text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1947 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu Ankara'nın Çankaya ilçesi Mürsel Uluç Mahallesi 27056 ada 1 parsel sayılı 6300 metrekare yüz ölçümündeki taşınmazın 66/6300 paylı malikidir. Başvurucunun paydaş olduğu söz konusu taşınmaz 11/10/1991 tarihli ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planında temel eğitim alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu 20/1/2015 tarihinde taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Millî Eğitim Bakanlığına (Bakanlık) başvurmuştur. Bakanlık 21/1/2015 tarihinde okul ihtiyacının oluşması ve yeterli ödeneğin temini hâlinde kamulaştırma işlemi yapılabileceğini açıklamıştır. Başvurucu 23/2/2015 tarihinde Bakanlık, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Çankaya Belediye Başkanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süredir kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının kısıtlandığını ileri sürmüş ve 000 TL tazminat talep etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 27/10/2016 tarihinde uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme kararında, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiğini açıklamıştır. Mahkeme bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 29/9/2017 tarihinde kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunu temyiz yolu açık olmak üzere reddetmiştir. Başvurucu, istinaf isteminin reddi kararını temyiz etmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 29/1/2018 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar 15/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15843 | Başvuru, imar planında taşınmazın kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle memuriyet görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/5/1979 doğumlu olan başvurucu 45 cm boyunda ve doğuştan %46 ortopedik engellidir. 2017 yılında Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı'na girerek İzmir Katip Çelebi Üniversitesine memur olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 16/2/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, kendisinin ve oğlunun fiziksel durumuna ilişkin bilgi verdikten sonra hakkında açılmış herhangi bir dava olmadığını belirtmiştir. Herhangi bir terör örgütü ile ilgisi bulunmadığını, ByLock kaydının ve Bank Asyada hesabının olmadığını ifade etmiştir. Hakkında başlatılan ceza soruşturmasında adli kontrol şartı ile serbest bırakıldığını söylemiştir. İdareye başvurarak güvenlik soruşturmasının içeriğine dair bilgi almak istemesine rağmen herhangi bir bilgiye ulaşamadığından yakınmıştır. Suçluluğu sabit oluncaya kadar masum olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgulayarak tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) 4/1/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan başlatılan ceza yargılaması bulunduğu belirtildikten sonra terör örgütüne üye olma suçundan devam eden yargılama nedeniyle güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak sonuçlanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan yargılamada Mardin Ağır Ceza Mahkemesi 19/3/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karara karşı kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle 27/3/2019 tarihinde karar kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın aşamalardaki beyanlarda belirttiği evlerinde kalma ve yurt müdürlüğü yapma eylemlerinin 1999-2002 yıllarını kapsadığı, aksini gösterir bir delilin dosyada yer almadığı, bu nedenle sanığın beyanının ötesine geçilemediği,Ayrıca atılı suç özel kast gerektiren bir suç olup bu suçtan mahkumiyet hükmü kurulabilmesi için sanıkla örgüt arasında organik bağın oluştuğunun tespit edilmesi gerektiği, bununda sanığın amaç suçu benimsemesi ve benimsediği amaç suçun icrası için örgütün içerisindeki hiyerarşik yapı içerisinde konumlanması ile oluşacağı, sanığın yapıya ait ya da müzahir kurum kuruluşlarla kalma, üyelik ve çalışma gibi temaslarının olması, sanıkla örgüt arasında organik bağın kabulünü sağlamayacağı, zira bu kurumların devletin izniyle faaliyet gösterdiğinin açık olduğu, bu nedenle bu eylemlerin örgüt üyeliği suçuna kanaat ötesinde doğrudan delil olabilmesi için sanığın bu kurum ve kuruluşlarda faaliyette bulunurken örgütün hukuka aykırı yönüne vakıf olarak, amaç suç için eylem ve icralarda bulunduğuna ilişkin bir tespitin bulunması gerektiği, sanığa ilişkin böyle bir tespit de olmadığı,Bu tartışmalar ışığında, sanığın savunması belirttiği hususlar dışında dosyada atılı eylemin delili olarak bulunan hususların sanıksavunmasına itibar edilmemesi ve sanığın üzerine atılı suçtan kurtulmak gayesiyle beyanda bulunduğunun kabulünün yapılmasına yeterli olmadığından sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olmadığının kabulü ile yazılı şekilde karar verilmiştir." Başvurucu, mahkeme kararına karşı 29/3/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, hakkında terör örgütüne üye olmak suçundan başlatılan yargılama sonucunda beraat kararı verildiğini ve kararın kesinleştiğini ifade etmiştir. Hakkında ceza davası olsa bile suçluluğuna dair herhangi bir hüküm kurulmadığı müddetçe ceza davasının bulunmasının kamu görevine girmeye engel teşkil etmeyeceğini belirtmiştir. Kendisinin ve oğlunun engelli durumuna ilişkin bilgilere yer verdikten sonra güvenlik soruşturmasına ilişkin bilgi ve belgeler incelenmeden, davaya ilişkin deliller toplanmadan hukukun temel ilkelerinden olan masumiyet karinesi gözardı edilerek karar verilmesinden yakınmıştır. İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 23/5/2019 tarihinde istinaf talebini, temyiz yolu açık olmak üzere gerekçeli bir şekilde reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Olayda; davacının FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı Mardin Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2018/467 sayılı dosyasında görülen davada beraat ettiği görülmüş ise de, davacının anılan ceza yargılaması sırasında, öğrencilik döneminde bir yıl FETÖ ile iltisaklı Zirve Öğrenci Yurdunda kaldığını, akabinde ikinci yıl bu yapıya ait öğrenci evinde kalmaya başladığını, okulu bitirince yine aynı yapıya ait dershanede çalıştığını, dershanede çalışırken esnaf evlerinde ve üst kattaki yurtta kaldığını, bir süre sohbetlere katıldığını beyan ve ikrar ettiği görülmektedir.Bu durumda; KPSS sonucuna göre memur kadrosuna yerleşen davacının atamasının yapılabilmesi için, hakkında yapılan güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanması gerektiği, davacının FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı Mardin Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2018/467 sayılı dosyasında görülen davada beraat ettiği görülmüş ise de, anılan ceza dosyasında bulunan davacının ifade ve beyanları bir bütün olarak birlikte dikkate alındığında, yapılan tespitlerinin davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına neden olabilecek nitelikte olduğu, davacının atamasının yapılmaması yönünde kullanılan takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gerekleri dışında kullanıldığından bahsedilemeyeceği anlaşıldığından, davacının güvenlik soruşturması arşiv araştırması sonucunun olumsuz olduğundan bahisle atama işleminin gerçekleştirilmemesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu, karara karşı 17/7/2019 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, ceza yargılamasında yer alan tespitlerden hareketle Bölge İdare Mahkemesince aleyhine karar verilmesinin ceza yargılamasında verilen beraat kararının sorgulanması anlamına geleceği ve hakkında beraat kararı verilmesi nedeniyle memuriyete engel bir durumun bulunmadığını ifade etmiştir. Bölge İdare Mahkemesince güvenlik soruşturmasına esas belgeler incelenmeden sadece ceza mahkemesi nezdinde gerçekleşen yargılamada yer alan bilgi ve belgelerden hareket edildiğini belirtmiştir. Başvurucu yine kendisinin ve oğlunun engelli durumuna ilişkin bilgilere yer verdikten sonra haksız bir şekilde atamasının gerçekleşmediğini ileri sürmüştür. Danıştay Onikinci Dairesi 14/11/2019 tarihinde, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin yedinci fıkrası uyarınca temyiz istemini reddetmiştir. Kararda, temyiz başvurusuna konu kararın istinaf incelemesi üzerine kesinleşmesi nedeniyle istinaf incelemesinden geçtikten sonra temyiz incelemesine tabi tutulamayacağı ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73; K.2019/65 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10545 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle memuriyet görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, temyiz talebinin hatalı tebliğ tarihi dikkate alınarak süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, aleyhine icra takibi başlattığı borçlusunun aracına haciz konulduğunu fakat aracın kıymet takdiri ve satış gününün kendisine bildirilmediğini bu nedenle alacaklı olmasına rağmen ihaleye katılamadığını ileri sürerek Şarkışla İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihalenin feshi davası açmıştır. Mahkeme 13/7/2016 tarihinde başvurucunun ihalenin feshini isteyebilecek kişilerden olmadığını belirtip aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren on gün içinde temyiz kanun yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu vekiline 29/9/2016 tarihinde, üzerinde Mahkemenin bilgilerinin yer aldığı bir karar tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili, tebliğ edilen kararın başvurucunun davası ile ilgili olmadığını, tebliğ zarfının üzerindeki esas ve karar sayıları ile mahkeme adının doğru olmasına rağmen zarfın içerisinden Şarkışla Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2012/571, K.2013/507 sayılı kararının çıktığını ifade ederek kendi davasına ilişkin gerekçeli kararın tebliğ edilmesi için 29/9/2016 tarihli dilekçeyle Mahkemeye başvuruda bulunmuştur. Mahkeme, dilekçe üzerine başvurucu vekilinin talebini kabul ederek gerekçeli kararı tebliğe çıkarmış ve 4/11/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ yapılmıştır. Mahkemenin 22/3/2017 tarihli temyiz (dosya gönderme) formunda da başvurucuya gerekçeli kararın 4/11/2016 tarihinde tebliğ edildiği yazılmıştır. Başvurucu 14/11/2016 tarihinde temyiz isteminde bulunmuştur. Başvurucunun temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 18/9/2017 tarihinde süre aşımı gerekçesiyle reddedilmiştir. Yargıtay karar gerekçesinde; Mahkeme kararının 29/9/2016 tarihinde tebliğ edildiği, başvurucunun süresi geçtikten sonra 14/11/2016 tarihinde temyiz dilekçesini sunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de 17/1/2019 tarihinde reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı 27/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 25/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Selin Mirkelam, B. No: 2013/7472, 7/1/2016; Nermin Aslan, B. No: 2018/7666, 21/10/ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9929 | Başvuru, temyiz talebinin hatalı tebliğ tarihi dikkate alınarak süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/3/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 4/4/2008 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma ve tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması suçlarından hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 24/5/2012 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/3/2014 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden onanmış; silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçu yönünden ise bozulmuştur. Bozma sonrasında yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiş, Mahkemece 19/2/2015 tarihinde kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir. İtiraz üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 16/3/2015 tarihli kararıyla itiraz istemi reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10743 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ek performans ödemesi yapılması talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemi ile açılan davada kanun yolu incelemesinin gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği görüş bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sosyal Güvenlik Kurumunda (SGK) memur olarak görev yapmakta iken Sosyal Güvenlik Kurumu Ek Ödeme Usul ve Esasları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi gereğince tarafına performans ödemesi yapılması talebiyle 28/9/2009 tarihinde adı geçen idareye müracaat etmiş ancak başvurucunun bu talebi zımnen reddedilmiştir. Başvurucu, zımni ret işleminin iptali ve performans ödemelerinin 15/6/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesince yapılan değerlendirme sonucu 22/7/2010 tarihli karar ile davanın reddine hükmedilmiştir. Mahkeme gerekçesinde başvurucu tarafından, performans ödemesi yapılacak personel belirlenirken birim amiri tarafından takdir yetkisinin hizmet dışında öznel nedenlerle hukuka aykırı kullanıldığına ya da takdirde açık hata yapıldığına dair bir iddiada bulunulmadığının altı çizilmiş ayrıca takdir yetkisinin hukuka aykırı olarak kullanıldığına dair dava dosyasına somut herhangi bir bilgi ve belge de sunulmadığıbelirtilmiştir. Kararda ayrıca başvurucunun performans ödemesi alması talebinin de 2010 yılında yürürlüğe giren mevzuata uygun olmadığı açıklanmış, 28/9/2009 tarihinden önceki döneme ilişkin performans ödenmesi talebinin ise süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı başvurucu, temyiz talebinde bulunmuş; temyiz incelemesi sonunda Danıştay Onbirinci Dairesi 29/3/2013 tarihli kararı ile temyiz istemini kabul ederek bozmaya hükmetmiştir. Bozma kararında, İlk Derece Mahkemesince dava konusu işlemin gerekçeleri, hangi kriterlere göre değerlendirme yapıldığı ve davacının hangi eksiklikleri ya da olumsuzlukları nedeniyle bu ödemeden yararlandırılmadığı hususlarının araştırılması gerekirken bu yönde bir araştırma ve değerlendirme yapılmaksızın, eksik inceleme ile sonuca ulaşıldığı belirtilmiştir.Temyiz incelemesinin ardından bu defa davalı idare 16/7/2013 tarihli dilekçe ile karar düzeltme talebinde bulunmuş; başvurucu, karar düzeltme talebinde ileri sürülen hususlara ilişkin cevaplarını 30/7/2013 tarihli dilekçesi ile ortaya koymuştur.Karar düzeltme incelemesi sonunda Danıştay Onbirinci Dairesi 9/12/2013 tarihinde karar düzeltme istemini kabul ederek 29/3/2013 tarihli bozma kararının kaldırılmasına ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına hükmetmiştir. Daire onama kararında İlk Derece Mahkemesince verilen karara atıfta bulunarak bu kararın dayandığı gerekçenin hukuk ve usule uygun olduğunu belirtmiştir.Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam başvurucuya 21/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 5/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8236 | Başvuru, ek performans ödemesi yapılması talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemi ile açılan davada kanun yolu incelemesinin gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Sendika Ana Tüzüğü'nün getirdiği bir düzenlemenin demokratik esaslara aykırı bulunarak Genel Kurulun ve Genel Kurulda alınan tüm kararların iptal edilmesininsendikal faaliyet hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu Sendika 3/9/2013 tarihinde, diğer başvurucu ise 5/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan başvuru yapmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci başvurucuya ait 5/9/2013 tarihli ve 2013/6774 sayılı bireysel başvuru dosyasının kapatılarak aralarındaki hukuki irtibat gereği 2013/6759 sayılı başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2013/6759 sayılı dosya üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 25/11/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Tez-Koop-İş Sendikası (Sendika) Ana Tüzüğü’nün (Ana Tüzük/Tüzük) maddesine göre Sendika Genel Kurulu, şube genel kurullarından Tüzük hükümlerine ve Seçim Yönetmeliği'ne göre seçilecek 200 delege ile Sendika Genel Yönetim ve Genel Yönetim Kurulu üyelerinden meydana gelir. Bununla birlikte anılan madde kapsamında olağan Genel Kurul toplantısı öncesinde şubelerin Genel Kurula getireceği Üst Kurul delegelerinin dağılımının Başkanlar Kurulu tarafından belirlenmesi öngörülmüştür. Başvurucu sendikanın 26-27 Mart 2011 tarihlerinde Olağan Genel Kurul toplantısı öncesinde şubelerin Genel Kurula getireceği Üst Kurul delegelerinin tespitine ilişkin olarak 17/1/2011 tarihindeBaşkanlar Kurulu toplantısı yapılmıştır. Başkanlar Kurulu toplantısında Sendika üyesi olan Tesco Kipa A.Ş. iş yerlerinde çalışan 000 işçinin delege seçiminde söz sahibi olup olmayacağına ilişkin ihtilaf oluşmuştur. Başkanlar Kurulunun görüşmeleri sırasında Başkan'ın dâhil olduğu grup ile diğer grup arasında, alınacak kararlar hakkında görüş birliği sağlanmaması üzerine Sendika Başkanı ve aynı zamanda Başkanlar Kurulu Başkanı, toplantıya ara verilmesi ya da toplantının ertelenmesi hakkında bir karar almadan karar defterini alarak toplantı mahallini terk etmiştir. Başkan ve on iki üyeden oluşan bu grup bir süre sonra ayrı bir mahalde toplanarak anılan işçilerin delege seçiminde dikkate alınmadığı bir karar oluşturmuştur. Öte yandan diğer bir kısım Yönetim Kurulu üyeleri ile şube başkanlarından oluşan Başkanlar Kurulu üyeleri de kendi aralarında toplanarak ayrı bir karar oluşturmuşlar ve alınan kararları 18/1/2011 tarihinde notere tasdik ettirdikleri yeni karar defterine işlemişlerdir. Bunun üzerine Sendika Başkanı'nın da aralarında bulunduğu grup muhalif üyelerin yeni karar defteri ile aldıkları kararın iptali talebiyle Ankara İş Mahkemesine dava açmıştır. Diğer gruptaki üyeler de aynı dosya kapsamında karşı davacı olmuştur. Ankara İş Mahkemesi 8/6/2012 tarihli ve E.2011/66, K.2012/423 sayılı kararı ile Ana Tüzük'e uygun olmayan toplantılarda alınmış kararların yok hükmünde sayılması gereken kararlar olduğu sonucuna ulaşmıştır. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 30/1/2013 tarihli ve E.2012/30383, K.2013/1326 sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Öte yandan yukarıda belirtilen ve Tesco Kipa A.Ş. iş yerlerindeki Sendika üyelerinin delege seçiminde dikkate alınıp alınmayacağına yönelik hazırlanan iki ayrı Başkanlar Kurulu kararı üzerine hazırlanan delege listeleri Çankaya İlçe Seçim Kuruluna gönderilmiştir. Bunun üzerine Çankaya İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı, başvurucu Sendika tarafından gönderilen delege listelerindeki farkın Yönetim Kurulunca giderilerek kesin delege listesinin gönderilmesi gerektiğini Sendikaya iletmiştir. Sendika Yönetim Kurulunun 8/3/2011 tarihli ve 16 sayılı kararı ile Tesco Kipa A.Ş. iş yerlerinde çalışan işçiler dikkate alınmaksızın delegelerin belirlenmesini karara bağladığı İlçe Seçim Kuruluna bildirilmiştir. Bu kapsamda Olağan Genel Kurul toplantısı Tesco Kipa A.Ş. iş yerlerinde çalışan işçiler dikkate alınmaksızın belirlenen delegelerin katılımı ile yapılmıştır. Başvurucu Yalçın Çalışkan, genel mali sekreter olarak seçilmiştir. Olağan Genel Kurulun yapılmasından sonra Genel Kurulun ve Genel Kurulda alınan kararların iptal edilmesi için değişik mahkemeler önünde davalar açılmıştır. Bu davalar Ankara İş Mahkemesi önündeki dava ile birleştirilmiştir. Başvurucu Yalçın Çalışkan feri müdahil olarak davaya katılmıştır. Ankara İş Mahkemesi, 30/4/2013 tarihli kararıyla Genel Kurulun ve Genel Kurulda alınan tüm kararların sonuçları ile birlikte iptaline karar vermiş ve üç kişilik kayyum heyeti atamıştır. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:"... sendika yönetim kurulunun 08/03/2011 tarih ve 16 sayılı kararı ile TESCO KİPA AŞ işyerlerinde çalışan işçiler göz önünde bulundurulmaksızın delegelerin belirlenmesini karara bağlandığıve Olağan genel kurulun da bu karar doğrultusunda yapıldığı, Ankara İş mahkemesinin 2011/66 E.sayılı dosyasında17/01/2011 tarihli başkanlar kurulu kararının iptali istemiyle dava açıldığı, mahkemece yapılan inceleme sonucunda, her iki grup tarafından alınan kararın yok hükmünde olduğu yönünde karar verildiği, söz konusu kararın kesinleştiği anlaşılmakla, oluşturulan delege listesi geçersiz hale geldiğinden, usule uygun şekilde yapılmayan 26-27 Mart 2011 tarihli Olağan genel kurulunve genel kurulda alınan kararların iptali cihetine gidilmiştir." Yapılan temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi 12/7/2013 tarihli ve E.2013/19286, K.2013/17449 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararını farklı bir gerekçeyle ve oyçokluğu ile onamıştır. İlamdaki gerekçe şöyledir:"...Yukarıdaki düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere başkanlar kurulu, Sendika Genel Kurulu’na katılacak delegelerin tüzüğün maddesi hükümlerine uygun olarak tespitini yapıp karara bağlama görevi dışında sadece görüş ve öneri sunmaktadır.Başkanlar kurulu tüzüğün 13/b-6 maddesi hükmü uyarınca delege dağılımını kesin olarak belirler. Bununla birlikte başkanlar kuruluna verilen bu yetki sadece tüzüğün maddesinde ayrıntılı ve açıkça düzenlenen delege dağılımı belgelendirmekten ibarettir. Bu konuda başkanlar kuruluna takdir yetkisi verilmemiş olup başkanlar kurulu kararıyla delege dağılımını tüzük hükmüne göre tespit eden komisyon raporu tevsik edilerek sendika içinde kesinleştirilmektedir. Şu halde başkanlar kurulu kararının kurucu niteliği bulunmamaktadır. Konunun delege dağılımına ilişkin başkanlar kurulu kararlarının yok hükmünde olduğunu tespit eden ve Yargıtay Hukuk Dairesi’nin 2012/30383 Esas, 2013/1326 Karar sayılı kararıyla onananAnkara İş Mahkemesi’nin 2011/66 Esas, 2012/423 Karar sayılı dosyayla ilgili olarak da değerlendirilerek bu konudaki tereddütlerin giderilmesi yerinde olacaktır.Yukarıda mahkemesi ve numarası belirtilen kararda hukuken yok hükmünde olan iki farklı toplantıda alınan ve birbiriyle çelişen başkanlar kurulu kararlarının yok hükmünde olduğu tespit edilmiştir. Dairemizce konu sadece şekil açısından değerlendirilmiştir. Başkanlar kurulu kararlarının içeriklerine dair bir inceleme ise yapılmamıştır. Söz konusu dava içerik denetimi yapılmasını gerektirir muhteva, kapsam ve özelliğe sahip de değildir. Diğer taraftan söz konusu başkanlar kurulu kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitinin gerekliliği de açıktır. Zira tüzük hükümleri gereğince hukuki değer ifade eden, genel kurula katılacak delegelerin belirlenmesinde önem taşıyan ve seçim kurulu tarafından dikkate alınan birbiriyle çelişkili ve yok hükmünde olan kararların bu özelliklerinin tespiti gereklidir. Bu kararların hukuka aykırılıklarının tespit edilmemesi halinde genel kurulun şaibeli olduğu yönünde şüphe her zaman mevcut olacaktır. Bu nedenlerle Dairemizin 2012/30383 Esas, 2013/1326 Karar sayılı kararının bu çerçevede yorumlanması gerekir.Başkanlar kurulunun delege dağılımına ilişkin kararının niteliği ortaya konduktan sonra başkanlar kurulu kararının yok hükmünde olduğunun tespitinin 26-2011 tarihinde yapılan davalı Sendika Genel Kurulu’na etkisi üzerinde durulması zorunludur.Başkanlar kurulu kararının niteliği ve özelliği gereği bulunmaması, sadece bir tüzüğe aykırılık hali olup kendiliğinden genel kurulun iptalini gerektirecek nitelik ve nicelikte değildir. Zira başkanlar kurulu kararı yerine delege dağılımı 2011 tarihli yönetim kurulu kararıyla belirlenmiştir. Önemli olan delege dağılımın yasanın emredici düzenlemeleri ile tüzük hükümlerine uygun gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğidir. Bu açıklamalar uyarınca mahkemenin gerekçesi yerinde değildir.Ancak 2011 tarihli yönetim kurulu kararıyla belirlenen delege dağılımının şekli anlamda tüzüğün maddesine uygun olduğu dikkate alındığında somut uyuşmazlık da belirleyici olan husus farklı delege dağılımının da yapılmasına neden olan tüzüğün maddesinin “b” fıkrasının bendinin demokratik esaslara aykırı olup olmadığıdır. Söz konusu hükümde, “Şubelerin yönetim kurulları, şubelerine bağlı toplu is sözleşmesi bağıtlanmış işyerlerinde çalışan ve aidat ödeyen üyelerin toplu is sözleşmesi, yetkisi kesinleşen işyerlerinde çalışan üyelerin ve toplu is sözleşmesinin yürürlükte olduğu işyerlerinde, bir yıldan çok olmamak kaydıyla, her ne şekilde olursa olsun hizmet akdi askıda olan üyelerin listelerine Başkanlar Kurulu toplantısından en geç 10 gün önce Genel Yönetim Kurulu’na bir üst yazı ile teslim eder” denilmektedir.Sendika tüzükleri, Anayasada belirlenen Cumhuriyetin niteliklerine ve demokratik esaslara aykırı olamaz (2821 sayılı SK m. 6). Yine sendika tüzüklerine delege seçilmeyi kısıtlayıcı veya engelleyici hükümler konulamaz (2821 sayılı SK m. 10/son). Bu doğrultuda olmak üzere demokratik esaslara aykırı olacak şekilde seçme ve seçilme ile temsil hakkını kısıtlayan sendika düzenlemeleri ya da uygulamaları genel kurulu sakat hale getirir. Bu halde hukuka aykırılığınsonuca etkili olup olmadığı neticeye etki etmez.Somut olayda, davacılar Tesco-Kipa işyerlerinde çalışan ve sendikaya üye olan 4000 işçinin şube seçimlerine katılmalarına rağmen olağan genel kurula gönderilecek olan üst delegelerin belirlenmesinde hesaba katılmadığını, bu şekilde seçme ve temsil haklarının ellerinden alındığını iddia etmişlerdir. Gerçekten de 2011 tarihli yönetim kurulu kararıyla belirlenen ve genel kurulun oluşumuna esas olan delege dağılımı ile listesine göre yetkisi henüz kesinleşmeyen Tesco Kipa işyerinde çalışan sendika üyesi işçilerin şube genel kurullarına katıldıkları ve hatta bir tanesinin üst kurul delegesi de seçildiği anlaşılmakla birlikte söz konusu yönetim kurulu kararı uyarınca yetkisi kesinleşmemiş işyerleri ve dolayısıyla Tesco-Kipa işyerleri delege dağılımında dikkate alınmamıştır. Tesco Kipa işyerlerinde çalışan işçilerin delege dağılımında esas alınmamasının gerekçesi olan Sendika tüzüğünün maddesinin “b” fıkrasının bendine bakıldığında delege dağılımında sadece toplu iş sözleşmesi bağıtlanmış işyerinde çalışıp aidat ödeyen işçilerin, yetkisi kesinleşmiş işyerinde çalışan üyelerin ve toplu is sözleşmesinin yürürlükte olduğu işyerlerinde, bir yıldan çok olmamak kaydıyla, her ne şekilde olursa olsun hizmet akdi askıda olan üyelerin dikkate alınmasının öngörüldüğü görülmektedir. Bu hüküm uyarınca yaklaşık 4000 üye yani delege dağılımına esas alınan üye sayısının %10’ undan fazla üye delege dağılımında dikkate alınmamıştır. Görüldüğü üzere, bu düzenleme şubenin temsil oranını ve etkinliğini, ayrıca yine delege dağılımını etkileyeceği için şube üyelerinin seçilebilme ihtimalini sınırlayan bir içeriği sahip olup demokratik esaslara aykırıdır. Bunun sonucu olarak da Tesco Kipa işyerlerinin delege dağılımında dikkate alındığı delege listesinde yer alan bir kısım davacılar genel kurula esas alınan ve Tesco-Kipa işyerlerinin dikkate alınmadığı delege listesinde bulunmadıklarından genel kurula üst delege olarak katılamamışlardır." Yargıtay Hukuk Dairesi, anılan Yönetim Kurulu kararıyla yetkisi kesinleşmemiş Tesco-Kipa A.