text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru; alkollü araç kullandığı şüphesiyle durdurulan ve kimlik ibraz edemeyen avukatın kelepçeli olarak polis merkezine getirilerek bir süre tutulması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, mahkeme kararı olmadan alkol muayenesi yapılması nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması hakkının, hakkında yürütülen yargılamada iddialarının dikkate alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 2014/16328 numaralı bireysel başvuruyu 22/9/2014 tarihinde, 2015/13469 sayılı bireysel başvuruyu ise 28/7/2015 tarihinde yapmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16328 numaralı başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine, 2015/13469 numaralı bireysel başvurunun kapatılmasına ve incelemenin 2014/16328 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Aydın Barosuna kayıtlı bir avukattır. Aydın ilinde, 27/12/2013 günü saat 30 sıralarında bir aracın zikzaklar çizerek seyir hâlinde olduğunun görülmesi üzerine devriye görevi yapan sivil bir polis ekibi ilgili aracı takibe almıştır. Polis aracı, tepe lambasını takarak başvurucunun kullandığı aracın durması için uyarılarda bulunmuştur. İkazlara rağmen aracını sürmeye devam eden başvurucu, gelen takviye ekiplerle beraber sıkıştırılmak suretiyle durdurulabilmiştir. Soruşturma evrakından, polislerin başvurucunun aracını durdurduğu noktada herhangi bir güvenlik kamerası ve mobese görüntüsünün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Kolluk görevlileri başvurucudan kimlik göstermesini ve araçtan inmesini istemişlerdir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 27/12/2013 tarihli tutanağa göre; i. Başvurucu yalnızca avukat olduğuna dair bir kartvizit gösterebilmiştir. ii. Başvurucunun alkollü olduğunu kabul ettiği ve polise yakın biri olduğunu, evinin de yakın yerde olduğunu söyleyerek bu defa görmezden gelinmesini talep ettiği belirtilmiştir. iii. Kolluk görevlileri ise başvurucuya kartvizitin kimlik belgesi yerine geçmediğini söyleyerek, nüfus cüzdanı veya avukat kimliğini göstermesini istemişlerdir.  iv. Bunun üzerine başvurucu sinkaflı küfür ve hakaretlerde bulunmuş, kolluk görevlilerine mukavemette bulunmuştur. v. Kolluk görevlilerince kelepçe takılan başvurucu Aydın Efeler Polis Merkezine götürülmüştür. Polis memurlarının düzenlediği CD inceleme ve fotoğraflama tutanaklarında; başvurucunun T. kimlik numarasını söylememekte ısrar ettiği, saldırgan tavırlar sergilediği, bunun üzerine 44'de başvurucunun bekleme odasına götürüldüğü, odadan çıkmak istediği ve elleri kelepçeli olarak beklediği görülmektedir. Kolluk görevlilerinin Cumhuriyet savcısı ile yaptığı görüşme sonrası alınan emirler ile bu emirlerin yazılı emre dönüştürülmesine ilişkin 27/12/2013 tarihinde saat 50'de tutulan tutanakta; başvurucunun kimliğinin tespit edilmesi ile doktor ve alkol raporu alınması, şüphelinin daha sonra ifadesi alınmak üzere polis merkezinden serbest bırakılması yönündeki talimatların Cumhuriyet savcısının imzası ile yazılı emre dönüştüğü anlaşılmaktadır. Başvurucu, saat 57'de doktor raporunun alınması ve alkol testinin yapılabilmesi için hastaneye götürülmüştür. Bu esnada polis memurları araç içerisinde cep telefonu ile görüntü ve ses kaydı yapmıştır. Bu sırada başvurucu, cep telefonundan çekim yapıldığı bilgisine sahiptir. Polis memurlarının düzenlediği bu cep telefonu kayıt tutanağı dikkate alındığında; başvurucunun polislerle yaşadığı tartışmanın devam ettiği, ancak araç içerisinde başvurucunun T. kimlik numarası ile ismini söylediği anlaşılmaktadır. Ayrıca aynı tutanakta, başvurucunun polis memurlarından şikâyetçi olduğunu acildeki doktora söylediği ve başvurucunun kan vermemek için direndiği ifade edilmekte, görevli hemşire tarafından kan alma işleminin yapıldığı belirtilmektedir. Başvurucunun saat 16'da kanı alınmıştır. Başvurucu yaklaşık yarım saat sonra ilgili ekiple beraber polis merkezine geri gelmiştir. Bu sırada şahsın kelepçesinin çözülmüş olduğu görülmektedir. Polis merkezinde saat 50'de tutulan tutanakta; başvurucunun polise güvenmediği, alkolmetreyi üflemek istemediği ve kan vermek istediğini beyan etmesi üzerine başvurucuya kan tahlili yaptırıldığı ve "hakaret, trafik güvenliğini tehlikeye düşürme, görevli memura fiili mukavemet" sebebiyle adli işlem yapılmak üzere doktor raporu alındığı ifade edilmektedir. Başvurucu, tutanağı imzalamaktan imtina etmiştir. Saat 35'de tutulan ve başvurucunun babasının da imzaladığı tutanakta sağlıklı bir şekilde babasına teslim edildiği, alkolün etkisi geçtikten sonra polis merkezine gelmesi gerektiğinin izah edildiği belirtilmiştir. Daha sonra başvurucu, polis merkezinden babası ile beraber ayrılmıştır. Doktor raporuna göre başvurucunun her iki kolunun pazu kısmında ekimozlar ve sağ ayak diz kapağında sıyrık olduğu, başvurucunun hayati tehlikesinin mevcut olmadığı belirtilmiştir. Kan testi sonucunda ise başvurucunun 3,297 promil alkollü olduğu belirtilmiştir. Normal değer aralığı ise 0 ila 0,50'dir. Aynı gece polis merkezinde görevli dört polis memuru, bir komiser yardımcısı nezdinde ifade vererek, kendilerine hakaret edilmesi nedeniyle başvurucudan şikâyetçi olmuşlardır. Ayrıca başvurucunun polis merkezinde beklerken odada bulunan eşyaların bir kısmına ayağıyla zarar vermesi nedeniyle de tutanak tutulmuştur.B. Polis Memurları Hakkındaki Soruşturma Süreci 27/12/2013 tarihinde başvurucu da kendisine yönelik yapılan muameleler ve eylemler sebebiyle görevli polis memurları hakkında şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun ifadesi aynı gün Cumhuriyet savcısı nezaretinde müşteki sıfatıyla alınmıştır. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı 27/12/2013 tarihli yazıyla Aydın Adli Tıp Şube Müdürlüğünden kolluk görevlileri tarafından darp edildiği iddiası nedeniyle yürütülen soruşturmaya esas olmak üzere varsa yaralanmaya ilişkin rapor istemiştir. 7/5/2014 tarihinde düzenlenen rapora göre başvurucunun darp sonucu meydana gelen yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum oluşturmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu belirtilmiştir. Polis memurları hakkında 9/6/2014 tarihinde çeşitli suçlardan dolayı ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun kendisine isnat edilen suçlamalardan kurtulmaya çalıştığı, olmadığı takdirde tahrik hükümlerinden faydalanmaya çalıştığı yönünde kanaat oluştuğu, polis memurlarına isnat edilen eylemlerle ilgili olarak soyut iddialar dışında kamu davası için yeterli ve kesin delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz üzerine Söke Ağır Ceza Mahkemesi 4/8/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Dosyanın gönderildiği Aydın Sulh Ceza Hâkimliği 8/9/2014 tarihli kararıyla itirazı kısmen kabul ederek, isnat edilen "hakaret" suçu yönünden itirazın kabulüne, diğer itirazların reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan karar 19/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Aydın Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/9/2014 tarihli kararı ile ilgili olarak 22/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Olay tarihinde görevli polis memurlarından ikisi hakkında "hakaret" suçu kapsamında düzenlenen iddianame sebebiyle yürütülen yargılama sonucunda ise Aydın Asliye Ceza Mahkemesinin 11/1/2016 tarihli kararıyla sanık polis memurları hakkında beraat kararı verilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi nedeniyle dava Yargıtay nezdinde derdesttir. Başvurucunun şikâyetçi olduğu polis memurları hakkında takipsizlik kararı verilmesi ve takipsizlik kararına karşı yapılan itirazın reddedilmesinden iki gün sonra 10/9/2014 tarihinde kayıt altına alınan dilekçeyle başvurucu, yukarıda belirtilen mahkeme kararını da göstererek olaylar sırasında görevli olan polis memurları hakkında çeşitli suçların işlendiğini ileri sürerek tekrar şikâyetçi olmuştur. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığınca bu defa 2014/13433 numaralı soruşturma dosyası kapsamında incelemeler yapılmış, 17/10/2014 tarihinde dosya inceleme tutanağı düzenlenmiş ve şüpheli polis memurları hakkında daha önceden aynı iddialar kapsamında soruşturma yapıldığı belirtilerek 23/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Ancak başvurucunun; görevli polis memurlarının olay günü alkolmetre olmadığı hâlde alkolmetre varmış gibi tutanak tuttukları, uzman bilirkişi raporunda da herhangi bir alkolmetre üfleme teklifi yapılmadığının belirtildiği yönündeki iddia yönünden dosyada ayırma kararı verilmiştir. Görevli memurların üzerlerine atfedilebilecek eylemin "görevi kötüye kullanma" suçu kapsamında olabileceği ve bu eylem yönünden hukuki ve fiili irtibat olmaması nedeniyle dosyanın tefrik edilmesine ilişkin karar verilmiştir. Daha sonra "görevi kötüye kullanma" suçu kapsamında şüpheli polis memurları hakkında yürütülen 2015/18150 numaralı soruşturma dosyası kapsamında, Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 18/3/2016 tarihli kararıyla yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucu Hakkındaki Dava Süreci Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 9/6/2014 tarihinde düzenlenen ve başvurucunun şüpheli olduğu, polis memurlarının ise müşteki olduğu 2013/18884 numaralı iddianamede başvurucuya, "görevi kötüye kullanma suçuna azmettirme, kamu görevlilerine müteselsilen hakaret, kamu malına zarar verme ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma" suçlamaları isnat edilmiştir. Aydın Asliye Ceza Mahkemesi 13/6/2014 tarihinde, başvurucu hakkında düzenlenen iddianamenin "görevi kötüye kullanma suçuna azmettirme" yönünden iadesine karar vermiştir. İddianamenin iadesi kararına Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edilmiştir. Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 24/6/2014 tarihli kararıyla itiraz kabul edilerek, iade kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Nihayetinde başvurucu hakkında Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/18884 numaralı dosya kapsamında düzenlenen iddianame ile Aydın Asliye Ceza Mahkemesi duruşma günü belirlemiştir. 13/11/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının uygulanmasını kabul etmiştir. Aydın Asliye Ceza Mahkemesinin 28/4/2015 tarihli kararıyla başvurucunun "hakaret, trafik güvenliğini tehlikeye sokma ve görevi yaptırmamak için direnme" suçları yönünden mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. "Mala zarar verme ve görevi kötüye kullanma suçuna azmettirme" yönünden ise beraat kararı verilmiştir. Mahkemenin gerekçesinde iddianameye, müştekinin ve başvurucunun beyanlarına, tanık ifadelerine yer verildikten sonra her bir suç yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılmıştır. Bu kapsamda ilk olarak kayıt altına alınan CD'lerin ayrı ayrı izlendiği belirtilerek, başvurucunun olaylar sırasındaki sözleri belirtilmiştir. "Trafik güvenliğini tehlikeye sokma" suçu kapsamında ise başvurucuda saptanan alkol miktarı ile emsal raporlarda belirtilen değerler dikkate alınmıştır. Bu kapsamda Adli Tıp Kurumunun ve Yargıtayın uygulamaları dikkate alındığında 1,00 promil alkol üzerindeki alkol promil miktarının her hâlde trafik güvenliğini tehlike suçu oluşturacağı belirtilmiştir. "Görevini yaptırmamak için direnme" suçu kapsamında başvurucunun eylemlerinin sabit olduğu değerlendirilerek ve tek eylem düşüncesiyle hüküm kurulmuştur. Başvurucu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz yoluna gitmiştir. Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 9/7/2015 tarihli kararında; başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen suçlar yönünden suçun işlenmesiyle oluşan ve giderilmesi gereken maddi zararın söz konusu olmadığı, başvurucunun adli sicil kaydında mahkûmiyet kaydının bulunmadığı, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kabul edildiği dikkate alınarak itiraz reddedilmiştir. Başvurucu bu defa yargılandığı suçlar kapsamında 28/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İdari Yaptırım Süreci Başvurucunun kimliğini görevli polis memurlarına ibraz etmemesi nedeniyle başvurucu hakkında tesis edilen idari para cezası, Aydın Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/9/2014 tarihli kararıyla kesin olarak iptal edilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kimliğini ve T. kimlik numarasını söylemekten bir süre imtina etmiş ise de akabinde kimliğini açıkladığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun avukat kartını kolluk görevlilerine verdiğine de vurgu yapılmıştır. Hâkimlik, başvurucunun kimliğini açıkladığından dolayı idari para cezası düzenlenmesi gereğinin ortadan kalktığı sonucuna varmıştır.E. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Olaylar Anayasa Mahkemesi 28/1/2015 tarihinde, başvurucudan kan örneği alınmasına ilişkin Cumhuriyet savcısı kararının hâkim ya da mahkeme tarafından onaylanmasına dair kararının onaylı suretini Aydın Cumhuriyet Başsavcılığından istemiştir. 2/2/2015 tarihli gelen cevap yazısı şu şekildedir: "İlgi sayılı yazı uyarınca UYAP sisteminden yapılan sorgulama neticesi Seçkin SÖKMEZ'in kan örneğinin 2918 sayılı yasa kapsamında alkollü araç kullanmak ile ilgili olarak alındığından CMK'nun 75/7 maddesi uyarınca mahkeme kararına gerek olmadığından dolayısıyla herhangi bir mahkeme kararı aldırılmadığı anlaşılmakla söz konusu kan örneğinin alınmasına veya alındıktan sonra onanmasına ilişkin herhangi bir mahkeme kararı olmadığı anlaşılmış olup,..." A. Ulusal Hukuk 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 4/A maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Polis, kişileri ve araçları;a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,...amacıyla durdurabilir. ...Polis, durdurduğu kişiye durdurma sebebini bildirir ve durdurma sebebine ilişkin sorular sorabilir; kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebilir....Belgesinin bulunmaması, açıklamada bulunmaktan kaçınması veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması dolayısıyla ya da sair surette kimliği belirlenemeyen kişi tutularak durumdan derhal Cumhuriyet savcısı haberdar edilir. Bu kişi, kimliği açık bir şekilde anlaşılıncaya kadar gözaltına alınır ve gerekirse tutuklanır. Gözaltına ve tutuklamaya karar verme yetkisi ve usûlü bakımından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.” 2559 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şu şekildedir:"Polis,...C) Halkın rahatını bozacak veya rezalet çıkaracak derecede sarhoş olanları veya sarhoşluk hâlinde başkalarına saldıranları, yapılan uyarılara rağmen bu hareketlerine devam edenler ile başkalarına saldırmaya yeltenenleri ve kavga edenleri,...eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar." 2559 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şu şekildedir:"(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.)Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. ..." 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şu şekildedir:"(Değişik : 24/5/2013 - 6487/19 md.)Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılır. Kişinin yaralanmalı veya ölümlü ya da kollukça müdahil olunan maddi hasarlı trafik kazasına karışması hâlinde, ikinci fıkrada belirtilen muayeneye tabi tutulması zorunludur. Teknik cihaz ile yapılan ölçüme itiraz eden veya bu cihaz ile ölçüm yapılmasına müsaade etmeyen bu sürücüler, en yakın adli tıp kurumuna veya adli tabipliğe veya Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kuruluşlarına götürülerek uyuşturucu veya uyarıcı madde ya da alkol tespitinde kullanılmak üzere vücutlarından kan, tükürük veya idrar gibi örnekler alınır. Bu işlem bakımından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 75 inci maddesi hükümleri, beşinci fıkrası hariç olmak üzere uygulanır.Trafik kazası sonucunda kişinin ölmesi veya teknik cihaza üfleyemeyecek kadar yaralanmış olması hâlinde, üçüncü fıkra hükümlerine göre bu kişilerden kan, tükürük veya idrar gibi örnekler alınır. ...Yapılan tespit sonucunda, 00 promilin üzerinde alkollü olduğu tespit edilen sürücüler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır....Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin tespiti için kullanılacak teknik cihazların sahip olacağı asgari koşullar ile diğer usul ve esaslar yönetmelikte gösterilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şu şekildedir:"(2) Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi,üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:"(Değişik : 23/1/2008-5728/331 md.)Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz...." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik'in "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Gecikmesinde sakınca bulunan hâl: Derhâl işlem yapılmadığı takdirde suçun iz, eser, emare ve delillerinin kaybolması veya şüphelinin kaçması veya kimliğinin saptanamaması ihtimalinin ortaya çıkması hâlini,Sağlık mesleği mensubu: Tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişileri,..." Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik'in "Şüpheli veya sanığın vücudundan örnek alınması" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Bir suça ilişkin delil elde etmek için, şüpheli veya sanığın vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak, gibi örnekler alınabilmesine, Cumhuriyet savcısı veya mağdurun istemiyle ya da resen hâkim veya mahkeme, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört saat içinde hâkim veya mahkeme onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme, yirmidört saat içinde kararını verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve elde edilen deliller kullanılamaz. Bu örnekler Cumhuriyet savcısının huzurunda ve uygun göreceği usullerle derhâl yok edilerek bu husus tutanağa geçirilir.Bu müdahaleler ancak tabip tarafından veya tabip gözetiminde sağlık mesleği mensubu diğer bir kişi tarafından yapılabilir.Vücuttan örnekler alınabilmesi için; müdahalenin, kişinin sağlığına açıkça ve öngörülebilir zarar verme tehlikesinin bulunmaması gerekir.Tıbbî müdahaleler, hekimlik sanatının ve tıp biliminin kabul ettiği yöntem ve araçlarla yapılır.Üst sınırı iki yıldan daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda; kişiden kan, saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınamaz.Özel kanunlardaki alkol muayenesine ve kan örneği alınmasına ilişkin hükümler saklıdır." Olayların geçtiği tarihte yürürlükte olduğu şekliyle 18/7/1997 tarihli ve 23053 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 18/5/2007 tarihinde değiştirilen "Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler İle Alkollü İçkilerin Etkisiyle Araç Sürme Yasağı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şu şekildeydi:" Uyuşturucu, uyutucu ve keyif verici gibi özelliklere sahip doğal ve sentetik psikotrop maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.Bunlardan uyuşturucu, uyutucu veya keyif verici gibi doğal veya sentetik psikotrop madde almış olarak araç kullandığı tespit edilenler, almış oldukları maddelerin cins, miktar ve etki derecelerine bakılmaksızın araç kullanmaktan men edilirler ve haklarında Trafik Kanununun 48 inci maddesine ve ayrıca Türk Ceza Kanununun ilgili maddelerine göre işlem yapılır.Uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içki almak suretiyle araç kullanan sürücülerin tespit veya teşhisinde aşağıdaki esas ve usuller uygulanır....c) (Değişik: RG-18/05/2007-26526) Alkollü içki almış sürücülerin ve kanlarındaki alkol miktarının tespiti esasları;1) Alkollü olarak araç kullandığından şüphe edilen sürücüler; alkol tespitine ilişkin tarih, saat ve ölçüm sonucu ile cihaza ait seri numarasını gösterir çıktı verebilen ve kalibrasyon ayarı yapılmış teknik cihazlar kullanılarak trafik zabıtası tarafından kontrol edilir.2) Trafik kazalarında kazaya karışan sürücülerin alkol durumları, kaza tespit tutanağını tanzim eden görevlilerce, bu bendin (1) numaralı alt bendindeki özelliklere sahip teknik cihazlarla olay yerinde tespit edilerek, kaza tespit tutanağına yazılır.3) Yaralanmalı ve ölümle sonuçlanan trafik kazalarında; yaralının durumunun aciliyeti gibi sebeplerle teknik cihazla ölçümün mümkün olmaması halinde; bu sürücülerin sevk edildikleri sağlık kuruluşlarınca kan almak suretiyle alkol tespitleri yapılır. Sevk edilen sağlık kuruluşunun kan üzerinden tahlil yapabilecek tıbbi ve teknik imkânlara sahip olmaması halinde; bu kuruluşlarca alınan kan örnekleri adli tıp kurumu olan yerlerde bu kuruma, olmayan yerlerde kan üzerinden tahlil yapabilecek tıbbi ve teknik imkânlara sahip Sağlık Bakanlığına bağlı resmi sağlık kuruluşlarına gönderilerek alkol tespiti yaptırılır.4) Bu bendin (1) numaralı alt bendinde belirtilen teknik özelliklere sahip olmayan cihazlarla yapılan ölçümlere vaki itirazlar ile mütecaviz davranışlarda bulunulması veya cihazla ölçüme mukavemet gösterilmesi gibi durumlarda; sürücüler adli tıp kurumu, adli tabiplik veya Sağlık Bakanlığına bağlı resmi sağlık kuruluşlarına olay anından itibaren en geç iki saat içerisinde sevk edilerek (1) numaralı alt bentte belirtilen teknik özelliklere sahip teknik cihazın özelliklerine eşdeğer özelliklerdeki teknik cihazlarla veya kan aldırmak suretiyle alkol tespitleri yaptırılır. Yapılan tespitin değerlendirilmesinde; tespiti yapan kurum/kuruluş tarafından olay anından tespit yapıldığı ana kadar geçen süre de göz önünde bulundurularak sonuç belirlenir ve çıkan sonuca göre yasal işlem gerçekleştirilir.5) Kandaki alkol miktarının teknik cihazlarla ve kan alınarak laboratuvarda tespit imkânlarının bulunmadığı hallerde, alkollü olarak araç kullandığından şüphe edilen sürücüler en yakın resmi sağlık kuruluşuna sevk edilerek, kurum hekimi tarafından alkol muayenesinden geçirilirler.6) Yapılan tespit sonucunda belirlenen limitlerin üzerinde alkollü içki aldığı belirlenen sürücülerin Karayolları Trafik Kanununun 48 inci maddesine göre, birinci defada 6 ay, ikinci defada da 2 yıl süreyle sürücü belgeleri geçici olarak geri alınır. İkinci defa geri alma süresi sonunda sürücü, sürücü davranışı geliştirme eğitimine tabi tutulur ve başarılı olması halinde belgesi iade edilir.Üçüncü defa ve fazlasında ise, bu sürücüler, 6 aya kadar hafif hapis cezası ile cezalandırılırlar ve belgeleri 5 yıl süre ile geri alınarak psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesine tabi tutulurlar; bu süre sonunda yapılacak psiko-teknik değerlendirme ve psikiyatri uzmanı muayenesi neticesinde belgesinin iadesinde sakınca bulunmayanlara sürücü belgesi iade edilir. Muayene sonucunda sürücü belgesinin iade edilmesinde sakınca bulunanlara ise sürücü belgesi verilmez.Alkollü olarak ölümlü ya da yaralamalı trafik kazasına neden olunması halinde ağır kusurun varlığı kabul edilir.Bu madde hükümlerine uymayanlara, Karayolları Trafik Kanununun 48 inci maddesine göre işlem yapılır."B. Uluslararası Hukuk Özel Hayata Saygı Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Sözleşme'nin ve maddeleri uyarınca şüphelinin ceza gerektiren bir suçun işlenmesine karışmasıyla ilgili olarak kendisinden delil etmek için iradesi dışında tıbbi işleme başvurulması mümkündür. Ancak suç delili elde etmek için zorla tıbbi müdahaleye başvurulması, davadaki delillere dayanılarak ikna edici bir biçimde mazur gösterilmeli ve kişinin zorla tıbbi müdahaleye maruz kalma biçimi işkence ve kötü muamele yasağındaki asgari sertlik düzeyini aşmamalıdır (Jalloh/Almanya [BD], B. No:54810/00, 11/7/2006, §§ 69-71). Mevcut davada ihtilaflı tedbirin öngörülmesinden ve uygulanmasından önce hakkında tedbir alınan sokak satıcısının, uyuşturucuyu ağzında sakladığı ve bu nedenle geniş çaplı bir uyuşturucu satışı yapamadığı anlaşılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), soruşturmacıların satışa sunulan uyuşturucunun tam miktarını ve kalitesini belirlemesinin hayati önem taşıdığını kabul etmektedir. Ancak, zorunlu olarak kusturucu verilmesinin, mevcut davada delil elde etmek için kaçınılmaz olduğu hususunda ikna olmamıştır. Kasıtlı olmamasına rağmen, tedbirin başvurana fiziksel ve ruhsal sıkıntı getirecek şekilde alındığı sonucuna varılmıştır (Jalloh/Almanya, § 77, § 82). Tıbbi müdahaleyi ret hakkı kapsamında fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yönelik müdahaleler Sözleşme organlarının içtihadına da sıklıkla konu olmuş, bu kapsamda kişinin alkollü olup olmadığına yönelik kan ve nefes testleri, babalığın tespitine yönelik tahliller, suç faillerinin tespitine yönelik kan ve tükürük örneği temini, bulaşıcı hastalık riskine karşı yapılan kan testleri ve alınan röntgenler, jinekolojik muayene, psikiyatrik muayene ve tedavi, fiziksel tedavi ve ilaç tedavisi gibi kişiye rızası olmaksızın uygulanan tıbbi muameleler fiziksel ve ruhsal özerkliğe bir müdahale olarak değerlendirilmiştir (/Avusturya, B. No: 8278/78, 13/12/1979, § 4; Glass/Birleşik Krallık, B. No: 61827/00, 9/3/2004, § 70; Y.F./Türkiye, B. No: 24209/94, 22/7/2003, § 34; /Hollanda, B. No: 8239/78, 4/12/1978). Kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkına getirilen sınırlamaların öncelikle kanunla öngörülmüş olması gerekmektedir. AİHM içtihatlarında ifade edilen kanunla öngörülme kriteri, kendi içerisinde üç temel prensibi içermektedir. İlk olarak müdahale teşkil eden eylem mevzuatta yer alan bir düzenlemeye dayanmalıdır. İkinci olarak müdahalenin dayanağını teşkil eden düzenleme ilgili kişi açısından yeterli derecede ulaşılabilir olmalıdır. Son olarak söz konusu düzenlemenin hitap ettiği kişiler bakımından davranışlarını ona göre yönlendirme ve belli koşullar çerçevesinde eylemler neticesinde meydana gelebilecek sonuçları öngörebilmeye olanak sağlayacak açıklıkta olması gereklidir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 …, 25/3/1983, §§ 86-88). Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Yönünden Sözleşme'nin "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir. Aşağıdaki haller dışında ve hukukun öngördüğü bir usule uyulmadıkça, hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...b) bir kimsenin mahkemenin hukuka uygun bir karara uymaması nedeniyle veya hukukun öngördüğü bir yükümlülüğü yerine getirmesini sağlamak için hukuka uygun olarak gözaltına alınması veya tutulması; Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna göre olayların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası anlamında bir özgürlükten yoksun bırakmaya işaret etmesi hâlinde, tutma süresinin göreli olarak kısalığı sonucu etkilemez (Järvinen/Finlandiya (k.k.), B. No: 30408/96, 15/1/1998). AİHM'e göre kimliğinin bulunmaması nedeniyle iradesi dışında karakola götürülen, burada bir saat süreyle nezarette tutulan, kimliği tespit edildikten sonra salıverilen bir kişi hakkındaki tutma kişiyi özgürlükten yoksun bırakan bir tedbirdir (Novotka/Slovokya (k.k.), B. No: 47244/99, 4/11/2003). Saat 00'da otoyalda seyrederken polis tarafından durdurulup bir suç işlediğinden kuşkulanıldığı için değil ama rutin bir iş olarak kimliğini soran polise başvurucunun kimlik taşımadığını söylemesi üzerine karakola götürülüp saat 30'da serbest bırakılıncaya kadar yaklaşık 2,5 saat tutulması, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu tarafından Sözleşme'nin maddesinin 1(b) bendine uygun bulunmuştur (Reyntjens/Belçika (k.k.), B. No: 16810/90, 9/9/1992). Fuhuşla ilgili denetim kapsamında kişinin kimlik denetimi için polis tarafından karakola götürülerek dört saate yakın bir süre karakolda tutulması ihlal sebebi olarak görülmemiştir (B./Fransa (k.k.), B. No: 10179/82, 13/5/1987).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16328
Başvuru, alkollü araç kullandığı şüphesiyle durdurulan ve kimlik ibraz edemeyen avukatın kelepçeli olarak polis merkezine getirilerek bir süre tutulması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, mahkeme kararı olmadan alkol muayenesi yapılması nedeniyle maddi ve manevi varlığının korunması hakkının, hakkında yürütülen yargılamada iddialarının dikkate alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette daha önce bazı gösterilere katılmış olmanın delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; ana dilde savunma talebinin reddedilmesi ve esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmanın alınmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 4/4/2019 tarihinde, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/9/1992 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu; terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, kamu malına zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarını işlediği gerekçesiyle bir gün gözaltında tutulduktan sonra 26/1/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 18/5/2011 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anılan suçlardan cezalandırılmasını talep etmiştir. İddia makamı esas hakkındaki mütalaasında başvurucunun "PKK terör örgütü Doğubayazıt Öz Savunma Birlikleri" yapılanması eylem grubu içinde yer aldığı, terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde gerçekleştirilen ve terör örgütünce "sivil itaatsizlik" adı verilen bir dizi eyleme bizzat katıldığı, ayrıca bağlantılı olduğu diğer sanıklarla birlikte gençleri ve suça sürüklenen çocukları azmettirerek organize ettiği gerekçesiyle cezalandırılmasını talep etmiştir. 10/8/2010 ve 24/8/2010 tarihli olaylar yönünden suç tarihinde başvurucunun yaşının küçük olması dikkate alınarak genel yetkili mahkemeye görevsizlik kararı vermek üzere dosyanın tefrikine karar verilmiştir. (Kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/5/2012 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkeme gerekçeli kararına, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin arka plan açıklaması yaparak başlamıştır. Mahkeme, PKK'nın silahlı eylemlerde bulunarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin bir kısmını da içeren ve Marksist-Leninist ideolojiye dayanan ayrı bir devlet kurma amacı olan bir terör örgütü olduğunu belirterek PKK'nın -küçük yaşta çocukların şiddet eylemlerinde kullanılmak suretiyle- güvenlik güçleri ile bölge halkının karşı karşıya getirilmesi stratejisi izlediğine özel vurgu yapmıştır. Mahkeme, başvuruya konu olayların geçtiği Doğubayazıt ilçesinde bazıları küçük yaşta çocuklar olmak üzere genç insanların planlı bir şekilde organize edilen kanun dışı gösteriler ile yol kesme eylemlerinde kullanıldığına dikkat çekmiştir. Mahkemeye göre genç yaştaki kimseler güvenlik güçleri ile kamu kurumlarına yönelik taşlı ve molotof kokteyli patlayıcılı (molotof) saldırı eylemlerinde kullanılmaktadır. Mahkeme ayrıca Doğubayazıt ilçesinde, 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa Değişikliği Referandumunda halkın PKK terör örgütünce korkutulduğu ve halka oy kullandırılmadığı tespitine de yer vermiştir. Mahkemeye göre gerçekleştirilen tüm bu eylemler bizzat terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın talimatıyla oluşturulan ve "Öz Savunma Birlikleri" şeklinde nitelendirilen yapının kararı ile icra edilmektedir. Buna göre anılan yapı, yerel güçler olarak görülmekte ve terör örgütüne sempati duyan, kandırılan ya da korkutulan kişilerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmaktadır. Terör örgütünün yerel savaşçı güçlerini temsil eden bu grup, sivil yaşamla iç içe görünen ve sivil yaşamdan kopmayan kişilerden meydana gelmekte; yerleşim alanlarının özellikleri ile üstendikleri görevin niteliğine göre eylem kuvvetleri olarak organize edilmektedir. Karara göre bu birlikte yer alanlar keşif, istihbarat, sabotaj ya da suikast gibi eylemleri yapabilecek askerî ve siyasi eğitimden geçirilmekte; gerektiğinde kırsalda faaliyet yürüten örgüt mensuplarının eylemlerine lojistik destek sağlamaktadır. Yine bu kişiler kendi belirledikleri alanda bulunan güvenlik güçlerine silahlı, bombalı, taşlı ve molotoflu eylemlerde bulunmak suretiyle güvenlik güçleri ile halkı yıldırma ve bezdirme faaliyetinde bulunmaktadır. Mahkeme, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkındaki soruşturmaların, yukarıda belirtilen yapılanmanın Doğubayazıt ilçesinde de oluşturulduğu ve şiddet eylemlerinde bulunulduğu yönünde bilgi edinilmesi ve çeşitli ihbarlar yapılması üzerine başlatıldığını ifade etmiştir. Kararda, gelen ihbarlardan ikisi örnek olarak verilmiştir. İlk örnek 155 Polis İmdat hattına yapılan 13/7/2010 tarihli bir ihbardır. Bu ihbarda esnaf olduğunu belirten şahıs, başvurucunun birlikte yargılandığı sanıklardan N.K., S.Ö. ve S.T. ile tanımadığı iki kişinin esnafı kepenk kapatması için tehdit ettiğini söylemiştir. Erzurum Emniyet Müdürlüğü internet sitesine yapılan 15/7/2010 tarihli ihbarda ise N.K. öncülüğünde Y., E.K., Metin Birdal (başvurucu) ve S.T. isimli gençlerden oluşan ve kendilerine "Apocu Gençlik" diyen bir grubun Doğubayazıt ilçesinde meydana gelen kepenk kapattırma olaylarından sorumlu olduğu, ayrıca bunların ilçedeki taş ve molotof atma eylemlerini organize ettikleri ve diğer gençleri bu eylemler için zorladıkları belirtilmiştir. Daha sonra söz konusu arka plan anlatımı, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın çeşitli tarihlerde avukatlarla görüşme notlarında yer alan açıklamalarına yer verilerek bunun üzerine meydana gelen şiddet eylemlerinin aktarılmasıyla devam etmiştir. Mahkeme kararına göre başvurucunun üzerine atılı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine esas alınan deliller şunlardır:i. 4/6/2010 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ilçe binasından çıkan bir grubun caddede yaptığı gösteri yürüyüşü esnasında "Biji Serok Apo" (Yaşasın Başkan Apo) şeklinde slogan atmasıyla yapılan basın açıklamasının terör örgütü propagandasına dönüştürüldüğü ve başvurucunun da bu etkinliğe katılarak grupla birlikte hareket ettiği görsel kayıtlarla tespit edilmiştir. ii. 10/8/2010 tarihinde BDP Doğubayazıt İlçe Başkanlığınca gerçekleştirilen basın açıklaması sonunda organize olmuş bir kitle tarafından ilçenin değişik yerlerinde yol kesilmiş, güvenlik güçleri ile araçlarına ve işyerleri ile kamu binalarına taşlı ve molotoflu saldırıda bulunulmuştur. Olaya ilişkin görsel kayıtların incelenmesinde başvurucunun belediye binasının yanında, daha sonra güvenlik güçlerince ele geçirilen kullanılmaya hazır altı adet molotofun bulunduğu yerin önünde S.T. ve E.T.yle konuştuğu, çekim yapıldığının fark edilmesi üzerine başvurucunun S.T.yi uyardığı, daha sonra E.Y.nin de yanlarına gelerek hepsini uyardığı görülmüştür. Yine görsel kayıtlarda başvurucunun daha sonra bir banka ve bir süpermarket binasına yapılan saldırılarda kullanılan molotofların hazırlandığı belediye binasının yanındaki boş alanda bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun S.B. isimli şahısla olaylardan önce farklı renklerde olan tişörtlerini değiştirdiği de tespit edilmiştir. Mahkemeye göre başvurucu daha sonraki şiddet eylemlerinin planlayıcılarından biridir ve olaylarda kullanılan malzemeleri temin ederek gençleri ve çocukları organize ettiği değerlendirilmiştir.iii. 24/8/2010 tarihinde, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada ölü olarak ele geçirilen terör örgütü mensubunun cenazesi nedeniyle işyerlerine kepenk kapattırılmış, cenaze evinde kurulan taziye çadırına giren bir grup, terör örgütü mensuplarına ait fotoğraf ve pankartlar taşıyarak terör örgütünü öven ve destekleyen sloganlar atmıştır. Organize olmuş 20-30 kişilik bir grup tarafından cenaze töreninden sonra işyerlerine ve güvenlik güçlerine taşlı ve molotoflu saldırıda bulunulmuş; yol kesilerek geçen araçlara zarar verilmiş ve güvenlik güçlerine ait zırhlı araca molotof atılarak, buna müdahale eden üç güvenlik görevlisi darbedilmiş, bir güvenlik görevlisinin de silahı gasbedilmiştir. Güvenlik güçlerinin raporlarına göre olaylardan sonra aralarında S.T. ve E.Y.nin de bulunduğu toplam on beş kişinin silahlı faaliyet göstermek üzere terör örgütünün kırsal alanına katıldığı tespit edilmiştir. Söz konusu olaya ilişkin görsel kayıtların incelenmesi neticesinde başvurucunun S.T. ile birlikte cenazeyi taşıyan grubun ortasında yer alarak alkış tuttuğu ve "İntikam, İntikam" şeklinde slogan attığı görülmüştür. Görsel kayıtlarda başvurucunun cenaze töreninin bitiminde güvenlik güçlerini taşlayan grubun içinde yer aldığı da tespit edilmiştir.iv. 5/9/2010 tarihinde, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada ölü olarak ele geçirilen terör örgütü mensubunun cenaze töreninden sonra organize olan gruplarca Doğubayazıt ilçe merkezinin değişik noktalarında yol kesilmiş, güvenlik güçleri ile kamu binaları ve işyerlerine taşlı ve molotoflu saldırı gerçekleştirilmiştir. Olaya ilişkin görsel kayıtların incelenmesi neticesinde başvurucunun da taşlı ve molotoflu saldırıda bulunan grupta olduğu tespit edilmiştir. v. Başvurucuyla birlikte yargılanan A.A. 30/12/2010 tarihli iletişim kaydına göre bazı kişilerle görüşmüştür. İlk derece mahkemesi bu kişilerden birinin başvurucu olduğunu kabul etmiştir. Söz konusu iletişim kaydı şu şekildedir:" A.A. : AloX ŞAHIS : Ne yapıyorsun AdemA.A. : Vallah ne yapayım oturmuşumX ŞAHIS : Evde misin A.A. : Evet evin ordayımX ŞAHIS : Bir arkadaş seni soruyorA.A. : NeyX ŞAHIS : Dedim Metin [başvurucu] seni soruyorA.A. : EvetX ŞAHIS : NeredesinA.A. : Ben evdeyim niye hayırdırX ŞAHIS : Diyor bir işim vardı akşam seninleA.A. : Ben geldim niye söylemedi işiniX ŞAHIS : Aha Metin ha, aha MetinA.A. : HangisiX ŞAHIS : Öğrenci olan Metin ha, dün karşılaştığımızA.A. : Evet evet ben kendisine bir şey söylemiştimX ŞAHIS : HeA.A. : Hani siz yapmadınız da ben ne yapayımX ŞAHIS : Dur ben vereyim konuş,A.A. : Tamam A.A. : Metin ne yapıyorsunMetin… : Adem arkadaş MerhabaA.A. : MerhabaMetin… : Hani sen biraz önce demiştin birbirimizle buluşalım, hani sen nerdesinA.A. : Vallah baba o senin yanındaki varya, senin yanındaki suçu onlarda görMetin… : Hangisi Orhan….mı, diğeri miA.A. : Vallah Mehmet…..değil, Orhan…..İbo….ile dediler, bu akşam işimiz var, dedim işinizi bitirin haber verinMetin… : Vallah biz bu akşam dedik biz buradayız haA.A. : Tamam istersen bu akşamda sorun yoktur, istersen bu akşam da yapalımMetin… : HeA.A. : Vallah bende sorun yokturMetin… : Bugün olmaz daha birbirimizden kopmuşuz, daha olmazA.A. : TamamMetin… : Tamam yarınA.A. : TAMAM YARIN KARAKOLU KURŞUNLAYACAĞIZ Metin… : Tamam tamam bahsetme yarın görüşürüz" vi. 22/1/2011 tarihinde Doğubayazıt Belediyesi önünde yaklaşık 700 kişinin toplandığı bir mitingde, güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada ölü olarak ele geçirilen teröristler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulmuştur. Miting bitiminde çoğunluğu çocuklardan oluşan ve yüzlerini kimliklerini gizlemek için kapatmış bir grup güvenlik güçlerine ve kamu binalarına taşlı saldırıda bulunmuştur. Görsel kayıtların incelenmesi neticesinde başvurucunun da terör örgütü lehine slogan atan grubun içinde olduğu tespit edilmiştir. Mahkûmiyet hükmünde, dosya kapsamında bulunan ve yukarıda sıralanan tüm deliller birlikte değerlendirilmiştir. Mahkeme başvurucunun PKK terör örgütü tarafından Doğubayazıt ilçesinde oluşturulan "Öz Savunma Birlikleri" yapılanmasındaki eylem grubu üyesi olarak faaliyet yürüttüğüne ve elde edilen görsel kayıtlardan anlaşıldığı üzere ilçede meydana gelen şiddet olaylarında bizzat yer alarak şiddet eylemlerini organize ettiğine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun aynı davada sanık olarak yargılanan ve örgüt üyeliğinden mahkûmiyetleri onanan E.Y., A.A., S.B. ve terör örgütünün kırsal alandaki faaliyetlerine katılmak üzere kaçtığı anlaşılan S.T. ile sürekli irtibat hâlinde olduğu sonucuna ulaşmıştır.Mahkeme, terör örgütüne üyelik suçunun temadi eden suçlardan olduğunu hatırlatmış ve yakalandığı 25/1/2011 tarihine kadar terör örgütü ile olan bağını devam ettirdiği kanaatine ulaşarak başvurucunun terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucunun suç işleme kastındaki yoğunluğunu, eylemlerdeki kararlı tutumunu, küçük yaştaki çocukları mağdur ederek örgüte kazandırmasını ve duruşmalarda örgütün talimatları doğrultusunda hareket ettiğini gösterir tavır ve davranışlarda bulunmaya devam etmesini dikkate alarak verilen temel cezada alt sınırdan uzaklaşmış; netice olarak 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararında ayrıca başvurucunun sürekli irtibat hâlinde olduğu şahıslardan A.A. ve E.Y.nin belirtilen şiddet olaylarından önce ya da aynı gün gerçekleştirdiği iletişim kayıtlarına da yer verilmiştir. Söz konusu kayıtlarda Doğubayazıt ilçesinde esnafın kepenk kapatıp kapatmadığı, çocukların şiddet eylemlerinde kullanılmak üzere organize edilmesi ve molotof patlayıcılarının getirilip dağıtılmasına dair konuşmaların bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu; ilk derece mahkemesince alınan savunmasında, iddianamede delil olarak ileri sürülen gösterilerde kendisinin şiddete başvurmadığını, ayrıca kendisine ait olduğu iddia edilen konuşma kaydındaki "Metin" isimli kişinin kendisi olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, ilerleyen celselerde ise ana dilinde savunma yapacağını beyan ederek Türkçe savunma yapmayı reddetmiştir. Mahkeme tarafından başvurucunun Türkçeyi iyi derecede konuştuğu ve anladığı, ana dilinde konuşma yapmak istemesinin ise PKK terör örgütünün üst yapılanması olan KCK'nın talimatı doğrultusunda Mahkemeye karşı alınmış örgütsel bir tavır olduğu değerlendirilmiştir. Bu nedenle başvurucunun ana dilinde savunma yapma talebi reddedilerek susma hakkını kullandığı kabul edilmiştir. Karar duruşması tutanağında da başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı diyeceklerinin sorulduğunun, başvurucunun ise önceki duruşmalarda gösterdiği tavrı devam ettirdiğinin kayıt altına alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, Doğubayazıt Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2015 tarihli kararıyla 10/8/2010 tarihinde işlediği iddia edilen kamu malına zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından yapılan yargılamasında belirtilen suçları işlediği sabit olmadığından beraat etmiştir. Aynı kararda, başvurucunun 24/8/2010 tarihinde işlediği iddia edilen terör örgütü propagandası yapma suçundan ise 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun uyarınca kovuşturmanın ertelenmesine hükmedilmiştir. Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyetine ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 6/6/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, karardan 27/8/2014 tarihli müddetnamenin tebliğiyle haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır. " 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. " 5237 sayılı Kanun'un "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır. (4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur...." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." Yargıtay, terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilebilmesi için -eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında- kişinin terör örgütüyle organik bir bağı bulunduğunun, örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiğinin gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2012/4191, K.2013/3971, 14/3/2013; E.2013/9229, K.2013/13608, 13/11/2013). Suçun unsurları konusundaki genel ilke bu olmakla birlikte somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılmaktadır (Yargıtay Ceza Dairesi, E.2007/11916, K.2009/1340, 4/2/2009; E.2010/16588, K.2011/1626, 9/3/2011; Yargıtay Ceza Dairesi, E.2015/4767, K.2015/1862, 16/6/2015). Başvuru konusu yargılamanın devam ettiği dönemde 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.(3) Bu madde hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır."B. Uluslararası Hukuk 16/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin terör suçlarının cezalandırılması ve önlenmesiyle ilgili hükümleri şöyledir:" Madde 5 Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik1) Bu Sözleşme'nin amaçları açısından 'bir terör eylemini işlemeye alenen teşvik', terör suçunun işlenmesini kışkırtmak niyetiyle, böyle bir eylemin dolaylı olsun veya olmasın terör suçlarını savunarak, bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılması veya başka bir şekilde erişilebilir hale getirilmesi anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten işlendiği durumlarda, terörizm suçunu işlemeyi alenen teşviki ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır.Madde 6 Terörist saflara katma1) Bu Sözleşme'nin amaçları açısından, 'terörist saflara katma' bir başka kişiyi terörist bir eylemi işlemeye veya bu eylemin işlenmesine katılmaya veya bir veya daha fazla suçun bir dernek veya grup tarafından işlenmesine katkıda bulunmak amacıyla bir dernek veya gruba katılmaya teşvik etmek anlamına gelmektedir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde, yasadışı olarak ve kasten bir suç işlendiği durumda, terörist saflara katmayı ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır.Madde 7 Terörizm için eğitim1) Bu Sözleşme'nin amaçları açısından, 'terörizm için eğitim', bir terör suçunu icra etmek veya bu suça katkıda bulunmak amacıyla ve beceriyi bu amaçla kullanmak niyetiyle kazandığını bilerek patlayıcıları, ateşli silahları ve diğer silahları veya öldürücü ya da tehlikeli maddeleri yapmayı veya kullanmayı veya diğer özel yöntem ve teknikleri öğretmeyi sağlamak anlamına gelir.2) Her bir taraf, paragrafta tanımlandığı şekilde yasadışı olarak ve kasten bir suç işlendiği durumda, terörizm için eğitimi ulusal mevzuatı açısından cezai suç olarak ihdas etmek üzere gerekli olabilecek tedbirleri alacaktır.Madde 8 Terör suçunun işlenip işlenmemesi arasında fark bulunmamasıBir eylemin Sözleşme'nin 5 ila maddelerinde belirtilen suçlardan birini teşkil etmesi için, bu eylemin bilfiil gerçekleşmiş olması gerekmeyecektir. " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğü kapsamında kalan eylemlerin yasa dışı örgüt üyeliği suçundan mahkûmiyette delil olarak değerlendirilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yapılan birkaç başvuruda ifade özgürlüğüne müdahale olmadığı gerekçesiyle kabul edilemezlik kararları vermiştir. Bu kararlarda AİHM, başvurucuların yasa dışı örgüt üyeliği nedeniyle cezalandırıldıklarını, siyasi görüşleri nedeniyle cezalandırılmadıkları gibi bu görüşlere ulaşma ya da görüşlerini yayma konusunda bir engellemeyle de karşılaşmadıklarını ifade etmiştir (Kızılöz/Türkiye (k.k.), B. No: 32962/96, 11/1/2000; Şahiner/Türkiye (k.k.), B. No: 29279/95, 11/1/2000; Arı/Türkiye (k.k.), B. No: 29281/95, 11/1/2000). AİHM daha sonra benzer şikâyetleri barındıran başvurularda mahkûmiyet kararına esas alınan delillerin yalnızca ifade biçimleri olduğu durumlarda başvurucuların ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunu kabul etmiştir (Yılmaz ve Kılıç/Türkiye, B. No: 68514/01, 17/7/2008, § 58; Gül ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4870/02, 8/6/2010, §§ 33-35). Gül ve diğerleri/Türkiye kararında AİHM, yalnızca belli dergileri okumaları ve bazı gösterilere katılarak yasa dışı örgüt lehine slogan atmaları nedeniyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun yasa dışı örgüte yardım etmeyi cezalandıran maddesi uyarınca hapis cezasına mahkûm edilmelerinin başvurucuların ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. AİHM söz konusu kararda, başvurucuların ifade özgürlüğüyle toplumun kendini terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı koruma hakkı arasında adil bir denge kurulup kurulmadığını inceleyeceğini belirtmiştir (Gül ve diğerleri/Türkiye, § 38). Başvurucuların mahkûmiyetine ilişkin kararda, katıldıkları belirtilen gösterilerin barışçıl olmadığına ya da katılımcıların şiddete başvurduğuna dair herhangi bir açıklama olmadığı, başvurucuların gösterilerde attıkları sloganların ise şiddeti meşrulaştıran bir nitelikte olduğunun söylenemeyeceği AİHM tarafından ifade edilmiştir. Bu nedenle başvurucuların davranışının ulusal güvenlik ya da kamu düzeni üzerinde başkalarını şiddete ya da silahlı direniş veya ayaklanmaya yönlendirici bir etkisi olamayacağı değerlendirilmiştir (Gül ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-44). Sonuç olarak AİHM, başvurucuların ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (Gül ve diğerleri/Türkiye, § 45). 15/3/2016 tarihli ve 831/2015 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun , , ve maddeleri Hakkında Venedik Komisyonu Raporu'na (Rapor) göre silahlı bir örgüte üyelik suçundan mahkûmiyet kararının ikna edici delillerle ve her türlü makul şüpheden uzak biçimde verilmesi gerekmektedir (Rapor, § 105). Raporda, Yargıtay tarafından kabul edilen, eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında kişinin silahlı örgütle organik bir bağı bulunduğu ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiğinin gösterilmesi gerektiği ilkesinin sıkı bir şekilde uygulanması tavsiye edilmiştir. Komisyon, bu ilkenin geniş biçimde yorumlanması hâlinde özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinde öngörülen suç ve cezaların kanuniliği prensibiyle ilgili sorun oluşabileceğini belirtmiştir (Rapor, § 106). Venedik Komisyonu anılan raporda ikinci olarak silahlı bir örgüte üyelik suçundan mahkûmiyete karar verilirken dayanılan tek delilin sadece değişik ifade biçimleri olmaması gerektiğini, aksi hâlde kişilerin ifade özgürlüğünün ihlal edilebileceğini belirtmiştir. Komisyona göre söz konusu suçtan yargılama yapılırken AİHM'in de müdahalenin gerekliliği konusundaki içtihadı doğrultusunda şiddete yöneltme koşulunun varlığı her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir (Rapor, § 107).
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15440
Başvuru, terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette daha önce bazı gösterilere katılmış olmanın delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; ana dilde savunma talebinin reddedilmesi ve esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmanın alınmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası yaralandığı halde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/1/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör örgütü mensupları tarafından babası R.Ş.nin 6/6/1993 tarihinde yaralandığını beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 6/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 24/9/2010 tarihli ve 2010/1-210 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Dağçatı köyü boşalmadığından, korucu aileleri dışında köyde ikamet eden başka aileler de bulunduğundan, nüfus sayım sonuçlarına göre köyde yoğun bir nüfus yaşadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı mevcut olmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/684, K.2012/938 sayılı kararı ile Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Dağçatı köyünün 1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, köyde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, korucuların ailelerinin haricinde köyde 48 hanenin bulunduğu, köy nüfusunun 1990 yılında 581, 1997 yılında 563, 2000 yılında 719 kişi olduğu; 1990–2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, 2000 yılı sonrasında da sandık kurularak seçimlerin düzenli olarak gerçekleştirildiği, Dağçatı Köyü İlköğretim Okulunun güvenlik sebebiyle eğitim ve öğretime kapatılan okullar arasında yer almadığı, Dağçatı köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/4845, K.2013/532 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek kararın onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı başvurucuya 10/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2013 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5830
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası yaralandığı halde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, “çocukların cinsel istismarı” suçundan yargılandığı dosyada, emniyette işkence ve kötü muamele gördüğü için ifadesinde suçu kabul ettiğini, maruz kaldığı bu durumu Cumhuriyet Savcılığı, Mahkeme ve temyiz aşamasında Yargıtayda da iddia etmesine rağmen buna ilişkin hiçbir işlemin yapılmadığını, mağdur çocukların dinlenmesi sırasında görüntü veya seslerin kayda alınmasının kanuni zorunluluk olmasına karşın, dosyanın mağduru olan K. ’nin şikayetinin alınmasında bu kurala uyulmadığını, olayın doğruluğu konusunda mağdurun psikolog bilirkişi tarafından yeterli düzeyde teste tabi tutulmadığını, dolayısıyla, işkence altında alınan ifadesinin delil olarak kabul edilmesi ve usule aykırı alınan mağdurun anlatımı sonucunda mahkumiyetine hükmedilmesi nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde düzenlenen  haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.             Başvuru, 4/1/2013 tarihinde Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.       Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.OLAYLAR VE OLGULARA.   Olaylar        Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:       Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 19/6/2007 tarih ve Sor. 2007/3223, E.2007/918 sayılı iddianamesiyle “çocukların cinsel istismarı” suçundan başvurucu hakkındakamu davası açılmıştır.       Mağdur K. , bir kampanya kapsamında bedava bir litre kola almak amacıyla 4/6/2007 tarihinde saat 30 sıralarında başvurucunun çalıştığı Tekel Bayiine gelerek başvurucuya bedava kapağı gösterip kola istemiştir.        Mağdur K. , vekili ve psikolog huzurundaki şikâyetinde özetle; “... Olay tarihinde öğlen saatlerinde sanığın çalıştığı bakkala gittiğini, … bedava yazılı kapağı kendisine gösterdiğini, bedavası yok dediğini, kendisini 3 ayrı koltuğa oturttuğunu, daha sonra kucağına oturmasını isteyip kucağına oturttuğunu, dükkanda kendisinden başka kimse olmadığını, elini şortunun içerisine sokup poposunu ellediğini, cinsel organını şortun üzerinden ellediğini, bir ara dönüp kot pantolonun düğmesini açtığını gördüğünü, beni bırak dediğini, bırakmadığını, sonra bir kişi işyerine geldiğinde bıraktığını, kendisine zorla topkek verdiğini, gelen kişinin sigara alacağım dediğini, kapağını alıp eve gittiğini…, annesine durumu anlattığını…” beyan etmiştir.       Başvurucu, emniyette avukat huzurunda 4/6/2007 tarihinde verdiği ifadesinde suçu kabul etmiş, Savcılıkta avukat eşliğinde verdiği 5/6/2007 tarihli ifadesinde suçu kabul etmemiş, ayrıca emniyette işkence ve kötü muamele gördüğüne dair de bir anlatımda bulunmamıştır. Başvurucu, aynı gün tutuklama istemi ile sevk edildiği Sulh Ceza Mahkemesindeki sorgusunda suçu kabul etmemiştir. Mahkemenin, ifadesindeki çelişkinin nedenini sorması üzerine başvurucu, “emniyette beni çok sıkıştırdılar ve ifade verdikten sonra beni serbest bırakacaklarını söylediler, bu nedenle o şekilde ifade verdim” şeklinde cevap vermiş, ancak kendisine kolluk tarafından işkence ya da kötü muamele yapıldığından bahsetmemiştir. Başvurucu ve müdafisi tarafından soruşturma aşamasında söz konusu iddialara ilişkin olarak herhangi bir şikâyette bulunduklarına ya da bu konuda doktor raporu aldıklarına veya alınması için talepte bulunduklarına yönelik bir bilgi veya belgeye rastlanılmamıştır.       Başvurucu, Mahkemedeki savunmasında ise özetle; “... K.’ye ait tekel bayiinde 8 yıldır çalıştığını, olay günü dükkâna bir kız çocuğu gelip, kola kapağı vererek bedava kola almak istediğini belirttiğini, kendisine olmadığını söylediğini, bu sırada rafları düzeltirken kendisinin masaya 25 kuruş bırakarak kek istediğini, parası yetmediği halde işyerinde olan patronu K.’nin talimatıyla keki verdiğini, bu arada dükkâna G.’nin girdiğini, sigara istediğini, mağdurun da dükkândan ayrıldığını, daha sonra annesinin geldiğini, hakaret ederek eşyaları yere atıp gittiğini, bir süre sonra da mağdurun babasının gelerek, tekme ile dövdüğünü, akabinde polislerin geldiğini, 3 saat kadar işkence yaptıklarını, bunun sonucunda üzerine atılı suçu işlediğini kabul ettiğine ilişkin beyanını aldıklarını, baskı sonucu suçu kabul ettiğini, üzerine atılı suçu işlemediğini” beyan etmiştir.   Mağdur K. ’nin anlatımlarını Savcılıkta dinleyen Psikolog bilirkişi H. B. ve Mahkemede hazır bulunan Psikolog F. A. benzer gözlemlerinde özetle “mağdurenin 9 yaşında olduğu, ifade sırasında mağdurenin göz kontağı kurabildiği, genel görünümünün yaşı ile uyumlu olduğu, bilişsel gelişim açısından somut işlemler döneminde olduğu, kendini sözel olarak ifade edebildiği, duygularında belirgin azalma, artma, oynamaların olmadığı, yer,  kişi yöneliminin tam olduğu, zaman yöneliminin biraz bozulduğu, yargılamasında bozulmanın olmadığı, dışa vuran davranışında belirgin bir uygunsuzluğun gözlenmediği, yaşına uygun bir dil ve anlatım kullandığı, tecavüzden bahsettiği ve tecavüz kelimesini de televizyondan gördüğünü belirttiği, ancak yaşadığı olaya yaşı itibari ile duygusal bir anlam veremediği, olayı samimi bir şekilde anlattığı, olayı olduğu gibi anlattığı, şu anda yaşadığı olaydan etkilenmemiş gözükmediği, yaşı büyüdükçe olaya duygusal anlam yüklediğinde asıl olayın etkisinin o zaman baş göstereceği, genelde bu tip olayların etkilerinin ergenlik döneminde kendisini gösterdiği, şu anda herhangi bir ruhsal bozukluğu tespit etmediklerini” belirtmişlerdir.   Tanık K. anlatımında özetle; “işyeri işletmecisi olduğunu, sanığın yaklaşık 7 yıldır yanında çalıştığını, olay günü işyerinde iken mağdurenin geldiğini, sanığın Mahkemede anlattığı biçimde olayın gerçekleştiğini, mağdureye yönelik herhangi bir eyleminin olmadığını” söylemiştir.    Tanık G. beyanında özetle; “olay günü saat 30-00 sıralarında Tekel Bayisine gittiğini, işyeri sahibi K.’yi dükkânın kapısının önünde oturmuş vaziyette gördüğünü, içeriye girdiği sırada bir kız çocuğunun elinde kek ile dışarıya çıktığını, sanıktan sigara istediğini, sigarayı alarak dükkândan ayrıldığını, olayları görmediğini” söylemiştir.    Konya Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Şube Müdürlüğünün 10/12/2007 tarih ve 1891 sayılı raporunda “küçüğün yapılan muayenesinde herhangi bir çocukluk çağı psikiyatrik sendrom arazı, akıl hastalığı ve zeka geriliği bulgusuna rastlanılmadığı, beden ve ruh sağlığının bozulmadığı” belirtilmiştir.   Suçun unsurlarının tespiti bakımından mahallinde 7/8/2007 tarihinde icra edilen keşif sonucunda bilirkişi B. tarafından sunulan 9/8/2007 tarihli raporda; “ K.'nin olay anında iş yerinin terminale açılan kapısının yanında bulunduğu, mağdurenin krokide gösterilen ve Atatürk bulvarı üzerinden girilen kapının solunda masanın arkasındaki döner sandalye ve bu sandalyenin hemen yanında bulunan tabelaya oturduğu ve cinsel tacizde bulunulduğu, bu yerlerin işyerinin içi olduğu, iş yerinin her iki tarafa bakan kısımların cam bölme olduğu, bu cam bölmelerin yakınından geçen kişiler tarafından içerinin görülebileceği, ancak dosyada anlatıldığı gibi yapılan tacizlerin içerideki kişinin dışarıyı gözetlemek suretiyle bu eylemleri yapabileceği, dışarıdan bu tür eylemlerin yapıldığının fark edilemeyeceği” belirtilmiştir.   Başvurucunun işkence veya kötü muamele gördüğüne dair gerek başvuru dosyasında gerekse UYAP üzerinde incelenen ilişkili dosyadan herhangi bir rapora ya da başkaca delile rastlanılmamıştır.    Mahkemece yapılan yargılama sonucunda başvurucuya isnat edilen suç sabit görülerek 1/2/2008 tarih ve E.2007/264, K.2008/44 sayılı karar ile başvurucunun eylemine uyan 5237 sayılı Kanun’un 103/ ve maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir.   Mahkemenin, başvurucunun işkence iddialarını da karşıladığı gerekçesi özetle şu şekildedir: “Tüm dosya kapsamı, sanık savunması, mağdur müdahil beyanı, tanık anlatımları, mağdura ait doktor raporu birlikte değerlendirildiğinde, mağdurun suç tarihinde sanığın çalıştığı Tekel Bayiine giderek Cola Turka kapağından bedava bir litre cola çıktığını bunu almak istediğini beyan ettiği, sanığın gel diyerek mağduru çağırıp, masanın yanında bulunan sandalyeye oturttuğu, kucağına aldığı, eli ile mağdurun vücudunu okşamaya başladığı, giysisinin üzerinden poposunu okşadığı, aynı zamanda kendi cinsel organı ile oynamaya başladığı, mağdurun kucağından inmek istemesi üzerine engel olarak döner koltuğa oturtarak kot pantolonunun düğmelerini açmaya başladığı, bu arada tanık olarak dinlenilen müşteri     G.’nin dükkana girmesi üzerine eylemine son vermek zorunda kaldığı, tanık G’ye sigara verirken mağdura da kek verdiği, mağdurun kaçarak evine gidip olayı annesine anlattığı, psikolog bilirkişinin beyanından anlaşılacağı üzere mağdurun… olayı samimi bir şekilde anlattığının anlaşıldığı, sanığın savunmasında poliste baskı altında kaldığını, işkence gördüğünü, bu şekilde savunma yaptığını, suçu kabul ettiğini belirttiği, poliste alınan 4/6/2007 tarihli beyanının incelenmesinde avukat huzurunda alındığının anlaşıldığı, avukat huzurunda alınan savunmalarda baskıdan söz edilemeyeceği, sanığın, olay tarihinde kot pantolon giydiğini, kot pantolonun ise düğmeli olduğunu, fermuarlı olmadığını belirttiği, mağdurun da beyanlarında sanığın kot pantolonunun düğmesini açtığından bahsettiği, mağdurun sanık tarafından belirttiği üzere olayları iftira şeklinde anlatması halinde sanığın olay günü giydiği kot pantolonunun düğmeli olduğunu bilmesinin mümkün bulunmadığı, …bu hali ile mağdurun beyanlarının samimi olduğu, olayın oluş şekline uyduğu, uydurma, iftira atmaya yönelik beyanlar olmadığı, sanığın gösterdiği tanıkların taraflı beyanlarda bulundukları, anlatımlarında çelişkiler bulunduğu, görgüye dayalı olmadığı, beyanların hayatın olağan akışına uygun olmadığı, yönlendirilmiş olduklarının anlaşıldığı ve beyanlarına itibar edilemeyeceği…, tüm dosya kapsamı ve mağdurun samimi beyanları birlikte değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçu işlediği anlaşılmakla, mahkumiyeti yönünde hüküm kurmak gerekmiştir.”     Başvurucu tarafından söz konusu karara karşı temyiz kanun yoluna gidilmiş olup, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/11/2012 tarih ve E.2011/5972, K.2012/10656 sayılı kararı ile başvurucunun temyiz itirazları yerinde görülmeyerek, hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar, 25/12/2012 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiş olup, başvurucu, 4/1/2013 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B.   İlgili Hukuk   26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Çocukların cinsel istismarı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır.”    4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanıkların dinlenmesi” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya sesler kayda alınabilir. Ancak; a) Mağdur çocukların,b) Duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin, Tanıklığında bu kayıt zorunludur.(4) Üçüncü fıkra hükmünün uygulanması suretiyle elde edilen ses ve görüntü kayıtları, sadece ceza muhakemesinde kullanılır.”    5271 sayılı Kanun’un “Mağdur ile şikâyetçinin dinlenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Mağdurun tanık olarak dinlenmesi halinde, yemin hariç, tanıklığa ilişkin hükümler uygulanır. (2) İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdur, bu suça ilişkin soruşturma veya kovuşturmada tanık olarak bir defa dinlenebilir. Maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk arz eden haller saklıdır. (3) Mağdur çocukların veya işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş olan diğer mağdurun tanık olarak dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulur. Bunlar hakkında bilirkişilere ilişkin hükümler uygulanır.” 
