonlara ilişkin düzenlendiği evrakta; Hakkâri Valiliğinin 26/8/2015 tarihinde saat 30 sıralarında sokağa çıkma yasağı ilan etmesinin akabinde operasyonlara başlandığı, 27/8/2015 günü yapılan operasyonlar sırasında güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlar kullanılarak saldırılar gerçekleştirildiği, güvenlik güçlerinin bu saldırılara karşılık verdiği, başvurucular yakınının 28/8/2015 tarihinde ölü olarak bulunduğu hususları yer almıştır. Maktul Y.B. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu isnadıyla, kamu görevlileri hakkında ise kasten öldürme suçu isnadıyla yürüttüğü soruşturmada Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucular yakınının Yüksekova İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlilerince öldürüldüğü, ölmesi nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma imkânı olmadığı, ayrıca başvurucular yakının yaşamını yitirmesine sebebiyet veren eylemin kanun hükmünün icrası kapsamında kaldığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucuların, yakınlarının terör örgütü mensuplarınca da öldürülmüş olabileceğini belirterek yaptıkları itiraz sulh ceza hâkimliğince 11/9/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular, nihai kararı 27/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 21/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular maddi ve manevi tazminat talebiyle Van İdare Mahkemesinde İçişleri Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Dava; Y.B.nin sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgede güvenlik güçleriyle girilen çatışma sırasında öldüğü, dolayısıyla meydana gelen zarara kendisinin sebebiyet verdiği, olayda idarenin kusur sorumluluğu bulunmadığı gibi zarar ile eylem arasında nedensellik bağının da mevcut olmadığı, kusursuz sorumluluk şartlarının da oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karar istinaf incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35600 | Başvuru, Yüksekova ilçesinde uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak gerçekleşen ölüm olayına ilişkin olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaatların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemlerine karşı açılmış olan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 7/7/2015 tarihinde, başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 7/7/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/9/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvurular hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun (A) sütununda başvuru numaraları belirtilen dosyaların 2013/5198 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/5198 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuruculara ait bireysel başvurularda, başvuru dilekçeleri ile başvurulara konu yargılama dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman ili Sason ilçesi Tekevler köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları nedeniyle 1993 yılında göç etmek zorunda kaldıklarını belirterek ekli tablonun C sütununda belirtilen tarihlerde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuşlardır. Ekli tablonun D sütununda tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, köyün boşalmadığı ve başvuruculara yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle başvuruların reddine karar vermiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun (F) sütununda belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun (G) sütununda tarihleri gösterilen İdare Mahkemesi kararları ile reddedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir: “5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Yerleşim yerinin "kısmen" boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır. Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır. Olayda, dava dosyasının Batman İli, Soson İlçesi, Tekevler Köyü'ne ait bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılıyazısında, Tekevler Köyü'nün "kısmen boşaldığı", ayrıca Batman Valiliği'nin 2005 tarihli yazısı ekinde yer alan "Terör Nedeniyle Terkedilen Köyler Listesi"nde bulunmadığı, 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında, "terör olaylarından etkilenen köy" olarak belirtildiği, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 92 hanenin ikamet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 999, 1997 yılında 585, 2000 yılında 064 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir Davacı vekili tarafından Tekevler Köyünden yapılan başvuruların 14/10/2010 tarihli Komisyon kararıyla, 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmesine karar verildiği, ancak davacının başvurusunun reddedilmesinin eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesine aykırı olduğu ileri sürüldüğünden, anılan iddianın değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkememizin E:2011/4756 sayılı dava dosyasında yer alan 7/10/1993 tarihli olay yeri tespit tutanağında; 2/10/1993 günü saat 18:40 sıralarında tespit edilemeyen terör örgütü militanlarınca Tekevler Köyündeki GKK'ların evlerine roketatarlı ve uzun namlulu silahlarla saldırılarda bulunulduğu ve evi, eşyaları ve hayvanları zarar gören kişileri ait ayrıntılı bilgiye yer verildiği görülmüştür. O halde, davacının da ikamet ettiği Tekevler Köyü'nün "tamamen boşalmış/boşaltılmış" yerlerden olmamasına karşın, köyde ikamet eden kişilere (GKK ve aileleri) yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısında bulunulması halinde, bu kişilerin yerleşim yerlerini kendilerine yönelik terör tehdidi veya terör saldırısı nedeniyle terk ettiklerinin kabulü gerektiği husus yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinden anlaşıldığı gibi, anılan kapsamda olmasına karşın zararı tazmin edilmeyen kişi adına davacı vekili tarafından açılan davada, mahkememizin E:2011/4590, K:2012/1254 sayılı kararıyla, "...ikamet ettiği Tekevler Köyünde babasına ait evin teröristler tarafından taranmasının, davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden, yukarıda belirtilen usule göre inceleme yapılmak suretiyle işlem tesis edilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır." gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir. Buna göre, davacının ikamet ettiği Tekevler Köyünün "tamamen boşalmış/boşaltılmış" yerlerden olmaması, davacıya ve ailesine yönelik herhangi bir terör tehdidi ya da saldırısının da bulunmaması nedeniyle, "kendisine veya ailesine yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısı" olan kişilerin 5233 sayılı Kanun uyarınca zararlarının tazmin edilmesi, eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesine aykırı olmadığından, davacı vekilince ileri sürülen iddiaların kabulüne olanak bulunmamaktadır. Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Tekevler Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” Kararların başvurucular tarafından temyiz edilmesi üzerine ekli tablonun (G) sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile “karar usul ve hukuka uygun olup dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği” gerekçesiyle hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmamış, muhtelif tarihlerde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5198 | Başvurular, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaatların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemlerine karşı açılmış olan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamudaki görevine iade edilirken daha önceki görevine atama yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Çorum'da bulunan Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak görev yapmaktayken 17/4/2017 tarihli ve 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (689 sayılı KHK) kapsamında kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, kamu görevinden çıkarılma işlemine karşı Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) başvurmuş; Komisyon başvurucunun talebini kabul ederek kamu görevine iadesine karar vermiştir. Bunun üzerine Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) Yürütme Kurulu 13/12/2019 tarihinde, başvurucunun Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalına atanmasına karar vermiştir. Başvurucu, Yozgat Bozok Üniversitesine atanmasına ilişkin işlemin iptali talebiyle Yozgat İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 4/9/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, idarenin 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (685 sayılı KHK) "Kararların uygulanması" başlıklı maddesine dayanarak atama işlemini gerçekleştirdiği, anılan maddede kamu görevine iade kararı alınan öğretim elemanlarının önceki görev yerleri ile Ankara, İstanbul ve İzmir'de bulunan yükseköğretim kurumlarına atamalarının yapılmayacağına dair açık hüküm bulunduğu ve başvurucunun kendi tercihi doğrultusunda ve birinci tercihine atamasının yapıldığı, dolayısıyla dava konusu atama işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf incelemesini yapan Bölge İdare Mahkemesi, mahkeme kararında usul ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 21/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/7290 | Başvuru, kamudaki görevine iade edilirken daha önceki görevine atama yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, infaz hâkimliğine başvurarak kendisine gelen mektup, faks ve telgrafların ceza infaz kurumu bünyesinde bulunan mektup okuma komisyonu tarafından okunması ve sonrasında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi uygulamasının kaldırılmasını talep etmiştir. İnfaz hâkimliği; şikâyet konusu işlemin 10/10/2016 tarihli Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü yazısına istinaden yapıldığını ve ceza infaz kurumu idaresinin takdirinde olmadığını belirterek Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün işlemlerine karşı ise idari yargı yolunun açık olduğu gerekçesiyle talebin görev yönünden reddine karar vermiş; ağır ceza mahkemesi başvurucunun bu karara itirazını kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 16/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/167 | Başvuru, infaz hâkimliğine yapılan şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, e-posta yazışmaları dikkate alınarak astsubay sözleşmesinin yenilenmemesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 27/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir. Anayasa Mahkemesinin 18/6/2015 ve 29/9/2015 tarihli yazılarıyla Hava Kuvvetleri Komutanlığından dava dosyasına sunulan gizli ibareli belgelerin gönderilmesi, personel tarafından yazılan e-postaların denetleneceğini düzenleyen yasal mevzuatın bildirilmesi istenmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı 10/7/2015 ve 13/10/2015 tarihli yazılı cevapları ile istem konusu hususlarla ilgili bilgi ve belgeleri sunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 18/2/2016 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/8/2003 tarihinde sözleşmeli astsubay statüsünde görev yapmak üzere 9 yıl süreli sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında göreve başlamıştır. Başvurucu, sözleşme süresinin bitmesine yakın sözleşme yenileme talebinde bulunmuş, 5/6/2012 tarihli işlemle başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının ödenmesi istemiyle 1/8/2012 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır. Yargılama sırasında davalı idarenin 11/9/2012 tarihli yazısının ekinde gönderilen savunmasında, Hava Kuvvetleri Komutanlığının sözleşmeli personel ihtiyacının planlandığı, ihtiyaç durumu dikkate alınarak ve personelin safahat kayıtları (sicil sırası, ödül/takdir/ceza durumu, ilgili personel hakkındaki istihbarat değerlendirmeleri, almış olduğu eğitimler ve bu eğitimlerdeki başarı durumu) değerlendirilerek idarenin takdir yetkisi çerçevesinde başvurucunun sözleşmesinin yenilenmediği, 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi kapsamında gizli bilgi ve belge gönderileceği belirtilmiştir. Davalı idare 11/9/2012 tarihli yazı ile söz konusu gizli belgeleri Mahkemeye göndermiştir. Bu belgeler, Hava Kuvvetleri Komutanlığında sadece personelin kullandığı, TSK Net E-posta Sistemi üzerinden başvurucunun e-posta adresine gönderilen ve başvurucunun gönderdiği iletilere ilişkin 24/6/2010 tarihli E-Posta Denetim Birimi İnceleme Sonuç Raporu ve eklerinden oluşmaktadır. Anılan raporda başvurucunun e-posta hesabını tur ve gezi organizasyonları düzenleme amaçlı kullandığı, organizasyonları binbaşı rütbesinde bir asker ile birlikte yaptığı, aldığı ve gönderdiği e-postalarda gizlilik ihlali yaptığı, siyasi/propaganda içerikli e-postalar aldığı yönünde tespitler bulunmaktadır. Buna göre başvurucu, inceleme dönemi içerisinde (1/1/2006-14/6/2010) Hava Kuvvetleri Komutanlığı sistemine bağlı resmi e-posta hesabından 3 adet gizlilik ihlali içeren, 352 adet göreve ilişkin olmayan sohbet içerikli, 393 adet sosyal amaçlı mesaj göndermiş; anılan dönemde başvurucunun hesabına 4 adet gizlilik ihlali içeren, 2 adet siyasi propaganda içeren, 522 adet göreve ilişkin olmayan sohbet içerikli, 587 adet sosyal amaçlı mesaj gönderilmiştir. Başvurucu vekili, 1/8/2012 tarihli dilekçesiyle anılan belgeleri inceleme talebinde bulunmuştur. AYİM Birinci Dairesinin 27/11/2012 tarihli ara kararıyla bu talep kabul edilmiş, başvurucu vekilinin 7/12/2012 tarihinde söz konusu belgeleri incelediğine dair tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu vekili, daha sonra sunduğu dilekçeleriyle anılan gizli belgelere karşı beyanda bulunmuştur. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun işlem tarihine kadar olan geçmiş meslek safahatı itibarıyla gerek disiplin/sicil durumu gerekse de takdir/ceza durumu itibarıyla performansının, sözleşmesinin yenilenmemesi işleminin tesisini haklı kılacak bir görünüm arz etmediği, personel hakkındaki istihbarat değerlendirmelerinin anılan işleme ölçülü ve haklı bir gerekçe olamayacağı, başvurucunun dava konusu işleme kadar adli veya idari bir soruşturmaya maruz kalmadığı, başvurucunun ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu işlemde kamu yararı bulunduğundan bahsedilemeyeceği, başvurucu hakkında tesis edilen işlemin ölçülülük ilkesini ihlal ettiği, dava konusu işlemin sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka aykırı olduğu, işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Mahkeme 21/5/2013 tarihli ve E.2012/1164, K.2013/614 sayılı kararı ile davayı oy çokluğuyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“…Öncelikle dava konusu yapılan sözleşme bir idari sözleşmedir… Sözleşmenin bir tarafı idare, diğer tarafı ise kamu personelidir. Ancak bu kamu personeli ‘memur’ statüsünde değildir. Anayasa’da dayanağını bulan ‘diğer kamu görevlileri’ statüsündedir… Subay ve astsubay olarak istihdam edilecek sözleşmeli personelin alınma, özlük hakları, sözleşmenin yenilenmemesi ve feshi halleri kanun ile düzenlenmiştir. Sözleşmeli personelin statüsü Kanun ile düzenlendiğine göre öncelikle yasada yer alan sözleşmenin yenilenmesine ilişkin hükümlere ayrıntılı olarak bakmak gerekmektedir…4678 sayılı Kanun hükmünde sözleşmenin hangi hallerde yenileneceğine ilişkin hüküm bulunmamaktadır…Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliğinin maddesinde … düzenlemesi yer almaktadır.