text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru taşınmazın kamulaştırılması ve kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 14/4/2015 ve 17/4/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/6794 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/6407 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2015/6407 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Sivas'ın merkez ilçesine bağlı Çarşıbaşı Mahallesi'nde bulunan 513 ada 13 parsel sayılı taşınmazın 4/12 payları tapuda ayrı ayrı olmak üzere başvurucular Mehmet Öğütcü ve Yaşar Öğütcü'ye; kalan 1/12 payları da ayrı ayrı olmak üzere başvurucular Raziye Öğütçü, Derya Üçdal, Dilvan Yıldırımlar ve Sema Aras adlarına kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde "Madımak Oteli" olarak bilinen bir turizm işletmesi bulunmaktadır. Anılan otelin bulunduğu yerde 2/7/1993 tarihinde çok sayıda kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açılan olaylar yaşanmıştır. Sivas İl Encümeni 14/4/2010 tarihinde bu taşınmazın kamulaştırılmasına karar vermiştir. Sivas İl Özel İdaresi ile başvurucular arasında satın alma usulü çerçevesinde yapılan görüşmeler olumsuz sonuçlanınca idare tarafından 16/6/2010 tarihinde Sivas Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Mahkeme başvuruculara kamulaştırma işlemini tebliğ etmiş, mahalli ve ulusal gazetelerde de ilân ettirmiştir. Dava konusu taşınmazın başında kamulaştırma alanında uzman bilirkişiler eşliğinde keşif yapan Mahkeme, emsal karşılaştırması yöntemine göre kamulaştırma bedelinin hesaplandığı bilirkişi raporunu hükme esas alarak 23/11/2010 tarihinde davanın kabulü ile kamulaştırma bedelinin 225,10 TL olarak tespitine ve depo edilen söz konusu bedelin tapu kaydındaki payları oranında başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca dava konusu taşınmazın başvurucular adına olan tapu kaydının iptali ile idare adına tapuya tesciline kesin olarak karar vermiştir. Taraflarca yapılan temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 14/6/2011 tarihinde kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının gerekçesinde, bilirkişi raporunda yapılan emsal karşılaştırmasının hatalı olduğu belirtilmiştir. Daire ayrıca otelin toplam alanına ilişkin çelişkili belgelerden söz ederek bu yapının bilirkişi kurulunca yeniden ölçümü yapılarak gerçek alanı üzerinden hesaplama yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Son olarak yapı bedelinin 2011 yılı metrekare birim fiyatını geçmemek üzere dava tarihine uyarlanmamasının doğru olmadığı açıklanmıştır. Bozma kararına uyan Mahkeme, mahallinde 18/11/2011 tarihinde yeniden keşif yapmış, bilirkişi kuruluna kamulaştırma bedeline ilişkin olarak raporlar düzenlettirmiştir. Mahkeme bu defa 2/5/2012 tarihinde davanın kabulü ile alınan son bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırma bedelinin 283,23 TL olarak tespitine karar vermiştir. Buna göre belirlenen söz konusu bedelden daha önce ödenen 225,10 TL mahsup edilerek bakiye 058,13 TL tutarındaki kamulaştırma bedelinin tapu kaydındaki payları oranında başvuruculara derhâl ödenmesine karar verilmiştir. Taraflar bu kararı da temyiz etmişler, Daire 19/2/2012 tarihinde temyiz edilen kararı bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, dava konusu taşınmazın arsa niteliğindeki zemin bedelinin tespiti için yapılan incelemenin hüküm kurmaya elverişli olmadığı belirtilmiştir. Daireye göre emsal olarak incelenen taşınmazların yapı ile birlikte, örtülü birim fiyatları üzerinden kıyaslama yapılması ve üç ayrı satışın ortalama değeri esas alınarak inceleme yapılması kanuna uygun değildir. Mahkeme bozma kararına uymuş ve konu hakkında yeniden bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi kurulunun raporunu hükme esas alan Mahkeme 5/9/2013 tarihinde davanın kabulü ile kamulaştırma bedelinin 768,30 TL olarak tespitine karar vermiştir. Buna göre belirlenen söz konusu bedelden daha önce ödenen 283,23 TL mahsup edilerek bakiye 485,07 TL tutarındaki kamulaştırma bedelinin tapu kaydındaki payları oranında başvuruculara derhâl ödenmesine karar verilmiştir. Mahkeme başvurucuların faiz işletilmesi yönündeki taleplerini ise reddetmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar Daire tarafından düzeltilerek onanmıştır. Daire, davacı idarenin tüm itirazlarını, davalılar vekilinin ise faiz hariç diğer itirazlarını reddetmiştir. Daire, dava dört ay içinde sonuçlandırılamadığı için yapılan kanun değişikliği ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarına atıf yaparak kamulaştırma bedeline 17/10/2010 tarihinden karar tarihine kadar geçen süre için kanuni faiz işletilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak hüküm bozulmamış, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının faize ilişkin talebin reddi ile ilgili paragrafı karardan tümü ile çıkartılarak yerine "Kamulaştırma bedeli olarak 2010 tarihli ilk kararla belirlenen 225,10 TL'ye 2010 tarihinden ilk karar tarihi olan 2010 gününe kadar, 2011 tarihli bozma sonrası 2012 tarihli kararla hükmedilen fark bedel olan 058,13 TL'ye 2010 tarihinden 2012 tarihine kadar, 2013 tarihli bozma sonrası, son kararla hüküm altına alınan fark bedel olan 485,07 TL ye ise 2010 tarihinden son karar tarihi olan 2013 gününe kadar yasal faiz işletilmesine" cümlesi yazılmak suretiyle hükmün düzeltilmesi yoluna gidilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme talepleri Daire tarafından 17/2/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucular vekillerine 13/3/2015 ve 20/3/2015 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/4/2015 ve 17/4/2015 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, dava dilekçesi ve idare tarafından verilen belgelerin birer örneği de eklenerek taşınmaz malın malikine meşruhatlı davetiye ile veya idarece yapılan araştırmalar sonucunda adresleri bulunamayanlara, 1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 28 inci maddesi gereğince ilan yoluyla tebligat suretiyle bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur. Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak tebligatta;...d) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, tebligat veya ilan tarihinden itibaren kamulaştırma işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açabilecekleri,...Belirtilir.... (Ek fıkra: 11/4/2013-6459/6 md.) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir....14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır...." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir." Alacağın değer kaybı ile ilgili uluslararası hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 23-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6407
Başvuru taşınmazın kamulaştırılması ve kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, kasten insan öldürme, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılandığı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/73 sayılı dosyasında, yargılamanın yedi yıldan fazla sürmesi, ayrıca delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 26/2/2014 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kurulan silahlı örgüte üye olma, nitelikli yağmaya teşebbüs, kişi hürriyetinden mahrum bırakma, kastın aşılması suretiyle adam öldürme ve suç eşyasını kabul etme suçlarından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 30/3/2006 tarih ve 2006/15 Sorgu, sayılı kararıyla tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 31/3/2006 tarih ve E.2006/119 sayılı iddianamesi ile başvurucunun S. Ç liderliğinde oluşturulan suç örgütüne üye olmak, A. O. K.’yi öldürmek, A. Y.’yi gasp etmek ve suç eşyasını kabul etmek suçlarını işlediğinden bahisle ve cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkındaki yargılama dosyası, anılan Mahkemenin 27/4/2006 tarih ve E.2006/8, K.2006/109 sayılı kararıyla aynı Mahkemenin E.2003/73 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. A. O. K.’nin öldürülmesi olayı ile ilgili 30/8/2002 tarihli olay yeri inceleme ve ölü muayene tutanağında, klasik otopsi yapılması gerektiği bildirilmiştir. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 7/11/2002 tarihli raporunda; çürüme nedeniyle ölü lekelerinin lokalizasyonun ayırt edilemediği, zenci başı görünümü olduğu, sol kol medialde 30x10 cm’lik ekimoz alanı saptandığı, sol ramus mandibula altından başlayıp arkaya doğru uzanan 7 cm uzunluğunda 0,1 cm genişliğinde çizgisel cilt lezyonu görüldüğü, bu bölgede ekimoz saptandığı, solda ön aksiller çizgide 2-7 kodları, sağda v e kodları, arka aksiller hatta da ve kodların kırık olduğu, boyun arka kısmında, boynun arkaya deviye olması sonucu oluşan boydan boya kat izi bulunduğu bildirilmiştir. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulunun 29/1/2003 tarihli raporunda A. O. K.’nin ölümünün zorlama bir ölüm olduğu belirtilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/10/2011 tarih ve E.2003/73, K.2011/248 sayılı kararıyla başvurucu, kasten insan öldürme suçundan 20 yıl hapis, yağma suçundan 8 yıl hapis, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise 5 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir: “…Tüm dosya kapsamı sanık savunmaları, şikayetçi A. Y.’nin hazırlık aşamasındaki beyanları, genel adli muayene raporu, diğer bilgi ve belgeler bir bütün olarak incelenmesi sonucunda; … ile Halil İbrahim Ersöyleyen’in diğer sanıklar T. Ş. ve F. Z. ile birlikte 3 gün boyunca elleri ve gözleri bağlı vaziyetteki müştekiyi sorguladıkları, dövdükleri ve T. Ş. ve F. Z.’nin zaman zaman müştekinin başında nöbetleşe olarak bekledikleri maktül A. O. K.’nin alacağının tahsili maksadıyla müşteki A.Y.’nin mal varlığının araştırılması ve bu parayı ödemesi hususunda onu zorladıkları, … netice itibariyle 3 gün süre ile alıkoydukları müşteki A.Y.’nin bu alacak konusunda sorumlu bulunmadığı kanaatine vardıkları ve A.Y.’nin bu olanları kimseye anlatmaması, aksi halde kendisine ve yakınlarına zarar verileceği şeklinde gerekli ikazlar yapıldıktan sonra işyerine yakın bir yere götürülüp bırakıldığı, … Atılı suçun, suç tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nın 499 maddesinde tarif edilen para temin etmek maksadı ile tenhaya adam kaldırmak mahiyetinde olduğu, ancak bu suçun daha sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın da benzer bir tanımlamasının ve paralel bir düzenlemesinin bulunmadığı, dolayısıyla sanıkların eylemlerinin nitelikli yağmaya teşebbüs ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını oluşturacağı kabul edilerek, … Ölü muayene tutanağı, adli tıp raporlarından ölen A. O. K.’nin aldığı darbelerin sayısı, darbelerin birden fazla kod kırığına neden oluşu, ölenin domuz bağıyla bağlanmak suretiyle aldığı darbelerle, öleceğinin muhakkak olduğunun sanıklar tarafından da değerlendirilebileceği kabul edilerek, kastın aşılması suretiyle adam öldürmenin sınırlarının aşıldığı ve sanıklar … ve Halil İbrahim Söyleyen’in, kasten A. O. K.’yi öldürdüğü kabul edilmiş ve kasten adam öldürme suçundan cezalandırılmalarına;… karar vermek gerekmiştir…” Başvurucunun temyizi üzerine anılan Mahkeme kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/7/2013 tarih ve E.2013/2300, K.2013/4743 sayılı ilamıyla onanmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu onama kararından 30/1/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu, 26/2/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 1/2/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Her kim, bir kimseyi kasten öldürürse 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezasına mahkûm olur.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası ve maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2860
Başvurucu, kasten insan öldürme, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılandığı İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2003/73 sayılı dosyasında, yargılamanın yedi yıldan fazla sürmesi, ayrıca delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/18574 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/18574 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18574
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 28/7/2000 tarihinde İzmir Kadastro Mahkemesinde açılan tescil davasında makul sürede yargılanma yapılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 2/1/2014 tarihinde Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir ili Gaziemir ilçesi Atıfbey mahallesi 254 ada 1 parsel, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun maddesi uyarınca imar uygulamasına tabi tutulmuş ve uygulama neticesinde 11129 ada 1, 2 numaralı parseller ve 11130 ada 1 numaralı parsel adı altında 11/11/1997 tarihli işlemle tapu kütüğüne malik hanesi boş bırakılarak tescil edilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde 28/7/2000 tarihinde, malik tayin edilmeyen taşınmazlarla ilgili olarak Maliye Hazinesince tescil davası açılmıştır. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi, 20/9/2004 tarihli ve E.2000/637, K.2004/419 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 24/2/2005 tarihli ve E.2005/2452, K.2005/1148 sayılı ilâmıyla dosyanın Kadastro Mahkemesine gönderilmesi gerektiğinden bahisle bozma kararı vermiştir. Bozma üzerine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi, 20/6/2005 tarih ve E.2005/142 K.2005/303 sayılı kararıyla dosyanın İzmir Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İzmir Kadastro Mahkemesi, 3/7/2007 tarih ve E.2005/17, K.2007/15 sayılı kararıyla kadastro işlemlerinin tamamlanması için dosyanın Kadastro Müdürlüğüne gönderilmesine karar vermiştir. Bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 09/10/2008 tarih ve E.2008/6767, K.2008/5960 sayılı ilâmıyla bozulmuştur. Bozma üzerine dava, Mahkemenin E.2008/14 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkeme, 14/1/2010 tarih ve E.2008/14, K.2010/5 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine bu karar da Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/5/2010 tarih ve E.2010/2468, K.2010/3665 sayılı ilâmıyla bozulmuştur. Bozma üzerine dava, İzmir Kadastro Mahkemesinin E.2011/1 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu, dava konusu 11129 ada 2 parsel numaralı taşınmazı satın aldığını belirterek, 25/4/2012 tarihli dilekçeyle müdahale talebinde bulunmuş, 16/5/2012 tarihli duruşmada müdahale talebi kabul edilmiştir. Yargılama, İzmir Kadastro Mahkemesinin E.2011/1 sayılı dosyasında halen devam etmektedir. Başvurucu, 17/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun ve maddeleri, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/169
Başvurucu, 28/7/2000 tarihinde İzmir Kadastro Mahkemesinde açılan tescil davasında makul sürede yargılanma yapılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15547
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçundan yargılandığı davada, delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmadan yargılamanın bitirilmesi ve yargılamanın sekiz yılı aşkın sürede tamamlanamaması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma ile tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/6/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 27/9/2005 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesinde gerçekleştirilen uyuşturucu operasyonu kapsamında gözaltına alınmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 31/5/2006 tarih ve E.2006/2747 sayılı iddianamesiyle başvurucunun ticari amaçla esrar bulundurma suçunu işlediği iddiasıyla aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 7/6/2006 tarih ve 2006/71 İddianame Değerlendirme sayılı kararıyla eylemin kullanmak amacıyla esrar bulundurmak suçuna temas ettiği gerekçesiyle iddianamenin iadesine karar vermiştir. İddianamenin iadesi gerekçesi doğrultusunda Lice Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı yer Sulh Ceza Mahkemesine kullanmak için esrar bulundurmak suçundan kamu davası açılmıştır. Anılan Mahkemenin 17/7/2006 tarih ve E.2006/36 sayılı karşı görevsizlik kararıyla dosyanın görevli ve yetkili Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Mahkemeler arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi amacıyla dosya Yargıtaya gönderilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 25/12/2006 tarih ve E.2006/13003, K.2006/10550 sayılı ilamıyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Dosya kendisine gelen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 18/3/2008 tarih ve E.2007/51, K.2008/110 sayılı kararıyla başvurucuyu satmak için uyuşturucu bulundurma suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 1,000,00 TL adli para cezasına mahkûm etmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinin ilgili kısmı şu şekilde kaleme alınmıştır: “…DELİLLER: Tanık S. A. Dörtyol 1 Asliye Ceza Mahkemesince Talimatla Alınan Beyanında; olay hakkında bilgi görgüsünün olmadığını, operasyonu gördüğünü aramayı gördüğünü fakat bulunan esrarı görmediğini, kimin sakladığını kimin olduğunu bilmediğini beyan etmiştir. Tanık Y., A. A. ve B. Silvan Asliye Ceza Mahkemesince Talimatla Alınan Beyanlarında; savcılık beyanlarının doğru olduğunu, tutanak tuttuklarını tutanak içeriğinin doğru olduğunu beyan etmişlerdir. 04/10/2005 tarih ve 2005/1319 KMY sayılı suça konu maddenin THC ihtiva eden hint kenevir bitkisi olduğuna dair ekspertiz raporu, tutanaklar, torba açma kapama numune alma ve teslim tutanağı, emanet eşya makbuzu, sanık ve tanık beyanları, 27/09/2005 günü Şehit Mesut Kahraman Çam operasyonu esnasında yapılan arazi faaliyetleri sırasında tutulan tutanak, nüfus ve sabıka kaydının dosyamız içinde olduğu görülmüştür. DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:  Sanık üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş ise de 27/09/2005 tarihli tutanak içeriği dikkate alındığında güvenlik güçlerini gören sanık ve yanındakilerin kaçmaya çalıştıkları ve sanığın elinde bulunan mavi poşet içerisinde 84,42 gram kubar esrar maddesinin ele geçirildiği yine ağaçların dibine gömülmüş vaziyette 304,15 ve 52 gram kubar esrar maddesinin ele geçirildiği olay yerinde bir adet kefeli terazi ve çeşitli ağırlıkları, bol miktarda jilet, paketlemede kullanılan kağıt , poşet ve koli bantlarının ele geçirildiği ve sanıkla birlikte bulunan diğer şahıslar hakkında da Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin verilen karar dikkate alındığında suça konu uyuşturucunun sanığa ait olduğu kabul edilmiştir. Bu uyuşturucu maddenin sanık tarafından içmek amacıyla mı yoksa satmak amacıyla mı bulundurulduğunun değerlendirilmesi açısından ise sanığın ısrarla içmek amacıyla esrar bulundurmadığını söylemesinin uyuşturucunun kendisine ait olduğu kabul edildiği halde bile aleyhine değerlendirilerek içmek amacıyla bulundurmayan sanığın bunu satmak amacıyla bulundurulduğundan söz edilemeyeceği yani tutanakta belirtilen ve uyuşturucunun tartılmasında ve paketlenmesinde kullanılan kefeli terazi, koli bantları paketleme poşetleri olmamış olsa idi sanık hakkında lehe olduğu için içmek amacıyla bulundurmaktan cezalandırılması yoluna gidilebilecek iken operasyonda ortaya çıkan şekli ile ele geçen ve uyuşturucunun paketlenmesi ve hazırlanmasında kullanılan malzemeler ve ele geçen uyuşturucunun bir miktarının da olay yeri içerisinde gömülü olması dikkate alındığında sanığın söz konusu maddeleri içmek amacı dışında satmak amacıyla bulundurduğunun kabulü gerektiği vicdani kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur…” Başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 17/3/2014 tarih ve E.2010/31372, K.2014/1745 sayılı ilamıyla hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir Başvurucu vekili, onama kararını 30/5/2014 tarihinde tebellüğ etmiştir. Bireysel başvuru, 13/6/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kararların verilmesi usulü” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Duruşmada verilecek kararlar, Cumhuriyet savcısı, duruşmada hazır bulunan müdafi, vekil ve diğer ilgililer dinlendikten; duruşma dışındaki kararlar, Cumhuriyet savcısının yazılı veya sözlü görüşü alındıktan sonra verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “İddianamenin sanığa tebliği ve sanığın çağrılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İddianame, çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur.(2) Tutuklu olmayan sanığa tebliğ olunacak çağrı kâğıdına mazereti olmaksızın gelmediğinde zorla getirileceği yazılır.(3) Tutuklu sanığın çağrılması duruşma gününün tebliği suretiyle yapılır. Sanıktan duruşmada kendisini savunmak için bir istemde bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmesi istenir; müdafii de sanıkla birlikte davet olunur. Bu işlem, tutuklunun bulunduğu ceza infaz kurumunda cezaevi kâtibi veya bu işle görevlendirilen personel yanına getirilerek tutanak tutulmak suretiyle yapılır.(4) Yukarıdaki fıkralar gereğince, çağrı kâğıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un “Ara verme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.(2) 176 ncı maddede belirlenen süreye uyulmamış ise duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu sanığa hatırlatılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın duruşmada hazır bulunmaması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10531
Başvurucu, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma suçundan yargılandığı davada, delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmadan yargılamanın bitirilmesi ve yargılamanın sekiz yılı aşkın sürede tamamlanamaması nedenleriyle Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma ile tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1976 doğumlu olan başvurucu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki olan İstanbul Yönetim Yenileme A.Ş. (Kurum) bünyesinde 3/5/2013 tarihinden itibaren çalışmaya başlamış; sürveyan ve depo sorumlusu olarak görev yapmakta iken 26/1/2017 tarihli bildirimle başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Kurum tarafından Genel Müdürlüğe gönderilen iç yazışmada Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından gerçekleştirilen darbe teşebbüsünden bahsedilerek 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) kapsamında başvurucunun söz konusu örgüt ile bağlantılı veya ilişkili olduğu, bu örgüte finansal destek sağladığı gerekçesi ile iş akdinin haklı nedenle feshi gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespit edilmesi ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işveren aleyhine 24/2/2017 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işe iade davası açmıştır. Mahkeme, başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatını veya iltisakını tespite elverişli bilgi ve belgelerin dosyaya gönderilmesi için çeşitli il ve ilçelerdeki Cumhuriyet başsavcılıklarına, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet) ve Bank Asya Genel Müdürlüğüne müzekkereler yazmıştır. Başsavcılıklardan gelen cevabi yazılarda başvurucu hakkında herhangi bir soruşturma kaydına rastlanmadığı belirtilmiş, Bank Asyadan gelen müzekkere cevabında ise başvurucunun Bank Asyada hesabının bulunduğu ifade edilerek hesap hareketlerini gösterir doküman gönderilmiştir. Mahkeme, banka hesap hareketlerine ilişkin olarak dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bilirkişi tarafından ibraz edilen 5/1/2018 tarihli raporda öncelikle başvurucunun söz konusu hesabı 30/4/2008 tarihinde açtığı, son hareket işleminin tarihinin 26/1/2015 olduğu belirtilmiştir. Hesabın açıldığı günden itibaren aktif olarak kullanıldığı, 2008-2010 tarihleri arasındaki en yüksek tutarlı işlemin 300 TL olduğu, 7/10/2010 tarihinde 908,13 TL para çekme, 1/7/2012 tarihinde 165 TL para yatırma, 5/7/2012 tarihinde 221,39 TL para çekme ve döviz alımı işlemlerinin gerçekleştirildiği, bunların dışında da para çekme ve yatırma, kredi kartı borç ödeme işlemlerinin aktif olarak yapıldığının tespit edildiği ifade edilmiştir. 22/3/2013 tarihinde hesaptan 000 TL para çekildiğinin belirtildiği raporda en son 26/1/2015 tarihinde hesapta bulunan 091,43 TL'nin de çekilerek bakiyenin boşaltıldığı, sonrasında herhangi bir hesap hareketliliği bulunmadığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak bilirkişi raporunda, hesap hareketliliği incelendiğinde rutin bankacılık faaliyetleri dışında dikkat çeken bir işleme rastlanmadığı tespitine yer verilmiştir. İşveren Kurum, bilirkişi raporuna karşı itiraz dilekçesinde özellikle 22/3/2015 ile 26/1/2015 tarihleri arasındaki hesap hareketliliğinin incelenmediğini ileri sürmüştür. Öte yandan bu süreçte idari soruşturma gerekçe gösterilerek başvurucu hakkında İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü suç duyurusunda bulunmuş ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmıştır. Soruşturma devam ederken Mahkeme 13/3/2018 tarihli kararla davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Yargılama sırasında toplanan deliller, taraflar arasındaki iş sözleşmesi içeriği, davacının işyeri dosyası ile SGK dosyası ve özellikle, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Valiliği, TMSF ile Milli istihbarat Başkanlığı yazıları, Bankasya hesap ekstresi ve bilirkişinin 2018 tarihli banka hesap hareketleri üzerindeki incelemelerini içerir rapor kapsamı dikkate alındığında, davalı işveren tarafından "FETÖ/PDY mensubiyeti nedeni ile" yapılan, iş sözleşmesinin feshine ve davacı işçinin işten çıkarılmasına dair işlemin, -Mahkememizce yapılan incelemeler ve yazışma sonuçlarına göre, davacı işçinin FETÖ/PDY mensubiyetinin tespit edilememesi, davacı işçi hakkında davalı işverenin, FETÖ/PDY mensubiyeti iddiası ile ilgili olarak, herhangi bir adli soruşturma bulunmaması ve banka hesap hareketlerinde de, bilirkişi incelemesine göre, mutat banka işlemleri dışında, olağan dışı bir işlemin bulunmaması nedeni ile- iş Hukuku mevzuatına, işten çıkarma usül ve prosedürüne, çalışanlar arasında eşit davranılması ve feshin son çare olması ilkesine uygun olmadığı, Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda anlaşıldığından, davacının talebi açısından, sübut bulan davasının (dava tarihindeki işe iade mevzuatının, davacı lehine hükmedilecek ödeme kalemleri açısından, işçi lehine hükümler içermesi nedeni ile dava tarihindeki işe iade mevzuatı dikkate alınarak) kabulüne ve işe iadeye, dört maaş tutarında boşta geçen süre ücreti ile kıdemine göre (davalı şirketteki çalışma süresi dikkate alınmıştır) (altı aydan fazla ve beş yıldan az) işe başlatmama tazminatına hükmedilmesine, karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." İşveren Kurum anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; başvurucu hakkında birçok ihbar ile Millî İstihbarat Teşkilatının bilgilendirmesi bulunduğunu belirten Kurum, ayrıca başvurucunun Bank Asya nezdinde açtırdığı hesaplarda sürekli olarak para yatırma ve çekme işlemleri ile muhtelif işlemler yaptığını, tüm bu hususlar dikkate alınarak yasal sürece uygun bir şekilde işten çıkarıldığını ileri sürmüştür. Bilirkişi raporunun eksik incelemeye dayalı olduğunu iddia eden Kurum, raporda 22/3/2015-26/1/2015 tarihleri arasındaki hesap hareketlerinin incelenmediğini, başvurucunun Bankaya kayyım atanmasından bir hafta öncesine kadar hesabını kullanmaya devam ettiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 16/4/2019 tarihli kararı ile istinaf talebinin kabulü ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içeriğinden davacının terör örgütünün finans kuruluşu durumundaki Asya Katılım Bankası A.Ş.'deki hesabında terör örgütü elebaşısının 25/12/2013 tarihli bir telefon görüşmesi sonrası bu bankaya destek sağlanması mesajı sonrası tarih olan31/12/2013'de 027,06 TL aktifinin mevcut oluşu, bu bankanın TMSF'ye geçmesi ve kayyuma atanmasından kısa bir süre önce 091,43 TL parayı çekmesi gibi hesap hareketleri değerlendiğinde davalı işverenin davacı işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açacak nitelikte olması değerlendirildiğinde işverenden katlanması beklenilmeyecek bu tür bir şüpheden dolayı iş ilişkisinin devamı için gerekli güven ilişkisinin sarsılmasına yol açacak ve güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğu da ortadan kalkacaktır. Terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, davalı işverenden açısından beklenemeyeceği, davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu ve feshin geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan davalı vekilinin bu yönü ile istinaf sebepleri yerinde görüldüğünden davalının istinaf başvurusunun kabulüne..." Öte yandan savcılık da 30/4/2019 tarihinde soruşturmayı tamamlamış ve başvurucu yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun Bank Asyada hesap kaydı olmakla birlikte 2014 yılı öncesinde de yüksek meblağlı aktif işlemler gerçekleştirdiğini ancak hesap hareketlerinde yapılan incelemede yeni hesap artırımlarının bulunmadığını, bunun dışında her türlü şüpheden uzak somut ve yeterli delil elde edilemediğini belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin nihai kararı 22/5/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üysi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22511
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, acele kamulaştırılan taşınmazın depo edilen acele kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında Anayasa Mahkemesince kabul edilebilirlik kararı verildikten sonra görüş bildirilebileceğini beyan etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Günay Özmen 1966 doğumlu olup Edirne'de ikamet etmektedir. Bakanlar Kurulunun 21/1/2014 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 13/1/2014 tarihli kararıyla Edirne ili Lalapaşa ilçesinde tesis edilecek Süloğlu Rüzgâr Enerjisi Santralinin yapımı amacıyla başvurucuya ait taşınmazın da aralarında bulunduğu bazı taşınmazların Hazine adına tescil edilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine Maliye Hazinesi tarafından 24/3/2014 tarihinde Edirne Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) başvuruda bulunularak kamulaştırma bedelinin tespiti ile taşınmaza Hazine adına el koyma kararı verilmesi talep edilmiştir. Mahkemece 31/3/2014 tarihinde bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. Bilirkişiler tarafından düzenlenen ve 7/4/2014 tarihinde Mahkemeye sunulan raporda, taşınmazın değeri 942,32 TL olarak tespit edilmiştir. Tespit edilen kamulaştırma bedelinin Ziraat Bankası Lalapaşa Şubesinde (Banka) dosya numarası üzerinden açılan hesaba bloke edildiğine ilişkin dekont örneğinin ibraz edilmesi üzerine Mahkemece 28/4/2014 tarihinde, Maliye Hazinesi tarafından taşınmaza el konulmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından kamulaştırma bedelinin çekilmesi amacıyla ilgili bankaya müracaat edilmiş, ancak Mahkemeden yazı getirilmedikçe ödemenin yapılamayacağı bildirilmiştir. Başvurucu 8/5/2014 tarihli dilekçeyle Mahkemeden, Bankaya paranın ödenmesi gerektiğini bildiren bir yazı yazılmasını talep etmiştir. Mahkemece 12/5/2014 tarihli kararla talebin reddine karar verilmiştir. Mahkeme ancak 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na göre açılacak bedel tespiti ve tescil davasının sonunda bloke edilen bedelin ödenmesine karar verilebileceği gerekçesine dayanmıştır. Anılan karar 5/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuruda bulunulmasından sonra Rüzgar Enerji Santralinin yüklenicisi şirket tarafından 15/9/2014 tarihinde kayda giren dilekçe ile Edirne Muhakemat Müdürlüğüne müracaatta bulunularak kamulaştırma bedellerinin maliklere ödenmesi hususunda taleplerin bulunduğunun bildirilmesi üzerine, Maliye Hazinesi tarafından Mahkemeye başvurularak acele el koyma bedellerinin hak sahiplerine ödenmesine karar verilmesi talep edilmiştir. Ancak Mahkeme tarafından verilen 24/9/2014 tarihli kararla, önceki karardaki gerekçe tekrarlanarak talep reddedilmiştir. Bireysel başvuru incelemesinin yapılması sırasında ihtiyaç duyulduğundan, 7/12/216 tarihli müzekkereyle Mahkemeden, başvurucunun acele kamulaştırma usulüyle kamulaştırılan taşınmazı için belirlenen ve bankaya depo edilen acele kamulaştırma bedelinin davacıya ödenip ödenmediği sorulmuştur. Mahkeme tarafından gönderilen belgelerden Mahkemenin 31/3/2015 tarihli müzekkereyle Bankadan, depo edilen 942,32 TL kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesini istediği anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10841
Başvuru, acele kamulaştırılan taşınmazın depo edilen acele kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, verilen hücre cezasının ve buna yapılan itirazdaki taleplerin İnfaz Hâkimliği tarafından değerlendirilmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, suç ve cezada kanunilik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu,Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Cezaevinde bir hükümlü ile kavga ettiğinden bahisle Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından 12/7/2013 ile 15/7/2013 tarihleri arasında başvurucu ve diğer hükümlü, müşahade odasına konulmuş ve her ikisi hakkında da disiplin soruşturması açılmıştır. Disiplin soruşturması sonucunda Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 22/7/2013 tarihli kararı ile 5 gün hücreye koyma cezası ile başvurucunun tecziyesine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan disiplin cezasına karşı 26/7/2013 tarihinde Gaziantep İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdaresi de 6/8/2013 tarihinde anılan hücre hapis cezasının onaylanması için İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. İnfaz Hâkimliği 4/9/2013 tarihinde başvurucu ve vekilinin hazır bulunduğu ilk duruşmayı gerçekleştirmiştir. 11 celse devam eden duruşmada başvurucu ve vekili hücre hapsinin infaz edildiğine, tutuklulara hücre hapis cezası verilemeyeceğine, tanık ve bilirkişilerin dinlenilmesine, hücrelerin niteliklerinin insan haysiyeti ile bağdaşmadığına, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlikler Tedbirleri İnfazı Hakkında Kanun'un bazı maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesine götürülmesi gerektiğine, Cumhuriyet Savcısı'nın mütalaasının usule uygun olmadığına, hâkimin reddine yönelik talep ve itirazlarda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu vekili, Ceza İnfaz Kurumu idaresinin usule uygun infaz hâkimliği onayı olmadan hücre hapis cezasını uyguladığını belirterek Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 16/1/2014 tarihli kararında başvurucunun disiplin cezasına yönelik itirazlarını reddetmiş ve hücre hapsinin onanmasına karar vermiştir. Mahkeme, gerekçesinde özetle başvurucunun bir hükümlü ile kavga ettiğinde -doktor raporları gözetilerek- herhangi bir tereddüt olmadığını belirtmiştir. Öte yandan Hâkimlik, başvurucunun kavga sonrası 5275 sayılı Kanun'un maddesi dalaletiyle maddesi gereğince Kurum içinde güvenliklerinin sağlanması amacıyla müşahade odasına alındığını belirtmiştir. Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı yaptığı itiraz, Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin 18/2/2014 tarihli ve 2014/191 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 10/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Hücreye koyma cezası, hükümlünün eylemlerinin nitelik ve ağırlığına göre bir günden yirmi güne kadar, açık havaya çıkma hakkı saklı kalmak üzere, geceli ve gündüzlü bir hücrede tek başına tutulması ve her türlü temastan yoksun bırakılmasıdır. (2) Bir günden on güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...e) Hükümlü ve tutukluları daha az cezayı gerektiren şekilde kasten yaralamak....” 5275 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Yönetim, disiplin soruşturması yapılan hükümlünün odasını, iş ve çalışma yerini değiştirebilir, hükümlüyü kurumun başka kesimine nakledebilir veya diğer hükümlülerden ayırabilir. (2) Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:""(1) Bu Kanunun;.., hücreye koyma, ... kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76, ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını, en zor şartlarda dahiyetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). Bununla birlikte AİHM, cezaevlerinde bir şiddet potansiyeli bulunduğunun ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovsky ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 81). AİHM, tamamen duyusal yalıtma ile birlikte bütünüyle sosyal yalıtmanın kişiliği tahrip edeceğini ve güvenlik veya başka gerekçelerle haklı gösterilmeyecek bir insanlık dışı muamele biçimi oluşturacağını belirtmiştir. Diğer taraftan mahkûmların diğer mahkûmlarla görüşmesinin yasaklanmasının güvenlik, disiplin veya önleyici tedbirlerin gerektirdiği koşullarda Sözleşme'nin maddesinin ihlali olarak değerlendirilemeyeceği ifade edilmiştir (Öcalan/Türkiye, B. No: 46221/99, 12/5/2005, § 191). Ayrıca güvenliği sağlama, tutulan kişiyi diğer tutulanlardan koruma, devam eden yargılamada sanıkların hileli iş birliği yapmalarını veya tutulan kişinin dışarıdakilerle suç için iş birliği yapmalarını önleme gibi amaçlarla tek başına tutma tedbirinin uygulanması da mümkündür. Başka bir ifade ile sıkı güvenlik rejimine ilişkin bir tedbir olan tek başına tutma kendiliğinden Sözleşme’nin maddesine aykırı bir müdahale sayılmaz (Van der Ven/Hollanda, B. No: 50901/99, 4/02/2003, § 50). Uzun süre başkalarından ayrı tutmanın Sözleşme’nin maddesi kapsamında bir ihlal oluşturup oluşturmayacağı değerlendirirken olayın yaşandığı özel koşullara, tedbirin zorunluluğuna, süresine, izlenen amaca ve ilgili kişi üzerindeki etkilerine bakılması gerekir (Rohde/Danimarka, B. No: 69332/01, 21/7/2005, § 93). Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) 2013 düzenli ziyaretleri kapsamında 9/6/2013 ile 21/6/2013 tarihleri arasında Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gerçekleştirdikleri ziyaret sonrası hazırladığı rapor, 15/1/2015 tarihinde yayımlanmıştır (CPT/İnf (2015) 6). Raporda, Ceza İnfaz Kurumunun müşahade odaları da incelenmiştir. Müşahade odalarının bir kişinin kalacak nitelikte ve 7 m2 büyüklüğünde olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte her odada soğuk su akan lavabo ve alaturka tuvalet olduğu gözlemlenmiş, yeterli aydınlatmanın olduğu belirtilmiştir. Öte yandan doğal ışığın sınırlı olduğu ve pencerelerin delik metal levha ile kaplandığı ifade edilmiştir. Tuvaletlerin ve mahkûmlara verilen battaniye ve yatağın ise temiz olmadığı vurgulanmıştır. Bu nedenle CPT, maddi koşulların tekrar gözden geçirilmesi tavsiyesinde bulunmuştur (Raporun paragrafı). Hükümlü veya tutuklulara uygulanacak disiplin yaptırımlarına ilişkin olarak infaz hâkimliğine yapılacak bir şikâyet ile yargı yolu sağlandığı AİHM tarafından kabul edilmiştir (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 29). Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin "medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların" ve bir "suç isnadı"nın esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu bağlamda, AİHM kural olarak disiplin soruşturmalarının Sözleşme'nin maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceğini kabul etmektedir. Ancak bu kuralın istisnası olarak "suç isnadı"nın özerk yorumu bağlamında disiplin suçlamasının "suç" alanında kalması da mümkündür. AİHM, adil yargılanma hakkının kapsamını belirlerken keyfî işlemlere karşı etkin bir koruma sağlanabilmesi için görünüme ilişkin değil esasa yönelik bir değerlendirme yapmaktadır (Stitic/Hırvatistan, B. No: 29660/03, 8/11/2007, § 51; Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71 vd., 8/6/1976, §§ 80-82; Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/77, 7878/77, 28/6/1984, §§ 66- 73; Ezeh ve Connors/Birleşik Krallık, B. No: 39665/98, 40086/98, 9/10/2003, § 82).AİHM, bir disiplin soruşturmasının Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası uyarınca "suç isnadı" başlığı kapsamında kalıp kalmadığını belirlemek amacıyla bazı kriterler belirlemiştir. Bu kapsamda öncelikle eylemin iç hukuktaki nitelenmesi dikkate alınmaktadır. Bununla birlikte disiplin suçunun ve bu suç için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığı da gözetilmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda, § 81; Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, § 67).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5100
Başvuru, verilen hücre cezasının ve buna yapılan itirazdaki taleplerin İnfaz Hâkimliği tarafından değerlendirilmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, suç ve cezada kanunilik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iptal davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1999 yılında Devlet Memurluğu Sınavı'na girmiş, 2000 yılında da açıklanan sınav sonuçlarına göre atamasının yapılması için Devlet Personel Başkanlığına tercihte bulunmuştur. Başvurucu, tercihleri arasından Gaziantep ili Millî Eğitim Bakanlığı (Bakanlık) Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni (VHKİ) kadrosuna atanmıştır. Başvurucu atama sonucunun kendisine tebliğ edilmediğini, 2016 yılında tesadüfen öğrendiğini belirterek 7/11/2016 tarihli dilekçeyle tekrar Bakanlığa VHKİ olarak atamasının yapılması istemiyle başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, talebinin zımnen reddedilmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 29/9/2017 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ara kararlarla başvurucuya 2000 yılında Gaziantep'e atamasının yapılmasının bildirilip bildirilmediğinin sorulmasına, varsa tebliğ belgelerinin iletilmesine karar verilmiştir. Bakanlık, başvurucuya tebligatın yapıldığını ancak başvurucunun göreve başlama amacıyla müracaatta bulunmadığını, tebliğ alındılarının arşiv araştırmasında bulunamadığını bildirmiştir. Mahkeme ara kararla Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığından (ÖSYM) aynı bilgi ve belgeleri istemiş, ÖSYM 2002 yılı öncesinde kamu kurum ve kuruluşlarına ilişkin yerleştirme işlemlerinin kendilerince yapılmadığını belirtmiştir. Mahkeme her ne kadar Bakanlık tarafından konuya ilişkin tebliğ belgeleri gönderilmemişse de 2000 yılında ataması yapılan başvurucunun makul bir süre bekledikten sonra atamasının yapılmadığına yönelik idareye başvurması gerekirken yaklaşık on yedi yıl geçtikten sonra durumdan yeni haberdar olduğunu ileri sürerek başvuruda bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu gerekçesiyle bakılan davanın süre aşımından reddine karar vermiştir. Başvurucunun, istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 28/2/2018 tarihinde reddedilmiştir. Karar başvurucuya 10/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. " 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:" İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler. " 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:" İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır. "
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15212
Başvuru, iptal davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir bankada çalışmaktayken iş akdinin feshedilmesi üzerine iş mahkemesinde 7/3/2014 tarihinde işe iade davası açmıştır. İstanbul İş Mahkemesi 21/2/2017 tarihli kararla davanın süre aşımından reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; iş akdinin feshine ilişkin bildirimin başvurucuya 11/2/2014 tarihinde yapıldığı, davanın ise bir aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra 14/3/2014 tarihinde açıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 22/6/2017 tarihinde, başvurucunun İzmir İş Mahkemesinde 7/3/2014 tarihinde muhabere yoluyla süresinde dava açtığını belirterek dosyanın yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine iadesine karar vermiştir. İstanbul İş Mahkemesi 20/9/2017 tarihinde davanın esastan reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; banka ile başvurucu arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, iş akdinin devamının işveren tarafından çekilmez hâl aldığı, bu nedenle işveren tarafından yapılan feshin geçerli olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, iş mahkemesinin kararının kaldırılması talebiyle istinaf talebinde bulunmuş; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 26/4/2018 tarihli kararla istinaf talebinin reddine, iki hafta içinde Yargıtaya temyiz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/10/2018 tarihli kararla başvurucunun temyiz talebini süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Karar gerekçesinde; 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca temyiz süresinin gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren sekiz gün olduğu belirtilip sekiz günlük temyiz süresi geçtikten sonra yapılan temyiz başvurularının süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca kararda; Bölge Adliye Mahkemesi kararında gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde kararın temyiz edilebileceği açıklanmışsa da 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi uyarınca kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında kanundaki süreleri hâkimin artırıp eksiltemeyeceği vurgulanmıştır. Karar, başvurucu vekiline 22/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5521 sayılı mülga Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihaî kararlara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun’un dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun'un "Hükmün kapsamı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:"Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, ... varsa kanun yolları ve süresini.…"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), Sözleşme'nin maddesinde, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda, kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda, kısıtlamaların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). AİHM; ulusal hukuk kurallarını yorumlama görevinin yerel mahkemelere ait olduğunu, kendi rolünün bu yorumların Sözleşme ile uyumluluğunu denetlemekle sınırlı olduğunu, bu durumun kanun yolu başvurusunda öngörülen süre sınırlamaları ile ilgili yapılan yorumlar açısından da geçerli olduğunu, süreye ilişkin kuralların adaletin ve özellikle de yasal kesinliğin düzgün şekilde uygulanmasını amaçladığını (Pérez De Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, §§ 43, 45), bununla birlikte mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten ve usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmaları gerektiğini belirtmiştir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37860
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş kısa karar bulunmadan sadece hükmün tefhim edildiği tarih dikkate alınarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/45324
Başvuru, usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş kısa karar bulunmadan sadece hükmün tefhim edildiği tarih dikkate alınarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, kendisine isnat edilen suçlarla ilgili olarak mevcut şüphe giderilmeden, suç işleme kastının varlığı incelenmeden mahkûmiyetine karar verilmesi, lehe olan hükümlerin uygulanmaması ve uzun süre tutuklu kalması nedeniyle Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 1/7/2013 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla Antalya L Tipi Cezaevinde hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu 18/8/2008 tarihinde işlendiği iddia edilen birden fazla nitelikli yağma ve hürriyetten yoksun bırakma suçu kapsamında 18/9/2008 tarihinde gözaltına alınarak Antalya Sulh Ceza Mahkemesinin 20/9/2008 tarih ve 2008/793 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 10/10/2008 tarihli iddianamesiyle, anılan suçlarla ilgili olarak başvurucu ve diğer sanıklar hakkında Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen başvurucunun tutuklu olduğu davada verilen 19/6/2009 tarih ve E.2008/433, K.2009/328 sayılı mahkumiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 29/5/2012 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 22/11/2012 tarih ve E.2012/407, K.2012/438 sayılı kararla, başvurucuyu birden fazla nitelikli yağma ve hürriyetten yoksun bırakma suçundan toplam 28 yıl 45 ay 20 gün hapis cezasına mahkûm etmiştir. Yargılama sürecinde ve mahkûmiyet kararları sonrasında başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvuru konusu yargılamada Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2013 ve E.2013/12045, K.2013/12570 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(3) Bu suçun;a) Silahla,b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,…İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Nitelikli yağma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:(1) Yağma suçunun;a) Silahla,…c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,…h) Gece vaktinde,İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(2) Yağma suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),,…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5267
Başvurucu, kendisine isnat edilen suçlarla ilgili olarak mevcut şüphe giderilmeden, suç işleme kastının varlığı incelenmeden mahkûmiyetine karar verilmesi, lehe olan hükümlerin uygulanmaması ve uzun süre tutuklu kalması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
0
Başvuru, telif edilen restorasyon projesinin uygulanması yönünde yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve fikrî mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu mimarlık ve mühendislik faaliyetiyle iştigal eden bir anonim şirkettir. İkinci başvurucu ise aşağıda değinilecek olan restorasyon projesini yapan yüksek mimardır. İstanbul'un Sarıyer ilçesi Emirgân Mahallesi'nde bulunan 37 pafta 88 ada 18, 20 ve 21 parsel sayılı taşınmazların üzerinde -otel olarak kullanılan- "Şerifler Sahil Sarayı" isimli ve 16/10/1986 tarihinde taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen bir yapı bulunmaktadır. Anılan taşınmazların maliki S.Ç. ile akdedilen sözleşme uyarınca birinci başvurucu, taşınmazların üzerindeki yapı için restorasyon projesi hazırlamıştır. Restorasyon projesi Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulunun (Koruma Yüksek Kurulu) 22/1/1987 tarihli kararıyla onaylanmıştır. Söz konusu projenin uygulanıp uygulanmadığıyla ilgili olarak bireysel başvuru formunda herhangi bir açıklama yer almamıştır. S.Ç. 18/3/1993 tarihinde taşınmazları Ş. Anonim Şirketine satmıştır. S.Ç. 17/7/1993 tarihinde ölmüştür. Ş. Anonim Şirketi yeni bir restorasyon projesi hazırlamış ve söz konusu proje 13/8/1998 tarihinde Koruma Yüksek Kurulu tarafından onaylanmıştır. Bu projenin uygulanıp uygulanmadığıyla ilgili olarak başvuru formunda herhangi bir açıklama yapılmamıştır. S.Ç.nin mirasçıları tarafından 16/3/1994 tarihinde Ş. Anonim Şirketi aleyhine muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Yargılama sonucunda Sarıyer Asliye Hukuk Mahkemesi 17/12/1998 tarihinde davayı kabul ederek tapunun iptaliyle mirasçılar adına tesciline hükmetmiştir. Karar 19/6/2000 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular 4/12/2017 tarihinde İstanbul (3) Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kuruluna (Koruma Bölge Kurulu) başvurarak 22/1/1987 tarihinde onaylanan restorasyon projesinin geçerli olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir. Başvuru dilekçesinde, Ş. Anonim Şirketinin malik olmasının muvazaaya dayalı olması sebebiyle hazırladığı ve 13/8/1998 tarihinde onaylanan projenin geçersiz olduğu belirtilmiş; ayrıca müellifinden izin alınmadan bir projenin değiştirilmesinin telif haklarını ihlal edeceği ifade edilmiştir. Bir akademisyenden temin edilen mütalaa da başvuru dilekçesine eklenmiştir. Koruma Bölge Kurulu, ihtilaf konusu parsellerde kazı ve temizlik çalışmaları yapılarak ortaya çıkan kalıntıların güncel rölövesinin hazırlanmasına, ayrıca Koruma Yüksek Kurulunun 5/11/1999 tarihli ve 660 sayılı ilke kararı doğrultusunda restitüsyon ve rekonstrüksiyon projelerinin hazırlanmasına, yeni sunulacak restitüsyon projesinin onayından sonra konunun değerlendirilebileceğine 8/2/2018 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucular bu işleme karşı Koruma Yüksek Kuruluna itirazda bulunmuştur. İtiraz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlığı ve Müzeler Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 20/4/2018 tarihli yazısıyla reddedilmiştir. Başvurucular 8/2/2018 tarihli işlemin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 14/5/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular, muvazaa nedeniyle Ş. Anonim Şirketinin hiçbir zaman taşınmazların maliki olmadığını savunmuş; malik sıfatıyla hazırladığı projelerin de geçerliliğinin bulunmadığını iddia etmiştir. Dilekçede ayrıca itirazın Yüksek Kurul tarafından değerlendirilmesi gerektiğini de öne sürmüştür. Yüksek Kurul tarafından onaylanan bir projenin kazanılmış hak doğurduğunu iddia ettikleri dilekçede başvurucular, projenin sonradan geçersiz sayılamayacağını ifade etmiştir. İdare Mahkemesi 7/12/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Ş. Anonim Şirketi tarafından hazırlanan projenin onaylanmasıyla başvurucuların projesinin geçerliliğini yitirdiği belirtilmiştir. Kararda, taşınmazları muvazaalı olarak edindiği gerekçesiyle Ş. Anonim Şirketinin tapusu iptal edilmişse de hazırladığı projenin ihtilaf konusu taşınmazlara ilişkin olduğu vurgulanmış ve mülkiyetinin ortadan kalkmasıyla başvurucuların projesinin yeniden geçerli hâle gelmeyeceği ifade edilmiştir. Kararda; dava konusu taşınmazlara ilişkin olarak yapılacak çalışmalar sonrasında projelerin yeniden hazırlanması gerektiğine, kültür varlığı olarak tescil edilen yapının hazırlanacak güncel projeleri ile yeniden değerlendirileceğine ilişkin kararın hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucular istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, dava dilekçesindekine ek olarak İdare Mahkemesinin projenin güncellenmesi gerektiği şeklindeki gerekçesinin hukuka uygun olmadığını ileri sürmüştür. İstinaf dilekçesinde, projenin güncellenmesi gerekiyorsa bunun proje müellifine bildirilmesi gerektiğini iddia etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Beşinci İdare Dava Dairesi 22/5/2019 tarihinde, kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 31/5/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22768
Başvuru, telif edilen restorasyon projesinin uygulanması yönünde yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve fikrî mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 28/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı 18/7/2014 tarihli dilekçesi ile görüş sunmayacağını belirtmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van-Başkale Koru Hudut Karakolunda piyade uzman çavuş olarak görev yaptığı sırada 22/3/2010 tarihinde kaçakçılara yönelik pusu faaliyeti icra etmiş, keskin nişancıların yoğun ateşi nedeniyle kulaklarında çınlama ve işitme güçlüğü çekmiştir. Operasyonun ardından tutulan tutanakta “Yoğun olarak yapılan atışlardan etkilendiğini, kulaklarında aşırı çınlama ve işitmede güçlük çektiğini bildiren P. Uzm. Çvş. Oğuzhan KOZACIOĞLU yaklaşık 3 saat sonra karakola döndüğümüzde işitmenin azda olsa normalleştiğini fakat çınlamanın devam ettiğini söylemesi üzerine Van merkeze dönüldüğünde K.B.B. Polikliniğine gözükmesi konusunda uyarılarak ileride neden olabilecek sorunların önüne geçilmesi amacıyla iş bu tutanak tarafımızdan imza altına alınmıştır” ifadelerine yer verilmiştir. Olaydan yaklaşık 7 ay sonra sözleşme yenilenebilmesi için başvurucu Çanakkale Asker Hastanesine sevk edilmiş, Hastanenin 26/10/2010 tarihli ve 237 sayılı raporuyla başvurucuya “Bilateral orta derecede sensörinöral işitme kaybı” teşhisi konulmuş ve hakkında “… Piyade uzman çavuş olarak devam edemez” kararı verilmesi üzerine 31/12/2010 tarihinden itibaren başvurucunun sözleşmesi feshedilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Kurulunca, Çanakkale Asker Hastanesinin düzenlediği rapor incelenmiş ve başvurucunun “adi malul” olduğuna karar verilmiştir. Bu karar sonrasında başvurucuya 15/1/2011 tarihinden itibaren adi malullük aylığı bağlanmış ve ikramiyesi ödenmiştir. Diğer taraftan başvurucunun nakdi tazminat istemiyle açtığı başka bir davada AYİM Dairesi 15/12/2011 tarihli ara kararıyla başvurucu hakkında Gülhane Askeri Tıp Akademisinden rapor istemiş, hazırlanan raporda “İşitme engeli yüzdesi %19 işitme engelinden dolayı özür oranı %14 olduğu… travmatik muayene bulgusu tespit edilmediğine…” ifadelerine yer verilmiş, rahatsızlığın 25 gün işgücüne engel olacağı belirtilmiş ve aynı Dairenin 4/10/2012 tarih ve E.2011/2203, K.2012/2004 sayılı kararı ile “ Accurary Keskin Nişancı Tüfeğinin TSK’de kullanılan özel bir silah olduğu bu silah ile yapılan atışların silahın Künye Defterine yazılması gerektiği, mühimmatının cephanelikten alımı ve sarfı ile ilgili kayda rastlanılmadığı, … davacıda bulunan mevcut kulak rahatsızlığının, davacı vekili tarafından ileri sürüldüğü gibi, 22 Mart 2011 tarihinde Koru Hd. Tk.lığı bölgesinde icra edildiği iddia edilen pusu faaliyeti ile illiyet bağının olmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır” gerekçesine yer vererek dava reddedilmiştir. Başvurucu, TSK'dan ilişiğinin kesilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Milli Savunma Bakanlığına başvurmuş, Bakanlık başvuruya bir cevap vermemiştir. Bunun üzerine başvurucu, 000 TL maddi ve 000 TL manevi zararının tazimini istemiyle 23/8/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde dava açmış, Daire 26/12/2012 tarihli ve E.2011/1215, K.2012/1236 sayılı kararı ile davayı reddetmiş ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) maddesi uyarınca reddedilen maddi tazminat talebi üzerinden nispi 750,00 TL, manevi tazminat talebi üzerinden maktu 400,00 TL olmak üzere toplan 150,00 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine hükmetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“ … davacının kullandığı belirtilen silahla ilgili atış yapılmış olması halinde tutulması gereken kayıtlara, tutanakta Karakolda görevli olmayan bir kişinin isim ve imzasının bulunmasına ve dolayısıyla tutanağın sıhhatine ve diğer hususlara ilişkin tespitler, davacının olaydan sonra sözleşmesi feshedilinceye kadar bir sağlık kuruluşa müracaat etmemesi, 2010 tarihinde iddia edildiği gibi bir pusu faaliyeti icra edildiğine ilişkin idarenin kayıtlarında hiçbir bilgi ve belge bulunmaması, GATA Adli Tıp ABD. Bşk.lığının 2012 gün ve ADLİ TIP: 9067-80-12/1564-712 tarihli, “rahatsızlığa ilişkin herhangi bir travmatik muayene bulgusunun tespit edilmediğine” şeklindeki rapor dikkate alındığında, davacıda bulunan mevcut kulak rahatsızlığının, davacı vekili tarafından öne sürüldüğü gibi, 22 Mart 2010 tarihinde Koru Hd. Tk.lığı bölgesinde icra edildiği iddia edilen pusu faaliyeti veya hizmetle illiyet bağının olmadığı, bu durumda davacının rahatsızlığı nedeniyle uğradığı zarar ile illiyet bağı kurulabilecek idari eylemin olmadığı, bu nedenle davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.” Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 30/4/2013 tarihli ve E.2013/554, K.2013/522 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar, başvurucuya 10/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir Başvurucu, 28/6/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı KHK’nın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4513