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/394
Başvurucu, “çocukların cinsel istismarı” suçundan yargılandığı dosyada, emniyette işkence ve kötü muamele gördüğü için ifadesinde suçu kabul ettiğini, maruz kaldığı bu durumu Cumhuriyet Savcılığı, Mahkeme ve temyiz aşamasında Yargıtayda da iddia etmesine rağmen buna ilişkin hiçbir işlemin yapılmadığını, mağdur çocukların dinlenmesi sırasında görüntü veya seslerin kayda alınmasının kanuni zorunluluk olmasına karşın, dosyanın mağduru olan K. D. ’nin şikayetinin alınmasında bu kurala uyulmadığını, olayın doğruluğu konusunda mağdurun psikolog bilirkişi tarafından yeterli düzeyde teste tabi tutulmadığını, dolayısıyla, işkence altında alınan ifadesinin delil olarak kabul edilmesi ve usule aykırı alınan mağdurun anlatımı sonucunda mahkumiyetine hükmedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. , 36. ve 38. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, tutukluluğa ve devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; özel statülü mahkemece yargılama yapılması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, ana dilde savunma talebinin reddedilmesi, mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması ve mahkûmiyet kararının gizli tanık beyanına dayandırılarak delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu haksız yere mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunarak başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar ettiğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 doğumlu olup olayların geçtiği tarihte Erzincan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü sınıf öğrencisidir. PKK terör örgütünün gençlik yapılanması olan Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYGM) içerisinde faaliyet gösteren bir kısım şahısların Erzincan ili dâhilinde terör örgütünün dağ kadrosuna eleman teminine ilişkin istihbari bilgiler edinilmesi üzerine soruşturma başlatılmıştır. Bir kısım şüpheliler hakkında Erzincan Sulh Ceza Mahkemesinin 19/10/2011 tarihli kararıyla iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanmış ve Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı 18/12/2011 tarihinde soruşturma dosyasına kısıtlama (gizlilik) kararı verilmesini talep etmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddesi ile görevli) 19/12/2011 tarihli kararı ile şüpheli sayısının çok olması ve mevcut delil durumuna göre delillerin karartılması tehlikesinin bulunması nedenleriyle soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Başvurucu soruşturma kapsamında 18/12/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Hakları hatırlatılarak 21/12/2011 tarihinde kollukta müdafii huzurunda alınan ifadesinde başvurucuya; PKK terör örgütünün gençlik yapılanmasına, terör örgütünün dağ kadrosuna eleman teminine ve örgütsel toplantılara katılımına dair sorular yöneltilmiştir. Başvurucu suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 22/12/2011 tarihindeki müdafii huzurunda sorgusunun ardından başvurucunun ve diğer iki şüphelinin silahlıterör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmalarına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede 9/2/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı başvurucunun müdafine şüphelilerin ifadelerinden bir suretini vermiştir. Başvurucu müdafinin dosyadaki gizlilik kararının kaldırılması talepleri ise sırasıyla Erzurum ve Ağır Ceza Mahkemelerinin 17/2/2012 ve 6/4/2012 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 18/9/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla ve diğer on altı kişi hakkında kamu davası açılmıştır. İddianame 18/10/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Erzurum Ağır Ceza (Mahkeme) Mahkemesinin (TMK mülga maddesi ile görevli) 7/11/2012 tarihli ilk duruşmasında başvurucu kendisine sorulan tüm sorulara Kürtçe cevap vermiştir. Mahkeme, bu durumu Kürtçe savunma yapmak üzere tercüman atanması talebi olarak değerlendirmiş ve talebin reddine karar vermiştir. Mahkemenin ret gerekçesinde başvurucunun eğitim düzeyi ile önceki savunmalarını Türkçe olarak yapması itibarıyla Türkçeyi bildiğine vurgu yapılmıştır. Bu duruşmada Mahkeme başvurucu müdafinin talebi doğrultusunda başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkemenin 5/12/2012 tarihli duruşmasında gizli tanık Kuzey, 16/1/2013 tarihli duruşmasında da bir diğer gizli tanık Özgür aynı ortamda olmaksızın ses değişikliği yapılarak dinlemiştir. Sanıklara, gizli tanıklara soru sorma imkânı tanınmıştır. Başvurucu müdafi de bazı sorular sormuş ve gizli tanıkların aleyhe olan ifadelerini kabul etmediklerini belirterek beyanlarına itibar edilmemesini istemiştir. Mahkeme 10/4/2013 tarihli kararı ile başvurucunun üzerine atılı suçtan mahkûmiyetine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; iletişimin tespitine ilişkin tüm kayıtlar, sanık Y.O.nun hazırlık beyanı ve gizli tanık beyanlarıyla bu beyanın örtüşmüş olması birlikte değerlendirilerek başvurucunun Erzincan DYGM'nin aktif üyesi olduğu, gizli toplantılara katıldığı ve örgüt tarafından verilen görevleri yerine getirdiği belirtilmiştir. Ayrıca bir sivil toplum oluşumu olan Erzincan Demokratik Öğrenci Derneğinin vatandaşların haklarını savunarak taleplerinin dile getirildiği etkinlikler düzenlemesinin olağan olduğu vurgulanmıştır. Ancak başvurucunun da üyesi olduğu derneğin faaliyeti kapsamında gerçekleştirilen gösteride; silah kullanmayı, kan dökmeyi, insanları bir biri ile çatıştırmayı, ülkenin bir bölümünü ayırarak ayrı bir devlet kurmayı, ayrı bir yönetim yapısı benimsemeyi tercih eden bu nedenle silaha sarılarak devlet görevlisi olup olmadığına bakılmaksızın, çoluk çocuk ayrımı gözetmeksizin on binlerce insanın ölümüne neden olan bir örgütün övülmesi, örgüt elemanlarının övülmesi, örgüt liderinin övülmesi, bunların yaptıklarının benimsenerek topluma anlatılması, toplum içerisinde bu yapılanları legalleştirme çabası hâline dönüşen bir toplantının demokratik bir faaliyet olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı açıklanmıştır. Dernek şemsiyesi altında başvurucunun da arasında bulunduğu sanıkların yaptıkları gösterilerde kullanılan ifade, atılan sloganlar dikkate alındığında dernek çalışması olarak kabulünün mümkün olmadığı belirtilmiştir. Öğrenci derneğinin yasal bir dernek olmasına rağmen kuruluş amacı etrafında değil de terör örgütünün sempatisinin kazanılması, örgüt bilincinin yerleştirilmesi, örgüt adına faaliyetlerde bulunulmasının sağlanması ve nihai olarak terör örgütünün silahlı dağ kadrosuna katılımının sağlanması amacı etrafında birleşildiği ve bu faaliyetlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) koruduğu haklardan örgütlenme, fikir açıklama ve özgürlükler kapsamında kabul edilmesinin mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 3/3/2014 tarihli kararıyla sanıklardan B.K.nın tüm aşamalardaki, Y.O.nun savcılık ve sorgu ifadeleri, başka dosya şüphelisi T.K.nın müdafii eşliğindeki kolluk beyanı ve başvurucunun örgüt çağrısı üzerine düzenlenen bir kısım basın açıklamalarına katılması nedenleriyle mahkûmiyet hükmünde bir isabetsizlik görülmediği belirtilerek hüküm onanmıştır. Nihai karardan 3/6/2014 tarihinde haberdar olduğunu bildiren başvurucu, 1/7/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12007
Başvuru, tutukluluğa ve devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; özel statülü mahkemece yargılama yapılması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, ana dilde savunma talebinin reddedilmesi, mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması ve mahkûmiyet kararının gizli tanık beyanına dayandırılarak delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu haksız yere mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hükümlü olarak bulunduğu cezaevinde yapılan açlık grevi nedeniyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü; infaz hâkimliğinde Kürtçe savunma yapma talebinin reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ve yazılan yirmi bir mektubun sakıncalı olduğu değerlendirmesi ile ilgililerine gönderilmemesinin haberleşme hürriyetini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2014 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) 27/6/2014 tarihinde gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 14/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/9/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, aynı yerde hükümlü ya da tutuklu dört kişi ile birlikte Bakanlığa hitaben yazdığı 31/10/2012 tarihli dilekçe ile üç günlük açlık grevi eylemine başladığını bildirmiştir. Anılan dilekçe şu şekildedir:"12 Eylül 2012'den beri PKK'lı tutsaklar tarafından başlatılan Açlık Grevi direnişi devam etmektedir. Tutsaklar eğitim ve öğretim hakkı, İmralı tecritin sonlandırılması için direniş başlatmışlardır. Devlet haklı talepleri karşılamak zorundadır. Talepler karşılanmadıkça daha yaygın bir direnişin kaçınılmaz olduğunu ve bu direnişi boyutlandıracağımızı belirtelim.  Devlet yetkililerinin zorla müdahale tehditlerini de protesto ediyorum.  Bu talepler doğrultusunda 31 Ekim 2012'de başlayarak 3 günlük Açlık Grevi eylemiyle direnişe destek veriyorum. Talepler karşılanmadıkça direnişe katılmaya devam edeceğiz." 31/10/2012 ile 2/11/2012 tarihlerinde üç günlük açlık grevinde yapan başvurucu hakkında Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından açlık grevi yapması nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin Kurulu Başkanlığı 12/11/2012 tarihli ve 2012/365 sayılı kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'unun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi ve maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince başvurucunun "30 gün süre ile Haberleşme ve İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma veya Kısıtlama Cezası" ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucu tarafından Kocaeli İnfaz Hâkimliği nezdinde itirazda bulunulmuştur. Başvurucu, yargılama aşamasında savunmasını Kürtçe yapmak istediğini Mahkemeye bildirmiş ancak talebi reddedilmiştir.Söz konusu talebe ilişkin 5/7/2013 tarihli celse ve 15/11/2013 tarihli celse tutanaklarının ilgili bölümleri şöyledir:  Celse: "...İtiraz eden hükümlü Veysel Kaplan'dan önceden tespit edilen kimliği altında ve hakları yeniden hatırlatılarak soruldu: Ben savunmamı Kürtçe tercüman yardımıyla yapmak istiyorum. Bu nedenle hakimliğinizce tercüman atanmasını talep ediyorum dedi.Gereği Düşünüldü:İtiraz eden hükümlü Veysel Kaplan savunmasını Kürtçe tercüman yardımıyla yapmak istediğini beyan ettiğinden ve Kocaeli Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonunca henüz hakimliğimize tercüman bilirkişi listesi gönderilmediğinden bu konudaki bilirkişi listesinin hazırlanmasının beklenmesine,İtiraz eden hükümlü Veysel Kaplan savunmasının liste çıktığında gelecek celse Kürtçe tercüman huzurunda tespitine,..."  Celse:"...İtiraz eden Veysel Kaplan'dan soruldu: Ben Kürtçe savunma yapmak istiyorum. Bu konuda bilirkişi listesinden tercüman görevlendirilmesi halinde ücret ödemeyi kabul etmiyorum. Daha önceden adliyede bulunan arkadaşlarımızdan tercüman olarak faydalanılmıştı, ancak bunu artık kabul etmiyorum. Tercümanın sizin tarafınızdan görevlendirilmesini istiyorum. Bunun karşılığında ücret ödemeyi kabul etmiyorum dedi.Gereği Düşünüldü:CMK'nın maddesine göre mahkeme dilini bilen kimselerin farklı bir dilde savunma yapmak istemeleri halinde tercümanın adalet komisyonu tarafından oluşturulacak bilirkişi listelerinden temin edilmesi gerektiği, bu durumda tercüman ücretinin yargılama giderlerinden sayılamayacağı ve devlet hazinesinden karşılanmasının mümkün olmadığı anlaşıldığından bu yöndeki taleplerin reddine, buna rağmen beyanda bulunmamaları halinde savunma haklarından vazgeçmiş sayılacaklarının itiraz edenlere ihtarına karar verildi.İtiraz edenden soruldu: Ben tercüman talebimizi tekrarlıyorum dedi. ..." Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 3/12/2013 tarihli ve E.2012/2246, K.2013/4314 sayılı kararı ile başvurucunun disiplin cezasına karşı yapmış olduğu itiraz reddedilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararının gerekçe kısmı şöyledir:"İtiraza konu dosyanın incelenmesinde, itiraz edenlerin 31/10/2012-2/11/2012 tarihleri arasında üç günlük açlık grevi yaptıkları görülmüştür. Cezaevinde açlık grevine girmek 5275 sayılı Yasanın 40/2-g maddesine göre disiplin cezasını gerektirir. Bu itibarla itiraz edenler hakkında disiplin cezası uygulanması yerinde görülmüştür. Ayrıca bir kısım itiraz edenlerin daha önceden almış oldukları disiplin cezalarının kaldırılmadan önceki dönemde söz konusu eylemi gerçekleştirmeleri nedeniyle kendilerine bir üst cezanın verilmesi yerindedir. Soruşturmanın da usulüne uygun olarak yürütüldüğü ve sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenler ile Veysel Kaplan ve Hüseyin Dinç yönünden itirazın reddine karar verilmesi gerekmiştir." İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 9/1/2014 tarihli ve 2014/26 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş; karar29/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun Cezaevi vasıtasıyla çeşitli ceza infaz kurumlarında tutuklu/hükümlü bulunanlara göndermek istediği 21 adet faksa ilişkin olarak Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013, 18/11/2013 ve 20/11/2013 tarihlerinde verdiği sakıncalı mektup değerlendirme kararları ile "örgütsel iletişim kurarak cezaevindeki kişileri açlık grevine teşvik etmek" gerekçesiyle mektupların ilgilisine gönderilmemesine karar verilmiştir. İlgili mektuplardan başvurucunun 13/11/2013 tarihinde Ali K., Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşNasılsın? Durumun iyimi. Hepinizi kucaklıyoruz. Bizde iyiyiz. Basından okumuşsun zaten. Malatya'daki AG. 05 Kasımda bitti. Taleplerini kabul ettiler ama sabahta sürgün ettiler. Xıdır, Selçuk, Erdi Kırıkkale'ye sürgün edildiler. Zaten 28 Ekim'de E.S., E.S., A.K.(mektubun orijinal halinde isimler tam olarak yazılıdır.)Elbistan'a, K., B.O., A. Sivas'a, A., Ö.B., B.K. Elazığ'a sürgün edildiler. Durumları iyidir. Sivas'takiler halen hücrelerde tutuluyorlarmış. Yollayacaklarını söylemişler.  Başka buralarda birşey yok. Gündem yoğun. Aslında bu Malatya durumu olmasaydı daha erken tepki vermek gerekirdi ama olmadı. Neyse yapmamaktan iyidir. Bizde B. Kürd. (Rojova) devrimini boğmaya yönelik sürdürülen savaşı, örülen duvarı, Qaideci, Nusracı çetecilerin beslenmesi ve savaştırılmasını, kısacası Kürtlere karşı bir yandan "barış süreci"yle oyalama tasfiye, diğer taraftan savaş ve Kürtlerin ulusal onuru üzerine kurulan duvar siyasetini lanetliyoruz. Genel olarak 19 Kasımda üç günlük AG yapacağız. Hastalar, yaşlılar, ÖO gazileri sadece bunu sahiplenip dilekçe verecekler. Hani sağlık sorunlarından yapamıyorum, ama bunu sahipleniyorum tarzından.  Sana fax yollamıştım, aldın mı? Millet ne güzel toplu duruyordu, şimdi dört bir taraftan gitki yetişesin. Piro sana yazı yolladımı? Şu balkanlar kadar ağır yer yok. Bu arada bir kültür ve sanat komisyonu kuralım. Önerelim, gönüllüleri görelim. Sanat da lazım bize değil mi?  Bu arada Abidin'e müebbet verdiler. Ali Y'ye üyelik verip tahliye etmişler. Artık sevk yazacaklar. Adana'dan Diren Geziden tutukluydu 11'inde tahliye oldu. Apo yoldaş has- gidip - geliyor. Size çok selamları var. Sımsıkı kucaklıyor öpüyorum sizleri  Görüşmek üzere Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 13/11/2013 tarihinde Hıdır Y., MTipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İnebolu/Kastamonu adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhabalar yoldaşlar, İyi olmanızı diliyorum. faxını aldım. Mek. Yazamadım çünkü buna gerçekten zamanım olamadı. Hele bu son dönemde fax yazmaktan... Neyse bağışlayın beni. Kimi sorularınıza yanıt olayım. Tabi bu sevk meselesinin aile tarafınıda düşünmek lazım. Onun için size sormuştum. Doğru T. Dağın iletişim sorunu olur. Xıdır, Selçuk, Erdi Kırıkkale'ye sürgün edildiler. Siz burası Tokat Kırıkkale'ye yazabilirsiniz. Şimdiye kadar diğer sürgünleri öğrendiğiniz için geçiyorum. Daha önce yazmış olduğumu hatırlıyorum nedense, şu "ödüllendirme denilen -tlf, ziyaret arttırımını içeren -ayrımcılık amaç- lı genelgeden yararlanmıyoruz. Şakran'la ilişkimizin olmadığı son mek.. açıklandı. Kendi tercihlerini yaptılar. Doğru kafaların açılmasına ihtiyaç olabilir, ama kurumsal duruş bazen, hatta çoğunlukla daha ikna edici olur. Bu nedenle yazışma bu aşamada ihtiyaç değil... Daha ileri süreçte duruma bakılır artık.  Bu arada gündem de yoğun. Orta Doğu da ortaya çıkan B. Kr-(Rojova) devrimini boğmaya yönelik kapsamlı bir kuşatma var. Türk devleti Qaideci, Nusracı Çetecileri Kürtlere karşı savaştırıyor. Olmadı Kürtlerin ulusal onurları üzerinde Kuzey ile Batı Kürd. . arasına duvar örüyor. İran Kürt devrimcilerini idam ediyor. Türk devleti bir yandan "barış süreci"yle oyalam ve tasfiye amaçlıyor, bir yandan Rojova da savaş yürütüyor. Duvar örmekle fşt karekterini bir kez daha göstermiştir. Kürtlere karşı bu saldırıları lanetliyoruz. Bizlerde genel olarak 19 Kasım'da üç günlük A.G. yapıyoruz. Halkımızın duyarlı olmasını isteyeceğiz.Biliyoruz bu yönlü dışarıdan eksiklikler mevcuttur. Bizim açımızdan sessiz kalmak olmaz.  Amasya E- tipine sürgün olan kim ben bilmiyorum. Adana'da Gezi den tutuklanan Diren vardı. Dün tahliye edildiler. Halk adliye önünde sahiplendi tutsakları. Bu arada Erzurum da Ali Y. tahliye oldu. Üyelik vermişler, tahliye etmişler. Abidin yş ise müebbet verilmiş.  Kitap listesini dışarıya da yollayın. Siz çok zengin değilsinizdir zaten. Siz artık bana bir mektup yollarsınız değil mi? Yer kaldı. Sürgünleri yazayım bari: Aydın, Emre, Ekin Elbistan'a, Mustafa, Özdal, Bülent Elazığ'a, Kurtuluş, Baran, Murat Sivas'a götürüldüler. Artık Malatya'da kalanları nereye götürecekler bilmiyorum. Bugün buraya Malatya'dan 5 kişinin getirildiği fısıltısı oldu ama netleştiremedik. Hadi hayırlısı... Bu seferlik böyle. Apo yoldaşın ve diğer yoldaşlarında selamları var. Sımsıkı kucaklıyor öpüyorum sizleri Sağlıcakla kalın.. Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 13/11/2013 tarihinde Mustafa A., Elazığ E Tipi Ceza İnfaz Kurumu adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşlar, Sıkıca kucaklıyoruz sizleri. Durumunuz nasıl? Sizden haber alamadım. Sürgünlerden sonra diğer yş'lardan haber alabildik. Sizin Rütükler çok acami anlaşılan. Hiç geçit vermiyorlar. Yazmama durumu zaten olmaz. Oranın koşullarını merak ettik doğrusu. Xıdır, Selçuk, Erdi yş ları da Kırıkkale'ye sürgün ettiler. Elbistan dakilier hevallerin içinde üç ayrı koğuştalar. Sivastakiler halen hücredeler. Ama durumları moralleri iyidir. Malatya da kalanlardan henüz birşey gelmedi. Ama onlarda iyidir. Siz hareket yaşadınız. Orta Doğu ve Kürd..da hareketli. Emp.. ve işbirlikçileri Kürt halkı üzerindeki baskı siyasetini sürdürüyor. İran da kürt dev. idam ediliyor. Dört koldan Batı Kürd.. (Rojova) devrimi boğulmaya çalışılıyor. Türk devleti El Qaideci, Nusracı çetecileri besliyor, Kürt ulusuna karşı savaştırıyor. Tel örgüler, mayınlar, ordu yetmedi birde Batı ile Kuzey arasında duvar örmeye başladı. Kürt ulusunu aşağılayan, onurunu kırmaya yönelen bu politikayı lanetliyoruz. Protesto ediyoruz. 19 Kasım da üç günlük Ag'ye gidiyoruz. Halkımızı duyarlı olmaya çağırıyoruz.  Bu arada Erzurum da Ali Y. üyelik cezası aldı ama tahliye edildi. Abidin yş müebbet cezası aldı. Adana da Diren Gezi den tutukluydu tahliye edildi. Halk Adana adliyesinde tutsaklarını sahiplendi.  Biz iyiyiz. Sizleri merak ettik. Sizden haber gelir diye bekledim. Ama bu bekleme pek hayırlı olmadı. Çünkü sizden bir şey gelmedi. Umarım ihtiyaçlarınız fazla sıkıntılı olmamıştır. Neyse yazınca öğreneceğiz artık. Abdullah yoldaşın da selamları var. Kendinize iyi bakın. Sıkıca kucaklıyor öpüyoruz.  Görüşünceye dek, sağlıcakla, coşkuyla kalın SevgilerimleVeysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 13/11/2013 tarihinde Özgür Ç., H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu/ERZURUM adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: ""Merhaba yoldaşlar, Sıkıca kucaklıyor öpüyoruz. İyi olmanızı diliyoruz. Gerçi tahliye vermişsiniz. Boşluk vardır. Ali'nin tahliyesini duyduk. Üyelikle cezalandırmışlar yine. Fşt kafalar düzmece seneryolarla Abidin yş lara ağır cezalar vermişler. Beklendiği gibi oldu. Zaten yapacakları belliydi. Son Malatya Ag'si 05 Kasım da bitti. Talepleri kabul etmişlerdi. Ag sonrası sabah Xıdır, Selçuk, Erdi yş'ları Kırıkkale'ye sürgün edildiler. Böylece Mlt'da 5 yş kaldı. Son Ayhan ve Özlem yş yolladığını almışlardı. Adıyaman'da hiç ses yok. Siz cevap aldınızmı?Orta Doğu da gelişmeler malumunuz. Kürtler üzerindeki kuşatma sürüyor. İran Kürt dev.. idam ediyor. Batı Kürd.. (Rojava) devrimi boğulmaya çalışılıyor. Bir yandan oyalama tasfiye süreci diğer yandan El Qaideci, Nusracı çetelerin kürtlerin üzerine sürülmesi durumu vardır. Tel örgüler, mayınlar, ordu yetmedi bir de Batı ile Kuzey Kürd.. arasında duvar örülmeye başlandı. "Durdu" denilsede, devam ediliyor. Bu duvar siyasetini, fşt uygulamaları protesto ediyoruz, lanetliyoruz. Biz de genel olarak 19 Kasım'da üç günlük Ag yapıyoruz. Duyarlılık çağrısı yapacağız.  Ünal yanınıza geldimi? Yoksa niyeti yokmu? Erzurum soğuğunu çektiğiniz yeter. Sevk yazdınız mı? Buraya bekliyoruz. Sanırım orası yer meselesinden dolayı yolluyor değil mi? Güneş gören cam kenarını size bırakıyoruz. Daha ne olsun. Kaliteli Radio getirin. Kasım ayı H.G çıkmıştı da daha alamadık. Sanırım bir süre daha buna katlanacağız. Yorum ve değerlendirmeler yaparken yerini, zamanını, muhatap olup olmadığına dikkate edelim. Kendinize iyi bakın. Sımsıkı kucaklıyoruz. Abdullah yoldaş %50 kucaklıyor, ama şiddetli. Görüşmek üzere. Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 13/11/2013 tarihinde Binali Y.,1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Kırıklar/İZMİR adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşlar, Selam ve sevgiyle. Tam tahliye olma durumunuzun olduğu günde yazıyorum. Ben yazsam da sizin tahliye olmanızı faxımın geri gelmesini istiyorum. Artık İzmir Gezi tutsaklarını bırakınca bile "yok ya nasıl oldu!" diyoruz. Yoksa Yunanistan'a karşıdan bakınca korku daha mı büyük oluyor! Malatya da devam eden Ag 05 Kasım da bitti. Talepler kabul edildi, ama sabahta sürgün oldular. Son kafile Hıdır, Selçuk, Erdi Kırıkkale'ye sürgün edildiler. 28 Ekim de sürgün olanları biliyorsunuzdur zaten. Kötü haber tez yayılır.  Adana da Gezi tut.. bırakıldı. Diren de çıktı. Erzurum'da Abidin'e müebbet verildi. Ali Y. üyelik verilerek tahliye edildi. Hep kötü haberler veriyoruz. İyinin içinde bile kötü vardır.  Sizlerde iyisiniz umarım. Aslında size mek.. yazmaya ihtiyacım var ama bakalım ne zaman olacak. Gündemler takip ediyoruz. Yoğun. Orta Doğu da emp. Kuşatmasında ortaya çıkanBatı Kürd.. (Rojava) devrimini boğmaya çalışılıyorlar. İran da kürt devrimciler peşi sıra idam ediliyor. T. Devleti Nusracı, El Qaideci çetecileri kürt halkına karşı savaştırıyor. Bir yandan "çözüm süreci" bir yandan oyalama tasfiye amacı diğer yandan Rojova da savaş. Yetmedi Batı Kuzey arasında duvar örülüyor. Kabul edilemez. Bizler genel olarak 19 Kasım da üç günlük Ag'ye gideceğiz. Halkımızı duyarlılığa çağıracağız. Kirli fşt siyaseti lanetleyeceğiz.  Apo yoldaş has.. gidip -geliyor. Durumu ciddiyetini koruyor. Bu arada Ag lere katılamıyorlar, fakat talepleri sahiplenen dilekçeler vererek meseleyi sahipleniyorlar.  Durumumuz iyidir başka. Orada kendinize iyi bakın. Görüşünceye dek sağlıcakla kalın.  Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 13/11/2013 tarihinde Aysel K.,E Tipi Ceza İnfaz Kurumu Elbistan/KAHRAMANMARAŞ adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşlar, Nasılsınız? İyi olmanızı diliyorum. Siz fax yollamıştım. Oraya sürgün edilen yş size "iletişim cez. Uygulamaya konuldu" dedikten sonra yazamadım. Onlara da sevgiler selamlar. Malatya da A.g sonlandırıldı. Talepler kabul edilmişti. Fakat hemen sonrası Xıdır'ı, Selçuk, Erdi yş'ları Kırıkkale F'ye sürgün ettiler. Durum böyle. Yş'lar iyitir. Olumsuz bir durum yok en azından.  Orada hevallerin Ag'si devam ediyor mu? Gerçi duvar devam ediyor. Kuşkusuz tepkilerde devam edecek. Kürtlere karşı haksız savaş sürüyor. İran'da kürt devrimciler idam ediliyor. Türk devletiBatı Kürd.. (Rojava) devrimini boğmak için El Qaideci, Nusracı çeteleri besliyor. Halkımız katlediliyor. Tel örgüler, mayınlar, ordu yetmedi birde Batı ve Kuzey Kürd..n arasına duvar örüyor. Bu duvar kürtlerin ulusal onuru üzerine inşa ediliyor. Kabul edilemez. Bu baskıları, fşt politikaları lanetliyoruz. Biz de genel olarak üç günlük Ag 19 Kasım'da yapıyoruz. Halkımızı duyarlı olmaya çağırıyoruz.  Duymuşsunuzdur ama bu vesileyle belirteyim. Hastalar, yaşlılar, ÖO gazileri bu tür Ag'lere girmesine gerek olmuyor. Onlar talepleri sahiplenip sadece dilekçe veriyorlar. Hani bunlara katılıyorum, ama sağlık sorunum elvermediği için vs... şeklinde bir parçası oluyorlar.  Erzurum da Ali Y'ye üyelik verip tahliye etmişler. Abidin yş'a müebbet vermişler. Gezi den tutuklu olan Adana dakileri bıraktılar. Diren de çıktı.  Yoldaşlar yer talebini çözdüler mi? Bu yönlü ısrarcı olmak lazımdır. Zaten başta kabul etmeyeceklerdi. Eksik davaranılmış. Tabi çözülemeyecek bir sorun değildir.  Durumumuz iyidir. Sizde iyi olun. Sağlık sorunlarınız yoktur-iyileşiyordur. Gerçi Aysel yş iyileştiğini söylüyordu. Bahar yş hareketleri yapıyor musun? Bu durumda sağlam ve sportmen Sevinç yş kalıyor sizin başınıza. Kendinizi iyi bakın. Sağlığınıza dikkat edin. Abdullah yş çok selamları var. Görüşmek üzere, sevgiler sunuyorum. Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 13/11/2013 tarihinde Ayhan G., 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu/TEKİRDAĞ faks yoluyla adresine göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaş, Çoktandır sana mektup yazmadım değil mi? Gerçi sende çok aramıyorsundur!! Malatya'daki ters kelepçe ve onursuz aramalara karşı başlayan Ag 05 Kasım da sonlandırıldı. İdare talepleri kabul etti. Sonra yş'ları sürgün etti. Xıdır, Selçuk, Erdi Kırıkkale'ye sürgün edildiler. Daha önce 28 Ekim'de E.S., E.S., A.K.(mektubun orijinal halinde isimler tam olarak yazılıdır.)Elbistan'a, K., B.O., A. Sivas'a, A., Ö.B., B.K. ise Elazığ'a sürgün edildiler. Hepsinden haber aldık durumları iyidir. Sivas'takiler halen hücredeler. Başka yere yollayacaklarmış.  Sen Edirne ile yazışıyormusun. Buraya yazmıyor. Sizin orayla düzenli ilişki kurmanız lazımdır. Bir şeyden haberi yok. Kimi konuları tartıştığımızdan bile haberi yok sanırım. Yada var katılmıyor.  Gündem yoğun. Orta Doğu'da ortaya çıkan Batı Kürd.. (Rojova) devrimini boğmak istiyorlar. İşin özü kürtlere karşı savaştır. İran da kürt devrimciler idam ediliyor. Emp ve işbirlikçi devletler Rojova'yı ezmek istiyor. Tür.. devleti Nusracı çeteleri besleyip halkı katlediyor. Olmadı kürtlerin ulusal onuru üzerine Türk - devleti duvar örüyor. Bu kirli fşt siyasetini lanetliyoruz.Genel olarak 19 Kasım'da Ag-üç günlük- gidiyoruz. Bildiğiniz gibi daha önce yapmamız gerekiyordu, ama Malatya'daki durum da bunu geciktirdi.  Erzurum dan Ali Y. yş tahliye ettiler. Üyelik verip tahliye etmişler. Abidin'e de müebbet vermişler. Cezasını bozup üst ceza istediler. Ayrıca Gezi den tutuklanan Diren de Adana'da tahliye oldu. Sanırım hepsini bırakmışlar.  Yazıyı Şero ya yolladın mı? Sen ne düşünüyorsun. Aslında sos-eko- yapı üzerine de bir çalışlmam vardı. Ama yollayamadım. Kültür sanat komisyonu oluşturalım. Önerelim gönüllülerle karma bir komisyon ihtiyaç dahilinde sanat ihtiyacımızı giderir. Neyse mek- gelmek lazım.  Sımsıkı kucaklıyorum. Öpüyorum. Orada kamera, Av kalemleri durumu nedir. Görüşürüz.  Sevgiler Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Hasan R., F Tipi Ceza İnfaz Kurumu/EDİRNE adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba Hasan yoldaş,  Senden cevap gelmesede ben yazmaya devam edeyim diyorum. Ama yinede çok oturmuyor. İyi olmanı diliyorum. Malatya da 25 Ekim de başlayan Ag 05 Kasımda sonlandı. Oradaki yş'ları Sivas, Elazığ, Elbistan, Kırıkkale'ye sürgün ettiler. Sivas'takiler hala hücredeler. Yer yokmuş yollayacaklarmış. Elbistan dakileri hevallerin içine üç ayrı yere vermişler. Ama durumları iyidir. Hepsinden haber aldık. Malatya ters kelepçe takma, saat çıkarma gibi uygulamalar dayatıyordu.  Ayrıca sizin yaptığınız gibi bizde arkanızdan geliyoruz. Batı Kürd. (Rojava) devrimini boğmak için kürt halkına saldırı sürüyor. Tür. devletinin Nusracı, Qaideci çetelerini halkın üstüne salmasını, bunun yanında Batı-Kuzey arasında duvar örmesini Ayrıca İran'ın kürt devrimcilerini idam etmesini de unutmadan bu saldırıları lanetliyoruz. Bu nedenle sizin gibi genel olarak 19 Kasım da üç(3) günlük Ag yapıyoruz. Buna ÖO gazileri, hastalar, yaşlı yş katılmayacak, ama amaç ve tepkiyi sahiplenen isteklerini sunacaklar. Geç kalındı, ama bu Malatya'da gelişen fiili durumdan oldu.  Ayrıca dün Tokat'tan buraya yoldaşları sürgün getirmişler. C bloka koymuşlar. Yarın iletişim kurarız. Şimdi tam kaç yş getirilmiş bilmiyorum. Erzurum'da Ali Y. üyelik verilerek tahliye oldu. Abidin ise müebbet verildi.  Durum böyle. Pek iç açıcı haberler değildir. Ama saldırıların amacının ne olduğunu biliyoruz. Kendine dikkat et. Yazmanı bekliyorum. Konuşmaya ihtiyacımız vardır. Yoldaşça kucaklıyorum.  Selam ve sevgiler Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Düzgün , E Tipi Ceza İnfaz Kurumu/TRABZON adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşım,Sen şimdi mektup bekliyorsundur haklı olarak. Geciktim kusura bakma olurmu. Mek ve faxını aldım. Sen gelemedin, ama Tokat'tan yş'ları buraya sürgün etmişler. Daha öğrenemedim. C Bloka koymuşlar. Yarın kaç kişi getirilmiş öğrenecem. Malatya da Ag vardı. Yş'ları sürgün ettiler. Ag başlayınca 28 Ekim de Emre S., Ekin, Aydın Elbistan'a, B.O., Kurtuluş, Murat Sivas'a, Mustafa A., Bülent, Özdal Elazığ'a sürgün edildiler. 06 Kasımda Hıdır B., Selçuk, Erdi Kırıkkale'ye sürgün edildiler. Malatya fşt uygulamalardan vazgeçti ama sürgün yaptı. Biz de sizin arkanızdan ilerleyelim dedik. Batı Kürd..n (Rojava) devrimini boğmaya yönelik Türk devleti El Qaideci, Nusracı çetecileri dektekliyor. Çeteler Kürt halkını katlediyor. Emperyalist ve kukla işbirlikçi devletler kürt ulusunun özgürlük mücadelesini boğmak istiyorlar. Yetmedi tel örgüler, mayın, tank, top, ordunun yanında Batı ile Kuzey Kürd.n sınırına duvar örüyor. Bütün bu kirli saldırgan duvar siyasetini lanetliyoruz. 19 Kasım da üç(3) günlük Ag yapıyoruz. Biliyorsun, hastalar, Yaşlılar, ÖO gazileri katılmıyor ama sahipleniyorlar. Bizde genel bir duruşla böyle ilerleyelim dedik.  Ali Y.'ye üyelik verdiler, ama tahliye edildi. Abidin yş müebbet verdiler. Mahkemeden sonra daha yazmadılar. Durum böyle. Sen sevk meselesini ne yaptın. Bizim davadan buradan kimse yok, kalacak insan yok. Müd.. istese seni yollar. Konuşma durumu yokmu? Şimdi kim var yanında. Veysel geri geldi mi? Sen sigarayı bıraktın ya daha başka ne olsun. Başında duman çıkan adamsın sen. Apo yoldaşında çok selamları var. Sımsıkı, özlemle kucaklıyor, öpüyorum. İyi bak kendine. Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Serkan K., 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu/ANKARA adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba Serkan yoldaş,  Nasılsın? Durumun iyimi? Senin mektubunu almıştım. Ne yazıkki bu aralar mek.. yazmakta gecikiyorum. Diğer yş'lara da yazamadım. Neyse bundan sonra belki daha rahat olur. Yada tersi. Sen gelmedin. Tokat'tan yş sürgün geldi buraya. C'ye koymuşlar. Daha öğrenemedik kaç kişi getirilmiş. Siz önden gittiniz ag'ye bizde arkadan geliyoruz:)! Bizim de gündemimiz Rojava.. Batı Kürd. devrimine yönelik Türk devletinin sürdürdüğü savaşı lanetlemek için. Malum çetecileri, Nusracıları, El Qaidecileri destekliyor. Kürt halkını katlediyorlar. Buda yetmedi. Teller, mayınlar, tank, top yeterli gelmedi Batı ile Kuzey arasına duvar örüyor. İran kürt devrimcilerini idam ediyor. Malum gerekçelerden dolayı bizlerde genel olarak 19 Kasım da üç(3) günlük Ag'ye gidiyoruz. Hastalar, yaşlılar, ÖO gazileri yer almayacaklar, ama Ag'yi talepleri sahiplenecekler. Daha önce yapılmalıydı, ama Malatya'da Ag olunca gecikti. Duymuşsundur. Emre, Ekin, Aydın Elbistan'a, Mustafa, Bülent, Özdal Elazığ'a, B.O., Kurtuluş, Murat Sivas'a sürgün edildiler. Malatya'da 05 Kasım da Ag bitirildikten sonra 06'da Xıdır, Selçuk, Erdi yş Kırıkkale'ye sürgün ettiler. Gördüğün gibi faxı sürgünlerle doldurdum.  Ali Y. - Erzurum da üyelik verildi tahliye edildi. Ayrıca Adana da Gezi tutuklularını bıraktılar. Diren de çıktı. Sivas'taki yş'lar halen hücredeydiler. Elbistan'dakileri ise hevallerin koğuşlarına dağıtmışlar.  Burada Kamil, Abdullah, Hüseyin yş iyiler, selamlarını iletiyorum. Kendine iyi bak. Bakalım ne zaman görüşeceğiz.Sımsıkı kucaklıyor öpüyorum. Görüşmek üzere Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Selçuk Ç., 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu KIRIKKALE adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşlar,  Nasılsınız? İyi olmanızı diliyorum. Kuşkusuz saldırılar sonrası durumunuzu tahmin etmek zor değil. Ama insan merak ediyor yine de. Sürgünler olunca birçok yere yazdık. Elazığ dışında yş haberleştik. Durumları iyidir. Baran yş'lar halen hücredeler. Sizin biten Ag sonrası sürgün edilmeniz süpriz olmadı. Ama direnişle Malatyanın konsepti çöktü. Kuşkusuz eksiklikleri konuşacağız. Ben son bir yıldır uygulamaya koydukları özel saldırı dalgasının çöktüğünü söylüyorum. Siz antreman yaptınız Ag mevzusunda. Bizde büyütelim artık. Batı Kürd. (Rojava) devrimine, kürt halkına yönelik saldırılar sürüyor. Türk devleti çetecileri Kürt halkı üzerine salıyor savaştırıyor. İran, Irak, Türk devleti aynı amacı güdüyor. Yetmedi duvar örmeye başladı. Tank, top, mayınlar, orduya rağmen Batı ile Kuzey arasında duvar örüyor. Kabul edilecek bir durum değildir. Bütün bunlara karşı tavrımızla fşt. siyaseti lanetliyoruz. 19 Kasım da üç(3) günlük Ag yapıyoruz. Hastalar, ÖO gazileri, yaşlılar yer almayacak. Talepleri sahiplenen isteklerini sunarak tavrı sahiplenecekler. Size taze haber vereyim. Tokat'tan yş'lar buraya sürgün gelmiş. Ama kaç yoldaş öğrenemedik. Beş diye biliyoruz. C bloka koymuşlar. Yarın netleştiririz. Bu süpriz oldu gerçekten. Zaten sizde öğrenirsiniz çok geçmeden. Erzurum da Abidin müebbet aldı. Ali Y'ye üyelik verip tahliye etmişler. Xıdır yş iletişimi uygulamaya kondu değil mi? Zeynel yş iletişim kurdunuzmu? Neyse siz aynı şekilde devam edersiniz. Orada Tem.yoktu. Sizin fax daha gelmedi. Bekledi yollarda anlaşlılan. Sımsıkı kucaklıyor öpüyıruz.  Görüşmek üzere.. Sevgilerimizle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Serdar K., isimli şahsın Okmeydanı/İSTANBUL'daki özel adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Sevgili Serdar Merhaba,  Selam ve saygılarımla. İyi olmanızı diliyorum. Bizlerde iyiyiz. Uzatmadan aktarmak istediklerime geçeyim.  '1920'lerde Kürdistanı dört parçaya bölen emp..m işbirlikçi kukla devletlerle birlikte kürt ulusunun özgürlük mücadelesini boğmak istiyor.  Kürtler dört parçada baskılara karşı savaşıyor. İnkar, imha halen son bulmadı. Faşist iran diktatörlüğü kürt devrimcilerini peşi sıra idam ediyor!  Emperyalist güçler İran, Irak, Türk devleti Batı Kürd...n (Rojava) devrimini boğmak için bütün kirli insanlık dışı yöntemlere başvuruyor.  Faş..t Türk devleti Nusracı, El Qaideci çetelerin savaş üssü durumundadır. Bir yandan "barış süreci" adıyla entegrasyon stratejisiyle tasfiye amaçlı oyalama ve baskı kuruyor, diğer yandan da Batı Kür..da Kürt halkına karşı savaş sürüyor. Tel örgüler, mayınlar, ordu, tank, top yetmedi bir de Batı ile Kuzey Kürd.. Arasına duvar inşa ediyor. Bu duvar Kürtlerin ulusal onuru üzerine örülmektedir. Kabul edilemez! Kürtlerin ulusal onuru üzerine örülmeye başlanan duvar siyasetini, Kürt devrimcilerinin idam edilmesini, Batı Kürd..n devrimini boğmak için sürdürülen baskı ve imha savaşına karşı durmaya, mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz.  Duvarları örenler fşt politikalarıyla tarihin çöplüğüne gideceklerdir. Kazanan ezilen uluslar ve halklar olacaktır. ' ......(Halep?) tutsakları Zaten yoldaşlar yazmışlardır sizlere bizde yollayalım dedik. Ayrıca Keza yş'lar Gündem'e yazacaklardı ama sizinde vermeniz yerinde olur. Bir iki gün önceden şey olsa da olur. Evet böyle dedim. Sizleri en içten kucakladım. Net kaç kişi daha öğrenemedim ama Tokat'tan buraya yş'lardan sürgün gelenler oldu. Daha iletişim kuramadık. Görüşmek üzere.  Sevgilerimizle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Taner G. E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ADIYAMAN adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir:"Sevgili Taner Merhaba, Sizin oralardan hiç rüzgar bile esmiyor. Serkan yş yazmıştım, ama hiç cevap alamadım. İletişim cezası mı var acaba? İyisimi sana yazayım. Öyle bir durum varsa hiç olmazsa selamımız ulaşmış olur. Oradan mek.. gelir ona göre yazışırız sizinle demiştim, ama pek düşündüğüm gibi olmadı. Durumunuz iyimi? Malatya daki sürgünleri duymuşsunuzdur, tekrar etmeyeyim. Bizde iyiyiz. Dün buraya Tokat'tan yş sürgün etmişler. Ama daha kaç kişi olduklarını öğrenemedik. C bloka koymuşlar. Bizden uzaktalar. Malatya'da süren Ag sonuçlandırıldıktan sonra Xıdır, Selçuk, Erdi'yi de Kırıkkale'ye sürgün ettiler. Malatya daki durumdan dolayı gecikti, bizde Batı Kürd.. devrimi (Rojava) sürecini takip ediyoruz. Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine yönelik T. Devletinin sürdürdüğü Nusracılar, El Qaidecilerin desteklenmesi, bütün yöntem ve araçlarla B. Kürd..da savaş sürdürmesini, ayrıca örülen duvarı lanetliyoruz. Keza İran'ın kürt devrimcilerini idam etmesini de ekleyerek protesto ediyor 19 Kasım da üç(3) günlük Ag yapıyoruz. Genel bir duruşla halkımızı müc.., duyarlılığa çağırıyoruz. Fşt politikayı kınıyoruz. Sizin yaptığınız gibi bizde arkanızdan geliyoruz.  Böylece Malatya da 5 yş kaldı. Ali Y'ye üyelik verip tahliye etmişler. Abidin'e müebbet vermişler. Serkan yş mahkemesi ne oldu? Gerçekten merak ettim bayağı orayı. Lütfen cevap yazında bir nebze haberimiz olsun birbirimizden. Haksızmıyım. Sanki bu biraz fazla oldu he! Taner biz seninle yazışmadık mı daha önce? Neyse kendinize iyi bakın. Sizi sımsıkı kucaklıyor öpüyoruz. Abdullah yoldaşında çok selamları var. Görüşmek üzere.  Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Özlem A. M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Gebze/KOCAELİ adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba Özlem yoldaş, Sevgiler sunuyorum. İyisin umarım. Mektup yazamadım halen. Mek.. Almıştım. Fax yollamıştım. Çok yoğunluk oldu. Ag'den sonra Malatya neredeyse boşaltıldı. 28 Ekim de dokuz kişi Sivas, Elazığ, Elbistan'a sürgün edilmişti. 06 Kasın'da Xıdır, Selçuk, Erdi Kırıkkale'ye sürgün. Mlt.. İnsanlık dışı uygulamadan vazgeçti ama zaten özel yapıyorlardı. Daha önce böyle bir uygulama yoktu orada. Neyse onlar Ag başlatıp antrenman yapmışken bizde devam edelim dedik. Genel olarak 19 Kasım'da üç(3) gün gideceğiz. Tabi tekrardan belirteyim ki bizde öo gazileri, hastalar, yaşlılar girmiyor bunlara. Ag Batı Kürd.. (Rojava) devrimini boğmak için kürt halkına karşı geliştirilen katliamlara yönelik. Tür. devletinin beslediği çeteleri halkımıza karşı savaştırması, Batı ile Kuzey arasında mayınlar, tank, top, tel örgüler, ordu yetmedi birde duvar yapılmaya başlandı. Öte yandan İran da kürt devrimcilerini peşi sıra idam ediyor. Kürt ulu.. karşı sürdürülenbu saldırıları lanetliyoruz. Durum böyle ÖO gazileri vb. de bu istekleri ve tavrı sahiplenerek dilk verecekler.  Ayrıca dün (13) buraya Tokat'tan sürgün getirilen yoldaşlar olmuş. C'ye koymuşlar. Henüz ulaşamadık daha kaç kişi olduklarını tam öğrenemedik. Fısıltılar beş dedi ama net değil. Sürgünle başladık sürgünle bitiriyoruz. Tam bir saldırıdır. Mlt. daki konseptleri çökünce böyle oldu. Planları başkaydı ama yş bir yıllık kararlı, tutarlı duruşları boşa çıkardı. Bu olumlu ve anlamlıdır.  Erzurum da Abidin müebbet aldı-verdiler- Ali'ye üyelik verip tahliye ettiler. Adana da Diren tahliye oldu. Gezi'den tututluydu. Sen Amasya'da birinden bahsetmiştin kimmiş o? Ben bilmiyorum. Bizden Adana'dan oraya götürülen yoktur. Diren zaten yerindeydi. Sivas'takiler halen müşadiye deydiler. Elbistan'a da yazdım. Son günlerin faxlarla geçti diyebilirim. Oysa bu çok sıkıcı... Güzel sohbetlere ihtiyacım var. Kendine dikkat et. Sağlık önemli. Her şeyden bahsetmek mümkün olmuyor böyle. Bitti işte. Ama seni özlediğimi söyleyeyim bari. Görüşmek üzere, en içten sevgilerimle. Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Baran O. SİVAS E Tipi Cezaevi adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşlar,  Sizden haber aldıktan bu yana acaba durumunuz nasıldır? Yeni yere geçtiniz mi? Umarım şimdiye kadar çözmüşsünüzdür. İsteğiniz olmadan sizi hücrelerde tutma yetkileri yoktur. Malatya da sizin Ag'den sonra sürgün furyası Xıdır, Selçuk, Erdi yş'ların Kırıkkale'ye sürgün edilmesiyle final yaptı. Ag 05'te sonlanmıştı zaten. Siz Ag'den açılış yapıp bu denli hareket yaratınca madem o hallde devam edelim. Bizde boş kalmayalım. Batı Kür..n(Rojava) devrimine yönelik kürt ulusunun özgürlük müca.. ezilmesi için Tür. devleti her yönteme başvuruyor. İran Kürt devrimcilerini idam ediyor. Sınırda tel örgüler, mayınlar, tank, toplar ve ordu yetmedi birde Batı ile Kuzey arasında duvar örülüyor. Çetecilerini besleyip kürt halkını katlediyorlar. Bizde genel 19 Kasım da üç(3) günlük Ag yapacağız. Bu fşt siyaseti lanetlilyoruz. Sürece ilişkin daha erken yapılacaktı ama sizin Ag gecikmesine neden oldu. Zira sizin orasının nasıl ilerleyeceği belli değildi. Neyse durum böyle kısaca.. Dün (13) Tokat'tan yoldaşlar buraya sürgün getirilmişler. Daha kaç kişi getirildi bilmiyoruz. Yarın öğreneceğiz. Süpriz oldu resmen. Maoistler sürgünle terbiye edilmezler. Boş bir çabadır bu... Bu arada Ali Y.(Erzurum da) tahliye oldu. Üyelik vermişler tahliye etmişler. Cezasız olmaz. Bu arada Abidin de ceza-müebbet vermişler. Bu tür Ag'lere hastalar, yaşlılar, ÖO gazileri katılmıyor. Ama talep ve tavrı sunan isteklerini sunuyorlar. Söz açılmışken belirteyim dedim. Durumunuzu merak ettim, yazarsınız. Önceki fax da yazmıştım. Orada tutuyorlarsa siz-aileler suç duy-bulunsun- Slog.. Kap. vb. sonuçta haksız bir uygulamadır. Kendinize iyi bakın. Üçünüzü yoldaşça duygularla kucaklıyoruz.  Görüşmek üzere Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Evrim K. Konak Kadın Kapalı Cezaevi Sincan/ANKARA adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşım, Artık mektuplaşmayı bıraktık baksana. Ama buda çok yetersiz değilmi? Neyse sen bilirsin zorunluluktan kaynaklı olmazsa böyle olmaz. Hakikaten sohbet etmeyi özledim. "Kavganın da" bir tadı vardır. İyi şeyler için çekişmeler yararlı ve anlamlıdır değil mi? Sen Rojova sürecinde önden gidip Ag yaptın bizde genel olara 19 Kasım'da üç günlük Ag yapacağız. Bizin konumuz da Rojava'dır. Malum saldırılar devam ediyor. Batı Kürd..n devrimini boğmaya çalışıyorlar. Duvar siyaseti sürüyor. Çeteciler kürt halkına kurşun sıkıyor. İran kürt devrimcilerini idam ediyor. Tavır koyup halkımızı mücadeleye çağırmaktan geri duramayız. Esasında bizler daha önce yapardık ama Malatya da süren durum, gelişen Ag biraz gündemimizi salladı. Zaten sürgünleri biliyorsun. Öncekilerden haberin olmuş mu acaba? Emre, Aydın, Ekin Elbistan'a, Baran, Kurtuluş, Murat Sivas'a, Mustafa, Bülent, Özdal Elazığ'a sürgün edildiler. Üstelik bugün buraya Tokat'tan sürgün getirilen yş'lar olduğunu öğrendik. C blok'a koymuşlar. Kaç kişi olduklarını öğrenemedik. Yarın öğreniriz. Günümüz sürgünlerle geçiyor. Erzurum'da Ali Y'ye üyelik verip tahliye etmişler. Abidin'e ise müebbet vermişler. Adana da Gezi den tutuklu olanlar çıktı. Diren de tahliye edilmiş oldu. Yoldaşlar sağa sola savrulunca ben de parçalara bölünüyorum. Durum böyle. Bakalım sana ne zaman gelecem. Ama kafan rahattır şimdi değil mi? Ha bu arada hatırlatayım biz bu ag'lerde hasta, yaşlı ve öo gazileri girmiyor. Sağlığın nasıl? Kendine dikkat et. Biz de iyiyiz. Abdullah yoldaşın da selamları var. Başka neyle uğraşıyorsun? Şimdi yıldızlardan bir merdiven indirip üstüne güzel sözcükler yerleştiremiyorum. Bilincim kısırlaşmadı ama ruhum biraz sıkıştı galiba. Açılmaya ihtiyacı var. Nasıl? Bende bilmiyorum. Altında dinlenecek ağaçlarımız yok. Ama yoldaş sevgileri var... Kendine iyi bak olur mu? Lütfen özlendiğini unutma. Görüşmek üzere. Coşkuyla kal.. Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 14/11/2013 tarihinde Ercan B. T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu SAMSUN adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşlar, Durumunuz iyidir umarım. Gerçi son dönemde sık sık faxlarınıza cevap verdim. (Hepsine) Çok doğru tahmin etmişsin Ag için acele ettiniz. Doğru da değildir. Aynı hataları yapmanın iyi bir durum olmadığını hatırlatırım. Neyse 05 Kasım'da Ag bitti, yş'ları sürgün ettiler. Xıdır, Selçuk, Erdi de Kırıkkale'ye sürgün edildi. Konu Ag'den açılmışken devam edelim. Hali hazırda siz gidip antreman yapmışken Biliyorsunuz Batı Kürd.. devrimine (Rojava) yönelik saldırılar sürüyor. İran kürt devrimcilerini idam ediyor. Tü. devleti El Qaideci, Nusracı çetecileri destekliyor. Kürt halkını katletmeye devam ediyorlar. Tanklar, mayınlar, tel örgüler yetmedi Kürtlerin ulusal onurları üzerine duvar örülüyor. Bütün bu saldırıları, siyaseti lanetliyoruz. Bu nedenle genel 19 Kasım'da (3) üç günlük Ag yapıyoruz. Hastalar, yaşlılar. ÖO gazileri iştirak etmeyecekler ama tavrı destekleyen isteklerini sunacaklar. Evet sizin Ag' den sonra gelsede durum böyle.. Ayrıca dün Tokat'tan buraya bizim yoldaşları sürgün getirmişler. C bloka koyumuşlar. Daha iletişim kuramadık. Kaç kişi olduklarını bilmiyorum daha. İlhan yş sen git de yoldaşı buraya yolla.. Sevk isteyenler değil ama sürgünler buraya geldi.  Abidin yş müebbet verdiler. Ali Y'ye üyelik verildi ama tahliye edildi. Adana'da Gezi tutuklusu Diren tahliye oldu. Tv'de seyrettiniz halk tutsakları Adana'da sahiplendi.  Evet H.G durumunu tam net bir şey diyemiyorum. Ama düzelecek fazla uzun sürmeyecektir. Sımsıkı kucaklıyor öpüyoruz. Dostlara çok selam söyleyin. Görüşmek üzere... Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 18/11/2013 tarihinde Hıdır Y. M Tipi Ceza İnfaz Kurumu İnebolu/KASTAMONU adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba yoldaşlar, Size fax yazmıştım ama engellediler. Sudan gerekçelerle, kendilerine göre her şey örg.. İletişim oluyor. Demokratik eylem hakkını yazmak iletişim ve teşfik oluyor. Bir gün sonra yapacağımız üç günlük eylemi yazmak teşfik oluyormuş. Hey tanrım! Sürgünler olunca bütün yoldaşlara yazdım, yazınca da kendi durumumuzu da yazdım haliyle. Onlarda hepsine elkoydular. Neyse Rojava devrimini boğmaya yönelik saldırılara sessiz kalmayacağımızı halkımız bilir.  Sizin sorduğunuz kimi noktalara değineyim. Zaten mektup yazamadım. Bağışlayın yoldaşlar gerçekten yetiştiremeyeceğim düzeyde bir yoğunluk oldu ondan. Sevk meselesinde ailelerimizi mağdur etmemek önemlidir. Bu nedenle de sormuştum zaten nasıl uygun olur diye. Doğru T. Doğ uzak olur. Buraya yazarsınız. Tokat da olabilir. Biliyorsunuz son sürgünlerin bir kısmı da Kırıkkale'ye çıktı. Kırıkkale'ye de yazabilirsiniz. Öncelikle uygunsa tek seçenek buraya yazın. Duymuşsunuzdur Zafer, Hasan, Öner yş buraya getirdiler. Biz A'dayız, onları C bloka koydular. Ama yer düzenlemesi yapacağız. Biraz zaman alıyor burasının halleri. Gördüğünüz gibi iyice çok dağınık oldu! Amaçları bellidir.  Şu 'ödüllendirme' dediğiniz (tlf. ziyaret arttırımı vd.) şeyden yararlanmıyoruz. Ayrıca Amasya'ya bizden sürgün edilen yok. Adana'da Gezi den tutuklu Diren vardı oda geçenlerde tahliye oldu. İsmini öğrenirseniz bana da yazarsınız. Başkalarıda yazmıştı bu haberi.. Şakran'la ilişkimizin olmadığı açıklandı bütün yoldaşlara. Bu kendi tercihlerimin zorunlu bir sonucu olmuştur. Mevcut durumda tek tek yoldaşlar üzerinden ilişkilenmek çok yararlı olmayacaktır. Fakat ilerde kendi durumlarını gözden geçirirler o zaman tabi değerlendirilecektir kuşkusuz. Durumlarını bilmediğimiz için normal devam edilsin de denilemez. Zaten bu tarzın kendisi müthiş zararlıdır. Bu konu da böyle. Bizim sayımız arttı. Henüz yoldaşları göremedik. Sadece Abdullah yş revire giderken karşılaşmış tesadüfen. Onlarında selamlarını ileteyim. Sımsıkı kucaklıyor öpüyoruz sizleri. Kendinize de iyi bakın. Kusura bakmayın daha uzun açıklayıcı mek.. yazamadığım için. Sevgili yş yerel seçimler meselesinde Dersim??size nasıl görünüyor. Nasıl olmalı acaba? Yoldaşların çok selamları var.Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 18/11/2013 tarihinde Ayhan G. 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu TEKİRDAĞ adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba Ayhan yoldaş;Selam ve sevgilerimle. Durumun nasıl. İyi olmanı diliyorum. Senin yolladığını mek. Ve son faxınıda aldım. Geçen hafta fax yolladım burada engellediler. Rojava dev. yönelik yapılan saldırılara yönelik bir gün sonra yapacağımız üç günlük eylemi yazmam örg. İletişim oluyormuş. Oysa kendi eylemimizi yazıyoruz. Basında çıkacak, bunlar iletişim derdine düşmüş. Kaldıki anayasal haktır dem. Eylem yapmak, pro. örgürlüğü tanınmıştır. Ama kendi anayasalarına bile bağlı kalmıyorlar.  Buraya Malatya dan Zafer G., Hasan K., Öner Y. yş'lar getirildiler. C bloktalar. Şimdilik uzaktalar. 2013'te geldiler. Malatya'yı boşalttılar böylece. Zaten orada süren Ag'nin taleplerini kabul ettiler ama sürgüne başladılar hemen sonrası. Erzurum'da Abidin yş müebbet verdiler. Ali'yi tahliye ettiler ama üyelik verdiler. Son dönem de Kamera ve sürgün sevk saldırıları arttı bayağı. Ne var ne yok sizin oralarda. Çok hissedemiyoruz yoldaşım. Biraz daha aktif olsak!. Burada kamera sorunu daha başlamadı. Av. görüş kabinleri sadece arka tarafının camını birkaç kat büyütmüşler. Çıkılıyor burada. Bolu'ya kamera takmışlar. Sincan'da durum ortada.. Sürgün edilen yoldaşları basından okumuşsun zaten. Sende orada yalnız kaldın. Benim fikrim senin buraya sevk yazmandır. Orada kalman çok gerekli değildir. Ziyaret konusunda da sıkıntı olmaz. Ya da iki noluya geç oradan. Ama burası daha iyi. Hem özlemişim seni biraz da birlikte kalalım he. Birde genel olarak baktığında bir ihtiyaç değil orada olmak.. Bu konuda düşünceni yazarsın. Daha önce da yazdım ama hiç değinmedin sen. Yada engellemeler arasında kaydı. Şair'le biraz iletişim kurun, buraya zaten yazmıyor. Sımsıkı kucaklıyor öpüyorum. Görüşmek üzere. Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 19/11/2013 tarihinde Kurtuluş , E Tipi Ceza İnfaz Kurumu/SİVAS adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba Ayhan yoldaşlar;Bugün son faxınızı aldım. Koğuşa geçmenize sevindim. Baran yş faxını almıştım. Ama hem elime oldukça geç ulaştı. Hem de yazdığım fax burada engellendi. Fakat 11'de bir fax yolladım bilginiz olsun. Gerekli tavrı koymuşsunuz. Olması gereken olmuş. Doğru Xıdır, Selçuk, Erdi Kırıkkale'ye sürgün edildiler. de ise Zafer, Öner, Hasan yoldaşlar buraya getirildiler. C Blok'a koydular. Haberleştik. Ama bize uzaklar. Yer talebimiz olacak. İyidir yoldaşlar haber aldık. Elazığ'dan fax gelmedi.  Sizden haber almak güzel oldu. Merak ediyorduk. Diğer yerlere gidenler en azından müşadiye de değillerdi. Zaten böyle bir yetkileri yok. Ama keyfiyet işte. ...?? Düzgün yş Trabzon'da yalnız kaç aydır. Yanına verecekleri kimse yok, ama buna rağmen sevk etmiyorlar. Bugün mek.. geldi halen yalnızmış. Öfkelendim gerçekten... Siz benim ilk faxımı almışsınızdır şimdi.  Burada faxlara, mek- elkoydular. Neymiş yaptığım yasak? yani yazdığım tarih itibarıyla üç günlük Ag den bahsetmem 'teşfik' olduğu için engelleme yaptılar. Ne olacak Ag'yi üç gün sonra bitirdiğimde 'ben 3 gün Ag yaptım' diye yazmayacakmıyım? Akıllara izan gerçekten.. Son dönemde fax yazmaktan kimseye mektup yazamadım. Kızıyorlar bana. İyisiniz, buna inanıyorum yoldaşlar. Sonuçta direngen duruşunuz Malatya'da uygulamaya koydukları konsepti de çökertti. Abdullah yş size çok selam ediyor. Sımsıkı kucaklıyor öpüyorum. Sevgilerimle Veysel Kaplan" İlgili mektuplardan başvurucunun 19/11/2013 tarihinde Mustafa A. E Tipi Ceza İnfaz Kurumu ELAZIĞ adresine faks yoluyla göndermek istediği ve el yazısıyla kaleme aldığı mektup şöyledir: "Merhaba Ayhan yoldaşlar;Anlaşıldı ki sizin yazdığınız bir türlü gelmek bilmiyor. Ben size yazdım, fakat engellendi yoldaşlar. Durumunuz nasıl? Merak ettim gerçekten. Faxı bekletiyorlar sonra engelleme kararını alıp getiriyorlar. Yeniden yazıyorum bende Neymiş bugün başladığım üç günlük Ag'yi yazdığım için 'teşfik' ediyormuşum. Yahu insanın yaptığı eylemi yazması kadar mecburi bir şey var mıdır. Ne diye teşfik olacakmış ki. Rojova'ya yönelik saldırıya karşı. Xıdır, Selçuk, Erdi yş Kırıkkale'ye sürgün edildiler. Buraya da Zafer, Öner, Hasan yş getirdiler. C bloktalar. Haberleştik durumları iyidir. Bende merak ve heyecanla görüşmeyi bekliyorum. Aralık ayında sohbette görüşeceğiz. Sivas'tan bugün fax geldi. Yoldaşlar 3 günlük Ag yapmışlar. Hücrelerden çıkarıp koğuşa vermişler. Durumları iyidir.  Düşünün Mlt'dayken Zafer'ler fax yazmışlar iki adet onlar geldikten bir hafta sonra teslim aldım. Bilinçli bir engelleme var anlayacağınız.  Siz memlekete yakın gittiniz. Ziyaretçiler açısından daha iyi olmuştur. Zafer yş sevki çıkarak getirildiler. Sizin çıkmadı anlaşılan. Ya da iptal ettiler. Çıktıysa o zaman yakında gelirsiniz.  Biz iyiyiz. Sizden haber alırsak daha iyi olacağız. Abdullah yş çok selam söylüyor. Sımsıkı kucaklıyor öpüyoruz. Görüşmek üzere. Sevgilerimle. Veysel Kaplan" Anılan kararlar üzerine başvurucu tarafından yapılan itirazlar sonucu verilen yargı kararları ve tebliğ tarihleri şöyledir:i. Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013 tarih ve K.2013/337 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 3/1/2014 tarihli ve E.2013/4376, K.2014/35 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/104 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.ii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013 tarihli ve K.2013/338 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 8/1/2014 tarihli ve E.2013/4377, K.2014/76 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/103 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.iii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013 tarihli ve K.2013/340 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 20/12/2013 tarihli ve E.2013/4380, K.2013/4586 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/82 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.iv. Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013 tarihli ve K.2013/341 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 20/12/2013 tarihli ve E.2013/4379, K.2013/4587 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/85 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.v. Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013 tarihli ve K.2013/342 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 20/12/2013 tarihli ve E.2013/4381, K.2013/4585 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/87 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.vi. Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013 tarihli ve K.2013/336 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 17/12/2013 tarihli ve E.2013/4383, K.2013/4535 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/80 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.vii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 14/11/2013 tarihli ve K.2013/339 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 20/12/2013 tarihli ve E.2013/4378, K.2013/4588 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/83 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.viii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarih ve K.2013/362 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 25/12/2013 tarihli ve E.2013/4363, K.2013/4633 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/105 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.ix. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/364 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 25/12/2013 tarihli ve E.2013/4365, K.2013/4634 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/110 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 10/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.x. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/356 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 13/12/2013 tarihli ve E.2013/4384, K.2013/4524 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/88 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xi. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/359 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 8/1/2014 tarihli ve E.2013/4387, K.2014/77 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/106 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/357 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 24/12/2013 tarihli ve E.2013/4385, K.2013/4591 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/107 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xiii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/361 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 2/1/2014 tarihli ve E.2013/4372, K.2014/1 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/109 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xiv. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/358 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 3/1/2014 tarihli ve E.2013/4386, K.2014/37 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/108 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xv. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/363 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 13/12/2013 tarihli ve E.2013/4364, K.2013/4516 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/81 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xvi. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/360 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 13/12/2013 tarihli ve E.2013/4371, K.2013/4512 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/92 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xvii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 18/11/2013 tarihli ve K.2013/355 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 13/12/2013 tarihli ve E.2013/4382, K.2013/4515 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/89 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xviii. Disiplin Kurulu Başkanlığının 20/11/2013 tarihli ve K.2013/374 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 17/12/2013 tarihli ve E.2013/4368, K.2013/4527 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/91 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xix. Disiplin Kurulu Başkanlığının 20/11/2013 tarihli ve K.2013/375 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 17/12/2013 tarihli ve E.2013/4367, K.2013/4534 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/90 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xx. Disiplin Kurulu Başkanlığının 20/11/2013 tarihli ve K.2013/372 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 17/12/2013 tarihli ve E.2013/4370, K.2013/4533 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/84 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.xxi. Disiplin Kurulu Başkanlığının 20/11/2013 tarihli ve K.2013/373 sayılı sakıncalı mektup değerlendirme kararına yapılan itiraz, Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 17/12/2013 tarihli ve E.2013/4369, K.2013/4526 sayılı kararı ile bu karara yapılan itiraz da Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2014 tarihli ve 2014/86 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin mektuplarla ilgili olarak gerekçesi şöyledir:"Söz konusu mektupta belirtilen hususlar ve haberler (açlık grevine başlanacağı yönündeki) ile benzer nitelikteki mektupların 20'yi aşkın cezaevinde bulunan farklı kimselere gönderilmesi dikkate alındığında, mektubun örgütsel haberleşmeye imkan sağlayabilecek nitelikte bulunduğu sonucuna varılmıştır." Bireysel başvuru 19/2/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun'un “Disiplin cezalarının niteliği ve uygulama koşulları” başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. (2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez.” 5275 sayılı Kanun'un “Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma” başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar süreyle kurumun kültürel ve spor etkinliklerine katılmaktan yoksun bırakılmasıdır. (2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…g) Açlık grevi yapmak.” Aynı Kanun'un "Disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması"başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "(2) Bir eylemden dolayı verilen disiplin cezası kesinleştikten sonra bu cezanın kaldırılması için gerekli süre içinde yeniden disiplin cezasını gerektiren bir eylemde bulunan hükümlü hakkında, her defasında bir üst ceza uygulanır." 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun “İnfaz Hâkimliklerinin Görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.” 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tercüman bulundurulacak hâller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir...(4)(Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./ mad)Ayrıca sanık;a) İddianamenin okunması,b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz." Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların disiplin ve cezalandırılmalarına dair kısmı şöyledir:"Disiplin suçu işlediği öne sürülen mahpuslar:a. Kendilerine isnat edilen suçlamaların mahiyeti hakkında anlayacakları bir dilde ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmelidir;b.Savunmalarını hazırlayabilmeleri için yeterli zaman ve imkanlara sahip olmalıdırlar;c. Savunmalarını bizzat kendilerinin yapmasına ya da adaletin yararı bunu gerektiriyorsa hukuki bir yardım alarak yapmalarına izin verilmelidir;d. Tanık dinlenmesini istemelerine ve onları dinlemelerine, ya da kendileri adına dinlenmelerine izin verilmelidir; ve,e. Soruşturma esnasında kullanılan dili anlayamıyor veya konuşamıyorsa bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanmalıdır." 5275 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir."5275 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak çıkarılan 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü/Tüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez." İnfaz Tüzüğü'nün maddesi şöyledir:"(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir." İnfaz Tüzüğü'nün maddesi şöyledir:"(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmi dört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır."26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü ve tutukluların beslenmesini engelleyenler hakkında iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Hükümlü ve tutukluların açlık grevine veya ölüm orucuna teşvik veya ikna edilmeleri ya da bu yolda kendilerine talimat verilmesi de beslenmenin engellenmesi sayılır."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2795
Başvuru, hükümlü olarak bulunduğu cezaevinde yapılan açlık grevi nedeniyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü; infaz hâkimliğinde Kürtçe savunma yapma talebinin reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ve yazılan yirmi bir mektubun sakıncalı olduğu değerlendirmesi ile ilgililerine gönderilmemesinin haberleşme hürriyetini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sağlık koşulları temelinde gerçekleştirilen infazın ertelenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 9/5/2019 ve 28/11/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 21/5/2019 ve 5/2/2020 tarihlerinde, başvurucunun tahliye edilmesi yönündeki tedbir talepleri reddedilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/14986 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında kişi yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/38824 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2019/38824 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiş; başvurucu karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1991 yılında dünyaya gelen ve 2009 yılında geçirdiği trafik kazası sonucu felç olan (Mardin Kızıltepe Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 19/1/2017 tarihli rapor uyarınca %84 oranında engelli), bu nedenle de tekerlekli sandalye yardımıyla hayatını sürdüren başvurucu 21/12/2015 tarihinde silahlı terör örgütüne (PKK) üye olma suçu isnadıyla hakkında yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmış ancak sağlık durumu dikkate alınarak adli kontrol şartıyla 29/1/2016 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu, ceza yargılaması sonunda isnat edilen suçtan 9 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet kararının verildiği 31/5/2016 tarihli duruşmada, tedavisinin devam etmesi nedeniyle koruma tedbirinin amacına uygun olmayacağı belirtilerek başvurucunun tutuklanmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Hakkındaki mahkûmiyet hükmünün 17/1/2017 tarihinde onanan başvurucu 28/12/2018 tarihinde Mardin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Kazayı takiben hakkında düzenlenen sağlık durumuna ilişkin belge ve kayıtlardan başvurucunun özetle omurilik felci hastası olduğu, tekerlekli sandalye yardımı ile hayatını sürdürdüğü, öz bakımı (tuvalet vb.) için tıbbi yardıma ihtiyaç duyduğu anlaşılmıştır. Yıllara yayılan söz konusu tıbbi belgelerde başvurucunun rahatsızlığının ilerlediğine, durumunun kötüleştiğine dair herhangi bir tespit söz konusu değildir. Başvurucu; Mardin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemde 22/1/2019 tarihli dilekçesiyle, ceza infaz kurumu koşullarının felç olduğu için kendisine uygun olmadığını, fizik tedavi egzersizlerini yapamadığını, sağlığının bozulduğunu belirterek cezasının adli kontrol şartına tabi tutulmasını veya ev hapsine çevrilmesini talep etmiştir. Başvurucu, resen başlatılan inceleme sonucu Mardin Devlet Hastanesinin 10/1/2019 tarihli raporu esas alınarak hayatını yalnız idame ettirememesi ve öz bakımını yapamaması nedeniyle 30/1/2019 tarihinde Metris R (Rehabilitasyon Merkezi) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu 1/2/2019 tarihli yazıyla, başvurucunun sağlık durumu nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettirip ettiremeyeceği, bu durumun yaşamsal bir risk oluşturup oluşturmayacağı hususlarında bir rapor hazırlanmasını Adli Tıp Kurumu Başkanlığından talep etmiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu 6/2/2019 tarihli raporunda, omurilik felçlisi olan başvurucunun Anayasa'nın maddesi kapsamında (sürekli hastalık vb. nedenle cezanın kaldırılması) değerlendirilemeyeceğini, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 105/A maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendi (denetimli serbestlik) ve maddesinin altıncı fıkrası kapsamında (infazın ertelenmesi) değerlendirildiğini, hayatını yalnız idame ettiremeyeceğini, toplum bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı hususunun ise adli tıbbın konusu olmadığını ifade etmiştir. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun infazının ertelenmesi hâlinde toplum için tehlike yaratıp yaratmayacağı hususunda yapılacak değerlendirmeye esas olmak üzere Mardin'de bulunan emniyet birimlerinden ve Ceza İnfaz Kurumundan bilgi/belge istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu, başvurucunun uyumlu bir mahkûm olduğunu, örgütsel faaliyet içinde olduğunun gözlemlenmediğini belirtmesine karşın emniyet birimleri, suç işlediği tarihte de engelli olan başvurucunun serbest kalması hâlinde yeniden örgütsel faaliyete devam edeceği yönünde kanaat bildirmiştir. Başsavcılık 5/3/2019 tarihli kararıyla, emniyet birimlerinin yazısını temel almak suretiyle başvurucunun infazın ertelenmesinin toplum için tehlike oluşturacağı gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Karar Başsavcılık tarafından resen incelenmek üzere Mardin Ağır Ceza Mahkemesine iletilmiş ise de Mahkeme 11/3/2019 tarihinde, hükümlü tarafından itiraz edilmediğinden karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Başvurucu, 8/4/2019 tarihli dilekçesi ile talebinin reddine ilişkin karara itiraz ederek infazının ertelenmesini talep etmiş ancak itirazı kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 29/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 9/5/2019 ve 28/11/2019 tarihlerinde tedbir talebiyle bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurudan sonra da başvurucunun talepleri üzerine Adli Tıp Kurumundan görüş alındığı, daha önce verilen rapordan (bkz. § 13) farklı bir belirleme yapılmadığı ve talebin benzer gerekçelerle reddedildiği görülmüştür. Anılan süreçte Mardin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından 2021 yılında düzenlenen Araştırma Tutanağı'nda, başvurucunun 2008 ile 2016 yılları arasında birden fazla suça ilişkin (terör örgütü üyeliği, propagandası, mala zarar verme) kaydının bulunduğu belirtilerek serbest kalmasının toplum güvenliği açısından tehlike oluşturduğu ifade edilmiştir. Ayrıca söz konusu süreçte Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından Adli Tıp Kurumuna sunulan belgelerde, başvurucunun bacaklarında hassasiyet ve yanma hissi olduğu, nöropatik (sinir sistemindeki bozulmadan kaynaklı) ağrılarının olduğu, uykusuzluk çektiği, tüm süreç boyunca hasta bakım personeli eşliğinde günlük kişisel ihtiyaçlarını karşılayabildiği, haftada en az üç gün fizik tedavi seansına devam ettiği, yatak içi egzersiz programının uygulandığı, günlük ihtiyaçlarının hasta bakım personelince takip edildiğibelirtilmiştir. Bireysel başvurunun ardından Anayasa Mahkemesi, tedbir taleplerinin değerlendirilebilmesi için Metris R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tutulma koşulları, takip ve tedavi süreci ile ilgili bilgi/belge talep etmiştir. Kurum, sunduğu 15/5/2019 tarihli cevabi yazıda özetle Kurumun rehabilitasyon bölümünde 24 saat esasına göre pratisyen hekim, sağlık personeli ve hasta bakım ekibi bulunduğunu, hasta tutuklu/hükümlülerin talepleri ya da akut gelişen diğer acil durumlar doğrultusunda ihtiyaç duydukları diğer zamanlarda da doktor kontrolünün mümkün olduğunu, başvurucunun Kurumun pratisyen hekimi tarafından haftada iki gün vizitelerde takip edildiğini, 12/2/2019 tarihinden beri Kurumun fizik tedavi ünitesinde fizik tedavi seanslarına devam ettiğini, yatak içi egzersiz programı, tens uygulamaları, rom, paralel bar ve destekli denge çalışmalarını içeren fizik tedavi programına dâhil olduğunu, 15/2/2019 tarihinde İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevki sağlanarak nöroloji, üroloji, fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniklerinde muayene edildiğini, poliklinik muayenesi doğrultusunda fizik tedavi planının oluşturulduğunu, kontrol randevularının düzenlendiğini ve günlük bakımının hasta bakım personelince yapıldığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi 5/2/2020 tarihinde tedbir talebini reddetmiştir. A. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir genel zorunluluk getirmediğini ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutulma koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebileceğini belirtmektedir (Mouisel/Fransa, B. No: 67263/01, 14/11/2002, §§ 38-40; Ürfi Çetinkaya/Türkiye, B. No; 19866/04, 23/7/2013, § 88). Bir mahkûmun sağlığı ve rahatlığı -hapsedilmenin pratik gerekleri de dikkate alınarak ve özellikle gerekli tedavilerin uygulanması yoluyla- uygun tedbirler alınarak sağlanmalıdır. Nitekim hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması kural olarak maddeye aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Gülay Çetin/Türkiye, B. No: 44084/10, 5/3/2013, § 101). Bu tür davalarda AİHM, sağlık durumunun endişeye sebep olduğu durumlarda başvurucunun alıkonulmasına devam edilmesinin sağlık durumu açısından uygun olup olmadığının değerlendirilmesinde özellikle üç etkenin dikkate alınmasının gerektiğini belirtmiştir. Bunlar hükümlü/tutuklunun sağlık durumu, sağlanan bakımın kalitesi ve sağlık durumu açısından başvurucunun tutulmasına devam edilmesinin gerekip gerekmediğidir (Zarzycki/Polonya, B. No: 15351/03, 12/3/2013, § 103). Ayrıca AİHM, felç veya diğer sebeplerle tekerlekli sandalye yardımıyla hayatını sürdüren mahpuslara yönelik başvurular için Sözleşme'nin maddesi bağlamında yaptığı değerlendirmelerde, salt felç hastalığından muzdarip olmayı veya tekerlekli sandalyeye bağlı yaşamayı ihlal için tek başına yeterli bulmamış, ihlal sonucuna ulaştığı kararların gerekçesini mahpusların özel durumlarına uygun şartların ve tedavi imkânlarının sağlanmaması gibi somut/spesifik eksiklikler, yoksunluklar üzerine temellendirmiştir (Arutyunyan/Rusya, B. No: 48977/09, 10/1/2012, Price/The United Kingdom, B. No: 33394/96, 10/7/2001; Vincent/Fransa, B. No: 6253/03, 24/10/2006; Helhal/Fransa, B. No: 10401/12, 19/2015; Asalya/Türkiye, B. No: 43875/09, 15/4/2014).B. Ulusal Hukuk Ayrıntılı ilgili hukuk için bkz. Fatih Hilmioğlu, B. No: 2014/648, 18/9/2014, §§ 28-34; Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ, B. No: 2014/5098, 20/12/2017, § 45; Civan Boltan, B. No: 2014/5324, 30/10/2018, §§ 33-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38824
Başvuru, sağlık koşulları temelinde gerçekleştirilen infazın ertelenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/33977 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/33977 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33977
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kamu makamları tarafından önlem alınmaması sonucu ölüm meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının; olaya ilişkin olarak açılan tazminat davasının makul sürede tamamlanmaması ve hatalı değerlendirme ile yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Nazire Nuran Konuralp'in oğlu, başvurucu Cüneyt Konuralp'in ise kardeşi olan 1964 doğumlu S.K. 1/7/2003 tarihinde sokakta yürürken binadan kopan beton bloğun üzerine düşmesi sonucu hayatını kaybetmiştir.A. Olaya İlişkin Tazminat Davası Süreci Başvurucular 27/5/2004 tarihinde Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Beyoğlu Hukuk Mahkemesi) binanın malikleri olan on kişi aleyhine binanın bakımını yaptırmadıkları ve yeterli önlemleri almadıkları için maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebiyle tazminat davası açmıştır. Dilekçede başvurucular, davalıların kusursuz sorumluluğu olduğunu da ileri sürerek anne Nazire Nuran Konuralp, baba A. Konuralp için maddi ve manevi, kardeş Cüneyt Konuralp için manevi tazminat ödenmesini istemiştir. Beyoğlu Hukuk Mahkemesi, bilirkişi incelemesi sonrasında 29/4/2008 tarihli kararla anne ve baba için toplam 310,87 TL maddi, 000 TL manevi, kardeş için 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...zira davalılar kültür ve tabiat varlıklarını koruma kuruluna müracaat ederek taşınmazlarını alacakları izin ile eski halini koruyarak... tamir ettirmeleri tadilat yapmaları gerekir. İzni almak ve izne göre tadilat yapmak davalılara düşen bir görevdir. Bunu yapmayan taşınmaz malikleri zarar görenlere karşı sorumludurlar. Bu itibarla mahallinde uzman bilirkişiler marifetiyle keşif de yapılmış verilen uzman bilirkişi kurulu raporunda zararın binanın bakım noksanlığından ileri geldiği belirtilmiştir. Bu itibarla raporla da saptandığı üzere davalılar zarardan sorumludurlar..." Kararın Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 22/6/2009 tarihinde bozulması üzerine Beyoğlu Hukuk Mahkemesi 20/7/2010 tarihinde manevi tazminat ödenmesine dair yeni bir karar vermiştir. Bu karar da Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 17/1/2011 tarihinde bozulmuştur. Bunun üzerine İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi 22/1/2013 tarihli yeni bir karar daha vermiş, karar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 19/12/2013 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 15/1/2015 tarihli kararı Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 17/11/2015 tarihinde tekrar bozulmuştur. Bozma üzerine İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesince 27/9/2016 tarihinde yeni bir karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 20/12/2017 tarihinde onanmış, başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 3/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 23/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Olaya İlişkin Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular 2004 yılında İstanbul İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde, yakınlarının ölümünde Beyoğlu Belediye Başkanlığı ve İstanbul Valiliğinin hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek 000 TL manevi, 460 TL maddi tazminat ödenmesi talepli tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 30/10/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...ölüme sebep olan penceredeki beton bloğun düşmesinin binanın maili inhidam olmasından dolayı değil binadaki bakım noksanlığından kaynaklandığı, bakım noksanlığının giderilmesi hususunda sorumlunun ise yapı malikleri olduğu, nitekim yapı maliklerine karşı açılan davada Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin... kararıyla yapı maliklerinin tazminat ödemeye mahkum edildiği, belediyenin yıkılmaya yüz tutmuş ve belediyece yıkılmaması halinde derhal yıkılacak durumda olan yapılar dışında bakım ve onarım eksikliği bulunan eski eser olarak tescilli bir yapıyı yıkma gibi bir görev ve sorumluluğunun bulunmadığı dikkate alındığında; uğranılan zararda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu kabul edilerek tazminat ödemekle yükümlü tutulması mümkün değildir.Öte yandan, davada İstanbul Valiliği de hasım mevkiinde gösterilmişse de; belediye sınırları içinde bulunan bir yapı ile ilgili,valiliklerin imar ve eski eser mevzuatından kaynaklanan bir görev ve yetkisinin bulunmaması nedeniyle dava konusu olayla ilgisi ve sorumluluğu bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,..." Karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 22/5/2012 tarihli kararıyla onanmış, başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 14/12/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35179