Ş. iş yerlerindeki yaklaşık 000 üyenin delege dağılımında dikkate alınmadığının altını çizmiştir. Yargıtay sonuç olarak Ana Tüzük'teki düzenlemenin, şubenin temsil oranı ve etkinliği ile delege dağılımını etkileyeceği için şube üyelerinin seçilebilme ihtimalini sınırlayan bir içeriğe sahip olduğu ve demokratik esaslara aykırılık taşıdığı sonucuna varmıştır. Yargıtay ilamı, başvurucu Sendikaya 7/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. İkinci başvurucu Yalçın Çalışkan ise nihai karardan yukarıda belirtilen tarihte haricen haberdar olmuştur. Başvurucu Sendika 3/9/2013 tarihinde, diğer başvurucu ise 5/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:"(1) Genel kurulda yapılan organ ve delege seçimlerinin devamı sırasında yapılan işlemlere ilişkin olarak seçim sonuç tutanaklarının düzenlenmesinden itibaren iki gün içinde yapılacak itirazlar hâkim tarafından aynı gün incelenir ve kesin olarak karara bağlanır. İtiraz süresinin geçmesi ve itirazların karara bağlanmasından hemen sonra hâkim, 14 üncü madde hükümlerine göre kesin sonuçları ilan eder ve ilgili kuruluş veya şubesine bildirir.(2) Bakanlık veya kuruluş ya da şubesinin üye ve delegeleri; kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak genel kurul ve seçim yapılması veya seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde bir usulsüzlük ya da kanuna aykırı uygulama iddiasıyla, bu işlemlerin veya genel kurulun iptali için genel kurul tarihinden itibaren bir ay içerisinde dava açabilir. Dava basit yargılama usulüne göre iki ay içerisinde sonuçlandırılır. Kararın temyizi hâlinde Yargıtayca on beş gün içinde kesin olarak karara bağlanır.(3) Genel kurulun veya genel kurulda yapılan organ seçiminin iptaline karar verildiği takdirde mahkeme; genel kurulu kanun ve tüzük hükümlerine göre en kısa zamanda toplamak, seçimleri yapmak ve yeni yönetim kurulu seçilinceye kadar kuruluşu yönetmekle görevli olmak üzere, 4721 sayılı Kanun hükümleri gereğince bir veya üç kayyım tayin eder ve görev sürelerini belirler." 25/11/1992 tarihli ve 3847 sayılı Kanun ile kabul edilenSendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 No.lu Sözleşme’nin (ILO Sözleşmesi) ve maddeleri şöyledir:"Madde 3Çalışanların ve işverenlerin örgütleri tüzük ve iç yönetmeliklerini düzenlemek, temsilcilerini serbestçe seçmek, yönetim ve etkinliklerini düzenlemek ve iş programlarını belirlemek hakkına sahiptirler. Kamu makamları bu hakkı sınırlayacak veya bu hakkın yasaya uygun şekilde kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmalıdırlar.Madde 8Çalışanlar ve işverenlerle bunlara ait örgütler bu sözleşme ile kendilerine tanınmış olan hakları kullanmada, diğer kişiler veya örgütlenmiş topluluklar gibi, yasalara uymak zorundadırlar. Yasalar, bu sözleşme ile öngörülen güvencelere zarar verecek şekilde uygulanamaz." Tez-Koop İş Sendikası Ana Tüzüğü'nün "Sendika Genel Kurulunun Kuruluş Şekli" başlıklı maddesi şöyledir:"a) Sendika Genel Kurulu, sendikanın en yüksek ve yetkili organı olup, şube genel kurullarından tüzük hükümlerine ve seçim yönetmeliğine göre seçilecek 200 delege ile Sendika Genel Yönetim ve Genel Yönetim Kurulu üyelerinden meydana gelir.b) Genel Kurulu oluşturacak delegelerin tespiti;1) Sendika Genel Yönetim Kurulu, Sendika Genel Kurul tarihini üç ay önceden saptamak ve şube başkanlıklarına yazılı olarak bildirmek zorundadır. 2) Sendika Genel Yönetim Kurulu, Sendika Genel Kurulu’nu, şubelerin getireceği üst kurul delege sayılarını saptamak üzere toplar. Başkanlar Kurulu’nun bu toplantısı en geç 15 gün önceden Şube Başkanlıklarına yazılı olarak bildirilir. 3) Şubeleri Yönetim Kurulları, şubelerine bağlı toplu iş sözleşmesi bağıtlanmış işyerlerinde çalışan ve aidat ödeyen üyelerin toplu iş sözleşmesi, yetkisi kesinleşen işyerlerinde çalışan üyelerin ve toplu iş sözleşmesinin yürürlükte olduğu işyerlerinde, bir yıldan çok olmamak kaydıyla, her ne şekilde olursa olsun hizmet akdi askıda olan üyelerin listelerine Başkanlar Kurulu toplantısından en geç 10 gün önce Genel Yönetim Kurulu’na bir üst yazı ile teslim eder. 4) Sendika Genel Yönetim Kurulu, Şube Yönetim Kurullarınca bu belgeleri, Genel Merkez kayıtları ile karşılaştırarak şubelerin üst kurul delegelerinin tespitinde esas alınacak sayıları belirlemek üzere başkanlar kuruluna sunar.5) Sendikanın bu şekilde bulunacak toplam üye sayısı 200 rakamına bölünerek, kaç üyeye bir üst kurul delegesi düştüğü saptanır. Şubelerin b/3’ e göre bulunan üye sayısı belirlenen bu rakama bölünerek, Şubenin Sendika Genel Kurulu’na katılacak delege sayısı bulunur.6) Bütün bu işlemler Başkanlar Kurulu’nun anılan toplantısında görüşülerek son şeklini alır ve hangi şubenin kaç üst kurul delegesi getireceği kesin olarak karara bağlanır. Kesinleştirilen üst kurul delege sayıları yazılı olarak şube başkanlıklarına bildirilir. 7) Başkanlar Kurulunca yapılan bu tespitten önce zorunlu olarak şube genel kurullarını toplayan şubelerin seçmiş oldukları üst kurul delegelerin sayısı, tespit edilen delege sayısından fazla olması durumunda; bende göre tespit edilen ve şubeye yazılı olarak bildirilen sayıda delege, İlçe Seçim Kurulunca kesinleşme şerhi verilen listedeki sıra esas alınarak belirlenir." | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6759 | Başvuru, Sendika Ana Tüzüğü nün getirdiği bir düzenlemenin demokratik esaslara aykırı bulunarak Genel Kurulun ve Genel Kurulda alınan tüm kararların iptal edilmesinin sendikal faaliyet hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, baro levhasına yazılmaya ilişkin tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasından kaynaklanan zararlar nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, hâkim olarak görev yaptığı sırada Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) 16/7/2016 tarihli kararıyla görevden uzaklaştırılmıştır. Akabinde başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu kapsamında ceza soruşturması başlatılmıştır. HSK, 11/10/2016 tarihinde başvurucu hakkındaki uzaklaştırma kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Görevine dönen başvurucu, kendi isteği ile 15/3/2017 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucunun baro levhasına avukat olarak yazılma talebi Adana Barosu ve Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından kabul edilmiştir. Bu yönde verilen karar Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. Bakanlık, başvurucu hakkında devam eden ceza soruşturması olduğunu ve baro levhasına yazılma talebinin soruşturma sonuna kadar reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. TBB, önceki kararında ısrar ederek soruşturma altında olmanın avukatlığa engel bir hâl teşkil etmediği gerekçesiyle başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yeniden yazılmasına ilişkin TBB kararının kesinleşmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, soruşturma altında olan başvurucunun baro levhasına yazılması yönünde tesis edilen işlemin 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi kapsamında hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucu, iptal davasında davalı TBB yanında müdahil olarak yer almıştır. İdare Mahkemesi, 9/11/2017 tarihinde başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabulüne ilişkin işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararda; devam eden ceza soruşturmasının sonucunun beklenmesi gerektiği, işlemin hukuka aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararların doğabileceği belirtilmiştir. İdare Mahkemesi, 27/2/2018 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, karar tarihi itibarıyla başvurucu hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiş olsa da işlemin tesis edildiği tarihte ceza soruşturmasının bulunması nedeniyle dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi, istinaf talebinin kabulüne ve davanın reddine 7/9/2018 tarihinde kesin şekilde karar vermiştir. Kararda, başvurucu hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmesiyle ortaya çıkan yeni hukuki durumun tesis edilen işlemi hukuka uygun hâle getirdiği belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 30/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 25/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/525 | Başvuru, baro levhasına yazılmaya ilişkin tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasından kaynaklanan zararlar nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/35706 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargı kararlarının uygulanmaması ve yargılamaların makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle makul sürede yargılanma, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 15/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) bünyesinde daire başkanı olarak görev yapmakta iken hakkında tesis edilen atama ve görevlendirme işlemlerine karşı açtığı davalarda lehine verilen kararları uygulamayan TPAO YönetimKurulu üyeleri hakkında ceza davası açılmasına izin verilmesi yönünde talepte bulunmuş; talebin zımnen reddedilmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 21/12/1999 tarihli ve E.1999/348, K.1999/1401 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı İdarenin temyizi üzerine karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 26/3/2003 tarihli kararıyla bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesi, kararında ısrar ederek 25/9/2003 tarihli ve E.2003/1398, K.1003/1034 sayılı kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“Dava dosyasının incelenmesinden, 1970 yılından itibaren davalı idarede çeşitli kademelerde görev yapan davacının, 1994 yılında Sondaj Grup Başkanlığı görevine atandığı, bu görevde çalışmakta iken 1998 gün ve 1260/11 sayılı işlemle bu görevden alınarak İnceleme ve Geliştirme Kurulu Üyeliğine atandığı bu işleme karşı açtığı davada Ankara İdare Mahkemesi'nin 1998 gün ve E: 1998/266 sayılı kararı ile dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulduğu ve aynı mahkemenin 1998 gün ve E: 1998/266, K: 1998/749 karar sayılı kararı ile davaya konu işlemin iptaline karar verildiği, Ankara İdare Mahkemesi'nde bu dava görüşülmekte iken yine davalı idarece tesis olunan 1998 gün ve 1271/15 sayılı kararla davacının Sondaj Grup Başkanlığı görevinden, İnceleme ve Araştırma Kurulu üyeliğine atandığı, davalı idare bu işlemi ile Ankara İdare Mahkemesi'nin yürütmenin durdurulması yolundaki kararı kağıt üzerinde uygulayarak, mahkemenin esasına ilişkin kararını beklemeden ve bu kararı yok sayarak yeni bir işlem tesis ettiği, bunun üzerine açılan davada da Ankara İdare Mahkemesi'nin 1998 gün ve E: 1998/818 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulmasına ve bilahare 1999 gün ve E: 1998/818, K: 1999/99 sayılı kararla işlemin iptaline karar verildiği, bu kez Ankara ve İdare Mahkemelerinde bu davalar derdest iken davalı idarenin 1998 gün ve 169 sayılı işlemi ile davacının Batman Bölge Müdürlüğü'nde geçici olarak görevlendirildiği ve açılan davada da Ankara İdare Mahkemesi'nin 1998 gün ve E: 1998/1105 sayılı kararıyla davaya konu işlemin yürütülmesinin durdurulduğu ve son olarak da Ankara İdare Mahkemesi'nin 1999 gün ve E: 199/475, K: 199/479 karar sayılı kararıyla davacının naklen atanması işleminin iptal edildiği, bunun üzerine adı geçenin Ankara Cumhuriyet Savcılığına Yönetim Kurulu üyeleri hakkında şikayette bulunduğu, yakınma üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 1998 gün ve Hz: 1998/68285, K: 1998/29171 sayılı kararla takipsizlik kararı verdiği bu karara karşı yapılan itiraz üzerine Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 1998 gün ve 1998/686 sayılı kararıyla, takipsizlik kararının kaldırıldığı ve soruşturma izni alınması gerektiğine karar verildiği ve davacının bu yoldaki talebine davalı idarece yanıt verilmemesi üzerine görülmekte olan iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır....Yukarıda belirlenen yasal mevzuat, dosyada bulunan belgeler ve oluşa göre idare mahkemelerince verilen yürütmenin durdurulması ve iptal yönündeki kararları uygulamayan ya da uygulayıp kısa sürede aksi yönde işlemde bulunan ilgililer hakkında yasal kovuşturma yollarının açık tutulması ve Hukuk Devleti kurallarının işletilmesi için izin verilmesi gerekirken aksine tesis edilen işlemde hukuka uygunluk görülmemiştir.” Davalı idarenin anılan kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/11/2007 tarihli ve E.2004/125, K.2007/2320 sayılı kararıyla ısrar kararının bozulmasına karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucu tarafından karar düzeltme yoluna başvurulması sonucunda ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 27/9/2012 tarihli ve E.2008/643, K.2012/1298 sayılı kararıyla başvurucunun karar düzeltme talebinin kabulüne, davalı idarenin temyiz isteminin reddi ile ısrar kararının onanmasına, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere karar verilmiştir. Anılan kararakarşı davalı idarece karar düzeltme yoluna başvurulması sonucu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30/5/2013 tarihli ve E.2013/576, K.2013/2156 sayılı kararıyla 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi hükmünden bahisle karar düzeltme aşamasında verilen kararlara karşı yeniden karar verilmesine hukuken imkân bulunmadığı, bu hususun kararda sehven yer aldığından bahisle karar düzeltme talebinin incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. Karar, başvurcuya 11/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda başvurmuştur. Meslek Tazminatı Ödenmemesine İlişkin Süreçler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından, TPAO'da çalıştığı döneme ilişkin olarak 1/9/1999 tarihinden itibaren bir yıl süreyle meslek tazminatının ödenmesinin durdurulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 27/10/1999 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 20/2/2001 tarihli ve E.199/1155, K.2001/252 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiş, karar Danıştay Onbirinci Dairesinin 16/4/2002 tarihli ve E.2001/2317, K.2002/1245 sayılı kararıyla bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesi 10/10/2002 tarihli ve E.2002/1401, K.2002/1179 sayılı kararıyla ilk kararında ısrar ederek yeniden davanın reddine karar vermiş; karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 1/4/2004 tarihli ve E.2003/23, K.2004/411 sayılı kararıyla bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesi 22/2/2008 tarihli ve E.2008/223, K.2008/196 sayılı kararıyla meslek tazminatının ödenmesinin bir yıl süreyle durdurulmasına ilişkin işlemin iptaline ve davanın açıldığı 27/10/1999 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte yoksun kalınan parasal hakların başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu Danıştay Onbirinci Dairesinin 8/2/2011 tarihli ve E.2008/6063, K.2011/1029 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 27/9/2013 tarihli ve E.2011/4773, K.2013/8323 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 13/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer yandan TPAO'da çalıştığı döneme ilişkin olarak 1/9/2000 tarihinden itibaren bir yıl süreyle meslek tazminatının ödenmesinin durdurulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle de başvurucu tarafından Ankara İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 9/5/2001 tarihli ve E.2000/1627, K.2001/594 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiş; karar, Danıştay Onbirinci Dairesinin 16/4/2002 tarihli ve E.2001/4863, K.2002/1244 sayılı kararıyla bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesi 9/10/2002 tarihli ve E.2002/1388, K.2002/1146 sayılı kararıyla ilk kararında ısrar ederek yeniden davanın reddine karar vermiş, karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 1/4/2004 tarihli ve E.2003/22, K.2004/412 sayılı kararıyla bozulmuş, karar düzeltme talebi de 28/6/2007 tarihli ve E.2004/2291, K.2007/1656 sayılı kararıyla reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi 11/9/2007 tarihli ve E.2007/890, K.2007/1372 sayılı kararıyla meslek tazminatının ödenmesinin bir yıl süreyle durdurulmasına ilişkin işlemin iptaline ve davanın açıldığı tarihten itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikteyoksun kalınan parasal hakların başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Karar, kanun yollarına başvuru yapılmaksızın kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 2577 sayılıKanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, ancak disiplin hükümleri saklıdır.” 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesişöyledir:“Temyiz veya istinaf yoluna başvurulmuş olması, hakim, mahkeme veya Danıştay kararlarının yürütülmesini durdurmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8841 | Başvuru, yargı kararlarının uygulanmaması ve yargılamaların makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle makul sürede yargılanma, etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucu duruşmada hazır bulunmasını talep ettiği hâlde infaz hâkimliğince başvurucunun yokluğunda yargılama yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1967 doğumlu olan başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçu ile başka suçlardan aldığı cezaların infazı kapsamında Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümözlü olarak bulunmaktadır. İnfaz Kurumunda 19/7/2018 tarihinde bilgisayar atölyesinde başvurucunun kendisine ait flash belleği A.B.K. isimli tutukluya vererek kullandırttığının kamera görüntülerinden tespit edildiği iddia edilmiştir. Başvurucunun flash bellek vererek bilgisayar ortamında haberleşme sağladığına, bu eylemiyle suç örgütünün faaliyetlerini gerçekleştirdiğine dair iddialar nedeniyle hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. 19/7/2018 tarihli Olay Tutanağı'na göre anılan tarihte başvurucu, kendisine ait bir adet flash belleği sol tarafta bulunan A.B.K.ya yerden atmış; A.B.K.nın da kendi flash belleğini söküp yerdeki flash belleği alarak bilgisayarına taktığını görevli memur görmüş, flash belleğin kime ait olduğunu sorduğunda A.B.K. başvurucuya ait olduğunu teyit etmiş, iki tutuklu da eylemleri inkâr etmiştir. 19/7/2018 tarihli Görüntü İzleme Tutanağı'nda; anılan tarihte başvurucunun A.B.K.nın sağ tarafında oturduğu, aralarında alçak sesle bir şeyler konuştukları, flash belleğini bilgisayarından söktüğü, başvurucuya flash belleği bıraktığı, görevli memurları kontrol ettikleri, A.B.K.nın yazıcıdan gidip çıktıları aldıktan sonra yerine oturduğu belirtilmiştir. Başvurucu ve A.B.K.nın kendi aralarında tekrar konuştukları, başvurucunun masasından kalkarak yazıcının bulunduğu yere yürüdüğü, A.B.K.nın da başvurucuyu seyrettiği, başvurucunun bölmenin altından elini uzatarak flash belleği A.B.K.ya geri vermeye çalıştığı, saat 39'da flash belleği yere attığı, A.B.K.nın da eğilerek flash belleği yerden aldığı ve bilgisayarına taktığı ifade edilmiştir. Memurlar yaklaşınca A.B.K.nın bilgisayarla uğraşmaya başladığı ve görevli memurun bilgisayarda bulunan flash belleği söktüğü, A.B.K.nın el kol hareketi ile flash belleği başvurucunun gönderdiğini ima ettiği ve görevli memurun diğer görevlileri çağırdığı belirtilmiştir. Başvurucu 23/7/2018 tarihli yazılı savunmasında ve 24/7/2018 tarihli ifadesinde; olayın olduğu gün flash belleğini kimseye vermediğini, görevli memurların yanındaki bilgisayarda çalışan kişiyi de dışarı çıkarttıklarını, çıkartmadan önce de hem kendisinin flash belleğini hem de yanındaki kişinin flash belleğini kontrol ettiklerini, atölyenin A.B.K. ile irtibat kuramayacak şekilde dizayn edildiğini, diğer çalışanların ifadelerinden ve kamera kayıtlarından da söylediklerinin doğru olduğunun tespit edilebileceğini, suçlamaları kabul etmediğini ileri sürmüştür. 25/7/2018 tarihli muhakkik raporunda özetle kamera görüntülerinden başvurucu ve A.B.K.nın kendilerine ait flash bellekleri birbirlerine vererek bilgisayar ortamında haberleşme sağladıkları belirtilmiş, böylelikle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) numaralı bendi uyarınca suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırma eylemi nedeniyle 11 günden 20 güne kadar hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmalarının uygun olacağı bildirilmiştir. 26/7/2018 tarihli ve 2018/280 karar sayılı İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) kararında, başvurucunun bilgisayar dershanesinde bulunan diğer hükümlü/tutuklulara kötü örnek teşkil ettiği ve ceza infaz kurumunun huzur ve güvenliğini tehlikeye düşürebilecek davranışta bulunduğu belirtilerek suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma veya yaptırma eylemi gereğince 12 gün süre ile hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde başvurucu; isnat edilen suçun söz konusu olmadığını, kamera kayıtları ile olayı tespit etmenin mümkün olduğunu, ceza infaz kurumu görevlilerinin tuttuğu tutanak ile Kamera İnceleme Tutanağı'ndaki olaya ilişkin hususların birbiriyle çeliştiğini, olayın kendi anlattığı şekilde gerçekleştiğinin A.B.K.nın beyanlarıyla da örtüştüğünü belirterek cezalandırma kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Hâkimlikçe 9/8/2018 tarihli Tensip Tutanağı'na göre başvurucunun 2/10/2018 tarihinde duruşma salonunda bulundurulması için İnfaz Kurumuna müzekkere yazıldığı anlaşılmıştır. Hâkimlik 2/10/2018 tarihli celsede, İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 18/9/2018 tarihli yazısı ve başvurucunun dilekçesini değerlendirerek başvurucunun başka bir mahkemede duruşmasının bulunması nedeniyle 13/11/2018 tarihine yeni duruşma günü vermiştir. Hâkimlik yeni duruşma gününde başvurucunun hazır edilmesi için İnfaz Kurumuna müzekkere yazmıştır. Başvurucu; Mahkemeye hitaben yazdığı 17/10/2018 tarihli dilekçesinde, sanığı olduğu ceza dosyasında 6/11/2018-30/11/2018 tarihleri arasında Ağır Ceza Mahkemesinde duruşmasının olduğunu belirtmiştir. Ayrıca başka bir dosyada Ağır Ceza Mahkemesinde de yargılamasının olduğunu ifade etmiş, bu nedenle İnfaz Hâkimliğinde yapılacak duruşmanın sonraki bir tarihe ertelenmesini talep etmiştir. Hâkimlik 13/11/2018 tarihli duruşmada başvurucunun Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde duruşmada olduğunu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden duruşmada hazır edilmesinin istendiğini ancak başvurucunun duruşmaya katılmak istemediğini belirttiği ifade edilerek yargılamaya son vermiştir. Hâkimlik 22/11/2018 tarihli gerekçeli kararında, başvurucu hakkında yapılan uygulamanın İnfaz Kurumu kurallarına ve mevzuata uygun olduğunu belirterek başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, karara karşı yapmış olduğu itirazında, 17/10/2018 tarihinde Batı İnfaz Hâkimliğine verdiği dilekçede duruşmanın tehirini talep ettiğini, ancak duruşma yapılmasını istemediğinin Duruşma Tutanağı'nda belirtilerek savunma hakkının kısıtladığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca flash bellek alışverişinin söz konusu olmadığını ve kanunda böyle bir suç olmadığını, ceza infaz kurumu personelinin tuttuğu tutanağın diğer delil ve tutanaklar ile çeliştiğini, Hâkimlikçe teknik olarak bir inceleme yapılmadan delilsiz ve duruşmasız olarak suç örgütlerinin eğitim ve propagandasını yapmak suçundan kendisine hücre cezası verildiğini belirtmiş; bu nedenle hükmün kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi 17/12/2018 tarihli kararında, Hâkimliğin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı oyçokluğu ile reddetmiştir. Karşıoy açıklamasında, hükümlülerin birbirlerine verdikleri iddia edilen flash bellekte ne olduğunun araştırılıp denetime imkân verecek şekilde tutanağa bağlandıktan sonra suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapıp yapmadıklarının değerlendirilmesi gerektiğinden çoğunluğun görüşüne iştirak edilmediği belirtilmiştir. Nihai karar 24/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, veya diğer mevzuat hükümlerine aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Şikayet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikayet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir.Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K/md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikayetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hâkimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine ... yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) numaralı bendi şöyledir:"Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...l) Suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir: “(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre duruşma yapmamayı haklı gösteren istisnai durumlar olmadığı sürece ilk derece mahkemesinin huzurundaki yargılamalarda, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca açık duruşma hakkı, beraberinde duruşma isteme hakkını da getirir (Hakansson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 64). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2332 | Başvuru, başvurucu duruşmada hazır bulunmasını talep ettiği hâlde infaz hâkimliğince başvurucunun yokluğunda yargılama yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının on yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, babasının gayriresmî evliliğinden 1964 yılında doğmuştur. Başvurucunun babası 1/7/1969 tarihinde, annesi ise 3/3/1980 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun babasının ölümü üzerine, Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/9/1969 tarihli kararıyla veraset ilamı çıkarılmıştır. Anılan veraset ilamı 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesinde -14/11/1990 tarihinde getirilen değişikliğe kadar- miras hukuku bakımından nesebi sahih olmayanlara yarım pay verilmesi gerektiği hükmüne göre düzenlenmiştir. Söz konusu veraset ilamında başvurucu ve aynı anneden doğan kardeşleri nesebi sahih olmayanlar olarak değerlendirilmiş ve miras hisseleri yarım pay olarak gösterilmiştir. Başvurucunun babasından kalan taşınmazlar üzerinde 1971 yılında yapılan kadastro çalışmalarında kadastro tespiti Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinden alınan mirasçılık belgesinin dikkate alınması suretiyle yapılmıştır. Başvurucunun 27/2/2014 tarihinde Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde veraset ilamının iptali talebiyle açtığı davada 4/6/2015 tarihli karar ile Siverek Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen veraset ilamının iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun ve aynı anneden doğan kardeşlerinin 22/3/1957 tarihli ve 4727 sayılı Tescil Edilmeyen Birleşmeler ile Bunlardan Meydana Gelen Çocukların Tesciline ve Gizli Kalmış Nüfus Vakalarının Cezasız Olarak Kaydına Dair Kanun ile 23/8/1968 tarihli ve 554 sayılı Tescil Edilmeyen Birleşmeler ile Bunlardan Meydana Gelen Çocukların Cezasız Tescili Hakkında Kanun gereğince nesebi sahih çocuklar gibi babalarının hanelerine kayıt edilmelerine rağmen nesebi sahih olmayan çocuklar gibi mirastan yarım pay verilmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar ile başvurucunun da babasının evlilik içinde doğan çocukları gibi eşit oranda miras payı almaları gerektiğine hükmedilmiştir.B. Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu ve babasının gayriresmî evliliğinden doğan kardeşleri, babasından intikal eden taşınmazlar üzerinde 1971 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında 1969 yılında alınan mirasçılık belgesine dayanılarak eksik pay verilmesi suretiyle tapu tahsisi yapıldığı gerekçesiyle 6/3/2014 tarihinde Hilvan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tapu iptali ve tescili davası açmışlardır. Mahkeme 13/7/2015 tarihli kararıyla davaya konu tüm parseller açısından kadastro tutanağının kesinleşmesinden itibaren dava açmaya ilişkin on yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu (kimi parseller için bu sürelerin 24 ile 44 yıl arasında olduğu belirtilmiştir), kadastro tespitinden önceki sebeplere dayalı olarak ileri sürülen iddiaların hak düşürücü süreden sonra dinlenmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme tarafından, başvurucuların 1971 yılında yapılan kadastro tespitinin 1969 yılında alınan veraset ilamına göre yapılmasına ilişkin itirazları kadastro tespitinden önceki sebep olarak belirlenmiştir. Mahkeme kararı Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 15/11/2016 tarihli karar ile onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 25/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 20/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun "Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. " 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: "Mümeyyiz olan reşit, medeni hakları kullanmağa salahiyettardır.'' 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci cümlesi şöyledir: "Rüşt, on sekiz yaşın ikmaliyle başlar.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31122 | Başvuru, tapu iptal ve tescil davasının on yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir | 0 |
Başvuru, tam yargı davasında maddi tazminat istemi yönünden yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2011 yılında Balıkesir Astsubay Meslek Yüksek Okuluna kabul edilmiştir. Başvurucu hakkında askerî öğrenciliğe devam edemeyeceği yönünde bir sağlık kurulu raporu verilmesi üzerine 19/11/2013 tarihinde başvurucunun bu okuldan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu askerî öğrencilikten çıkarılma işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 24/9/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vererek başvurucunun Astsubay Meslek Yüksek Okulundan çıkarılması işleminin iptaline karar vermiştir. Başvurucu iptal kararı üzerine tekrar Balıkesir Meslek Yüksek Okuluna çağrılmıştır.Başvurucu iki haftalık staj eğitimine tabi tutulduktan sonra tarafına astsubay diploması verilmiş ve 30/8/2014 tarihinde Astsubay Çavuş olarak naspedilmiştir. Başvurucu 30/8/2013 ile 30/8/2014 arasındaki görev aylıklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesi, anılan tarihler arasındaki Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) primlerinin de bu kurumlara gönderilmesi için 5/9/2014 tarihli dilekçe ile Millî Savunma Bakanlığına müracaat etmiştir. İdarenin bu başvuruya cevap vermemesi ile 8/11/2014 tarihinde oluşan zımnen ret işlemi üzerine başvurucu bu işlemin iptali talebiyle 12/11/2014 tarihinde AYİM'de dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 27/5/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; askerî öğrencilikten çıkarılma işlemi gibi işlemler hakkında verilen iptal kararlarının hukuki etki ve sonucunun davacının eski statüsüne döndürülmesi olgusu ile sınırlı olduğu gerçeğine vurgu yapılmıştır. Başvurucunun herhangi bir nasıp düzeltme işlemi yapılmaksızın astsubaylık statüsünde geçmesi gerektiğini ileri sürdüğü bir yıllık astsubaylık özlük haklarını talep ettiğine işaret eden Mahkeme, talep konusu bu hususta bir an için talebin kabul edilerek bir yıllık astsubay maaşının ödenmesi kabul edilse bile nasıp düzeltmesi yapılmaksızın bu talebin karşılanmasının müteakip rütbelerde geç terfiye dayanılarak yeni taleplerin ve davaların oluşmasını engellemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun ve maddeleri uyarınca subay ve astsubayların terfi zamanının 30 Ağustos Zafer Bayramı Günü olduğu hususuna işaret etmiş ve ilgili Kanun'un ve diğer madde hükümlerinde yargısal kararlar dâhil çeşitli sebeplerle nasıp düzeltilmesi yapılanlara terfi ve rütbe kıdemliliklerinden dolayı maaş farkı ödenmeyeceği kuralına gönderme yapmıştır. Bu karar, başvurucu vekiline 8/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. 11/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Faruk Büyük, B. No: 2015/17044, 11/12/2018, §§ 18- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19042 | Başvuru, tam yargı davasında maddi tazminat istemi yönünden yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek devlet memurluğundan çıkarma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hemşirelik Yüksek Okulundan mezun olan başvurucu, 2012 yılında Van Askeri Hastanesinde hemşire olarak görev yapmaya başlamıştır. Başvuruya konu olan olaya kadar yaklaşık on beş kez takdir belgesi alan başvurucunun sicilinde disiplin cezasının da bulunmadığı belirtilmiştir. Derece mahkemelerinin kabulüne göre aynı Hastanede doktor subay olarak görev yapan ve evli olan K. ile başvurucu, bir süre devam eden bir birliktelik yaşamışlardır. Bu husus başvurucu tarafından da kabul edilmektedir. Sürece ilişkin belgelerde, söz konusu birliktelik devam ederken K.nın kiraladığı özel mülkte çekilen başvurucu ile K.ya ait bazı fotoğrafların K. tarafından oluşturulan bir e-posta hesabına yüklendiği, ancak e-posta şifresinin çalınarak servis edildiği belirtilmiştir. Anılan görüntülerin kaydedilmesinin başvurucunun rızası hilafına olup olmadığı hususu başvuru dosyasından ve yargı kararlarından anlaşılamamaktadır. Anılan görüntülerin CD'ye aktarılarak başvurucu ve K.nın birlikte çalıştıkları hastanenin başhekimine ulaştırılması neticesinde başvurucu hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Disiplin soruşturması kapsamında başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında; K. ile hemşire olan eşinin ayrı illerde yaşadıklarını ve aralarında problemlerin bulunduğunu K.dan öğrendiğini ve evlilik beklentisi içinde seviyeli bir birliktelik yaşadıklarını beyan etmiştir. Millî Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun (Kurul) 27/5/2013 tarihli kararıyla başvurucu 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Yönetmeliği'nin maddesi gereğince memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunması nedeniyle devlet memurluğundan çıkarılmıştır. Kararın gerekçesinde; başvurucunun evli bir Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) çalışanı ile cinsel birliktelik yaşamasının TSK'nın disiplinini derinden bozacak mahiyette olduğu ifade edilmiştir. Anılan kararın iptali amacıyla başvurucu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Daire Başkanlığında (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 1/4/2015 tarihinde oyçokluğuyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun evli olduğunu bildiği çalışma arkadaşı K. ile ilişki yaşadığı ve bu ilişkiye dair fotoğrafların ortak e-posta hesabına yüklendiği kanaatine varıldığı açıklanmıştır. Ayrıca başvurucu ile K.nın nöbetlerini aynı güne denk getirerek birlikte nöbet tuttukları, ilişkilerini hizmete yansıttıkları ve hizmetin, disiplinin ve iş ilişkisindeki güvenin sarsılmasına neden oldukları, bu suretle başvurucunun yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunma disiplin suçunu işlediği belirtilmiştir. Karşıoy gerekçesinde; başvurucunun disiplin cezasına konu ilişkisinin gizli ihbar mektubuyla amirine bildirilmeden önce hiç kimse tarafından bilinmediği, dolayısıyla ilişkinin iş ortamına yansıtılmadığı belirtilmiş ve meslekten çıkarma cezası birey menfaati ile kamu menfaati arasındaki dengeyi bozacak şekilde ölçüsüz bir yaptırım olarak nitelendirilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 1/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan sivil memurlar hakkında ahlaki nedenlerle devlet memurluğundan çıkarma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka (Ö.N., B. No: 2014/14751, 15/2/2017, §§ 28-39) yer vermiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10245 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek devlet memurluğundan çıkarma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 25/12/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16228 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/4/2014 tarihinde soğuk algınlığı ve yüksek ateş şikâyeti ile Torbalı Devlet Hastanesine gitmiştir. Muayene sonucunda başvurucuya antibiyotik içeren iğne reçete edilmiştir. Başvurucu 7/4/2014 tarihinde yeniden hastaneye gitmiş ve reçetenin verilmesinden sonra kendisine kurum çalışanı hemşire tarafından reçetedeki iğnenin yapıldığını iddia ederek iğne sonrasında kalçasında yoğun ağrı şikâyetlerinin olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, hastanedeki muayenelerden sonra EMG (elektronöromiyografi, sinir ölçüm testi) alınması için Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş; bu hastanede yapılan tetkikler sonucunda başvurucunun sağ ayak siyatik sinirinde meydana gelen hasar nedeniyle düşük ayak oluştuğu belirlenmiştir. Hastanenin Fizik ve Rehabilitasyon merkezinde on beş gün tedavi gören başvurucuda belirgin bir iyileşme olmadığından tedaviye son verilmiştir. Zararlarının tazmini için idareye yaptığı başvuruya olumsuz cevap alan başvurucu 1/6/2015 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; hatalı tıbbi müdahale sonucunda çalışma gücünü %46 oranında kaybettiği, desteksiz yürüyemez hâle geldiği, psikolojisinin bozulduğu, enjeksiyon kaydı olmadığına ilişkin olarak hastane yönetimince ileri sürülen iddianın gerçeği yansıtmadığını belirterek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Davalı idare; cevap dilekçesinde başvurucunun iddialarının gerçeği yansıtmadığını, kendisine 1/4/2014 tarihinde enjeksiyon yapılmadığını, daha sonra konulan tanı ile tedavinin bağlantısının bulunmadığını ileri sürmüştür. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından hazırlanan 5/8/2016 tarihli raporda; başvurucunun sağ siyatik sinirinde hasar olduğu, buna karşın sağlık kuruluşunda enjeksiyon yapıldığına dair tıbbi kayıt bulunmadığı belirtilmiştir. Aynı raporda başvurucuya hastanede enjeksiyon yapıldığının kabul edilmesi hâlinde ise enjekte edilen ilaçların sinir hasarına yol açma ihtimali olduğu, bu durumun önceden bilinmesinin mümkün olmadığı ifade edilerek sağlık personelinin kusurunun bulunmadığı sonucuna yer verilmiştir. Mahkeme 8/6/2017 tarihinde maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporunun yerinde olduğu, başvurucuya enjeksiyon yapılıp yapılmadığının belli olmadığı, enjeksiyon yapılması hâlinde ise sağlık personeline kusur izafe edilmeyeceği belirtilerek maddi tazminat talebi reddedilmiştir. Mahkeme manevi tazminata ilişkin değerlendirmesinde idarenin hizmet kusurunun tespit edilememiş olmasının kayıtların tam ve doğru bir şekilde tutulduğunun anlaşılamamasından ve yeterli incelemenin yapılmamış olmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Bu tespitten hareketle başvurucunun maddi gerçeğe hiçbir zaman ulaşamayacak olmasının meydana getirdiği ruhsal ve psikolojik çöküntünün neticesi olarak başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu vekili ile davalı idare vekili anılan karar için istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde; ATK raporunun eksik incelemeye dayandığını ve evrak üzerinden inceleme yapılması yerine bizzat kurum tarafından muayene edilmesi ve gerçekleşen sinir hasarının esas sebebinin araştırılması gerektiğini vurgulamıştır. Enjeksiyonun gereği gibi yapılması hâlinde de benzer rahatsızlıklar oluşabileceğine ilişkin tespitin tıbbi gerçeklerle bağdaşmadığını ifade etmiştir. Davalı idare vekili ise istinaf dilekçesinde olayda tazminat şartlarının gerçekleşmediğinin ATK raporu ile de sabit olduğunu belirterek manevi tazminat talebinin kabulüne ilişkin kısmını istinaf yoluyla kaldırılmasını talep etmiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdare Dava Dairesi (Daire) 6/2/2018 tarihinde maddi tazminatın reddi kararını onamış, buna karşın manevi tazminata ilişkin kararı kaldırarak davanın manevi tazminat talebi yönünden kesin olarak reddine karar vermiştir. Gerekçede; idarenin maddi-manevi tazmin sorumluluğundan bahsedilebilmesi için hizmet kusurunun belirlenmesi gerektiği, ATK'nın düzenlediği raporda enjeksiyonun hatalı uygulandığı yönünde bir tespit bulunmadığı sonucuna yer verilmiştir. Nihai karar başvurucuya 13/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11847 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, dava dosyasının işlemden kaldırılmasından sonra süresinde yenileme talebinde bulunulmasına rağmen davanın açılmamış sayılmasına kesin olarak karar verilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle Bismil Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 5/1/2018 tarihli duruşmada davanın taraflarca takip edilmemesi nedeniyle dava dosyasının işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu 10/1/2018 tarihli dilekçe ile dava dosyasının yeniden işleme konulmasını Mahkemeden talep etmiştir. Mahkeme 26/6/2018 tarihli kararla, dava dosyasının işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren üç aylık yasal süre içinde yenilenmediği gerekçesiyle 5/4/2018 tarihinden itibaren davanın açılmamış sayılmasına kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 27/6/2018 tarihli itiraz dilekçesini Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 2/7/2018 tarihinde Mahkemeye sunmuştur. Dilekçede, dava dosyasının yenilenmesi amacıyla 10/1/2018 tarihinde talepte bulunulduğu belirtilerek, yargılamaya kalınan yerden devam edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27295 | Başvuru, dava dosyasının işlemden kaldırılmasından sonra süresinde yenileme talebinde bulunulmasına rağmen davanın açılmamış sayılmasına kesin olarak karar verilmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idarenin hizmet kusuru sonucu ölümlü bir trafik kazası meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 1970 doğumlu kardeşi Ş.S. 29/6/2014 tarihinde saat 50 sıralarında Samsun'un Kavak ilçesinde geçirdiği tek taraflı bir trafik kazası sonucu yaşamını yitirmiştir. Aynı kazada Ş.S.nin eşi ve oğlu da hayatını kaybetmiştir. Kazanın Kavak Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi üzerine Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda olay yeri incelemesi yapılmış, olay yerinin krokisi çizilmiş ve fotoğrafları çekilmiştir. Kazadan sonra ayrıca Cumhuriyet savcısının da katılımıyla ölü muayene işlemleri gerçekleştirilmiştir. Olay Yeri Tespit Tutanağına göre kaza Samsun-Ankara kara yolunun Üçhanlar köyü mevkiinde meydana gelmiştir. Tutanağa göre Ş.S.nin kullandığı araç Üçhanlar köyü mevkiine geldiğinde bir anda yoldan çıkarak gidiş istikametine göre yolun solunda, orta refüjde bulunan su kanalına düşmüş; daha sonra orta refüj başlangıç bordür taşlarına çarpmıştır. Kavak Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu kazaya sürücü Ş.S.nin sebep olduğunu, ancak Ş.S.nin de bu kazada yaşamını yitirdiğini belirterek 4/7/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, 23/7/2014 tarihinde yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından kaza yerindeki su kanalının gerekli olup olmadığının araştırılmasını, bu konuda bir kusur varsa ortaya çıkarılmasını talep etmiştir. Başvurucu, su kanalının yapımında ve trafik işaretlerinde kusur olduğunu iddia etmiştir. Kavak Cumhuriyet Başsavcılığı aynı olay hakkında 4/7/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara itiraz edilmediğini, yolun orta bölümüne su kanalı yapılmasında herhangi bir kusur olup olmadığının tespitiyle ilgili olarak başvurucunun hukuk veya idare mahkemelerinde dava açma serbestisinin bulunduğunu belirterek 19/8/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karar, başvurucunun itirazı üzerine Samsun Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/10/2014 tarihli kararıyla kaldırılmıştır. Samsun Sulh Ceza Hâkimliği bu kararında, başvurucunun hukuk veya idare mahkemelerinde dava açma hakkı bulunmakla birlikte bu durumun olayda kusuru bulunan kişi ya da kişilerin cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmadığını, somut olayda kazanın meydana geldiği yolun yapımında kusur bulunup bulunmadığı hususunda ceza soruşturması kapsamında yeterli bir araştırma yapılmadığını ifade etmiştir. Bu karar üzerine Kavak Cumhuriyet Başsavcılığı, kazanın meydana geldiği yolun yapımının teknik şartlara uygun olup olmadığının tespiti için bilirkişi raporu almıştır. İş Güvenliği Uzmanı B.Ç., İş Güvenliği Bilirkişisi K.A. ve Trafik Bilirkişisi R.A. tarafından hazırlanan 5/6/2015 tarihli bu raporda; kazanın meydana geldiği yolun yapım ve bakımından sorumlu olan kuruluşun bir kusurunun bulunmadığı, araç sürücüsü Ş.S.nin olayda asli kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Kavak Cumhuriyet Başsavcılığı 19/6/2015 tarihinde anılan bilirkişi raporu doğrultusunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Samsun Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/8/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 28/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Taksirle öldürme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kişinin yaşamına ve vücut bütünlüğüne yönelen ancak ihmal suretiyle meydana gelen olaylara ilişkin etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara tek başına ya da bir ceza soruşturmasıyla birlikte hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, §§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73; Ercan Bozkurt/Türkiye, B. No: 20620/10, 23/6/2015, § 59; Cavit Tınarlıoğlu/Türkiye, B. No: 3648/04, 2/2/2016, § 114; Fatih Çakır ve Merve Nisa Çakır/Türkiye, B. No: 54558/11, 5/6/2018, § 42). AİHM trafik kazası sonucu meydana gelen bir ölüm olayı ile ilgili olarak ceza soruşturması yolu tüketildikten sonra yapılan bir bireysel başvuruda, tazminat yoluna başvurulmadığına özellikle vurgu yaparak kabul edilemezlik kararı vermiştir (Emine Demir ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 58200/10, 13/10/2015). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16748 | Başvuru, idarenin hizmet kusuru sonucu ölümlü bir trafik kazası meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş mahkemesinde açılan tazminat davasında Yargıtay kararının gerekçesiz olduğu ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından murislerinin iş kazası sonucu ölümü nedeniyle uğradıkları zararın tazmini istemiyle 30/12/2005 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde, işveren Şirketler aleyhine dava açılmış, yargılama kapsamında yapılan incelemeler doğrultusunda 31/5/2013 tarihli karar ile davanın kabulüne, başvurucular lehine ayrı ayrı 000 TL maddi tazminata; başvurucu Serpil Kaya lehine 000 TL, diğer başvurucular lehine de ayrı ayrı 000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Davacıların miras bırakanının, davalı B'ye ait işyerinde, diğer davalının işçisi olarak çalışmakta iken geçirdiği iş kazası sonunda elektrik çarpması nedeniyle öldüğü, davacının miras bırakanının kazadan önce elektrik arızası için çalıştığı, çalışma bitmeden bu hatta elektrik verilmesi ve sigortalının ölümü şeklinde meydana gelen kazada, davalı asıl işveren B'nin %50, diğer davalı yüklenici şirketin %50 oranında kusurlu oldukları, alınan bilirkişi heyeti raporunun kazanın oluşuna uygun olduğu, kazada ölen sigortalının miras bırakanlarına kurum tarafından gelir bağlandığı, sigortalının ölümüyle geride eşi ve çocuklarının kaldığı, davalıların % 100 kusurlarına tekabül eden, kurum tarafından tahsis edilen ilk peşin değerli gelirin mahsubu sonunda davacıların maddi zararlarının ayrı ayrı bilirkişi raporuyla tespit edildiği, buna göre sigortalının eşi Serpil'in maddi zararının 286,93 TL, kızı Makbule'nin maddi zararının 612,97 TL, kızı Burcu'nun maddi zararının 299,33 TL, kızı Burçin'in maddi zararının 389,24 TL olduğu anlaşılmış ancak tüm davacılar için 000,00'er TL maddi tazminat talebinde bulunulduğundan, taleple bağlı kalınarak davacılar yararına 000,00'er TL maddi tazminata hükmetmek gerekmiştir. Davalıların % 100 kusuru neticesinde 36 yaşında vefat eden kazalı işçinin geride eşi ve 1994, 1996 ve 2003 doğumlu 3 çocuğunun kaldığı, davacı Serpil Kaya'nın eşinin ölüm tarihinde 27 yaşında olduğu, genç yaşta eşinin ölümü nedeniyle davacı Serpil ve küçük çocuklarının duyduğu manevi üzüntü ve elemin telafisi için tarafların sosyal ve ekonomik durumları, hak ve nefaset kuralları dikkate alınarak makul miktarda istendiği kanaatine varılan manevi tazminat taleplerinin de kabulüne karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ..." Temyiz incelememesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2014 tarihli ilamı ile onamaya hükmedilmiş ve yargılama süreci sona ermiştir. Onama ilamının ilgili kısımları şöyledir: "... Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddidelillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, taraf vekillerinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ..." Onama ilamı başvuruculara 14/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 12/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10428 | Başvuru, iş mahkemesinde açılan tazminat davasında Yargıtay kararının gerekçesiz olduğu ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılanılan ceza davasında zamanaşımı hükümlerinin yanlış uygulanması, uzman görüşüne başvurulmaması ve eksik inceleme sonucunda karar verilmesi ile yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 5/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının2/5/2000 tarihli iddianamesi ile zimmet suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 23/2/2004 tarihli kararıyla başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş, inceleme devam etmekte iken kanun değişikliği nedeniyle dava dosyası Mahkemesine iade edilmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 29/6/2006 tarihli kararla başvurucunun zimmet suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/4/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma sonrasında yapılan yargılamada Mahkemenin 27/4/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Yapılan yargılama ve toplanan kanıtlara göre maddi olay değerlendirildiğinde; suç tarihinde sanığın Gaziantep Ziraat Bankası Suburcu Şubesi Kambiyo servisinde şef yardımcısı olarak görev yaptığı, görev yaptığı süre içerisinde ve suç tarihinden itibaren uzunca bir süreden beri çeşitli döviz, tevdiat hesaplarından para çekip zimmetine geçirdiği ve önceki mudilerin hesaplarından çektiği miktarları bu hesaplara sonradan başka mudilerin hesaplarından aktarma yapmak suretiyle kapattığı ve 000 TL tutarında senet ve çek tahsilatlarının zamanında ilgili hesaplara yatırmayarak tek imza ile (kendi imzası ile) çekerek zimmetine geçirdiği ve bundan 334 TL menfaat sağladığı...Türkiye Halk Bankası, T.C Ziraat Bankası ve T.C Emlak Bankası ile birlikte özel hukuk statüsüne tabi tutularak anonim şirket haline dönüştürülmek suretiyle personeli hakkında 233 ve 399 sayılı KHK' lerin uygulanması olanağı ortadan kaldırılmış, bu suretle de anılan banka personelinin memur gibi cezalandırılmaları olanaksız hale getirilerek bu personelinin zimmet ve nitelikli zimmet eylemleri nedeniyle 765 sayılı TCK' nun Maddesinin tatbik yeteneği ortadan kaldırılmış ise de alınan değişiklik ile banka mensuplarının bu tür eylemleri suç olmaktan çıkarılmamış; banka aleyhine gerçekleştirdikleri zimmet ya da nitelikli zimmet eylemleri 4389 sayılı bankalar yasasının Maddesinin Fıkrası ve 01/11/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı bankacılık yasasının Maddesinin 1 ve Fıkraları ile yaptırım altına alınmış olması karşısında 25/11/2000 tarihinden itibaren T.C Ziraat Bankası personelinin zimmet suçlarından 4389 sayılı yasanın 22 ve 5411 sayılı yasanın Maddeleri, 25/11/2000 tarihinden işlenen zimmet suçlarında ise 4389ve 5411 sayılı yasaların anılan maddeleri ve 765 sayılı TCK' nun 202 maddesi uyarınca değerlendirme yapılıp lehe olan yasa hükümleri uygulanarak hüküm kurulması suretiyle karar vermek gerektiğine nazaran sanık Mahli Şahin' in üzerine atılı zimmet suçundan 4389 sayılı bankacılık kanununun 22/03-2k uyarınca tecziyesine, mahkememizin 2005/357 esas 2006/277 sayılı kararı ile verilen netice 10 yıl cezası olması itibariyle, aleyhe temyiz olmadığından mahkememizce tespit edilen 1 yıl 8 ay hapis cezasının CMK 326/son maddesi uyarınca 10 yıl hapis cezasına indirilmesine karar vermek uygun görülmüştür." Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14814 | Başvuru, yargılanılan ceza davasında zamanaşımı hükümlerinin yanlış uygulanması, uzman görüşüne başvurulmaması ve eksik inceleme sonucunda karar verilmesi ile yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık herhangi bir görüş beyan etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; hakkında yürütülen soruşturma kapsamında çıkar amaçlı suç örgütüne yöneticilik yapmak, nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından 14/10/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/10/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında örgütlü bir şekilde çok sayıda aracı sahte belgelerle kiralayıpbu araçları değişik il ve ilçelerde müştekilere sattıkları iddiasıyla suç işlemek amacıyla örgüt kurma, bu örgüte üye olma, resmî belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma ve özel belgede sahtecilik suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamede 135 müşteki, 59 suç ve 24 sanık bulunmaktadır. Haklarında dava açılan sanıklardan başvurucu ile birlikte 14 sanık ise tutukludur. Söz konusu dava, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2012/408 sayılı sırasına kaydı yapılmış; 3/9/2012 tarihinde tensip incelemesi yapılmış ve yapılan inceleme sonucunda Mahkemece başvurucunun "...isnat edilen suçların niteliği ve delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması sebebiyle sanıkların delilleri karartma ve kaçma şüphesinin bulunduğu kanaatine varıldığından" tutukluluk hâlinin devamına, tutukluluk durumlarının incelemesinin 2/10/2012 ve 31/10/2012 tarihlerinde yapılmasına, duruşmanın 21/11/2012 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 19/12/2012 tarihli celsesinde başvurucunun tahliye talebi "atılı suçların niteliği ve delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması karşısında sanıkların delilleri karartma ve kaçma şüphesinin bulunduğu adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olmayacağı" gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Mahkemenin 19/9/2013 tarihinde yapılan duruşmasında başvurucunun tahliye talebi "atılı suçların niteliği ve delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması karşısında sanıkların delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunduğu, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olmayacağı" gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkemenin 3/1/2014 tarihinde yapılan duruşmasında başvurucu tahliye talebinde bulunmuş, Mahkemece başvurucunun talebi "atılı suçların niteliği ve delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması karşısında sanıkların delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunduğu, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olmayacağı" gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, tutukluluğa itiraz incelemesinde alınan Savcılık mütalaasının kendisine tebliğ edilmediğine ilişkin olarak başvuru dilekçesinin ekinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2013 tarihli ve 2013/787 Değişik İş sayılı itiraz incelemesi kararını sunmuştur. Kararın incelenmesi neticesinde başvurucunun 19/9/2013 tarihli duruşmada tutukluluğun devamına ilişkin verilen karara itiraz ettiği, itirazı inceleyen Antalya Ağır Ceza Mahkemesince Cumhuriyet savcısının görüşü alındıktan sonra 8/10/2013 tarihinde itirazın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.Başvurucu bu karar üzerine 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Antalya Ağır Ceza Mahkemesince 19/2/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucununkurulan örgüte üye olmak suçundan 1 yıl 8 ay hapis, özel belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı 16 kez 1 yıl 3 ay hapis, güveni kötüye kullanma suçundan ayrı ayrı on beş kez 10 ay hapis ve 000 TL adli para cezası, kamu kurum ve kuruluşlarını aracı olarak kullanmak suretiyle dolandırıcılık suçundan ayrı ayrı 11 kez 2 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezası, resmî belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı 7 kez2 yıl 6 ay hapis, resmî belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı iki kez 3 yıl 4 ay hapis, mala zarar verme suçundan 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Başvurucunun, tutukluluğun devamı kararına itirazı üzerine Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 10/3/2014 tarihli ve 2014/197 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde hüküm tarihine kadar on altı kez duruşma yapılmıştır. Başvurucunun temyizi üzerine İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 5/4/2016 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma sonrası davanın Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/109 sayılı sırasına kaydı yapılmış, 6/5/2016 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir.Dava İlk Derece Mahkemesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (d) bendi şöyledir:"(1) Dolandırıcılık suçunun;...d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,...İşlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (Ek cümle: 29/6/2005 – 5377/19 md.; Değişik: 3/4/2013-6456/40 md.) Ancak, (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin(1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarındakuvvetli şüphe oluşturuyorsa....(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.”5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2069 | Başvuru tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler dolayısıyla aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İlgili Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 6/6/2016 tarihli ve E.2016/24769 sayılı iddianamesi ile Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) kurucusu ve liderinin de aralarında olduğu yetmiş üç örgüt yöneticisi hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, siyasi ve askerî casusluk yapma, zimmet, nitelikli dolandırıcılık, resmî belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkasına verme, yayma, ele geçirme suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Anılan iddianamede MİT’e ait tırların durdurulması ve aranması eylemlerinin FETÖ/PDY mensubu kişilerce ve bu yapılanmanın amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiği ifade edilmiştir (AYM, E.2016/6 ( İş.), K.2016/12, 4/8/2016, § 16). Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) maddesinde, yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlardan terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve jandarma personeline ilişkin tedbirler konulu 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 677 sayılı KHK ile başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı asker kişiler kamu görevinden çıkarılmıştır.B. Tutuklamaya ve Başvuruya İlişkin Süreç Kamuoyunda bilinen ismiyle MİT tırları olaylarının gerçekleştiği tarihler itibarıyla başvurucu astsubay rütbesiyle Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde görev yapmaktadır. MİT tırları olayına ilişkin olarak Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturmada (anılan olaya ilişkin bilgiler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 13-50) 15/12/2014 tarihli iddianameyle başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması talebinde bulunulmuştur. İddianamede isnat edilen eylemlerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarını işlediği iddiasıyla bazı kamu görevlisi sanıklar ile birlikte planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen organizasyonun parçası olarak ve örgütlü bir şekilde hareket ettiği ifade edilmektedir. İddianameye göre başvurucu; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Hükûmetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide vb. terör örgütlerine yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amacıyla devletin güvenliği veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgiler olan ve MİT tarafından yasal olarak gerçekleştirilen, özünde devlet sırrı niteliğindeki faaliyetleri ifşa etmiştir. Başvurucunun tutuksuz olarak yargılanması devam ederken Adana Asliye Ceza Mahkemesinin 11/12/2015 tarihli kararıyla dosyalar arasında hukuki, fiilî ve şahsi irtibat bulunduğu gerekçesiyle dosyanın Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece mahkemesi) E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Öte yandan FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerce gerçekleştirilen ve kamuoyunda Selam-Tevhid Kudüs Ordusu soruşturması olarak bilinen soruşturma kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliği veya ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken görüşmelerin dinlendiği, kaydedildiği ve bir kısmının iletişim tespit tutanağı hâline getirilerek aralarında üst düzey bürokratların da bulunduğu birçok kamu görevlisinin terörle ilişkilendirilmeye çalışılması vb. şekilde gerçekleştirilen usulsüzlüklere ilişkin olarak başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 9/4/2015 tarihinde başvurucuyu diğer şüphelilerle birlikte silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 9-10/4/2015 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki talebin "... dosyadaki mevcut delil durumu ve eylemleri nazara alındığında ..." şeklindeki gerekçeyle reddine karar verilmiştir. Başsavcılıkça yürütülen soruşturma sonucunda 23/10/2015 tarihli iddianameyle başvurucuyla birlikte bir kısım şüpheli hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama, silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları talebiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/11/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2015/297 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Devam eden yargılamada başvurucunun da içinde bulunduğu sanıklar hakkındaki dava (MİT tırları sanıkları yönünden) Mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmiş ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince davanın Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece mahkemesi) E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Dairesinde (E.2015/1) tutuksuz olarak devam etmektedir. 15/7/2016 tarihinde TSK içinde örgütlenmiş olan FETÖ/PDY ile bağlantılı bir grup tarafından yapılan darbe teşebbüsü sonrasında ise bu kez Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuyla birlikte bir kısım şüpheliler hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yeniden soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, anılan bu soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Savcılıkta verdiği ifadede üzerine atılı suçlamaları kabul etmeyen başvurucu, Başsavcılıkça 23/9/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Adana Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Savcılığın talep yazısında şüpheliye isnat edilen eylemle ilgili değerlendirme özetle şöyle ifade edilmiştir:"... suçunun vasıf ve mahiyeti, soruşturma kapsamında toplanan delillerin niteliği dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların mevcudiyeti, hakkında soruşturma yapılan [H.B.]nin, şüpheliyi resminden teşhis ederek evinde düzenlediği örgüt toplantılarına şüphelinin de katıldığını beyan etmesi, şüphelinin Mit Tırları olayında eylemi gerçekleştiren askeri personel arasında olması, özellikle Gülen Cemaati isimli yapının silahlı bir terör örgütü olduğu tanımlaması yapıldıktan sonra terör örgütü elebaşı Fetullah Gülen'in talimatlarına uyarak örgütün en büyük finans kaynaklarından bank asya isimli bankaya yüksek miktarda para yatırması hususlarının, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü içinde yer aldığını, faaliyet gösterdiğini, diğer örgüt üyeleri ile birlikte hareket ettiğini, terör örgütü üyesi olduğunu ispatladığı, Fetullahçı terör örgütünün faaliyetlerine hâlen gizlilik içinde devam ettiği, tüm üyelerinin ortaya çıkarılıp yakalanamadığı, suç için yasada öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, verilmesi muhtemel ceza miktarı, işlenen suçun niteliği dikkate alındığında şüpheli hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olmayacağı, şüphelinin yasadışı yollardan yurt dışına kaçabileceği, adli kontrol tedbirinin tutuklamadan beklenen amacı karşılamayacağı, silahlı terör örgütüne üye olma suçunun CMK 100/3 maddesinde belirtilen suçlardan oluşu dikkate alınarak şüphelinin CMK madde gereği tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep olunur" Başvurucu sorgusunda "Ben daha önce emniyette ifade vermiştim. O ifadem doğrudur, bana aittir. Aynen tekrar ederim, ben oradaki suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum, daha önce de Mit tırlarından dolayı Ankara Ceza Dairesinde yargılanıyorum, beraatimi istiyorum, ben H.B. isimli şahsı tanımıyorum, niçin aleyhime ifade verdiğini, beni teşhis ettiğini bilemiyorum, biz 2014 yılında Mit tırları ile ilgili olayda bana verilen görev kamera kaydı ile görüntü almaktı, bizim gazetelerde basında fotoğrafımız çıktı, bu şahıs beni oradan görmüş olabilir, beni Cumhuriyet Savcımız A.T.nin yazılı emri ile ve sıralı amirlerimizin verdiği görevi yerine getirdik" şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/9/2016 tarihli ve 2016/674 İş sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... atılı suçun niteliği ve önemi, atılı suç için öngörülen ceza miktarı, [H.B.] isimli şahsın şüpheli aleyhine olan beyanları ve yine bu kişi tarafından yapılan fotoğraf teşhisi, atılı suçun CMK'nnn 100/3 maddesinde belirtilen ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde tutuklama nedeni varsayılan suçlardan olması, mevcut delil durumu ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde şüpheli yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, atılı suçun kanunda öngörülen cezasının nev'i ve miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması, kaçma şüphesinin bulunması, adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacak olması dikkate alınarak, CMK , 101 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına, [karar verildi]." Başvurucunun tutuklama kararına karşı yaptığı itiraz Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/9/2016 tarihli verdiği kararla kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 21/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu 24/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 25/10/2016 tarihli kararıyla başvurucu ile birlikte toplam altı şüpheli hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılıkça yürütülen soruşturma sonunda 9/1/2019 tarihli iddianame ile başvurucu ile birlikte toplam yirmi üç şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Başvurucu hakkında yapılan değerlendirme şöyledir:"... FETÖ/PDY Silahlı terör örgütü içerisinde üst hiyerarşisinde bulunan ve kendisinden sorumlu olan örgüt yöneticisinin şüpheli Akif (Kod) [H.B.] olduğu, daha üst hiyerarşide sorumlusunun ise FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Adana ve çevresindeki bölgelerde görev yapan tüm rütbelerdeki Jandarma personelinden sorumlu “Müdür” statüsündeki örgüt yöneticisi şüpheli Halil (Kod) [H.A.E.] olduğu, şüphelinin Milli İstihbarat Teşkilatına ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırların 19 Ocak 2014 tarihinde Adana ili Ceyhan ilçesinde durdurularak aranması eylemine iştirak ettiği, burada tırlarda bulunan devlet sırrı kapsamındaki malzemelerin fotoğraflarını çekmek suretiyle bunları deşifre ettiği ...[anlaşılmıştır.]" İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin sivil yöneticilerinin talimatları doğrultusunda MİT'e ait tırların durdurulması ve sonrasında yaşanan olaylar sırasında devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetini deşifre etmek amacıyla olay yerinde kamera ile çekim yaptığının tespit edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun sadece FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasında iletişim amaçlı kullandıkları ByLock isimli şifreli iletişim yazılımını kendi adına ve eşi adına kayıtlı hatlarla kullanmış olduğu belirtilmiştir.iii. FETÖ/PDY'nin TSK personelini yönlendiren sivil yöneticilerinin sabit (büfe/ankesör vb.) hatlardan örgüt mensubu TSK personeli ile irtibat kurarak personele toplantı günlerine ilişkin bilgiler aktardıkları yönünde yapılan çalışmada, Adana'da örgütsel amaçlı irtibat kurdukları tespit edilen büfe telefonlarından başvurucu adına kayıtlı telefon hattının aranarak başvurucuyla irtibat kurulduğunun tespit edildiği ileri sürülmüştür.iv. Tanık H.B. ifadesinde "Ben bu kurum abiliğine Halil kod H.A.E. vasıtasıyla 2010 yılının son aylarında getirildim, bana bağlı olarak birlikte sohbet yaptığımız maneviyat takip etiğimiz kişilerin fotoğrafından gördüğüm Yasin Yalçınkaya'yı teşhis ettim, hangi rütbede olduğunu bilmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuş ve fotoğraftan başvurucuyu teşhis etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 22/1/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiştir. Mahkeme E.2019/7 sayılı dosya üzerinden yaptığı tensip incelemesi sonunda ise "suç yerinin Adana Ağır Ceza Mahkemeleri yargı ve yetki sınırları içerisinde kaldığı anlaşıldığından dosyanın yetkili ve görevli Adana Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere CMK'nın 12 ve devamı maddeleri gereğince" şeklindeki gerekçeyle yetkisizlik kararı vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 22/1/2019 tarihli tensiben verilen kararda ayrıca "dosya kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, sanıklara atılı suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak var sayıldığı 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu,atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, atılı suçların sübutu halinde yargılama sonucunda verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu" şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derdesttir ve başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 90- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/49199 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler dolayısıyla aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırmama ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş müfettişliği yardımcılığından iş müfettişliği kadrosuna yapılacak atamanın hukuka aykırı işlemle geciktirilmesinden dolayı uğranılan parasal hak kayıplarının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/36421, 2019/36425, 2019/36432, 2019/36438 ve 2019/36705 numaralı başvurular incelenen başvuru ile birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurula sevk edilmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 2011 ile 2013 yıllarında iş müfettişi yardımcısı olarak göreve başlamıştır. Başvurucular 2014 ila 2016 yıllarında yapılan iş müfettişliği yeterlilik yazılı ve sözlü sınavlarında başarılı olmuştur. Ancak başvurucuların iş müfettişliği kadrosuna ataması yapılmamıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bireysel başvuruya konu dava sürecindeki savunmalarında gecikmenin Bakanlar Kurulu değişikliklerinden kaynaklandığı açıklanmıştır. Başvurucular, boş bulunan iş müfettişliği kadrolarına atamalarının yapılması istemiyle 2017 ila 2018 yıllarında İş Teftiş Kurulu Başkanlığına başvurmuş ancak atama sürecinin devam ettiği belirtilerek başvurucuların talebi çeşitli tarihlerde reddedilmiştir. Başvurucular Ankara İdare Mahkemelerinde (İdare Mahkemeleri) bu işlemlerin iptali ile müfettişlik unvanına hak kazandıkları tarihten itibaren yoksun kaldıkları parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle davalar açmıştır. İdare Mahkemeleri, iş müfettişi olarak atanma taleplerinin reddine ilişkin işlemleri iptal etmiştir. Kararların gerekçesinde, idarenin makul bir süre içinde kadro çalışması yapmayarak başvurucuların iş müfettişliğine atanmasını geciktirmesinin hukuk güvenliği ilkesine aykırı olduğunu vurgulamıştır. İdare Mahkemeleri ayrıca başvurucuların yoksun kaldığı parasal hakların da yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesine karar vermekle birlikte parasal hakların hesaplanacağı tarih yönünden farklı sonuçlara ulaşmıştır. Bazı İdare Mahkemeleri başvurucuların iş müfettişi olarak atanmayı hak ettiği tarihten itibaren yoksun kaldıkları parasal hakların ödenmesine karar verirken bazı İdare Mahkemeleri ise yoksun kalınan parasal hakların idareye başvuru tarihinden itibaren hesaplanması gerektiğine hükmetmiştir. Tarafların istinaf istemini inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) çeşitli tarihlerde verdiği kararlarla istinaf istemlerini reddetmekle birlikte başvurucuların parasal haklarının iş müfettişi olarak atanmayı hak ettikleri tarihten itibaren hesaplanması biçiminde hüküm kurulan kararlardaki bu hüküm fıkralarını, parasal hakların idareye başvuru tarihinden itibaren hesaplanması gerektiği şeklinde düzeltmiştir. Kararların gerekçesinde, başvurucuların iş müfettişliğine atanmasının gecikmesinde kadro çalışmaları ile onay işlemleri nedeniyle bunun hemen mümkün olamadığına ve sınavda başarılı olanların ilgili mevzuat gereğince başarı sırasına göre atanacak olmasına vurgu yapmıştır. Ayrıca iş müfettişliği kadrosuna atanana kadar iş müfettişliği için öngörülen parasal hakların ödenmesinin mümkün olmadığının altını çizerek sınavların sonuçlanmasını müteakiben başvuruculara iş müfettişliği kadrosu için öngörülen parasal hakların hemen ödenmeye başlanmasına imkân olmadığını açıklamıştır. Başvurucuların iş müfettişliğine atanma işlemlerinin yapılabilmesi için zorunlu olan sürenin ne kadar olduğunun dosyalardan tam olarak anlaşılamadığını belirterek parasal hakların hesaplanma tarihi olarak iş müfettişliğine atanma için idareye başvuru yaptıkları tarihin esas alınması gerektiğini ifade etmiştir. Nihai kararların başvuruculara tebliğinden sonra başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 31/10/2012 tarihli ve 28453 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi şöyledir: "(1) Yeterlik sınavı yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamadan oluşur. (2) Yazılı sınav, çalışma hayatı mevzuatı, kamu idaresi ve personeli ile ilgili mevzuat, mesleki bilgiler, teftiş usulleri ve yöntemleri konularından yapılır. (3) Yazılı sınavdan başarılı olabilmek ve sözlü sınava girebilmek için en az yetmiş puan almak gerekir. (4) Sözlü sınav, yazılı sınav konuları ile adayın anlama, ifade ve temsil yetenekleri dikkate alınarak yapılır. Buna göre sözlü sınavda, adayın;a) Yazılı sınav kapsamındaki konular hakkındaki bilgisi,b) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,c) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu,ç) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,d) Genel yetenek ve genel kültürü,e) Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı,değerlendirilir. (5) Sözlü sınavda adaylar, sınav kurulu tarafından dördüncü fıkranın (a) bendinde belirtilen konularda elli puan, diğer bentlerde yazılı özelliklerin her biri onar puan üzerinden değerlendirilir ve verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilerek toplanır ve yüz üzerinden sözlü notu belirlenir. Sözlü sınavda başarılı olabilmek için yüz üzerinden en az yetmiş puan almak gerekir. Bunun dışında sözlü sınav ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz. (6) Yeterlik başarı sıralamasında, yeterlik yazılı ve sözlü sınav notlarının ortalaması esas alınır. (7) Sınava katılanlar sınav sonuçlarına yazılı olarak itiraz edebilirler. İtirazlar yazılı veya sözlü sınav sonuçlarının açıklanmasından ve duyurulmasından başlayarak on işgünü içinde bir dilekçe ile sınav kuruluna yapılır. Bu itirazlar, dilekçenin kayda alınmasından itibaren sınav kurulu tarafından incelenir ve sonuç ilgiliye en geç on işgünü içinde yazılı olarak bildirilir." Yönetmelik'in maddesi şöyledir: "Yeterlik sınavlarında başarılı olanlar, yeterlik başarı sırasına göre müfettiş kadrolarına atanırlar. Yeterlik sınav notlarında eşitlik olması halinde, yetişme notu esas alınır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas almaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). Ancak AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmiştir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). AİHM geleceğe yönelik gelirin -kazanılmış olması veya ödenebilir hâle gelmesi durumları hariç- mülk oluşturmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 76639/11, 25/10/2018, § 137). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12998 | Başvuru, iş müfettişliği yardımcılığından iş müfettişliği kadrosuna yapılacak atamanın hukuka aykırı işlemle geciktirilmesinden dolayı uğranılan parasal hak kayıplarının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, isim değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; Türk nüfus kayıt sisteminde adının Seher şeklinde kayıtlı olduğunu ancak eşi ile birlikte Danimarka'da yaşadığını, evlendikten sonra yurt dışında isim değişikliği yaparak Rojda adını aldığını, Türkiye ve Danimarka kayıtlarında farklı isme sahip olması nedeniyle sıkıntılar yaşadığını ve çevresinde Rojda olarak tanındığını belirterek Çorum Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) isim değişikliği davası açmıştır. Mahkeme 16/7/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; dinlenen tanık beyanlarından başvurucuya kendi isteğiyle Rojda olarak hitap ettikleri, nüfus kayıtlarında geçen isim ile sosyal hayatında kullandığı ismin farklı olması nedeniyle yaşadığı herhangi bir sorun olmadığı, yapılan kolluk araştırmasında çevresinde hangi isimle tanındığının tespit edilemediği gerekçesiyle başvurucunun talebinde haklı bir neden ve hukuki menfaat olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 21/10/2020 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda, tanık beyanlarında başvurucunun nüfusta kayıtlı Seher ismi nedeniyle bir sorun yaşamadığının belirtildiğine, tanık Z.nin başvurucunun çevresinde ismen Seher olarak tanındığını beyan ettiğine işaret ederek ilk derece mahkemesinin kararında usul ve esas yönünden kanuna aykırılık bulunmadığı kanaatine ulaşıldığını ifade etmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 28/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 26/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38588 | Başvuru, isim değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Rojda Karakoyun 21/2/2000 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Göztepe Hastanesinde prematüre olarak dünyaya gelmiştir. Kuvözde takibi yapılan bebeğin sonraki muayene ve kontrollerinde birtakım sağlık sorunları tespit edilmiş, önce epilepsi sonrasında ise serebral palsi teşhisi konulmuştur. 17/1/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucunun vücut fonksiyon kaybı oranının %96 olduğu belirtilmiştir. Başvurucular, çocuklarının rahatsızlığının doğum sırasında ve sonrasında yapılan hatalı tıbbi işlem ve uygulamalardan kaynaklandığı iddiasıyla SSK aleyhine 26/5/2003 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Mahkeme olayla ilgili olarak Yüksek Sağlık Şûrasının (Şûra) görüşüne başvurmuştur. 5-6-7 Eylül 2007 tarihli Şûra toplantısında alınan kararda tedavi süreci özetlendikten sonra üç günlük EMR (erken membran rüptürü) (doğum sıvısının erken gelmesi) olan bir doğumun hızlı bir şekilde ilerlemesinin normal olduğu, vaginal doğumun bu durumda her zaman tercih edildiği, sezaryenin bu tip hastalarda tercih edilmeyeceği, bu vakada doğum sırasında komplikasyon ve distozi (doğum zorluğu) gelişmediği, yapılan işlemde doktor S.S.S.nin kusursuz olduğu belirtilmiştir. Ayrıca 28 haftalık ve 000 gram ağırlığında doğan prematüre bir bebekte bahsedilen tüm komplikasyonların gelişmesi beklenebileceğinden hastanın takip ve tedavisinde herhangi bir hata ve kusur olmadığı ifade edilmiştir. Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesince 16/9/2008 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; Şûra tarafından düzenlenen raporun küçük Rojda'nın doğum tarihindeki fiziki durumuna ve dosyadaki delillere uygun olduğu belirtilmiştir. Derece mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2009 tarihli kararıyla olayda idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuş, Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararına uyularak 6/4/2010 tarihli kararla mahkemenin görevsiz olduğuna hükmedilmiştir. Bu durum üzerine başvurucular, SSK ve Sağlık Bakanlığı aleyhine 19/7/2010 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; gebeliğin haftasında iken sezaryenle yaptırılması gereken doğumun normal yolla yaptırılmaya çalışıldığını, bilinmeyen bir sebeple başına iğne enjekte edilen bebeğin çok yüksek sesle ağladığını ve morarmış bir şekilde doğduğunu, kuvözde tedaviye alınan bebeğin kontrolleri yeterli biçimde yapılmadan taburcu edildiğini, kısa süre sonra tekrar rahatsızlanan bebeğin beyninde hasar oluştuğunu belirtmişlerdir. Düzenli kontrolleri yapılmasına rağmen başvurucuya tanı konulamadığını, rahatsızlığın doğumdaki hatalı müdahaleden kaynaklandığını, ailenin bu durumu olaydan iki üç sene sonra doktorların sözlü ifadelerinden öğrendiğini, yapılan tıbbi işlemlerin hizmet kusuru teşkil ettiğini, Adli Tıp Kurumunca (ATK) inceleme yapılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. İdare Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vererek olayda idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak ATK'dan rapor istemiştir. ATK İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından hazırlanan 16/3/2012 tarihli bilirkişi raporunda:- Üç günlük EMR hikâyesi ile doğum başlamış olarak başvuran 28 haftalık gebeliği olan kişinin gebeliğinin devam ettirilemeyeceği, böyle bir durumda normal doğuma bırakılabileceği, doğumun sezaryen yoluyla yaptırılmasının gerekli olmadığı belirtilmiştir. - Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Yeliz Karakoyun'a uygulanan tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, prematüre olarak doğan bebeğin yoğun bakıma alınarak düzenlenen tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir.- Küçükte gelişen klinik durumun 28 haftalık ve 000 gramın altında doğan prematüre bebeklerde görülebilen komplikasyonlar olduğu, hekimlere veya idareye atfı kabil kusur bulunmadığı tespitine yer verilmiştir. Mahkemenin 26/12/2012 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; dosya içindeki tüm doktor raporları, tıbbi bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda Kurulca hazırlanan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/5/2014 tarihli toplantısında onanmış; karar düzeltme istemi de Dairenin 19/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 11/6/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. 7/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fesih Aydar (B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30) kararı. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12128 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari para cezasının iptal edilmesi talebiyle yapılan başvuruda beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama veya sorgulatma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların meydana geldiği tarihte İzmir'in Narlıdere ilçesine bağlı Mithatpaşa Caddesi üzerinde alkollü içki satışı da yapan kuruyemiş dükkânı işletmektedir. Kolluk görevlileri 15/3/2018 tarihinde, saat 00'den sonra işyerinde içki satışı yapıldığına ilişkin tutanak düzenlemişlerdir. Tutanakta, 15/3/2018 tarihinde saat 40'ta Mithatpaşa Caddesi üzerinde devriye görevinin ifa edildiği sırada elinde beyaz renkli bir poşet ile başvurucuya ait kuruyemiş dükkânından çıktığı görülen bir kişinin yanına yaklaşıldığı, kimlik kontrolü sonucu kişinin isminin Y.E.İ. olduğunun anlaşıldığı ve poşetin içinde içkilerle birlikte diğer bazı malzemelerin bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca "Y.E.İ. ile birlikte belirtilen dükkâna gidildiği, işyeri sahibi olan Orhan Güleryüz [başvurucu] isimli şahsa alkol satışı yaptığı ve kapanma saatini geçirdiği" gerekçesiyle bu tutanağın düzenlendiği ifade edilmiştir. Tutanakta bundan başka herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. İçkileri başvurucunun işyerinden satın aldığı iddia edilen Y.E.İ. ve başvurucu, tutanağı imzalamaktan imtina etmiştir. Bu tutanak, Tarım ve Orman Bakanlığı Tütün ve Alkol Daire Başkanlığına (Daire Başkanlığı) gönderilmiş; Daire Başkanlığı başvurucu hakkında gece vakti içki satışı yaptığı gerekçesiyle 076 TL idari para cezası uygulanmasına 7/11/2018 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu bu karara karşı İzmir Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) nezdinde itiraz başvurusunda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde başvurucu; saat 00'den sonra içki satışı yapmadığını, düzenlenen tutanakta alkollü içki satışı yapıldığı belirtilmiş ise de buna ilişkin fiş, fatura belgesi veya içkilerin fotoğrafı gibi hiçbir somut bilgi ya da belgeye dayanılmadığını belirtilmiştir. Başvurucu ayrıca tutanakta alkol satışının Y.E.İ. isimli kişiye yapıldığı ve bu kişinin elinde beyaz renkli bir poşet ile kuruyemiş dükkânından çıktığının görüldüğü iddia edilmiş ise de anılan kişinin kuruyemiş dükkânına elinde poşetle girip girmediğine ilişkin hiçbir tespit yapılmadığını, anılan kişiye içkileri nereden ve ne zaman satın aldığı gibi temel hususlarda soru sorulup buna ilişkin beyanın tutanağa geçirilmediğini, bu eksiklikler nedeniyle tutanağın gerçeği yansıtmadığını ve cezaya esas alınamayacağını ifade etmiştir. Hâkimlik, başvuru üzerine yaptığı ön inceleme sonucunda başvurucunun itiraz dilekçesinin Daire Başkanlığına tebliğ edilerek dilekçede yer alan iddialara karşı Daire Başkanlığının cevaplarının sorulmasına ve idari para cezasına ilişkin işlem dosyasının Daire Başkanlığından istenmesine karar vermiştir. Bunun üzerine Daire Başkanlığı tarafından Hâkimliğe gönderilen 14/12/2018 tarihli cevap yazısında uyuşmazlık konusu olayın tutanakta anlatıldığı şekilde gerçekleştiği, resmî belge niteliğinde olan bu tutanağın aksinin aynı değerde belgelerle ispatının zorunlu olduğu belirtilerek idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Cevap yazısında ayrıca, başvurucunun içki satışı yaptığına dair fiş ve fatura benzeri somut bir belgenin mevcut olmadığı yönündeki iddiasına karşılık olarak saat 00'den sonra işyerinde içki satma eylemi ile belgesiz satış yapma eylemlerinin iki ayrı kabahat olduğu belirtilmiştir. Hâkimlik; dosyaya alınan bilgi ve belgelerin maddi olayı aydınlatmak için yeterli olmadığına karar vermiştir. Bu kapsamda Hâkimlik 15/3/2018 tarihli tutanakta imzaları bulunan kolluk görevlileri ile içkileri teslim eden kişinin yüzleştirilmesi amacıyla kolluk görevlilerinin duruşmada dinlenmelerinin gerektiğini değerlendirerek uyuşmazlığa ilişkin incelemenin duruşmalı yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu müdafiinin hazır bulunduğu yargılamanın 10/6/2019 tarihli celsesinde tutanakta imzası bulunan kolluk görevlilerinden F.S. tanık olarak dinlenmiştir. F.S. beyanında; tutanaktaki bilgilerin doğru olduğunu, olay tarihinde başvurucuya ait kuruyemiş dükkânından çıkarken gördükleri Y.E.İ.yi durdurarak elindeki poşeti incelediklerini ve poşette içki bulunduğunu tespit ettiklerini, Y.E.İ.nin de kendilerine alkol satın aldığını söylediğini ancak daha sonra başvurucuya ait dükkâna gittiklerinde başvurucunun Y.E.İ.ye karşı "Ben mi sana içki sattım?" şeklinde soru sorup baskı uygulaması sonucu Y.E.İ.nin beyanını değiştirerek tutanağı imzalamaktan imtina ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu müdafii tanık beyanına karşı çıkarak başvurucunun Y.E.İ.ye baskı uygulaması nedeniyle Y.E.İ.nin beyanını değiştirmek zorunda kaldığına dair herhangi bir açıklamanın tutanakta yer almadığını belirtmiştir. Hâkimlik; tanık Y.E.İ.nin adresinin araştırılması ve duruşmada hazır edilmesi için duruşmayı 5/7/2019 tarihine ertelemiştir. Hâkimlik 5/7/2019 tarihli celsede tutanakta imzaları bulunan diğer kolluk görevlilerinin de tanık olarak beyanına başvurmuştur. Bu kapsamda tanıklar B. ve H.A. benzer beyanlarda bulunarak Y.E.İ.nin kendilerine içkileri başvurucunun kuruyemiş dükkânından aldığını söylemiş olmasına rağmen daha sonra beyanını değiştirdiğini ve tutanağı imzalamaktan imtina ettiğini ifade etmiştir. Diğer taraftan tutanakta içkileri satın aldığı belirtilen Y.E.İ.nin yurt dışında bulunduğunun tespit edilmesi ve Türkiye'ye ne zaman döneceğine dair herhangi bir bilgi ve belgeye de ulaşılamaması nedeniyle duruşmada tanık olarak dinlenilmesi yönündeki ara karardan vazgeçilmiştir. Yargılama sonucunda Hâkimliğin 18/7/2019 tarihli kararı ile başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Gerekçeli kararda; tutanak tanıklarının beyanlarına ve bu beyanlara karşı başvurucu müdafiinin savunmalarına yer verildikten sonra kolluk görevlilerince tanzim edilen resmî tutanağın delil niteliğinde olduğu, bu tutanak karşısında başvurucunun iddialarının dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle başvurunun reddine karar verildiği belirtilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"4250 sayılı kanunda 'Alkollü içkiler 22:00-06:00 arasında perakende olarak satılamaz hükmünün' düzenlendiği, idari para cezası verilir hükmünün sabit olduğu, 01/01/2017 tarihinden itibaren 36,758 TL'den 183,817 TL'ye kadar idari para cezası verileceğinin belirlendiği, muterize 22:00-06:00 saatleri arasında alkollü içki satışı yapması sebebi ile alt sınırdan 076 TL idari para cezası uygulandığı, idari para cezası tutanağının resmi evrak niteliğinde bulunduğu ve aksi ispat edilinceye kadar geçerli olduğu, ispat kuvveti bakımından başkaca bir delille (kamera kaydı gibi) desteklenmesinin gerekmediği, bu yönde mevzuatımızda bir hüküm bulunmadığı anlaşılmakla, içeriğine göre, idare tarafından dosyaya ibraz edilen belgelerin idari yaptırım tutanağını doğrular nitelikte olduğu, itiraz eden aleyhine verilen idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu, kaldırılmasını gerektirecek herhangi bir yasal sebep bulunmadığı muterizin dilekçesinde ileri sürülen hususların cezadan kurtulmaya yönelik olduğu anlaşıldığından itiraz başvurusunun reddine karar verilmiştir." Başvurucu; -diğerlerinin yanı sıra- tutanakta içkiyi satın aldığı belirtilen Y.E.İ.nin duruşmada dinlenmediğini, bu kişiye içkileri nereden ve ne zaman satın aldığı gibi temel sorular dahi sorulmadan ve bu husustaki beyanı alınmadan hazırlanan tutanağın cezai işleme dayanak yapılamayacağını, tanık sıfatıyla dinlenen kolluk memurlarının bir yıldan uzun bir süre önce yaşanan olayın meydana gelme şekline ilişkin olarak duruşmalardaki detaylı anlatımlarının olay tarihinde düzenlenen tutanakta yer almadığını ileri sürerek karara karşı itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir. Başvurucunun itirazı İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/7/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai olan bu karar 29/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 8/6/1942 tarihli ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nun 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin beşinci fıkrasının üçüncü cümlesi şöyledir: “Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz.” 4250 sayılı Kanun’un 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi şöyledir: “Bu Kanunun 6 ncı maddesinin;...e) Beşinci fıkrasındaki yasaklara aykırı hareket edenlere, 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendinde öngörülen, idari para cezası verilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:(...)d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın tanık kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/4/2012, § 45). Bu kavram duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, §§ 7, 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) kapsayabilir. Bu bakımdan duruşmada ister okunsun ister okunmasın ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda [GK], B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40). AİHM, duruşma salonunda bulunmayan tanıkların beyanlarının mahkûmiyet hükmüne esas alındığı bir yargılamanın adilliğini değerlendirirken uyguladığı genel ilkeleri Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık ([BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011) ve Schatschaschwili/Almanya ([BD], B. No: 9154/10, 15/12/2015) kararlarında özetlemiştir. Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık kararında belirlenen ve Schatschaschwili/Almanya kararında geliştirilen ilkelere göre somut bir yargılama öncesinde veya haricinde elde edilen ve duruşmada okunulmasıyla yetinilen tanık beyanlarının delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine zarar verip vermediğini değerlendirmek için üç aşamalı bir test uygulanmalıdır. İlk olarak tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir nedene dayanmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık, §§ 119-125). İkinci olarak okunmasıyla yetinilen tanık beyanlarının karara götüren tek ya da belirleyici delil olup olmadığına bakılacaktır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık, §§ 126-147). Üçüncü aşamada, duruşmada sınanmayan beyanların kullanılmasından dolayı savunma tarafının karşılaştığı sınırlamayı telafi eden ve bir bütün olarak yargılamanın adilliğini sağlayan dengeleyici unsurların mevcudiyetine bakılmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık, § 147). Yukarıda belirtilen üç adım birbiriyle ilişki içindedir ve birlikte ele alındığında bu üç ölçüt, duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarının okunmasıyla yetinilmesinin yargılamanın adilliğine halel getirip getirmediğinin değerlendirilmesine olanak sağlar. Dolayısıyla geçerli neden şartının karşılanıp karşılanmadığı önemli bir ölçüt olmakla birlikte yokluğu tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle bu üç ölçüt, hak ihlalinin olup olmadığı hususunda hangisinin daha belirleyici olduğuna bağlı biçimde farklı bir sıra takip edilerek incelenebilir (Schatschaschwili/Almanya, § 118). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30221 | Başvuru, idari para cezasının iptal edilmesi talebiyle yapılan başvuruda beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanığın sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama veya sorgulatma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu makamları gerekli önlemleri almadığı için gerçekleşen iş kazası sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve olaya ilişkin olarak açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedenleriyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İnegöl Organize Sanayi Bölgesi'ndeki bir şirkete ait dokuma tesislerinin alanı içinde bulunan yüksek gerilim hattının deplasesinin gerekmesi üzerine bu işin Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketinin (TEİAŞ) kontrolörlüğünde bir başka müteahhit firmaya yaptırılması sırasında söz konusu firmanın işçisi olan başvurucuların yakını Y. 15/4/2005 tarihinde elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetmiştir.A. İnegöl Asliye Hukuk Mahkemesinde 2005/411 Esasa Kayden Yürütülen Tazminat Davası Süreci Başvurucular 6/10/2005 tarihinde A. Şirketi, TEİAŞ, İ. Şirketi ve H.S. aleyhine maddi ve manevi tazminat ödenmesi talepli dava açmıştır. Başvurucular her biri için 000 TL olmak üzere toplam 000 TL manevi tazminat ile her biri 100 TL olmak üzere toplam 300 TL maddi tazminat ödenmesini talep etmiştir. İnegöl Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 2005/411 esasına kayden yürütülen yargılamada başvurucular 29/11/2011 tarihli ıslah dilekçesiyle, yargılama sırasında temin edilen bilirkişi raporunda davalılardan yalnızca A. Şirketinin olayda kusuru bulunduğu tespit edildiğinden diğer davalılar bakımından ıslah hakları saklı kalmak üzere yalnızca davalı A. Şirketi bakımından maddi tazminat taleplerini ıslah ettiklerini bildirmiştir. Başvurucular maddi tazminat taleplerini başvurucu Aynur Yanık için 100 TL'den 105,76 TL'ye, başvurucu Hazer Yanık için 100 TL'den 756,64 TL'ye, başvurucu Soner Yanık için ise 100 TL'den 857,56 TL'ye çıkarmıştır. Mahkeme, iş mahkemesi sıfatıyla verdiği 20/1/2012 tarihli kararla başvurucuların maddi ve manevi tazminat taleplerini davalı A. Şirketi bakımından kabul etmiş, davalılar TEİAŞ, İ. Şirketi ve H.S. bakımından ise reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... Davacı vekili davasını ıslah etmiş, ıslah harcını yatırmış, karşı tarafa tebliği yapılmıştır. Yapılan yargılama sonunda taraf beyanları, toplanan deliller ve bilirkişi raporları hep birlikte değerlendirildiğinde, davacılardan Aynur Yanık'ın eşi, Soner ve Hazer Yanık'ın babaları müteveffa [Y.nin] 15/04/2005 tarihinde [A.] Elek. İnş. Taahüt.Tic. ve San. Ltd. Şti. işçisi olarak çalışmakta iken iş kazası sonucu vefat ettiği, kazanın meydana geldiği yerde TEİAŞ Genel Müdürlüğü kendi mevzuatına uygun şekilde [A.] firmasına yer teslimi yaptıktan sonra hattın enerjisini kesmiş, bundan sonra TEİAŞ'nin görevinin hattın deplasesinde kullanılan malzemelerin kontrolörlüğü olduğundan TEİAŞ Genel Müdürlüğü ve çalışanı [H.S.ye] atfı mümkün kusur olmadığı, [İ.] A.Ş. resmi protokol ve sözleşmelerde işveren olmasına rağmen, işi anahtar teslimi olacak şekilde [A.] şirketine verdiği, bu durum üst - alt işveren ilişkisinin oluşmasını önlediğinden [İ.] A.Ş.ne atfı mümkün kusur olmadığı, [A.] firması TEİAŞ açısında teknik yeterliliğe sahip firma olduğu, o halde işin yapılması sırasında sadece işçi sağlığı ve iş güvenliğinden sorumlu ekip başlarının denetiminde işin her türlü mevzuata uygun şekilde yapılmasının sağlanması gerekirken firma çalışanların kendi insiyatifleriyle iş yaptıkları ve bunun sonucunda olayın meydana geldiği anlaşılmış, [A.] firmasının olayın meydana gelmesinde % 60 kusurlu olduğu, dosya içeriğine göre elektrik bilgisi olduğu anlaşılan ancak olay yerinde uygun malzeme kullanmaksızın eliyle toprak bağlantısı olmayan iletkeni havai hat iletkenine bağlayan [Y.nin] olayın meydana gelmesinde % 40 kusurlu olduğu, ... [Y.nin] 15/04/2005 olay tarihinde 40 yıl 4 ay 4 günlük olduğu, 40 yaşında kabul edilerek P.F. tablosuna göre bakiye ömrü 30 yıl olduğu, muhtemelen 70 yaşına kadar yaşıyacağı, ...Yargıtay'ın bu konudaki yerleşmiş içtihatlarıyla kural olarak aktif çalışma yaşı sonu 60 olarak kabul edilmiştir. Müteveffanın aktif çalışma hayatının 60 yaşına kadar süreceğinin kabulü ile bakiye ömründe zarar gördüğü aktif hayat süresi 20 yıl ve pasif devresi 10 yıl olduğu, müteveffanın aylık kazancının 000,00 TL olduğu, iş kazası sonucu bağlanan gelirlerin peşin değerlerinin bildirildiği 15/08/2011 tarihli yazıda eş Aynur Yanık'ın 2011 tarihindeki yaşının 46 olduğu ve çocuklardan Soner'in 16/10/2008 diğer çocuk Hazer'in ise 16/06/2008 tarihinde gelirden çıktıkları, bu durumda eş Aynur Yanık kaza tarihi olan 15/04/2005 tarihinde 40 yaşında olduğu kabul edildiğinde, eş Aynur Yanık bakımından müteveffa kocasının aktif ve pasif devresi ile sınırlı olarak, çocukların doğum tarihleri bilinmediğinden zaruri olarak gelirden çıktıkları belirtilen tarihlere kadar müteveffanın desteğinden yoksun kaldıkları süreler eş Aynur Yanık için 20 yıl aktif 10 yıl pasif olmak üzere destekten yoksun kalma sebebiyle bakiye maddi zararı 105,76 TL,oğlu Soner 3 yıl destekten yoksun kalma sebebiyle bakiye maddi zararının 857,56 TL, oğlu Hazer 3 yıl destekten yoksun kalma sebebiyle bakiye maddi zararının 756,64 TL olduğuna dair hesap bilirkişi raporlarına itibar olunmuştur....Davacının iş kazası sonucu vefat ettiği olayda itibar olunan 2010 tarihli son bilirkişi raporuna göre davalı[A.] Elek İnş Taahhüt Tic ve San Ltd Şti nın %60 kusurlu olduğu, müteveffa [Y.nin] %40 kusurlu olduğu, diğer davalıların kusurlarının bulunmadığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.Hesap bilirkişisinin hükme elverişli raporunda yapmış olduğu hesaplama ve tarafların belirlenen kusur oranları gözetildiğinde:Davalı [S.] A.Ş [İ.] şubesi aleyhine açılan maddi-manevi tazminat istemli davanın davalının kusurunun bulunmadığı anlaşılmakla REDDİNE, Davalı T.E.İ.A.