Başvurucu, açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, ceza davasında sanığın (başvurucunun) yokluğunda yapılan duruşma sonrasında mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Pınarhisar Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame ile başvurucu hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma suçundan kamu davası açılmıştır. Pınarhisar Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmekte olan bu dava ile başvurucunun farklı tarihte işlediği iddia edilen aynı suça ilişkin olarak Çerkezköy Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan diğer davanın birleştirilmesi hususunda olumsuz birleştirme uyuşmazlığı söz konusu olmuştur. Anılan uyuşmazlık, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 26/2/2018 tarihinde her iki davanın Mahkemede birleştirilmesine karar verilerek çözümlenmiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme, başvurucunun uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma suçunu iki farklı tarihte işlediğini ve bu eylemlerin iki ayrı suç oluşturduğunu kabul etmiş; başvurucuyu atılı suçtan iki kez 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinde (Daire) görülen yargılamada 18/2/2020 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda delillerin değerlendirilmesi için duruşma açılmasına, başvurucunun istinabe yoluyla yeniden beyanının alınması için nöbetçi Gaziantep Asliye Ceza Mahkemesine müzekkere yazılmasına ve duruşmanın 25/3/2020 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Diğer yandan Daire, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ndeki (UYAP) kayıtlara göre başvurucunun başka bir suçtan Gaziantep Açık Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) olduğunu tespit ederek planlanan duruşma tarihinde başvurucunun duruşmaya katılımının ses ve görüntü aktarımı (SEGBİS) suretiyle sağlanması için İnfaz Kurumuna da 20/2/2020 tarihinde müzekkere göndermiştir. İnfaz Kurumu ise başvurucunun Gaziantep Denetimli Serbestlik Müdürlüğüne sevk edildiğini, bu nedenle duruşma tarihinde İnfaz Kurumunda hazır bulunamayacağını belirtmiştir. Daire 18/3/2020 tarihinde başvurucu hakkındaki dosyayı yeniden ele almış ve önceden planlanan duruşmanın COVID-19 salgını nedeniyle alınan tedbirler kapsamında 17/6/2020 tarihine ertelenmesine, yeni duruşma gününün de başvurucuya çağrı kâğıdı tebliği yoluyla bildirilmesine dair ara kararı vermiştir. Daire bu karar doğrultusunda, nöbetçi Gaziantep Asliye Ceza Mahkemesinden başvurucunun savunmasının yeni planlama gereğince 17/6/2020 tarihine kadar alınması yönünde istinabe talep etmiştir. İstinabe talep edilen Gaziantep Asliye Ceza Mahkemesi (istinabe makamı) 30/3/2020 tarihinde yaptığı duruşma hazırlığı işlemlerinde başvurucunun savunmasının 2/6/2020 tarihinde alınmasına karar vermiş ancak 21/5/2020 tarihli ara kararıyla COVID-19 salgınına yönelik tedbirler uyarınca duruşmayı 15/9/2020 tarihine ertelemiştir. Duruşma tarihini bildirir çağrı kâğıdı başvurucuya 11/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Daire, ara kararında planladığı üzere 17/6/2020 tarihinde duruşma yapmıştır. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucunun hazır bulunmadığı bu oturum sırasında istinabe makamınca verilen ara kararın değinildikten sonra istinaf incelemesinin duruşmalı yapılmasına delillerin başvurucu lehine değerlendirilmesi için karar verildiği belirtilmiştir. Böylelikle başvurucunun yeniden savunmasının alınmasının verilecek karara etkisi bulunmadığı değerlendirilerek başvurucunun savunmasının alınması için gönderilen istinabe talep yazısının işlemsiz olarak iadesinin istenmesine dair ara kararı verilmiştir. Yargılama sonucunda Daire, mahkeme kararının kaldırılmasına ve başvurucunun iki farklı tarihte işlediği iddia edilen uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma eylemlerini zincirleme şekilde işlediğini kabul ederek başvurucunun 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına kesin olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 14/8/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkı dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24822
Başvuru, ceza davasında sanığın (başvurucunun) yokluğunda yapılan duruşma sonrasında mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mahkeme kararında yanlış gösterilen temyiz süresi içinde yapılan temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 3/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 12/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iflasına karar verilen bir kooperatiften olan 758,46 TL alacağının iflas idaresince sıra cetveline kaydedilmemesi üzerine 30/5/2011 tarihinde Sincan (Ankara Batı) Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) sıra cetveline kayıt davası açmıştır. Mahkemece 28/12/2012 tarihli ve E.2011/137, K.2012/399 sayılı karar ile davanın reddine karar verilmiş; hükümde, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Kararın hüküm kısmı şöyledir:“1-Davanın REDDİNE,...Dair, davacının yüzüne karşı, yasa yolları açık olmak üzere (kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde mahkememize sunulacak, yahut mahkememize gönderilmek üzere bir başka mahkemeye ibraz edilecek bir dilekçeyle hükmün temyiz edilebileceği, temyiz incelemesinin Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi tarafından yapılacağı) verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.” Mahkeme kararı 28/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu bu kararı 8/2/2013 tarihinde (tebliğden itibaren on birinci gün) temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 27/3/2013 tarihli ve E.2013/1643, K.2013/1910 sayılı ilamıyla temyiz dilekçesinin on günlük temyiz süresi geçirildikten sonra verildiği gerekçesiyle temyiz istemini süre yönünden reddetmiştir. Yargıtay ilamında kararın tebliğinden itibaren on gün içinde karar düzeltme yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Yargıtay ilamı şöyledir:“Mahkemece kayıt kabul talebi hakkında verilen hüküm temyiz eden davacıya 2013 günü tebliğ edildiği halde, temyiz dilekçesi İİK.nın maddesinde öngörülen 10 günlük yasal süre geçirildikten sonra 2013 tarihinde verilmiştir. Süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 1990 gün ve 1989/3 Esas, 1990/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında Yargıtay tarafından da karar verilebileceği kabul edilmiş olmakla, temyiz isteminin reddi gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, davacının temyiz isteminin süre yönünden REDDİNE, ... kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Anılan Yargıtay ilamı 2/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ilamda belirtilen sürede karar düzeltme isteminde bulunmamıştır. Başvurucu, Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmek üzere Mahkemeye sunduğu 11/7/2013 tarihli dilekçeyle Mahkeme kararında temyiz süresinin on beş gün olarak gösterildiğini, bu hususun temyiz incelemesi sırasında maddi hata sonucu gözden kaçırılmış olabileceğini belirterek temyiz isteminin değerlendirilmesini talep etmiştir. Mahkeme 12/7/2013 tarihli ve E.2011/137, K.2012/399 sayılı ek kararı ile başvurucunun anılan dilekçesini karar düzeltme dilekçesi olarak değerlendirerek dilekçenin on günlük yasal süre içinde sunulmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Söz konusu ek kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi de başvurucunun 11/7/2013 tarihli dilekçesindeki talebini karar düzeltme istemi olarak değerlendirmiş ve 5/2/2014 tarihli ve E.2013/6519, K.2014/749 sayılı ilamıyla istemin süre yönünden reddine, temyiz başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Anılan Yargıtay ilamı şöyledir:“Taraflar arasında görülen kayıt kabul davası sonucunda verilen hükmün süreden reddine ilişkin Dairemizin 2013 gün ve 1643 Esas, 1910 Karar sayılı ilamının karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekilince istenilmekle, dosya incelendi, gereği görüşüldü:...Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar, davacının temyiz istemi üzerine, Dairemizin 2013 tarih ve 1643 E., 1910 K. sayılı ilamı ile süreden reddedilmiş, Dairemiz kararı davacıya 2013 tarihinde tebliğ edilmiş, davacı vekili olan Av. S. 2013 tarihli karar dilekçesiyle, yerel mahkeme kararında temyiz süresinin 15 gün olarak belirtildiği, bu duruma rağmen Dairemizce yapılan maddi hata sonucunda temyiz isteminin süreden reddine karar verildiği iddiasıyla, maddi hatanın düzeltilmesi amacıyla Dairemize gönderilmek üzere istemde bulunmuş, yerel mahkemece davacı vekili dilekçesi karar düzeltme dilekçesi olarak değerlendirilerek, davacı vekilinin karar düzeltme dilekçesinin İİK’nın maddesinde belirtilen 10 günlük sürede sunulmadığı gerekçesiyle, 2013 tarihli ek kararla süreden reddine karar verilmiştir. Bu ek karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.Öncelikle değerlendirilmesi gereken husus; davacı vekilinin sunduğu 2013 tarihli dilekçe üzerine yerel mahkemece karar verilip verilmeyeceğidir. Kararın temyiz edilmesi sonrasında, Yargıtay tarafından inceleme yapılarak bir karar verildiğinden, bu karara karşı sunulan maddi hata yahut karar düzeltme dilekçesi üzerine inceleme yapabilecek merci ancak Yargıtay olabilir. Bu durumda, yerel mahkemece alınan 2013 tarihli ek karar kaldırılarak, davacı vekilinin 2013 tarihli dilekçesinin incelenmesine geçildi;a) Dairemiz kararı; davacıya 2013 günü tebliğ edilmesine karşın, sonradan dosyaya vekaletname sunan davacı vekilince İİK'nın 366/ maddesi hükmünde öngörülen 10 günlük süre geçirildikten sonra, 2013 tarihinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin süre yönünden reddi gerekmiştir.b)Davacının yerel mahkeme hükmüne yönelik temyiz isteminin, yasal sürede yapılmadığından dolayı, HUMK’nın maddesi uyarınca reddine ilişkin Dairemiz kararına karşı, istemin süresinde olduğu ileri sürülerek başvuruda bulunulması üzerine yapılan incelemede, temyiz isteminin süresinde olmadığı anlaşılmakla talebin reddi gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin 2013 tarihli dilekçesinin REDDİNE ... karar verildi. ” Söz konusu Yargıtay ilamı başvurucuya 19/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 2/3/2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile değiştirilen maddesi şöyledir: “Ticaret mahkemesince verilen nihaî kararlar, 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınan masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece re'sen taraflara tebliğ olunur. Bu kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir. İstinaf ve temyiz incelemeleri, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılır. ...” 2004 sayılı Kanun’un maddesinin 5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir: “Ticaret mahkemesince verilen nihai kararlar tebliğden itibaren on gün içinde temyiz edilebilir. Kararlar 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınacak masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece resen taraflara tebliğ olunur....” 2004 sayılı Kanun’a 5311 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde şöyledir: “Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır.” 2004 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Sıra cetveline itiraz edenler, cetvelin ilanından itibaren onbeş gün içinde iflasa karar verilen yerdeki ticaret mahkemesine dava açmaya mecburdurlar. 223 üncü maddenin üçüncü fıkrası hükmü mahfuzdur. Bu davaya bakan mahkeme, davacının isteği halinde ikinci alacaklılar toplantısına katılıp katılmaması ve ne nisbette katılması gerektiği konusunda 297 nci maddenin son fıkrasına kıyasen onbeş gün zarfında karar verir.İtiraz eden, talebinin haksız olarak ret veya tenzil edildiğini iddia ederse dava masaya karşı açılır. Muteriz başkasının kabul edilen alacağına veya ona verilen sıraya itiraz ediyorsa davasını o alacaklı aleyhine açar. Bir alacağın terkini hakkında açılan dava kazanılırsa, bu alacağa tahsis edilen hisse dava masrafları da dahil olduğu halde sıraya bakılmaksızın alacağı nisbetinde itiraz edene verilir ve artanı da diğer alacaklılara sıra cetveline göre dağıtılır. Dava basit yargılama usulü ile görülür. Ancak, itiraz alacağın esas veya miktarına taallük etmeyip yalnız sıraya dair ise şikayet yoliyle icra mahkemesine arz olunur.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici maddesi gereğince temyize ilişkin hükümlerinin uygulanmasına devam olunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin fıkrası şöyledir:“Temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilâmın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.…ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.…”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4714
Başvuru, mahkeme kararında yanlış gösterilen temyiz süresi içinde yapılan temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Manisa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama beş celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 16/10/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 15/12/2017 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılımının sağlanmasına karar verilmiştir. Başvurucu yargılamanın 15/12/2017 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkeme bir sonraki celsede başvurucunun duruşmaya SEGBİS ile katılımının sağlanmasına karar vererek duruşmayı 7/2/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucu, Mahkemenin ara kararları gereğince yargılamanın 7/2/2018 tarihli ikinci ve 5/3/2018 tarihli üçüncü celselerine SEGBİS aracılığıyla katılmıştır. Her iki celseye ait Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Mahkeme üçüncü celsede başvurucunun duruşmaya SEGBİS ile katılımının sağlanmasına karar vererek duruşmayı 14/3/2018 tarihine ertelemiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 14/3/2018 tarihli dördüncü celsede Savcılık makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmayı kabul etmediğine dair herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Duruşmada başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak amacıyla süre talebinde bulunması üzerine Mahkeme talebi kabul etmiş ve "başvurucunun duruşma tarihinde hazır edilmesi için ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına" karar vererek duruşmayı 23/3/2018 tarihine ertelemiştir. Hükmün açıklandığı yargılamanın 23/3/2018 tarihli son celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara bizzat katılamamış olması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin ilgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- Yargıtay Ceza Dairesinin 2/12/2020 tarihli ve E.2019/9711, K.2020/5965 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosya kapsamı incelendiğinde; sanığın ilk savunmasının 2017 tarihinde bu dosyanın tefrik edildiği 2017/7 Esas numaralı dosyanın ikinci celsesinde, duruşma tutanağına göre beyan ve savunmaların SEGBİS ile alındığı, tefrik işlemi sonrasında ise bu dosya kapsamında sanık savunmasının ilk celse hakim huzurunda gerçekleştirildiği, esas hakkında mütalaaya karşı savunmaların ve son sözün alındığı ikinci celsede ise SEGBİS vasıtasıyla savunma alınmasına sanığın itiraz etmeyerek zımnen kabul etmiş olduğu nazara alındığında; sanığın savunma hakkının kısıtlanmadığı anlaşılmakla sanık müdafiinin bu yöndeki temyiz dilekçesinde bildirdiği itirazlar yerinde görülmeyerek bozma nedeni yapılmamıştır." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/4/2021 tarihli ve E.2020/7862, K.2021/3023 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın ve müdafiinin yargılama esnasında SEGBİS ile duruşmalara katılma hususuna itiraz ettiklerine dair duruşma tutanaklarına yansıyan beyanlarının olmaması karşısında savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin olgu ve uygulama tespit edilmediğinden, yargılamanın SEGBİS vasıtasıyla icrası sonuca etkili görülmemiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2021 tarihli ve E.2020/6134, K.2021/3415 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Zorunluluk nedeni gösterilmeden SEGBİS vasıtasıyla savunma alınmasına, sanığın yargılamanın hiçbir aşamasında itiraz etmeyerek zımnen kabul etmiş olmasına, bu yöntemle savunma alınması, silahların eşitliği ve yargılama ilkesi çerçevesinde sanığın savunmasında zaafiyet yaratmadığı anlaşılması karşısında, bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmeyerek bozma nedeni yapılmamıştır."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42292
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, mahpusun üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eşini öldürdüğü iddiasıyla 11/7/2014 tarihinde tutuklanarak Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. Başvurucuya ailesi, yasal temsilcisi ve üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarının yanı sıra bu kişilerin dışında kendisinin belirleyeceği üç kişi tarafından ziyaret edilme hakkı tanınmış, başvurucu İnfaz Kurumuna geldiği sırada ziyaretçi ismi bildirmemiştir. Başvurucu 31/5/2016 tarihli dilekçesiyle Bakırköy İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) müracaatta bulunarak yakın akrabası dışında ziyaretçisinin bulunmadığını belirtmiş, bu nedenle belirlediği üç kişinin ziyaretçi olarak kabul edilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 10/6/2016 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik (Ziyaret Yönetmeliği) hükümlerine göre ziyaretçi listesinin, ziyaretle ilgili hususların mahpusa tebliğinden itibaren altmış gün içinde İnfaz Kurumuna verilmesi gerektiği, bu sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu belirtilmiştir. Kararda ziyaretle ilgili hususlar 11/7/2014 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen başvurucunun ziyaretçi listesini altmış günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra vermesinin yasal düzenlemeye aykırı olduğu ifade edilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 12/7/2016 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 22/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. 19/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu yakın akrabayı öldürme suçundan dolayı yargılandığı davada Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 4/7/2017 tarihli kararına istinaden aynı gün tahliye edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Zahit Şahin, B. No: 2013/4708, 20/4/2016, §§ 18-25, 34-37; Ethem Zariç, B. No: 2014/4137, 9/11/2017, §§ 15-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14898
Başvuru, mahpusun üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; mesleğe kabul esnasında girdiği sınavdaki sorulardan bir kısmının iptal edilmesi sonucu gümrük müşaviri olarak mesleğe kabulü yapılan başvurucunun, daha sonra hesaplama farklılığı nedeniyle başarısız sayılmasına karar verilmesi ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2014/17284 numaralı başvuru 31/10/2014 tarihinde, 2015/15076 numaralı başvuru 8/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Yapılan incelemede başvurucu tarafından yapılan 2015/15076 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2014/17284 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. 2014/17284 Numaralı Başvuruya Konu Olaylar Başvurucu, Gümrük Müsteşarlığı (İdare) tarafından Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) aracılığıyla 24/11/2002 tarihinde yapılan Gümrük Müşavirliği Ön Eleme Sınavı sonucu başarılı sayılarak Mesleki Yeterlilik Sınavına girmeye hak kazanmış, 18/1/2003 tarihinde yapılan Mesleki Yeterlilik Sınavında 68 puan alarak başarısız sayılmıştır. Başvurucu tarafından başarısız sayılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesine (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkemenin 31/10/2003 tarihli kararıyla başvurucunun sınav kağıdı sadece maddi hata yönünden incelenerek davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu anılan kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire), sınav sorularının yasal mevzuata uygun düzenlenip düzenlenmediği hususunda bilirkişi raporu alınmak suretiyle karar verilmesi gerekçesine istinaden 4/7/2005 tarihinde Mahkeme kararını bozmuştur. İdarenin karar düzeltme istemi, Dairenin 9/6/2006 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyarak bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporuna göre hatalı soruların bulunduğu ve bu sorular için (+2) puan verilerek yeniden yapılan hesaplamaya göre başvurucunun 76 puan alarak başarılı sayılması gerektiği gerekçesiyle 28/12/2007 tarihinde dava konusu başarısız sayılma işleminin iptaline karar verilmiştir. İptal kararı üzerine başvurucu, gümrük müşavirliği izin belgesi ve bilge kullanıcı kodu almaya hak kazanmış ve müşavirlik görevini yapmaya başlamıştır. İdarenin kararı temyizi üzerine Daire 11/11/2008 tarihli kararıyla hatalı bulunarak iptal edilen sorulara (+2) puan verilmesi yerine bu soruların değerlendirme dışı bırakılıp ve geri kalan doğru soruların 100 puan üzerinden değerlendirilerek her bir sorunun puan karşılığı bulunmak suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerektiği, bu yöntemle yapılan hesaplamaya göre başvurucunun puanının 70’in altında kaldığı gerekçeleriyle iptal kararı bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Dairece reddedilmiştir. Mahkemenin 5/11/2009 tarihli kararıyla bozmaya uymayıp ısrar edilmiş ise de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (Kurul) 16/12/2010 tarihli kararıyla Daire kararı doğrultusunda hatalı bulunarak iptal edilen sorular değerlendirme dışı tutularak kalan sorular üzerinden puanın hesaplanması gerektiği gerekçesine istinaden ısrar kararı oyçokluğuyla bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Kurulun 24/5/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kurulun bozma ilamı üzerine Mahkemenin 16/1/2013 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 30/10/2013 tarihli ilamıyla kararı onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 11/6/2014 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 10/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. 2015/15076 Numaralı Başvuruya Konu Olaylar Danıştay Onuncu Dairesinin yukarıda belirtilen bozma ilamına (§ 16) istinaden başvurucunun gümrük müşavirliği izin belgesi iptal edilmiş ve bilge kullanıcı koduna bloke konulmuştur. Bunun üzerine başvurucu izin belgesinin iptali ve kullanıcı koduna bloke uygulanması işlemlerinin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesine (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 28/10/2011 tarihli kararıyla her ne kadar Ankara İdare Mahkemesi iptal kararı bozulmuşsa da Mahkemenin bozma ilamına uymayarak ısrar ettiği dikkate alındığında ortada uygulanması gereken olumsuz bir yargı kararı bulunmadığı gerekçesiyle izin belgesinin iptali ve kullanıcı koduna bloke uygulanması işlemlerini iptal etmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/4/2012 tarihli kararıyla Anayasa’nın maddesi uyarınca idarenin yargı kararlarına uymak ve bu kararların gereklerine göre işlem tesis etmek zorunda olduğu, kararın otuz gün içinde uygulanması gerektiği, ısrar kararının bozulduğu, buna göre Mahkeme kararının uygulanması amacıyla tesis edilen izin belgesinin iptali ve bloke uygulanması işlemlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçeleriyle İdare Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesinin 14/11/2013 tarihli kararıyla bozma ilamındaki gerekçelerle dava reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz talebi de Danıştay Onbeşinci Dairesinin 3/11/2014 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 29/5/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 11/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/9/2015 tarihinde 2015/15076 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17284
Başvuru, mesleğe kabul esnasında girdiği sınavdaki sorulardan bir kısmının iptal edilmesi sonucu gümrük müşaviri olarak mesleğe kabulü yapılan başvurucunun, daha sonra hesaplama farklılığı nedeniyle başarısız sayılmasına karar verilmesi ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş olup bağımsız ve tarafsız olmayan özel yetkili bir mahkemede uzun sayılacak bir sürede yargılamaların yapılmış olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tutuklamanın hukuka aykırı olması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak iletişimin dinlenmesi ve teknik takip yapılması nedenleriyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 14/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular olayların meydana geldiği tarihte İnönü Üniversitesinin çeşitli fakültelerinde öğrencidirler. Başvurucular; PKK terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle 24/5/2010 tarihinden itibaren iki gün gözaltında tutulmuşlar, gözaltının akabinde başvuruculardan Elif Mutlu ve Ozan Kıran serbest bırakılmış, diğer başvurucular ise tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 15/8/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucu Süphan Oruçlu'nun terör örgütü yöneticisi olmak suçundan, diğer başvurucuların ise terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 20/9/2012 tarihinde başvurucuların PKK terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca tutuklu olan başvurucuların hükümle birlikte tutukluluk hâllerinin devamına, başvurucu Ozan Kıran hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına da karar vermiştir. Mahkemenin başvurucuların terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde dikkate aldığı delillerin bazıları şu şekildedir: i. Mahkeme, başvurucuların PKK'nın gençlik yapılanması olan Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi (YDGM) bünyesinde faaliyetlerde bulunduklarını ve YDGM'nin Malatya yapılanmasını oluşturduklarını belirtmiştir. Mahkemeye göre YDGM, gençlerin kitlesel eylemlere yönlendirilerek daha güçlü bir eylemlilik sürecinin başlatılmasını amaçlamaktadır. YDGM'nin amacını bu şekilde açıklayan Mahkeme, bu örgütlenmenin PKK ile ilişkisi hususunda bazı haberlere de kararında yer vermiştir.ii. Başvurucuların Demokratik Öğrenci Derneği (DÖDER) adı altında terör örgütü yöneticilerinin verdiği talimatları yerine getirdikleri ifade edilmiştir. Başvurucuların da aralarında olduğu sanıkların bir kısmının bu derneğe üye oldukları, bir kısmının ise üye olmasa da bu dernek adı altında örgütsel faaliyetlerde bulundukları belirtilmiştir. Mahkemeye göre DÖDER, PKK terör örgütünün Malatya'da bulunan üniversitelerdeki ve yurtlardaki faaliyetlerinin organize edilmesi, örgüt üyeleri arasındaki koordinasyonun sağlanması ve terör örgütü yöneticilerince verilen talimatların icra edilmesi faaliyetlerinde araç olarak kullanılmaktadır.iii. Bundan başka başvurucuların terör örgütü üyelerinin örgüte olan bağlılıklarını canlı tutmak ve örgüte yeni kişiler kazandırmak amacıyla basın açıklaması, piknik, tanışma ve kaynaşma gecesi adı altında etkinlikler düzenledikleri ya da bu etkinliklere katıldıkları ileri sürülmüştür. Bu etkinliklerde terör örgütünün propagandasının yapıldığı da ayrıca vurgulanmıştır.iv. Mahkemeye göre başvurucular çatışmalarda ölen terör örgütü üyelerini sahiplenmekte, ölen kişilerden "şehit" ve "gerilla" diye bahsetmektedirler. Kararda;ölen örgüt mensuplarının otopsi için Malatya'ya getirilmesi durumunda başvurucuların birbirlerini haberdar ettikleri, otopsinin yapıldığı yere gelerek bekledikleri, bekleme sırasında "şehit namırın (şehitler ölmez)" şeklinde slogan attıkları, cenaze törenlerine katıldıkları ve örgüt üyelerinin mezarlarını ziyaret ettikleri tespitine yer verilmiştir. Kararda ayrıca başvurucuların, cenaze törenlerini ve mezarlık ziyaretlerini örgütsel bir gösteriye dönüştürdükleri ve bu etkinliklerde örgütün propagandasını yaptıkları, tüm eylemleri örgütün talimatına istinaden gerçekleştirdikleri de belirtilmiştir. v. Mahkeme; başvurucuların belirli periyotlarla toplantı yapmalarını, bu toplantı öncesinde ve toplantı anında gizliliğe azami ölçüde dikkat etmelerini de mahkûmiyete esas almıştır.vi. Soruşturma aşamasında yapılan aramalarda ele geçirilen örgütsel nitelikli bilgi ve belgeler ile başvurucuların sosyal medya hesaplarından yaptıkları örgütsel nitelikli paylaşımlar da mahkûmiyet kararında delil olarak değerlendirmeye alınmıştır.vii. Mahkeme; başvurucuların örgütsel nitelikteki gösterileri organize ettiklerini ve/veya bu gösterilere katıldıklarını, örgütsel nitelikte olan ve şiddeti çağrıştıran sloganlar atıp pankartlar taşıdıklarını, ayrıca örgütsel nitelikteki yayınları, internet sitelerini, televizyon kanallarını takip ettiklerini ileri sürmüştür. Mahkeme ayrıca başvurucuların örgütsel nitelikteki yayınların satımını ve dağıtımını yaptıklarını, bu faaliyetten elde edilen gelirlerin bir kısmını örgüte aktardıklarını, yayınların temin edilmesini ve öğrenci yurtlarına gizlice sokulmasını sağladıklarını ifade etmiştir.viii. Mahkeme; başvurucuların terör örgütünün talimatı üzerine öğrenci olayları başlattıkları, Üniversitede eğitim gören veya yurtlarda kalan öğrenciler üzerinde örgütün korkutucu gücünü kullanarak baskı oluşturdukları hususlarını da delil olarak değerlendirmeye almıştır.ix. Mahkemeye göre başvurucular, bazı kişileri ikna ederek PKK terör örgütünün silahlı faaliyetlerine katılmasını sağlamışlar hatta başvuruculardan Ozan Kıran, Fırat Bulut ve Elif Mutlu da PKK terör örgütünün silahlı faaliyetlerine katılmaya karar vermişlerdir.x. İletişim kayıtlarından yola çıkan Mahkeme, kolluk güçlerince gerçekleştirilen asayiş faaliyetlerini başvurucuların birbirlerine haber verdiklerini ve sürekli irtibat hâlinde olduklarını belirtmiş; başvuruculardan bazılarının silahlı faaliyette bulunan örgüt üyeleri hakkında "bizimkiler" diye bahsettiğini ifade etmiştir. Temyiz üzerine mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 26/3/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucular, nihai karardan 21/6/2014 tarihinde haberdar olduklarını belirtmişler; 14/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11953
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş olup bağımsız ve tarafsız olmayan özel yetkili bir mahkemede uzun sayılacak bir sürede yargılamaların yapılmış olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tutuklamanın hukuka aykırı olması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuka aykırı olarak iletişimin dinlenmesi ve teknik takip yapılması nedenleriyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Çocuğun cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından mağdurenin 21/3/2008 tarihinde hastanede doğum yapması üzerine Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığının 15/5/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2008 tarihli kararı ile başvurucunun kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan beraatine, çocuğun cinsel istismarı suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi 30/1/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 8/5/2013 tarihinde itiraz kanun yoluna başvurarak Yargıtay Ceza Dairesinin bozma kararının kaldırılmasına ve yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/11/2013 tarihli kararıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Yargıtay Ceza Dairesinin bozma kararının kaldırılmasına ve yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4115
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu 1982 tarihinde açtığı hukuk davasının hâlihazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması, taşınmazının yüz ölçümünde kadastro tespiti ile azaltma yapılması ve uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazdan yararlanamadığı gibi taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kesinliğe kavuşmaması nedeniyle adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 23/10/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/3/2014 tarihli yazısı 8/10/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından Bakanlık görüşüne karşı 24/10/2014 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 11/5/1978 tarihinde satın alınan taşınmaz kadastro tespit çalışmaları sırasında, 397 parsel numarası altında ve 000 m2 yüz ölçümüyle başvurucu adına tespit görmüştür. Başvurucu tarafından taşınmazının yüz ölçümünün eksik tespit edildiği yönünde 18/3/1981 tarihinde kadastro komisyonuna yapılan itirazın reddedilmesi üzerine 30/11/1982 tarihinde Gelibolu Kadastro Mahkemesinin E.1982/739 sayılı dosyası üzerinde tespite itiraz davası açılmıştır. Mahkemece verilen birleştirme kararı ile E.1982/739 sayılı dosyanın Mahkemenin E.1983/17 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Gelibolu Kadastro Mahkemesi teşkilatının kaldırılması üzerine, belirtilen dava dosyası Çanakkale Kadastro Mahkemesine devredilmiş olup, hâlihazırda Çanakkale Kadastro Mahkemesinin E.2013/10 sırası üzerinde derdesttir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7958
Başvurucu 1982 tarihinde açtığı hukuk davasının hâlihazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması, taşınmazının yüz ölçümünde kadastro tespiti ile azaltma yapılması ve uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazdan yararlanamadığı gibi taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kesinliğe kavuşmaması nedeniyle adil yargılanma, mülkiyet ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2018/29522 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/29522 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29522
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun bir iş arkadaşı ile yaptığı cep telefonu yazışmalarının işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Özel bir şirket çalışanı olan başvurucunun iş sözleşmesi, işveren tarafından 31/10/2017 tarihinde feshedilmiştir. Aynı işyerinde çalışan Ö.Ç. isimli kişiye verilen cep telefonunun incelenmesi sonucunda elde edilen mesaj içerikleri feshin gerekçesi olarak bildirilmiştir. Başvurucu 22/11/2017 tarihinde İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, feshe dayanak yapılan mesajlaşma içeriklerinin bir suretinin fesih bildirimine eklenmediğini, yazışmaların hayal mahsulü olduğunu, şirketin verdiği telefon hatlarının çalışanların özel hayatlarında da kullanıldığını, bu yazışmaların kişisel veri olarak korunması gerektiğini ifade etmiştir. Davalı şirket vekili davaya cevabında; işten ayrılan şirket çalışanı Ö.Ç.ye iş amacıyla tahsis edilen cep telefonunun müşterilerin iletişim bilgilerine ulaşmak için incelendiğini, başvurucu ile Ö.Ç. arasındaki mesajlaşmaların feshe dayanak yapılan içeriklerine ulaşıldığı vurgulanmıştır. Anılan mesaj içeriklerinde şirket çalışanları hakkında rahatsız edici, şirket çalışanlarının görev ve sorumluluklarını yerine getirmekten imtina ettiklerine dair hakaret içeren ifadeler olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 31/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucu ile Ö.Ç. arasındaki yazışmaların içeriklerine yer verilmiş olup bunların haklı fesih sebebi teşkil edebileceği, cep telefonunun işveren tarafından verilmesi nedeniyle anılan yazışmaların hukuka uygun olarak elde edildiğinin kabulünün gerekeceği vurgulanmıştır. Başvurucu vekilinin anılan karara karşı yaptığı istinaf başvurusu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 28/5/2019 tarihli kararıyla kabul edilmiş, mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; mesaj içeriklerinde kullanılan sözlerin işverenle çalışanlar arasında çalışma barışını bozabilecek ve iş ilişkisini olumsuz etkileyecek nitelikte olduğu, bu açıdan Mahkemece davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun mesajlaştığı Ö.Ç.nin kullandığı cep telefonunun işverene ait olduğu, işverence düzenlenen ''İletişim Araçları Politikası'' başlıklı belgenin 1 maddesinde ''şirkete ait iletişim araçları (bilgisayar, telefon, GSM hat ve diğer) sadece görev nedeniyle ve iş amaçlı olarak kullanılması gerektiği, özel amaçlı haberleşme ve işler için kullanılmaması gerektiği" hususlarının belirtildiği vurgulanmıştır. Bu durumda işverene ait cep telefonunu işverenin incelemesinin özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiği ve bu delilin hukuka aykırı şekilde elde edildiği neticesi doğurmayacağı, personelin bu telefon ile özel amaçlı haberleşmesinin yasaklandığı belirtilmiştir. Ancak mahkeme kararında, geçerli nedenle iş akdinin feshedildiği kabul edilmesi gerekirken feshin haklı nedenle yapıldığı yönündeki gerekçenin hatalı olduğu ve bu hususun kamu düzenine aykırılık teşkil edeceği ifade edilmiştir. Nihai karar 25/6/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. E.Ü. [GK], B. No: 2016/13010, 17/9/2020, §§ 22-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25604
Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun bir iş arkadaşı ile yaptığı cep telefonu yazışmalarının işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucular tarafından gönderilmek istenen iletilerin sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2017/21050 numaralı başvuru dosyasının, konu yönünden irtibat nedeniyle 2017/20875 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine, incelemenin 2017/20875 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, hükümlü olarak Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucular, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'a (A.Ö.) yazdıkları faks ve mektubu göndermek istemişlerdir. Başvurucu İhsan Kartal'ın yazdığı faksa başkanımız hitabıyla başlandığı gözlenmiştir. Faksta ayrıca Ortadoğu'da oluşan bunalım ve kaosun ezilen halklar için büyük fırsatlar doğurduğundan, devrimlerin kaos ortamlarında ortaya çıktığından, A.Ö.nün Ortadoğu'da geliştirdiği paradigmanın tüm dünya halkları için bir umut ışığı olduğundan, bu umudu büyütmenin kendilerine düştüğünden, partilerinin halkın doğuşunu yeniden yaratmayı başardığından, Türkiye'de kapitalistlerin ırkçılık yaptıklarından, Kürt soykırımında karar kıldıklarından, buna karşı direnmek dışında bir şansları olmadığından bahsedildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu Abdurezzak Şimşek'in yazdığı mektupta ise; kendilerinin iyi olduğu, tek üzüntülerinin A.Ö.nün esarette olması ve ondan haber alamayışları olduğu, A.Ö.nün sesinin, isminin, fikir ve düşüncelerinin, kendilerinin esas güçleri bulunduğu, parti yıl dönümlerini kutladıkları ve partilerinin kurulduğu özgürlüğün başkentinde buluşmayı ümit ettikleri ifadelerine yer verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından 18/11/2016 ve 30/11/2016 tarihlerinde verilen sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla söz konusu iletilerin muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde; iletilerin içeriğinde örgütsel haberleşme ve propaganda içeren ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucular tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet başvuruları 3/1/2017 ve 13/1/2017 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde; Disiplin Kurulu tarafından verilen kararlar tekrar edilerek, kararların usul ve yasaya uygun bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucular tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararlarına karşı Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazlar 7/3/2017 ve 30/3/2017 tarihli kesin kararlarla reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararların usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucular 27/3/2017 ve 10/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20875
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucular tarafından gönderilmek istenen iletilerin sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/314 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında, 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/314
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2018/25154 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/25154 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen ceza yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25154
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) şartlarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Tunceli Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediye, başvurucunun terör örgütüyle irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde şirkete bildirimde bulunmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 12/7/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, işverenin iş sözleşmesini başvurucu hakkında terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olabileceği hususunda şüphe bulunduğunu belirterek 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi kapsamında gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca emniyet ve istihbarat kaynaklı bilgilerden başvurucunun terör örgütüne mensup olma suçundan çeşitli tarihlerde ceza infaz kurumunda kaldığının, 2004 yılında tahliye edildiğinin anlaşıldığı, bu nedenle işverenin terör örgütü ile irtibatı ve iltisakı tespit edilen başvurucudan şüphe duymasının makul olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 10/1/2019 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 24/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 15/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13732
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bunu takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri; Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen ve başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022). Yukarıda özetlenen dönemde Cizre ilçesinde 4/9/2015 ile 12/9/2015 tarihleri arasında sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Başvurucuların yakını O. sokağa çıkma yasağının uygulandığı 7/9/2015 tarihinde ateşli silahla yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir. O. aynı gün saat 30 civarında 112 Acile bağlı ambulansla ölü olarak hastaneye getirilmiştir. Cumhuriyet savcısı ve ölenin kimlik tanığı olarak kardeşi S.nin katılımıyla ölü muayenesi gerçekleştirilmiştir. S. ölü muayenesi sırasındaki beyanında, kardeşinin ikamet ettiği Cudi Mahallesi Z.. Sokak'ta bulunan evinde güvercinleri beslemek için çatıda olduğu sırada ateş sesleri duyması üzerine merak ederek kapıya çıktığını ve bu sırada vurulduğunu belirtmiştir. Saat 30'da hastanede düzenlenen olay yeri inceleme formunda ceset üzerinde gerekli incelemelerin yapıldığı kayıt altına alınmıştır. Güvenli olmadığı gerekçesiyle olay yerinde inceleme gerçekleştirilemediği tutanağa bağlanmıştır. 8/9/2015 tarihinde Cumhuriyet savcısının katılımıyla gerçekleştirilen otopsi işlemi sonucunda kişinin ölümünün femur kırığı ile birlikte büyük damar yaralanmalarından gelişen dış kanama sonucu olduğu değerlendirilmiştir. Ölü muayenesi ve otopsi sırasında ölenin her iki el içinden ve üstünden, ayrıca yanağından svap alınmıştır. Yapılan incelemede svaplarda atış artığına rastlanmamıştır. Otopsi işlemi sırasında bulunan bir mermi çekirdeği gömlek parçası kriminal incelemeye gönderilmiş, düzenlenen raporda hangi silahtan atıldığının tespiti yönünde mukayeseli bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Daha sonraki bir tarihte (yaklaşık 1 yıl sonra) olay yeri incelemesi yapılarak ölenin vurulduğu beyan edilen ikametin haritalı olay yeri krokisi hazırlanmıştır. Ölenin yakınlarının resen başlatılan soruşturma kapsamında beyanları alınmıştır. Kardeş S. özetle olay günü sabah yedi sekiz sıralarında kardeşi ve komşularının kapının önünde oturduklarını, kendisinin de o sırada avluda olduğunu, birden çok yoğun şekilde silah sesi duyduğunu, kardeşi yaralandıktan sonra bağrışmalar olduğunu, silah seslerinin kesilmesini bekledikten kardeşinin yanına gittiğinde kardeşinin yaralandığını gördüğünü, ambulans çağırdıklarını ancak ambulansın gelemediğini, iki saat sonra kendileri hastaneye götürmek istediklerinde yeniden silah sesleri başlaması nedeniyle başka bir eve sığındıklarını, bu sırada kardeşinin öldüğünü fark ettiğini, ambulansın gelerek kardeşini hastaneye götürdüğünü, kurşunun nereden geldiğini görmediğini, uzun süre hiç durmadan ateş edilmesi ve silah seslerinin çok yoğun olması nedeniyle bir panzerden ateş edildiğini düşündüğünü belirtmiştir. Ölenin babası N. sabah saat yedi sekiz sıralarında oğlunun üzerindeki eşofmanla kapının önüne çıktığı esnada silah sesleri gelmeye başladığını, oğlunun yere düştüğünü, korkudan önce yanına gidemediğini, silah sesleri kesilince komşularla birlikte oğlunun yanına gittiğinde vurulduğunu gördüğünü, kahverengi, siyah, gri renkli bir panzerin oturdukları yere yaklaşık 200-250 metre kadar uzaktan ateş açtığını gördüğünü beyan etmiştir. Ölenin annesi beyanında olay günü saat sabah 00 sıralarında oğlunun komşularla birlikte kapının önünde oturmakta olduğunu, birden silah sesi duyduğunu, hemen dışarıya çıktığını ve oğlunun yaralandığını gördüğünü, oğlunu kimin vurduğunu görmediğini ifade etmiştir. Ölenin iki komşusunun tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. Bu kişiler beyanlarında, olay günü sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen mahallede birkaç kişinin kapılarının önünde oturduğunu, ölenin de bu oturanlar arasında olduğunu, dışarıdan silah sesleri geldiğini, O.nin yaralandığına dair bağırışlar duyduklarını, nasıl vurulduğunu görmediklerini belirtmiştir. Yürütülen soruşturmada ölen hakkında yapılan araştırma kapsamında 9/4/2014 günü ikametgâhında arama yapıldığı, evde Kalaşnikof marka tüfek ile av tüfeklerinin ele geçirildiği, bu yöndeki adli sürecin devam ettiği tespit edilmiştir. Gizli tanık Beyaz'ın Cumhuriyet savcısı huzurunda alınan ifadesinde ölen hakkında "Şahsın ismini O. olarak bilirim. Şahsın Cudi mahallesi Mezbaha Sokak üzerinde bulunan barikatlarda Kaleşnikof marka silah ile nöbet tuttuğunu bilirim, şahsın güvenlik güçleri ile çatışmaya girip girmediğini bilmiyorum." şeklinde beyanda bulunduğu soruşturma dosyasından anlaşılmıştır. Yapılan araştırmada daha sonraki tarihlerde örgüt mensuplarının verdiği beyanlardan Cudi Mahallesi, Mezbaha Sokak'ta (ölenin vurulduğu beyan edilen Ziraat Sokak'ı kesen sokak) güvenlik güçlerinin girmesini engellemek amacıyla barikatlar kurulduğu, sözde kontrol noktası oluşturulup buraya ölenin isminin (O. noktası) verildiği tespit edilmiştir. Soruşturmada, O.nin ölümünün örgüte müzahir siteler aracılığıyla sahiplenildiği, "Cizre Direniş Şehitleri" başlığı altında paylaşım yapıldığı soruşturma makamlarınca belirlenmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı; yapılan kolluk araştırmaları ve ölen hakkında yürütülen soruşturma dosyalarına göre ölenin PKK örgüt üyesi olarak faaliyetlere katıldığının saptanması, barikatlarda nöbet tuttuğu yönünde tespit bulunması, yine terör örgütü mensuplarınca belirli bir noktaya isminin verilmiş olması karşısında ölenin terör örgütü PKK üyesi olduğunu, Cizre'de terör örgütü PKK'nın amaçları doğrultusunda ilan edilen sözde öz yönetim kapsamında mahallelerde silahlı faaliyet gösterdiğini, sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde güvenlik güçleri tarafından başlatılan operasyonda diğer terör örgütü üyeleri ile birlikte çatışmalara katıldığını değerlendirmiştir. Başsavcılık güvenlik güçlerinin operasyonları esnasında öldürüldüğü değerlendirilen O.nin ölümüyle ilgili olarak güvenlik güçlerinin aldıkları emri yerine getirmek için örgüt mensuplarının silahlı ve bombalı eylem yaptıkları mahallelerde bulunmaları sebebiyle yetkili merciden aldıkları hukuka uygun emri yerine getirdikleri sırada kendilerine, diğer güvenlik güçlerine ve sivil halka örgüt mensuplarınca yöneltilen, gerçekleştirilen, gerçekleştirilmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıları o andaki hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunda olduklarını tespit etmiş; kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karara karşı yapılan itiraz reddedilmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 7/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 10/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular ayrıca yakınlarının ölümü nedeniyle idarenin kusurlu ve kusursuz sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla tam yargı davası açmış, başvurucuların açtığı dava reddedilmiştir. Anılan karar, temyiz incelemesi aşamasındadır. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13460
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve bunu takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmasından dolayı açılan kamu davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi dolayısıyla da makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1971 doğumlu olup olay tarihinde kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP)üyesi ve Diyarbakır büyükşehir belediye başkanıdır. DTP Genel Merkezinin aldığı karar doğrultusunda ateşkesin kalıcılaştırılması ve operasyonların durdurulması amacıyla Diyarbakır'da başlayan ve Ankara'da sona ermesi planlanan barış yürüyüşü adıyla gösteriler düzenlenmiştir. Bu kapsamda 16/12/2006 tarihinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde görev yapan DTP'li belediye başkanları ve parti mensuplarının katılımıyla Şanlıurfa'dan Gaziantep'e hareket edilmiştir. 17/12/2006 tarihinde saat 45'te Gaziantep DTP yöneticileri ve mensuplarının da katıldığı yaklaşık 000 kişilik grup, DTP Şehitkamil İlçe Teşkilatı binasına yakın olan Yunus Emre Mahallesi 28 numaralı caddede toplanmıştır. Anılan grup caddeyi tamamen trafiğe kapatmak suretiyle halay çekmiştir. DTP Genel Başkan Yardımcısı A.T. ile başvurucu -ses cihazları bulunan- bir minibüsten kitleye hitaben beş dakika süren bir konuşma yapmıştır. Bu esnada toplulukta bulunan bir grup "Biji Serok Apo (Yaşasın Apo Başkan), Gençlik Aponun Fedaisidir, Dısa Dısa Serhilden Sero Kime Öcalan (Yine Yine Baş Kaldır Başkanım Öcalan), Barışa Bir Ses Çift Taraflı Ateşkes, Biji Aşiti, Barışa Uzanan Eller Kırılsın, Baskılar Bizi Yıldıramaz" şeklinde slogan atmıştır. Toplantıya katılan göstericilerin bir kısmı ellerinde "kutsal barış doğarsa yeniden dirileceği Yurtsever Özgür Gençlik Hareket YÖGEH" yazılı pankart ile yürümüştür. Ayrıca Diyarbakır'dan gelen grup "demokratik çözüm ve barış için operasyonlar durdurulsun, barış eli havada kalmasın, demokratik çözüm ve birlikte yaşam için Ankara'ya yürüyoruz" yazılı pankart açmıştır. Başvurucu ile göstericiler saat 30'da otobüs ve özel araçlarla Gaziantep'ten ayrılmıştır. Gösteri olaysız şekilde sona ermiştir. Konuşma sırasında bazı sloganlar atılmış ve pankartlar açılmış ise de başvurucu hakkında bu yönde açılmış bir soruşturma veya verilmiş bir mahkeme kararı olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Gaziantep Emniyet Müdürlüğünün 2/11/2006 tarihli yazısına göre gösteri yürüyüşü, idareye önceden bildirim yapılmadan düzenlenmiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu ve diğer on altı kişi hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası gereğince kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçundan cezalandırılmaları talebiyle -görevsiz mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamenin iadesi sonrası- 23/3/2007 tarihli ve E.2007/4002 sayılı iddianame düzenlemiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"Olay tarihinde ... adlı şüphelilerin [başvurucunun adı yer almamakta] DTP tarafından barış yürüyüşü olarak adlandırılan faaliyet kapsamında 2911 sayılı yasanın maddesi gereği bildirimde bulunmaksızın ve usulünce izinler alınmadan saat: 10:00 sıralarında Yunus Emre mahallesi caddeyi trafiğe kapatmak yoluyla toplantı ve gösteri yaptıkları, bu toplantı sırasında haklarında ayırma kararı verilen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman BAYDEMİR ve DTP’nin genel başkan yardımcısı [A.T.un] konuştukları, şüphelilerin eylemlerinin 2911 sayılı yasanın 28/ maddesine aykırılık teşkil ettiği yukarıda sayılan delillerle tereddüde yer bırakmayacak şekilde anlaşılmış, şüphelilerin eylemin organize olarak düzenlenmediği, kalabalığın kendiliğinden toplandığı yolundaki savunmalarının aksi tereddüde yer bırakmayacak şekilde ve yukarıda sayılan delillerle anlaşılmıştır.Şüphelilerin açıklanan eylemleri dikkate alındığında 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun maddesine uygun şekilde bildirim yapmaksızın yaklaşık 2000 kişilik gurubu toplayarak izinsiz toplantı ve gösteri gerçekleştirdikleri, bu eylemlerinin işlendiği yer, zaman ve eyleme katılanların sayısı dikkate alındığında trafikte aksamalara yol açıldığı, ... caddenin trafiğe kapatıldığı, dolayısıyla eylemlerinin 2911 Sayılı Yasanın 28/ maddesindeki suç tipine uyduğu sabittir." Dava, Gaziantep Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 17/11/2011 tarihinde başvurucu ve diğer on dört sanık hakkında 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmetmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Bilirkişi söz konusu cd'lerin dosyada bulunan fotoğraflar eşliğinde yapılan incelemesinde; [B.], [A.O.], [Z.], [], [H.], [T.S.], [B.] isimli şahısların bahse konu toplantı ve yürüyüşe katıldıkları, yürüyüşe katılan grubun zaman zaman biji serok Apo, gençlik Aponun fedisidir, barışa bir ses çift taraflı ateşkes, biji bıratiya gelan şeklinde sloganlar attıkları, ayrıca Abdullah ÖCALAN'a ait posterlerin taşındığı, yukarıda adı geçen şahısların ise slogan attıkları veya bu şekilde poster ve resim taşıdıklarının görülmediği şeklinde rapor tanzim etmiştir.Dosya kapsamı toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde, sanıklar savunmalarında Demokratik Toplum Partisi adayı olan adayların seçim bölgelerinde yeterli oy almalarına rağmen baraj neden ile meclise girememiş olan milletvekili adaylarından oluşan temsilcilerin Diyarbakır'da toplanarak Gaziantep'e geldiklerini, ertesi gün misafirleri yolcu etmek üzere parti yöneticileri olarak toplandıklarını, bu sırada çağrı ve davet olmadan kitlenin organizasyon olmadan toplandıklarını, beyan etmiş ise de sanıkların toplanan kalabalık içerisinde oldukları ve kalabalık grup içerisinde yasa dışı terör örgütü olan PKK ve örgüt lideri Abdullah Öcalan adına sloganlar attıkları, bu suretle toplantının kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne dönüştüğü, ..." Başvurucu 19/12/2011 tarihinde karara itiraz etmiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2012 tarihinde HAGB'nin kabul edip edilmediği sorulmadan uygulanması nedeniyle itirazın kabulü ile HAGB kararının kaldırılmasına karar vermiştir. İtirazın kabulü üzerine dosya 9/2/2012 tarihinde yeniden Mahkemenin esasına kaydedilmiştir. Başvurucu savunmasında; DTP karar organları ve başkanlarının çağrısı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı'na barış talepli mektup sunmak amacıyla Diyarbakır'dan Ankara'ya yürüyüş düzenlendiğini belirtmiştir. DTP'ye üye belediye başkanları, Meclis üyelerinin de katılımıyla yol güzergâhında olan yerleşim birimlerinde gösteriler yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu; belediye başkanı sıfatıyla, devam eden kardeş kavgasının sona erdirilmesi ve sorunların barışçıl diyalog ile çözülmesi için açıklama yaptığını belirtmiştir. Başvurucu; kalabalık nedeniyle kaldırımdan yola taşmalar olduğunu ancak yolun trafiğe kapatılmadığını, nitekim gruba herhangi bir müdahalede bulunulmadığını ifade etmiştir. Mahkeme 28/3/2013 tarihinde aynı gerekçe ile (bkz. § 17) başvurucu hakkında 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmetmiş ve cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı başvurucu tarafından 12/2/2014 tarihinde temyiz edilmiştir. Başvurucu, kanuni düzenlenme gereğince kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi zorunlu olmasına rağmen cezanın ertelenmesine dair kararın kanuna aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Yargıtay 18/6/2015 tarihinde, 5/7/2012 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun hükümlerine göre (bkz. § 34) -esasa ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmadan- kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Bozma kararı sonrası Mahkeme 11/9/2015 tarihinde, başvurucunun 7/6/2015 tarihinde milletvekili seçilmesi nedeniyle yargılamanın durdurulmasına ve Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun yasama dokunulmazlığının kaldırılması için dosyanın TBMM'ye sunulmak üzere Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne (Müdürlük) gönderilmiştir. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 23) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciye iade edileceği öngörülmüştür. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki dosya 20/6/2016 tarihinde işlem yapılmak üzere Mahkemeye gönderilmiştir. Müdürlüğün iade yazısı sonrası Mahkeme, bozma kararına uyarak 13/2/2018 tarihinde kovuşturmanın ertelenmesine ve üç yıl denetime tabi tutulmasına karar vermiştir. Başvurucu 16/2/2018 tarihinde kovuşturmanın ertelenmesi kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 18/5/2018 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı, başvurucuya 18/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(Değişik fıkra: 3/8/2002 tarih ve 4771 sayılı Kanun'un md.) Toplantı yapılabilmesi için, düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırksekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;...e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,...Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;...(b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, ...karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen ... kovuşturmaya devam olunur.” Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin bazı kararlarının ilgili kısmı şöyledir: "2911 sayılı Kanunun maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç seçimlik hareketli bir suç olup, bu suçun oluşması için failin 'düzenlemek, yönetmek veya düzenleyen veya yönetenlerin hareketlerine katılmak' fiillerinden birini işlemesi suçun oluşması için yeterlidir. Nitekim; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1979 gün ve 232-303 sayılı kararında da; 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinin suç tarihindeki karşılığını oluşturan 171 sayılı Kanunun 18/ maddesindeki yazılı suçun; kanunsuz toplantı ve yürüyüşün 'tertip edilmesi', 'idare edilmesi' ve 'tertip ve idare edenlerin hareketlerine bilerek iştirak edilmesi, hareketlerinin paylaşılması' durumunda oluşacağı ifade edilmiştir.Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, somut olaylarda, yasadışı toplantıya dönüşen etkinliklerde grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenleme, yönetme veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması ( 23/3/2018, E. 2018/276, K.2018/944);... 2013 ve 2013 tarihli eylemlerde BDP Malazgirt ilçe teşkilatı binası önünde toplanan ve sanığın da içerisinde bulunduğu grupların Narinkale caddesi istikametine doğru yürüyüşe geçtikleri, yolu kısmen trafiğe kapatan gruba güvenlik görevlileri tarafından dağılmaları yönünde anonsların yapıldığı, buna rağmen dağılmayan grupların yürüyüşe devam ederek yeniden teşkilat binası önüne gelip burada zor kullanma olmaksızın dağıldıkları ve 2012, 2012 ve 2012 tarihli olaylarda ise grup içerisinde yer almaktan başkaca eylemi bulunmayan sanığa atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanığın beraati yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması (8/5/2017, E. 2017/1006, K.2017/3910);Dosya kapsamında bulunan olay, yakalama ve el koyma tutanağından sanıkların, 2012 tarihinde İzmir Konak Meydanında bulunan SGK İl Binası önünde, cezaevlerinde bulunan terör örgütü mensubu hükümlü ve tutukluların açlık grevlerine destek vermek amacıyla resmi mercilere bildirimde bulunmadan basın açıklaması ve oturma eylemi yaptıkları sırada; kolluk kuvvetlerince dağılmaları hususunda ihtar yapılmasına rağmen dağılmayarak, herhangi bir şiddet eylemine başvurmadan ve kolluk kuvvetlerince zor kullanılmadan gözaltına alındıklarının anlaşılması karşısında; basın açıklaması ve oturma eylemi yapma dışında başkaca eylemi bulunmayan sanıklara atılı 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesinde belirtilen şekilde kanuna aykırı olarak yapılan gösteriyi düzenlediği, yönettiği veya düzenleyen ve yöneten kişilerin fiillerine iştirak etme suçlarının unsurları itibarı ile oluşmadığı gözetilerek, sanıkların beraatleri yerine hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması (14/9/2017, E.2017/1919, K. 2017/4928);Sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü organize edip, yönetmesi gösteriye katılım sağlanması yönünde çalışmalarda bulunup adam toplaması halinde eyleminin 2911 sayılı Kanunun 28/ maddesi kapsamında kalacağı dikkate alınarak, sanığın kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenlenmesinde ya da katılım sağlanması yönünde bir çalışmasının olup olmadığının tespit edilerek sonucuna göre değerlendirme yapılması gerektiğinin gözetilmemesi (5/4/2017, E.2016/682, K. 2017/3601)."B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için bkz. Emre Soyasalan, B. No: 2014/11306, 18/4/2019, §§ 20-22; Selma Elma B. No : 2017/24902, 4/7/2019, § 21; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30 ve Ömer Faruk Akyüz B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24509
Başvuru, bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmasından dolayı açılan kamu davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi dolayısıyla da makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, kanun iptali talebi nedeniyle de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. 2022/43913, 2022/68344, 2022/90847, 2022/97367 ve 2023/53461 sayılı dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/43904 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/43904 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/43904