Başvuru, kamu makamları tarafından önlem alınmaması sonucu ölüm meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının; olaya ilişkin olarak açılan tazminat davasının makul sürede tamamlanmaması ve hatalı değerlendirme ile yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak salıverilen başvurucu hakkında şartlı tahliye tarihine kadar ülkeye girmeme yükümlülüğü konulması sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca ülkeye girmeme şeklindeki yükümlülüğün tedbiren durdurulmasını isteyen başvurucunun talebi konusunda herhangi bir karar verilmemiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir.A. Genel Bilgiler Başvurucu, 1995 doğumlu olup Afganistan İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 15/6/2015 tarihli kararıyla 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Kararın 23/6/015 tarihinde temyiz edilmeden kesinleşmesi sonrasında, verilen cezanın infazına başlanmıştır. Başvurucu, Burdur Açık Ceza İnfaz Kurumunda cezasını infaz etmekteyken Burdur İnfaz Hâkimliğinin 24/2/2016 tarihli kararıyla hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak başvurucunun salıverilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun en geç üç gün içinde, nakledildiği İstanbul Denetimli Serbestlik Müdürlüğüne (Müdürlük) başvurması ihtar edilmiştir. Başvurucu hakkındaki infaz işlemleri bu aşamadan sonra Müdürlük tarafından yürütülmeye başlanmıştır. Müdürlük 29/2/2016 tarihinde -başvurucunun yabancı olması nedeniyle- 5/3/2013 tarihli ve 28578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (1). fıkrası uyarınca ülkede kalmasının sakınca doğurup doğurmayacağı, sınır dışı edilmesi gerekip gerekmeyeceği konusunda İstanbul İl Göç İdaresi (Göç İdaresi) Müdürlüğüne görüş sormuştur. Bu süre zarfında başvurucuya haftada bir Müdürlükte imza atması şeklinde yükümlülük getirilmiştir. Göç İdaresi 24/3/2016 tarihli cevap yazısında özetle başvurucunun ülkede kalmasının idari, siyasi ve kamu güvenliği açısından sakıncalı olduğuna dair görüş bildirmiştir. Göç İdaresinin yazısı üzerine Müdürlük başvurucuya şartla tahliye tarihi olan 23/2/2017 tarihine kadar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine girmeme yükümlülüğü getirerek 4/4/2016 tarihinde kendisine bu hususu tebliğ etmiştir. Başvurucu, Müdürlüğün getirdiği yükümlülüğün kaldırılması amacıyla itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde özetle Afganistan vatandaşı olduğunu ve ülkesinde iç savaş yaşandığını, Türkiye'de bulunduğu süre içinde uluslararası koruma talebinde bulunduğunu, geri gönderme yasağı kapsamında ülkeye giriş yasağı konulamayacağını belirtmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul İnfaz Hâkimliğinin 1/5/2016 tarihli kararıyla -verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle- reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu karara da itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde daha önceki iddialarını dile getirmiştir. Bununla birlikte başvurucu; uluslararası koruma talebinin geri çekilmiş sayılmasına ilişkin İstanbul Valiliğinin kararına karşı iptal davası açtığını, davanın derdest olduğunu, koruma talebi kapsamında bütün yükümlülüklere uyduğunu, buna rağmen sığınmacı statüsünde olduğunun ve hakkında kesinleşmiş bir sınır dışı etme kararının bulunmadığının göz ardı edilerek ülkeye girişinin engellenmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 18/5/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Verilen karar başvurucu vekiline 31/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Getirilen Yükümlülüğe İlişkin İnfaz İşlemleri Başvurucu, haftada bir imza atma yükümlülüğünü 29/2/2016 tarihinde başlamak üzere (bkz. § 10) 13/6/2016 tarihine kadar yerine getirmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü 21/7/2016 tarihinde yaptığı sorgulamada başvurucunun yurttan çıkış yapmadığının (ülkeyi terk etmediğinin) anlaşılması üzerine durumu Müdürlüğe bildirmiştir. 1/8/2016 tarihinde Müdürlük bünyesindeki İnfaz İşleri Değerlendirme Komisyonu tarafından, herhangi bir mazeret bildirmeksizin ülkeyi terk etmeyip yurda giriş yapmama yükümlülüğüne aykırı davrandığı gerekçesiyle başvurucunun uyarılmasına karar verilmiştir. Bir yıl içinde bir kez daha yükümlülüğe aykırı davranması durumunda dosyasının kapatılarak kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmek üzere infaz hâkimliğine talepte bulunulacağı şeklindeki uyarı 2/8/2016 tarihinde başvurucuya elden tebliğ edilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü 12/10/2016 tarihinde yaptığı sorgulamada başvurucunun yurttan çıkış yapmadığını anlaması üzerine bir kez daha durumu Müdürlüğe bildirmiştir. İnfaz İşleri Değerlendirme Komisyonu başvurucunun yeniden mazeret bildirmeksizin yurda girmeme yükümlülüğüne aykırı davrandığı gerekçesiyle ihtar içeriğinde belirtildiği üzere (bkz. § 19) 25/10/2016 tarihinde İstanbul İnfaz Hâkimliğinden talepte bulunmuştur. İstanbul İnfaz Hâkimliği 28/10/2016 tarihinde talebin kabulüne, bu kapsamda başvurucunun koşullu salıverme tarihine kadar olan cezasının infazı için kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar vermiştir. Verilen karar sonrasında başvurucunun infaz dosyası 4/11/2016 tarihinde kapatılarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Taşra İlamat Bürosuna iade edilmiştir. Uluslararası Koruma Talebine İlişkin İşlemler Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden (Göç İdaresi) gelen belgelere göre başvurucu 25/8/2011 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Başvurucu; talepte bulunduktan sonra kendisiyle yapılan mülakatta 2009 yılında yasa dışı yollardan Türkiye'ye giriş yaptığını, daha sonra yasal olmayan bir şekilde Yunanistan'a gittiğini fakat 2011 yılında Türkiye'ye döndüğünü bildirmiştir. Göç İdaresi başvurucuya sığınma başvurusu sahibi statüsünde ikamet izni vermiştir. Başvurucunun on sekiz yaşından küçük ve refakatsiz olması sebebiyle Yel Değirmeni Çocuk ve Gençlik Merkezine yerleştirilmesini sağlamıştır. Başvurucu aynı zamanda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Kuruluna (BMMYK) da başvuruda bulunmuştur. BMMYK tarafından başvurucuya 2/5/2015 tarihinde mülteci belgesi verilmiştir. Başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (ç) bendine göre yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle İstanbul Valiliğinin 1/2/2016 tarihli kararıyla uluslararası koruma başvurusunun geri çekilmiş sayılmasına karar verilmiştir. Verilen karar başvurucuya 6/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Göç İdaresinden gelen 16/6/2016 tarihli yazıya göre başvurucu hakkında sınır dışı etme kararı bulunmamaktadır. 6458 sayılı Kanun’un "Geri gönderme yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı -olay tarihinde yürürlükte olan- maddesi (676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle değiştirilmesinden önce) şöyledir: “(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır. (2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir. (3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un "Sınır dışı etme kararı alınacaklar" kenar başlıklı -olay tarihinde yürürlükte olan- maddesi (676 sayılı KHK’nın maddesiyle değiştirilmesinden önce) şöyledir:"(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresinion günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemezolarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkıbulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlar (2) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında, sadece ülke güvenliği için tehlike oluşturduklarına dair ciddi emareler bulunduğunda veya kamu düzeni açısından tehlike oluşturan bir suçtan kesin hüküm giymeleri durumunda sınır dışı etme kararı alınabilir." 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar,..." 5275 sayılı Kanun'a 5/4/2012 tarihli ve 6291 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen "Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı" kenar başlıklı 105/A maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren,b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan,koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir."... (6) Hükümlünün;b) Hakkında belirlenen yükümlülüklere, denetimli serbestlik müdürlüğünün hazırladığı denetim ve iyileştirme programına, denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerileriyle hakkında hazırlanan denetim planına uymakta ısrar etmesi,...hâlinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, koşullu salıverme tarihine kadar olan cezasının infazı için kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesin, infaz hâkimi tarafından karar verilir." Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(1) Yabancı uyruklu hükümlüler; barınma, sağlık ve ekonomik durumları ile işledikleri suçun nitelikleri bakımından müdürlük tarafından değerlendirilir. Yabancı uyruklu hükümlünün ülkede kalmasının, siyasi, idari ve kamu güvenliği açısından, sakıncalı olup olmadığı, sınır dışı edilmesi gerekip gerekmediği hususunda Cumhuriyet başsavcılığı aracılığıyla İçişleri Bakanlığından görüş sorulur. (2) Ülkede kalmasında sakınca görülen, oturma izni olmayan, sabit bir ikametgâhı bulunmadığı gibi İçişleri Bakanlığı tarafından da kalacak bir yer gösterilmeyen veya yaşamını idame ettirecek bir geliri bulunmayan yabancı uyruklu hükümlüler hakkında denetimli serbestlik tedbiri olarak, koşullu salıverilme süresi sonuna kadar ülke sınırları içine girmeme yükümlülüğü verilerek durum İçişleri Bakanlığına bildirilir. (3) Yabancı uyruklu hükümlülere ait bilgiler, Daire Başkanlığı ile yazılı olarak karşı çıkmaması halinde hükümlünün vatandaşı olduğu devletin diplomatik temsilcilik veya konsolosluğuna bildirilir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9956
Başvuru, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak salıverilen başvurucu hakkında şartlı tahliye tarihine kadar ülkeye girmeme yükümlülüğü konulması sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, üretilen elektrik ve kok gazı üzerinden elektrik ve hava gazı tüketim vergisi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 18/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (A) sütununda belirtilen bireysel başvuru dosyalarının 2018/20884 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/20884 numaralı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Asıl işi çelik üretimi yapmak olan başvurucu İskenderun Demir ve Çelik A.Ş. (Şirket) demir cevherini saf çelik hâline getirmek için -gerekli karbonu edinmek üzere- ihtiyaç duyduğu kok kömürünü ithal ettiği taş kömürünü işlemek suretiyle elde etmektedir. Başvurucu ayrıca taş kömüründen kok kömürü elde edilirken ortaya çıkan kok gazını elektrik ve buhar üretiminde veya doğrudan eritme işlemlerinde kullanmaktadır. Başvurucu, böylelikle elektrik enerjisi ve gaz ihtiyacını kendi imkânlarıyla karşılamaktadır. Payas Belediyesi (Belediye), başvurucu Şirketin bu şekilde elektrik ve havagazı tüketmiş olması nedeniyle 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun 34 ila maddelerinde düzenlenen hükümlere dayanarak başvurucu Şirketten elektrik ve havagazı tüketim vergisini ödemesini istemiştir. Başvurucu Şirket, bu talep üzerine elektrik ve kok gazı tüketiminin vergilendirilmesiyle ilgili olarak ekli tablonun (C) sütununda belirtilen dönemleri için dosya kapsamından belirlenemeyen tarihlerde ihtirazi kayıtlarla Belediyeye beyannameler vermiş ve bu beyannamelere istinaden Belediyece anılan dönemlere ilişkin elektrik ve havagazı vergileri tahakkuk ettirilmiştir. Tahakkuk tutarlarının bir kısmı elektrik tüketimine, bir kısmı ise kok gazı tüketimine ilişkin olup anılan tahakkuk tutarları ekli tablonun (D) sütununda belirtilen tarihlerde ve miktarlarla Belediyeye ödenmiştir. Başvurucu Şirket Hatay Vergi Mahkemesinde (E) sütununda belirtilen esas numaraları ile, elektrik ve havagazı tüketim vergisi tahakkuklarının terkini ve ödenen vergilerin iadesi istemiyle davalar açmıştır. Mahkeme davaların esastan reddine karar vermiştir. Kararların aynı mahiyetteki gerekçelerinde özetle;i. Davacı Şirketin elektrik ve kok gazı üretimi yaparak bunları kendi tesislerinde tükettiğinin ihtilafsız olduğu belirtilmiştir.ii. Şirketin 2464 sayılı Kanun'un maddesinde istisna olarak sayılan, doğrudan doğruya elektrik ve havagazı üreten dağıtım ve istihsal müesseselerinden olmadığı vurgulanmıştır.iii. Kanun'la gerek satın alma yoluyla karşılanan gerekse kendi imkânlarıyla üretilmiş bulunan elektrik ve havagazı tüketiminin vergilendirilmesinin amaçlandığı, müesseselerin ürettiği elektriği tüketmesi hâlinde bu vergiden muaf olacağı yolunda herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı belirtilmiştir.iv. Bu sebeplerle başvurucu Şirketin ihtirazi kayıtla verdiği beyannameler üzerinden ilgili dönemlere ait elektrik ve havagazı tüketim vergilerinin tarh ve tahakkuk ettirilmelerinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu tarafından kanun yoluna götürülen kararlar Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesi ve Danıştay Dokuzuncu Dairesince uygun bulunmuş ve kesinleşmiştir. Nihai kararlar ekli tablonun (B) sütununda belirtilen tarihlerde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 18/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. İskenderun Demir ve ÇelikA.Ş. [GK], B. No: 2015/941, 25/10/2018, §§ 19-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20884
Başvuru, üretilen elektrik ve kok gazı üzerinden elektrik ve hava gazı tüketim vergisi alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, yakınları olan Selin Erdem’in çalışma saatlerinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaşamını yitirmesi üzerine, bünyesinde çalıştığı şirket ile kazaya karışan aracın bağlı olduğu firma yetkilileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmeden “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan yaşam hakkı ile maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, 22/2/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/6/2013 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Musa Erdem ve Hacer Erdem’in kızı, diğer başvurucuların kardeşi olan Selin Erdem, prodüksiyon şirketi olan B. Limited Şirketi tarafından çekilmekte olan “Arka Sıradakiler” adlı dizi filminde sanat asistanı olarak işe girmiştir. Selin Erdem, 1/5/2012 tarihinde dizi çekimine ara verildiği sırada, sigara içmek amacıyla set olarak kullanılan binaya bitişik sokaktaki kaldırımda bulunduğu esnada, film setine yemek tedarik eden A. adlı firmaya ait aracın çarpması sonucu hayatını kaybetmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca olayla ilgili olarak aynı gün başlatılan soruşturma sonucunda 4/5/2012 tarihli iddianame ile araç sürücüsü İ. F. hakkında “taksirle öldürme” suçundan açılan kamu davası üzerine, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince 4/12/2012 tarihinde verilen kararla İ. F. 4 yıl hapis cezasına mahkum edilmiştir. Diğer yandan, Selin Erdem’in çalıştığı şirket ve kazaya neden olan aracın bağlı olduğu firma sorumluları hakkında aynı Savcılıkça yürütülen soruşturmada ise, söz konusu kişilerin eylem ve davranışları ile meydana gelen ölüm olayı arasında cezai anlamda kişilere atfı kabil kasıt, kusur ve illiyet bağı bulunmadığı gerekçesi ile 8/10/2012 tarihinde “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verilmiştir. Başvurucular tarafından bu karara itiraz edilmesi üzerine, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince 22/11/2012 tarihinde itiraz reddedilmiş ve bu karar başvuruculara 24/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 22/2/2013 tarihli dilekçeleri ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1845
Başvurucular, yakınları olan Selin Erdem’in çalışma saatlerinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaşamını yitirmesi üzerine, bünyesinde çalıştığı şirket ile kazaya karışan aracın bağlı olduğu firma yetkilileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmeden “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkı ile 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
0
Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1969 doğumlu olan başvurucu hakkında pek çok ülkede faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir isimli örgütün üyesi olduğu iddiasıyla farklı mahkemelerde kamu davaları açılmıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 19/4/2004tarihli kararında (E.2004/1586, K.2004/1433) Hizb-ut Tahrir örgütünün "devletin ve Cumhuriyet'in varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak ya da ele geçirmek amacıyla kurulmuş terör örgütü niteliğinde olduğu" sonucuna ulaşmıştır (benzer yönde yargı kararları için bkz. Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018,§§ 24-29). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 14/10/2005 tarihli iddianamesi ile aralarında başvurucunun da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Hizb-ut Tahrir isimli örgütü kurma ve yönetme, örgüt üyesi olma suçlarından kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucunun örgüt sözcüsü olduğunu beyan ettiği ve 2/9/2005 tarihinde İstanbul Fatih Camii önünde Hizb-ut Tahrir isimli örgüt tarafından düzenlenen eylemde etrafında toplanan yaklaşık 500 kişilik grupla birlikte örgüt lehine slogan attığı iddialarına yer verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılama sonucunda başvurucunun terör örgütü yöneticisi olma suçundan 4 yıl 2 ay süreyle hapis ve 333 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına 11/7/2018 tarihinde karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2019 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu nihai olan bu karardan 5/2/2020 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 7/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları içinbkz. Yılmaz Çelik (aynı kararda bkz. §§ 30, 31) başvurusu hakkında verilen karar.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5280
Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, iş akdinin feshi üzerine açtığı işe iade istemli tespit davasının Yargıtay tarafından reddedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 22/3/2013 tarihinde Adana İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 13/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, O. B. San. ve Tic. A.Ş.’nin alt işvereni konumunda olan S.-K. İnş. San. ve Tic. unvanlı şirkette 1/11/2006 tarihinde laboratuar memuru olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun iş akdi, 17/6/2011 tarihinde ihbar ve kıdem tazminatı ödenmek suretiyle alt işveren tarafından feshedilmiştir. Bu fesihten sonra başvurucu 20/6/2011 tarihinde asıl işveren konumundaki O. B. San. ve Tic. A.Ş’de laboratuar memuru olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun iş akdi, “… beklenen görev ve sorumlulukları tam olarak yerine getirmediği ve istenilen verimi gösteremediği …” gerekçesiyle 19/12/2011 tarihinde işveren tarafından feshedilmiştir. 19/12/2011 tarihli tutanağa göre, feshe ilişkin ihbar başvurucu tarafından okunmuş fakat imzadan imtina edilmiştir. Fesih üzerine başvurucu, 19/1/2012 tarihinde Adana İş Mahkemesinde feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme, 7/8/2012 tarih ve E.2012/703, K.2012/35 sayılı kararıyla davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Anılan kararın işveren tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 9/11/2012 tarih ve E.2012/25183, K.2012/24742 sayılı kararında, “… S. A.Ş. ile davacı arasındaki iş sözleşmesi alacakların ödenmesi ile 17/6/2011 tarihinde sona ermiştir. Taraflar arasında kurulan iş ilişkisi yeni ve bağımsız bir ilişkidir. Davacının iş sözleşmesi 19/12/2011 tarihinde davalı tarafça feshedilmiştir. 4857 İş Kanunu’na göre işe iade davası açabilmek için aranan ön koşullardan biri işçinin davalı işyerinde en az altı ay çalışmış olmasıdır. Davacı, davalı işyerinde kanuni süreyi doldurmadan iş sözleşmesi feshedilmiştir. Davacının işe iade davası açabilmesi hakkı bulunmamaktadır. Mahkemece bu yön gözetilmeden davanın kabulüne karar verilmesi hatalıdır ...”. şeklindeki gerekçeye yer vererek kararı bozmuş ve ilk derece mahkemesinin yerine geçerek davanın reddine karar vermiştir. İş mahkemesi kararlarının temyizi üzerine Yargıtayca verilen kararlara karşı karar düzeltme yolu öngörülmediğinden aynı tarihte kesinleşen karar, 4/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66 ncı maddesindeki süreler dikkate alınır. … İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.…” 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2108
Başvurucu, iş akdinin feshi üzerine açtığı işe iade istemli tespit davasının Yargıtay tarafından reddedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
0
Başvuru; psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuru ile ilgili görüş bildirilmesine gerek görülmediği ifade edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Cağaloğlu Sosyal Güvenlik Merkezi (Kurum) arşivinde hemşire olarak görev yapmaktadır. Başvurucu çalıştığı yerde psikolojik baskıya uğradığını belirterek İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalının Polikliğine başvurmuştur. Muayene sonrası düzenlenen 2/6/2011 tarihli raporda (Bilirkişi Raporu), tespit edilen majör depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu klinik tanılarının, başvurucunun anlattığı işyerinde yıldırma davranışları öyküsü ile uyumlu olduğu ve sağlığının basit tıbbi bir müdahale ile giderilemeyecek şekilde bozulduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucu ayrıca işyerinde psikolojik tacize maruz kaldığını belirterek Kurum Başkanlığına başvurmuştur. Başvurucu ilgili dilekçesinde, görevi ile ilişkili toplantılara çağrılmadığını, işinin gereği olarak kullandığı şifrelerin haber verilmeden değiştirildiğini, Göztepe İlaç Deposunda görevlendirildiğinde dört ay boyunca güneş altında fatura ayıklamak zorunda kaldığını, talebi dışında Doğancılar Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğünde görevlendirildiğini, fiziksel güç gerektiren işlerde çalıştırıldığını,15/8/2008 tarihinde bozulmuş gebelik nedeniyle kürtaj olmak zorunda kaldığını ifade etmiştir. Ayrıca, hakkında "Müdürün adamı buna dikkat edin herşeyi yapabilir." şeklinde konuşulduğunu onur ve haysiyetine aykırı muameleye maruz kalması neticesinde psikolojisinin bozulduğunu, ağır depresif durumu nedeniyle alkol içtiğini ve üç ay boyunca psikoterapi gördüğünü, işyerinde üç yıl boyunca maruz kaldığı olumsuz tutum ve davranışlar nedeniyle psikolojik sorunları olduğunu, yapılan kapsamlı muayene sonrası majör depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu tanısı ile psikolojik tacize uğradığı yönünde rapor düzenlendiğini belirtmiştir. Kurum Başkanlığı iddiaları incelemek üzere müfettiş görevlendirmiştir. Başvurucunun işyeri özlük dosyası, sağlık durum bilgileri ile gördüğü tedavilere ilişkin belgeler, yaptığı işlere ilişkin kayıtlar incelenerek ve başvurucunun ifadesinde şahit olarak gösterdiği kişiler dâhil on bir kişinin ifadesi alınarak hazırlanan 10/11/2011 tarihli müfettiş raporunda, ileri sürülen psikolojik baskı iddialarının gerçeği yansıtmadığı sonucuna varılmıştır. Raporda;i. Bir kısım görevlendirmelerin başvurucunun talebiyle gerçekleştiği, başvurucunun evine çok yakın bir birimde görevlendirilmesi, başvurucunun işyeri değişikliği taleplerinin birim amirlerince kabul edilmesi hususları birlikte değerlendirilerek görev ve görev yeri değişikliklerinde keyfiyet ve mevzuata aykırı bir durumun mevcut olmadığı, görevlendirmelerin iş ve hizmet gerekleri kapsamında yapıldığı sonucuna varılmıştır.ii. Başvurucunun daha önce de 2005-2008 yılları arasında hemşirelik mesleği ile doğrudan ilişkili olmayan işler yaptığı, verilen bu görevler bağlamında fiziksel ve psikolojik rahatsızlığını belirten bir şikâyetinin mevcut olmadığı, Kurum mevzuatında da hemşirelik kadrosunda olan personelin yakınılan işlerde çalıştırılmayacağına dair hüküm bulunmadığı vurgulanarak başvurucunun niteliğine uygun olmayan görevlerde çalıştırılarak psikolojik taciz uygulandığı yönündeki iddiasının temelsiz olduğu belirtilmiştir.iii. Doktorun kürtaj nedenine dair yazışmalara cevap vermediği vurgulandıktan sonra başvurucunun maddi sıkıntılar nedeniyle kendi isteği ile kürtaj olduğu, olayın işyeri ve çalışma koşullarıyla ilgisi olmadığına dair tanık ifadeleri birlikte değerlendirilerek kürtaj ile işyeri koşulları arasında bir bağlantının tespit edilemediği ifade edilmiştir.iv. Dinlenen tanıkların tamamına yakınının başvurucuya ve diğer personele psikolojik baskı yapıldığı yönünde ifadelerinin mevcut olmadığı, başvurucunun iddialarının doğrulanmadığı vurgulanmıştır. Sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanmasına yönelik Kurumun yeniden yapılandırılması sürecinde farklı kurumlarda çalışanların birlikte çalışmaya başladıklarını, iş yükünün önemli ölçüde arttığı ve personelin daha önce çalışmadıkları birimlerde görevlendirilmek zorunda kalındığı bu nedenlerle birbirini önceden tanımayan mesai arkadaşları arasında zaman zaman sıkıntılar yaşandığı tespiti yapılmıştır. Ayrıca başvurucunun ailesi ve eşiyle ilişkisinin iyi olmadığı, başvurucunun içinde bulunduğu sıkıntıları aşmak amacıyla psikolojik etkisi olan ilaçlar kullanmaya başladığı yönündeki tespitlere dayanılarak, başvurucunun iddialarını içinde bulunduğu ailevi ve çevresel etmenler nedeniyle dile getirmiş olabileceği, psikolojik baskı ve tacizin mevcut olmadığı sonucuna varılmıştır. Öte yandan başvurucunun 20/2/2012 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) Kurumda psikolojik baskı ve tacize maruz kaldığı yönünde başvuru yapması üzerine, Sosyal Güvenlik İl Müdürü tarafından 11/4/2012 tarihli inceleme raporu düzenlenmiştir. Raporda; başvurucunun psikolojik baskı ve taciz iddialarının yerinde olmadığı, başvurucu ile ilgili görevlendirmelerin ve verilen işlerin mevzuat gereği olduğu belirtilmiştir. Başvurucu; i. 21/7/2008 tarihinde Göztepe İlaç ve Eczacılık Deposunda görevlendirildiğinde hamaliye işleri yaptığını, daha sonra Doğancılar İlaç Eczacılık Biriminde Destek Hizmetleri ve Ayniyat Servisinde çalıştığını,ii. 16/1/2012 tarihinde Kurumda görevlendirildiğinde önce arşivde çalıştırıldığını sonra aynı merkezde 20/2/2012 tarihinde Kısa Vadeli Sigortalar Servisinde, 30/3/2012 tarihinde tarım tevkifat işlemlerinde, 9/8/2012 tarihinde Gelen Evrak Servisinde çalıştırıldığını, 5/12/2012 tarihinde de Pendik Sosyal Güvenlik Merkezinde İcra Takip, Haciz ve Satış Servisinde, 21/7/2013 tarihinde tekrar Göztepe İlaç ve Eczacılık Deposunda görevlendirildiğini,iii. Görev yeri sürekli değiştirilerek görevine uygun olmayan işlerde çalıştırıldığını, fiziksel güç gerektiren işlerde çalıştığı için kürtaj olmak zorunda kaldığını, hakkında dedikodu yapıldığını, yaşadığı olaylar nedeniyle alkol bağımlısı olduğunu ve majör depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu teşhisi ile tedavi gördüğünü belirterek 2/4/2013 tarihinde tam yargı davası açmıştır. İdare davaya cevabında;i. Hastanelerin Sağlık Bakanlığına devredilmesinden sonra başvurucunun Kurumda rızası ile kaldığı ancak Kurumda sağlık hizmeti verilmediği için hemşire olarak çalışmasının mümkün olmadığı, diğer doktor ve hemşirelerle birlikte evrak işinde görevlendirildiği belirtilmiştir. Başvurucuya kürtaj olmasını gerektirecek bir iş verilmediği, iddianın soyut ve temelsiz olduğu, ayrıca hizmet binalarının birleştirilmesi ve binalarda sık sık deprem nedeniyle tadilat yapılması nedeniyle yer değişiklikleri yapıldığını ancak başvurucunun evine yakın yerlerde görevlendirildiği ifade edilmiştir.ii. Başvurucunun iddialarının kurum müfettişleri tarafından incelenerek 10/11/2011 tarihli raporun düzenlendiği belirtilmiştir. Raporun aynı kurumda çalışan personelin ifadelerine, başvurucunun şahsi sicil dosyası ve tedavi gördüğü sağlık kuruluşlarının cevapları gözetilerek hazırlandığı ve psikolojik baskı iddialarının gerçeği yansıtmadığı, bu iddiaların içinde bulunulan ailevi ve çevresel etmenler dolayısıyla dile getirilmiş olabileceği sonucuna varıldığı vurgulanmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 3/7/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; amirin astına mevzuata uygun olarak bir görev vermesinin psikolojik taciz olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Görev yerini izinsiz terk etmesi nedeniyle disiplin cezası verilmesi veya görevini gereği gibi yapmadığından dolayı görev yerinin değiştirilmesine dayanak olan sigara içmek için görev yerini terk etmek gibi bazı olayların başvurucu tarafından da kabul edildiği vurgulanarak başvurucunun iddialarına itibar edilmediği ifade edilmiştir. Diğer yandan başvurucunun görev yerinin değiştirilmesi ve disiplin cezalarına karşı yargı yoluna başvurmadığı da gözetilerek ağır bir elem ve üzüntünün duyulmasına neden olabilecek ve manevi tazminat ödenmesini gerektirecek bir durumun bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Danıştay İkinci Dairesi 10/2/2015 tarihli ilamıyla anılan kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek onanmasına oyçokluğu ile karar vermiştir. İki üye karşı oy görüşünde; başvurucunun, sağlığının bozulduğunun bilirkişi raporu ile tespit edildiğini, göreviyle uyumlu işlerde çalıştırılmadığı ve 16/1/2012 tarihinden itibaren de görev yerinin bir çok kez değiştirilmesi yönündeki uygulamaya devam edildiğini vurgulayarak olayda manevi tazminata ilişkin koşulların oluştuğunu ifade etmişlerdir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 7/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 18/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Bayrakcı (B. No: 2014/8715, 5/4/2018, §§ 22-45); Hüdayi Ercoşkun (B. No: 2013/6235, 10/3/2016, §§ 30-57).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19127
Başvuru, psikolojik tacizden kaynaklanan zararların giderilmemesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, reşit olmayanla cinsel ilişki ve intihara yönlendirme suçlarına yönelik olarak yapılan şikâyetle ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 9/4/1996 tarihinde doğan F.N.P. başvurucunun kızı olup 28/7/2013 tarihinde evlerinin balkonundan atlayarak intihar etmiştir. Başvurucu, intiharından bir gün önce 27/7/2013 tarihinde kızının vücudundaki gelişmelerden şüphelenmeleri üzerine eşiyle birlikte kızını doktora götürdüklerinde yaklaşık yedi aylık hamile olduğunu öğrendiklerini ifade etmektedir. Adli tahkikat ve hastane belgelerinden müteveffanın öldüğü zaman altı yedi aylık hamile olduğu anlaşılmaktadır. Aynı gün anne Z.P., ağabey A.P. ve kardeş P. kollukta ifade vermiştir. Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından intihar olayına ilişkin soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun 13/8/2013 tarihinde Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığında alınan beyanına göre olaylar şu şekilde gelişmiştir: Kızlarının vücudundaki gelişme ve değişikliklerden şüphelenmeleri üzerine 27/7/2013 tarihinde kızlarını doktora götürmeleri neticesinde kızlarının yaklaşık yedi aylık hamile olduğunu öğrenmişlerdir. Sorması üzerine kızı başvurucuya, A.Y. ile 2012 yılı Kasım ayından itibaren arkadaş olduklarını, bu arkadaşlık ilerledikten sonra üç kez cinsel birliktelik yaşadıklarını söylemiştir. Müteveffa F.N.P. aynı gün askerde olan A.Y.yi telefonla aramıştır ancak ne konuştukları bilinmemektedir. Ertesi gün başvurucu, eşiyle birlikte kızına A.Y.yi aramasını söylemiş, kızı telefonda "Babam her şeyi öğrendi, hamileyim, bu iş nasıl olacak?" demiş, A.Y. ise "Ne hamilesi, baban her şeyi mi öğrendi, ben şu an askerdeyim, çocuğu kabul etmiyorum." demiştir. Başvurucunun eşi, A.Y.nin ablası N.yi aramış, N. "Kızın o... edip de ağabeyimin altına yatmasaydı." diyerek telefonu kapatmıştır. A.Y.nin ailesi ile görüşmeye Gazipaşa'ya gitmek üzere hazırlandıkları sırada F.N.P. balkona çıkmış, oğlu ve müteveffanın kardeşi olan nin engel olmaya çalışmasına karşın kendini aşağıya atmıştır. nin bağırması üzerine koşup baktıklarında yerde gördükleri kızlarını hastaneye kaldırmışlar ancak kurtaramamışlardır. Başvurucu aynı beyanında; kızının intihar etmeden yaklaşık yarım saat kadar önce şüpheli Ahmet ile ikinci kez telefonla görüştüğünü, bu telefon görüşmesinin içeriğini duymadığını ancak kızından öğrendiğine göre "Boşuna Gazipaşa'ya gitmeyin, benim ailem senin aileni kabul etmez, ben zaten yapacağımı yaptım, ne hâlin varsa gör." dediğini, bu nedenle kızının intihara teşvik edildiğini düşündüğünü ifade etmiştir. Polis olan başvurucu ayrıca 12/4/2012 tarihinde A.Y.ye alkollü araç kullanmaktan işlem yapmış olduğunu ve2013 yılı Şubat ayında kızının peşinde gördüğü A.Y.ye "Benim kızımın peşini bırak!" diyerek tokat attığını, bu nedenlerle A.Y.nin başvurucunun oğlu A.ya "Polis çocuğu değil misiniz, siz kendinizi ne zannediyorsunuz, sizinle daha işim bitmedi." şeklinde söylemlerde bulunmuş olduğunu, kızını da bu nedenle anılan şekilde intihara yönlendirdiğini düşündüğünü, A.Y.den şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Anne Z.P.nin 28/7/2013 tarihinde kollukta alınan ifadesinde; 27/7/2013 tarihinde eşi ile birlikte kızını doktora götürdüklerini, burada kızının yedi aylık hamile olduğunu öğrendiklerini, 28/7/2013 tarihinde kızının erkek arkadaşı A.Y. ve ablasıyla görüşüldüğünü, A.Y.nin ablasının bir çaresine bakacaklarını söylediğini, kızının neden intihar ettiğini bilmediğini belirttiği anlaşılmaktadır. Şüpheli sıfatıyla 31/1/2014 tarihinde alınan ifadesinde A.Y., müteveffa ile askere gitmeden beş altı ay önce tanışarak gönül ilişkisi yaşadıklarını, müteveffayı ablaları ve ailesiyle tanıştırdığını, evlenmeyi düşündüklerini, 2013 yılının Nisan ayında askerden izne geldiğinde rıza dâhilinde cinsel ilişkiye girdiklerini, öncesinde herhangi bir cinsel birlikteliklerinin olmadığını, ölüm olayından bir gün önce müteveffanın kendisini arayarak hamile olduğunu söylediğini, kendisinin de "Ailemle konuşalım, nişan söz yapalım." dediğini, hamileliği ablası N.ye söylemesi üzerine ablasının müteveffayı aradığını, ailelerin konuşarak "Çocukları nişanlandıralım." şeklinde konuştuklarını, ailesinin de kabul ettiğini, kendisinin de evlenmeye razı olduğunu, müteveffanın neden intihar ettiğini bilmediğini beyan etmiştir. Soruşturma kapsamında yapılan DNA incelemesi sonucu müteveffanın bebeğinin babasının A.Y. olduğu belirlenmiştir. Müteveffanın otopsi raporunda ölüm sebebinin yüksekten atlama sonucu oluşabilir nitelikte kafa ve genel vücut travmasına bağlı iç organ harabiyetleri ve kanamaları olduğu tespit edilmiştir. Manavgat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 26/5/2014 tarihinde; suç tarihinde on beş yaşından büyük müteveffa ile şüpheli A.Y. arasında rızaya dayalı gerçekleşen cinsel birliktelikte cinsel istismar suçunun yasal unsurunun oluşmadığı, reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan ise bizzat müteveffa tarafından hak düşürücü süre içinde herhangi bir şikâyetin bulunmadığından şüpheli A.Y. hakkında cezai takibat yapılmasının mümkün olmadığı, başvurucunun A.Y. ve N.ye yönelik intihara yönlendirme suçu iddiası açısından ise kamu davasının açılmasını haklı kılacak nitelikte dosyaya yansıyan somut ve objektif delil bulunmadığı belirtilerek şüpheliler hakkında kamu adına takibat icrasına mahal olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı, Manavgat Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/8/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 8/10/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun başvuruya konu suçun işlendiği iddia edilen tarihte yürürlükte olan "Reşit olmayanla cinsel ilişki" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikayette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/3/2008 tarihli ve E.2007/5-253, K.2008/52 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“…5237 sayılı TCY’nın 6/1-a maddesinde, “henüz 18 yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlanan çocuk kavramının, yasakoyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, “onbeş yaşını bitirmiş”, “onbeş yaşını tamamlamamış” şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmektedir. Buna göre bu bölümde “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklar ile “onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCY’nın 103/1-a maddesinde, “onbeş yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken aynı maddenin b bendinde ise diğer çocuklar ifadesiyle “onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Yasa koyucu bu maddede “onbeş yaşını bitirmiş olup ta onsekiz yaşını tamamlamamış” olan çocuklara karşı rızalarıyla yapılan cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermişken “onbeş yaşını tamamlamamış” çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışı rızaları olsa bile çocukların cinsel istismarı suçu kapsamına almıştır. TCY’nın maddesinde de, cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı bir suç olarak düzenlemiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1/2/2015 tarihli ve E.2014/14-198, K.2015/428 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...4721 sayılı Medeni Kanunun maddesinde, yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk veya bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkesin ayırt etme gücüne sahip bulunduğu açıkça vurgulandıktan sonra, aynı kanunun maddesinde ayırt etme gücüne sahip olan küçüklerin kanuni temsilcilerinin rızası bulunmadıkça kendi işlemleriyle borç altına giremeyecekleri belirtilmiş, ancak karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hakları kullanmada bu rızanın gerekli olmadığı hükme bağlanmıştır. Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar kanunda tek tek sayılmamakla birlikte, öğretide genel olarak; kişinin sadece kendisinin kullanabileceği, başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen örneğin; evlenme, nişanlanma, nişanı bozma, evlat edinme gibi haklar olarak açıklanmaktadır. Bu tür haklar insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden söz konusu hakların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına bırakılmamıştır.Diğer taraftan, 1942 gün ve 14-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve Ceza Genel Kurulunun 1972 gün ve 43-50 ile 2004 gün ve 44-58 sayılı kararlarında; ayırt etme gücüne sahip (sezgin) küçüklerin doğrudan doğruya kişiliklerine karşı işlenmiş bulunan suçlardan dolayı dava ve şikâyet hakkına sahip oldukları belirtilmektedir.Ceza Genel Kurulunun 2014 gün ve 551-311, 2013 gün ve 511-449 ile 2008 gün ve 253-52 sayılı kararlarında vurgulandığı üzere; 5237 sayılı TCK'nun 6/1-a maddesinde, "henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi" olarak tanımlanan çocuk kavramının, kanun koyucu tarafından cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği bölümde, "onbeş yaşını bitirmiş", "onbeş yaşını tamamlamamış" şeklinde iki ayrı dönem olarak ele alındığı görülmektedir. Buna göre bu bölümde "onbeş yaşını tamamlamamış" çocuklar ile "onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış" çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar farklı kategoride mütalaa edilmiştir. TCK'nun 103/1-a maddesinde "onbeş yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı her türlü cinsel davranış cinsel istismar olarak tanımlanmışken, aynı maddenin (b) bendinde; diğer çocuklar ifadesiyle "onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış" çocuklar kastedilerek bunlara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışların cinsel istismar suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Böylece kanun koyucu bu maddede "onbeş yaşını bitirmiş olup da onsekiz yaşını tamamlamamış" olan çocuklara karşı rızalarıyla işlenen cinsel davranışları cinsel istismar suçu kapsamına almamış ve bu kategorideki çocukların rızalarına önem vermiş... cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunmayı şikâyete bağlı bir suç olarak hüküm altına alınmıştır.... Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2/3/2004 tarihli ve E.2004/2-44, K.2004/58 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"......1942 gün ve 14/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da; "Temyiz kudretine sahip küçükler, (kanuni temsilcilerinin rızası olsun olmasın) doğrudan doğruya kişiliklerine karşı işlenmiş olan suçlardan dolayı dava ve şikayet hakkına sahiptir........ Kanuni temsilcilerin görevi, sezgin küçükler dava ve şikayette bulunmadıkları takdirde onların yerine geçerek yararlarını korumaktan ibarettir." denilmekte, Ceza Genel Kurulunun 1971 gün ve 43-50 sayılı kararında da, sezgin küçüklerin kanuni temsilcilerinin rızası olsun olmasın şikayetten vazgeçebileceği belirtilmekte[dir]...." Yargıtay Ceza Dairesinin 30/1/2006 tarihli ve E.2005/18695, K.2006/361 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...suçun takibinin şikayete bağlı bulunduğu, mağdurenin ise tüm aşamalarda sanıktan davacı ve şikayetçi olmadığı nazara alınarak kamu davasının şikayet yokluğu sebebiyleCMK.nun 223/ maddesi uyarınca düşürülmesi [gerektiği)..." Anayasa Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli ve E.2006/17, K.2009/33 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:" A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.... İtiraz konusu kuralla cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş çocukla cinsel ilişkide bulunan kişinin, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörülmektedir. Suçun mağdurunun onbeş yaşını bitirmekle birlikte reşit olmayan bir çocuk olduğu, duruma göre kadın veya erkek olabileceği; belli yaş grubundaki mağdura karşı işlenen fiilin rızayla gerçekleştirilmesi nedeniyle suçun, çocukların cinsel istismarına ilişkin bir önceki maddedeki düzenlemeden farklı ele alındığı, dolayısıyla rızanın, fiilin bu madde kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilebilmesi için bir unsur işlevi gördüğü, ancak sanığın cezalandırılabilmesi için belli bir süre içerisinde şikayet koşulunun da gerçekleşmesi gerektiği anlaşılmaktadır....Hukuk devletinde ceza siyasetinin gereği olarak yasakoyucu, Anayasanın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla, cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek hangi eylemlerin suç sayılacağına, bunlara verilecek cezanın türü, miktarı, artırım ve indirim nedenleri ve oranları ile suçun takibine ve yargılama usulüne ilişkin koşullar öngörebilir.İtiraz konusu kuralın, onbeş yaşını doldurmuş çocukların cinsel farkındalık dönemine girmekle birlikte henüz kişiliklerinin yeterince gelişmemiş olması, başkalarıyla cinsel ilişkiye girmenin sonuçlarını yeterince kavrayacak sorumluluk duygusuna sahip olmayabilecekleri düşüncesiyle ve onların cinsel dokunulmazlıklarını korumak amacıyla getirildiği anlaşılmaktadır......" Anayasa Mahkemesinin 12/11/2015 tarihli ve E.2015/43, K.2015/101 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜ5237 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik öncesinde yürürlükte bulunan ve bakılmakta olan davada uygulanacak kural olma niteliği taşıyan maddesi şöyledir: "(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,Anlaşılır.(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(3) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması halinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.(7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."... 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (b) fıkrasında çocuk, henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanmaktadır. İtiraz konusu kuralın da yer aldığı maddede düzenlenmiş olan çocukların cinsel istismarı suçunda mağdur olabilme yaşı bakımından çocukları iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan ilkini onbeş yaşını tamamlamamış çocuklar, ikincisini ise onbeş ile onsekiz yaş arasındaki çocuklar oluşturmaktadır. Kanun koyucu suçun mağdur üzerinde yaratacağı etkileri dikkate alarak yaptığı ayrımda birinci grup olan onbeş yaşın altındaki çocukların, yeterli psikolojik ve fiziki olgunluğa ulaşmamış olmaları nedeniyle kendilerine yönelik olarak yapılan cinsel davranışların anlamını ve ağırlığını idrak etmelerinin mümkün olmadığını ve bunların cinsel davranışlara ilişkin rızalarının geçersiz olduğunu kabul etmiştir. Bu suretle kanun koyucu onbeş yaşın altındaki çocukları mutlak bir koruma altına almaktadır. Onbeş ilâ onsekiz yaşlarındaki çocuklar bakımından ise kuralla öngörülen suçun oluşabilmesi için mağdurun, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin gelişmemiş olması ya da bu yeteneği gelişmiş olsa da mağdura yönelik olarak cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyecek başka bir nedene dayalı olarak fiilin gerçekleştirilmiş olması şartı aranmaktadır. Bu yaş aralığında bulunan ve suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmiş çocuklarla, cebir, tehdit ve hile olmaksızın gerçekleştirilen cinsel ilişki ise 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında soruşturması ve kovuşturması şikâyete bağlı "reşit olmayanla cinsel ilişki" suçu olarak düzenlenerek yaptırımı altı aydan iki yıla kadar hapis cezası şeklinde öngörülmektedir. Kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında, fiilin yol açması muhtemel zararları da göz önünde bulundurarak düzenlediği itiraz konusu kuralın, amaç ve araç arasında makul ve uygun bir ilişki kurduğu ve düzenlemenin amacına ulaşmaya elverişli ve orantılı olduğu anlaşıldığından kuralda hukuk devleti ilkesine aykırı bir yön bulunmamaktadır. Ayrıca itiraz konusu kuralda öngörülen suçun koruduğu hukuki değer, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş çocuklar ile bu yeteneği gelişmiş olmakla birlikte cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyecek başka bir nedene dayalı olarak kendilerine karşı gerçekleştirilen cinsel istismar nedeniyle mağdur olan çocukların cinsel dokunulmazlığı ile beden ve ruh sağlığıdır...."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15959
Başvuru, reşit olmayanla cinsel ilişki ve intihara yönlendirme suçlarına yönelik olarak yapılan şikâyetle ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 10/5/2018 tarihinde öğrendikten sonra 8/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Ağa Danış başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçısı Mahmut Danış başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18815
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/12/2012 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 17/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17396
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın maddesinde düzenlenen sosyal hukuk devleti ilkesiyle maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı 16/12/2014 tarihli dilekçesi ile görüş sunmayacağını bildirmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirdiği birliğinde 3/8/2011 tarihinde sağ el bileğinden yaralanmış, yaralanmaya bağlı olarak Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Sağlık Kurulunun 12/9/2012 tarihli raporuyla askerliğe elverişli olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, üç askerin müessir fiiline maruz kaldığı ve bu kişilerden kaçarken dengesini kaybedip bir camın üzerine düşmesi sonucu sağ el bileğinin kesilmesi nedeniyle askerliğe elverişsiz hale geldiğini, idarenin kusurundan kaynaklanan bu yaralanma nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların istemiyle 18/9/2012 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına müracaat ederek tazminat talebinde bulunmuş, ancak başvurusu zımnen reddedilmiştir. Başvurucunun maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 19/11/2012 açtığı davada, AYİM İkinci Dairesi, 13/11/2013 tarihli ve E.2012/1221, K.2013/1309 sayılı kararıyla davayı reddetmiş ve reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) maddesi uyarınca takdir edilen 490 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Davacı vekili, müvekkilinin askerlik hizmetim yerine getirdiği birliğinde 2011 tarihinde üç askerin müessir fiiline maruz kaldığını, bu kişilerden kaçarken itilmesi üzerine dengesi kaybedip bir camın üzerine düşmesi sonucunda sağ el bileğinin kesilmesi suretiyle yaralandığını, bu yaralanma nedeniyle malul hale geldiğini iddia etmiş ise de, dava konusu cam kırılması olayına ilişkin olarak Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılınca davacı hakkında askeri eşyayı kasten tahrip etmek suçundan soruşturma yapılıp kamu davası açıklığının tespit edilmesi üzerine, Mahkememizin ara karar, ile talep etmesi üzerine gönderilen soruşturma ve kovuşturma aşamasına ait delillerden, bu deliller arasında davacının cama kendisinin yumruk attığını gören asker ve rütbeli tanıkların beyanlarından, olayla ilgili tutulan tutanaklardan, olaydan hemen sonra götürüldüğü Hastanelerde düzenlenen raporlardaki davacının psikolojik bunalım sonucu cama yumruk attığına ilişkin beyanlarından, davalı idarece gönderilen bilgi ve belgelerden, Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığına 2011 tarihinde katılışını müteakiben, 01,2011 tarihinde görevli psikologların düzenlemiş oldukları Psikolojik Danışma özet Formu'nda "Yaralama ve gasptan 3 defa, toplamda 21 ay ceza almış,860 civarı jilet izi var, 2 defa intihar girişimi olmuş, en son 2009 yılında yapmış, intihar düşüncesi var. İlaç tedavisi uygulandı" ve "Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Psikiyatri’de 3 ay yatmış, psikolojik atak geçiriyor" kayıtlarının yer aldığı ve RDM Takipli Er kapsamına alarak tedaviye başlandığı, 2011 tarihinde 12'nci Hv.Ulş. Ana ÜsK. lığına katılışı sonrası yapılan mülakatta da psikolojik sorunlu: olduğu ve sivil hayatta geçirmiş olduğu trafik kazası sebebiyle sol kolunda platin olduğunun Bölük Komutanı tarafından tespit edildiği, bu tarihten başlayarak sırasıyla 2011'de katılış muayenesi, 2011'de bayılma, 2011'de diş ağrısı, 2011’de bayılma ve bu şekilde devam eden 2011 tarihine kadar toplam 18 defa, sağlık birimlerine sevk edilerek tedavi ettirilerek ilaçlarının kullanımının düzenli olarak takip edildiği, katılışını müteakip sevk edildiği Birlik Psikologu tarafından Personel Bilgi Formu ve Psiko-Sosyal Tarama Anketi ile 2011, 2011 ve 2011 tarihlerinde düzenlenen Danışma Özet Formları'nda da davacının psikolojik gelişiminin takip edildiği, 2011 tarihinde saat 30 sularında erbaş ve erlerin yoğun olarak bulunduğu Uçaksavar Tabur Komutanlığı er dinlenme yeri olan bahçede, görev yaptığı yerden daha önceden bulduğu böcek ilacını içerir şişenin dibinde kalan takribi 20 ml miktardan 1/2 yudum alarak içtiği, birlik Komutanlığınca bu ilaç içme olayının, ilaçtan içilen miktar, daha önceki süreçte de hava değişimi almak için defaten çeşitli rahatsızlıkları beyan ederek viziteye çıkması ve koğuşta istirahat halindeyken sebepsiz olarak bayılma olaylarını gerçekleştirip, bayılmalarını müteakip sevk edildiği birlik Sağlık Amirliği'nde bayılma emarelerini gösterir (göz bebekleri büyümesi, soluma azlığı, tansiyon düşüklüğü vb) hiçbir rahatsızlık tespit edilememesi nedeniyle mevcut. bir problemi nedeniyle değil tamamen askerlik işlevselliğini yerine getirmemek için olduğu kanaatine varıldığı, söz konusu böcek ilacının ilacının çöpte bulunmasına ilişkin sorumluların tespit edilerek haklarında cezai işlem uygulandığının belirtildiği, davacının bir süre sonra Kayseri Askeri Hastanesi Psikiyatri bölümüne sevk edildiği, hava değişimi dönüşü (21 Temmuz 2011) davacı ile görüşülerek mevcut psikolojik sorunları olduğu görülerek randevu alınarak 26 Temmuz 2011'de tekrar Kayseri Askeri Hastanesi Psikiyatri Kliniğine sevk edildiği, "Antisosyal Kişilikte Anksiyete + uyum bozukluğu, 1 ay sonra kontrol" tedavisi ve teşhisi ite (Psikiyatrik ilaç verilerek) birliğine gönderildiği, hava değişimi sonrası kendisine psikolojik rahatsızlığı sebebiyle herhangi bir görev verilmeyip koğuşlar bölgesinde koğuşçu er nezaretinde ve kontrolünde bırakıldığı, 27 Temmuz 2011 - 03 Ağustos 2011 tarihleri arasında herhangi bir olayı olmadığı. 03 Ağustos 2011 tarihindeki cama yumruk atarak sağ elini yaralaması olayının hemen öncesi davacı koğuşta uyumakta iken davacıdan sorumlu olan İsmail USLU'nun kendisini içtimaya çağırmak için uyandırdığı, Hv.P.Er Hüseyin BALIKÇI’nın kendisine söylediği sıkıntılı durumu ile ilgili Galip KOCUK’a sorunları hakkında sorular sorup sakinleştirmeye çalıştığı, bu esnada çıktıkları koridorda Sabri YILMAZ ve Mahmut GÜNERİ ile karşılaştıkları, onların da davacıyı sakinleştirmeye çalışmalarına rağmen davacının bağırmaya ve hakaret etmeye başlayıp ardından da koridor sonunda bulunan Nöbetçi Astsubaylığa doğru koşarak ve bağırarak koridorda bulunan dolaplara tekme, yumruk atarak yaklaşık 50 metre ilerideki Nöbetçi Astsubaylık giriş kapısını açarak, çıkış kapısı yanındaki cama yumruk atarak kırdığı ve kırılan camlardan kolunun kesilerek yaralandığı anlaşılmıştır.Davacının askerliğe elverişsizliğine neden olan yaralanmasının iddia edildiği gibi idarenin ajanlarının eylemlerinden kaynaklanmayıp davacının kendi eyleminden kaynaklandığı, davacının sağlık durumu ile ilgili gerekli takiplerin yapıldığı, davacının yaralanması nedeniyle uğradığı zarar ile idare arasında sorumluluğu gerektirecek bir eylem, illiyet bağı bulunmadığından davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.” Başvurucu, AYİM kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek kararın düzeltilmesini talep etmiş, AYİM İkinci Dairesinin 26/3/2014 tarihli ve E.2014/510, K.2014/409 sayılı kararıyla talebin reddine karar verilmiş ve karar, 22/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” 1602 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı KHK’nın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5639
Başvurucu, maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen sosyal hukuk devleti ilkesiyle 36. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, avukat olan başvurucunun ikaz edilmesine rağmen çantasını adliye girişindeki X-Ray cihazından geçirmediği için hakkında idari para cezasına hükmedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Avukat olan başvurucu 11/4/2018 tarihinde gittiği Şırnak Adliyesi girişinde meslek kimliğini ibraz etmiş ancak görevliler Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) yazılı emrini gerekçe göstererek çantasını X-Ray cihazından geçirmesi suretiyle Adliyeye giriş yapabileceği konusunda başvurucuyu ikaz etmiştir. Başsavcılığın yazılı emrinde; ülkedeki terör olayları nedeniyle Adliyeye giriş çıkış yapan avukat, adliye personeli ve tüm vatandaşın duyarlı kapıdan geçerek, çanta ve eşyalarını ise X-Ray cihazından geçirerek içeriye alınması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, çantasını X-Ray cihazından geçirmeden Adliyeye giriş yapmış ve görevlilerce bu durum tutanak altına alınmıştır. Bunun üzerine Başsavcılık İdari Yaptırım Bürosunun 23/5/2018 tarihli idari yaptırım kararıyla başvurucunun 259 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; terör eylemlerinin Şırnak gibi yoğun yaşandığı bir yerde anılan tedbire uyulması gerektiği, başvurucunun 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesindeki düzenlemeye aykırı davrandığı, bu nedenle eyleminin emre aykırı davranış kabahatini oluşturduğu vurgulanmıştır. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz, Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 27/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde öncelikle idari yaptırım kararının gerekçesi özetlenmiş, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı maddesine değinilmiştir. Kararda ayrıca Başsavcılığın söz konusu emri vermeye yetkili olduğu, emrin hukuka uygun olduğu, itiraz edenin çantasını X-Ray cihazına bırakmadan içeri geçerek anılan emre aykırı hareket ettiği ifadelerine yer verilmiştir. Nihai kararı başvurucu 9/7/2018 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 10/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun'un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir. (2) Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir." 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet Savcısı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve kayıtlı olunan baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz." 2559 sayılı Kanun'un "Önleme araması" kenar başlıklı maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:"Polis, tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin; herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol etmeye ve aramaya yetkilidir. Bu yerlere girmek isteyenler kimliklerini sorulmaksızın ibraz etmek zorundadırlar. Milletlerarası anlaşmalar hükümleri saklıdır." 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun'un "Özel güvenlik görevlilerinin yetkileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Özel güvenlik görevlilerinin yetkileri şunlardır:a) Koruma ve güvenliğini sağladıkları alanlara girmek isteyenleri duyarlı kapıdan geçirme, bu kişilerin üstlerini dedektörle arama, eşyaları X-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirme.b) Toplantı, konser, spor müsabakası, sahne gösterileri ve benzeri etkinlikler ile cenaze ve düğün törenlerinde kimlik sorma, duyarlı kapıdan geçirme, bu kişilerin üstlerini dedektörle arama, eşyaları X-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirme....f) Hava meydanı, liman, gar, istasyon ve terminal gibi toplu ulaşım tesislerinde kimlik sorma, duyarlı kapıdan geçirme, bu kişilerin üstlerini dedektörle arama, eşyaları X-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirme,..."B. Uluslararası Hukuk Suçta ve cezada kanunilik ilkesine ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21866
Başvuru, avukat olan başvurucunun ikaz edilmesine rağmen çantasını adliye girişindeki X-Ray cihazından geçirmediği için hakkında idari para cezasına hükmedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında, duruşmaya ara verilmesini isteme hakkı hatırlatılmadan savunmasının tespit edilmesi ve tanıkların dinlendiği istinabe mahkemelerinin belirlediği duruşma gün ve saatlerinin kendisine bildirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/9/2014 tarihinde Gaziantep Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda tespit edilen eksikliklerin verilen kesin sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle Komisyonlar Başraportörünce, 23/12/2014 tarihinde başvurunun idari yönden reddine karar verilmiştir. Başvurucu, idari ret kararına 8/1/2015 tarihinde itiraz etmiş, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 27/2/2015 tarihinde, idari ret kararına yönelik itirazın kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Manisa Cumhuriyet Başsavcılığının 18/1/2008 tarihli ve E.2008/379 sayılı iddianamesi ile “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucu, Manisa Asliye Ceza Mahkemesinin 21/6/2010 tarihli ve E.2010/395, K.2010/370 sayılı kararı ile atılı suçtan 4 yıl 2 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan Mahkeme kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/4/2014 tarihli ve E.2012/9272, K.2014/5802 sayılı ilamıyla onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkındaki cezanın infazı için 22/7/2014 tarihinde yakalanıp cezaevine alınmış ve aynı tarihte müddetname düzenlenmiştir. Bireysel başvuru 15/9/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Hapis cezasını içeren kesinleşmiş mahkûmiyet kararları, mahkemece, hangi hükümlü ve hangi cezanın infazına ilişkin olduğu açıkça belirtilmek suretiyle Cumhuriyet Başsavcılığına verilir.  (2) Cumhuriyet Başsavcılığınca infaz defterine kaydedilen ilâmdaki cezanın süresi gözetilerek hükümlü hakkında çağrı kâğıdı veya yakalama emri çıkarılır…”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15694
Başvurucu, yargılandığı ceza davasında, duruşmaya ara verilmesini isteme hakkı hatırlatılmadan savunmasının tespit edilmesi ve tanıkların dinlendiği istinabe mahkemelerinin belirlediği duruşma gün ve saatlerinin kendisine bildirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, ceza infaz kurumu eğitim kurulu başkanlığı kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek kararın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 2/9/2019 tarihinde öğrendikten sonra 1/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun ziyaretçisinin getirdiği yabancı dil kitabının eğitim kurulu başkanlığı tarafından başvurucuya verilmemesi nedeniyle yapmış olduğu şikâyeti üzerine yapılan inceleme sonucunda infaz hâkimliğince eğitim kurulu başkanlığının 1/8/2019 tarih ve 2019/316 sayılı kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine itiraz makamınca infaz hâkimliği kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34037
Başvuru, ceza infaz kurumu eğitim kurulu başkanlığı kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek kararın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü liderinin fotoğrafının yer aldığı ve bu kişinin serbest bırakılması talebini içeren bir form ile imza toplamaları nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılmalarının başvurucuların ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular sırasıyla 1982 ve 1948 doğumlu olup olay tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) çalışanı olduklarını belirtmektedirler. Başvurucuların 6/2/2015 tarihinde Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi Hatboyu Caddesi üzerinde imza toplamak için tuttukları imza formlarına Tekirdağ Sulh Ceza Mahkemesinin kararı uyarınca el konulmuştur. El konulan formların bir kısmı vatandaşlar tarafından imzalanan nüshalardan olup diğer bir kısmı ise boştur. Başvurucular formların dağıtılmasının BDP tarafından başlatılan bir imza kampanyası çerçevesinde olduğunu, imza formlarını da kendilerine BDP'nin verdiğini ifade etmektedirler. Anılan formların sol üst köşesinde Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan'ın (A.Ö.) fotoğrafı bulunmaktadır. Formun başlığı ise "[A.Ö.ye] Özgürlük İmza Formu" şeklindedir. Formun açıklama kısmında ise "[A.Ö.ye] ve Türkiye'deki siyasi tutsaklara özgürlük talebini destekliyorum. [Ö.nün] özgürlüğü Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürdistandaki barış süreci için en önemli adım olacaktır." şeklinde ifadeler yer almaktadır. Anılan başlık ve ifadeler formda Kürtçe olarak da yazılmıştır. Başvurucuların üzerinden birden fazla form ele geçirilmiş olup sadece ele geçirilen bir formda başka bir kişiye ait olduğu düşünülen bir imza bulunmaktadır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların terör örgütü liderinin fotoğrafının bulunduğu ve örgüt liderine özgürlük talebini içeren formlar ile imza toplamalarının terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturduğundan bahisle cezalandırılmaları istemiyle haklarında iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 5/5/2015 tarihinde başvurucuların terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; başvurucuların elinde bulunan imza formlarında PKK silahlı terör örgütünün kurucusu ve lideri olan A.Ö.nün fotoğrafına yer verilmesi sureti ile 12/4/1991 tarihli 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun fıkrasının ikinci fıkrasında düzenlenen "örgüte ait resimlerin taşınması" düzenlemesinin ihlal edildiği ve başvurucular tarafından söz konusu formların imza toplamak amacı ile farklı kişilere gösterilmesinin ise propaganda suçunu oluşturduğu belirtilmiştir. Başvurucuların bu karara itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 26/5/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular bu ret kararını hangi tarihte öğrendiklerine dair bir açıklamada bulunmamıştır. Başvurucular 22/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şu şekildedir:"Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, Slogan atılması, Ses cihazları ile yayın yapılması, Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi " İlgili hukuk için Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri ([GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 46-59), Meki Katar ([GK], B. No:2015/4916, 3/10/2019, §§ 18-35), Sırrı Süreyya Önder ([GK], B. No:2018/38143, 3/10/2019, §§ 23-39) kararlarına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11012
Başvuru, terör örgütü liderinin fotoğrafının yer aldığı ve bu kişinin serbest bırakılması talebini içeren bir form ile imza toplamaları nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılmalarının başvurucuların ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; uzman jandarma çavuşlukta geçirilen sürenin astsubay rütbe bekleme süresinden sayılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesinin, karar düzeltme talebinin reddi nedeniyle para cezası verilmesinin, iki dereceli yargılanma hakkı tanınmaması ile yargılamanın bağımsız ve tarafsız mahkemede yapılmamasının eşitlik ilkesini ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/8/2002 tarihinde Uzman Jandarma Okulundan mezun olduktan sonra uzman jandarma çavuş olarak nasbedilmiş, daha sonra astsubaylığa geçiş sınavında başarılı olmuş ve eğitimini tamamlamasının ardından 30/8/2010 tarihinde astsubay çavuş rütbesiyle mezun olmuştur. Başvurucunun rütbesi 30/8/2013 tarihi itibarıyla astsubay kıdemli çavuş rütbesine yükseltilmiştir. Başvurucu, uzman jandarma çavuşlukta geçen sürenin astsubay rütbe bekleme süresinden sayılarak 30/8/2012 tarihi itibarıyla astsubay kıdemli çavuş rütbesine yükseltilmesi gerekirken 30/8/2013 tarihi itibarıyla astsubay kıdemli çavuş rütbesine yükseltilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve E.2013/949, K.2013/921 sayılı kararıyla dava süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Belirtilen mevzuat ve açıklamalar ışığında dava konusu işlem değerlendirildiğinde: davacı vekili, uzman jandarma statüsünde iken, astsubaylığa geçiş sınavını kazanarak gördüğü eğitimi müteakip 2010 tarihinde astsubay çavuşluğa naspedilen davacının, uzman jandarma çavuşlukta geçen hizmet sürelerinin astsubay bekleme süresinden sayılması gerektiğini iddia ederek aksi yönde tesis edilen işlemin iptali isteminde bulunmak suretiyle dava konusu etmiş ve dava açma süresinin davacının Astsb. Kd. Çvş. rütbesine yükseltildiği 2013 tarihi itibarıyla başladığının kabul edilmesi gerektiğini ve buna göre davanın süresi içerisinde açıldığını öne sürmüş ise de; davacı 2010 tarihi itibariyle Astsb. Çvş. nasbedildiğinden, bir an için astsubay çavuşluk nasıp kararnamesinin davacıya tebliğ edilmediği düşünülse dahi, eğer iddia ettiği gibi uzman jandarma çavuşlukta geçen hizmet sürelerinin astsubay rütbe bekleme süresinden sayılması gerekiyorsa, davacı vekilince dava dilekçesinde de belirtildiği üzere davacının 2012 tarihi Astsb. Kd. Çvş. rütbesine yükseltilmesi gerekeceğinden, davacının 2012 tarihi itibarıyla Astsb. Kd. Çvş. Rütbesine yükseltilmemesi suretiyle uzman jandarma çavuşlukta geçen hizmet sürelerinin astsubay rütbe bekleme süresinden sayılmaması yönünde tesis edilen idarenin menfi işlemine 2012 tarihi itibarıyla muttali olduğu, bu nedenle davacı yönündendava açma süresinin bu tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, buna göre; 2012 tarihini takip eden günden itibaren 1602 sayılı AYİM Kanunu'nun 40'ncı maddesinde belirtilen 60 günlük dava açma süresi içinde anılan işlemin iptali istemiyle doğrudan dava açması ya da bu süre içerisinde aynı Kanun'un 35/a maddesi uyarınca ihtiyari idari başvuruda bulunarak sonuçlarına göre hareket etmesi gereken davacının, dava açma ve ihtiyari müracaat süresini geçirdikten sonra 2013 tarihinde vekili aracılığıyla açmış olduğu iş bu davada süre aşımı bulunduğu değerlendirilmekle, davanın süre aşımı nedeniyle reddi cihetine gidilmiştir." Başvurucunun bu karara karşı karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 4/2/2014 tarihli ve E.2014/156, K.2014/74 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararında ayrıca 218 TL para cezasının başvurucudan alınmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine dair karar, başvurucuya 17/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 3/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat ve idari makamların sükûtu” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"a) İhtiyari müracaat: Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır. b) İdari makamların sükûtu: İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir eylem veya işlemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Bu halde yetkili makamlar en çok altmış gün içinde bir cevap verirler. Bu süre içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bitiminden itibaren idari dava açma süresi içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler. Dava açılmayan haller ile davanın altmış günlük süre geçtikten sonra açılması sebebiyle dilekçenin reddi halinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra cevap verilirse, bunun tebliğinden itibaren dava açma süresi yeniden işlemeye başlar. Müracaatçıya kayıt tarihi ve sayısını gösterir imzalı ve mühürlü pulsuz bir alındı kâğıdı verilir." 1602 sayılı Kanun’un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür. Adresleri belli olmayanlara özel kanunlardaki hükümlere göre ilan yolu ile bildirim yapılan hallerde, özel kanunda aksine hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihinden itibaren onbeş gün sonra başlar." AYİM’in 5/12/1983 tarihli ve E.1983/1, K.1983/17 sayılı içtihadı birleştirme kararında aşağıdaki ilkeler benimsenerek kararda şu ifadelere yer verilmiştir:"-İdarece tebliği zorunlu ve tebliğ edilmeden uygulama imkânı bulunmayan işlemlerde, tebliğ suretiyle yazılı bildirimin yapılması şartı aranmalıdır.-İdarenin teb1iğle kendi kendini sınırlayarak bağladığı ve fakat tebliğ edilmeden uygulama imkânı bulunmayan işlemlerde, gene tebliğ suretiyle yazılı bildirimin yapılması şartı aranmalıdır.-İhtiyari başvuru yoluna gidilmesi, yazılı bildirimin yapıldığının bir karinesidir. Uyuşmaz1ık konusu idari işlem tarihi belirtilerek imza karşılığı tebliğ edilmemiş yahut Tebligat Kanunu’na göre geçerli bir tebligat yapı1mamışsa, bu takdirde ihtiyari başvuru tarihi yazılı bildirim tarihi olarak kabul edilmelidir.Sayılan hallerin dışındaki işlemlerde ise işlemin uygulanması, bu uygulama i1e kişinin statüsünde bir değişiklik olması ve bu değişikliğin kişi tarafından bilinmesi halinde, uygulama tarihi yazılı bildirim tarihi olarak kabul edilmelidir.Yukarıda sıralanan esaslara göre öğrenme (muttali olma) hususunun yazılı bildirim olarak kabulü, ancak istisnai hallere inhisar etmekte ve istisnalar dışındaki hallerde yazılı bildirimin tebliğ suretiyle yerine getirilmesi zorunlu olmaktadır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2694
Başvuru, uzman jandarma çavuşlukta geçirilen sürenin astsubay rütbe bekleme süresinden sayılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesinin, karar düzeltme talebinin reddi nedeniyle para cezası verilmesinin, iki dereceli yargılanma hakkı tanınmaması ile yargılamanın bağımsız ve tarafsız mahkemede yapılmamasının eşitlik ilkesini ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda diğer hükümlülerle sohbet hakkının sınırlandırılması nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 17/5/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/06/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 30/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 29/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüşe karşı başvurucu 15/9/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının gönderdiği belgelerle ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 4/3/2013 tarihli dilekçesi ile sohbet hakkının 10 saat olduğunu ancak tutuklu olarak bulunduğu Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunun sadece 5 saat sohbet imkânı vererek sohbet hakkını gasp ettiğini iddia ederek Kocaeli İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. İnfaz Hâkimliğinin, E.2013/1278 sayısına kayden yapılan yargılamada ceza infaz kurumu, başvurucunun şikâyetine dair "T. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 22/01/2007 tarih ve 45/1 sayılı Genelgenin "Ortak Etkinlikler" başlığının maddesinde "Güvenlik bakımından tehlike yaratmayacağı ölçüde, idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen istekli hükümlü ve tutuklular 10 kişiyi aşmayacak gruplar halinde ve idarenin gözetiminde açık görüş alanlarında veya diğer ortak yerlerdeki sosyal faaliyetler çerçevesinde 10 saati aşmamak üzere sohbet amacıyla bir araya getirilebilirler. Bu faaliyet içerisinde açık görüş, avukat ve ziyaretçi görüşlerini aksatmayacak şekilde yaptırılır" dendiği adı geçenin dilekçesinde söz ettiği gibi 10 saat sohbet hakkı bulunduğundan bahsetmediği sadece 10 saati aşmaması gerektiği hususunun belirtildiğinden kurumumuzun mevcudu, personel sayısı da göz önüne alınarak güvenlik zafiyeti oluşturmayacak şekilde gerekli düzenlemeler yapılmaktadır. Konuya ilişkin olmak üzere Yargıtay Ceza Dairesinin kararı da yazımız ekinde sunulmakla; ayrıca bu sohbet faaliyetlerinin yanı sıra Kurumumuz Psikososyal Servisi tarafından kurslar (Bilgisayar, bağlama vs) ile hobi faaliyetleri düzenlenerek gerek kurumumuzca kaldığı süre zarfında gerekse kurumumuzdan tahliye edilmeleri sonrasında tutuklu ve hükümlüleri bu faaliyetlere kanalize ederek topluma kazandırılmaları ve meslek edinmelerine dair yol izlenmektedir. Tutuklu Turan Günana için bahsedilen sebepler doğrultusunda kurumumuzca 5 saat sohbet faaliyet 5 saatte spor faaliyeti düzenlenmiştir" şeklinde açıklama yapmıştır. İnfaz Hâkimliği, 26/3/2013 tarih ve E.2013/1278, K.2013/1455 sayılı kararı ile Yargıtay Ceza Dairesinin benzer bir konuya ilişkin kararına atıf yaparak başvurucunun talebini reddetmiştir. İnfaz Hâkimliğinin atıf yaptığı Yargıtay Ceza Dairesinin 21/7/2005 tarihli kararında özetle cezaevinin iki saat olarak belirlediği sohbet süresinin mahkemenin hukukilik denetimi dışına çıkarak idarenin yerine geçip yeni bir idari işlem tesis edilemeyeceği belirtilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2013 tarih ve 2013/424 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar, başvurucuya 18/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun iddialarına ilişkin Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 7/11/2014 tarih ve 2014/21880 sayılı müzekkere cevabı şöyledir:“F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarında üç kişilik ve tek kişilik odalar bulunmakta olup, adı geçen hükümlünün nakil geldiği 2012 tarihinden itibaren üç kişilik odada barındırıldığı;Adı geçen hükümlünün nakil geldiği 2012 tarihinden itibaren bir ay süre ile deneme sürecinde olması sebebi ile Ocak 2013 tarihinde herhangi bir sosyal ve sportif etkinliklere dahil edilmediği, Şubat 2013 tarihinden itibaren sohbet, sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere katıldığı, Kurum Müdürlüğü tarafından aylık açık görüşün, her ayın üçüncü haftası yaptırılması sebebi ile hükümlülerin sohbet faaliyetlerinin açık görüş yerlerinde gerçekleşmesi sebebi ile hükümlülere sohbet faaliyeti düzenlenmediği, geriye kalan zamanlarda hükümlülere sohbet, ve etkinlik faaliyeti düzenlendiği, haftalık 2,5 saatlik periyotlar dahilinde kurumun mevcut fiziki yapısı ile hükümlü ve tutuklu mevcudu göz önünde bulundurularak, tüm hükümlü ve tutuklulara eşit düzeyde planlama yapıldığı, sonuç olarak hükümlü ve tutukluların aylık toplam 5 saat sohbet ile 2,5 saat kapalı spor salonu ve 2,5 saat çim saha olmak üzere toplam 10 saat etkinliklerden faydalandırıldığı tespit edilmiştir.”B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'unun maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda bireysel veya grup hâlinde iyileştirme yöntemleri uygulanır.(2) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar ile süresine bakılmaksızın, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde, Türk Ceza Kanununda yer alan;a) İnsanlığa karşı suçlardan (madde 77, 78), b) Kasten öldürme suçlarından (madde 81, 82),c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan (madde 188),d) Devletin güvenliğine karşı suçlardan (madde 302, 303, 304, 307, 308),  e) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),Mahkûm olanların cezaları, bu kurumlarda infaz edilir.(3) Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usullerine ısrarla karşı koyanlar bu kurumlara gönderilirler.…” Adalet Bakanlığının 17/6/2005 tarihli Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri Yönetmeliği’nin maddesi şöyledir:“Gözlem ve sınıflandırma merkezi, ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis veya iki yıldan fazla süreli hapis cezasına mahkum olan hükümlülerin kişisel özellikleri, bedensel, aklî ve sağlık durumları, suç işlemeden önceki yaşamları, sosyal çevre ve ilişkileri, sanat ve meslek faaliyetleri, ahlâkî eğilimleri, suça bakış açıları, hükümlülük süreleri ve suç türleri belirlenerek, durumlarına uygun infaz kurumlarına ayrılmaları ve bunlara göre saptanacak infaz ve iyileştirme rejiminin uygulanmasını; işledikleri suç tiplerine, gösterdikleri eğilimlere, tutum ve davranışları nedeniyle sıkı gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekip gerekmediğine göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarına veya normal güvenlikli ceza infaz kurumlarına veya açık ceza infaz kurumlarına gönderilmelerini sağlamakla görevli ve yetkilidir.” Anılan Yönetmelik’in maddesi şöyledir:“Hükümlülerin gözlemleri, idare ve gözlem kurulunca, kuruma kabul tarihinden başlayarak tek kişilik odalarda yapılır. Ancak, kurumun tek kişilik odası bulunmaması veya kısıtlı sayıda olması durumunda tahsis edilmiş özel bölümlerinde de yapılabilir.Gözlem ve sınıflandırmaya tabi tutulan hükümlülerin diğer hükümlü ve tutuklularla ilişki kurmamaları için gerekli tedbirler alınır.Gözlem süresi altmış günü geçemez.” Adalet Bakanlığı’nın Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler Hakkında 45/1 sayılı Genelgesi’nin “Ortak Etkinlikler” başlıklı üçüncü bölümünde aşağıdaki hususlar düzenlenmiştir:(1) Hükümlü ve tutuklular işledikleri suçlara, kurumdaki davranışlarına, ilgi ve yeteneklerine göre gruplandırılarak, güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde, kendileri için hazırlanmış iyileştirme programları çerçevesinde eğitim, spor, meslek kazandırma ve çalışma ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılırlar. Bu faaliyetler yüksek güvenlikli kurumlar ile diğer kurumların yüksek güvenlikli bölümlerinde on kişiyi aşmayacak gruplar hâlinde yürütülür. Programların süresi ve katılacak hükümlü tutuklu sayısı her programın özelliği, güvenlik koşulları ve kurumun olanakları dikkate alınarak idare ve gözlem kurulunca belirlenir. İyileştirme programlarının amaca aykırı sonuçlar verdiği tespit edilen hükümlü ve tutuklular yönünden bu uygulamaya son verilebilir veya gerekli değişiklikler yapılabilir.…(13) Güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde, idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen istekli hükümlü ve tutuklular, 10 kişiyi aşmayacak gruplar hâlinde ve idarenin gözetiminde, açık görüş alanlarında veya diğer ortak yerlerdeki sosyal faaliyetler çerçevesinde haftada toplam 10 saati aşmamak üzere sohbet amacıyla bir araya getirilebilir. Bu faaliyet hafta içerisinde açık görüş, avukat ve ziyaretçi görüşlerini aksatmayacak şekilde yaptırılır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R (2006) 2 sayılı “Cezaevi Kuralları Hakkında Tavsiye Kararları” konulu tavsiye kararının ve paragrafları şöyledir: “ Spor, oyunlar, kültürel faaliyetler, özel hobiler ve diğer boş zaman uğraşlarını kapsayan eğlendirici fırsatlar yaratılmalıdır ve mümkün olabildiğince mahpusların bu etkinlikleri organize etmelerine izin verilmelidir.Mahpusların egzersiz esnasında ve eğlendirici faaliyetlere katılmaları için birbirleriyle bir araya gelmelerine izin verilmelidir.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3550
Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu Kocaeli 2 No. lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda diğer hükümlülerle sohbet hakkının sınırlandırılması nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru; hasarlı durumdaki binanın onarımına izin verilmemesi, daha sonra muvakkat inşaat izni verildiğindebildirim yapılmaksızın binanın yıktırılması, ayrıca binada bulunan eşyalara verilen zarar için açılan tazminat davasının reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; bina için onarım izni vermeyerek zarara yol açan kamu görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/12/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 24/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 29/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Ticaret Odasının 24/1/2005 tarihli faaliyet belgesine göre 2/5/1977 tarihinden beri kuyumculuk yapmakta olup "Hakimiyeti Milliye Caddesi No:96 Üsküdar/İSTANBUL" adresinde ticari faaliyetlerini sürdürmektedir. Başvurucu İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfemhatun Mahallesinde bulunan 435 ada 3 parsel sayılı taşınmazın maliki olup tapuda başvurucu adına kayıtlı bu taşınmaz üzerinde 1938 yılında yapılmış iki katlı bir bina bulunmaktadır. Bu taşınmazın adresi de "Hakimiyeti Milliye Caddesi No:7 Üsküdar/İSTANBUL" dur. Başvurucunun Takip Ettiği İdari Süreçler Başvurucu bu binada onarım yapmak için 25/1/1995 tarihinde Üsküdar Belediyesine (Belediye) başvuruda bulunmuş, Belediyece bir cevap verilmemesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 27/3/1997 tarihli ve E.1995/913, K.1997/913 sayılı kararı ile onarım izni istenen yapının onarımının zorunlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline karar vermiş, karar süresi içinde temyiz edilmediğinden 5/8/1997 tarihinde kesinleştirilmiştir. Başvurucu bu tarihten sonra çeşitli tarihlerde yapının onarımı amacıyla Belediyeye başvurularda bulunmuş, Belediyece 6/11/1997 tarihli yazı ile emniyet tedbirlerinin başvurucu tarafından alınması gerektiği, ayrıca taşıyıcı sistem değişikliği için proje tasdiki ve ruhsat alınması gerektiği başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu 13/5/2003 tarihinde proje ve zemin etüd raporunu Belediyeye sunmuştur. Belediye bu defa, taşınmazın 5/9/1997 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planında park ve yol alanında kalması nedeniyle onarım izni vermemiş, 7/5/2004 tarihinde de, imar planına göre park ve yol alanında kalması nedeniyle bu taşınmazın kamulaştırmasına karar vermiştir. Taşınmazın tapu kaydına 7/6/2004 tarihinde kamulaştırma kararı şerh edilmiş, ancak bu kamulaştırma şerhi 8/2/2006 tarihinde terkin edilmiştir. Belediye Encümeninin 5/9/2003 tarihli kararı ile başvurucunun talebi üzerine taşınmazın nitelikleri korunmak kaydıyla anılan taşınmaz yönünden 10 yıl süreyle muvakkat inşaat izni verilmiş, bu izin 12/3/2004 tarihinde tapuya şerh edilmiştir. Ancak başvurucunun taşınmazı üzerinde bulunan iki katlı bu bina, ağır hasarlı olduğu gerekçesiyle ve önceden bir bildirim de yapılmaksızın Belediye tarafından 28/4/2004 tarihinde yıkılmıştır. Başvurucunun Takip Ettiği Yargısal Süreçleri. Ceza Soruşturması Başvurucu, binanın mahkeme kararı ile sabit olan hasarlı durumuna rağmen onarım izni vermeyen kamu görevlileri hakkında 23/7/2003 tarihinde Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının 2005/7344 Soruşturma sayılı dosyasında verilen 21/4/2005 tarihli ve K.2005/35501 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz, Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2005 tarihli ve 2005/674 Müt. sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucunun kanun yararına bozma istemi de Yargıtay Ceza Dairesinin 28/6/2006 tarihli ve E.2005/12896, K.2006/13134 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.ii. Delil Tespiti İstemi Başvurucu onarım için İstanbul İdare Mahkemesinde açtığı davanın kabul edilmesi üzerine Belediyeye başvurduğu 29/8/1997 tarihinden itibaren 7 yıl geçtiğini belirterek bu sürede onarıma izin verilmemesi nedeniyle her iki tarihteki onarım masrafları arasındaki farktan kaynaklanan zararın ve ayrıca onarım izni zamanında verilmediği için maddi zararının tespiti amacıyla 23/1/2004 tarihinde Üsküdar Sulh Hukuk Mahkemesinde delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkemece yapılan keşif sonucu alınan 10/5/2004 tarihli uzman bilirkişi kurulu raporunda, binanın Belediyeye başvuru ile delil tespiti tarihlerine göre onarım bedeli farkı belirtilmiş, ayrıca binanın onarılmaması nedeniyle uğranılan ekonomik kayıplar bu rapor ile 6/9/2004 tarihli ek raporda alternatifli yöntemlerle hesaplanarak gösterilmiştir.iii. Binanın Onarımına İzin Verilmemesi ve Yıkımı Nedeniyle Uğranılan Zararın Tazmini Davası Başvurucu onarımına izin verilmemesi suretiyle binasının kullanılmasına ve gelir sağlanmasına engel olunması, 28/4/2014 tarihinde de binanın kendisine bildirim yapılmaksızın yıktırılması nedeniyle uğradığı zararların tazmini amacıyla 26/1/2005 tarihinde Belediye aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinin 2005/178 esas sayılı dava dosyasında tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, 30/1/2009 tarihli ve E.2005/178, K.2009/183 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, 522 TL tutarındaki maddi tazminatın 29/9/2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat ile manevi tazminat istemlerinin reddine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş, Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2014 tarihli ve E.2012/4467, K.2014/3336 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Uyuşmazlıkta, davacının hakkını ihlal eden işlemin icrası nedeniyle doğan zarardan dolayı icra tarihinden itibaren dava açılmadığı gibi 2577 sayılı Yasanın maddesinde öngörülen başvuru yollarının da kullanılmak suretiyle de tam yargı davası açılması yoluna da gidilmeden, dava açma süresi geçirilerek yıkım işlemi yıkım eylemi olarak nitelendirilerek oluştuğu belirtilen zararın tazmini istemiyle 2004 günü yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 2005 günü açılan davada süre aşımı bulunmaktadır.Bu durumda, davanın süre aşımı yönünden reddi gerekirken, işin esasının incelenmesi suretiyle verilen temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir." Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sisteminden sorgulandığında başvurucunun karar düzeltme talebinde bulunduğu ve karar düzeltme aşamasının ise henüz sonuçlanmadığı görülmektedir.iv. Yıkım Nedeniyle Binadaki Eşyaların Zarara Uğradığı İddiasıyla Açılan Tam Yargı Davası Başvurucu yıkılan binanın duvarındaki kasa içindeki ziynet eşyalarının, binadaki antika eşyaların ve diğer değerli eşyalarının zarar gördüğü iddiasıyla Belediye ile Belediyede görevli H. ve B.A. aleyhlerine 25/4/2005 tarihinde Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme 20/4/2006 tarihli ve E.2005/121, K.2006/91 sayılı kararı ile davalılar H. ve B.A. aleyhlerine açılan davanın husumet yönünden reddine, Belediye aleyhine açılan davanın ise yargı yolu yanılgısı nedeniyle reddine karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/3/2007 tarihli ve E.2007/2313-K.2007/3647 sayılı ilamıyla onanmış, taraflarca karar düzeltme yoluna gidilmediğinden hüküm 31/5/2007 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu bunun üzerine aynı iddialarla 17/9/2007 tarihinde Belediye aleyhine bu defa İstanbul İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, yıkılan bina ve binadaki kasanın zarar gördüğü iddiasıyla aynı Mahkemenin 2005/178 esas sayılı dava dosyasında tam yargı davası açtığını, bu nedenle somut davadaki talebinin kasa içerisindeki eşyalar ve binadaki diğer taşınır mallar ile ilgili olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme 30/1/2009 tarihli ve 30/1/2009 tarihli ve E.2007/1642, K.2009/184 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... davalı idarece İstanbul İdare Mahkemesinin iptal kararı üzerine binanın basit onarım ve tamiri için davacıya izin verilmesi gerekmektedir. Ancak davalı idarece bu iznin çeşitli nedenler ileri sürülerek verilmediği, geçen zaman içinde binanın daha çok yıprandığı ve kullanılamaz hale geldiği görülmektedir. ...Yukarıda yer verilen anlatımlara göre, 1995 yılından itibaren bina için basit onarım ve tamir izni vermeyen, 1997 yılından sonra imar planında park ve yaya yolu alanında kalan parselin kamulaştırılması için gerekli işlemleri yapmayan, park ve yaya yolu fonksiyonu nedeniyle 10 yıllık muvakkat inşaat izni verilen yapıyı malikine hiç haber vermeden yıkan ve enkazını kaldıran davalı Üsküdar Belediye Başkanlığının olayda hizmet kusuru bulunduğu sonucuna varılmıştır. Dava dilekçesinde; 000,00 YTL maddi tazminat olarak talep edilen değerler; kasa içinde, bir adet telkari gümüş kemer, üç adet elmas taşlı yüzük, iki adet elmas taşlı küpe, bir adet elmas tek taşlı kolye ve 14 ayar zinciri, bir tek taş pırlanta yüzük, iki adet 14 ayar zincir, beş adet reşat altın lira, bir adet pırlanta mekik yüzük, bir adet pırlanta mekik yüzük, bir adet hislon marka elmas taşlı bayan kol saati, bir adet elmas gerdanlık; kasa dışında, bir adet 50cmx70 cm ebadında altın yaldızlı oymalı taş ayna, dört adet 18 kollu mum lambalı tunç avize, iki adet 00x90cm ebadında el döğmeli bakır tepsi, bir adet kollu kahve değirmeni, üç adet tuval üzerine yıldız sarayı, küçük kasrı ve Göksu deresini gösterir yağlı boya tablo, bir adet sarı kulpla ayaklı kapaklı el döğmesi bakır kömür mangalı, iki adet sarı kulplu el döğmesi bakır kazan, üç adet gümüş gondol, beş adet gümüş tepsi, kuyumcu sarı vitrin direkleri ve spotları, kuyumcu cila motoru, iki adet yıldız porselen vazo, iki adet ceviz masa, ceviz oymalı büfe olarak belirtilmektedir. Davacı tarafından maddi tazminat olarak talep edilen bu kalemlerin cins, vasıf ve kıymetlerinin tespiti amacıyla Üsküdar Sulh Hukuk Mahkemesinde tespit davası açılmış olup Mahkemesinin E:2004/62 İş sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporunda, mevcut binanın yıkımdan önceki durumunun mali-i inhidam oluşu itibariyle, evvelce onarım ve takviyesinin binanın yıkılmadan yapılması istenmişse de, mevcudun herhangi bir şekilde kullanılmasının sağlıklı olmayacağı açık ve çeşitli raporlarla belirlenmiş olduğundan, herhangi bir ekonomik değerinin olmadığı kanaati belirtilmiştir. Davacının bu bilirkişi raporuna itiraz etmediği görülmektedir. ...... Mahkememizce, kullanılamayacak durumda bulunan, içine dahi girilmesi tehlikeli olan bir binada maddi tazminat olarak talep edilen değerlerin bulundurulmasının hayatın olağan akışına ters olduğu sonucuna varılmıştır. Davacının kuyumcu olduğu da dikkate alındığında, bir kuyumcu esnafının ata yadigarı olduğu belirtilen antika eşyaları ve kıymetli takıları metruk bir binada saklamasınıninandırıcılığı bulunmamaktadır.Kaldı ki, davacı tarafından binada bulunduğu belirtilen söz konusu değerlerin orada olduğuna dair somut bir bilgi ve belge de sunulamamaktadır. Bu duruma göre, davalı Belediyenin binanın yıkımında hizmet kusuru bulunmakla birlikte, yıktırılan binada bulunduğu belirtilen kasanın içinde bulunun kıymetli takılar ile kasa dışındaki diğer menkullerin yıkılan binada bulunduğu ispatlanamadığından maddi tazminattalebi yerinde görülmemiştir. ...Olayda,davacının şeref, haysiyet, onur gibi manevi kişiliğini sarsacak bir idari işlem veya eylemin olmaması karşısındamanevi tazminat ödenmesini gerektirecek şartların oluşmadığı kanaatine varılmakla, bu istemindereddi gerekmektedir." Karar temyiz edilmiş, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 28/5/2012 tarihli ve E.2011/2424, K.2012/3883 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 11/9/2013 tarihli ve E.2012/9669, K.2013/5738 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 28/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa'nın maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:"İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bir kısmı veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik tarafından tespit edilen yapıların sahiplerine tehlike derecesine göre bunun izalesi için belediye veya valilikçe on gün içinde tebligat yapılır. Yapı sahibinin bulunmaması halinde binanın içindekilere tebligat yapılır. Onlar da bulunmazsa tebligat varakası tebliğ yerine kaim olmak üzere tehlikeli yapıya asılır ve keyfiyet muhtarla birlikte bir zabıtla tespit edilir.Tebligatı müteakip süresi içinde yapı sahibi tarafından tamir edilerek veya yıktırılarak tehlike ortadan kaldırılmazsa bu işler belediye veya valilikçe yapılır ve masrafı % 20 fazlası ile yapı sahibinden tahsil edilir.Alakalının fakruhali tevsik olunursa masraf belediye veya valilikçe bütçesinden karşılanır. Tehlike durumu o yapı ve civarının boşaltılmasını icabettiriyorsa mahkeme kararına lüzum kalmaksızın zabıta marifetiyle derhal tahliye ettirilir." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddeleri, 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/102
Başvuru, hasarlı durumdaki binanın onarımına izin verilmemesi, daha sonra muvakkat inşaat izni verildiğinde bildirim yapılmaksızın binanın yıktırılması, ayrıca binada bulunan eşyalara verilen zarar için açılan tazminat davasının reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; bina için onarım izni vermeyerek zarara yol açan kamu görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Habur Gümrük Müdürlüğünce tesis edilen işlemin iptali talebiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 7/6/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 10/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemenin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvurunun bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık 5/2/2015 tarihli yazı ile görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlığın görüş yazısı 17//2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 23/2/2015 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Habur Gümrük Müdürlüğünce başvurucu şirket adına Habur Gümrük Müdürlüğünde tescilli transit beyannameleri muhteviyatı eşyanın tesliminde meydana gelen eksiklikle ilgili olarak 605 TL tutarında gümrük vergisi ve resimlerinin on gün içinde ödenmemesi durumunda 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun maddesi uyarınca, eşyanın alıcısı tarafından verilen teminat mektubunun nakde çevrilmesi suretiyle tahsil edileceği yolunda 11/1/2004 tarihli ve 505 sayılı işlem tesis edilmiş ve işlem 7/2/2004 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/3/2004 tarihinde Gümrük Başmüdürlüğüne itirazda bulunmuştur. İtirazın reddine ilişkin Gümrük Başmüdürlüğü kararı 29/3/2004 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 26/4/2004 tarihinde kararın iptali istemiyle Diyarbakır Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme; 21/9/2004 tarihli ve E.2004/200, K.2004/380 sayılı kararıyla dava konusu işlemin kısmen iptaline, kısmen de reddine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Yedinci Dairesi 14/3/2007 tarihli ve E.2005/11, K.2007/1279 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının reddine ilişkin kısmını onamış, iptaline ilişkin kısmı hakkında ise temyiz isteminin kabulüne karar vermiş, bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusunu da 22/1/2008 tarihli ve E.2007/4459, K.2008/275 sayılı kararı ile reddetmiştir. Bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesi, 9/4/2008 tarihli ve E.2008/208, K.2008/157 sayılı kararıyla davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"4458 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrasında transit eşyası için tahakkuk edebilecek gümrük vergilerinin ödenmesini sağlamak üzere teminat verilmesinin zorunlu olduğu yolunda yer alan hükme göre; transit rejiminde, eşyaya isabet eden gümrük vergi ve resimleri, Yurda giriş esnasında tahakkuk ettirilerek teminata bağlandığından; söz konusu rejim koşullarına aykırı davranılması durumunda, başlangıçta tahakkuk ettirilerek teminata bağlanan ve itirazsız kesinleşen gümrük vergi ve resimlerinin, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun teminatlı alacakların takip ve tahsiline ilişkin hükümleri uyarınca işleme tabi tutulması gerekmektedir.6183 sayılı Kanunun maddesinde de; karşılığında teminat gösterilmiş bulunan amme alacağının vadesinde ödenmemesi durumunda borcun yedi gün içinde ödenmesi, aksi halde teminatın paraya çevrileceği veya diğer şekillerle cebren tahsile devam olunacağının borçluya bildirileceği, yedi gün içinde borç ödenmediği takdirde teminatın bu Kanun hükümlerine göre paraya çevrilerek amme alacağının tahsil edileceği öngörülmüş; aynı Kanunun maddesinde ise, hususi kanunlarda ödeme zamanı tespit edilmemiş amme alacaklarının Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak tebliğinden itibaren bir ay içinde ödeneceği, bu ödeme müddetinin son gününün amme alacağının vadesi günü olduğu hükmüne yer verilmiştir.Yukarıda anılan hükümler birlikte değerlendirildiğinde, önceden teminata bağlanan amme alacağının takip ve tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanunun anılan hükümleri uyarınca tesis edilen dava konusu işlem için idari itiraz yollarına başvurulmaksızın, dava açma süresi içerisinde, doğrudan vergi mahkemesinde dava açılması Yargılama Hukuku kuralları gereğidir. Bu bakımdan, teminata bağlanan vergilerin takip ve tahsili amacıyla, 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilip tebliğ edilen işleme karşı itiraz prosedürüne başvurulmasının dava açma süresini etkilemesi olanaksızdır.Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Dava Açma Süresi" başlıklı maddesinin fıkrasında, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu; fıkrasının (b) bendinde de, bu sürelerin, vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda, tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükme bağlanmıştır.Aynı Kanunun “Üst Makamlara Başvurma” başlıklı maddesinde ise, ilgililer tarafından, idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurunun işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hüküm altına alınmıştır.Olayda, teminat mektubunun nakde çevrilmesi suretiyle tahsil edileceği yolunda tesis edilen işlemin 2004 tarihinde tebliği akabinde başlayan dava açma süresinin 2004 tarihinde gümrük başmüdürlüğüne yapılan itiraz başvurusuyla durduğu, itiraz başvurusunun reddine ilişkin Başmüdürlük kararının 2004 tarihinde tebliği üzerine itiraz edilmekle duran dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayıp, başvurma tarihine kadar geçmiş olan sürenin de hesaba katılmasıyla 2004 tarihinde sona erdiği, buna karşın 2004 tarihinde Mahkememiz kayıtlarına giren dilekçe ile davanın açıldığı anlaşılmıştır.Buna göre, dava açma süresi içinde yapılan itiraz başvurusunun reddi üzerine en geç 2004 tarihinde dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 2004 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-b maddesi uyarınca süre yönünden reddine, " Başvurucu, idari işlemlerde ilgili kişilerin hangi kanun yollarıyla mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiği kuralına Anayasa’nın maddesinde yer verilmesine karşın dava konusu işlemde bu hususların belirtilmediğini ve bu nedenle dava açma süresini kaçırdığını ileri sürerek hükmü temyiz etmiş; Danıştay Yedinci Dairesi 15/3/2010 tarihli ve E.2008/2735, K.2010/1272 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Karar gerekçesi şöyledir:“İlk derece mahkemesi kararlarının, Danıştayca uyuşmazlığın çözümü de gösterilerek bozulması durumunda; kararı bozulan mahkemece, bu karara uyularak yeniden verilecek kararlara karşı yapılacak temyiz başvurularının, bozma kararında yazılı esaslara uygunluğu bakımından incelenmesi gerekir.Dosyanın incelenmesinden; temyize konu vergi mahkemesi kararının, Dairemizin açıklanan nitelikteki bozma kararına uyularak verildiği anlaşıldığından, istemin reddine ve kararın onanmasına,…” Başvurucu karar düzeltme dilekçesinde de aynı iddiayı dile getirmiş ise de Danıştay Yedinci Dairesi yine bu iddia hakkında bir değerlendirme yapmayarak 19/3/2013 tarihli ve E.2010/8508, K.2013/1190 sayılı kararıyla talebi reddetmiştir. Anılan karar 9/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu, Anayasa Mahkemesine 7/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,… Tarihi izleyen günden başlar.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Karşılığında teminat gösterilmiş bulunan amme alacağı vadesinde ödenmediği takdirde, borcun 7 gün içinde ödenmesi, aksi halde teminatın paraya çevrileceği veya diğer şekillerle cebren tahsile devam olunacağı borçluya bildirilir. 7 gün içinde borç ödenmediği takdirde teminat bu kanun hükümlerine göre paraya çevrilerek amme alacağı tahsil edilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3963
Başvuru, Habur Gümrük Müdürlüğünce tesis edilen işlemin iptali talebiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kararına karşı yapılan itirazın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 9/2/2015 ve 6/3/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından 2015/4234 ve 2015/4796 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/2401 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2015/2401 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve İçtüzük'ün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvurucular, çalıştıkları işyerine ait servisle işe gittikleri sırada meydana gelen trafik kazası neticesinde yaralanarak malul kalmıştır. Başvurucular, malul kalmaları nedeniyle uğradıkları zararın tazmini istemiyle çalıştıkları şirket aleyhine 28/8/2001 tarihinde Bursa İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır. İş Mahkemesinin davanın reddi yönünde verdiği kararlar Yargıtay tarafından iki kez bozulmuştur. İş Mahkemesinin bozma kararları doğrultusunda yaptığı yargılamalar sonucundadavanın reddi yönünde verdiği kararların Yargıtay tarafından 25/5/2010 ve 1/6/2010 tarihlerinde onanması ile birlikte yargılamalar sona ermiştir. Başvurucular; makul sürede yargılama yapılmaması, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmaması, kararın gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve ayrıca yaşam, sosyal güvenlik ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM; makul sürede yargılanma hakkının ihlaliyle ilgili şikâyet hususunda başvurucuların 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmesi gerektiğine, diğer şikâyetlerin ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) belirtilen kabul edilebilirlik koşullarının yerine getirilmediğinin saptandığı gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucular, AİHM kararı doğrultusunda Komisyona müracaat etmiştir. Başvurucular Komisyona sundukları dilekçelerinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarını belirtmiş, ayrıca AİHM’e yaptıkları başvurudaki diğer ihlal iddialarına yönelik taleplerini de yinelediklerini ifade etmiştir. Komisyon 10/7/2014 ve 15/7/2014 tarihli kararlarıyla başvuruları sonuçlandırmıştır. Komisyon, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle başvuruculara 800 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Aynı kararlarda, başvurucuların diğer şikâyetleri hakkında AİHM tarafından değişik nedenlerle kabul edilemezlik kararı verilmiş olduğu hatırlatılarak Komisyon tarafından çözüme kavuşturulacak bir şikâyetin bulunmadığı gerekçesiyle 6384 sayılı Kanun’un maddesi gereğince diğer talepler reddedilmiştir. 10/7/2014 ve 15/7/2014 tarihli Komisyon kararlarında ayrıca başvurucuların tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz haklarının bulunduğu belirtilmiştir. Komisyon kararı 25/9/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular anılan karara karşı 10/10/2014 tarihinde Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 10/12/2014, 11/12/2014, 25/12/2014 tarihli kararlarıyla itirazları süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararların gerekçesinde, on beş günlük itiraz süresinin Komisyon kararının tebliğ tarihinden itibaren başladığı vurgulanmıştır. Komisyon kararının 25/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edildiği, bu itibarla en geç 9/10/2014 tarihine kadar itiraz edilmesi gerekirken 10/10/2014 tarihinde kayda giren dilekçe ile yapılan itirazın süresinde olmadığı belirtilmiştir. Nihai kararlar 9/1/2015 ve 4/2/2015 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 9/2/2015 ve 6/3/2015 tarihlerinde ve süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6384 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" Gün ile belirlenen süreler, tebligatın yapıldığının ertesi günü işlemeye başlar." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" Süreler gün olarak belirlenmiş ise tebliğ veya tefhim edildiği gün hesaba katılmaz ve süre son günün tatil saatinde biter."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2401
Başvuru, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu kararına karşı yapılan itirazın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, görevlendirme işleminin iptal edilmesi üzerine yargı kararının icra edilmemesi ve daha sonra açılan davalarda keyfî kararlar verilmesi nedenleriyle maddi ve manevi bütünlüğünü koruma hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölümün 14/10/2014 ve 27/1/2016 tarihli kararlarıyla kişi yönünden hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle 2014/261 ve 2014/262 sayılı başvuruların 2014/260 sayılı başvuru ilebirleştirilerek incelenmesine ve 2014/261 ile 2014/262 sayılı başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 7/2/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Afyon Kocatepe Üniversitesinde genel sekreter kadrosunda görev yapmakta iken iradesi dışında görevden alındığını ileri sürdüğü 16/3/2007 tarihli dilekçesine istinaden 19/3/2007 tarihli Rektörlük işlemiyle Basın ve Halkla İlişkiler biriminde geçici olarak görevlendirilmiştir. Başvurucunun anılan işlemin kaldırılarak eski görevine iadesi amacıyla yaptığı başvurunun 25/2/2011 tarihli işlemle reddi üzerine ret işleminin iptali istemiyle açtığı davada Afyonkarahisar İdare Mahkemesi 4/5/2011 tarihli ve E.2011/229, K.2011/538 sayılı kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiş, karar kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Bakılan davada, davacı 2547 sayılı Yasanın 13/b-4 maddesine istinaden 2007 tarihinde Basın ve Halkla İlişkiler biriminde geçici görevlendirilmekle birlikte görevlendirmenin belli bir süre ile sınırlandırılmadığı gibi geçici görevlendirmenin üzerinden uzun bir müddet geçmiş bulunmasına karşın görevlendirme şartlarının sona erip ermediği noktasında davalı idare tarafından bir değerlendirmediği görülmektedir.Bu durumda geçici görevlendirmenin belli bir süre ile sınırlandırılmaması, yukarıda açıkça belirtilen geçici görevlendirme müessesi koşullarının devam edip etmediğinin idarece somut bir biçimde ortaya konulamamış olması karşısında davaya konu işlemde bu yönlerdenkamu yararı ve hizmet gereklerine uyarlık görülmemiştir." Anılan Mahkeme kararı üzerine Rektörlük Personel Daire Başkanlığının 9/6/2011 tarihli işlemiyle başvurucu hakkında tesis edilmiş olan 19/3/2007 tarihli görevlendirme iptal edilmiş, 10/6/2011 tarihli işlemle de başvurucu altı ay süre ile koordinatör olarak Ahmet Karahisari Kampüsü'nde görevlendirilmiştir. Başvurucunun bu işleme karşı açtığı iptal davası, Afyonkarahisar İdare Mahkemesinin 17/11/2011 tarihli ve E.2011/745, K.2011/1209 sayılı kararı ile reddedilmiş;karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 1/4/2013 tarihli ve E.2012/145, K.2013/2659 sayılı kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 24/10/2013 tarihli ve E.2013/6694, K.2013/7186 sayılı kararıyla reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesi şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Afyon Kocatepe Üniversitesi bünyesinde Genel Sekreter olarak görev yaptığı, Meslek Yüksekokulları Koordinatörlüğü'nün 2011 tarih ve 4863 sayılı yazısı ile Rektörlük Makamından, Koordinatörlükleri görev alanı içerisinde yer alan Afyon Meslek Yüksekokulu'nun Karahisari kampüsüne taşınması, aynı kampüs içerisinde yapılması planlanan diğer faaliyetlerin kontrolü ve sağlıklı bir şekilde koordinesi için, yönetim ve planlama konusunda tecrübe sahibi bir personelin, Karahisari kampüsünde görevlendirilmesine ihtiyaç duyulduğu belirtilerek görevlendirme talep edilmesi üzerine 2011 tarih ve 3557 sayılı Rektörlük işlemiyle 2547 sayılı Yasanın 13/b-4 maddesi uyarınca 6 ay süre ile Koordinatör olarak Ahmet Karahisari Kampüsü Devlet Konservatuarı Müdürlüğü'nde görevlendirildiği, anılan işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bakılan davada, Afyon Meslek Yüksekokulu'nun Karahisari kampüsüne taşınması sırasında yürütülecek faaliyetlerin koordinesi için yönetim ve planlama konusunda tecrübe sahibi bir personele ihtiyaç duyulması üzerine üniversite bünyesinde Genel Sekreter olarak görev yapan davacının geçici görevlendirilmesine ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği ve işlemde makul bir süreye de yer verilerek altı ay süre ile görevlendirildiği dikkate alındığında işlemde kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bu durumda, Afyon Kocatepe Üniversitesi bünyesinde Genel Sekreter olarak görev yapan davacının, 2547 sayılı Yasanın 13/b-4 maddesi uyarınca 6 ay süre ile Koordinatör olarak Ahmet Karahisari Kampüsü Devlet Konservatuarı Müdürlüğü'nde görevlendirilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucunun Afyonkarahisar İdare Mahkemesinin 4/5/2011 tarihli ve E.2011/229, K.2011/538 sayılı kararının uygulanmadığından ve başka bir görevlendirme işlemi tesis edilmek suretiyle etkisiz kılındığından bahisle uğradığını ileri sürdüğü 000 TL manevi zararının tazmini istemiyle açtığı dava, Afyonkarahisar İdare Mahkemesinin 29/12/2011 tarihli ve E.2011/761, K.2011/1421 sayılı kararıyla reddedilmiş; karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 1/4/2013 tarihli, E.2012/2565, K.2013/2660 sayılı kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 24/10/2013 tarihli ve E.2013/7026, K.2013/7187 sayılı kararıyla reddedilmiştir.İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesi şöyledir:"Bakılan davada, Afyon Kocatepe Üniversitesi bünyesinde Genel Sekreter kadrosunda görev yapmakta iken 2007 tarihli dilekçesine istinaden 2007 tarihli Rektörlük işlemi ile Basın ve Halkla İlişkiler biriminde geçici olarak görevlendirilen davacının, görevlendirme işleminin iptal edilerek asli kadrosu olan Genel Sekreterlik görevine iade edilme istemiyle yaptığı başvurunun 2011 tarih ve 996 sayılı işlemle reddi üzerine bu işleme karşı açtığı davada Mahkememizin 2011 tarih ve E:2011/229,K:2011/538 sayılı kararıyla geçici görevlendirmenin belli bir süre ile sınırlandırılmaması ve geçici görevlendirme müessesi koşullarının devam edip etmediğinin idarece somut bir biçimde ortaya konulamamış olması gerekçeleriyle dava konusu işlemin iptaline karar verildiği,2011 tarihinde idareye tebliğ edilen kararın 2011 tarih ve 3454 sayılı işlemle davacının Basın ve Halkla İlişkiler birimindeki geçici görevlendirilmesine son verilerek uygulandığı, Meslek Yüksekokulları Koordinatörlüğü'nün 2011 tarih ve 4863 sayılı yazısı ile Rektörlük Makamından, Koordinatörlükleri görev alanı içerisinde yer alan Afyon Meslek Yüksekokulu'nun Karahisari kampüsüne taşınması, aynı kampüs içerisinde yapılması planlanan diğer faaliyetlerin kontrolü ve sağlıklı bir şekilde koordinesi için, yönetim ve planlama konusunda tecrübe sahibi bir personelin, Karahisari kampüsünde görevlendirilmesine ihtiyaç duyulduğu belirtilerek görevlendirme talep edilmesine istinaden Mahkememiz kararının gerekçesine uygun olarak ve ihtiyaç üzerine davacının bu kez 2011 tarih ve 3557 sayılı Rektörlük işlemiyle 2547 sayılı Yasanın 13/b-4 maddesi uyarınca 6 ay süre ile Koordinatör olarak Ahmet Karahisari Kampüsü Devlet Konservatuarı Müdürlüğü'nde görevlendirildiği, bu işleme karşı açılan davanın da Mahkememizin 2011 tarih ve E:2011/745, K:2011/1209 sayılı kararıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.Buna göre,davacı tarafından uygulanmadığı ve etkisiz kılındığı ileri sürülen Mahkememizin 2011 tarih ve E:2011/229,K:2011/538 sayılı kararının 2011 tarih ve 3454 sayılı işlemle uygulandıktan sonra kararın gerekçesine uygun olarak yapılan değerlendirme ve ihtiyaca istinaden davacının 6 ay süreyle geçici olarak görevlendirildiği ve bu işleme karşı açılan davada da işlem hukuka uygun bulunarak davanın reddine karar verildiği anlaşılmakla, kararın uygulanmadığı ve etkisiz kılındığından bahisle istenilen manevi tazminata ilişkin isteminin kabulüne hukuken olanak bulunmamaktadır." Afyon Meslek Yüksek Okulunun Ali Çetinkaya Kampüsünden Ahmet Karahisari Kampüsüne taşınması işlemlerinde koordinasyon çalışmalarında bulunmak üzere sekiz ay süre ile görevlendirilmesine ilişkin 12/12/2011 tarihli işlemin iptali istemiyle başvurucu tarafından açılan dava, Afyonkarahisar İdare Mahkemesinin 9/5/2012 tarihli ve E.2011/1273, K.2012/457 sayılı kararıyla reddedilmiş; karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 1/4/2013 tarihli ve E.2012/5604, K.2013/2646 sayılı kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 24/10/2013 tarihli ve E.2013/7001, K.2013/7188 sayılı kararıyla reddedilmiştir.İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesi şöyledir:"Bakılan davada, Afyon Meslek Yüksekokulu'nun Ahmet Karahisari Kampüsü'ne taşınması için yüksekokulun fiziki kapasitesinin belirlenmesi ve adı geçen kampüsün buna elverişli olup olmadığının koordinesi için yönetim ve planlama konusunda tecrübe sahibi bir personele ihtiyaç duyulması üzerine üniversite bünyesinde Genel Sekreter olarak görev yapan davacının geçici görevlendirilmesine ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği ve işlemde makul bir süreye de yer verilerek sekiz ay süre ile görevlendirildiği dikkate alındığında işlemde kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bu durumda, Afyon Kocatepe Üniversitesi bünyesinde Genel Sekreter olarak görev yapan davacının, 2547 sayılı Yasanın 13/b-4 maddesi uyarınca 8 ay süre ile devam eden koordinasyon çalışmalarında bulunmak üzere Ali Çetinkaya Kampüsü'nde Afyon Meslek Yüksekokulu'nda görevlendirilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Danıştay Sekizinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararları 24/12/2013, 26/12/2013 ve 30/12/2013 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucunun altı ay süre ile Ali ÇetinkayaKampüsü Afyon Meslek Yüksek Okulunda görevlendirilmesine ilişkin 15/8/2012 tarihli işlemin iptali istemiyle açtığı davada Afyonkarahisar İdare Mahkemesi 13/2/2013 tarihli ve E.2012/731, K.2013/124 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiş ise de anılan kararın temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 24/10/2013 tarihli ve E.2013/6635, K.2013/7191 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Danıştay karar gerekçesi şöyledir:"Bakılan davada, davacının 2007 tarihli Rektörlük işlemi ile Basın ve Halkla İlişkiler biriminde yapılan geçici görevlendirme işleminin iptal edilerek asli kadrosu olan Genel Sekreterlik görevine iade edilme isteminde bulunduğu 2011 tarihli başvurusunun, 2011 tarih ve 996 sayılı işlemle reddedilmesi üzerine bu işleme karşı açılan davada Afyonkarahisar İdare Mahkemesinin2011 gün ve E:2011/229, K:2011/538 sayılı iptal kararında yer verilen geçici görevlendirmenin belli bir süreyle sınırlanması gerekçesine uygun olarak davacının sırasıyla önce altı (6), sonra sekiz (8), tekrar altı (6) ay geçici olarak görevlendirildiği görülmekte olup, geçici görevlendirme işlemlerinde belirtilen sürelerin uzunluğu ve birbirini izlemesinden görevlendirmenin süreklilik arz etmeye başladığını ortaya koymakta olup; bu haliyle tesis edilen geçici görevlendirme işleminin davacının asıl görevinden uzaklaştırılması amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, anılan görevlendirme işlemlerinin geçici görevlendirmeden ziyade süreklilik arz eden bir durumun oluşmasına sebep olması ve bu durumun memur için asıl olanın asli kadrosunda çalıştırılması olduğuna yönelik yargısal içtihatlarla çelişmesi, işlemin davacının hizmetine ihtiyaç duyulmasından ziyade davacıyı asıl kadrosu olan genel sekreterlik görevinden uzaklaştırma amacına yönelik olması karşısında, dava konusu işlemin iptali gerekirken, davanın reddine ilişkin Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır." İlk Derece Mahkemesi, bozma kararına uymak suretiyle ve aynı gerekçeyle 30/1/2014 tarihli ve E.2014/66, 2014/56 sayılı kararıyla iptal kararı vermiş ve karar kanun yollarına başvurulmayarak kesinleşmiştir. B. İlgili Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Rektör" kenar başlıklı maddesinin (b) bendinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Gerekli gördüğü hallerde üniversiteyi oluşturan kuruluş ve birimlerde görevli öğretim elemanlarının ve diğer personelin görev yerlerini değiştirmek veya bunlara yeni görevler vermek,”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/260
Başvuru, görevlendirme işleminin iptal edilmesi üzerine yargı kararının icra edilmemesi ve daha sonra açılan davalarda keyfî kararlar verilmesi nedenleriyle maddi ve manevi bütünlüğünü koruma hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: H.K. tarafından, Almanya Hamburg Bölge Mahkemesinin 6/1/2015 tarihli kararıyla başvurucudan 000 euro alacağı olduğu belirtilerek söz konusu kararın tanınması ve tenfizi istemiyle başvurucu aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkemenin 9/3/2017 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Karara karşı başvurucu tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (BAM) 30/10/2017 tarihli kararı ile tanıma ve tenfiz davaları için gerekli usul şartlarının oluştuğu, kamu düzenine aykırı bir yön bulunmadığı ve ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir. Ayrıca anılan kararın hüküm fıkrasında "Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme ve müzakere sonucunda kararın tebliğinden itibaren 1 aylık süre içerisinde Yargıtay nezdinde temyiz kanun yolu açık olmak üzere" ifadesiyle kanun yoluna başvuru süresi ve şekli taraflara gösterilmiştir. BAM kararı 18/12/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından kararın 8/1/2018 tarihinde temyiz edilmesi üzerine BAM'ın 12/1/2018 tarihli ek kararı ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen iki haftalık yasal süre geçtikten sonra temyiz isteminde bulunulduğu belirtilerek temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından ek karar temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 10/5/2018 tarihli kararı ile kararın onanmasına hükmedilmiştir. Karar 15/8/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu 11/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6100 sayılı Kanun'un "Hükmün kapsamı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:...ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini..." 6100 sayılı Kanun'un "İstinaf dilekçesinin reddi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder. (2) Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı veren mahkemece yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar." 20/7/2017 tarihli ve 7035 sayılı Kanun'un maddesiyle birinci fıkrasında yer alan “bir ay” ibaresi “iki hafta” şeklinde değiştirilmiş olan 6100 sayılı Kanun’un "Temyiz edilebilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun'un "Kıyas yoluyla uygulanacak hükümler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun istinaf yolu ile ilgili 343 ilâ 349 ve 352 nci maddeleri hükümleri, temyizde de kıyas yoluyla uygulanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27868
Başvuru, temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda saç kesim işleminin kurumun berberi yerine koridorlarda ve koğuş havalandırma alanlarında yapılması nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edilen, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleşen silahlı darbe teşebbüsü öncesinde öğretmen olan başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütü [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üyesi olduğu gerekçesiyle 9/8/2016 tarihinde tutuklanarak Bitlis E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu 4/8/2018 tarihinde Çorum L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesinin 10/5/2018 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu 13/4/2020 tarihinde Çorum L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak şartıyla tahliye edilmiştir. Başvurucu, Bitlis İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) sunduğu 4/9/2018 tarihli dilekçesinde; Ceza İnfaz Kurumunda 2016 yılının Eylül, Ekim ve Kasım aylarında saç tıraşının Kurumun berberinde yapıldığını, 1/12/2016 tarihinden itibaren saç kesim işleminin Kurumun berberi yerine koridorlar ile koğuş havalandırmalarında yapılmaya başlanıp bunun sadece FETÖ/PDY tutuklularına uygulandığını belirterek ayrımcılığa uğradığını ileri sürmüştür. İnfaz Hâkimliği 8/10/2018 tarihli kararı ile başvurucunun talebini incelemeksizin başvurucunun şikâyeti hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.' şeklindedir. İnfaz hakimliklerinin Ceza İnfaz Kurumlarınca alınan kararlarının genelgeler ve üst normlara uygun olup olmadığı konusunda sınırlı inceleme yetkisi bulunmaktadır.Hüküm özlünün soyut şikayetleri ihtiva ettiği anlaşılan talebi doğrultusunda hakimliğimizce yapılacak bir işlem bulunmadığından karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiş; itirazında İnfaz Hâkimliğinin kararının hukuka aykırı olduğunu, söz konusu şikâyetinin İnfaz Hâkimliğinin görev alanına girip girmediğiyle ilgili olarak yeterli araştırma yapmadığını ve ayrıca karar verilmesine yer olmadığına karar verirken zımni şekilde davanın reddine de karar verdiğini, bu durumun çelişki yarattığını öne sürmüştür. Başvurucunun itirazı Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:''4675 sayılı İnfaz hakimliği kanunun İnfaz Hakimliklerinin görevleri başlıklı Maddesinde sınırlı olarak sayılmış olmakla, hüküm özlü olarak bulunan Mesut Ucuzova'nın 04/09/2018 tarihli dilekçesindeki taleplerinin İnfaz hakimliğinin görevine girmediği anlaşılmakla Bitlis İnfaz Hakimliğinin 21/02/2018tarih ve 2018/275 Es.- 2018/293 Kr. sayılı kararının yerinde olduğu, hüküm özlü tarafından yapılan itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.'' Anılan karar, başvurucuya 12/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 20/6/2019 tarihli ek beyan dilekçesinde, hukuka aykırı işlem yapan kişiler hakkında 4/9/2018 tarihinde Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı başvuruda da saç kesimlerinin Kurumun berberi yerine koridorlarda ve koğuş havalandırmalarında gerçekleştirildiğinden şikâyet ettiğini belirtmiştir. Başvurucu; Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığının 12/11/2018 tarihli kararıyla Kurum personeli hakkında görevi ihmal suçundan yapılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, Bitlis Sulh Ceza Mahkemesince de 26/5/2019 tarihinde itirazının reddedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bunun sadece FETÖ/PDY tutuklularına uygulandığını belirterek ayrımcılığa uğradığını, bu durumun nefret ve ayrımcılık suçunu oluşturduğunu ileri sürmüştür. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. Yaser Özoğlu, B. No: 2018/2577, 21/4/2021, §§ 17- 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"MADDE – Şikâyet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikâyet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir.Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında re’sen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşmede düzenlenen hakları ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlalin bir resmi sıfatla tasarrufta bulunan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olması dikkate alınmaksızın, ulusal bir makam önünde etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkına sahip olacaktır."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37208
Başvuru, ceza infaz kurumunda saç kesim işleminin kurumun berberi yerine koridorlarda ve koğuş havalandırma alanlarında yapılması nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; iptal davasında verilen kararda yürürlükte olmayan yönetmelik hükümlerinin dayanak alınması, konuyla ilgili ve yeterli gerekçelere yer verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı İzmir'in Karaburun ilçesinde ikamet ettiklerini, bir kısmı da ikamet etmemekle birlikte ilçe sınırları içinde mülk sahibi olduklarını beyan etmektedir. Özel bir şirket, İzmir'in Karaburun ilçesi Haseki-Sarpıncık-Kızılcadağ mevkiinde rüzgâr enerji santrali (RES) kurmak üzere 19/2/2014 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvuruda bulunmuş; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yaptığı inceleme sonucu 13/1/2015 tarihinde proje için "Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu." şeklinde karar vermiştir. ÇED kararından haberdar olan başvurucular 26/2/2015 tarihinde işlemin iptali istemiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine İzmir İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; proje hakkında kümülatif etki değerlendirmesinin yapılmadığını, bölgede faal olan veya faaliyete alınacak diğer santrallerle birlikte ortaya çıkacak olumsuz etkinin daha da arttığını, proje bazında önemsenmeyen bu etkilerin tüm projelerin etkileri bir araya geldiğinde son derece önemli hâle geldiğini ifade etmiştir. Başvurucular ayrıca halkın katılımı toplantısının yapılmadığını, proje kapsamında kurulacak türbinlerin yaşam alanlarına çok yakın olduğunu, gölge titreşimi, tozlanma, gürültü ve erozyon etkisi yönlerinden yapılan tespitlerin gerçeği yansıtmadığını, mera, tarım, orman, birinci derece doğal sit ve zeytinlik sahaları üzerinde planlandığını, inşaat ve işletme faaliyeti nedeniyle ekosistem ve biyolojik çeşitliliğin yok edildiğini, raporda elektromanyetik dalgaların sınır değerlerinin hesaplanmadığını, projeden etkilenecek kuş türleri bakımından yaşanacak risklere yönelik ciddi bir çalışmanın yapılmadığını belirtmiştir. Yatırımcı şirket de davaya müdahil olarak katılmıştır. İdare Mahkemesi 6/7/2015 tarihinde proje alanına yönelik olarak keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Elektrik mühendisliği, çevre mühendisliği ve biyoloji bölümü öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan raporda;- Proje bölgesinde maki elementleri (yastık oluşturan veya çalı formundaki bitkiler), kültür alanları (zeytin ağaçları, bağ, bahçe tarım alanları), kıyı kesimlerde fok üreme alanları, mikroflora (mikroskopik canlılar, mantarlar, bakteriler vb.) habitat sınıflarının belirlendiği, çevrede zeytin ağaçları içeren özel mülklerin ve yerleşim alanlarının bulunduğu,- Karaburun Yarımadası'nın ortasından iki kuş göç yolunun geçtiği, her yıl 000 civarında kuşun ziyaret ettiği İzmir Kuş Cenneti'ne bu göç yolları üzerinden ulaşıldığı, proje bölgesi dağlık ve tepelerden oluştuğundan bölgede kuş göç darboğazlarının olma ihtimalinin bulunduğu, bu yolların kesin olarak belirlenmesi için ilkbahar ve sonbaharda kuş göç hareketlerinin gözlemlenmesi gerektiği ancak projede böyle bir tespitin mevcut olmadığı,- Bölgenin gerçek flora-fauna varlığını belirlemek için birbirini takib eden dört mevsim gözlenmesi ve numune alınması gerektiği, projenin 2013 yılında yapılan ekosistem değerlendirme raporunda sadece Ekim ve Kasım aylarında gözlem yapıldığı belirtildiğinden yapılan gözlemlerin yeterli olamayacağı,- Planlanan rüzgâr santrallerinin teknik şartlara uygun tasarlandığı ancak teknik bir projenin hayata geçmesi için ekolojik olarak kabul edilebilir olması gerektiği, yarımadada bulunan mevcut rüzgâr türbinlerinin kümülatif olarak çevre etki değerleri dikkate alındığında zaten yarımadanın büyük bir alanını kaplamış olan rüzgâr santralleri var iken yeni bir projenin daha bu alanda faaliyete geçmesi ile özgün, bakir alanlar içeren ve oldukça zengin bir biyoçeşitliliği barındıran yarımadada yaşayan canlıların sığınacağı başka bir yaşam alanının kalmayacağı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi dosyada bulunan bilgi ve belgeler ile bilirkişi raporunu inceleyerek 22/10/2015 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir. Karar gerekçesinde projenin yer aldığı yarımadanın doğal yapısı, coğrafi konumu ile mevcut rüzgâr türbinlerinin kümülatif olarak çevre etki değerleri dikkate alındığında yeni bir projenin bu alanda faaliyete geçmesinin özgün, bakir alanlar içeren ve oldukça zengin bir biyoçeşitliliği barındıran yarımadada yaşayan canlıların sığınacağı başka bir yaşam alanı bırakmayacağı sonucuna varılarak dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Anılan karar davalı Bakanlık ve müdahil şirket tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Ondördüncü Dairesi 29/3/2016 tarihli kararıyla öncelikle başvuruculardan Habibe Ayşe Danacı, Fatma Akyol, Tümay Teker ve Şerif Akçay'ın isimlerinin ilk dava dilekçesinde yer almadığını, dilekçe ret kararı üzerine yenilenen dava dilekçesinde ilk defa isimlerine yer verildiğini bu durumun bu kişilere davacı sıfatı kazandırmayacağını ve söz konusu kişiler bakımından davanın esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığını belirterek adı geçen kişilerin davacı konumundan çıkarılmasına karar vermiştir. Daire, diğer davacılar yönünden ise işin esasını incelemiş ve İdare Mahkemesi kararının bozulmasına ve davanın kesin olarak reddine oyçokluğuyla hükmetmiştir. Kararda, bilirkişi raporundaki tespitlere ve müdahil şirketin rapora itiraz kapsamında bu tespitlere yönelik cevaplarına yer verilmiştir. Buna göre müdahil şirketin kuşların göç hareketleriyle ilgili olarak proje kapsamında hazırlanan ve Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü tarafından onaylanan ekosistem değerlendirme raporu, peyzaj onarım planı ve ornitolojik-ekolojik değerlendirme raporuna göre türbinlerin inşa aşamasından başlayarak iki sene süreyle göç dönemlerinde en az on beşer gün izleme suretiyle faaliyetin kuşlar üzerindeki etkilerini araştıracağını, düzenli olarak altı aylık raporlar hazırlayacağını, faaliyetin üremesi muhtemel türler ve göçmen türler üzerinde tehlike oluşturacağının tespiti durumunda türbinleri bu türlerin üreme ve göç döneminde durduracağını, gerekli görülmesi hâlinde sökeceğini taahhüt ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca şirketin yaban hayatı izleme programı ve izleme raporlarını yetkili kurumlara sunacağını, hazırlanan nihai peyzaj onarım planı raporu ile ornitolojik-ekolojik değerlendirme raporunda belirtilen tüm öneri ve tedbirler ile izleme sırasında ve sonucunda istenecek tüm ilave tedbirleri alacağını beyan ederek bilirkişi raporundaki eleştirilerin soyut nitelikte olduğu ve bilimsel herhangi bir temelinin bulunmadığı şeklinde yanıt verdiği açıklanmıştır. Şirketin son olarak ÇED Raporu Genel Formatı'nda birden fazla proje bulunması hâlinde kümülatif etki değerlendirme çalışmasının zorunlu olduğuna dair hüküm bulunmadığı, projenin RES Projesi olduğu ve doğal rüzgârdan enerji üretiminin gerçekleştirileceği, ayrıca 3 m/sn.den düşük, 25/m/sn.den yüksek rüzgâr hızlarında türbinlerin devre dışı kaldığı, topoğrafik yapı itibarıyla mevcut ve planlanan RES'lerin tepelerde ve sırtlarda bulunması, projelerin ve türbinlerin birbirlerine olan uzaklıklarının fazla olması sebebiyle kümülatif değerlendirme yapılmasına gerek görülmediği şeklinde cevap verdiği belirtilmiştir. Dairenin bu verilerden hareketle oluşturduğu kararın gerekçesi şöyledir:"Buna göre; temyize konu İdare Mahkemesi kararında ve hükme esas alınan bilirkişi raporunda; Karaburun Yarımadasında yer alan proje dışındaki diğer mevcut RES santrallerinin, yarımadanın büyük bir kısmını kapladığı, yeni yapılacak santrallerin de devreye girmesiyle rüzgar türbinlerinin kümülatif olarak çevresel etkileri dikkate alındığında, canlıların sığınacağı başka bir yaşam alanının kalmayacağı belirtilmiş ise de;yukarıda yer verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde proje sahiplerine gerçekleştirmeyi planladıkları projenin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerini, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemleri içeren ÇED raporu hazırlatılması yükümlülüğü getirilmiş olup, EK 3'te yer alan Genel Formatta projenin olası çevresel etkilerinin alanda mevcut ve/veya planlama aşamasında olan diğer projelerin çevresel etkileri ile değerlendirilmesine dair kümülatif etki çalışması yapılması yönünde bir yükümlülük öngörülmemektedir.Öte yandan; Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporundaki diğer tespitlerin, soyut ve genel nitelikte birtakım çekince ve öngörülere dayandığı, raporda yer verilen hususlarla ilgili hangi önlem veya taahhüdün yetersiz olduğu, hangi hususların, hangi açıdan tehlike arz ettiği, ÇED Raporunun hatalı veya yetersiz olduğuna ilişkin, proje yerinde yapılmış gözlem ve incelemelere dayalı somut ve teknik tespitlere yer verilmediği görülmektedir.Bu durumda; Mahkeme kararına dayanak oluşturan bilirkişi raporunda yer verilen tespit ve değerlendirmelerin, uyuşmazlık konusu 'ÇED Olumlu' kararına esas ÇED Raporunun hatalı veya eksik olduğunu ortaya koyabilecek mahiyette, somut ve teknik verilerle desteklenmemiş olması, bilirkişi raporunda, soyut ve genel nitelikte birtakım çekince ve öngörülere yer verilmiş olması, anılan raporda eksiklik olarak belirtilen hususların ise ÇED Raporunu kusurlandırmaya yeterli olmaması karşısında, yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerine uygun olarak hazırlanan ÇED Raporuna dayanılarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık, bu işlemi iptal eden İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmamaktadır." Karara katılmayan üye, temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 16/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 18/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İzmir İdare Mahkemesinin 22/10/2015 tarihli iptal kararı üzerine revize edilen Sarpıncık Rüzgâr Enerji Santrali Projesi için bu kez 20/11/2015 tarihli ÇED olumlu kararı tesis edilmiştir. Başvurucuların sözü edilen işlemin iptali istemiyle açtıkları dava İzmir İdare Mahkemesinin 2/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme karar gerekçesinde; Danıştay Ondördüncü Dairesinin 29/3/2016 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararının bozulduğunu ve davanın reddine karar verildiğini, dolayısıyla 13/1/2015 tarihli ÇED olumlu kararının hukuki varlığını koruduğunu, bu hâliyle dava konusu ÇED olumlu kararının alınmasına dayanak teşkil eden İdare Mahkemesi kararında belirtilen eksikliklerin mevcut olmadığını, hukuka uygun olduğu yargı kararı ile belirlenen ÇED olumlu kararının revize edildiğinden bahisle alınan dava konusu ÇED olumlu kararında da hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Ondördüncü Dairesinin 4/7/2017 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucular bunun üzerine 11/9/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyonu, 2017/34611 bireysel başvuru numarasıyla incelenen başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna 4/6/2018 tarihinde karar vermiştir. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Bu Kanunda geçen terimlerden;Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı,…Çevresel etki değerlendirmesi: Gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları, …İfade eder.” 2872 sayılı Kanun'un “Çevresel etki değerlendirilmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımı şöyledir:"Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir." 17/7/2008 tarihli ve 26939 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin (2008 tarihli Yönetmelik) “Tanımlar ve kısaltmalar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmelikte geçen; ...ç) Çevresel etki değerlendirmesi başvuru dosyası: Bu Yönetmeliğin EK-III’ünde yer alan Genel Formatı esas alınarak hazırlanan dosyayı,d) Çevresel etki değerlendirmesi genel formatı: Gerçekleştirilmesi planlanan, bu Yönetmeliğin EK-I listesinde yer alan projelerin özelliklerini, yerini, olası etkilerini ve öngörülen önlemleri içeren, projeyi genel boyutları ile tanıtan Çevresel Etki Değerlendirmesi başvuru dosyası hazırlanması sırasında esas alınacak bu Yönetmeliğin EK-III’ündeki genel formatı, ... ifade eder." 2008 tarihli Yönetmelik'in EK-III'ündeki Çevresel Etki Değerlendirmesi Genel Formatı'nın ilgili bölümleri şöyledir:"...Bölüm III: Proje yeri ve etki alanının mevcut çevresel özellikleriÖnerilen proje nedeniyle kirlenmesi muhtemel olan çevrenin; nüfus, fauna, flora, jeolojik ve hidrojeolojik özellikler, doğal afet durumu, toprak, su, hava, (atmosferik koşullar) iklimsel faktörler, mülkiyet durumu, mimari ve arkeolojik miras, peyzaj özellikleri, arazi kullanım durumu, hassasiyet derecesi (EK-V’deki Duyarlı Yöreler listesi de dikkate alınarak) ve yukarıdaki faktörlerin birbiri arasındaki ilişkileri de içerecek şekilde açıklanması.Bölüm IV: Projenin önemli çevresel etkileri ve alınacak önlemler1- Önerilen projenin aşağıda belirtilen hususlardan kaynaklanması olası etkilerinin tanıtımı. (Bu tanım kısa, orta, uzun vadeli, sürekli, geçici ve olumlu olumsuz etkileri içermelidir.)a) Proje için kullanılacak alan,b) Doğal kaynakların kullanımı,c) Kirleticilerin miktarı, (atmosferik şartlar ile kirleticilerin etkileşimi) çevreye rahatsızlık verebilecek olası sorunların açıklanması ve atıkların minimizasyonu.2- Yatırımın çevreye olan etkilerinin değerlendirilmesinde kullanılacak tahmin yöntemlerinin genel tanıtımı.3- Çevreye olabilecek olumsuz etkilerin azaltılması için alınması düşünülen önlemlerin tanıtımı. ..." 3/10/2013 tarihli ve 28784 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin (2013 tarihli Yönetmelik) “Tanımlar ve kısaltmalar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmelikte geçen; ...ç) Çevresel etki değerlendirmesi başvuru dosyası: EK-3’te yer alan Genel Formatı esas alınarak hazırlanan dosyayı,d) Çevresel etki değerlendirmesi genel formatı: Gerçekleştirilmesi planlanan, EK-1’de yer alan projelerin özelliklerini, yerini, olası etkilerini ve öngörülen önlemleri içeren, projeyi genel boyutları ile tanıtan ÇED başvuru dosyası hazırlanması sırasında esas alınacak EK-3’teki genel formatı, ... ifade eder." 2013 tarihli Yönetmelik'in “Yürürlükten kaldırılan yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) 17/7/2008 tarihli ve 26939 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır." 2013 tarihli Yönetmelik'in “Geçiş süreci” kenar başlıklı Geçici maddesi şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin yürürlük tarihinden önce, ÇED Başvuru Dosyası/Proje Tanıtım Dosyası Valiliğe ya da Bakanlığa sunulmuş projelere başvuru tarihinde yürürlükte olan Yönetmelik hükümleri uygulanır." 2013 tarihli Yönetmelik'in EK-3'ündeki Çevresel Etki Değerlendirmesi Genel Formatı'nın ilgili bölümleri şöyledir:"...Bölüm II: Proje Yeri ve Etki Alanının Mevcut Çevresel ÖzellikleriProje alanının ve önerilen proje nedeniyle etkilenmesi muhtemel olan çevrenin; nüfus, fauna, flora, jeolojik ve hidrojeolojik özellikler, doğal afet durumu, toprak, su, hava, atmosferik koşullar, iklimsel faktörler, mülkiyet durumu, mimari ve arkeolojik miras, peyzaj özellikleri, arazi kullanım durumu, hassasiyet derecesi (EK-5’deki Duyarlı Yöreler Listesi de dikkate alınarak) benzeri özellikleriBölüm III: Projenin İnşaat ve İşletme Aşamasında Çevresel Etkileri ve Alınacak ÖnlemlerProjenin;a) Çevreyi etkileyebilecek olası sorunların belirlenmesi, kirleticilerin miktarı, alıcı ortamla etkileşimi, kümülatif etkilerin belirlenmesib) Sera gazı emisyonların belirlenmesi ve iklim değişikliğine etkileric) Projenin çevreye olabilecek olumsuz etkilerinin azaltılması için alınacak önlemlerç) İzleme Planı (inşaat dönemi) ..." 25/11/2014 tarihli ve 29186 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin (2014 tarihli Yönetmelik) “Yürürlükten kaldırılan yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) 3/10/2013 tarihli ve 28784 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır." 2014 tarihli Yönetmelik'in “Geçiş süreci” kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin yürürlük tarihinden önce, ÇED Başvuru Dosyası/Proje Tanıtım Dosyası Valiliğe ya da Bakanlığa sunulmuş projelere bu Yönetmeliğin lehte olan hükümleri ve/veya başvuru tarihinde yürürlükte olan Yönetmelik hükümleri uygulanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13031
Başvuru, iptal davasında verilen kararda yürürlükte olmayan yönetmelik hükümlerinin dayanak alınması, konuyla ilgili ve yeterli gerekçelere yer verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, “yağma” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/3/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 15/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 21/12/2001 tarihinde hırsızlık şüphesi ile yakalanmış ve aynı tarihte ifadesi alınarak serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 27/12/2001 tarih ve E.2001/24538 sayılı iddianamesi ile "yankesicilik suretiyle hırsızlığa tam teşebbüs" suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi, 12/12/2005 tarih ve E.2002/47, K.2005/1208 sayılı kararı ile suçun "silahlı gasp" kapsamında kaldığı gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın görevli ve yetkili Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi, 5/12/2007 tarih ve E.2006/67, K.2007/486 sayılı kararı ile başvurucunun, "yankesicilik suretiyle hırsızlığa tam teşebbüs ve görevli memura direnme" suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/6/2012 tarih ve E.2008/13055, K.2012/12723 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece, 18/6/2013 tarih ve E.2012/198, K.2013/155 sayılı karar ile başvurucunun "yağma" suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2970
Başvurucu, “yağma” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle doktorluk mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra 25/10/2017 tarihinde yapılan dönem devlet hizmeti yükümlülüğü kurası sonucunda Şanlıurfa Viranşehir Devlet Hastanesine doktor olarak yerleştirmesi yapılmıştır. 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca başvurucu hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması yapılmamıştır. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali talebiyle 15/5/2018 tarihinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 3/10/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucunda 2012 yılında PKK/KCK terör örgütü gençlik yapılanması DYGM içinde faaliyet gösterdiğine ilişkin bilgiye ulaşıldığı, başvurucunun silahlı terör örgütü içinde faaliyet gösterme şeklinin yürüteceği kamu hizmetinin niteliği ile bağdaşmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, karara karşı 16/11/2018 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 25/1/2019 tarihinde istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 6/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7721
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle doktorluk mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sermaye şirketi başvurucunun adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; Gümrük ve Ticaret Bakanlığı aleyhine Danıştay Yedinci Dairesinde açtığı davada, adına tescilli 10/10/2014 tarihli gümrük giriş beyannamesi ile serbest dolaşıma giriş rejimi kapsamında ihtirazi kayıtla beyan ve ithal edilen eşya için yapılan gümrük vergileri tahakkukuna vaki itirazın reddi üzerine, İstanbul Vergi Mahkemesinin E.2014/3192 sayılı dosyasında açılan davada davalı idarece verilen (birinci) savunma dilekçesinde vergilendirme işleminin dayanağı olarak 7/11/2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 4 seri No.lu Gümrük Genel Tebliği'nin gösterildiğinden bahisle anılan düzenleyici işlemin iptalini talep etmiştir. Dava dilekçesinde başvurucu, adli yardım talebinde bulunmamış ve harcı yatırmıştır. Danıştay Yedinci Dairesi 11/12/2017 tarihli kararla; anılan düzenlemenin 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun maddesinin yedinci fıkrasında ve 2/7/1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'de verilen yetkiye dayanılarak çıkarıldığı ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kuruluna temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu; faaliyetlerinin durduğunu, fiilen çalışmadığını, kendisinin ve temsilcinin yargılama giderlerini ödeyebilecek durumunun olmadığını, hiçbir mal varlığının da bulunmadığını belirterek adli yardım kurumundan yararlandırılmasını talep etmiştir. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu 23/10/2018 tarihinde adli yardım talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Kendisiyle ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, davanın gerektirdiği giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda olan ve davası ile savunmasında haklı olduğu yolunda kanaat uyandıran gerçek kişiler adli yardım talebinde bulunabilecektir.Tüzel kişilerin adli yardımdan yararlanabilmesi için, kamuya yararlı dernek veya vakıf statüsünde olması, mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda olması ve davasında haklı görünmesi şartı aranmaktadır.Sermaye şirketi niteliğini haiz davacı yönünden Kanunda aranılan koşullar gerçekleşmediğinden adli yardım isteminin reddine, 2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." Adli yardım talebinin reddi üzerine Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu tarafından toplam 230,90 TL harcın ve 60 TL posta ücreti eksiğinin yatırılması için başvurucuya yazı gönderilmiştir. Belirtilen tutarların yazının tebliğinden itibaren yedi (7) gün içinde yatırılmaması hâlinde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceği bildirilmiştir. Bu yazı 16/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/11/2018 tarihinde belirtilen miktarları yatırmıştır. Başvurucu 17/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru formunda, adli yardımdan yararlandırılmayı da talep etmiştir. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, 26/12/2018 tarihinde temyiz talebinin reddine karar vermiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından 28/2/2020 tarihli ara kararıyla; başvurucunun adli yardım talebinin reddine, başvuru harcının on beş günlük sürede yatırılmasına karar verilmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37357
Başvuru, sermaye şirketi başvurucunun adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 22/11/2019 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye vatandaşı ve 1980 yılı doğumlu olan başvurucu, ülkesindeki savaş ortamından kaçarak 29/10/2019 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu hakkında özel belgede sahtecilik suçunu işlediği isnadıyla 6/11/2019 tarihinde ceza soruşturması başlatılmasının ardından İstanbul Valiliğinin (Valilik) 11/11/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni veya kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine ve idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu 12/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun idari gözetim altına alınma kararına karşı yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/11/2019 tarihli kararıyla kabul edilerek başvurucunun salıverilmesine karar verilmiştir. Bireysel başvuru tarihinden sonra başvurucu hakkında soruşturma merciince 26/11/2019 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmesinin akabinde başvurucunun sınır dışı edilmesine yönelik karar 12/12/2019 tarihinde Valilikçe iptal edilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36856
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, hukuka aykırı idari gözetim kararı verilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında meydana gelen yaralanma olayına ilişkin olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 2014 yılında Ankara Valiliği tarafından 1 Mayıs İşçi Bayramı etkinliklerinin Sıhhiye Meydanı ile Tandoğan Meydanı'nda yapılmasına izin verildiği açıklanmıştır. Kızılay Meydanı'nda toplanan gruba müdahale edilmiştir. Polis memurları tarafından tutulan Olay Tutanağı'nda, Kızılay Meydanı'na doğru yürüyüşe geçen grubun yolu trafiğe kapattığı, çevreye zarar verdiği, polise taş, sopa, havai fişek, soda şişesi fırlattığı, ikazlara rağmen dağılmadığı, bunun üzerine gruba tazyikli su ve gaz sıkılarak orantılı şekilde müdahale edildiği belirtilmiştir. Hacettepe Üniversitesinde öğrenci olan başvurucu 1/5/2014 tarihinde Ankara Kızılay Meydanı'ndaki 1 Mayıs etkinliklerine katılmıştır. Polis müdahalesi sırasında yakalanan ve haklarında işlem yapılan kişiler arasında başvurucu olmamakla birlikte olay günü başvurucunun da müdahale edilen grubun içinde yer aldığı kamu makamları tarafından doğrulanmıştır. Başvurucu 4/5/2014 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvurmuştur. Başvurucu 1/5/2014 tarihinde katıldığı gösteriye müdahale edilmesi sırasında kafasına biber gazi fişeği isabet ettiğini, başının ağrıması ve göz altlarında kararma olması üzerine hastaneye başvurduğunu beyan etmiştir. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince 4/5/2014 tarihinde düzenlenen raporda, başvurucunun alın bölgesinde çökme ve kırık tespit edildiği, hayati tehlikesinin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu, başına isabet eden biber gazı kapsülü ya da plastik mermi ile hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığını belirterek polis memurları ve amirleri hakkında 9/5/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Adli Tıp Kurumu tarafından 16/6/2014 tarihinde düzenlenen raporda, başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, kemik kırığına neden olduğu, frontal sinüs anterior duvardaki kemik kırığının hayati fonksiyonlarını orta derecede etkilediği bildirilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Emniyet Müdürlüğünden olaya ilişkin bilgi istemiştir. 12/8/2014 tarihinde Emniyet Müdürlüğü tarafından verilen cevap yazısında, Valilik makamı tarafından izin verilen diğer meydanlar yerine Kızılay Meydanı'nda toplanan, polise mukavemet eden ve uyarılara rağmen dağılmayan gruplara orantılı olarak gaz ve tazyikli su ile müdahale edildiği, 118 kişinin bu müdahale sırasında yakalanarak haklarında yasal işlem başlatıldığı, başvurucunun ise haklarında işlem başlatılan bu kişiler arasında yer almadığı, kamera görüntülerinin izlenmesinden başvurucunun da polise saldıran grup içinde yer aldığının tespit edildiği bildirilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet Müdürlüğünden ayrıca olay yerinde ve saatinde kayıt yapan kamera görüntülerinin gönderilmesini istemiştir. Bir kısım MOBESE kamera görüntüleri ile olay yerinde bulunan banka şubelerinin dış kamera kayıtları toplanmıştır. Bir kısım MOBESE kamera görüntüsünün ise kayıtların saklama süreleri dolduğu için silindiği gerekçesiyle gönderilmediği tespit edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, olay günü gaz fişeği ya da plastik mermi kullanmakla görevli polis memurlarının listesini istemiştir. Cevap yazılarında, olayda plastik mermi kullanılmadığı bildirilmiş olup biber gazı kullanmaya yetkili görevlilerin listesi bildirilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı isimleri bildirilen bir kısım polis memurunun şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır. Beyanı alınan şüphelilerin tamamı başvurucuyu yaralamadığını ifade etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma kapsamında kamera görüntüleri incelenmesi için bilirkişiye verilmiştir. 14/7/2014 tarihli Bilirkişi Görüntü İzleme Tutanağı'nda, toplam yedi CD'de başvurucunun yaralanma anına ait görüntü bulunmadığı rapor edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 1/10/2014 tarihinde, şüpheli kamu görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Temin edilen kamera kayıtlarından müştekinin şikayetinde belirttiği şekilde yaralanma anına ilişkin görüntüye rastlanmamış olup, bu sebeple ne tür bir cisimle ve nasıl yaralandığı tespit edilememiş,Bu şekildeki delillerin incelenmesi sonucunda, 1-38 noda belirtilen şüphelilerin fiilinden yaralandığına dair delil bulunmadığı gibi, 39-42 noda belirtilen şüphelilerin talimatı üzerine yaralandığına dair kamu davasını açmaya yeterli delil bulunmadığından, şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına..." Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 2/12/2014 tarihinde başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptığı itirazın reddine karar vermiştir. İtirazın reddine dair nihai karar başvurucuya 12/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Şüphelilerin yaralama suçuyla ilgili olarak 1-38 numarada belirtilen şüphelilerin fiilinden yaralandığına dair delil bulunmadığı gibi, 39 -42 numarada belirtilen şüphelilerin talimatı üzerine yaralandığına dair kamu davasını açmaya yeterli delil bulunmadığından, şüpheliler hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair itiraza konu ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın, dayandığı gerekçelerin usül ve yasaya uygun olduğu..." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 3/12/2014 tarihinde, başvurucuyu olay tarihinde vücudunda orta derecede kemik kırığı oluşacak şekilde yaralayan şüpheli veya şüpheliler hakkında daimî arama kararı vermiştir. Daimî arama kararından sonra soruşturmada herhangi bir gelişme yaşanmamıştır. Başvurucu 12/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/831
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında meydana gelen yaralanma olayına ilişkin olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Pakistan uyruklu olan başvurucu 3/2/2016 tarihinde İstanbul Atatürk Hava Hudut Kapısı'ndan yasal olmayan yollarla Türkiye'ye giriş yapmış, geçerli bir seyahat belgesinin bulunmaması nedeniyle bunun tespit üzerine İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Atatürk Havalimanı Şube Müdürlüğüne bağlı kabul edilemez yolcu salonuna alınmıştır. Başvurucu 23/2/2016 tarihinde uluslararası koruma başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru üzerine başvurucu aynı gün Atatürk Havalimanı'nda bulunan İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğüne bağlı uluslararası koruma misafirhanesine yerleştirilmiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 26/2/2016 tarihli işlemi ile başvurucunun uluslarası koruma talebi reddedilmiştir. Başvurucu 26/3/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde uluslararası koruma talebinin Göç İdaresi tarafından reddine dair işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucunun ülkeye girişi uygun görülerek Kastamonu İl Göç İdaresine on beş gün içinde başvurması gerektiği 1/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, belirlenemeyen bir tarihte Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak İstanbul Atatürk Havalimanı'nda idari gözetim altında bulunduğunu belirtmiş ve idari gözetim kararının kaldırılarak salıverilmesini talep etmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği 5/4/2016 tarihli kararında İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünden gelen yazıya göre başvurucu hakkında bir idari gözetim kararı bulunmadığını gözönünde bulundurarak karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 25/5/2016 tarihinde bu kez Bakırköy 7 Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak İstanbul Atatürk Havalimanı'nda idari gözetim altında bulunduğunu belirtmiş ve idari gözetim kararının kaldırılarak salıverilmesini talep etmiştir. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği 30/5/2016 tarihinde başvurucunun bu talebi ile ilgili daha önce Sulh Ceza Hâkimliğince karar verildiğini belirtmiş, mükerrer talep ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu bu kararı 3/6/2016 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 1/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 2/7/2016 tarihinde havalimanından serbest bırakılmıştır. Başvurucu müdafii 26/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçesinde başvurucunun Pakistan'a döndüğünü belirtmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 26/1/2017 tarihinde başvurucunun uluslararası koruma talebinin kabulü ile işlemin iptaline kesin olarak karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. (aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12585
Başvuru, ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölümler tarafından başvurucular hakkındaki sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. 2019/42968 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/9432 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/9432 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiştir. Başvurucular sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde bireysel başvurularda bulunmuştur. Birinci başvurucu gönderdiği dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkeden ayrılmak istediğini belirtmiştir. Diğer başvurucu hakkındaki sınır dışı etme kararının ise Hatay İdare Mahkemesinin 7/1/2020 tarihli kararıyla kesin olarak iptal edildiği anlaşılmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9432
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, polis memurlarının hukuka aykırı ve orantısız güç kullanımı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 20/1/2013 tarihinde, avukat olan başvurucu ve bir grup diğer avukat gözaltına alınan müvekkilleriyle görüşmek amacıyla adliye binasının koridorunda bulundukları sırada Çevik Kuvvet Şubesinde görevli polis memurlarının bariyeriyle karşılaşmışlardır. Başvurucunun da içinde bulunduğu avukat grubunun polis bariyerini aşmaya çalıştığı sırada polis memurları ile aralarında arbede yaşandığı gerek taraf beyanları gerek adliye binası kamera görüntüleriyle sabittir. Başvurucunun yaşanan olaylar sırasında polis memurları tarafından darbedildiği iddiasıyla şikâyetçi olması üzerine olaya ilişkin olarak soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından aynı gün başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporuna göre burun üstünde 0,5x0,2 cm.lik yüzeysel sıyrık, sol el dorsal yüzde 0,3x0,2 cm.lik sıyrık, sağ ön kol iç yüzde yüzeysel abrazyonlar, sağ kol üst iç yanda 0,5 cm.lik ekimoztespit edilmiştir. Başvurucunun alt kıyafetlerinin çıkarılmasına izin vermediği raporda ayrıca belirtilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın geçtiği koridorda bulunan güvenlik kamerası kayıtları bilirkişi marifetiyle incelenmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca adliye binasında bulunan kamera görüntülerinin tespitine ilişkin alınan bilirkişi raporunda "kalabalık bir avukat grubunun ana koridor üzerinde ilerlemek istemelerine barikat kurarak engel olan polisler olduğu, ilerlemelerine izin verilmeyen grubun bina içerisinde slogan attıkları, grup ile emniyet güçleri arasında itişmelerin ve kısa süreli arbedelerin yaşandığı, bir süre sonra bina içerisine takviye polis kuvvetlerinin geldiği" kayıtlıdır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/5/2013 tarihinde, kamera kayıtlarının incelenmesi neticesinde herhangi bir şiddet olayının tespit edilmediği, kamu görevlilerinin meşru ve kanuni zor kullanma yetkileri kapsamında hareket ettikleri gerekçesiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçundan yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine anılan karar, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince 8/7/2013 tarihinde "müştekinin [başvurucu] darp edildiğine dair adli tıp kurumunda muayenesine ilişkin bulgularda yaralanmaların tespit edildiği, yeterli soruşturma yapılmadan takipsizlik kararı verildiği" gerekçesiyle kaldırılmıştır. Dosyayı yeniden ele alan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, görevli polis memurlarının kimlik tespitlerini yapmış ve ifadelerini almıştır. Polis memurları özetle gözaltına alınanların Cumhuriyet savcısı tarafından ifadelerinin alınması sırasında talep üzerine savcının odası önünde önlem aldıklarını, avukat grubunun kalkanlara vurarak ve yüklenerek barikatı aşmaya ve savcının odasına girmeye çalıştığını, bu sırada arbede yaşandığını, yaralanan polis memurları olduğunu, takviye ekip çağırdıklarını, yaşanan arbede sırasında avukat grubundan da yaralananların olmasının mümkün olduğunu, iki avukatın odaya girmesine izin verilmesi sonucunda anlaşma sağlanarak arbedenin sonlandırıldığını ifade etmişlerdir. 11/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:" 2013 günü bir örgüt suçundan dolayı güvenlik ve aşayışamaçlı olarak istanbul adliyesinde şüpheli görevlilerin tedbir aldıkları, Örgüt suçundan adliyeye getirilen kişilerin sorgu ve savunmaları için kendilerine mahsus edilen Kattabekletildikleri, bir kısım şüphelilerin gözaltındaki kişilerin kapı önünde bekledikleri, Gözaltındaki kişilerin avukatları olduklarını söyleyen Bayan ve erkek kalabalık gurubun gelerek Gözaltındaki kişilerin yanlarına girmeye çalıştıkları şüphelilerin izin olmadığı için müsade etmedikleri ...gurubun içeri girmeye çalıştıkları görevlilerin engel olmak için dizildikleri, bir bayan avukatın görevlilerin altından geçip içeri girdiği, ve Burada işkence var diye bağırınca diğer guruptakilerin hareketlenerek hücum ettikleri ve barikatı aştıkları, Bu sırada arbede yaşandığı, polis memurlarından yaralananlar olduğu,telsiz anonsu üzerine diğer yedek bekleyen şüphelilerinde olay mahalline gelerek müdahale ederek güvenliği sağlayabildikleri,Bahse konuolayın gerçekleştiği iddia edilen koridorda bulunan 64, 66, 68, 75 ve 79 numaralı güvenlik kamerası kayıtlarının bilirkişi marifetiyle incelemesi neticesinde görev sınırını aşan herhangi bir şiddet olayının görülmediğinin tespit edildiği, ... Mağdurların alınan raporlarında Basit şekilde yaralanmış bulundukları ve lezyonların görevli memirlara saldırma ve direnme sonucu meydana gelebilecek nitelikte bulundukları,... atılı suçun işlendiğine dair yeterli delil bulunmadığı gibi müsnet suçun yasal unsurlarının da oluşmadığı..." Başvurucunun itirazı, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 16/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun da içinde bulunduğu avukatlar hakkında adliye binası içinde izinsiz toplantı ve gösteri yaparak pankart astıkları ve slogan attıkları, polis memurlarını basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaraladıkları gerekçeleriyle görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince 9/4/2015 tarihinde başvurucun da aralarında bulunduğu avukatların anılan suçlardan beraatlerine karar verilmiş ve karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2853