…Görüldüğü üzere, sözleşme süresi bitiminde idareyi sözleşme yapmaya zorlayıcı yönetmelik hükmü de bulunmamaktadır. Yasa koyucu bu şekilde bir düzenleme yöntemiyle idareye takdir yetkisi tanımıştır. Ancak bu demek değildir ki idare takdir yetkisini keyfi bir şekilde istediği gibi kullanacaktır. İdare takdir yetkisini hukuka uygun kullanmak zorundadır. Diğer yandan sözleşmeli personel, sözleşmeli olmanın sonucu, kamu personelinin diğer bir kısmını oluşturan memurlar gibi iş güvencesine sahip bulunmamaktadır. İdare, kendi planları doğrultusunda ne kadar sözleşmeli personel bulunduracağına ilişkin hesaplar yaparak bir mahruti yapı oluşturmaya çalışmıştır. Yaptığı hesaplamalar çerçevesinde, sözleşmeli personel sözleşmelerinin yenilenmemesine karar vermiştir. Bu noktada; mahkememizce hesaplamalar yaparak, idarenin piyade astsubay sözleşmeli personel alımı yapması gerektiği konusunda değerlendirme yapıp, ‘idarenin… kadar daha personel alması gerektiği’ yönünde bir sonuca varmak, yerindelik denetimi olacaktır ki o da Anayasa’nın maddesine aykırılık teşkil edecektir. Mahkemelere böyle bir değerlendirme yetkisi tanınmamıştır. Kısaca idareyi, sözleşmeli personelin alımında veya sözleşmeli personel sözleşmelerinin yenilenmesinde, takdir yetkisini ortadan kaldıracak şekilde iptal kararı vermek hukuken mümkün görünmemektedir. Diğer yandan … istikrar bulmuş kararlarımızda da belirtildiği üzere, kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin, bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, idarenin kamu hizmetini yürütecek personelini alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu gibi statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti aksatacak, kendisinden artık verim alınması imkânı kalmamış, aksine idare mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına çıkarması da olağan görünmektedir. Dolayısıyla idare, sözleşme yenileyecek personelini belirlerken hiç şüphesiz en iyisini seçmeye çalışacaktır. Bu bağlamda öncelikle sicil ve hakkındaki kanaatler ne kadar iyi olursa olsun, ceza durumu, ileride TSK’yı zor duruma düşürebilecek şekilde problem oluşturacak veya TSK’nın itibarını zedeleyebilecek personeli öncelikle eleyecektir. Bu konuda gerektiğinde arşiv araştırması yapabileceği gibi, İKK tespitleriyle de karar verebilecektir. Zira ortada sona ermek üzere olan bir sözleşmenin tekrar canlandırılması söz konusudur. Yasa koyucu da sözleşmenin her iki tarafına sözleşmeyi yenileme veya yenilememe hususunda takdir yetkisi tanımıştır. Bu bağlamda; dava konusu işleme baktığımızda 1602 sayılı Kanunun 52’nci maddesi kapsamında gönderilen belgeler ve ara kararı sonrası gönderilen belgeler incelendiğinde; sözleşmesi yenilenmeyen personelle ilgili olarak 11’nci sıradaki personel hariç diğer personelin ‘İKK hassasiyetleri çerçevesinde’ sözleşmelerinin yenilenmediği, sözleşmesi yenilenen 3 personelle ilgili olarak ‘İKK hassasiyeti’ ile ilgili bir tespitin bulunmadığı, kurum içi hizmete ilişkin kullanılmak üzere oluşturulan internet e_posta hesabında denetleme yapıldığı, denetleme sonucunda davacı tarafından 2006-2010 yılları arasında gizlilik ihlali yapılan ve davacı tarafından gönderilen 3 e_postanın, görev harici gönderilen 352 e_postanın, sosyal amaçlı gönderilen 393 e_postanın bulunduğu, e_posta hesabının tur ve gezi organizasyonları düzenleme amacıyla kullanıldığı, yapılan bu tespitler dikkate alındığında; idarenin takdir yetkisini hukuka uygun kullandığı, açık bir değerlendirme hatasının bulunmadığı, bu bağlamda davalı idare tarafından tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön olmadığı sonucuna varılmıştır” Karara katılmayan üyenin karşıoy yazısında aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:“ ...Dava konusu işlem irdelendiğinde: davacının sicil yeterlilik çizelgesinde 12 personel arasında 2’nci sırada yer alan ve sicil notu ortalaması ’mükemmel’ seviyede olan davacıdan sonra gelen üç Hv.P.Astsubayın sözleşmesinin yenilendiği, davacı hakkında ’çok iyi’ seviyede nitelik belgesi düzenlendiği, hakkında olumsuz kanaat ve disiplin cezası bulunmayan davacının e-postalarında, sosyal amaçlı, gezi amaçlı gönderiler bulunduğu belirterek sözleşmesinin yenilenmediği anlaşılmakla, söz konusu e-postaya ilişkin hususların davacının sözleşmesinin yenilenmemesine hukuki dayanak oluşturacak nitelikte olmadığı, sicil sıralamasında davacıdan sonra yer alan ve olumsuz kanaat ve disiplin cezası bulunan iki personel ile kıyaslama yapıldığında davalı idare tarafından takdir yetkisinin objektif ve eşitlik ilkesi sınırları içinde kullanılmadığı, ayrıca sebep-amaç unsurları bağlamında tesis edilen işlemde ’ölçülülük ilkesine’ uygun davranılmadığı ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi kanaatinde olduğumdan ...” Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 12/11/2013 tarihli ve E.2013/1101, K.20131038 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 29/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/12/2013 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hava Kuvvetleri Komutanlığının 10/7/2015 tarihli yazısına göre TSK Net E-Posta Sistemi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) personeline görev kapsamında kullanılması için tahsis ettiği, dış dünyaya kapalı, intranet olarak ifade edilen, sadece askerî personelin birbiriyle ve askerî hizmete ilişkin veri paylaşımına imkân veren sınırlı bir haberleşme sistemidir. Hava Kuvvetleri Komutanlığının 13/10/2015 tarihli yazısında ise askerî personel tarafından gönderilen e-postaların istihbarat ve istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde denetleneceğini öngören kanuni düzenlemelerin 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun maddesinin (a) fıkrasının üçüncü alt bendi, 31/7/1970 tarihli ve 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) numaralı bendi, Genelkurmay Başkanlığının 27/2/2006 tarihli ve 6406668 sayılı emri, Hava Kuvvetleri Komutanlığının 22/3/2006 tarihli ve 48960 sayılı emri ve 14/5/2007 tarihli Genelkurmay Başkanlığı MY 411-7 TSK-NET E-Posta Sistemi Yönergesi’nin oluşturduğu bildirilmiştir. B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun’un “Tanımlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanun’da geçen...f) Sözleşmeli astsubay : Bu Kanunda öngörülen esaslara göre, kendileri ile sözleşme yapılarak astsubay nasbedilen; astsubay çavuş, astsubay kıdemli çavuş, astsubay üstçavuş ve astsubay kıdemli üstçavuş rütbelerini haiz astsubayları,…ifade eder.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşme süreleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli astsubay adayları, ön sözleşme yapılarak askerî eğitime alınırlar. Bu eğitimi başarı ile tamamlayanlardan yönetmelikte belirtilen şartları taşıyanlarla sözleşme yapılır ve bu kişiler astsubay çavuş rütbesine nasbedilirler. Sözleşme süreleri; üç yıldan az ve dokuz yıldan fazla olmamak şartıyla, hizmet gerekleri ve yetiştirme maliyetlerine bağlı olarak kuvvet, sınıf ve branşlara göre yönetmelikte belirlenir. Yönetmelikte belirlenen şartları taşıyanların talepleri halinde sözleşmeleri yenilenebilir. Ancak sözleşmeli astsubaylardan rütbe yaş haddini dolduranlar hakkında 1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Sözleşme süreleri; sıkıyönetim, seferberlik, savaş veya silahlı çatışmayı gerektirecek hal ile savaş hallerinde Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanının göstereceği lüzum üzerine, durumun devamı müddetince Genelkurmay Başkanının onayı ile talebe bakılmaksızın uzatılabilir. Sözleşme işlemleri, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.” 4678 sayılı Kanun’un “Rütbe bekleme süreleri ve sözleşmenin yenilenmesi” kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Her sözleşme süresinin sona erme tarihinden en az üç ay önce taraflar sözleşmeyi yenileyeceklerine dair yazılı bildirimde bulunmadıkları takdirde, sözleşme kendiliğinden sona erer.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşmenin idarece fesih halleri” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir:…b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamayacağı, sıralı sicil üstlerinin düzenleyeceği sicil ve kanaat raporu ile anlaşılmak.…” 4678 sayılı Kanun’un “Sağlık hizmetlerinden yararlanma ve sosyal haklar” kenar başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubaylardan; a) Kendi kusurları olmaksızın idare tarafından sözleşmeleri yenilenmeyenler ile sözleşme süresi içinde vefat, bir yıl içerisinde Kanunda belirtilen süreden daha fazla hava değişimi/istirahat/benzeri sıhhi izin süresini geçirme, bulunduğu kadronun kaldırılması, istihdam edildiği kadronun sağlık niteliğini kaybetme nedeniyle sözleşmeleri sona erenler ve bunların bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin, Türk Silâhlı Kuvvetlerinde sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubay olarak hizmet edilen süre kadar ve en çok on yılı,…geçmemek üzere muayene ve tedavi hizmetleri askeri hastanelerde, asker hastanelerinin bulunmadığı garnizonlarda ise garnizon komutanlıklarından sevk alınmak şartıyla kamu sağlık kuruluşlarında, ücretsiz olarak verilmeye devam edilir. Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarının ve sosyal güvenlik kurumlarının sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı doğanlar, bu hakları mevcut olduğu sürece bu maddeye göre sağlanan sağlık hizmetlerinden ve asker hastanelerinden yararlanamazlar.” 4678 sayılı Kanun’un “Tazminat ve ikramiye ödeme esasları” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubaylardan kendi kusurları olmaksızın hizmet sürelerinin uzatılmaması sebebiyle veya sözleşme süresini bitirip ayrılanlar ile durumları 13 üncü maddenin üçüncü fıkrasının (i), (j) ve (k) bentleri kapsamına girenlere aşağıda yazılı esaslara göre tazminat verilir:…” 4678 sayılı Kanun’un “Yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubaylarda aranacak nitelikler, sağlık koşulları, alınacakları sınıf ve branşlar, duyuru, müracaat şekli ve zamanı, müracaatların kabul edilmesi, sözleşmenin yapılması, sözleşme süreleri, sözleşmenin feshedilmesi, görevde başarısız olma ve kendilerinden istifade edilmeme halleri ve bunlara yapılacak işlemler, sözleşmenin uzatılmasında uygulanacak esaslar, sınav, öğretim ve eğitimin esas, şekil ve süreleri, kıt’a, karargâh, kurum ve idarî işlerde görevlendirilmeleri, izin, ayırma, atamalar, yer değiştirmeler, astlık-üstlük münasebetleri, sicil işlemlerine ilişkin usul ve esaslar, muvazzaf subay veya astsubay statüsüne geçirilecekler için uygulanacak usul ve esaslar, sözleşme yapmaya yetkili makamlar, meslek içi eğitim ve ihtisas kurslarının süresi ve şekli, giyim, kuşam ve istihkaklarının verilme usulü, sağlık işlemleri, Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin kendilerine yapılan eğitim, öğrenim ve yetiştirme masraflarının geri ödeme esasları ile diğer hususlar, bu Kanunun yürürlüğe girmesini takip eden altı ay içerisinde Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir.” 27/4/2002 tarihli ve 24738 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin maddesi şöyledir:“Sözleşmenin yenilenmesi ve uzatılması aşağıda belirtilen esas ve usullere göre yapılır.a) Sözleşmeli subay ve astsubaylardan, sözleşmesini yenilemek isteyenler sözleşme süresinin sona erme tarihinden 6 ay önceden başlamak suretiyle dilekçe ile ilk amirine müracaat eder. Bu dilekçeler, EK-C’de belirtilen nitelik belgesi ile beraber silsileler yolu ile Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına gönderilir. Sözleşmenin yenilenip yenilenmemesi konusundaki nihai karar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından verilir. Uygun görülenlerin sözleşmesinin yenileneceği, sözleşmenin bitiminden önce bildirilir. Sözleşme, ilgili sözleşmeli subay veya astsubayın talebinin İdarece kabul edildiğinin bildirilmesi ile yenilenir…” 2937 sayılı Kanun’un “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir:“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır: a) Kendi konularında; Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak, MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek, İstihbarata karşı koymak.” 1324 sayılı Kanun’un “Görev, yetki ve sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanmasında; personel, istihbarat, harekat, teşkilat, eğitim, öğretim ve lojistik hizmetlerine ait ilke ve öncelikler ile ana programlarını tespit eder.Bunlardan;a) İstihbarat, harekat, teşkilat, eğitim, öğretim ve tedarik dışındaki lojistik hizmetlerin Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığına bağlı kuruluşlar ile uygulanmasını sağlar.b) Personel hizmetleri, özel kanunlarına göre yürütülür.c) Lojistik tedarik hizmetleri için, tespit etmiş olduğu ilke, öncelik ve ana programları, bu hizmetleri yürütecek olan,Milli Savunma Bakanlığına bildirir.” 14/5/2007 tarihli Genelkurmay Başkanlığı, MY 411-7 TSK-NET E-Posta Sistemi Yönergesi'nin birinci bölümünün “Amaç” başlıklı maddesi şöyledir:“Bu yönergenin amacı; karargahlarda yürütülen faaliyetlerin eş güdümü, bilgi arzı, emirlerin tebliği, göreve yönelik bilgi alışverişi de dahil olmak üzere görevin etkinliğini artıracak bilgilendirmeyle, TSK personeli arasında sosyal etkinliklere olanak sağlayacak yeni yıl, bayram kutlamaları ve benzeri mesajların gönderilmesi maksadıyla tesis edilen TSK-Net E-Posta Sistemi’nin kullanımı ve işletme-yönetimine ilişkin esasları belirlemektir.” Aynı Yönerge’nin birinci bölümünün “Kapsam” başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu yönerge, TSK-Net ortamında TSK-Net E-Posta Sistemi sunucusu açmaya, işletmeye ve idame etmeye yetkili tüm birlik, karargâh ve kurumlar ile bu sunuculardan hizmet almak suretiyle sistemi kullanan tüm TSK personelini kapsar.” Aynı Yönerge’nin birinci bölümünün “Esaslar” başlıklı maddesinin (e) numaralı fıkrası şöyledir:“Sistemin amaç dışı kullanımını önlemek maksadıyla yönetici düzeyinde Yönergede belirtilen denetim sistemi kurulur. Bu denetim mekanizması ile sistemde dolaşan e-postalar sürekli kontrol edilerek amaç dışı kullanımda bulunanlar tespit edilir.” Aynı Yönerge’nin birinci bölümünün “Görev ve sorumluluklar” başlıklı maddesi şöyledir:“…(b)…Kuvvet Komutanlıkları(…)nın Görev ve Sorumlulukları:…(6) Etkili bilgisayar kullanımı, bilgi sistemleri güvenlik tedbirleri ve kullanıcıları ilgilendiren bilgisayar işletme usulleri hakkında bilgilendirici ve eğitici mahiyette brifingler hazırlayarak, bu brifinglerin her yıl en az iki defa tüm kullanıcılara verilmesini sağlamaktır.(c) Kişisel sorumluluk:…(2) E-posta sistemini amacı dışında kullanan ve bunu alışkanlık haline getiren personel hakkında, eylemi ayrıca başka bir suç teşkil etmese dahi, yasal işlem yapılır.” Aynı Yönerge’nin dördüncü bölümünün “Denetim mekanizmaları” başlıklı maddesi şöyledir:“a. E-postaların ihtiyaç duyulduğunda denetimini sağlamak üzere e-posta içerikleri ve iz bilgileri merkezi olarak saklanır ve yedeklenir.b. Yönerge ile belirlenen e-posta kullanım esaslarını denetlemek maksadıyla Genelkurmay Başkanlığı, MSB.lığı (emirlerine maruzdur), Kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahlarında İstihbarat Başkanlıkları bünyesinde ilave kadro ihtiyacı getirmeyecek şekilde e-posta ‘denetim birimi’ teşkil edilir.c. Bahse konu denetim birimleri;(1) Gönderilen e-postaları, hazırlayacakları aylık/yıllık denetim planları kapsamında veya habersiz olarak, göreve/hizmete yönelik olup olmaması ve İstihbarat/İstihbarata Karşı Koyma (İKK) yönlerinden inceler,(2) E-posta incelemelerini talep/ihbar üzerine veya örnekleme metodu ile yapar,(3) Kullanıcı bilgisi dahilinde veya sunuculara yönlendirilerek toplanan e-postaları kullanıcıdan habersiz olarak denetlemek suretiyle gerçekleştirir,(4) Tespit ettikleri sorunlu hususları (denetim sonuçlarını) yayımlar ve takip eder.ç. Yönergede yer alan diğer hususların denetimi, genel denetleme heyetleri ve MEBS Denetleme heyetleri tarafından gerçekleştirilir.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9704 | Başvuru, e-posta yazışmaları dikkate alınarak astsubay sözleşmesinin yenilenmemesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kişisel verilerin toplanarak idari makamlara açıklanması ve güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/26461 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık bir kısım başvuru için görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle başvuru tarihi itibarıyla olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, kamu kurumlarında ilan edilen çeşitli görevler için açılan sınavlarda (yazılı ve mülakat) başarılı olmuşlar ancak yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle başvurucuların atamaları yapılmamıştır. Bir kısım başvurucunun ise atamaları yapılmış, daha sonra güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle atamaları idareler tarafından iptal edilmiştir. Başvurucular, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle atamalarının yapılmaması veya atamaların iptal edilmesi işlemlerine karşı idare mahkemelerinde dava açmıştır. İdare Mahkemeleri, davaları reddetmiştir. Kararın gerekçelerinde, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda yapılan tespitler ile kamu görevinin mahiyeti dikkate alındığında idarenin takdir yetkisi çerçevesinde tesis ettiği işlemde hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Başvurucuların istinaf talepleri Bölge İdare Mahkemeleri tarafından reddedilmiştir. Başvurucular, muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Fatih Saraman [GK], B. No: 2014/7256, 27/2/2019, § 26-48; Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019, § 25-48). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26461 | Başvuru, kişisel verilerin toplanarak idari makamlara açıklanması ve güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yakalama ve gözaltı tedbirleri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu bu kapsamda 31/5/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 5/6/2017 tarihinde yapılan sorgusunun ardından adli kontrol hükümleri (yurt dışı çıkış yasağı ve karakolda imza atma yükümlülüğü) uygulanmak suretiyle serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında atılı suçtan düzenlenen iddianamenin kabulünün ardından, Adana Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yargılaması yürütülmüştür. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama sonucunda 25/6/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmaması üzerine karar 16/7/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 2/9/2019 tarihli dilekçesi ile gözaltı ve adli kontrol tedbiri nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebiyle Adana Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Tazminat talebine ilişkin yargılamayı yürüten Ağır Ceza Mahkemesi 24/12/2019 tarihinde maddi tazminat talebinin kısmen kabulüyle 234 TL maddi tazminatın, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 350 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 31/5/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı hazineden tahsili ile başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Tarafların istinaf başvurusu üzerine 19/1/2022 tarihinde Adana Bölge Adliyesi Mahkemesi Ceza Dairesi manevi tazminat miktarını 700 TL olarak düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 14/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/50439 | Başvuru, yakalama ve gözaltı tedbirleri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın özel yetkili mahkemede yapılması, hukuka aykırı olarak elde edilen telefon dinleme kayıtlarına dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi, ilk derece mahkemesi kararının yeterli gerekçe içermemesi, suçun varlığı ve temel cezanın belirlenmesinde hatalı değerlendirme yapılması, başvurucunun temyiz duruşmasına katılımının sağlanmaması, onama kararının formül karar niteliğinde olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle haberleşme hürriyeti ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, 2014/8852 numaralı başvuruyu 2/6/2014 tarihinde ve 2014/9333 numaralı başvuruyu ise 4/6/2014 tarihinde yapmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle başvurular 2014/8852 sayılı başvuru dosyası üzerinde incelenmek üzere birleştirilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne yapılan ihbar üzerine İ.Ş. liderliğinde örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapmak ve suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak eylemleri nedeniyle aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler hakkında fiziki ve teknik takipbaşlatılmıştır. Şüpheliler hakkında suç işlendiğine dair şüphe oluştuğu ve başka suretle delil elde etme imkânının bulunmadığı gerekçesiyle bir kısım şüphelinin kullandığı telefon numaralarının dinlenilmesine, kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verilmiştir. Bu dinleme kararı kapsamında şüphelilerden Ş.A. tarafından kullanılan telefonun başvurucu tarafından ankesörlü telefonlardan aranmak suretiyle bu kişiyle görüşmeler yapıldığı belirlenmiş, görüşmeler kayda alınıp içerikleri tutanak ile tespit edilmiştir. Öte yandan bir kısım şüpheliler hakkında fiziki takip yapılmış, fiziki takip altında bulunan kişilerin görüştüğü aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler belirlenmiştir. Fiziki takip altında tutulan Ş.A. ve K.B.nin ikametlerinde yapılan aramada toplam 236 gr eroin ele geçirilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İ.Ş. liderliğinde uyuşturucu madde ticareti yapma amacıyla kurulan suç örgütü ile İran üzerinden uyuşturucu madde getirtildiğini, başvurucunun bu yapılanma içinde İstanbul'a getirilen uyuşturucuyu satın alarak yurt içindeki alıcılara teslim etme işini üstlendiğini ve somut olayda 52 kg eroin maddesinin ticaretini yaptıkları sırada yakalandıklarını iddia etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı örgüt üyelerinin teknik takibe karşı önlemler aldığını bu çerçevede özellikle çok sayıda telefon hattı kullandıklarını, teknik takibe yakalanmamak için ankesörlü telefonları tercih ettiklerini, yüz yüze görüşmek yerine Ş.A. vasıtasıyla dolaylı olarak haberleşme ve organizasyonu sağladıklarını belirterek aralarında başvurucunun da bulunduğu çok sayıda kişinin uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 25/12/2009 tarihli karar ilebaşvurucunun Ş.A. ile yapmış olduğu telefon görüşmelerinin Ş.A.nın diğer şüphelilerle yapmış olduğu görüşmeler de dikkate alındığında ele geçen uyuşturucunun ne şekilde ve kimden teslim alınacağına yönelik şifreli konuşma niteliğinde olduğu gerekçesiyle başvurucuya isnat edilen eylemi sabit görmüştür. Mahkeme; suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, organizasyonun durumu, başvurucunun organizasyon içindeki konumu ve uyuşturucu miktarını nazara alarak alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle başvurucunun 21 yıl hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçundan başvurucunun beraatine karar vermiştir. Hüküm başvurucu ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 7/4/2011 tarihli karar ile Cumhuriyet savcısının beraate yönelik temyiz isteğinin reddiyle hükmün bu kısmının onanmasına karar vermiştir. Yargıtay, önceki mahkûmiyetlerin araştırılarak başvurucu hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı yönünde bir değerlendirme yapılması gerektiğine işaret ederek hükmün mahkûmiyete ilişkin kısmını bozmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi bozma ilamı doğrultusunda yapmış olduğu yargılama sonucunda muhbir ile yapılan görüşmeye ilişkin tutanak, iletişimin tespiti kararı sonucunda elde edilen telefon görüşme tutanakları, üst arama tutanakları, el koyma kararı, ele geçen maddenin eroin cinsi uyuşturucu olduğunu dairkriminal laboratuvar raporu ve tüm dosya kapsamını esas alarak başvurucuya isnat edilen eroin cinsi uyuşturucuyu yurtdışına göndermek amacıyla Türkiye içinde nakletmek ve bulundurmak suçunu sabit görmüştür. Mahkeme suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, organizasyonun durumu, organizasyon içindeki konumu ve ele geçen uyuşturucu miktarını göz önünde tutarak başvurucunun 17 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına 19/9/2012 tarihinde karar vermiştir. Hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, başvurucu müdafii Av. Özcan Kalabalık'ın katılımıyla yapmış olduğu duruşmalı temyiz incelemesi sonucunda 8/5/2014 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Nihai kararın gerekçesinin başvurucuya tebliğine ilişkin dosya içinde herhangi bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.(4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” Aynı Kanun’un ''Kazanç müsaderesi'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddî menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için maddî menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir.'' 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun fiil tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) (Değişik birinci cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. ... (6) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan;... Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188),...'' 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır. (2) 135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir. (3) 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir. (4) Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8852 | Başvuru, yargılamanın özel yetkili mahkemede yapılması, hukuka aykırı olarak elde edilen telefon dinleme kayıtlarına dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi, ilk derece mahkemesi kararının yeterli gerekçe içermemesi, suçun varlığı ve temel cezanın belirlenmesinde hatalı değerlendirme yapılması, başvurucunun temyiz duruşmasına katılımının sağlanmaması, onama kararının formül karar niteliğinde olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle haberleşme hürriyeti ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 26/8/2007 tarihinde ifadesi alınıp tutuklanmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 16/10/2007 tarihli iddianamesiyle kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçlarını işlediği iddiasıyla Antalya Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu, Mahkemenin 7/9/2010 tarihli kararıyla müsnet suçlardan hapis cezalarına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 5/3/2014 tarihli kararıyla Mahkeme kararını düzelterek onamıştır. Başvurucu anılan karardan 21/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu bildirmiştir. Bireysel başvuru 20/6/2014 tarihinde yapılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10352 | Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uzlaşmayla belirlenen kamulaştırma bedelinin kısmen ve gecikmeli olarak ödenmesi üzerine enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, Ordu ili Karaağaç Mahallesi Beybükü mevkii 4254 ada 52 parsel sayılı fındık bahçesi niteliğindeki 422,96 m2lik taşınmazda ayrı ayrı 000/000 oranında hisseli olarak maliktir. Anılan taşınmazın Organize Sanayi Bölgesi sınırı içinde bulunması nedeniyle Ordu Büyükşehir Belediyesince kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Kıymet Takdir Komisyonunca taşınmazın kamulaştırma bedeli belirlenmiş, başvurucular kamulaştırma bedeli için Belediye ile uzlaşma görüşmesi yapmış ve 28/11/2017 tarihinde taşınmazın üzerindeki binanın bedeli dâhil toplam 704,98 TL kamulaştırma bedeli üzerinde uzlaşmaya varıp Uzlaşma Tutanağı imzalamıştır. Uzlaşma Tutanağı'na istinaden taşınmaz 15/12/2017 tarihinde Ordu Organize Sanayi Bölgesi adına tapuda tescil edilmiştir. Başvuruculara 17/5/2018 tarihinde 000 TL ve 27/9/2019 tarihinde de000 TL ödenmiştir. Başvurucular 7/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde Anayasa Mahkemesi nezdinde bireysel başvuruda bulunulduktan sonra Ordu Organize Sanayi Bölgesi Başkanlığı tarafından 5/2/2020 tarihinde başvuruculardan Reşit Şentürk'e 852 TL ve Yıldıray Şentürk'e 852 TL ek ödeme yapıldığı, dolayısıyla uzlaşma anlaşmasında başvurucuların her biri için öngörülen 852 TL kamulaştırma bedelinin tamamının başvuruculara ayrı ayrı ödendiği anlaşılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1235 | Başvuru, uzlaşmayla belirlenen kamulaştırma bedelinin kısmen ve gecikmeli olarak ödenmesi üzerine enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu tahsis belgesine dayalı olarak kullanılan arazi üzerindeki taşınmazın bedelsiz olarak yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1933 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu, Ankara'nın Yenimahalle ilçesi Demetgül Mahallesi'nde kâin 4923 parsel numaralı taşınmazı 6/7/1977 tarihinde iktisap ederek taşınmazın maliki olmuştur. Başvurucunun Ankara'nın Mamak ilçesi Hüseyingazi Mahallesi'nde kâin 2130 ada 18 parsel numaralı taşınmazda bulunan gecekondusu için Mamak Belediye Başkanlığı (Belediye) tarafından 18/7/1988 tarihinde başvurucu adına 397 metrekare hisseyi içeren tapu tahsis belgesi düzenlenmiştir. Başvurucu -kendi beyanına göre- tahsis işlemi karşılığında idareye 576 TL ödeme yapmıştır. Başvurucunun üzerine kayıtlı başka bir taşınmazın bulunduğunun tespiti üzerine tapu tahsis belgesi 15/6/2017 tarihinde iptal edilmiştir. Belediye Encümeninin 26/9/2017 tarihli kararıyla, ruhsata bağlanmasının mümkün olmadığı değerlendirilen gecekondunun yıkılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yıkım kararının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, usulüne uygun olarak tapu tahsis belgesine bağlanan yapının kaçak vasfında olmadığını ve yıkım kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş, tazminat isteminde bulunmamıştır. İdare Mahkemesi 31/10/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun Ankara'da kendi mülkiyetinde bulunan bir evinin mevcut olması sebebiyle tapu tahsis belgesinin iptal edilmesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca ruhsatsız olarak inşa edilen ve yerinde korunması ya da imara uygun hâle getirilmesi mümkün olmayan yapının yıkımına ilişkin dava konusu işlemde de hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. İstinaf istemi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 13/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 24/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'un "Tapu verme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine 'Tapu Tahsis Belgesi' verilir.Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder....Hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapuları resen iptal edilir." 2981 sayılı Kanun’un "Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.…" 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir. (Ek fıkra:29/11/2018-7153/15 md.) İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16375 | Başvuru, tapu tahsis belgesine dayalı olarak kullanılan arazi üzerindeki taşınmazın bedelsiz olarak yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Mehmet Dayan'ın 15/10/2014 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiştir. 26/10/2016 tarihli yazı ile mirasçılarına, başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edip etmeyecekleri sorulmuş; devam edecek olmaları hâlinde buna ilişkin belgelerin Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğüne gönderilmesi gerektiği bildirilmiştir. Mehmet Dayan mirasçıları, vekilleri Av. Cüneyt Alkandemir aracılığıyla gönderdikleri 10/11/2016 tarihli dilekçelerinde murisleri Mehmet Dayan tarafından yapılan bireysel başvuruya devam edeceklerini belirterek mirasçılık belgelerinin onaylı suretini göndermişlerdir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular murisi Mehmet Dayan'ın 10/7/1980 tarihinde Nusaybin Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası, anılan Mahkemenin kapatılması nedeniyle Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş ve söz konusu dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9835 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bankasında işçi olarak 2012 ile 2013 yılları arasında çalışmış ve fazla çalışma ücretleri ödenmeden başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, Uşak İş Mahkemesinde (Mahkeme) 14/7/2015 tarihinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL fazla mesai ücreti alacağının tahsili istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 4/8/2016 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne ve 058 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek, bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar vermiştir. Mahkemenin 4/8/2016 tarihli hüküm celsesi tutanağında ve gerekçeli kararında, kanun yolu ve süresiyle ilgili olarak "...davacı vekili yüzüne karşı, davalı tarafın yokluğunda, kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 (iki) haftalık süre içerisinde İzmir Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı." ibaresi yazılmıştır. Gerekçeli karar 7/11/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süresi içinde (onuncu gün), 17/11/2016 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi 16/12/2016 tarihli kararı ile istinaf dilekçesinin sekiz günlük yasal süre geçirildikten sonra verildiği gerekçesiyle istinaf başvurusunu süre yönünden uyuşmazlık konusu miktar itibarıyla temyiz yolu kapalı olmak üzere reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 19/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Hüküm tarihinde yürürlükte olan 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şu şekildedir:"İş mahkemelerince verilen nihaî kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihaî kararlar kesindir. İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:"İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır." 6100 sayılı Kanun'un "Hükmün kapsamı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:"Hüküm 'Türk Milleti Adına' verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, ... varsa kanun yolları ve süresini.