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, kanun iptali talebi nedeniyle de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tapu iptali ve tescil talebiyle 19/10/2009 tarihinde dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 1/12/2010 tarihli kararı ile davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından yargılamaya Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiş, bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 30/3/2015 tarihli başvurucu vekilinin bulunduğu celsede dava konusu taşınmazın başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Anılan karara karşı temyiz yoluna başvurulmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7696
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kıdem ve ihbar tazminatı talebiyle açılan davanın ceza yargılamasının sonucu beklenmeden karara bağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işverene ait işyerinde şoför olarak çalışmakta iken iş akdi işveren tarafından 1/2/2013 tarihinde 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (II) numaralı fıkrası uyarınca feshedilmiştir. İşveren, fesih nedeni olarak şirketin deposundan alınan ekmek mamüllerinin faturasız olarak satılmasına dayanmıştır. Başvurucu 13/2/2013 tarihli dava dilekçesiyle iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, fesih tarihine kadar fazla mesai yaptığını, çalıştığı dönem boyunca yıllık izinden yararlandırılmadığını, bir kısım aylığının ödenmediğini ve hafta sonu, genel tatil ile ulusal bayramlarda çalıştığını belirterek kıdem ve ihbar tazminatı da dâhil olmak üzere toplam 000 TL işçilik alacağının ödenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, bilirkişi raporu doğrultusunda 14/4/2014 tarihinde talebini ıslah etmiştir. İstanbul Anadolu İş Mahkemesi 22/5/2014 tarihli kararla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, dinlenen tanık beyanları, bilirkişi raporu, dosya kapsamı ve özellikle hakkında düzenlenen iddianamenin içeriğine göre başvurucunun, davalı işverene ait iş yerinde şoför olarak çalışmakta iken yufka ve ekmek ürünlerini müşterilere fatura ve fiş düzenlemeden satarak işvereni zarara uğrattığından feshin haklı olduğuna ve bu hâlde kıdem ve ihbar tazminatı ödenmeyeceğine karar vermiştir. Mahkeme diğer işçilik alacakları yönünden ise başvurucunun alacak isteğini haklı bulmuştur. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 11/11/2015 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 16/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 15/1/2016 tarihinde tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4857 sayılı Kanun'un ''İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:... Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:...e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.'' 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1074
Başvuru, kıdem ve ihbar tazminatı talebiyle açılan davanın ceza yargılamasının sonucu beklenmeden karara bağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (PDY) yönelik soruşturma kapsamında Artvin Sulh Ceza Hâkimliğinin6/9/2016 tarihli tevkif müzekkeresiyle tutuklanarak Artvin Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucunun, eşi ve çocuklarına hitaplı, alıcısı eşi olan mektubu, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından sakıncalı olup olmadığı değerlendirilmek üzere incelenmiştir. Disiplin Kurulu kararında, bahse konu mektubun başvurucunun oğlu Eren'e hitaplı "İyi ki varsın Eren!", "Canım Oğlum Eren," şeklinde başlayan kısmında yer alan "(2) Her insan kıymetlidir. İnsanlara kıymetli olduğunu her fırsat bulduğumuzda bir şekilde dile getirmeli göstermeliyiz. Yani sevdiklerimizi devamlı aramalı, sormalı, ilgilenmeli, güzel süprizler yapmalı. Mesajla yazıyla, her ne yolla olursa olsun insanların kıymetli olduklarını bir şekilde hissettirmeliyiz. Biz hissettiklerimizi sadece içimizde bırakıyoruz, karşı tarafın bizim içimizi okumasını bekliyoruz çoğu zaman. Kısacası bu konuda kafa yormak ve etrafımızdaki dostlarımıza sahip çıkmalıyız.(3) iyi insanların her zaman kahraman olma potansiyeli var! Kahramanlar ölümsüzdür" şeklindeki ifadelerin 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesi gereğince sakıncalı olduğu ve 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin fıkrası gereğince mektubun alıcısına gönderilmemesine karar verildiği belirtilmektedir. Öte yandan mektupta bu ifadelerin bulunduğu paragrafın öncesinde "Canım oğlum, bu hafta televizyonlarda İyi ki varsın Eren sloganını hep beraber izledik. ... Ben her seferinde senin isminin de Eren olması dolayısıyla seni de aklıma getirdim! Maçka'da gencecik Eren teröristlerin hain saldırısı sonucu hayatına veda etti. O hayattayken O'nun kıymetini bilemedik ki şimdi bilmeye çalışıyoruz." şeklindeki ifadelerin bulunduğu görülmektedir. Başvurucu, Artvin İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itirazda bulunmuş, Maçka ilçesinde şehit edilen on beş yaşındaki Eren için kullandığı ifadelerin yanlış yorumlandığını belirterek Disiplin Kurulu kararının usul ve yasaya aykırı olması nedeniyle mektubun alıcısına gönderilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 18/8/2017 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, Disiplin Kurulu kararının usule ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin anılan kararına karşı yapılan itiraz Artvin Ağır Ceza Mahkemesinin 2/2/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, İnfaz Hâkimliğince verilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 14/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15-28; Ahmet Kağanarslan ve diğerleri, B. No: 2017/16257, 10/3/2020, §§ 18-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7924
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 11/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 15/6/2011-18/6/2011 tarihlerinde gözaltına alınmış; Batman Sulh Ceza Mahkemesinin 19/6/2011 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmışlardır. Başvuruculara isnat edilen suçların terör suçu olması nedeniyle Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/288 sayılı fezlekesi ile başvurucular hakkındaki soruşturma dosyası, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga maddeyle görevli) gönderilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 15/8/2011 tarihli iddianamesi ile başvurucuların "silahlı terör örgütü yöneticisi/üyesi olma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet" suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucular da dâhil olmak üzere toplam 29 sanığın cezalandırılması talep edilmiştir. Dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) E.2011/78 sayılı dosyası üzerinden başvurucular bakımından tutuklu olarak görülmüştür. Mahkemece 31/10/2011 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucular, kendilerine sorulan tüm sorulara Kürtçe cevap vermişlerdir. Mahkeme, bu durumu "Kürtçe savunma yapmak üzere tercüman atanması" talebi olarak değerlendirmiş ve talebin reddine karar vermiştir. Mahkemenin ret gerekçesinde başvurucular da dâhil olmak üzere tüm sanıkların bu güne kadarki savunmalarını Türkçe olarak yaptıkları ve ayrıca eğitim ve sosyal konumları itibarıyla da Türkçe'yi bildiklerine vurgu yapılmıştır. Mahkemeye göre başvurucuların tercümandan yararlanma talebi, bundan dolayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, ayrıca 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen koşulları taşımamaktadır. Mahkeme son olarak gerekmediği hâlde savunmanın tercüman aracılığıyla alınmasının, ceza yargılamasının temel ilkelerinden biri olan "yüz yüzelik ilkesi" ile bağdaşmayacağına ve yargılamanın uzamasına sebebiyet vereceğine değinmiştir. Başvurucular Kürtçe savunma yapmaya ve sorulan sorulara Kürtçe cevaplar vermeye devam ettiklerinden sonraki duruşmalarda da başvurucuların savunmaları alınamamıştır. Başvurucular 13/3/2013 tarihli celsede tercümanla savunma yapma taleplerini yinelemişleridir. Mahkeme, bu talebi değerlendirirken5271 sayılı Kanun'un maddesine 24/1/2013 tarihinde eklenen (4) numaralı fıkrayı dikkate almış; ancak "mevcut düzenlemede [kişinin kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde savunma yapması] hususu[nu]n iki aşamayla sınırlı tutulduğu, ilk aşama olan iddianamenin okunması aşamasının zaten çok önce yerine getirildiği ve henüz de esasa dair mütalanın sunulmadığı" gerekçesiyle (bu aşamada) talebin reddine karar vermiştir. Bununla birlikte Mahkemenin söz konusu talebi, mütala sonrası kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri bir dilde savunma yapma talebi olarak kabul ettiği ve mütalaadan sonraki aşamada yeniden talepleri beklenmeksizin başvurucuların da aralarına olduğu bir kısım sanığa tercüman atanmasına karar verdiği görülmektedir. Devam olunan yargılamada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını 19/6/2013 tarihli duruşmada bildirmiştir. Cumhuriyet savcısı, başvurucuların PKK terör örgütünün üyesi oldukları ve örgüt adına gerçekleştirilen bazı eylemlere katıldıkları; bu nedenle de "terör örgütüne üye olma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarından cezalandırılmaları gerektiği düşüncesindedir. Mahkeme, başvurucuların Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşüne karşı savunmalarının alınması sırasında tercüman görevlendirmiş ve başvurucular esas hakkındaki savunmalarını tercüman aracılığıyla Kürtçe olarak yapmışlardır. Bu kapsamda başvuruculardan Derya Aslan'ın savunmada bulunduğu; Songül Enüştekin ve Berivan Elter'in duruşmaya katılımlarının Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden sağlanması nedeniyle savunma yapmak için elverişli koşulların bulunmadığını, Nevin Gökçenin ise açıklayacağı bir şey olmadığını belirterek suçlamalarla ilgili bir anlatımda bulunmadıkları görülmüştür. Yargılama aşamasında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/414, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/427, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/58 ve E.2014/55 sayılı dosyaları başvurucuların yargılandığı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 21/1/2014 tarihinde resen yaptığı inceleme sonucunda başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucular, 22/1/2014 tarihinde karara itiraz etmişler; Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 23/1/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular, anılan kararı 5/2/2014 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular 11/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Öte yandan 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile CMK mülga maddeyle görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Batman Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/104) devredilmiştir. Batman Ağır Ceza Mahkemesi, 12/3/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesi sonucunda başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Mahkemece başvurucuların da aralarında olduğu sanıkların tercüman aracılığıyla savunmalarının alınması kararlaştırılmış; başvuruculardan Nevin Gökçe 29/9/2015 tarihinde, Berivan Elter 21/1/2016 tarihinde, Derya Aslan ise 21/4/2016 tarihinde yapılan duruşmalarda tercüman aracılığıyla Kürtçe olarak savunmada bulunmuşlardır. Mahkeme, savunmasını alamadığı Songül Enüştekin hakkında ise yakalama emri çıkarmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tercüman bulundurulacak hâller" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir. ...(4) (Ek: 24/1/2013-6411/ 1 md.) Ayrıca sanık; a) İddianamenin okunması, b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi, üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1825
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; suç tarihi itibariyle on sekiz yaşından küçük olması nedeniyle uygulanması gereken yasal güvenceler tatbik edilmeden mahkûmiyetine kararı verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 9/5/2013 tarihinde iddianame düzenlenmesiyle başlayan yargısal süreç, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2019 tarihli kararıyla tamamlanmıştır. Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine 29/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4768
Başvuru, suç tarihi itibariyle on sekiz yaşından küçük olması nedeniyle uygulanması gereken yasal güvenceler tatbik edilmeden mahkûmiyetine kararı verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın korunması gerekli eski eser niteliği kapsamında verilen yapı ruhsatının yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul'un Sarıyer ilçesi Emirgan Mahallesi Eşkinci Sokak'ta bulunan 36 pafta 101 ada ve 31 parsel sayılı taşınmazın malikidir. 1890 yılında ana taşınmaz üzerinde bodrum+zemin+iki kattan oluşan bir yapı bulunmakta iken anılan bina 1932 yılında çıkan bir yangın sonucunda tamamen yok olmuştur. Bu tarihten itibaren de gayrimenkul, boş bir arsa olarak kabul edilmiştir. İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 10/5/2006 tarihli ve 1652 sayılı kararı ile "İstanbul İli, Sarıyer İlçesi Mirgün Mahallesi, Eşkenci Sokak, tapunun 36 pafta, 101 ada 31 parsel numarasında kayıtlı tescilli taşınmaz kültür varlığının koruma grubunun Grup olarak düzeltilmesine, kararımız eki restorasyon tadilat projesinin uygun olduğu..." tespit edilmiştir. Kurulca 10/5/2006 tarihli ve 1652 sayılı karar eki olarak onaylı restorasyon tadilat projesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Büyükşehir Belediyesi) Boğaziçi İmar Müdürlüğü tarafından 29/12/2006 tarihinde ruhsat projesi olarak onaylanmıştır. İmar Müdürlüğünce 29/12/2006 tarihinde yapı ruhsatı ve 29/6/2007 tarihinde de temel üstü vizesi verilmiştir. Mezkûr taşınmaz bu hâliyle yapıya ait imar durumuna göre 22/7/1983 tarihinde onaylı 1/1000 ölçekli Boğaziçi öngörünüm bölgesi uygulama imar planı ve 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu hükümlerine tabi olup meri imar planında 31 parsel, grup korunması gerekli kültür varlığı lejantı ile gösterilmiş olmakla konut alanında kalmaktadır. Başvurucu, restorasyon projesi Anıtlar Kurulu tarafından onaylanan mezkûr taşınmazı 2000 yılında satın almıştır. Başvurucu; inşaat ruhsatı konusunda yetkili kurum olan Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğünden gerekli belgeleri temin ederek önce temel ruhsatı, daha sonra temel üstü ruhsatı alarak inşaatı on yıla yakın bir sürede tamamlamıştır. B. İ. Tarafından Açılan İptal Davası Davacı İ. tarafından Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Bakanlığı aleyhine 101 ada 31 parseldeki yapıya ait 29/12/2006 tarihli ve 55 numaralı ruhsatın, ruhsat eklerinin, restitüsyon projesinin ve bu ruhsatın dayanağı Koruma Kurulu Kararının iptali istemiyle 2/10/2007 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Davacı dava dilekçesinde anılan kararın hukuka aykırı olduğunu, yapılan inşaat sebebiyle şahsına ait evin manzarasının kapandığını, Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinde daha önce mevcut olmayan şekil ve ölçekte konut yapmanın mümkün olmadığını, inşaat yapılan gayrimenkulde tescilli bir yapı bulunmadığını, uzun süredir boş duran taşınmaz üzerinde daha önceleri tek katlı bir konut bulunduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme mahallinde keşif yapmış ve konu hakkında aralarında profesörlerin de olduğu öğretim üyelerinden oluşturulan üç kişilik bir teknik bilirkişi kurulundan rapor almıştır. Bilirkişi kurulunun 23/12/2008 tarihli raporunda özetle şu hususlara yer verilmiştir: i. İlk olarak taşınmazın hâlihazır durumunu belirleyen rölövesinin çıkarılması gerektiği ve yapı yok olmuş ise temel izlerine, dolayısıyla plan şemasına ulaşmak için araştırma kazısıyla bilgiye ulaşılmaya çalışıldığı ifade edilmiştir. ii. Buna göre dava dosyasında temel kazısı resimleri olmakla birlikte Kurul kararlarının hiçbirinde rölöve veya kazı rölövesine değinilmediği belirtilmiştir. iii. Bu sebeple yapının plan şeması hakkında bilgi edinilemediği ve onaylı restitüsyon projesinde de planimetrik hiçbir bilgiye yer verilmediği vurgulanmıştır. iv. Bilirkişi Kurulu yeni yapılmakta olan bina nedeniyle mahallinde yapılan incelemede arazide eski bir yapının varlığını kanıtlayan herhangi bir fiziki bulgu olmadığı için belgeler üzerinden değerlendirme yapılabileceğine işaret etmiştir. v. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, Sarıyer İlçe Özel İdaresi Müdürlüğünün ve Sarıyer Tapu Müdürlüğünün 1989 ve 1992 tarihli yazılarına göre söz konusu taşınmazda daha önce zemin ve iki kattan oluşan ahşap bir yapının mevcut olduğu belirtilmiştir.vi. Ancak eski binanın mimari ve plansal özelliklerine ilişkin herhangi bir belge ve fiziki bulgunun mevcut olmadığı, bu yüzden eski ve yeni yapıyı karşılaştırma olanağının bulunmadığı açıklanmıştır.vii. Bilirkişi Kurulu ayrıca mahallinde yapılan tespitler ile restorasyon tadilat projesini karşılaştırmış ve fiilî durumun restorasyon tadilat projesine uygun olmadığını tespit etmiştir. Taşınmaz üzerindeki yapının maliki olan başvurucu 26/10/2009 tarihli dilekçe ile davalı idareler yanında davaya katılma isteğinde bulunmuştur. Başvurucunun müdahale talebi Mahkemenin 26/2/2010 tarihli ara kararı ile kabul edilmiştir. Başvurucu müdahil olarak davanın reddini savunmuştur. Mahkeme 26/2/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 2960 sayılı Kanun ile 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun amacı ve ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda gerekli usul takip olunarak Boğaziçi öngörünüm bölgesinde yer alan parsel üzerinde daha önce (1932 yılından önce) bulunmakta iken yangın sonucu kaybedilen binanın elde edilen verilere göre eski hâline uygun şekilde ihya edilmesi ve yeniden yapılması amacıyla verilen inşaat ruhsatı ile bu ruhsatı onayan Kurul kararlarında hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Davacı İ. tarafından temyiz edilen karar Danıştay Altıncı Dairesince 13/7/2011 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... Dosyanın incelenmesinden, davacının ikamet ettiği konuta komşu olan İstanbul İli, Sarıyer İlçesi, Emirgan Mahallesi, 36 pafta, 101 ada, 31 parselde inşai faaliyette bulunmak üzere verilen 2006 günlü, 55 numaralı yapı izninin (ruhsatın) ve eki onaylı restitüsyon projesi ile bu projeye onay verilmesine dair Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararının hukuka aykırı olduğu ve yapılan inşaat nedeniyle davacıya ait evin manzarasının kapandığı gerekçesiyle, inşaat ruhsatının ve dayanağı kararların iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı, yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporla dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, 1932 yılında bodrum, zemin kat ve iki normal kattan oluşan ahşap bir yapının mevcut olduğu kayıtlarda yer almakta ise de, bu yapının yapım teknikleri ile mimari yönden yapıldığı dönemin özelliklerini taşıyıp taşımadığını belirleyen 'Rölövesi' ile kazı rölövesinin bulunmadığı, öte yandan yapının 1932 yılında mevcut olmasının ona tek başına kültür varlığı niteliği kazandırmayacağı, yapının yukarıda belirtilen yönetmelik hükümlerine göre yapılacak tesbit sonucu tescil edilip edilemeyeceğine karar verilmesi gerekeceği kuşkusuzdur. Olayımızda ise, söz konusu parselde eski bir yapının varlığını kanıtlayan herhangi bir fiziki bulgu olmadan, sadece bazı kayıtlar, fotoğraflar ve belgelerin incelenmesi ve değerlendirilmesi sonucunda bodrum+zemin+2 katlı ahşap bir yapının mevcut olduğu kanaatine varılarak, parsel hakkında tescil kararı verildiği ve daha sonra restorasyon ve restorasyon+tadilat projesi onaylanarak koruma grubunun ' grup' olarak belirlendiği görülmektedir.Bu durumda, parselde daha önce eski bir yapının varlığından bahisle koruma kurulunca verilen tescil kararı esas alınmak suretiyle restorasyon ve restorasyon tadilat projelerinin onaylanmasında ve bu projelere dayalı olarak da belediyece yapı ruhsatı verilmesinde hukuka uyarlık görülmediğinden, aksi yöndeki mahkeme kararında isabet bulunmamaktadır..." Mahkeme 13/9/2013 tarihinde Danıştay bozma kararı doğrultusunda ''dosya kapsamındaki delillere göre eski bir yapının varlığını kanıtlayan herhangi fiziki bulgu olmadan, sadece bazı kayıtlar, fotoğraflar ve belgelerden taşınmaz üzerinde bodrum+zemin+2 kattan oluşan ahşap bir yapının bulunduğu kanaatiyle tescil kararı verildikten sonra restorasyon ve restorasyon tadilat projesinin onaylanarak bu projelere göre yapı ruhsatı verilmesinin hukuka aykırı olduğu'' gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş ve davaya konu idari işlemi iptal etmiştir. Davalı idareler ve başvurucu tarafından temyiz edilen karar Daire tarafından 25/11/2014 tarihinde onanmıştır. Davalı idareler ile başvurucunun karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 26/1/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 28/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2960 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun'un amacı; İstanbul Boğaziçi Alanının kültürel ve tarihi değerlerini ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir." 2960 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Boğaziçi Alanının korunması ve geliştirilmesinde ve imar mevzuatının uygulanmasında aşağıdaki hususlar esas alınır.a) Boğaziçi Alanında yeralan kültürel ve tarihi değerler ve doğal güzllikler muhafaza edilir ve doğal yapı korunur.b) Boğaziçi Alanı bu Kanunun amaçlarına uygun olarak ve doğal ve tarihi çevreye uyumu gözetilerek güzelleştirilir ve geliştirilir.c) Boğaziçi Alanında tarihi ve milli kültürümüze dayanan yaşamın yeniden canandırılması, mesire yerlerinin geliştirilmesi ve gezinti alışkanlıklarının sürdürülmesi teşvik edilir.d) Boğaziçi Alanındaki kültür ve tabiat varlıklarının onarımına öncelik verilir.e) Boğaziçi Alanındaki yapılar bu Kanun hükümlerine ve imar planları esaslarına göre yapılır, aykırı olanlar derhal yıkılır veya yıktırılır....h) Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesinde turizm ve rekreasyon amacı ile ayrılan alanlara toplumun yararlanmasına ayrılan yapı yapılır ve bu husus tapu sicillerine işlenir. Toplumun yararlanmasına ayrılan bu yapılar amaç dışı kullanılamaz....j) Boğaziçi sahil şeridinde ancak toplumun yararlanacağı dinlenme, gezinti ve turizm tesisleri imar planlarına uygun olmak şartı ile yapılabilir....n) Boğaziçi Alanında imar planlarında parseller için belirlenen kullanım kararları tapu sicillerine işlenir.o) Boğaziçi Alanında kamu hizmet ve tesislerine ayrılan alanlarda geçici inşaat müsaadesi verilmez. Ancak; Boğaziçi öngörünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgelerinde kamu hizmet ve tesislerine ayrılan alanlarda 40 m2'yi geçemeyen bekçi kulübesi, büfe, çay ocağı gibi yapılara imar uygulama programı uygulanana kadar Boğaziçi İmar İdare Heyetince müsaade edilir. " 2960 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Boğaziçi Alanındaki yapılar, kazı izni verildiği günden itibaren Boğaziçi İmar Müdürlüğünce inşaat ruhsatına ve eklerine ve bu Kanunla belirlenen esaslara göre denetlenir. Boğaziçi İmar Müdürlüğü, denetleme sırasında inşaat ruhsatı ve eklerine ve bu Kanunla belirlenen imar mevzuatına aykırılıkları bir tutanakla tespit eder." 2863 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı; korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmektir." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) (Değişik: 14/7/2004 – 5226/1 md.) 'Kültür varlıkları'; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır.... (3) 'Sit'; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır. (4) 'Koruma'; ve 'Korunma'; taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında muhafaza, bakım, onarım, restorasyon, fonksiyon değiştirme işlemleri; taşınır kültür varlıklarında ise muhafaza, bakım, onarım ve restorasyon işleridir. (5) 'Korunma alanı'; taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının muhafazaları veya tarihi çevre içinde korunmalarında etkinlik taşıyan korunması zorunlu olan alandır. ..." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır:a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar,b) Belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar,c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları, ..." 2863 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır." 2863 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının gruplandırılması, maliklerinin müracaat tarihinden itibaren üç ay içinde koruma bölge kurulunca yapılır. Gruplandırılan taşınmaz kültür varlıkları, tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilir. Gruplandırma yapılmadıkça, onarım ve yapı esasları belirlenemez. Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının rölöve, restorasyon ve restitüsyon projeleri ve bunların uygulanmasında restoratör mimar veya mimarın bulunması zorunludur. Bunlardan grup kapsamında olanların rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin uygulama çalışmaları, yapının özelliğine göre kalem işleri, ahşap, demir, taş işleri ve restorasyon konularında uzmanlaşmış kişilerce yapılır....Mahalli idareler, taşınmaz kültür varlığı parselinde, ek veya eklenti suretiyle yapılacak veya yeni inşa edilecek yapılara ait koruma bölge kurulunca verilen kararlarda veya onaylanmış kültür varlığı projelerinde değişiklik yapamazlar. Ancak, inşa edilecek yapının fen ve sağlık şartlarının mevzuata uygunluğunu kontrol ederler. ..." 11/6/2005 tarihli ve 25842 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Yapı Esasları ve Denetimine Dair Yönetmelik'in "Yok olan tescilli taşınmaz kültür varlığı yapılar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının herhangi bir şekilde yok olmaları halinde, bulunabilen yapının kalıntıları, daha önce hazırlanmış rölöve, restitüsyon, restorasyon projesi, her türlü arşiv belgesi, diğer yazılı, görsel ve sözlü bilgiler gibi kaynaklardan yararlanarak kendi parsellerinde, daha önce bulunduğu oturum alanında, belgelerin elverdiği oranda kitle, yükseklik ve özgün mimari özelliklerinde yeniden yapılır. Yeni yapım sürecinde, yukarıda sıralanan belgelere dayalı bir restitüsyon ve restorasyon etüdü ile koruma bölge kurulundan izin alınması gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) taşınmazın arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmesi şikâyetine ilişkin Sinan Yıldız ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37959/04, 12/1/2010) kararında, 2863 sayılı Kanun'da mutlak bir inşaat yasağının öngörülmediğine ve bütünüyle bir satış yasağının söz konusu olmadığına dikkati çekmiştir. AİHM bu bağlamda başvurucuların yalnızca mülklerinde yapacakları tadilatlar veya satış için ilgililerin iznini almak zorunda olduklarına işaret etmiştir. AİHM özellikle arkeolojik değeri bulunan bir alanın korunması amacına ilişkin -müdahalenin kanundaki güvenceler de dikkate alındığında- ölçülü olduğu sonucuna varmıştır. Diğer taraftan Tiryakioğlu/Türkiye (B. No: 24404/02, 13/5/2008) kararında da ruhsata aykırı bir yapının yıkılması şikâyeti incelenmiştir. AİHM, başvurucunun inşa ettirdiği askerî bölge içindeki yapı yönünden inşaat yapılamayacağının başvurucu tarafından öngörülebilir olduğuna ve kamu makamlarının da yıkım kararı almış olduğuna dikkati çekerek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu gerekçesiyle başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8023
Başvuru, taşınmazın korunması gerekli eski eser niteliği kapsamında verilen yapı ruhsatının yargı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, örgüt üyesi olduğu iddiasıyla 13/9/2006 tarihinde gözaltına alınmış; suçu ve suçluyu övmek, terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde başkasına ait kimlik bilgilerini kullanmak, silahlı terör örgütünün üyesi olmak, terör örgütünün propagandasını yapmak, terör örgütü lehine düzenlenen izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak, terör örgütünün açıklamalarını yayımlamak,resmî evrakta sahtecilik ve molotof kokteyli atmak suçlarında hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 30/12/2011 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 8/12/2014 tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Yargılama İlk Derece Mahkemesinde devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1211
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, müşterek çocukla kişisel ilişkinin belirlenmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu aleyhine 20/11/2020 tarihinde Kiraz Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı boşanmaya ve ferilerine ilişkin dava açılmıştır. Başvurucu 29/1/2021 ve 24/5/2021 tarihli dilekçeleriyle Mahkemeden müşterek çocukla kişisel ilişki kurulması talebinde bulunmuştur. Başvurucu, Mahkemenin dava açıldıktan sonra tensip zaptı düzenlememesi ve talebi hakkında olumlu ya da olumsuz herhangi bir karar vermemesi üzerine 21/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucunda 20/11/2020 tarihinde açılan davaya ilişkin tensip zaptının başvuru tarihinden sonra olacak şekilde 6/7/2021 tarihinde, müşterek çocukla kişisel ilişki hususunun ise 12/7/2021 tarihli ara kararıyla düzenlendiği görülmüştür. Mahkemeye 25/11/2021 tarihinde sunulan protokol ile dava, anlaşmalı boşanma davasına çevrilmiş, aynı gün boşanma ve ferileri hususunda karar verilmiş ve anılan karar 29/11/2021 tarihinde karar kesinleşmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30904
Başvuru, müşterek çocukla kişisel ilişkinin belirlenmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık yedi yıl sonra kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların beyanına göre 18/1/1995 tarihinde dünyaya gelen müşterek çocukları H.S., bağlı oldukları sağlık ocağında dokuz aylıkken kızamık aşısı olmasına rağmen iki yaşında iken kızamık hastalığına yakalanmış; akabinde ise subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığına yakalanarak 1/7/2006 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında ve bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek 9/5/2008 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Bu kapsamında H.S.nin bağlı olduğu sağlık ocağı kayıtları incelenmiş ancak bu kayıtlarda H.S.nin aşı kayıtlarına ulaşılamamıştır. Bu inceleme kapsamında ayrıca başvurucular ile bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede başvurucular, emin olmamakla birlikte kızlarına tek doz kızamık aşısı yaptırdıklarını ifade etmişlerdir. Bu inceleme kapsamında H.S.nin belli bir dönem Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi Nöroloji Polikliniğinde tedavi gördüğü de tespit edilmiştir. Sağlık Bakanlığı yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek 1/7/2008 tarihinde başvurucuların isteminin reddine karar vermiştir. Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmış ve 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular ayrıca 000 TL tutarındaki tedavi ve cenaze masraflarının taraflarına ödenmesi isteminde bulunmuşlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle kızları H.S.ye dokuz aylıkken kızamık aşısı yapıldığını ancak kızlarının iki yaşında iken kızamık hastalığına yakalandığını, ilerleyen dönemde kızlarına SSPE tanısı konulduğunu, SSPE hastalığına yakalanan kızlarının 2007 yılında hayatını kaybettiğini belirtmişlerdir. Başvurucular dava dilekçesinde, kızamık hastalığının ardından beyne yerleşen virüsün neden olduğu merkezî sinir sistemi hastalığı olan SSPE'den korunmanın tek yolunun kızamık aşısı olduğunu, kızamık aşısının ülke genelinde yaygın, yeterli ve uygun koşullarda yapılması hâlinde SSPE hastalığına yakalanma riskinin büyük ölçüde azalacağını ifade etmişlerdir. Başvurucular, çocuklarına kızamık aşısı yapılmış olmasına rağmen bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etkisinin olmadığını ve çocuklarının SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının ülkemizde 1987-1998 yılları arasında tek doz olarak yapıldığını ancak tek doz kızamık aşısının ülke genelinde yaygın ve yeterli dozda yapılmaması nedeniyle önleyici özellik göstermediğini de ifade etmişlerdir. SağlıkBakanlığı, dava tarihinden önce Bakanlık onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970 yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın 1/7/2005 tarihli ve 6888 sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. , ayrıca Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsünde görevli Prof. Dr. G.G.den oluşmaktadır. Komisyon rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda;i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık aşısının neden olmadığını açıklamıştır.iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices) kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve sistem sürekli olarak izlenmektedir.vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının, hastalıkların görülme sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar etmiştir.vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7, 1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı, 2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95 oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiğiifade edilmiştir.viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık aşısının dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on ikinci ayda uygulanmış, ilkokul sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam edilmiştir.ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının 131 olduğu belirtilmiştir. Raporda, bu olguların %56'sının kızamık hastalığı geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının bildirildiği ifade edilmiştir.x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85 olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olguları ile buna bağlı SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği belirtilmiştir. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:"Sonuç olarak;Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek amacıyla ilköğretim sınıfta doz uygulaması başlatılmıştır.Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı virüsü sorumludur.Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok farklı olmadığı görülmektedir.Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.Öneriler; Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir.Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir.Kızamık ve SSPE sürveyans ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.İlgili dallardan uzmanların katılımıyla, SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması önerilir.  (...)" Diyarbakır İdare Mahkemesi, başvurucuların elinde aşı kartı bulunup bulunmadığı hususunu da araştırmıştır. Başvurucular, kendilerinde aşı kartının olmadığını Mahkemeye bildirmişlerdir. Diyarbakır İdare Mahkemesi 13/10/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"(...)Davada her şeyden önce davacıların çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı ya da aşılama yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı, başka bir deyişle ortada idarenin bir filinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Bu konuda, davalı idarece savunma ekinde sunulan belgelerde Dağkapı ve Mermer Sağlık Ocaklarının bila tarih ve sayılı yazılarında davacıların çocuğuna aşı yapıldığına dair kayda rastlanılmadığının belirtildiği, davacı vekili tarafından ise davacıların çocuğuna aşı yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya sunulmadığı görülmüştür. Bu açıdan, idareye bağlı ekiplerce davacıların çocuğuna kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşılmış olup ortada idarenin bir fiilinin bulunduğu belirlenememekte, davacı tarafça da idarenin kusurlu fiilinin olduğu ortaya konulamamaktadır. Söz konusu aşının yapıldığının kabul edilmesi halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir deyişle idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir. Davacılar tarafından hastalığın kızamık aşısından kaynaklandığı iddia edilmektedir. SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan 2006 tarihli raporda, SSPE hastalığı kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, SSPE hastalığının yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak kabul edilemiyecek nitelikte olduğu,Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrollerinin yapıldığı ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırıldığı, bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk olması hususunun da kabul edilemeyecek bir durum olduğu belirtilmiştir.Aşının iki doz yerine tek doz yapılması hususuna gelince; hem raporun hem de savunma dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz, bu yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir. Bunların dışında, idarece sunulan aşı uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı yukarıda açıklanmıştır. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklandığının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa bile SSPE hastalığına yakalanılmasına kızamık aşısının sebep olamayacağı, hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı anlaşıldığından, davacıların çocuğunun bahsi geçen hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığından davacıların tazminat taleplerinin kabulüne olanak bulunmamaktadır." Başvurucular, ilk derece mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğunu, Türkiye'nin taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'de devletlere çocuk sağlığı açısından birçok yükümlülük getirilmiş olduğunu, kızlarına kızamık aşısı yapılmamış olmasında idarenin ihmalinin olduğunu, uluslararası metinlerle koruma altına alınan sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının ihlal edildiğini belirterek kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucular,SSPE hastalığına yakalanma nedeninin aşının uygun koşullarda, yeterli dozda ve ülke genelinde yaygın olarak yapılmaması olduğunu, söz konusu dönemdeki aşı uygulamasının yetersiz olduğuna ilişkin bazı uzmanlarının beyanının bulunduğunu ifade etmişlerdir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 15/5/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 23/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir." 1593 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan doğruya ifa eder: (...)3 -Memlekete sari ve salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır amillerle mücadele. (...)6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağiişevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummairacia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir." 1593 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: (...)2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı. (...)" 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının, icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede zikredilir." 1593 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Sari hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin olunur." 1593 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil olunur." 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının "k" bendinin ilgili kısmı şöyledir:  “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır: (...)k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakopemamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna, murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir. (...)” 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program dahilinde sosyalleştirilecektir." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.Sağlık ocağı: Takriben 5000 - 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il içinde idari taksimata uyması icabetmez." 224 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri, çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli, ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler." 224 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar, Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları -kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir." Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak, uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve kurdurmak,b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini yapmak,c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile planlaması hizmetlerini yapmak,d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin, dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, (...)c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, (...)e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) (Değişik bent: 08/06/1984 - KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve bağışıklık hizmetlerini yürütmek, (...)f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları, bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır :a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu amaçla gerekli kontrolleri yapmak, (...)" 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi şöyledir:"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri yapmak." 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları şunlardır: (...)c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı." Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi) bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir." 3959 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum üzerine:A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi maddelerin kontrollerini yapmak, (...) E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla mükelleftir." 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesi şöyledir:"Çocuk, küçük iken ana ve babasının velayeti altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim, vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen çocukları dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Çocuk, ana ve babasına riayete mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz oldukları nisbette çocuklarının kanuni mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin reyine ihtiyaçları yoktur." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Ana ve baba, vazifelerini ifa etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir." Sağlık Bakanlığının 13/8/1993 tarihli ve 09762 sayılı Genelgesi'nin aşılama hizmetlerinin uygulanması sırasında dikkat edilmesi gereken hususları düzenleyen ve tüm valiliklere gönderilen ekinin "Aşı Takvimi" başlıklı kısmı şöyledir:"AŞI TAKVİMİ: 1) BİR YAŞ ALTI (0-11 ay) BEBEKLERE • Ayın bitiminde ( 8 haftalık ) : BCG DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 12 haftalık ) : DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 16 haftalık ) : DBTPOLİO• Ayın bitiminde ( 36 haftalık ) : KIZAMIK2) RAPEL DOZ • 1,5 yaşında ( 16-24 aylık ) : DBT POLİO3) OKUL AŞILAMALARl• İlköğretim sınıfta : DTPOLİOBCG (Bir skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)•İlköğretim sınıfta : TTBCG (İki skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)• Lise l. sınıfta : TT • Lise sınıfta : BCG (Üç skarı olan çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)" Anılan Genelge'nin "Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:"[Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler:]* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılanma durumunu kontrol ediniz, aşı takvimine göre aşılanması gerekenleri ve eksik aşı1ıları tespit edip, aşılamak için her fırsatı değerlendiriniz. * Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk ya da gebe için bir ampul/flakon açınız.* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki etiketi ve son kullanma tarihini kontrol ediniz, etiketi olmayan ya da son kullanma tarihi geçmiş aşıları kullanmayınız. İlk olarak miadı önce dolacak aşıyı kullanınız.* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör kullanınız.* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri gereken zaman ve uygulanan aşının yan etkileri hakkında bilgi veriniz ve anladığından emin olunuz. (...)- Aşı uygulamalarını, ilgili tüm formlara zamanında, tam ve doğru olarak kaydediniz." Anılan Genelge'nin "Kızamık Kontrolü" başlıklı kısmı şöyledir:"Kızamık aşı ile korunulabilir hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir.Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası, yeterince bağışık olmayan bir toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin Temel Stratejiler: Her il ve sağlık ocağı seviyesinde kızamık aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamının sağlanması. Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu, uygun yaşta aşılama ile yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup 1 yaş altı bebeklerdir. 1 yaş altı bebekleri yüksek oranda aşılama ile; hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek ve ayrıca hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa karşı korunmuş olacaktır.Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri, nüfusun yoğun oldugu bölgeler vb.) öncelik verilmelidir.Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Hastalık sürveyansının güçlendirilmesiStandart Vaka Tanımı:- 3 gün veya daha uzun süren jeneralize makülopajüler döküntüve- 38 derece veya daha yüksek ateş hikayesive- Öksürük, nezle ve konjunktivit bulgularından en az birinin varlığıYukarıdaki tanıma uyan bir vakanın tespit edilmesi halinde;- Başkavakalar araştırılmalıdır.Bunun için aktif vaka araştırması; bölgede ev ev araştırma, vakaların ve yakınlarının araştırılması, tüm sağlık birimlerinin (resmi ve özel) hastalık ihbarı konusunda uyarılmaları ve hastane kayıtlarının incelenmesi ile yapılabilir.- Vakaların; adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı, hastalığın başlangıç tarihi, aşılanma durumu, aşılanma yaşı ve adresleri tespit edilerek “Bildirimi Zorunlu Hastalıklar Tespit Fişi” (form 016) ne kaydedilmelidir.- Tespit edilen vaka sayısı önceki yılların ( son 5 yıl)vaka sayıları ile karşılaştırılarak, bir salgın olup olmadığı belirlenmelidir.Mevcut vaka sayısının daha önceki epidemi olmayan yılların aynı dönem vaka sayılarından ya da vaka sayısı ortalamasından fazla olması halinde olay bir epidemi olarak kabul edilmelidir.- Vakalar hastalığın başlangıcı, buna imkan yoksa tespit tarihleri esas alınarak zaman grafiğine işlenmeli, haftalık ve aylık grafikler ile olay takip edilerek, alınan önlemlerin yeterli olup olmadığı izlenmelidir.- Tespit edilen vakaların kişi ve yeri özelliklerine göre (harita üzerinde işaretleme ile belirlenir) riskli bölge ve nüfuslar tespit edilmelidir.- Bölgenin aşılama durumu tespit edilerek, riskli bölge ve gruplardan başlamak üzere aşısız ve hastalığı geçirmemiş hassas nüfusun aşılanmasına başlanmalıdır.-Tüm vakalar yakından izlenmeli ve komplikasyonların erken teşhis ve tedavisi için gereken önlemler alınmalıdır.Sürveyansın güçlendirilmesinde en önemli konulardan biri; tüm sağlık kurumlarının düzenli, tam ve zamanında bildirim yapmalarıdır. Bildirim yapılması kadar, sağlık kurumlarına düzenli geri bildirim yapılması da çok önemlidir. Ayrıca, sağlık kurumları yanı sıra, eczaneler, okullar, kreşler, aileler vb. toplumsal kurumlara bilgi verilerek, şüpheli gördükleri vakaları en kısa sürede bir sağlık kurumuna göndermeleri teşvik edilmelidir. Anılan Genelge'nin "Soğuk Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:"Soğuk zincir, bir aşının potensini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve ihtiyacı olanlara yeterli miktarda ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı uygulamaları aksayacak, kullanılan aşılar etkin değilse de, %100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir Genişletilmiş Bağışıklama Programının can alıcı komponentlerinden biri olarak büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır, aynca BCG ve Kızamık aşıları ultraviyole ışınına da hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok yüksek ısıya maruziyet kadar, bir çok kereler daha az ısılara maruziyet de aşıyı aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa, aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir. Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken, DBT, DT, Td aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir.İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları aşağıdaki kurallara göre düzenlenir: - Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere dağıtımı ile sorumlu, bir soğuk zincir sorumlusu ve yardımcısı olmalıdır.- Aşıların dağıtımında son kullanma tarihleri mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı sağlanmalı ve miadı dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir. - Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı sevkiyatında kullanılan frigo-rifik kamyonların soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı, bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.- Ankara merkez depodan kurye ile sevkiyat yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı kullanılmalıdır.- İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak yapılan aşı sevkiyatlarında 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil kabı kullanılabilir.- Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme ihtiyacı belirlenmeli, onarımı/temini sağlanmalıdır.- Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi belirlenmelidir.- Buzdolaplarında mutlaka bir termometre bulundurulmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konmalı ve dolabın ısısı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır.- Buzdolabının kapısına bir ısı izlem çizelgesi yapıştırılarak, dolabın ısısı sabah ve akşam bu çizelgeye kaydedilmelidir.- Buzdolabı gölge, ancak kışın ısıtılan odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine yerleştirilmelidir.- Buzdolabının yerleştirilmesinde şunlara dikkat edilmelidir:•Aşıları yalnızca buzdolabı raflarında tutunuz.•Aşı kutu/şişeleriarasında yeterli bir hava dolaşımına izin verecek kadar mesafe bırakınız.•Aşı yerleştirilmesinde miadı yakın bir süre sonra dolacak olan aşıların en kolay alınabilecek sol ön kısımda bulunmasına çok dikkat ediniz.•Dolap kapağına hiçbir şey koymayınız.•Buzdolabına asla aşı dışında yiyecek maddeleri vs.koymayınız.•Buzlukta aralıklı olarak dizilmiş buz aküleri bulundurunuz.•Buzluğun 5 cm’den fazla buzlanmamasına dikkat ediniz.•En alt kısıma (sebzelik) dolap ısısının sabit tutulmasına yardımcı olmak üzere su şişeleri yerleştiriniz.•Buzdolabının sık sık açılmasını engellemek için kapağını kilitli tutunuz.- Olabilecek elektrik kesintilerinde buzluktaki buz aküleri buzdolabı kapağına yerleştirilmeli ve kapak açılmamalıdır. Bu yolla aşılar 48 saat süreyle bozulmazlar.- Buzdolabı temizliği yapılırken ve saha uygulamalarında aşılar aşı nakil kabı ile nakledilmeli ve korunmalıdır.- Donduğundan şüphelenilen DBT, DT ve TTaşıları donma-çalkalama testi ile değerlendirilmeden kullanılmamalıdır.- Aşı uygulamaları esnasında; kızamık aşısı sulandırıldıktan 4 saat sonra, polio aşısı açıldıktan 8 saat sonra atılmalıdır." Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün tüm valiliklere gönderdiği 10/2/1998 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:"(...) 1998 yılından itibaren bütün illerde ilkokul sınıflarda doz kızamık aşısı uygulamasına başlanacaktır."B. Uluslararası Hukuk Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. (3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını takip ederler ve özellikle:a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi;b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek sağlanması;c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun bakımın sağlanması:e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi; amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemi alırlar. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle gözönünde tutulur." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81). AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi gibi meselelerde, taraf devletlerin yetkili makamlarının AİHM'e göre daha elverişli konumda olduklarını belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz [BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3267
Başvuru, kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının yaklaşık yedi yıl sonra kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; ıslah talebinin tahkikata devam edilmesine rağmen bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi O.B., çalıştığı alışveriş merkezinde 29/3/2000 tarihinde çıkan yangın sonucu yanarak ölmüştür. Başvurucu, söz konusu olay üzerine fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat istemiyle 11/1/2002 tarihinde Sultanbeyli Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan Mahkemenin 14/5/2002 tarihli yetkisizlik kararı üzerine dosya Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi esasına kaydedilmiştir. O.B.nin annesi, babası ve kardeşlerinin Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tazminat davası, başvurucunun açtığı tazminat davası ile 24/3/2005 tarihinde birleştirilmiştir. Anılan dava dosyası üzerinden yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 4/5/2009 tarihli kusur raporu düzenlenmiştir. Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi 28/5/2009 tarihli kararı ile, uyuşmazlık konusu olayın 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında yer aldığını ve iş kazası niteliğinde olduğunu belirterek mevcut davada iş mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın görevli iş mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/5/2009 tarihli görevsizlik kararı üzerine dosya, İstanbul İş Mahkemesinin (Mahkeme) esasına kaydedilmiş ve 6/11/2009 tarihinde Tensip Tutanağı düzenlenmiştir. Mahkeme tarafından dosya üzerinden hesap bilirkişisine inceleme yaptırılmış ve 21/5/2012 tarihli bilirkişi raporu dosyaya dâhil edilmiştir. Anılan raporda başvurucunun maddi destek zararı 160,70 TL olarak belirlenmiştir. Mahkeme 18/6/2012 tarihli kararında; ilgililerin kusur oranlarına yönelik dosyaya sunulan raporlar üzerinde değerlendirme yaptıktan sonra hesap bilirkişisi raporunda başvurucunun maddi destek zararının 160,70 TL olarak belirlendiği, kurumdan bağlanan gelirin peşin sermaye değeri toplamının 347,99 TL olarak bildirildiği, böylece maddi zararın kurumca bağlanan gelir ile karşılandığı belirtilerek maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin ise kabulüne karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 14/1/2014 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde; hükme dayanak alınan bilirkişi kusur raporunun rücuen tazminat dosyasında alınan kusur raporu ile çelişkili olduğu vurgulandıktan sonra işçi sağlığı-iş güvenliği konularında uzman bilirkişi kuruluna konunun yeniden inceletilmesi, kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilerek verilen raporun dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilmesi ve çıkacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece bozma kararı üzerine kusur oranlarının belirlenmesi ve daha önceki kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi yönünde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve bu hususa yönelik 5/1/2015 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Yine dosya üzerinden yaptırılan hesap bilirkişisi incelemesi sonrasında sunulan 21/9/2015 tarihli bilirkişi raporunda başvurucunun maddi destek zararının 446,28 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 8/10/2015 tarihli dilekçeyle maddi tazminat talebini ıslah ederek arttırmıştır. Mahkeme 13/11/2015 tarihli kararı ile başvurucu yönünden davanın kabulüne karar vermiş, başvurucuya 446,28 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Daire, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 4/2/1948 tarihli ve E.1944/10, K.1948/3 sayılı kararında belirtildiği üzere bozma kararından sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığını vurgulayarak başvurucunun bozma kararından sonra ıslah talebinde bulunduğunun Mahkemece gözden kaçırıldığı gerekçesiyle 13/3/2017 tarihli hükmüyle kararı bozmuştur. Daire ilamı üzerine Mahkeme 2/11/2017 tarihli kararında, başvurucunun bozma ilamından sonra ıslah talebinde bulunduğu ve bozma kararından sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle ıslah talebinin kabul edilmediğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca dava dilekçesi ve talep edilen miktar ile bağlı kalınarak başvurucu lehine 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminata karar vermiştir. Temyiz edilen söz konusu karar Dairenin 16/4/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar 17/6/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 3/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun ''Islah '' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada hertaraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.'' 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:''lslah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinciye kadar ve tabi olmıyanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.'' 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Kapsam ve sayısı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.(2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir. " 6100 sayılı Kanun’un "Islahın zamanı ve şekli" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir." Karar tarihinden sonra 6100 sayılı Kanun’un maddesine 28/7/2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 22/7/2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen (2) numaralı fıkra şöyledir: "Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz." 6100 sayılı Kanun’un "Tahkikatın sona ermesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir. (2) Mahkeme tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder." 6100 sayılı Kanun’un "Zaman bakımından uygulanma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır. " Yargısal İçtihatlar Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun (YİBGK) 4/2/1948 tarihli ve E.1944/10, K.1948/3 sayılı sayılı içtihadı birleştirme kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Konunun aydınlanması ve anlaşmazlığın çözümü bakımından olaya temas eden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksen dördüncü maddesi hükmü Kanunumuzun mehazı olan Noşatel Usul Kanununun işbu seksen dördüncü maddemize tekabül eden yetmiş sekizinci maddesi hükmü ile birlikte mütalaa edilmek icap eder. Noşatel Usul Kanununun yetmiş sekizinci maddesinde 'ıslahın duruşmanın sonuna kadar Jusgu'a la eloture deş debats' ve teşkilatımızı hedef tutan seksen dördüncü maddede ıslah; 'tahkikata tâbi olan davalarda tahkikat bitinceye ve tâbi olmayanlarda muhakeme hitamına kadar yapılabilir' denilmekle bahis konusu yetmiş sekiz ve seksen dördüncü maddelerin açık ibarelerinden ıslahın yalnız tahkikat ve yargılama safhalarında yani tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar mümkün olabileceği kastedildiği ve tahkikat ve yargılama devresinden sonra tarafların bu hakkı kullanamayacakları anlaşılmaktadır. Kanunumuzun temyiz faslında ve hususiyle 430'uncu maddede hüküm temyizen bozulduktan sonra da ıslahın cari olabileceğine dair sarih ve zımni bir hüküm mevcut olmamasına ve aksine tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile takyid edildiğine göre seksen dördüncü maddenin mücerret ıtlakına bakılarak bu istisnai yolun hükmün Yargıtay'ca bozulmasından sonraki safhalara da şümulünün kabul edilmesi bozma kararıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi tamamen ıslah suretiyle davanın değiştirilmesi hâllerinde de işin sonuçlanması güçleşir. Ve bu suretle bu müesseseden beklenilen gayeye ve çabukluk esaslarına aykırı düşer.... Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen ıslahın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksen dördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtayca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına [karar verilmiştir.]'' YİBGK'nın 4/2/1959 tarihli ve E.1957/13, K.1959/5 sayılı içtihadı birleştirme kararının ilgili kısmı şöyledir:''…Bir mahkeme kararının her ne nedenle olursa olsun temyizce bozulması sonunda mahkemenin bozma kararına uymasıyla dava yeniden duruşma (muhakeme) safhasına girmiş olacağı cihetle duruşma henüz bitmemiş demektir…” YİBGK'nın 6/5/2016 tarihli ve E.2015/1, K.2016/1 sayılı içtihadı birleştirme kararının ilgili kısmı şöyledir:''Yukarıda açıklanan nedenlerle; 'bozma kararı sonrasında ıslah yapılamayacağı ve İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine [karar verilmiştir.]''B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23977