Başvuru, polis memurlarının hukuka aykırı ve orantısız güç kullanımı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terör örgütü saldırısı sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakınlarının içinde bulunduğu sivil minibüs 16/9/2010 tarihinde Hakkâri'nin Merkez ilçeye bağlı Geçitli köyünden Hakkâri il merkezine doğru hareket etmekte iken (yolun kilometresinde; Geçitli Karakoluna 3, Durankaya Karakoluna 5 ve Üzümlü Karakoluna 5 kilometre uzaklıkta olan bir noktada) terör örgütü tarafından yola döşenen bir mayının patlaması neticesinde kullanılamaz hâle gelmiş ve minibüs içinde bulunan yedisi aynı aileden olmak üzere dokuz kişi olay anında vefat etmiş, bazı vatandaşlar yaralanmıştır. Bölge terörist eylemlerin yaşandığı bir bölgedir. Söz konusu olayda başvurucu Behice Erol ve Cahit Erol'un iki çocuğu, başvurucu Cemile Erol ve Tahir Erol'un çocuğu, başvurucu Ayhan Dayan'ın annesi ve eşi (aynı zamanda Berivan Dayan'ın annesi) hayatını kaybetmiştir. A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Olayla ilgili olarak Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhâl inceleme başlatılmıştır. Olay yeri uzman ekiplerce incelenmiş, olay tutanakları (fiziki inceleme raporları) düzenlenmiş, ölü muayenesi ve otopsi işlemleri gerçekleştirilmiş, tanıkların ifadelerine başvurulmuştur. Olay yerinden elde edilen maddi (mühimmat, kablo, pil) deliller üzerinde kriminal inceleme yapılmıştır (Kolluk kuvvetlerinin incelemesi esnasında olay yerinde bulunan -öfkeli- kalabalığın kolluk kuvvetlerine işlerini yapmalarını engelleyecek şekilde sözlü ve fiili olarak mukavemette bulunduğu ve bu kişiler hakkında başlatılan soruşturmanın zaman aşımı nedeniyle 2018 yılında kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlandığı anlaşılmaktadır.). Soruşturma sürecinde olay yerinde bulunan maddi deliller üzerinde yapılan kriminal incelemede terör örgütü mensubu şüpheli S.K.nın parmak izlerine rastlanılmış ve ayrıca kimliği net olarak tespit edilemeyen ve Serhat kod adını kullanan başka bir şüphelinin de diğer şüpheli S.K. ile birlikte hareket ettiği gelen ihbarlar ve incelemelerden tespit edilmiş, yakalama emri düzenlenmiştir. Şüpheliler S.K., Serhat kod adlı kişi ve kimliği tespit edilemeyen terör örgütü mensupları hakkında Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen soruşturma evrakı 2/3/2011 tarihli fezlekeye bağlanarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun mülga maddesi gereğince özel yetkili Van Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başsavcılığa ayrıca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından 25/10/2010 tarihli yetkisizlik kararı ile Serhat kod adlı şahıs hakkında terör örgütüne üye olma suçundan yapılan soruşturma evrakı, gereği yapılmak üzere gönderilmiştir. Başsavcılık 13/4/2011 tarihli kararı ile Serhat kod adlı şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, devletin birliğini ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylem suçlarından yürütülen soruşturmayı mayın patlamasına ilişkin soruşturma ile birleştirmiştir. Başsavcılık daha sonra 12/11/2013 tarihli kararı ile S.K. ve Serhat kod adlı şüphelilerin dâhil olduğu soruşturmada "kimliği tespit edilen S.K.nın yakalamalı arandığını, hakkında kamu davası açılacağını, diğer kimliği açıkça tespit edilemeyen şüpheliler hakkında soruşturmanın devam ettiğini ve S.K. hakkındaki dosyanın sürüncemede kalmaması gerektiğini" belirterek S.K. yönünden dosyayı tefrik etmiştir. Başsavcılık akabinde S.K. hakkında 23/12/2013 tarihli iddianameyi düzenlemiş ve S.K.nın terör örgütü faaliyeti çerçevesinde kasten adam öldürme dâhil farklı suçlardan cezalandırılmasını talep etmiştir. İddianame 27/12/2013 tarihinde Van Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir. S.K. hakkında açılan kamu davasına ilişkin dosya 6/3/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada da yakalama emrinin infazı beklenilmiş ve şüphelinin aranmasına devam edilmiştir. Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi 20/10/2016 tarihli kararı ile şüpheli S.K.nın 12/6/2016 tarihinde öldüğünün anlaşılması nedeniyle davanın düşmesine hükmetmiştir. Karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir. Başsavcılık Serhat kod adlı şüpheli ile kimliği tespit edilemeyen diğer terör örgütü mensupları hakkında yürütülen soruşturmada ise 22/1/2014 tarihinde 30 yıl süreli daimî arama kararı vermiştir. Başsavcılık 6526 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca özel yetkili mahkemeler ile başsavcılıkların kaldırılması nedeniyle dosyanın Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığına devredilmesine karar vermiştir. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığında derdest durumda olan soruşturma dosyasında yer alan evraktan araştırmanın hâlen devam ettiği ancak teröristlere ilişkin olarak herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı farklı tarihlerde düzenlenmiş tutanaklardan anlaşılmaktadır. Başvurucular S.K. hakkında verilen kararı 14/12/2016 tarihinde öğrendiklerini beyan ederek 12/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç 11/2/2011 tarihinde başvurucular Ayhan Dayan, Berivan Dayan ve olayda yakınları ölen veya yaralananların yakınlarından bazıları, yakınlarının ölümüne neden olan saldırıyı devletin önleyemedikleri ve genel olarak yaşam haklarının korunamadığı gerekçesiyle Van İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 28/12/2012 tarihli kararı ile davayı 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında değerlendirerek maddi tazminat istemleri yönünden kısmen kabul, manevi tazminat istemi yönünden ise ret hükmü kurmuştur. Söz konusu hüküm Danıştay Onuncu Dairesi tarafından "genel hükümlere göre açılan davanın hizmet kusuru/kusursuz sorumluluk esaslarına göre değerlendirilmesi gerekirken5233 sayılı Kanun kapsamında irdelenmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı" gerekçesine yer verilerek 12/4/2016 tarihinde bozulmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından yapılan incelemede bozma kararının akabinde henüz bir karar verilmediği davanın derdest olduğu anlaşılmıştır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. İbrahim Tosun ve diğerleri, B. No: 2016/7869, 10/12/2019, §§ 32-40; Cenan Günhan ve diğerleri, B. No: 2017/26441, 4/11/2020, §§ 42-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/18646
Başvuru, terör örgütü saldırısı sonucu meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde uzman erbaş olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Tunceli Komando Tugay Komutanlığında görevli olduğu sırada anılan birlik tarafından terörle mücadele faaliyetleri kapsamında kırsalda yürütülen operasyona katılmış ve 7/7/2011 tarihinde teröristlerle girdiği çatışma esnasında arazinin dik ve kayalık olması sebebiyle sağ ayak bileğinin burkulması sonucunda yaralanmıştır. Başvurucunun olay mahallinde sağlık personeli tarafından gerçekleştirilen ilk müdahalesinin ardından Tunceli Devlet Hastanesinde yapılan muayenesi neticesinde 11/7/2011 tarihli sağlık kurulu raporu ile ayak bileğindeki zedelenme nedeniyle otuz gün istirahati uygun görülmüştür. Aynı şikâyeti nedeniyle 18/10/2011 tarihinde Elazığ Asker Hastanesine (Hastane) yatışı yapılan başvurucuya 19/10/2011 tarihinde mozaikoplasty ameliyatı yapılmıştır. Başvurucu, anılan Hastane tarafından düzenlenen 25/10/2011 tarihli sağlık kurulu raporu ile iki ay hava değişimi verilmek suretiyle 26/10/2011 tarihindetaburcu edilmiştir. Başvurucuya istirahatinin bitiminden sonra aynı Hastanede fizik tedavi uygulanmış, bu tedavinin ardından 2/2/2012 tarihinde düzenlenen sağlık kurulu raporu ile "...şikâyetleri tam olarak iyileşmeyen hastanın şifası zaman ister" değerlendirmesiyle bir buçuk ay hava değişimi verilmiştir. Aynı Hastane tarafından düzenlenen 3/4/2012 tarihli raporda başvurucu hakkında "Sınıfı görevine devam eder" kararı verilmiştir. Söz konusu raporda ayrıca, başvurucunun üç ay süreyle uzun koşu, yürüyüş, engebeli arazi yürüyüşü, pentatlon, şınav, uzun-yüksek atlamadan muafiyetinin uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu sağ ayak bileğindeki ağrı ve hareket kısıtlılığı şikâyetlerinin artarak devam etmesi üzerine Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesine (GATA) sevk edilmiştir. GATA'da 24/11/2014 tarihinde artroskopi ameliyatı yapılan başvurucu 27/11/2014 tarihli sağlık kurulu raporu ile bir buçuk ay istirahat verilmek suretiyle taburcu edilmiştir. Ameliyatı sonrasında 19/1/2015 tarihinde GATA'da ilk kontrol muayenesi yapılan başvurucuya 22/1/2015 tarihli sağlık kurulu raporu ile bir ay hava değişimi verilmiştir. Söz konusu raporda ayrıca "Şifası için zaman ister" değerlendirmesinde bulunulmuştur. 20/2/2015 tarihinde GATA'da ikinci kontrol muayenesi yapılan başvurucunun 25/2/2015 tarihli sağlık kurulu raporu ile altı ay süreyle 500 metre üzeri koşulardan, yürüyüşlerden, uzun atlama, yüksek atlama, pentatlon, halata tırmanma, teçhizatlı-teçhizatsız koşu, paraşütle atlama, bedenî yeterlilik testleri, eğitim gibi sportif faaliyetlerden muafiyetinin uygun olduğu belirtilmiştir. Aynı raporda "Şifası için zaman ister" değerlendirmesine de yer verilmiştir. Başvurucunun müracaatı üzerine Tunceli Devlet Hastanesi tarafından engellilik durumunun tespiti için düzenlenen4/6/2015 tarihli sağlık kurulu raporunda ayak bileği artriti teşhisine istinaden başvurucunun engellilik oranının % 8 olduğu belirtilmiştir. Raporun geçerlilik süresi "sürekli" olarakbelirlenmiştir. Başvurucu, engellilik durumunu tespit eden söz konusu sağlık raporundan sonra daTSK emrinde ve aynı sınıfta görev yapmaya devam etmiştir. Görevine devam eden başvurucu 3/8/2015 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına (MSB) başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde kalıcı olarak %8 oranında engellihâle gelmesine sebep olan yaralanma olayının görevi sırasında ve görevi nedeniyle meydana geldiğini belirten başvurucu, mesleğini eskisine göre ve emsallerine nazaran daha fazla efor sarf ederek yerine getirebilecek olması sebebiyle efor kaybından doğan maddi zararının ve ayağında kalıcı sakatlık oluşmasından duyduğu üzüntü nedeniyle uğradığı manevi zararınınkarşılanmasını talep etmiştir. Başvurucu, söz konusu başvurusunun cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine 8/10/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 21/10/2015 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde Elazığ Asker Hastanesi tarafından düzenlenen ve "Sınıfı görevini yapar" tespitini içeren 3/4/2012 tarihli sağlık kurulu raporunun başvurucunun yaralanması sonucu verilen kati nitelikte bir rapor olduğu yönünde değerlendirmede bulunulmuştur. Bu kabulden hareket eden Mahkeme, efor tazminatı talebinde bulunan başvurucunun eylemi ve eylemden doğan zararı 3/4/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile öğrendiği, dolayısıyla bu tarihten itibaren 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca bir yıliçinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise bu süreyi geçirdikten sonra 3/8/2015 tarihinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine 8/10/2015 tarihinde açtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, efor tazminatı talebinde bulunan başvurucunun 2014 yılı ve sonrasında muayene edilmesinin ve hakkında raporlar düzenlenmesinin rapor sonuçları ve engellilik oranı dikkate alındığında zararınöğrenilmesine ve dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığı da vurgulanmıştır. Karşıoy gerekçesinde ise başvurucunun dava açma süresinin başlangıcına esas alınan 2012 tarihli raporun düzenlenmesinden sonra 2014 yılında yeniden muayene ve ameliyat edildiğine dikkat çekilmiştir. Bu itibarla başvurucunun yeniden hastaneye sevk edilip rapor aldırılarak ya da tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılarak rahatsızlığının ne olduğu, hangi sebeple oluştuğu, hangi tarihte ortaya çıktığı ya da çıkabileceği, 2012 yılındaki rahatsızlıkla 2014 yılındaki rahatsızlık arasında ne tür bir ilişkinin bulunduğu, tedavi sürecinin ve zararın devam edip etmediği, zararın artıp artmadığı gibi hususların açıklığa kavuşturulmasından sonra zararın ortaya çıktığı tarihin ve zararı öğrenme tarihinin, dolayısıyla davada süre aşımı bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 3/12/2015tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanunlar İlgili Kanunlar için bkz. Kemal Özelmacı, B. No: 2015/19043, 24/5/2018, §§ 22, Danıştay İçtihadı Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılıkararının ilgili kısımları şöyledir:"Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. ...Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır." Danıştay Onuncu Dairesinin 11/10/2000 tarihli ve E.1998/4016, K.2000/5130 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava; davacının çocuğunun, 1993 tarihinde Diyarbakır'da bulunan bir gıda marketine atılan bomba sonucuyaralanmasındanveolayıtakibenyapılan tedavilersonrasındavücudunda daimi sakatlık oluştuğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazminiistemiyle açılmıştır.... İdarenin faaliyet alanı içinde yer alan eylemlerin neden olduğubedensel zararların kesin sağlık raporunun alındığı tarihte öğrenilmiş sayılacağı, Yasada öngörülensüreninuğranılanbedenselzararailişkinkesin sağlık raporunun ilgili tarafından öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı Danıştay'ın yerleşik kararlarında kabul edilmiş bulunmaktadır....  Buitibarla, davacının çocuğunun vücudunda oluştuğu ileri sürülen kalıcı zararınhangi tarihte öğrenildiği belirlenmeden 2577 sayılı Yasa'nın 13/ maddesinde öngörülen idareye başvuru süresi hesaplanamaz. ...Sonuç olarak, davacının çocuğunun vücudunda oluştuğu ileri sürülen kalıcı zarara ilişkin kesin sağlık kurulu rapor tarihi araştırılmadan, eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır." Aynı Dairenin 10/3/2006 tarihli ve E.2004/8082, K.2006/1835 sayılıkararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava, davacının2001 tarihinde Bingöl ili, Karlıova ilçesi, Yiğitler köyünde hayvan otlatırken, yerde bulunan patlayıcı maddenin patlaması sonucu yaralanması nedeniyle bazı organlarının işlevini yapamaz hale gelmesi nedeniyle uğranıldığı öne sürülen ... TL maddi,... TL manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyleaçılmıştır....[2577 sayılı Kanun'un maddesi] hükmüne görebaşvurmasüresininişlemeyebaşlayabilmesiiçin ilgililerin sadece eylemi öğrenmesi yeterli olmayıp, eylemnedeniyleuğranılan zararın da tam olarak ortaya çıkması gerekmektedir.Öte yandanidarieylemlerinnedenolabileceğibedenselzararların, ancak kesin sağlık raporlarıyla öğrenilmesi mümkündür....olayda davacı hakkında düzenlenmiş kesin sağlık kurulu raporlarının incelenmesi suretiyle 2577 sayılı Yasa'nın maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin başlangıç tarihinin belirlenmesi yönünde davacının tetkikleri ve tedavisinin ne zaman sona erdiğinin tespit edilerek bu tarih itibariyle davalı idareye bir yıl içerisinde başvurup başvurmadığı, Sağlık Bakanlığı'na karşı açılmış bir davasının bulunup bulunmadığının araştırılmasıgerekirken, bu hususlar araştırılmaksızın davanın süre yönünden reddi yolunda verilen Mahkeme kararı hukuka uygun bulunmamaktadır." Aynı Dairenin 5/5/2008 tarihli ve E.2006/4636, K.2008/3154 sayılıkararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava, davacının 2002 tarihinde geçirmiş olduğu kaza nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü ...TL maddi ve ...TL manevi zararınyasal faiziyle ödenmesi istemiyle açılmıştır. ...Davacının oluşan bedensel zararı 2002 tarihli rapor ile öğrendiği, bu tarihten itibaren 2577 sayılı Yasanın maddesi uyarınca bir yıl içinde bu davanın açılmasıgerektiğinden bahisle bir yıllık süre geçirildikten sonra açılan davanın esasının incelenemeyeceği gerekçesiyle temyize konu karar verilmiş ise de; dosyada mevcut belgelerden, davacının kaza sonrası tedavisinin devam ettiği, 2002 tarihinde düzenlenen raporun kesin rapor olmadığı, bu rapor sonrası da hastaneye yatış yapıldığı, ancak davacı hakkında düzenlenen 2004 tarihli rapor ile hastaya konulan tanı belirtilmek ve çalışma gücü kaybına ilişkin oran belirlenmek suretiyle zararın kesin olarak ortaya konulduğu görülmektedir.Bu durumda, idarieylemlerden doğan bedenselzararlarda, hastalıkveyasakatlığın tespit edildiği kesinleşmiş sağlık kurulu raporununverildiğitarihtenitibarenbiryıliçerisinde ilgili idareye başvurulması gerektiğinin kabulü gerekmekte olup, davacının geçirdiği kaza sonucu uğradığı zararın 2004 tarihli rapor ile saptandığı dikkate alındığında, bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde 2004 tarihinde açılan bu dava süresinde bulunmaktadır."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017,§§ 19-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19041
Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğunun makul süreyi aşması, gizlilik kararı nedeniyle belgelerin incelenememesi ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak yapılan aramalar ve sonucunda eşyalara el konulması nedeniyle özel hayata saygı, konut dokunulmazlığı ve mülkiyet haklarının; soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucu 20/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle "suçla ve örgütle bir ilgisinin olmadığı için etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmasının söz konusu olmadığını, FETÖ örgütünün yurt, dershane, öğrenci evi gibi hiç bir imkanından faydalanmadığını, Karşıyaka Behçet Uz İlköğretim okulunda ortaokulu okuduğunu, liseyi de Karşıyaka'da devlet okulunda okuduğunu, bu süre zarfında ailesinin evinde kaldığını, 9 Eylül İşletme Fakültesine 1997 yılında kaydolduğunu, üniversite döneminde de ailesinin yanında kaldığını, 1996 yılında üniversite sınavına girmeden son dört ay İzmir'deki Körfez Dershanesinde hızlandırılmış kursa gittiğini, 2002 yılında Maliye Bakanlığında Gelir Uzmanı olarak devlet memuru sıfatıyla göreve başladığını, 2002-2007 yılları arasında Vergi dairesinde görev yaptığını, 2011 Kasım ayında İdari Yargı Hakimlik sınavını kazandığını, 2012 yılı Nisan ayında staja başladığını, 2013 yılı Temmuz ayında da kura ile Danıştay'a atandığını, himmet adı altında bizzat ya da aracılarla para yardımında bulunmadığını, hiç bir suç işlemediğini, yapıyla hiç bir bağlantısının olmadığını" belirterek FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair bir delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 21/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı Kanun'un vd. maddeleri" nedenleriyle tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"Danıştay Dairesi'nde tetkik hakimi olarak göreve başladım, halen de orada görevime devam ediyorum, bu üzerime atılı suçu kesinlikle kabul etmiyorum, sadece 1996 yılında, babam benim inşaat ustası, maddi durumumuz iyi değil, o yüzden son 4 ay üniversite hazırlık dershanesine gittiğimden dolayı şuan bu malum yapının üyesi olarak burada yargılanryorum, bu suçu kesinlikle kabul etmiyorum, ne dershanelerinde ne yurtlarında kaldım, 9 Eylul Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. Ailem İzmir'de ikarnet etmekte ve ailemle birlikte kaldım, 2007 yılmda evlendim, 2007 yılında evlendikten sonra mcsleğe başladım, hakimlık mesleğine hazırlandım. 2002 yılında Maliye Bakanlığı'nda gelir uzmanı olarak göreve başladım, eğer ben şuan bu hakimlik mesleğini kazanmamış olsaydım, şuan burada yargılanıyor olmayacakttm. Bunu açık ve net söylüyorum, sadece hakim ve savcı olduğum için buradayım ve bu suçu da berkesin bildiği üzere sadece fişlemeyle, meslekten arkadaşlanmızın bu bucu, bu bucu, herkes biliyor bunu, bunun yüzünden buradayım, buna başka ilave edecek bir şeyim yok." Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... suçunun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu, dosyada mevcut tutanaklar, üzerilerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, üzerilerine atılı suçun CMK'nın 100 maddesinde öngörülen katalog suçlardan olması, yasada öngörülen ceza miktarı nedeni ile verilen tutuklama kararının ölçülü oluşu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA [karar verildi.]" Daha sonra başvurucu hakkında 16/8/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince benzer gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu müdafii 3-4/10/2016 tarihli dilekçelerle tutukluluğun devamına dair karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 18/10/2016 tarihinde "... şüphelilerin üzerilerine atılı bulunan suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından haklarında alınan karar içerikleri, dosyada mevcut bilgi, belge ve araştırma tutanakları, şüpheliler lehine dosyadaki delil durumu ve tutuklama nedenleri yönünden bir değişiklik bulunmaması, arama ve el koyma tutanakları ile tüm dosya kapsamındaki somut delillere göre soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, şüphelilerin üzerilerine atılı suçun temadi eder nitelikte suçlardan olduğu, şüpheliler hakkında delillerin henüz toplanamadığı, şüphelilerin kaçma ve delil karartma ihtimallerinin mevcut olduğu, açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulamasının da yetersiz kalacağı, şüphelilerin üzerilerine atılı suçyarın CMK 100/2-11 maddesindeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK 161/8 ve 2802 sayılı yasanın Maddesi hükümleri gözönüne alınarak Ankara Sulh Ceza hakimliği kararındaki gerekçelere göre usul ve yasaya uygun nitelikteki karara ..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 3/10/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: Başvurucunun; i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle T. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Dairesinin 16/7/2016 tarihli ve 345 sayılı kararıyla meslekten uzaklaştırılmasına karar verildiği, ihraç kararının 29/11/2016 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Kullandığı 0 532 ... 46 No.lu telefon hattı ile FETÖ/PDY tarafından örgütsel ve kriptolu haberleşme maksadıyla tasarlanan ByLock uygulamasını 11/8/2014 tarihinden itibaren ..80 IMEI No.lu cihazla kullandığı yönünde Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı tarafından tespit yapıldığı bildirilmiştir. iii. Telefon hattına ilişkin HTS analizine göre Emniyet Müdürlüğü veri havuzunda bulunan ve FETÖ/PDY şüphelisi birçok kişi ve kurum ile çok sayıda telefon irtibatının bulunduğuna yönelik tespitler yapıldığı ileri sürülmüştür. iv. Örgütün yapısı, faaliyetleri hakkındaki bir kısım hâkim/savcıların beyanlarından örgüt üyesi olduğuna yönelik tanık beyanlarının bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak haklarında yapılan soruşturmalarda şüpheli ve tanık sıfatlarıyla alınan beyanların ilgili kısımları şöyledir:-İ. ifadesinde "... Evlerde kaldığım dönem boyunca devlet ve hükümet aleyhine herhangi bir olumsuz söze ve eyleme rastlamadım. Ancak ben 2012 yılında mezun olduktan sonra beni soyismini bilmediğim 'Nuri' kod adlı bir cemaat üyesi (akademi yıllıklarından adı geçen kişinin 152911 sicil numaralı dönem idari hakim adayı R. olduğunu öğrendim) arayarak görüşmek istediğini söyledi. Yenimahalle’de bulunan bir cafede 2012 yılının Eylül ayında buluştuk. Bu kişi kendisinin Kayseri'li olduğunu, o an için İdari Yargı Hakim Adayı olduğunu ve öncesinde Ankara Ulustaki Rüzgarlı Sokakta bulunan Vergi Dairesi'nde 7-8 sene çalıştığını söyledi. Bana hakimlik savcılık sınavlarına hazırlık için cemaatin evleri olduğundan bahsetti. Biz size ders çalışma imkanı ve soru bankası veriyoruz. Siz de orada hazırlanıyorsunuz dedi. Cemaate ait bu hazırlık evlerinin genellikle Aktepe-Dutluk civarında bulunduğunu, hatta sayılarının 25-30 civarında olduğunu anlattı. Sizin gibi arkadaşlara ihtiyacımız var dedi. Hatta bana 'seni hâkim savcı yaparız, ancak bundan sonra her bildiğin doğru doğru değil, her bildiğin yanlış yanlış değil' şeklinde bir söz söyledi. Ben de ne demek istiyorsun diyerek sert bir tepki verdim. Bunun üzerine sakin ol, sen hâkim savcı olmak istiyorsan zaten biz soruları veriyoruz, seni hâkim yaparız dedi. Ben de cevaben 'o zaman sen biz seni hâkim yaparız ama bizim istediğimiz kararı vereceksin diyorsun, ben Allah'tan korkarım, bu dediğini kesinlikle yapamam' dedim. O da bunun üzerine tam olarak öyle değil gibisinden geçiştirmeye çalıştı. Sonrasında bu kişiye cemaati çok yanlış tanıdığımı, bu evlerde Allah rızası için kaldığımı söyledim. Ardından da oradan ayrıldım. R.nin şu an nerede olduğunu bilmiyorum. Biz R. ile konuşurken yanımıza adının şimdi E.A. olduğunu öğrendiğim 153071 sicil numaralı dönem adli yargı hakim adayı geldi. R. bu kişinin adli yargıdan arkadaşı olduğunu söyledi. E. benimle hiç konuşmadan kısa bir süre sonra yanımızdan ayrıldı. Bu olaydan iki üç gün sonra bu kez adli yargı hâkim adayı olduğunu söyleyen ve adını R. olarak belirten bir şahıs beni aradı. Bir yanlış anlaşılma olduğunu söyledi. Ben gayet iyi anladığımı söyleyince yani bundan sonra selamı sabahı keselim mi yani dedi. Ben de aynen öyle yapmak istediğimi söyleyince tamam o zaman diyerek telefonu kapattı. Bu tarihten sonra ben telefon numaramı da değiştirdim. Cemaatle de herhangi bir irtibatım olmadı..." şeklinde beyanda bulunmuştur.- H.E. ifadesinde "... başvurucunun örgüte müzahir kişilerden olduğunu ..." şeklinde beyanda bulunmuştur. - Gizli Tanık ifadesinde "... başvurucunun FETÖ örgütüne ait evlerde kaldığı ...." şeklinde beyanda bulunmuştur. - B.T. ifadesinde "... başvurucunun FETÖ örgütünün evlerinde şüphelinin abilik yaptığını duyduğunu ..." beyan etmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... şüpheli hakkındaki beyanlar, ByLock kullanıcısı olduğuna dair tespit, HSYK ihraç kararı ve telefon irtibatları birlikte değerlendirildiğinde, örgüt hiyerarşisi içerisinde yer almak suretiyle müsnet suçu işlediğine dair kamu davası açmaya yeterli nitelikte delil olduğu..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/387 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı tarihte yapılan tensip incelemesi ile "...atılı suçun vasfı ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanık savunması, bylock sorgusu ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, atılı suçun cezaların alt ve üst sınırları, CMK nun 100/3 maddesinde kayıtlı katolog suçlardan olması, tutuklulukta geçen süre dikkate alındığında adli kontrolün bu aşamada yetersiz kalacağı hususları göz önünde bulundurularak" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde 15/2/2018 tarihinde yapılan ilk duruşmada savunmasını yapmış ve 26/4/2018 tarihli duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Öte yandan Savcılıkça yürütülen diğer bir soruşturma sonucunda hazırlanan 3/5/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen 3/5/2018 tarihli iddianamede, başvurucuyla ilgili yapılan hukuki değerlendirme ise şöyledir:" ... yapılan soruşturma sonucunda; iptal edilmeyen Genel Yetenek ve Genel Kültür ile iptal edilen Eğitim Bilimleri sorularının sınavdan günler önce elde edildiğine dair ikrarlar, tanık beyanları, teknik tespitler, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, şüphelinin sınav sorularını sınav tarihinden önce temin ettiği tespit edilmekle, şüphelinin yukarıda izah edildiği şekilde üzerine atılı suçu işlediğinin anlaşıldığı ..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 29/5/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Devam eden kovuşturmada 23/7/2018 tarihinde yapılan duruşmada ise Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/387 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi birleştirmeye muvafakat vermediğinden çıkan birleştirme uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Ankara Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 13/9/2018 tarihli kararıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 23/7/2018 tarihli birleştirme kararının kaldırılmasına, yargılamanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi E.2017/387 sayılı dosyanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/1428 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiş ve yargılamaya anılan dosya üzerinden devam edilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusu hakkında verilen karar.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/28560
Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğunun makul süreyi aşması, gizlilik kararı nedeniyle belgelerin incelenememesi ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak yapılan aramalar ve sonucunda eşyalara el konulması nedeniyle özel hayata saygı, konut dokunulmazlığı ve mülkiyet haklarının; soruşturma aşamasındaki bazı işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucular, 29/5/2006 tarihinde Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tescil davasının reddedildiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. Başvurular, 6/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 13/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/5/2014 tarihli görüş yazısı, 21/5/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, başvurucular vekili süresi içinde karşı beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: a. Başvurucu Zeki Demirel, 18/11/2004 tarihinde N.Y. aleyhine Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 23/5/1985 tarih ve cilt no: 71 sırasında tapuya tescilli taşınmazın ¼ hissesini haricen satın aldığını ileri sürerek adına tescilini talep etmiştir.b. Mahkemece 3/2/2005 tarih ve E.2004/179, K.2005/16 sayılı ilamla davanın kabulüne, taşınmazın ¼ hissesinin başvurucu Zeki Demirel adına tapuya tesciline karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir. a. Başvurucu Yusuf Demirel, 18/11/2004 tarihinde T. ve arkadaşları aleyhine Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 23/5/1985 tarih ve cilt no:71 sırasında tapuya tescilli taşınmazı haricen satın aldığını ileri sürerek adına tescilini talep etmiştir.b. Mahkemece 17/3/2005 tarih ve E.2004/178, K.2005/34 sayılı ilamla davanın kabulüne, taşınmazın başvurucu Yusuf Demirel adına tapuya tesciline karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir. Taşınmazın bulunduğu yerde yapılan kadastro çalışmaları sonunda taşınmaz tespit dışı bırakılmıştır. Başvurucular, 29/5/2006 tarihinde, Maliye Hazinesi ve Tunceli Belediye Başkanlığı aleyhine Tunceli Sulh Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, Mahkeme kararlarıyla adlarına tapuya tescilli taşınmazın, kadastro çalışmaları sırasında ölçüm dışı bırakıldığını ileri sürerek, ada ve parsel numarası verilerek adlarına tescilini talep etmişlerdir. Mahkemece, 22/6/2006 tarih ve E.2006/119, K.2006/144 sayılı kararla başvuruculara ait tapu kayıtlarının dava konusu yeri kapsadığı, ancak miktar olarak 1 dönümlük kısma isabet ettiği, başvurucuların lehine eklemeli zilyetlikle kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, toplam 318,43 m2 miktarındaki taşınmazın başvurucular adlarına tapuya tesciline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2006 tarih ve E.2006/5156, K.2006/6520 sayılı ilamıyla görev hususunun değerlendirilmesinden sonra karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, Orman İdaresi davaya müdahil olarak katılmış olup, yargılama sonunda, 18/4/2007 tarih ve E.2006/374, K.2007/79 sayılı kararla, taşınmazın değerinin Mahkemenin görev sınırının üzerinde olduğu gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/7/2007 tarih ve E.2007/3727, K.2007/4250 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, 20/7/2007 tarih ve E.2007/239, K.2007/245 sayılı kararla tespit dışı bırakılan yer üzerinde, dava tarihine kadar 20 yıllık zilyetlik koşullarının oluşmadığı, dolayısıyla kazandırıcı zamanaşımı şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/12/2007 tarih ve E.2007/5626, K.2007/7151 sayılı ilamıyla taşınmazın orman sayılan yerlerden olup olmadığının tespitiyle sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 3/4/2008 tarih ve E.2008/1307, K.2008/1862 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılamaya E.2008/122 sayılı dava dosyasında devam edilmiştir. Aynı taşınmaza ilişkin olarak K.Z. ve onbir arkadaşı tarafından, Maliye Hazinesi ve Tunceli Belediye Başkanlığı aleyhine, Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/401 sayılı dosyasında açılan tapu tescili davasında, 6 dönüm miktarındaki kısmın adlarına tescili talep edilmiş ve Mahkemece dosyanın E.2008/122 sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Asıl ve birleşen davalarda yapılan yargılama sonunda, 29/3/2010 tarih ve E.2008/122, K.2010/165 sayılı kararla başvurucuların dayandığı tapu kaydının taşınmazın 919 m2’lik kısmına tekabül ettiği, dava konusu edilen yerin bir kısmının başvurucular adına tescil edilmiş olduğu, 919 m2’lik kısmın taşınmazın bütünü ile birlikte orman niteliğinde olduğu, ayrıca keşif sırasında taşınmazın mayınla kaplı olduğunun anlaşıldığı, dolayısıyla zilyet olunmasının mümkün olmadığı, sonuç olarak taşınmazın tamamının özel mülkiyete konu olamayacağı ve zilyetlik de bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine, 905,09 m2 miktarındaki kısmın orman niteliğiyle Hazine adına tapuya tesciline, kalan kısım yol ve park alanı olarak ayrıldığı için tescil taleplerinin reddine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (A.A.Ü.T.) üzerinden hesaplanan 914,00 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan alınarak davalılara verilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/12/2010 tarih ve E.2010/14872, K.2010/16891 sayılı ilamıyla taşınmazın orman niteliğinde olup devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu, tapu ya da kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyetin kazanılamayacağı, tapu kaydının hukuken değer taşımayacağı gerekçesiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/3/2011 tarih ve E.2011/3263, K.2011/2807 sayılı ilamıyla başvurucuların taleplerinin harç, yargılama giderleri ve vekâlet ücreti ile sınırlı olmak üzere kabulüne, diğer istemlerinin reddine, katılan Orman İdaresinin talebinin kabulü ile yol ve park olarak ayrılan kısma yönelik olarak hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece, bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda 19/9/2011 tarih ve E.2011/261, K.2011/390 sayılı kararla birleşen davada vekâlet ücreti dışında kalan kısımlar kesinleştiği için yeniden karar verilmesine yer olmadığına, asıl davada başvurucuların taleplerine ilişkin olarak 29/3/2010 tarihli kararın, davanın reddine ve başvurucular tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına dair kısımları kesinleştiği için yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 905,09 m2’lik yerin orman niteliğiyle Hazine adına tapuya tesciline dair karar kesinleştiği için yeniden karar verilmesine yer olmadığına, yol ve park olarak ayrılan kısımların da orman vasfı ile Hazine adına tapuya tesciline, taşınmazın değerine göre eksik harcın tamamının Orman İdaresi tarafından yatırılmadığı gerekçesiyle 194,00 TL vekâlet ücretinin yarısı olan 957,00 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan alınarak davalılara verilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2012 tarih ve E.2012/4956, K.2012/13287 sayılı ilamıyla kararda bir isabetsizlik görülmemiş ancak hüküm, vekâlet ücreti olarak 860,00 TL’nin başvuruculardan tahsiline şeklinde değiştirilmiş ve başvurucular lehine düzeltilerek onanmıştır. Karar düzeltme istemi üzerine, aynı Dairenin 4/11/2013 tarih ve E.2013/5273, K.2013/9561 sayılı ilamıyla başvurucuların talepleri reddedilmiş; Maliye Hazinesinin talebi kabul edilerek, düzelterek onama kararının kaldırılmasına ve Mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir. Karar, başvuruculara 9/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 6/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi, 31/8/1956 tarih ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun maddesi, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun , ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/198
Başvurucular, 29/5/2006 tarihinde Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tescil davasının reddedildiğini, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyette infaz hâkimliği kararına yönelik Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan itirazdan başvurucunun haberdar edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, itiraz merci kararının esaslı iddiaları karşılamaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve başvurucuya hücre cezası verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, 22/7/2007 tarihinde yapılan seçimlerde Demokratik Toplum Partisinden ve 12/6/2011 tarihinde yapılan seçimlerde ise Barış ve Demokrasi Partisinden İstanbul milletvekili seçilmiştir. Başvurucu daha sonra Demokratik Bölgeler Partisine katılmış ve bu partinin eş genel başkanı olmuştur. Başvurucu tutuklandığı tarihte ve hâlen milletvekili değildir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı S. ve bazı milletvekilleri hakkında uygulanan gözaltı kararlarını protesto etmek için 4/11/2016 tarihinde Diyarbakır'da adliye binası önünde toplanan kalabalığın içinde bulunan başvurucu, çıkan olaylar esnasında terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla gözaltına alınmış ve hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 6/11/2016 tarihinde verilen tutuklama kararının infazı kapsamında tutuklanmıştır. Başvurucuya 23/12/2019 tarihinde avukat görüşüne çıkacağı bildirilmiş, başvurucunun oda kapısı önünde yapılan üst araması esnasında ayakkabısını çıkarmadan sallaması üzerine aramanın bir bütün olduğu ve ayakkabısının kontrol edilmesi gerektiği başvurucuya söylenmiştir. Başvurucunun aramayı kabul etmeyerek avukata çıkmak istemediğini ve odasına girmek istediğini söylediği ve odasına alındığı esnada "Bu gerizekalılar beni avukata almadı" şeklindeki kurum görevlilerine hakaret ettiğinden bahisle aramaya karşı çıkmak, kurum görevlilerine uygunsuz söz söyleyerek davranışta bulunmak ve kurum görevlilerine hakarette bulunmak fiilleri nedeniyle başvurucu hakkında 24/12/2019 tarihinde disiplin soruşturması başlatılmıştır. Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) 31/12/2019 tarihli kararıyla, başvurucuyu 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (j) bendinde belirtilen "Kurum personeline hakarette ve tehditte bulunmak" fiiline istinaden 3 (üç) gün hücre hapis cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucu, anılan karara karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 19/10/2020 tarihli kararıyla -Cumhuriyet savcısının mütalaasına aykırı olarak- şikâyeti kabul etmiş ve Disiplin Kurulu kararını kaldırmıştır. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan karara karşı 26/10/2020 tarihinde itiraz edilmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) dosya üzerinden yaptığı inceleme sonunda 5/11/2020 tarihli kararıyla Cumhuriyet savcısının itirazını kabul etmiş ve başvurucunun şikâyetinin kesin olarak reddine karar vermiştir. İtiraz merciinin kesin nitelikteki kararı başvurucuya 11/11/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 15/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38364
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyette infaz hâkimliği kararına yönelik Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan itirazdan başvurucunun haberdar edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, itiraz merci kararının esaslı iddiaları karşılamaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ve başvurucuya hücre cezası verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucular, 15/11/2005 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tapu iptali ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 24/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 3/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 15/11/2005 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 10/3/2010 tarihli ve E.2005/512, K. 2010/207 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/4/2011 tarihli ilamı ile dosyanın eksiklik nedeniyle geri çevrilmesine hükmetmiştir. Eksikliklerin tamamlanması neticesinde Yargıtay Hukuk Dairesi, 11/10/2011 tarihli ve E.2011/6212, K.2011/5575 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma kararının ardından yargılamaya Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 2/10/2013 tarihli ve E.2013/311, K.2013/962 sayılı kararı ile davanın, başvurucular aleyhine 5/10/2004 tarihinde açılan aynı Mahkemenin E.2004/536 sayılı dosyasındaki el atmanın önlenmesi davası ile birleştirilmesine karar vermiş, yargılamaya E.2004/536 sayılı dava dosyasında devam etmiştir. Başvurucular 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşladır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 22/5/2014 tarih ve E.2004/536, K.2014/593 sayılı kararı ile başvurucuların açtıkları davanın kabulüne, birleşen davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5598
Başvurucular, 15/11/2005 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tapu iptali ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvuru, hizmet tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 2/3/2012 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 21/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22148
Başvuru, hizmet tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 22/4/2013 tarihinde açtığı davanın yargılaması hâlen devam etmektedir. Başvurucu18/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13711
Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kültür ve cemevi olarak kullanılmak üzere tahsis edilen taşınmazın tahsis amacına uygun kullanılmadığı belirtilerek tahsis işleminin iptali ve uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmasına gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul'un Esenyurt ilçesine bağlı Örnek Mahallesi'nde bulunan başvuru konusu taşınmaz, Maliye Hazinesi adına 1219 ada 8 parsel olarak kayıtlı iken imar uygulaması ile ibadet yeri vasfıyla 1219 ada 19 sayılı olarak Esenyurt Belediyesi (Belediye) adına tescil edilmiştir. Belediye Meclisinin 4/6/2007 tarihli kararıyla bu taşınmaz 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi gereğince başvurucu Hubyar Eğitim Vakfına on yıllığına kültür ve cemevi olarak kullanılması koşulu ile tahsis edilmiştir. Bu tahsis süresi, Belediye Meclisinin 3/11/2008 tarihli kararıyla 5393 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca asli görev ve hizmetlerde kullanmak koşulu ile bedelsiz olarak yirmi beş yıla çıkarılmıştır. Tahsis edilen arsa üzerine bodrum, zemin kat, üç normal kat ve teras olmak üzere altı katlı bina inşa edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul Bölge Müdürlüğünün 6/7/2010 tarihli başvurucuya hitaben yazdığı yazıda, binanın birinci katının 1/1/2008 tarihinde market olarak kiraya verildiği, ikinci katında kiralık dükkân ilanın asılı olduğu, üçüncü katının tahsis gereğince cemevi olarak kullanıldığı, dördüncü ve beşinci katlarının ise inşaat hâlinde olduğu belirtilmiştir. Aynı yazıda ayrıca 5393 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca özel hukuk tüzel kişilerine Belediye tarafından tahsis yapılamayacağı, ayrıca başvurucunun tahsis hükümlerini açıkça ihlal etmesine rağmen Belediye tarafından işlem yapılmadığı belirtilmiştir. Belediye Meclisinin 7/6/2010 tarihli kararıyla, bu arsa üzerinde yapılan inşaatın tüm maliyetinin Belediye tarafından hayırseverlere yaptırıldığı ancak başvurucunun uzun zamandır bu binayı hizmete açmadığı belirtilerek tahsis işlemi iptal edilmiştir. Başvurucunun tahsis işleminin iptali nedeniyle bina bedeli ve mahrum kalınan gelirin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine 30/12/2010 ve 7/6/2011 tarihlerinde Büyükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davalar birleştirilmiştir. Mahkemece 5/5/2011 tarihli birinci celsede, dava ile ilgili yazılı delillerinin ibrazı, celbi gereken delilleri için gerekli açıklamayı yapıp masrafının ibrazı, varsa tanıkların isim ve adreslerini bildirmeleri için taraf vekillerine on günlük kesin süre verilmiştir. Mahkemece 13/3/2014 tarihinde davaların reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, tahsis işlemine karşı idari yargıda iptal davası açılmadığı özellikle belirtildikten sonra verilen kesin süre içinde bina masraflarının başvurucu tarafından yapıldığına dair delillerin ibraz edilmediği, buna mukabil mevcut delillerden binanın Belediyenin ve hayırseverlerin katkılarıyla yapıldığı açıklanarak bina bedeline ilişkin talebin reddedildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucu Vakfın kuruluş amacının gelir elde etmek olmadığı açıklanarak mahrum kalınan gelire ilişkin talebin de reddedildiği ifade edilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/3/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından 24/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 26/1/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine 25/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5393 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (e)bendi şöyledir:"Taşınmaz mal alımına, satımına, takasına, tahsisine, tahsis şeklinin değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın kamu hizmetinde ihtiyaç duyulmaması hâlinde tahsisin kaldırılmasına; üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi otuz yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesisine karar vermek." 5393 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Belediye, belediye meclisinin kararı üzerine yapacağı anlaşmaya uygun olarak görev ve sorumluluk alanlarına giren konularda;...d) Kendilerine ait taşınmazları, aslî görev ve hizmetlerinde kullanılmak üzere bedelli veya bedelsiz olarak mahallî idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına devredebilir veya süresi yirmibeş yılı geçmemek üzere tahsis edebilir. Bu taşınmazlar aynı kuruluşlara kiraya da verilebilir. Bu taşınmazların, tahsis amacı dışında kullanılması hâlinde, tahsis işlemi iptal edilir. Tahsis süresi sonunda, aynı esaslara göre yeniden tahsis mümkündür." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bir üst irtifakına dayalı olarak başkasına ait bir arazinin altında veya üstünde sürekli kalmak üzere inşa edilen yapıların mülkiyeti, irtifak hakkı sahibine ait olur." 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Taşınmaz malikine kalan yapılar için üst hakkı sahibine ödenmesi kararlaştırılan bedelin miktarı ve bunun hesaplanış biçimi ile bu bedel borcunun kaldırılmasına ve arazinin ilk hâline getirilmesine ilişkin anlaşmalar, üst hakkının kurulması için gerekli olan resmî şekle tâbidir ve tapu kütüğüne şerh verilebilir."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3644
Başvuru, kültür ve cemevi olarak kullanılmak üzere tahsis edilen taşınmazın tahsis amacına uygun kullanılmadığı belirtilerek tahsis işleminin iptali ve uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; çocuk ile başvurucu baba arasında kişisel ilişki kurulması yönünde verilmiş mahkeme kararlarına rağmen kişisel ilişki tesis edilememesi, buna neden olan şahısların cezalandırılmaması ve konu ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 6/12/2011 tarihinde verilen ihlal kararı gereklerinin iç hukukta yerine getirilmemesi nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2013 tarihinde Denizli Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan inceleme neticesinde konu bakımından aynı nitelikte olmaları nedeniyle 2015/12127 numaralı başvurunun 2013/3181 numaralı başvuruyla birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 16/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 23/6/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: AİHM Kararı Öncesi Süreç Başvurucu baba tarafından 1996 tarihinde evlendiği eşi ve aynı zamanda evlilik birliği içinde doğan müşterek çocuk 18/5/2001 doğumlu E.K.nın annesi olan S.K.ya karşıilk olarak 23/11/2001 tarihinde Bakırköy Aile Mahkemesinde boşanma davası açılmış ve çocuğun velayetinin kendisine verilmesi talep edilmiştir. Dava sürecinde eşler ortak bir yaşam sürmediklerinden müşterek çocuk davalı anne yanında ikamet etmeye devam etmiş, başvurucu baba ile çocuk arasındaki ilişkinin devamının sağlanması amacıyla başvurucuya belli zamanlarda ziyaret hakkı tanınmıştır. Davalı anne, başvurucunun kendisine şiddet uyguladığını ancak boşanmak istemediğinden davanın reddedilmesini; başvurucu ise çocuğu ile kişisel ilişki kurma girişimlerine davalı tarafından engel olunduğunu ileri sürmüş, yapılan yargılama neticesinde Bakırköy Aile Mahkemesinin 13/12/2005 tarihli ve E.2003/415, K.2005/1034 sayılı kararı ile başvurucunun aile içi şiddet eyleminde bulunması sebebiyle aldığı mahkûmiyet hükmü gerekçe gösterilerek boşanma davası reddedilmiştir. Karar temyiz edilmediğinden kesinleşmiştir. Başvurucu baba, davalı anne ile evlilik birliğinin uzun süredir fiilen bitmiş olduğu ve ortak yaşamın devamında fayda bulunmadığı gerekçesiyle 15/6/2006 tarihli dava dilekçesi ile yeniden boşanma davası açmış; çocuğu ile arasında öncelikle kişisel ilişki kurulmasını, dava sonunda velayetinin kendisine verilmesini ve lehine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı anne tarafından ise nafaka talebiyle karşı dava açılmıştır. Belirtilen davaların birleştirildiği Şişli Aile Mahkemesine anne tarafından sunulan cevap dilekçesinde, başvurucunun boşanma isteğine karşı çıkılmış; velayet hakkının anneye tanınması ile kendisi ve müşterek çocuk için tedbir, iştirak ve yoksulluk nafakasına hükmedilmesi talep edilmiştir. Bu süreçte çocuk annesi ile birlikte ikamet etmektedir. Mahkeme 21/9/2006 tarihli ara kararı ile, annenin tedbir nafakası talebini kabul etmiş ve çocukla başvurucu arasında Mahkemece belirlenmiş zamanlarda kişisel ilişki kurulmasına, kişisel ilişkinin bitiş saatinde çocuğun anneye teslim edilmesine karar vermiştir. Kişisel ilişki kararının icrası için başvurucu baba tarafından İstanbul İcra Müdürlüğünün E.2007/14669 numaralı dosyasında takip başlatılmıştır. Başvurucu 1/3/2007 tarihli dilekçesi ile kişisel ilişki kurulması yönünde verilmiş Mahkeme kararı olmasına rağmen çocuğu ile görüşme ve ziyaret hakkının davalı anne tarafından engellendiğini, bu nedenle çocuk ile kişisel ilişki kuramadığını, engellemelerin kaldırılmasını ve kişisel ilişki kapsamının genişletilmesini talep etmiştir. Başvurucu, süreç içinde farklı zamanlarda sunduğu benzer içerikli dilekçeler ile oğlunun annesinin tesiri altında kaldığından onun istekleri doğrultusunda kendisine karşı saldırgan bir tutum sergilediğini, annenin uzlaşmaz tavırları nedeniyle oğlu ile arasındaki bağların kopma noktasına geldiğini, ayrıca bu durumun sorumlusu olarak gösterdiği annenin psikolojik rahatsızlıklarının bulunduğunu, kişisel ilişkinin gerçekleşmesi için tüm önlemlerin alınması gerektiğini belirterek şikâyetlerini yinelemiştir. Bu talepler karşısında Mahkeme, çocuk ile başvurucu arasında kişisel ilişki kurulması yönündeki hükmünü tekrarlayarak kişisel ilişkinin kapsamına ve şekline yönelik farklı zamanlarda birden fazla karar vermiştir. 27/6/2008 tarihinde başvurucu baba, kişisel ilişki kurulması hakkı kapsamında kendisine tanınan ziyaret hakkını bir polis memuru, bir psikolog ve bir icra memuru eşliğinde kullandığında çocuğu ile yarım saat kadar görüşebilmiş ancak çocuk kendisi ile gelmek istememiştir. Tavsiyeler neticesinde ertesi gün çocuk ile görüşebilmek için tekrar davalı annenin evine gittiğini belirten başvurucu, davalı eşinin ailesi tarafından darbedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 30/6/2008 tarihinde kişisel ilişkinin kurulması talebiyle tedbir alınması için yeniden talepte bulunmuştur. Davalı anne ise başvurucunun oğluna şiddet uyguladığını ve onu kaçırmak istediğini ileri sürerek babaya tanınan kişisel ilişki imkânının kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, velayet hakkının hangi tarafa verileceğini belirlemek üzere atanacak uzmanların ebeveyn ve çocuk ile görüşüp haklarında rapor hazırlamaları yönünde ara kararı vermiş ve bu doğrultuda hazırlanan iki farklı bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur. Tarafların tümü ile gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde Mahkemece atanan psikolog tarafından hazırlanan 17/12/2008 tarihli raporda, tarafların ayrılık sürecinden sonra birbirlerine karşı devam ettirdikleri uzun süren çeşitli davaların, zaman zaman şiddete varan tartışmaların ve tarafların birbirlerine gösterdiği olumsuz tutumların çocuğu duygusal yönde olumsuz şekilde etkilediği, tarafların arasında devam eden uzun süreli çatışma hâlinin tarafların birbirlerine olan güvenlerinin sarsılmasına neden olduğu, bu durumun da çocuğun ebeveyn algısının olumsuz yönde etkilenmesine, birlikte yaşadığı ebeveyne daha çok yakınlaşmasına, diğer ebeveynden ise uzaklaşmasına neden olduğu; çocuğun, birlikte yaşadığı annesinden ve çevresinden etkilenmesi nedeniyle anneye karşı bağlılık geliştirdiği, uzun süredir görüşmediği babaya karşı ise aşırı reddedici tutum gösterdiği, bu durumun çocuğun babadan duygusal olarak uzaklaşmasına neden olacağı, dolayısıyla çocuğun ruhsal gelişimini olumsuz yönde etkileyeceği, bu olumsuz durum ile taraflar arasındaki gerginliğin çocuğa aktarılmaması için çocuk ve ebeveynin uzman yardımı almaları gerektiği, mevcut durumda uzun süredir annesi ile birlikte yaşayan çocuğun alışmış olduğu yaşam şartlarının, ev ve okul düzeninin şu an değiştirilmesinin doğru olmayacağı, bu nedenle çocuğun velayet hakkının annede kalmasının ve farklı şehirde yaşayan baba ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasının uygun olacağı yönünde değerlendirmelere yer verilmiştir. Yine tarafların tümü ile gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde Mahkemece atanan pedagog tarafından hazırlanan 17/12/2008 tarihli raporda, çocuğun doğduğundan itibaren annesi ile yaşamış olması nedeniyle alışmış olduğu düzenin değiştirilmesinin onu olumsuz etkileyeceği düşünüldüğünden velayet hakkının anneye tanınmasının uygun olacağı ancak anne tarafından çocuğun babası ile iletişim kurmasının dolaylı olarak engellenmesi amacıyla çocuğun yanında baba ile ilgili eleştiriler ve düşmanca düşünceler dile getirildiği, çocuğun annenin bu yaklaşım ve yönlendirmesinden etkilendiği, babanın çocuk ile görüşmesine yönelik annenin engelleyici davranışlarının devam etmesi durumunda velayet hakkının kötüye kullanımı söz konusu olacağından anneye tanınan bu hakkın kendisinden alınması hususunun yeniden değerlendirilmesinin gerekeceği, mevcut durumda çocuk ile babanın kişisel ilişkilerinin düzenli olarak devam ettirilmesinin uygun olacağı yönünde kanaat bildirilmiştir. Şişli Aile Mahkemesinin 19/3/2009 tarihli ve E.2007/596, K.2009/191 sayılı kararı ile tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verilmesine, başvurucuyla çocuk arasında, aynı şehirde yaşamaları hâlinde her ayın birinci ve üçüncü cuma akşamı saat 00'den pazar akşamı saat 00'e kadar, dinî bayramların ikinci günü saat 00'dan üçüncü günü saat 00'e kadar, Millî Eğitim Bakanlığınca belirlenecek yarı yıl tatillerinde tatilin ilk hafta başı olan pazartesi günü saat 00'dan ikinci hafta başı olan pazartesi günü saat 00'a kadar, ayrıca her yıl yaz tatillerinde 1 temmuz saat 00'dan 31 temmuz saat 00'e kadar, ayrı şehirlerde yaşamaları hâlinde her ayın son cuma akşamı saat 00'den pazar akşamı saat 00'e kadar, dinî bayramların birinci günü saat 00'den üçüncü günü saat 00'e kadar, Millî Eğitim Bakanlığınca belirlenecek yarı yıl tatillerinde tatilin ilk hafta başı pazartesi günü saat 00'dan ikinci hafta başı pazartesi saat 00'a kadar, ayrıca her yıl yaz tatillerinde 1 temmuz saat 00'dan 31 Temmuz saat 00'e kadar kişisel ilişki tesisine karar verilmiştir. Ayrıca başvurucunun davalı anne ve müşterek çocuk için yoksulluk ve iştirak nafakası ödemesine hükmedilmiştir. Mahkeme, velayet hakkının anneye tanınmasının gerekçesini ise küçüğün yaşına ve uzman raporlarına dayandırmıştır. İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/6/2010 tarihli ve E.2009/9989, K.2010/11204 sayılı ilamı ile boşanma, velayet hakkının tayini, kişisel ilişki tesisi ve nafakanın belirlenmesi yönünden onanmış; aynı Dairenin 2/11/2010 tarihli ve E.2010/16541, K.2010/18182 sayılı ilamıyla karar düzeltme isteminin reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir. Boşanma davasının kesinleşme sürecinde başvurucu baba ile davalı anne, birbirleri hakkında farklı zamanlarda karşılıklı suç duyurularında bulunmuşlardır. 17/3/2003 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesince başvurucu aleyhine aile içi şiddet uyguladığı gerekçesiyle yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü kurulmuş, temyiz incelemesi neticesinde kararın bozulmasına karar verilmesi nedeniyle dosyayı yeniden inceleyen İlk Derece Mahkemesince zamanaşımı gerekçesiyle davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Bu defa başvurucu tarafından davalı anne ve yakınları aleyhine çocuğun hayatının tehlikeye düşürüldüğü, Mahkeme kararına rağmen çocuğun gösterilmediği gibi hakaret edilip kendisinin darbedildiği, çocuğun teslimi emrine muhalefet edildiği, yalan yere tanıklık yapıldığı gerekçeleriyle 8/8/2005, 2/6/2006, 28/7/2007, 25/8/5007, 3/10/2007, 3/4/2008 tarihlerinde suç duyurularında bulunulmuştur. Davalı anne 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Çocuk teslimi emrine muhalefetin cezası” başlıklı maddesinde düzenlenen ve çocuk teslimi hakkındaki ilamın veya ara kararının gereğini yerine getirmeyen veya yerine getirilmesini engelleyen kişi hakkında tazyik hapsi cezası verilmesine hükmeden düzenleme gereğince başvurucunun şikâyeti üzerine Şişli İcra Ceza Mahkemesinde yargılanmış ise de Mahkeme 13/3/2008 tarihli kararıyla çocuğun babasını görmeyi reddetmiş olmasını gerekçe göstererek anne hakkında beraat kararı vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz reddedildiğinden hüküm kesinleşmiştir. Çocuk teslimi emrine muhalefette bulunduğu gerekçesiyle davalı anne aleyhine farklı zamanlarda başvurucu tarafından birçok defa şikâyette bulunulmuş, bu şikâyetlerin bir kısmı davalı annenin başvurucunun ziyaret hakkını engelleyici bir davranış sergilemediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Yine benzer bir şikâyette, 1/7/2009 tarihinde başvurucu babanın, ziyaret hakkı kapsamında psikolog ve icra memuru eşliğinde davalı anne ile müşterek çocuğun birlikte yaşadıkları eve gittiği ancak çocuğun baba ile görüşmek istemediği, tutulan tutanakta çocuğun annesi tarafından etki altına alınması neticesinde bu tepkiyi verdiği, çocuğun babası ile kişisel ilişkinin gerçekleşmesi için davalı anne tarafından bir hazırlık yapılmadığının gözlemlendiği tespitine yer verilmesi nedeniyle davalı anne hakkında 2004 sayılı Kanun’un maddesinde yer alan düzenleme gereği annenin cezalandırılması talep edilmiştir. Sanık anne hakkında yapılan yargılamada, Şişli İcra Ceza Mahkemesinin 15/4/2011 tarihli ve E.2009/518, K.2011/432 sayılı kararı ile çocuğu teslimden kaçınması suretiyle kişisel ilişki kurulmasına engel olduğu, tebliğe rağmen belirtilen gün ve saatte çocuğu teslim etmediği gerekçesiyle annenin altı ay süreli tazyik hapsi ile cezalandırılmasına hükmedilmiş ise de itiraz üzerine inceleme yapan Şişli İcra Ceza Mahkemesi 31/5/2011 tarihli ve 2011/260 Değişik iş sayılı ilamı ile bu hükmü kaldırmış; annenin beraatinekarar vermiştir. AİHM Süreci (Cengiz Kılıç/Türkiye, B. No: 16192/06, 6/12/2011) Başvurucu; çocuğu ile kişisel ilişki kurması yönünde kesinleşmiş Mahkeme kararları olmasına rağmen davalı annenin engellemeleri, bu engellemelerin şahsi girişimlerine rağmen kaldırılmaması, sorumluların cezalandırılmaması ve çocuğu ile kişisel ilişki kararlarının icrasını sağlayacak imkânların sunulmaması ya da etkin tedbirlerin alınmaması nedenleriyle çocuğuyla olan aile bağlarının kopmak üzere olduğunu, aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 3/4/2006 tarihinde AİHM'e başvuruda bulunmuştur. 6/12/2011 tarihinde aldığı karar ile AİHM; her iki boşanma davası sürecinde başvuranın oğlu ile kişisel ilişkilerinin devamının sağlanması içinen az on kez talepte ya da kendisine tanınan ziyaret hakkının çocuğun annesi tarafından engellendiği yönünde şikâyetlerde bulunduğunu, baba ile çocuğun çok sınırlı bir temas kurduğunu ya da hiç kuramadığını, ebeveynin ve çocuğun psikolojik muayenelerinin ilk olarak çiftin fiilî olarak ayrı yaşamaya başlamalarının üzerinden yaklaşık yedi yıl geçtikten sonra gerçekleştirildiğini; uzman psikolog raporlarına göre çocuğun babasına karşı olan isteksiz tavrının önemli bir nedeninin başvurucu baba ile oğlu arasında uygun bir kişisel ilişki kurulamadan geçen süre olduğunun anlaşıldığını; velayet, ziyaret ve misafir etme haklarında karşılaşılan direnmelerin mahkemeler kanalıyla çözülmesinin zor olduğunun kabulüyle birlikte Aile Mahkemesinin tarafları uzlaştırma ve bu uzlaşma neticesinde Mahkeme kararlarının tarafların kendi istekleriyle icra edilmesini sağlama yönünde tedbirler aldığını gösteren unsurların bulunmadığını, kendisine kişisel ilişki kurma hakkı tanınan başvurucu baba ile oğlunun aile bağlarının yeniden tesisini sağlayacak tedbirler alınmasının hassas bir alan oluşturduğunu, çocuklara karşı zorlayıcı tedbirler uygulanmasının istenen bir durum olmadığını ancak gerektiğinde çocuğun birlikte yaşadığı ebeveynin açıkça kanun dışı davranışlarının cezalandırılmasından kaçınılmaması gerektiğini hatırlatarak çocuğun annesinin davranışlarının cezalandırılması konusunda ulusal mahkemelerin tedbir almakta çekingen davrandığını, ulusal makamlarca dava koşullarına uygun olarak kendisinden beklenen makul tüm tedbirlerin alınmadığını belirtmiş ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme) maddesinde yer alan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir (Cengiz Kılıç/Türkiye, B. No: 16192/06, 6/12/2011). Diğer yandan AİHM, ebeveyn ile çocuğun bir araya getirilmesi konusunda devletin üzerine düşen pozitif tedbir alma yükümlülüğünün mutlak olmadığını hatırlatmış; tüm tarafların anlayış ve iş birliği içinde olmalarının yanı sıra barışcıl, uygun ve çocuğun psikolojik durumunu dikkate alan bir çözüm yöntemi belirlenmesinin önemli olduğunu ve aile içi sorunların çözümünde rol alacak ara buluculuk yöntemlerinin ulusal makamlarca değerlendirilmesi gerektiğine atıfta bulunmuştur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin yanı sıra maddesinin ve madde ile bağlantılı olarak maddesinin de ihlal edildiğini tespit ederek başvurucuya 000 euro manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. AİHM Kararı Sonrası Süreç a. Velayet Hakkına ve Kişisel İlişkinin İcrasına Yönelik Yargısal Kararlar Başvurucu baba tarafından, müşterek çocuğun annesi aleyhine 13/12/2010 tarihinde nafakanın kaldırılması talebiyle İstanbul Aile Mahkemesinde ve 21/12/2010 tarihinde velayetin değiştirilmesi talebiyle İstanbul Aile Mahkemesinde açılan davalar bağlantılı görüldüğünden İstanbul Aile Mahkemesinde birleştirilmiş ve Mahkemenin 22/1/2013 tarihli ve E.2010/1038, K.2013/32 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Velayetin değiştirilmesi talebinin reddi gerekçesinde Mahkeme, değişiklik için velayet hakkına sahip olan tarafın ya da velayet hakkına konu çocuğun durumunda boşanmadan sonra önemli, sürekli ve esaslı değişikliklerin olması gerekliliğini esas almış ve dava konusu olayda davacı tanıklarının görgüye dayalı bir beyanda bulunmadıklarını, Mahkemece atanmış uzmanlarca hazırlanan raporlarda davalı annenin velayet görevini gereği gibi yerine getirmediğine ilişkin bir olgudan bahsedilmediğini, davalı annenin davacı baba ve çocuk arasındaki kişisel ilişkiyi engellediğine dair iddia olunan olayların ise velayet hakkının düzenlenmesine ilişkin hükmün kesinleşmesinden önceki döneme ait olduğunu, ayrıca bu yönde yapılan suçlamaların tamamından davalının beraat ettiğini, beraat kararlarının da usulünce kesinleştiğini, sonuç olarak boşanma kararı ile birlikte tayin edilen velayet hakkı sahibinin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir durumun oluştuğunun kanıtlanamadığı gibi küçüğün menfaatinin de böyle bir değişikliği gerektirdiğine ilişkin bir sebebin de ortaya konulamadığından velayet değişikliğine ilişkin davanın reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/12/2013 tarihli ve E.2013/10321, K.2013/30601 sayılı ilamıyla onanmış; karar, düzeltme isteminin aynı Dairenin 20/3/2014 tarihli ve E.2014/3803, K.2014/6299 sayılı ilamıyla reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir. Müşterek çocuk, bu davanın kesinleşmesi sürecinde 2011 yılının Temmuz ayında kişisel ilişki kapsamında uzmanlar eşliğinde anneden teslim alınmış ve başvurucunun evinde bir ay süreyle misafir edilmiştir. Müşterek çocuğun annesi tarafından 26/2/2013 tarihli dilekçe ile çocuk ve baba arasında kurulan kişisel ilişkinin kaldırılması ve nafakanın artırılması talebiyle İstanbul Aile Mahkemesinde dava açılmıştır. Dava devam ederken bu defa başvurucu tarafından velayetin değiştirilmesi ve nafakanın kaldırılması talebiyle İstanbul Aile Mahkemesinde başka bir dava açılmıştır. Bağlantılı olan davalar, İstanbul Aile Mahkemesinde devam eden E.2013/141 sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir. Başvurucu baba tarafından sunulan cevap dilekçesinde, çocuğuyla kişisel ilişki kuramamasının çocuk ile annesi arasındaki ilişkilerden kaynaklandığı ve çocuğun sağlığının annesi tarafından bozulduğundan kişisel ilişki kurabilmesi için bu konuda Mahkemece etkin önlemlerin alınması talep edilmiştir. Uzman raporlarına başvuran Mahkeme, talebi değerlendirmiş ve 12/7/2013 tarihli ara kararı ile çocuk ile görüşme neticesinde hazırlanan uzman raporunda çocuğun babasıyla görüşmek istemediğinin ve bu konuda çocukta aşırı olumsuz yaklaşım belirlendiğinin tespit edilmesi üzerine 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un maddesinin fıkrası ile 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun maddesinin fıkrası gereğince anne ve çocuk hakkında danışmanlık ve sağlık tedbiri uygulanmasına, tedbir kararının gereğinin yerine getirilmesi için alınan ara kararı örneğinin İstanbul Valiliği Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne (İl Müdürlüğü) gönderilmesine hükmetmiştir. Sağlık tedbiri kararı gereğince çocuk hakkında hazırlanan raporlar, İstanbul Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü Şişli Toplum Sağlığı Merkezinin 26/3/2014 tarihli ve 2170 sayılı yazısı ve Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğinin 25/3/2014 tarihli ve 1394 sayılı yazısı ile Mahkemeye sunulmuş, yine danışmanlık tedbiri kararı gereğince İl Müdürlüğünce talimatlandırılan Beyoğlu Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğünün 8/7/2014 tarihli ve 494 numaralı raporu İl Müdürlüğünce Mahkemeye ulaştırılmıştır. Yine Mahkemece taraflar ve müşterek çocuk hakkında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığına müzekkere yazılarak çocuk ile babası arasındaki kişisel ilişkinin durumu hakkında tıbbi değerlendirme yapılması ve rapor düzenlenmesi istenmiştir. Anılan Başkanlık tarafından hazırlanan 24/10/2013 tarihli raporda, çocuk hakkında klinik ortamında psikiyatrik değerlendirme ve muayenenin yapıldığı, babası ile 2011 yılında görüştüğünde kendisine şiddet uyguladığını ifade ettiği, annesi ile mutlu olduğunu ve babasıyla kesinlikle görüşmek istemediğini söylediği, psikiyatrik muayene ve değerlendirmede çocuğun görünümünün yaşına uygun olduğu, görüşmeye kısmen istekli olduğu, tutumunun iş birliğine kısmen açık olduğu; bilincinin açık, kişi, yer ve zaman yöneliminin yaşı ile uyumlu olduğu, çocukta algısal bir patoloji saptanmadığı, duygulanımının zaman zaman kaygılı olduğu, çocuğun babası tarafından fiziksel istismara maruz kaldığını dile getirmesi ve sonrasında bazı anksiyete bozukluğu belirtilerinin gelişmiş olması nedeniyle babayla görüşmekten kaçındığının tespit edildiği, bu durumda baba ile görüşme şekil ve sıklığının minimum tutularak küçüğün isteğine bırakılmasının uygun olduğu değerlendirilmiştir. Bu rapora karşı başvurucu baba tarafından yapılan itiraz üzerine bu defa İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığınca bir rapor hazırlanmıştır. Taraflar ve müşterek çocuk hakkındaki tıbbi değerlendirmeler, ayrıntılı ruhsal durum muayenelerinden elde edilen bulgular, velayet durumu hakkında dava dosyasında yer alan raporlar ve çocuk hakkında düzenlenmiş tıbbi belgelerden elde edilen bilgi ve bulgular birlikte değerlendirildiğinde çocuğun annesiyle yaşamak ve zamanının büyük bölümünü annesiyle paylaşmak istediği, annesinin yanında kendisini daha mutlu ve huzurlu hissettiğini açık olarak ifade ettiğinin belirlendiği, Türkiye açısından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gereği algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği yetişmiş çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınmasının ve bu görüşe önem verilmesinin gerektiğinin bildirildiği, velayet hakkı ile ilgili düzenlemede asıl olanın çocukların üstün yararı olduğu, bunlar dikkate alındığında on dört yaşında ve ergen olan çocuğun bedensel, zihinsel ve cinsel gelişimi ile anlatımlarının değerlendirilmesi sonucunda velayetinin annesinde kalmasının ve babası ile kurulacak kişisel ilişkide her ay on beş günde bir yatılı olmaksızın sadece gündüz saatlerinde görüştürülmesinin ve bunun beş ila yedi saat ile sınırlı bırakılmasının uygun olduğu bildirilmiştir. 28/1/2014 tarihli duruşmada müşterek çocuk Mahkeme huzurunda psikolog eşliğinde dinlenmiş ve “Ben Cengiz Kılıç'ta kalmak istemediğimi söylemek için geldim. İstemiyorum. Cengiz Kılıç benim babam olur ama babalığını yapmıyor. Benimle ilgilenmiyor. Bana kötü davranıyor. Ben babamla kalmak istemiyorum. Onunla yaşamak istemiyorum. Babamla en son 2011 yılının Temmuz ayında görüşmüştük. Ben istemiyordum ama pedagoglar geldi. Beni korkutup götürdüler. Pedagoglar bana annemin 6 ay hapis yatacağını söylediler. Ben de annemin hapis yatmasını istemediğim için istemeyerek gittim.” şeklindeki ifadeleri duruşma tutanağına aktarılmıştır. Neticede İstanbul Aile Mahkemesi 10/2/2015 tarihli ve E.2013/141, K.2015/70 sayılı kararı ile Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin maddesine göre görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip her çocuğa kendisini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkı tanınmasının -çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak- taraf devletlerin özen yükümlülüğü altında olduğu, müşterek çocuğun 18/5/2001 doğumlu olduğu ve 28/1/2014 tarihli oturumda Mahkemece dinlendiği sırada kendini ifade edebilecek durumda olduğunun anlaşıldığı, düzenlenen uzman raporlarında da çocuğun annesinin yanında kendisini daha mutlu ve huzurlu hissettiğini açıkça ifade ettiğinin belirlendiği gerekçelerine dayanılarak çocuğun velayeti konusunda isteği dikkate alınmış ve velayetin değiştirilmesi talebinin reddine hükmedilmiştir. Baba ile çocuk arasındaki kişisel ilişki kurulması kararının kaldırılması talebi ise kişisel ilişkinin devamlılığının baba ile çocuk arasındaki ilişkinin kopmaması için gerekli olduğu, mevcut zayıf ilişkinin daha da zarar görmemesi için kişisel ilişkinin devam etmesi gerektiği yönünde Mahkemede oluşan kanaat gereğince reddedilmiştir. Son olarak İl Müdürlüğünce İstanbul Aile Mahkemesine sunulan 29/6/2015 havale tarihli yazı ile 12/7/2013 tarihinde çocuk hakkında verilen danışmanlık tedbiri kararının yapılan sosyal incelemeler ve periyodik takipler sonucu elde edilen sonuçlara göre sonlandırılmasının uygun olacağı kanaatine ulaşıldığından tedbir kararının kaldırılması talep edilmiştir. Talep yazısının ekinde yer alan 8/7/2014 tarihli ve 494 numaralı raporda çocuğun annesi ile birlikte yaşamaktan mutlu olduğu, annenin çocuğun bakım ve sorumluluğu ile ilgilenebilecek entelektüel kapasiteye sahip bir yetişkin olduğu, çocuğun iletişime açık olduğu, konuşurken göz kontağı kurulabildiği, fiziksel ve zihinsel yaşının takvim yaşı ile orantılı görüldüğü, kendini ifade edebildiği, öz bakımının iyi olduğunun gözlemlendiği, öte yandan çocuğun babası ile görüşmek istemediği, baba-çocuk ilişkisi açısından kaliteli bir ilişki biçiminin bulunmadığı, çocuğun babası ile birlikte geçirdiği zamanlarda babasından şiddet gördüğünü dile getirdiği, babası ile ilgili konuşurken anksiyete seviyesinin arttığı, bu durumun çocuğu endişelendirdiğinin gözlemlendiği; çocuğun yüksek yararı gözetilerek babası ile görüşme sıklığının en düşük düzeye indirilmesi, görüşme yapıldığı takdirde bunun yetişkin bir birey veya uzman eşliğinde gerçekleşmesi, baba ile görüşme durumunun çocuğun kanaatine bırakılmasının uygun olduğu, çocuğun fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının annesi tarafından bire bir ilgilenilerek karşılandığı ve takibinin sağlandığı, çocuğun örgün eğitime devam etmesi ve yoğun bir akademik temposu olması sebebi ile çocuğun eğitim yaşamının sekteye uğramaması için danışmanlık tedbiri kararının sonlandırılmasının uygun olacağının anlaşıldığı, yapılan tespit ve değerlendirmeler sonucunda çocuğun yaşamını aile ortamında sürdürmeye devam etmesi nedeniyle çocuk hakkında bir tedbir alınmasına gerek olmadığı yönünde değerlendirmelerde bulunulmuştur. 1/7/2015 tarihli ara kararı ile Mahkeme, danışmanlık tedbiri uygulanmasına rağmen çocuğun babası ile arasında düzenli kişisel ilişki tesis edilmediğinin anlaşılması nedeniyle tedbirin amacının gerçekleşmediğini belirterek bu talebi reddetmiştir. Danışmanlık tedbiri uygulaması devam etmektedir.b. Ceza Yargılamaları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2010/130155 sayılı evrakı üzerinde hazırlanan 3/10/2011 tarihli ve K.2011/47933 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda Mahkeme kararına rağmen annenin müşterek çocuğu ile babası arasında kişisel ilişki kurulmasına kasten engel olduğu, bu sebeple çocuk teslimi emrine muhalefet suçunu işlediği başvurucu baba tarafından her ne kadar ileri sürülmüş ise de toplanan delil, bilgi ve belgelerden soyut iddia dışında şüpheli anneye yüklenen suçun işlendiğini gösteren dava açmaya yeterli herhangi bir kanıt ve emarenin bulunmadığı belirtilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2012 tarihli ve 2012/1225 Değişik İş sayılı kararı ile iddianın niteliğine ve ileri sürülüş şekline, dosyada mevcut kanıt durumuna göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetçi başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir. Söz konusu karar 5/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Yine başvurucu tarafından, farklı tarihlerde Mahkeme emrine rağmen çocuğunun teslim edilmediği ve kişisel ilişki tesisini sağlayacak tedbirlerin alınmadığı şikâyetiyle anne hakkında icra ceza mahkemesine başvuruda bulunulmuştur. Çocuk teslimi ile ilgili olarak icra takibinin derdest olduğu İstanbul İcra Dairesinin E.2007/14669 sayılı dosya üzerinden gerçekleştirilen girişimlere engel olunduğu, bu durumun en son 2/7/2012 tarihinde yaşandığı gerekçesiyle 29/11/2012 tarihinde başvurucu tarafından verilen şikâyet dilekçesi ile annenin cezalandırılması ve kişisel ilişkinin sağlanmasına yönelik tedbirler alınması talep edilmiştir. Şikâyeti inceleyen İstanbul İcra Ceza Mahkemesinde sanık sıfatıyla savunma yapan anne, müşteki baba ile boşanmalarına karar verildiğini ve bu kararın kesinleştiğini, boşanma kararı ile birlikte müşterek çocuğun velayetinin kendisine verildiğini, ayrıca müşterek çocuk ile müşteki babanın kişisel ilişkilerinin ne şekilde sürdürüleceğini düzenleyen Mahkeme kararı bulunduğunu, bu karara aykırı davranmasının söz konusu olmadığını, müştekinin icra marifeti ile gelip çocuğunu görebileceğini ancak pedagog yardımıyla yapılan görüşme sırasında müşterek çocuğun babası ile görüşmek istemediğini, kendisinin şahsi olarak bu konuda herhangi bir eyleminin bulunmadığını ileri sürmüştür. 2/12/2014 tarihli ve E.2012/368, K.2014/946 sayılı kararı ile Mahkeme, ilama dayalı olarak müşteki babanın müşterek çocukla kişisel ilişkisinin temini için icra takibi yapıldığı, en son 2/7/2012 tarihinde gerçekleşen infaz işleminde tutulan tutanak içeriğine göre ise çocuğun davranışları nedeniyle baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesisinin sağlanamadığı, bunda sanığa atfedilecek bir kusurun olmadığı, bu nedenle somut olayda sanığa isnat edilen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine karar vermiştir. Başvurucu tarafından yapılan itiraz, İstanbul İcra Ceza Mahkemesinin 19/6/2015 tarihli ve 2015/48 Değişik İş sayılı ilamıyla yerinde görülmeyerek reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Çocuk teslimi emrine muhalefet suçunun dışında başvurucu baba ile anne, birbirleri aleyhine farklı suç tiplerine ilişkin farklı zamanlarda suç duyurularında bulunmuşlardır. Anne S.K. yaralama, tehdit, resmi belgeyi bozma suçlarından yargılanmış; yaralama suçundan kısa süreli hapis cezasına mahkûm olmuş ve hakkındaki hapis cezası ertelenmiş, başvurucu baba yaralama suçundan yargılanmış ancak yargılandığı davada düşme kararı verilmiş, ayrıca nafaka borcunu ödemediği gerekçesiyle hakkında yapılan şikâyetler neticesinde ise birden fazla kez tazyik hapsi ile cezalandırılmıştır.B. İlgili Hukuk 22/11/2007 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Hâkimin takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler. Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır." 4721 sayılı Kanun’un “Koruma önlemleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.” 6284 sayılı Kanun’un “Hâkim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları” başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “(3) Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye yetkilidir.” 5395 sayılı Kanun’un “Amaç” başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.” 5395 sayılı Kanun’un “Temel ilkeler” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;  a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması,  b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,  c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması,  d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması, e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,  f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi, g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi, h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi, i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,  j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,  k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,  l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması, İlkeleri gözetilir.” 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu ve destekleyici tedbirler” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;  a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye, b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine, c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine,  d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına,  e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya, Yönelik tedbirdir. (2) Hakkında, birinci fıkranın (e) bendinde tanımlanan barınma tedbiri uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur.  (3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar verilebilir.” 24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk Koruma Kanunu’na Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) “Danışmanlık Tedbiri” başlıklı maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “(1) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye yönelik rehberlik tedbirleridir. (2) Danışmanlık tedbirleri, çocuğun ailesi yanında korunmasını sağlamak veya çocuk hakkında verilen tedbir kararlarının uygulanması sırasında onu desteklemek ya da uygulanması muhtemel tedbirler hakkında bilgilendirmek amacıyla uygulanır. (3) Özel veya kamu sosyal hizmet kurum veya kuruluşlarında ya da ailesi yanında kalmakta olan ve hakkında danışmanlık tedbirine karar verilen çocukların bedensel, zihinsel, psiko-sosyal, duygusal gelişimini desteklemek, okul, aile ve sosyal çevresi ile uyumunu güçlendirmek ve yeteneklerine uygun bir meslek sahibi olarak hayata hazırlanmalarını sağlamak amacıyla okul başarısını arttırma, madde kullanımı, davranış bozukluğu, ergenlik sorunları, aile içi iletişim gibi çocuğun, ailesinin ve çocuğun bakımını üstlenen kişilerin ihtiyaçlarına uygun konularda uzmanlaşmış bir veya birden fazla kişi danışman olarak görevlendirilebilir. (4) Çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere; anne baba eğitimi, aile danışmanlığı, aile tedavisi gibi konularda danışmanlık hizmetleri sunulur. Ayrıca, davranış değişikliği için bu anne ve babalar aile eğitimi programlarına yönlendirilebilir.” Yönetmelik’in “Tedbir kararlarının uygulanması, takibi ve denetimi” başlıklı maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “(1) Tedbir kararlarını yerine getirmekle görevli kişi, kurum veya kuruluşlarca, bu tedbir kararlarının nasıl yerine getirileceği konusunda bir plân hazırlanarak uygulamaya konulur. Bu plân çocuğun teslim edildiği ya da teslim alındığı tarihten itibaren en geç on gün içerisinde mahkeme veya çocuk hâkiminin onayına sunulur. Mahkeme veya çocuk hâkimi, gerektiğinde uygulama plânının değiştirilmesini isteyebilir. (2) Uygulama plânı hazırlanırken çocuk hakkında düzenlenmiş sosyal inceleme raporundan da yararlanılabilir. (3) Uygulama plânında, kararın uygulanmasından sorumlu kişi, tedbirin türü ve süresi, tedbirin uygulanmasında hangi kurumlarla işbirliği yapılacağı ve hangi hizmetlerin sağlanacağı, nelerin amaçlandığı ve ilerlemenin nasıl ölçüleceğine ilişkin bilgilere yer verilir. (4) Tedbir kararını veren mahkeme veya çocuk hâkimi, tedbir kararlarının uygulanmasını, tedbirden beklenen gayenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, uygulanan tedbirin çocuğun gelişimini hangi yönde etkilediğini en geç üçer aylık sürelerle incelettirir.” 25/10/2008 tarihli ve 27035 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Danışmanlık Tedbiri Kararlarının Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ’in “Danışmanlık tedbiri süreci” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Danışmanlık tedbiri süreci aşağıdaki hususları içerecek biçimde yapılır: a) Çocuk, aile, bakmakla yükümlü kişi veya kişiler ile ilgili bilgiler ve dosya bilgileri toplanarak incelenir. b) Çocuk, aile, bakmakla yükümlü kişi veya kişiler ile tanışılır. c) Danışman, görev ve sorumlulukları hakkında çocuğu, aileyi, bakmakla yükümlü kişi veya kişileri bilgilendirir. ç) Sorunun tarafları olabilecek aile, öğretmen, idareci ve bunun gibi kimselerle görüşülerek problemin sınırları belirlenir. d) Çocuğa ve aileye mahkeme kararı ve yükümlülüklerinin tanıtımı, uymama halinde ve devamının kesilmesinde sonuçları ile aileye çocuğuyla ilgili sorumlulukları anlatılır. e) Danışmanlık hizmeti ile ilgili bir uygulama planı hazırlanır. Çocuğun ailesinin yanında yaşadığı durumlarda çocuk ve aile sürece birlikte dahil edilir, ilgili kişilerle de görüşme sağlanır. Çocuğun ailesinin yanında yaşamadığı ve ailesinden uzak olduğu durumlarda ailenin sürecin gelişiminden ve üstüne düşen görevlerden haberdar edilmesi için gerekli önlemler alınarak danışmanlık hizmeti başlatılır. En az, çocukla haftada bir kez, aileyle iki haftada bir kez gerçekleştirilecek görüşmeler planlanır ve bu plan doğrultusunda takip edilir. Ayrıca duruma göre öğretmen ya da ilgili kişilerle de görüşme sağlanır. f) Danışmanlık tedbirinin uygulama sürecinin değerlendirilmesinde kullanılacak izleme kriterleri, bu hizmeti sunacak danışman tarafından belirlenerek uygulama planında gösterilir. g) Uygulama planı doğrultusunda üçer aylık periyotlarla sürecin değerlendirmesine ve varsa tedbirin değiştirilmesine ilişkin öneriyi de içeren rapor; Yönetmeliğin 18 inci maddesinde belirtilen usule göre mahkeme veya çocuk hâkimi tarafından, incelettirilmek üzere mahkemeye ulaştırılır. h) Danışmanlık hizmeti, danışmanın, bu tedbirde istenen amaca ulaşıldığına dair raporu üzerine mahkeme veya çocuk hâkiminin vereceği kararla sona erer. (2) Danışmanlık tedbirlerini uygulayan görevlilerin; mahkeme veya çocuk hâkimine sunulan uygulama planı doğrultusunda yaptıkları işlem ya da görevlerin izlenmesi, tedbirle ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirecek etkinlik ve verimlik için gerekli desteğin sağlanması bu tedbiri yerine getirmekle yükümlü kurumların sorumluluğundadır.” 2004 sayılı Kanun’un “Çocuk teslimi” başlıklı maddesi şöyledir:  “Çocuk teslimine dair olan ilam icra dairesine verilince icra memuru 24 üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği suretiyle borçluya yedi gün içinde çocuğun teslimini emreder. Borçlu bu emri tutmazsa çocuk nerede bulunursa bulunsun ilam hükmü zorla icra olunur. Çocuk teslim edildikten sonra diğer taraf haklı bir sebep olmaksızın çocuğu tekrar alırsa ayrıca hükme hacet kalmadan zorla elinden alınıp öbür tarafa teslim olunur.” 2004 sayılı Kanun’un “Çocuk teslimine ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilâmların icrasında uzman bulundurulması” başlıklı 25/b. maddesi şöyledir: “Çocukların teslimine ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilâmların icrası, icra müdürü ile birlikte Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından görevlendirilen sosyal çalışmacı, pedagog, psikolog veya çocuk gelişimcisi gibi bir uzmanın, bunların bulunmadığı yerlerde bir eğitimcinin hazır bulunması suretiyle yerine getirilir.” 2004 sayılı Kanun'un “Çocuk teslimi emrine muhalefetin cezası” başlıklı maddesi şöyledir: “Çocuk teslimi hakkındaki ilâmın veya ara kararının gereğini yerine getirmeyen veya yerine getirilmesini engelleyen kişinin, lehine hüküm verilmiş kimsenin şikâyeti üzerine, altı aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra ilâmın veya ara kararının gereği yerine getirilirse, kişi tahliye edilir.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:“(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir. (2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. (3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: “(1) Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana–babasından, onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana–babası tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmâl edilmesi durumlarında ya da ana–babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgâhının belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir. (2) Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır. (3) Taraf Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, anababanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “(1) Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. (2) Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:“(1) Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana–babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler herşeyden önce çocuğun yüksek yararını gözönünde tutarak hareket ederler. (2) Bu Sözleşme’de belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana–baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar. (3) Taraf Devletler, çalışan ana–babanın, çocuk bakım hizmet ve tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden yararlanma hakkını sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3181