…"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), Sözleşme'nin maddesinde, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını, ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda, kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda, kısıtlamaların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). AİHM; ulusal hukuk kurallarını yorumlama görevinin yerel mahkemelere ait olduğunu, AİHM'in rolünün bu yorumların Sözleşme ile uyumluluğunu denetlemekle sınırlı olduğunu, bu durumun kanun yolu başvurusunda öngörülen süre sınırlamaları ile ilgili yapılan yorumlar açısından da geçerli olduğunu, süreye ilişkin kuralların adaletin ve özellikle de yasal kesinliğin düzgün şekilde uygulanmasını amaçladığını (Pérez De Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, §§ 43, 45), bununla birlikte mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten ve usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmaları gerektiğini belirtmiştir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16596 | Başvuru, istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yargılama sırasında usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesinin adil yargılanma hakkını, iletişimin tespitine ve fiziki takip yapılmasına izin verilmesine ilişkin kararların keyfî olmasının da haberleşme özgürlüğü ile özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1991 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisidir. Başvurucu; PKK terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulduktan sonra 27/4/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 7/5/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anılan suçtan cezalandırılmasını talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/12/2012 tarihinde başvurucunun PKK terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkemenin başvurucunun terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde dikkate aldığı delillerin bazıları şu şekildedir: i. Mahkeme, başvurucunun PKK'nın gençlik yapılanması olan Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYGM) bünyesinde faaliyetlerde bulunduğunu tespit etmiştir. Mahkemeye göre DYGM, Kürtçülüğün yaygınlaştırılması ve halkın PKK'nın ideolojisi ve amaçları hakkında daha fazla bilinçlendirilmesi kapsamında yapılan faaliyetlerde gençlerin daha aktif rol üstlenmesi amacını taşımaktadır. ii. Mahkemeye göre başvurucu, örgütsel faaliyetlere kitle oluşturmak amacıyla Fırat Üniversitesinde Kürt kökenli öğrencileri sağ görüşlü öğrenciler ile karşı karşıya getirerek kavga ortamı hazırlamıştır. Başvurucu, Üniversite içinde öğrencileri yönlendirmiş; onları şiddet kullanımına teşvik etmiş ve onlara liderlik yapmıştır. iii. Bundan başka başvurucu, terör örgütünün toplantısı hâline dönüşen, ilk derece mahkemesinin kararında tek tek sayılan ve açıklanan çok sayıda etkinliğin organizasyonunu yapmış; Halepçe katliamının anılması ve nevruz etkinlikleri adı altında düzenlenen, terör örgütünün toplantısı hâline dönüşen etkinlikleri organize etmiş veya bu etkinliklere katılmıştır. Mahkeme, söz konusu toplantılarda PKK terör örgütünü ve onun liderlerini övücü sloganlar atıldığını, kolluk güçleri ile girdikleri çatışmalarda öldürülen PKK'lıların "şehit" ilan edilerek onlar için saygı duruşunda bulunulduğunu, içinde PKK'yı övücü sözler bulunan ve kitlelerin duygularını kabartmak, onları motive etmek için kullanılan gerilla marşı veya oramar gibi şarkıların söylendiğini tespit etmiştir.iv. Mahkeme, PKK terör örgütünün merkez komite üyesi iken ölen isimli terör örgütü mensubunun mezarını başvurucunun ziyaret etmesini ve örgüte eleman kazandırmak amacıyla çocuklara yönelik özel ders vermesini de mahkûmiyet kararında dikkate almıştır. Mahkeme, terör örgütü üyeliğinden tutuklu olan bazı kişilerin aileleri ile kendilerinin ziyaret edilmesi ve duruşmalarının takip edilmesi faaliyetlerini başvurucunun organize etmesini veya bu faaliyetlere katılmasını da hükme esas almıştır. Bu kapsamda Mahkeme, başvurucunun terör örgütüne eleman kazandırmak amacı ile ilgisiz kişileri ceza infaz kurumuna götürerek PKK'lılarla görüştürdüğü, terör örgütünün gençlik yapılanması içinde faaliyet göstermekte iken tutuklanan kişilerin duruşmalarında bu şahıslara ve ailelerine destek olunması amacıyla katılım organize ettiği sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme ayrıca başvurucunun ölen bir PKK'lının cenaze törenine ve taziyesine katılmaları için insanları organize ettiğini de tespit etmiş ve buna ilişkin delilleri sıralamıştır.v. Mahkeme, başvurucunun Şanlıurfa'nın bir köyünde Abdullah Öcalan'ın doğum günü etkinliği altında her yıl düzenlenen organizasyona katılmak istediğini ancak güvenlik güçlerinin engellemesi üzerine katılamadığını da tespit etmiştir.vi. Mahkemeye göre başvurucu, tüm bu faaliyetleri terör örgütü içinde kendisine verilen görev nedeniyle yerine getirmektedir ve bu faaliyetler onun örgüt içindeki yerini göstermektedir. Temyiz üzerine mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 23/1/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 2/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 26/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7490 | Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yargılama sırasında usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesinin adil yargılanma hakkını, iletişimin tespitine ve fiziki takip yapılmasına izin verilmesine ilişkin kararların keyfî olmasının da haberleşme özgürlüğü ile özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, buna ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Pempe Canbolat, ikinci başvurucunun eşi, diğer başvurucuların annesidir. Başvurucu 2003 yılı Ocak ayında bazı şikayetlerle Ankara Doğum Evi ve Kadın Hastalıkları Eğitim Hastanesine (Hastane) müracaat etmiştir. Bu Hastanede yapılan muayeneler sonucunda başvurucuda uterin cervix de squamöz hücreli non-keratinize tipte kanser tespit edilmiş ve bu sebeple 24/2/2003 tarihinde ameliyat edilmiştir. Başvurucunun ameliyatı sırasında idrarı böbrekten mesaneye taşıyan üreter sistemlerde ve buna bağlı olarak böbreklerde hasar meydana gelmiştir. Bu ameliyat sonrasında çekilen MR sonucunda sağda belirgin olmak üzere üreter izlenebilen distal kesimlerde dilatasyon olduğu belirlenmiş, tedavi ve kontrollerini müteakip üç ay sonra jinekoloji ve üroloji kontrolü yaptırması önerisi ile 14/3/2003 tarihinde taburcu edilmiştir. Başvurucu, bu ameliyattan yaklaşık iki ay sonra idrar zehirlenmesi nedeniyle Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Dışkapı Hastanesi) üroloji servisine müracaat etmiştir. Bu hastanede yapılan tetkikler sonucunda, taburcu olmasından sonraki süreçte iki üreterinin de tıkanmış olduğu tespit edilerek başvurucuya 12/5/2003 tarihinde iki yanlı hortum takılmış ve idrarını bu yolla tahliye etmesi sağlanmıştır. Bu tedavi süreci sonunda, idrarın tahliyesi için konulan hortumların kalmasına karar verilerek 28/8/2003 tarihinde taburcu edildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, ağrı şikâyetlerinin artması üzerine 1/6/2004 tarihinde Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesine (İhtisas Hastanesi) müracaat etmiş ve başvurucunun yatışı yapılmıştır. Buradaki tedavilerin sonucunda hortumlar olmadan da idrar yapma imkânı elde etmiş ve bu hortumlar çıkarılmıştır. Başvurucu taburcu işleminin ardından İhtisas Hastanesi ve Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinde çeşitli ameliyat ve tedavi süreçlerinden geçmiştir. 18/9/2008 tarihinde İhtisas Hastanesi hasta hakları birimine müracaat eden başvurucu, kendisine yapılan tıbbi müdahalelerin incelenerek hatalı uygulama yapan kişilerin tespitini talep etmiştir. Bu birim tarafından verilen cevapta; başvurucunun şikâyetine konu olan tıbbi müdahalelerin İhtisas Hastanesinde yapılmadığı, bu sebeple ilgili sağlık kuruluşlarına başvuru hakkının bulunduğu bildirilmiştir. Bu yazının ekinde bulunan ve İhtisas Hastanesinde görevli doktorun imzasını taşıyan 18/11/2008 tarihli raporda ise başvurucunun böbreklerinde meydana gelen hasarın iki-üç hafta sonra belirlenebilmiş olmasının tıbben kabul edilemeyeceği ve sorumsuz bir yaklaşım teşkil ettiği ifade edilmiştir. Raporda ayrıca; başvurucunun idrar çıkışının sağlanması için konulan hortumların hayatı boyunca kalacağının söylenmiş olmasının da başvurucu nezdinde psikolojik bir çöküntü oluşturduğu bildirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, eşi ve çocukları tarafından 16/3/2009 tarihinde Sağlık Bakanlığı ile İhtisas Hastanesi aleyhinde tam yargı davası açılarak maddi ve manevi zararlarının tazmini talep edilmiştir. Dava dilekçesinde; ameliyat öncesi ve sonrasında bilgilendirme yapılmadığı, tıbbi hatalar nedeniyle aile olarak büyük sıkıntılar yaşadıkları iddia edilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. 19/10/2011 tarihli raporda; serviks kanseri nedeniyle yapılan ameliyatlar sırasında üreter yaralanmasının görülebilen komplikasyonlardan biri olduğu, her iki üreterde tam olmayan daralma nedeniyle zamanla böbrek ve üreterlerde genişlemenin meydana geldiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca; tam daralma, tıkanma olmuş olsaydı hiç idrarın çıkamayacağı, kesilme olsaydı drenlerden veya yaradan idrar kaçağının olacağı, tam olmayan daralma bulgu verdiğinde nefrostomi yapılmasının uygun olduğu, ameliyat sonrası ortaya çıkan üreter daralmasının komplikasyon olduğu ifade edilerek müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu bildirilmiştir. Başvurucular bu rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, ATK raporunun bilimsel gerçeklerle uyuşmadığı, zira İhtisas Hastanesi'ne müracaatı üzerine hazırlanan raporda, yapılan tıbbi müdahalelerin hatalı olduğu belirtilmesine rağmen ATK raporunda bu hususların değerlendirilmediği belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca başvurucuda meydana gelen komplikasyonların hangi sebeple oluştuğu konusunda yeterli açıklama bulunmadığı ileri sürülmüştür. Mahkeme 15/3/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; ATK raporuna atıf yapılarak ATK İhtisas Kurulu tarafından oybirliği ile karar verildiği, yine olayın daha ayrıntılı olarak incelenebilmesi için , ve Adli Tıp İhtisas Kurulundan üyelerin de ilgili kurula çağrıldığı, bu üyelerin de verilen görüşe katıldıkları ifade edilerek idarenin herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucular bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde; ATK raporunun meslek dayanışması içinde hazırlanmış taraflı bir rapor olduğu belirtilmiş, bu raporda İhtisas Hastanesinin verdiği cevapta belirtilen hususların açıklanmadığı, aradaki çelişkinin giderilmediği ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca ATK raporunun tıbbi hata kavramını ortadan kaldıracak bir görüş ortaya koyarak, somut olaydaki neticeyi olağan bir komplikasyon olarak nitelendirdiği beyan edilmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda 21/5/2014 tarihinde Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Bozma gerekçesinde; ATK raporunda başvurucuya yönelik tıbbi müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiş ise de başvurucuda gelişen komplikasyonların sebeplerinin ne olduğu ve komplikasyon olarak ifade edilen durumu engelleme adına gereken dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin doyurucu şekilde açıklanmadığı belirtilmiştir. Bunun yanında Mahkeme kararında taraf iddiaları ile bilirkişi raporuna itiraz dilekçesindeki hususlar ve hasta hakları birimi tarafından olayla ilgili düzenlenen rapordaki açıklamalar değerlendirilmek suretiyle, Adli Tıp Genel Kurulundan açıklamalı ve gerekçeli rapor alınması gerektiği belirtilmiştir. Davalı Sağlık Bakanlığı tarafından bu karar hakkında karar düzeltme yoluna başvurulmuş, Daire 8/10/2015 tarihinde bozma kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle talebin reddine karar vermiştir. Mahkeme tarafından bozma kararı üzerine yapılan yargılama sırasında, dosyanın ATK Genel Kuruluna gönderilerek yeniden bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. ATK Genel Kurulunun 29/9/2016 tarihli raporunda; başvurucuda oluşan sağlık sorunlarının her türlü tıbbi özene rağmen oluşabilecek, herhangi bir kusur veya ihmalden kaynaklanmayan tıbbi komplikasyonun sonucu olduğu belirtilmiştir. Raporun sonuç kısmında ise başvurucuya müdahalede bulunan hastanelerde yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu vurgulanmıştır. Başvurucular tarafından bu rapora itiraz edilerek ATK Genel Kurulu tarafından hazırlanan raporun önceki raporda yer alan ifadelerin tekrarından ibaret olduğu, taraflı hazırlandığı; nitekim ilk raporda imzası bulunan ve başvurucunun rahatsızlıkları konusunda uzman olan Kadın Doğum Hastalıkları, Radyoloji ve Üroloji hekimlerinin heyete dâhil edildiklerini ifade etmiştir. Mahkeme, bu itirazları yerinde görmeyerek 22/12/2016 tarihinde yeniden davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ATK Genel Kurulunun hazırladığı rapora atıf yapılarak idare personeline kusur atfedilemeyeceğinin bilirkişi raporu ile ortaya konulmuş olması karşısında davalı idarenin maddi ve manevi tazminat ödeme yükümlülüğünün bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde; ATK Genel Kurulu tarafından sunulan bilirkişi raporunda Daire'nin bozma kararına konu olan hususları açıklamadığı, komplikasyonun sebebinin ne olduğu, meydana gelen neticenin önlenmesi imkânı olup olmadığı konusunda bir açıklama yapılmadığı ileri sürülmüştür. Dairenin incelemesi sonucunda 25/1/2018 tarihinde tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararın onanmasına, vekâlet ücretine ilişkin kararın ise maktu vekâlet ücreti yerine, nispi ücret takdir edilmesi nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucular karar düzeltme yoluna müracaat etmiş, Daire tarafından 21/6/2018 tarihinde talebin reddine karar verilmesi nedeniyle tazminat taleplerinin reddine ilişkin karar kesinleşmiştir. Nihâi karar, başvurucular vekiline 30/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 28/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24915 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, buna ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, zorunlu askerlik görevinin ifası sırasında meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından tespit edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu Ö.G., zorunlu askerlik görevini yerine getirmek için Ankara'da mukim Etimesgut İlçe Jandarma Komutanlığına 8/12/2017 tarihinde katılmıştır. Ö.G., birliğine teslim olduktan sonra yapılan Psikososyal Risk Faktörü Tarama Anketi'nde herhangi bir psikolojik rahatsızlığının bulunmadığını, daha önce intihara teşebbüs etmediğini ve böyle bir düşünceye kapılmadığını beyan etmiştir. Ö.G., söz konusu ankette ayrıca kendisinin yokluğunda ailesinin maddi sıkıntı çekeceğini belirtmiştir. Ö.G. 2018 yılının Haziran ayında yıllık izin kullanarak ailesinin yanına gelmiştir. Ö.G., Etimesgut İlçe Jandarma Komutanlığı bünyesinde yer alan Turkuaz Jandarma Karakol Komutanlığı (Karakol) emrinde zorunlu askerlik görevini ifa etmekte iken 2/9/2018 tarihinde saat 00'da başladığı nöbetinin bitimine yakın (saat 57 sıralarında) zimmetli tüfeği (MP5) ile kendisini vurmuştur. Ö.G., kaldırıldığı Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan tıbbi müdahalelere rağmen hayatını kaybetmiştir.A. Soruşturma Süreci Askerî personelin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) ve Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne olayı haber vermesinin ardından polis ekipleri saat 40 sıralarında olay yerine intikal etmiş, olay yerinin krokisini çıkararak olay yeri inceleme raporunu düzenlemiştir. 2/9/2018 tarihli olay yeri inceleme raporunda öncelikle delil güvenliğinin alındığı ifade edilmiş ve akabinde olayın 180x90 ebatlarındaki nöbetçi kulübesinde meydana geldiği, kulübe zemininde şarjörü takılı vaziyette bir adet MP5 tüfek ve bir adet MKE 9P ibareli kovan bulunduğu, tüfeğin emniyetinin açık, fişek yatağının ve şarjörünün boş olduğu, kulübedeki sandalyenin sırt tarafında, kulübe zemininde, kulübe giriş kapısı önünde kan benzeri lekelerin olduğu, kulübe zemininde üzerinde kan benzeri lekeli, omuz kısmı delik çelik yelek bulunduğu, kulübe içindeki dolap üzerinde içeceklerin (çay, meyve suyu vb.) ve sigara paketinin olduğu, kulübenin dağınık olmadığı, boğuşma emaresi bulunmadığı belirtilmiştir. Olay günü saat 30'da Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi morgunda, Ö.G.nin ellerinden swap örnekleri temin edilerek gömleği muhafaza altına alınmış ve bu işlem tutanağa bağlanmıştır. Ayrıca, Ö.G.nin parmak izlerinin, Ankara Adli Tıp Kurumu morguna nakledildikten sonra emniyet birimleri tarafından alındığı 3/9/2018 tarihli tutanaktan anlaşılmaktadır. 2/9/2018 tarihli ölü muayene tutanağında, sternum (göğüs kafesi kemiği) alt ucunun 6-7 cm altında yaklaşık 1,5 cm çapında muhtemel ateşli silah giriş yarası ve sol skapula (kürek kemiği) üst kısmında, yine 1,5 cm çapında muhtemel ateşli silah çıkış yarası bulunduğu ifade edilmiştir. 31/10/2018 tarihli otopsi raporunda ise özetle epigastrik (karın üst orta) bölgede ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası, sol kürek kemiği orta alt kısımda ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarası tespit edildiği, ceset içinde mermi çekirdeği ile kanda alkol, uyarıcı madde bulunmadığı ifade edilerek önden arkaya, sağdan sola ve aşağıdan yukarıya seyir izleyen mermi çekirdeği yaralanmasının ölümcül mahiyette olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak raporda Ö.G.nin ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak hayatını kaybettiği yönünde kanaat bildirilmiştir. Olayın hemen akabinde -saat 00 sıralarında- polis memurları, olaya tanık olan Uzman Çavuş F.K. ve er Z.nin ifadeleri alınmıştır. -Z. ifadesinde özetle olay günü Ö.G.nin 00-00 saatleri arasında koruma nöbeti tuttuğunu, 30 sıralarında Ö.G.nin yanına gittiğini, birlikte çay ve sigara içtiklerini, bu sırada gülüp şakalaştıklarını, Ö.G.nin "Bu nasıl hayattır, kendimi vuracağım, sıkıldım bu hayattan yaşanacak gibi değil." dediğini, kendisinin de "1 ayımız kaldı analarımız bizi bekliyor, boş şarjörle mi kendini vuracaksın." dediğini, Ö.G. esprili biri olduğundan söylediklerini ciddiye almadığını, gülüştüklerini, kendisinin daha sonra lavaboya gittiğini, döndüğünde Ö.G.yi sandalyede oturur vaziyette, tüfeği çelik yeleğin altından kalbine dayamış hâlde bulduğunu, Ö.G.ye "Dur ne yapıyorsun, silahı yere bırak komutana söyleyeceğim." dediğini, Ö.G.nin ise "Hakkını helal et, yastığımın altında askeri künyem var anneme verirsin." dediğini, kendisinin de "Saçma sapan konuşma, komutanı çağırıp geliyorum." şeklinde karşılık verdiğini ve o sırada çardakta oturan F.K.nın yanına giderek "Ö.G.ye bir şey söyleyin saçma sapan hareketler yapıyor." dediğini, F.K.nın da kulübeye doğru bakarak Ö.G.ye ismiyle seslendiğini, Ö.G.nin de "Ney komutanım." şeklinde cevap verdiğini, F.K.nın "Ne saçma sapan hareketi yapıyor." sözü üzerine "Silahla kendisini vuracağını söylüyor." şeklinde komutana cevap verdiğini ve bunun ardından birlikte kulübeye doğru koştuklarını, "Dışarı çık" diye bağırdıklarını, bir el silah sesi duyduklarını, kulübenin içinde Ö.G.yi sandalyede oturur, tüfeği çelik yeleğin altından kalbine doğru dayamış, başı arkaya düşmüş, sırtından kan akar ve sandalyenin üzerinden düşer vaziyette bulduklarını, hemen diğer personele haber verdiklerini, yaraya tampon yapıp 112 Acil Servis hattını aradıklarını, Ö.G.yi on aydır tanıdığını, zaman zaman "Bu nasıl hayat şeklinde?" yakınmaları olsa da Ö.G.nin hep gülerek konuştuğunu, esprili biri olduğunu ve ailesinin maddi zorluklar yaşadığını beyan etmiştir.