Başvuru, ıslah talebinin tahkikata devam edilmesine rağmen bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen bir soruşturma kapsamında 2/7/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve terör örgütüne üye olma, tasarlayarak terör amaçlı adam öldürmeye teşebbüs etme, devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçundan 6/7/2010 tarihinde Cizre Sulh Hâkimliğince tutuklanmıştır. Başsavcılık 18/3/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucunun terör örgütüne üye olma, tasarlayarak terör amaçlı adam öldürmeye teşebbüs etme, devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. İddianamede; PKK terör örgütünün dağ kadrosu içinde bulunan A.H.nin eylem yapmak amacıyla silahlı bir şekilde İdil ilçesine geldiği ve burada kardeşinin yardımıyla güvenli bir yerde gizlendiği, uygun eylem, yer ve zaman kolladığı, bu kapsamda akrabası olan başvurucu ile irtibata geçtiği, yanında bulunan patlayıcı madde ve silahlarla gizli bir şekilde, diğer sanıklar Y.S. ve Ş.nin yardımlarıyla Cizre'ye geçtiği, burada başvurucu ile irtibat sağladığı ve gerçekleştirmeyi düşündüğü eylemin detaylarıyla ilgili konuştukları, bu eylemin icrası kapsamında önceden haberdar oldukları Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) parti teşkilatının yapacağı basın açıklamasında görevli kolluk güçlerini hedef alarak eylem gerçekleştirmeyi planladıkları, olay öncesinde A.H.nin silah ve patlayıcı maddelerisaklaması amacıyla başvurucuya verdiği, başvurucunun olay öncesinde A.H. tarafından kendisine teslim edilen silah ve patlayıcıları da yanında getirdiği, son kez gerçekleştirecekleri eylemle ilgili konuşarak olay günü görevli polis memurlarının yapılan basın açıklamasından sonra servis aracı ile dönerken kullanacakları güzergâhta bulunan Dicle Köprüsü'ne doğru harekete geçtikleri, A.H. ile başvurucunun üzerinde çok sayıda silah olduğu, A.H. ile başvurucunun köprü girişinde birbirlerine çok yakın olmayacak şekilde mevzi aldıkları ve başvurucunun gelen araçları kollar şekilde beklemeye başladığı, servis aracının bu sırada köprü istikametine doğru hareket ettiği ve köprü girişine çok az bir yol kaldığı sırada A.H.nin polislerce fark edildiği ve A.H.nin elinde bulunan Kalaşnikof marka silahı görevli memurlara doğrulttuğu, ateş edeceği esnada polislerce etkisiz hâle getirilerek öldürüldüğü, bu sırada başvurucunun da A.H.ye yakın olduğunun görüldüğü, görevli polis memurlarının kendisini de fark etmeleri üzerine elindeki poşeti yere atarak kaçmaya çalıştığı, bu durumun kolluk tutanağıyla da belgelendiği, attığı poşetin içinde tam otomatik silah ile şarjörün, ayrıca olay öncesinde sanık Y.S. tarafından ikmal olunan sim kartın -başvurucunun üzerinde- ele geçirildiği, etkisiz hâle getirilen A.H.nin de üzerinde bu sim karta ait saklama kabının bulunduğu, dolayısıyla A.H. ile ve başvurucunun aynı organizasyon içinde yer aldıklarının anlaşıldığı ileri sürülmüştür. Bu dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/180 sayılı dosyasında görülmeye başlamıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12/11/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında mala zarar verme ve örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından cezalandırılması istemiyle açılan ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/47 sayılı dosyası üzerinden yargılaması devam eden dava, 12/2/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/180 esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihinde kanun değişikliği nedeniyle dosyanın Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine devrine karar vermiştir.Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 7/4/2014 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vererek dosyanın Cizre Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Mahkeme yetkisizlik kararıyla birlikte 28/3/2014 tarihli kararındaki aynı gerekçeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir.Cizre Ağır Ceza Mahkemesi, yetkili mahkemenin tespiti için dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiş; Yargıtay Ceza Dairesi 30/9/2014 tarihli ilamıyla Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına ve dosyanın yetkili olduğu belirtilen Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu karar üzerine yargılama Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/688 sayılı dosyasında görülmeye başlamıştır. Mahkeme 21/11/2014 tarihli tensip duruşmasında Bakanlıktan dosyanın nakli talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 26/1/2015 tarihinde, dosyanın Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir. Bu karar gereğince Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi 9/2/2015 tarihinde dosyanın Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesi 18/2/2015 tarihinde dosyayı(HSYK'nın 12/2/2015 tarihli kararı gereğince) görevsizlikle Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin de görevsizlik kararı vermesi üzerine dosya olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiş, Yargıtay Ceza Dairesi 6/7/2015 tarihli kararıyla Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin görevli olduğuna karar vermiştir. Bu karar üzerine yargılamaya Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/222 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesi 23/7/2015 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin 7/8/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 21/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesi 15/9/2015, 29/9/2015, 22/10/2015 tarihli duruşmalarda benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin 12/11/2015 tarihli kararıyla başvurucunun devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçundan 9 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası, mala zarar verme suçundan 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Bu karar temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 13/12/2017 tarihli ilamıyla6136 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan verilen hükmün düzeltilerek onanmasına, devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma ve mala zarar verme suçundan verilen mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı üzerine yargılamaya Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/21 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı 3/7/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucunun kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle ve suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağmaya teşebbüs ve kişiyi yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle öldürmeye teşebbüs suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Bu dava Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/141 sayılı esasında görülmeye başlamıştır. Mahkeme 20/7/2018 tarihinde bu davanın E.2018/21 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar vermiştir.Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2018 tarihinde başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma ve adam öldürme suçlarından (teşebbüs aşamasında kaldıkları gerekçesiyle) ayrı ayrı 14 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar vermiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14522
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, “yeni” ve “önemli” bir delil elde edilmesine karşın yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi ve bu karara itirazı inceleyen heyette önceki yargılamada görev yapan iki hâkimin bulunması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 13/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 24/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/2/2015 tarihli görüş yazısı 16/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 9/1/2012 tarihli ve E.2012/969 sayılı iddianamesi ile kasten öldürme ve ruhsatsız silah taşıma suçlarından kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 13/3/2012 tarihli ve E.2012/31, K.2012/71 sayılı kararı ile başvurucunun kasten öldürme suçundan 25 yıl hapis (iki kez), ruhsatsız silah taşıma suçundan ise 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 1/4/2013 tarihli ve E.2012/5934, K.2013/2696 sayılı ilamı ile onanmıştır. Hükmün kesinleşmesinden sonra başvurucu tarafından 20/6/2014 tarihli dilekçe ile yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 25/6/2014 tarihli ve 2014/841 Değişik İş sayılı kararı ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesi üyesi İ. Y. başkanlığında, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri F. Y. ve H. K. katılımları ile heyetin oluşturulmasına karar verilmiştir. Oluşturulan yeni heyet Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2/7/2014 tarihli ek kararı ile yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Ret kararının ilgili kısmı şöyledir: “… Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda gerekçeli kararda; maktûl U. 'nin elindeki sopayla araçtan indiği ve sanıkla karşılaştığı yönündeki beyanlar ile maktûl T.’nin "Bir şey mi var kardeş" şeklindeki sözlerinin değerlendirildiği ve uygun görülmeyerek sanık hakkında meşru müdafaa ve zorunluluk hali bulunmadığı kabul edildiği gibi olayda tahrik unsurlarının da gerçekleşmediği kanaatine varılarak hüküm kurulduğu ve kararın aynı gerekçelerle temyiz edildiği ve Yargıtay Ceza Dairesi'nce bu hususta da değerlendirilip meşru savunmaya haksız tahrikin bulunduğuna yönelen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine karar verildiği, kaldı ki hükümlü müdafiinin 17/04/2013 tarihli dilekçesi ile de; Yargıtay onama kararına itiraz isteminin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca reddedildiği anlaşılmıştır.  Bilineceği üzere yargılanmanın yenilenmesi CMK'nun 311- maddelerinde düzenlenmiş ve nedenleri Kanunda açıkça gösterilmiş ve 311/1-e. fıkrasında yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa yargılamanın yenilenmesinin söz konusu olacağı öngörülmüştür. Hal böyle iken, hükümlü müdafiinin dinlenmesini talep ettiği D’nin yargılama aşamasında isminin dahi geçmediği, hükmün kesinleşmesinden çok sonra bu tanığın dinlenmesinin talep edildiği, ancak tanığın belirttiği hususlarla ilgili olarak yargılamada tartışılıp değerlendirme yapıldığı, yeni bildirilen bu tanığın CMK'nun maddesi anlamında yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yeni bir delil niteliğinin bulunmadığı ve bu şekilde şartları oluşmadığı gibi yerinde de olmadığından talebin reddi gerektiği hukuki ve vicdani kanaatine varılarak aşağıdaki karar verilmiştir.…” Ret kararına yapılan itiraz üzerine dosya, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 31/7/2014 tarihli ek kararı ile (başvurucunun mahkûmiyetine karar verilen önceki yargılamada görev yapan heyette yer alan hâkimler F. N. K. ve Z. G.'nin de imzalarıyla) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 14/8/2014 tarihli ve 2014/1179 Değişik İş sayılı kararı ile itiraz reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 15/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, bireysel başvuru, 13/10/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan hâkim, aynı işte görev alamaz.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi şöyledir: “Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür: ... e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa…” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Yargılamanın yenilenmesi istemi, kanunda belirlenen şekilde yapılmamış veya yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal hiçbir neden gösterilmemiş veya bunu doğrulayacak deliller açıklanmamış ise, bu istem kabule değer görülmeyerek reddedilir. 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddialar, yeterli derecede doğrulanmaz veya 311 inci Maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 314 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı hâllerde işin durumuna göre bunların önce verilmiş olan hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa, yargılamanın yenilenmesi istemi esassız olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın reddedilir. (2) Aksi hâlde mahkeme, yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verir. (3) Bu Madde gereğince verilen kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15986
Başvuru, “yeni” ve “önemli” bir delil elde edilmesine karşın yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi ve bu karara itirazı inceleyen heyette önceki yargılamada görev yapan iki hâkimin bulunması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
0
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan köşe yazısı nedeniyle aleyhe tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne süresinde karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 21/3/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kültür ve edebiyat alanında, aralarında Büyük Türkçe Sözlük’ün de bulunduğu birçok eserin yazarıdır. Bir dönem Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği de yapmış olan başvurucu, olay tarihinde ulusal ölçekte yayın yapan Anadolu’da Vakit gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır. Başvurucu20/8/2010 tarihinde gazetede “HSYK’da Son Sirtaki” başlığı ile bir yazı kaleme almıştır. Yazıda o dönem Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Üyesi olan Ali Suat Ertosun’un (davacı) “Bazı davalara el attık” biçimindeki sözleri ile 2010 yılındaki referandumun hemen öncesinde HSYK tarafından yapılan tasarruflar eleştirilmiştir. Başvurucu tarafından Anadolu’da Vakit gazetesinde 20/8/2010 tarihinde yayımlanan yazı şöyledir: “Aslında son tango denilmesi beklenirdi, fakat bu iki kişiyle oynanan modern latin dansından çok belki kökü ta Bizansa dayanan bizim kasap havasına da benzeyen Yunan – Arnavut karışımı bir dans daha fazla yakışır malum kuruma…HSYK herkesin malumu. Onun güya seçilmiş ekibi de çok maruf… en maruflarından biri de Ertosun’dur. Bu senenin “Adli ve idari yargı yaz kararnamesi” uyarınca ilk ses ondan çıktı. Gazete haberlerine göre “bazı davalara el attık” demiş. Bazı davaların hangileri olduğu cümlenin malumu. Türkiye’nin karanlık geçmişini deşifre eden, dokunulmazlara konulan “Ergenekon davası” başta geliyor. HSYK şu anda son kararını veren bir kurum. Bir ay sonra başka bir HSYK olacak. Bu hırs neden? Bu giderayak iş bitirme pişkinliğinin sebebi ne? Burayı stratejik bir yer olarak gören ideolojici ve Alevici kesimler, kurulu kendi yandaşları ile doldurdular. “Bu kadar tesadüf de olamaz!” dedirtecek gerçek bir kadrolaşma! Suyun başını tutunca yargıyı belirlemek normal bir hal oluyor. Bu yüzden Türkiye yargısının adalet temelli değil, ideoloji temelli tarafgirlikle malül olması kaçınılmazlaşıyor. “Yargının bağımsızlığı”, HSYK’nın sürekli ve ağır vurgusu. Fakat, tarafsızlık mevzu bahis olunca, “biz ideolojiden yana tarafız” deniliyor. O kutsal ideoloji, Türkiye’nin oligarşik sisteminin hükümranlığına hizmet ediyor. Prensip şu: “İdeoloji söz konusuysa adalet teferruattır”. Bu ülkenin Türkiye’de yargının resmi sloganı olduğuna inanmamak için bir sebep yoktur. Son zamanlara kadar yüksek yargı kurumlarının başları, açılış konuşmalarında şatafatlı törenlerde bu hususun altını hep ısrarla çizmişlerdir. Ülkede adalet ihtiyacının tavan yapması, bu ideolojikleştirme ile paralel yürümüştür. Sonunda, o raddeye gelmiştir ki; HSYK’nın yapısının değiştirilmesi, daha demokratik bir seçim mekanizmasının oluşturulması şart olmuştur. HSYK eğer, mutedil davransa idi; ideolojik ve mezhebci ayrımları ayyuka çıkarmadan işlerini yürütse idi belki de yapısının değiştirilmesi gerekmeyebilirdi. Fakat son yıllarda HSYK ideolojiye dayanarak suç işleyenlerin göz diktiği tek merci haline geldi. Bu beklentiler, kurulu iyice yordu ve yıprattı. Hele internete düşen ses kayıtları, kurul içinde dönenleri, herkesin gözünün önüne serdi. Vatandaş gördü ki; kayırılan mahkumlarla hakimler sarmaş dolaş. Anayasa Mahkemesi ile aynı kaderi paylaşan HSYK’nin seçilmiş üyeleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri kadar basiret gösteremediler. Anayasa Mahkemesi, referandumu engelleyecek yaklaşımları benimsemediğini göstererek tavrını ortaya koydu, bir bakıma CHP ile yollarını ayırdı. HSYK ise giderayak hala iş bitirmeye çalışıyor! HSYK’da son sirtaki! Oyun ağırdan başlıyor ve sürekli hızlanıyor. Bizim “bozuk” denilen sazdan aparılmış “Yunan sazı” buzuki’nin ritmine kendini kaptıran birbirlerinin omuzlarına el atmış üyeler, baş döndürücü bir hızla son oyunlarını oynuyorlar. Son figür, HSYK’nın mevcut üyelerinin “eyvah” makamında kıçlarını şaplaklaması olacağa benziyor!” Davacı, bahsi geçen köşe yazısında yer alan bazı ifadelerin hakaret niteliğinde olduğu iddiasıyla kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 24/8/2011 tarihinde başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi 19/7/2012 tarihli kararıyla 500 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Davacı, yazı tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunun üyelerinden biridir. Dava konusu yazı Anayasa değişikliğinden önceki HSYK’nın ve bu kurulun üyelerinin davacının adı da zikredilmek suretiyle davacının şahsı hedef alınarak kamuoyu nezdinde saygınlığını azaltan kişilik haklarıyla mesleki itibarını rencide eden, halk nezdinde onur ve şerefinin aşağılanarak kamuoyunda küçük düşürülmesine yol açan bir yazıdır. Davalı, okuyucuya toplumu ilgilendiren olayları bildirirken ve her türlü siyasi konu hakkında kamu yararı ile ilgili fikir alışverişinde bulunurken davacı hakkında eleştirilerde bulunmuştur. Ancak davacının “son figür HSYK’nın mevcut üyelerinin eyvah makamında kıçlarını şaplaklaması olacağa benziyor” şeklinde kullandığı ibare ile basın aracılığı ile belli bir makam sahibi bir şahsa eleştiri sınırlarının aşılarak hakaret edildiği, saygınlığının gölgede bırakıldığı ve davacının kişilik haklarının saldırıya uğradığı açıktır. Eleştiri olay veya durumun kişisel düşünce açıklamalarıdır. Oysa olayımızda, davalı eleştiri yaparken hukuka aykırı olarak eleştiri sınırlarını aşmıştır.” İlk derece mahkemesi kararı, Yargıtay tarafından ¾/2014 tarihinde onanmıştır. Onama kararı, başvurucuya 7/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Olay tarihinde yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Türk Borçlar Kanunu’nun Maddesi şöyledir: “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) Maddesi şöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar… Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (…) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM’e göre - Maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere- ifade özgürlüğü; sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen “bilgi” ve “fikirler” için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu; yokluğu hâlinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, Maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover / Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).   AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM’e göre -her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).   AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:“Mahkeme “görev ve sorumluluklar”ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. Madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. Özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)…” AİHM, kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri Sözleşme’nin”Özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı” kenar başlıklı Maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin Maddesi tarafından korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AG/ Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, §§ 19, 30) eleştirel bir gazete makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 14/06/2005) özel yaşam kapsamında görülmüştür. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Pfeifer/Avusturya, § 35).İfade özgürlüğü ve başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi gözönüne alınmalıdır. Bununla birlikte kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (Lesnik/Slovakya, B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53; Raichinov/Bulgaristan, B. No: 47579/99, 20/4/2006, § 48). AİHM’e göre kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken performanslarını etkilemeye ve kamuoyunun bu kişilere olan güvenine zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı ve hakaret içerikli saldırılara karşı korunmaları zorunludur (Busuioc/Moldova, B. No: 61513/00, 21/12/2004, § 64). Bununla birlikte AİHM, kendilerine idari yetkiler verilmiş kamu görevlilerine de kamusal konum doktrininin uygulanmasını uygun görmüş; belirli yetkileri kullanan kamu görevlilerinin kendilerinin sözleri ve eylemlerine getirilen eleştirilere daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiğini belirtmiştir (Steur/Hollanda, B. No: 39657/98, 28/10/2003, § 40).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8875
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan köşe yazısı nedeniyle aleyhe tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılama sürecinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 27/2/2008 tarihinde gözaltına alınmış; İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 6/11/2008 tarihli iddianamesi ile suç işlemek amacıyla örgüt kurma, nitelikli yağma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 15/12/2010 tarihli kararı ile başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan beraatine; yağma ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçları yönünden ise Mahkemenin görevsizliğine; dava dosyasının Akhisar Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi 11/1/2013 tarihlikararı ile, başvurucunun tutuklanmasına ve nitelikli yağma suçundan üç kez 7 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 6/2/2014 tarihli kararı ile onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5206
Başvuru, yargılama sürecinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, özel bir şirket bünyesinde çalışan başvurucuların mahremiyete ilişkin yazışmalar içeren kurumsal e-posta hesaplarının işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmaların işe iade davasında delil olarak kullanılması nedenleriyle özel hayata saygı ve haberleşmenin gizliliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/6/2013 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konu bakımından irtibat nedeniyle 2013/5442 numaralı başvurunun 2013/4825 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği 2013/5442 numaralı başvuru dosyası üzerinden bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 29/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 14/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu 1/3/2010 tarihinde imzaladığı iş sözleşmesi ile, ikinci başvurucu 11/4/2011 tarihinde imzaladığı iş sözleşmesi ile işveren T. Ticaret A.Ş. (Şirket) bünyesinde işçi statüsünde çalışmaya başlamıştır. Anılan iş sözleşmelerinin “Özel Şartlar” başlıklı bölümünde “ Personel, işyerinde yürürlükte olan tüm Yönetmelik, İç Tüzük, Prosedür ve talimatlara uymakla yükümlüdür.”, “ İşyerinde uyulması gereken kurallara ilişkin iç tüzük, yönetmelik, oryantasyon kitapçığı, hükümler ve seyahat yönetmeliği, talimatlar, prosedürler, iş bu iş akdinin ayrılmaz eki ve parçasıdır.” şeklinde ifadelere yer verilerek yönetmelik ile diğer düzenlemeler iş sözleşmelerinin bir parçası olarak belirlenmiş ve bu düzenlemelere uygun davranmak konusunda başvurucular ve işveren karşılıklı taahhüt altına girmişlerdir. Bu kapsamda Şirket Temel Yönetmeliği’nin “İşyerleri içerisinde, temel ahlaki kurallara uyulması ve yanlış anlaşılacak davranış ve ilişkilerden kaçınılması” başlıklı maddesinde yer alan “Eşit veya ast/üst pozisyonlarda çalışan personel, hem eşitleri hem de üst veya astları ile karşılıklı saygıya dayanan mesafeli ve profesyonel bir ilişki kurmalı, özel yaşamlarını, birbirlerine açacak kadar samimi olmaktan kaçınılmalı, özel dostluklarını tercihen şirket dışındaki arkadaşları ile oluşturmalı” şeklindeki düzenleme, anılan iş sözleşmelerinin bir parçası kabul edilerek her iki başvurucu tarafından imzalanmıştır. Yine iş sözleşmelerinin devamı olarak kabul edilen Bilgi Güvenliği Taahhütnamesi’nin maddesinde yer alan “Şirket tarafından çalışanlara iş için tahsis edilmiş olan bilgisayar, e-posta, internet kullanımı, telefon, USB memory, CD-writer, iletişim programı ve diğer IT kaynaklarını ve iletişim araçlarını zaruri ihtiyaçları aşan ölçüde kişisel amaçlı, kabul edilemez maksatlı, eğlence niyetli, genel ahlaka, örf ve adetlere aykırı şekilde kullanılmayacağı” şeklindeki taahhüt ile maddesinde yer alan “Yetkili şirket yöneticileri tarafından çalışanlara herhangi bir haber verilmeksizin ve uyarıda bulunulmaksızın; kullandıkları IT ve iletişim kaynaklarının her zaman takip altında tutulabileceği, yaptıkları yazışmaların ve iletişim kayıtlarının yedeklenebileceği, raporlanabileceği, gerekli durumlarda detay bazlı incelenebileceği, el konulabileceğini ve kullanım sınırlaması getirilebileceği” şeklindeki taahhütleri içeren düzenlemeler de başvurucular tarafından imzalanmıştır. 14/5/2012 tarihinde işveren Şirketin yöneticilerinin başvurucularla yaptıkları görüşmede, ikinci başvurucunun eşinin Şirket üst yöneticisini ziyaret ederek başvurucular arasında duygusal bir ilişki bulunduğunu belirttiği ve buna kanıt olarak başvuruculara ait e-posta yazışmalarının bir suretini Şirket yönetimine verdiği dile getirilmiştir. Ayrıca bu nedenle işverenin artık başvurucularla çalışmak istemediği, istifa edebilecekleri ya da karşılıklı anlaşma yoluna gidilebileceği, aksi takdirde iş sözleşmelerinin işveren tarafından feshedileceği ifade edilmiştir. Başvurucular, duygusal ilişki yaşadıkları iddiasını reddetmişler ve iş sözleşmelerinin feshini gerektirecek bir neden bulunmadığını belirtmişlerdir. Anılan görüşme sonrasında iş yerinde kullanım amaçlı olarak başvuruculara tahsis edilen bilgisayarlar işveren tarafından kapatılmıştır. Ayrıca aynı gün talepleri üzerine başvuruculara yıllık izin verilmiştir. Başvurucuların iş sözleşmeleri 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinde yer alan “Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” başlıklı (II) numaralı bendi gereğince 21/5/2012 tarihinde işveren tarafından feshedilmiştir. Başvurucular; ikinci başvurucu ile eşi arasında boşanma davasının devam ettiğini, haklarında dile getirilen beyanların bir iftiradan ibaret olduğunu, özel hayatlarının gizliliği ve haberleşme hürriyetleri yok sayılarak kişisel e-posta hesaplarının incelendiğini,ve bu hesaplardan elde edilen yazışmaların içerikleri üzerinden ulaşılan “evlilik dışı ilişki yaşadıkları” şeklindeki varsayım gerekçe gösterilerek iş sözleşmelerinin haksız yere feshedildiğini ileri sürerek 20/6/2012 tarihinde işveren şirket aleyhine işe iade istemli tespit davası açmışlardır. Söz konusu davalar Bakırköy İş Mahkemesinin 2012/279 ve 2012/280 Esas sıralarına kaydedilmiştir. Davalı işveren tarafından sunulan cevap dilekçesinde, başvurucuların iş sözleşmelerinin yalnızca ikinci başvurucunun eşinin tek taraflı beyanları üzerine feshedilmediği, başvurucuların özel hayat alanlarının dışında kalan ve Şirketin işleyişini ilgilendiren iddiaların araştırılması için başvurucuların kullanımına tahsis edilen ancak mülkiyeti Şirkete ait olan bilgisayarların sınırlı şekilde incelendiği, iddiaları destekleyen ve iş sözleşmelerinin devamını çekilmez kılan hususların bulunduğu, iddiaları doğrulayacak şekilde başvurucuların karşılıklı olarak e-posta hesapları üzerinden yazıştıklarının tespit edildiği, bu yazışmaların müstehcenlik unsurları taşıdığı, tüm bu hususların iş sözleşmesi ile iş sözleşmesinin parçası olan Şirket içindeki diğer düzenlemelere aykırılıklar oluşturduğu belirtilmiş ve söz konu yazışmaların içerikleri Mahkemeye delil olarak sunulmuştur. 2012/279 Esas sıra sayılı davada, davalı Şirket çalışanları tarafından Mahkeme huzurunda tanık sıfatıyla verilen ifadelerin ilgili kısımları şöyledir: “... ben 2005 yılından bu yana davalı işyerinde çalışmaktayım, ben Uluslararası mağazacılık insan kaynakları direktörü olarak davalı işyerinde çalışmaktayım, davacı firmanın avukatıydı. fesih öncesinde 3-4 ay öncesinde davacı ve Ömür Hanım aralarında yakınlık olduğu konusunda birkaç duyum aldım, aralarındaki ilişkinin profesyonelliğin ötesinde yorumlandığını gördüm, bu konuda davacı ve Ömür Hanımı bilgilendirdim, onlarda böyle bir ilişkinin olmadığını söylediler, davacı Ömür Kara'nın çalıştığı bölüm kapanmadı, grup içerisinde organizasyonda değişiklik oldu, bu değişikli Onursal Özbek’i ilgilendirdi, beyle Onursal Özbek in eşi İ.Özbek bu konuda görüşmüş bunu bana yönetim kurulu başkanı Bey söyledi, bilgi işlem vasıtasıyla davacının e-mailini özel amaçlı kullanıp kullanmadığı konusunda araştırma yaptık, gerçekten de belirtilen e-mailler bilgisayar kayıtlarında mevcuttur, ... davacı ile Ömür hanım arasında iş ilişkisinden farklı bir ilişki olduğuna dair diğer birimlerde çalışan kişilerden işyerinde bu kadar uzun mola nasıl yapılabiliyor. Hep aynı 2 kişinin işyerinde dikkat çekici şekilde her molada sürekli birlikte olmalarının dikkat çektiği hususunda bana bilgi verildi. Ben kendileri ile görüştüğümde reddettiler. Buna ilişkin olarak genel müdürümüzün de bana uyarısı olmuştur. Bu durumun dışında davacının işyerindeki performansı veya çalışmasına ilişkin herhangi bir olumsuzluk bana iletilmedi. İşyerinde davacının evli olması sebebiyle bize bu konuyu bilmeniz gerekir şeklinde uyarılar gelmişti. Davacı vekilinin talebi üzerine soruldu: davacı ile Ömür hanım arasındaki diyalogun liseli aşıklar şeklinde benzetme ile bana iletilmişti dedi.” “... ben 2003 yılından bu yana davalı işyerinde çalışmaktayım,ben Uluslararası genişleme direktörü olarak davalı işyerinde çalışmaktayım,davacı firmanın avukatıydı. davacı ve Ömür Hanım mesai saatlerinin arasında mola zamanlarında normal mesai arkadaşlarından daha fazla vakit geçirmekte idiler,davacının işi aksatacak şekilde mesai saatleri içerisinde davranışlarına tanık olmadım.” “Ben ekim 2011 ayı ile ocak 2013 ayı arasında davalı işyerinde personel ve özlük işleri müdürü olarak çalıştım, benim işyerine karşı açılmış herhangi bir davam yoktur. Davacı firmanın avukatıydı. Bildiğim kadarıyla şu an davacının çalıştığı bölüm faaliyet göstermemektedir,ben sadece fesih sürecinde yer aldım bunun dışında tam bilgim yoktur,fesih öncesinde feshe, daha sonra ek olarak sunulan e-mail yazışmaları ve diğer belgeler nedeniyle davacı ve Ömür Hanımın iş akdi feshedildi.” “Onursal Özbek benim eski eşim olur, işyerinden ortak arkadaşlarımla davacı ile eşim arasında yakınlık olduğunu duydum, ayrıca birbirlerine göndermiş oldukları e-mailleri gördüm, bunun üzerine yönetim kurulu başkanı Bey ile görüştüm,diğer yönetici ve avukatlarıyla görüşüp durumu değerlendireceğini söyledi, benim gerekçelerimle hareket etmeyeceğini söyledi, gerekli araştırma yapıldıktan sonra işlem yapılacağını söyledi,daha sonra dan iş akitlerinin feshedildiğini öğrendim, evliliğin bitmesinebuneden olmuştur iki tarafla da görüşmeme rağmen sonuç alamadım dedi.” “Ağustos 2011 ve temmuz 2012 tarihleri arasında davalı işyerinde Uluslar arası finansal kiralama ve sözleşme uzmanı olarak çalıştım. davacı firmanın avukatıydı. Davacı ile Ömür Hanım arasında yakınlık konusunda herhangi bir bilgim yoktur,davacının çalıştığı bölüm kapatılmadı, Onursal Özbek bana Ömür Kara ile beraberliği nedeniyle iş akdinin feshedildiğini, eşinin e-maillerini kırıp e-mailleri beye gösterdiğini söyledi, bir daha işyerinde çalışmak istemediğini söyledi, her zaman dikkat çekecek şekilde Ömür Kara ile beraberliği yoktu, herkese karşı sıcak davranmaktadır, ben hiçbirfarklılık görmedim, davacı hakkında daha önce fesih konusunda araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyorum..” 2012/280 Esas Sıra sayılı davada verilen tanık ifadeleri de aynı doğrultudadır. Birinci başvurucu açısından Bakırköy İş Mahkemesinin 8/2/2013 tarihli ve E.2012/280, K.2013/76 sayılı kararı ile; ikinci başvurucu açısından Bakırköy İş Mahkemesinin 7/3/2013 tarihli ve E.2012/279, K.2013/129 sayılı kararı ile davaların reddine karar verilmiştir. 8/2/2013 tarihli kararın gerekçesi şöyledir:  “... Davacının hizmet cetveli, işyeri özlük dosyası dosyaya celb edilmiştir. Dava ile ilgili olarak davacı ve davalı tanıklarının beyanları alınmıştır. Dosyanın incelenmesinden; davacının iş akdinin 4857 sayılı Kanunun 25/ maddesi gereğince feshedildiği, davacı ile Onursal Özbek arasındaki e-maillerin dosyaya ibraz edildiği, şirketin kendisine tahsis edilen e-mail adresinden mesai saatleri içerisinde özel amaçlı olarak e-mail gönderilmesi ve kabul edilmesinin doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmayan eylem niteliğinde olduğu, davacı ve Onursal Özbek arasındaki yakınlaşma nedeniyle,aynı zamanda Onursal Özbek in eşinin işyerinegelip şikayetçi olması nedeniyle de şirket açısından iş akdinin devamının imkansız hale geldiği nazara alınarak davanın reddine karar vermek gerekmiştir”. 7/3/2013 tarihli kararın gerekçesi ise şöyledir:“... Mahkememizce davacının hizmet cetveli, işyeri özlük dosyası getirtilip incelenmiş, davacı ve davalı tanıkları dinlenmiştir. Davalı tarafından sunulan, şirketçe tahsis edilmiş e-mail adresinden yapılan yazışmaların içeriği davacı tarafından kabul edilmiştir.  Tüm dosya kapsamı, e-mail yazışmaları, tanıkların beyanları birlikte değerlendirildiğinde; evli olan davacının işyerinde bir bayan işçi ile gönül ilişkisine girmesi sonrası, davacı eşinin işyerine geldiği ve durumu yöneticilere ilettiği, bu nedenle işyerinde olumsuzluklar yaşandığı ve bu olumsuzlukların davacının davranışından kaynaklandığı, işverenin zor durumda kaldığı ve işveren açısından iş ilişkisinin sürdürülmesi olanağı kalmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar vermek gerekli ve uygun görülmüştür.” Kişisel hesaplar üzerinden gerçekleştirilen yazışmalardan oluşan e-postaların fesih gerekçesi olarak gösterilmesiyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiği, buna rağmen söz konusu delil içeriklerinin Mahkemece değerlendirildiği ve yalnızca bu hukuka aykırı deliller esas alınarak hüküm kurulduğu, performans ve verimliliğe ilişkin tanık ifadelerinin dikkate alınmadığı, özel hayat alanına yönelen haksız müdahalenin Mahkemece benimsendiği, işe iade davalarının kabulü gerekirken şartları oluşmadığı hâlde reddedildiği ileri sürülmüş ve söz konusu kararlar bozma talebiyle başvurucuların vekilince temyiz edilmiştir. Temyiz nedenlerine karşı cevap dilekçesi sunan davalı işveren vekilince, yazışmaların Şirket tarafından çalışanlar adına açılmış e-posta hesapları üzerinden gerçekleştirildiği, bu hesapların yalnızca iş amaçlı kullanılması yönünde başvuruculara gerekli uyarıların yapıldığı, buna rağmen yazışmaların içeriğinde adap ve ahlaka aykırı unsurlar içeren yazılar ve resimler bulunduğu, lehe tanık ifadeleri ve tüm bu saptamalar dikkate alındığında birinci başvurucu ile fesih sürecinde evli olan ikinci başvurucu arasında duygusal bir ilişkinin bulunduğu, bu nedenlerle davacıların iş sözleşmelerinin devamının çekilmez hâle geldiği ileri sürülmüş ve söz konusu kararların onanması talep edilmiştir. Temyiz incelemesi neticesinde delillerin takdirinde isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle birinci başvurucu açısından Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/4/2013 tarihli ve E.2013/6232, K.2013/9082 sayılı ilamı ile; ikinci başvurucu açısından yine Dairenin 16/5/2013 tarihli ve E.2013/9419, K.2013/11237 sayılı ilamı ile kararlar onanarak kesinleşmiştir. 30/4/2013 tarihli nihai karar 29/5/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş ve 27/6/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4857 sayılı Kanun’un “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: ... II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri: ... b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması. c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması. d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması. e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması. ... h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi. ... III- Zorlayıcı sebepler: İşçiyi işyerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı bir sebebin ortaya çıkması...." Başvurucular tarafından imzalanan iş sözleşmelerinin “Özel Şartlar” başlıklı bölümünde yer alan ilgili düzenleme şöyledir:“ Personel, işyerinde yürürlükte olan tüm Yönetmelik, İç Tüzük, Prosedür ve talimatlara uymakla yükümlüdür. ...  İşyerinde uyulması gereken kurallara ilişkin iç tüzük, yönetmelik, oryantasyon kitapçığı, hükümler ve seyahat yönetmeliği, talimatlar, prosedürler, iş bu iş akdinin ayrılmaz eki ve parçasıdır.” Şirket Temel Yönetmeliği’nin “İşyerleri içerisinde, temel ahlaki kurallara uyulması ve yanlış anlaşılacak davranış ve ilişkilerden kaçınılması” başlıklı maddesi şöyledir: “Eşit veya ast/üst pozisyonlarda çalışan personel, hem eşitleri hem de üst veya astları ile karşılıklı saygıya dayanan mesafeli ve profesyonel bir ilişki kurmalı, özel yaşamlarını, birbirlerine açacak kadar samimi olmaktan kaçınılmalı, özel dostluklarını tercihen şirket dışındaki arkadaşları ile oluşturmalı. (Eşitler veya ast/üst arasındaki aşırı samimiyet, duygusallığı öne çıkarıp, profesyonellikten uzaklaştıracağı için günlük iş ilişkilerinde, performans değerlendirmede ve ileride oluşabilecek terfi sonrası otorite kurmada, zaaflara neden olabilecektir.)” Başvurucular tarafından imzalanan Bilgi Güvenliği Taahhütnamesi’nin ilgili kısımları şöyledir: “Çalışanı olduğum Şirketin faaliyetleri kapsamında; ...  Şirket tarafından şahsıma iş için tahsis edilmiş olan bilgisayar, e-posta, internet kullanımı, telefon, USB memory, CD-writer, iletişim programı ve diğer IT kaynaklarını ve iletişim araçlarını zaruri ihtiyaçları aşan ölçüde kişisel amaçlı, kabul edilemez maksatlı (örn: yasal olmayan kopyalama, iş yürütme, iş araştırma, izinsiz yazılım kurulumu, kullanımı v.b.), eğlence niyetli(örn: çevrimiçi topluluklara, sohbet odalarına, forumlara katılım, toplu e-mail gönderimi, müzik sitelerine giriş v.b.), genel ahlaka, örf ve adetlere aykırı şekilde (örn: cinsel içerikli materyallere erişim, taciz, kumar, bahis amaçlı) kullanmayacağımı, ...  Yetkili şirket yöneticileri tarafından şahsıma herhangi bir haber verilmeksizin ve uyarıda bulunulmaksızın; kullandığım IT ve iletişim kaynaklarının her zaman takip altında tutulabileceğini, yaptığım yazışmaların ve iletişim kayıtlarının yedeklenebileceğini, raporlanabileceğini, gerekli durumlarda detay bazlı incelenebileceğini, el konulabileceğini ve kullanım sınırlaması getirilebileceğini, ... kabul ve taahhüt ediyorum. ... iş bu taahhütname tarafımdan okunarak imzalanmıştır.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4825
Başvuru, özel bir şirket bünyesinde çalışan başvurucuların mahremiyete ilişkin yazışmalar içeren kurumsal e-posta hesaplarının işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmaların işe iade davasında delil olarak kullanılması nedenleriyle özel hayata saygı ve haberleşmenin gizliliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kasten yaralama suçunun mağduru olarak katılınan ceza yargılamasında adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, doktor olarak çalıştığı hastanede bir doktorun kendisine vurduğu ve hakaret ettiği iddiasıyla 28/12/2004 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 24/7/2006 tarihli iddianame ile şüphelinin kasten yaralama ve hakaret suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 2/6/2010 tarihli kararıyla sanığın hakaret suçundan beraatine, kasten yaralama suçuna teşebbüsten ise 9 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 8/2/2012 tarihli ilamıyla Mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama neticesinde Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 3/7/2012 tarihli kararıyla kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 21/5/2014 tarihli ilamıyla Mahkeme kararını düzelterek onamıştır. Karar 13/6/2014 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 8/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11084
Başvuru, kasten yaralama suçunun mağduru olarak katılınan ceza yargılamasında adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 29/7/2005 tarihinde açılan davanın yargılaması 21/10/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37739
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ağabeyinin cenaze defin işlemine katılma, kabir ziyareti yapma ve hasta ablasını ziyaret etme taleplerinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan Ereğli (Konya) T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümözlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu 22/5/2019 tarihinde yazdığı iki dilekçe ile vefat eden ağabeyinin cenaze defin işlemine katılma, kabir ziyareti yapma ve yoğun bakımda yatan ablasını ziyaret için izin talebiyle Ereğli (Konya) Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuştur. Başsavcılık 23/5/2019 tarihinde başvurucunun talebini 24/5/2019-27/5/2019 tarihleri arasında geçerli olmak üzere 2 gün yol izni ve 1 gün -taziye izni- olmak üzere toplam 3 (üç) gün izin verilmesi şeklinde uygun görmüştür. Başvurucu 19/7/2019 tarihinde Ereğli (Konya) İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuş, Başsavcılık tarafından ağabeyinin cenaze defin işlemine katılma, kabir ziyareti yapma ve ablasının hasta ziyaretine ilişkin taleplerinin reddedilme gerekçelerinin belirtilmediğini, buna ilişkin bilgi ve belge sunulmadığını ifade ederek bu yönden izin verilmeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği 30/7/2019 tarihli kararıyla, şikâyet başvurusunu içeren dilekçenin esasına girmeden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hükümlünün talebi yönündeki istem hakkında verilen olumlu veya olumsuz karara karşı yasa yolu öngörülmediğinden hükümlünün dilekçesinin reddine karar verildiği belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Ereğli (Konya) Ağır Ceza Mahkemesinin 16/8/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, İnfaz Hâkimliğince verilen kararın gerekçesinde mevzuata ve usule aykırı bir yönün bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 29/8/2019 tarihinde tebliğ aldıktan sonra 19/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32965
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ağabeyinin cenaze defin işlemine katılma, kabir ziyareti yapma ve hasta ablasını ziyaret etme taleplerinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yaralanmaya ilişkin olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının; yargılanılan davada tanık dinletme hakkının tanınmaması, mahkeme kararının yeterli gerekçe ihtiva etmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Mehmet Kutlu'nun Yaralanmasına İlişkin Soruşturma Süreci Başvuruculardan Mehmet Kutlu'nun köy yerindeki suyun kullanımı ile ilgili 7/11/2004 tarihinde yaşanan bir tartışma sırasında burnu kesilmiş, bu kavga sonrasında silahlı çatışma yaşanmış ve yaralama olayları meydana gelmiştir. Mutki Cumhuriyet Başsavcılığınca Mehmet Kutlu'ya karşı kasten yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla şüpheliler U., T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç., E.Ç. hakkında 2006/28 sayılı dosyada soruşturma başlatılmıştır. B. Müşteki (Başvurucu) Beyanları ve Sanık Savunmaları Başvurucu Mehmet Kutlu 28/12/2005 tarihinde Mutki Cumhuriyet Başsavcılığında müşteki sıfatıyla alınan beyanında; olay öncesinde şüpheliler ile arasında husumet ve arazi uyuşmazlığı bulunduğunu, olay günü olan 7/11/2004 tarihinde şüpheliler U., T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç. ve E.Ç.nin yolunu kestiğini, "Sen çok konuşuyorsun, senin ağzını burnunu keseriz." dediklerini, ayrıca olay sırasında F.Ç., H.Ç. ve G.Ü.de 65 çapında silahlar olduğunu, bu silahlarla üzerine ateş ettiklerini, bunun üzerine korkudan yere düştüğünü, şüphelilerin kendisini yere yatırdığını, içlerinden bazılarının da ellerinden ve kollarından kendisini tuttuklarını, diğer şüpheliler E.Ç., H.Ç., T.Ü.nün ise ellerindeki bıçakla burnunu kestiğini, hepsinin vücudunun değişik yerlerine vurduğunu, bu sırada bayıldığını, yakınlarının kendisini Muş'un Hasköy ilçesine götürdüğünü, Hasköy Devlet Hastanesinde plastik cerrahi polikliniği bulunmadığı için yakınları ile birlikte Malatya Devlet Hastanesine gittiklerini, ilk tedavisinin ardından plastik cerrah olan Operatör Doktor Y.nin muayenehanesinde kendisini ameliyat ettiğini, daha sonra her üç ayda bir olmak üzere altı kez daha operasyon geçirdiğini, olayı Me.K. ile K.nin gördüğünü söylemiş; bu şahısların tanık olarak dinlenmelerini istemiş ve burnunu kesen sekiz şüpheliden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun Bitlis Ağır Ceza Mahkemesindeki beyanı da aynı mahiyettedir. Sanıklar kollukta ve Mahkemedeki savunmalarında suçlamaları reddetmişlerdir. Olay Tespit Tutanağı 7/11/2004 tarihli olay yeri tespit tutanağında; olayın Sadullah Kutlu ile Mehmet Kutlu'nun aynı köy halkından E.Ç. ile G.Ç.yi tabanca ile vurması sonucu meydana geldiği, yaralıların hastaneye sevk edilmiş olduğu, başvurucuların ise kaçtıklarının tespit edildiği, olay mahallinde yapılan tahkikatta olay mahallinin köy içinden geçen yol üzerindeki köy camisine on iki metre mesafede F.A.nın konutunun yakınında gerçekleştiğinin tespit edildiği, olay mahallinde kan izlerinin görüldüğü, yapılan aramada bir adet boş kovan bulunduğu, boş kovanın alındığı kovanda yapılan incelemede 65 mm çapında Makina Kimya Endüstrisi menşeli, içinin boş ve kapsülünün patlatılmış olduğunun görüldüğü, Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmek üzere boş kovana el konulduğu, olay mahallinde bir adet iki metre genişliğinde çukur tespit edildiği, başkaca iz, emare ve delilin mevcut olmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Tanık Beyanları Tanık S.K. 7/11/2004 tarihli beyanında; amcası Sadullah Kutlu'nun yanında kaldığını, 7/11/2004 günü saat 00 sıralarında köyün yukarı kısmından eve giderken yol üzerinde bulunan caminin ön tarafında amcası Sadullah Kutlu ile H.Ç. ve E.Ç.nin tartıştıklarını gördüğünü, amcasına evin önündeki suyu açık bıraktığını ve köylünün susuz kaldığını söylediklerini, eve doğru yürümeye devam ettiğini, aradan beş dakika geçtikten sonra cami civarından silah sesi duyduğunu, koşarak camiye gittiğini, amcası Mehmet Kutlu'yu yerde yatarken gördüğünü, amcasının burnundan çok kan geldiğini, Sadullah Kutlu'yu görmediğini, amcası Mehmet Kutlu'yu eve götürdüğünü, daha sonra Sadullah amcasının eve geldiğini, bir müddet oturduktan sonra evden gittiklerini, daha sonra evin kapısına H.Ç., H.F.Ç.nin geldiğini, köylülerin de orada olduğunu, H.Ç.nin elinde tabanca olduğunu, dipçiği ile koluna vurduğunu, silahı doldurduğunu, köylülerin buna müsaade etmediklerini söylemiştir. Başvurucu Mehmet Kutlu'nun yeğeni olan tanık E.K., Mahkeme huzurunda alınan beyanında; olay günü evde annesi ve kardeşleri ile oturdukları sırada S.K.nın gelerek amcası Mehmet Kutlu'nun Ç. ve Ü. soyisimli aileler tarafından yere yatırıldığını ve öldürülmek istendiğini söyleyince hemen olay yerine gittiğini, daha sonra annesi ile küçük kardeşlerinin de geldiğini, olay yerine gittiğinde G.Ç. ile T.Ü.nün amcası Mehmet Kutlu'yu yere yatırıp tuttuğunu, E.Ç. ile H.Ç.nin bıçakla burnunu kestiğini gördüğünü, F.Ç., H.Ç. ve G.Ü. de tabanca olduğunu gördüğünü, korktuğu için yaklaşamadığını, uzaktan taş atarak engel olmaya çalıştığını, daha sonra silah seslerinin gelmeye başladığını, her taraftan ateş edildiğini, F.Ç.nin ateş ederken G.Ç.yi yaraladığını gördüğünü, Mehmet Kutlu'da silah görmediğini, Sadullah Kutlu'yu ise o gün hiç görmediğini, daha sonra amcası Mehmet Kutlu'nun F.A., A., ve E.A. tarafından eve getirildiğini, sonrasında tedavisinin yapılması için Muş'a götürüldüğünü, bu olayın asıl çıkış sebebinin su meselesi olduğunu bildiğini ifade etmiştir. Tanık Doktor Y. 8/2/2006 tarihli Malatya Cumhuriyet Başsavcılığında alınan beyanında; Mehmet Kutlu'yu tanıdığını, kendisine geldiği ilk gün burnuna sac düştüğünü, bu nedenle burnunun kesildiğini söylediğini ve Mehmet Kutlu'nun burnunu ameliyat ettiğini, bu şahsın burnundaki sorunlardan dolayı daha sonra da geldiğini, dört veya beş kez daha ameliyat olduğunu, sonrasında Mahkemede bu şahsın aslında yaşanan bir kavga neticesinde burnunun kesildiğini öğrendiğini, kendisine ilk geldiğinde şahsın kimlik bilgilerini ve olayın oluş şekliyle ilgili bilgileri doğru vermediğini, gerçekleri Mahkemede öğrendiğini ifade etmiştir. Tanık A. talimat yoluyla alınan beyanında; köyde F.A. ve E.A. ile birlikte camiye doğru yürümeye başladıkları sırada yol kenarında bir grubun olduğunu, camiye yakın olduklarını, Mehmet'i çağırdıklarını, Mehmet yanlarına gittiğinde Arapça bir şeyler konuştuklarını, konuşma esnasında bu grubun aniden Mehmet'in üzerine saldırdığını, kendilerinin de ayırmaya gittiğini ancak bu şahısların saldırmaya devam ettiklerini, bu sırada Mehmet Kutlu'nun ağabeyi K.yı duyduklarını, bu sesi duyunca şahısların Mehmet Kutlu'yu bıraktıklarını, Mehmet Kutlu'nun burnunun kesildiğini gördüğünü ancak kimin kestiğini görmediğini, kavga esnasında Mehmet'in belindeki silahı çıkarmak istediğini, bu şahısların çıkarmasına izin vermediklerini ve silahı aldıklarını, kendilerinin Mehmet'i yakındaki eve götürdükleri sırada silahın olmadığını, arabaya bindirip köyden uzaklaşırken köyden silah sesi geldiğini duyduğunu ancak olayda silah kullanıldığını görmediğini ifade etmiştir. E. Başvurucunun Adli Raporları Başvurucu Mehmet Kutlu'nun yaralanmasına ilişkin olarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinden adli rapor alınmış, 7/10/2005 tarihli bu raporda; yaralanma fiilinin başvurucu üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilemediği, duyularından ya da organlarından birinin sürekli zayıflamasına veya konuşmasında sürekli zorluğa neden olmadığı ancak yüzünde sabit ize neden olduğu, yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, konuşma ya da çocuk yapma yeteneğinin kaybına, yüzünde daimî değişikliğe neden olmadığı belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığı İhtisas Kurulundan alınan 28/3/2011 tarihli raporda; başvurucu Mehmet Kutlu'nun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, vücutta kemik kırılmasının tarif edilmediği, kişi hakkında düzenlenmiş olay tarihli tıbbi belgelerde tarif edilen ve ATK'da yapılan muayenesinde yüz sınırları içinde tespit edilen yara izinin belirli bir mesafeden ilk bakışta belirgin olarak fark edildiği, yüzde sabit iz niteliğinde olduğu, bununla birlikte organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi niteliğinde herhangi bir anatomik kayıp ya da fonksiyonel bozukluk tespit edilmediği belirtilmiştir.F. Sanıklar Hakkında Açılan Kamu Davası Mutki Cumhuriyet Başsavcılığının 22/6/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucu Mehmet Mutlu'ya karşı kasten yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla sanıklar U., T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç., E.Ç. hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucular hakkında ise K.Ç. ve E.Ç.ye karşı kasten öldürmeye teşebbüs suçlarını işledikleri, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma ile müessir fiil suçlarını işledikleri iddiasıyla Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış; sonrasında 5/4/2005 tarihli iddianame ile Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Mutki Asliye Ceza Mahkemesinin 21/2/2007 tarihli kararıyla aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olması nedeniyle dava dosyasının başvurucuların kasten öldürmeye teşebbüs suçundan ve diğer suçlardan yargılandıkları Bitlis Ağır Ceza Mahkemesi dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesince asıl ve birleşen dosya üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemece 29/5/2007 tarihi ile 28/5/2009 tarihi arasında gerçekleştirilen altı duruşmada, K.Ç. hakkında ATK Başkanlığından rapor alınmış; bir kısım sanığın ise savunması dinlenmiştir. 18/2/2010 tarihli duruşmada Mehmet Kutlu hakkında kesin rapor alınmasına, sonraki üç duruşmada Mehmet Kutlu'nun adres bilgilerinin tespiti için birimlere yazılar yazılmasına karar verilmiştir. Adres bilgilerinin tespit edilmesinin ardından Mehmet Kutlu hakkında ATK raporu alınmıştır. Mahkemenin 7/6/2011 tarihli duruşmasında Mehmet Kutlu'ya ait ATK raporu hakkında savunmalarını yapmaları için sanıklara bir sonraki duruşmaya kadar süre verilmiştir. 11/10/2011 tarihli duruşmada, bazı sanıkların müdafiinin talebi üzerine esasa ilişkin savunmanın hazırlanması için sonraki duruşmaya kadar tekrar süre; bazı sanıkların müdafii ile katılan vekillerinin sundukları mazeret dilekçelerinin de kabulüne karar verilmiştir. 21/2/2012 tarihli duruşmada sanıkların sosyal ve ekonomik durumlarının tespiti için kolluk birimlerine yazı yazılmasına ve sanık müdafii ile katılan vekilinin sunduğu mazeret dilekçelerinin kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin 31/5/2012 tarihli duruşmasında iddia makamının esas hakkındaki mütalaası sunulmuş; mütalaada zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanıklar U, T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç., E.Ç. hakkında açılan davanın düşürülmesi talep edilmiştir. Bu duruşmada bir kısım sanık müdafiinin sunduğu mazeret dilekçesinin kabulüne ve son savunmasını sunması için katılan sanıkların müdafiine sonraki duruşmaya kadar süre verilmesine karar verilmiştir. 6/9/2012 tarihli duruşmada, bir kısım sanık müdafiinin mazeret dilekçesinin kabulüne ve bir kısım katılan sanık müdafiinin talebi üzerine bir sonraki duruşmaya kadar tekrar süre verilmesine karar verilmiştir. 24/1/2013 tarihli duruşmada; başvurucu Sadullah Kutlu'nun ek savunmasının alınması için zorla getirilmesine, katılan vekilinin mazeret dilekçesinin de kabulüne karar verilmiştir. 21/3/2013 tarihli duruşmada ise mahkemece nihai karar verilmiştir.G. Kovuşturma Sonucunda Verilen Karar Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2013 tarihli kararıyla sanıklar Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç. hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Öte yandan sanık F.Ç.nin yargılama sırasında vefat etmesi sebebiyle bu sanık yönünden dosya tefrik edilmiş ve davanın düşmesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... dosyada tarafsız görgü tanığı olmaması ve tüm sanıkların olayları kendi açılarından anlatmaları nedeniyle tartışmanın seyrine ilişkin kesin bir belirleme yapılamaması nedeniyle ilk haksız eylemin kim tarafından gerçekleştirildiğinin tespit edilemediği, tartışma sırasında sanıklar Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç.'nin mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun burnunu kestikleri, Mehmet Kutlu ve Sadullah Kutlu'nun da katılan sanıklar Kıyasettin ve Enver'e bir çok kez ateş ettikleri, katılan sanıklar Enver ve Kıyasettin' in cami yakınında bulunan bir çukura girerek kurtuldukları, katılan sanıklardan Kıyasettin' in alınan doktor raporuna göre batına isabet eden yaralanmasının hayati tehlike geçirmesine neden olduğu ve45 gün mutad iştigaline engel olduğu; katılan sanık Enver' in tek kurşunla yaralandığı, hayati tehlike geçirmediği ancak yaralanmasının 25 gün mutad iştigaline engel olduğunun tespit edildiği, katılan sanık Kıyasettin' in yaralanmasına neden olan merminin sağlık nedeniyle çıkarılamadığı ve alınan rapora göre 9 mm. çapında bir silaha ait olduğunun belirlendiği, ancak yaralanmasının tek kurşun yarası olup olmadığının tespit edilemediği, burnu kesilen mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun meydana gelen yaralanmasının hayati tehlikeye neden olmadığının, uzuv zayıflığı/kaybının meydana gelmediğinin ancak yüzde sabit iz oluştuğunun tespit edildiği, olay yerinde yalnızca 1 adet 65 mm. çapında silaha ait olduğu tespit edilen kovan ele geçirildiği, mağdur sanık Mehmet Kutlu' nun adına bulundurma ruhsatlı ve 9 mm. çapında Sigsauer marka silahın bulunduğu, diğer sanıkların ruhsatlı silahlarının bulunmadığı ve yapılan aramalarda silah ele geçirilemediği anlaşılmıştır.....Sanıklar Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç.nin mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun burnunu bıçakla kestikleri iddiasıyla açılan kamu davasında, İstanbul ATK İhtisas Kurulu'ndan alınan 28/03/2011 tarihli raporuna göre, mağdur sanığın meydana gelen yaralanmasının hayati tehlikeye neden olmadığının, uzuv zayıflığı/kaybı meydana getirmediğinin, ancak yüzde sabit iz oluşturduğunun tespit edildiği, bu kapsamda sanıkların eylemlerinin suç tarihi itibariyle yürürlükte olan ve sanıklar lehine olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası ile aynı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası kapsamında olduğu, ilgili maddelerde belirtilen cezaların üst sınırı dikkate alındığında, hüküm tarihi itibarıyla aynı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası ve maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen olağan ve olağanüstü zamanaşımı sürelerinin dolduğu anlaşıldığından, bu sanıklar hakkında açılan kamu davalarının 5271 sayılı CMK'nın Maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı düşürülmesine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.H. Başvurucular Hakkında Yürütülen Yargılama Süreci Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2005 tarihli iddianamesiyle 7/11/2004 tarihinde yaşanan silahlı çatışma sonucunda kasten öldürmeye teşebbüs, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma ve müessir fiil suçlarını işledikleri iddiasıyla başvurucular hakkında Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu Mehmet Kutlu 16/6/2005 tarihinde tutuklanmış, 25/10/2005 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu Sadullah Kutlu ise 1/9/2006 tarihinde tutuklanmış, 29/5/2007 tarihinde tahliye edilmiştir. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2013 tarihli aynı kararında başvurucular hakkında ruhsatsız silah taşıma suçundan açılan davaların zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan ise başvurucuların ayrı ayrı iki kez 8 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "İddia, sanık, mağdur sanık ve katılan sanık savunmaları, tanık beyanları, olay yeri tespit tutanakları, doktor raporları, birleşen dosya içeriği ve tüm dosya kapsamından; 07/11/2004 tarihinde köyün içme suyunun açık bırakılması nedeniyle F.Ç. (birleşen dosya sanığı iken kovuşturma aşamasında ölmesi nedeniyle hakkında açılan dosya tefrik edilerek düşme kararı verilmiştir.) ile sanık Sadullah ve mağdur sanık Mehmet Kutlu arasında tartışma yaşandığı...Sanık Sadullah Kutlu ve mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun katılan sanıklar K.Ç. ve E.Ç.ye yönelik eylemlerinin değerlendirilmesinde; taraflar arasında yukarıda anlatıldığı şekilde tartışma yaşandığı, yaşanan tartışma sonrasında -her ne kadar tarafsız görgü tanığı olmasa da, genel olarak dinlenen tüm tarafların beyanlarında- yaklaşık 10 el silah ateşlendiği, ancak olay yerinde yalnızca 1 adet kovan ele geçirildiği, sanık Sadullah ve mağdur sanık Mehmet silahları olmadığını/kullanmadıklarını savunmuş iseler de, sanık K.ye isabet eden merminin 9 mm. çapında bir silahtan atıldığının tespit edildiği, mağdur sanık Mehmet'in adına ruhsatlı 9 mm. çapında silahının bulunduğu ve katılan sanık K.nin kendisine mağdur sanık Mehmet'in de diğer sanık Sadullah'la birlikte ateş ettiğini beyan ettiği, yine olay yerinde ele geçirilen 1 adet kovanın 65 mm. çapında bir silahtan atıldığının belirlendiği, dolayısıyla olay anında 2 farklı silahın bulunduğu, katılan sanıkların kendilerine hem sanık Sadullah'ın hem de mağdur sanık Mehmet'in ateş ettiğini beyan etmeleri karşısında, sanık Sadullah ve mağdur sanık Mehmet'in savunmalarına itibar edilmeyerek, atılı suçlar açısından birlikte hareket ettiklerinin kabulü gerektiği, yaşanan tartışmanın ulaştığı boyut, yaklaşık 10 el ateşli silahla atış, katılan sanıklarda meydana gelen yaralanma bölgeleri ve yaraların niteliği dikkate alındığında, sanık ve mağdur sanığın kasıtlarının öldürmeye yönelik olduğu kanaatine varılmış, ancak ilk haksız eylemin kimin tarafından gerçekleştirildiğinin tam olarak tespit edilememesi nedeniyle tartışmanın boyutu ve sonuçları da dikkate alınarak cezalarında 1/3 oranında haksız tahrik indirimi yapılmasına karar verilmiştir..." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Bu karar başvurucuların vekiline 5/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Fiil, havastan veya azadan birinin devamlı zaafını yahut söz söylemekte devamlı müşkülatı veya çehrede sabit bir eseri yahut yirmi gün ve daha ziyade akli veya bedeni hastalıklardan birini veya bu kadar müddet mütat iştigallerine devam edememesini mucip olmuş veya hayatını tehlikeye maruz kılmış veya gebe bir kadın aleyhine işlenip de vaktinden evvel çocuk doğmasını intaç etmiş ise ceza iki seneden beş seneye kadar hapistir.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“456 ncı maddede yazılı fiillere 449 uncu maddenin birinci ve üçüncü bentlerinde yazılı hal inzimam eder yahut fiil gizli veya aşikar bir silah ile veya aşındırıcı ecza ile işlenmiş olursa asıl ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:…4 -Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,… geçmesile ortadan kalkar.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“…Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17939