Başvuru, çocuk ile başvurucu baba arasında kişisel ilişki kurulması yönünde verilmiş mahkeme kararlarına rağmen kişisel ilişki tesis edilememesi, buna neden olan şahısların cezalandırılmaması ve konu ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM) tarafından 6/12/2011 tarihinde verilen ihlal kararı gereklerinin iç hukukta yerine getirilmemesi nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun yaptığı bazı sosyal medya paylaşımlarının işçi ile işveren arasındaki güven ilişkisini bozduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesinin bazı anayasal hakları ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile bu teşebbüse tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve silahlarla saldırılmış; bu saldırılar sonucunda toplam 251 kişi hayatını kaybetmiş; binlerce kişi de yaralanmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç ile FETÖ/PDY'nin yapısına ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-46) kararında yer almaktadır. 1976 doğumlu olan başvurucu 2004 yılından beri Gaziantep Şehitkamil Belediyesinde (Belediye/işveren) işçi olarak çalışmaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün akabinde başvurucu hakkında Şehitkamil Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğünce 20/7/2016 tarihinde bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanağa göre başvurucu, sosyal medya paylaşımlarında devletin icraatlarıyla ve terörle mücadele faaliyetleriyle ilgili, ahlak ve iyi niyet kuralları ile bağdaşmayan, devletin haysiyet ve vakarını kıran asılsız ihbar ve isnatlarda bulunmuş; bir kamu kurumunda çalışması nedeniyle temsil ettiği işverenin güvenini kötüye kullanmış, doğruluk ve bağlılıkla uymayan davranış sergilemiştir. Tutanağın akabinde Belediye 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "İşverenin haklı nedenle derhâl fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin (II) numaralı fıkrasının (b) ve (e) bentlerine dayanarak başvurucunun ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışlarda bulunduğunu kabul etmek suretiyle iş sözleşmesini aynı gün feshetmiştir. Başvurucunun iş sözleşmesinin feshi sonrasında 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de 677 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (677 sayılı KHK) yayımlanmıştır. 677 sayılı KHK'nın maddesinin (ç) bendinde belirtilen ekli (4) sayılı listede başvurucunun da ismine yer verilmiş ve böylece başvurucu kamu görevinden 677 sayılı KHK hükmü gereğince çıkarılmıştır. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Belediye aleyhine 27/7/2016 tarihinde dava açmıştır. Gaziantep İş Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama sonucunda 21/12/2016 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle 4857 sayılı Kanun'a göre işverenin iki şekilde iş sözleşmesini feshedebileceği, bunlardan birinin haklı sebeple fesih olduğu, bu fesih türünde iş sözleşmesinin herhangi bir süreye bağlı olmaksızın derhâl feshedilebileceği ve savunma alınması zorunluluğunun bulunmadığı ifade edilmiştir. Genel açıklama sonrasında Mahkeme 20/7/2016 tarihli fesih bildiriminde başvurucunun ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışları nedeniyle iş sözleşmesinin feshedildiğini, fesih bildiriminin yazılı olarak yapıldığını ve bir sebep gösterildiğini belirtmiştir. Bundan sonra Mahkeme, başvurucu hakkında Belediye Fen İşleri Müdürlüğünce düzenlenen tutanağa değinmiş (bkz. § 10); tutanağın ekinde tespitleri doğrulayan bilgi ve belgelerin bulunduğunu ifade etmiştir. Mahkeme daha sonra Belediyenin bir kamu kurumu olduğunu, yapılan feshin 4857 sayılı Kanun'un maddesinin (II) numaralı fıkrasının (b) ve (e) bentlerine dayanılarak yapıldığını, başvurucunun Belediyede çalışırken ahlak ve iyi niyet kuralları ile bağdaşmayan, Belediyenin güvenini kötüye kullanarak doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunduğunu belirtmiş ve feshin haklı nedenle gerçekleştiğini kabul etmiştir. Bu açıklamalar sonrasında Mahkeme bu defa başvurucunun 677 sayılı KHK ile de kamu görevinden çıkarıldığını, bu hukuki düzenlemeyi denetleme yetkisine sahip olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 25/1/2017 tarihli dilekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 3/3/2017 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacının imzalayarak tebellüğ ettiği 20/07/2016 tarihli fesih bildiriminde; 4857 sayılı İş Kanunu'nun işverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı başlıklı maddesinin fıkrasının (b) ve (e) bentleri gereğince, davacının ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışları nedeniyle 20/07/2016 tarihi itibarıyla iş sözleşmesinin feshedildiğinin belirtildiği; davacının çalıştığı Fen İşleri Müdürlüğü tarafından 20/07/[2016] tarihli tutanak düzenlendiği, tutanakta; davacının işvereni aleyhinde, sosyal paylaşım sitesinde, devletin icraatlarıyla ve terörle mücadele faaliyetleriyle ilgili olarak, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı olarak, devletin haysiyet ve vakarını kıracak şekilde asılsız ihbar ve isnatlarda bulunduğu, devlet kurumunda çalışması nedeniyle temsil ettiği işverenin güvenini kötüye kullandığı, doğruluk ve bağlılıkla uymayan davranışta bulunduğunun tespit edildiği belirtilip, yapılan bu tespitle ilgili bilgi ve belgelerin tutanağa eklendiği; davacının sosyal medyada yaptığı paylaşımları gösteren evrakların da yer aldığı görülmüştür. Öte yandan İşe iade davası devam ederken 22/11/2016 tarihinde 29896 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1-çmaddesinde belirtilen ekli (4) sayılı listede belirtilen kamu görevinden çıkartılanlar listesinde davacının da isminin belirtildiği anlaşılmaktadır.......davanın reddine ilişkin verilen ilk derece mahkemesi kararındaki değerlendirmenin dosyadaki delil durumuna göre, 20/07/2016 tarihinde yapılan feshin 4857 sayılı Kanunun25/II-b-e maddesi kapsamında haklı fesih mahiyetinde olması; feshin 4857 sayılı Kanun'un25 nci maddesinin(II) numaralı bendine dayalı olarak yapılması nedeniyle aynı kanunun19/2 maddesi uyarınca davacı işçiden savunma alınma zorunluluğu olmadığından, fesihten önce savunma alınmamış olmasının sonuca etkili olmaması nedeni ile davanın reddine ilişkin Mahkemenin kararının isabetli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan istinaf itirazları yerinde görülmemiştir." Daire kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/6/2017 tarihli kararıyla temyiz taleplerinin reddine ve kararın onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar 28/7/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 22/5/2019, §§ 37-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31971
Başvuru, başvurucunun yaptığı bazı sosyal medya paylaşımlarının işçi ile işveren arasındaki güven ilişkisini bozduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesinin bazı anayasal hakları ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 11/3/2011 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40722
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, e-posta yazışmaları dikkate alınarak astsubay sözleşmesinin yenilenmemesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 7/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2015 tarihli yazısıyla Hava Kuvvetleri Komutanlığından dava dosyasına sunulan gizli ibareli belgelerin gönderilmesi ve personel tarafından yazılan e-postaların denetleneceğini düzenleyen yasal mevzuatın bildirilmesi istenmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı 24/7/2015 tarihli yazı cevabı ile istem konusu hususlarla ilgili bilgi ve belgeleri sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/8/2003 tarihinde sözleşmeli astsubay statüsünde görev yapmak üzere 9 yıl süreli sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında göreve başlamıştır. Başvurucu, sözleşme süresinin bitmesine yakın sözleşme yenileme talebinde bulunmuş 5/6/2012 tarihli işlemle başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının ödenmesi istemiyle 17/8/2012 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır. Yargılama sırasında davalı idarenin 21/9/2012 tarihli yazısının ekinde gönderilen savunmasında; Hava Kuvvetleri Komutanlığının sözleşmeli personel ihtiyacının planlandığı, ihtiyaç durumu dikkate alınarak ve personelin safahat kayıtları (sicil sırası, ödül/takdir/ceza durumu, ilgili personel hakkındaki istihbarat değerlendirmeleri, almış olduğu eğitimler ve bu eğitimlerdeki başarı durumu) değerlendirilerek idarenin takdir yetkisi çerçevesinde başvurucunun sözleşmesinin yenilenmediği belirtilmiştir. Davalı idare, ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesi kapsamında gizli bilgi ve belge gönderileceğini bildirmiş, söz konusu gizli belgeler yargılama sürecinde Mahkemeye gönderilmiştir. Bu belgeler, başvurucunun Hava Kuvvetleri Komutanlığında sadece personelin kullandığı TSK Net E-posta Sistemi üzerinden 30/3/2010 ve 20/6/2010 tarihlerinde gönderdiği e-postaların çıktısından oluşmaktadır. Başvurucu hakkında “E-Posta Denetim Birimi” tarafından hazırlanmış bir inceleme sonuç raporu bulunmamaktadır. Anılan e-postalar, başvurucu tarafından aynı/yakın rütbede bulunduğu mesai arkadaşlarına gönderilmiş olup 30/3/2010 tarihli e-postanın içeriğinde cinsel bir oyuna ilişkin görseller 20/6/2010 tarihli e-postanın içeriğinde ise gazeteci S.Ö. tarafından yazılan siyasi içerikli bir köşe yazısına ilişkin görsel bulunmaktadır. Başvurucu vekili 31/10/2012 tarihli dilekçesiyle anılan belgeleri inceleme talebinde bulunmuştur. AYİM Genel Sekreterliği, başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu vekili ret kararına itiraz etmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 4/12/2012 tarihli ve E.2012/1238 sayılı ara kararı ile itiraz kabul edilerek söz konusu gizli belgelerin başvurucu vekiline incelettirilmesine karar vermiştir. Başvurucu vekilinin 14/12/2012 tarihinde söz konusu belgeleri incelediğine dair tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu vekili, daha sonra sunduğu dilekçeleriyle anılan gizli belgelere karşı beyanda bulunmuştur. AYİM Başsavcılığı, başvurucunun astsubaylık sözleşmesinin yenilenmemesi işleminde takdir yetkisinin objektif, adil ve hakkaniyete uygun biçimde kullanılmadığı; bu hâli ile sözleşme yenilenmemesi işleminin sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka aykırı olduğu yönünde düşünce bildirmiştir. Mahkeme 4/6/2013 tarihli ve E.2012/1238, K.2013/663 sayılı kararı ile davayı oyçokluğuyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“…Öncelikle dava konusu yapılan sözleşme bir idari sözleşmedir… Sözleşmenin bir tarafı idare, diğer tarafı ise kamu personelidir. Ancak bu kamu personeli ‘memur’ statüsünde değildir. Anayasa’da dayanağını bulan ‘diğer kamu görevlileri’ statüsündedir… Subay ve astsubay olarak istihdam edilecek sözleşmeli personelin alınma, özlük hakları, sözleşmenin yenilenmemesi ve feshi hallerini 4678 sayılı Kanun ile düzenlenmiştir... Ancak 4678 sayılı Kanunun 25’inci maddesiyle sözleşmenin uzatılmasında uygulanacak esaslar yönetmelik düzenlemesine bırakılmıştır. 4678 sayılı Kanunun 25’inci maddesine istinaden çıkarılan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliğinin ‘Sözleşmenin Yenilenmesi ve Uzatılması’ başlıklı 14’ncü maddesinin (a) fıkrasında … düzenlemesi yer almaktadır…Yönetmelikte, sözleşme süresi bitiminde idareyi sözleşme yapmaya zorlayıcı bir hüküm de bulunmamaktadır. Yasa koyucu bu şekilde bir düzenleme yöntemiyle idareye takdir yetkisi tanımıştır. Ancak bu demek değildir ki idare takdir yetkisini keyfi bir şekilde istediği gibi kullanacaktır. İdare takdir yetkisini hukuka uygun kullanmak zorundadır. Diğer yandan sözleşmeli personel, sözleşmeli olmanın sonucu, kamu personelinin diğer bir kısmını oluşturan memurlar gibi iş güvencesine sahip de değildir. İdare, kendi planları doğrultusunda ne kadar sözleşmeli personel bulunduracağına ilişkin hesaplar yaparak bir mahruti yapı oluşturmaya çalışmış(tır)... Bu noktada; mahkememizce hesaplamalar yaparak, idarenin ikmal sınıfı astsubaylardan daha fazlasıyla sözleşme yenilemesi gerektiği konusunda değerlendirme yapıp ‘idarenin… kadar daha personel alması gerektiği’ yönünde bir sonuca varmak, yerindelik denetimi olacaktır ki o da Anayasa’nın 125’nci maddesi hükmüne aykırılık teşkil edecektir. Mevzuat, yargı organlarına böyle bir değerlendirme yetkisi tanınmamıştır. Kısaca sözleşmeli personelin alımında veya süresi dolanların sözleşmelerinin yenilenmesinde, takdir yetkisini ortadan kaldıracak şekilde yargı kararı vermek hukuken mümkün görünmemektedir. Diğer yandan … istikrar bulmuş kararlarımızda da belirtildiği üzere, kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin, bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, idarenin kamu hizmetini yürütecek personelini alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu gibi statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti aksatacak, kendisinden artık verim alınması imkânı kalmamış, aksine idare mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına çıkarması da olağan görünmektedir. Dolayısıyla idare, sözleşme yenileyecek personelini belirlerken hiç şüphesiz en iyisini seçmeye çalışacaktır. Bu bağlamda öncelikle sicil ve hakkındaki kanaatler ne kadar iyi olursa olsun, ceza durumu ve İstihbarata Karşı Koyma (İKK) hassasiyetini dikkate alarak ileride TSK’yı zor duruma düşürebilecek şekilde problem oluşturacak veya TSK’nın itibarını zedeleyebilecek personeli öncelikle eleyebilecektir. Bu konuda da gerektiğinde arşiv araştırması yapabileceği gibi, İKK tespitleriyle de karar verebilecektir. Zira ortada sona ermek üzere olan bir sözleşmenin tekrar canlandırılması söz konusudur. Yasa koyucu da sözleşmenin her iki tarafına, sözleşmeyi yenileme veya yenilememe hususunda takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda; dava konusu işleme baktığımızda 1602 sayılı Kanunun 52’nci maddesi kapsamında gönderilen belgeler ve ara kararı sonrası gönderilen belgelere göre; davacının da içinde yer aldığı 6 personelin sözleşmesi ‘İKK hassasiyetleri, nitelik belgesindeki düşük not değerlendirmesi ve sicil kaydı’ nedenleriyle, sözleşmelerin yenilenmediği, davacıyla ilgili olarak; sıralı sicil üstlerince düzenlenen nitelik belgesindeki bir kritere, her üç sicil üstünce de ‘iyi’ seviyede değerlendirmede bulunulduğu, bunun yanında davacının, askeri hizmete tahsis edilmiş olması nedeniyle özgülendiği hizmet dışında kullanılmaması gereken dahili elektronik posta sistemi üzerinden, 2010 yılı içinde bazı arkadaşlarına hizmetle ilgisi olmayan bazı resim ve yazıları gönderdiği, bu durum karşısında; idarenin takdir yetkisini hukuka uygun kullandığı, açık bir değerlendirme hatasına düşmediği, dolayısıyla davalı idare tarafından tesis edilen sözleşmenin yenilenmemesi işleminde hukuka aykırı bir yön olmadığı sonucuna varılmıştır.” Karara katılmayan Daire Başkanı ve bir üyenin karşıoy yazısında aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:" ...1602 sayılı Kanunun 52'nci maddesi kapsamında gönderilen belgeler incelendiğinde; davalı idarece davacının sözleşmesinin yenilenmemesi yönünde kullanılan takdir yetkisinin gerekçesi olarak; davacı hakkındaki 'İKK hassasiyetleri, nitelik belgesindeki düşük not değerlendirmesi ve sicil kaydı' gösterilmektedir. Oysa, davacının sicil notları ortalamasının tama yakın 'çok iyi' düzeyde olduğu ve kendisinden daha düşük sicil notu ortalamasına sahip başka bir personelin sözleşmesinin yenilendiği, keza nitelik belgesindeki bir kritere her üç sicil üstünce de 'iyi' seviyede nitelik belirtilmişse de sonuçta belgenin 'olumlu' olarak düzenlendiği, davacının 2010 yılı içinde askeri hizmete tahsisli dahili elektronik posta sistemi üzerinden iki arkadaşına gönderdiği elektronik postaların içeriğinin nasıl bir İKK hassasiyetine neden olacağının idarece somut şekilde ortaya konmadığı görülmektedir. Her ne kadar davacının dahili elektronik posta sistemini hizmet dışı kullanması 'uyarı' disiplin cezasını gerektirecek nitelikte bir disiplin tecavüzü mesabesinde sayılabilirse de idarece bu fiillerin meydana geldiği 2010 yılı itibarıyla davacı hakkında herhangi bir disiplin işlemi yapılmadığı, böyle bir işlem yapılmış olsaydı bile, 'dikkatsiz ve duyarsız davranmak' disiplin tecavüzü nedeniyle 2008 yılı içinde 'uyarı' disiplin cezasıyla cezalandırılan başka bir personelin sözleşmesinin yenilendiği gözetildiğinde, davacının sözleşmesinin yenilenmemiş olmasında takdir yetkisinin objektif kullanıldığının söylenemeyeceği kanaatinde olduğumuzdan ..." Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 19/11/2013 tarihli ve E.2013/1109, K.2013/1120 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 12/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/12/2013 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hava Kuvvetleri Komutanlığının 24/7/2015 tarihli yazısı ve ekli belgelerden anlaşıldığı üzere TSK Net E-Posta Sistemi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) personeline görev kapsamında kullanılması için tahsis ettiği; dış dünyaya kapalı, intranet olarak ifade edilen, sadece askerî personelin birbiriyle ve askerî hizmete ilişkin veri paylaşımına imkân veren sınırlı bir haberleşme sistemidir. Öte yandan, anılan yazı ve ekli belgelerden, e-postaların istihbarat ve istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde denetleneceğini öngören kanuni düzenlemelerin, 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun maddesinin (a) fıkrasının üçüncü alt bendi, 31/7/1970 tarihli ve 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının (a) numaralı bendi, Genelkurmay Başkanlığının 27/2/2006 tarihli ve 6406668 sayılı emri, Hava Kuvvetleri Komutanlığının 22/3/2006 tarihli ve 48960 sayılı emri ve 14/5/2007 tarihli Genelkurmay Başkanlığı MY 411-7 TSK-NET E-Posta Sistemi Yönergesi olduğu anlaşılmaktadır. B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun’un “Tanımlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanun’da geçen...f) Sözleşmeli astsubay : Bu Kanunda öngörülen esaslara göre, kendileri ile sözleşme yapılarak astsubay nasbedilen; astsubay çavuş, astsubay kıdemli çavuş, astsubay üstçavuş ve astsubay kıdemli üstçavuş rütbelerini haiz astsubayları,…ifade eder.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşme süreleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli astsubay adayları, ön sözleşme yapılarak askerî eğitime alınırlar. Bu eğitimi başarı ile tamamlayanlardan yönetmelikte belirtilen şartları taşıyanlarla sözleşme yapılır ve bu kişiler astsubay çavuş rütbesine nasbedilirler. Sözleşme süreleri; üç yıldan az ve dokuz yıldan fazla olmamak şartıyla, hizmet gerekleri ve yetiştirme maliyetlerine bağlı olarak kuvvet, sınıf ve branşlara göre yönetmelikte belirlenir. Yönetmelikte belirlenen şartları taşıyanların talepleri halinde sözleşmeleri yenilenebilir. Ancak sözleşmeli astsubaylardan rütbe yaş haddini dolduranlar hakkında 1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Sözleşme süreleri; sıkıyönetim, seferberlik, savaş veya silahlı çatışmayı gerektirecek hal ile savaş hallerinde Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanının göstereceği lüzum üzerine, durumun devamı müddetince Genelkurmay Başkanının onayı ile talebe bakılmaksızın uzatılabilir. Sözleşme işlemleri, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.” 4678 sayılı Kanun’un “Rütbe bekleme süreleri ve sözleşmenin yenilenmesi” kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Her sözleşme süresinin sona erme tarihinden en az üç ay önce taraflar sözleşmeyi yenileyeceklerine dair yazılı bildirimde bulunmadıkları takdirde, sözleşme kendiliğinden sona erer.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşmenin idarece fesih halleri” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir:…b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamayacağı, sıralı sicil üstlerinin düzenleyeceği sicil ve kanaat raporu ile anlaşılmak.…” 4678 sayılı Kanun’un “Sağlık hizmetlerinden yararlanma ve sosyal haklar” kenar başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubaylardan; a) Kendi kusurları olmaksızın idare tarafından sözleşmeleri yenilenmeyenler ile sözleşme süresi içinde vefat, bir yıl içerisinde Kanunda belirtilen süreden daha fazla hava değişimi/istirahat/benzeri sıhhi izin süresini geçirme, bulunduğu kadronun kaldırılması, istihdam edildiği kadronun sağlık niteliğini kaybetme nedeniyle sözleşmeleri sona erenler ve bunların bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin, Türk Silâhlı Kuvvetlerinde sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubay olarak hizmet edilen süre kadar ve en çok on yılı,…geçmemek üzere muayene ve tedavi hizmetleri askeri hastanelerde, asker hastanelerinin bulunmadığı garnizonlarda ise garnizon komutanlıklarından sevk alınmak şartıyla kamu sağlık kuruluşlarında, ücretsiz olarak verilmeye devam edilir. Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarının ve sosyal güvenlik kurumlarının sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı doğanlar, bu hakları mevcut olduğu sürece bu maddeye göre sağlanan sağlık hizmetlerinden ve asker hastanelerinden yararlanamazlar.” 4678 sayılı Kanun’un “Tazminat ve ikramiye ödeme esasları” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubaylardan kendi kusurları olmaksızın hizmet sürelerinin uzatılmaması sebebiyle veya sözleşme süresini bitirip ayrılanlar ile durumları 13 üncü maddenin üçüncü fıkrasının (i), (j) ve (k) bentleri kapsamına girenlere aşağıda yazılı esaslara göre tazminat verilir:…” 4678 sayılı Kanun’un “Yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir“Sözleşmeli subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubaylarda aranacak nitelikler, sağlık koşulları, alınacakları sınıf ve branşlar, duyuru, müracaat şekli ve zamanı, müracaatların kabul edilmesi, sözleşmenin yapılması, sözleşme süreleri, sözleşmenin feshedilmesi, görevde başarısız olma ve kendilerinden istifade edilmeme halleri ve bunlara yapılacak işlemler, sözleşmenin uzatılmasında uygulanacak esaslar, sınav, öğretim ve eğitimin esas, şekil ve süreleri, kıt’a, karargâh, kurum ve idarî işlerde görevlendirilmeleri, izin, ayırma, atamalar, yer değiştirmeler, astlık-üstlük münasebetleri, sicil işlemlerine ilişkin usul ve esaslar, muvazzaf subay veya astsubay statüsüne geçirilecekler için uygulanacak usul ve esaslar, sözleşme yapmaya yetkili makamlar, meslek içi eğitim ve ihtisas kurslarının süresi ve şekli, giyim, kuşam ve istihkaklarının verilme usulü, sağlık işlemleri, Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin kendilerine yapılan eğitim, öğrenim ve yetiştirme masraflarının geri ödeme esasları ile diğer hususlar, bu Kanunun yürürlüğe girmesini takip eden altı ay içerisinde Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir.” 27/4/2002 tarihli ve 24738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin maddesi şöyledir:“Sözleşmenin yenilenmesi ve uzatılması aşağıda belirtilen esas ve usullere göre yapılır.a) Sözleşmeli subay ve astsubaylardan, sözleşmesini yenilemek isteyenler sözleşme süresinin sona erme tarihinden 6 ay önceden başlamak suretiyle dilekçe ile ilk amirine müracaat eder. Bu dilekçeler, EK-C’de belirtilen nitelik belgesi ile beraber silsileler yolu ile Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına gönderilir. Sözleşmenin yenilenip yenilenmemesi konusundaki nihai karar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından verilir. Uygun görülenlerin sözleşmesinin yenileneceği, sözleşmenin bitiminden önce bildirilir. Sözleşme, ilgili sözleşmeli subay veya astsubayın talebinin İdarece kabul edildiğinin bildirilmesi ile yenilenir…” 2937 sayılı Kanun’un “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir:“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır: a) Kendi konularında; Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak, MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek, İstihbarata karşı koymak.” 1324 sayılı Kanun’un “Görev, yetki ve sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanmasında; personel, istihbarat, harekat, teşkilat, eğitim, öğretim ve lojistik hizmetlerine ait ilke ve öncelikler ile ana programlarını tespit eder.Bunlardan;a) İstihbarat, harekat, teşkilat, eğitim, öğretim ve tedarik dışındaki lojistik hizmetlerin Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığına bağlı kuruluşlar ile uygulanmasını sağlar.b) Personel hizmetleri, özel kanunlarına göre yürütülür.c) Lojistik tedarik hizmetleri için, tespit etmiş olduğu ilke, öncelik ve ana programları, bu hizmetleri yürütecek olan,Milli Savunma Bakanlığına bildirir.” 14/5/2007 tarihli Genelkurmay Başkanlığı, MY 411-7 TSK-NET E-Posta Sistemi Yönerge'sinin birinci bölümünün “Amaç” başlıklı maddesi şöyledir:“Bu yönergenin amacı; karargahlarda yürütülen faaliyetlerin eş güdümü, bilgi arzı, emirlerin tebliği, göreve yönelik bilgi alışverişi de dahil olmak üzere görevin etkinliğini artıracak bilgilendirmeyle, TSK personeli arasında sosyal etkinliklere olanak sağlayacak yeni yıl, bayram kutlamaları ve benzeri mesajların gönderilmesi maksadıyla tesis edilen TSK-Net E-Posta Sistemi’nin kullanımı ve işletme-yönetimine ilişkin esasları belirlemektir.” Aynı Yönerge'nin birinci bölümünün “Kapsam” başlıklı maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu yönerge, TSK-Net ortamında TSK-Net E-Posta Sistemi sunucusu açmaya, işletmeye ve idame etmeye yetkili tüm birlik, karargâh ve kurumlar ile bu sunuculardan hizmet almak suretiyle sistemi kullanan tüm TSK personelini kapsar.” Aynı Yönerge'nin birinci bölümünün “Esaslar” başlıklı maddesinin (e) numaralı fıkrası şöyledir:“Sistemin amaç dışı kullanımını önlemek maksadıyla yönetici düzeyinde Yönergede belirtilen denetim sistemi kurulur. Bu denetim mekanizması ile sistemde dolaşan e-postalar sürekli kontrol edilerek amaç dışı kullanımda bulunanlar tespit edilir.” Aynı Yönerge'nin birinci bölümünün “Görev ve sorumluluklar” başlıklı maddesi şöyledir:“…(b)…Kuvvet Komutanlıkları(…)nın Görev ve Sorumlulukları:…(6) Etkili bilgisayar kullanımı, bilgi sistemleri güvenlik tedbirleri ve kullanıcıları ilgilendiren bilgisayar işletme usulleri hakkında bilgilendirici ve eğitici mahiyette brifingler hazırlayarak, bu brifinglerin her yıl en az iki defa tüm kullanıcılara verilmesini sağlamaktır.(c) Kişisel sorumluluk:…(2) E-posta sistemini amacı dışında kullanan ve bunu alışkanlık haline getiren personel hakkında, eylemi ayrıca başka bir suç teşkil etmese dahi, yasal işlem yapılır.” Aynı Yönerge'nin dördüncü bölümünün “Denetim mekanizmaları” başlıklı maddesi şöyledir:“a. E-postaların ihtiyaç duyulduğunda denetimini sağlamak üzere e-posta içerikleri ve iz bilgileri merkezi olarak saklanır ve yedeklenir.b. Yönerge ile belirlenen e-posta kullanım esaslarını denetlemek maksadıyla Genelkurmay Başkanlığı, MSB.lığı (emirlerine maruzdur), Kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahlarında İstihbarat Başkanlıkları bünyesinde ilave kadro ihtiyacı getirmeyecek şekilde e-posta ‘denetim birimi’ teşkil edilir.c. Bahse konu denetim birimleri;(1) Gönderilen e-postaları, hazırlayacakları aylık/yıllık denetim planları kapsamında veya habersiz olarak, göreve/hizmete yönelik olup olmaması ve İstihbarat/İstihbarata Karşı Koyma (İKK) yönlerinden inceler,(2) E-posta incelemelerini talep/ihbar üzerine veya örnekleme metodu ile yapar,(3) Kullanıcı bilgisi dahilinde veya sunuculara yönlendirilerek toplanan e-postaları kullanıcıdan habersiz olarak denetlemek suretiyle gerçekleştirir,(4) Tespit ettikleri sorunlu hususları (denetim sonuçlarını) yayımlar ve takip eder.ç. Yönergede yer alan diğer hususların denetimi, genel denetleme heyetleri ve MEBS Denetleme heyetleri tarafından gerçekleştirilir.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9706
Başvuru, e-posta yazışmaları dikkate alınarak astsubay sözleşmesinin yenilenmemesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; ödenen yargılama giderlerine ilişkin bedelin değer kaybına uğratılarak iade edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Bursa'nın Mudanya ilçesine bağlı Akıncı Abidin Mahallesi'nde bulunan 94 ada 5 parsel sayılı taşınmaz Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne (İdare) aitken 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'na istinaden yapılan ihale kapsamında 23/10/1995 tarihinde başvurucuya satılmıştır. Taşınmazın tapuda devir ve tescil işlemleri 21/11/1995 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Hazine tarafından tapu kayıt maliki olan başvurucu aleyhine Mudanya Sulh Hukuk Mahkemesinde müdahalenin meni, kal ve tapu iptali ile tescili istemli dava açılmıştır. Dava dilekçesinde taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, özel mülkiyete konu olamayacağı ileri sürülmüştür. Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesince 4/7/2003 tarihli kararla tapunun iptaline, başvurucunun müdahalesinin menine ve üzerindeki yapının kaline karar verilmiş, dosya içeriğinden belirlenemeyen bir tarihte hüküm bu şekilde kesinleşmiştir. Başvurucu, Hazine tarafından açılan dava ile taşınmazının mülkiyetinin devlete geçmesi üzerine uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 19/12/2005 tarihinde İdareye başvurmuştur. İdare 6/1/2006 tarihli yazıda kusuru bulunmadığını belirterek talebi reddetmiştir. B. Başvuruya Konu Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, uğradığı zararın giderilmesi amacıyla yaptığı başvurunun reddine ilişkin idari işleme karşı 17/3/2006 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava açarken 12,20 TL başvuru harcı, 611,90 TL karar harcı ve 2,10 TL vekâlet harcı olmak üzere toplam 626,20 TL yargılama giderini mahkeme veznesine yatırmıştır. Başvurucu; başvuru, vekâlet ve peşin karar harcına ilişkin bu tutarları mahkeme veznesine yatırdığına dair makbuzu Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Ankara İdare Mahkemesi 22/3/2006 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Bursa İdare Mahkemesine (Mahkeme) göndermiştir. Mahkeme 24/11/2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, uğranıldığı öne sürülen zararın meydana gelmesinde davalı İdareyi sorumlu tutmaya hukuken olanak bulunmadığı vurgulanmıştır. Mahkeme, tazminat talebini ise oluşan zarar ile idarenin eylemi veya işlemi arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle yerinde bulmamıştır. Ayrıca kararda 599,70 TL nispi harcın ve artan posta giderinin başvurucuya iadesine hükmedilmiştir. Başvurucu, anılan kararı temyiz etmesine rağmen temyiz aşaması sonuçlanmadan 28/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Danıştay Onüçüncü Dairesi 22/12/2017 tarihli kararıyla hükmün onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 6/2/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Mahkeme tarafından Ankara Vergi Dairesi Başkanlığına 21/2/2018 tarihinde harç iade yazısı gönderilmiştir. Başvurucuya gönderilen aynı tarihli yazıyla 599,70 TL nispi harcın Ankara Vergi Dairesi Başkanlığından alınabileceği ifade edilmiştir. A. Mevzuat Hükümleri 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun "Kanunun şumulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 1 – Bu kanuna göre alınacak harçlar aşağıda gösterilmiştir: Yargı harçları, ... (Değişik: 21/1/1982 - 2588/1 md.) Vergi Yargısı Harçları,..." 492 sayılı Kanun’un "Mevzuu" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Madde 2 – Yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargıharçlarına tabidir. ..." 492 sayılı Kanun’un "Mükellef" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Madde 11 – Genel olarak yargı harçlarını davayı açan veya harca mevzu olan işlemin yapılmasını isteyen kişiler ödemekle mükelleftir.... " 492 sayılı Kanun’un "Harç alma ölçüleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Madde 15 – Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev'i ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden alınır. " 492 sayılı Kanun’un "Mevzuu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Madde 52 – (Değişik: 21/1/1982 - 2588/4 md.) Vergi yargısı işlemlerinden bu Kanuna ekli (3) sayılı tarifede yazılı olanlar, vergi yargısı harçlarına tabidir." 492 sayılı Kanun’un "Mükellef" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Madde 53 – (Değişik: 21/1/1982 - 2588/5 md.)Vergi yargısı harçları, harca mevzu olan işlemlerden dolayı Vergi Mahkemeleri, Bölge İdare Mahkemeleri ve Danıştay'a başvuranlar tarafından ödenir. " 492 sayılı Kanun’un "Harcın geri verilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Madde 56 – (Değişik: 21/1/1982 - 2588/8 md.) Vergi Mahkemelerince verilen nihai kararlar üzerinden alınan nispi ve maktu harçlar (Başvurma harcı hariç) Bölge İdare Mahkemelerince veya Danıştayca mükellef lehine karar verilmesi halinde mükellefçe kazanılan miktar üzerinden, kesin kararın tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde geri verilir veya istek üzerine vergi borcuna mahsup edilir. " 492 sayılı Kanun'a ekli I sayılı tarifede "Mahkeme harçları"nı düzenleyen bölümün ilgili kısmı şöyledir:"...III- Karar ve ilam harcı: Nispi harç: a) Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden (Binde 54)" 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararlarda bulunacak hususlar” kenar başlıklı maddesinin (f) bendi şöyledir: “f) Yargılama giderleri ve hangi tarafa yükletildiği” 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin dava tarihinde yürürlükte bulunan (2) numaralı fıkrası şöyledir: " (Değişik bent: 10/06/1994 - 4001/13 md.) Tam yargı davaları hakkındaki kararlardan belli bir miktarı içerenler genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.” 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin son hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Madde 28 – (Değişik:10/6/1994-4001/13 md.) Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (İptal cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 10/7/2013 tarihli ve E.: 2012/107 K.: 2013/90 sayılı Kararı ile.) (…) (Ek cümleler: 21/2/2014-6526/18 md.; Değişik üçüncü ve dördüncü cümleler: 10/9/2014-6552/97 md.; İptal üçüncü cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 25/11/2015 tarihli ve E.: 2014/86, K.: 2015/109 sayılı Kararı ile.) (…)(1) (İptal dördüncü cümle: Anayasa Mahkemesi’nin 2/10/2014 tarihli ve E.: 2014/149, K.: 2014/151 sayılı Kararı ile.)(2) (Ek cümle: 10/9/2014-6552/97 md.) (…)(1) ancak disiplin hükümleri saklıdır.(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/58 md.) Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır.Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir....”B. Danıştay İçtihadı Danıştay Yedinci Dairesinin 1/4/2019 tarihli ve E.2018/951, K.2019/2181 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Bununla birlikte, yukarıda da yer verildiği üzere, 2577 sayılı Kanunun Maddesinin fıkrasında konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin, davacının banka hesap numarasını idareye bildirdiği tarihten itibaren süresi içerinde ödenmediği takdirde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunacağı belirtilmiştir. Genel hükümler dairesinde yapılması gereken ise, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu hükümlerine göre icra müdürlüklerince yürütülen infaz ve icra yoludur.... "
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/72712
Başvuru, ödenen yargılama giderlerine ilişkin bedelin değer kaybına uğratılarak iade edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Terör örgütlerine (FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C) yardım etme suçunu işlediği değerlendirilen başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, İstanbul Büyükada'daki bir otelde yapılan toplantı sırasında Başsavcılığın talimatı ile 5/7/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma işlemlerinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülmesi gerektiğini belirterek soruşturma dosyasını 6/7/2017 tarihli fezleke ile anılan Başsavcılığa göndermiştir. Başvurucu, soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilerek ilk ifadesinin alındığı 16/7/2017 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur. Başvurucu ifadesi alınmak üzere 17/7/2017 tarihinde Başsavcılıkta hazır edilmiştir. Başsavcılık başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olmamakla beraber örgüt adına faaliyette bulunarak örgüte yardım etme suçundan tutuklanması istemiyle aynı tarihte İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Başvurucu, Hâkimliğin 18/7/2017 tarihli kararıyla anılan suçtan tutuklanmıştır. Başvurucu, müdafii aracılığıyla 21/7/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, tutuklama kararındaki gerekçelere atfen tutuklamanın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 1/8/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 18/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 4/10/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüphelilerin terör örgütlerine (FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C) yardım etme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/10/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/100 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 25/10/2017 tarihinde yapılan birinci duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve duruşma sonunda tahliyesine karar vermiştir. Savcılık 27/11/2019 tarihinde esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Esas hakkındaki mütalaada başvurucunun beraatini talep etmiştir. Mahkeme 3/7/2020 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun beraatine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca beraat eden başvurucuya 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tazminat davası açabileceği yönünde bilgilendirmede bulunmuştur. Anılan karar 14/7/2020 tarihinde istinaf edilmeden kesinleşmiştir. Öte yandan başvurucu; tahliyesinin ardından 24/1/2018 tarihinde haksız olarak yakalanması, gözaltına alınması ve tutuklanması iddiasıyla Ağır Ceza Mahkemesine tazminat davası açmıştır. Söz konusu dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/3/2018 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki ceza davasının derdest olması ve bu nedenle 5271 sayılı Kanun'un ve devamı maddelerindeki yasal şartları taşımadığından bahisle reddedilmiştir. Bu kararın istinaf incelemesini gerçekleştiren İstanbul Bölge Adliyesi Ceza Dairesi de 6/7/2018 tarihinde aynı gerekçeyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Tazminat davası Yargıtayda derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33442
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/16 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da hiç icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle kadastro tespitinin iptal edilmesi üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tapulama Tespiti ve İtiraz Süreci İstanbul'un Beykoz ilçesi Güllü köyünde yapılan tapulama çalışmaları sırasında 152 parsel olarak sınırlandırılan 156 m² yüzölçümündeki taşınmaz "tarla" vasıflı olarak 26/9/1969 tarihinde 1/2 paylarla soyadları belirtilmeyen R. ve N. adlarına tespit edilmiştir. Tapulama tutanağının edinme sebebinde taşınmazın A. kızı H.nin 1943 yılında ölümüyle bu kişilere intikal ettiği belirtilmiş, bununla birlikte herhangi bir kayda dayanılmadan senetsizden tespit yapılmıştır. Orman Genel Müdürlüğünce, Beykoz Tapulama Mahkemesinde anılan tapulama tespitine askı ilanı süresi içinde itiraz edilmiş; Mahkeme 3/7/1974 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme; tapulama tespitinin iptali ile uyuşmazlık konusu taşınmazın 706 m² yüzölçümlü kısmına ilişkin orman tahdidinin tapu kütüğüne aktarılmasına, bakiye 450 m² yüzölçümlü kısmının ise ayrı bir parsel numarası altında davalı taraf adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, yapılan keşif ve uzman bilirkişi raporlarına göre taşınmazın 706 m2 yüzölçümlü kısmının kesinleşmiş ve tapuya tescil edilmiş devlet orman tahdidi sınırları içinde kaldığı belirtilmiştir. Dava konusu taşınmaz, yüzölçümü 450 m2 olarak düzeltilmek suretiyle "hükmen tapulama" edinimli olarak 5/1/1977 tarihinde tespit malikleri Rahmi ve Naide adlarına tapuya tescil edilmiştir. Tapu Müdürlüğünce Mahkeme kararına dayalı olarak 2/9/2005 tarihinde isim tashihi yapılarak taşınmaz, R. ve N. adlarına 1/2 paylı olarak tescil edilmiştir. Aynı tarihte yapılan intikal sonrası kayıt maliklerinin mirasçıları tarafından bu taşınmaz satılarak yine 2/6/2005 tarihinde K.E.adına tapuya tescil edilmiştir. Beykoz Sulh Hukuk Mahkemesinin 30/11/1976 tarihli Mirasçılık Belgesi'ne göre Rahmi Sümer 18/10/1972 tarihinde vefat etmiş olup mirası Nahide Gökbayrak'a intikal etmiştir. Aynı Mahkemenin 30/11/1976 tarihli Mirasçılık Belgesi'nde de Nahide Gökbayrak'ın 17/3/1981 tarihinde vefat ettiği ve mirasının ise eşi G. ve çocuklarıHanife Erarslan ile başvurucu Sefer Gökbayrak, Aydın Gökbayrak, Hüseyin Cahit Gökbayrak'a intikal ettiği belirtilmiştir. Son olarak Mahkemenin 19/4/2011 tarihli Mirasçılık Belgesi'ne göre Hanife Erarslan 12/3/2011 tarihinde vefat etmiş olup mirası başvurucu Ahmet Erarslan ve Neşe Erarslan'a intikal etmiştir.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucular, uyuşmazlık konusu taşınmazın 706 m2 yüzölçümlü kısmının herhangi bir tazminat ödenmeksizin orman olarak tapu kaydının iptal edildiği gerekçesiyle Hazine aleyhine Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinde 31/1/2013 tarihinde tazminat davası açmışlardır. Mahkeme 19/11/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, tazminat talep edilen taşınmaz bölümünün daha önce tapulama tespitine yapılan itiraz üzerine Tapulama Mahkemesince orman tahdidi sınırları içinde kaldığına işaret edilmiştir. Gerekçede, Anayasa'nın maddesine göre orman alanlarının özel mülke konu olamayacağı ve kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilemeyeceği belirtilmiştir. Mahkemeye göre başvurucuların adına yapılan kadastro tespitleri yolsuz olup yolsuz tescile dayalı olarak tazminat davası açılamaz. Mahkeme ayrıca, başvurucuların bir zararlarının da bulunmadığını belirtmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 16/6/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri aynı Dairenin 19/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 27/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 12/7/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tarıma elverişli olmıyan sahipsiz yerler ile aynı nitelikte olan sahipsiz kayalar, tepeler, dağlar ve Orman Kanunu uyarınca orman sayılan yerler, tapulamaya tabi tutulmaz. Birlik sınırları içinde kalan bu gibi gayrimenkullerin tapulamaya 766 tabi olup olmadığı hususunda ilgililer arasında anlaşmazlık çıkarsa, tapulama tutanağı ve krokisi yapılır. Anlaşmazlık sebebi tutanakla belirtilir.Anlaşmazlık bu kanunda yazılı usul ve ilgili kanunların esasları dairesinde çözülür." 766 sayılı mülga Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Orman Kanunu uyarınca, tahditleri yapılarak kesinleşmiş ve tescil edilmiş ormanlara ait kayıtlar, müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne olduğu gibi aktarılır." 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun "Kamu malları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:...D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir.” 3402 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “ Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez.” 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Tabii olarak yetişen ve emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır" 6831 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:  "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.),B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklentinin”bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağına dair Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). Başvurucuların emsal olarak gösterdikleri Turgut ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1411/03, 8/7/2008) kararınakonu olayda 1911 yılında tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydı, orman olduğu için özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle yargı kararıyla iptal edilmiştir. AİHM, başvurucuların miras bırakanının 1911 yılında bu taşınmazı edindiğine ve başvurucuların tapu kayıtlarının Hazine yararına iptal edildiği tarihe kadar söz konusu taşınmazın iç hukuktaki tüm sonuçlarıyla birlikte meşru olduğuna işaret etmiştir. AİHM sonuç olarak tazminat ödenmeksizin tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Turgut ve diğerleri/Türkiye, §§ 86-93). Devecioğlu/Türkiye(B. No: 17203/03, 13/11/2008) kararında da AİHM, tapu siciline güven ilkesi çerçevesinde satın alınan bir taşınmazın tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Devecioğlu/Türkiye, §§ 31-41).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/20273
Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle kadastro tespitinin iptal edilmesi üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmaza kamulaştırmasız el atılması, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve tazminat kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların da aralarında bulunduğu davacılar 14/7/2014 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı (Belediye) aleyhine kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; paylı malik oldukları Ankara'nın Yenimahalle ilçesi Yakacık mahallesi 44336 ada 1 parselde kayıtlı arsa vasıflı taşınmazın bir kısmına Belediye tarafından çöp ve moloz dökmek suretiyle kamulaştırmasız olarak el atıldığını iddia etmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 12/5/2015 tarihinde davayı kabul etmiş ve bilirkişi raporunda tespit edilen 040 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının payları oranında başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, el atılan 482 metrekarenin davalı Belediye adına tapuya kayıt ve tesciline hükmetmiştir. Mahkeme kararın gerekçesinde; yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda Belediyenin moloz ve hafriyat dökerek taşınmaza kamulaştırmasız el attığının sabit olduğunu açıklamıştır. Mahkeme, hüküm kurmaya elverişli olduğunu belirttiği bilirkişi raporunda gösterilen bedel üzerinden tazminat miktarına hükmetmiştir. Başvurucular 3/7/2015 tarihinde Ankara İcra Dairesinde Belediye aleyhine tazminat alacağı yargılama giderleri ve işlemiş faiz olmak üzere toplam 005,47 TL üzerinden ilama dayalı icra takibi başlatmıştır. Davalı Belediye 6/10/2015 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 14/6/2016 tarihinde kamulaştırma bedelinin belirlenmesi ve davalı Belediyeden tahsiline karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığını belirterek kararı onamıştır. Belediye 19/7/2016 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Daire 23/11/2017 tarihinde kamulaştırma bedelinin belirlenmesi ve Belediyeden tahsiline karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte Daire, başvurucular dışındaki davacı Ö.nün hissesi üzerinde bulunan takyidatların hükmedilen bedele yansıtılması hususunun Mahkeme kararına eklenmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Nihai karar 29/12/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili 23/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1919
Başvuru, taşınmaza kamulaştırmasız el atılması, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve tazminat kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurular sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38001
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yakalama işlemi sırasında ve gözaltında darbedilme ile bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/8/1992 doğumlu olup Batman'da ikamet etmektedir. Başvurucu hakkında 12/2/2010 tarihinde Van'da bir terör soruşturması kapsamında yakalama işlemi yapılmıştır. Başvurucu, Van Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) talimatı ile 12/2/2010-14/2/2010 tarihleri arasında iki gün gözaltında kalmıştır. Başvurucu üzerine atılı suçlamalarla ilgili olarak 14/2/2010 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade verdiği sırada, kolluk görevlileri tarafından darbedildiğinden şikâyet etmiştir. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben yukarıda belirtiğim adreste ailemle birlikte Batman ilinde ikamet ederim. Ailemle sorunlar yaşadığım için yaklaşık bir haftadır. Van' daki akrabalarımın yanında yaşıyorum. Olay günü olan 12/02/2010 tarihinde Emin Paşa Mahalesindeki akrabalarımın evinde bulunuyordum. Bakkala gitmek üzere evden çıkmıştım. Yolda gidiyordum. Boynumda da eşarp ve atkı vardı. Yüzüm kapalı değildi. Yolda giderken polis memurları beni ensemden tutup çekmek suretiyle arabalarına bindirdiler ve gözaltına aldılar. neden gözaltına alındığımı daha sonradan öğrendim. Gözatına alındığım sırada çevremde polislerin taşlandığı, molotof kokteyli atıldığı, yola barikat kurulup, eylemlerde bulunup bulunulmadığını bilmiyorum. daha doğrusu fark etmedim. Polis memurları beni sürekli darp ettiler, yüzümü puşi ile bağlayıp fotoğrafımı çekmek istediler, benim ceplerimde taş yoktu. Ancak daha sonradan ceplerimdentaşlar çıktı. bu taşları polis memurlarının koyup koymadığını bilmiyorum. ancak büyük bir ihtimale cebime taşları polis memurları koymuştur. ben olay günü Emin Paşa Mahallesinde meydana geldiğini bildirdiğiniz barikat kurmak suretiyle yolu trafiğe kapatma, polislere ve araçlarına taş ve molotof kokteyli atılması olaylarına katılmadım...." Tutuklanması talebiyle 14/2/2010 tarihinde gönderildiği Van Ağır Ceza Mahkemesinin (terör suçlarına bakmakla görevli) sorgusunda da başvurucu anılan iddialarını yinelemiştir. Başvurucu aynı tarihte terör örgütü üyesi olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek, terör örgütünün propagandasını yapmak, terör örgütü faaliyeti kapsamında kamu görevlisine direnmek suçlarından tutuklanmıştır. Başvurucunun sorgu hâkimine verdiği ifadenin ilgili kısmı şöyledir:"...olay günü saat: 00 sularında mahalle de adını bilmediğim bir markete gidiyordum, ekmek alacaktım, birden arkamdan bir elin beni yakaladığını gördüm, benim yüzüm sarılı değildi, boynumda eşarbım vardı,hiç bir şekilde olaylara katılmadım, cevimde taş yoktu, muhtemel bu taşları polis yoktu, bana göstermiş olduğunuz fotoğraflardaki molotof kokteyleri ile ilgili bir ilgim yoktur, benim internet çıktılarından haberim yoktur, internet çıktılarını kimse bana söylemedi ve tavsiye etmedi, ben gözaltına alındıktan sonra gerek emniyete götürürken gerek emniyette iken bacağımda darp edildim, yüzümü puşi ile bağlayarak fotoğrafımı çekmeye davrandılar..." Anılan suçlar kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/3/2010 tarihinde başvurucu hakkında iddianame tanzim edilmiştir. İddianamede, başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ve kolluk görevlilerince darbedildiği iddiasını içeren yukarıdaki savunmasına da yer verilmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"...15 - 20 kişilik bir grubun sokak girişine biriket ve beton parçaları ile barikat kurmak suretiyle yolu araç trafiğine kapattıklarının görüldüğü, bu gruba dağılmaları yönünde emniyet görevlileri tarafından gerekli uyarıların yapıldığı, ancak uyarılara aldırmadan eylemlerine devam eden gruba yönelik yapılan müdahale sırasında, grup içerisinde yüzleri bez parçaları ile kapalı şahıslar tarafından emniyet görevlileri ve araçlarına taşlar ve molotof kokteylleri ile saldırılarda bulunulduğu, saldırıda bulunan grup içerisinde olduğu görülen 160 - 165 cm boylarında, yüzü bez ile kapalı olan Şüpheli Evin BARIŞ'ın [Başvurucu] grubun dağılmaya başladığı sırada Fidanlık Yolu Mehmet Ağa Camii karşısında bulunan sokağa girdiğinin görülmesi üzerine görevlilerce yaya olarak yapılan kovalamaca sonucu zor kullanılarak yakalandığı, şüphelinin olay sırasında yüzünü kapattığı bir adet renkli bez parçasının ele geçirildiği, ayrıca yapılan üst aramasındaiki adet taşın ele geçirildiği, Şüpheli Evin BARIŞ'ın bu şekilde grup içerisinde yer aldığı, fikir ve irade birliği içerisinde grupla birlikte hareket ederek grubun eylemine destek verdiği, terör örgütünün propagandasına dönüştürülen gösteride tanınmamak amacıyla yüzünün bir kısmını bez parçasıile kapattığı, yasadışı gösteriye müdahalede bulunan güvenlik güçlerine taş atmak suretiyle direndiği,..." Van Ağır Ceza Mahkemesi tarafından iddianamenin kabulü ile başlayan kovuşturmanın 28/5/2010 tarihli ilk celsesinde başvurucunun alınan savunmasında "...beni yakaladıklarında yüzümü çevirip baktıklarında, aa bu kızmış dediler, sürekli darp uyguladılar, çok kötü muamele yaptılar..." şeklinde kolluk görevlileri tarafından darbedildiği iddiasını yinelediği görülmektedir. 28/7/2010 tarihli ikinci celsede ise yasal değişiklik nedeniyle görevsizlik kararı verilmiş ve kovuşturmaya Van Asliye Ceza Mahkemesi tarafından devam edilmiştir. Başvurucu burada da "...Sokağa bir kaç adım atar atmaz üzerime polisler çullandı ...Polislerin bu şekilde üzerime çullanıp gözaltına almaları nedeniyle psikolojim iyice bozuldu ...Ayrıca göz altında darp edildiğime ilişkin hekim raporum da bulunmaktadır. Emniyette yeniden darp edildiğim esnada..." şeklinde kolluk görevlilerince darbedildiğini ileri sürmüştür. Van Asliye Ceza Mahkemesi tarafından da görevsizlik kararı verilmiş, dosya Van Çocuk Mahkemesine gönderilmiştir. Bu Mahkemece de görevsizlik kararı verilmesi sonrası kovuşturmaya Van Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından devam edilmiştir. Mahkemenin 26/8/2014 tarihli celsesinde verdiği savunmada başvurucu yine "...yolda yürümekte iken polisler tarafından olaylara katıldığım iddiası ile yakalandım... polisler bana arkadan yaklaştılar ben yüzlerini dahi görmedim, beni orada darp etmeye başladılar, karakola götürülene kadar darp edildim, hatta karakolda da darp edildim..." şeklinde kolluk görevlileri tarafından darbedildiği iddiasını dile getirmiştir. Başvurucu 30/9/2014 tarihli celsede ise kendisini darbettiğini iddia ettiği kolluk görevlileri hakkında Mahkeme tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasını talep etmiştir. Mahkeme, başvurucunun suç duyurusunu kendisinin de ilgili makama yapabileceğini belirterek bu talebi reddetmiştir. Başvurucu 1/10/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde "...bakkala gitmekteyken arkasından polis memurlarınca ensesinden tutulup çekilerek kolluğun arabasına bindirildiğini, polis memurlarının kendisini darp etmeye başladığını, araç içerisinde yere yatırılarak tekmelenip yumruklandığını, darp ve kaba dayağın götürüldüğü Emniyet Müdürlüğünde de devam ettiğini..." şeklindeki iddialarla ilgili polis memurları hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Aynı tarihte Cumhuriyet Başsavcılığınca adli soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucu hakkında yürütülen kovuşturma dosyası 24/10/2014 tarihinde Mahkemeden talep edilmiş ve gönderilen dosya incelendikten sonra 3/11/2014 tarihinde iade edilmiştir. Bunun dışında Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili biriminden 3/11/2014 tarihinde başvurucunun şikâyetine konu olay anına ilişkin varsa kamera kaydı talep edilmiştir. Kolluğun 29/1/2015 tarihli cevap yazısı ekinde düzenlenen tutanakta, Çocuk Şube Müdürlüğüne ait kayıt cihazı üzerine takılı iki adet sabit diskte yapılan inceleme sonucunda olay tarih ve saatine ilişkin bir kayda ulaşılamadığı ve kayıt cihazı ile sabit disklerin muhafaza altına alındığı belirtilmiştir. Gönderilen kovuşturma dosyası incelenerek 3/11/2014 tarihinde Mahkemeye iade edilmiştir. Söz konusu dosya içerisinde bulunan ve olaya ilişkin kolluk görevlilerince düzenlenen "olay yakalama ve el koyma tutanağı"nın ilgili kısımları şöyledir:"(...) terör örgütü yanlısı yayın yaptığı bilinen internet sitelerinde 15 Şubatta gençler eyleme çağrılmıştır. (...) terör örgütü üyeleri ve sempatizanları tarafından ilimizde gerçekleştirilebilecek muhtemel eylemlere karşı 2010 günü 3928 kod nolu zırhlı ekip olarak (...) sokak girişinde Saat 00 sıralarında 15-20 kişilik bir grubun sokak girişine biriket ve beton parçaları ile barikat kurmak suretiyle yolu araç trafiğine kapattıkları görülmüş toplanan gruba megafon ile dağılmaları yönünde gerekli ikazlar yapılmış, ancak grup dağılmayarak eylemlerine devam etmeleri üzerine konu hakkında günün Nöb. Savcısına (CMK.Madde İle Görevli) bilgi verilmiş, Savcısının 'Siz grupta bulunan şahısların yakalanmasına yönelik çalışmalara başlayın, şahıslardan ve olay yerinden suç ve suç unsuruna rastlamanız halinde el koyun, olay yerinde gerektiğinde kamera çekimi yapın' şeklindeki talimatlarına istinaden gruba gaz ile müdahale edilmiş, grup içerisinde yüzleri bezler ile kapalı şahıslar tarafından aracımıza taş ve Molotof Kokteyli ile saldırıda bulunulmuş, saldırıda bulunan grup içerisinde yer alan 1,60-1,65 cm. boylarında yüzü bez ile kapalı şahıs [başvurucu] tespit edilmiş, grup dağılmaya başladığı esnada araçtan inilmek suretiyle daha önceden eşkalini tespit ettiğimiz şahsın (...) sokağa girdiğinin görülmesi üzerine şahıs sokak içerisinde kovalamaca sonucu şahsa yasal hakları hatırlatıldıktan sonra zor kullanılarak 2010 günü saat: 20 sıralarında yakalanmış ve yapılan kontrollerde yüzü kapalı bulunan şahsın bayan olduğu tespit edilmiştir....Şahıs yakalandıktan sonra olay yerinde yapılan araştırmada olay esnasında aracımıza atılan ancak yanmamış şekilde yol kenarında bulunarak elde edilen 1 adet üzerinde [...] ibareleri bulunan kırmızı renkli içerisinde sıvı madde olan, ağzı kırık cam şişe Molotof kokteyli ile ayrıca olay mahallinde yapılan araştırmada yol kenarında 2 adet iç içe geçirilmiş pembe renkli poşet içerisinde 3 adet kullanıma hazır vaziyette Molotof Kokteyli ile edilerek Savcısı [...]nın talimatlarına istinaden el konulmuştur.Şahsın grup içerisinde bulunduğu ve yakalandığında esnada yüzünü kapatmış olduğu karışık renkli bez parçası elde edilerek Savcısı [..]nın talimatlarına istinaden el konulmuştur...." Yakalama işlemini yapan kolluk görevlilerinin düzenlediği tutanak içeriğine göre başvurucu 12/2/2010 günü saat 20'de yakalanmış, hakkında düzenlenen adli raporla birlikte saat 50'de adli işlemler için Çocuk Şube Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Başvurucu hakkında 12/2/2010 tarihinde düzenlenen adli rapora göre başvurucunun sağ bacak orta dış kısmında 8x7 cm boyutlarında ekimoz mevcut olup bu yara basit tıbbi müdahale ile giderilebilir düzeydedir. Bu sağlık raporunun sıhhati konusunda başvurucunun herhangi bir şikâyet ileri sürmediği de görülmektedir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/3/2015 tarihinde başvurucunun kolluk görevlilerince darbedildiği iddiasına ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Yukarıda açık kimlik bilgileri belirtilen müştekinin [Başvurucu], olaytarihinde [..] Terör örgütü sempatizanlarının Mehmet Ağa Camii karşısında düzenlenen yasa dışı gösteri sırasında kolluk kuvvetleri tarafından gözaltına alındığı, müştekinin alınan beyanında kolluk görevlilerinin kendisini yakaladıktan sonra cebine taş koyduklarını, yüzünün puşi ile kapatarak fotoğrafını çektiklerini ve kendisini darp ettiklerini beyan ettiği, yapılan soruşturma kapsamında suç tarihine ilişkin gözaltı kamera kayıtlarına ulaşılamadığı, müştekinin somut bir şekilde kim tarafından nerede darp edildiğine ilişkin beyanda bulunmadığı, basit yaralanmanın ne suretle gerçekleştiğine dair dosya kapsamında somut delil bulunmadığı, müştekinin polisler tarafından darp edildiği, cebine taş koyulduğu ve yüzünün puşi ile kapatılıp fotoğrafının çekildiği iddialarının gerçekleştiğine dair her türlü şüpheden uzak somut delil elde edilemediği anlaşılmakla;Faili meçhul şüpheliler hakkında üzerlerine atılı suçtan, CMK.’ nun maddesi gereğince kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,..." Başvurucu söz konusu kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiş, itiraz Van Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/12/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu tarafından 24/12/2015 tarihinde tebellüğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/172
Başvuru, yakalama işlemi sırasında ve gözaltında darbedilme ile bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararı ile resen emekliye sevk edilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının, maddesinde düzenlenen çalışma hakkının ve maddesinde düzenlenen liyakat ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde başvurunun, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Bakanlık görüşünü 20/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 26/1/2015 tarihinde bildirilmesine karşın, başvurucu görüşe cevap vermemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu astsubay statüsünde görev yapmakta iken, 30/11/2006 tarihli Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararı ile resen emekliye sevk edilerek, Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirilmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde düzenlemesinden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 27/6/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. İşlemin gerekçesi şu şekildedir:“… uyuşturucu madde kullanmanız, uyuşturucu satıcıları ile irtibatta olmanız, askeri personeli uyuşturucuya özendirmeniz ve kullanmaya teşvik etmeniz gerekçesi ile, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde yargı yolu açık olmak üzere başvurunuzun REDDİNE…” Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Milli Savunma Bakanlığına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır. Davalı Bakanlık tarafından AYİM Birinci Dairesine sunulan savunma dilekçesinde, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesi, 12/4/2012 tarihli ara kararı ile davalı Bakanlıktan, işleme esas alınan fiil ve olguların neler olduğunun bildirilmesinin ve buna ilişkin belgelerin gönderilmesinin talep edilmesine karar vermiştir. AYİM Birinci Dairesi 10/5/2012 tarih ve E.2012/459, K.2012/590 sayılı kararı ile oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:Bu kapsamda dava konusu işlem irdelendiğinde; (Dairemizce alınan ara karar üzerine davalı idarece gizlilik dereceli olarak gönderilen bilgi ve belgelerden) 2003 tarihinde Astb.Çvş. naspedilerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapmaya başlayan davacının, YAŞ kararı ile TSK’dan ilişiğinin kesilmesine esas teşkil eden, bir çok kez farklı ortamlarda askeri ve sivil personel ile uyuşturucu madde kullandığı yönündeki gerek kendisinin (hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan imzaladığı anlaşılan ifade tutanağındaki), gerekse bir kısım askeri personelin (hukuka aykırı olduğu konusunda hiçbir veri bulunmayan) beyanları nazara alınarak, 926 sayılı Kanunun 32’nci maddesinden yararlandırılmaması yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.… Gizlilik dereceli belgelerin iadesine,…” Başvurucu, bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebinde diğer iddialarının yanında dava dosyasına sunulan gizlilik dereceli belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. AYİM Birinci Dairesi, 1/11/2012 tarih ve E.2012/953, 2012/1159 sayılı kararı ile karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar, başvurucuya 16/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 13/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Dosya dışında inceleme” başlıklı maddesi şöyledir:“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir.  Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1099
Başvurucu, Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararı ile resen emekliye sevk edilmesi işlemi ve 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının, 49. maddesinde düzenlenen çalışma hakkının ve 70. maddesinde düzenlenen liyakat ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, sokağa çıkma yasağı sebebiyle mesleki faaliyette bulunulamamasından kaynaklanan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkı ile çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1975 doğumlu olup Diyarbakır'da ikamet etmektedir. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Şırnak Barosuna bağlı bir avukat olarak çalışmaktadır.A. Arka Plan Bilgisi Kısa adı PKK olan örgütün bir terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Kamuoyunda "demokratik açılım süreci, çözüm süreci, millî birlik ve kardeşlik projesi" gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-30). Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18).B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucunun avukatlık faaliyetinde bulunduğu Şırnak'da hendek olayları nedeniyle 14/3/2016 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, 14/11/2016 tarihinde kaldırılmıştır. Başvurucu 1/12/2016 tarihinde Şırnak Valiliğine müracaat ederek sokağa çıkma yasakları döneminde Şırnak'ı terk etmek zorunda kaldığını ve avukatlık mesleğini icra edemediğini, bu şekilde aylık 000 TL gelirden mahrum kaldığını belirtmiş, 000 TL gelir kaybının 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca tazmin edilmesini talep etmiştir. Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu (Zarar Tespit Komisyonu) 4/5/2017 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde mesleki gelir kayıplarının muhtemel zarar niteliğinde olduğu ve 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminin mümkün bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu Zarar Tespit Komisyonu kararının iptali ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000 TL tazminata hükmedilmesi istemiyle 19/7/2017 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, 5233 sayılı Kanun'un maddesine değinilerek terörle mücadele operasyonları sebebiyle yoksun kaldığı gelir kayıplarının anılan Kanun kapsamında karşılanması gerektiği ileri sürülmüştür. İdare Mahkemesi 8/2/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, ticari faaliyet çerçevesinde mahrum kalınan kazanç ve muhtemel gelir kayıplarının kişilerin terör eylemlerine hedef olmalarından kaynaklanan zarar olarak nitelendirilemeyeceği, bu nedenle 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanacak zararlar kapsamına girmediği belirtilmiştir. Kararda, ticari nitelikli bir zararının karşılanabilmesi için ancak ticarete konu taşınır/taşınmaz mal varlığına maddi/fiziki bir zarar verilmesi veya davacının rızası dışında mal varlığına ulaşamaması gerektiği ifade edilmiş, somut olayda ise bu tür bir zararın bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, 5233 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine dikkat çekilerek mülke ulaşılamamasından kaynaklanan her türlü zararın söz konusu Kanun kapsamında karşılanması gerektiği iddia edilmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 2/4/2019 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak oyçokluğuyla reddetmiştir. Karara muhalif kalan bir üye, terörle mücadele kapsamında yürütülen güvenlik operasyonları sırasında ev ve işyerlerinin tahrip olmasından kaynaklanan zararların yanı sıra mal varlığına ulaşamamaktan ve ticari, sınai, zirai ve serbest meslek faaliyetleri yürütememekten kaynaklanan zararların da 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanması gerektiğini ifade etmiştir. Muhalefet görüşünde, Zarar Tespit Komisyonu tarafından başvurucunun zararının bulunup bulunmadığı araştırılarak bir karar verilmesi gerekirken talebin 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediğinden bahisle reddedilmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 26/8/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." 5233 sayılı Kanun'un "Karşılanacak zararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:...c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). Ancak AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). AİHM geleceğe yönelik gelirin, bunun kazanılmış olması veya ödenebilir hâle gelmesi durumları hariç mülk oluşturmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, [BD], B. No: 76639/11, 25/10/2018, § 137).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32804
Başvuru, sokağa çıkma yasağı sebebiyle mesleki faaliyette bulunulamamasından kaynaklanan zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkı ile çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 7/6/2016 tarihinde PKK/KCK terör örgütüyle bağlantılı olan TAK terör örgütünün gerçekleştirdiği belirlenen, İstanbul'da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne ait iki araca yönelik bombalı saldırıda çok sayıda polis ve sivil vatandaş hayatını kaybetmiş, yaralanmış ve maddi hasar meydana gelmiştir. Bombalı saldırıyı gerçekleştirdiği tespit edilen bu terör örgütünün üyesi oldukları belirlenen şahısların terör eylemlerini gerçekleştirmek için kullandıkları telefon hatlarının başvurucunun sahibi olduğu işyeri tarafından kullanıma açıldığı emniyet birimlerince tespit edilmiştir. Başvurucu 24/11/2016 tarihinde gözaltına alınmış, 25/11/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 17/4/2017 tarihinde terör örgütüne üyelik suçundan başvurucu hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) nezdinde hakkında hukuka aykırı olarak gözaltı tedbiri uygulandığı iddiasıyla tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucu; haksız yere dört gün gözaltında tutulduğunu, hakkında kovuşturmasızlık kararı verildiğini belirterek 000 TL ve üstü meblağda manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 21/12/2017 tarihli kararla başvurucu hakkında uygulanan 1 günlük gözaltı tedbiri nedeniyle 100 TL manevi tazminatın ödenmesine, ayrıca "...694 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın maddesine eklenen fıkra gereğince tazminat davaları nedeni ile nisbi avukatlık ücreti ödeneceği, ancak ödenecek miktarın tarifede Sulh Ceza Hakimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamayacağı, somut davada nisbi tarifeye göre belirlenen avukatlık ücretinin miktarının tarifede Sulh Ceza Hakimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu vekalet ücretinden az olduğu gözetilerek, bu şekilde belirlenen 00 TL maktu vekalet ücretinin..." de ödenmesine hükmetmiştir. Karar istinaf incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Nihai kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir belgeye rastlanmamış olup başvurucu nihai kararı 20/5/2018 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 6/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18998
Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, toplu iş sözleşmesine dayanan alacak davasının benzer iddialara dayalı olarak farklı mahkemede açılan bir davanın aksine aleyhe sonuçlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/10/2014 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 17/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 17/11/2016 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş.de Toplu İş Sözleşmesi (TİS) kapsamı dışı personel olarak çalışmakta iken TİS kapsamına alınması ile günlük ücretinin düşürüldüğünü belirterek gerek hizmet akdinden gerekse işyerinde uygulanan TİS hükümlerinden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili istemiyle anılan işveren Şirket aleyhine Adana İş Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Mahkeme, başvurucunun bildirdiği tanıkları dinleyip davayla ilgili belgeleri temin ettikten sonra dava konusu uyuşmazlık konusunda bilirkişiden rapor almıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanan 27/1/2012 tarihli raporda, başvurucunun TİS kapsamına alınmasıyla birlikte günlük ücretinde düşüş olduğu ancak TİS hükümlerine göre verilen ek ödemeleri almaya başlaması nedeniyle aylık ücretinin arttığı tespitine yer verilmiş, başvurucunun ücretinde azalma olup olmadığı belirlenirken günlük ücretin mi yoksa ek ödemelerle birlikte ele geçen aylık ücretin mi dikkate alınacağının takdiri Mahkemeye bırakılarak günlük ücretinde düşüş olması nedeniyle başvurucunun alacak hakkı bulunduğu kanaatine varılması ihtimaline göre başvurucuya eksik yapılan ödeme miktarı hesaplanmıştır. Mahkeme 10/7/2012 tarihli ve E.2011/906, K.2012/596 sayılı kararı ile “başvurucunun kendi serbest iradesi ile TİS’e taraf işçi sendikasına üye olduğu, bu suretle TİS’te belirtilen ücreti kabul etmiş sayılacağı, iş sözleşmesini baskı altında imzaladığı iddiasının da kanıtlanamadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“Toplanan delillere ve dosya içeriğine göre, davacının dava dışı Çukurova Elektrik A.Ş. işyerinde çalışmakta iken, anılan şirketin imtiyaz sözleşmesinin Enerji Piyasası Denetleme Kurulunca feshedilerek işyerine el konulmasından sonra, söz konusu Kurulun tasnifi ile davalı şirkette 2003 yılı sonuna kadar imzaladığı birer aylık geçici iş sözleşmeleri ile çalıştığı, 2003 yılı sonunda kadroya alındığı, davacının Temmuz 2003 ile Aralık 2003 arasındaki vizeli geçici iş sözleşmelerinin tamamında, toplu iş sözleşmesi kapsamına alınması esnasında ücretinin, derece ve kademesine göre toplu iş sözleşmesi ile belirlenen kök ücret olacağını kabul ettiği, davacının 21/10/2003 tarihine kadar toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında çalışmış ise de, kendi serbest iradesi ile taraf işçi sendikasına üye olduğu, 21/10/2003 tarihinde imzalanan TİS ile sözleşme kapsamı içerisine alındığı ve ücretinin TİS'e göre belirlendiği sabittir. Her ne kadar davacı tarafça sözleşmelerde ücret hanesinin boş olup, sonradan doldurulduğu beyan edilmiş ise de, sözleşmede açıkça ücretin TİS ile belirlenen ücret olacağının öngörülmüş olması karşısında ücret miktarının açık yazılmasına gerek olmadığı, bu nedenle davacının imzaladığı sözleşmelerde her ne kadar ücret haneleri boş ise de ücretin TİS skalasına göre belirleneceği açıkça öngörüldüğünden olayda 4857 Sayılı Yasanın maddesi göz önüne alındığında değişiklik feshini işçinin kabul etmiş sayılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Davacı söz konusu sözleşmelerin de baskı ile alındığını ileri sürmüş ise de, söz konusu baskıyı kanıtlayamadığı gibi taraf sendika üyeliğini kendi serbest iradesi ile kazandığından davanın reddi gerektiği anlaşılmıştır.” Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2013 tarihli ve E.2012/22037, K.2013/6354 sayılı ilamı ile onanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan araştırmada, Yargıtay ilamının 9/4/2013 tarihinde Mahkemeye ulaştığı görülmüştür. Ayrıca başvurucu vekilinin UYAP üzerinden Mahkemeye gönderdiği 9/7/2014 tarihli dilekçede Yargıtay kararının ve kesinleşmiş gerekçeli kararın taraflara tebliğe çıkarılmasını, 11/7/2014 tarihli dilekçede ise dosyanın kesinleştirilmesini ve bakiye kalan gider avansının tarafına iadesini talep ettiği, 18/7/2014 tarihli reddiyat makbuzuyla başvurucu vekiline gider avansı iadesi yapıldığı tespit edilmiştir. Yargıtay ilamı, başvurucu vekiline 16/10/2014 tarihinde Mahkeme Kaleminde tebliğ edilmiş; başvurucu 23/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi şöyledir:“İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir.Taraflar aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulamaz.” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Her türlü işte uygulanmakta olan çalışma sürelerinin yasal olarak daha aşağı sınırlara indirilmesi veya işverene düşen yasal bir yükümlülüğün yerine getirilmesi nedeniyle ya da bu Kanun hükümlerinden herhangi birinin uygulanması sonucuna dayanılarak işçi ücretlerinden her ne şekilde olursa olsun eksiltme yapılamaz.” 5/5/1983 tarihli ve 2822 sayılı mülga Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler uygulanır.Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri geçerlidir.Her ne sebeple olursa olsun sona eren toplu iş sözleşmesinin hizmet akdine ilişkin hükümleri yenisi yürürlüğe girinceye kadar hizmet akdi hükmü olarak devam eder.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16800