-F.K. ifadesinde olay örgüsüne dair Z.nin ifadeleri ile örtüşecek şekilde beyanda bulunmuş; ek olarak olay günü Ö.G.nin normal hal ve tavırları olduğunu, şüphelenmesine neden olacak bir durum bulunmadığını, nöbet tutan tüm erlerin silahlarına takılı şarjörün boş olduğunu ancak çelik yeleklerindeki şarjörün dolu olduğunu beyan etmiştir. Olay yerindeki kameraların kayıtlarının incelenmesine ilişkin olan ve polis memurlarının imzasını taşıyan 16/10/2018 tarihli tutanakta; nöbet kulübesine doğru iki askerin ilerlediği, akabinde birinin koşarak bina içine doğru gittiği, diğer personelin de koşarak nöbet kulübesine girdiği, kulübe içine ait kamera kaydının bulunmadığı belirtilmiştir. Olayın gerçekleştiği kulübede bulunan çelik yelek ile Ö.G.nin gömleği ve Ö.G.den alınan svap örnekleri üzerinde 17/9/2018 tarihinde yapılan kimyasal inceleme sonucunda Ankara Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından düzenlenen uzmanlık raporunda; svaplarda ve çelik yelekteki delikler etrafında atış artığına rastlanmadığı, gömleğin orta kısmında yan yana bulunan iki delik etrafında atış artıklarının tespit edildiği, atış artıklarının dağılım yoğunluğuna göre atışın yakın mesafeden yapıldığı kanaatinin oluştuğu ifade edilmiştir. Ayrıca raporun açıklama kısmında silahın cinsine, tutuş şekline bağlı olarak ateş eden elde atış artığı bulunmayabileceği belirtilmiştir. 9/10/2018 tarihli balistik inceleme sonucu düzenlenen uzmanlık raporunda ise olay yerinde bulunan kovanın MP5 marka tüfekle uyumlu olduğu belirtilmiştir. Başsavcılık, Ö.G.nin Elâzığ ve Antalya'da mukim akrabalarının ifadelerinin ilgili başsavcılıklar kanalıyla alınmasını sağlamıştır. - Ö.G.nin annesi başvurucu Güllü Genç 28/1/2019 tarihli Şikâyetçi İfade Tutanağı'ndaki beyanında özetle oğlunun 2018 yılı Haziran ayında kullandığı iznini komutanının çağırması üzerine yarıda kestiğini, telefon konuşmalarında hep tedirgin olduğunu, komutanının kendisini sevmediğinden, kendisiyle uğraştığından ve sürekli geceleri nöbet tutturduğundan yakındığını, vefatından bir hafta önce yaptıkları görüşmede koğuşta yaşadığı kavga sonucu telefonunun kırıldığını söylediğini, sesinde bir tedirginlik olduğunu, oğlunun askerlik öncesi bir psikolojik sıkıntısının bulunmadığını, sorumlu kişilerden şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. - Ö.G.nin kardeşleri İ.G., F.A.G, G. ve S.E. de anneleriyle örtüşen beyanlarda bulunmuş ve ek olarak Ö.G.nin kendilerine Karakol komutanının namaz kıldığını gördüğünü ve bu nedenle kendisiyle uğraştığını, uzman çavuşluk mülakatına girmesi nedeniyle yine karakol komutanının kendisine olumsuz rapor verdiğini, ayrıca koğuşunda bulunan Diyarbakırlı iki askerin kendisiyle çok uğraştığını söylediğini ifade etmişlerdir. Ayrıca G., kardeşinin izne geldiği dönemde kendisine "Bana rapor alın, askere gitmek istemiyorum." dediğini beyan etmiştir. Başsavcılık, soruşturma sonunda idari tahkikat sürecine de (bkz. §§ 22-24) atıf yapıp soruşturmada elde edilen deliller yanında idari tahkikat sürecinde alınan ifadelerden de faydalanarak 14/5/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, maktul [Ö.G.]nin yaşadığı psikolojik sorunlardan dolayı olay tarihinde nöbet tuttuğu kulübede silahla intihar ettiği, intihar etmesinde üçüncü bir kişinin kast yada taksire dayalı herhangi bir kusurunun yapılan soruşturmada tespit edilmediği, soruşturmaya konu olayda herhangi bir kimseye isnad edilebilecek bir suç veya suç unsuru bulunmadığı anlaşılmakla, olay hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ... " Başvurucunun söz konusu karara karşı itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 28/6/2019 tarihinde reddedilmiştir.B. İdari Tahkikat Süreci Olayın hemen akabinde Ankara İl Jandarma Komutanlığı (Komutanlık) tarafından konuyla ilgili idari tahkikat başlatılmıştır. Askeri personel tarafından tutulan 2/9/2018 tarihli tutanak emniyet birimleri tarafından düzenlenen rapor ve alınan ifadelerle örtüşmektedir (bkz §§ 12,15). Ayrıca 5/9/2018 tarihli kamera kayıtlarının izlenmesine ilişkin tutanakta, emniyet birimlerinin izleme kayıtlarına ilişkin tutanağına (bkz. § 16) koşut tespitler yapılmış; ek olarak silahın ateşlenmesi sonrası askerî personelin binadan çıkarak kulübeye geldiği, yaralı personelin kulübeden çıkarılarak kendisine ilk yardım yapılmaya çalışıldığı ifade edilmiştir. Karakolda görevli askerî personelin olay gecesi ifadesi alınmıştır.- Karakol komutanı olan Kıdemli Başçavuş E.S. ifadesinde özetle olayın kendisine haber verilmesi üzerine hemen Karakola geldiğini, ilgili astsubaylara savcılığa ve emniyet birimlerine haber vermelerini söylediğini, Ö.G.nin intihar etme nedeniyle ilgili bir bilgi elde edemediğini, olay günü duyduğu kadarıyla Ö.G.nin ağabeyinin iş problemi olduğunu, zaman zaman bu nedenle tartıştıkları bilgisine ulaştığını, yıllık izni sonrası Ö.G. ile kısa bir görüşme yaptığını, bu görüşmede Ö.G.nin bir şey anlatmadığını, Ö.G.nin sakin bir yapısı olup sıkıntılarını paylaşmadığını beyan etmiştir. - Astsubay Üstçavuş İ.T. ifadesinde; olay günü karakol içinde evrak tanzim etmekte iken dışarıdan silah sesi duyması üzerine dışarı çıktığını, nöbet kulübesine gittiğinde yerde yatan Ö.G.nin yanında F.K. ve Z.yi gördüğünü, Ö.G.nin yarasına tampon yaptıklarını, olay yerine gelen ambulansla Ö.G.nin hastaneye sevk edildiğini, bölge Ankara Adliyesinin sorumluluk alanında olduğundan savcılığa ve emniyete haber verildiğini, delillerin bozulmaması adına kulübeye kimseyi yaklaştırmadığını, Ö.G.nin neşeli bir insan olduğunu, problemleri ve intihar sebebi hakkında bilgisi olmadığını, sadece abisi ile problem yaşadığını duyduğunu ifade etmiştir. - İntiharın gerçekleştiği an olay yerinde bulunan Uzman Çavuş F.K. ve er Z. emniyet mensuplarına verdiği ifadelere (bkz. § 15) koşut beyanlarda bulunmuş; F.K., Ö.G.nin esprili biri olduğunu, bir problemi olmadığını, üstlerine saygılı ve karakolda sevilen biri olduğunu beyan etmiş; Z. ise Ö.G.nin sürekli olarak "Bıktım bu hayattan." diye yakındığını, "Fakirliğin gözü kör olsun." dediğini, Ö.G.ye dayısının harçlık gönderdiğini, askere gelmeden önce dayısının yanında çalıştığını kendisine söylediğini hatta Ö.G.nin askerden sonra biriktirdiği parayla ağabeyini evlendirmeyi düşündüğünü beyan etmiştir. - Karakolda görevli olan erlerin (toplam10 kişi) ifadelerindeki ortak noktalar özetle Ö.G.nin uzman çavuşluğa müracaat ettiği ancak komutanlarından yeterli nitelik belgesi alamadığı için uzman çavuş olamadığı, bu duruma çok üzüldüğü, komando olarak askerlik yapmak istediği, dinini seven, iyi, güler yüzlü ve sevilen bir insan olduğu, herhangi biriyle bir problem yaşamadığı, küfür dahi etmediği, psikolojik bir sıkıntısının olmadığı, maddi problemlerinin olduğu, işsiz ağabeyiyle sıkıntılar yaşadığı, hemen iş sahibi olmak istediği, bu konuda ailesinden baskı gördüğü, dayısından harçlık aldığı ve askerden önce dönercide çalıştığı, herkese olmasa da bazı arkadaşlarına intihar fikrinden, ölümden bahsettiği, sohbet ortamlarında uyumlu ve güler yüzlü biri olduğu yönündedir. Bazı erler ise Ö.G.nin sohbet ortamlarında güler yüzlü, neşeli olmakla birlikte içine kapanık biri olduğunu, Ö.G.nin kırılan telefonu için ağabeyinden para istediğini ancak ağabeyinin bu talebini olumlu karşılamadığını beyan etmiş; bazı erler de kendisini pek tanımadıklarını, sadece selamlaştıklarını ifade etmiştir. İdari tahkikat sonucu düzenlenen 4/9/2018 tarihli raporda anılan ifadelere yer verilmiş, Ö.G.nin "Bıktım bu hayattan." şeklinde arkadaşları içinde dile getirdiği yakınmaların amirlerine bildirilmemiş olduğu, Ö.G.nin Rehabilitasyon Danışma Merkezinden (RDM) faydalanmadığı ifade edilmiş; sonuç olarak Karakol içinde herhangi bir personelle problem yaşamayan, askerliğe kabulde psikolojik bir rahatsızlığı tespit edilmeyen, RDM görüşmesi olmayan, ailesi ile ilgili bazı sıkıntılar ve maddi problemler yaşayan Ö.G.nin intiharında kusur veya ihmali bulunan personel olmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin takipsizlik kararına itirazın reddedilmesine ilişkin verdiği 28/6/2019 tarihli kararı tebellüğ etmesinin ardından 22/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için çok sayıda karar arasından bkz. Coşkun Çiftler, B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-57; Kumrişan Akkuş ve Sefer Akkuş, B. No: 2014/14672, 1/2/2017, §§ 45-56, Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24520 | Başvuru, zorunlu askerlik görevinin ifası sırasında meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 4/12/2007 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı ortaklığın giderilmesi davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 4/12/2007 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, Kızıltepe ilçesi Kocalar köyü 71 parsel numaralı taşınmazın müştereken maliki olduğunu belirterek taşınmazdaki ortaklığın giderilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 13/2/2014 tarih ve E.2007/519, K.2014/160 sayılı kararıyla, toplanan deliller ve bilirkişi raporlarına göre ortaklığın aynen taksim yoluyla giderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin kararı, 9/5/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir: "Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; .. b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları, .. görürler." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır: a) Sulh hukuk mahkemelerinin görevine giren dava ve işler. .." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2621 | Başvurucu, 4/12/2007 tarihinde Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı ortaklığın giderilmesi davasında yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altında darbedilme ve bu olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye Arap Cumhuriyeti uyruklu olan başvurucu, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığı davada 24/5/2018 tarihinde tahliyesine karar verilmesinin ardından sınır dışı edilmek üzere idari gözetim altına alınmıştır. Başvurucunun yargılandığı davada müdafiliği görevini üstlenen Av. Gamze Karabaş başka bir iş için 8/6/2018 tarihinde başvurucunun tutulduğu geri gönderim merkezine gelmiştir. Başvurucu, geri gönderim merkezi müdürünün odasına götürülürken tesadüfen karşılaştığı Av. Gamze Karabaş'a ağlayarak ve işaretlerle görevliler tarafından darbedildiğini anlatmıştır. Av. Gamze Karabaş bu olayla ilgili olarak başvurucunun adli yardıma ihtiyacı olduğunu belirten bir tutanak düzenleyerek aynı tarihte Antalya Barosuna göndermiştir. Antalya Barosu İnsan Hakları Merkezi, Av. Gamze Karabaş'ın düzenlediği tutanak üzerine başvurucu ile görüşme yapmak için iki avukat görevlendirmiştir. Görevlendirilen avukatlar Nurali Çitil ve Şaziye Gökmen 11/6/2018 tarihinde geri gönderim merkezinde bir tercüman eşliğinde başvurucu ile görüşme yapmıştır. Bu görüşme sonucunda avukatlar tarafından düzenlenen 12/6/2018 tarihli tutanakta başvurucunun anlatımları özetle şu şekilde yer almıştır:i. Geri gönderme merkezindeki yemeklerden şikâyet etmesi üzerine 8/6/2018 tarihinde tutulduğu odaya giren, isimleri , İ. ve A. olan, biri polis memuru üç görevli yüzüne tokat atmak, göğüs, karın ve sırt bölgesine yumrukla vurmak suretiyle kendisini darbetmiştir. ii. Darbetme olayından bir saat kadar sonra görevlilerce odasından alınıp başka bir odaya götürülürken tesadüfen Av. Gamze Karabaş'ı görmüş ve ona yaşadıklarını anlatmaya çalıştığı sırada ismini olarak bildiği bir görevlinin odasına apar topar sokulmuştur. Burada bulunduğu sırada, şikâyetçi olması hâlinde sınır dışı edileceği veya başka bir gönderim merkezine transfer edileceği söylenerek tehdit edilmiştir.iii. Görüşme sırasında anlattığı olaylara kendisi ile aynı odada kalan A.Ş. isimli, Irak uyruklu şahsın tanıklık edebileceğini, ayrıca bir süredir açlık grevinde olduğunu belirtmiştir. Bu tutanaktaki bilgileri değerlendiren Antalya Barosu 20/6/2018 tarihli ve 103/6 sayılı kararı ile başvurucunun durumunun Antalya Valiliğine bildirilmesine karar vermiştir. Başvurucu 12/6/2018 tarihinde Antalya'daki geri gönderme merkezinden Gaziantep'teki geri gönderme merkezine nakledilmiştir. Başvurucunun kardeşi A.H., Antalya Barosunu telefonla arayarak başvurucunun nakledildiği gün geri gönderme merkezi görevlilerince bir kez daha darbedildiğini ifade etmiştir. Bunun üzerine Antalya Barosu görevlileri Gaziantep Barosu ile irtibat kurarak başvurucu ile görüşülmesini talep etmiştir. Gaziantep Barosu İnsan Hakları Merkezinde görevli avukatlar Cumali Şimşek ve Şafak Yılmaz bu talep üzerine 22/6/2018 tarihinde başvurucu ile geri gönderme merkezinde bir görüşme gerçekleştirmiştir. Görüşme sonucunda düzenlenen tutanakta özetle şu hususlar yer almıştır:i. Başvurucu, Gaziantep'e nakli için götürüldüğü esnada geri gönderme merkezinin çıkışındaki merdivenlerde isimlerini bilmediği ancak teşhis edebileceği 7-8 görevli tarafından darbedilmiştir. Aldığı yumruk ve tekme darbelerinin etkisiyle merdivenlerden yuvarlanan başvurucu yerde bulunduğu sırada görevlilerden biri ayağıyla başvurucunun boynuna basmış, bu sırada diğer görevliler başvurucuyu darbetmeye devam etmiştir. Bulunduğu yerden alınarak geri gönderme merkezinin emanet odasına götürülen başvurucu burada da darbedilmiştir. Bu olaylara başvurucu ile birlikte Gaziantep'e nakledilmek üzere olay yerinde bulunan B.A. ve F.E. isimli yabancı uyruklu şahıslar tanık olmuştur.ii. Avukatlar başvurucunun sol alın bölgesinde, saçının içine doğru uzanan bir kesi, sağ kolunun dirsek bölgesinde tam olarak iyileşmeyen 2x3 cm boyutlarında sürtme şeklinde bir yaralanma ve sağ dizinin üzerinde kolunda tarif edilen yaralanmaya benzer bir yara daha olduğunu görmüştür.iii. Başvurucu avukatlara, darbedildiği esnada kendisine Suriye'ye gönüllü geri dönüş formu olduğunu düşündüğü bir belge imzalatıldığını ancak Suriye'ye dönme iradesinin bulunmadığını, Suriye'ye döndüğü takdirde kardeşleri gibi öldürülebileceğini ifade etmiştir. Bu gelişmeler üzerine Antalya Barosu 3/7/2018 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuş; suç duyurusuna, başvurucu ile görüşme sonucu düzenlenen tutanakları da eklemiştir. Bunun üzerine 2018/61766 soruşturma numarası ile soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık soruşturma kapsamında 7/8/2018 tarihinde Antalya Geri Gönderme Merkezine bir müzekkere yazarak başvurucunun sınır dışı edilmesinin gerekçesinin ne olduğu, Gaziantep Geri Gönderme Merkezine niçin gönderildiği, işkence ve kötü muamele iddialarının doğru olup olmadığı hususlarında ayrıntılı bilgi verilmesini, ayrıca başvurucunun görüntülerini içeren, olay tarihine ait kamera kayıtlarının gönderilmesini istemiştir. Antalya İl Göç İdaresi Müdürlüğünün bu müzekkereye cevap verdiği 5/9/2018 tarihli yazıda başvurucuya kötü muamelede bulunulmasının söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Bu yazı ve ekinde yer alan belgelerdeki bilgiler şu şekilde özetlenebilir: i. Başvurucu, hakkında verilen 25/5/2018 tarihli sınır dışı etme ve idari gözetim kararlarının ardından idari gözetime alınarak Antalya geri gönderim merkezinde tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu, bu geri gönderim merkezinin kapasitesi ve burada bulunan yabancı terörist savaşçı sayısı nedeniyle 12/6/2018 tarihinde Gaziantep geri gönderim merkezine sevk edilmiştir. Başvurucunun Antalya'da kaldığı sürede aile üyeleri ve avukatları ile düzenli olarak görüştüğüne dair tutanaklar yazı ekinde yer almaktadır.ii. Antalya geri gönderim merkezi görevlileri tarafından düzenlenen ve üzerinde tarih bulunmayan tutanakta; 8/6/2018 günü saat 00 sıralarında başvurucunun kendisini odaya almak isteyen görevlilere zorluk çıkartarak odaya girmek istemediği, bağırarak müdürle görüşmek istediğini söylediği, bu olayların ardından