Başvuru, yaralanmaya ilişkin olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının; yargılanılan davada tanık dinletme hakkının tanınmaması, mahkeme kararının yeterli gerekçe ihtiva etmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/2/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 24/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu hakkında 20/11/2009 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının E.2009/1537 sayılı iddianamesi ile "terör örgütüne üye olma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet" suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.Başvurucu hakkındaki dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/680 sayılı esasına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 26/1/2010 tarihinde başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Hakkında yakalama emri bulunan başvurucu 19/2/2010 tarihinde yakalanmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/680 sayılı dosyasında yapılan 19/2/2010 tarihli duruşmada, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Tutuklama gerekçesi şu şekildedir:"Sanık Halil İRMEZ'in isnat edilen suç yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması ve sanığa isnat edilen suçun CMK 100/3-a maddesinde belirtilen suçlardan bulunması karşısında CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına karar verildi." Başvurucu, tutuklu yargılanmaktayken Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/12/2010 tarihli ve E.2000/142, K.2010/918 sayılı kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma eyleminden dolayı mahkûm edilmiş ve 9/9/2011 tarihinde kesinleşmiş olan 10 yıl hapis cezasının infazına başlanmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2/1/2013 tarihindeki celsesinde Mahkeme başvurucunun da içinde bulunduğu bazı sanıklar yönünden dosyanın ayrılarak yeni bir esas numarasına kaydedilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkemenin E.2013/3 sayılı yeni dosyası kapsamında 20/2/2013 tarihinde yapılan ilk duruşmada ve devamında yapılan 10 celsede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tahliye talebini 17/1/2014 tarihinde değerlendiren Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2014 tarihli ve 2014/64 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.Başvurucu27/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihli ve E.2011/561, K.2014/36 sayılı kararıyla 6/3/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un maddesi uyarıncagörevsizlik kararı vererek dosyayı Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir.Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2014 tarihli ve E.2014/136, K.2014/184 sayılı kararıyla başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizliğine, dosyanın görevli ve yetkili Cizre Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dosyayı inceleyen Cizre Ağır Ceza Mahkemesi 9/5/2014 tarihli ve E.2014/65, K.2014/20 sayılı kararıyla yetkisiz olduğuna, yetki uyuşmazlığının çözümlenmesi için kararın kesinleşmesini beklemeksizin dosyanın resen Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Cizre Ağır Ceza Mahkemesi 9/5/2014 tarihli kararında başvurucunun tahliyesine de karar vermiştir. Tahliye gerekçesi şöyledir:"Sanık Halil İmrez'in 2010 tarihinde Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma ve Terör Örgütünün Propagandasını yapmak eyleminden ötürü tutuklandığı, 09/09/2011 tarihine kadar tutuklu kaldığı, bu tarihte Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2010 tarih, 2000/142 Esas ve 2010918 Karar sayılı ilamıyla, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma eyleminden dolayı mahkum olduğu kesinleşmiş 10 yıl hapis cezasının infazına başlanıldığı, halen infazına devam edildiği anlaşılmakla birlikte, sanığın üzerine atılı eylemin niteliği, mahkumiyeti halinde alacağı cezanın alt sınırı, tutuklukta geçirilen süre nazara alınarak, sanık Halil İrmez'in bihakkın tahliyesine [oy birliğiyle karar verildi]." Yetki uyuşmazlığını inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 14/10/2014 tarihli veE.2014/9107, K.2014/9669 sayılı kararıyla Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu yetkisizlik kararının kaldırılmasına ve dosyanın mahalline gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay kararı üzerine dava, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/709 sayılı esasına kaydedilmiştir.Başvurucunun yargılandığı dava İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi, 2911 sayılı Kanun'un maddesi.4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza MuhakemesiKanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; (1). Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, (2) Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)...” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2633
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, eşinin almakta olduğu bakım ücretinin İdarenin 25/8/2009 tarihli işlemiyle kesilmesi üzerine 6/10/2009 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasında hukuka aykırı karar verildiğini, temyiz incelemesinde ileri sürdüğü itirazların dikkate alınmadığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, Anayasa’nın maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 4/3/2014 tarihinde Düzce Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/4/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Düzce Valiliği İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğünün 22/4/2009 tarihli işlemiyle, 30/7/2006 tarihli Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmelik uyarınca başvurucunun özürlü bakımının yirmi dört saat süreyle eşi tarafından sağlandığı tespit edilerek başvurucunun eşine bakım ücreti ödenmesine karar verilmiştir. İdarenin 25/8/2009 tarihli işlemiyle başvurucunun eşinin almakta olduğu bakım ücretinin kesilmesi üzerine başvurucu ve eşi 6/10/2009 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkemenin 6/5/2010 tarihli ve E.2009/820, K.2010/333 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: “Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmeliğin maddesinin c bendinde, bakıma muhtaç özürlünün, bu Yönetmeliğin uygulanmasında, özürlülük sınıflandırmasına göre ağır özürlü olduğu belgelendirilenlerden; günlük hayatın alışılmış, tekrar eden gereklerini önemli ölçüde yerine getirememesi nedeniyle hayatını başkasının yardımı ve bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede düşkün olanların, her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamı esas alınmak suretiyle; kendilerine ait veya bakmakla yükümlü olduğu birey sayısına göre kendilerine düşen ortalama aylık gelir tutarının, bir aylık net asgari ücret tutarının 2/3'ünden daha az olduğunun bakım raporu ile tespit edilenleri ifade edeceği ...  Olayda, davacı Ş.K.’nın almakta olduğu bakım ücretinin sonlandırıldığı 2009 yılı Ağustos ayı itibarıyla Zeynel Korkmaz’ın 692,40 TL emekli maaşı aldığı, davacıların kızı E.K'nın 693,00 TL maaş aldığı, serbest boyacılık yapan davacıların oğlu B.K.’nın ne kadar kazanç elde ettiğinin tespit edilemediği, ailede dört birey olduğundan her bireye düşen ortalama aylık gelirin 346,35 TL olduğu, işlem tarihindeki net asgari ücretin ise 496,53 TL olduğu ve net asgari ücretin 2/3’ünün 331,02 TL olduğu dikkate alındığında, davacı Zeynel Korkmaz’a düşen aylık gelirin net asgari ücretin 2/3’ünden fazla olduğu anlaşıldığından, bakım ücretinin sonlandırılmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.” Temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 3/10/2013 tarihli ve E.2010/13372, K.2013/6951 sayılı ilâmıyla; temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar, başvurucuya 17/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 30/7/2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tesbiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmeliğin maddesinin (a) ve (c) bentleri şöyledir:  “a) Bu Yönetmelikte geçen; …  c) (Değişik:RG-23/10/2007-26679) Bakıma Muhtaç Özürlü: Bu Yönetmeliğin uygulanmasında, özürlülük sınıflandırmasına göre ağır özürlü olduğu belgelendirilenlerden; günlük hayatın alışılmış, tekrar eden gereklerini önemli ölçüde yerine getirememesi nedeniyle hayatını başkasının yardımı ve bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede düşkün olduğu, her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamı esas alınmak suretiyle; kendilerine ait veya bakmakla yükümlü olduğu birey sayısına göre kendilerine düşen ortalama aylık gelir tutarının, bir aylık net asgari ücret tutarının 2/3’ünden daha az olduğu bakım raporu ile tespit edilenleri, .. ifade eder.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bendi, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3146
Başvurucu, eşinin almakta olduğu bakım ücretinin İdarenin 25/8/2009 tarihli işlemiyle kesilmesi üzerine 6/10/2009 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasında hukuka aykırı karar verildiğini, temyiz incelemesinde ileri sürdüğü itirazların dikkate alınmadığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
0
Başvuru, atama işlemi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesinde iç denetçi olarak görev yapmaktayken 15/2/2017 tarihli Bakanlık oluru ile Ankara Bölge Müdürlüğü emrine uzman olarak atanmıştır. Başvurucu, söz konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme, idarenin takdir yetkisi ve hizmet gerekleri çerçevesinde yapılan atama işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 17/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 14/2/2020 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 4/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/31668
Başvuru, atama işlemi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çalıştığı kamuya ait Türkiye Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğü (TESTAŞ), Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleştirilerek bu Kurum tarafından işletilmeye başlanmıştır. TESTAŞ, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirme yoluyla 31/12/1995 tarihinde T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.ye satılmış, başvurucu özelleştirilen bu Şirkette çalışmaya devam etmiştir.A. Aydın İdare Mahkemesinin E.1995/2342 Esasına Kayıtlı Olarak Görülen Dava Süreci S.K. isimli şahıs tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine 1995 yılında Aydın İdare Mahkemesinde açılan davada, güvenoyu almamış bir başbakanın Özelleştirme Yüksek Kuruluna atama yapamayacağı, dolayısıyla Özelleştirme Yüksek Kurulunun teşekkül etmediği ve özelleştirme de yapamayacağı iddiasıyla TESTAŞ’a ait Aydın tesislerinin özelleştirme işleminin iptali talep edilmiştir. Aydın İdare Mahkemesi 16/2/1999 tarihli kararla, dava konusu işlemin iptaline karar vermiş; temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 24/9/2001 tarihli ilamıyla hüküm onanmış; karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 31/1/2005 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. B. Ankara İş Mahkemesinde Görülen Dava Süreci Başvurucunun iş akdi T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. tarafından 26/4/1998 tarihinde feshedilmiş; bunun üzerine başvurucu, TESTAŞ Genel Müdürlüğü, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine Ankara İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasında, işçi olarak çalıştığı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün tüm aktif ve pasifiyle Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğüne devredildiğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirilerek T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.ye satıldığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini ancak işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmediğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının özelleştirme işlemi sırasında hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek işçilik tazminatları ve alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ankara İş Mahkemesince 12/11/2001 tarihinde verilen kararla, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün dava tarihinden önce Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşerek tüzel kişiliğinin sona erdiği, davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünün iş yerinin özelleştirildiği 31/12/1995 tarihine kadar olan tazminat ve alacaklardan sorumlu olduğu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine hizmet kusuruna dayalı olarak açılan davada görevli yargı yerinin idare mahkemeleri olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne; kıdem tazminatının belirli kısmının davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden faizi ile birlikte, kalan kısmının davalılar Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.den müştereken ve müteselsilen tahsiline; davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşmesi sonucu tüzel kişiliği sona erdiği için anılan davalı hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına; davalı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yönünden bu konuda idari yargı yeri görevli olduğu için davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/9/2002 tarihli ilamıyla onanmıştır. Manisa İcra Dairesinde Yürütülen İcra Takip Süreci Başvurucu 2/4/2002 tarihinde Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine Manisa İcra Müdürlüğünün E.2002/1341 sayılı icra takip dosyasında, Ankara İş Mahkemesinin 12/11/2001 tarihli kararına dayalı olarak icra takibi başlatmıştır. Her iki borçlu aleyhine ayrı ayrı icra emri gönderilerek söz konusu borçların faizleri ile birlikte ödenmesi istenmiştir. Borçlu Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü 22/4/2002 tarihinde icra takibine konu borcunu ödemiştir. Borçlu T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine yapılan icra takibi devam etmekte olup borçluya ait gayrimenkuller üzerinde haciz işlemi yapıldığı anlaşılmıştır. Aydın İdare Mahkemesinin E.2007/797 Esasına Kayıtlı Olarak Görülen Dava Süreci Başvurucu 17/4/2007 tarihinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığına başvurarak Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden tahsil ettiği tazminat dışında kalan miktarın ödenmesini istemiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının talebi reddetmesi üzerine başvurucu; 3/7/2007 tarihinde Aydın İdare Mahkemesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine açtığı davada, davalının hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü dışında diğer borçludan tahsil edemediği tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Aydın İdare Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli kararında, başvurucunun Ankara İş Mahkemesinde açtığı davanın Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ilişkin kısmının görevsizlik nedeniyle reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği tespiti yapıldıktan sonra "görevsiz yargı yerine açılan davada, idari yargı mercilerinin görevli olduğundan bahisle verilen kararın kesinleşmesinden itibaren 30 günlük dava açma süresi içinde görevli idari yargı mercilerinde dava açılması gerekirken, Ankara İş Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesinden yaklaşık 5 sene sonra yapılan başvurunun, zamanaşımına uğramış dava açma süresini ihya etmeyeceğinin açık olduğu" gerekçesiyle süre aşımı yönünden dava reddedilmiştir. Ankara İş Mahkemesinin anılan kararının onanmasına ilişkin Yargıtay kararının taraflara tebliğ edilmediği ve bu kararı öğrenme tarihinden itibaren süresinde dava açtığı iddiasıyla başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Onikinci Dairesinin 29/11/2011 tarihli ilamı ile "Tazminat talebini oluşturan davacının kıdem tazminatı ve sair alacaklarının TESTAŞ Aydın Tesislerinin özelleştirilmesi sırasında idarenin kusurlu hareket ettiği savına dayalı olarak talep edildiği, bu durumda, davanın özelleştirmeye ilişkin işlemle doğduğu ve davacının zararının doğduğunu öğrendiği tarih olan iş akdinin feshinden sonra 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen dava açma süresinde dava açmadığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmamaktadır" farklı gerekçesine dayanılarak onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiş; ilam başvurucuya 5/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2458
Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; işçilik alacaklarına ilişkin davanın ıslah ile artırılan kısmının herhangi bir dayanak gösterilmeksizin zamanaşımı gerekçesi ile reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun iş akdi, işveren tarafından çekilen 1/10/2010 tarihli ihtarname ile feshedilmiştir. Başvurucu 1/2/1999-7/11/2010 tarihleri arasında kesintisiz çalıştığını belirterek işvereni aleyhine 17/1/2011 tarihinde alacak davası açmıştır. Başvurucu davasında; kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti, bayram tatili ve hafta sonu çalışma ücreti, izin ücreti ile anlaşma ücreti olarak adlandırılan altı ayrı alacak kalemi için fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak yasal faizleriyle birlikte 450 TL'nin ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davayı gören İstanbul İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) bilirkişi raporları almıştır. Başvurucu, son bilirkişi raporunun ardından 28/9/2015 tarihli dilekçeyle talep miktarını artırmıştır. İş Mahkemesi 29/9/2015 tarihli duruşmada ıslah harcının yatırılması için bir haftalık süre vermiştir. Başvurucu 2/10/2015 tarihinde ıslah harcını yatırmıştır. Davalı işveren, bilirkişi raporuna karşı verdiği dilekçede diğer iddialarının yanı sıra zamanaşımına uğramış kısımların hesaplamadan düşülmesi gerektiğini belirtmiştir. İş Mahkemesi 11/1/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Mahkeme; başvurucunun artırım talebinin yıllık izin, fazla mesai ve anlaşma alacağına yönelik kısmını zamanaşımı gerekçesiyle reddetmiş ve bu üç alacak kalemi yönünden dava dilekçesinde talep edilen tutarı esas alarak hüküm kurmuştur. Kıdem ve ihbar tazminatlarına yönelik artırım talebinde ise zamanaşımı yönünden sorun görmemiştir. Ayrıca bayram tatili ve hafta sonu çalışma ücreti taleplerinin tümden reddine karar vermiştir. Mahkeme, kararında gerekçeye dayanak bir kanun hükmü göstermemiştir. Gerekçenin zamanaşımı ile ilgili olan kısmı şöyledir:" Davalı vekilinin ıslah suretiyle zamanaşımı defi itirazının, dava dilekçesinin davalıya 2011 de tebliğ edildiği, davalı tarafından süresinde cevap dilekçesi verilmediği, ilk celseye mazeretsiz gelmediği, akabinde 2011 tarihinde cevap dilekçesi verdiği, süresinden çok sonra verilen cevap dilekçesinde de zamanaşımı definde bulunulmadığı, ıslah edilebilecek usulüne uygun bir cevap dilekçesinin bulunmadığı anlaşıldığından ıslah suretiyle zamanaşımı defi itirazının reddi gerektiği, davalı vekilinin bilirkişi raporu ve ıslah dilekçesine karşı beyanda bulunmak için verilen süre içerisindeki dilekçesinde ileri sürdüğü zamanaşımı definin yine dilekçesinde 'Kabul anlamına gelmemekle birlikte zamanaşımına uğramış kısımların hesaplamadan düşülmesi gerekmektedir' beyanı karşısında ıslaha karşı zamanaşımı defi itirazı nedeni ile yıllık izin, fazla mesai ve anlaşma alacağı yönünden ilk dava ile talep edilen kısım yönünden hüküm kurulmuştur. " Başvurucu, diğer iddialarının yanı sıra özellikle fesihten itibaren beş yıllık süre geçmeden artırım talebinde bulunduğunu belirterek temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Dilekçesinde alacağın zamanaşımına uğramadığını ve Mahkemenin bu konuda gerekçe belirtmediğini özellikle dile getirmiştir. Ayrıca davalının usulüne uygun olduğunu ve süresi içinde zamanaşımı defi ileri sürmediğini iddia etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 9/4/2019 tarihinde yalnızca kıdem tazminatı yönünden kararı düzelterek onamıştır. Başvurucunun başta zamanaşımına dair olmak üzere diğer temyiz iddialarını ayrı bir gerekçe belirtilmeksizin reddetmiştir. Yargıtay kararı başvurucuya 27/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Davanın açıldığı tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:''İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.'' 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:''lslah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinciye kadar ve tabi olmıyanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.'' 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin son fıkrası şöyledir:"Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22031
Başvuru, işçilik alacaklarına ilişkin davanın ıslah ile artırılan kısmının herhangi bir dayanak gösterilmeksizin zamanaşımı gerekçesi ile reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması kararının hukuka aykırı olarak uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.A. Başvurucu Hakkındaki Şartlı Tahliye Kararının Geri Alınması Süreci Başvurucu; Bursa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından silahla yağma, bıçak veya diğer aletleri izinsiz olarak bulundurma suçlarından hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun cezasının infazı devam etmekte iken Bodrum Denetimli Serbestlik Müdürlüğünün kararı uyarınca iyi hâlli olduğu anlaşılan başvurucu hakkında 2/10/2016 tarihinde Bodrum Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 11/2/2014 tarihinden itibaren şartlı tahliye kararı verilmiştir. Başvurucu hak ederek tahliye tarihi olan 22/5/2026 tarihine kadar denetim süresine tabi tutulacaktır. Sonrasında Muğla Asliye Ceza Mahkemesi başvurucu hakkında 12/7/2017 tarihinde işyeri dokunulmazlığını ihlal etme suçundan 1 yıl 15 gün hapis cezasına, mala zarar verme suçundan 4 ay 5 gün hapis cezasına, hırsızlık suçundan ise 6 yıl 21 ay 22 gün hapis cezasına hükmetmiştir. Yargılamaya konu suçların koşullu salıverilme ile bihakkın tahliye tarihleri arasında işlenmiş olması nedeniyle başvurucu hakkındaki koşullu salıverilme kararının geri alınması için karar kesinleştiğinde ilgili mahkemeye bildirimde bulunulmasına da hükmedilmiştir. Bunun üzerine Bursa Ağır Ceza Mahkemesi 4/4/2018 tarihli ek kararıyla, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (12) numaralı fıkrası gereğince, başvurucunun 25/10/2016 tarihinde yeni bir suç işlediği gerekçesiyle Bodrum Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2016 tarihli koşullu salıverilme kararının geri alınmasına, aynı Kanun'un maddesinin (13) numaralı fıkrası uyarınca ikinci suç tarihi olan 25/10/2016 tarihinden bihakkın tahliye tarihine kadar olan ceza süresinin aynen infazına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı Bursa Ağır Ceza Mahkemesince 11/6/2018 tarihinde reddedilmiştir. Yeni durum uyarınca düzenlenen müddetnameye göre başvurucu bakımından bihakkın tahliye tarihi 13/2/2028 olarak belirlenmiştir. Bir başka suçtan hükümlü olarak 24/4/2017 tarihinde ceza infaz kurumuna alınan başvurucunun 496 günlük hapis cezasının aynen infazına ise 19/7/2018 tarihinde başlanmıştır. Başvurucunun başka suçlardan da hapis cezasına mahkûm edilmesine ilişkin kararlar bulunmakta olup başvurucu hükümlü olarak hâlen ceza infaz kurumundadır. Başvurucu 11/1/2021 tarihli dilekçeyle Muğla Asliye Ceza Mahkemesinden infazının durdurulmasını talep etmiştir. Muğla Asliye Ceza Mahkemesi başvurucunun talebini 19/1/2021 tarihli ek kararıyla reddetmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Muğla Ağır Ceza Mahkemesi 8/2/2021 tarihinde, talebin koşullu salıverilmenin geri alınmasına ilişkin olması nedeniyle karar vermeye görevli mercinin infaz hâkimliği olduğu gerekçesiyle Muğla Asliye Ceza Mahkemesinin 19/1/2021 tarihli ek kararının kaldırılarak talebin değerlendirilmesi için dosyanın infaz hâkimliğine gönderilmesine karar vermiştir. Aydın İnfaz Hâkimliği 14/10/2021 tarihinde vermiş olduğu kararla başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucunun itirazı Aydın Ağır Ceza Mahkemesince 5/11/2021 tarihinde reddedilmiştir.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucu 23/2/2022 tarihli dilekçeyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tazminat davası açmıştır. Muğla Ağır Ceza Mahkemesi 18/3/2022 tarihinde başvurucunun talebinin infaz aşamasına ilişkin olması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesi kapsamına girmediği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun itirazı Muğla Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 15/4/2022 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 20/4/2022 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 12/5/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, ayrıca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasınakarar vermiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/53691
Başvuru, koşullu salıverilmenin geri alınması kararının hukuka aykırı olarak uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir siyasi parti hakkında ulusal ölçekte yayımlanan bir gazetede yer alan haber üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ulusal ölçekte yayımlanan Yeni Şafak gazetesinin 18/8/2011 tarihli nüshasında,aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinin fotoğraflarına da yer verilen "Katil Sizsiniz" başlıklı haber yayımlanmıştır. Haber metninin ilgili kısımları şu şekildedir: "KATİL SİZSİNİZ Türkiye Çukurca'da şehit düşen 11 askerimiz için gözyaşı dökerken, bu kanlı tablonun baş sorumlusu demokrasi kılıfı ile her fırsatta terörü yücelten BDP oldu. Kandil'in sözünden çıkmayan, kardeşlik projesini sabote etmek için her yolu deneyen, canlı bombayı 'şehit' ilan eden BDP katliamların ortağı haline geldi. ... BDP, söylemini 'terörü' yüceltip tehdit unsuru olarak kullanma üzerine şekillendirdi. Demokratik açılım sürecinin ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Güzel günler olacak" derken, BDP'li A.T. "Türkiye'yi çok fena günler bekliyor" ifadeleriyle tehditkâr bir üslup kullandı. BDP, tüm adımlarını Öcalan ve Kandil'in emirleri doğrultusunda attı. Hain saldırılara insanlık adına 'dur' demek ve eleştiri getirmek yerine suskunluğa büründü. Dağa eleman yetiştirdi, masum insanları katledenleri 'şehit' ilan etti. Zorla kepenk kapattırıp, teröristlerin yasını tutturdu.  ... Türkiye'deki artan şiddet olaylarının en önemli sorumlularından biri olarak gösterilen BDP'liler 11 şehit için yayınladığı cılız 'taziye' mesajında bile tehdit kullandı. Parti adına yazılı açıklama yapan Grup Başkanı S., "Barışın önünün açılması için büyük çaba sarfettik. Ancak bütün bu çabalarımız karşılıksız kaldı. Yaşadığımız günler daha fazla tehditle geçiştirilebilecek günler değildir" dedi. Yeni Anayasa, demokratik Türkiye vaadinin millet tarafından seçim sandıklarında tam destek görmesiyle birlikte terör örgütü PKK'nın kanlı eylemleri hız kazandı. Son olarak dün Hakkari'nin Çukurca ilçesinden duyulan 11 şehit haberi, tüm Türkiye'yi bir kez daha yasa boğarken gözler, tek sermayesi 'terör' olan Barış ve Demokrasi Partisi'ne (BDP) çevrildi. Terör örgütü PKK'nın eylemlerine insanlık adına 'dur' demek bir yana olumsuz tek eleştiri getirmeyen BDP, son 1 ayda gerçekleşen katliamlar karşısında yine sessiz kalmayı tercih etti. PKK'nın dağ kadrosuna büyük şehirlerden eleman devşirmek için gençlik kolları teşkilâtlarını seferber eden, sivilleri hedef alan canlı bombaları şehit ilan eden, hiçbir sosyal meselesine ilgi duymadığı Kürt vatandaşlara zorla terörist yası tutturan BDP, örgüte verdiği doğrudan destekle katliamların ortağı oldu.  ÖRGÜTÜN DEMOKRASİ KILIFLI UZANTISI Yakin geçmişte 'Kürt'lerin temsilcisiyiz' iddiasıyla kurulan ve sözde siyaset yapan partilerin devamı olan BDP, politik tavrını sadece 'terör' ve 'terör örgütü PKK' üzerinden şekillendirdi. Diğer siyasi partiler gibi 'ekonomi, kadın, tarım veya sağlık' gibi alanlarda parti programı geliştirmeyen BDP, tüm adımlarını terörist başı Abdullah Öcalan ve Kandil'in emirleri doğrultusunda attı. Terörü yücelten söylemi siyasete sokan BDP, sorunun çözümüne katkı sunmak yerine ülke gündemini germek ve ayrımcılığı körüklemek için teröristleri şehit ilan etmekten, Doğu ve Güneydoğu'da yaşayan vatandaşlara zorla terörist yası tutturmaktan geri durmadı. BDP, bu tavrıyla siyasi parti olmaktan çok PKK'nın Türkiye'deki 'demokrasi kılıflı' uzantısı izlenimi verdi.  BDP, söylemini sürekli 'terörü' yüceltme ve tehdit unsuru olarak kullanma üzerine şekillendirdi. Bu amaçla ilk olarak A.T. gibi partinin ılımlı isimleri yönetimden tasfiye edildi. Yerlerine, Kürt sorununu çözmekten çok tırmandırmak için gayret sarf eden şahin kanadın temsilcileri getirildi. Şahin kanadın temsilcileri, bütün açıklamalarında şiddeti körükledi. Demokratik açılım sürecinin başladığı günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Güzel günler olacak" derken, BDP'li A. T. "Türkiye'yi çok fena günler bekliyor" diyerek tehditkâr üslubunu ortaya koydu. AÇILIMA KÖSTEK OLDULAR 'Kürtlerin temsilcisiyiz' iddiasını ağzından düşürmeyen BDP, terör örgütü çizgisinde yürüttüğü siyaset kapsamında bölge halkının hak ettiği hayat standardını ve taleplerini görmezden geldi. Bu amaçla iktidar partisi tarafından başlatılan 'Milli birlik, beraberlik ve kardeşlik' projesini baltalamak için PKK ile ortak hareket etti. Demokratik açılım kapsamında 'inkâr' politikası bir tarafa bırakılırken TRT 6 aracılığıyla anadilde yayın yapılması sağlandı. Ülke çapında Kürtçe özel kurslar açılarak anadillerini bilmeyen Kürt kökenli vatandaşlara kolaylık sağlandı. Bölgedeki yerleşim yerlerinin isimleri eski isimleriyle yazılmaya ve söylenmeye başlandı. Dersim, Norşin kelimeleri bizzat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından zikredildi. Doğrudan bölge insanının yararına olan bu girişimler ise bölge insanını ve Kürt kökenlileri temsil ettiğini söyleyen BDP tarafından kesinlikle destek görmedi. Açılım değil destek olmak sürekli olarak köstek olmayı tercih ettiler. Açılımla ilgili olarak yapılan yasal düzenlemelere BDP'li vekiller TBMM'de el kaldırmadı. Ülkeye huzur ve barış gelmesi adına BDP çatısı altında siyaset yapmaya çalışan bazı milletvekillerinin de bu süreçte susması dikkat çekici bulundu." Başvurucu, anılan haber üzerine kişilik haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Yeni Şafak gazetesi sahibi Şirket aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi 16/2/2012 tarihinde, dava konusu haberde davacının (başvurucu)mensubu bulunduğu ve ülkeyi yönetmeye talip siyasi partinin ülkede gerçekleşen terör eylemlerine karşı takındığı tavrın eleştirildiği, bu durumun basın yoluyla düşünce açıklaması ve eleştiri hakkı kapsamında kaldığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 16/4/2013 tarihinde, usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kararı onamıştır. Başvurucunun onama kararına karşı bulunduğu karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 28/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 13/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmışöyledir:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).   AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre -her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).   AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararındabasın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..." AİHM, bir gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin itibarının korunması hakkını özel yaşam kapsamında görmektedir (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, §§ 19, 30). AİHM'e göre kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007, § 35; Axel Springer AG/Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). AİHM, ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin çatışması hâlinde şöhret ve itibarı söz konusu olan kişi bir siyasetçi ise ilke olarak ifade özgürlüğü lehine bir değerlendirme yapmaktadır. AİHM, Lingens/Avusturya(B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 42) kararında politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamıştır:"... Basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkanı verir. Daha genel olarak siyasal tartışma özgürlüğü Sözleşme'ye hakim olan demokratik toplum anlayışının tam da merkezinde yer alır.Bir siyasetçiyle ilgili eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahısla ilgili eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Siyasetçi kendisine yönelik eleştirilere karşı daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır..." Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesinin de şart olduğunu ifade eden AİHM, basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya ve hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa da (Prager ve Oberschlick/Avusturya, B. No: 15974/90, 26/4/1995, § 38) bu özgürlüğün aynı zamanda ilgililerin meslek ahlakına saygı göstererek doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlukıldığını da ifade etmiştir (Bladet Tromsø ve Stensaas / Norveç [BD], § 65). Gerçekten de kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana kamuoyunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları, varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla AİHM'e göre haber verme görevi zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ile basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum özellikle basında yer alan söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri hâllerinde geçerlidir (Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013, §§ 54, 55). Bu doğrultuda AİHM, bir kişinin siyasetçi ya da kamuoyunca tanınmış bir insan olmasının uyuşmazlık konusu ifadelerin yalnızca değer yargısı içerdiği durumlarda dahi yeterli olgusal temele sahip olduğunun gösterilmesi ihtiyacını ortadan kaldırmadığını da kabul etmiştir (Petrina/Romanya, B. No: 78060/01, 14/10/2008, §§ 45-50). AİHM, Thorgeir Thorgeirson/İzlanda (B. No: 13778/88, 25/6/1992, §§ 63-69) kararında, gazeteci olan başvurucunun ülkede artan polis şiddeti olaylarını eleştirdiği yazısı nedeniyle kamu görevlisine hakaret suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Kararda başvurucunun söz konusu yazıda, geçmişte yaşanan polis şiddetiyle ilgili üçüncü kişilerden öğrendiği "söylenti" niteliğindeki olaylara ve ülkede polis şiddeti olduğu yönünde genel kamuoyu düşüncesine yer verdiği belirtilmiştir. AİHM, başvurucunun yazısında yer verdiği polis şiddeti olaylarına benzer hikâyeleri birçok insandan dinlediği ve bunların artık yalan olarak nitelendirilmesinin pek mümkün olmadığı şeklindeki ifadesi de gözönüne alındığında ileri sürdüğü iddiaları kanıtlayamaması nedeniyle cezalandırılmasının başvurucuyu makul olmayan bir ispat yükü altında bıraktığına kanaat getirmiştir. AİHM ilgili yargılama sürecinde söz konusu iddiaların tamamıyla yanlış ya da uydurulmuş olduğunun kesinlikle ispatlanamadığı değerlendirmesinde de bulunmuştur. Anılan yazının konusunu, özellikle yakın zamanda gerçekliği konusunda şüphe bulunmayan bir polis şiddeti olayının akabinde yazılmasını ve bu konuda ilgili makamların dikkatini çekme amacını da dikkate alan AİHM, başvurucunun cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2420
Başvuru, bir siyasi parti hakkında ulusal ölçekte yayımlanan bir gazetede yer alan haber üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm ve takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen ve başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022). Operasyonların gerçekleştirildiği ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 11/2/2016 tarihinde, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) kararına istinaden yapılan uygulama sırasında Cizre'nin Sur Mahallesi, Akdeniz Sokak'ta bulunan ve güvenlik güçleri tarafından S-223 olarak belirtilen binanın kalıntıları arasında birden fazla kadın ve erkek cesedi (toplam 13) bulunmuştur. Cesetler cenaze aracıyla Cizre Devlet Hastanesine nakledilmiştir. Cesetlerin bulunmasını takiben Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında olay yerinde fotoğraf, video çekimi gerçekleştirilmiş; işlemler tutanağa bağlanmış, ilgili emniyet birimlerine gereken delillerin toplanması için talimat yazılmıştır. Aynı gün düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre binada birden fazla otomatik tüfek (bazılarının fişek yatağı ve şarjörü dolu), birden fazla ateşli silah, el bombası ve roket mermisi, otomatik tüfek şarjörü ve fişeği, hücum yeleği tespit edilmiştir. Söz konusu ateşli silahlar, ateşli silah ürünleri ve diğer deliller muhafaza altına alınmıştır. Güvenlik güçlerince tutulan tutanaklarda; bina ve çevresinin operasyonlar sırasında terör örgütü mensuplarınca kullanıldığı, güvenlik güçlerine bu binadan ateş açıldığı ve çatışmaların yaşandığı ifade edilmiştir (detaylı çatışma bilgileri ve olay örgüsü için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri). Olay yerinde bulunan kimliği belirsiz kadın cesedi üzerinde ölü muayene işlemleri yapılmış, kesin ölüm nedeninin tespiti için ceset Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiş, ayrıca cesetten biyolojik numune ve parmak izi alınmıştır. Otopsi raporunda; şahsın ateşli silah ürünü yaralanmasına bağlı olarak kemik kırıkları ile iç organ yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu öldüğü, ayrıca vücuttan ateşli silah mermi çekirdeği çıkarıldığı, daha sonra inceleme yapılabilmesi adına kas ve kemik örnekleri alındığı belirtilmiştir. Olay yerinde bulunan kimliği belirsiz kadın cesedinden alınan parmak izlerinin incelenmesi sonucu düzenlenen 21/2/2016 tarihli ekspertiz raporunda söz konusu cesedin on parmak izindeki örtüşme ile başvurucuların yakını olan 1/2/1998 doğumlu A. olduğu belirlenmiştir. Ayrıca akraba K.A.nın sağlık kurumunun morgunda A.yı teşhis ettiği 25/2/2016 tarihli Kimlik Teşhis Tutanağı'ndan anlaşılmıştır. A.nın babası olan başvurucu Mehmet Akyol, müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde özetle sokağa çıkma yasağının başlamasından kısa süre önce kızının akrabalarına mutfak eşyası götürmek için evde ayrıldığını, sonra çatışmaların başladığını, zaman zaman kızının kendisini arayarak bilgi verdiğini, nerede kaldığını bilmediğini, daha sonra kızının öldüğünü öğrendiğini, teşhis işlemlerinin ardından cenazeyi teslim aldığını, kızının örgütle alakası olmadığını, sorumlulardan şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Güvenlik güçleri, çatışmaların devam ettiği bölgede yaptıkları araştırma sonucunda olay yerini gören ve kayıt yapan, kamuya ya da özel şahıslara ait olan kamera ile görgü tanığı tespit edememiştir. Diğer taraftan A.dan alınan biyolojik numunelerin incelenmesi sonucu düzenlenen uzmanlık raporuna göre A.nın sağ ve sol ellerinin avuç içleri ile üstlerinde ve yanak bölgesinde atış artığına rastlanmıştır. Soruşturma sürecinde elde edilen bilgilerden A. silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Cizre Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yürütülen ceza yargılamasında sanık konumunda olduğu görülmüştür. Ayrıca 17/10/2016 tarihli Arşiv Araştırma Tutanağı'na göre başvurucu Mehmet Akyol 12/1/2015 tarihinde kızının kaybolduğu yönünde ihbarda bulunmuş, konuya ilişkin soruşturma açılmış, soruşturma sürerken A. Habur Sınır Kapısı'nda emniyet kuvvetlerine teslim olmuş ve teslim olduktan sonra alınan ifadesinde PKK'nın kırsal kadrosuna dâhil olduğunu, kayıp olduğu dönemde de örgütün kırsal alanında bulunduğunu beyan etmiştir. Diğer taraftan güvenlik güçleri, gerçekleştirdikleri internet taraması neticesinde terör örgütünü destekleyen yayınlar yaptığını değerlendirdikleri internet sitelerinde A.nın terör örgütü mensubu (YPS Cizre şehitleri) olarak anıldığını tespit etmiştir. Soruşturma sürecinde Cumhuriyet savcısı huzurunda yapılan fotoğraftan teşhis uygulamasında gizli olan tanık İskender, A.yı terör örgütü üyesi olarak teşhis etmiştir. Gizli tanık beyanında özetle A.nın silahlı olarak gezdiğini, genelde üç kadınla beraber dolaştığını, roketatar kullandığını, barikatlarda bulunduğunu belirtmiştir. Soruşturma sonunda 12/10/2021 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede özetle elde edilen deliller uyarınca cesedi çok sayıda silah ve diğer terör örgütü mensupları ile birlikte bulunan A.nın terör örgütü üyesi olduğunun tespit edildiği, terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında, meşru müdafaa hâlinde ve kanunun/emrin yerine getirilmesi kapsamında gerçekleşen ölümün hukuka uygunluk koşullarını taşıdığı ifade edilmiştir. Söz konusu karara yönelik itiraz, Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 25/11/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular, soruşturmaya ilişkin nihai hükmü 25/11/2021 tarihinde öğrenmelerinin ardından 27/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/63957
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm ve takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü İkinci Öğretim Programına kayıt hakkı kazandığı hâlde yaptığı müracaatın kabul edilmediğini belirterek eğitim ve öğrenim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 26/9/2012 tarihinde Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Belirlenen eksikliklerin tamamlanmasının ardından, dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 4/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fırat Üniversitesi Bingöl Meslek Yüksekokulu İnşaat Bölümü mezunudur. Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanlığının 22/12/1997 tarihli yazısıyla başvurucuya anılan Üniversitenin İnşaat Mühendisliği Bölümü İkinci Öğretim Programına dikey geçiş kapsamında kayıt yaptırmaya hak kazandığı bildirilmiştir. Başvurucu, 16/1/1998 tarihinde anılan programa kayıt yaptırmak için müracaat etmiş, ancak kaydı yapılmamıştır. Başvurucu, adı geçen öğretim programına kayıt için yaptığı başvurunun kabul edilmemesine ilişkin işleme karşı idari makamlara başvurmadığı gibi mahkemelerde dava da açmamıştır. B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasında idari işlemlere karşı açılacak dava türleri belirtilmiş, maddesinde ise idari yargı mercilerinde dava açma süreleri gösterilmiştir. 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “ İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.   Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.  İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.”
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/74
Başvurucu, Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü İkinci Öğretim Programına kayıt hakkı kazandığı hâlde yaptığı müracaatın kabul edilmediğini belirterek eğitim ve öğrenim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, uyarlama yargılamasında gerekçesiz olarak hüküm kurulması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 22/10/2013 tarihli kararıyla başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan 13 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 9/3/2015 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucunun cezasının infazı devam ederken 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası Anayasa Mahkemesinin 12/11/2015 tarihli kararıyla iptal edilerek iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren bir yıl sonra yürürlüğe gireceği düzenlenmiştir. Başvurucu,Anayasa Mahkemesinin iptal kararı doğrultusunda Mahkemeden uyarlama talebinde bulunmuştur. Mahkeme 11/7/2016 tarihli ek kararıyla başvurucunun talebini, mahkûmiyet kararına konu olan Kanun maddesinin 6545 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki hâlinin başvurucunun lehine olduğu, Anayasa Mahkemesince iptal edilen ve hâlen yürürlükte olan 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının aleyhe olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Bu karara yapılan itiraz Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2016 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu anılan karardan 18/8/2016 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 22/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4764
Başvuru, uyarlama yargılamasında gerekçesiz olarak hüküm kurulması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, maddi manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 26/4/2011 tarihinde açtığı davada yargısal süreç Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/2/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 16/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17281
Başvuru, maddi manevi tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kendisine cinsel istismarda bulunan kişiyle aynı cezaevine konulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak ve eş değer hâkimlikçe yapılması, tutukluluğun haksız ve orantısız olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurunun yapıldığı tarihte çocuk olan başvurucu, başka bir suçtan tutuklu olarak Ceyhan M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktayken 17/2/2014 tarihinde başka bir şahsın kendisine cinsel istismarda bulunduğundan bahisle şikâyetçi olmuştur. Bu olaydan sonra başvurucu 21/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesinin 10/3/2015 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetçi olduğu şahsın cinsel istismar suçundan 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 8/10/2015 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, daha sonra Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/9/2014 tarihli kararı ile hırsızlığa teşebbüs suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı suçu işlediği yönündeki kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların mevcut olması, suça sürüklenen çocuğun davranışları, suça sürüklenen çocuğun kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların mevcut olması ve CMK'nın maddesindeki adli kontrol uygulanmasının da şu andaki mevcut delil durumu itibari ile yetersiz kalacağı kanaatine varılarak suça sürüklenen çocuğun CMK vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına..." Başvurucu 19/9/2014 ile 29/9/2014 tarihleri arasında Ceyhan M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuş; çocuk olması ve daha önce bulunmuş olduğu odada cinsel istismara uğramış olması nedenleriyle arkadaşları arasında rencide olacağı, psikolojisinin bozulacağı ve bu durumun kendisini etkileyeceği düşüncesiyle 29/9/2014 tarihinde Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde 29/9/2014 ile 23/10/2014 tarihleri arasında sadece B Blok 6 No.lu ünitede kaldığı, aynı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan A.nın ise 6/10/2014 tarihinde Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin gerçekleştirildiği, aynı Ceza İnfaz Kurumunda bulundukları süre zarfında da ayrı ayrı bloklarda ve ünitelerde tutuldukları anlaşılmıştır. Başvurucunun tutuklama kararına itirazı Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/9/2014 tarihli ve Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/10/2014 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığının 26/9/2014 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında mala zarar verme, konut dokunulmazlığını ihlal ve hırsızlığa teşebbüs suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Ceyhan Asliye Ceza Mahkemesi E.2014/756 sayılı dosyada 26/9/2014 tarihinde tensip zaptını düzenleyerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesinin 1/10/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 16/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Ceyhan Asliye Ceza Mahkemesinin 23/10/2014 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Ceyhan Asliye Ceza Mahkemesinin 28/4/2015 tarihli kararıyla, bina eklentileri içinde muhafaza olunan eşya hakkında hırsızlık suçundan 600 TL, konut dokunulmazlığını ihlal suçundan 000 TL, mala zarar verme suçundan 320 TL adli para cezası ile başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mala zarar verme suçu yönünden verilen hüküm miktar itibarıyla kesinleşmiştir. Diğer suçlardan kurulan hükümlerin temyiz incelemesi devam etmektedir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (2)... Hırsızlık (madde 141,142), ..." 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi,.. .İfade eder." 5395 sayılı Kanun'un "Adli kontrol" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Suça sürüklenen çocuklar hakkında soruşturma veya kovuşturmaevrelerinde adlî kontrol tedbiri olarak Ceza Muhakemesi Kanununun 109 uncu maddesinde sayılanlar ile aşağıdaki tedbirlerden bir ya da birkaçına karar verilebilir:a) Belirlenen çevre sınırları dışına çıkmamak.b) Belirlenen bazı yerlere gidememek veya ancak bazı yerlere gidebilmek.c) Belirlenen kişi ve kuruluşlarla ilişki kurmamak.(2) Ancak bu tedbirlerden sonuç alınamaması, sonuç alınamayacağının anlaşılması veya tedbirlere uyulmaması durumunda tutuklama kararı verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin(3) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir: a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Adli para cezasının infazı" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Çocuklar hakkında hükmedilen adlî para cezasının ödenmemesi hâlinde, bu ceza hapse çevrilemez." 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hakimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hakimliğine başvurulabilir. Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hakimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hakimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hakimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları şöyledir:"İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hakimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) çocukların korunmasına ilişkin uluslararası metinleri dikkate alarak çocukların tutuklanması tedbirinin son çare olarak düşünülmesi ve tutukluluk süresinin mümkün olduğunca kısa tutulması gerektiğini belirtmiştir (Nart/Türkiye, B. No: 20817/04, 6/5/2008, §§ 28-35; Selçuk/Türkiye, B. No: 21768/02, 10/1/2006, §§ 26-37; Güveç/Türkiye, B. No: 70337/01, 29/1/2009,§§ 106-110). Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır." Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin maddesinin fıkrası şöyledir:"Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde çocuğun yararı temel düşüncedir." Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Taraf Devletler, aşağıdaki hususları sağlarlar:b) Hiç bir çocuk yasa dışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması, alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır. c) Özgürlüğünden yoksun bırakılan her çocuğa insancıl biçimde ve insan kişiliğinin özünde bulunan saygınlık ve kendi yaşındaki kişilerin gereksinimleri göz önünde tutularak davranılacaktır." Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin maddesinin ilgili bölümü şöyledir:" Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını ihlal ettiği iddia edilen ve bu nedenle itham edilen ya da ihlal ettiği kabul edilen her çocuğun; çocuğun yaşı ve yeniden topluma kazandırılmasının ve toplumda yapıcı rol üstlenmesinin arzu edilir olduğu hususları göz önünde bulundurularak, taşıdığı saygınlık ve değer duygusunu geliştirecek ve başkalarının da insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı duymasını pekiştirecek nitelikte muamele görme hakkını kabul ederler. ... Taraf Devletler, hakkında ceza yasasını ihlal ettiği ileri sürülen, bununla itham edilen ya da ihlal ettiği kabul olunan çocuk bakımından, yalnızca ona uygulanabilir yasaların, usullerin, onunla ilgili makam ve kuruluşların oluşturulmasını teşvik edecek ve özellikle şu konularda çaba göstereceklerdir: ...b) Uygun bulunduğu ve istenilir olduğu takdirde, insan hakları ve yasal güvencelere tam saygı gösterilmesi koşulu ile bu tür çocuklar için adli kovuşturma olmaksızın önlemlerin alınması. Koruma tedbiri, yönlendirme ve gözetim kararları, danışmanlık, şartlı salıverme, bakım için yerleştirme, eğitim ve meslek öğretme programları ve diğer kurumsal bakım seçenekleri gibi çeşitli düzenlemelerin uygulanmasında, çocuklara durumları ve suçları ile orantılı ve kendi esenliklerine olacak biçimde muamele edilmesi sağlanacaktır." Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesinin 25/4/2007 tarihli ve 10 No.lu Genel Yorumu'nun ilgili kısımları şöyledir:" Kanunla ihtilaf halindeki çocuklar, çocuğun toplumla yeniden bütünleşmesini ve toplumda yapıcı bir rol üstlenmesini destekleyecek şekillerde muamele görme hakkına sahiptir (ÇHS madde 40(1)). Bir çocuğun tutuklanması, gözaltına alınması veya hapsedilmesi ancak başvurulacak son çare olarak kullanılabilir (ÇHS madde 37 (b)). Bu nedenle, çocuk adaletine yönelik kapsamlı bir politikanın bir parçası olarak, çocukların esenliklerine uygun ve içinde bulundukları şartlara ve işledikleri suça orantılı bir şekilde muamele görmesini sağlamak için geniş bir etkili tedbirler dizisi geliştirmek ve uygulamak gereklidir. Özellikle, koruma tedbiri, yönlendirme ve gözetim kararları, danışmanlık, şartlı salıverme, bakım için yerleştirme, eğitim ve meslek öğretme programları ve diğer kurumsal bakım seçenekleri gibi çeşitli düzenlemelerin mevcut olması gerekmektedir (ÇHS madde 40 (4)). ... Yetkili bir makam tarafından (çoğu zaman savcılık) adli kovuşturma başlatıldığında, adil ve hakkaniyetli yargılanma ilkeleri uygulanmalıdır... Aynı zamanda, çocuk adalet sistemi, kanunla ihtilaf halindeki çocuklar için sosyal ve/veya eğitsel tedbirlerin kullanılmasına yönelik ve özgürlükten yoksun bırakma ve özellikle mahkeme öncesi gözaltı tedbirlerinin kullanımını sadece son çare olarak başvurulabilecek tedbirler olarak katı bir şekilde sınırlamaya yönelik yeterli olanak sağlamalıdır. Kovuşturmanın yerleştirme düzenlemeleri aşamasında, özgürlükten yoksun bırakma sadece son çare olarak başvurulacak bir tedbir olarak ve uygun olan en kısa süreler için kullanılmalıdır (ÇHS madde 37 (b)). Bu, rehberlik ve gözetim kararları, denetimli serbestlik, toplum izleme veya gündüz bildirim merkezleri ve erken tahliye olasılıkları gibi düzenlemelerin azami düzeyde ve etkili bir şekilde kullanılmasına olanak vermek için Taraf Devletlerin iyi eğitilmiş denetimli serbestlik hizmetlerine sahip olması gerektiği anlamına gelmektedir. ... Komite, bir suça verilen tepkinin her zaman sadece suçun ciddiyeti ve koşulları ile değil, aynı zamanda çocuğun yaşı, çocuğun daha az kusurlu olması ilkesi, çocuğun içinde bulunduğu şartlar ve ihtiyaçları ile ve toplumun çeşitli ve özellikle uzun vadeli ihtiyaçları ile orantılı olması gerektiğini vurgulamak ister. Sadece cezalandırıcı olan bir yaklaşım, ÇHS madde (40)1'de çocuk adaleti için sıralanan öncü ilkelere uygun değildir..." 30/7/2012 tarihli ve CRC/C/TUR/CO/2‑3 sayılı "BM Çocuk Hakları Komitesi Sonuç Gözlemleri: Türkiye" isimli belgenin konuyla ilgili kısımları şöyledir:" Komite, Taraf Devlete, çocuk adaleti sistemini; Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin özellikle 37, 39 ve maddelerinin yanı sıra, Çocuk Ceza Adaleti Yönetimi için Asgari Standart Kurallar (Pekin Kuralları), Çocuk Suçluluğunun Önlenmesine İlişkin Yönlendirici İlkeler (Riyad İlkeleri), Özgürlüklerinden Yoksun Bırakılmış Çocukların Korunmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Kuralları (Havana Kuralları), Ceza Adaleti Sisteminde Çocuklara Yönelik Girişime Dair Viyana Yönlendirici İlkeleri ve Komite'nin çocuk adaleti sisteminde çocuğun halklarına ilişkin 10 No.lu Genel Yorumu (2007) gibi bu alanla ilgili diğer uluslararası standartlara tam olarak uygun hale getirmesini tavsiye eder. Komite bilhassa, Taraf Devleti: a) Çocuk adalet sisteminde çalışan meslek elemanlarının sayısını artırmaya; ...c) Tutuklu bulundurulan çocukların sayısının azaltılması amacıyla, çocukların söz konusu olduğu soruşturmaları ve dava sürecini hızlandırmaya; d) Çocuklar hakkındaki tutuklama işlemine son çare olarak başvurulmasını ve çocuklar için alternatif tedbirler uygulanmasını sağlamak için acil tedbirler almaya; ... davet etmektedir." Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin 27/6/2014 tarihinde kabul ettiği 2010 (2014) sayılı ve “Çocuk Dostu Adalet: Retorikten Gerçeğe” başlıklı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Bilhassa, Meclis, üye Devletleri: Bazı üye Devletlerde gerçekleştirilen pozitif uygulamaların ardından, kanunla ihtilaf halinde olan çocuklara yönelik olarak bu konuda özel olarak hazırlanmış kanunlar, usuller ve diğerlerinin yanı sıra bir Çocuk Ombudsmanı kurumu gibi kuruluşlar aracılığıyla özel bir çocuk adaleti sistemi kurmaya; cezai ehliyet yaşını en az 14 olarak tayin etmeye ve daha genç suçlular hakkındaki resmi kovuşturmalara bir dizi uygun alternatif geliştirmeye; ağır suçlar söz konusu olduğunda dahi, asgari cezai ehliyet yaşına istisnalar getirilmesini yasaklamaya; çocuklar hakkındaki tutuklama işleminin en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulmasını sağlamaya ve bunları özellikle aşağıda belirtilen yollar aracılığıyla yapmaya: tercihen asgari cezai ehliyet yaşından büyük olacak şekilde, çocuğun daha küçük olması halinde özgürlüğünden yoksun bırakılmasına izin verilmeyen bir yaş sınırı tayin edilmesi; yargılama öncesi tutukluluğa ve dava sonrası hapis cezası hükümlerine karşı, aralarında eğitimsel tedbirlerin, toplumsal yaptırımların ve tedavi programlarının da yer aldığı, özgürlüğünden yoksun bırakma tedbiri içermeyen geniş bir dizi alternatif tedbir ve yaptırımlar geliştirilmesi; çocuklara uygulanan her türlü müebbet hapis cezasının kaldırılması; çocuk hakkında hükmedilecek cezalar için makul bir üst sınır belirlenmesi; çocuğa uygulanabilecek özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirlerin ve/veya yaptırımların düzenli olarak denetime tabi tutulması; son çare olarak başvurulan özgürlükten yoksun bırakma tedbirinin, özellikle uygun eğitim ve tedavi programları tesis edilmesi yoluyla, çocuğun rehabilitasyonunu ve topluma kazandırılmasını amaçlamasını sağlamaya; adli yargılama yöntemine başvurulmaksızın çocuk suçlulara uygulanacak, insan hakları standartlarına saygılı ve diğerlerinin yanı sıra onarıcı adalet ilkelerine dayalı geniş bir dizi yönlendirici program geliştirmeye; yalnızca çocuklar tarafından ifa edildiklerinde suç olarak nitelendirilen eylemler olan statü suçlarını suç olmaktan çıkarmaya; çocuk haklarının bu bağlamda etkili bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak amacıyla, çocuk adaleti yönetimine dâhil olan tüm aktörlerin bu konuda uygun eğitimi almalarını sağlamaya; polis, sosyal hizmet uzmanı, psikiyatri hemşireleri ve gençlik çalışanlarının da aralarında yer aldığı çok yönlü bir ekibin çocuk suçlularca işlenen suçların soruşturmalarını kolaylaştırmasına ve bu çocuklara ve ailelerine destek ve rehabilitasyon hizmetleri sağlamasına olanak tanımak gayesiyle, diğerlerinin yanı sıra, hızlı bir müdahale sistemi kurmak suretiyle çocuk suçluların tutuklanmasının önüne geçmeye;...davet eder.” Çocuk Adalet Sisteminin Uygulanması Hakkında Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları'nın (Pekin Kuralları) ilgili kısmı şöyledir:" Tutuklu Yargılama1 Yargılamanın tutuklu olarak yapılmasına en son çare olarak başvurulmalı ve süre mümkün olduğu kadar kısa tutulmalıdır.2 Tutukluluk yerine mümkün olduğu kadar yakın gözetim, yoğun bakım veya bir aile yanına yahut eğitim kurumuna yerleştirme gibi alternatif önlemler getirilmelidir.3 Tutuklu olarak yargılanmakta olan çocuklara Birleşmiş Milletler'ce kabul edilen hükümlülerin Islahı İçin Asgari Standart Kurallar'ın tanıdığı tüm haklar tanınmalıdır.4 Tutuklu olarak yargılanmakta olan çocuklar yetişkin olan suçlulardan ayrı bir kurumda veya aynı kurum içinde ayrı bir bölümde tutulmalıdır.5 Tutukluluk sırasında bütün çocuklar, yaşlarının, cinsiyetlerinin ve kişiliklerinin gerektirdiği bütün sosyal, kültürel, eğitim, psikolojik ve tıbbi yardım ve bakımlardan yararlandırılmalıdır.... Yargılamada ve Hükümde Uyulması Gereken İlkeler1 Yargılama yapan makama aşağıda yazılı ilkeler kılavuzluk etmelidir:(a) Verilecek ceza sadece suçun ağırlığı ve işleniş tarzıyla değil, çocuğun içinde bulunduğu koşullar ve ihtiyaçları ve hem de toplumun gereksinimleri ile de oranlı olmalıdır.(b) Çocuğun kişisel özgürlüğüne getirilecek kısıtlamalar çok dikkatli bir incelemeden sonra konulmalı ve bu kısıtlamaların mümkün olduğu kadar az olmasına özen gösterilmelidir.(c) Özgürlükten yoksun bırakma, suçun başka bir kişiye yönelik ciddı bir saldırı niteliğinde bulunması veya çocuğun ciddı suç işlemeyi itiyat haline getirmiş olması halleri dışında verilmemelidir.(d) Çocuğun ıslah edilmesi ilkesi çocuklara ilişkin davalarda yol gösterici ilke olmalıdır.2 Çocuklar hakkında idam cezası verilemez.3 Çocuklar hiçbir halde fiziksel bir cezaya maruz bırakılmamalıdır.4 Yetkili makamın her zaman için yargılamaya ara verme yetkisi olmalıdır." Dışişleri bakan vekillerinin 24/9/2003 tarihli toplantısında Avrupa Konseyi üye ülkelerine yönelik olarak kabul edilen, çocuk suçluluğuna ve çocuk yargılamasına dair yeni yolları konu alan Bakanlar Komitesi tavsiye kararının [Rec(2003)20] konuyla ilgili kısmı şöyledir:" Çocuk şüpheliler tutukluluğu başvurulacak son çare olmalı, bu süre yargılamanın başlaması öncesinde altı aydan daha uzun olmamalıdır. Bu süre ancak soruşturmaya dahil olmamış bir yargıcın davaya ilişkin her türlü gecikmenin istisnai koşullardan kaynaklandığı hususunda tam bir kanaate sahip olması koşuluyla uzatılabilir. İmkan varsa çocuk şüpheliler için tutukluluğunun alternatifi yollar izlenmeli, akrabalarının, koruyucu ailelerin yanına ya da destek alabilecekleri başka konaklama imkanları sağlanmalıdır. Tutukluluk hiçbir zaman bir ceza veya gözdağı metodu veya çocuk korumanın veya zihinsel sağlık tedbirlerinin yedeği olarak kullanılmamalıdır." Bakan Delegeleri Komitesinin 17/9/1987 tarihli oturumunda Bakanlar Komitesince kabul edilmiş olan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin çocuk suçluluğuna karşı toplumsal tepkiler hakkında üye devletlere R (87) 20 sayılı tavsiye kararının ilgili bölümleri şöyledir:"Üye Devletlerin hükümlerine, gerekiyorsa, mevzuat ve uygulamalarını aşağıdaki amaçlarla yeniden gözden geçirmelerini tavsiye eder: ... Daha büyük yaştaki çocuklarca işlenen çok ciddi suçlara ilişkin istisnai durumlar dışında, küçüklerin tutuklu yargılanmasından kaçınılması; bu gibi durumlarda ise, tutukluluk süresinin sınırlandırılması ve küçüklerin yetişkinlerden ayrı yerde tutulması; kural olarak tutuklama kararının, alternatif teklifler konusunda bir sosyal yardım bölümüne danışıldıktan sonra verilmesinin sağlanması ..." Yaptırım veya tedbirlere maruz kalan çocuk suçlular için Avrupa kurallarına dair Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin CM/Rec(2008)11 sayılı ve 5/11/2008 tarihli tavsiye kararının ilgili bölümleri şöyledir:"A. Temel ilkeler ... Bir yaptırım ya da tedbir kararının alınması ya da uygulanmasında çocuğun yüksek yararı gözetilmeli, bunun sınırları işlenen suçun ağırlığı ile belirlenmeli (orantısallık ilkesi), ayrıca gerektiğinde psikolojik, psikiyatrik veya sosyal araştırma raporlarıyla belirlenmek üzere çocuğun yaşı, fiziksel ve zihinsel iyiliği, gelişimi, kapasitesi ve özel koşulları (kişileştirme ilkesi) dikkate alınmalıdır. ... Bir çocuğun özgürlüğünden yoksun bırakılması tedbiri başvurulabilecek en son yoldur ve uygulanabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulur. Çocukların yargılama öncesi tutuklu bulundurulmalarının önüne geçilmesi için özel çaba sarf edilmelidir..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18179