Ş. aleyhine açılan maddi-manevi tazminat istemli davanın davalının kusurunun bulunmadığı anlaşılmakla REDDİNE, Davalı [H.S.] aleyhine açılan maddi-manevi tazminat istemli davanın davalının kusurunun bulunmadığı anlaşılmakla REDDİNE, Davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt Tic. ve San. Ltd. Şti. aleyhine açılan maddi-manevi tazminat istemli dava yönünden, Davacı AYNUR YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE, 105,76 TL maddi tazminatın 100,00 TL lik kısmı için 15/07/2005 tarihi, 005,76 TL lik kısmının dava tarihi olan 06/10/2005 tarihi itibari ile işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, Davacı HAZER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE, 756,64 TL maddi tazminatın 100,00 TL lik kısmı için 15/07/2005 tarihi, 656,64 TL lik kısmının dava tarihi olan 06/10/2005 tarihi itibari ile işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, Davacı SONER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE, 857,56 TL maddi tazminatın 100,00 TL lik kısmı için 15/07/2005 tarihi, 757,56 TL lik kısmının dava tarihi olan 06/10/2005 tarihi itibari ile işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekmiş olup;...Davacı AYNUR YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KABULÜ İLE 30,000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi itibari ile 15/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, Davacı HAZER YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ İLE 000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi itibari ile 15/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin istemelerinin REDDİNE, Davacı SONER YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ İLE 000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi itibari ile 15/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin istemelerinin REDDİNE..." Başvurucular temyiz dilekçesine ekli 30/9/2012 tarihli özel bilirkişi raporunu yargılama dosyasına sunmuştur. Bu raporda, A. Şirketinin olayın meydana gelmesinde %50, TEİAŞ'ın %15, yakınları Y.nin %35 oranında kusurlu olduğu, diğer iki davalının ise kusuru bulunmadığı tespitine yer verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Yargıtay) 18/2/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... Dosyadaki kayıt ve belgelerden, İnegöl organize sanayi bölgesinde kurulu bulunan davalı [S.][yani İ.] A.Ş'ye ait dokuma tesislerinin genişleme alanı içinde bulunan yüksek gerilim hattının deplasesinin gerektiği, davalı [S.] A.Ş ile TEİAŞ arasında yapılan bir protokol ile bu deplase işinin TEİAŞ'ın kontrolörlüğünde bir başka müteahhit firmaya yaptırılmasının kararlaştırıldığı, bu protokol kapsamında da davalı [S.] A.Ş'nin bir sözleşme ile işin diğer davalı [A.] Elk. İnş. Taah. Tic. ve San. Ltd. Şti'ye verdiği, ölen sigortalının davalı [A.] Elk. İnş. Taah. Tic. ve San. Ltd. Şti'nin işçisi olduğu ve kazalının bu deplase işi sırasında elektrik akımına kapılarak vefat ettiği anlaşılmaktadır.Somut olayda, mahkemece davalı TEİAŞ bakımından meydana gelen iş kazasında kusurunun bulunmadığı gerekçesi ile aleyhine açılan davaların reddine karar verilmişse de yukarıda açıklandığı üzere davaya konu kaza öncesinde davalı [S.] A.Ş ile TEİAŞ arasında yapılan protokol kapsamında TEİAŞ'ın yapılacak deplase işinde kontrolörlük görevinin bulunmasına göre davalı TEİAŞ'ın kusur durumunun hükme esas alınan 2010 tarihli kusur raporunda ilgili protokol kapsamında irdelenmemesi, ayrıca yüksek gerilim hatlarının deplasesi işinin esasında davalı TEİAŞ'ın asli işi olup bu işin diğer davalı [A.] Elk. İnş. Taah. Tic. ve San. Ltd. Şti'ne yaptırılmasının da asıl işin devri niteliğinde olmasına göre davalı TEİAŞ'ın diğer davalı [A.] Elk. İnş. Taah. Tic. ve San. Ltd. Şti'ni kusurundan sorumlu olacağı hususlarının göz ardı edilmesi doğru olmamıştır.Yapılacak iş, öncelikle davalı TEİAŞ'ın davaya konu yüksek gerilim hatlarının deplasesi işinde diğer davalı [S.] A.Ş ile yaptığı protokol kapsamında kontrolörlük görevinin de olduğu hususu gözetilerek konusunda uzman bilirkişi heyetine olayı yeniden inceletmek, çıkacak neticeye göre de özellikle davalı TEİAŞ'ın asıl işveren olduğu hususu ile diğer tüm delilleri bir arada değerlendirerek yeniden bir karar vermekten ibarettir.Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın eksik araştırma ve hatalı değerlendirme ile sonucunda yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir...."B. Mahkemenin 2013/380 Esasa Kayden Yürüttüğü Tazminat Davası Süreci Yargıtayın bozma kararı üzerine 2013/380 esasa kaydedilen yargılamada, dosya yeniden bilirkişiye tevdi edilmiştir. Bilirkişi 11/11/2013 tarihli raporunda A. Şirketinin olayının meydana gelmesinde %50, TEİAŞ'ın %20, Y.nin ise %30 oranında kusurlu olduğunu bildirmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:"...OLAY: [İ.] Dokuma işletmeleri Sanayi ve Tic. A.Ş tarafından. 154 kV'luk Orhaneli-İnegöl-Keles enerji nakil hattı, TEİAŞ'dan yeterlilik almış [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti. unvanlı müteahhit firmaya iş sözleşme ile verilir. [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti. işvereni; [A.nın],11-2005 tarihleri arasında enerji kesilmesi yönündeki başvurusu neticesinde TEİAŞ'ca 2005 tarihinde gerekli enerji kesim işleminin yapılacağı, hattın açılarak topraklamanın yapılacağı belirtilmiştir. 2005 (Cuma) günü, işyerine gelen ekip başı [Y.] [başvurucuların yakını] ve ekibi, bir gün sonra işbaşı yapmaları yönündeki talimata karşın, sabah saat 00 sıralarında çalışmalara başlar. Malzemesi [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti. tarafından temin edilerek işyerine getirilen CP3 diye anılan galvaniz direk demirleri [Y.] ve ekibince yerinde monte edilmeye başlanır. 5 metre yüksekliğindeki ilk dikmenin tamamlanıp çaprazların atılmasından sonra, ikinci dikmelere geçilir. İnşa edilmekte olan direğin sağ ve sol tarafından; gerilim altında olmayan, 154 kV' luk, çift devreli, YG hat telleri geçmektedir. [Y.], YG hattında indüksiyon adı verilen gerilimin yüklü olması ihtimaline binaen, hattı topraklamaya çalışır. Bunun için direkle bağlantısını yapmadığı 2 metre uzunluğundaki izolesiz kabloyu 795 MCM diye bilinen hat teline atar ve indüksiyon gerilimine kapılarak saat 00 sıraları yaklaşık 10 metre yükseklikten aşağı düşerek kazaya uğrar ve vefat eder. ...SAPTANAN HUSUSLAR: 1- [İ.] Dokuma işletmeleri Sanayi ve Tic. A.Ş.'nin arazisi üzerine, yeni kurulacak tesisin inşasına engel alan, 154 kV'luk Orhaneli-İnegöl-Keles elektrik iletim hattı 115 nolu direğin demontajının yapılarak, hattın yeni güzergahına alınması işi (direğin deplase işi) [İ.] Dokuma İşletmeleri Sanayi ve Tic. A.Ş.nin talebi üzerine yapılmaktadır. 2005 tarihinde imzalanmış Protokolün 6 numaralı alt bölümünde [İ.] firması tarafından yapılacak işler, 7 numaralı alt bölümünde ise TEİAŞ'ca yapılacak işlerin belirtildiği, [İ.] firması tarafından TEİAŞ'ın yeterlilik verdiği firmalardan birisine verilen deplase işinin yaptırılan projesinin TEİAŞ'ca uygun bulunmasının sonrasında gerekli yer teslim işleminin müteahhit firmaya yapılarak, kontrollük hizmetlerini devreye sokacağı, TEİAŞ'ın kontrolörünün hat bakım ustası [H.S.] olduğu tespit edilmiştir.2- [Y.nin], [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti.de 2005 tarihinde hat monitörü olarak çalıştığı, herhangi bir sertifikasının bulunmadığı, tespit edilmiştir. İş sağlığı ve güvenliği eğitimi almamıştır....4- [Y.ye] yerden 10 metre yükseklikte yaptığı çalışma sırasında kendisini emniyete alacak güvenlik kemerinin verilmediği ve kullandırılmadığı, gerekli gözetim, denetim ve uyarının yapılmadığı tespit edilmiştir.5- [Y.], [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti. tarafından verilen talimata uymayıp, ekibi ile 2005 günü işbaşı yapmıştır. [Y.nin] indüksiyon gerilimi ile yüklü bulunan hattı, 2 metre uzunluklu izolesiz tel ile topraklamak için, iletkeni önce hatla ilişkilendirip sonra direğe bağlamak isterken, indüksiyon gerilimin bedenine geçmesine neden olup devrenin tamamlanarak gerilim altında kalıp 10 metre yükseklikten düştüğü tespit edilmiştir.6- ... 2006 tarihli..., ceza davası için verilen raporda, [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti. işvereni [A.] 4/8 (sekizde dört), TEİAŞ Kontrolörü [H.S.] 1/8 (sekizde bir), kazalı [Y.] 3/8 (sekizde üç) oranında kusurlu bulunmuştur....8- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş Müfettişi... tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen İnceleme raporunda, kazanın oluşumunda [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti.nin işvereni [A.nın] %50 müteveffa işçi [Y.nin] %35 ve TEİAŞ İletim Tesis ve işletme Grup Müdürlüğüne Kontrolörlük Teşkilatının da gerekli önlemleri almadığı için %15 oranında kusurlu bulunduklarının belirtilmiş olduğu,9- Yapılan çalışmada TEİAŞ yetkililerinin gözetim ve denetimi olsa da bunun işin güvenle yapılması boyutuna çekilememiş olduğu ve [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti. çalışanların güven içinde gerilimsiz bir hat üzerinde montaj işlerini sürdürebilecekleri şartların oluşturulmadığı tespit edilmiştir. ...Kazanın meydana geldiği hattın, enerjisinin kesilmesi ile yetinilmeyip, kesici ve ayırıcıların açık konuma getirilip bu durumun korunması ve de hattın topraklamasının takibi de şarttır. Bu işlemler TEİAŞ yetkililerinin görevidir. Deplase edilecek olan enerji nakil hattı ile ilgili çalışmaları yüklenen [A.] İnş Tic. ve San. Ltd. Şti.'nin çalışanlarının demontaj ve montaj işlemlerini yaparken hattın enerji yokluğunun sağlanması TEİAŞ yetkililerinin görevidir. Çalışma yapılacak olan hattın mutlaka her iki yanındaki kesicilerinin ve ayırıcılarının açılıp hattın enerjisiz kalması istenen hattın besleme noktasından ayrı kalacak şekilde ayrılmış olması gerekir. Bununla da yetinilmeyip devamında da topraklı ayırıcılar vasıtasıyla hat topraklanır. Böylece birikmiş olan akım da toprağa verilmiş olur. Başka bir anlatımla, 154 kV ENH topraklı kesiciler ve ayırıcılar devreyi ayırdığı gibi her iki yönden de topraklanır. Önce kesiciler, daha sonra da ayırıcılar açılır, en sonunda da topraklama ayırıcıları kapatılarak 30 km. uzunluğundaki hat emniyete alınır. Bu kadar uzun bir hattın iletkenlerinin kondansatör gibi davranacağı sebebiyle, topraklama ayırıcıları kapatılmış olsa bile havai hat tüfeği ile lokal kısa devre topraklaması da gerçekleştirilmedir.Davalılardan TEİAŞ bunları tam olarak yapamadığından hattaki gerilim [Y.nin] ölümüne sebep olmuştur. Bu tür enerji nakil hatlarında çalışma yapılacağı zaman öncelikle enerjinin kesilip kesici ve ayırıcıların bu çalışma süresindeki bu durumunu muhafaza edecek tedbirlerin alınması şarttır, iş süresince çalışanların tehlikeyle karşılaşabilecekleri hiç bir devre açıp kapama işleminin yapılmaması sağlanmalıdır. ..." Bu rapor sonrasında hesap bilirkişince de hazırlanan tazminat miktarları dolayısıyla başvurucular 30/5/2014 tarihinde ek dava açmış; bu davada davalı TEİAŞ yönünden başvurucu Aynur Yanık için 917,12 TL, başvurucu Hazer Yanık için 217,39 TL, başvurucu Soner Yanık için 386,86 TL'nin TEİAŞ ve diğer davalıdan müştereken tahsilini; davalı A. Şirketi yönünden ise başvurucu Aynur Yanık için 911,36 TL, başvurucu Hazer Yanık için 560,75 TL, başvurucu Soner Yanık için 540,17 TL maddi tazminatın A. Şirketi ve diğer davalıdan müştereken tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Söz konusu dava 2013/380 esasa kayden yürütülen dava ile birleştirilmiştir. Mahkeme 10/7/2014 tarihli kararla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Yapılan yargılama sonunda taraf beyanları, toplanan deliller ve bilirkişi raporları hep birlikte değerlendirildiğinde,... iş kazası olduğu kasıt unsurunun bulunmadığı, kazalı [Y.ye] gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermeyen, Kuvvetli Akım Tesislerinde Yüksek Gerilim Altında Çalışma İzin Belgesi almayan, direkte çalışma sırasında emniyet kemeri baret verip kullandırmayan, gerekli gözetim, denetim ve uyarıyı yapmayan işveren [A.] İnş. Tic. ve San. Ltd. Şti. Nin iş kazası olayının meydana gelmesinde % 50 oranında kusurlu olduğu, güven içinde de gerilimsiz bir hat üzerinde montaj islerini sürdürebilecekleri şartların oluşturulmayan ve kontrolü yapmayan TEİAŞ Genel Müdürlüğünün iş kazası olayının meydana gelmesinde % 20 oranında kusurlu olduğu, topraklama iletkenin toprakla ilişkilendirmeden havai hatla ilişkilendiren gerekli dikkat ve özeni göstermeyen kazalı [Y.nin] iş kazası olayının meydana gelmesinde % 30 oranında kusurlu olduğu, [İ.] Dokuma İşletmeleri Sanayi ve Tic. A.Ş. nin arazisi üzerine, yeni kurulacak tesisin inşasına engel olan, 154 kv.luk Orhaneli - İnegöl - Keles elektrik iletim hattı 115 nolu direğin demontajının yapılarak hattın yeni güzergahına alınması işini TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından yetkilendirilmiş [A.] İnş. Tic. ve San. Ltd. Şti.ne anahtar teslim olarak veren [İ.] Dokuma İşletmeleri Sanayi ve Tic. A.Ş. nin iş kazası olayının meydana gelmesinde kusurlu olmadığı, müteveffa [Y.nin] 15/04/2005 olay tarihinde 40 yıl 4 ay 4 günlük olduğu, 40 yaşında kabul edilerek... muhtemelen 70 yaşına kadar yaşıyacağı,... aktif çalışma yaşı sonu 60 olarak kabul edilmiştir... eş Aynur Yanık' ın 2011 tarihindeki yaşının 46 olduğu ve çocuklardan Soner' in 16/10/2008 diğer çocuk Hazer' in ise 16/06/2008 tarihinde gelirden çıktıkları, bu durumda eş Aynur Yanık kaza tarihi olan 15/04/2005 tarihinde 40 yaşında olduğu kabul edildiğinde, eş Aynur Yanık bakımından müteveffa kocasının aktif ve pasif devresi ile sınırlı olarak, çocukların doğum tarihleri bilinmediğinden zaruri olarak gelirden çıktıkları belirtilen tarihlere kadar müteveffanın desteğinden yoksun kaldıkları süreler eş Aynur Yanık için 20 yıl aktif 10 yıl pasif olmak üzere destekten yoksun kalma sebebiyle bakiye maddi zararı 017,12 TL, oğlu Soner 3 yıl destekten yoksun kalma sebebiyle bakiye maddi zararının 486,86 TL, oğlu Hazer 3 yıl destekten yoksun kalma sebebiyle bakiye maddi zararının 317,39 TL olduğuna dair hesap bilirkişi raporlarına itibar olunmuştur....Davacının iş kazası sonucu vefat ettiği olayda itibar olunan 2013 tarihli son bilirkişi raporuna göre davalı[A.] Elek İnş Taahhüt Tic ve San Ltd Şti nın % 50 kusurlu olduğu, TEİAŞ Genel Müdürlüğünün % 20 oranında kusurlu olduğu, müteveffa [Y.nin] % 30 kusurlu olduğu, diğer davalıların kusurlarının bulunmadığı dosya içeriğindenanlaşılmaktadır....Mahkememizce davacılar tarafından açılan asıl dava, dava dosyası içerisindeki ıslah dilekçesi ve birleşen dava dosyası birlikte değerlendirildiğinde, 10/07/2014 tarihli kısa karar hükmünün sehven asıl dava dosyasında bozma ilamından önce sunulan ıslah dilekçesinin davalılardan Bursa TEİAŞ İletim Tesis ve İşletme Grup Müdürlüğü açısından da sunulduğu ve ıslah olunduğu şeklinde değerlendirilerek dilekçede davalı TEİAŞ yönünden ıslah talebi ve talep arttırımı bulunmamasına ve bu hususun açık olmasına rağmen bu duruma aykırı şekilde sehven değerlendirme yapılarak gerek asıl dava dosyası gerekse birleştirilen dava dosyası yönünden karar verildiği, her ne kadar toplamda davalıların sorumlulukları değişmeyecek olsada hem asıl dava hem de birleşen dava dosyası bakımından içerikleri ile bağdaşmayan bu açık maddi hatanın düzeltilmesi gerektiği dosya kapsamından anlaşılmıştır. ...I-MAHKEMEMİZDE AÇILAN İŞ BU 2013/380 E SAYILI ASIL DAVA DOSYASI YÖNÜNDEN ; ...C) DAVALI [A.] ELEKT. İNŞ. TAAHHÜT. TİC. VE SAN. LTD.ŞTİ. VE DAVALI T.E.İ.A.Ş. ALEYHİNE AÇILAN MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT İSTEMLİ DAVA YÖNÜNDEN; Davacı AYNUR YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ ile 105,76 TL maddi tazminatın... Davacı HAZER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ ile 756,64 TL maddi tazminatın... Davacı SONER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ ile 857,56 TL maddi tazminatın... davalılar [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San.Ltd.Şti. ve davalı T.E.İ.A.Ş.dan müteselsilen alınarak davacıya verilmesine Davacı AYNUR YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KABULÜ İLE 30,000,00 TL manevi tazminatın... Davacı HAZER YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ İLE 000,00 TL manevi tazminatın... Davacı SONER YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ İLE 000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi itibari ile 15/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar [A.] Elekt. İnş. Taahhüt Tic. ve San. Ltd. Şti. ve Davalı T.E.İ.A.Ş. dan müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin istemelerinin REDDİNE,II-MAHKEMEMİZDE AÇILAN 2014/384 E... SAYILI BİRLEŞTİRİLEN DAVA DOSYASI YÖNÜNDEN; Davacı AYNUR YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE, 917,12 TL maddi tazminatın... Davacı HAZER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE, 217,39 TL maddi tazminatın... Davacı SONER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE 386,86 TL maddi tazminatın... davalılar [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. ve davalı T.E.İ.A.Ş.dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,..." Karar, Yargıtayın 16/10/2014 tarihli kararıyla, tefhim edilen kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkrası arasında başvurucular yararına hükmedilen maddi tazminat tutarları açısından çelişki bulunması nedeniyle bozulmuştur. Mahkemenin 2014/656 Esasa Kayden Yürüttüğü Tazminat Davası Süreci Yargıtayın bozma kararı üzerine 2014/656 esasa kaydedilen yargılamada, Mahkemenin 24/3/2015 tarihli kararıyla bozma kararı doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtayın 22/6/2015 tarihli kararıyla bozulmuştur. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle sigortalının maddi tazminatının hesaplanmasında, gerçek ücretin esas alınması koşuldur. Öte yandan, gerçek ücretin ise; işçinin kıdemi ve yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücret olduğu, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş ücret olmadığı Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir....Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olayda; davacı kazalının vasıflı bir işçi olduğu (Hat Monitörü) tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Vasıflı bir işçinin asgari ücretle veya asgari ücretin biraz üzerindeki ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği de açıktır. Bu nedenle Yerel Mahkemece, davacının asgari ücretin üzerinde bir ücret ile çalışacağının kabulü ile neticeye varılması isabetli olmakla birlikte kazalının ücreti noktasında ayrıntılı araştırma yapmadan yalnızca davacılar beyanı ve birtakım tanık anlatımlarına göre asgari ücretin yaklaşık 5,71 katı civarında bir ücretle çalıştığının kabulü doğru olmamıştır.Bunun yanında davacılar vekili Dairemizin 2013 tarihli bozma kararı öncesinde temyiz dilekçesine ekli olarak özel kusur bilirkişisi raporu dosyaya sunmuş olup iş güvenlik uzmanı... tarafından düzenlenen 2012 tarihli bu rapor kapsamına göre... davacılar murisi kazalının yargılama konusu olayda %35 oranında kusurlu olduğunun belirtilmesi karşısında kazalı işçinin kusur oranı noktasında davacılarca %35'lik oran kabul edilmiş olup Mahkemece kazalının %30 kusurlu olduğu kabulüne göre maddi tazminatın hesap edilmesi davalılar yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın ihlalidir. Zira yukarıda da değinildiği üzere usuli kazanılmış hak anlam itibariyle; bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. İşbu davada da davacı yanlarca müteveffa kazalının %35 oranındaki kusurunun kabul edilmesine göre bu noktada davalılar yararına usuli kazanılmış hakkın oluşacağı ve artık kazalı işçi için bu oranın altındaki bir kusurun maddi tazminat davasına esas alınamayacağı açıktır.Son olarak ise; davacılar vekilinin 2011 tarihli ıslah dilekçesi ile2013/380 esas sayılı asıl davada hüküm altına alınmasını istediği tazminatların yalnızca davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti.'den ve dava tarihinden işleyecek yasal faiz ile tahsilini talep ettiğinin anlaşılmasına göre 2013/380 esas sayılı asıl davada hüküm altına alınan manevi tazminatların davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. yanında T.E.İ.A.Ş.tan da tahsiline karar verilmesi ile yine manevi tazminat davası bakımından dava tarihi yerine kaza tarihinden faize karar verilmesi H.K.'nın maddesinde ifadesini bulan talebin aşılmasıdır.Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.Yapılacak iş, davacıların maddi tazminat istemi bakımından, hat monitörü olarak çalışan tecrübeli bir işçinin ücreti noktasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile davacılar murisinin yaptığı işe uygun başkaca meslek odalarından (elektrikçiler odası vs.) bilinen devrede kazalı sigortalının alabileceği ücretleri sormak, yine aynı veya başkaca iş yerlerinde çalışıp emsal işi yapanların ücretlerini araştırmak, böylelikle kazalı işçinin gerçek ücretini tereddütsüz olarak belirleyerek belirlenen bu ücrete göre davacı hak sahiplerinin maddi zararını yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere kazalının %35 oranında müterafik kusurlu olduğu kabulüne göre yeniden hesaplatmak, manevi tazminat davası bakımından ise yine yukarıda açıklanan gerekçelerle davacıların talebini aşmayacak biçimde bir karar vermekten ibarettir...." Mahkemenin 2015/370 Esasa Kayden Yürüttüğü Tazminat Davası Süreci Yargıtayın bozma kararı üzerine 2015/370 esasa kaydedilen yargılamada, Yargıtayın bozma kararı doğrultusunda Mahkeme tarafından gerekli araştırmalar yapılarak ve 1/7/2016 tarihli kararla yeni tazminat miktarları belirlenerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... Davacının iş kazası sonucu vefat ettiği olayda itibar olunan 2013 tarihli son bilirkişi raporuna göre davalı [A.] ELEK İNŞ TAAHHÜT TİC VE SAN LTD ŞTİ nın % 50kusurlu olduğu, TEİAŞ Genel Müdürlüğünün %20 oranında kusurlu olduğu, MÜTEVEFFA [Y.nin] % 30 kusurlu olduğu, diğer davalıların kusurlarının bulunmadığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.... Bilirkişi raporunda, asgari ücrete, iddia edilen ücrete ve asgari ücretin 2,5 katına göre, Yargıtay ilamında belirtildiği şekilde usuli kazanılmış hakkın yansıması kusur oranına göre hesaplamalar yapmıştır. Dosya içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bozma öncesi iddia edilen ücret üzerinden yapılan hesaplamanın Yargıtay tarafından yerinde görülmeyip çok görülmesi nedeniyle dosyanın bozulması, mahkememizce bozmaya uyulması ve bu nedenle bozma kapsamında karar vermenin gerekmesi, Yargıtay ilamında belirtildiği şekilde usuli kazanılmış hakkın yansıması kusur oranı göz önüne alınarak, asgari ücretin 2,5 katı olarak yapılan hesaplamanın dosya kapsamına, bozma ilamına, davacının kıdemi/yaptığı işin niteliği de düşünülerek uygun olduğu kanaatine varılmıştır. Yargıtay bozma ilamının diğer hususları da yerine getirilerek, aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir. Ayrıca, birleştirilen dosyaların sadece tahkikat aşamalarının müşterek olması, hükümlerin ayrı ayrı verilmesi gerekliliği karşısında mahkememizce ayrı ayrı hüküm kurulmuştur. Yargıtay ilamları bu yöndedir....I- ASIL DAVA YÖNÜNDEN (MAHKEMEMİZDE AÇILAN 2013/380 E SAYILI ASIL DAVA DOSYASI YÖNÜNDEN) ; A) Davalı [S.] A.Ş [İ.] şubesi aleyhine açılan maddi-manevi tazminat istemli davanın davalının kusurunun bulunmadığı anlaşılmakla REDDİNE,B) Davalı [H.S.] aleyhine açılan maddi-manevi tazminat istemli davanın davalının kusurunun bulunmadığı anlaşılmakla REDDİNE,C) DAVALI [A.] ELEKT. İNŞ. TAAHHÜT. TİC. VE SAN. LTD. ŞTİ. ALEYHİNE AÇILAN MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT İSTEMLİ DAVA YÖNÜNDEN; 1-Davacı AYNUR YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ ile 105,76 TL maddi tazminatın; dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte [A.] ELEKT. İNŞ. TAAHHÜT. TİC. VE SAN. LTD. ŞTİ. den alınarak davacıya verilmesine,2- Davacı HAZER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ ile 880,00 TL maddi tazminatın [A.] ELEKT. İNŞ. TAAHHÜT. TİC. VE SAN. LTD. ŞTİ. den alınarak davacıya verilmesine,3- Davacı SONER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ ile 382,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte [A.] ELEKT. İNŞ. TAAHHÜT. TİC. VE SAN. LTD. ŞTİ. den alınarak davacıya verilmesine,4- Davacı AYNUR YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KABULÜ İLE 30,000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt Tic. ve San. Ltd. Şti. dan alınarak davacıya verilmesine,5- Davacı HAZER YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ İLE 000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt Tic. ve San. Ltd. Şti. dan alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin istemelerinin REDDİNE,6- Davacı SONER YANIK için talep olunan manevi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ İLE 000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt Tic. ve San. Ltd. Şti. den alınarak davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin istemelerinin REDDİNE,...II-BİRLEŞEN DAVA BAKIMINDAN (MAHKEMEMİZDE AÇILAN 2014/384 E... SAYILI BİRLEŞTİRİLEN DAVA DOSYASI YÖNÜNDEN); 1- Davacı AYNUR YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ İLE, 405,00 TL maddi tazminatın kaza tarihi olan 15/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. ve davalı T.E.İ.A.Ş.dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. yönünden yukarıda belirtilen hükümle verilen maddi tazminat miktarında tahsilde tekerrür edilmemesine,2- Davacı HAZER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE, 880,00 TL. maddi tazminatın kaza tarihi olan 15/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. ve davalı T.E.İ.A.Ş.dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,...3- Davacı SONER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KABULÜ İLE 382,00 TL maddi tazminatın kaza tarihi olan 15/04/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. ve davalı T.E.İ.A.Ş.dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,..." Yargıtay tarafından 9/4/2018 tarihli kararla, söz konusu hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Bu açıklamalar ışığında somut olayda asıl davada davacı çocuk Hazer Yanık lehine takdir edilen manevi tazminata taleple bağlı olarak dava tarihinden faize hükmedilmiş iken; maddi tazminat istemine dava tarihinden faize hükmedilmemesi doğru olmamıştır. ...Bu açıklamalar ışığında somut olayda birleşen davada davalılar lehine takdir edilen vekalet ücretinin hangi davalılar lehine takdir edildiğinin hüküm fıkrasından açık bir şekilde anlaşılamaması ve hükmün infazında tereddütte mahal bırakacak şekilde hükmedilmesi doğru olmamıştır. Mahkemece, yukarıda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir....Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesinin yeniden yargılamayı gerektirmediği anlaşıldığından hüküm bozulmamalı HMK 370/ maddesi uyarınca düzeltilerek onanmalıdır....Hüküm fıkrasının ASIL DAVA İLE İLGİLİ C bendinin fıkrasının silinerek yerine; '2- Davacı HAZER YANIK için talep olunan maddi tazminat isteminin KISMEN KABULÜ ile 880,00 TL maddi tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. Ve San. Ltd. Şti.nden alınarak davacıya verilmesine,' rakam ve sözcüklerinin yazılmak suretiyle,Hüküm fıkrasının BİRLEŞEN DAVA İLE İLGİLİ bendinin silinerek yerine; '9- Davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. ve T.E.İ.A.Ş. kendilerini vekil ile temsil ettirdiklerinden AAÜT m. 3/2 de dikkate alınarak; 938,35 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalılar [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. ve San. Ltd. Şti. ve davalı T.E.İ.A.Ş.’a verilmesine, asıl davada verilen hüküm dikkate alınarak, 800,00 TL vekalet ücreti bölümü hakkında davalı [A.] Elekt. İnş. Taahhüt. Tic. Ve San. Ltd. Şti. bakımından tahsilde tekerrür edilmemesine,' rakam ve sözcüklerinin yazılmak suretiyle, hükmün düzeltilmiş bu şekli ile ONANMASINA,..." Başvurucular söz konusu kararı 2/7/2018 tarihinde öğrendiklerini bildirmiş olup bireysel başvuru 23/7/2018 tarihinde yapılmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21411 | Başvuru, kamu makamları gerekli önlemleri almadığı için gerçekleşen iş kazası sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve olaya ilişkin olarak açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedenleriyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucunun başka bir ceza infaz kurumuna nakli için havalimanına götürülmesi işlemi sırasında ellerinin kelepçelenmesi sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Halkların Demokratik Partisinden dönem Adana milletvekilidir. Başvurucu 28/1/2017 tarihinde evinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu gözaltına alınması sonrasında silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş ise de tutuklama talebi reddedilmiş ve hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) söz konusu karara itirazı üzerine Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) 30/1/2017 tarihinde başvurucu hakkında yakalama kararı verilmiştir. Başvurucu 30/1/2017 tarihinde ikamet ettiği evde yeniden gözaltına alınmış ve akabinde Hâkimlikçe tutuklanmıştır. Aynı tarihte başvurucu, Diyarbakır E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna getirilerek burada tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu 31/1/2017 tarihinde başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmek üzere Diyarbakır Havalimanı'na götürülmek istenmiştir. Başvurucunun ısrarına rağmen elleri kelepçelenmiştir. Başvurucu, havalimanına kelepçeli şekilde getirilmiş fakat hava şartlarının kötü olması nedeniyle uçuş gerçekleşmemiştir. Başvurucu bunun üzerine elleri kelepçeli şekilde daha önce tutulmakta olduğu Diyarbakır E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu avukatı aracılığıyla 1/2/2017 tarihinde ellerinin kelepçelenmesi nedeniyle Savcılıkta şikâyetçi olmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde özetle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca kaçma şüphesi veya tehlike arz edecek hiçbir davranışı olmamasına rağmen keyfî şekilde ellerinin kelepçelendiğini, milletvekili olması sebebiyle onurunun kırılmasının amaçlandığını iddia etmiştir. Başvurucu, kendisini haksız yere kelepçeleyen kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma, eziyet ve işkence suçlarından cezalandırılmasını istemiştir. Şikâyet dilekçesi üzerine açılan soruşturma kapsamında herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Savcılık 20/4/2017 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şikayete konu somut olayda kolluk görevlilerinin görevlerinin gereklerine uygun davrandıkları, bu bağlamda üzerlerine atılı bulunan suçun yasal unsurlarının oluşmadığı belirlenmiştir.Açıklanan nedenlerle şüpheliler hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,... [karar verildi.]" Savcılık kararına karşı itirazında başvurucu, şikâyet dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrarlamıştır. Başvurucunun itirazı Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş, anılan karar başvurucuya 25/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun’un "Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Zorlayıcı tedbirlerin kullanılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hiçbir hâlde zincir ve demire vurmak tedbir olarak uygulanmaz. Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar;a) Yetkili makamın önüne getirildiğinde çıkarılmak kaydıyla, sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için,b) Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle,c) Diğer kontrol usûllerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle,Kullanılabilir."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kısıtlama yöntemlerinden biri olan kelepçeleme, yasal yakalama ya da tutuklama ile bağlantılı olarak uygulandığında ve koşulların makul olarak gerektirdiğinden daha fazla güç kullanma ya da kamuya teşhir içermediğinde genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinde düzenlenen işkence yasağı kapsamında bir sorun teşkil etmez (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 56; Öcalan/Türkiye [BD], B. No: 46221/99, § 182; Gorodnitchev/Rusya, B. No: 52058/99, 24/5/2007, §§ 101, 102, 105, 108; Mirosław Garlicki/Polonya, B. No: 36921/07, 14/6/2011, §§ 73-75). AİHM tutukluların nakledilmesi sırasında kelepçe kullanımını incelediği Raninen/Finlandiya (aynı kararda bkz. §§ 52-59) kararında, başvurucunun kelepçeli bir şekilde nakledilmesi, kendisinin tutumundan kaynaklanan gerekli bir tedbir olmasa da başvurucunun olaydan birkaç ay sonra alınan sağlık raporlarında belirtilen ruhsal durumuyla ilgili olumsuz gelişmeler ile kelepçeleme olayı arasında illiyet bağı kuramadığını belirterek bu muamelenin başvurucunun ruhsal durumu üzerindeki olumsuz etkisine ikna olmadığını açıklamış; olayda Sözleşme'nin maddesi için aranan asgari eşik seviyesinin aşılmadığını değerlendirmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6657 | Başvuru, tutuklu olan başvurucunun başka bir ceza infaz kurumuna nakli için havalimanına götürülmesi işlemi sırasında ellerinin kelepçelenmesi sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; karşı tarafın hükmün verildiği tarihte vekille temsil edilmediği davada aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar verilmiştir. Başvurucu 23/5/1999 tarihinde Y.G. ile evlenmiş, 1/12/2011 tarihinde açtığı boşanma davasında Ankara Aile Mahkemesinin 7/2/2013 tarihli kararı ile Y.G.den boşanmış, karar 12/3/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, evlilik birliği içinde edindikleri taşınmaza katılma alacağı talebiyle 21/5/2012 tarihinde Ankara Aile Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; evlilik birliği içinde ev satın almak amacıyla ziynet eşyalarını ve takılarını sattığını, bu nedenle taşınmazın 1/2'sinde kendisinin de katılma alacağı hakkının olduğunu belirtmiş ve 000 TL'nin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla değer artış payı da dâhil olmak üzere Y.G.den tahsilini talep etmiştir. Davalı Y.G.nin vekili H.Ç. 26/11/2013 tarihinde Mahkemeye vekillikten çekildiğine dair dilekçe vermiştir. Davalı Y.G. 16/1/2014 tarihli duruşmada hazır bulunmuştur. Mahkemece on üç duruşma daha yapılmış; davalı, duruşmaları kendisi takip etmiştir. Mahkeme 8/10/2015 tarihli kararla davayı kısmen kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde; kooperatif üyeliğinin Y.G.ye geçtiği tarihten itibaren Y.G.nin çektiği kredilerle ödemelerin yapıldığını, bu ödemelerin de evlilik birliği içinde edinilmiş mal kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak başvurucunun 661,19 TL artık değere katılma alacağı olduğunu belirlemiştir. Ayrıca talebin reddedilen kısmı üzerinden başvurucu aleyhine 057 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Kararın hüküm bölümünün ilgili kısmı şöyledir:"...1- Davacının davasının KISMEN KABULÜNE, KISMEN REDDİNE,2- Davaya konu taşınmaz yönünden 661,19 TL lik alacağın karar tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine3- Peşin alınan harcın mahsubu ile fazla yatan 118,76TL harcın istek halinde yatırana iadesine,4- Hükmedilen tutar itibariyle kabul ve red oranına göre toplam 914TL yargılama giderinin 735,00TL'sinin davacı üzerinde bırakılarak, 178,00TL'sinin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,5- Davacı kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden davacı vekili için Avukatlık ücret tarifesine göre hükmedilen tutar miktarı itibariyle 519TL vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,6- Reddedilen tutar itibariyle 057TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,7-Yatırılan gider avansından kalan tutarın karar kesinleştikten sonra H.K. 333 ve HMK gider avansı tarifesinin maddesi gereğince davacıya iadesine,..." Başvurucu; diğer iddialarıyla birlikte davalı vekilinin yargılama sırasında vekillikten çekildiğini, çekilen vekilin gerekçeli kararda gösterilerek davalı taraf lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin kanuna aykırı olduğunu ileri sürmüş ve kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 27/3/2018 tarihli kararla ayrı bir gerekçe belirtmeksizin, temyiz talebini reddederek karar düzeltme yolu açık olmak üzere kararı onamıştır. Başvurucu aynı gerekçelerle karar düzeltme talebinde bulunmuşsa da Yargıtay Hukuk Dairesi davalı lehine hükmedilen vekâlet ücretinin 2018 yılı itibarıyla karar düzeltme incelemesi yapılabilmesi için gereken parasal sınır olan 910 TL'den az olduğunu belirterek 24/1/2019 tarihli kararla başvurucunun bu talebini reddetmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 21/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 9/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(1) Yargılama giderleri şunlardır:...ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1)Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder. "B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/11/2017 tarihli ve E.2017/4552, K.2017/7575 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Davalı vekili Avukat ...’nin UYAP kanalı ile gönderdiği 10/04/2014 tarihli dilekçesi ile vekillik görevinden istifa ettiğini bildirdiği, mahkemenin bozmadan önceki ilk kararının davalıya tebliğ edildiği, bozmadan sonra da davayı davalının takip ettiği ve mahkemenin bozmadan sonra verdiği kararın da davalıya tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Davalı vekilinin vekaletten hüküm öncesi çekildiği ve hüküm sırasında davalının vekili bulunmadığı anlaşılmakla, davalının daha önce kendisini vekille temsil ettirmiş olduğu gerekçesiyle davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/11/2021 tarihli ve E.2021/5738, K.2021/10800 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" ...Bölge Adliye Mahkemesinin davacı/borçlunun vekilinin istifa etmesi sebebiyle lehine vekalet ücretine hükmedilmeyeceğine ilişkin gerekçesine gelince;Yargılama giderleri, kural olarak, davada haksız çıkan, yani aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir. (HMK m.326/1) Davada haklı çıkan taraf, davayı bizzat değil de bir vekil vasıtasıyla takip etmiş ise, lehine diğer yargılama giderlerinden başka bir de vekalet ücreti hükmedilir. (HMK m. 323/1/ğ)Vekalet ücretine dayanak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 5/ maddesine göre 'Hangi aşamada olursa olsun dava ve icra takibini kabul eden avukat, bu tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanır.' hükmünü içermektedir.Yargılama giderleri kapsamındaki vekalet ücreti, vekil lehine değil, temsil ettiği taraf lehine hüküm altına alınır.Duruşmalara bir taraf adına vekaletname sunarak katılan vekilin yargılama sürecinde her hangi bir nedenle ( vefat, yasaklanma, azil, istifa gibi ) vekillik görevinin sona ermesi ilgili tarafın yargılamada vekille temsil edildiği gerçeğini ve buna bağlı olarak hak etmesi halinde vekalet ücreti alacağını ortadan kaldırmaz. Başka bir deyişle, vekille temsil edilen tarafvekalet ücretinden mahrum kılınamaz. (Aynı yönde görüşler: B.Kuru Medeni Usul Hukuku El Kitabı C: II syf. 1617 Yetkin Yayınları . Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku bası C: III syf. 2396 )Somut uyuşmazlıkta, dava vekil tarafından açılmış, vekil dava açıldıktan sonra istifa etmiştir. Bu nedenle yukarıdaki yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında ilk derece mahkemesince, davada istifaya kadar vekil ile temsil edilen ve davası kabul edilen davacı/borçlu lehine vekalet ücretine hükmedilmesinde usul ve yasaya aykırı bir hal olmayıp, Bölge Adliye Mahkemesinin 'davacı/borçlunun vekilinin istifa etmesi sebebiyle lehine vekalet ücretine hükmedilmeyeceğine,' ilişkin gerekçesinin yerinde olmadığı, ek /hüküm çelişkisi ile gerekçedeki hatanın bozmayı gerektirmekle birlikte, bu hususların düzeltilmesinin gelinen aşamada kararın, gerekçenin düzeltilerek onanması gerektiği anlaşılmıştır....Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 17/02/2021 tarih ve 2020/957 E.-2021/391 K. sayılı kararının gerekçesindeki;'Tüm bu bilgiler ışığında yapılan incelemeye göre; şikayetçi borçlunun yargılama sırasında kendisini vekil ile temsil ettirdiği, ancak borçlu vekilinin 11/12/2018 tarihli dilekçesi ile vekillikten çekildiği, bu dilekçenin şikayetçi borçlu asile 26/12/2018 günü tebliğ edildiği, mahkemece 26/02/2019 tarihinde yargılamaya son verilerek davanın reddine karar verildiği tespit edilmiştir. Bu durumda vekillikten çekilen şikayetçi borçlu yararına vekalet ücreti hükmedilemez.Dairemizce yapılan değerlendirmelere göre; dosya kapsamı, ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin şikayetin kabulü yönündeki kararına ilişkin ilgili vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından davalı alacaklı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusunun yerinde olmadığı, ancak şikayetçi borçlu yararına vekalet ücretine hükmedilmesinin isabetsiz bulunduğu...'şeklindeki iki paragrafın gerekçeden silinmesine,Yerlerine;'Yargılama giderleri, kural olarak, davada haksız çıkan, yani aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir. (HMK m.326/1) Davada haklı çıkan taraf, davayı bizzat değil de bir vekil vasıtasıyla takip etmiş ise, lehine diğer yargılama giderlerinden başka bir de vekalet ücreti hükmedilir. (HMK m. 323/1/ğ)Vekalet ücretine dayanak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 5/ maddesine göre hangi aşamada olursa olsun dava ve icra takibini kabul eden avukat, bu tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanır. Hükmünü içermektedir. Yargılama giderleri kapsamındaki vekalet ücreti, vekil lehine değil, temsil ettiği taraf lehine hüküm altına alınır.Duruşmalara bir taraf adına vekaletname sunarak katılan vekilin yargılama sürecinde her hangi bir nedenle ( vefat, yasaklanma, azil, istifa gibi ) vekillik görevinin sona ermesi ilgili tarafın yargılamada vekille temsil edildiği gerçeğini ve buna bağlı olarak hak etmesi halinde vekalet ücreti alacağını ortadan kaldırmaz. Başka bir deyişle, vekille temsil edilen taraf vekalet ücretinden mahrum kılınamaz. Bu nedenlerle ilk derece mahkemesince şikayeti kabul edilen davalı/borçlu lehine vekalet ücretine hükmedilmesinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir. 'şeklindeki iki paragrafın gerekçeye yazılmasına, temyiz olunan kararın bu şekliyle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nin 364/ maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nin 370/4maddesi uyarınca gerekçe/hüküm çelişkisi giderilerek ve gerekçesinin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/10/2022 tarihli ve E.2021/5097, K.2022/6946 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Bölge Adliye Mahkemesi İlk Derece Mahkemesi kararını kaldırmış ve yeniden hüküm kurmuştur. 6100 sayılı HMK’nın maddesinde kendisini vekil ile temsil ettiren kişiler lehine hükmedilecek vekalet ücreti yargılama giderlerinden sayılmıştır. Somut olayda, davacı-karşı davalı E.Y. vekili aracılığı ile davayı açmış, ancak aşamalarda vekili görevinden istifa etmesine rağmen, kendisini yeni bir vekil ile temsil ettirmemiştir. Bu durumda kendisini vekil ile temsil ettirmeyen kişi lehine vekalet ücretine hükmedilmesi isabetsiz ise de, bu yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇDavalı-karşı davacılar vekilinin temyiz itirazlarının açıklanan nedenlerle kabulü ile Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi kararında karşı davaya ilişkin hükmün 3/d bendindeki, 'Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre hesaplanan 400 TL vekalet ücretinin davalı-karşı davacılardan alınarak, davacı-karşı davalı E.Y. ye verilmesine ' cümlesinin hüküm yerinden çıkarılmasına, hükmün düzeltilmiş bu şekliyle 6100 sayılı HMK'nın 370/2 maddesi gereğince DÜZELTİLEREK ONANMASINA, dosyanın Bursa Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesine gönderilmesine ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/6/2020 tarihli ve E.2020/1550, K.2020/6425 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...2-Davalılardan E.A.nın vekili sonradan istifa etmiş ise de bu istifa öncesinde davalıE.A. vekil ile temsil edildiği için lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin düşünülmemesi, davalıE.A.'nın temyiz talebi bulunmadığından düzelterek onama nedeni yapılmamıştır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/2/2020 tarihli ve E.2017/27698, K.2020/2741 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...2-Taraflar arasında davalı lehine vekalet ücretine hükmedilip edilemeyeceği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi hükmüne göre vekalet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar. Bu kural avukatlık kanununun maddesinde de benimsendiği gibi, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin, 'Avukatlık ücretinin kapsadığı işler' başlıklı maddesinde de benzer yönde düzenleme bulunmaktadır.Yine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 'Vekilin İstifası' başlıklı 82/ maddesinde; istifa eden vekilin vekâlet görevinin, istifanın müvekkiline tebliğinden itibaren iki hafta süreyle devam edeceği hükme bağlanmıştır.Somut uyuşmazlıkta; yargılama sürecinde davalı (...) Apt. Yöneticiliği adına vekalet sunulmuş olup vekil ile temsil edilmiştir. Davalı vekili ,2015 tarihli dilekçe ile vekillikten istifa etmiş olup, istifa dilekçesi davalı (...) Apt. Yöneticiliği’ne 2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkemece 2015 tarihinde davanın kısmen kabulü ile davacının yıllık izin ücreti, hafta tatili çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil çalışma ücretinin kabulüne, kıdem tazminatı ile fazlaya dair istemin reddine karar verilmiştir. Mahkemece, davalı vekili istifa etmiş olsa da davalı vekil tuttuğundan vekalet ücretine de hak kazanacağı gerekçesiyle davalı lehine 500,00 TL vekalet ücretine hükmedildiği anlaşılmaktadır.Açıklanan nedenlerle, hüküm verildiği tarihte davalı tarafın vekili olmadığı halde davacı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi hatalıdır. .Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 438/ maddesi uyarınca düzelterek onanması uygun bulunmuştur...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11785 | Başvuru, karşı tarafın hükmün verildiği tarihte vekille temsil edilmediği davada aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vazife malullüğü aylığı bağlanması istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın emsal kararlara ve hakkaniyete aykırı olarak istinaf dairesi tarafından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun yaşam hakkına yönelik olarak iddiaları başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna ve diğer iddiaların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına 3/2/2021 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu S.Ç. askerlik görevini Bilecik'in Bozüyük ilçesinde bulunan Mühimmat Depo Komutanlığı emrinde ifa ederken 3/12/1996 tarihinde saat 00-00 arasındaki nöbet sırasında zimmetli silahı ile intihar etmiştir. Dosya içinde örneklerine rastlanmamakla birlikte aşağıda incelemesi ayrıntılı olarak yapılacak kararlardan, olayla ilgili olarak Hava Kuvvetleri Komutanlığı Taktik Kuvvetleri Komutanlığı Eskişehir Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından bir soruşturma başlatıldığı ve ölümün meydana gelmesinde herhangi bir kimsenin kusur ve ihmalinin bulunmadığı gerekçesiyle 17/12/1996 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu, intihar olayından yaklaşık 19 yıl sonra 26/11/2015 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat ederek 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre S.Ç.nin vazife malulü sayılmasını ve kendisine aylık maaş bağlanmasını talep etmiştir. Başvurucunun talebi, Vazife Malullüğü Tespit Kurulunca 1/12/2015 tarihinde yasal şartları bulunmadığından reddedilmiş ve bu durum 23/12/2015 tarihli yazı ile başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu, anılan işlemin iptali için 19/2/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde özetle şu hususları ileri sürmüştür: - Millî Savunma Bakanlığı verilerine göre 2000-2012 yılları arasında 934 personel intihar etmiştir. - Askerlik, vazife ve hizmeti mahiyeti itibarı ile zor bir görevdir, bu görevi icra edenler üzerinde olumsuz psikolojik sorunlar ve rahatsızlıklar meydana gelebilmektedir. - S.Ç.nin askerlik süresinin bitimine az bir müddet kala intihar etmesinin nedeni, bu askerlik hizmeti veya bu hizmet nedeniyle maruz kaldığı psikolojik rahatsızlıklar olabilir. - Danıştay Onbirinci Dairesinin 5/5/2014 tarihli ve E.2011/3388, K.2014/267 sayılı ilamında (bkz. § 24) benzer şekilde bir intihar olayına ilişkin olarak ölüm sebebi ile ölümün görevin tesir ve etkisiyle gerçekleşmediğinin açıklığa kavuşturulmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararının bozulmasına karar verilmiştir. İdare Mahkemesi, ilgili idari işlemin iptaline 17/1/2017 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: ''...[O]layda; davacının oğlunun askere alınmadan önce yapılan tıbbi muayenesi sonucu düzenlenen sağlık raporu ile askerliğe kabul edildiği, oğlunun askerlik öncesinde herhangi bir rahatsızlığı olduğuna yönelik bir belgenin bulunmadığı hususu gözönüne alındığında davalı idare tarafından intihar sebebinin ne olduğu araştırılmadan, intihara götüren depresyon halinin askerlik görevinin yüklediği sorumluluk ve etkisiyle mi oluştuğunun tespiti yapılmadan eksik inceleme neticesinde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle; dava konusu işlemin iptaline... [karar verilmiştir.]'' Davalı idarenin istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (İstinaf Dairesi) 25/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. İstinaf Dairesinin kararının ilgili kısmı şöyledir: ''Karar veren Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince, Üye [A.nın], Mahkeme kararının kaldırılarak, uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmek üzere, dosyanın Mahkemesine gönderilmesi gerektiği yönündeki karşı oyu ile, dosya incelenerek işin esas hakkında gereği görüşüldü....Olayda; Hava Kuvvetleri Komutanlığı Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı Eskişehir Askeri Savcılığınca yapılan soruşturma sonunda; müteveffanın kendi silahı ile kafasına ateş etmek suretiyle öldüğü ve ölümünde herhangi bir kimsenin kusur ve ihmalinin bulunmadığı belirtilerek, 1996 tarihinde [k]ovuşturmaya [y]er [o]lmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, ölüm olayı askerlik görevi sırasında meydana gelmiş olmakla birlikte, intihar şeklinde gerçekleştiği anlaşılan olayın meydana gelmesinde askerlik vazifesinin sebep ve etkilerinin bulunmadığı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.'' Usul yönünden karara muhalif kalan üye muhalefet şerhinde özetle idari işlem hangi gerekçe ile tesis edilirse edilsin tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olup olmadığının yargısal denetimini yaparak uyuşmazlığı çözmek görevinin mahkemelere ait olduğunu, somut olayda davalı idarece yeniden araştırma yapılarak işlem tesis edilmesi gerektirdiğini, bu durum karşısında dava konusu uyuşmazlığın çözümsüz bırakıldığını, Mahkemece davanın esası hakkında bir karar verilmediğini belirtmiştir. Karara esas yönünden muhalif kalan üye ise muhalefet şerhinde özetle başvurucunun oğlunun ölümünün askerî birimlerin kontrolünde bulunan kışlada meydana geldiğini, ölümün vazifeden kaynaklanmadığını ispat etme yükümlülüğünün devlete ait olduğunu, başvurucunun oğlunun askerliğe ilk alımda geçirildiği sağlık kontrolü sonucunda düzenlenen sağlık raporu ile askerliğe kabul edildiğini belirtmiştir. Bu tespitler sonrasında başvurucunun oğlunun herhangi bir rahatsızlığı olduğuna yönelik bir belgenin bulunmaması karşısında davalı idare tarafından intihar sebebinin ne olduğunun araştırılmadığını, intihara götüren depresyon hâlinin askerlik görevinin yüklediği sorumluluk ve etkisiyle mi oluştuğunun tespitinin yapılmadığını, eksik inceleme neticesinde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığını ifade etmiştir. Kararın 13/8/2018 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 12/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5434 sayılı Kanun'un ''Sandıktan faydalanacaklar'' kenar başlıklı mülga maddesinin birinci fıkrasının (lI) numaralı bendinin ilgili kısmı şöyledir: '' ...k) Erler; (Vazife malullükleri ile vazifeden doğma ölümleri halinde.)