başvurucunun odasına alındığı belirtilmektedir.iii. Antalya geri gönderim merkezi görevlileri tarafından düzenlenen bir başka tutanakta özetle; 12/6/2018 tarihinde Suriye uyruklu şahısların sevklerini sağlamak üzere çıkış kapısına doğru yönlendirildikleri ancak bu şahısların asansör koridoruna vardıklarında gelmeyeceklerini ve avukatlarını istediklerini söyledikleri, şahısların ilk olarak kapıları tekmeledikleri, ardından yumrukla görevliyi darp ettikleri, ikazlara rağmen katta bulunan eşyalara zarar verdikleri, bunun üzerine telsizle güvenlik görevlisi , polis memuru Ö. ve sevk için bekleyen Jandarma görevlilerinin takviye için çağrıldığı, gelen kolluk ekibi tarafından yapılan ikazlara riayet etmeyen F. adlı bir şahısla birlikte başvurucunun yangın merdivenlerine geldiklerinde tekrar saldırıda bulunarak çevredeki eşyalara ve kapılara zarar verdikleri, darp teşebbüsünde bulundukları, bunun ardından şahısların Ö. ve N.G. adlı görevliler tarafından zorla garaj kapısına götürülerek görevlilere teslim edildiği, yaralanan Ö. ve N.G.nin ise darp raporu almak üzere hastaneye gittikleri belirtilmiştir.iv. Yazı ekinde yer alan doktor raporlarına göre 12/6/2018 tarihli olaylarda polis memuru Ö. ve güvenlik görevlisi N.G. yaralanmış, Ö.nün el bileği ve el yüzeyinde kırık oluşmuştur. Başvurucunun Antalya geri gönderim merkezine kabul edildiği 25/5/2018 ve Gaziantep geri gönderim merkezine kabul edildiği 13/6/2018 tarihli doktor raporlarında ise başvurucuda darp ve cebir izi bulunmadığı belirtilmiştir.v. Yazı ekinde ayrıca geri gönderim merkezinde görevli güvenlik görevlilerinin listesine de yer verilmiştir. Başsavcılık, yukarıda özetlenen Antalya İl Göç İdaresi Müdürlüğünün cevabi yazısının kendisine ulaşmasının ardından 3/10/2018 tarihinde başvurucunun kötü muamele gördüğüne dair iddialarıyla ilgili yürüttüğü soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar başlığında Antalya Barosuna ihbar eden sıfatıyla yer verilmiş, başvurucu ise kararda mağdur, müşteki ya da başka herhangi bir sıfatla yer almamıştır. Karar gerekçesinde başvurucunun geri gönderme merkezlerine kabul edilirken alınan doktor raporlarında darp ve cebir izi bulunmadığının bildirildiği, geri gönderme merkezinin teknik altyapısı nedeniyle olay tarihinden on gün sonra silinen güvenlik kamerası kayıtlarına ulaşılamadığı belirtilmiştir. Kararın sonuç kısmı ise şöyledir:"...Soruşturma dosyasının incelenmesinde, Antalya İl Göç İdaresi Geri Gönderme Merkezinde tutulan müşteki ile ilgili Av. Gamze Karabaş tarafından kendisine kötü muamele yapıldığına dair tutanak tutulmuş ise de, tutanağın tamamen müştekini soyut beyanı doğrultusunda tutulduğu, müştekiye kötü muamele veya işkence yapıldığına dair her türlü şüpheden uzak somut ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşılmakla, Şüpheli hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA;Karar örneğinin tebliğine yer olmadığına,CMK 'nın 172 ve devamı maddeleri gereğince kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Antalya Sulh Ceza Hakimliğine itiraz kanun yolu açık olmak üzere karar verildi." Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara başvurucu vekili itiraz etmiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği, üzerinde tarih bulunmayan 2019/736 İş sayılı kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Antalya İl Göç İdaresinin 19/4/2022 tarihli yazısında başvurucunun 20/9/2018 tarihinde gönüllü geri dönüş kapsamında Türkiye'den çıkışının sağlandığı belirtilmiştir. Başvurucu 12/7/2019 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında... artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1984 tarihli ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilen, 3441 sayılı Kanun ile onaylanan, 29/4/1988 tarihli ve 19799 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Alçaltıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “Her Taraf Devlet, yetkisi altındaki ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini sağlayacaktır.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin fıkrası şöyledir: “Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak, işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiş, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin asgari ağırlık eşiğini aşması beklenir (birçok karar arasından bkz. Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması halinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama yapmanın devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM'e göre bir kişi, özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada- kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde kişiye karşı fiziksel güç kullanımı insan onurunu zedelemekte; kural olarak Sözleşme’nin maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil etmektedir (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09, 28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011, § 106). AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde, bir kişi Sözleşme'nin maddesini ihlal eder şekilde polis ya da diğer kamu görevlilerinin müdahalesine maruz kaldığına dair savunulabilir bir iddiada bulunduğunda etkili ve resmî bir soruşturma yapılmalıdır. Bu soruşturma sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilmelidir. Aksi hâlde temel önemde bir yasak olmasına karşılık işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yasağı uygulamada etkisiz olacak ve oluşan fiilî cezasızlık nedeniyle kamu görevlilerinin kontrollerinde olan kişilerin haklarını kötüye kullanmaları mümkün olacaktır (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24153 | Başvuru, idari gözetim altında darbedilme ve bu olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilave yüksek lisans öğrenim kıdemi verilmemesi işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2013 tarihinde Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) subay olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Selçuk Üniversitesi (SÜ) Sosyal Bilimler Enstitüsü (SBE) İşletme Anabilim Dalına bağlı Yönetim ve Organizasyon programı ve İşletme programında tamamladığı yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı olduğunu belirtir belgenin verilmesi için Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığına (YÖK) müracaatta bulunmuştur. Başvurucunun talebinin reddedilmesi üzerine açılan davada, Ankara İdare Mahkemesinin 22/11/2007 tarihli ve E.2007/601, K. 2007/1573 sayılı kararı ile “işletme bilim dalı ile yönetim ve organizasyon bilim dalında yapılan iki yüksek lisansın birbirinden farklı olduğu” gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine söz konusu karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 20/3/2009 tarihli ve E.2008/1376, K.2009/1939 sayılı kararı ile onanmış, idarenin karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 26/4/2010 tarihli ve E.2009/5502, K.2010/2045 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu aynı süreçte, bitirdiği ikinci yüksek lisans programının öğrenim kıdemine sayılması için Millî Savunma Bakanlığına (MSB) başvurmuş; başvurunun reddi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) “ilave lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminin iptali” için dava açmıştır. Açılan davada AYİM Dairesi, Ankara İdare Mahkemesi nezdinde devam eden davayı bekletici mesele yapmış ancak anılan İdare Mahkemesi kararında ikinci yüksek lisans eğitiminin farklı bir eğitim olduğu yönündeki kararı dikkate almaksızın 6/10/2010 tarihli ve E.2007/719, K.2010/1066 sayılı kararında “ Yönetim ve Organizasyon Bilimi ile İşletme Bilim dallarının farklı bilim dalları olmadığı” gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Karar düzeltme talebinin de aynı Dairenin 1/3/2011 tarihli kararı ile reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir. Başvurucu, Ankara İdare Mahkemesi ve AYİM tarafından verilen kararlar arasında farklılık olduğu iddiasında bulunmuş; hüküm uyuşmazlığı yolu ile Uyuşmazlık Mahkemesi önüne gelen olayda Uyuşmazlık Mahkemesi, Hukuk Bölümü 8/4/2013 tarihli ve E.2013/468, K.2013/468 sayılı kararıyla Ankara İdare Mahkemesi kararını kaldırmış ve AYİM Dairesinin kararını kabul ederek hüküm uyuşmazlığının giderilmesine kesin olarak karar vermiştir. Uyuşmazlık Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:“…AYİM Dairesi kararının YÖK Başkanlığının önceki istikrarlı görüşüne dayalı olması, Ankara İdare Mahkemesi kararının ise ilmi ve objektif verilere ya da bilirkişi mütalaasına dayanmayan salt bir hukuki değerlendirmeyle verilmiş olması olgusu birlikte değerlendirildiğinde; Ankara İdare Mahkemesi kararının usul ve kanuna uyarlı düşmediği, YÖK Genel Kurulunun 2010 tarihli ve 2006 tarihli kararının iptaline dair kararın ise Danıştay Dairesinin kesinleşen ilamının infazına yönelik bir uygulama işlemi mahiyetinde bulunması itibariyle varılan bu sonucu değiştirir bir yönünün olmadığı, dolayısıyla doğan hüküm uyuşmazlığında AYİM Dairesinin usul ve hukuka uygun olan kararının esas alınması gerektiği kanaatine varılmıştır.…aynı anabilim dalının altında yer alan bilim dallarında yapılan yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı olmadığı yönünde tesis edilen Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı işlemini iptal eden Ankara İdare Mahkemesinin 2007 gün ve E:2007/601, K:2007/1573 sayılı kararının kaldırılması, hukuk ve usule uygun bulunan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin 2010 gün ve Gensek no:2007/1774, E:2007/719 K:2010/1066 sayılı kararının kabulü ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesi gerekmiştir.” Uyuşmazlık Mahkemesinin nihai kararı 3/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2013 tarihinde süre içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/7/1996 tarihli ve 22683 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği’nin maddesi. 12/6/1979 tarihli ve 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.…İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini isteyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır.” 2247 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bölümlerin ve Genel Kurulun kararları kesindir. İlke kararları ile Başkanın uygun göreceği Bölümlerin kararları Resmi Gazete'de yayımlanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5051 | Başvuru, ilave yüksek lisans öğrenim kıdemi verilmemesi işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen ve yakınlarının yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan silahlı saldırı olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Nevşehir'de ikamet etmektedirler. Başvurucular Asım Yönemli ve Kamile Yönemli'nin oğlu, diğer başvurunun ise kardeşi olan 1990 doğumlu Ahmet Yönemli 15/1/2012 tarihinde uğradığı silahlı bir saldırı sonucu yaşamını yitirmiştir. Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında soruşturma açmış ve 18/4/2012 tarihinde şüpheli E.G. hakkında tasarlayarak öldürme suçundan Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açmıştır. Bu davaya katılan Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasında, her ne kadar sanık hakkında tasarlayarak öldürme suçundan iddianame düzenlenerek kamu davası açılmış ise de yargılama sırasında toplanan delillere göre olayda tasarlamanın unsurlarının oluşmadığı, bu nedenle sanığın kasten öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kamu davasına katılan ve bir vekille temsil edilen başvurucular ise sanığın tasarlayarak öldürme suçundan cezalandırılmasını ve haksız tahrik hükümlerinin uygulanmamasını talep etmişlerdir. Ağır Ceza Mahkemesi 7/12/2012 tarihinde,sanığınkasten öldürme suçundan neticeten 18 yıl hapis cezası ile mahkûmiyetine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"Sanık E... G...Nevşehir de oturmakta olup, geçimini esnaflık yaparak sağlamaktadır. Maktul Ahmet ile E... G... olay tarihinden yaklaşık iki ay önce tanışmışlardır. ...Olay tarihinde, saat 20:35 sıralarında, sanık E... G... maktul Ahmet Yönemli ile birlikte Nevşehir .. Oteli'nin arka tarafında kalan boş araziye silahla atış yapmak için gitmişlerdir. Daha önceden aralarında var olan araç alım satımından kaynaklanan alacak-verecek ilişkisi ve yaşadıkları maddi problemlerin de etkisiyle aralarında tartışmaya başlamışlardır. Tartışma esnasında aralarında küfürleşmeler olmuştur. Ancak önce kimin küfür ettiği saptanamamıştır. Tartışma sonucunda sanık, ekspertiz raporuna göre6136 sayılı Yasa kapsamında kalan ve yasak silahlardan olduğu belirtilen tüfek ile ense kısmından tek ve bitişik atış suretiyle vurarak Ahmet'i öldürmüştür. Sanık, olay gününün gecesi ve ertesi gün öğleden sonra yeniden olay mahalline gitmiştir. Maktulü, kazdığı çukurun içine gömmüştür. Sanığın kiraladığı anlaşılan 50 ...plaka sayılı H... marka beyaz renkli araca ait GPRS araç takip sistemi kayıtları üzerinden emniyet birimleri tarafından gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda maktul bulunmuştur....Sanık yargılama aşamasındaki savunmalarında, kendisini korumak amacıyla ateş ettiğini ve Ahmet'i öldürmek ya da yaralamak gibi bir amacının bulunmadığını belirterek yüklenen suçlamaları kabul etmemiştir. Sanığın aşamalardaki savunmalarının birbiriyle çelişkili olması, maktüldeki öldürücü yaranın bulunduğu yer ve niteliği, yapılan atışın bitişik atış olması, eylemin sonrasında maktülü gömmek için gösterdiği çaba ve olayın soruşturma görevlilerinin titiz çalışması sonucunda ortaya çıkarılması karşısında sanığın savunmalarının cezadan kurtulmak amacına yönelik olduğu kanaatine varılmış ve itibar edilmemiştirSanığın eylemini tasarlayarak gerçekleştirdiği iddiasıyla kamu davası açılmış vekatılan taraf, sanığın eyleminin canavarca hisle ya da eziyet çektirerek ve tasarlayarak adam öldürme suçunu oluşturduğunu iddia etmiştir. Canavarca hisle öldürme, sırf öldürmüş olmak için öldürme ve ölenin acı çekmesinden zevk duymak için öldürmektir. Eziyet çektirerek öldürmede ise, eylemin ölümü meydana getirme bakımından zorunlu olmayan ve ölüme takaddüm eden vahşice hareketlerle gerçekleştirilmesi ve sanığın öldürme kastının yanında işkence ya da eziyet çektirme kastının da bulunması gerekmektedir. Somut olayda, sanığın canavarca hisle ya da eziyet çektirerek öldürdüğüne ilişkin şüpheden uzak, kesin delil bulunmamaktadır.Kasten öldürme suçunun işlenmesinde tasarlamanın oluşması için dört koşul birlikte gerçekleşmelidir. Bu koşullar; a-) failin bir kimseye karşı belirli bir suç işlemeye sebatla ve koşulsuz olarak karar vermesi, b-) bu kararın hemen verilip uygulanmaması, c-) suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında bir süre geçmesi d-) ve bu sürede failin soğukkanlılık ve sukünetle düşündükten sonra ulaştığı ruhi sukünete rağmen bu kararından vazgeçmeyip fiilini işlemekte ısrar etmesidir. Tasarlayarak kasten adam öldürme suçlarında doktirinde tasarlamayı açıklama bakımından iki görüş mevcuttur. Soğukkanlılık teorisine göre, tasarlayarak adam öldüren şahısta anormal bir soğukkanlılık olmalıdır. Bu kişininbaşkasını öldürürken hiç heyecan duymamış olması, ayrıca fail öldürme kararını önceden almış olmasına ve araya zaman girmiş olmasına karşı soğukkanlılığını korumuş ve bu karardan vazgeçmemesi gereklidir. Planlama teorisine göre de; tasarlama ile işlenen adam öldürme suçlarında suç önceden kararlaştırılmış ve hazırlanıp planlanmıştır. Bu hazırlık pusu kurmak, mağduru hile ile öldüreceği yere getirmek, mağduru arayıp bulmak veya mağdur ile arkadaş olmak biçiminde olabilecektir. Burada fail önceden aldığı suç işleme kararını gerçekleştirmek için suçta kullanacağı araçları, seçip temin etmekte ve bu suçu nasıl işleyeceği konusunda plan yapmaktadır. Her iki teoride de ortak olan, faildeki suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında belirli bir sürenin geçmesi gerektiğidir. Somut olayda, sanık E... olay günü arkadaşı olan maktül ile atış yapmak için boş araziye gitmiştir. Atış sırasında aralarında tartışma geçmiş ve E... tüfeği ile maktülü ensesinden o anlık karar ile vurmuştur. Tanıklar S... U... ve H... A..., olay tarih ve saatinde olay yerine yakın bir yerde kaybolan köpeklerini aradıkları esnada, birkaç el silah sesi ile bağrışma ve küfürleşme sesleri duyduklarını, ancak olayın oluşunu görmediklerini belirtmişlerdir. Bu tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere, suça konu öldürme olayının öncesinde sanık ve maktül arasında tam olarak bilinemeyen sebepten dolayı tartışma çıkmış ve bu tartışma üzerine sanık verdiği ani kararla maktulü öldürmüştür.... Bu yüzden, mahkememizce sanığın eyleminin kasten insan öldürme suçu kapsamında kaldığı kanaatine varılmıştır. ...... Sanık savunmalarında, aralarında tartışma yaşandığını ve maktül tarafından kendisine hakaret edildiğini belirtmiştir. Bir kısım tanıklar da olay yerinden küfür ve bağrışma seslerinin geldiğini doğrulamışlardır. Hakaret eyleminin önce kim tarafından başlatıldığı kanıtlanamadığından ve sanığın ölenin kendisine hakaret ettiğine ilişkin savunmasının aksine delil bulunmadığından, sanığın Ahmet'ten kaynaklanan haksız hareketin şiddetli elem ve hiddetinin etkisi altında suçu işlediğinin kabulünde zorunluluk olmuş ve sanık lehine haksız tahrik hükümleri uygulanmıştır. Tahrike konu haksız eylemin niteliğine göre 5237 sayılı TCK’nın maddesi uyarınca takdiren alt sınırdan indirim yapılmıştır. ...