Başvuru, kendisine cinsel istismarda bulunan kişiyle aynı cezaevine konulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak ve eş değer hâkimlikçe yapılması, tutukluluğun haksız ve orantısız olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; İçişleri Bakanlığı kararı ile sınır dışı edilme ve ülkeye girişin ön izin şartına bağlanması nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan başvurucu, Türkiye'de 16/2/2009-2/2/2010 tarihleri arasında özel bir yabancı dil kursunda çalışmak için çalışma amaçlı ikamet izni almış, daha sonra işinden ayrılarak 31/3/2009 tarihinden itibaren ikamet iznini turistik oturuma çevirmiştir. Başvurucu, beyanına göre ülke içinde seyahat ederek yüksek lisans tezi için araştırma yapmaya başlamıştır. Türkiye'ye son giriş yaptığı 2/6/2010 tarihinden sınır dışı edildiği 20/8/2010 tarihine kadar kendisini serbest gazeteci olarak tanıtmıştır. Başvurucu, ikamet izniyle yasal olarak Türkiye'de ikamet etmekteyken Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından terör örgütüne yardım etme suçundan yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında dört gün gözaltında kalmıştır. Başvurucunun ifadesi alındıktan sonra 20/8/2010 tarihinde sınır dışı edilmiştir. Başvurucu, adli işlem nedeniyle 1 yıl süreli giriş yasağı kapsamına alınmış ve ülkeye girişi ön izin şartına bağlanmıştır. İçişleri Bakanlığı, başvurucunun avukatı aracılığıyla yaptığı itiraza verdiği 7/12/2010 tarihli cevabi yazıda, başvurucunun vize talebinde bulunması hâlinde durumunun değerlendirileceğini bildirmiştir. Başvurucu, sınır dışı edilmesi ve ülkeye girişinin ön izin şartına bağlanması kararına karşı iptal davası açmıştır. Dava, Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) tarafından 16/2/2012 tarihinde reddedilmiştir. İdare Mahkemesi gerekçeli kararında, 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye'de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun'un ve maddeleri ile 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesine atıfta bulunduktan sonra sınır dışı konularında idarenin geniş takdir yetkisi olduğunu vurgulamıştır. İdare Mahkemesi, sınır dışı edilme ve yurda girişin yasaklanmasını gerektiren durumların mutlaka suç niteliği taşıması ve bunun yargı kararıyla belirlenmesi zorunluluğu olmadığını belirtmiştir. İdare Mahkemesi gerekçeli kararında, başvurucunun yurda giriş amacı ile sonraki faaliyetlerini değerlendirdikten sonra Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığından alınan 16/7/2010 tarihli yazıya atıfta bulunarak kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması bağlamında devletin egemenlik yetkisi dâhilinde tesis edilen dava konusu işlemlerde ulusal ve uluslararası metinlere aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Gerekçeli kararda yer verilen başvurucu hakkındaki MİT raporu şöyledir:"ABD/New England Eyaleti Providence şehrinde bulunan Brown Ünivresitesi Siyaset Bölümü mezunu olduğu, 'Gelişen Ulusların Tarihi' konulu tezi ile ilgili olarak çalışma yapmak gerekçesiyle 2009 yılı itibariyle Diyarbakır'a geldiği, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesinde gönüllü olarak çalıştığı, üçer aylık periyotlarla Türkiye'ye giriş-çıkış yaparak ülkemizde kalış süresini uzattığı, Türkiye'de KONGRA-GEL (PKK) yanlısı şahıslar ile irtibatının bulunduğu, KCK/TY'ne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar, Terörle Mücadele Kanunu, Demokratik Özerklik Projesi, AK Parti'nin Kürtlere yönelik politikaları hususlarında bilgi derlemeye çalıştığı, Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhinde yazdığı bazı makalelerin Kürdistan Yurtseverler Birliğine ait PUK Medya, KURDNET gibi internet siteleri ile Inter Pres Service-IPS'nde yayımlandığı, çeşitli amaçlarla Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizdeki illere gelen yabancı uyruklu şahıslara rehberlik yaptığı, KCK/TY'ne yönelik operasyonlar sonrasında hazırlanan KCK iddianamesinde, İHD Başkan Yardımcısı ile irtibatlı olduğu, şahsın bir süredir bölge illeri hakkında bilgi toplayarak, bilgileri Amerika'da bulunan bir kısım makamlara servis ettiğinin anlaşıldığı ..." Mahkeme, yukarıda yer verilen gerekçelerin yanında başvurucu hakkında uygulanan Türkiye'ye girişinin ön izne tabi tutulması işleminin başvurucunun Türkiye'ye girişinin tamamen yasaklanmasına ilişkin bir işlem olmadığı, önceden başvurmak suretiyle amacına uygun olarak alacağı özel izin veya vize ile Türkiye'ye girmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, bu karara karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Danıştay Onuncu Dairesi 13/10/2015 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını onamış, başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 26/10/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda 1/7/2011 tarihinde örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek veya isteyerek yardım etmek suretiyle terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede; örgütün yönetici kadrolarıyla toplantılara katıldığı, örgüt lehine faaliyetlerde bulunduğu, örgütü destekleyen yurt dışı kaynaklı kişi ve kurumların emir ve talimatları doğrultusunda bilgi ve belge toplayarak paylaştığı iddia edilmiştir. Ayrıca başvurucunun ikamet ettiği adreslerde yapılan aramalarda ele geçirilen dijital materyaller aracılığıyla irtibat kurduğu kişilere ve paylaştığı belgelere yer verilmiştir. Başvurucu, süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Olay tarihinde yürürlükte olan (mülga) 5682 sayılı Kanun’un “Türkiye’ye girmeleri memnu kimseler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ ... Türkiye Cumhuriyetinin taraf bulunduğu, mücrimlerin iadesine mütaallik anlaşma veya andlaşmalarla iadeye esas olarak kabul edilen suçlardan birinden sanık veya hükümlü bulunanlar; Türkiye’den sınır dışı edilmiş olupta avdetine müsaade edilmemiş bulunanlar; Türkiye Cumhuriyetinin emniyetini ve umumi nizamını bozmak niyetiyle veya bozmak istiyenlere ve bozanlara iştirak veya yardım etmek maksadiyle geldikleri sezilenler;...” Olay tarihinde yürürlükte olan (mülga) 5683 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “İçişleri Bakanlığınca memlekette kalması umumi güvenliğe, siyasi ve idari icaplara aykırı sayılan yabancılar verilecek muayyen müddet zarfında Türkiye’den çıkmağa davet olunur. Bu müddetin sonunda Türkiye'yi terketmiyenler sınır dışı edilebilirler.” 5683 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu kanunda derpiş edilen sınır dışı karanını almaya İçişleri Bakanlığı yetkilidir." 5683 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Türkiye’den sınır dışı edilenler İçişleri Bakanlığının hususi müsaadesi alınmadıkça Türkiye’ye dönemezler, bunlardan ağır ceza mahkemesinin görevine giren bir suçtan dolayı Türkiye’de mahkûm olmuş ve cezası çektirilerek sınır dışı edilmiş olanlar bir daha Türkiye’ye giremezler; ancak İçişleri Bakanlığının müsaadesiyle durmadan transit geçmeleri caizdir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir yabancının ülkeye girişi ya da ülkede ikamet etmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından garanti edilmediğini kabul etmekle birlikte göç ve sınır kontrollerinin Sözleşme'den doğan yükümlülüklerle uyumlu biçimde gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9214/.., 28/5/1985, §§ 59-60). Cox/Türkiye (B. No: 29933/03, 20/5/2010) kararında AİHM, bir üniversitede öğretim görevlisi olarak bulunan başvurucunun Türkiye'de Kürt ve Ermenilerin asimilasyona ve soykırıma uğradığı yönündekileri görüşleri nedeniyle sınır dışı edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini karara bağlamıştır. AİHM, başvurucu hakkında yürütülen adli bir işlem olmadığını vurgulayarak başvurucunun görüşlerinin nasıl ve neden Türkiye'nin ulusal güvenliği için tehlike arz ettiğinin kamu makamlarınca açıklanamadığını belirtmiştir. AİHM, başvurucunun devlet için tehlike arz eden herhangi bir eyleme dâhil olduğuna ilişkin bir gösterge bulunmadığını gözönüne alarak başvurucuya getirilen kısıtlamanın amacının görüşlerini yaymasını engellemek olduğu sonucuna varmış ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (Cox/Türkiye, §§ 37, 38). AİHM, Nolan ve K./Rusya (B. No: 2512/04, 12/2/2009) kararında, millî güvenliğin söz konusu olduğu durumlarda dahi demokratik bir toplumda hukuk devleti ve kanunilik ilkelerinin kişilerin temel haklarını etkileyen müdahalelerin sebeplerini ve ilgili delilleri denetlemeye yetkili bağımsız bir otorite önünde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin sağlandığı süreçlerle haklarını arama imkânına sahip olmalarını gerektirdiğini vurgulamıştır. Eğer gerekiyorsa anılan ilkeler zedelenmeden gizli bilgilerin kullanımıyla ilgili usule ilişkin sınırlamalara başvurulabileceğini de eklemiştir. Kararda kişilerin, kamu otoritelerinin millî güvenliğin tehlikede olduğuna dair değerlendirmelerine etkili bir şekilde cevap verebilmeleri imkânının sağlanması, ayrıca her ne kadar kamu otoritelerinin bu yöndeki değerlendirmeleri, takdir yetkileri dikkate alındığında önemli olsa da bağımsız bir otoritenin idare tarafından yeterli bir olgusal temel sunulmayan ya da mîlli güvenlik teriminin hukuka aykırı veya keyfî şekilde yorumlandığı açık olan durumlarda harekete geçmesi gerektiği ifade edilmiştir (Nolan ve K./Rusya, § 71). AİHM, anılan kararda başvurucuların Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün maddesinde öngörülen haklarının ihlal edildiği iddiasını da incelemiştir. Söz konusu kararda AİHM, taraf ülkelerin bir yabancıyı sınır dışı edip etmemek konusunda takdir yetkisine sahip olduklarını fakat bu yetkilerini Sözleşme'de öngörülen diğer hakların ihlaline sebep vermeyecek şekilde kullanmaları gerektiğini hatırlatmıştır. Bu kapsamda ek 7 No.lu Protokol'ün maddesinin yabancıların ancak ilgili kanun uyarınca alınmış bir kararla ve belli usule ilişkin güvencelerin sağlanması şartıyla sınır dışı edilebilmelerini garanti altına aldığı belirtilmiştir. Bu bağlamda AİHM, anılan kararda kamu otoritelerinin millî güvenlik ve kamu düzeninin tehlikede olduğuna dair iddialarını ortaya koyan somut hiçbir delil sunamadıklarını dikkate almıştır. Başvurucular hakkında alınan kararların gerekçesinin neden üç aydan fazla bir süre başvurucuların bilgisine sunulmadığına ve sınır dışı edilmelerine ilişkin işleme karşı kendi iddialarını sunma olanağı sağlanmadığına ilişkin hükûmet tarafından hiçbir açıklama yapılmadığını da gözönüne alan AİHM, somut olayda başvuruculara ek 7 No.lu Protokol'ün maddesinde öngörülen usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığına ve bu maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir (Nolan ve K./Rusya, §§114-116). AİHM'e göre hakkında millî güvenlik hususlarına dayanan bir tedbir uygulanan bir kişi, keyfîliğe karşı tüm garantilerden mahrum edilmemelidir. Söz konusu tedbirin hukuka uygunluğunu denetlemek, olası keyfîlik ve kötüye kullanmayı engellemek için somut olayın koşulları ve ilgili mevzuata ilişkin tüm ilgili sorunları gözden geçirme yetkisine sahip bağımsız ve tarafsız bir organ tarafından incelenmesine imkân tanınmalıdır. Hakkında tedbir uygulanan kişinin bu organ önünde iddia ve görüşlerini sunabilmesi ve hakkındaki isnatları çürütebilmesi için çelişmeli yargılama imkânlarına sahip olması gerekir (Lupsa/Romanya, B. No:10337/04, 8/6/2006, § 38; Al-Nashif/Bulgaristan, B. No: 50963/99, 20/6/2002, §§ 123,124).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4791
Başvuru, İçişleri Bakanlığı kararı ile sınır dışı edilme ve ülkeye girişin ön izin şartına bağlanması nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tam yargı davasında aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, askerlik görevini yapmakta iken el bombasının patlaması sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, uğradığı zararların tazmini istemiyle 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talepli olarak 2/11/2010 tarihinde dava açmıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi 21/12/2011 tarihli ve E.2011/113, K.2011/1582 sayılı kararıyla olayda başvurucunun kendi kusurlu davranışlarından kaynaklanan müterafik kusurun bulunduğu görülmekte ise de başvurucunun askerî hizmete ilişkin görevi ifa ederken meydana gelen kaza sonucu oluşan yaralanmasında, kusurlu bulunan diğer personelin ihmali davranışları dikkate alındığında zararlı sonuç ile başvurucunun görevi arasındaki illiyet bağının kesilmediği ve meydana gelen tüm zararların başvurucunun üzerine yüklenmemesi gerektiği, başvurucunun zararlarının müterafik kusuru oranında indirim yapılması suretiyle davalı idarece hizmet kusuru ilkesi gereğince karşılanması gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulünekarar vermiştir. Kararda başvurucuya 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine ve başvurucunun fazlaya ilişkin istemlerinin reddine; hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 400 TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine, ayrıca reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 810 TL avukatlık ücretinin de başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 5/3/2014 tarihli ve E.2012/262, K.2014/326 sayılı ilamıyla kabul edilerek başvurucuya 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine ve başvurucunun fazlaya ilişkin istemlerinin reddine,hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 740 TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine, ayrıca reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi olarak hesap edilen 740 TL avukatlık ücretinin de başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 28/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6529
Başvuru, tam yargı davasında aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 11/5/2015 ve 15/5/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2015/8410 numaralı bireysel başvurunun aynı kişi tarafından ve aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması üzerine 2015/7809 sayılı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda bilinen ismiyle Tahşiyeciler grubuna ilişkin yürütülen bir soruşturma kapsamında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 10, 11) bir süre tutuklu kalan bir kişinin şikâyeti üzerine başvurucu da dâhil olmak üzere gazeteci, yapımcı, senarist, yönetmen ve emniyet görevlilerinin aralarında olduğu çok sayıda şüpheli hakkında iftira, sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında Başsavcılık 26/12/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/12/2014 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, bununla ilgili karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, Başsavcılığa yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılıkça talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılıkça İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları tekrar İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu, serbest bırakılmama hakkında nihai karar olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin son kararını 30/4/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu -2015/7809 sayılı başvuru yönünden- 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/3/2015 tarihinde, Başsavcılığın talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve başvurucu ile diğer şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 2/4/2015 tarihinde bu karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 3/4/2015 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 16/4/2015 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu -2015/8410 sayılı başvuru yönünden- 15/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılıkça başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin resmî belgede sahtecilik, iftira ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/281 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Devam eden yargılama sonunda Mahkeme 3/11/2017 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. Öte yandan bu tutuklama kararı öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/9/2014 tarihli kararı ile başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sonucunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davasının açıldığı ve bu Mahkemenin E.2015/366 sayılı dosyası üzerinden yargılamanın tutuklu olarak devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına ilişkin olarak ayrıca 24/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine (B. No: 2014/16838) başvuruda bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvurucu; doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkemelerce kanuna aykırı olarak tutuklanması ve isnat edilen suçlara ilişkin hakların bildirilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, soruşturma sürecinde kamu görevlilerinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının, hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunmamasına karşın suçlu ilan edilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, mensubu olduğu iddia edilen cemaate yönelik nefret ve ötekileştirme söylemi ile meslekten atılması ve hakkında uydurma soruşturmalar açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 9/9/2015 tarihinde, kötü muamele ile ilgili iddialar yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması; başvurucu hakkındaki suçlamalar ve hakları bildirilmeden, avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmadan gözaltına alındığı iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması; gözaltı ve tutuklamanın kanuni olmadığı iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması; ayrımcılık yasağının, etkili başvuru hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması; doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlal edildiği iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Mehmet Fatih Yiğit ve diğerleri, B. No: 2014/16838, 9/9/2015). Başvurucunun farklı tarihlerde iki ayrı suçtan tutuklanmış olması nedeniyle hangi tutuklama kararının işleme konulduğu ilgili ceza infaz kurumlarından sorulmuştur. Ceza infaz kurumlarınca verilen bilgide, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan verilen tutuklama kararının işleme konulduğu, hâlen bu kararın uygulanmakta olduğu, eldeki başvuru kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hakkında verilen tutuklama kararının infaza konulmadığı ifade edilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7809
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gece vakti alkollü içki satıldığı fiilinden dolayı idari para cezası verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; ayrıca idari para cezasına karşı itiraz sürecinde iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İstanbul'un Arnavutköy ilçesine bağlı Tayakadın köyü Devlet Caddesi üzerinde bir büfe işletmektedir. Başvurucuya ilk olarak 21/11/2013 tarihi saat 22:25 civarı alkollü içki sattığı gerekçesiyle Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu (Kurul) tarafından 303 TL idari para cezası verilmiştir. Başvuru formunda bu idari para cezasına itiraz süreci ile ilgili bilgilere yer verilmediği, formda yer alan bilgilerin ise sonraki idari para cezası süreci hakkında olduğu görülmektedir. Aynı işyerine yönelik olarak bu defa 23/11/2013 tarihi saat 45'te İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerince düzenlenen tutanakta, Ü.E. ve Y.nin yanlarında siyah bir poşetle bu işyerinden çıktıkları ve bu kişilere sorulduğunda poşetlerde alkollü içki bulunduğunun öğrenildiği belirtilmiştir. Tutanağa göre kolluk görevlileri başvurucuya alkollü içki satışının yasak olduğunu bilip bilmediğini sormuşlar, başvurucu ise borçlarının çok olması nedeniyle alkollü içki satışı yaptığını beyan etmiştir. Tutanak başvurucu dışındaki kişilerce imzalanmıştır. Söz konusu tutanak, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumuna (TAPDK) gönderilmiştir. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu (Kurul) bu tutanağı esas alarak 7/1/2015 tarihinde başvurucunun gece vakti alkollü içki satmak kabahatinden ötürü 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamülleri ve Alkol Piyasasının Düzenlenmesine Dair Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendi uyarınca 000 TL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararda, başvurucuya daha önce aynı fiilden ötürü ceza verilmiş olduğundan dolayı idari para cezasının bu şekilde belirlendiği ifade edilmiştir. Başvurucu 2/2/2015 tarihinde Gaziosmanpaşa Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, saat 00'den sonra alkollü satış yapılmadığı ve ortada kolluk görevlilerince düzenlenen tutanak dışında başkaca bir delilin de bulunmadığı belirtilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği, tutanağı düzenleyen kolluk görevlileri ile alkollü içki satın aldığı belirtilen Ü.E.yi olaya ilişkin bilgi ve görgülerinin tespiti amacıyla tanık olarak dinlemiştir. Tanık Ü.E.; işyerine saat 45 civarında girdiklerini ve saat 00 olmadan bira aldıklarını, bir süre sohbet ettikten sonra 15 civarında işyerinden ayrıldığını beyan etmiştir. Tutanak düzenleyicisi tanıklar ise saat 00'den sonra tutanakta adları yazılı kişilerin başvurucunun işlettiği büfeye giriş yaptıklarını ve yine bu saatten sonra aynı kişilerin ellerinde alkollü içki bulunan poşetlerle dışarı çıktıklarını beyan etmişlerdir. Sulh Ceza Hâkimliği 9/7/2015 tarihinde itirazın kabulü ile itiraza konu idari yaptırım kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, tanıklar Y. ve Ü.E.nin saat 45 civarında alkollü içki satın aldıkları ancak kolluk görevlilerinin saat 00'den sonra kendilerini durdurdukları yönündeki beyanlarına vurgu yapılmıştır. Kararda, bu sebeple saat 00'den sonra alkollü içki satıldığının şüpheli olduğu gerekçesiyle idari yaptırım uygulanamayacağı belirtilmiştir. TAPDK tarafından yapılan itirazı kabul eden İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 11/9/2015 tarihinde itiraza konu kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; tanıkların aynı işyerinden alkollü içkiyi satın alan kişiler olduğundan dolayı tarafsız olamayacakları, kamu görevlisi sıfatı bulunan ve üç kişi olan kolluk görevlilerinin düzenledikleri tutanağa itibar edilmesi gerektiği açıklanmıştır. Nihai karar, başvurucu vekiline 7/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 8/6/1942 tarihli ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin beşinci fıkrasının üçüncü cümlesi şöyledir: “Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz.” 4250 sayılı Kanun’un 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi şöyledir:  “Bu Kanunun 6 ncı maddesinin;...e) Beşinci fıkrasındaki yasaklara aykırı hareket edenlere, 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendinde öngörülen, idari para cezası verilir.” 4733 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “...Tütün, tütün mamulleri, etil alkol, metanol ve alkollü içkiler piyasasında Gıda, Tarım veHayvancılık Bakanlığından gerekli izinleri alarak veya almadan mal veya hizmet üreten, işleyen, ihraç veya ithal eden, pazarlayan, alan veya satan gerçek ve tüzel kişilere aşağıda yazılı idarî yaptırımlar uygulanır: ...k) Tütün mamulleri veya alkollü içkilerin tüketicilere satışını; internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret araçları ya da posta ile sipariş yöntemi kullanarak yapmak üzere satış sistemi kuran veya faaliyette bulunanlara yirmibin Yeni Türk Lirasından yüzbin Yeni Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. (Ek ikinci cümle: 13/2/2011-6111/175 md.) Satışın internet ortamında yapılması halinde, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda öngörülen usullere göre erişimin engellenmesine karar verilir ve bu karar hakkında da anılan Kanun hükümleri uygulanır. " 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idarî para cezası verilir." 5326 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İdarî para cezası, maktu veya nispi olabilir. (2) İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur. ... (7) İdarî para cezaları her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Bu suretle idarî para cezasının hesabında bir Türk Lirasının küsuru dikkate alınmaz. Bu fıkra hükmü, nispi nitelikteki idarî para cezaları açısından uygulanmaz."
Hükmün denetlenmesini talep etme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17800
Başvuru, gece vakti alkollü içki satıldığı fiilinden dolayı idari para cezası verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; ayrıca idari para cezasına karşı itiraz sürecinde iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36789
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın dava şartı yokluğundan kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun rektör olarak çalışmış olduğu İzmir Üniversitesi, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması ile iltisaklı olduğundan bahisle Bakanlar Kurulunca 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılmıştır. 667 sayılı KHK kapsamında İzmir Üniversitesinin tüm banka hesaplarına 23/7/2016 tarihinde bloke konulmuş, sigorta prim borçları ödenememiştir. İzmir Üniversitesinden tahsil edilemeyen sigorta prim borçları dolayısıyla başvurucu hakkında 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre icra takibi başlatılmıştır. Söz konusu davaya konu 2016/151382 takip sayılı ve 79,15 TL, 2016/151383 takip sayılı ve 24,50 TL, 2016/151315 takip sayılı ve 118,50 TL tutarlarında olan takip dosyalarındaki ödeme emirleri 11/8/2016 ve 9/9/2016 tarihlerinde başvurucuya elden tebliğ edilmiştir. Başvurucunun üzerine kayıtlı tüm taşınır ve taşınmaz mal varlığı kayıtlarına haciz şerhi işlenmiştir. Başvurucu 23/9/2016 tarihli dilekçesinde, ödeme emri tebliğ edilmeden mal varlığına haciz işlemi uygulandığını belirterek Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine ödeme emrinin iptali istemiyle İzmir İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava tarihi öncesinde 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında KHK 17/8/2016 tarihli Resmî Gazete'de, 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK da 29/10/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihlerde yürürlüğe girmiştir. Anılan 675 sayılı KHK'nın maddesinde "...kapatılan kurum, kuruluş, ... ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine kararı...." verileceği belirtilmiştir. Mahkeme kararında; davacının 670 sayılı KHK'da belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceğine yer verildiği, idari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabileceği, idari yargının verdiği kararın kesin olduğu ve uyuşmazlığın adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamayacağı ifade edilmiştir. Mahkeme 22/2/2017 tarihli kararıyla, söz konusu KHK'lar doğrultusunda SGK'ya açılan davada dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu istinaf kanun yolu açık olmak üzere dava şartı yokluğu nedeniyle ret kararı vermiştir. Kararda 675 sayılı KHK'nın maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince davacının 670 sayılı KHK'nın maddesinde belirtilen usule uygun olarak idari makama tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvuruda bulunabileceği açıklanmıştır. Başvurucu, anılan kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 3/4/2017 tarihli kararında, karar tarihi itibarıyla davanın reddine konu miktarın 000 TL'lik istinaf incelemesi için gerekli olan sınırı geçmediğini belirterek istinaf dilekçesinin reddine karar vermiştir. Nihai karardan 17/4/2017 tarihinde haberdar olduğunu bildiren başvurucu 16/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 667 sayılı KHK'nın "Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşları,...ç) Ekli (IV) sayılı listede yer alan vakıf yükseköğretim kurumları,...kapatılmıştır." 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.... (4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar..." 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu kanunlaşan 675 sayılı KHK'nın "Dava ve takip usulü" kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: "(3)20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.... (4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz." Yargı Kararları Başvuru konusu davaya benzer bir davada İzmir İş Mahkemesinin aynı konuda dava şartı yokluğu nedeniyle verdiği 10/5/2017 tarihli ve E.2016/469, K.2017/171 sayılı kararı, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 15/2/2018 tarihli ve E.2017/1674, K.2018/264 sayılı kararıyla kaldırmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Prim borçlusu kuruluş tüzel kişiliğinin Kanun Hükmünde Kararname ile sona erdirilmesi nedeniyle ifanın imkansızlaştığı yaklaşımıyla, el konulan tüzel kişiliklerin yönetici ve ortakları hakkında da 675 sayılı KHK’nin maddesi uyarınca takip yapılamayacağı ve haklarındaki takip ve takiplere ilişkin davaların, dava şartı yokluğundan reddi gereğine ilişkin Dairemiz(İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 2017/10-65 sayılı kararındaki) yaklaşımı; “Müteselsil borçlulukta alacaklı, alacağının tamamını veya bir kısmını karşısındaki borçlulardan dilediği birinden isteyebilmek imkânına sahip bulunduğu gibi, borçlular da alacaklıya karşı borç sona erinceye kadar hep birlikte sorumlu olmakta devam ederler. Borçlulardan birinin borç ödemeden aciz haline düşmesinin veya iflas etmesinin alacaklı için her hangi bir tehlikesi yoktur; zira diğer borçlulardan her biri borcun tamamını ifa etmek yükümlülüğü altında bulunmaktadır. Müteselsil borçluluk alacaklıya, borçluların içinden ödeme gücü en yüksek olanı seçerek edimin tamamını ondan isteyebilme yetkisini tanır.” (Yargıtay Hukuk Dairesi, 2017 t, 2016/12578 E., 2017/1726K.) içerikli Yargıtay içtihatlarındaki uygulamayla uyumlu bulunmadığından; bu kapsamdaki davaların esasına girilerek çözümlenmesi yasal zorunluluğu doğmuştur.Sıralanan maddi ve hukuki olgular gözetildiğinde, tarafların iddia ve savunmaları kapsamında ileri sürdükleri kanıtlar toplanıp; tüzel kişiliği sonlandırılarak mal varlığı Hazineye devredilen kuruluş malvarlığından takip konusu borçların tahsil edilip edilmediği ve bu konuyla görevli KHK işlemleri bürosu tarafından bu yönde ne gibi işlemler yapıldığı konusundaki bilgiler de getirtildikten sonra, tarafların iddia ve savunmaları ışığında yapılacak inceleme sonucunda davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken; davanın esasına ilişkin hiç bir kanıt toplanmadan ve davanın esasına ilişkin irdeleme yapılmadan, dava şartı yokluğundan red kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı bulunduğundan; esası incelenmeksizin kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine, duruşma yapılmaksızın HMK 353/1-(a)-4, maddesi uyarınca karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm fıkrası oluşturulmuştur...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23696
Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın dava şartı yokluğundan kesin olarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen sürenin mahkûmiyet hükmündeki süreden mahsup edilmesine ilişkin talebin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 8/5/2013 tarihinde İstanbul 2 No.lu Hâkimliğince (TMK mülga madde ile görevli) uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 27/6/2013 tarihli iddianamesiyle başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma ve suç örgütü faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 18/4/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Artvin Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 16/6/2014 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vererek olumsuz yetki uyuşmazlığının giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi için dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 9/7/2014 tarihinde Artvin Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna karar vermiştir. Artvin Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı sanıkların tutukluluk hâlleri gözden geçirilmiş; 17/6/2015 tarihli karar ile mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süre, eşinin sağlık koşulları gerekçesiyle başvurucunun serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Bununla birlikte Mahkemece başvurucu hakkında konutu terk etmeme ve yurt dışına çıkamama şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına hükmedilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 26/2/2016 tarihli kararıyla başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma suçundan 2 yıl 1 ay hapis cezası, örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan ise 22 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet hükmü Yargıtay Ceza Dairesince 11/4/2018 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında kesinleşen hapis cezalarının infazına 21/6/2018 tarihinde başlanmıştır. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen müddetnameye göre başvurucunun koşullu salıverilme tarihi 19/5/2032 olarak tespit edilmiştir. Başvurucu; konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınması nedeniyle ceza infaz kurumu dışında da olsa hürriyetinin sınırlandırıldığını, dolayısıyla tahliyesine karar verildiği 17/6/2015 tarihi ile mahkûmiyet hükmünün infazına başlandığı 21/6/2018 tarihi arasında anılan tedbirin uygulandığı sürenin (100 gün) cezasından mahsup edilmesi ve bu duruma göre koşullu salıverilme tarihinin yeniden hesaplanması gerektiğini belirterek hakkında düzenlenen müddetnameye Artvin Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiştir. Artvin Ağır Ceza Mahkemesi 10/12/2018 tarihli ek kararıyla başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...5271 sayılı CMK'nun [Ceza Muhakemesi Kanunu] 109/3-j maddesinde konutu terketmemek yükümlülüğünün düzenlendiği, CMK'nun 109/ maddesindeki adli kontrol altında geçen süre, şahsi hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez şeklindeki düzenleme uyarınca hükümlü hakkında konutu terketmemek yükümlülüğü kapsamında geçirilen sürenin infaz edilecek cezadan mahsup edilemeyeceği, bu nedenle müddetnameden düşürülemeyeceği anlaşıldığından, hükümlü Bahadır ÖZTÜRK'ün düzeltilerek yeniden müddetname düzenlenmesine ilişkin talebinin reddine...[karar verilmiştir.]" Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Rize Ağır Ceza Mahkemesince 9/1/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar 18/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Mahsup" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1)Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün hâller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir." 8/7/2021 tarihli ve 7331 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak.b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.j) Konutunu terk etmemek.... (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) ve (j) bentlerinde belirtilen hallerde uygulanmaz. (Ek cümle:8/7/2021-7331/15 md.) Ancak, (j) bendinde belirtilen konutunu terk etmemek yükümlülüğü altında geçen her iki gün, cezanın mahsubunda bir gün olarak dikkate alınır." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol kararı ve hükmedecek merciler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir. (2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir.  (3) 109 uncu madde ile bu madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır." 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Bu kanun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hâkimliklerine ilişkin hükümleri kapsar." 14/4/2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, veya diğer mevzuat hükümlerine aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak.(1) Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. (Ek:14/4/2020-7242/4 md.)(2) Cumhuriyet savcısının ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin verdiği kararlara karşı yapılan şikâyetleri incelemek. (Ek:14/4/2020-7242/4 md.)(2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin mahsup, ceza zamanaşımı ve hükümlünün ölümü hâllerinde verilecek kararlar da dahil olmak üzere hâkim veya mahkeme tarafından verilmesi gerekli kararları almak ve işleri yapmak. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren on beş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir ...." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, verilen kararın veya yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir....İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren yedi gün içinde Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hâkimliğinin yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine yapılır ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 3/5/2007 tarihli ve E.2006/5521, K.2007/3057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" ...gerek Anayasa ve sair kanunlar, gerek uluslararası anlaşmalarla kişi özgürlüğü en üst düzeyde korunma altına alınmak istenmiştir. Bu kapsamda, ceza yargılamasında asıl olan tutuksuz yargılama olup, sanıkların tutuklu yargılanması, ancak kanunda gösterilen hallerde ve istisna olarak uygulanmalıdır. Aksi takdirde, kişiyi özgürlüğünden alıkoyan devlet olsa da bunun sonucuna katlanmalı ve meydana getirdiği zararı ortadan kaldırıcı veya azaltıcı yükümlülükler altına girmelidir. Bu yöntemlerden biri de ceza hukukundaki mahsuptur.Ayrıntıları [Yargıtay] Ceza Genel Kurulunun 2006 gün ve 2006/1-4 Esas, 2006/7 sayılı kararında açıklandığı üzere; 765 ve 5237 sayılı yasalarda mahsubun mecburiliği (hukukî) sistemi kabul edilmiştir.Bu sisteme göre, mahkûm kusuru ile tutuklu kalmış olsa dahi, tutukluluk süresinin verilen cezadan indirilmesi zorunludur. Bu sistemde yargıcın görevi, indirim yapılması için gerekli yasal koşulların doğup doğmadığını kontrol, doğmuş ise yapılan indirimin hesabında hata yapılıp, yapılmadığını denetlemekten ibarettir. Mahsubun hukuki esası hakkında, bu kurumun cezanın hafifletilmesi nedenlerinden biri olduğu, evvelce çekilmiş bir ceza olduğu, hususi af olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmakta ise de, mahsup, suçlu olduğu henüz kesin olarak bilinmeyen kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılması dolayısıyla ortaya çıkan haksızlıkları gidermek için başvurulan ve kişisel özgürlükleri anayasal düzeyde güvence altına alan, önleyici amaçlarla yoksun bırakılan özgürlüğün iadesi için kabul edilen hukuki bir kurumdur ..." Ayrıca ilgili uluslararası hukuk için bkz. Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5896
Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen sürenin mahkûmiyet hükmündeki süreden mahsup edilmesine ilişkin talebin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan alacak davasında, Yargıtay bozma kararı öncesi verilen gerekçeli kararın davalıya tebliğ edilmemesi ve bozma ilâmına karşı yapılan karar düzeltme talebinin işleme konulmaması nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının; yargılama sırasında ıslah dilekçesi ile bilirkişi raporlarının tebliğ edilmemesi ve hükme esas alınan bilirkişi raporuna itiraz etme hakkı tanınmadan karar verilmesi nedenleriyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin; Mahkemenin usul ve kanuna aykırı uygulamaları nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; dava sonucunu etkileyecek nitelikteki iddialarının Yargıtay kararında karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 21/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık görüşünü 27/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 4/5/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun işvereni olduğu inşatta işçi olarak çalışan B., 23/10/2002 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat etmiş, ölenin yakınları, başvurucu ve diğer davalılar A.A., Ü. Müşavir Mühendislik A.Ş. ve Milli Eğitim Bakanlığına karşı 1/8/2003 tarihinde, Bakırköy İş Mahkemesinin E.2003/129 sayılı dosyasında maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Başvurucu vekili 30/9/2003, 11/12/2013 ve 6/4/2004 tarihli duruşmalara mazeret bildirerek diğer duruşmalara ise herhangi bir neden bildirmeden katılmamıştır. Davacı taraf 7/2/2008 tarihli duruşmada dosyaya ıslah dilekçesini sunmuş, Mahkeme dilekçeyi hazır olan davalı Hazine vekiline tebliğ etmiş, başvurucu davalıya dilekçe ile ilgili herhangi bir bildirimde bulunmamıştır. Mahkeme, 7/2/2008 tarihli ve E.2003/129, K.2008/83 sayılı kararıyla, başvurucu davalı açısından davayı kısmen kabul etmiş, diğer davalılar açısından reddetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Davalı Cemal Bayseferoğulları vekili tarafından Mahkememize verilen cevap dilekçe ile; işyeri sorumluları tarafından gerekli tedbirlerin alındığı, uyarıların yapıldığını bu nedenle davanın reddi gerektiği beyan etmiştir.…Taraflarca dosyaya sunulan belgeler ile birlikte dosya kusur bilirkişisine verilerek rapor alınmıştır. Dosyaya sunulan 2006 tarihli kusur bilirkişisi raporuna göre meydana gelen iş kazasında davalı işveren Cemal Bayseferoğulları’nın %100 oranında kusurlu olduğu bu kusurun %10’unun davalı A.A.’ya ait olduğunun tespit edildiği diğer davalıların ve sigortalının kusurunun bulunmadığının belirtildiği görülmüştür. Davacı vekilinin 6/2/2008 tarihli ıslah dilekçesi ile dava dilekçesindeki taleplerini bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah ederek arttırmış olduğu görülmüştür.Sigorta Müdürlüğüne yazı yazılarak davacıların tüm peşin sermaye değerleri dosyaya celp edilmiştir. Dosya hesap bilirkişisine verilerek davacıların maddi zararları hesaplanmıştır. Ayrıca söz konusu olaydan davacıların duyduğu elem, üzüntü, ızdırap, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın alım gücü dikkate alındığında, davacıların manevi tazminata hak kazandıkları kanaat ve sonucuna varılarak aşağıda gösterildiği şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8474
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan alacak davasında, Yargıtay bozma kararı öncesi verilen gerekçeli kararın davalıya tebliğ edilmemesi ve bozma ilâmına karşı yapılan karar düzeltme talebinin işleme konulmaması nedenleriyle mahkemeye erişim hakkının; yargılama sırasında ıslah dilekçesi ile bilirkişi raporlarının tebliğ edilmemesi ve hükme esas alınan bilirkişi raporuna itiraz etme hakkı tanınmadan karar verilmesi nedenleriyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin; Mahkemenin usul ve kanuna aykırı uygulamaları nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; dava sonucunu etkileyecek nitelikteki iddialarının Yargıtay kararında karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
0
Başvuru; gözaltında müdafiiyle görüştürülmeme nedeniyle müdafi yardımından faydalanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin hükme esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılaNma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 20/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 27/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 9/7/2014 tarihinde ibraz etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yasa dışı TKP/ML-TİKKO terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında 4/4/2001 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucuya 5/4/2001 ile 8/4/2001 tarihleri arasında yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır. Başvurucu 8/4/2001 tarihinde terör örgütüne ne şekilde katıldığına, kullandığı kod adlarına, örgütsel yapı içindeki konumuna ve katıldığı öldürme, yaralama, bomba koyma, vergi adı altında para alma ve pankart açma eylemlerine dair kollukta müdafii olmaksızın ifade vermiştir. Başvurucu 9/4/2001 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise kolluktaki ifadesini ve yer gösterme işlemlerini kabul etmemiş, psikolojik baskı altında veya tehditle bu beyanların alındığını ileri sürmüştür. Başvurucu bilinçlenmek amacıyla örgüt yayınlarını takip ettiğini, fakat terör örgütü içinde faaliyet göstermediğini ve önceki ifadelerinde geçen eylemlere katılmadığını söylemiştir. Başvurucu aynı tarihte müdafiinin huzurunda yapılan sorgusunda da kolluk beyanlarında geçen eylemlerde yer almadığını, işkence yapılması, askıya alınması ve boş bir araziye götürülerek silahla tehdit edilmesi sonucunda o şekilde ifade verdiğini belirtmiştir. İstanbul 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi9/4/2001 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 11/4/2001 tarihinde silahlı terör örgütü üyeliğinden ve terör örgütü adına çeşitli eylemlerde bulunmaktan başvurucu ve diğer üç sanık hakkında dava açmıştır. Dava, İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2001/138 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu ve diğer kişiler hakkında açılan diğer bazı davalar da sonraki tarihlerde bu yargılamayla birleştirilmiştir. Birleştirmelerin ardından yargılama, on bir sanığa isnat edilen çok sayıda eylemi kapsar hâle gelmiştir. Başvurucu 22/3/2002 tarihli duruşmada, yedi gün gözaltında kaldığını, bu sürede her türlü baskı ve cebire maruz bırakıldığını, askıya alındığını ve hayalarının burulduğunu, gözleri bağlıyken getirilen kâğıtların kendisine imzalattırıldığını, neleri imzaladığını bilmediğini ileri sürmüştür. Devlet güvenlik mahkemelerinin kapatılmasının ardından yargılamaya nihai olarak (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK madde ile görevli) devam edilmiştir. Başvurucu 6/4/2011 tarihinde tahliye edilmiştir. Yargılama süresince 10/8/2001 ile 21/11/2011 tarihleri arasında toplam otuz beş duruşma yapılmış; bu duruşmalarda müşteki, tanık ve mağdurlar dinlenmiş ve bu amaçla yazışmalar yapılmış, başvurucunun cezai ehliyetinin bulunup bulunmadığına dair Adli Tıp Kurumundan rapor alınmış ve belgeler getirtilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 21/11/2011 tarihli ve E.2001/138, K.2011/184 sayılı kararı ile başvurucunun üzerine atılı dokuz adet öldürme, yaralama, bomba koyma ve patlatma, vergilendirme adı altında para alma eylemlerinin sübut bulduğuna hükmetmiştir. Mahkeme, anayasal düzeni bozmaya teşebbüs etme suçundan başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararını, başvurucunun ve diğer sanıkların kollukta verdikleri ifadelerine, müşteki beyanlarına, olaylara ilişkin tutanaklara ve hazırlanan raporlara dayandırmıştır. Resen de temyize tabi olan karara karşı başvurucu müdafii 22/11/2011 tarihinde haksız ve hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle ve temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması talebiyle süre tutum dilekçesi vermiştir. Başvuru formunda gerekçeli temyiz dilekçesinin sunulduğuna dair herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. UYAP'a kayıtlı dosya üzerinde yapılan inceleme ve Mahkemesinden gelen bilgi doğrultusunda 10/10/2013 ve 21/10/2013 tarihlerinde başvurucunun ve müdafiinin Yargıtaya dilekçe sunmuş oldukları anlaşılmıştır. Bu dilekçelerle eksik soruşturmaya dayalı hüküm kurulduğu, tanık ifadeleri arasında çelişki bulunduğu, bazı tanıkların dinlenmediği, hakkındaki suçlamaların ispatlanmadığı gerekçeleriyle kararın bozulması talep edilmiştir. Duruşmalı olarak yapılan ve başvurucu müdafiinin katıldığı temyiz incelemesi sonrasında Yargıtay Ceza Dairesi 10/12/2013 tarihli ve E.2013/4630, K.2013/15327 sayılı ilamı ile kararı başvurucu yönünden onamıştır. Yargıtay ilamı 18/12/2013 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 10/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/756
Başvuru, gözaltında müdafiiyle görüştürülmeme nedeniyle müdafi yardımından faydalanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin hükme esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılaNma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olan başvurucunun sıralı amirlerine verdiği dilekçe dolayısıyla disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) piyade yüzbaşı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, görev yaptığı komutanlıkta yürütülen nöbet hizmetlerinde bazı düzenlemeler yapılması ve kanuna aykırı hususların yeniden gözden geçirilmesi talebiyle üst komutanlığına 25/4/2016 tarihli dilekçe ile başvuruda bulunmuştur. Başvuru içeriğinin bir kısmı şöyledir: “... Bu kapsamda bölük komutanı olduğum ... Klığının konuşlu olduğu ... kışlasında icra edilen nöbetçi amirlik vazifesi ile ilgili taleplerim müteakip maddelerde sunulmuştur. Iç Hz. K. Md.76 nöbet hizmetlerinin belli bir sıra ile yürütülmesi hükmünü getirmiştir. Fakat nöbet tuttuğumuz nöbetçi amirliği grubunda eşit sayıda nöbet tutmayan personel mevcuttur. Iç Hz. K. Md.77 nöbet hizmetlerinin bir talimat ile yürütülmesi gerektiğini belirtmektedir. Birliğimizde nöbetler talimat ve emirlere atfen yürütülmektedir. Talimat ve emirler de ise diğerlerine göre eksik sayıda nöbet tutan personele ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Iç. Hz. Yönetmeliği Md.382'de nöbetin belirli bir sıra ile tutulması gerektiğini belirtmektedir. Aynı madde nöbet hizmetlerinden muaf tutulması gereken personeli de belirtmiştir. Maddelerde yazılı hususlar yeterince açık olup, personele eksik nöbet yazılmasına ilişkin bir bildirim mevcut değildir. Ayrıca Md.415-416'da nöbetçi amiri olarak kimlerin nöbet tutabileceği açıklanmıştır. Bu kapsamda istek ve taleplerim şunlardır;a. Nöbet tutmakla mükellef ve nöbetçi amiri olarak nöbet tutması gereken tüm birlik personeline eşit sayıda nöbet yazılması; aldığı ilave görevler, ilgi (a,b) mevzuat dışında kalan personele hangi şartlarda nöbet yazılmayacak ise yayınlanacak bir talimat ile esasa bağlanması;b. ... K.lığında görevli olan ve aynı zamanda hudutta takviye, vekalet, pusu vb. görevleri icra eden personelin, hudutta geçirdiği günlerin de göz önünde bulundurulması; hudutta gün geçiren personele eksik nöbet yazılmasına yönelik bir uygulama yürütülecek ise, bu personele de hudutta geçirdikleri gün kadar eksik nöbet yazılması;c. Kantin Başkanlığı vb. görevler nedeniyle ikiz görev yürütülen personele eşit nöbet yazılması (bu husus düzeltilmediği sürece birliğimizde dedikoduya mahal vereceği ve uygulamanın personel arasında husumet yaratacağı kanaatindeyim.);ç. Nöbet tutmaması gereken Merkez Komutanı, Disiplin Subayı, Sayman vb. personelin nöbet tutmaması;d. ilgi (c) Muhtıra hükümleri dışında kalan personele Nöbetçi Amirliği yazılmaması; bu durumdaki personel rütbesinin karşılığı gelen kadro ve nöbet grubunda görev yapması; nöbet mazereti olan üst rütbeli personelin nöbetlerinin kıdemsiz personel ile haber vermeksizin değiştirilmesi uygulamasına son verilmesi;e. Sayılar eşitlenene kadar fazla nöbeti olan personele, nöbet görevi tefrik edilmemesi Komutanlık Emirlerine maruzdur.f. Yıl içerisinde Garnizon Dışı Geçici Harekat Belgesi (GDGH)'ne esas teşkil eden günler ile Hudut Takviye görevi icra edilen gün kadar nöbet sayılarına eklenti yapılması, iş bu günlerin nöbet sayıma eklenmesini talep ediyorum. Şahsıma ait 17 günlük GOGH belgesi ve müteakiben hudutta görev alınan günlere dair belge Ek-(A-B)'de sunulmuştur. Yukarıda sunduğum nedenlerden dolayı, yazılı hususların irdelenmesini; bahse konu uygulamaların kanun ve yönetmeliklere göre yürütülmesinin personel moraline ve huzur ortamına katkı sağlayacağını; şayet bir düzenleme yapılıp nöbetçi amirliği 3 kişi dahi kalsa dahi adil olduğu takdirde verilecek görevlerin askerlik adabı gereği liyakat ile tarafımdan yerine getirileceğini;Arz ederim." İlgili Alay Komutanlığının (Alay Komutanlığı) 30/4/2016 tarihli yazısıyla başvurucunun dilekçesine cevap verilmiştir. Ayrıca cevap yazısıyla tebliğ edilen 29/4/2016 tarihli başka bir yazı ile nöbet hizmetleri hakkında yazdığı 25/4/2016 tarihli dilekçede kullandığı "istek ve taleplerim", "mevzuatta yeterince açık olup", "bu husus düzeltilmediği sürece birliğimizde dedikoduya mahal vereceği ve personel arasında husumet yaratacağı kanaatindeyim." şeklindeki ifadelerin askerlik adabı, askerî yazışma kuralları ve üst/amire hitap kuralları ile bağdaşmadığı gerekçesiyle başvurucunun savunması istenmiştir. Cevap yazısı şöyledir: “ Nöbet hizmetleri hakkında yazdığınız 25 Nisan 2016 tarihli dilekçeniz incelenmiştir. Nöbet hizmetlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak;a. TSK İç Hizmet Kanununda; kıtalarda, karargahlarda ve askeri kurumlarda nöbet hizmetine tabi tutulacak personelin kimler olacağı, nöbet hizmetlerinin yapılış tarzı ile şekli ve nöbetçilere ait vazifeler talimatname ile tayin ve tesbit olunacağı,b. TSK İç Hizmet Yönetmeliğinde; nöbet hizmetine dahil edilmeyecek şeklinde sıralanan makamların yanı sıra aldığı görevin özelliği sebebiyle nöbet hizmetinden affedilenlerin de nöbet hizmetlerine dahil edilmeyebileceği,c. K.K. Devamlı Emirler Muhtırasında; nöbet hizmetleri İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği ile diğer ilgili emir ve yönetmeliklere göre yürütüleceği, her seviyedeki komutan/kurum amiri, emniyetle ilgili tedbirleri almaktan, eksiksiz olarak uygulamaktan ve etkin bir kontrol sistemi tesis ederek emniyetin devamlılığını sağlamaktan sorumlu olduğu belirtilmektedir. Hudut birlikleri 24 saat esasına göre görev yapan ve sorumluluk alanına yayılmış halde karakol/kışlaları bulunan, buna yönelik özel tedbirler alınması gereken birliklerdir. Hudutta meydana gelen olaylara ilişkin alınan tedbirler, bölgemizde devam eden teröristle mücadele harekatı ve icra edilen diğer görevlere ilişkin yeterli bilginizin olmadığı yazdığınız dilekçeden anlaşılmaktadır. Birlik komutanlarının; görevin gerektirdiği hususlarla ilgili aldığı tedbirler kendi yetki ve sorumluluğundadır. Buna ilişkin verilen yazılı veya sözlü talimatların astlar tarafından sorgulanması söz konusu değildir. Dilekçenizde 'istek ve taleplerim' şeklindeki ifadeleriniz, askerlik adabı, askeri yazışma kuralları ve üst/amire hitap kuralları ile bağdaşmamaktadır. 'istek ve taleplerim' bölümünde belirttiğiniz hususlar, yukarıda belirtilen maddeler çerçevesinde daha önce verilen emir ve talimatlara göre yürütülmeye devam edilecektir.Rica ederim." Başvurucu 4/5/2016 tarihinde savunmasını vermiştir. Söz konusu savunmanın ilgili kısmı şöyledir: “...Bahse konu dilekçe metninde geçen 'istek ve taleplerim' beyanı, vatandaş olarak hukuk devletinin temel ilkelerinden olan dilekçe hakkımı kullanma gayretimin özünü oluşturmaktadır. Muhtelif taleplerim dilekçe yazmak suretiyle istirham edilmiş, en son paragrafında bir düzenleme mevzu bahsi olduğunda nöbet grubunda 3 (üç) kişi kalınsa dahi askerlik adabı gereği nöbet görevinin liyakat ile tarafımdan yerine getirileceği ifade edilmiştir.'Mevzuatta yeterince açık olup' ibaresi, uygulamanın Yönetmelik maddeleri ile detaylı bir şekilde düzenlendiğini beyan etmek maksadıyla yazılmıştır.'Bu husus düzeltilmediği sürece birliğimizde dedikoduya mahal vereceği ve uygulamanın personel arasında husumet yaratacağı kanaatindeyim.' cümlesi, şahsi kanaat ve öngörü mahiyetindedir. Dedikodu yapan bir personel olduğu bilgisini içermemektedir. Bunun yanında, bu dilekçeyi yazarak başkalarını çekiştirmek üzere yapılacak konuşmalara karşı olan, bir ihtimal dahi olduğunda kesinlikle önlenmesi gerektiğini düşünen ve dilekçe işleminin kişiye özel bir uygulama olmasından sebep, bu fikrimi sıralı amirlerimle paylaşma samimiyetini gösteren bir personel olduğumun ortaya çıktığını düşünüyorum.Yukarıda sunulan beyanların amirlere hitaben kullanımını veya yazılacak bir dilekçe metni içerisinde kullanımına ilişkin, ANTK-41 (Askeri Nezaket ve Terbiye Kuralları)'na ve ilan veya tebliğ olunan Protokol, Askeri Görgü ve Nezaket Kuralları metinlerine uygun olduğu düşünülmekte olup, askerlik hayatım boyunca amirlerime, üstlerime ve (astlarıma karşı dahi) nezaketsizliğim olmamıştır.Dilekçemde yazılı taleplere ilişkin saygısızlık veyahut emir kipi içeren bir cümle kullanılması mümkün değildir. Dilekçe metninde 'taleplerim müteakip maddelerde sunulmuştur.', 'edilmemesi Komutanlık Emirlerine maruzdur.', 'sunulmuştur.', 'Arz ederim' Kelimeleri kullanılarak, muhtelif taleplerimin olduğunu ve bu hususların amirlerimin takdirinde olmasından mütevellit, Komutanlık Emirlerine maruz olduğunu belirtmek üzere sevgi, saygı ve nezaket kuralları dâhilinde kaleme alınmıştır.Son maddede tarafımdan dilekçenin yazılma maksadı açıklanmıştır. Aynı maddede verilen emirlerin askerlik adabı gereği özümsenerek, liyakatle yerine getirileceği arz edilmiştir. Katiyen emirleri sorgulamak gibi amaç taşımamaktadır.Yazdığım dilekçe bir parçası olduğum birliğimizi sahiplenme gayreti ile kaleme alınmıştır. Savunmaya konu dilekçem; mensubu olduğumuz birliğimizin daha başarılı bir birlik olması hedefine katkı sağlamak amacıyla yazılmıştır." Başvurucu, savunmasını vermesini müteakip Alay Komutanlığının 9/5/2016 tarihli kararıyla üst amiri tarafından kınama cezası ile cezalandırılmıştır. Kararın gerekçesi şöyledir: “Alay Komutanlığınca nöbet hizmetleri; TSK İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği, K.K. Devamlı Emirler Muhtırası ile emniyet tedbirleri kapsamında verilen yazılı ve şifahi emirler doğrultusunda düzenlenmiştir. Nöbet hizmeti konusunda gerek oryantasyon eğitimlerinde gerekse toplantılarda personel bilgilendirilmiş, ilgili karargah subay/astsubayları tarafından personel bilgilendirilmiştir. Tüm bunlara rağmen P.Yzb.Barış KOÇ'un gerçeği yansıtmayan beyanları yanında, yüzbaşı rütbesi ve bölük komutanlığı makamında bulunan personele yakışmayacak üslupla 'İstek ve taleplerim bunlar, yerine getirilmediği takdirde dedikodu ve husumet olur vb.' ifadeler kullandığı anlaşılmakta ve söz konusu eylem TSK Disiplin Kanunu 16'ıncı maddesinin (a) fıkrasında tanımlanan KINAMA cezasını gerektiren 'Amir veya üste nezaketsizlik' disiplinsizliğine temas etmektedir." Başvurucunun anılan cezanın iptal edilmesi talebiyle bir üst amirine yaptığı itiraz, ilgili Tugay Komutanlığının 22/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir: “... Personel tarafından verilen itiraz dilekçesinde, savunmasına konu olan dilekçe metni içerisinde askeri nezaket ve terbiye kuralları çerçevesinde hilafında bulunduğu hususlara ilişkin detaylı ve açık bir hüküm bulunmadığı ve savunma hakkını kısıtlayıcı bir işlem yürütüldüğü ifade edilmiştir. İtiraz dilekçesinde belirtilen iddiaların, yapılan disiplin soruşturması kapsamında alınan ifadeler ve tutanaklar karşısında doğru olduğunun kabulü mümkün olmaması nedeniyle, disiplin cezasına konu fiilin gerçekleştiğine kanaat getirilmiş ve verilen disiplin cezasının hukuka uygun olması nedeniyle itirazın reddine karar verilmiştir..." Başvurucu, anılan kınama cezasına karşı 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu uyarınca mahkemeye başvurma hakkı olmadığını belirtmektedir. Başvurucu 17/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Şikayetler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Her asker, gerek hizmete ve gerek zati işlerine ait kanun ve nizamların kendisine vermiş olduğu hak ve salahiyetler her hangi bir surette haksız olarak ihlal edilirse veya ihlal edildiğini zannederse şikâyet etmek hakkını haizdir.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Şikâyet söz veya yazı ile en yakın amire yapılır. Eğer bu amirden şikâyet olunacaksa bir derece üstündeki amire yapılır. Ve bunun gibi her şikâyet edilen amir geçilir. Sözle yapılan şikâyetler bir zabıtla tesbit olunur.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Şikâyet reddedildiği takdirde, şikâyetçiye bu yüzden ceza verilmez. Ancak şikâyet ederken şikâyetçi bir suç işlemiş veya bir disiplin tecavüzünde bulunmuşsa ayrıca mesul olur.” 6413 sayılı Kanun'un "Disiplin cezaları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Uyarma, kınama, hizmete kısmi süreli devam ve aylıktan kesme cezaları disiplin amirleri tarafından; hizmet yerini terk etmeme ve oda hapsi cezaları disiplin kurulları ve disiplin amirleri tarafından; Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası yüksek disiplin kurulları tarafından verilir." 6413 sayılı Kanun'un “Kınama cezasını gerektiren disiplinsizlikler” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:  “Kınama cezasını gerektiren disiplinsizlikler şunlardır:a) Amir veya üste nezaketsizlik: Hizmette veya hizmete ilişkin hâllerde amir veya üste karşı saygısızlık teşkil edecek nitelikte olmayan ancak askeri nezaket, protokol ve terbiye kurallarına aykırılık teşkil eden fiillerde bulunmaktır. Askeri nezaket, protokol ve terbiye kurallarının astlara veya maiyete önceden ilan veya tebliğ olunması veya bu disiplinsizliği yapan kişinin makam ve rütbesi itibarıyla bu kuralları biliyor olması gerektiğinin objektif olarak kabul görmesi hâlinde disiplin cezası verilebilir." 6413 sayılı Kanun'un "Yargı denetimi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “Yüksek disiplin kurulları tarafından verilen Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezaları ile subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile sözleşmeli erbaş ve erler hakkında disiplin amirleri veya disiplin kurulları tarafından barış zamanında verilmiş olan aylıktan kesme, hizmet yerini terk etmeme ve oda hapsi cezalarına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde iptal davası açılabilir."B. Uluslararası Hukuk Asker kişinin ifade özgürlüğü hakkında uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Adem Talas [GK], B. No: 2014/12143, 16/11/2017, §§ 21-23; Engin Kabadaş, B. No: 2014/18587, 6/7/2017, §