Başvuru, toplu iş sözleşmesine dayanan alacak davasının benzer iddialara dayalı olarak farklı mahkemede açılan bir davanın aksine aleyhe sonuçlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza davasında talimat yoluyla başka mahkemece beyanı alınan tanığa soru soramaması, somut deliller olmaksızın haksız olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 9/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile tanığa soru sorma ve hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 15/1/2009 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, Yargıtayın 27/2/2019 tarihli onama kararıyla son bulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16593
Başvuru, ceza davasında talimat yoluyla başka mahkemece beyanı alınan tanığa soru soramaması, somut deliller olmaksızın haksız olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir
1
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 3/6/2020 tarihinde ölmüştür. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurunun maliki olduğu taşınmaz, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından kamulaştırılmıştır. Tarafların kamulaştırma bedelinde uzlaşmaya varamamaları üzerine İdare tarafından Hadim Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 29/3/2018 tarihinde davayı kabul etmiş, başvurucuya acele kamulaştırma sırasında ödenen tutarın mahsubuyla 688,37 TL tazminat ödenmesine karar vermiş, ayrıca başvurucu aleyhine 180 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Karara karşı yapılan temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 6/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7693
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/40672
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, H. Ç.'ın mirasçılarıdır. H. Ç., Tunceli'nin Ovacık ilçesi Bilgeç köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyünün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş ve 9/8/2004 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Bu başvuruda manevi tazminat talep etmemiştir. Komisyonun 17/6/2009 tarihli ve 2009/2-2044 sayılı kararıyla bilgi ve belge eksikliğinden talebin reddine karar verilmiştir. H. Ç., Komisyon kararının iptali istemiyle dava açmış; dava dilekçesinde de manevi tazminat istemine yer vermemiştir. Malatya İdare Mahkemesi 26/1/2011 tarihli kararıyla özetle davalı idarenin kendisine sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak yeniden keşif ve bilirkişi incelemesi yapıp buradan elde edilecek bilgiye göre karar vermesi gerektiği gerekçesiyle işlemi iptal etmiştir. İptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden yapılan inceme ve değerlendirme sonucu 16/12/2011 tarihli ve 7141 sayılı kararla H. Ç.'a ahşap taş duvarlı ev için 850 TL, sulak arazi için 574,37 TL, kıraç arazi için 708 TL ve ayrıca ceviz, badem, erik, dut ağaçları için muhtelif bedellerde ve toplamda 905,37 TL ödenmesine karar verilmiştir. Bu arada H. Ç. 13/9/2010 tarihinde vefat etmiştir. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği H. Ç.'ın mirasçıları olan başvurucuların vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 1/4/2012 tarihinde başvurucular vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucular özetle mülkten mahrum kalınan sürenin iki yıl eksik hesaplandığını, zorunlu göçten önce murislerinin hayvanları olduğu hâlde Komisyon tarafından buna ilişkin ödeme yapılmadığını belirterek Komisyon kararında hükmedilen miktarın murislerinin gerçek zararını karşılamadığı ve manevi tazminata da karar verilmediği iddialarıyla 19/6/2012 tarihinde iptal davası açmışlardır. Elazığ İdare Mahkemesi 10/1/2013 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucular vekili ile davalı idare arasında imzalanan sulhnameyle uğranılan zararlar tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görülmekte olan sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya taşınmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca 5233 sayılı Kanun'da manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında davacının manevi tazminat talebinin karşılanmaması yönüyle de söz konusu Komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi 19/12/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğini belirtilerek kararı onamıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 30/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 30/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri; (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. " Yönetmelik'in "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır." Yönetmelik'in "Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" maddesi şöyledir:"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır." 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un amaçlarından birinin terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un maddesinin gerekçesinde ise sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname imzalanmasının dava açılmasını engelleyici olduğu belirtilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuruya benzer şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkin sulhname imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlara ilişkin zarar ve manevi zararın tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan bir grup başvuruyu incelediği Akbayır ve diğerleri/Türkiye ((k.k.), B. No: 30415/08, 28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği, dolayısıyla yerel boyuttaki bu uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm beyanlarının (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz etmediğini gözlemlediğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların (sulhname) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM tüm başvuru sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil edildiğini, bu hâlde başvuranların hem 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını hem de bu anlaşmaların sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini belirtmiştir. AİHM'e göre söz konusu düzenleme, başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirmektedir ve uluslararası boyutta, bu anlaşmanın söz konusu ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşılmıştır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77). AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre yapılan besicilikten elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine ilişkin şikâyette de dostane çözümün kabul edilmesiyle ilgili yukarıda belirtilen sonuçların da ayrıca bu şikâyete uygulanabilir olduğu kanaatindedir. AİHM'e göre sulhnamelerin imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 78).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1630
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kardeşinin askerlik hizmetini yerine getirdiği dönemde ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması ve müteveffanın vücut bütünlüğünün korunması konusunda gerekli tedbirlerin alınmaması nedenleriyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/9/2013 tarihinde Elazığ Ceza Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 22/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi, başvuruya konu soruşturma dosyasının içeriği ve Adalet Bakanlığı tarafından sunulan görüş yazısından tespit edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi olan Mazlum Aksu (A.), Elazığ/Maden-Hazar Jandarma Karakol Komutanlığında askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 21/2/2013 tarihinde saat 05’te görevli olduğu askerî birliğin kazan dairesinin bulunduğu bölgede ateşli silahla yaralanmış olarak bulunmuş ve hastaneye götürülürken yolda hayatını kaybetmiştir. Askerlik Süreci Olaya ilişkin yürütülen soruşturma dosyasından elde edilen bilgilerden A.nın askerlik hizmetini yerine getirmesine engel herhangi bir rahatsızlığı olmadığı, askerî birliğe katıldığında da kendisiyle çeşitli görüşmeler yapıldığı, kendisine anketler uygulandığı ve hakkında gerekli bilgi formlarının doldurulduğu ve söz konusu belgelerde müteveffanın herhangi bir psikolojik sıkıntısından bahsedilmediği anlaşılmaktadır. Müteveffanın askerî birlikteki arkadaşları ve üstleri, birbirleriyle tutarlı olan ifadelerinde A.nın herhangi bir kimse ile problemi olmadığını, herkesle arasının iyi olduğunu belirtmişlerdir. Müteveffanın bazı arkadaşları ise acemi birliğinde iken A.nın kendilerine bir kız arkadaşı olduğunu, kız arkadaşının dağa çıktığını ve bu sebeple ayrıldıklarını söylediğini belirtmişlerdir. Yine askerî birlikte görevli olan tanıklar, müteveffanın olaydan önceki son iki üç gün kimseyle konuşmadığını, yemek yemediğini ve uyumadığını, bu durumun asker arkadaşları ve üstleri tarafından fark edilerek kendisiyle konuşulmaya çalışıldığını ancak sıkıntısını tüm ısrarlara rağmen kimseye anlatmadığını ifade etmişlerdir. Müteveffanın arkadaşları ayrıca A.nın son günlerde garip sesler duyuyormuş gibi tuhaf davranışlarda bulunduğunu, cep telefonu hattını iptal etmesi gerektiğini, aksi hâlde başının belaya gireceğini söylediğini, kendisine sıkıntısını soran Y.S.ye “harcarlar adamı” diyerek sıkıntısını anlatmadığını, olaydan önceki gün koğuşa geldiğini ve bir anda oturduğu yerden kalkarak İ.Ç.ye zimmetli tüfeği alarak şarjörünü takmaya çalıştığını, bu esnada Z.A.nın olaya müdahale ederek A.nın elinden silahı aldığını, daha sonra A.nın yatağına yattığını ve arkadaşlarına “ölmemi istiyor musunuz” diye sorduğunu, yine nöbette iken silahını tam dolduruşa getirdiğini, başka bir askerin müdahale etmesiyle şaka yaptığını söyleyerek konuyu geçiştirdiğini beyan etmişlerdir. Müteveffanın olay günü 00-00 nöbeti bulunmaktadır. Tanık ifadelerinden Nöbetçi Astsubay G.nin müteveffaya “kendini iyi hissetmiyorsan nöbete çıkma” dediği, müteveffanın da “tamam ben nöbete çıkmayayım” deyip gazinoya gidip oturduğu, bu esnada bile sıkıntılı şekilde davranmaya devam ettiği, saat 05’te kendisine zimmetli silahı ve şarjörü alarak sorumluluğunda bulunan kazan dairesi bölgesine gittiği, ardından tek el silah sesi duyulduğu ve müteveffanın ateşli silahla yaralanmış olarak bulunduğu anlaşılmıştır. Olaydan sonra hastaneye kaldırılan A. yolda hayatını kaybetmiştir. Ceza Soruşturması Süreci Olayın ardından olayla ilgili soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında yapılan olay yeri incelemesi raporunda, olayın meydana geldiği yerde bir adet G-3 piyade tüfeği, bir adet 62 mm çapında boş kovan ve olay bölgesinin üzerini kapatan sac levhada birbirine yakın bölgede üç adet açılma (delinme) olduğu tespit edilmiştir. Anılan raporda söz konusu deliklerin muhtemelen bir tanesinin mermi çıkış deliği, diğerlerinin ise etrafa dağılan kemik parçalarından kaynaklanan delikler olduğu değerlendirilmiş ve sac levhanın üzerinde kar olması, alttaki profil demirlerin ise ince olması nedeniyle çatının üzerine çıkılmadığı belirtilmiştir. Müteveffanın cesedi üzerinde Fırat Üniversitesi Hastanesinde yapılan klasik ve sistematik otopsiye ilişkin raporda “müteveffanın sol kaştan 5 cm leteralde kulak üst sayvanından 2 cm anterior ve 5 cm süperiorda etrafında 5x5,5 cm alanda alev yanığı, duman-is artıkları ve barut kakmaları bulunan 0,7x0,7 cm ebadında ateşli silah yakın atış deliği olduğu, giriş deliğini alt kısmında zigomatik kemik üzerinde vital bulgular zayıf 1,5x0,7 alanda abrazyon ve ekimoz alanının mevcut olduğu, ateşli silah deliğinin 2 cm süperiorunda sol temporaparietokspital bölgeyi kapsayan duramater lesare, beyin dokusu dışarı protüze ve kafa kemikleri çok parçalı kırık vaziyette morgda kalmaya bağlı donmuş durumda ateşli silah çıkış deliği olduğu, buna göre atış istikametinin anatomik pozisyonda aşağıdan yukarıya çok hafif soldan sağa doğru yapılmış olduğu, ateşli silah giriş deliği etrafında alev yanığı, duman-is artıkları ve barut kakmaları olması nedeniyle atış mesafesinin 2-3 cm ile 8-10 cm arası mesafeden yapıldığı, bunun haricinde müteveffa üzerinde herhangi bir darp, cebir, delici ve kesici alet, elle veya iple boğma ve benzeri harici lezyonlara rastlanılmadığı, müteveffanın ateşli silah yaralanmasına bağlı kafa kemiklerinde kırık, beyin zarları arasında kanama ve beyin harabiyeti nedenleriyle öldüğü” sonucuna ulaşılmıştır. A.nın sağ el iç ve dış, sol el iç ve dış, sağ yüz ve sol yüz bölgelerinden alınan svapların tümü üzerinde yapılan incelemede antinom elementinin tespit edildiği ve müteveffaya ait svap bölgelerinde tespit edilen elementin ateşli silahtan kaynaklanan atış artıkları olabileceği tespit edilmiştir. Diğer taraftan silah üzerinde yapılan parmak izi incelemesinde de mukayeseye elverişli herhangi bir iz bulunamamıştır. Soruşturma sürecinde ayrıca A.dan alınan kan ve idrar örnekleri incelenip örneklerde alkole rastlanmadığı, A.ya ait giysilerde herhangi bir delinme olmadığı ancak giysilerin üzerinde atış artıklarının bulunduğu, müteveffaya zimmetli tüfeğin düşme veya çarpma gibi durumlarda kendiliğinden patlar nitelikte olmadığı, olay yerinde bulunan kovanın müteveffaya zimmetli tüfekten atıldığı tespit edilmiş ve olayın hemen ardından müteveffayı gören kişiler ile tatbikî keşif yapılmıştır. Ayrıca soruşturma kapsamında müteveffa tarafından kullanıldığı tespit edilen telefon hattı üzerinden son üç aylık HTS raporları da incelenmiş ancak somut olayı aydınlatabilecek nitelikte herhangi bir bulguya ulaşılamamıştır. Bu veriler ışığında ölüm olayını değerlendiren Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) 7/6/2013 tarihli ve E.2013/368, 2013/107 sayılı kararıyla, müteveffanın kendisine zimmetli tüfek ile çene altından ateş etmek suretiyle bitişiğe yakın mesafeden yapılan ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak hayatını kaybettiğini, olay esnasında müteveffanın intihar etmek niyetiyle hareket ettiğini ve ölümünde kendi iradesinden başka herhangi bir etkenin rol oynamadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara özetle “olay yerindeki çatıda birden fazla delik bulunduğu, bu deliklerin olaydan kaynaklı olup olmadığının araştırılmadığı, 'nin olay yerinde yoğun bir barut kokusu bulunduğuna ilişkin beyanlarının dikkate alınmadığı, müteveffanın ölüm olayının gerçekleştiği yere gitmeden önce bulunduğu askeri gazinoda oturduğu iddia edilen korucuların ifadelerinin alınmadığı, soruşturma kapsamında alınan uzman raporunda silah üzerinde mukayeseye elverişli iz bulunmadığının belirtilmesi karşısında silah üzerindeki parmak izinin silindiği intibasının oluştuğu, soruşturmanın intihar ön kabulüyle yürütüldüğü, müteveffanın hiçbir sorunu bulunmadığı, kaldı ki intihar etse bile intihar nedenlerinin yeterince araştırılmadığı” belirtilmek suretiyle başvurucu tarafından itiraz edilmiştir. İtirazı değerlendiren Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi 11/7/2013 tarihli ve 2013/A-12-285 sayılı kararıyla “...müşteki vekilinin itiraz dilekçesinde belirttiği olay yerinde 4 adet delik bulunduğuna ilişkin itiraz değerlendirildiğinde, dinlenilen tüm tanıkların beyanına göre bir adet silah sesi duydukları anlaşıldığından 4 adet deliğin bulunduğuna ilişkin itirazın, olay yeri inceleme raporunda belirtildiği gibi başka nedenlerden kaynaklanma ihtimalinin olabileceği, birden fazla silah sesinin olması durumunda tanıkların bu yönde duyumlarının olması gerektiği, 'nin kazan dairesinde yoğun bir barut kokusunun olduğuna ilişkin değerlendirmesinin yoruma dayalı olduğu, soruşturma dosyasında olay ile ilgili yeterince tanığın dinlenildiği, başka tanıkların (korucuların) dinlenilmesinin askeri savcılığın taktirinde olduğu, soruşturma dosyasında intiharın kabulü ile hareket edildiğine dair askeri savcılığın herhangi bir ön kabulünün olmadığı, soruşturmayı yapanın askeri savcılık olduğu, İç İşleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı uzmanlık raporunda Mazlum AKSU'ya ait silah üzerinde mukayeseye elverişli iz olmadığının belirtildiği, bu hususun silah üzerindeki parmak izinin silindiği intibası yarattığına yönelik değerlendirmenin subjektif bir değerlendirme olduğu, diğer itirazların ise esasa yönelik delil elde etmeye dönük olmadığı...” gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 20/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup 19/9/2013 tarihli bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı anlaşılmıştır. Tazminat Davası Süreci Başvurucunun, kardeşinin askerlik hizmetini yerine getirirken hayatını kaybettiği olayda devletin veya kamu görevlilerinin kusurunun bulunduğundan bahisle herhangi bir tazminat davası açıp açmadığı konusunda Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan araştırma kapsamında 24/8/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) bilgi sorulmuştur. AYİM tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucunun başvuru konusuna ilişkin olarak 13/6/2014 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açtığı, anılan davanın AYİM İkinci Dairesi tarafından 24/6/2015 tarihli ve E.2014/1146, K.2015/1059 sayılı kararla ve oyçokluğuyla reddedildiği bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 8/10/2015 tarihinde, söz konusu davanın reddedilmesi üzerine başvurucu tarafından karar düzeltme yoluna başvurulup başvurulmadığı konusunda tekrar bilgi istenmiştir. AYİM tarafından gönderilen cevap yazısında başvurucunun anılan karara karşı 27/8/2015 tarihinde karar düzelme talebinde bulunduğu ancak bu talebe ilişkin henüz bir karar verilmediği bildirilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi şöyledir: “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Mahkeme kuruluşu” başlıklı maddesi şöyledir:“ (Değişik: 19/6/2010-6000/1 md.) Askerî mahkemeler, bu Kanunda aksi yazılı olmadıkça üç askeri hakimden kurulur.Askerî mahkeme kurulunda bulunanların en kıdemlisi, mahkeme başkanlığı görevini yapar.” 26/10/1963 tarihli ve 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu’nun “Bağımsızlık, teminat ve ödevler” başlıklı maddesi şöyledir:“(Mülga: 17/7/1972-1611/2 md.; Yeniden düzenleme: 22/5/2012-6318/39 md.)Askeri hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.Askeri hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.Askeri hakimler, Anayasada belirlenen hakimlik ve savcılık teminatı esasları çerçevesinde adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkelerine göre görev yaparlar.Askeri hakimler azlolunamazlar. Bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması nedeniyle de olsa aylık ve ödeneklerinden ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamazlar ve bu Kanunda belirtilen istisnalar dışında, kendileri istemedikçe altmış yaşını bitirinceye kadar emekliye sevk olunamazlar.Ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçüstü halleri dışında, suç işlediği ileri sürülen askeri hakimler, yakalanamaz, üzerleri, konutları ve araçları aranamaz, sorguya çekilemezler. Ancak durum, derhal Millî Savunma Bakanlığına bildirilir. Bu fıkra hükmüne aykırı hareket edenler hakkında genel hükümlere göre doğrudan doğruya soruşturma ve kovuşturma yapılır.Askeri hakimlere Millî Savunma Bakanlığı tarafından mesleki unvanlarını gösterir kimlik belgesi verilir.” Anayasa Mahkemesinin 7/5/2009 tarihli ve E.2005/159, K.2009/62 sayılı kararı şöyledir:“353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinde askerî mahkemelerin iki askerî hâkim ve bir subay üyeden kurulacağı, ancak Genelkurmay Başkanlığı nezdindeki askeri mahkemenin general ve amiralleri yargıladığı zaman üç askerî hâkim ile iki general veya amiralden kurulacağı kurala bağlanmıştır.…Genel olarak hakim bağımsızlığı kavramı ile aynı anlamda kullanılan yargı bağımsızlığı, hâkimlerin kararlarını verirken özgür olmaları, hiçbir dış baskı ve etki altında bulunmamaları, baskı yapılması kadar baskı yapılabilme ihtimalinin de bulunmaması, hâkimin kimseden emir almaması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesi biçiminde tanımlanmaktadır.…Askeri mahkemelerde görevli hâkim üyeler Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından üçlü kararname ile atanırken, 353 sayılı Yasa kurallarına göre subay üyeler, askeri mahkemelerin kurulu olduğu komutanlıklardaki en üst komutan veya askeri kurum amiri tarafından her yılın Aralık ayında o mahkemenin yetkisine giren birlik ve kurum mensupları arasından bir yıl süre ile değiştirilmemek üzere seçilerek görevlendirilmekte, bunların görevlerini yapmalarına sürekli engeller çıktığında ise yerlerine başkaları seçilebilmektedir. Bu üyeler yargılama sürecinde hakim üyelerin sahip oldukları yetkiye sahiptirler.Öte yandan, askeri mahkemelerde görevlendirilen subay üyeler askeri hâkim olmadıkları ve bu görevi asıl görevlerine ek olarak yerine getirdikleri için, bunlara mesleki sicil verilmemekte, yükselmeleri genel kurallara göre yapılmakta ve sicilleri askeri hiyerarşi içerisinde kendi üstleri tarafından düzenlenmektedir.Askeri mahkemelerde bulunan subay üyelerin hiyerarşik düzene bağlı olan görevlendirilme süreci, sicillerinin düzenlenmesi, disiplin cezası verilmesi gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda; askeri mahkemelerde görev yaptıkları süre içerisinde de hiyerarşik ilişkinin devam ettiği, bu durumda, hâkim olarak sahip olmaları gereken bağımsızlıklarının meslekten hakim olmadıkça sağlanamayacağı sonucuna varılmıştır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir. (2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.…” 353 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.  Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde kararsızlık olursa, bu husus Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz isteminde kamu davasının açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller gösterilir.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7208
Başvuru, kardeşinin askerlik hizmetini yerine getirdiği dönemde ateşli silah yaralanması sonucu hayatını kaybettiği olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması ve müteveffanın vücut bütünlüğünün korunması konusunda gerekli tedbirlerin alınmaması nedenleriyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen bir derginin Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) tarafından yasaklanması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/10/2013 tarihinde Edirne Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2015 tarihinde, adli yardım talebinin kabulü ile kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: (Kapatılan) Erzurum Devlet Güvenlik Mahkemesinin 29/4/1998 tarihli ve E.1997/174, K.1998/139 sayılı kararı ile “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye çalışma" suçunu işlediği kanaati ile başvurucunun 36 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun hapis cezasını çekmekte olduğu Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada kendisine posta yoluyla gelen “Türkiye Gerçeği” (Dergi) adlı derginin 2013 yılı sayısının, Eğitim Kurulunun 31/7/2013 tarihli ve K.2013/80 sayılı kararıyla alıkonulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“ ... Söz konusu 'TÜRKİYE GERÇEĞİ Haziran-Temmuz 2013 sayı:10' isimli derginin içeriğinde '3, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 23, 26, 27, 30, 31, 35, 40, 41, 42, 43' no'lu sayfalarında,'Terör örgütü propagandasının yapıldığı, suçu ve suçluyu öven, suçu teşvik eden, Kamu, Kurum, Kuruluş ve kişileri töhmet altında bırakan ifadelerin yer aldığı' tespit edilmiştir;Bu nedenden dolayı söz konusu yayının, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi fıkrası, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Ceza ve İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in maddesinin fıkrası ile Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi'nin ve maddeleri gereğince ilgilisine verilmeyerek alıkonulmasına [karar verilmiştir.]” Başvurucu bu karara karşı Edirne İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itirazda bulunmuştur. Başvurucunun itirazını inceleyen İnfaz Hâkimliği 5/8/2013 tarihli ve E.2013/1510, K.2013/1510 sayılı kararıyla itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“Edirne F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Eğitim Kurulu Başkanlığı'nın 31/07/2013 tarih 2013/80 sayılı kararında; 5275 Sayılı Yasanın maddesinin fıkrası, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in maddesinin fıkrası ile Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesinin ve Maddeleri gereğince ilgilisine verilmeyerek alıkonulmasına dair karar verildiği görülmüştür. İncelenen ve yukarıdaki hükümlere aykırılığı tespit edilen derginin içeriğine uygun eğitim kurulunun gerekçe ve takdirine göre şikâyet başvurusunun reddi gerekir.” Başvurucunun anılan ret kararına karşı yaptığı itiraz, Edirne Ağır Ceza Mahkemesinin 3/9/2013 tarihli ve 2013/948 Değişik İş sayılı kararında, Eğitim Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 19/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuruya Konu Dergi “Türkiye Gerçeği” merkezi İstanbul’da olan ve ayda bir yayımlanan bir dergidir. Dergi'nin başvuruya konu 2013/10 numaralı sayısının ilgili kısımları, başvuru dosyasının içinde bulunan suretinden incelenmiştir. Dergi'nin “2013 Mayıs- Haziran İsyan Dersleri” ile başlayan arka kapağında 2013 yılı Mayıs ayında İstanbul Taksim’de başlayan Gezi Parkı olaylarında yüzleri maskeli ellerinde taş, sopa v.b gibi madde bulunan göstericilerin resimlerinin altında “Abartmasız Türkiye tarihinin en önemli olayıyla, tek kelimeyle bir kitlesel isyan hareketiyle karşı karşıyayız” şeklinde başlayan yazıda Taksim Parkı'nda yapılan gösterilerin bir isyan hareketi olduğu, herkesin isyan hâlinde sokaklarda olduğu, 1 Haziran’dan itibaren Taksim’in isyancıların kontrolünde ve barikatlarlarla çevrili olduğu, devletin bu barikatları kaldırmaya cesaret edemediği ve bunun bir devrim olduğu belirtilmiştir. “Arka Kapaktan Devam” başlığıyla devam eden yazının sayfasında Polis ile halkın karşı kaşıya geldiğini gösteren fotoğrafla birlikte “katil polis” yazılı resme yer verildiği ve devam eden yazıda, İstanbul Taksim Meydanı’nın başından sonuna kadar devrimcilerin belirleyiciliği ve etkinliği altında, direnişin gününde kitleselliği ve kararlılığını koruyarak devam ettiği, Mayıs- Haziran isyanının devlet terörüne tepkinin bir patlaması olduğu ifade edilmiştir. “Ortadoğu’dan Anadolu’ya Direniş” başlıklı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yapılmak istenen panele izin verilmemesi üzerine fakülte kantininde gerçekleştirilen panelde G. tarafından yapılan konuşma metninin yayınlandığı anılan Dergi'nin sayfasından başlayıp sayfasına kadar devam eden yazıda, öncelikle Dergi'nin temsil ettiği misyon ve "Türk Devrim Hareketi" açıklanmaya çalışılmış daha sonra kamuoyunda barış süreci olarak bilinen müzakere süreci üzerinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. Söz konusu yazıda “Türkiye Gerçeği” dergisinin temsil ettiği geleneğin Kürt halkının PKK öncülüğünde yükselen uyanışını başından itibaren desteklediği şeklinde açıklanmış “Kürt halkının devrimci isyanına yönelen şiddet ve imhadan, Türk faşist devlet teröründen biz de payımızı aldık” şeklinde devam eden yazıda Kürtlere sıkılan her kurşunu kendi bedenlerinde hissettiklerini, bunun kanıtı olarak “Kürdistan dağlarında şehit olan yoldaşları” gösterilmiştir. Yazıda Türkiye Devrim Hareketi’nin Kürt devrimci hareketini desteklediği, bu çerçevede başlayan barış sürecinin de önemli olduğu bu sürece kolay gelinmediği ve 40 bin gerillanın boşuna ölmediği, dimdik ayağa kalkmış bir Kürt halk gerçeği ile karşı karşıya kalındığı, Kürt devriminin Kürt kadınları ve Kürt gençliği üzerindeki kazanımlarına yaptığı katkı belirtildikten sonra yazar, bütün bu birikimi yaratan Kürt devrimci partisi PKK’yı selamlamaktadır. Yazının devamında, barış süreci üzerine yapılan değerlendirmelerde; bu sürece nereden nasıl gelindiği ve Abdullah Öcalan’ın 1999 yılından yakalanmasından başlayan ve 2013 yılına kadar devam eden gelişmeler hakkında açıklamalar yapılmıştır. Bu gelişmelere örnek olarak, uzaktan kumandalı mayınların hiç olmadığı kadar başarıyla kullanıldığı bu savaş döneminin AKP iktidarını sarstığı ve tüm devlet cihazının gündemine Kürt sorununu birinci madde olarak getirdiği fakat bu süreçte yaşanan bazı olumsuzluklar nedeniyle PKK’nın yaptığı ateşkese 2011 yılında son verdiği, son savaş sürecine girildiği belirtilerek bu süreçte “gerilla ilk kez Şemdinli’de ve Hakkâri’nin belli bölgelerinde haftalarca süren alan hakimiyeti gerçekleştirdi”, bu şekilde “Karadan hiçbir ordu gücünün bölgeye girmesine, helikopterlerin ise iniş yapmasına izin vermedi, devlet havada asılı kaldı. PKK’nın savaş tarihinde ‘kurtarılmış bölge’, ‘bir avuç kurtarılmış vatan toprağında Botan-Behdinan savaş hükümeti’ gibi denemeler olsa da bu ilk kez 2012 de gerçekleşebilir bir ihtimal haline geldi. Gerçekleştirmek için tek bir adım kalmıştı: devletin hava hakimiyetine son vermek” şeklinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. Yazının sayfasında ve devam eden kısımlarda hava saldırılarının olmadığı durumlarda neler olabileceği Suriye’de, Rojova’da meydan gelen olay anlatılarak Kuzey Kürdistan’ın düşmandan arındırılmış bölgesinde (Türkiye’de) büyük bir ordulaşmaya gidilebileceği, PKK’nın dört ayrı büyük devletin (İran, Irak, Suriye ve Türkiye) her birinde hem savaş gücüne hem halk gücüne sahip olduğu, dört parçaya bölünmüş halkın birleşmesi ve bu yöndeki mücadelenin başarıya ulaşması için dört parçanın tümünün ortak kaderinin en büyük parça olan Kuzey Kürdistan’daki mücadelenin sonucuna bağlı olduğu görüşlerine sayfadaki resimde gösterilen “Kürdistan” haritasıyla birlikte yer verilmiştir. Dergi'nin sayfasında devam eden yazıda çözüm sürecinden dolayı PKK’yı düşmanla uzlaştığı gerekçesiyle eleştirmemek gerektiği, bunun Öcalan’ın 1982 yılında PKK’nın Kongresinde yaptığı konuşmaya dayandığı, bu konuşmada devrimin halk savaşı ile gerçekleşeceği, silahlı evresinden sonra gerilla mücadelesine başlanacağı; halk savaşının stratejik savunma, stratejik denge aşamalarından geçerek stratejik saldırı aşamasında zafere ulaşacağı, PKK için aslolanın eylemin muhtevası olduğu, o muhtevanın ise devrimci bir karakter taşıdığı konularına temas edilmiştir. Dergi'nin sayfasında ve devamında Lozan anlaşması çerçevesinde Kürt özgürlük hareketinin yürüttüğü mücadele ifade edilmiş ve Kürt sorunun nihai çözümünün, dört parçadaki Kürtlerin tümünün birleşerek bağımsız devlet olmanın koşullarını elde ettikleri vakit olarak gösterilmiştir. Dergi'nin sayfasında onlarca kişinin gözleri bağlı vaziyette diz çöktürülmüş hâlde iken ayakta duran eli silahlı kişinin bu kişilere yönelik ateş etme resmi sunulmuştur. Dergi'nin 40 ilâ sayfalarında İ. tarafından kaleme alınan “Her Yer Taksim Her Yer Direniş!” başlıklı makalenin girişinde İstanbul Taksim Meydanı’nın önemine işaret edildikten sonra 2013 yılının Mayıs ayında burada başlayan ve devam eden gezi olayları hakkında yapılan yorumlarla birlikte o tarihte Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan hakkında da bir takım değerlendirmelerde bulunulmuştur. Yazıda; “ Tayyip! Cami duvarına işedin! Taksim’de bir duvara yazılan bu slogan ideoloji ve politikanın şahikasıdır. …”, “Ey Allahsız Tayyip! Sen paradan başka Allah tanımaz mısın ki, maliyet hesabına bir halkın isyanı ve haysiyetine dair bir kelam girmiyor?...”, “Öyleyse hatırlatacağız, o burun sürtülecek; öğreneceksin. …”, “Taksim Roboski’dir. Taksim yakılan üç bin kür köyü, katledilen 40 bin kürt yoksuludur. …”, “Tayyip sonun ‘Mübarek’ olsun sloganlarını duyuyor musun?...”, “Bak saat gecenin üçü, Halk Beşiktaş’ta bir iş makinesini ele geçirdi, senin TOMA’larını önüne kattı kovalıyor. Adını da POMA koymuşlar makinenin: Polis Araçlarına Müdahale Aracı!...”,“Balta esirin elinde parlıyor” ey Tayyip, farkında mısın? başlığı altında “Gün gelecek sıra diktatörlüğün bedenine de gelecek" şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. Yazının devamında Taksim olaylarında elde edinilen kazanımlara değinildiği, bu çerçevede yapılan hareketin bir isyan olduğu, bu isyanın nesnel olarak diktatörlüğe ve küresel kapitalizme karşı olduğu ve özgürlük, eşitlik ve adalet ruhuyla yürüdüğü, Türkiye devrimcileri olarak bu isyanın öğrencileri olduğu, bunun başarılması hâlinde isyanın önderi de olunabileceği açıklanmıştır. Yazının sonunda talepler olarak Taksim’e kışla yapılmayacağı ve sorumluların görevden alınması belirtildikten sonra Taksim isyanından elde edilen kazanımla direnişin sürdüğü her yerde ve ülke çapında halk inisiyatifinin oluşması, eylemin sonuç alana kadar sürmesini sağlayacak eylem ve örgüt biçimlerinin kolektif halk iradesiyle açığa çıkarılması ve uygulanması düşüncelerine yer verilmiştir. Dergi'nin 42 ilâ sayfalarında R. K. tarafından kaleme alınan “Güneş Kadın Heval Sara” başlıklı yazıda Paris’te iki arkadaşıyla birlikte öldürülen PKK’nin önder kadrolarından Sakine Cansız ile tanışmasına ve onunla örgüt içinde birlikte geçirdiği anılarına yer verilmiştir. Aynı sayfalarda Sakine Cansız’ın fotoğraflarına yer verilerek ondan övgüyle bahsedilerek yazı sonlandırılmıştır. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliklerinin görevleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tabi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikayet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikayet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 6/4/2006 tarih ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Eğitim kurulunun görev ve yetkileri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkasının (ı) bendi şöyledir:“(1) Eğitim Kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir;…ı) Kuruma gelen her türlü yayının, kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan nitelikte olup olmadığına karar vermek,…” 12/7/2005 tarihli Bakanlık oluru ile yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“a) Mahkemelerce yasaklanmış olan, b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8035
Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen bir derginin Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) tarafından yasaklanması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu 1997 yılında açtığı hukuk davasının yaklaşık on altı yıl sonra hükme bağlandığını ve verilen kararda tapu kayıtlarının nazara alınmadığını, bu nedenle Anayasa’nın , , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.   Başvuru, 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 23/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 25/11/2013 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içerisinde 10/12/2013 tarihinde ibraz etmiştir.   OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyü 534 parsel sayılı taşınmaz Ankara Tapulama Mahkemesinin E.1961/256 sayılı dava dosyasında yargılama konusu olmuş, ancak mahkeme tarafından keşif sonrası bilirkişi tarafından çizilen krokide (a) harfi ile gösterilen bu taşınmaz hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulmamıştır. Bu durum üzerine aynı mahkeme tarafından 6/12/1975 tarih ve E.1961/256, K.1975/23 müteferrik sayılı karar ile taşınmazın tavzih yolu ile tapuya tesciline karar verilmiş, taşınmaz 27/11/1987 tarihinde 3366 yevmiye numarası ile 534 parsel numarası altında tapu kütüğüne tescil edilmiştir. Mahkeme tarafından verilen bu tavzih kararı temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin E.1991/14174, K.1992/10545 sayılı ilamı ile bozulmuş, bozma ilamı doğrultusunda Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin 12/8/1997 tarih ve E.1996/1,K.1997/1 sayılı kararı ile Ankara Tapulama Mahkemesinin tavzih kararının usulsüzlüğüne ve hükümsüzlüğüne karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 24/9/1997 tarihinde Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyü 534 parsel sayılı bu taşınmaza ilişkin tapu kaydının yolsuz tescil nedeniyle iptali ve tescili için tapu iptal ve tescil davası açılmıştır. Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 3/3/1998 tarih ve E.1997/372, K.1998/183 sayılı kararıyla bir mahkeme kararı ile tapu siciline kaydedilen ayni bir hak için yolsuz tescil iddiasında bulunulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/10/1998 tarih ve E.1998/4818, K.1998/11113 sayılı ilamı ile “…Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin 1996/1 esas ve 1997/1 sayılı kararı taraflara tebliğ edilip kesinleşmemiştir. Bu nedenle temyize konu iş bu davada Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin kadastro mahkemesinin kararının kesinleşmesini beklemesi gerekmektedir…” şeklindeki gerekçe ile ilk derece mahkemesince kurulan hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtayın bozma ilamı doğrultusunda yargılamaya devam eden Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/3/2008 tarih ve E.1999/38, K.2008/142 sayılı kararı ile Tapulama Mahkemesi dosyasında 535 parsel sayılı taşınmaz yönünden hükmen oluşturulan sicildeki hak sahibi kişi ve payların dava konusu 534 parsel sayılı taşınmaz için de geçerli olduğu ve davacıların davayı açmakta haklı oldukları gerekçesi ile davanın kabulüne karar vermiştir. Belirtilen hüküm temyiz edilmekle Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/10/2008 tarih ve E.2008/3012, K.2008/4626 sayılı ilamı ile “… davacıların dava konusu taşınmazı edinip edinmediklerinin belirlenmesi, bu konuda kendilerine delillerini sunmak üzere süre ve imkan tanınması, mülkiyet hakkının doğduğu belirlendikten sora davalıların kazanımlarında kötü niyetli olup olmadığı hususunda davacıların delillerinin sorulması, davalılar karşı delil gösterdikleri takdirde onların da toplanıp birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler üzerinde durulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir…” şeklindeki gerekçe ile bozulmuştur. Bozma kararı sonrası Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/480 sırasına kaydı yapılan davanın yürütülen yargılaması neticesinde Mahkemenin 24/3/2011 tarih ve E.2009/480, K.2011/216 sayılı kararı ile davacı tarafın mülkiyet hakkının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Tarafların temyizi üzerine bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/5/2012 tarih ve E.2012/1967, K.2012/4684 sayılı ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 14/3/2013 tarih ve E.2012/11319, K.2013/3551 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 12/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından bu karar aleyhine 15/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2506
Başvurucu 1997 yılında açtığı hukuk davasının yaklaşık on altı yıl sonra hükme bağlandığını ve verilen kararda tapu kayıtlarının nazara alınmadığını, bu nedenle Anayasa’nın 10. , 35. , 36. , 138. ve 14 maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, terör olayları üzerine terk edilen yerleşim yerine dönüşün hâlen yasak olduğu gerekçesiyle açılan manevi tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Hakkâri'nin Çukurca ilçesi Uzundere köyünde ikamet etmekte iken terör olaylarından dolayı 1995 yılında göç etmek zorunda kaldığını ve köyüne dönüşün hâlen yasak olması nedeniyle manevi ızdırap çektiğini belirterek zararının tazmin edilmesi talebiyle idareye başvurmuştur. Söz konusu talebin 20/8/2009 tarihinde reddedilmesi üzerine başvurucu, İçişleri Bakanlığı aleyhine 000 TL manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; silahlı çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ve Türkiye-Irak sınırının sıfır noktasında bulunan köyündeki evini içindeki eşyalarla birlikte 1995 yılında terk etmek durumunda kaldığını, o tarihten bu yana Van'ın Bostaniçi beldesinde bulunan bir gecekonduda yaşadığını, terör olayları başlamadan önce huzurlu bir şekilde tarım ve hayvancılıkla geçimini sağladığını, göçle birlikte çok zor koşullarda ve sağlıksız şekilde yaşamını sürdürmeye çalıştığını belirtmiştir. Doğup büyüdüğü ata topraklarını bir daha göremediğini, evine ve toprağına uzun yıllardır hasret kaldığını, kendisiyle benzer durumda olan bazı kişilerin yerleşim yerlerine geri dönebildiklerini ancak Uzundere köyüne geri dönüşlerin hâlen yasak olduğunu, yaşadığı ızdırabın bir nebze de olsa tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un göçten kaynaklanan maddi zararların tazmin edilmesine yönelik olduğunu, manevi zararlarına ilişkin bir giderim sağlamadığını, manevi tazminat talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. Van İdare Mahkemesince (Mahkeme) yargılama giderinin verilen süreler içinde tamamlanmaması nedeniyle 7/10/2010 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Danıştay Onbeşinci Dairesince (Daire), adli yardım talebinin kabulü için gerekli olan koşulların bulunduğu gerekçesiyle idare mahkemesi tarafından verilen karar bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Mahkeme; başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü manevi zararların karşılanmasının hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle manevi tazminat istemi yönünden davanın reddine, manevi tazminat istemiyle idareye yapılan başvurunun reddi üzerine tesis edilen işlemin ise kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem niteliğinde olmaması nedeniyle davanın bu yönden incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararda; davaya konu olan sürecin terör eylemlerinden kaynaklanması nedeniyle idarenin kusurunun bulunmadığı, manevi tazminat isteminin sosyal risk kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve 5233 sayılı Kanun'un terör olaylarından kaynaklanan zararların tazmini bakımından sosyal risk ilkesinin yasalaşmış hâli olduğu ifade edilmiştir. 9/11/2015 tarihli kararın gerekçesinde; başvurucunun güvenlik gerekçesiyle köyünden göç etmesinin veya göç ettirilmesinin başvurucuya özel olarak yönelen bir eylem ya da işlem olmadığı, uyuşmazlığa neden olan hususun terör eylemlerinin varlığından kaynaklandığı, söz konusu köyün güvenlik gerekçesiyle boşaltılan bir bölgede olduğu, köyün boşaltılmaması hâlinde daha büyük zararların oluşmasının kaçınılmaz olduğu belirtilmiştir. Karar, hukuka ve usule uygun olduğu gerekçesiyle Dairenin 16/11/2017 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 17/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 13/8/2018 tarihinde öğrendikten sonra 7/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31453
Başvuru, terör olayları üzerine terk edilen yerleşim yerine dönüşün hâlen yasak olduğu gerekçesiyle açılan manevi tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 17/4/2014 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, 27/12/2019 tarihli Yargıtay onama kararıyla sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7545
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, -temel olarak- başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı ceza davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde gerçekleştirilen işlemler nedeniyle kötü muamele yasağı gibi başka temel haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikayetleri de içermektedir. Başvuru 18/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun şikayetlerinin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Manisa Cumhuriyet Başsavcılığının 15/12/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına ( FETÖ/PDY) üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamenin Manisa Ağır Ceza Mahkemesince kabulü ile başvurucu hakkında açılan davada, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6/4/2018 tarihinde hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 5/12/2017 tarihinde gözaltına almış, 8/12/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucunun istinaf talebi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 6/11/2018 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/2/2020 kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 18/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/29326
Başvuru, -temel olarak- başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı ceza davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; itirazın iptali davasında yetki itirazının gerekçesiz reddedilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verilmesi, harcın ve vekâlet ücretinin hatalı hesaplanması ve kesin nitelikli kararda kanun yolunun açık olduğunun belirtilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/7/2013 tarihinde Hadim Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından10/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 14/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında iki adet bono bedelini ödemediği gerekçesiyle Konya İcra Müdürlüğünün E.2011/7609 sayılı dosyasında icra takibi başlatılmıştır. Başvurucunun ödeme emrine itiraz etmesiyle takip durmuş, bunun üzerine başvurucu aleyhine Konya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açılmıştır. Başvuruya konu dava dosyasına ilişkin Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sisteminde kayıtlı belgeler incelendiğinde başvurucunun, cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunarak Hadim icra daireleri ve mahkemelerinin yetkili olduğunu ileri sürdüğü, davacı vekilinin ise cevaba cevap dilekçesinde takip konusu bonolar incelendiğinde Konya icra dairelerinin yetkili olduğunun anlaşılacağını savunduğu, takip konusu bonolarda taraflar arasında çıkacak ihtilaflarla ilgili Konya icra daireleri ve mahkemelerinin yetkili olduğunun yazılı olduğu, Mahkemenin 17/12/2012 tarihli duruşmada açık bir gerekçe belirtmemekle birlikte başvurucunun yetki itirazının reddine karar verdiği görülmüştür. Yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 30/5/2013 tarihli ve E.2012/167, K.2013/457 sayılı kararı ile davanın kabulüne, başvurucunun icra takibine yaptığı itirazın iptaline, takibin 800 TL asıl alacak ve 257,62 TL işlemiş faiz üzerinden devamına, 320 TL vekâlet ücretinin başvurucudan tahsiline karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“...Konya İcra Müdürlüğünün 2011/7609 E. sayılı icra takip dosyasıyla borçlu aleyhine 800 TL asıl alacağın tüm ferileriyle birlikte toplam 057,62 TL alacağın tahsili için 13/7/2011 tarihinde icra takibi başlatıldığı, takibin konusunun 23/8/2007 tanzim, 30/11/2007 vadeli400 TL bedelli bono ve 23/7/2007 tanzim, 30/12/2007 vade tarihli 400 TL bedelli bono olduğu, örnek no:7’ye göre tanzim edilen ödeme emrinin davalıya 14/7/2011 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, davalının 15/7/2011 tarihli dilekçesiyle icra takibine itirazda bulunduğu ve takibin 28/7/2011 tarihinde durdurulmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Davalı 24/4/2012 tarihli dilekçesiyle yetki itirazında bulunmuş, 17/12//2012 tarihli duruşmanın 1 nolu ara kararıyla yetki itirazının reddine karar verilerek davalıya tebliği üzerine davalı 11/1/2013 tarihli dilekçesinde, borca mesnet teşkil eden malların kendisine teslim edilmediğini belirtmiş ise de, mahkememizin 16/4/2013 tarihli yargılamasında verilen 1 nolu ara karar gereğince davacı vekiline takibe dayanak bono asıllarını ibraz etmek üzere 1 haftalık kesin süre verildiği, davacı vekilinin kesin süre içerisinde bono asıllarını ibraz ettiği, bonoların incelenmesinde, 23/8/2007 tanzim ve 30/12/2007 vade tarihli bonoda keşidecinin davalı, lehtarın ise davacı olduğu, bononun metninde malen ibaresinin yazılı olduğu, 23/8/2007 tanzim ve 30/11/2007 vade tarihli bonoda ise keşidecinin ve lehtarın aynı kişiler olduğu ve bono metninde malen ibaresinin yazılı olduğu, takibe konu malların davalı tarafından teslim alındığı anlaşıldığından açılan davanın kabulüyle Konya İcra Müdürlüğünün 2011/7609 esas sayılı icra takibine yapılan itirazın iptaline ve 800 TL asıl alacak ve 257,62 TL faiz üzerinden takip talebindeki diğer şartlar çerçevesinde takibin devamına karar vermek gerekmiş[tir].” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici maddesi gereğince temyize ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam olunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasına göre 2013 yılı itibarıyla miktar veya değeri 820,00 TL’yi geçmeyen davalara ilişkin kararlar temyiz edilemeyeceğinden dava değeri bu miktarın altında kalan söz konusu kararın, verildiği tarih itibarıyla kesin nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Kesin nitelikte olan bu kararda temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiş ve karar 1/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. ...” 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev’i ve mahiyetine göre maktü esas üzerinden alınır.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “1) Yargılama giderleri şunlardır: a) Celse, karar ve ilam harçları. ... ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti. ...” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedilir. (2) Yargılama gideri, tutarı, hangi tarafa ve hangi oranda yükletildiği ve dökümü hüküm altında gösterilir....” 29/12/2012 tarihli ve 28512 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2013 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin maddesi şöyledir: “(1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Şu kadar ki asıl alacak miktarı 666,66 TL’ye kadar olan davalarda avukatlık ücreti, tarifenin ikinci kısmının, ikinci bölümünde, icra mahkemelerinde takip edilen davalar için öngörülen maktu ücrettir. Ancak bu ücret asıl alacağı geçemez.” 2013 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin ikinci kısmının ikinci bölümü şöyledir: “Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret ... İcra Mahkemelerinde takip edilen dava ve duruşmalı işler için 440,00 TL ...”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5965
Başvuru, itirazın iptali davasında yetki itirazının gerekçesiz reddedilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan karar verilmesi, harcın ve vekâlet ücretinin hatalı hesaplanması ve kesin nitelikli kararda kanun yolunun açık olduğunun belirtilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, trafik para cezası kararına karşı yapılan itiraz başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmeyeceğini beyan etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu adına düzenlenen 278 TL trafik idari para cezasına ilişkin karar tutanağı 3/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, trafik para cezasına karşı 21/10/2013 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından itirazın yetkisiz mahkemede yapılmış olduğu gerekçesiyle dosyanın Kahramankazan Sulh Ceza Hâkimliğine (Sulh Ceza Hâkimliği) gönderilmesi kararı verilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği 23/1/2017 tarihli kararıyla itiraz başvurusunu süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; idari para cezasının başvurucuya 3/10/2013 tarihinde tebliğ edildiği, kanunda belirtilen on beş günlük sürenin geçirilmesi suretiyle 21/10/2013 tarihinde yapılan itiraz başvurusunun süresinde olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 20/2/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6462
Başvuru, trafik para cezası kararına karşı yapılan itiraz başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından 21/7/2016 tarihinden itibaren ülke genelinde doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Birçok kez uzatılan OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, hâkim olarak görev yapmakta iken darbe teşebbüsü sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediği şüphesiyle Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Zonguldak Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 20/7/2016 tarihinde başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Savcılık 28/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Hâkimlik 28/7/2016 tarihinde talebi kabul ederek diğer şüphelilerle birlikte başvurucunun tüm bankalardaki hesaplarına, tapuda kayıtlı tüm gayrimenkullerine ve aracına el konulmasına karar vermiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Kararın gerekçesinde, şüphelilerin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) kapsamında fikir ve eylem birliği içinde hareket ettiklerine ve soruşturma konusu suçların işlendiğine dair kuvvetli şüphenin bulunduğuna işaret edilmiştir. Şüphelilerin elkoyma tedbirine konu mal varlıklarını örgüt faaliyetleri kapsamında edindikleri ve söz konusu mal varlıklarını muvazaalı olarak başkalarına devredeceklerine veya yurt dışına kaçıracaklarına ilişkin ciddi deliller olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda telafisi imkânsız zararların engellenmesi amacıyla elkoyma tedbirine karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu 25/8/2016 tarihli ve 29812 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararı ile meslekten ihraç edilmiştir. Bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 1/10/2016 tarihinde elkoyma kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; elkoyma tedbirine konu mal varlıklarının suçtan elde edildiğine dair somut delil olmadığı, gerekli araştırma yapılmadan tedbir kararı verildiği ve tedbirin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek elkoyma tedbirinin kaldırılması talep edilmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Bartın Sulh Ceza Hâkimliği 21/10/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, elkoyma tedbirinin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 14/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/11/2016 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/11/2016 tarihli ve 2016/6195 İş sayılı kararı ile ekteki listede isimleri bulunan şüphelilerin mal varlıkları üzerindeki elkoyma tedbirleri kaldırılmıştır. Söz konusu listede başvurucu da bulunmaktadır. Hâkimlik, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/11/2016 tarihli kararına istinaden 23/11/2016 tarihli ve 2016/4257 İş sayılı kararı ile başvurucu hakkında 28/7/2016 tarihinde verilen tedbir ve elkoyma kararını kaldırmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/54582
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından görevden uzaklaştırılmış; ardından meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun tutuklanması talep edilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun sağlık durumunu nazara alarak tutuklama talebinin reddine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından yapılan itiraz üzerine başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Hakkında FETÖ/PDY üyesi olma suçundan kamu davası açılması sonrasında başvurucu yakalanmış ve müsnet suçtan başvurucunun 22/10/2019 tarihinde tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu 14/4/2020 tarihinde yeniden ele alınmış ve tahliyesine karar verilmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından buna itiraz edilmiş, 15/4/2020 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 20/4/2021 tarihlinde başvurunun FETÖ/PYD üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk hâline itirazı reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 26/5/2021 tarihinde öğrenmiş olup 25/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, diğer ihlal iddialarının kabul edilemez olduğuna, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının ise kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/29292
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumu idaresi tarafından tehlikeli tutuklu statüsü verilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, bu statüye bağlı olarak uygulanan kısıtlamaların kaldırılması için yapılan başvurunun reddiyle ilgili olarak yapılan şikâyet ve itiraz üzerine verilen kararların gerekçe içermemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü kurma veya yönetme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ile anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklu bulunan başvurucu, Sincan 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) verdiği 2/8/2017 tarihli kararıyla tehlikeli tutuklu statüsüne alınmış olup 22/6/2020 tarihli dilekçe ile yeni infaz düzenlemesi kapsamında söz konusu kararın tekrar değerlendirilerek iptal edilmesini ve bu karara istinaden kendisine uygulanan kısıtlamaların kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Batı İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 25/6/2020 tarihli kararı ile talebi iki başlık altında incelemiştir. Başvurucunun; Kurulun 2/8/2017 tarihli kararının yeni infaz düzenlemesi kapsamında tekrar değerlendirilerek iptal edilmesi talebini şikâyetin süresinde yapılmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...idare ve gözlem kurulunun kararının 02/08/2017 tarihinde alındığı, karar tarihinden itibaren 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanununun maddesinde belirtilen işlem ve faaliyetin öğrenildiği tarihten itibaren 15 gün, herhalde kararın alındığı tarihten itibaren 30 günlük yasal süre dolduktan sonra kararın iptali istemiyle şikayet yoluna başvurulduğundan bu hususa ilişkin şikayetin yasal süresinde yapılmadığı anlaşılmakla tutuklunun bu yöndeki talebinin reddine;..." İnfaz Hâkimliği, başvurucunun tehlikeli tutukluluk hâli sebebiyle uygulanan kısıtlamaların kaldırılması talebinin ise bu hususta değerlendirme yapılması ve karar verilmesi için Kurula gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin anılan kararına karşı yaptığı itiraz Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesince 10/7/2020 tarihinde reddedilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya 16/7/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı bir bireysel başvuru bulunmamaktadır. İnfaz Hâkimliğinin, uygulanan kısıtlamaların kaldırılması talebini, bir değerlendirme yapılarak karar verilmesi için Kurula göndermesi üzerine Kurul başvurucu hakkında 2/8/2017 tarihli kararın tekrarı mahiyetindeki 10/7/2020 tarihli kararı vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 18/8/2020 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, yasal düzenlemelere göre hükümlü ve tutukluların tehlikeli tutuklu/hükümlü grubuna alınmaları ve tehlikeli tutuklu grubundan çıkarılmalarına karar verme hususunda yetkili mercinin ceza infaz kurumu idare ve gözlem kurulu olduğu, tutuklunun işlediği isnat olunan suçun işleniş şekli, niteliğinin toplum içerisinde infial oluşturan bir suç olması, ayrıca cezaevi idaresinin yazısında tutuklunun kurumda barındırıldığı süre zarfında kapalı ziyaret sonrası odasına götürülürken üzerinde örgütsel not tespit edilmiş olduğu belirtilmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz da 9/9/2020 tarihli kararla İnfaz Hâkimliğinin değerlendirme konusu hüküm ve gerekçesi uygun bulunarak reddedilmiştir. Başvurucu Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesinin 9/9/2020 tarihli kararını 15/9/2020 tarihinde tarihinde öğrendikten sonra 12/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32372
Başvuru, ceza infaz kurumu idaresi tarafından tehlikeli tutuklu statüsü verilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, bu statüye bağlı olarak uygulanan kısıtlamaların kaldırılması için yapılan başvurunun reddiyle ilgili olarak yapılan şikâyet ve itiraz üzerine verilen kararların gerekçe içermemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda idarenin cevap yazısının karşı tarafa tebliğ edilmeden karar verilmesi ve talep edilmesine rağmen duruşma yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığınagönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu,Enerji ve Tabii Kayaklar Bakanlığı (mülga) Maden İşleri Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) tarafından ihaleye çıkarılan Ankara ili Kızılcahamam ilçesi Ayvacık köyü hudutları dâhilindeki IV (a) grubu maden sahasını 23/3/2009 tarihinde devralmıştır. Başvurucu, sahadaki maden varlığının araştırılması ve maden rezervinin tespiti amacıyla jeoloji raporu, arama faaliyet raporu ve işletme projesi hazırlayarak bu belgeleri 22/5/2013 tarihinde Genel Müdürlüğe sunmuş ve maden işletme ruhsatı talebinde bulunmuştur. Başvurucunun maden sahasında işletme faaliyetlerini yürütebilmesi için gerekli olan 10 yıl süreli işletme ruhsatı 20/11/2013 tarihinde Genel Müdürlük tarafından düzenlenerek başvurucuya verilmiştir. Öte yandan 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun maddesinin onbirinci fıkrası uyarınca maden arama ve işletme faaliyetlerine başlayabilmek için ruhsat sahipleri tarafından işletme izni alınması zorunludur. İşletme izni ise aynı Kanun'un maddesinde belirtilen çevresel etki değerlendirme kararı, mülkiyet izni, işyeri açma ve çalışma ruhsatı,Genel Müdürlüğün kayıtlarına işlenmiş alanlar ile ilgili diğer izinlerin ruhsat yürürlük tarihinden itibaren üç yıl içinde ilgili kamu kurum veya kuruluşlarından alınarak Genel Müdürlüğe verilmesini müteakip düzenlenmektedir. Anılan fıkrada; ruhsat sahibince söz konusu üç yıllık süre içinde yükümlülüklerin yerine getirilmemesi hâlinde her yıl için 000 TL idari para cezası yaptırımı uygulanacağı hususu da hükme bağlanmıştır. Genel Müdürlük 3213 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında alınması zorunlu olan izinlerin başvurucu tarafından 23/2/2018 tarihinde Genel Müdürlüğe verildiği, bu izinlerin ruhsat yürürlük tarihinden itibaren üç yıllık yasal süre içinde Genel Müdürlüğe tevdi edilmediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 2016 ve 2017 yılları için -yeniden değerleme oranına göre belirlenen- toplam 486 TL idari para cezası uygulanmasına 31/5/2018 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu 3213 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen izinleri işletme ruhsatının yürürlük tarihinden itibaren üç yıl içinde alabilmek için derhâl harekete geçtiğini, bu kapsamda ilgili kamu makamlarına başvurularda bulunduğunu ancak kamu kurum ve kuruluşlarının iç işleyişlerine ve ağır bürokratik prosedürlere bağlı olarak yaşanan gecikmeler sonucunda -üç yıllık yasal süre geçtikten sonra- izinleri alabildiğini ileri sürerek idari para cezasının iptal edilmesi talebiyle 11/6/2018 tarihinde başvuruda bulunmuştur.Başvurucu iptal talebini içeren 11/6/2018 tarihli dilekçesinde incelemenin duruşmalı yapılması yönündeki talebine de yer vermiştir. Başvurucu bireysel başvuru formunda gerekli izinleri makul sürelerde aldığını; ancak ilgili mevzuat uyarınca tüm ruhsat ve izin taleplerinin Başbakanlığa gönderilmesi ve gönderilen dosyaların hemen hepsinin hiçbir işlem yapılmaksızın uzun süre bekletilmesi nedeniyle gecikme yaşandığını iddia etmiştir. Bununla birlikte bahsi geçen kamu kurumuna hangi tarihte başvuruda bulunulduğuna, başvuru neticesinde ilgili iznin hangi tarihte verildiğine dair herhangi bir açıklama bireysel başvuru formunda bulunmamaktadır. Kızılcahamam Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) dosya üzerinden yapılan inceleme kapsamında başvurucunun itiraz dilekçesi davalı idareye tebliğ edilerek idarenin buna ilişkin cevap yazısı dosyaya alınmıştır. İdarenin cevap yazısında ilgili mevzuata atıf yapılarak itiraz konusu idari para cezasının mevzuata uygun olduğu ifade edilmiştir. İdarece Hâkimliğe gönderilen cevap yazısının başvurucuya tebliğ edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir veriye ulaşılamamıştır. Hâkimlik; idarenin cevap yazısı ile idari para cezasına ilişkin diğer bilgi ve belgeleri birlikte değerlendirmek suretiyle "başvurucu adına düzenlenen ruhsatın yürürlüğe girdiği 20/11/2013 tarihinden itibaren üç yıllık sürenin 20/11/2016 tarihinde dolduğu ve maden sahasının terk edilmediği, devam eden sürede Kanun'un maddesinde düzenlenen gerekli izinlerin de alınmadığı" gerekçesiyle başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı sonucuna ulaşarak başvurucunun iptal talebini 30/1/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu -diğerlerinin yanı sıra- maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için duruşmalı inceleme yapılması gerekirken bu yöndeki talebinin kabul edilmediğini, idarenin tamamen yasa maddelerini sıraladığı anlaşılan cevap yazısına itibar edilerek karar verildiğini, söz konusu yazının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle buna ilişkin iddia ve itirazlarını da ileri süremediğini, idarenin durağan çalışması ve bürokrasi sonucu ortaya çıkan gecikme nedeniyle kendisine idari yaptırım uygulanmasının hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek 12/2/2019 tarihli dilekçesi ile karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/2/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai olan bu karar 22/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 3213 sayılı Kanun'un "Madencilik faaliyetlerinde izinler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, diğer izinlere ilişkin işlemler de ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca çevresel etki değerlendirmesi sürecinde en geç üç ay içinde bitirilir. Bakanlık ve diğer bakanlıkların mevzuatının gerektirdiği maddî yükümlülükler ruhsat sahibi tarafından karşılanır...." 3213 sayılı Kanun'un "Ruhsat bedeli, cezalar ve diğer yaptırımlar" kenar başlıklı maddesinin -olay tarihinde yürürlükte bulunan- (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bakanlık, mülki idare amirlikleri ve il özel idareleri tarafından bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır." 3213 sayılı Kanun'un "İşletme ruhsatı ve madenin işletilmesi" kenar başlıklı maddesinin onbirinci fıkrası şöyledir: “7 nci maddeye göre gerekli izinlerin alınmasından itibaren işletme izni verilir. Bu iznin verildiği tarihten itibaren Devlet hakkı alınır. Ruhsat sahibince, işletme ruhsatı yürürlük tarihinden itibaren üç yıl içinde 7 nci maddeye göre alınması gerekli olan çevresel etki değerlendirme kararı, mülkiyet izni, işyeri açma ve çalışma ruhsatı ile Genel Müdürlüğün kayıtlarına işlenmiş alanlar ile ilgili izinlerin Genel Müdürlüğe verilmesini müteakip, işletme izni düzenlenir. Süresi içinde yükümlülükleri yerine getirilmeyen ruhsatlar için her yıl 000 TL idari para cezası verilir. İşletme ruhsat süresi sonuna kadar bu fıkrada belirtilen izinlerden dolayı işletme izninin alınamaması hâlinde ruhsat süresi uzatılmaz."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12578
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvuruda idarenin cevap yazısının karşı tarafa tebliğ edilmeden karar verilmesi ve talep edilmesine rağmen duruşma yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 29/6/2001 tarih ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a muhalefet suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 29/11/2013 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/2/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer yirmi üç şüpheli hakkında, Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 15/8/2007 tarihli suç ihbarı üzerine, 4708 sayılı Kanun’a muhalefet suçunu işledikleri iddiasıyla Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 26/2/2009 tarih ve E.2009/5911 sayılı iddianamesi ile Şişli Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Şişli Adliyesinin kapatılması üzerine, yargılamaya İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, 11/6/2013 tarih ve E.2009/824, K.2013/318 sayılı kararı ile başvurucu ve vekilinin yokluğunda, başvurucunun beraatine karar vermiştir. Gerekçeli karar, 26/6/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Mahkemece, kararın 10/9/2013 tarihinde kesinleştiği, 5/11/2013 tarihinde kararın ekine yazılmıştır. Başvurucu, 29/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4708 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8667
Başvurucu, 29/6/2001 tarih ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a muhalefet suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, mahkemelerin tarafsız ve bağımsız olmadığı, açılan alacak davasında verilen Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğu, Yargıtay tetkik hâkimi görüşünün tebliğ edilmediği, davanın reddinin Anayasaya uygun olmadığı, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, hak arama özgürlüğünün, angarya yasağının, çalışma ve sözleşme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 5/6/2008 tarihinde Üsküdar İş Mahkemesinde açılan alacak davasında başvurucu, iş akdinin davalı işverence feshedilmesinden sonra açtığı işe iade davasının kabul edilerek kesinleşmesi üzerine yasal süresi için yaptığı işe iade talebine davalı tarafın yasal süresi içinde cevap vermediğini, işe davetin yasal süre geçtikten sonra yapıldığını, işverenden yasal haklarının ödenmesini talep ettiğini, bunun üzerine işverenin yeniden işe davet yazısı gönderdiğini, iyi niyetli olarak, geçersiz olan bu işe davetini kabul edip işe başlamak için başvurmasına karşın idarenin kendisini oyaladığını, ardından eski görevinin dışında başka bir görevle görevlendirildiğini ancak yeni görevi kabul etmediğini belirtmiş ve kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücretli izin alacağı, boşta geçen dört aylık ücret alacağı, iş güvencesi tazminatı ve işçilik alacaklarının faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Yapılan değerlendirme sonucu Üsküdar İş Mahkemesi 23/2/2010 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiş, bu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/9/2012 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine dava dosyası İstanbul Anadolu İş Mahkemesinin E.2012/646 sıra sayısına kaydedilerek yargılamaya devam edilmiştir. Bozma ilamı doğrultusunda yeniden yapılan değerlendirme sonucunda İstanbul Anadolu İş Mahkemesi 10/9/2013 tarihli kararı ile başvurucunun, iş akdinin feshedilmesi üzerine açtığı işe iade davasının kabul edilerek kesinleştiğini, kararın başvurucu vekiline mahkeme kaleminde tebliğ edildiğini, tebliğ üzerine başvurucu vekilinin başvurucunun işe başlatılması için davalı işverene süresi içinde yazılı olarak talepte bulunduğunu ardından davalı işveren tarafından işe başlatma başvurusunda bulunan başvurucu vekiline bir aylık süre içinde işe başlatma yazısı tebliğ edilerek başvurucunun 20/02/2008 tarihinde işe başlaması gerektiğinin bildirildiğini, bu hususun başvurucu vekili tarafından 29/02/2008 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiğini, başvurucunun ise aynı tarihte davalı işverenden hak ettiği tazminatlar ve kanuni haklarını talep ettiğini oysa işe başlatma yazısını tebliğ alması üzerine dört gün içinde işe başlaması gerekirken kanunda öngörülen bir aylık süre geçtiğinden bahisle tazminat ve alacaklarını istediğini, başvurucunun profesyonel asker olan eşinin tayinin Tunceli’ye çıkması birlikte dikkate alındığında başvurucunun işe başlama konusunda samimi olmadığını belirtmiş ve başvurucunun süresi içinde işe iade için talepte bulunmadığına kanaat ederek davanın kısmen kabulüne ayrıca başvurucu vekilinin 2/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi 5 fıkrasının anayasaya aykırılık iddiasına ilişkin itirazının reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/12/2013 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. Onama ilamı başvurucuya 3/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 3/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3085