İddia, sanık savunması, tanık anlatımları, otopsi raporu, diğer ekspertiz raporları, Adli Tıp Kurumu raporu, olay yeri tespit tutanağı ve diğer tutanaklar, yargılama sırasında toplanan diğer deliller ve tüm dosya kapsamına göre; sanığın olay tarihinde, Ahmet Yönemli'den kaynaklanan haksız tahrikin de etkisiyle onu öldürmek suretiyle 5273 sayılı TCK'nın maddesinde düzenlenen kasten öldürme suçunu ... işlediği sabit olduğundan cezalandırılması yönüne gidilmiştir. ... Sanığın kasten adam öldürme eylemini maktülden kaynaklanan haksız hareketin etkisiyle işlemiş olduğu kabul edildiğinden lehine haksız tahrik hükümleri uygulanmıştır. Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamında kalsa da adli sicil kaydının bulunması, eyleminden sonra olay yerine tekrar giderek maktülü gömmek suretiyle suçunu gizlemeye çalışması şeklinde ortaya çıkan fiilden sonraki davranışları göz önüne alınarak sanık hakkında TCK maddesi uygulanmamıştır. (...)" Başvurucuların ve sanığın temyizi üzerine söz konusu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/3/2014 tarihli kararı ile onandığından aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucular temyiz dilekçelerinde, sanığın tasarlayarak öldürme suçundan cezalandırılması gerekirken kasten öldürme suçundan cezalandırıldığını ayrıca olayda haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasının da mümkün olmadığını ileri sürmüşler; ayrıca temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını talep etmişlerdir. Ceza Dairesi, temyiz incelemesini sanığın talebi nedeniyle duruşmalı olarak gerçekleştirmiştir. Bu duruşmaya sanığın müdafii katılmış, başvurucuların duruşmalı inceleme talebi ise Daire tarafından hak ve yetkilerinin bulunmadığı gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Onama kararının ilgili bölümü şöyledir:"1-a) Katılanların hak ve yetkisi bulunmadığından, katılanlar vekilinin duruşmalı inceleme isteminin CMUK'nun maddesi gereğince reddine karar verilmiştir....2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın 'kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet' suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suçların niteliği tayin, kasten öldürme suçu yönünden tahrike ilişen cezayı azaltıcı sebebin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle değerlendirilmiş, incelenen dosyaya göreverilen hükümlerde isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık ve müdafiilerinin temyiz dilekçesinde ve duruşmalı incelemede, meşru savunmaya, suçun niteliğine, tahrikin derecesine, TCK'nın 62, 50, 51 ve CMK’nın 231 maddelerinin uygulanması gerektiğine vesaireye, katılanlar vekilinin suçun niteliğine, haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması gerektiğine vesaireye yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, kısmen resen de temyize tabi olan hükümlerin tebliğnamedeki düşünce gibi [ONANMASINA]" Nihai karar, başvurucular tarafından 15/5/2014 tarihinde öğrenilmiş olup yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Haksız tahrik" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ (1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli hâller" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: " (1) Kasten öldürme suçunun; a) Tasarlayarak, (...) İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un "Temyiz ve karar düzeltme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" (1) Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326 ncı maddeleri uygulanır. " 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun"Ağır Ceza Hükümlerinin Tetkikinde Duruşma" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Ağır cezaya mütaallik hükümlerde Temyiz Mahkemesi tetkikatını maznunun temyiz istidasındaki talebi üzerine veya dilerse resen duruşma icrası suretiyle yapar. Duruşma gününden maznuna veya talebi üzerine müdafiine haber verilir. Maznun duruşmada hazır olabileceği gibi kendisini vekaletnameyi haiz bir müdafi ile de temsil ettirebilir.(...)." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Duruşmalı inceleme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) On yıl veya daha fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde, Yargıtay, incelemelerini sanığın veya katılanın temyiz başvurusundaki istemi üzerine veya re'sen duruşma yoluyla yapar. Duruşma gününden sanığa, katılana, müdafi ve vekile haber verilir. Sanık, duruşmada hazır bulunabileceği gibi, kendisini bir müdafi ile de temsil ettirebilir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8591 | Başvuru, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen ve yakınlarının yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan silahlı saldırı olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; gözaltında darba maruz kalma nedeniyle kötü muamele yasağının, makul süreyi aşan bir yargılamada hukuka aykırı delillerle mahkûm edilme nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/10/1980 doğumlu olup Van'da mukimdir. Başvurucu, Van Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 5/1/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve 9/1/2008 tarihinde aynı suç ithamıyla tutuklanmıştır. Başvurucu üzerine atılı suçlama ile ilgili olarak Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede gözaltında kolluk görevlilerinin darbına maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/1/2008 tarihinde kolluk görevlileri hakkında kasten yaralama suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan soruşturma kapsamında başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor temin edilmiştir. Söz konusu adli raporda başvurucunun sol üst dudak mukozasında 0,5 cm'lik bir laserasyon (yırtılma) olduğu, bunun dışında herhangi bir darp ya da cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuya kolluk görevlilerinin fotoğrafları gösterilerek teşhis işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu bu teşhis işlemi sonrası kendisini darbettiğini iddia ettiği beş kolluk görevlisinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu tarafından teşhis edilen kolluk görevlilerinden ikisinin Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınmıştır. İfadesi alınan kolluk görevlileri savunma yapmayarak susma haklarını kullanmak istediklerini ve daha sonra yazılı savunma ibraz edeceklerini belirtmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor hakkında ayrıca bir bilirkişi raporu almıştır. Bu rapora göre; başvurucunun dudağındaki yaralanma -ağız çevresinde darp şüphesini gösterir herhangi bir ekimoz, kanama ve laserasyon bulunmaması dikkate alındığında- şahsın kendi ağız mukozasını ısırmasıyla oluşabileceği gibi ağız hijyeninin bozuk olması nedeniyle de kendiliğinden oluşabilir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 28/3/2009 tarihinde kovuşturmasızlık kararı verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun kendisini beş kolluk görevlisinin vücudunun çeşitli yerlerine yumruk ve tekme ile vurarak darbettiğini söylemesine rağmen başvurucu hakkında düzenlenen adli raporda sadece dudakta basit bir yaralanmanın tespit edildiği hususuna vurgu yapılmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun iddiaları ile uyumlu bir adli raporun bulunmaması kanaati ile adli rapora ilişkin alınan bilirkişi raporundaki tespitler karara dayanak yapılmıştır. Başvurucu, söz konusu soruşturma ile ilgili olarak detaylı bilgi ve/veya belgelere başvurusunda yer vermemiş; sadece olay nedeniyle kolluk görevlileri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Bu nedenle söz konusu kovuşturmasızlık kararının başvurucuya tebliğ edilip edilmediği Anayasa Mahkemesince 1/2/2019 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan müzekkere ile sorulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2019 tarihli cevap yazısında; kovuşturmasızlık kararının başvurucuya tebliğ edilmesi için 24/4/2009 tarihinde Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği ancak başvurucunun Kurumda olmaması nedeniyle tebligatın yapılamadığı, bunun dışında başkaca herhangi bir tebliğ işleminin de ifa edilmediği bildirilmiştir. Öte yandan başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/5/2008 tarihinde düzenlenen iddianamenin Van Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle kamu davası açılmıştır. Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda 31/7/2012 tarihinde başvurucu hakkında anılan suçtan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 14/11/2014 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Kesinleşen bu mahkûmiyet kararı hakkında Mahkeme tarafından 2/2/2015 tarihinde kesinleştirme şerhi düzenlenmiştir. Başvurucu 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19415 | Başvuru, gözaltında darba maruz kalma nedeniyle kötü muamele yasağının, makul süreyi aşan bir yargılamada hukuka aykırı delillerle mahkûm edilme nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanuni ön alım hakkı nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasında Mahkemenin iptal edilen kanun hükmüne dayalı olarak davanın esasını incelemeden reddine karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadan duruşmasız inceleme yapılması nedeniyle de aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 6/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 16/1/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucular; murislerinin Batman ili Aydınkonak köyünde bulunan dava konusu taşınmazda hisse sahibi olduklarını, müşterek maliklerden H. ve B.nin paylarını üçüncü kişiye sattıklarını, satış işlemini sonradan öğrendiklerini, Kanun'dan kaynaklanan şufa haklarının bulunduğunu belirterek davalı üçüncü kişi adına olan kaydın iptali ile kendi adlarına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle 29/4/2009 tarihinde dava açmışlardır.Yargılama sırasında Bakanlar Kurulunun 11/5/2009 tarihli ve E.2009/14992 sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın bulunduğu köy, 22/11/1984 tarihli ve 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu kapsamında "uygulama alanı" olarak belirlenmiş; karar 27/5/2009 tarihli ve 24240 sayılı Resmî Gazete'de ilan edilmiştir. Batman Asliye Hukuk Mahkemesi, 4/7/2012 tarihli ve E.2009/307, K.2012/564 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, davacı vekili tarafından açılmış tapu iptali ve tescil (Önalım Hakkından Kaynaklanan) davasıdır.Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;dava konusu Aydınkonak köyü 62 parsel sayılı taşınmazlarda paydaş olan H. ve B.nin taşınmazdaki hisselerini A.ya 9/3/2009 tarihinde satıp devrettikleri, aynı taşınmaz paydaşlarından H.S. mirasçıları olan davacılarında eldeki davayı açarak önalım haklarını kullandıkları, yargılama devam ederken Bakanlar Kurulunun 27/5/2009 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan kararı ile Aydınkonak köyünün 3083 sayılı kanun kapsamında toplulaştırma kapsamına alındığı anlaşılmıştır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık toplulaştırma kapsamına alınan dava konusu taşınmaz ile ilgili önalım hakkının kullanılıp kullanılmayacağına ilişkindir. Önalım hakkı dava yolu ile ileri sürülmekte olup dava sonunda tapu iptali ve tescil kararı verilmektedir. Dolayısıyla önalım hakkına dayanan davalar tapu iptali ve tescil davalarının birer türüdür. 3083 sayılı kanunun 13/maddesinde toplulaştırma kapsamına alınan taşınmazların 5 yıl süre ile kişilere devrinin yasak olduğu, 13/maddesinde ise 5 yıllık süre içerisinde mahkemeler tarafından toplulaştırma kapsamındaki araziler hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemeyeceği düzenlenmiştir. Her ne kadar davalı vekili dava konusu taşınmazda önalım hakkı kullanılmasının 3083 sayılı kanun tarafından yasaklanmadığını ileri sürmüş ise de, önalım hakkına dayanan davalarda devir ve temlik kararı verildiği, 3083 sayılı kanunun 13/maddesinde hiçbir istisnaya yer verilmeden mahkemelerin toplulaştırma kapsamındaki araziler hakkında devir ve temliki gerektiren karar veremeyeceğinin düzenlendiği, bu kadar açık bir hüküm karşısında önalım hakkını 13/maddesinin istisnası olarak kabul etmeyi gerektirecek yasal bir dayanak mevcut olmadığı, doktirinde de arazi toplulaştırması halinde önalım hakkının kullanılamayacağı yönünde kuvvetli görüşler mevcut olduğu, önalım hakkına nazaran öncelikle korunması gereken yolsuz tescile dayalı tapu iptali ve tescil davalarında dahil toplulaştırma halinde devir ve temlik kararı verilemediği nazara alındığında, bu davaya nazaran daha az korunması gereken önalım hakkına dayalı davalarda da devir ve temlik kararının verilemeyeceği anlaşılmakla, dava konusu taşınmazın toplulaştırma kapsamına alınması nedeniyle davacı tarafın önalım hakkını kullanma imkanının bulunmadığı kanaatine varılarak açıklanan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...." Bu arada hükme esas alınan 3083 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrasının "Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından bu arazi hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemez."şeklindeki birinci cümlesi, Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/33, K.2012/54 sayılı kararıyla Anayasa'nın maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiş; karar 13/10/2012 tarihli ve 28440 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/5/2013 tarihli ve E.2012/16750, K.2013/9607 sayılı ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 16/1/2014 tarihli ve E.2013/13251, K.2014/340 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı 5/2/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili HukukAnayasa'nın maddesinin son fıkrası şöyledir:"Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar."Dava tarihinde yürürlükte olan 3083 sayılı Kanun'un, Anayasa Mahkemesinin 1/4/2012 tarihli ve E.2011/33, K.2012/54 sayılı kararıyla iptal edilmeden önceki maddesinin ilgili kısımlarışöyledir:"Uygulama alanlarında Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete'de yayımı tarihinden itibaren, kamulaştırma, toplulaştırma, arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar, gerçek kişilerle özel hukuk tüzelkişilerine ait arazinin mülkiyet ve zilyetliği devir ve temlik edilemez. Bu araziler ipotek edilemez ve satış vaadine konu olamaz. Ancak, bu kısıtlama süresi beş yılı aşamaz. Sulama şebekesi tamamlanıp sulamaya geçinceye kadar da aynı işlemler yapılmaz. Bu kısıtlamada ise süre, beş yılı aşamaz. Ancak, sulama alanlarında toplulaştırma çalışmaları kısıtlama süresi içerisinde sonuçlandırılamadığı takdirde, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün teklifi ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığının onayı ile toplulaştırma çalışmalarının sonuçlandırılması amacıyla kısıtlama süresi en fazla beş yıla kadar daha uzatılabilir.Kısıtlama süresi içerisinde arazisini ve varsa üzerindeki tesisleri satmak isteyen gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerin müracaatları halinde, uygulayıcı kuruluş bu kişilere ait tarım toprağını ve varsa üzerindeki tesisleri, altmış gün içinde bu Kanun hükümlerine göre kamulaştırır veya yönetmelikle tespit edilecek esaslar dahilinde bunların başkalarına satışına izin verir....Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından bu arazi hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemez. Miras yoluyla intikaller, bu hükmün kapsamı dışındadır. Ayrıca mahkemeler satış suretiyle miras ortaklığının giderilmesine karar veremezler." Yürürlükte olan 3083 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Uygulama alanlarında Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete'de yayımı tarihinden itibaren, kamulaştırma, toplulaştırma, arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar, gerçek kişilerle özel hukuk tüzelkişilerine ait arazinin mülkiyet ve zilyetliği devir ve temlik edilemez. Bu araziler ipotek edilemez ve satış vaadine konu olamaz. Ancak, bu kısıtlama süresi beş yılı aşamaz. Sulama şebekesi tamamlanıp sulamaya geçinceye kadar da aynı işlemler yapılmaz. Bu kısıtlamada ise süre, beş yılı aşamaz. Ancak, sulama alanlarında toplulaştırma çalışmaları kısıtlama süresi içerisinde sonuçlandırılamadığı takdirde, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün teklifi ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığının onayı ile toplulaştırma çalışmalarının sonuçlandırılması amacıyla kısıtlama süresi en fazla beş yıla kadar daha uzatılabilir.Kısıtlama süresi içerisinde arazisini ve varsa üzerindeki tesisleri satmak isteyen gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerin müracaatları halinde, uygulayıcı kuruluş bu kişilere ait tarım toprağını ve varsa üzerindeki tesisleri, altmış gün içinde bu Kanun hükümlerine göre kamulaştırır veya yönetmelikle tespit edilecek esaslar dahilinde bunların başkalarına satışına izin verir....Miras yoluyla intikaller, bu hükmün kapsamı dışındadır." Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/33, K.2012/54 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...3083 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren temliki tasarrufların durdurulması başlıklı maddesinde Bakanlar Kurulu’nun Kanunu uygulama kararından itibaren uygulama sona erinceye kadar uygulama alanındaki arazilere ilişkin temlik sonucu doğuracak tasarruf işlemleri yasaklanmıştır. Bu çerçevede Bakanlar Kurulu kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren, uygulama alanlarında kamulaştırma, toplulaştırma, arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar, gerçek kişilerle özel hukuk tüzelkişilerine ait arazinin mülkiyet ve zilyetliğinin devri ve temliki yasaklandığı gibi bu araziler üzerinde ipotek kurulmasına ve satış vaadi yapılmasına da sınırlama getirilmiştir. Kanun, bu kısıtlamaların süresini beş yılla sınırlandırmakla birlikte sulama alanlarında toplulaştırma çalışmalarının bu süre içinde sonuçlandırılamaması halinde çalışmaların sonuçlandırılması amacıyla kısıtlama süresinin en fazla beş yıla kadar uzatılmasına olanak tanımıştır. Uzatmaların Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yapılması öngörülmüştür.Ancak, Kanun kısıtlama süresince öngörülen devir ve temlik yasağına bazı istisnalar öngörmüştür. Bu çerçevede kısıtlama süresi içerisinde arazisini ve varsa üzerindeki tesisleri satmak isteyen kişilerin başvurusu halinde uygulayıcı kuruluşun altmış gün içinde bu kişilerin taşınmazlarını kamulaştırması ya da belli esaslar dâhilinde bunların başkalarına satışına izin vermesi öngörülmüştür. Ayrıca uygulama alanındaki arazinin Tarım Kredi Kooperatifleri ve bankalara ipotek edilmesine olanak tanınmıştır. Tarım Kredi Kooperatifleri ve bankalar dışındaki kişiler lehine ise ipotek yapılması mümkün değildir. İtiraz konusu kuralı da içeren son fıkrada ise birinci fıkrada belirtilen beş yıllık süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından uygulama alanındaki araziler hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemeyeceği öngörülmüştür.Miras yoluyla gerçekleşen intikaller ise bu hükmün kapsamı dışında tutulmuştur.Ayrıca mahkemelerin satış suretiyle miras ortaklığının giderilmesine karar veremeyeceği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla kısıtlama süresince satış ve ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla devirler uygulayıcı kuruluşun kontrolüne tabi tutulmuş, miras yoluyla devirlere izin verilmiş, bunların dışındaki devirler ise tamamen yasaklanmıştır. Mahkemeler ve icra dairelerine getirilen devir ve temlik sonucunu doğurucu karar verme yasağı ise kısıtlama süresince mutlak bir yasak olarak düzenlenmiştir.Anayasa’nın maddesinde hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, uyuşmazlığı hakkında nihai ve icra edilebilir karar verecek bir yargı mercii önüne uyuşmazlığı götürme hakkı olarak tanımlanabilir. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı aynı zamanda mahkemeden icra edilebilir bir karar almayı da içerir. Dava açılmasına herhangi bir engel olmamakla birlikte, mahkemenin davayı çözme yetkisi yoksa ya da kararını uygulatma imkânı bulunmuyorsa mahkemeye erişim hakkından söz edilemez.İtiraz konusu kural belli sürelerle mahkemelerin ve icra iflas dairelerinin devir ve temlik sonucu doğuran kararlar vermelerini yasaklamaktadır. Devir ve temlik işlemlerinin durdurulma süresi kanunda beş yıl olarak öngörülmüş olmakla birlikte on yıla kadar uzatılması mümkündür. Bu süre boyunca mahkemelere devir ve temlik sonucunu doğuracak karar verme yasağı öngörülmekle birlikte mahkemelerin nasıl karar vereceğine ilişkin bir açıklık getirilmemiştir. Bu durumda mahkemelerin önlerindeki derdest davaları askıya mı alacağı yoksa incelemeye devam ederek devir ve temlike neden olmayan bir karar mı vermek zorunda olduğu konusunda açıklık bulunmamaktadır.Mahkemeler bu seçeneklerden hangisini uygularsa uygulasın davada haklı olmakla birlikte itiraz konusu kural nedeniyle devir ve temlik sonucu doğuracak bir karar verilememesi sonucu hakkını elde edemeyen taraf, uygulama işlemleri tamamlandıktan sonra da haklarını tam olarak elde edemeyecektir. Davayı askıya alma halinde, dava konusu taşınmaz uygulama kapsamında bölünmüş ya da başka bir taşınmaz ile birleştirilmiş veya başka bir kişiye tahsis edilmiş olabileceğinden dava sonunda verilen kararın uygulanma kabiliyeti kalmayacaktır. Dava konusu taşınmazın kamulaştırılmış olması halinde de kamulaştırma bedeli tapuda malik gözüken kişiye ödenmiş olacağından davada haklı olan tarafın kamulaştırma bedeli alması da mümkün olmayacak veya alabilmesi için yeni davalar açması gerekecektir.Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğünü ihlal edici nitelikte olup Anayasa’ya aykırıdır, iptali gerekir...." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde,diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 14/7/2004 tarihli ve 5219 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü birmilyar lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur; şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi mümkündür. 438 inci maddenin birinci fıkrasındaki onmilyar liralık duruşma sınırı ile 440 ıncı maddenin üçüncü fıkrasının birinci bendindeki altımilyar liralık karar düzeltme sınırının belirlenmesinde yukarıdaki fıkra hükmü kıyasen uygulanır...." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci ve dördüncü fıkrası şöyledir:"Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri onmilyar lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz.""Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder." 1086 sayılı mülga Kanun'un ek maddesi şöyledir: "Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma, karar düzeltme ve senetle ispata ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1 Ocak 1990 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle görevsizlik kararı verilemez." 1086 sayılı mülga Kanun'un ek maddesi şöyledir: "Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma, karar düzeltme, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1/1/1998 tarihinden itibaren iki, 1/1/2000 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez." 1086 sayılı mülga Kanun'un ek maddesi şöyledir: "Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların onmilyon lirayı aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez. Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece yeniden bakılan davalarda uygulanmaz." 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...B) Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın Ekim ayında (Ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Devlet İstatistik Enstitüsünün Toptan Eşya Fiyatları Genel Endeksinde meydana gelen ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile ilân edilir. ..." 1086 sayılı mülga Kanun'un geçici maddesi şöyledir: "Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2678 | Başvuru, kanuni ön alım hakkı nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasında Mahkemenin iptal edilen kanun hükmüne dayalı olarak davanın esasını incelemeden reddine karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadan duruşmasız inceleme yapılması nedeniyle de aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, nakdi tazminat ödenmesi isteminin reddi işlemi hakkında açılan davanın emsal kararlara aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara’da bulunan Makine Piyade Tugay Komutanlığı emrinde sıhhiye uzman çavuş olarak görev yaptığı 1/11/2012 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı piyade silahları atış denetimi ve eğitimine katılmıştır. Aynı gün içinde atış yapan başvurucunun kulaklarında işitme kaybının meydana gelmesi üzerine başvurucuya tıbbi tedavi uygulanmıştır. Yapılan muayene sonrasında hakkında sırasıyla bir ve üç aylık hava değişimi raporları düzenlenmiş olan başvurucu, Gülhane Askerî Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Bu hastane tarafından düzenlenen 17/4/2013 tarihli raporda başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamayacağına karar verilmiştir.A. Vazife Malullüğü Talebine Yönelik Dava Süreci Başvurucu, görevini yaparken engelli hâle geldiğinden bahisle vazife malullüğü aylığı bağlanması istemi ile idareye başvurmuş; başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu bu işlemin iptali ile işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal kayıpların -idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte- tazmini istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 10/12/2013 tarihli ve E.2013/1565, K.2013/1869 sayılı kararıyla işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme, bu kararında özetle başvurucunun atış denetlemesi öncesinde sağlıklı olduğu ve kulaklarında herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığı hususunda ihtilaf olmadığını, atış denetlemesi sonrasında başvurucunun kulaklarında işitme kaybı meydana geldiğini, netice olarak bu engellilik hâlinin görevinin neden ve etkisiyle oluştuğunu kabul etmiştir. Anılan karara karşı yapılan temyiz başvurusu sonucunda Danıştay Onbirinci Dairesi 17/5/2018 tarihinde yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar vermiştir. B. Nakdi Tazminat Ödenmesi Talebine Yönelik Dava Süreci Başvurucu 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında nakdi tazminat verilmesi istemiyle Millî Savunma Bakanlığına başvurmuş, başvurusu zımnen reddedilmiştir. Başvurucu, anılan zımni ret işleminin iptali için Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle şu hususları ileri sürmüştür: - TSK’da görev yapamamasına ve dava sürecine neden olan olay 1/11/2012 tarihinde yapılan atış denetlemesidir.- Vazife malullüğü nedeniyle açılan davada Ankara İdare Mahkemesi, başvurucuda meydana gelen işitme kaybının vazifeden kaynaklandığını açıkça kabul etmiştir. - Bir polis memurunun benzer maddi olay nedeniyle açmış olduğu bir davada Ankara İdare Mahkemesi davacıya nakdi tazminat ödenmesine karar vermiştir.- İdare kendi faaliyetleri sonucunda oluşan tüm zararları karşılamakla mükelleftir. İdare Mahkemesi 13/3/2019 tarihinde, yukarıdaki (bkz. §§ 9-11) yargısal süreçteki tespitlere yer verdikten sonra özetle başvurucuda meydana gelen engellilik hâlinin barışta güven ve asayişin sağlanması amacıyla askerlik görevinin etkisi ve nedeniyle oluştuğunu kabul ederek zımnen ret kararının iptaline ve 2330 sayılı Kanun kapsamında hesaplanacak nakdi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile ödenmesine karar vermiştir. Anılan bu karar karşı yapılan istinaf başvurusu sonucunda Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 16/6/2019 tarihinde istinaf isteminin kabulüne, İdare Mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın esastan reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararının ilgili kısmı şöyledir:''...[N]akdi tazminat ödenebilmesi için; 1) Barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men takip ve tahkikle, trafik yol ve güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleri konularında görevli olunması ya da görevli kişinin 2330 sayılı Kanunun 2 nci maddesinde belirtildiği derecede yakını bulunması 2) Ölüm, sakatlanma ve yaralanmanın, belirtilen görevlerin yapılışı sırasında veya görev sona ermiş bulunsa bile görevden dolayı meydana gelmiş olması 3) Ölüm, yaralanma ve sakatlanmanın oluşumunda kendi kastı bulunmaması koşullarının bir araya gelmesi gerekmektedir.Dava konusu uyuşmazlıkta, somut olayı 2330 sayılı Kanunun 'amaç' başlıklı 1'nci maddesi uyarınca tanımlamak ve sonuca gitmek gerekmektedir. Olay tutanağı ile davacının KKK'lığı piyade silah atış denetlemesinden sonra kulaklarında çınlama ve uğuldamanın meydana geldiği anlaşılmaktadır. Davacı olay sırasında iç güvenlik ve asayiş görevine yönelik hazırlık içeren bir faaliyet içindedir. Söz konusu atış denetlemesi birlik Komutanlığı içerisinde yapılan olağan bir faaliyettir.Bu durumda; davacının yaralanmasına neden olan olayın 2330 sayılı Yasa kapsamında kabul edilmesi mümkün görülmediğinden, İdare Mahkemesince nakdi tazminat ödenmemesi işleminin iptali yönünde verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır…'' Davanın esastan reddine dair bu kararın 7/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 6/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa’nın maddesinin son fıkrası şöyledir: “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.’’ 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir: ''Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır....'' 2330 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu kanunun amacı; barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle, trafik ve yol güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlamakla görevli olanların; Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatında bulunan patlayıcı maddelerin incelenmesi, muhafazası, nakli, imha edilmesi ve zararsız hâle getirilmesi işlemlerinde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya engelli hâle gelmeleri halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.’’ 2330 sayılı Kanun'un ''Kapsam'' kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: "Bu kanun;a) İçgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki veya trafik ve yol güvenliğini sağlamak konularında görevlendirilen ... Silahlı Kuvvetler mensuplarını,....e) Güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri;f) İç güvenlik ve asayişin korunmasında veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili olarak güvenlik kuvvetlerine kendiliklerinden yardımcı olmuş ve faydalı oldukları yetkililerce tevsik edilmiş şahısları;g) Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik olarak yapılan saldırılara maruz kalan kamu görevlilerini;h) Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatında bulunan ve 24/2/2000 tarihli ve 4536 sayılı Denizlerde ve Yurt Yüzeyinde Görülen Patlayıcı Madde ve Şüpheli Cisimlere Uygulanacak Esaslara İlişkin Kanunda tanımlanan patlayıcı maddelerin incelenmesi, muhafazası, nakli, imha edilmesi ve zararsız hâle getirilmesi işlemlerinde görevlendirilenleri;...kapsar." 2330 sayılı Kanun'un ''Nakdî Tazminat'' kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: ''Bu kanun kapsamına girenlerden;...b) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malûl olanlara 200 katı, diğer engelli hâle gelenlere (a) bendinde belirtilen tutarın % 25’inden % 75’ine kadar, yaralananlara ise %20’sini geçmemek üzere engellilik ve yaralanma derecesine göre nakdî tazminat ödenir.'' 2330 sayılı Kanun’un ''Yönetmelik'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Bu kanuna göre verilecek nakdi tazminatların ödenme şekli ile 3 ncü maddenin (b) bendi uyarınca ödenecek tazminatların tutarları ve bu kanunla ilgili diğer hususlar ….. bir yönetmelikle düzenlenir.'' 25/11/1992 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmelik’in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''a) İç güvenlik ve asayişin korunmasında, kaçakçılığın men, takip ve tahkikinde, trafik ve yol güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlamada, güven ve asayişi ihlal eden eylemler nedeniyle yakalanan, gözaltına alınan, tutuklanan veya hükümlü bulunanların muayene ve tedavilerinde, kaçakçılığın men, takip ve tahkiki maksadıyla mayınlanmış sahaların temizlenmesinde, 2935 sayılı Kanunun 28 inci maddesinde belirtilen görev ve işlerin yerine getirilmesinde, Devlet istihbarat faaliyetlerinde, Devletin kara sınırlarının korunması ve güvenliğinin sağlanmasında ve terörle mücadele faaliyetlerinde ve patlayıcı madde ve şüpheli cisimlerin tespiti, incelenmesi, muhafazası, nakli, imhası ve zararsız hale getirilmesinde görevlendirilen;… (2) Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının,…bu görev ve yardımlarından dolayı veya görev ve yardımları sona ermiş olsa bile yaptıkları bu görev ve yardımları nedeniyle ya da Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik saldırı sonucu, derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ve hastalık sonucu ölmeleri halinde, 2330 sayılı Kanunda belirtilen hak sahiplerine verilecek nakdi tazminat ile dul ve yetimlerine bağlanacak aylıkların, engelli hale gelmeleri halinde kendilerine verilecek nakdi tazminat ile bağlanacak aylığın, yaralanmaları halinde ise kendilerine verilecek nakdi tazminatın ve yapılacak öğrenim ve sağlık yardımının esaslarını kapsar.’’ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26701 | Başvuru, nakdi tazminat ödenmesi isteminin reddi işlemi hakkında açılan davanın emsal kararlara aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.