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11722
Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olan başvurucunun sıralı amirlerine verdiği dilekçe dolayısıyla disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında avukat yardımından faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Erdoğan Yakışan Hakkındaki Soruşturma Süreci Maktul E.nin üzerinden çıkan belgeler neticesinde başvurucu Erdoğan Yakışan 27/2/1994 tarihinde terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün Tatvan ilçesindeki eylem komitesinde yer aldığını, örgüt içinde Salih kod ismini kullandığını, 24/2/1994 günü Tatvan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) binasına bomba atılması eylemine katıldığını, yine aynı gün müezzin G.P.nin öldürülmesi eyleminde görev aldığını belirtmiştir. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadelerinde suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun kolluktaki ifadesinde Tatvan'daki evinin müştemilatında el yapımı bombanın bulunduğunu beyan etmesi üzerine bahse konu adrese gidilmiştir. Yer gösterme sonucu basınç etkili el yapımı bir bomba bulunmuştur. Yapılan inceleme sonucunda bombanın bina ve araçları tahrip edecek güçte olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu 17/3/1994 tarihinde tutuklanmış ve 5/4/2007 tarihinde tahliye edilmiştir. B. Başvurucu Behzet Çakar Hakkındaki Soruşturma Süreci Terör örgütü PKK'ya yönelik operasyonlar kapsamında başvurucu Behzet Çakar, terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 14/3/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün mensubu olduğunu, PKK terör örgütü adına örgütlenme, propaganda çalışmaları yapma, bu örgüt adına silahlı eylem ve faaliyetlerde bulunma amacıyla Tatvan'da komite kurduklarını ve kendisinin bu komite içinde yer aldığını belirtmiştir. Başvurucu, şüpheli (başvurucu) Ümit Işık ile birlikte PKK terör örgütü adına Tatvan'da, 7/1/1994 tarihinde Tatvan eski ve yeni PTT binaları arasındaki ve Devlet Demir Yolları (DDY) Depo Şefliği binasının yanındaki yakıt tanklarının altına zaman ayarlı bomba yerleştirilmesi olaylarına katıldığını da beyan etmiştir. Aynı ifadede başvurucu,i. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki Millî Gençlik Vakfı binasına bomba atılması,ii. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki MHP binasına zaman ayarlı el yapımı bomba konulması ve el bombası atılması,iii. 17/2/1994 tarihinde Anavatan Partisi (ANAP) Tatvan ilçe binasının giriş kapısına el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemlerine katıldığını da belirtmiştir. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat yardımı olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır. Başvurucunun göstermiş olduğu bir yerde yapılan kazı neticesinde 1 adet 9 mm çapında tabanca ile bu tabancaya ait fişekler ele geçirilmiştir. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanlarında kolluktaki ifadelerini tekrar etmiştir. Başvurucu 28/3/1994 tarihinde tutuklanmış ve 27/2/2003 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu Ümit Işık Hakkındaki Soruşturma Süreci Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu Ümit Işık terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 9/6/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün fikirlerini benimseyip kabul ettiğini, bu örgütün istihbarat biriminde yer aldığını, örgüt mensupları arasında kuryelik yaptığını, örgüte ait silah ve patlayıcı maddelerin taşınmasında görev aldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca;i. 7/1/1994 tarhinde Tatvan eski ve yeni PTT binaları arasındaki yakıt tankının altına bomba yerleştirilmesi,ii. 8/1/1994 tarihinde Tatvan DDY Depo Şefliği binasının yanındaki yakıt tankının altına zaman ayarlı bomba yerleştirilmesi,iii. 18/2/1994 tarihinde Tatvan DDY bekleme salonuna zaman ayarlı bomba konulması,iv. 24/2/1994 tarihinde 15 sıralarında Tatvan Cumhuriyet Caddesi No: 76 adresinde faaliyet gösteren MHP'nin binasına bomba atılması,v. 27/2/1994 tarihinde Tatvan Bahçelievler Mahallesi Pompalar mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girilmesi eylemlerine katıldığını ifade etmiştir. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat yardımı olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde sonradan terör örgütü mensubu olduğunu öğrendiği Edip isimli şahsın baskısı sonucu Refah Partisi binasına bomba konulması eylemine katıldığını, bunun dışında herhangi bir eyleme katılmadığını ve kolluktaki beyanlarını kabul etmediği belirtmiştir. Başvurucu, sorguda Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanlarını da kabul etmemiş; suçlamaları reddetmiştir. Başvurucu 5/7/1994 tarihinde tutuklanmış ve 16/12/2004 tarihinde tahliye edilmiştir. Yargılama Süreçleri Başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda da müdafi yardımından yararlanmamışlardır. Kolluk tarafından yapılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvuruculara haklarının hatırlatıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/1994, 8/4/1994 ve 15/7/1994 tarihli iddianameleriyle, atılı suçtan başvurucular hakkında kamu davaları açılmıştır. Başvurucular; yargılama sırasında müdafi yardımından yararlanmış, suçlamaları reddetmiş ve önceki ifadelerini kabul etmemiştir. Diyarbakır 3 No.lu DGM'nin 18/6/1998 tarihli kararıyla başvurucu Erdoğan Yakışan müebbet ağır hapis, başvurucu Behzet Çakar ise 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmışlardır. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 8/3/1999 tarihinde, sanıkların eylemine iştirak ettiği iddia olunan başvurucu Ümit Işık hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılarak gerektiğinde birleştirilmesi, mümkün olmadığı takdirde ifadelerinden ve ilgili belgelerin onaylı suretlerinin getirtilip delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma üzerine üç başvurucu hakkındaki dosyalar birleştirilmiş ve yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 3 No.lu DGM 19/10/2000 tarihli kararıyla başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet ağır hapis, Behzet Çakar'ın ise 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 13/6/2001 tarihli kararıyla sanıklardan Ümit Işık'ın olay tarihinde ceza ehliyetini kısmen veya tamamen kaldıran bir hastalığının bulunup bulunmadığının araştırılarak sonuca göre hukuki durumunun tayin ve tespitinde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 16/2/2012 tarihli kararla başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet hapis, Behzet Çakar'ın ise hapis ve adli para cezalarıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: ...Sanık Erdoğan YAKIŞAN'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:İddia, sanıkların savunmaları, eylem evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:Sanık Erdoğan YAKIŞAN kolluk ifadesinde iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaları kabul ettiği halde, sonraki aşamalarda bu beyanlarını reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Erdoğan YAKIŞAN arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,Silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılan sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın, örgütün faaliyeti çerçevesinde kamu binalarına, siyasi parti temsilciliği binalarına bomba konulması ve patlatılması, güvenlik güçleri ile girişilen çatışmada bir polis memurunun yaralanması, İbadullah Cami İmamı Gıyasettin Barlak'ın öldürülmesi şeklinde gerçekleşen eylem ve faaliyetlerinin 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun maddesinde belirtilen amaç suça yönelik vehametarzeden eylemler olduğu,...Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 24/02/1994 tarihinde İbadullah Camii Müezzini G.P.nin öldürülmesi olayına katıldığı, sanığın Suriye uyruklu Edip kod adlı örgüt mensubunun emir ve talimatları altında örgütsel faaliyette bulunduğu, sanığın bu eylemleri sırasında "Salih" Kod adını kullandığı, PKK'nın Tatvan Milis örgütlenmesi eylem komitesinde yer aldığı, 24/02/1994 tarihinde MHP ilçe binasına bomba atılması, 07/01/1994 tarihinde PTT binasındaki motorin tankına saatli bomba bırakılarak maddi hasar meydana getirilmesi olaylarına katıldığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.Sanığın; geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri göz önüne alınarak, sanığa verilen cezadan, 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun maddesi (5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun maddesi) gereğince; indirim yapılmasına ve sanığın; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.Sanık BehzetÇAKAR'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:İddia, sanıkların savunmaları, eylem evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:Sanık Behzet ÇAKAR kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği ifadelerinde iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaları kabul ettiği halde, kovuşturma aşamasında bu beyanlarını reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği ifadelerinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Behzet ÇAKAR arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Behzet ÇAKAR'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,...Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 12/02/1994'te Milli Gençlik Vakfı binasına bomba konulması, aynı tarihte MHP binasına bomba atılması, 17/02/1994 tarihinde Anavatan parti binasına bomba atılması eylemlerine katıldığı, 27/02/1994'te Tatvan'da öldürülen Garzan Edip kod adlı örgüt militanına yardım ve yataklıkta bulunduğu, eylemlerde kullanılacak silah ve mühimmatları evinde sakladığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.İçişleri Bakanlığı tarafından sanığın pişmanlık yasasından faydalanmasının uygun olmadığına dair bildirilen görüşe göre; sanığın, güvenlik güçlerine, örgütün suç işleyişinin önlenmesi, dağıtılması, çökertilmesi bağlamında faydalı bilgi ve belge vermediği, operasyonlara katılmadığı anlaşıldığından; sanık BehzetÇAKAR'ın 4959 Sayılı Pişmanlık Yasandan faydalandırılmayacağı kanaatine varılmıştır....Sanık Ümit IŞIK'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:İddia, sanıkların savunmaları, eylem evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:Sanık Ümit IŞIK; kollukta alınan ifadesinde, üzerine suçlamaları ayrıntılı bir şekilde anlatmış, Cumhuriyet Savcısı huzurunda alınan ifadesinde ise, Brüsk Kod E.yi babasının arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını ve onun yanındaki bir şahsın zorlamasıyla MGV binasına bomba yerleştirilmesi eylemine katıldığını ikrar etmiştir. Sanık sorgu hakimliğindeki ifadesinde de; eylemlere katılmadığını ancak zorlama neticesi bu eylemler sırasında havaya ateş etmesinin istendiğini fakat bu isteği de yerine getirmediğini belirtmiştir. Sanık kovuşturma aşamasında kolluk aşamasındaki ifadelerini reddederek, savcılık ve sorgu hakimliğindeki beyanlarına itibar edilmesini istemiştir.Sanığın üzerine isnat olunan eylemlere katılmadığını ve suçsuz olduğunu aşamalarda savunmuş ise de, sanık Erdoğan YAKIŞAN tarafından yapılan yer göstermelerinde isminin geçtiği ve ayrıca H.B. isimli sanığın savcılık ifadesinde, bir akşam evlerine Erdoğan YAKIŞAN, A.O. ve Ü.nın gelerek bir torba getirdiklerini torbanın içerisinde silah olduğunu gördüğünü, sanık Erdoğan ve arkadaşlarının PTT binasına bomba konulması, DDY ve MHP ilçe binasına bomba konulması eylemlerini yaptıklarını duyduğunu söylediği görülmüştür. ...Sanığın örgüt içerisinde "Agit" kod adını kullandığı, PKK terör örgütü içinde yer aldığı, örgüt adına Tatvan ilçe merkezinde milis teşkilatı kurduğu, ilçe içerisinde silahlı eylem ve faaliyetlerde bulunduğu ve bu kapsamda olarak sanığın; 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması, 18/02/1994 tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde bir polis memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Sanığın ikrara dayalı kolluk ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Ümit IŞIK arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Ümit IŞIK'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması, 18/02/1994 tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde bir polis memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir." Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesince 27/5/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucular 2/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Başvurucuların mahkûmiyetine konu suç 1/2/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde düzenlenmiştir. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur: İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır. Kendisine isnat edilen suç anlatılır. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.” Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir: “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir. Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.” Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:'' Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir... …  Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51). Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87). İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59). AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16277
Başvuru, tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında avukat yardımından faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucu hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul (Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun kasten yaralamaya teşebbüs suçundan üç kez cezalandırılması talebiyle 6/9/2019 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İstanbul (Anadolu) Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) başvurucunun isnat edilen suçtan bir kez 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı itiraz kanun yoluna başvurmuştur. İtiraz talebi İstanbul (Anadolu) Ağır Ceza Mahkemesi tarafından incelenmiş, itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar başvurucuya 15/1/2021 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adil yargılanma hakkı kapsamındaki masumiyet karinesinin ihlal edildiği şikâyetinin kabul edilemez olduğuna, mahkemeye erişim hakkına ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, avukatı vasıtasıyla 16/8/2024 tarihinde sunduğu dilekçede bireysel başvurusundan feragat ettiğini dile getirerek başvurusunun düşürülmesi talebinde bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4418
Başvuru, başvurucu hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait, İstanbul ili Sultanbeyli ilçesi 7210 ada 7 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırılması için Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) 19/2/2010 tarihinde Sultanbeyli Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkeme 5/1/2011 tarihinde, yapılan keşif ve bilirkişi raporlarını esas alarak kamulaştırma bedelini 364 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme ayrıca hükmedilen bedelin başvurucuya ödenmesine ve başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile mezkûr taşınmazın İdare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 12/12/2011 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli olmadığı tespitine yer verilmiştir. Daire bu nedenle yeniden oluşturulacak bilirkişi kuruluyla keşif yapılması gerektiğini belirtmiştir. Daire ayrıca kısmi kamulaştırma nedeniyle arta kalan yerin de idare adına tesciline karar verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Sultanbeyli Adliyesinin kapatılması nedeniyle bozma kararı verilen dava dosya, İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 2012/1041 Esas numarasına kaydedilmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak 17/5/2013 tarihinde dava konusu taşınmazın başında, uzman bilirkişiler eşliğinde keşif yapmıştır. Keşif sonucu inşaat ve mülk alanında uzman kişilerden oluşturulan bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 8/7/2013 tarihli raporda; arsa niteliğindeki taşınmazın emlak vergi bilgileri, niteliği ve değerine etki eden objektif faktörler ile emsalleri birlikte değerlendirilmiş ve ayrıca kamulaştırma alanı dışında kalan kısımdaki değer değişikliği de dikkate alınarak kamulaştırma bedeli 632 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme 12/2/2014 tarihinde celse arası davacı İdare tarafından ödenen 268 TL'nin başvurucuya ödenmesi yönünde ara kararı vermiştir. Mahkeme 1/7/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, bozma kararı doğrultusunda keşif yapılarak alınan bilirkişi raporuna göre taşınmazın kamulaştırma bedelinin 632 TL olarak tespit edildiği belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Daire tarafından 11/5/2015 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Düzeltilerek onama kararında; hüküm fıkrasının faize ilişkin bendinin hükümden çıkarılmasına, yerine "Tespit edilen kamulaştırma bedelinden ilk karar ile hüküm altına alınan 364 TL'sine 20/6/2010 tarihinden ilk karar tarihi olan 5/1/2011 tarihine kadar, bakiye 268 TL'sine 20/6/2010 tarihinden ödemeye karar verilen 12/2/2014 tarihine kadar, 000 TL'sine ise 20/6/2010 tarihinden son karar tarihi olan 1/7/2014 tarihine kadar yasal faiz işletilmesine ve davacı idareden tahsiline" cümlesinin yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi yine aynı Dairenin 28/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 24/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-33) kararı.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5919
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma ve savunma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Fatih Avut, Mehmet Safi Avut ve Ramazan Avut'un babaları olan murisleri aleyhine 9/12/1984 tarihinde Silvan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan müdahalenin meni davası hakkında görevsizlik kararı verilerek dosya Silvan Kadastro Mahkemesine gönderilmiş ve 1/1/1993 tarihli, başvurucu Ömer Burakmak ile başvurucu Mehmet İhsan Avut'un babası olan murisinin de davalı sıfatıyla yer aldıkları kadastro tespitine itiraz davası üzerinden devam etmeye başlayan söz konusu davada yerel Mahkemece verilen kararın taraflarca temyiz edilmesiyle dava temyiz aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6362
Başvuru, makul sürede yargılanma ve savunma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucuların baro levhasına/staj listesine yazılmalarına ilişkin verilen kararların mahkemelerce iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/1444 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bir kısım başvurucular kamu görevlisi (hâkim-savcı/devlet memuru) olarak görev yaptıkları sırada Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibat ya da iltisak içinde oldukları gerekçesiyle ilgili olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerine (OHAL KHK'ları) dayanılarak kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvuruculardan bir kısmı hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibat ya da iltisak içinde oldukları gerekçesiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçu kapsamında Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturma başlatılmıştır. Bir kısım başvurucular hakkında ise Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) nihai kararı sonrasında kovuşturma başlatıldığı yargılamayı gerçekleştiren mahkemelerce tespit edilmiştir. Başvurucular, baro levhasına/staj listesine avukat/avukat stajyeri olarak yazılma talebiyle ilgili barolara başvurmuştur. Başvurucuların talebi, baro levhasına/staj listesine kaydedilebilmek için aranan kanuni şartların bulunduğu gerekçesiyle TBB tarafından kabul edilmiştir. Bakanlığın anılan kararla itirazı üzerine TBB ilk kararında ısrar etmiştir. Bakanlık, başvurucuların baro levhasına/staj listesine yeniden yazılmalarına ilişkin TBB kararının kesinleşmesi üzerine Ankara İdare Mahkemelerinde (Mahkemeler) TBB'ye karşı iptal davaları açmıştır. Başvurucular, davalı TBB yanında iptal davasında müdahil olarak yer almıştır Mahkemeler, dava konusu işlemlerin iptaline karar vermiştir. Derece mahkemelerinin birbirine yakın olan gerekçelerinde özetle: avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünden güçlü olduğu, bir kısım başvurucular hakkında ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarınca yürütülen soruşturmaların bulunduğu, soruşturma süreci sona erene kadar beklenmesinin kamu yararı ve hizmet gerekleri açısından uygun olacağı, haklarında devam eden adli bir soruşturma bulunan kişilerin avukat olarak baro levhasına yazılmalarına ve avukat unvanını kullanmalarına imkân bulunmadığı ifade edilmiştir. Bir kısım başvurucuların da TBB'nin ısrar kararı sonrasında haklarında başlatılan kovuşturmaların bulunduğu vurgulanmıştır. Bazı mahkeme kararlarında ise yukarıda belirtilen gerekçelere ek olarak veya yalnızca OHAL KHK'ları gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceklerine, meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacaklarına ilişkin gerekçeye yer verildiği görülmüştür. İstinaf başvuruları, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular nihai hükümleri öğrendikten sonra yasal süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1444
Başvuru, başvurucuların baro levhasına/staj listesine yazılmalarına ilişkin verilen kararların mahkemelerce iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürlüğü Avcılar Teknik Şefliğinde çalışmakta iken iş akdinin feshine ilişkin işleme karşı açtığı iptal davasının lehine kesinleştiğini beyan etmiştir. Başvurucu tarafından, iptal edilen işlem nedeniyle açıkta geçirdiği dönemde uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 14/11/2006 tarihinde tam yargı davası açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin 28/4/2008 tarihli ve E.2007/752, K.2008/719 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Danıştay Onikinci Dairesinin 22/9/2010 tarihli ve E.2008/6556, K.2010/4412 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına hükmedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltilmesi istemi, aynı Dairenin 20/3/2013 tarihli ve E.2011/5, K.2013/1923 sayılı kararıyla kısmen kabul edilerek başvurucunun manevi tazminat istemi hakkında karar verilmek üzere İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yeniden incelemede, İstanbul İdare Mahkemesinin 30/10/2013 tarihli ve E.2013/1502, K.2013/1748 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 19/9/2014 tarihli ve E.2014/2766, K.2014/5786 sayılı ilamı ile onanma kararı verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 1/12/2016 tarihli ve E.2016/8624, K.2016/5928 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Başvurucu 20/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18618
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu; aleyhinde açılan ceza davası nedeniyle 10/11/2008 tarihinde tutuklanıp 11/3/2014 tarihinde azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tahliye edildiğini, 8/7/2014 tarihinde ise hükümle birlikte gerekçesiz olarak yeniden tutuklandığını ve itiraz merciinin de gerekçesiz bir biçimde talebini reddettiğini belirterek Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonrasında nitelikli adam öldürme ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarından yargılandığı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/412 sayılı dosyasında yapılan yargılama safahatında; 10/11/2008 tarihinde tutuklanmış, dosyanın iki kez Yargıtay Ceza Dairesi tarafından bozulması sonrasında Mahkeme tarafından yapılan üçüncü yargılamada 11/3/2014 tarihinde verilen ara kararı ile azami tutukluluk süresinin dolması üzerine tahliye edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/539 Esas sayılı dosyasında 8/7/2014 tarihli son duruşmada “kan gütme saikiyle öldürmeye yardım etme” suçundan başvurucunun 16 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve “verilen ceza miktarı dikkate alınarak hükmen tutuklanmasına” karar verilmiştir. Başvurucunun hükmen tutukluluğa yaptığı 9/7/2014 tarihli itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 14/7/2014 tarih ve 2014/808 Değişik İş sayılı kararla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 4/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun yargılandığı dava, temyiz aşamasında derdesttir. Başvurucu 15/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” Anılan tarihteki haliyle 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13358
Başvurucu; aleyhinde açılan ceza davası nedeniyle 10/11/2008 tarihinde tutuklanıp 11/3/2014 tarihinde azami tutukluluk süresinin aşılması nedeniyle tahliye edildiğini, 8/7/2014 tarihinde ise hükümle birlikte gerekçesiz olarak yeniden tutuklandığını ve itiraz merciinin de gerekçesiz bir biçimde talebini reddettiğini belirterek Anayasa’nın 13. , 19. , 36. ve 14 maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun katıldığı bir toplantıda attığı sloganlardan dolayı disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Adıyaman Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünde iş ve meslek danışmanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Büro Emekçileri Sendikası (Sendika) üyesi ve aynı zamanda işyeri temsilcisidir. Somut olay 2015 yılı Haziran ayından itibaren yoğun bir şekilde maruz kalınan terör eylemleriyle mücadele kapsamında bazı ilçelerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi etrafında şekillenmiştir (arka plan bilgisi için bkz. Dilek Kaya, B. No: 2018/14313, 17/7/2019, §§ 8-11). Anılan olaylar nedeniyle Sendikanın bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 22/2/2015 tarihli kararıyla sokağa çıkma yasaklarını kınamak amacıyla 29/12/2015 tarihinde (bir gün) kendisine bağlı tüm sendika üyelerinin işyerlerinden çıkıp tüm illerdeki merkezî alanlarda basın açıklamaları yapmaları çağrısında bulunmuştur (kararın tam metni için bkz. Dilek Kaya, § 14). Sendika, bu çağrı çerçevesinde 25/12/2015 tarihinde şube ve temsilciliklerine "İllerde çok acil olarak KESK-DİSK-TMMOB ilgili birimlerinin bir araya gelerek 29 Aralık 2015 salı günü üretimden gelen gücümüzü kullanarak hizmet üretmeme eylemi kapsamında yapılacak basın açıklamasının yer ve saatini belirleyerek diğer emek ve demokrasi güçlerine çağrı yapmaları önemlidir, ..., yapacağımız eyleme gerekli duyarlılığı göstereceğinize olan inancımızla." şeklinde bir yazı göndermiştir. Başvurucu, bu karar doğrultusunda yıllık izinli olduğu 29/12/2015 tarihinde düzenlenen basın açıklamasına katılarak "Katil IŞİD, İş Birlikçi AKP" şeklinde slogan atmış ve attırmış; "Faşizme Karşı Omuz Omuza", "Zafer Direnen Halkların Olacaktır" ve "Gün Gelecek, Devran Dönecek AKP Halka Hesap Verecek" sloganlarına ise eşlik etmiştir. Anılan sloganlar nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, ifade ve savunmasında özetle Sendikanın kararı üzerine basın açıklamasına katıldığını, bu nedenle soruşturulmasının sendika hakkını ihlal ettiğini vurgulamış; bunun dışında sloganlara ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Başvurucunun Adalet ve Kalkınma Partisini IŞİD terör örgütüyle iş birliği yapmakla itham ettiği, faşist yakıştırmasıyla alenen aşağıladığı belirtilerek 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendi uyarınca "herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunduğu" gerekçesiyle başvurucu hakkında kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının uygulanması teklif edilmiş ve Disiplin Kurulu kararıyla başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi; başvurucunun sübuta eren eyleminin sendikal faaliyet kapsamında olmadığı, ifade özgürlüğü alanı dışında kaldığı ve 657 sayılı Kanun'un "Tarafsızlık ve devlete bağlılık" kenar başlıklı maddesine uygun düşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 12/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 6/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21298
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun katıldığı bir toplantıda attığı sloganlardan dolayı disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/3/2020 tarihinde salgın (COVID-19) nedeniyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi için süreler 15/6/2020 tarihine kadar durdurulduğundan başvuru süresindedir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22943
Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/29663
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, psikolojk taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 2002 yılında geçirdiği trafik kazası nedeniyle yüzde altmış oranında engelli olan başvurucu, Antalya Vergi Dairesi Başkanlığı (İdare) bünyesinde gelir uzmanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 31/1/2011 tarihinde Antalya Kurumlar Vergi Dairesi Müdürlüğü Sicil Servisinde (Servis) görevli olduğu esnada vergi mükellefi bir şirketin sorumlusu olan T. tarafından şahsına hakaret edildiğini belirterek Servis sorumlusundan olayın tutanak altına alınmasını talep etmiştir. Bu yöndeki talebi reddedilen başvurucu, Servis sorumlusu hakkında disiplin soruşturması açılması istemiyle 3/2/2011 tarihinde görev yaptığı İdareye başvurmuştur. Başvurucu, huzurunda gerçekleşen hakaret olayını tutanak altına almayan Servis sorumlusunun görevini ihmal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 1/4/2011 tarihinde Kurumlar Vergi Dairesi Müdürlüğü bünyesindeki Muhasebe Kayıt Servisinde, 18/4/2011 tarihinde aynı hizmet binasında bulunan Muratpaşa Vergi Dairesi Müdürlüğünde, 3/6/2011 tarihinde yeniden Muhasebe Kayıt Servisinde ve 6/6/2011 tarihinde Kurumlar Vergi Dairesi Müdürlüğü Süreksiz Yükümlülükler Servisinde (SYV) görevlendirilmiştir. Başvurucu, Antalya Vergi Dairesi Başkanlığına 8/6/2011 tarihinde bir dilekçe sunmuştur. Dilekçesinde başvurucu, tedavilerinin sürmesi ve engelli oluşu nedeniyle uzun süre ayakta kalmasının, uzun süre yürümesinin, yük taşımasının ve merdiven çıkmasının sağlığı açısından risk oluşturduğunu belirterek sağlığını olumsuz etkilemeyecek koşulları bulunan bir birimde görevlendirilmeyi talep etmiştir. Bunun üzerine başvurucu 9/6/2011 tarihinde Muratpaşa Vergi Dairesi Müdürlüğünde görevlendirilmiştir. Başvurucu, anılan Müdürlük bünyesinde öncelikle SYV Servisinde, 8/8/2011 tarihinde Ön İşlem Masasında, bu birimin lağvedilmesi nedeniyle 8/2/2012 tarihinde Tarama Kontrol Servisinde görevlendirilmiştir. Başvurucu, Tarama Kontrol Servisinde görevlendirilmesi işleminin iptali talebiyle Antalya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 22/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun önceki çalıştığı Servis ile görevlendirildiği Servisin aynı koridorda bulunduğu, ayakta fiziksel efor sarf etmeyi ve mükelleflerle muhatap olmayı gerektirmeyen-masa başında çalışılan- bir pozisyonda başvurucunun görevlendirildiği gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Ayrıca başvurucu, T. hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Antalya (kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinin 19/6/2012 tarihli kararıyla T.nin hakaret suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Antalya Vergi Dairesi Başkanlığı İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Grup Müdürlüğüne 18/8/2011 tarihinde verdiği dilekçe iledisiplin soruşturması açılması talepli 3/2/2011 tarihli başvurusunun akıbetini sormuştur. 22/10/2011 tarihinde verilen cevapta, yetkili kişiler tarafından havale yapılmadan başvurucuya ait şifre ile dilekçenin girişinin yapıldığı, ancak hiçbir makama verilmediğinin tespit edildiği, ayrıca dilekçenin bir örneğinin de dairede bulunmadığı, bu nedenlerle söz konusu dilekçe hakkında hiçbir işlemin yapılmadığı bildirilmiştir. Başvurucu, anılan Müdürlüğe verdiği 9/12/2011 tarihli ikinci dilekçe ile şikâyetlerini yinelemiş ve ek olarak soruşturma talebini yerine getirmeyen Kurumlar Vergi Dairesi müdürünün de görevini ihmal ettiğini ileri sürmüştür. İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Grup Müdürlüğünün 21/3/2012 tarihli cevap yazısında, araştırma sonuçları ve tanık ifadeleri dikkate alındığında şikâyet edilen kişiler hakkında idari ve adli soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucu; İdarenin şahsına yönelik ayrımcı tutum sergilediğini, soruşturma talebinin yerine getirilememesi suretiyle yasal haklarının korunmadığını, yer değişiklikleriyle sindirilmeye çalışıldığını, itibarının zedelendiğini ve sağlığının bozulduğunu, tüm bunların psikolojik taciz oluşturduğunu belirterek Antalya İdare Mahkemesinde 000 TL manevi tazminat istemiyle 21/11/2012 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Söz konusu dava, Antalya İdare Mahkemesinin 6/5/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda öncelikle manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişinin derin acı duyması ayrıca manevi kişiliğinde eksilmenin olması gerektiği vurgulanmıştır. Kararda, engelli olan başvurucunun 8/2/2012 tarihinde Tarama Kontrol Servisinde görevlendirilmesine ilişkin işlemin iptali talebiyle Antalya İdare Mahkemesinde açtığı davanın tesis edilen işlemde kamu yararı ve hizmet gerekleri bakımından hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiği belirtilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun hakkında suç duyurusunda bulunduğu T.nin hakaret suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile tecziyesine karar verildiği ifade edilmiştir. Kararda; başvurucunun yer değişikliği işlemine karşı açtığı davanın reddine karar verildiği, görevlendirmelerin cezalandırma amaçlı yapılmadığı, şirket yetkilisinin şahsına hakareti hakkında tutanak tutulmamasının başvurucunun manevi kişiliğinde bir eksilmeye neden olmadığı şeklinde değerlendirmede bulunulmuştur.Başvurucunun itiraz talebi Antalya Bölge İdare Mahkemesinin 2/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar onanarak kesinleşmiştir.Nihai karar 10/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 9/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun'un "Ayrımcılık" kenar başlıklı 4/A maddesi şöyledir:"Doğrudan ve dolaylı ayrımcılık dâhil olmak üzere engelliliğe dayalı her türlü ayrımcılık yasaktır.Eşitliği sağlamak ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak üzere engellilere yönelik makul düzenlemelerin yapılması için gerekli tedbirler alınır.Engellilerin hak ve özgürlüklerden tam ve eşit olarak yararlanmasını sağlamaya yönelik alınacak özel tedbirler ayrımcılık olarak değerlendirilemez. " 5378 sayılı Kanun'un "İstihdam" kenar başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: "Çalışan engellilerin aleyhinde sonuç doğuracak şekilde, engelinden dolayı diğer kişilerden farklı muamelede bulunulamaz. Çalışan veya iş başvurusunda bulunan engellilerin karşılaşabileceği engel ve güçlükleri ortadan kaldırmaya yönelik istihdam süreçlerindeki önlemlerin alınması ve engellilerin çalıştığı iş yerlerinde makul düzenlemelerin, bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluşlar ile işverenler tarafından yapılması zorunludur." 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. .. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır." 657 sayılı Kanun'un "Amir durumda olan devlet memurlarının görev ve sorumlulukları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Devlet memurları amiri oldukları kuruluş ve hizmet birimlerinde kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurlarını yetiştirmekten, hal ve hareketlerini takip ve kontrol etmekten görevli sorumludurlar. Amir, maiyetindeki memurlara hakkaniyet ve eşitlik içinde davranır. Amirlik yetkisini kanun, tüzük ve yönetmeliklerde belirtilen esaslar içinde kullanır. Amir, maiyetindeki memurlara kanunlara aykırı emir veremez ve maiyetindeki memurdan hususi bir menfaat temin edecek bir talepte bulunamaz, hediyesini kabul edemez ve borç alamaz." 5/5/2005 tarihli ve 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un "Vergi Dairesi Başkanlığı" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: "Vergi dairesi başkanlıkları bünyesinde; mükellef hizmetleri, vergilendirme, denetim, tahsilat ve hukuk işleri, muhasebe, insan kaynakları, destek hizmetleri ve benzeri fonksiyonlar için grup müdürlükleri ve bunlara bağlı müdürlükler ile yetki alanlarında ekonomik analizler yapmak ve mükellef hizmetlerini en yakın yerden sunmak üzere şubeler kurulur. Merkez ile taşra birimleri arasındaki fonksiyonel ilişkiler doğrudan sağlanır. Bunların organizasyon yapıları, görevleri, yetki ve sorumlulukları, merkez teşkilatıyla ilişkileri ile çalışma usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir." 7/9/2005 tarihli ve 25929 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Vergi Dairesi Başkanlıklarının Kuruluş ve Görev Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) "Vergi dairesi başkanlıklarının görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...n) Vergi dairesi başkanlığında görevli personele ilişkin atama, nakil, sicil, disiplin, terfi, ücret, emeklilik ve benzeri özlük işlemlerini yapmak..." Yönetmelik'in "İnsan kaynakları grup müdürlüğünün görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İnsan kaynakları grup müdürlüğünün görevleri şunlardır. a) Vergi dairesi başkanlığında görevli personele ilişkin atama, nakil, sicil, disiplin, terfi, takdir, ödül, ücret, emeklilik ve benzeri özlük işlemlerini yürütmek. b) Gelir İdaresi Başkanlığınca belirlenen ölçüt ve hedeflere uygun olarak personelin performansını izlemek ve değerlendirmek. c) Gelir İdaresi Başkanlığınca oluşturulan personel eğitim planlarını uygulamak, vergi dairesi başkanlığının eğitim planlarını hazırlamak ve uygulamak, personelin yetkinliklerinin geliştirilmesine yönelik tedbirler almak..." Yönetmelik'in “Görevlendirme” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:".. b) Vergi istihbarat uzmanları, gelir uzmanları, vergi istihbarat uzman yardımcıları, gelir uzman yardımcıları ile şefler ve diğer personelin görev yapacağı müdürlüğü belirlemeye, gerektiğinde değiştirmeye ilgili grup müdürleri, .. yetkilidir." 13/4/2005 tarihli ve 25785 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ile Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik'in "Saygınlık ve güven" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: "Yönetici veya denetleyici konumunda bulunan kamu görevlileri, keyfi davranışlarda, baskı, hakaret ve tehdit edici uygulamalarda bulunamaz, açık ve kesin kanıtlara dayanmayan rapor düzenleyemez, mevzuata aykırı olarak kendileri için hizmet, imkan veya benzeri çıkarlar talep edemez ve talep olmasa dahi sunulanı kabul edemezler." Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından Mayıs 2014 tarihinde hazırlanan "İşyerlerinde Psikolojik Taciz (Mobbing)" isimli bilgilendirme rehberinde psikolojik tacizin tanımı şöyledir:  "İşyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür." 19/3/2011 tarihli ve 27879 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2011/2 sayılı "İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi" konulu Başbakanlık Genelgesi'nin ilgili kısımları şöyledir:"Kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör işyerlerinde gerçekleşen psikolojik taciz, çalışanların itibarını ve onurunu zedelemekte, verimliliğini azaltmakta ve sağlığını kaybetmesine neden olarak çalışma hayatını olumsuz etkilemektedir.Kasıtlı ve sistematik olarak belirli bir süre çalışanın aşağılanması, küçümsenmesi, dışlanması, kişiliğinin ve saygınlığının zedelenmesi, kötü muameleye tabi tutulması, yıldırılması ve benzeri şekillerde ortaya çıkan psikolojik tacizin önlenmesi gerek iş sağlığı ve güvenliği gerekse çalışma barışının geliştirilmesi açısından çok önemlidir.Bu doğrultuda, çalışanların psikolojik tacizden korunması amacıyla aşağıdaki tedbirlerin alınması uygun görülmüştür. İşyerinde psikolojik tacizle mücadele öncelikle işverenin sorumluluğunda olup işverenler çalışanların tacize maruz kalmamaları için gerekli bütün önlemleri alacaktır. Bütün çalışanlar psikolojik taciz olarak değerlendirilebilecek her türlü eylem ve davranışlardan uzak duracaklardır. Toplu iş sözleşmelerine işyerinde psikolojik taciz vakalarının yaşanmaması için önleyici nitelikte hükümler konulmasına özen gösterilecektir.... Çalışanların uğradığı psikolojik taciz olaylarını izlemek, değerlendirmek ve önleyici politikalar üretmek üzere ... "Psikolojik Tacizle Mücadele Kurulu" kurulacaktır. Denetim elemanları, psikolojik taciz şikâyetlerini titizlikle inceleyip en kısa sürede sonuçlandıracaktır. Psikolojik taciz iddialarıyla ilgili yürütülen iş ve işlemlerde kişilerin özel yaşamlarının korunmasına azami özen gösterilecektir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Devlet Personel Başkanlığı ve sosyal taraflar, işyerlerinde psikolojik tacize yönelik farkındalık yaratmak amacıyla eğitim ve bilgilendirme toplantıları ile seminerler düzenleyeceklerdir." Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu tarafından 2010 yılında hazırlanan "İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing) ve Çözüm Önerileri" başlıklı raporda "psikolojik taciz" ile ilgili şu hususlara yer verilmiştir: "Mobbing, sistemli bir şekilde, süreklilik arzeden bir sıklıkta çalışanı sindirme maksadı ile kişinin özgüvenine uygulanan psikolojik ve hatta fiziksel saldırgan davranışları ifade etmektedir. Başka bir ifade ile işyerinde bir kişinin veya birkaç kişinin, istenmeyen kişi olarak ilan ettikleri bir kişiyi, dışlayarak, sözlü ya da fiziksel tacizde bulunarak mutlak itaate zorlamak, yıldırmak ve bezdirmektir.Mobbinge maruz kalan kişiler gördükleri zararın büyüklüğü ve etkisiyle, işlerini yapamaz duruma gelmektedirler. Konu ile ilgili yapılan araştırmalar göstermiştir ki, en kısa mobbing süresi 6 ay, genelde ortalama süre 15 ay, sürecin kalıcı ağır etkilerinin ortaya çıktığı dönem ise, 29-46 aydır.Hangi işyerlerinde ve hangi kişilerin mobbinge uğradığına bakıldığında -araştırmalara göre- kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, öncelikle sağlık ve eğitim sektöründe yaygın olduğu ve özellikle de üniversitelerde bunun çok daha sıklıkla yaşandığı görülmektedir…" İlgili Yargı Kararları Danıştay Onikinci Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2011/5125, K.2015/4394 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:  "...İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi konulu 2011/2 sayılı Başbakanlık Genelgesinde; kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör işyerlerinde gerçekleşen psikolojik tacizin, çalışanların itibarını ve onurunu zedelediği, verimliliğini azalttığı ve sağlığını kaybetmesine neden olarak çalışma hayatını olumsuz etkilediği belirtilmiş, kasıtlı ve sistematik olarak belirli bir süre çalışanın aşağılanması, küçümsenmesi, dışlanması, kişiliğinin ve saygınlığının zedelenmesi, kötü muameleye tabi tutulması, yıldırılması ve benzeri şekillerde ortaya çıkan psikolojik tacizin önlenmesinin gerek iş sağlığı ve güvenliği gerekse çalışma barışının geliştirilmesi açısından çok önemli olduğu vurgulanmış, bu doğrultuda çalışanların psikolojik tacizden korunması amacıyla birtakım tedbirler alınmıştır.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca mobbing kavramı; işyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlamıştır.Bakılan olayda, ... görev yaptığı her iki başhekim tarafından da farklı filleri nedeniyle hakkında verilen disiplin cezaları yargı denetiminden geçmeyerek kesinleşen ve hizmetinde yetersiz kaldığından bahisle görev yeri değişiklikleri talep edilen davacıya amirleri tarafından sistematik olarak ve kendisini yıldırma amaçlı mobbing uygulandığı hususunun açık olarak ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır..." Danıştay İkinci Dairesinin 13/7/2007 tarihli ve E.2007/1297, K.2007/3247 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...İdarelerin yapmakla yükümlü kılındıkları görevlerin yerine getirilmesinde bir kusurun olması ve bu kusur neticesinde bir zararın doğması durumunda, idarece bu zararın tazmin edilmesi Anayasa'nın yukarıda yer verilen maddesi hükmünün gereğidir.Kamu idareleri yapmakla yükümlü bulundukları hizmetleri gereği gibi ifa etmekle beraber bu hizmetin işleyişini sürekli olarak kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla da yükümlüdür. ...Öte yandan yine İdare Hukukunun yerleşik ilkelerine göre manevi tazminata hükmedilebilmesi için idarenin hukuka aykırı bir işlemi veya eylemi sonucu ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması ya da ilgilinin şeref ve onurunun zedelenmesi veya kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesigerekmekte olup; doktrinde de kabul edildiği üzere manevi tazminat ilgilinin mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olayın gelişimi ve sonucu, ilgilinin durumu itibariyle uğradığı manevi zarara karşılık takdir edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır.Olayda .... davalı idarece davacıya karşı hasmane bir tutum izlendiği, nesnellik ilkesinden uzaklaşılarak keyfi muameleye tabi tutulmasına yol açıldığı sonucuna varılmakla yaşamış olduğu derin üzüntünün karşılığı olacak ve idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde mahkemece takdir edilecek miktarın ilgililerine rücu edilmek kaydıyla, yasal faiziyle, manevi tazminat olarak davacıya ödenmesine karar verilmesi gerekirken aksi yönde hüküm kurulmasında hukuki isabet görülmemiştir." Danıştay Beşinci Dairesinin 10/4/2013 tarihli ve E.2012/9795, K.2013/2945 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/9/2013 tarihli ve E.2012/9-1925, K.2013/1407 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "... Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı yararına somut olayda psikolojik taciz (mobbing) nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği; ayrıca davacının maddi tazminat talebi bakımından yer değiştirmeye bağlı olarak yaptığı giderlere ilişkin dosyaya sunulan belgelerin yerel mahkemece değerlendirilmesi gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.... Türk Hukukunda psikolojik taciz (mobbing); işyerinde çalışanlara, diğer çalışanlar veya işverenler tarafından sistematik biçimde uygulanan, tekrarlanan her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışlar olarak ifade edilmiştir. Psikolojik tacizin en bariz örnekleri, kendini göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, sürekli eleştiri, çalışan iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikli iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve fiziksel şiddet tehdidi sayılabilir (Tınaz, Pınar/Bayram, Fuat/Ergin, Hediye: Çalışma Psikolojisi ve Hukuki Boyutlarıyla İşyerinde Psikolojik Taciz (mobbing), Beta Yayınları, İstanbul 2008, s.7, s.53-58, aktaran K. Ahmet Sevimli, agm., s.116). Görüldüğü üzere, bir eylemin psikolojik taciz olarak kabul edilebilmesi için, bir işçinin hedef alınarak gerçekleştirilmesi, belli bir süreye yayılması ve bu durumun sistematik bir hal alması gerekir. Belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Psikolojik tacizin nedenleri farklılık göstermesine karşın amaç, çoğu kez işçinin işyerinden ayrılmasını sağlamaktır...Somut olaya gelince; 56 yaşında evli bir kadın olan davacının ... kısa sürelerle 9 ay boyunca ve 30kez yerdeğiştirmeksuretiylegörevlendirildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davalı işveren, yapılan görevlendirmenin olağanbir uygulama olduğu ve diğerbenzer durumda çalışanlara da uygulandığı yönünde bir savunmagetirmediği gibi, davacının risk tasfiye ekibi içinde tek avukat olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. Bankanın diğer avukatlarının aynı dönemde benzer şekilde görevlendirildikleri ileri sürülmüş ise de bu husus kanıtlanmış değildir. Davacının iş sözleşmesinin feshi öncesinde 9 aylık sürede gerçekleşen görevlendirmelerin hangiihtiyaçtankaynaklandığı da somut biçimde ortayakonulmamıştır. Görüldüğü üzere, davalı avukatın maruz kaldığı bu durum, psikolojik taciz mahiyetinde olup, bu yolla davacı avukatın istifa ya da emekliliği tercih etmesi sağlanarak işyerinden ayrılması amaçlanmaktadır...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz." Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz." 27/9/2006 tarihinde onaylanan ve 9/4/2007 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın "Onurlu çalışma hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  "Akit Taraflar, tüm çalışanların onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak,  Çalışanların işyerinde ya da işle bağlantılı cinsel taciz konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunun engellenmesini desteklemeyi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemleri almayı;  Çalışanların birey olarak işyerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldıkları kınanılacak ya da açıkça olumsuz ya da suç oluşturan, yinelenen eylemler konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesini desteklemeyi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemleri almayı taahhüt ederler." 4/6/2003 tarihinde onaylanan ve 11/8/2003 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, herkesin adil ve elverişli çalışma koşullarından yararlanmak hakkını kabul ederler. Bu hak özellikle şunları güvence altına alır:...(b) Güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları ..." Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, herkesin, ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve zihinsel sağlık standardına sahip olma hakkını kabul ederler..."7/1/2004 tarihli ve 5038 sayılı Kanun'la onaylanması uygun bulunan 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği ve Çalışma Ortamına İlişkin Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmesi'nin (155 sayılı ILO Sözleşmesi) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu sözleşmenin amacı bakımından;a) “Ekonomik faaliyet kolları” terimi, kamu hizmetleri dahil olmak üzere, işçi çalıştırılan bütün kolları kapsar. b) “İşçiler” terimi, kamu çalışanları dahil olmak üzere istihdam edilen bütün kişileri kapsar....e) “Sağlık” terimi, işle bağlantısı açısından, sadece hastalık veya sakatlığın bulunmaması halini değil, aynı zamanda, çalışma sırasındaki hijyen ve güvenlik ile doğrudan ilişkili olarak sağlığı etkileyen fiziksel ve zihinsel unsurları da kapsar." ILO tarafından 2003 yılında hazırlanan "Sağlık Sektöründe İşyeri Şiddeti" başlıklı raporda "psikolojik taciz" tanımı şöyledir: "Bir çalışana veya bir grup çalışana intikamcı, acımasız veya kötüniyetli girişimlerle adaletsiz ve sürekli negatif tavır ve eleştiriler, sosyal ortamından izole etme, hakkında dedikodu yapma veya yanlış söylentiler yayma yoluyla zayıflatmak ya da aşağılamak amacını güden eziyet edilmeyi içeren psikolojik taciz şekli." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır. Bu hak, bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, §§ 22, 23).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8715