Başvuru, mahkemelerin tarafsız ve bağımsız olmadığı, açılan alacak davasında verilen Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğu, Yargıtay tetkik hâkimi görüşünün tebliğ edilmediği, davanın reddinin Anayasaya uygun olmadığı, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, hak arama özgürlüğünün, angarya yasağının, çalışma ve sözleşme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2013/7996 numaralı başvuru 7/11/2013 tarihinde, 2013/8100 ve 2014/8053 numaralı başvurular 8/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 2013/8100 ve 2013/8052 numaralı başvurular, aralarında hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2013/7996 numaralı başvuru ile birleştirilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2014tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/2/2015-5/2/2013 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/6/2001 tarihli iddianamesiyle başvurucu ile birlikte sekiz kişinin zimmet suçundan cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianameye konu olayların geçtiği tarihte başvurucu Yahya Murat Demirel ... Uluslararası Dış Ticaret A.Ş. ile ... Entegre Orman Ürünleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin ortağı ve yetkilisi, başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay daTürkiye Halk Bankasının ticari kredilerden sorumlu genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyesidir. Başvurucu Hüsnü Barbaros Olcay 8/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasında, diğer başvurucu Yahya Murat Demirel ise 17/8/2001-11/9/2001 tarihleri arasındatutuklu kalmıştır. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 28/11/2001 tarihinde sanıklar (başvurucular) hakkında verilen beraat kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/4/2002 tarihli ilamı ve "Demirel Şirketler gurubuna dahil ... A.Ş, ... Entegre Orman Ürünleri San. Tic. A.Ş., ... Finansal Kiralama A.Ş., ... Yatırım A.Ş.'nin Halk Bankası Levent Şubesinden tamamı ticari nitelikte proje kredileri, ithalat kredileri veya mevcut tesislerin genişletilmesi için gayri nakti kredi kullanma taleplerinin, kredinin tür ve miktarına göre Genel Müdürlük yetkisinde olup sıralı birim görüşü ile Yönetim Kurulu kararıyla onaylanan. Ticari Krediler Müdürünün depesmana yer vermeyecek şekilde kullandırılması görüşü ile şubeye yollanan, kullanıma açılması sağlanan kredi olayında; müdahilin temyiz dilekçesinde belirttiği Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunun 2001 gün ve 2001/4 sayılı raporu, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ve dosyada mevcut 1998 tarihli banka yeminli murakıbı E. S.nin raporudışında rapor varsa bu da temin olunup Başbakanlık Teftiş Kurulunun 2001/1198 gün ve sayılı ve Hazine Başkontrolörlerince [hazırlanmış] sayılı ön inceleme raporu da celp olunduktan sonra banka ve ticari krediler alanında ve konusunda uzman 3 kişilik bir bilirkişi kurulu marifetiyle, Ticari Krediler Genel Esasları Yönetmeliği, Teminat Mektuplarında Uygulama Talimatı, Dahili Emir ve Banka İç Mevzuatı kuralları dikkate alınarak, davaya konu firmalara kullandırılan kredilerin verilme ve uygulamasında mevzuata aykırı yetki aşımını içeren davranış bulunup bulunmadığı, kredi dönüşümünün hangi şekilde ve ne suretle yapılabileceği, genel esaslara uyulup uyulmadığı, aykırı hallerin tespitinde depasman açığı veya başka nedenden bankanın zararı olup olmadığı saptanmadan, paravan oldukları belirtilen ... Financial S.A., ... International Ltd.'nin bu nitelikte bulunup bulunmadığı netleştirilip, banka elemanı sanıkların bu hali bilip bilmedikleri de belirlenerek, 2001 tarihli Devlet Bakanı oluru ile soruşturma izni verilen Banka Eski Genel Müdürü Y. A. ve arkadaşları ile ilgili soruşturma akıbeti de araştırıldıktan ve Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 2001 gün 1999/8-200 esas karar sayılı dosyası da getirtilip sonucuna göre delillerin bir bütün halinde takdiri gerekirken yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verildiği" gerekçesiyle bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesince bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılama sonunda 16/12/2003 tarihli karar ile sanıkların (başvurucuların) beraatlarine karar verilmiştir. Anılan kararın katılan vekili ile yerel Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 21/6/2004 tarihli ilamıyla hükmün başvurucular ve üç sanık yönünden bozulmasına, diğer sanıklar yönünden onanmasına karar vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 7/7/2004 tarihli ve 29544 sayılı yazı ile "(...) somut olayda Türkiye Halk Bankası yönetici ve çalışanları için TCK'nın 202/son maddesindeki kamu bankalarıyla ve aynı kanunun 219/1 maddesindeki emir ve idare yetkisine sahip olanlarla ilgili ağırlaştırıcı nedenlerin uygulanma olanakları ortadan kaltığından, sanıklar hakkında lehe düzenlemeler içeren 4389 sayılı Bankalar Kanunundaki ceza hükümleri uygulanmalıdır." görüşüne yer vererek Yargıtay Ceza Dairesinin kararına itiraz etmiş, dosya Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 31/5/2005 tarihli ilamıyla sanıkların eylemlerinin bankacılık zimmetini oluşturduğu gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir.Anılan ilamın ilgili kısmı şöyledir: "Bu değerlendirme ve saptamaların sonucu olarak: Yargıtay Başsavcılığının suç vasfına ilişkin itirazı isabetli olup, ... A.Ş., ... A.Ş., ... Yatırım A.Ş. ve ...Leasing A.Ş.'ne verilen ve işbu davanın konusunu teşkil eden usulsüz kısmen karşılıksız ve bu itibarla geri dönüşü olmayıp bankaya zarar veren kredilerde banka genel müdürlüğü yetkilileri ile yönetim kurulunun bilinçli tavır ve davranışlarının etkili oluşu sonucu kredilerin firmalar yararına şekillendiği, banka üst yetkili ve sorumlularının kamu taciri durumundaki bankanın hükmü şahsiyetini temsilde ve mal varlığını korumada bilinçli ve eylemli şekilde kusurlu bulundukları, bu nedenle kredilendirme olaylarında banka yöneticilerinin hile ve desiselerle kandırılmalarından sözedilemeyeceği için suçlara "nitelikli dolandırıcılık" vasfı verilmesinde isabet bulunmadığı, varlığı halinde suçun banka zimmeti oluşturacağı, suç tarihinde 765 sayılı TCY.nın maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken bu fiillerin suç tarihinden sonra yürürlüğe giren ve lehte hükümler içermesi nedeniyle TCY.nın 2/ maddesi uyarınca tatbik ve infazı gereken 4389 sayılı Bankalar Yasasının maddesi kapsamında tahlil ve değerlendirilmesi gerektiği, her bir sanığın sorumluluğunun kendi imzası tahtında şekillenen kredilerle sınırlı olacağı aldatıcılık olgusu taşıyan kredi işlemlerindeki sorumluluğun 4389 sayılı Bankalar Yasasının 22/ madde fıkrasının cümlesi kapsamında değerlendirilmesi icap edeceği sonucuna varılmalıdır." Bozma kararı üzerine dosyayı yeniden ele alan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 31/5/2006 tarihinde dosyaya konu suç hakkında yargılama görevinin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesi ile görevsizlik kararı vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 31/7/2006 tarihinde, karşı görevsizlik kararı vermiş ve dosya görev uyuşmazlığının giderilmesi için Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 30/11/2006 tarihli ilamı ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin görevli olduğuna karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/6/2008 tarihli kararı ile başvurucuların müteselsilen zimmet suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 8/4/2009 tarihli ilamı ile başvurucular ve bazı sanıklar hakkındaki mahkumiyet hükmünü eksik inceleme sebebiyle bozmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, son olarak 30/5/2012 tarihli kararı ile başvurucuların zimmet suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"Dosyadaki inceleme raporları, bilirkişi raporları ve belgelere göre;...... Şirketler Grubu içerisinde yer alan .. A.Ş., .. A.Ş., ... YATIRIM A.Ş. ve ... LEASING A.Ş.nin dövize natık teminat kredilerinin, Banka Genel Müdürlüğünün bilgi ve kabulü sonrasında yönetim kurulunca onaylandığı, olumsuz istihbarat raporlarının bankanın üst yönetimlerince önemsenmediği, her bir kredi için ayrı istihbarat raporu düzenlenmesi banka iç mevzuatı uyarınca zorunlu iken, buna uyulmayarak önceki istihbarat raporlarıyla yetinildiği, kredilerin teminat olarak alınan ipoteklerin güncel değerlerinin gözetilmediği, ipotek konulan taşınmazların güncel değerlerinin gerçek değerlerinin çok çok altında belirlendiği, banka uzmanlarınca önceden saptanan düşük bedelli değerleri içeren raporlar görmezden gelinerek sonradan düzenlenen yüksek değerler ihtiva eden banka raporlarına itibar edildiği, aynı taşınmazlar üzerine başka kurum ve kuruluşlarca ipotek konmuş olmasına rağmen önceden ve değişik derecelerde konulan bu ipoteklerin varlığının bir sonraki krediyi teminatsız bırakacağının önemsenmediği, ithalat ve ihracat kredilerinin gerçek niteliğini uygun kullanılıp kullanılmadığının araştırılmadığı, bu kredi dilimlerinin kullanılmasında adı geçen .... ve ... adlı firmaların gerçek olup olmadığının ve bunlar tarafından ithalat için düzenlenen faturaların doğru olup olmadığının kontrol edilmemesi sebebiyle bankanın zararına yol açıldığı, yapılan incelemelerden de bu firmaların kağıt üzerinde kalan firmalar olduğu, kredilerin vadeleri gözönüne alındığında son aşamalarda önceden kullandırılan kredilerin ödenmeme ihtimali oluşmasına rağmen kredilendirme talimatlarının da aşılarak yeni kredilerin bu firmalara tesis edildiği ve bu şekildeki depasmanlı işlemlerle bankanın zararının arttırıldığı, her ne kadar işlemler banka şubesi tarafından yapılmış ise de, tüm dosya kapsamından davaya konu olan bankacılık işlemlerinin Bankanın Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulunun bilgisi ve onayıyla yapılmış olduğu kanaatine varılmıştır.  Her ne kadar Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2009/1472 esas-2009/4012 sayılı bozma ilamında sanıkların her bir kredilendirmedeki sorumlulukları, olaydaki konum ve yetkileri dikkate alınmak suretiyle somutlaştırılmasının istenmesi doğrultusunda alınan bilirkişi heyeti raporunda sanıklardan banka çalışanı olan tek sanık Hüsnü Barbaros Olcay'a ilişkin olarak; .. A.Ş. ve .. A.Ş., firmalarına tahsis edilen toplam 000 TL'lik gümrüğe hitaben KDV ertelemesinde kullanılmak üzere yönetim kurulu tarafından onaylanan kredilerin 27/06/1997 tarihinde Levent Şube Müdürlüğü'nün teklifi üzerine, gayri nakdi kredi türü olan kredideki gümrüklere hitaben verilme şartının kaldırılması talebini o tarihte bankanın Genel Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olan sanık Hüsnü Barbaros Olcay tarafından verilen onayla kaldırıldığı ve böylece dövize natık teminat mektubu kredisine dönüştüğü, 14/07/1997 tarihli telefon görüşmesine istinaden firmalara dövize natık teminat mektubu metni ile işlem yapılması onayının sanık Hüsnü Barbaros Olcay tarafından verildiği, bankacılıkta münakale denilen uygulamanın krediyi tesis eden makam tarafından yerine getirilmesi gerekirken sanığın yetkisiz şekilde onay alarak işlem yaptığı belirtilerek, bu kredilerin daha sonra ödenerek tahsil edildiği, bu nedenle bankanın bu işlemler sonucunda zararının olmaması sebebiyle bu sanık yönünden zimmet suçunun oluşmayacağı dolayısıyla banka görevlisi olmayan diğer sanıkların zimmet suçuna iştiraklerinin de söz konusu olamayacağı belirtilmiş ise de; yukarıda açıklandığı üzere davanın konusu olan kredilere ilişkin usulsüzlüklerin ve hileli hareketlerin yönetim kurulunun bilgisi ve onayı ile yapıldığının kabul edildiği, sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın yukarıda belirtilen ve numaralandırılan 1, 3, 4, 5, 10, 12 ve 13 numaralı kredi tahsis işlemlerinde imza sahibi olarak sorumluluk üstlendiği, ayrıca sanığın belirtilen ve saptanan iki kredideaktif rol alarak ve insiyatif kullanarak diğer sanıkların hissedarı veya yöneticisi olduğu şirketler lehine işlem yaptırdığı göz önüne alındığında,sonuçolarak Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin suç tarihinde Genel Müdür Yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olan sanık Hüsnü Barbaros Olcay ile sanıklar Yahya Murat Demirel ve G. B.nin oluşturdukları organizasyon çerçevesinde, sanık Yahya Murat Demirel'in sahibi olduğu firmalara usulsuz kredi tahsisi amacıyla, lehlerine kredi verilen şirket yetkilileri sanıklar Ş. A. T. ve E. 'nin iştiraki ile ve tüm sanıkların fikir ve eylem birliği içinde hareketle,yabancı paravan şirketler ile hayalı ihracat işlemlerine dayanılarak bu paravan firmaların düzenledikleri faturalara istinaden bankadan kredi alınması için düzenlenen bono ve poliçelere bankaca aval veya garanti verip, banka garantisinin alınması suretiyle kullanıldığı, bilahare yabancı bankalarda iskonto ettirilen bu kıymetlerin bedellerinin sanıkG. B. tarafından tahsil edildiği, yine .. A.Ş. ve .. A.Ş.'ne tahsis edilen iki adet Türk parası teminat mektubu kredilerinin, dönemin Genel Müdür Yardımcısı iken sonradan istifa edip Yahya Murat Demirelin şirketlerinde yöneticilik yapan sanık H.Barbaros Olcay'ın talimatıyla, tahsis koşullarına aykırı olarak dövize natık teminat mektubu kredisine dönüştürülüp, muhatabının da yönetim kurulu kararına aykırı şekilde T. Gümrükleri yerine, ... İnternational LDT. ünvanlı şirket olarak değiştirilip verilen paranın anılan firmalarca aynı şirketin emrine düzenlenen bonoların banka tarafından garanti edilmesi yoluyla kullandırıldığı, bu iki kredi dışında ki diğer banka zararı doğuran kredilerde bankadaki Genel Müdür Yardımcılığı ve yönetim kurulu üyeliği görevlerini kullanarak yukarıda belirtilen 1, 3, 4, 5, 10, 12 ve 13 numara ile belirtilen kredi işlemlerinde hileli hareketlerle bankacılık zimmeti suçunu işlediğikabul edilmiştir.  ... Belirtildiği gibi davaya konu kredilere ilişkin bankacılık işlemlerinin sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın da yer aldığı banka üst yönetiminin bilgisi ve onayı kapsamında gerçekleştirmesi sonucu, banka hükmü şahsiyetinin aldatıldığı ve bankaya ait paranın üçüncü şahıslar tarafından zimmetlenmesine sebebiyet verildiği açıkça ortadadır. Aşağıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere ortaya çıkan sonucun kredileri kullanan ve zimmetine geçiren dava konusu şirket hissedar ve yöneticisi olan diğer sanıkların bilgisi dahilinde gerçekleştiği, bu şekilde diğer sanıklarında banka yöneticisi olan sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın suçuna iştirak ettiği kabul edilmiştir. Sanıklardan Yahya Murat Demirel'in dava konusu olan tüm kredilerde şahsi kefaletinin bulunduğu ve kredileri kullanan .. A.Ş, .. A.Ş, ... LEASING A.Ş ve ... YATIRIM AŞ şirketlerinin hissedarı, yetkilisi olduğu, kredilerin kullandırılmasındaki belgelerde imzası bulunmamakla birlikte, 16/2/1996 tarihinde ... İslamic Invesment Banka hitaben 28/02/2001 vadeli 000 USD'lik dövizi natık teminat mektubu düzenleyip .. A.Ş.ye verildiği, mektup bedelinin 29/02/1996 tarihinde bankaya transfer edilerek firma hesabına alındığı, daha sonra firma hesabına alınan 000 USD tutarındaki kredi bedelinin 000 USDkarşılığı Yahya Murat Demirel'in Levent şubesi nezdindeki hesabına, bir kısmının ... FİNANS AŞ, bir kısmınında .. Ş hesabına EFT veya virman yapıldığı, yine ... AVAL GMBH'ye hitaben toplam 000 USD tutarındaki iki adet DNTM düzenlendiği, bono bedellerinin 31/03/1996 tarihinde 000 USD olarak bankaya transfer edildiği ve firmanın mevduat hesabına alındığı, daha sonra bu hesaptan bir kısım paraların sanık Yahya Murat Demirel'in mevduat hesabına ve .. A.Ş.nin mevduat hesabına aktarıldığının saptanması, böylece .. AŞ adına bankaca tahsis edilen gayri nakdi kredilerin kullanılması suretiyle alınan nakıd kredilerin, grubun diğer firmalarının hesabına ve ayrıca firmaların yöneticisi konumunda bulunan kişinin hesaplarına aktarılmasının firmaların kredi temininde araç olarak kullanıldığını ve banka kaynaklarının asıl olarak kişilere tahsis edildiğinin kabulüne göre ayrıca .. A.Ş.ye tahsis edilen 26/09/1996 tarihli (4 nolu kredi) ithalat kabul kredisinin işleyişi sırasında 21/10/1996 tanzim tarihli 20/05/1997 vadeli E... şirketi emrine düzenlenmiş 10 adet (toplam 000 USD'lik) gerçeğe aykırı bonoları tanzim ettiği ve böylece sanık Yahya Murat Demirel'in yukarıda belirtilen tüm kredilere ilişkin olarak gerçekleşen banka zararından sorumlu olduğu ve sanık Hüsnü Barbaros Olcay'ın yukarıda belirtilen eylemlerine iştirak ettiği kabul edilmiştir. ... Görüldüğü gibi davaya konu olan zararın ödenmediği, buna göre indirim yapılamayacağı ayrıca yukarıdaki her üç kanunda da hapis cezasının yanında oluşan zarara endeksli yüksek miktardaki adli para cezasınında bulunduğu, ayrıca bu üç kanunda mahkemece ayrıca zararın ödettirilmesine karar verileceği hükmüde bulunmakta olup, 5237 sayılı TCK'nun Maddesi ile Maddesindeki indirim oranınında aynı olduğu göz önüne alındığında suçtan sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun maddesinin ve fıkralarının sanıkların lehine olduğu açık olduğundan aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Yargıtay Ceza Dairesi 9/10/2013 tarihli ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararınıonamıştır. Başvurucular7/11/2013-8/11/2013tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir.Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası verilir.Zararın, kovuşturma yapılmadan önce tamamiyle ödenmiş olması halinde yukarıdaki fıkralarda yazılı cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte biri indirilir. Meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece ödettirilmesine re'sen hükmolunur.Bu fiiller kamu bankaları aleyhine işlenmiş ise faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır." 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. Bu fıkrada gösterilen suç, bankayı aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmişse faile on iki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç katı kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece re'sen ödettirilmesine hükmolunur. Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında indirilir.” 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin ya da başkasının zimmetine geçiren banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları, altı yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkûm edilirler. Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde faile on iki yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası verilir; ancak, adli para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az olamaz. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi hâlinde mahkemece re'sen ödettirilmesine hükmolunur. Faaliyet izni kaldırılan veya Fona devredilen bir bankanın; hukuken veya fiilen yönetim ve denetimini elinde bulundurmuş olan gerçek kişi ortaklarının, kredi kuruluşunun kaynaklarını, kredi kuruluşunun emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek şekilde doğrudan veya dolaylı olarak kendilerinin veya başkalarının menfaatlerine kullandırmak suretiyle, kredi kuruluşunu her ne suretle olursa olsun zarara uğratmaları zimmet olarak kabul edilir. Bu fiilleri işleyenler hakkında on yıldan yirmi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur; ancak, adlî para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az olamaz. Ayrıca, meydana gelen zararın müteselsilen ödettirilmesine karar verilir. Soruşturma başlamadan önce, zimmete geçirilen para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte ikisi indirilir.Kovuşturma başlamadan önce, gönüllü olarak, zimmete geçirilen para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların aynen iade edilmesi veya uğranılan zararın tamamen tazmin edilmesi hâlinde, verilecek cezanın yarısı indirilir. Bu durumun hükümden önce gerçekleşmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte biri indirilir.Zimmet suçunun konusunu oluşturan para veya para yerine geçen evrak veya senetlerin veya diğer malların değerinin azlığı nedeniyle, verilecek ceza üçte birden yarıya kadar indirilir. 26/9/2004 tarihli ve 52371 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7996
Başvuru, haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 30/11/2006 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası hâlen temyiz aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18060
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, naklen atama işlemi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1998 yılında Polis Akademisinden mezun olmuş ve Emniyet Genel Müdürlüğü Bilgi İşlem Daire Başkanlığında komiser yardımcısı olarak göreve başlamıştır. 2011-2013 yılları arasında Erzurum'da ikinci bölge hizmetini yaptıktan sonra Emniyet Genel Müdürlüğü Bilgi Teknolojileri Daire Başkanlığına şube müdürü olarak atanmıştır. Başvurucu 28/2/2014 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne geçici olarak görevlendirilmiş, 14/4/2014 tarihinde Elmadağ Polis Meslek Yüksekokulu (PMYO) Müdürlüğüne öğretim görevlisi olarak atanmıştır. Başvurucu son olarak 3/11/2014 tarihli işlemle Trabzon PMYO Müdürlüğüne öğretim görevlisi olarak atanmıştır. Başvurucu, yapılan atama işleminin iptali talebiyle 14/1/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; atama işleminin hukuki bir nedeninin bulunmadığını, görevi kapsamında hukuka uygun olmayan işlemler yaptığı şeklinde değerlendirme ve yorumlara neden olduğunu, bunun kendisini eşi, ailesi ve çevresindekiler nezdinde itibarsızlaştırdığını, durumu açıklamakta zorlanması nedeniyle stres ve kaygı yaşadığını ifade etmiştir. İçişleri Bakanlığı (İdare) savunma dilekçesinde başvurucunun Bölge birimlerden olan Elmadağ PMYO Müdürlüğü kadrosunda görev yapmakta iken yine Bölge birimler arasında yer alan Trabzon PMYO Müdürlüğü kadrosuna hizmet gereği atandığını, görev yaptığı Elmadağ PMYO Müdürlüğü kadrosunda Emniyet Müdürü "Öğretim Görevlisi" ünvanında kırk altı personelin, buna karşılık başvurucunun atandığı Trabzon PMYO Müdürlüğü kadrosunda aynı ünvanda on personelin görev yaptığı, bu bağlamda atama işleminin hizmet ihtiyacı doğrultusunda gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunu atama ile rütbesinin karşılığı eşdeğer görev ünvanında görevlendirildiği, görevlendirme işlemi sonrasında başvurucunun rütbesinde 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu çerçevesinde sahip olduğu haklarında, memuriyet kıdem ve derecesinde bir hak kaybı bulunmadığı vurgulanmıştır. Mahkeme 30/12/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda emniyet hizmetlerinin önemi gereği ülke içinde bu hizmetin öngörülen seviyede ve aksama olmadan yürütülmesinin mutlak koşullarından birisinin istenilen yer ve/veya görev için planlanan seviyede personel bulundurulması olduğu belirtilmiştir. Bu durumda, idarenin kamu hizmetinin gerekleri doğrultusunda personelin görev yerini değiştirme konusunda kanunen sahip olduğu takdir yetkisini emniyet hizmetlerinin önem ve özelliğine uygun olarak kullandığı, bu takdir yetkisini kamu yararı ve hizmet gerekleri dışında subjektif (öznel) nedenlerle kullandığına dair herhangi bir bilgi belge de bulunmadığı vurgulanmıştır. Kararda son olarak başvurucunun kadro derecesi değişmeden görevinin gereği yeni bir göreve atandığı dikkate alındığında dava konusu işlemde kamu yararına ve hizmet gereklerine aykırılık görülmediği ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay Dairesi (Daire) tarafından 8/3/2017 tarihinde onama kararı verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi Daire tarafından 2/10/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 11/11/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 11/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42605
Başvuru, naklen atama işlemi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 8/7/2004 tarihinde resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarını işledikleri iddiasıyla Derik Cumhuriyet Başsavcılığınca 4/3/2005 tarihli iddianameyle Derik Asliye Ceza Mahkemesinde başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır. Mahkemece 6/2/2008 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiş, dava dosyası Mardin Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkemenin 29/3/2013 tarihli kararıyla dolandırıcılık suçundan başvurucular hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, resmî belgede sahtecilik suçundan ise başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13502
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı üzerine e-okul sistemine süt dağıtımı form girişlerini yapmaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının zorla çalıştırma yasağı ile sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup Samsun'un İlkadım ilçesinde bir ortaokulda sınıf öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN/Sendika) üyesidir. Olayların geçtiği tarihte 10/10/2012 tarihli ve 28437 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen okul sütü programı kapsamında 2012-2013 eğitim-öğretim yılı ikinci döneminde ülke genelinde ana sınıfı ile ilköğretim , , ve sınıf öğrencilerine yönelik olarak kamu okullarında ve özel okullarda süt dağıtımına başlanmıştır. Çıkarılan bir tebliğ ile de süt dağıtımının uygulama usul ve esasları belirlenmiştir. Buna göre dağıtım öncesi velilerden "Okul Sütü Dağıtım İzin Formu" alınacak ve dağıtımın sonrası meydana gelen şikâyetlerin tam olarak izlenmesi amacıyla "Okul Sütü Programı Şikayet Sonrası İzleme Formu" oluşturulacaktır. Millî Eğitim Bakanlığının 14/12/2012 tarihli Genelgesi'nde; okul sütü programının 2012-2013 eğitim öğretim yılı ikinci döneminde kamu okullarında ve özel okullarda uygulanacağı, Genelge ekinde yer alan "Okul Sütü Dağıtım İzin Formu" ile "Okul Sütü Programı Şikayet Sonrası İzleme Formu"nun e-okul sisteminde yer alması amacıyla Sağlık Bakanlığınca oluşturulduğu belirtilmiştir. Genelge'de "Okul Sütü Dağıtım İzin Formu"nun öğrenci velisi tarafından doldurulduktan sonra sınıf öğretmenine teslim edileceği ve öğretmen tarafından tüm öğrenciler (dağıtılacak sütten yararlanmak isteyen ve istemeyen) için 2012-2013 eğitim öğretim yılı birinci döneminin son iki haftası içinde e-okul sistemine girileceği tüm okullara duyurulmuştur. Genelge'de ayrıca "Okul Sütü Programı Şikayet Sonrası İzleme Formu"nun ise süt içen çocuklarda oluşabilecek sorunların tam olarak sebebinin anlaşılabilmesi için düzenlendiği, süt içimi sonrası bir öğrencide bile sorun olursa süt içip içmediğine bakılmaksızın sınıf öğretmeni tarafından sınıftaki her bir öğrenci için ayrı bir form doldurulacağı ve aynı gün e-okul sistemine girileceği belirtilmiştir. Bu hususa ilişkin olarak EĞİTİM-SEN tarafından süt dağıtımına ilişkin 18/1/2013 tarihinde Sendika şubelerine duyurulan karar ise şu şekildedir:"Milli Eğitim Bakanlığı'nın geçtiğimiz eğitim öğretim yılında başlattığı 'Okul Sütü Programı' kapsamında okullara gönderilen 'Süt İçilmesi Halinde Oluşan Şikayet Formu' başlığındaki anketle, öğretmenlerin süt nedeniyle oluşan bir sorunla karşılaşıldığında sınıflarındaki tüm öğrencileri kapsayacak şekilde anketleri uygulayarak, sorunu tespit etmeleri isteniyor. Milli Eğitim Bakanlığı böylelikle bir kez daha öğretmenlere yeni angaryalar yüklemeye çalıştığı ve sorunların asıl kaynağını görmezden gelen çözümler üretmeye çalıştığı görülüyor. Bu nedenle şubelerimizin, yaşanacak sorunların 'Sağlık Bakanlığı', 'Milli Eğitim Bakanlığı' ve 'Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın denetim sorumluluklarını yerine getirerek çözülebileceğini, bu nedenle öğretmenlere angarya olarak getirilen bu anketlerin okullarda doldurulmaması gerektiği yönünde, üyelerimize gerekli bilgilendirmeyi, ekteki açıklama çerçevesinde yapması gerekmektedir." Anılan karar ekindeki “Okul Sütü Projesinde Yaşanan Sorunların Çözümü Öğretmenlerin Sırtına Yeni Angaryalar Yüklemek Değildir!" başlıklı açıklamada ise şu hususlar yer almaktadır:"MEB’in 'Okul Sütü Programı' ya da 'Okul Sütü - Akıl Küpü' projesi olarak bilinen uygulama ile çocuklarımıza bozuk sütlerin dağıtımı nedeniyle yaşanan skandallar karşısında Bakanlık, çözümü öğretmenlere yeni angaryalar getirmekte buldu. Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz eğitim öğretim yılında çok sayıda öğrencimizin zehirlenmesine neden olan kampanyada, 'süt dağıtım firmalarının', 'mevsimsel üretim fazlası stoklarının' eritilmesi amaçlanmış ve elde edilecek rant karşısında çocuklarımızın hayatı riske atılmıştı. Bu skandalın ardından sütlerin üretiminden, okullara dağıtım aşamasına kadar birçok yeni skandal da art arda gündeme düşmüştü. Milli Eğitim Bakanlığı ise sorunun çözümünü öğretmenlerin üzerine yüklemiş ve sütü öğrenciler içmeden önce öğretmenlerin sütün tadına bakmaları, koku ve kıvamını kontrol etmeleri gibi uygulamalar yürürlüğe konulmuştu. İlköğretim öğrencileri için son derece faydalı olduğunu düşündüğümüz okul sütü uygulamasını eline yüzüne bulaştıran hükümet ve ilgili bakanlıklar buldukları yeni çözümle yine sorumluluğu öğretmenlerin üzerine yıkmayı başardı. Okullara gönderilen 'Süt İçilmesi Halinde Oluşan Şikayet Formu' başlığındaki anketle, öğretmenlerin süt nedeniyle oluşan bir sorunla karşılaşıldığında sınıflarındaki tüm öğrencileri kapsayacak şekilde anketleri uygulayarak, sorunu tespit etmeleri isteniyor. Milli Eğitim Bakanlığı böylelikle bir kez daha öğretmenlere yeni angaryalar çıkarmakta ve sorunların asıl kaynağını görmezden gelerek, basit çözümler üretmeye çalışmaktadır. Çünkü; • Sütlerin üretim aşamasından saklanma aşamasına ve okullarda dağıtımı sürecine kadar gerekli denetimler yapılmamaktayken, çocuklar rahatsızlandığında yapılacak bir anketle çözüm üretilmek istenmektedir. • Kaldı ki çocuklarımız rahatsızlandıktan sonra yapılacak bir anketin, öğretmene angarya iş çıkarılması dışında hiçbir anlamı bulunmamaktadır. Ayrıca, öğrencilerimizin yaşadığı sorunlar karşısında, zaten öğretmenler ve okul yönetimi elinden geleni yapmaktadır. • MEB, yandaş süt dağıtım firmalarına kazanç sağlamaya dönük yapılan ihaleleri denetim dışında tutmak için her yola başvurmakta, ancak öğretmenlere sütlerin ve rahatsızlanan çocukların kontrollerini yaptırarak sorunu çözebileceklerini sanmaktadır. Eğitim-Sen olarak bir kez daha altını çiziyoruz. Süt dağıtımının çocuklarımızın sağlığına olumsuz bir etki yapmadan gerçekleştirilebilmesinin yolu, 'ben yaptım oldu' mantığıyla hareket etmek, 'çocuklarımızın sağlığını geliştirmek yerine yandaşlarınıza kazanç yaratmayı' amaçlamak, sütlerini üretim aşamasından okullardaki dağıtımına kadar gerektiği şeklide yapmayıp, çocuklarımız rahatsızlandıktan sonra yapmak' değildir. Eğitim-Sen olarak sütlerin kontrollerini yapacak olanların öğretmenler değil, kampanyayı yürüten ilgili bakanlıklar olduğunu tekrar vurguluyoruz. Bilinmelidir ki süt dağıtımı sonrasında yaşanacak olası olumsuzluklarda sorumluluğun öğretmenlerin sırtına yıkılması, ögretmenlerın omzundaki iş yüküne yeni angaryaların yüklenmesi kabul edilemez." Başvurucu ve çalıştığı okuldaki diğer öğretmenlere okul sütü programına ilişkin Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğünün 14/12/2012 tarihli yazısı 2013 Ocak ayı içinde duyurulmuş ve okul sütü dağıtım izin formları öğretmenlere dağıtılmıştır. 4-F şubesi sınıf öğretmeni olan başvurucu dışında diğer öğretmenler süt izin formlarını e-okul sistemine girmişlerdir. Başvurucu ise Sendikanın kararını öne sürerek 7/2/2013 tarihine kadar e-okul sistemine gerekli formları girmemiştir. Bunun üzerine 8/2/2013 tarihinde okul müdür yardımcısı tarafından telefonla aranarak e-okul formlarının girişlerinin yapılması istenmiştir. Başvurucu, telefonda okul müdürü ile de görüşmüş; okul müdürü tarafından kendisine Millî Eğitim Bakanlığı yazısı hatırlatılmıştır. Başvurucu; okul müdürüne talep edilen işin angarya bir iş olduğunu, okula gelmeyeceğini ve form girişlerini yapmayacağını beyan etmiştir. Okul müdürü girişleri yapmaması hâlinde kendisine yasal işlem başlatacaklarını ve bilgileri idare olarak kendilerinin gireceklerini belirtmiştir. Başvurucu, tavrında ısrar etmiş ve yaklaşımının kişisel değil ilkesel olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun gerekli girişleri yapmaması üzerine müdür yardımcısı tarafından öğrencilerin mağdur olmaması amacıyla başvurucunun sınıfındaki tüm öğrenciler süt içiyor kabul edilerek (formlar öğretmende olduğundan) bilgiler sisteme girilmiştir. Okul idaresi tarafından başvurucu hakkında 8/2/2013 tarihinde okul sütü dağıtım izin formlarını Genelge'de belirtilen sürede e-okul sistemine girmediği yönünde tutanak tutulmuştur. Açılan disiplin soruşturması sonucunda başvurucuya okul sütü dağıtım izin formlarını süresinde e-okul sistemine girmemesi nedeniyle 10/6/2013 tarihli işlem ile 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin (B) bendinin (a) alt bendine göre kınama cezası verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Samsun İdare Mahkemesinde dava açmıştır. İlk derece mahkemesi 29/5/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde; ilgili düzenlemelere göre süt dağıtımı öncesi izin ve dağıtım sonrası izleme formlarıyla söz konusu dağıtımda meydana gelmesi muhtemel sorunların tespitinin erken yapılıp buna göre önlemlerin erken alınmasının amaçlandığını, bu uygulamanın sınıf bazındaki gözetimi ve denetiminden sınıf öğretmeninin sorumlu olduğunun açık olduğunu belirtmiştir. Mahkeme esasen sınıf öğretmeni olarak görev yapan başvurucunun kendi sınıfında mesai saatinde gerçekleştirilmesi öngörülen ve sınıfındaki öğrencileri ilgilendiren bu programdan ilgisiz ve sorumsuz olduğundan söz edilemeyeceğini zira başvurucunun vermiş olduğu kamu hizmeti olan ilköğretim eğitimi hizmetinin niteliğinin bu ilgiyi ve sorumluluğu gerektirdiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla Mahkeme, bahse konu program dâhilinde yürütmesi gereken iş ve işlemleri yapması gerekirken yapmadığı tespit edilen başvurucuya verilen kınama cezasını hukuka uygun bulmuştur. Başvurucunun karara itiraz etmesi üzerine itirazı inceleyen Samsun Bölge İdare Mahkemesi 30/12/2014 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını oyçokluğuyla onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Mahkemece 30/6/2015 tarihinde yine oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşıoy yazısında; ilgili Bakanlar Kurulu kararında denetimin ve idari yaptırımların Millî Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığına ait olduğunun belirtildiği, süt dağıtımına dair düzenlemelerde toplanan verilerin sınıf öğretmenleri tarafından e-okul sistemine girileceği yolunda açık bir düzenlemeye yer verilmediği ifade edilmiştir. Yazıda, bu nedenle sınıf öğretmeni olarak görev yapan başvurucunun kendi sınıfında mesai saatinde gerçekleştirilmesi öngörülen ve sınıfındaki öğrencileri ilgilendiren bu programdan ilgisiz ve sorumsuz olduğundan söz edilemeyeceği belirtilerek esas görevi eğitim-öğretim hizmeti olan öğretmene mevzuatın açıkça görevli saymadığı bir iş ya da faaliyeti yapmadığından bahisle disiplin cezası verilmesinin ceza hukukunun genel ilkeleri ile bağdaşmadığı belirtilmiştir. Mahkeme kararı başvurucu vekiline 29/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir.Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a) Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımından kusurlu davranmak,…” Aynı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hiç bir memur sınıfının dışında ve sınıfının içindeki derecesinin altında bir derecenin görevinde çalıştırılamaz." 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kamu görevlileri, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde sendika veya konfederasyonların bu Kanunda belirtilen faaliyetlerine katılmalarından dolayı farklı bir işleme tabi tutulamaz ve görevlerine son verilemez....Kamu işvereni kamu görevlileri arasında sendika üyesi olmaları veya olmamaları nedeniyle bir ayırım yapamaz." Aynı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Sendika ve konfederasyonlar kuruluş amaçları doğrultusunda toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeterek aşağıdaki faaliyetlerde bulunabilirler: a) (Değişik bent: 04/04/2012-6289 S.K./md.) Genel olarak kamu personelinin hak ve ödevleri, çalışma koşulları, yükümlülükleri, iş güvenlikleri ile sağlık koşullarının geliştirilmesi konularında görüş bildirmek ve toplu sözleşmenin uygulanmasını izlemek üzere yapılacak çalışmalara temsilciler göndermek...." Okul Sütü Programı Uygulama Esasları Hakkında Bakanlar Kurulu kararının ilgili kısımları şöyledir:"Amaç ve kapsamMADDE 1 – (1) Bu Kararın amacı; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığınca ortaklaşa hazırlanan ve 2012-2013 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde yürütülecek olan Okul Sütü Programı (Program) kapsamında, ana sınıfı dahil olmak üzere ilkokul öğrencilerine, süt içme alışkanlığını kazandırmak ve dengeli beslenme suretiyle gelişme oranlarını artırmak amacıyla UHT içme sütü ambalajlı, UHT içme sütü dağıtılmasına ilişkin esasların belirlenmesidir.Miktar, takvim, üretim ve sevkiyatMADDE 2 – (1) Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenecek olan okullarda her öğrenciye, bu maddede belirtilen esaslar çerçevesinde haftada 3 gün, 200 ml sade UHT içme sütü dağıtılır. (2) Program doğrultusunda dağıtılacak sütün temini ve dağıtım takvimi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından belirlenir. (3) Program süresince yapılacak okul sütü sevkiyatları Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca belirlenecek kriterlere uygun olarak yapılır. (4) Okul sütü sevkiyatları, il içinde il milli eğitim müdürlüklerinin organizasyonu ve kontrolünde yüklenici tarafından yapılır.…Görev, sorumluluk ve organizasyonMADDE 3 – (1) Bu Karar kapsamında; Programın koordinasyonu ile okul sütünün tedariki ve illere dağıtımından Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı; Okul Sütü Komisyonu tarafından kabul edilen sütün muhafaza edilmesi ve/veya ettirilmesi, okullara ulaştırılması, dağıtılması ve uygun şartlarda tüketimlerinin sağlanmasından Milli Eğitim Bakanlığı; Program uygulama döneminde öğrencilerin gelişme oranlarının ve süt tüketimi alışkanlıklarındaki değişikliklerin tespitine ilişkin çalışmalardan Sağlık Bakanlığı sorumludur. (2) Aile hekimleri, öğretmenler ve/veya veliler tarafından süte karşı duyarlılığı tespit edilen öğrenciler okul yönetimleri tarafından Program dışında tutulur. (3) Dağıtılacak UHT içme sütü Türk gıda mevzuatına uygun olur. (4) İllerde; vali yardımcısı başkanlığında il gıda, tarım ve hayvancılık müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü, defterdarlık ve il sağlık müdürlüğü temsilcilerinden oluşan ve Programın yürütülmesinden sorumlu Okul Sütü Komisyonu kurulur. Okul Sütü Komisyonu, mal muayene ve kabul komisyonu olarak görev yapar.…Denetim ve cezai hükümlerMADDE 6 – (1) Programla ilgili ödemeler ve diğer hususlarda denetimi sağlayacak tedbirleri, Programdaki sorumluluklarına göre Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı alır. (2) Haksız ödemelerin yapılmasında ödemeyi sağlayan belge veya belgeleri düzenleyen gerçek ve tüzel kişiler geri alınacak tutarların tahsilinde müştereken sorumlu tutulur...." Olay tarihinde yürürlükte olan 27/8/2003 tarihli ve 25212 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği'nin (olay tarihinde yürürlükteki Yönetmelik) öğretmenin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin maddesi şöyledir:"İlköğretim okullarında dersler sınıf veya branş öğretmenleri tarafından okutulur.Öğretmenler, kendilerine verilen sınıfın veya şubenin derslerini, programda belirtilen esaslara göre plânlamak, okutmak, bunlarla ilgili uygulama ve deneyleri yapmak, ders dışında okulun eğitim-öğretim ve yönetim işlerine etkin bir biçimde katılmak ve bu konularda kanun, yönetmelik ve emirlerde belirtilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdürler.İlköğretim okullarının 1-5 inci sınıflarında sınıf öğretmenliği esastır. Sınıf öğretmenleri, okuttukları sınıfı bir üst sınıfta da okuturlar. Ancak istekleri yönetimce uygun görülmesi hâlinde başka bir sınıfı da okutabilirler. Herhangi bir sınıfta başarı gösteren öğretmenler, isteklerinin yönetimce uygun görülmesi hâlinde aynı sınıfı okutmaya devam edebilirler.İlköğretim okullarının 4 üncü ve 5 inci sınıflarında özel bilgi, beceri ve yetenek isteyen beden eğitimi, müzik, resim-iş, din kültürü ve ahlak bilgisi, yabancı dil, iş eğitimi ve bilgisayar dersleri, branş öğretmenleri tarafından okutulabilir. Hangi derslerin branş öğretmenlerince okutulacağı Bakanlıkça belirlenir.Ancak yeterli sayıda branş öğretmeninin bulunmaması durumunda, beden eğitimi, müzik, resim-iş, din kültürü ve ahlak bilgisi, yabancı dil, iş eğitimi ve bilgisayar dersleri, bu alanlarla ilişkilendirilmiş ek branşı olan sınıf veya branş öğretmenlerince okutulabilir.Derslerini branş öğretmeni okutan sınıf öğretmeni, bu ders saatlerinde yönetimce verilen eğitim-öğretim görevlerini yapar." 26/7/2014 tarihli ve 29072 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) öğretmenin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Okul öncesi ve ilköğretim kurumu öğretmenleri, kendilerine verilen grup/sınıf/şubede eğitim ve öğretim faaliyetlerini, eğitim ve öğretim programında belirtilen esaslara göre planlamak ve uygulamak, ders dışında okuldaki eğitim ve öğretim işlerine etkin bir biçimde katılmak ve bu konularda mevzuatta belirtilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.... (4) İlkokullarda Yabancı Dil ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri, alan öğretmenlerince okutulduğunda sınıf öğretmenleri bu ders saatlerinde yönetimce verilen eğitim ve öğretim görevlerini yapar.... (6) Öğretmenlere, eğitim, öğretim ve yönetim görevlerinden başka bir görev verilemez.... (8) Okul öncesi eğitim kurumlarında sabah ve ikindi kahvaltısı esnasında çocuklarla birlikte bulunur, grubundaki çocukların düzenli bir şekilde yemek yemelerini sağlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Kölelik ve Zorla Çalıştırma Yasağı" başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “ Hiç kimse köle ya da kul durumunda tutulamaz. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da Sözleşme’nin maddesinin yorumlanmasında ILO Sözleşmesi’nde yer alan tanıma başvurulmaktadır (Sliadin/Fransa, B. No: 73316/01, 26/10/2005, §§ 115, 116). AİHM içtihatlarında zorla veya zorunlu bir çalışmanın tespitinde iki ayrı durumun varlığı aranmaktadır. Bunlardan ilki, kişinin yaptığı çalışmanın yasal zorunluluk veya yükümlülük gereği olması ya da kendi iradesi dışında çalışmaya zorlanması; ikincisi ise bu çalışmanın kişiye sıkıntı verici, kişiyi usandırıcı ya da bunaltıcı veya meşakkatli olmasıdır. AİHM, serbestçe yapılmış bir sözleşme gereğince yapılması gereken işin taraflardan biri taahhüdünü yerine getirmediğinde kişinin yaptırımla karşılaşması nedeniyle zorla çalıştırma sayılamayacağını belirtmektedir (Van Der Mussele/Belçika, B. No: 8919/80, 23/11/1983, §§ 32-34).
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14954
Başvuru, öğretmen olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın kararı üzerine e-okul sistemine süt dağıtımı form girişlerini yapmaması nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının zorla çalıştırma yasağı ile sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesinde uygulanan teşhis ve tedavi sonucunda başvuruculardan Bünyamin Çakıcı’nın sağ ayağının kesilmesi nedeniyle uğradıkları zararın tazmini istemiyle açtıkları davada Anayasa’nın maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı ile Anayasa’nın , , , , , , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiği iddia etmektedirler. Başvuru, 22/7/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 17/2/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular görüş yazısına karşı beyanda bulunmamışlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular anne, baba ve çocuklardır. Başvuruculardan Bünyamin Çakıcı 25/12/2004 tarihinde doğmuş olup, 4 gün öncesinden başlayan ishal şikayetine eklenen kusma ve ateş, ardından nefes alamama şikayetleriyle 14/3/2005 tarihinde Diyarbakır Çocuk Hastanesine getirilmiş, oradan da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmiş, burada yapılan teşhis ve tedavileri sonucunda 1/4/2005 tarihinde yapılan ameliyat ile sağ bacağı kesilmiştir. Başvurucular, bacağın kesilmesinin yanlış teşhis ve tedaviden kaynaklandığından bahisle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle 4/5/2005 tarihinde Dicle Üniversitesi Rektörlüğüne başvuru yapmış, Rektörlük 12/5/2005 tarih ve 3802 sayılı işlem ile talebi reddetmiştir. Başvurucular, Bünyamin Çakıcı'nın Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesindeki yanlış teşhis ve tedavi, ihmal ve ağır hizmet kusuru sonucunda kangren olan sağ ayağının kesildiğini ileri sürerek, meydana gelen zararın karşılığı olarak 000 TL maddi 000 TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle 25/5/2005 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. İlk Derece Mahkemesi, dava dilekçesinin 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesine uygun hazırlanmadığı gerekçesiyle 20/6/2005 tarih ve E.2005/890, K.2005/470 sayılı kararı ile dilekçenin reddine karar vermiş, başvurucular 3/10/2005 tarihli dilekçe ile davalarını yenilemişlerdir. Başvurucular yenileme dilekçesinde adli yardım talebinde de bulunmuşlar, İlk Derece Mahkemesi adli yardım taleplerinin karara bağlanabilmesi için 10/10/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliğinden bilgi istemiş, Valilikten gelen bilgi üzerine 17/1/2006 tarihli kararı ile adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesi, 20/7/2007 tarihli kararı ile uyuşmazlığın çözümünün bilirkişi incelemesini gerektirmesi nedeniyle Bünyamin Çakıcı’yı ve ekleri ile birlikte dava dosyasını Adli Tıp Kurumu Başkanlığına göndermiş, Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu yaptığı muayene ve incelemenin ardından, Bünyamin Çakıcı’ya yapılan muayenelerin yerinde ve uygun olduğu, amputasyonla sonuçlanan kangrenin rahatsızlığın doğal bir komplikasyonu olduğu, yapılan teşhis ve tedavi işlemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu ve idareye yüklenebilecek bir kusurun bulunmadığı şeklinde 3/10/2007 tarih ve 5760 sayılı raporu düzenlenmiştir. Mahkeme, anılan raporu da dikkate alarak 26/12/2007 tarih, E.2005/1857, K.2007/1884 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Başvurucular tarafından yapılan temyiz talebine ilişkin birinci dilekçe 27/6/2008 tarihinde Mahkeme kaydına girmiş, ancak temyiz dilekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle Mahkeme 8/7/2008 tarihli kararı ile dilekçeyi reddetmiş, bu karar uyarınca verilen ikinci temyiz dilekçesinin usulüne uygun olduğunun tespit edilmesi üzerine dava dosyası hakkında temyiz işlemleri başlatılmıştır. Danıştay Onuncu Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesinin sonucunda Dairenin 30/4/2012 tarih ve E.2008/8881, K.2012/1963 sayılı kararı ile Mahkeme kararı onanmış, başvurucular tarafından bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2013 tarih ve E.2013/3202, K.2013/2289 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvuruculara 24/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 22/7/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 2577 sayılı Kanun’un “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.  Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5644
Başvurucular Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesinde uygulanan teşhis ve tedavi sonucunda başvuruculardan Bünyamin Çakıcı’nın sağ ayağının kesilmesi nedeniyle uğradıkları zararın tazmini istemiyle açtıkları davada Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı ile Anayasa’nın 2. , 5. , 10. , 1 , 17. , 19. , 35. ve 125. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiği iddia etmektedirler.
1
Başvuru makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/8/2007 tarihinde tutuklanmış, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 15/2/2008 tarihli iddianamesiyle ticaret amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan hakkında kamu davası açılmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin29/5/2008 tarihli kararı ile başvurucunun 4 yıl 2 ay hapis ve 500 TLadli para cezası ile mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/1/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Mahkemece kararın kesinleştirme işlemi 28/2/2014 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Başvurucu vekili 23/6/2014 tarihli dilekçe ile Yargıtay onama kararının, kesinleşme şerhinin ve gerekçeli kararın tebliğ edilmesini talep etmiş; ilgili kararlar ve kesinleşme şerhi 24/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edimiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11659
Başvuru makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen ajandaların ceza infaz kurumunca alıkonulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/5/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/6/2016 tarihinde ibraz etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara 2 Numaralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucuya posta yoluyla koli içinde dört adet ajanda gönderilmiştir. 4/2/2014 tarihli tutanağa göre söz konusu eşyalar emanet eşya memuruna teslim edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun 5/2/2014 tarihli ve 2014/449 sayılı kararıyla ajandaların başvurucuya verilmesinin uygun olmadığına karar verilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısımları şöyledir:".. Söz konusu ajandaların incelenmesinde kalın kaplıklı oldukları, içerilerine yasak malzeme saklanabilecegi, kontrollerinin ve aramalarının olanaksız olduğu, aramaları durumunda söküleceğinden özelliğini yitireceği, hükümlü/tutuklulara verilmeleri durumunda kurum güvenliğini ciddi ölçüde tehlikeye düşürebileceği anlaşıldığından söz konusu ajandalann hükümlüye verilmesinin uygun olmadığına, .. oybirliği ile karar verildi." Başvurucu, bu karara karşı (Kapatılan) Sincan İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 26/2/2014 tarihli ve E.2014/867, K.2014/1173 sayılı kararla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:".. Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı'nın 5/2/2014 tarih ve 2014/449 sayılı kararının usul ve yasaya uygun olduğu, mevzuata aykırı bir uygulamanın veya hukuka aykırılığın söz konusu olmadığı anlaşılmakla yerinde olmayan şikâyetin reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıda yazılı şekilde hüküm tesis edilmiştir. Hükümlü .. şikâyetinin reddine .. karar verildi." Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen (Kapatılan) Sincan Ağır Ceza Mahkemesi, 20/3/2014 tarihli ve 2014/811 Değişik İş sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Nihai karar 1/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve 11/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesince ilgili Ceza İnfaz Kurumuna 17/3/2017 tarihinde müzekkere yazılarak başvuruya konu edilen ajandaların işlem tarihinden önceki bir dönemde başvurucuda bulunup bulunmadığı, ajandaların koli ile Ceza İnfaz Kurumuna gönderilip gönderilmediği, ajandaların içeriğinde herhangi bir notun veya yazının olup olmadığı ve herhangi bir not veya yazı varsa bunların ajandalara el konulma nedeni olarak değerlendirilip değerlendirilmediği hususlarında bilgi ve belge talep edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumundan gelen 21/3/2017 tarihli cevap yazısında, başvurucunun Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumundan 25/9/2007 tarihinde nakil edildiği, Ceza İnfaz Kurumuna kabulü esnasında başvurucunun yanında getirdiği eşyalar tespit edilerek bunların tutanak altına alındığı, tespit edilen eşyalar arasında başvuruya konu edilen ajandaların olmadığı ifade edilmiş ve ilgili üst arama tutanağının bir sureti Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. Ayrıca söz konusu dört adet ajandanın koli ile başvurucuya gönderildiği ve bu ajandaların içeriğinin boş olduğu belirtilerek buna ilişkin olarak 4/2/2014 tarihli tutanağın bir sureti cevap yazısına eklenmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir."  6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: ".. a) Hükümlü hediye olarak ancak kitap veya giyim eşyası kabul edebilir, b) Hediye, ziyaretçi tarafından verilebileceği gibi posta veya kargo yolu ile de gönderilebilir, c) Gönderilen eşya, güvenlik kontrolünden geçirilir, .."  Tüzük'ün maddesi şöyledir: "(1) Hükümlülerin adlarına posta veya kargo ile gönderilen havale ve eşya, kurum mutemedi tarafından en geç 7 gün içinde postadan alınır. Gönderi, içeriği itibariyle kuruma sokulması ve bulundurulması mevzuat hükümlerince sakıncalı olmaması hâlinde hükümlüye teslim edilir. (2) Sakıncalı olduğu belirlenen gönderiler hakkında, posta veya kargodan alındığı tarihten itibaren onbeş gün içerisinde hükümlüye yazılı bilgi verilir. Hükümlü, bildirimin yapıldığı tarihten itibaren onbeş gün içerisinde infaz hâkimliğine itiraz hakkını kullanmadığı takdirde, gönderi, göndericiye veya hükümlünün göstereceği kişiye iade edilir. Hükümlünün isteği halinde ilk ziyaret günü yakınlarına verilmek üzere kurum emanet deposunda saklanabilir. Ancak eşyanın bozulabilir olması veya maddi değerinde azalma olasılığının bulunması halinde, gönderi gönderene iade edilir."  17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Hükümlüler, oda sistemine geçmiş ceza infaz kurumlarının koğuş, oda ve eklentilerinde, bir adet kafes ile bir çift kanarya, bülbül veya muhabbet kuşu gibi küçük kafes kuşu bulundurabilir. Henüz oda sistemine geçmemiş diğer ceza infaz kurumlarında, kafes ve kuş sayısı idare tarafından belirlenir. .. Hükümlülerin kendilerini geliştirmeleri için gerekli görülen eğitim ve kültürel çalışmalarında kullanabilecekleri malzemeleri, koğuş, oda ve eklentiler dışında, idare tarafından uygun görülecek yerlerde ve denetim altında bulundurmasına ve kullanmasına kurum olanakları çerçevesinde izin verilebilir.  ... Ceza infaz kurumu işyurdu yönetim kurulunca kantinde satışına karar verilen, bu Yönetmelikte sayılmayan ve kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyen eşyaların stok oluşturmayacak şekilde koğuş, oda ve eklentilerde bulundurulmasına izin verilebilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesine Protokol'le eklenerek 1/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren önemsiz zarar kriterine ilişkin içtihadında bu yeni kriterin, Sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan hakların Avrupa düzeyinde hukuksal açıdan korunmasını sağlama yönündeki temel görevine yoğunlaşması için önemsiz başvuruları ivedilikle inceleme olanağı vermesi amacıyla oluşturulduğunu belirtmektedir (Stefanescu/Romanya [k.k.], B. No: 11774/04, 12/4/2011, § 35). "De minimis non curat praetor" (Hâkim önemsiz ve küçük işlerlerle uğraşmaz.) prensibine göre yeni kabul edilebilirlik şartı -bir hak ihlali ne denli gerçek olursa olsun- uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmeyi gerektirecek asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiği görüşüne dayanır (Korolev/Rusya (k.k.), B. No: 25551/05, 1/7/2010). Bu kriterin incelenmesinde ihlal edildiği iddia edilen hakkın mahiyetini, ihlal iddiasının ciddiyeti ve/veya ihlalin başvuranın kişisel durumu üzerinde oluşturacağı olası sonuçlarını da gözönünde bulundurmak gerekir (Giusti/İtalya, B. No: 13175/03, 18/10/2011, § 34). AİHM, söz konusu kriteri uygularken Sözleşme ve protokollerinin güvence altına aldığı insan haklarına saygının başvurunun esastan incelenmesini gerektirip gerektirmediği hususunu da incelemektedir. Bu kapsamda AİHM, önem kriteri getirilmeden önce de önüne gelmiş olan Sözleşme ile ilgili hususta açık ve çokça uygulanmış olan bir içtihadın bulunması durumunda bu incelemenin yapılmasının gerekli olmadığına hükmettiğini (Van Houten/Hollanda (kayıttan düşürme), B. No: 25149/03, 29/9/2005, §§ 33-38; Kavak/Türkiye (k.k.), B. No: 34719/04 ve 37472/05, 19/5/2009) hatırlatarak Mahkeme içtihatlarını genişletebilecek veya bunlara katkı sağlayabilecek nitelikte olmayan başvuruları incelememektedir (Tayfun Görgün/Türkiye (k.k.), B. No: 42978/06, 16/9/2014).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5674
Başvuru, hükümlü olan başvurucuya gönderilen ajandaların ceza infaz kurumunca alıkonulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyon 11/4/2023 tarihinde masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/11402
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 11/5/2020 tarihinde öğrendikten sonra 15/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. COVID-19 pandemi sürecinde yargıda sürelerin durması nedeniyle başvurunun süresinde olduğu tespit edilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/16719
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işçi alacaklarının tahsili istemiyle açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 30/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 31/10/2005 tarihinde işveren aleyhine alacak davası açmıştır. Başvurucu ayrıca 13/4/2007 tarihinde hizmet sürelerinin tespiti istemiyle dava açmış, işçi alacaklarına ilişkin yargılamada hizmet tespiti davasının sonucunun beklenmesine karar verilmiştir. Hizmet tespitine ilişkin yargılamanın sonuçlanmasının ardından başvuruya konu alacak davasında İskenderun İş Mahkemesi, 20/3/2013 tarihli ve E.2005/2247, K.2013/353 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Davalının temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/2/2014 tarihli ve E.2013/19160, K.20143496 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamı başvurucuya 8/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (Mehmet Erbek, B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16-20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5486
Başvuru, işçi alacaklarının tahsili istemiyle açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, savunma hazırlanması amacıyla müdafileri tarafından başvurucuya verilmek istenen iki adet klasöre Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) tarafından el konulması ve buna ilişkin şikâyet ve itiraz başvurularının reddi nedenleriyle Anayasa’nın , ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/10/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir Bölüm Başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 8/9/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 8/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 17/10/2014 tarihinde bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, değişik illerde avukatlık yapanlarla birlikte İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda terör suçlarından hükümlü müvekkili Abdullah Öcalan ile değişik tarihlerde yaptıkları görüşmelerin müvekkil avukat görüşmesi ve hukuki yardımla ilgisi olmayacak şekilde PKK terör örgütüne yönelik güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlara ilişkin örgütün kaybı, stratejisi, operasyonun amacı ve gelişimi konusunda terör örgütü kurucusu olan müvekkiline ayrıntılı bilgi vererek terör örgütü başı ile PKK terör örgütü arasında kuryelik yapmak suretiyle örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettikleri, bu şekilde suç işledikleri gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Avukat olan başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 26/11/2011 tarihli ve 2011/107 sayılı kararıyla “silahlı örgüt yöneticiliği ve silahlı terör örgütüne üye olma” suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK madde ile görevli) tarafından düzenlenen 3/4/2012 tarihli ve 2012/225 sayılı iddianame ile “silahlı örgüt yöneticiliği ve silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan başvurucunun cezalandırılması talebiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/64 sayılı dosyası kapsamında tutuklu olup başvuru tarihi itibarıyla Kandıra 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucuya verilmek üzere müdafileri tarafından, yargılandığı dava nedeniyle Ceza İnfaz Kurumuna teslim edilen bir dizi evrak 5/10/2012 tarihli ve 2012/56/55 sayılı karar gereğince kendisine teslim edilmemiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“... H.118 no.lu klasörde ilk 7 ... sayfası anıldığı üzere kişinin dava dosyasına ilişkin evraklardır. Ancak, sayfadan başlayıp sayfada son bulan fotokopi halindeki dokümanın içeriği bir kitap alıntısı şeklinde olup; örgüt propagandası... yapıldığı tespit edilmiştir. İlgili kişinin dilekçesinde belirttiği üzere dava dosyasıyla ilgili bir evrak olmadığı kanaatine varılmıştır.... H.415 no.lu klasörde 3 ..., 7 ..., 5 ... ve 11 ... sayfalık evraklar anıldığı üzere kişinin dava dosyasına il(i)şkin evraklardır. Ancak diğer 377 sayfalık dokümanın içeriğinde ise yasa dışı terör örgütünün sözde lideri Abdullah Öcalan’ın savunmasına ilişkin yazılar ile yasaklı yayınlardan alıntı halinde fotokopi şeklinde doküman olduğu gözlenmiştir. İlgili kişinin dilekçesinde belirttiği üzere dava dosyasıyla ilgili bir evrak olmadığı kanaatine varılmıştır.…” Başvurucunun anılan karara yönelik itirazını inceleyen Kocaeli İnfaz Hâkimliğinin 7/12/2012 tarihli ve E.2012/2134, K.2012/2336 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“... Eğitim Kurulu kararın yönelik karar ve ekleri bir bütün halinde incelenip değerlendirildiğinde, kararın usul ve yasalara uygun olduğu kanaat ve sonucuna varıldığından talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir. ...” Başvurucunun, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurması üzerine Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 11/9/2013 tarihli ve 2013/1191 Değişik İş sayılı kararı ile İnfaz Hâkimliği kararındaki gerekçe yerinde görüldüğünden itirazın reddine karar verilmiştir. İtirazın reddine dair karar, başvurucuya 16/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/10/2013 tarihinde yasal süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki dava 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiş ve Mahkemenin E.2014/235 sırasına kaydı yapılmıştır. Dava hâlen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliklerinin görevleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tabi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikayet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Eğitim kurulunun görev ve yetkileri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkasının (ı) bendi şöyledir:“(1) Eğitim kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir;…ı) Kuruma gelen her türlü yayının, kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan nitelikte olup olmadığına karar vermek,…” 12/7/2005 tarihli Adalet Bakanı oluru ile yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“a) Mahkemelerce yasaklanmış olan, b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7943
Başvuru, savunma hazırlanması amacıyla müdafileri tarafından başvurucuya verilmek istenen iki adet klasöre Kocaeli 2 No. lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) tarafından el konulması ve buna ilişkin şikâyet ve itiraz başvurularının reddi nedenleriyle Anayasa’nın 36. , 40. ve 14 maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2519
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, Milli Savunma Bakanlığı aleyhine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedildiğini ve nispi vekâlet ücretinin tahsiline karar verildiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/8/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: a. Maliye Hazinesi, başvurucu ile diğer mirasçılar S.S. ve A.’nın murisi aleyhine 23/8/1974 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, İzmir ilinde bulunan 212 ada 74 parsel numaralı taşınmazın Milli Savunma Bakanlığınca, İzmir Cumaovası Havaalanı pistinin genişletilmesi amacıyla kamulaştırıldığını ileri sürerek, taşınmazın Bakanlık adına tescilini talep etmiştir.b. Ziraat Bankasının 22/2/1974 tarihli yazısına göre kamulaştırma bedeli, Bankanın muhtelif alacaklılar hesabına yatırılmıştır.c. Mahkemece, 15/10/1974 tarih ve E. 1974/490, K.1974/529 sayılı kararla; taşınmazın tarla niteliğinde olduğu, kamulaştırma bedelinin Ziraat Bankası İzmir Şubesinde davalılar adına bloke edildiği gerekçesiyle 31/8/1956 tarih ve 6830 sayılı İstimlak Kanunu’nun maddesi uyarınca taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline karar verilmiştir. d. Taşınmaz, 22/4/1982 tarihinde, hükmen tescile dayalı olarak Maliye Hazinesi adına tapuya tescil edilmiştir. Başvurucu ve S.S., 16/6/2011 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına başvurarak, 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici maddesi gereği taşınmazın kamulaştırma bedelinin ödenmesini talep etmişlerdir. Milli Savunma Bakanlığı, 29/7/2011 tarihinde, taşınmazın mülga 6830 sayılı Kanun’a göre Hazine adına tescil edildiği, 2942 sayılı Kanun’un geçici maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle talebi reddetmiştir. A., Milli Savunma Bakanlığı aleyhine 4/2/2011 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, İzmir ili Gaziemir ilçesinde bulunan 212 ada 74 parsel numaralı taşınmazın davalı tarafından havaalanı yapılmak üzere kamulaştırıldığını, kamulaştırma kararının tebliğ edilmediğini ve kamulaştırma bedelinin ödenmediğini ileri sürerek, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat talep etmiştir. Başvurucu ve S.S., Milli Savunma Bakanlığı aleyhine 15/8/2011 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davasında, İzmir ili Gaziemir ilçesinde bulunan 212 ada 74 parsel numaralı taşınmazın davalı tarafından havaalanı yapılmak üzere kamulaştırıldığını, kamulaştırma kararının tebliğ edilmediğini ve kamulaştırma bedelinin ödenmediğini ileri sürerek, kamulaştırmasız el atmaya dayalı 000 TL tazminatın ödenmesini talep etmişlerdir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, 1/3/2012 tarih ve E.2011/463, K.2012/80 sayılı ilamla, dava dosyasının İzmir Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Davalı İdare, kamulaştırma kararının başvuruculara tebliğ edildiğini ve kesinleştiğini, kamulaştırma bedelinin ödendiğini, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1974/490, K.1974/529 sayılı kararıyla taşınmazın Hazine adına tescil edildiğini ileri sürerek, davanın reddini istemiştir. Başvurucu, 1/6/2012 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini artırarak 221,55 TL’nin tahsilini talep etmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesince, 17/12/2012 tarih ve E.2011/58, K.2012/489 sayılı kararla; kamulaştırma bedelinin 22/02/1974 tarihinde başvurucunun murisi adına bankaya yatırıldığı, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 15/10/1974 tarih ve E.1974/490, K.1974/529 sayılı, taşınmazın Hazine adına tescil kararı doğrultusunda 22/04/1982 tarihinde Hazine adına tescilin gerçekleştirildiği, bedelin yatırılma tarihi ve tescil tarihinden itibaren öncelikle muris tarafından bedelin alınmadığına ilişkin herhangi bir iddianın olmadığı, murisin ölümünden uzun zaman geçtikten sonra başvurucunun 2011 yılında talepte bulunduğu, kamulaştırma bedelinin Bankaya yatırıldığının anlaşıldığı ancak belgeleri saklama süresinin dolmuş olması nedeniyle ödemenin ilgilisine yapılamaması halinin davayı ispatlamadığı, bu hususun davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine, birleşen davada davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden 823 TL vekalet ücretinin davacılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davalıya verilmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarih ve E.2013/2349, K.2013/4758 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 17/6/2013 tarih ve E.2013/8629, K.2013/10428 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, 16/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 2942 sayılı Kanun’un, 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un maddesi ile yapılan değişiklikten önceki geçici maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.…İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.” 2942 sayılı Kanun’un, 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un maddesi ile yapılan değişiklikten sonraki geçici maddesinin birinci, altıncı ve yedinci fıkraları şöyledir:“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.…. İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içinde malik veya idare tarafından bedel tespiti davası açılabilir. Dava açılması hâlinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir. Tespit edilen bedel, bu maddenin sekizinci fıkrasına göre idarece ödenir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen bedele ilişkin temyiz hakkı saklıdır. Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6314
Başvurucu, Milli Savunma Bakanlığı aleyhine İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedildiğini ve nispi vekâlet ücretinin tahsiline karar verildiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, gözaltı sürecinde kanuni hakların hatırlatılmaması, avukat yardımından yararlandırılmama, kötü muamele uygulanması, avukatın ifade alma işlemine katılmasına izin verilmemesi, gözaltı aşamasındaki işlem ve kötü muameleler ile soruşturma işlemlerine ilişkin iddia ve taleplerin mahkemece karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; bir sınır belirtilmeksizin ölünceye kadar hapis cezası verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 3/4/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 22/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), 30/6/2015 tarihinde başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneğini görüş için gönderilmiştir. Aynı konu ve şikâyetler kapsamında daha önce karar verilmiş olması (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015) nedeniyle Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince başvuru, Bakanlık cevabı beklenmeksizin kabul edilebilirlik ve esas yönünden incelenmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 3/5/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S.G.nin, evlerinde ölü bulunmaları üzerine soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, maktullerin ateşli silahla öldürülmeleri olayı kapsamında, yasa dışı İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C) örgütüyle bağlantılı olarak bu suça iştirak ettiği şüphesiyle 15/5/2004 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu gözaltına alındığında 20 yaşındadır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde, başvurucu ve diğer şüphelilerin, isnat edilen suçla ilgili ifadeleri alınmıştır. Bu kapsamda başvurucunun ifadesi 17/5/2004 tarihinde alınmıştır. Düzenlenen tutanaklarda, başvurucunun bir avukatın hukuki yardımından yararlanmak istemediğine ve isnat edilen suçla ilgili ifade vermek istediğine yönelik beyanları yer almaktadır. Başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltı sürecinde alınan ifadelerinde, cezaevinde bulunan İBDA/C örgütü lideri S.ye zihin kontrolü yoluyla işkence edilmesinden sorumlu olduğunu düşündükleri İ.G.nin öldürülmesine karar verilmesi, bu amaçla adresinin tespiti, silah satın alınması/temin edilmesi, olay günü bir kısmı dışarıda gözcülük yaptığı sırada şüphelilerden birinin kurye kıyafetiyle eve giderek anılan kişiyi ve eşini öldürmesi ile olay sonrasına ilişkin ayrıntılı anlatımlar bulunmaktadır. Başvurucu, gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, polis tarafından hazırlanan ifade tutanaklarını baskı altında imzalamaya mecbur bırakıldığını, dört gün boyunca uykusuz kaldığını, görevlilerin isteklerine uymak zorunda kaldığını ve direnemediğini belirterek kolluk görevlilerince alınan ifadesini kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu ve diğer şüpheliler, 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM hâkimi tarafından yapılan sorgulama sonrasında 2004/42 Sorgu sayılı kararla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı zorla tebdil ve ilgaya teşebbüs etmek ve bu amaçla eylem gerçekleştirmek suçundan tutuklanmışlardır. Başvurucu, avukatının hazır bulundurulmadığı sorgusunda, suçlamaları kabul etmediğini, Cumhuriyet savcısı huzurundaki savunmasını kabul ettiğini, kolluktaki savunmasını kabul etmediğini, anılan savunmasında anlattıklarının olduğu gibi yazılmadığını, görevlilerin kendilerince bir şeyler yazıp imzalattıklarını, uykusuz bırakıldığını, avukat istediği hâlde istemediğine dair tutanak imzalatıldığını, bir önceki gece sabaha kadar kendisini sorgulayan polis memurları tarafından iki kolundan tutulmuş vaziyette yer gösterme işlemi yapıldığını beyan etmiştir. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında düzenlenen 14/6/2004 tarihli iddianamede, İBDA/C örgütü lideri S. tarafından yazılan “Telegram-Zihin Kontrolü” isimli kitapta, kendisine uygulanan işkence metotlarının, ismini açıkça yazmadan İ.G.nin eseri olduğunun belirtildiği ve bu kitabın tanıtımı ile ilgili olarak bir dergide İ.G.nin adının açık olarak yazıldığı, başvurucu ve diğer şüphelilerin bu nedenle anılan şahsı öldürmeye karar verdikleri ve gözaltı ifadelerinde belirtilen şekilde eylemi gerçekleştirdikleri iddia edilmiştir. Tutuklu olarak devam eden yargılamanın 18/10/2004 tarihli oturumunda başvurucu, gözaltı sürecinde düzenlenen ifade tutanaklarının içeriğini kabul etmediğini, anılan tutanakların baskı ve yanıltmaya dayalı olarak imzalatıldığını ileri sürmüş, tahliye ve beraatine karar verilmesini talep etmiştir. Aynı oturumda ilk derece mahkemesi, başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltı sonrası alınan doktor raporlarını dikkate alarak kötü muamele iddialarıyla ilgili bir karar vermemiş, başvurucuların bu konuda ilgili mercilere müracaat etmekte serbest olduklarını belirtmiştir. Yargılamanın 28/2/2005 tarihli oturumunda, soruşturma aşamasında şüpheli olarak gözaltına alınan ve daha sonra tanık olarak beyanda bulunan S.A. ve İ.K., şüphelilere gözaltı sırasında kötü muamelede bulunulduğunu; şüpheli A.T.ye, avukat istemediğine dair yemek fişine tanzim edilmiş bir tutanak imzalatıldığını gördüklerini beyan etmişlerdir. Yargılamanın 11/7/2005 tarihli oturumunda, olayın meydana geldiği binanın bazı dairelerinde tadilat olduğu belirtilerek çalışanların tespiti ve tanık olarak dinlenilmeleri talep edilmiş ancak bu talep Mahkeme tarafından reddedilmiştir. Başvuru üzerine, daha önce duruşma günü olarak belirlenmeyen 2/6/2009 tarihinde celse açılarak tanık Ç.E.’nin beyanı alınmıştır. Bununla birlikte bu tanık daha önce, yargılama kapsamında başvurucular ve müdafilerinin hazır bulundukları 23/11/2005 tarihli duruşmada 2/6/2009 tarihli ifade ile benzer mahiyette beyanda bulunmuş ve İ.G. ve eşinin öldürülmesiyle ilgili görgüye dayalı bilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Yargılama devam ettiği sırada, gözaltında kötü muamele ve baskıya maruz kalındığı yönündeki şikâyetler üzerine yürütülen soruşturma kapsamında, Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 27/4/2006 tarihli ve 2004/26798 Soruşturma sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Yargılama sonunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli ve E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu beş sanık, İBDA/C örgütü adına bahse konu eylemi gerçekleştirdikleri gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“[S]anıklar her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla anlattıkları emniyette alınan ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu ifadelerini reddetmişlerse de, yukarıda deliller kısmında izah edilen maktullerin otopsi tutanakları, otopsi raporları, maktullerin vücutlarından çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları, sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını destekler, doğrular mahiyette oldukları, olay mahallinde maktul İ.G.'e kargo paketi olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem öncesinde gerekse eylem sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca sanıklardan A.E'nin emniyetteki anlatımı sonrasında savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan B.'nin olay sonrasında evine geldiklerinde maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek bu eylemi kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları ifade değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş, sanıkların bu eylemi yasadışı silahlı terör örgütü İBDA/C adına… gerçekleştirdikleri kanaatine varılmış[tır].” Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 2/10/2012 tarihli ve E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamıyla onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir. Anılan karar, başvurucuya 21/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştu.B. İlgili Hukuk Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur: İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır. Kendisine isnat edilen suç anlatılır. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkanı verilir. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.” 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.” 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır. (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin son fıkrası şöyledir:“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2578
Başvuru, gözaltı sürecinde kanuni hakların hatırlatılmaması, avukat yardımından yararlandırılmama, kötü muamele uygulanması, avukatın ifade alma işlemine katılmasına izin verilmemesi, gözaltı aşamasındaki işlem ve kötü muameleler ile soruşturma işlemlerine ilişkin iddia ve taleplerin mahkemece karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; bir sınır belirtilmeksizin ölünceye kadar hapis cezası verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
1
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, en son Ankara hâkimi olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra başvurucu hakkında Başsavcılık tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve başvurucu bu soruşturma kapsamında 17/8/2016 günü Ankara İl Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucu aynı tarihte Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Başsavcılık başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 17/8/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı tarihte yapılmıştır. Başvurucu sorgudaki ifadesinde önceki anlatımlarına benzer şekilde beyanda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Hâkimlik başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... üzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı Şüphelilere isnat edilen suçun Ağır Cezayı gerektiren suç üstü halleri gerektiren suç olması nedeni ile CMK 2/1-J ve 2802 sayılı Kanununun yasanın 94 maddesi ve CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca AYRI AYRI TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 23/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 26/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 22/9/2016 tarihinde, Başsavcılığın talebi üzerine yaptığı inceleme sonunda başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüphelinin tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/11/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu anılan kararı 21/11/2016 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 6/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil durumunu değerlendirerek 3/3/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Bunun üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 3/3/2017 tarihinde sabit ikametgâh sahibi olduğu, kaçma ihtimalinin bulunmadığı, delillerin büyük ölçüde toplandığı ve tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu gerekçesiyle başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Bununla birlikte Hâkimlik, başvurucu hakkında yurt dışına çıkışının yasaklanması adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir. Başsavcılık 26/9/2018 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık -FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasındaki iletişim yöntemlerinden biri olan ByLock isimli şifreli haberleşme programını kullandığı tespit edilmese de- başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 31/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten çıkarıldığı belirtilmiştir. ii. Tanık sıfatıyla anlatımlarda bulunan K. ve R.S.nin başvurucu hakkındaki beyanlarına yer verilmiştir. Başvurucu ile bir dönem aynı adliyede yargı mensubu olarak birlikte çalışan tanıkların soruşturma aşamasındaki ifadelerinin ilgili kısımları şu şekildedir:- K. ifadesinde "... İsimleri geçen ... ve Zafer Özer Diyarbakır adliyesinde görev yapan hâkimlerdir. 2014 HSYK seçimlerinden önce Yargıda Birlik adına yaptığımız çalışmalarda bu isimlerini verdiğim 4 kişi o dönem Yargıda Birliğin karşısında yer alan grup içerisinde hareket ettiler. Bu kişilerden ... ile Zafer Özer [başvurucu] isimli şahıslar o dönem biraz daha kripto davranmaktaydı. Devlet erkanı Diyarbakır Adliyesine ziyarete geldiğinde, Ö. ve İ. genelde iştirak eımezken S. ve Zafer kendilerini gerek karşılama içerisinde gerekse davetlerde gösterirlerdi. Bu kişilerin gerek adliyede gerekse lojman kısmmda birlikte dayanışma içerisınde hareket ettiklerini, oturup kalktıklarını, Adliyenin yemek salonunda dahi birlikte yemek yediklerini gözlemledim. Bu gözlemlerin doğrultusunda Ö., S., İ. ve Zafer'in FETÖ-PDY ile irtibatlı olduğunu çok rahat söyleyebilirim..." şeklinde beyanda bulunmuştur.- R.S. ifadesinde "...Zafer Özer isimli şahıs Diyarbakır adliyesinde görev yapmaktaydı. Kendisi seçim sürecinde Yargıda Birlik toplantılarına iştirak eden bir kişiydi. Bu süreçte gerek benim gözlemlerim gerekse bana gelen duyumlar sonucunda kendisinin toplantılara iştirakını engelledik. Zira Zafer o dönem Fetöcülerle birlikte ortak hareket etmekteydi. Yaptığımız toplantılarda aldığı bilgileri Fetöye aktardığını değerlendirdiğimiz için böyle bir tasarrufta bulunduk ... Zafer'inde Fetöyle irtibatlı olduğunu söyleyebilirim..." şeklinde beyanda bulunmuştur.iii. HTS analiz çalışmaları neticesinde düzenlenen rapora değinilerek başvurucunun kullandığı telefon ile haklarında FETÖ/PDY kapsamında soruşturma yürütülen bir kısım kişilerle görüşmesinin bulunduğu ancak bu kişilerin genellikle yargı mensubu olduğu ve örgütün üst düzey yöneticisi olduklarına dair bir tespite de yer verilmediği ifade edilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak alınan bu olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...Şüpheli [başvurucu] hakkında; FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma kararı, beyanlar, kolluk tarafından düzenlenen raporlar ve tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; şüphelinin, Fetullahçı silahlı terör örgütünün ideolojisini, amaçlarını, faaliyetlerini benimsediği, kendi iradesini örgütün iradesine terk ettiği, örgüt hiyerarşisi içinde hareket ettiği, örgütle organik bağ kurduğu ve örgütün yargı yapılanması içinde yer aldığı ve anlatılan lehe/aleyhe tüm deliller ile savunması karşısında; şüphelinin, anılan silahlı terör örgütünün üyesi olduğuna dair kamu davasını açmaya yetecek derecede yeterli şüphenin bulunduğu anlaşılmıştır." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 25/10/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2018/404 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi (GK), B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/65239
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, üniversite hastanesinde öğretim üyesi sıfatıyla görev yapan uzman hekimlere aynı kurumda devlet memuru statüsüyle çalışan uzman hekimler gibi nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamındaki ayırımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/7782 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonlarca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık bir kısım başvuruya ilişkin olarak görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Özge Can, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, farklı üniversite hastanelerinde 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu hükümlerine tabi uzman doktor olarak görev yapmaktadır. Başvurucular; çeşitli dalların uzmanları olarak tuttukları acil, yoğun bakım ve icap nöbetlerine ilişkin nöbet ücretlerinin ödenmesi talebiyle ilgili üniversite rektörlüklerine (idari kurumlar) başvuruda bulunmuştur. İdari kurumlar kimi başvuruları yazılı ret cevabı vermek suretiyle açıkça kimi başvuruları da cevap vermemek suretiyle zımnen reddetmiştir. Başvurucular, söz konusu idari işlemlere karşı idari kurumlar aleyhine muhtelif tarihlerde ekli tablonun (E) sütununda gösterilen idare mahkemelerinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçelerinde başvurucular; haklarında tesis edilen işlemlerin hukuka aykırı olduğunu, aynı nitelikte kamu hizmeti veren fakat farklı mevzuat hükümlerine göre istihdam edilen emsal personele ve nöbet tutan tıpta uzmanlık öğrencilerine nöbet ücreti ödemesi yapıldığını, hekim olarak istihdam edilen personele nöbet ücreti ödenmesine cevaz vermeyen bir hüküm bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular, bu nedenle kendilerine nöbet ücreti ödenmemesinin eşitlik ilkesine ve hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürerek dava konusu işlemlerin iptalini ve ödenmeyen nöbet ücretlerinin yasal faiziyle birlikte tazminini istemiştir. Mahkemelerin bir kısmı davaların kabulü cihetine giderek dava konusu işlemlerin iptaline ve ödenmeyen nöbet ücretlerinin davalı idari kurumlara başvuru tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Buna mukabil bir kısım mahkeme ise uzman hekim nöbeti tutan başvuruculara bu nöbetler nedeniyle ücret ödeneceğine ilişkin olarak 2547 sayılı Kanun'da bir hüküm getirilmemiş olması karşısında başvurucuların fiilen tuttuğu nöbet görevleri karşılığında başvuruculara ücret ödenmesine hukuken imkân bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarına karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuş, istinaf incelemeleri sonucunda bölge idare mahkemeleri, haklarında kabul kararı tesis edilen davalar hakkında istinaf başvurularının kabulüyle davaların kesin olarak reddine, ret kararı tesis edilen davalar hakkında ise istinaf başvurularının kesin olarak reddine karar vermiştir. Bölge idare mahkemelerinin davaların reddi sonucunu doğuran mezkûr kararlarının gerekçesinde, öncelikle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun ek maddesinde sayılan sağlık kuruluşlarında normal nöbet, acil veya branş nöbeti tutan personele ödenecek nöbet ücretlerinin düzenlendiği belirtilmiştir. 2547 sayılı Kanun'a tabi uzman doktor olan başvurucuların 657 sayılı Kanun'un nöbet ücreti ödenmesine ilişkin ek maddesinde sayılan personel arasında yer almadığı tespiti yapıldıktan sonra yine anılan maddede atıf yoluyla gösterilen 2547 sayılı Kanun'un maddesinin (e) bendi kapsamına da girmediği sonucuna varılmıştır. Anılan gerekçe doğrultusunda davacıya nöbet ücreti ödenmesinin mümkün olmadığına hükmedilmiştir. Nihai kararlar ekli tablonun (B) sütununda belirtilen tarihlerde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, ekli tablonun (C) sütununda gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvurularda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Tevfik İlker Akçam, B. No: 2018/9074,3/7/2019, §§ 15-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7782
Başvuru, üniversite hastanesinde öğretim üyesi sıfatıyla görev yapan uzman hekimlere aynı kurumda devlet memuru statüsüyle çalışan uzman hekimler gibi nöbet ücreti ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkı bağlamındaki ayırımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kadastro tespitine itiraz ve tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan önincelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi olan babası 15/5/1953 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 24/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22141
Başvuru, kadastro tespitine itiraz ve tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1