Başvuru, psikolojk taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan başvurucuların gözaltına alınmalarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını, toplantıya katılmaları nedeniyle cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, gözaltı sırasında kötü muamelede bulunulmasının ve bu olaylara ilişkin yapılan şikâyet sonucunda vali ve il emniyet müdürü hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 18/8/2016 ve 6/8/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyon, ikinci başvurucunun (Sakina Aktaş) adli yardım talebinin kabulüne ve başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2016/14835 ve 2018/24191 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Birinci başvurucu (Leyla Akbulut), Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. A. Genel Açıklamalar Ayn el-Arap (Kobani) Suriye Arap Cumhuriyeti'nin (Suriye) Rakka iline bağlı bir ilçedir. Nüfusu Arap, Kürt, Türkmen ve Ermenilerden oluşan bu ilçeyi Türkçe adı Halk Savunma Birlikleri olan ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilen YPG terör örgütü, Temmuz 2012'de ele geçirmiştir. Ayn el-Arap bu tarihten 2014 yılının Eylül ayına kadar, Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilen ve Türkçe adı Demokratik Birlik Partisi olan PYD tarafından yönetilmiştir. 2014 yılının Eylül ayı ortalarında DEAŞ terör örgütü bölgeye saldırmış ve üç haftalık bir süre içinde gayriresmî rakamlara göre en az 400 kişi ölmüş, 200 bine yakın kişi de sınırı geçerek Türkiye'ye sığınmıştır (Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, § 9; Selahattin Demirtaş (5), B. No: 2016/4154, 10/6/2020, § 8 ) Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda 6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemleri gerçekleştirmiştir (6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemlerine dair ayrıntılı arka plan bilgisi için bkz. Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, §§ 9-17 kararı). Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotofkokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 26, 27). Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. 20/7/2015 tarihinde Suruç'ta (Şanlıurfa), Suriye'deki çatışmalara ilişkin yapılan basın açıklaması sırasında DEAŞ tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi de yaralanmıştır (Gülser Yıldırım (2), § 28; Selahattin Demirtaş (5), § 11). Bu olaylardan sonra PKK tarafından Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır, Mardin ve Muş'ta cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 29; Selahattin Demirtaş (5), § 12). Ayrıca terör örgütünün gerçekleştirdiği bu saldırılarda -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır (Sebahat Tuncel (3), B. No: 2017/23601, 10/10/2018, § 9; Tuncer Bakırhan, B. No: 2017/28478, 11/10/2018, § 9; Ahmet Ertaş, B. No: 2017/1695, 10/6/2020, § 9; olaylara ilişkin ayrıntılı anlatım için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019 kararlarına bakılabilir.).B. Başvuru Konusu Olaylara İlişkin Bilgiler Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 2016/14834 ve 2016/1435 Numaralı Bireysel Başvurulara Konu Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucular -kendi ifadelerine göre- 4/2/2016 tarihinde, Halkın Demokrasi Partisi (HDP) İl Başkanlığının çağrısı üzerine Cizre'de (Şırnak) devam eden olayları protesto etmek amacıyla Beyoğlu ilçesinde bulunan Galatasaray Meydanı'nda toplanmıştır. Başvurucular vekili 23/5/2016 tarihli şikâyet dilekçesinde; başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmaları nedeniyle kolluk kuvvetleri tarafından darbedilerek gözaltına alındıklarını, başvuruculara ters kelepçe takıldığını, aşağılayıcı ve onur kırıcı söz ve davranışlara maruz kaldıklarını ileri sürmüştür. Öte yandan başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının engellendiğini belirtmiş, bu hakka ilişkin ulusal ve uluslararası mevzuat ve uygulamalara dair açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucular vekili, anayasal hakların kullanılmasına engel olmak amacıyla müdahalede bulunan kolluk görevlilerinin yanı sıra İstanbul Valisi ve İstanbul İl Emniyet Müdürü'nün (Emniyet Müdürü) de cezalandırılması talebiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık 27/5/2016 tarihinde, olaya doğrudan müdahalede bulunan kolluk görevlileri hakkındaki soruşturmayı soruşturma usullerinin farklı olması sebebiyle Başsavcılığın Memur Suçları Soruşturma Bürosuna göndermiştir. Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkındaki soruşturma ise Başsavcılığın Özel Soruşturma Bürosuna kaydedilmiştir. Başvurucular, kolluk görevlileri hakkındaki soruşturmanın akıbetine ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmadığı gibi başvuru dosyasına herhangi bir belge de eklememiştir. Başsavcılık 31/5/2016 tarihinde, Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ve dosyanın işlemden kaldırılmasına dair karar vermiştir. Başsavcılık gerekçesinde, Vali veİl Emniyet Müdürü hakkındaki şikâyetlerin soyut nitelikte olduğunu, şikâyet dilekçesinde maddi olayın delili olabilecek belge ve bilgi sunulmadığını, talimat ve emir verildiğine dair delillerin açıklanmadığını, iddia konusu eylem ile şikâyet edilenler arasında uygun illiyet bağının bulunmadığını, şikâyetin soyut olduğunu ve iddiaların ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığını belirtmiştir. Öte yandan Başsavcılık, aynı nitelikte olay ve iddialara ilişkin -soruşturma ve karar numaralarını açıklanmış- bir soruşturmada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca "kayıttan düşürme" veya "şikâyetin işleme konulmaması" kararı verildiğini de vurgulamıştır. Başvurucuların, Başsavcılığın işlemden kaldırma kararına karşı yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 1/7/2016 tarihli ve 2016/3225 İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bireysel Başvuru Sonrası Hukuki Süreç ve 2018/24191 Numaralı Bireysel Başvuruya Konu Olaya İlişkin Bilgiler İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 28/6/2016 tarihinde, başvurucuların da aralarında bulunduğu on sekiz kişi hakkında yukarıda ayrıntıları verilen 2016/14834 ve 2016/1435 numaralı bireysel başvuruya konu toplantı ve gösteriye katıldıkları gerekçesiyle kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünde ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açmıştır. İddianamede PKK/KCK'nın bir yapılanması ve terör örgütü olduğu kabul edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketinin (YDG-H) bazı internet sitelerinde eylem çağrısı yapması, aynı şekilde bazı sosyal medya hesaplarında da bu eylemin yapılacağı yerin ve zamanın bildirilmesi üzerine başvurucuların belirtilen yer ve zamanda toplantıya katıldıkları, toplantının 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesine aykırı olarak gece vakti gerçekleştirildiği, toplanan grubun PKK/KCK terör örgütünü destekler nitelikte slogan attığı ve döviz taşıdığı, kolluk görevlilerinin dağılmaları yönündeki ihtarına rağmen grubun eylemlerine devam ettiği ileri sürülmüştür. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"Sosyal medya hesapları üzerinden olay tarihinde Galatasaray meydanında İstanbul emek ve demokrasi koordinasyonu ve HDP organitesinde 'CİZRE'DE BODRUM KATTA YAŞANAN VAHŞETE KARŞI TAKSİM'DEN SES ÇIKARIYORUZ' adı altında toplanacağı yönünde bilgiler alınması üzerine emniyet güçlerince Galatasaray meydanında emniyet tedbirleri alındığı, saat 19:00 sıralarında 150 kişilik grubun toplandıklarının görülmesi üzerine emniyet güçleri grup yöneticileriyle görüşerek suç unsuru içeren pankart, slogan, döviz bulundurulmamalarını aksi takdirde müdahale edeceklerini bildirir görüşme yapmalarına rağmen şüphelilerin de bulunduğu grubun 'CİZRE'DEKİ VAHŞETİ DURDURUN, YARALILARI KURTARIN İSTANBUL EMEK VE DEMOKRASİ KOORDİNASYONU' ibareli dövizler açıp 'BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ FAŞİZME KARŞI OMUZ OMUZA DİREN CİZRE İSTANBUL SENİNLE, YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ, CİZRE HALKI YALNIZ DEĞİLDİR, CİZRE'DE DÜŞENE DÖVÜŞENE BİN SELAM' şeklinde slogan atmaları üzerine emniyet güçlerince atılan sloganlar ile açılan dövizlerin PKK/KCK terör örgütünü destekler nitelikte olması sebebiyle şüphelilerin de bulunduğu gruba 2911 sayılı yasada öngörüldüğü gibi herkesin duyabileceği şekilde anons ederek dağılmaları yönünde anons etmelerine rağmen dağılmamakta ısrar eden gruba emniyet güçlerince müdahale edilmek suretiyle şüpheliler üzerinde yırtılan pankart ile 5 adet kırmızı sarı siyah renkte yazılmış DGB ibareli flamayla birlikte yakalanarak haklarında üzerilerine atılı suçlardan soruşturma başlatılmış,...Eylemin sosyal medya hesaplarından PKK/KCK alt yapılanması YGD-H terör örgütü tarafından öz yönetim oluşturması ve ülke çapında geliştirilmesi yapıldığı ve bu örgütün çağrısının: ... çağrısını internet sitelerinden yapıldığı, yine devrimci öğretmen, kaldıraç, hdp istanbul, özgür gelecek, ödp istanbul, eylem habercisi, acıbadem dayanışması, esp isimli twitter hesaplarından ayrı ayrı 4 Şubat Galatasaray meydanında eylem amacıyla çağrılar yapıldığı, şüpheliler de çağrıya uymak suretiyle saat 19:00 sıralarında Galatasaray meydanında toplandıkları dosya kapsamından sabit olup,2911 sayılı yasanın maddesine göre 'açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneş batmadan önce dağılacak şekilde yapılabilir' şeklinde amir düzenlemenin bulunduğu, eylemin yapıldığı 4 Şubat 2016 tarihinde güneşin 17:28'de battığı, dolayısıyla toplantının açıkça 2911 sayılı yasanın maddesine aykırı olarak saat 00 da gece sayılan zaman diliminde gerçekleştiği, emniyet güçlerince 2911 sayılı yasa kapsamında dağılmaları yönünde ikaz etmelerine rağmen şüphelilerin de bulunduğu grubun dağılmamaları üzerine emniyet güçlerince zor kullanma yetkilerini kullanmak suretiyle gözaltına alındıkları... şüphelilerin de yukarıda açıklandığı üzere örgütün çağrısı üzerine gece sayılan zaman dilimi içerisinde toplanarak ikaza rağmen dağılmamak suretiyle üzerilerine atılı suçları ayrı ayrı işledikleri..." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvuruculara isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatlerine, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma ve uyarılara rağmen dağılmamakta ısrar etme suçundan 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılarak uyarılara rağmen dağılmamakta ısrar etme suçundan verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına ve başvurucuların beş yıl süreyle denetime tabi tutulmalarına karar vermiştir. Kararda Mahkeme, başvurucuların da aralarında bulunduğu 150 kişilik grubun İstiklal Caddesi'nde 2911 sayılı Kanun'un maddesine aykırı olarak güneş battıktan sonra toplantı yaptığını ve kolluk görevlilerinin ikazına rağmen dağılmamakta ısrar ettiğini tespit etmiştir. Mahkemenin tespit ve değerlendirmelerinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Emniyet güçleri tarafından 04/02/2016 günü saat 19:00'da Beyoğlu ilçesi İstiklal Caddesi Galatasaray meydanında İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu ve HDP organizesinde 'CİZRE'DE BODRUM KATTA YAŞANAN VAHŞETE KARŞI TAKSİM'DEN SES ÇIKARIYORUZ' adı altında toplanılacağı bilgisi alındığı, aynı konu ile alakalı olarak çeşitli sosyal paylaşım hesaplarında yoğun şekilde çağrılar yapıldığının tespit edilmesi üzerine gerekli emniyet tedbirlerinin alındığı, ekran görüntüsü dosya içerisine de alınan UYAP sisteminde de kayıtlı güneş doğuş-batış saatlerine göre, olay günü itibariyle gece olduğu sabit olan zaman dilimi içerisinde kalacak şekilde, saat 19:00 sıralarında Galatasaray meydanında yüz elli kişilik grubun toplanması üzerine grup yöneticileri ile görüşüldüğü ve suç unsuru içeren pankart ve döviz bulundurulmaması, slogan atılmaması, aksi halde müdahale edilerek grubun dağıtılacağı uyarısının yapıldığı, bu sırada grubun 'CİZRE'DEKİ VAHŞETİ DURDURUN, YARALILARI KURTARIN İSTANBUL EMEK VE DEMOKRASİ KOORDİNASYONU' ibareli dövizler açarak 'BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ, FAŞİZME KARŞI OMUZ OMUZA, DİREN CİZRE İSTANBUL SENİNLE, YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ, CİZRE HALKI YALNIZ DEĞİLDİR, CİZRE'DE DÜŞENE DÖVÜŞENE BİN SELAM' şeklinde slogan atmaları üzerine, emniyet güçlerince gruba pankart ve dövizlerin indirilmesi, aksi halde zor kullanılacağının ihtar edildiği, atılan sloganların tekrar edilmesi üzerine dağılmaları konusunda ikaz edilen grubun dağılmamakta ısrar gösterdiği, bu sebeple saat 19:10 sıralarında gruba müdahale edilerek, dağılmamakta direnen sanıkların yırtılan pankartlar ve beş adet kırmızı, sarı, siyah renkte yazılmış DGB (Devrimci Gençlik Birliği) ibareli flamayla birlikte yakalandıkları dosya içerisinde mevcut tutanaklar, görüntü izleme tutanağı ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış ve maddi vaka olarak sabit kabul edilmiştir. ......sanıkların 2911 Sayılı Yasa'nın maddesine aykırı olarak, olay tarihinde güneşin batış saati olan 17:28'den sonra, gece sayılan zaman dilimi içerisinde olacak şekilde saat 00'datoplandıkları ve bu sebeple yasa dışı hale gelen toplantı ve gösteri yürüşü esnasında emniyet güçlerinin uyarısına rağmen dağılmamakta ısrar edip polisin müdahalesi ile dağılmaları suretiyle 2911 Sayılı Yasa'nın 32/ maddesinde düzenlenen suçu işledikleri sabit kabul edilmiş,... ayrı ayrı mahkumiyetlerine karar verilmiştir." Başvurucular vekilinin bu karara itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 26/6/2018 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucular vekiline 5/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Birinci başvurucu vekili 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2911 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan -2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun ile değişik- maddesi şöyledir:"Toplantı ve yürüyüşlere ve bu amaçla toplanmalara güneş doğmadan başlanamaz.Açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneş batmadan önce dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 00’e kadar yapılabilir." 2911 sayılı Kanun’un maddesinin 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun ile değişiklik yapıldıktan sonraki hâli şöyledir: "Toplantı ve yürüyüşlere ve bu amaçla toplanmalara güneş doğmadan başlanamaz.Açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler gece vaktinin başlamasıyla dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 00’e kadar yapılabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşünün gece vaktinin başlamasından sonra devam edeceği hususu, geçerli neden gösterilerek bildirilmiş ise vatandaşların huzur ve sükûnet içinde istirahatini aşırı ve katlanılamaz derecede zorlaştırmamak ve kamu düzeni ve genel asayişin bozulmasına neden olmamak şartıyla, açık yerlerde yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin dağılma saati mahallin en büyük mülki amirinin kararıyla en geç saat 00’e kadar uzatılabilir." 2911 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “...b) (Değişik: 30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin, ...g) Kanunların suç saydığı maksatlar için......Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.” 2911 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin (B) bendinin ilgili kısmı şöyledir:"...Aşağıda yazılı hallerde; Kanunsuz toplantı veya kanunsuz yürüyüşleri dağıtmak veya suçluları yakalamak için...... Yukardaki maddeler dışında diğer kanunlarda istisnai olarak zabıtanın sözlü emirle yapmaya mecbur tutulduğu haller için, Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. Bu emirlerin yazılı olarak verilmesi istenilemez. Bu hallerde emrin yerine getirilmesinden doğabilecek sorumluluk emri verene aittir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14834
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan başvurucuların gözaltına alınmalarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını, toplantıya katılmaları nedeniyle cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, gözaltı sırasında kötü muamelede bulunulmasının ve bu olaylara ilişkin yapılan şikâyet sonucunda vali ve il emniyet müdürü hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; sınır dışı etme kararına karşı açılan davada verilen kararın kesin olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Sınır Dışı İşlemi Hakkındaki Dava Süreci Başvurucu Türkmenistan uyruklu olup 10/5/1978 doğumludur. Başvurucu konsolosluk aracılığı ile Türkiye'de çalışma izni başvurusunda bulunmuş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından başvurucuya 5/6/2014 ile 4/6/2015 tarihleri arasında ev hizmetlerinde çalışma izni verilmiştir. Başvurucu 2/7/2014 tarihinde Türkiye'ye giriş yaptığı sırada pasaport kontrolü sonucunda hakkında vize tahdit ve ülkeye giriş yasağı olduğu tespit edilmiştir. Konuya ilişkin 3/7/2014 tarihli tutanakta, başvurucunun pasaportunda kayıtlı vatandaşlık numarası ile sorgu yapıldığında başvurucunun daha önceki soyadının İbragimova olduğunun anlaşıldığı ve başvurucu hakkında vize ihlali ve ikamet tezkeresinin geçersiz olması nedeniyle 14/12/2012 tarihinde yurda giriş yasağı bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında sahte şekilde Ahıska Türklerine verilen ikametgâh belgesi düzenlediğinden bahisle resmî belgede sahtecilik suçundan Mersin Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı ve anılan Mahkeme tarafından 9/4/2014 tarihli yakalama kararı verildiği anlaşıldığından başvurucu ifadesi alınmak üzere Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesine sevk edilmiştir. Başvurucu Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesine verdiği 3/7/2014 tarihli ifadesinde, Türkiye'ye ilk defa 2007 yılında geldiğini, 2012 yılına kadar ikamet izni almadan ve kaçak şekilde Türkiye'de çalıştığını, sonra memleketine döndüğünü, Ahıska Türkü olmadığını, ikametgâh belgesinin bulunmadığını belirtmiştir. Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi ifadesi alındığından başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesinin kararını müteakiben, İstanbul Valiliğinin 4/7/2014 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hakkında sınırdışı ve idari gözetim kararı alınan başvurucu sınırdışı edilmek üzere Kumkapı Geri Gönderme Merkezine yerleştirilmiştir. Başvurucunun, idari gözetim kararına karşı yaptığı itirazı inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, 25/7/2014 tarihli kararıyla başvurucunun kanuna uygun olarak ülkeye girmesi ve çalışma izninin bulunması nedeniyle idari gözetim kararını kaldırmış; yirmi gün gözetim altında kalan başvurucu serbest bırakılmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 14/8/2014 tarihinde başvurucunun çalışma izni, ülkeye giriş yasağı olması nedeniyle iptal edilmiştir. Başvurucu 8/2/2015 tarihinde Türk Cumhuriyeti vatandaşı A. ile evlenmiştir. Başvurucunun sınır dışı etme işlemine karşı açtığı dava, İstanbul İdare Mahkemesinin 27/2/2015 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun daha önce vize ve ikamet tezkeresi kurallarına aykırı davranması nedeniyle hakkında ülkeye giriş yasağı bulunduğu, buna rağmen ülkeye giriş yaptığı, kamu güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sınır dışı edilmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu karar 1/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun sınır dışı edilme ve idari gözetim işlemine yönelik tedbir kararı verilmesi istemi, Anayasa Mahkemesinin 20/5/2015 tarihli kararı ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesi uyarınca reddedilmiştir.B. Bireysel Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler İstanbul İdare Mahkemesinin davanın reddine dair kararından sonra, İstanbul Valiliğinin 2/4/2015 tarihli kararıyla başvurucu yeniden idari gözetim altına alınmış, başvurucunun bu karara itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 5/8/2019 tarihli yazısında; başvurucu hakkında İstanbul Valiliğinin 2/4/2015 tarihli işlemi ile sınır dışı ve idari gözetim kararı alınmış olduğu, ancak GöçNet sisteminde yapılan araştırmada başvurucu hakkında herhangi bir sınır dışı veya idari gözetim kararına rastlanmadığı, başvurucunun 21/8/2021 tarihine kadar aile ikamet iznine sahip olduğu bildirilmiştir. Başvurucu ise 21/11/2019 tarihli cevap yazısında, bireysel başvuru tarihinden itibaren geçen sürede sınır dışı işlemi uygulanmadığını, idari gözetim altına alınmadığını, 21/8/2017 tarihinde insani oturum hakkı verildiğini, İstanbul Valiliğinin 2/4/2015 tarihli sınır dışı işleminin de idare mahkemesi kararıyla iptal edildiğini beyan etmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede, İstanbul Valiliğinin 2/4/2015 tarihli işlemi ile Mersin Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/688 sayılı dosyasında yakalama kararı bulunduğu ve tahdit kayıtları olduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verildiği, ancak bu işlemin İstanbul İdare Mahkemesince 27/11/2015 tarihinde iptal edildiği anlaşılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin karar gerekçesinde başvurucunun yetkili makamlardan aldığı vize ile ülkemize giriş yaptığı, usulüne uygun bir şekilde Türk vatandaşıyla evlendiği ve aile hayatı içerisinde yaşadığı, evliliğin formalite olduğuna dair delil bulunmadığı, bu nedenle sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin hukuka uygun bulunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu karar 27/11/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Bunun yanı sıra UYAP üzerinden yapılan incelemede Mersin Asliye Ceza Mahkemesinde başvurucu hakkında açılan dava sonucunda 15/12/2017 tarihinde başvurucunun beraatine karar verildiği anlaşılmıştır. Kararın gerekçesinde; sanıkların sahtecilik suçundan cezalandırılabilmesi için öncelikle suça konu bir belgenin olması gerektiği, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar bakımından suça konu herhangi bir belgenin bulunmadığı, bu nedenle yüklenen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6724
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; sınır dışı etme kararına karşı açılan davada verilen kararın kesin olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucular, "3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 9/5/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında, 18/3/2007 tarihinde başvurucular gözaltına alınmışlardır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tutuklama talebi üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 22/3/2007 tarih ve 2007/28 Sorgu sayılı kararı ile tutuklama talebinin reddine ve başvurucuların serbest bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucular ve diğer iki şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 6/6/2007 tarih ve E.2007/853 sayılı iddianamesi ile "2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli), 16/6/2009 tarih ve E.2007/321, K.2009/139 sayılı kararı ile başvurucuların "3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet" suçundan ayrı ayrı 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, "2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet" suçundan başvurucular hakkında açılan davanın tefrikine, dava dosyasının görevli ve yetkili Beyoğlu Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucuların temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/1/2013 tarih ve E.2012/1734, K.2013/577 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece, 1/3/2013 tarih ve E.2013/27, K.2013/42 sayılı karar ile başvurucular hakkında "3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet" suçundan açılan kamu davasının ertelenmesine karar verilmiştir. Karar, 10/4/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular anılan karara itiraz etmemişlerdir. Başvurucular, 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası; 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un Geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3304
Başvurucular, "3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya paylaşımları nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. 1978 doğumlu olan başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Çorum Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde diş hekimi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü gecesi ve ertesi gün Facebook isimli sosyal medya hesabı üzerinden çeşitli paylaşımlarda bulunmuştur. Anılan paylaşımlar şu şekildedir: "Keşke şehrimize bir film gelse.... yada bir sirk... sirkteki kafesin içinde bir maymun olsa... adı bende saklı...""O kadar vatan sevdalısınız madem iki adımlık yolu yürüyerek gidin. Deliye her gün bayram gürültüsü yapmayın. Ambulanslara yol acın, can güvenliği tehlikede olan insanları düşünün. İstanbulda insanlar köprüyü geçti, siz bir yürüyerek saat kulesine gitme zahmetine giremiyorsunuz.""1400 kişiyle darbe mi olur? Kimden neden emir aldığı bilinmeyen ve o emir komuta zincirine uymak zorunda olan gencecik insanlar dün kandırıldı ve katledildi. isyan bastırıldı ve sen hala insanları sokağa çıkmaya davet ediyorsun!!! Ne için??!! Talan için mi, birbirlerine kırdırmak için mi!!! Nasıl bir utanmazlıktır bu!!!""Hem demokrasiyi inkar edin işinize geldiğinde bütün imkanlardan yaralanın, tırsıncada o hortlaklaştırmaya çalıştığınız demokrasiye el pençe divan durun demokrasi kelimesini ağzınızda kirletmeyin!!!" Bahse konu paylaşımlar nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. İfadesinde başvurucu; darbeye destek vermediğini, halkı aşağılayıcı bir tavrının olmadığını ve demokratik bir anlayışa göre yetiştiğini vurgulamıştır. Başvurucu, paylaşımlarını askerlerin linç görüntülerini izledikten sonra bu erlerin kandırıldıklarını düşünerek yaptığını, paylaşımlarında gece üçe dörde kadar trafiği tıkayıp havaya ateş açanları kınadığını ve ambulanslara yol verilmesini istediğini, "400 kişiyle darbe mi olur?" ifadesinin darbeye bir tiyatro göndermesi olmadığını, sadece böyle bir darbenin umutsuz ve başarısız bir teşebbüs olabileceği değerlendirmesinden ibaret olduğunu, bütün parti liderlerinin insanları sokağa çağırdığını, "nasıl bir utanmazlıktır" ifadesini ise havaya ateş açanlar için kullandığını belirtmiştir. Soruşturma neticesinde "Keşke şehrimize bir film gelse..." paylaşımında birçok insanın vatan için can verdiği acı tablonun sirke, devlet büyüklerinin ise maymuna benzetildiği; "400 kişiyle darbe mi olur?..." paylaşımının ideolojik bir söylem olduğu, paylaşımda anayasal düzeni yıkma girişiminin övüldüğü ve "nasıl bir utanmazlıktır bu" ifadesiyle Cumhurbaşkanı'na hakaret edildiği; "Hem demokrasiyi inkar edin..." paylaşımında ise başvurucunun devletin demokrasi anlayışını beğenmeyerek ideolojik bir söylemde bulunduğu değerlendirilmiştir. Buna göre paylaşımların devlet memuruna yakışmayan söylemler içerdiği, söylemlerde bahsedilen kişilerin devletin idarecileri olduğu ve bu anlamda başvurucunun en üst amir konumundaki kişilere bu şekilde benzetmeler yapmasının devlet memuruna yakışmayan özellikler olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Nihayetinde başvurucu hakkında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi -Yasaklanmış her türlü yayını veya siyasal veya ideolojik amaçlı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya bunları kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek- ve aynı bendin (g) alt bendi -memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak- uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezasının uygulanması teklif edilmiş ve başvurucunun konuya ilişkin savunması istenmiştir. Savunmasında başvurucu; yaptığı paylaşımların tek bir paylaşım gibi değerlendirildiğini, darbeyi övmesinin mümkün olmadığını, paylaşımlarında Fetullah Gülen'i ve onu destekleyenleri eleştirdiğini, Cumhurbaşkanı'na veya devlete yönelik bir hakarette bulunmadığını, darbe akşamı kimsenin olayın Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) bağlantısını anlayamadığını, iç savaş çıkmasından korktuğunu ve paylaşımlarının o anki kaotik ortamın verdiği psikolojik isyanın bir sonucu olduğunu, bu anlamda paylaşımlarının kastını aşmış olabileceğini vurgulamıştır. Sonuç olarak yüksek disiplin kurulu kararı ile isnat edilen fiillerin somut delillerle sübut bulunduğu kabul edilerek teklif edilen cezanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle idare mahkemesine başvurmuştur. Mahkeme, başvurucunun sosyal medya hesabından 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi ve yaşanan olaylarla ilgili düşüncelerini ifade etme şeklinde gerçekleşen eyleminin kendisine isnat edilen fiillerle örtüşmediği ve disiplin hukukunda yer alan tipiklik şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline oyçokluğuyla karar vermiştir. Davalı idare, iptal kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge idare mahkemesi, mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Belirtilen paylaşımlarda davacının açıkça Hükümet karşıtlığı içerisinde hareket ederek darbe girişiminin Fetö tarafından gerçekleştirildiği ve cesameti açık olmasına rağmen kontrollü darbe algısı oluşturmaya çalıştığı, darbe girişimine katılanları masum, Devlet müdahalesini ise katliam gibi göstererek Devlet büyüklerine suç isnadı ve hakaret anlamına gelecek ifadelerde bulunduğu anlaşılmıştır. Bu itibarla siyasi ve ideolojik amaçlı bir bildiri mahiyetinde olduğu anlaşılan paylaşımları elektronik kitle iletişim aracıyla yaymak ve her hangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararı veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak ve Ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan, güvenliğini tehlikeye düşüren harekete yardım şeklindeki subuta eren fiilleri nedeniyle hakkında tesis edilen işlemde hukuka ve usule aykırılık, aki yöndeki İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmamaktadır." Başvurucu, istinaf kararına karşı temyiz isteminde bulunmuştur. Danıştay Onikinci Dairesi, kararın ve dayandığı gerekçenin hukuk ve usule uygun olduğunu belirterek temyiz isteminin kesin olarak reddi ile kararın onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 14/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 10/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2241
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun sosyal medya paylaşımları nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bu kapsamda Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve Tokat Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/7/2016 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yetkisizlik kararı ile dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında devam eden soruşturma sürecinde Tokat Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/8/2016 tarihli ve 12/10/2016 tarihli; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/11/2016 tarihli; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/12/2016 tarihli; Samsun Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/2/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/3/2017 tarihli; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/4/2017 tarihli kararları ile tutukluluk hâlinin devamına hükmedilmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/11/2016 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz ettiğini ancak itirazın incelenmesi neticesinde verilen kararın tarafına tebliğ edilmediğini belirtmiş; UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucu tarafından yapılan itirazın Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 26/12/2016 tarihli karar ile ve kesin olmak üzere reddedildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 6/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında 2/5/2017 tarihinde yapılan tutukluluk incelemesi neticesinde Sulh Ceza Hâkimliğince adli kontrol tedbirleri uygulanarak başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başsavcılık, yürütülen soruşturma neticesinde 14/9/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş ve bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/12513
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu iken silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamanın duruşması dört celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 6/6/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 18/9/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile hazır edilmesi için tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, duruşmanın 18/9/2018 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı yargılamanın 13/12/2018 tarihli ikinci 1/3/2019 tarihli üçüncü ve 26/3/2019 tarihli dördüncü celselerinde dosyadaki bilgi ve belgeler başvurucuya okunarak diyecekleri sorulmuş, iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuş ve hüküm açıklanmıştır. Başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesini sunmasını müteakip30/1/2020 tarihli ek dilekçe ile duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür. Yargıtay Ceza Dairesi 16/9/2020 tarihinde hükmü onamıştır. Başvurucunun ek temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığına dair iddiasının Yargıtay tarafından karşılandığına dair somut bir veri bulunmamaktadır. Başvurucu, nihai kararı 22/1/2021 tarihinde öğrendikten sonra 19/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8599
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamanın duruşması iki celsede tamamlanmıştır. Yargılamada 18/12/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 12/2/2019 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmada hazır bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 12/2/2019 tarihli ilk celsesine tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Duruşmada başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Yine aynı celsede iddia makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Mahkeme; başvurucu ve müdafiinin esas hakkında mütalaaya karşı savunma yapmak amacıyla süre talebinde bulunmaları üzerine süre talebinin kabulüne, bir sonraki celsede başvurucunun duruşmada SEGBİS aracılığıyla hazır edilmesine, duruşmaya ara vererek sonraki celsenin 28/2/2019 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu; celse arasında 21/2/2019 tarihli dilekçe ile 12/2/2019 tarihli celseye SEGBİS bağlantısı aracılığı ile katıldığını, kendini net olarak ifade edemediğini belirterek yazılı savunmasını Mahkemeye sunmuştur. Hükmün açıklandığı ve müdafiinin de hazır bulunduğu yargılamanın 28/2/2019 tarihli ikinci celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra duruşmalara bizzat katılamaması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu nihai hükmü 8/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18895
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, tutukluluğun makul süreyi aşması şikâyeti yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 17-25 Aralık soruşturmaları (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) sonrasında bu operasyonlarla ilişkisi dolaysısıyla Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantılı suçlardan başlatılan bir soruşturma kapsamında 15/4/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık başvurucuyu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir (Metin Güneş, B. No: 2017/23083, 28/5/2019, §§ 9-11). İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/4/2015 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir.Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünde suç tarihi itibariyle çeşitli şube ve bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur olarak görev yaptıkları, bu görevleri dolayısıyla silahlı kolluk kuvveti olarak görev yaptıkları, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içerisinde altlık üstlük ilişkilerini kullanarak, yasadışı örgütlenme oluşturdukları, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve gücü yasaların verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak isnat edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları işlediklerı hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delilin bulunduğu devletin yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıya göre hareket etmelerinin söz konusu olduğu bu amaçla siyasal operasyonlara kalkışıldığı, bu amaçla zımmet ve benzeri bir takım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında, adli merciler de yanıltılmak suretiyle tutanaklar tutularak soruşturmalarn baslatıldığı, bu soruşturmalar çerçevesinde ... İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin iletişimin dinlenmesini sağladıkları, bu dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurların ne şekilde hareket edeceklerinin önceden tespite çalışıldığı ......bu itibarla bu şüpheIiIerin üzerilerine atılı suçlar yönünden; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı, bu suçların önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı, atılı suçların katalog suçlardan olduğu, CMK'nın l ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin alabileceği ceza miktarı gözönüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme, gizlerne, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine varılmakla şüphelilerin ... tutuklanmalarına... [karar verilmiştir.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 6/5/2015 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir (Metin Güneş, §§ 12, 13). Başsavcılık 30/3/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun suç uydurma, iftira, göreve ilişkin sırrın açıklanması, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, yasaklanan bilgileri açıklama, siyasal veya askerî casusluk suçlarını işlediği iddiasıyla aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. İddianamede başvurucunun, 17/25 Aralık operasyonları öncesinde bir kısım emniyet mensubunu ve devletin değişik kademelerinde yer alan yöneticileri dinlemeye zemin hazırlamak amacıyla H.B. isimli bir polis memurunun zimmet suçu işlediğinden bahisle, zimmet eylemine ilişkin herhangi bir araştırma yapmadan gerçeğe aykırı tutanak düzenlemek suretiyle diğer şüphelilerle birlikte hareket ederek anılan süreçte yer aldığı belirtilmiştir. Soruşturma makamlarınca, başvurucuyla birlikte hareket ettiği belirtilen diğer şüphelilerin de anılan zimmet tutanağına istinaden başkaca delil araştırması yapmadan olağan bir zimmet suçu soruşturması ile orantısız bir şekilde istihbarat şube başkanı da dâhil olmak üzere birçok emniyet görevlisini aralarında zimmet eylemi nedeniyle nasıl bir ilişki olduğunu ortaya koymadan, örgüt kapsamında işlenen bir suç olduğu gerekçesiyle usule aykırı şekilde dinledikleri ileri sürülmüştür. Başvurucu ve diğer şüphelilerin amacının zimmet suçunu ortaya çıkarmak olmadığı aksine tüm şüphelilerin ortak amaçlarının hükumete yönelik gerçekleştirmeyi düşündükleri 17/25 Aralık operasyonları öncesinde bir kısım emniyet görevlisinin davranışlarını öğrenme ve buna karşı kendileri yönünden tedbir almak olduğu, dolayısıyla şüphelilerin bu ortak amaçla birlikte hareket ederek usulsüz birçok dinleme yapmak suretiyle atılı suçları işledikleri iddia edilmiştir. Başvurucunun zimmet yaptığı gerekçesiyle hakkında tutanak düzenlediği Polis memuru H.B. ile ilgili olarak yürütülen soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ve başvurucu hakkında bu olay nedeniyle suç uydurma ve iftira suçlarından dava açıldığı da dosya kapsamından anlaşılmaktadır (Metin Güneş, § 16). İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/4/2016 tarihinde kabul edilerek E.2016/124 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar N.A., Ç., A.K., A.K., İ.E., S.G., Metin Güneş, P.K., A.A., A.S., A.Ü., R.H.H.nin üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Mahkeme 18/5/2016 tarihinde yaptığı ilk duruşma ve sonraki celselerde savunmaları almış, bir kısım müşteki ve tanıkları dinlemiş ve duruşma sonlarında başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir (Metin Güneş, §§ 18-23). Mahkemece 25/4/2018 tarihinde dosya üzerinden yapılan değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar N.A., Ç., A.K., A.K., İ.E., S.G., Metin Güneş, P.K., A.A., A.S., A.Ü., R.H.H.nin üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, bilirkişi raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı, bylock raporu, dosyada bulunan tutanak ve raporlar vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, ... adı geçen sanıkların CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 7/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 21/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur Mahkeme sonraki celselerde "...sanıklar N.A., Ç., A.K., A.K., İ.E., S.G., Metin Güneş, P.K., A.A., A.S., A.Ü., R.H.H.nin üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" şeklindeki gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemece 29/11/2019 tarihli celsede ise "...sanıklar A.K., A.K., A.A., A.Ü., N.A., Ç., Metin Güneş, P.K., R.H.H., Ş. ve Y.nin üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, bilirkişi raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı, bylock kullanımlarına dair tespitler ve teknik veriler, dosyada bulunan tutanak ve raporlar vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların ... CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" şeklindeki gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdest olup başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.B. İlgili Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ/PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İlgili hukuk için bkz. Metin Güneş, §§ 27-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17593
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan dava neticesinde Danıştay tarafından Karacık mezrasının boşaltılıp boşaltılmadığı hususunda çelişkili kararlar verilmesi, yargılama işlemlerinin adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/4/2014 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 4/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/8/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır ili Bismil ilçesi Alluç köyü Karacık mezrasında ikamet etmekteyken 1993 yılında terör olaylarının yoğunlaşması nedeniyle can ve mal güvenliği kalmadığı için yerleşim yerinin boşaltıldığını, bu nedenle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 27/7/2005 tarihinde, yerleşim yeri olan Karacık mezrasında can ve mal güvenliği kalmadığını, 1993 yılında güvenlik tehlikesi nedeniyle il merkezine göç ettiğini beyan ederek 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 2/2/2011 tarihli ve 2011/5-23 sayılı kararında, delil dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda adı geçen köy ve mezralarınınterör nedeniyle boşalan ya da boşaltılan köylerden olmadığı, başvurucunun mal varlığından yararlanmasını engelleyecek nitelikte objektif terör kaygısı yaşanmadığı vebaşvurucuya yönelik münferit terör saldırısının olmadığı, köy ve mezranın da boşaltılmadığı gerekçeleriyle talebin reddine karar vermiştir. Belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde başvurucu tarafından dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 9/5/2012 tarihli ve E.2011/573, K.2012/899 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Diyarbakır ili, Bismil ilçesi, Alluç Köyü’nün boşalan/boşaltılan yerleşim yerlerinden olmadığı, diğer taraftan 1998 yılında köy tüzelkişiliğine kavuşan ve 1997 yılı nüfusu 250 olarak tespit edilen Karacık Mezrası'nın da gerek davacı tarafça boşaltıldığı ileri sürülen 1993-2000 yılları arasında köy tüzelkişiliğine dönüştürülmesine yeter görülen bir nüfusa sahip olması, gerekse de herhangi bir terör olayı yaşanmamış olması ve sürekli bir nüfusun bulunması nedeniyle davacının sübjektif güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararın, 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukukî olanak bulunmadığından, davacının anılan Kanun hükümlerinden yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.Dolayısıyla, hukuku uygunluğu saptanan dava konusu işlem nedeniyle davacının uğradığı ve tazmini gereken bir zararının varlığından da söz edilemez....” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/12/2012 tarihli ve E.2012/9897, K.2012/13859 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli ve E.2013/11375, K.2013/9152 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 11/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4863
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan dava neticesinde Danıştay tarafından Karacık mezrasının boşaltılıp boşaltılmadığı hususunda çelişkili kararlar verilmesi, yargılama işlemlerinin adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 8/A maddesi uyarınca internet siteleriyle ilgili erişimin engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılması kararları verilmesi nedeniyle başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların sahibi, yöneticisi, sorumlusu ya da içerik hazırlayıcısı oldukları internet siteleriyle ilgili olarak 5651 sayılı Kanun'un 8/A maddesi uyarınca, yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması sebeplerinden bir veya birkaçına bağlı olarak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı tarafından erişimin engellenmesine ve/veya içeriğin çıkarılmasına yönelik idari tedbir kararları verilmiş; bu kararlar sulh ceza hâkimliklerinin onayına sunulmuştur. Sulh ceza hâkimlikleri söz konusu idari tedbir kararlarını doğrudan veya itiraz mercii olarak onaylamış ve kararlar itiraz süreci sonunda kesinleşmiştir. Başvurucular, erişimin engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılmasına yönelik idari tedbir kararlarının sulh ceza hâkimliklerince itiraz süreci sonunda kesinleştirilmesinden itibaren süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca bir kısım başvurucunun adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda belirtilen başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/13667 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/13667 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13667
Başvuru, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 8/A maddesi uyarınca internet siteleriyle ilgili erişimin engellenmesi ve/veya içeriğin çıkarılması kararları verilmesi nedeniyle başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında Konya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 5/1/2018 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede özetle, başvurucunun tanık ifadelerine göre üzerine atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Konya Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 25/1/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- tanıklar R.Y. ve S.K.nın zorla getirilmelerine, tanık R.Y.nin ifadesinde geçen E.K. hakkında soruşturma olup olmadığı, olması halinde ifade suretinin gönderilmesinin istenilmesine karar verilmiştir. Duruşma, dört celsede bitirilmiştir. Birinci celsede tanık S.K. duruşmada hazır edilmiştir. Anılan tanık alınan beyanında, başvurucuyu tanıdığını, başvurucunun FETÖ/PDY örgütü üyesi olup olmadığını bilmediğini ifade etmiştir. Yine aynı celsede tanık R.Y.nin ifadesinde geçen E.K. hakkında yazılan müzekkereye cevap verilmiş, ifadesi Mahkemeye gönderilmiştir. E.K. duruşmada okunan beyanında 2015 yılı Ekim-Kasım aylarında kendisinden sorumlu kişinin tanık R.Y. olduğunu ve bu kişinin evine haftada bir tek başına sohbetlere gittiğini ifade etmiştir. Bu celsede başvurucu alınan savunmasında üzerine atılı suçu kabul etmediğini ve örgüt üyesi olmadığını savunmuştur. Mahkemece tanık R.Y. hakkında günsüz zorla getirmekarar verilmiştir. İkinci celsede tanık R.Y. hazır edilememiş, tanık adres bilgilerini mahkemeye sunmuştur. Mahkemece tanık R.Y.nin istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Üçüncü celsede tanık R.Y.nin bilgi ve görgüsünün tespiti için yazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Anılan tanık istinabe yoluyla alınan beyanında, başvurucuyu tanıdığını, başvurucunun Tarık kod ismini kullandığını, askeri personel olduğunu, bir dönem kendisini evinde misafir ettiğini, evinde kaldığı dönemde başvurucuya sohbet vermediğini, başvurucudan ara ara himmet aldığını ifade etmiştir. Başvurucu müdafii talimat duruşmasında hazır bulunmuştur. Yine aynı celsede başvurucu alınan savunmasında tanığın beyanında geçen aleyhine olan hususları kabul etmediğini, önceki savunmalarını tekrar ettiğini belirtmiştir. Anılan celsede iddia makamı, esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme başvurucu müdafiinin süre talebinin kabulüne, duruşmaya ara verilmesine ve sonraki celsenin 25/6/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Dördüncü celsede Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"[S]anığın, 2005-2009 yıllarında İstanbul Hava Harp Okulunda okuduktan sonra, sırasıyla İzmir Çiğli Ana Jet Üs Komutanlığında, Konya Ana Jet Üs Komutanlığında ve Ankara Akıncı Ana Jet Üs Komutanlığında sonra yine Konya Ana Jet Üs Komutanlığı Filo Komutanlığında, son olarak 2016 yılı Temmuz ayında Diyarbakır Ana Jet Üs Komutanlığında F-16 uçak pilotu olarak görev yaptığı, burada görev yaptığı sırada 24/12/2017 tarihinde 695 tarihli KHK ile kamu görevinden ihraç edildiği,...FETÖ/PDY terör örgütünün TSK içerisindeki Mahrem Üniteler yapılanmasında Konya Ana Jet Üs Komutanlığında görevli askerlerin abiliğini (öğretmen) yapan tanık [R.Y.] beyanında özetle; 'Konya Hava Jet Üssünde görevli E.K. ve Taha Bozöyük isimli şahıslar ile 2015 Eylül ayından 2016 Haziran ayına kadar ayrı ayrı ilgilendiğini, bu şahısların haftanın farklı günlerinde evine geldiklerini ve bu kişilerle Kuran, Cevşen, Risale-i Nur ve Fetullah Gülen kitaplarını okuduklarını, sanıktan himmet adı altında para aldığını' beyan etmiştir. Tanık [R.Y.nin] ifadesinde geçen...[E.K.nın] etkin pişmanlık kapsamında beyanlarda bulunduğu ve 2015 yılı Ekim-Kasım aylarında kendisinden sorumlu kişinin[R.Y.] olduğunu ve bu kişinin evine haftada bir tek başına sohbetlere gittiğini beyan ettiği,[R.Y.nin], [E.K.] ve sanık Taha [başvurucu] ile ayrı ayrı görüşmesi ve bu durumun[E.K.nın] beyanı ile de doğrulan[dığı],...[Ö]rgüt yapılanması içinde bulunan askeri şahıslarla ilgili farklı delillerin bulunmasının son derece güç olması nedeniyle dosyada mevcut delillerin suçun ispatı için yeterli olduğu kabul edilmiş ve yukarıda açıklandığı üzere sanık hakkında ayrıntılı bilgi veren tanık [R.Y.nin] beyanlarına itibar edilerek sanı[ğın] Konya'da görevli olduğu 2016 yılına kadar örgüt literatüründe öğretmen olarak adlandırılan kişilerin emir ve direktifleri doğrultusunda hareket ettiği, silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve söz edilen terör örgütüne organik bağ ile bağlı olduğu anlaşılmakla 'silahlı terör örgütüne üye olma suçunu' işlediği hususunda mahkememizce tam bir vicdani kanaat hasıl olmuştur." Başvurucu, istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- tanık R.Y.nin mahkeme huzurunda dinlenmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını ve soru sorma hakkının kullandırılmadığını ileri sürmüştür. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 17/3/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu nihai hükmü 18/8/2020 tarihinde öğrendikten sonra 28/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne, hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/30174
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16163 ve 2014/16167 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16161 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 25/9/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16161
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31743
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sigorta primine esas kazanç tutarının tespiti davasında Yargıtay bozma ilamına uyan Mahkemenin mevzuat hükümlerine aykırı değerlendirme yaparak ve benzer davalarda verilen kararlarla çelişir biçimde davayı reddetmesi nedeniyle hukuk devleti, eşitlik ilkesi ile çalışma ve sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 28/1/2014 tarihinde Tekirdağ İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Yukarıda isimleri bulunan başvuruculara ait 2014/1183, 2014/1185, 2014/1187, 2014/1188 sayılı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2014/1182 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, farklı dönemlerde A. Petrol isimli iş yerinde işçi olarak çalışmışlardır. Başvurucuların iş sözleşmeleri 1/7/2003 ile 15/4/2004 tarihleri arasında farklı zamanlarda feshedilmiştir. Başvurucular, Tekirdağ İş Mahkemesinin E.2003/131, E.2006/58-59- 209-222-734 ve E.2007/118-120-327 sayılı dosyalarında işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davası açmışlardır. Mahkeme, değişik tarihli ve sayılı kararlarla başvurucuların fazla mesai, yıllık izin ücreti, genel tatil ve hafta sonu ücreti, kıdem ve ihbar tazminatı taleplerini kabul etmiş; kararlar farklı tarihlerde kesinleşmiştir. Başvurucular, bu defa A. Petrol isimli iş yerinde asgari ücretin üzerinde maaşla çalıştıklarını, iş yerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK/Kurum)sigorta primine esas kazançlarını asgari ücret düzeyinde bildirmek suretiyle eksik bildirimde bulunduğunu, bu durumun yaşlılık aylığının düşük seviyede kalmasına neden olacağını belirterek eksik bildirilen ücret, fazla çalışma ücreti ve diğer prime esas kazançların tespiti istemiyle Tekirdağ İş Mahkemesinin E.2007/177-180-182-183-185 sayılı dosyalarında dava açmışlardır. Mahkeme, değişik tarihli ve sayılı kararlarla davaların kabulüne; başvurucuların prime esas fark kazançlarının olduğunun tespitine karar vermiştir. Kararların ortak gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya ... bilirkişi raporu aldırılmak üzere Kocaeli nöbetçi iş mahkemesine gönderilmiş, Bilirkişi Av. E.S. hazırlamış olduğu ../07/2010 havale tarihli raporunda özetle; davacının açmış olduğu ve dosya içerisinde bulunan işçi alacakları davalarındaki ücretleri de değerlendirilmek sureti ile davacının aylık ücretleri ile fazla mesai ve genel tatil ücretleri hesaplanarak SGK ya bildirilmesi gereken prime esas kazanç tutarları dönemler halinde tespit edilmiştir. Bilirkişi raporu mahkememizce yasal ve dosya kapsamına uygun bulunmuştur. Yapılan yargılama, iddia, savunma sigorta kayıtları, bilirkişi raporu , Mahkememizin ... karar sayılı dosyaları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğindedavalı işverenler tarafından davacının çalıştığı dönemdeki prime esas kazançlarının davalı SGK ya eksik bildirildiği anlaşılmak ile Davacının talebi haklı ve yerinde görüldüğünden davanın kabulüne kararverilmesi cihetine gidilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur. ..." Davalıların temyizi üzerine kararlar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/12/2012 tarihli ilamları ile bozulmuştur. Bozma ilamlarının ortak gerekçesi şöyledir:"...Davanın yasal dayanağı, sigortalı ve işverenin Sosyal Güvenlik Kurumuna ödeyecekleri primlerin matrahını teşkil eden sigortalı kazançlarının nelerden ibaret olduğu ve istisnalarını gösteren (mülga) 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 77/ maddesidir.Anılan maddede prime esas kazançlar üç bent halinde gösterilmiştir. Buna göre; “Sigortalılarla işverenlerin bir ay için ödiyecekleri primlerin hesabında: a) Sigortalıların o ay için hakettikleri ücretlerin, b) Prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan sigortalılara o ay içinde ödenenlerin, c) İdare veya kaza mercilerince verilen karar gereğince (a) ve (b) fıkralarında yazılı kazançlar niteliğinde olmak üzere sigortalılara o ay içinde yapılan ödemelerin, Brüt toplamı esas alınır.” Yasa gereğince, maddenin fıkrasındaki istisnalara girmemesi koşuluyla hizmet akdi karşılığı elde edilen her türlü gelirden sigorta primi kesilmesi söz konusu olmaktadır.506 sayılı Kanunda ücretin tanımı yapılmamıştır. Fakat m.77/I-a’da sözü edilen “ücretler” kavramı içine asıl ücretle birlikte, fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücretleri gibi ücretlerinde girdiği kabul olunmaktadır. Bu ücretlerin sigortalıya fiilen ödenmesi şart olmayıp, onun adına o ay için tahakkuk ettirilmiş olması prime esas kazanca dahil edilmesi için yeterlidir.Asıl ücretin eki niteliğinde bulunan prim ve ikramiyeler, prime esas kazançlar olarak brüt tutarları üzerinden ödendikleri aylar itibariyle prime esas tutulur. Bunların tahakkuk etmiş olması prime esas tutulmaları için yeterli olmamakta, ödenmiş olması da aranmaktadır (m.77/I-b).İdare veya kaza mercileri tarafından verilen karar uyarınca sigortalılara yapılan ödemeler (a) ve (b) bentlerinde öngörülen ücret türlerinden ayrımsızdır. Fark, bunların yönetim ve yargı mercilerince verilmiş kararlardan kaynaklanmalarıdır. İşveren ile sigortalı işçi arasında “fazla çalışma ücreti” veya “prim, ikramiye” gibi konularda uyuşmazlık çıkar ve mahkemece, bu işçilik haklarının ödenmesine karar verilir ve sigorta primlerinin ödeneceği ay içinde bu paralar sigortalıya verilirse, bu ödemelerde prim matrahına dahil edilerek, prim hesabında göz önünde tutulur. Bu tür kazançlara salt hak kazanmak, bu kazançların prime esas alınması için yeterli bulunmamaktadır (Mustafa Çemberci, Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, Olgaç Matbaası, 1985 Baskı, s.439).Davaya konu somut uyuşmazlıkta, davacı, davalı işverenlere ait işyerinde çalıştığı, emekli olması nedeniyle bu işyerinden ayrıldığını belirterek, fazla çalışma ücreti de dahil olmak üzere bir kısım işçilik alacaklarının tahsili istemli olarak açtığı davada, fazla çalışma ücreti belirlenerek, istemin kısmen kabulüne karar verildiği, neticeten hükmün Yargıtay HD’nce onanarak kesinleştiği; eldeki davada ise, davalı işverenlerin, fazla çalışma ücretini SSK’ya bildirilen prime esas kazanca dahil etmediklerini belirterek, “davalı işyerinden hak ettiği fazla çalışma ücretlerinin de bildirilen kazancına katılarak prime esas kazançlarının tespitini” istemekte olup, mahkemece, kesinleşen yargı kararıyla hak kazanılan fazla çalışma, genel tatil ücretlerini dikkate alarak hesaplama yapan bilirkişi raporuna dayalı olarak, dönemler halinde prime esas fark kazancın hüküm altına alındığı görülmektedir.Yargı kararı ile hak kazanılan ücret niteliğindeki kazançların hak kazanıldığı dönemlerin prime esas kazançlarına dahil edilmesi isabetsiz olup, ödenmesi koşuluyla, ödemenin yapıldığı ayın prime esas kazanç matrahına dahil edilmesi; hizmet akdinin daha önceki bir tarihte sona ermiş olması karşısında ise, yapılan ödemelerin çalışmanın geçtiği son ayın prime esas kazancında gözetilmesi gerekir.Kabule göre; prime esas fark kazancın, hak kazanılan ayın matrahına dahil edilmesi gerekirken, dönemler halinde hesaplama yapılmış olması da isabetsizdir.Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular dikkate alınarak yapılacak inceleme ile hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.O halde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır...." Bozma üzerine dosyalar, Mahkemenin E.2012/54-55-56-57-59 sıralarına kaydedilmiş; bozma ilamlarına uyularak yargılamaya devam edilmiştir. Mahkeme 8/3/2013 tarihli kararları ile davaları reddetmiştir. Kararların ortak gerekçesi şöyledir:"......tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacının çalıştığı döneme ilişkin fazla mesai ücretlerinin davalı işverenler tarafından diğer davalı SGK kurumuna eksik bildirildiği, bilahare davacının mahkememize açtığı dava sonucunda fazla mesai, bayram genel tatil ücretlerine hak kazandığı, 506 sayılı yasanın 77/ maddesi gereğince ay içinde hak edilen ücretlerin prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istikhaktan sigortalıya o ay içerisinde ödenen tutarların prim esas kazanç matrahına dahil olduğu. maddenin 1 fıkrasının c bendi gereğince ise, a ve b fıkralarında belirtilen ücretler ile prim ve ikramiyelerin ve bu arada ücrete dahil olan bayram genel tatil, hafta tatili, fazla mesai ücreti gibi ücret niteliğindeki kazançların bir mahkeme kararı ile hak kazanılması halinde ödenmesi koşuluyla ödemenin yapıldığı ayın prime esas kazanç matrahına dahil edilmesi hizmet akdinin daha önceden sona ermesi ise yapılan ödemenin çalışmanın geçtiği son ayın prime esas kazancına dahil edilmesi mümkün olup söz konusu, ücret niteliğindeki bu kazançların matraha dahil edilebilmesi için hak kazanılmış olması yeterli olmayıp fiilen ödenmesi de şarttır. Somut olayda davacının mahkeme kararı ile hak ettiği ücretlerin davacıya ödendiği hususu davacı tarafça verilen kesin mehile rağmen ispat edilmediğinden dolayısıyla yargı kararı ile hak kazanılan ücret niteliğindeki fazla mesai, hafta tatili niteliğindeki kazançlar fiilen davacıya ödenmediğinden, 506 sayılı yasanın 77/1-c bendi gereğince prime esas kazanç matrahına dahil edilmesi mümkün olmadığından, davacı tarafın talebi haklı ve yerinde görülmediğinden, davanın reddine karar verilmesi cihetine gidilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine kararlar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/11/2013 tarihli ilamları ile onanmıştır. Onama ilamları 15/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular tarafından 28/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun maddesinin birinci ve ikinci fıkrası şöyledir: "Sigortalılarla işverenlerin bir ay için ödeyecekleri primlerin hesabında:a) Sigortalıların o ay için hakettikleri ücretlerin,b) Prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan sigortalılara o ay içinde ödenenlerin,c) İdare veya kaza mercilerince verilen karar gereğince (a) ve (b) fıkralarında yazılı kazançlar niteliğinde olmak üzere sigortalılara o ay içinde yapılan ödemelerin,Brüt toplamı esas alınır.Şu kadar ki, ölüm, doğum ve evlenme yardımları, yolluklar, kıdem, ihbar ve kasa tazminatları, aynî yardımlar ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca miktarları yıllar itibariyle belirlenecek yemek, çocuk ve aile zamları, sigorta primlerinin hesabına esas tutulacak kazançların aylık tutarının tespitinde nazara alınmaz. Bunların dışında her ne ad altında ödeme yapılırsa yapılsın tüm ödemeler prime tabi tutulur." 506 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların sigorta primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendilerine ait primler tutarını da bu miktara ekliyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur." 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalıların prime esas kazançları aşağıdaki şekilde belirlenir.a) Prime esas kazançların hesabında;1) Hak edilen ücretlerin,2) Prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan o ay içinde yapılan ödemelerin ve işverenler tarafından sigortalılar için özel sağlık sigortalarına ve bireysel emeklilik sistemine ödenen tutarların,3) İdare veya yargı mercilerince verilen karar gereğince yukarıdaki (1) ve (2) numaralı alt bentlerde belirtilen kazançlar niteliğinde olmak üzere sigortalılara o ay içinde yapılan ödemelerin,brüt toplamı esas alınır....d) Ücretler hak edildikleri aya mal edilmek suretiyle prime tabi tutulur. Diğer ödemeler ise öncelikle ödendiği ayın kazancına dahil edilir ve ücret dışındaki bu ödemelerin yapıldığı ayda üst sınırın aşılması nedeniyle prime tabi tutulamayan kısmı, ödemenin yapıldığı ayı takip eden aydan başlanarak iki ayı geçmemek üzere üst sınırın altında kalan sonraki ayların prime esas kazançlarına ilâve edilir. Toplu iş sözleşmelerine tabi işyerleri işverenlerince veya kamu idareleri veya yargı mercilerince verilen kararlara istinaden, sonradan ödenen ücret dışındaki ödemelerin hizmet akdinin mevcut olmadığı veya askıda olduğu bir tarihte ödenmesi durumunda, 82 nci madde hükmü de nazara alınmak suretiyle prime esas kazancın tabi olduğu en son ayın kazancına dahil edilir. Bu durumlarda sigorta primlerinin, yukarıda belirtilen mercilerin kararlarının kesinleşme tarihini izleyen ayın sonuna kadar ödenmesi halinde, gecikme cezası ve gecikme zammı alınmaz ve 102 nci madde hükümleri uygulanmaz..." 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkrası şöyledir:"4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalıları çalıştıran işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak sigortalı hissesi primtutarlarını ücretlerinden keserek ve kendisine ait prim tutarlarını da bu tutara ekleyerek en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar Kuruma öder.Hak edilen ancak, ödenmemiş olan ücretler üzerinden hesaplanacak primler hakkında da birinci fıkradaki hüküm uygulanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1182
Başvuru, sigorta primine esas kazanç tutarının tespiti davasında Yargıtay bozma ilamına uyan Mahkemenin mevzuat hükümlerine aykırı değerlendirme yaparak ve benzer davalarda verilen kararlarla çelişir biçimde davayı reddetmesi nedeniyle hukuk devleti, eşitlik ilkesi ile çalışma ve sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/26695 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların açtığı hukuk davaları, ekli tablonun (D) sütununda belirtilen tarihlerde açılmış ve hâlen derdest durumdadır. Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26695
Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güncel ve siyasi konulara ilişkin yayın yapan bir derginin internet haber arşivinde erişilebilir durumda olan bazı haberlerle ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bireysel başvurunun yapıldığı tarihte ulusal ölçekte yayımlanan Aksiyon dergisinin internet sitesinde 16/5/1998 tarihinde, "68'lilerin Bilinmeyen Yüzü" ve 26/6/1999 tarihinde, "Tescilli Tetikçiler" başlıklı iki haber yayımlanmıştır. Başvurucu; bahsi geçen haberlerin gerçeğe aykırı olduğunu ve bu haberler nedeniyle şeref ve itibarının zedelendiğini ileri sürerek 1/7/2015 tarihinde söz konusu haberlere erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte, yayın içeriğinde kişilik haklarına saldırı teşkil eden ifadelerin bulunmadığı, yazının bir bütün olarak eleştiri sınırları içinde kaldığı gerekçeleriyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 18/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16597
Başvuru, güncel ve siyasi konulara ilişkin yayın yapan bir derginin internet haber arşivinde erişilebilir durumda olan bazı haberlerle ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yönündeki talebin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0