..'' 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir: ''Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır....'' 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesi şöyledir: ''44 üncü maddede yazılı malullük;a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa;b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa;c) Kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla);ç) Fabrika, atölye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa;Buna (vazife malullüğü) ve bunlara uğrayanlara da (vazife malulü) denir.'' 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir: ''Vazife malullükleri:...ç) İntihara teşebbüsten;...doğmuş olursa bunlara uğrayanlar hakkında (adi malullük) hükümleri uygulanır.'' 5434 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: ''Muvazzaf, yedek ve gönüllü erlerin silah altında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde (Serbest sevkler dahil) sevkleri sırasında, yedek subay ve yedek astsubay okulu öğrencilerinin gerek okulda, gerek okuldan evvelki hazırlık kıtasında vazife malulü olmaları halinde, kendilerine, öğrenim durumlarına göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tespit edilen giriş derece ve kademe tutarlarının, daha önce Devlet Memuriyetinde bulunmuş olanlardan kazanılmış hak aylıkları veya emekli keseneğine esas aylıkları, sözü edilen giriş derece ve kademe tutarının üzerinde olanlara bu aylıkları emeklilik gösterge tablosunda karşılığı olan derece ve kademe tutarının,% 70'i üzerinden aylık bağlanır...'' 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun ''Davaların karara bağlanması'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: '' Konular aydınlandığında meseleler sırasıyla oya konulur ve karara bağlanır. 15 nci maddede sayılan sebeplerden biri ile veya yargılama usullerine ilişkin meselelerde azınlıkta kalanlar işin esası hakkında da oylarını kullanırlar. Azınlıkta kalanların görüşleri, kararların altına yazılır.'' 2577 sayılı Kanun'un ''İstinaf'' kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: '' Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir. İnceleme sırasında ihtiyaç duyulması hâlinde kararı veren mahkeme veya başka bir yer idare ya da vergi mahkemesi istinabe olunabilir. İstinabe olunan mahkeme gerekli işlemleri öncelikle ve ivedilikle yerine getirir. Bölge idare mahkemesi, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan istinaf başvurusunu haklı bulduğu, davaya görevsiz veya yetkisiz mahkeme yahut reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından bakılmış olması hâllerinde, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı ilgili mahkemeye gönderir. Bölge idare mahkemesinin bu fıkra uyarınca verilen kararları kesindir.'' Danıştay Onbirinci Dairesinin 5/5/2014 tarihli ve E.2011/3388, K.2014/267 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: ''...[A]vrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da benimsendiği üzere; askeri birimlerinin kontrolünde bulunan kışlada meydana gelen ölüm olayının vazifeden kaynaklanmadığını ispat etme yükümlülüğünün Devlete ait bulunduğu; ölümün aydınlatılamadığı durumlarda Devletin, sorumluluğu üstlenmesi gerektiğinden; askerlik görevinin ifası sırasında gerçekleşen ölümlerin aydınlatılamadığı durumlarda ölümün; görevin tesir ve etkisiyle gerçekleşmediği kabulünün ise ancak varsayım olacağı açıktır.Dosyanın incelenmesinden; davacının oğlu Jandarma Uzman Çavuş [S.G.nin] 1995 tarihinde Bölük Nöbetçi Astsubayı olarak görevli olduğu sırada ölümüne ilişkin soruşturma sonucunda; ölüm olayının, intihar girişimi sonucunda ya da müteveffanın hamili bulunduğu MP-5 makinalı tabanca ile oynarken, tabancanın kazaen patlaması sonucu meydana geldiği, ölümünde hiç kimsenin kastının, kusurunun bulunmadığı sonucuna varılarak, Gaziantep Askeri Savcılığınca, kovuşturma açmaya yer olmadığına; İdare Mahkemesince ise ölüm olayının intihar ya da kazadan kaynaklandığı, görevin tesir ve etkisiyle gerçekleşmediği, bu itibarla vazife malüllüğü hükümlerinin uygulanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, davacının oğlunun, Jandarma Uzman Çavuş olarak nöbet görevi sırasında ölmüş halde bulunduğu, ölüm sebebinin açıklığa kavuşturulamadığı, ölümün; görevin tesir ve etkisiyle gerçekleşmediğinin ortaya konulamadığı halde, makul bir açıklama yapma yükümlülüğü Devlete ait olan ölüm olayının intihar ya da kazadan kaynaklandığı varsayımına dayalı olarak, tesis edilen dava konusu işlemde ve vazife malullüğü hükümlerinin uygulanamayacağı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.'' İlgili hukuk için ayrıca bkz. Aydın Davut (2), B. No: 2014/4681, 6/7/2017; §§19-23; Levent Karaca, B. No: 2013/9131, 12/7/2016, § | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26394 | Başvuru, vazife malullüğü aylığı bağlanması istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın emsal kararlara ve hakkaniyete aykırı olarak istinaf dairesi tarafından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda bireysel başvuru numaraları belirtilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/24370 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/24370 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planına ve Asya Katılım Bankası Anonim Şirketine İlişkin Genel Açıklamalar Olayın arka planına ve Asya Katılım Bankası Anonim Şirketine (Bank Asya/Banka) ilişkin genel açıklamalar için bkz. Gürcan Balık, B. No: 2020/16435, 17/11/2022, §§ 7-13; Raziye Akçay, B. No: 2019/1665, 28/6/2022, §§ 5-B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucu Ercan Koçyiğit'in Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma, diğer başvurucuların silahlı terör örgütüne (FETÖ/PDY) bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarını işlediği sonucuna varılarak mahkûmiyetlerine karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda bilirkişi incelemesi yaptırılmaksızın, mahkûmiyette temel olarak, tek veya belirleyici delil şeklinde Bank Asya verilerine dayanılmıştır. Kararların gerekçelerinde; başvurucuların örgüt talimatı sonrasında hesap açtırdıkları, yeni açılan ya da önceden mevcut olan hesaplara para yatırdıkları, altın, döviz alım satım işlemleri yaptıkları, banka hesaplarında çeşitli hesap hareketliliği bulunduğu, kanun hükmünde kararnameler ile kapatılan işyerlerinden harcama yapıldığının kredi kartı ekstrelerinden tespit edildiği hususlarına yer verilmiştir. Başvurucular hakkındaki hükümler, istinaf ve temyiz aşamasından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Gürcan Balık, §§ 34-B. Yargıtay Kararları Yargıtay kararları için bkz. Serkan Gölge, B. No: 2019/22453, 13/9/2022, §§ 30-39; Raziye Akçay, §§ 24, 27; Gürcan Balık, § Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2022 tarihli ve E.2021/16-243, K.2022/259 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"BDDK’nın 2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen mutad hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilip örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemlerin başlı başına örgüte yardım etme olarak kabul edilebileceği nazara alınarak; sanığın hesap açtığı tarihten itibaren Bankasya hesap dökümlerinin tamamının uzman bilirkişi marifeti ile incelenip örgüt liderinin talimatı doğrultusunda bankaya para yatırılıp yatırılmadığı ve ayrı hesap açıp açılmadığı hususları saptanıp düzenlenecek rapor sanığa okunup savunması da alındıktan sonra hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik incelemeyle, karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.Bu kapsamda sanık ... hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik Özel Dairece verilen onama kararı eksik inceleme nedeniyle isabetli görülmediğinden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/11/2022 tarihli ve E.2021/1496, K.2022/8183 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[S]anığın Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin dökümün ayrıntı içermemesi, mahkemece alınan bilirkişi raporunda inceleme konusu hesap hareketlerinin Ocak 2014 tarihi ve sonrası baz alınarak yapıldığı ve ilgili raporun yeteri kadar açıklayıcı olmadığı da dikkate alınarak, örgüt talimatı doğrultusunda, örgüte yarar sağlamak amacıyla hesap açma işlemlerinin yapıldığının ortaya konulması gerekliliği karşısında, sanığın Asya Katılım Bankası A.Ş de hesap açılış tarihinden itibaren gerçekleştirdiği ayrıntılı banka hesap kayıtlarının yeniden temin edilmesi, bu kapsamda talimat tarihleri ve sonrasında para yatırma ya da sair bankacılık hizmetlerinin yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla, sanık müdafinin temyiz dilekçesinde belirttiği hususlar da dikkate alınıp konusunda uzman bilirkişiye tevdii ile mutad hesap hareketleri dışında örgüt liderinin talimatları doğrultusunda, talimat tarihleri ve sonrasında para yatırma ya da sair bankacılık hizmetlerinin yapılıp yapılmadığının tespit edilerek tüm delillerin bir arada değerlendirilmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiği... [anlaşılmıştır.]" (Yargıtay Ceza Dairesinin 21/12/2022 tarihli ve E.2021/12488, K.2022/9850 sayılı; 28/12/2022 tarihli ve E.2021/17524, K.2022/10131 sayılı; 21/12/2022 tarihli ve E.2021/13178, K.2022/9723 sayılı; 20/12/2022 tarihli ve E.2022/8328, K.2022/9618 sayılı; 29/11/2022 tarihli ve E.2022/17899, K.2022/8580 sayılı; 16/11/2022 tarihli ve E.2022/36855, K.2022/8047 sayılı; 26/9/2022 tarihli ve E.2022/1613, K.2022/5268 sayılı kararları da aynı yöndedir.) Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2022 tarihli ve E.2021/13799, K.2022/8830 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Bank Asya'daki hesap kayıtları ve bilirkişi raporu üzerinde yapılan incelemeye göre, her ne kadar talimat dönemine uygun düşen mevduat hesabı açma ve para yatırma işlemleri olduğu görülmüşse de; sanığın hesabındaki para yatırma, çekme işlemlerinin Banka'nın TMSF'ye devrinden sonra da devam ettiği, diğer talimat dönemleri ile uyumlu işlemlerinin bulunmadığı, Bank Asya nezdindeki işlemlerinin rutin bankacılık işlemleri dışında değerlendirilemeyeceği, sanığın örgüt liderinin talimatı doğrultusunda, örgüte yardım kastıyla hareket ettiği tespit edilemediğinden örgüte yardım suçundan mahkumiyetini gerektirir her türlü şüpheden uzak delil bulunmayan sanığın atılı suçtan beraati yerine delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi.... [bozmayı gerektirmiştir.]" (Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2021/13117, K.2022/4203 sayılı; 27/6/2022 tarihli ve E.2021/13159, K.2022/4070 sayılı kararları da aynı yöndedir.) Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2022 tarihli ve E.2021/18737, K.2022/3755 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[S]anık Hilal'in, kendisine ait olan Bank Asya hesabındaki işlemleri eşinin yaptığı yönündeki beyanları gözetildiğinde; sanığın eşi hakkında soruşturma ve/veya kovuşturma dosyası bulunup bulunmadığının araştırılması, varsa onaylı birer suretlerinin Yargıtay denetimine elverişli şekilde dosya arasına alınması, ayrıca duruşma açılarak sanığın bu konuya ilişkin savunmasında beyan ettiği hususlar da sorularak tanık sıfatıyla ayrıntılı beyanlarına başvurulması, sanığa ait hesapta yapılan işlemlere ilişkin banka dekontlarının getirtilerek bu hesabın sanığın eşi tarafından kullanılıp kullanılmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde gerekirse de bilirkişi incelemesi yaptırılarak tespit edilmesi, tüm bu deliller gözetilerek sanığını hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma neticesinde yazılı şekilde hüküm kurulması...[bozmayı gerektirmiştir.]" (Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2021/13118, K.2022/4198 sayılı; 21/09/2022 tarihli ve E.2022/12902, K.2022/4766 sayılı; 16/2/2022 tarihli ve E.2021/8498, K.2022/606 sayılı; 1/3/2022 tarihli ve E.2021/11348, K.2022/989 sayılı; 28/4/2022 tarihli ve E.2021/12945, K.2022/2507 sayılı; 28/3/2022 tarihli ve E.2021/10402, K.2022/1563 sayılı; 1/3/2022 tarihli ve E.2021/11348, K.2022/989 sayılı; 15/6/2022 tarihli ve E.2022/20169, K.2022/3548 sayılı; 28/6/2022 tarihli ve E.2022/12689, K.2022/3959 sayılı kararları da aynı yöndedir.) | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/24370 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/2/2006 tarihinde suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve örgüt kapsamında hırsızlık yapmak suçlaması ile gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında kamu davası açılmıştır. Bursa Asliye Ceza Mahkemesinin 23/3/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarihli ilamıyla kısmen düzeltilerek onanmış; kısmen bozulmuştur. Bozulan kısım yönünden yürütülen yargılamada Mahkemenin 17/12/2013 tarihli kararıyla başvurucunun, kredi kartını kötüye kullanma suçu ve şikâyetçilerden bazılarına yönelik işlediği iddia edilen hırsızlık suçundan beraatine; bina içinde muhafaza altına alınan eşya hakkında hırsızlık suçundan ise üç yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19874 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, 2/11/1978 tarihinde murisleri aleyhine Çınar Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının Diyarbakır Kadastro Mahkemesinde halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 12/3/2014 tarihinde Diyarbakır Kadastro Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır ili, Çınar ilçesi, Çakırkaya köyünde 1978 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 228 ilâ 230 parsel numaralı taşınmazlar başvurucuların murisi ve diğer paydaşlar adına tespit edilmiştir. 230 parsel numaralı taşınmaz ile ilgili olarak kadastro komisyonun yaptığı tespite 27/9/1978 tarihinde O.Z.T., N.A., A.A. ve A.E. tarafından, 28/9/1978 tarihinde ise Maliye Hazinesini temsilen Çınar Mal Müdürlüğü tarafından itiraz edilmiştir. Yapılan itirazların reddedilmesi üzerine 2/11/1978 tarihinde Maliye Hazinesi tarafından Çınar Kadastro Mahkemesinde, miktar fazlası olduğundan bahisle tapu kaydı dışında kalan miktarın Hazine adına tescili için dava açılmıştır. Bu dava, Çınar Kadastro Mahkemesinin E.1978/370 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yine 23/11/1978 tarihinde O.Z.T., N.A., A.A. ve A.E tarafından 230 parsel numaralı taşınmazın kendi tapuları kapsamında kaldığından bahisle Çınar Kadastro Mahkemesinde tespite itiraz davası açılmıştır. Bu dava da Çınar Kadastro Mahkemesinin E.1978/430 sayılı dosyasına kaydedilmiştir Çınar Kadastro Mahkemesi, 25/10/1983 tarihinde, E.1978/430 sayılı dava dosyası ile E.1978/370 sayılı dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya E.1978/370 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar vermiştir. Çınar Kadastro Mahkemesi, 23/10/1984 tarihinde, E.1978/370 sayılı dava dosyasının E.1978/440 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya E.1978/440 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar vermiştir. 229 parsel numaralı taşınmaz ile ilgili olarak kadastro komisyonunun itirazları reddetmesi üzerine O.Z.T., N.A, A.A. ve A.E. tarafından Maliye Hazinesi aleyhine 23/11/1978 tarihinde tespite itiraz davası açılmıştır. Bu dava, Çınar Kadastro Mahkemesinin E.1978/398 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Bu dava dosyası da 27/12/1983 tarihinde Çınar Kadastro Mahkemesinin E.1978/440 esas sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. 228 parsel numaralı taşınmaz ile ilgili olarak kadastro komisyonunun yapılan itirazları reddetmesi üzerine O.Z.T., N.A., A.A., A.E. ve Maliye Hazinesi tarafından 23/11/1978 tarihinde tespite itiraz davası açılmıştır. Bu dava Çınar Kadastro Mahkemesinin E.1978/440 sayılı dava dosyasına kaydedilmiştir. Çınar Kadastro Mahkemesi, 6/12/2005 tarihinde, mera olarak tespit edilen 229 parsel numaralı taşınmaza ilişkin dava dosyasının, E.1978/440 sayılı dava dosyasından tefrikine karar vermiştir. Çınar Kadastro Mahkemesince, 18/4/2006 tarih ve E.1978/440, K.2006/9 sayılı kararla kadastro tespitinde bilirkişi olarak seçilen Ç ile davalılar arasında birinci derecede kan hısımlığı olduğu gerekçesiyle kadastro tutanaklarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve dosyanın Kadastro Müdürlüğüne iadesine karar verilmiştir. Bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/7/2009 tarih ve E.2009/2145, K.2009/4875 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma üzerine dosya, Çınar Kadastro Mahkemesinin E.2009/1 sayılı dosyasına kaydedilerek yeniden görülmeye başlanmıştır. Çınar Kadastro Mahkemesinin kapatılması üzerine dosya 8/7/2013 tarihinde Diyarbakır Kadastro Mahkemesine devredilmiş ve Diyarbakır Kadastro Mahkemesinin E.2013/31 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yargılamaya, Diyarbakır Kadastro Mahkemesinin E.2013/31 sayılı dava dosyasında devam edilmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü, dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3624 | Başvurucular, 2/11/1978 tarihinde murisleri aleyhine Çınar Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının Diyarbakır Kadastro Mahkemesinde halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, iptal davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Cumhuriyet savcısı adaylığı eğitimi sonunda katıldığı yazılı ve sözlü olarak iki aşamalı olarak gerçekleştirilen mesleki yeterlik sınavının 16/8/2016 tarihinde yapılan sözlü sınavında başarısız sayılmıştır. Başvurucunun 31/8/2016 tarihinde Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığına hitaben yazdığı dilekçeyle sözlü sınava yaptığı itiraz 14/2/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun sözlü sınavdan başarısız olduğu gerekçesiyle Adalet Bakanlığının (Bakanlık) 29/3/2017 tarihli işlemi ile adaylık görevine son verilmiş, söz konusu işlem 14/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığa sunduğu 29/3/2017 tarihli dilekçe ile sınav sonucunun tekrar değerlendirilmesi talebiyle sonuca itiraz etmiştir. Belirtilen başvuru, Bakanlıkça ilgisi nedeniyle Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığına (Akademi) gönderilmiştir. Akademi 13/4/2017 tarihli yazıyla sözlü sınav sonucuna yönelik itirazın daha önce reddedildiğini ve tekrar bir işlem yapılamayacağını belirtmiştir. Başvurucu, adaylık görevine son verilmesine ilişkin 29/3/2017 tarihli Bakanlık işleminin iptali talebiyle 29/7/2017 tarihinde Tokat İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu 8/8/2017 tarihli dilekçeyle Bakanlığa adaylık görevine son verilmesine ilişkin işlemin kaldırılması talebiyle yeniden başvurmuştur. Yapılan başvuru 2/10/2017 tarihli Bakanlık işlemiyle, başvurucunun sözlü sınavda başarısız olup sınav sonucu kesinleşerek adaylığına son verildiğinden talep hakkında Bakanlıkça yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkeme 14/2/2018 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun adaylık görevine son verilmesine ilişkin 29/3/2017 tarihli Bakanlık olurunun 14/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği vurgulanmıştır. Mahkeme, başvurucunun 14/4/2017 tarihinden itibaren ya doğrudan altmış gün içinde göreve son verme işlemine karşı dava açması yahut da 14/4/2017 tarihinden itibaren altmış gün içinde göreve son verme işlemine davalı idare nezdinde itiraz etmesi, itiraz ile duran sürede itirazdan itibaren altmış gün içinde bir cevap verilmesi durumunda kalan dava açma süresi içinde, itiraz ile duran sürede altmış gün içinde bir cevap verilmezse duran dava açma süresinden itiraz tarihine kadar geçen altmış günlük dava açma süresinden düşülerek geriye kalan dava açma süresi içinde davanın açılması gerektiğinin altını çizmiştir. Mahkeme bu kabulle, anılan hak düşürücü süreler geçtikten sonra 8/8/2017 tarihinde dava konusu işleme yapılan itirazın dava açma süresini ihya etmeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu; istinaf dilekçesinde 29/3/2017 tarihinde Bakanlığa hitaben yaptığı başvuru ile sözlü sınav sonucuna değil memuriyete son verme işlemine karşı itiraz ettiğini, dava konusu işlemi tebliğ tarihinden evvel şifahen öğrendiğini 29/3/2017 tarihli dilekçenin 14/4/2017 tarihinde tebliğ edilen memuriyete son verme işleminin iptali, geri alınması, değiştirilmesi talebinden ibaret olduğunu iddia etmiştir. Dosyayı inceleyen Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 12/6/2018 tarihli karar ile istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, istinaf dilekçesindeki iddialarını yineleyerek temyiz talebinde bulunmuştur. Yapılan başvuru Danıştay Beşinci Dairesi (Daire) tarafından 13/1/2020 tarihli karar ile reddedilerek hüküm onanmıştır. Nihai kararın 9/6/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 2/7/2020 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20681 | Başvuru, iptal davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru ceza infaz kurumunda darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir'de ceza infaz kurumunda kalmakta iken 29/3/2018 tarihinde Bolu'ya nakledilmiştir. Başvurucu, kuruma kabul ve arama işlemleri sırasında kötü muameleye maruz kaldığı iddiası ile suç duyurusunda bulunmuştur. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan 2018/3816 sayılı soruşturma kapsamında 18/7/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz 16/10/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı bireysel başvuruda bulunmuş, Anayasa Mahkemesince 5/5/2020 tarihinde başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu; infaz ve koruma memurlarından şikâyetçi olması nedeniyle ceza infaz kurumunda kendisine baskı yapıldığını, bu kapsamda 4/7/2018 ve 10/7/2018 tarihlerinde darbedildiğini, tehdit ve küfre maruz kaldığını belirterek ikinci bir suç duyurusunda bulunmuştur. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı 2018/6338 sayılı soruşturma kapsamında, 8/10/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Anılan karara karşı yapılan itiraz 21/12/2018 tarihinde reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 4/1/2019 tarihinde ceza infaz kurumu idaresi tarafından tebliğ edilmiştir. Başvurucunun imzadan imtina ettiğine ilişkin tutanak düzenlenmiştir. İtirazın reddi kararı ayrıca başvurucu vekiline 11/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvuru 11/2/2019 tarihinde yapılmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5163 | Başvuru ceza infaz kurumunda darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucuların "Başkanlığa Hayır" konulu bir basın açıklamasına katılmaları nedeniyle haklarında idari para cezası uygulanmasının suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, sırasıyla 4/7/2018 ve 14/8/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/27251 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2018/21459 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türk siyasi hayatında 2016 yılı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmesi bağlamında yoğun tartışmaların yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu tartışmalar sonucunda Anayasa değişikliği taslağı hazırlanmıştır. Ek bazı değişiklikleri de içeren taslak metinde en fazla dikkati çeken ve kamuoyunun üzerinde en çok durduğu kısım, hükûmet sistemi değişikliğine ilişkin maddelerdir. Bu taslakla başbakanlık makamının kalkması ile birlikte Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetki tanımları tekrar düzenlenmiş ve yeni sistemin adı "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak ifade edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunca 21/1/2017 tarihinde kabul edilen 6771 sayılı Kanun 23/5/1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun hükümleri gereğince 16/4/2017 Pazar günü halkoyuna sunulmuştur. 16/4/2017 tarihinde yapılan halk oylaması ile ilgili olarak Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 15/2/2017 tarihli ve 2017/109 sayılı kararı ile propaganda döneminin başlangıç tarihinden bitimine kadar uyulması gereken usul ve esaslar belirlenmiştir. ve söz konusu kararda halk oylamasının başlangıç tarihi 16/2/2017 olarak düzenlenerek seçim sürecinin bu tarihten itibaren işlemeye başlayacağı belirtilmiştir. Halk oylaması öncesinde değişikliğe ilişkin lehte ve aleyhte olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi toplumun birçok kesiminden kişi ve örgüt konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için toplantı ve gösteriler düzenlemiş; broşürler hazırlamıştır.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu Sadık Türk 1956, Mehmet Şerif Özdemir ise 1950 doğumlu olup her iki başvurucu da olay tarihinde eski sendikacıdır. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Sendika) tarafından Antalya'nın Muratpaşa ilçesindeki Kazım Özalp Caddesi üzerinde bulunan Attaolos Heykeli önünde 5/4/2017 tarihinde -halk oylamasından 11 gün önce- "Başkanlığa Hayır" konulu basın açıklaması yapmak amacıyla bir toplantı düzenlenmiştir. Başvurucular da bu toplantıya katılmıştır. Kolluk tutanaklarında basın açıklamasının yapıldığı esnada başvurucuların üzerinde "Eğitim-Sen" yazılı yeleklerin bulunduğu, "Eğitim ve Bilim Emekçileri Olarak 16 Nisan Referandumuna Hayır Diyoruz" ile başlayan bildirileri vatandaşlara dağıttıkları ve "Başkanlığa Hayır- Geleceğimiz İçin Hayır- Askerî ve Sivil Darbelere Hayır" şeklinde slogan attıkları belirtilmiştir. Yine tutanaklara göre basın açıklaması 20-45 saatleri arasında gerçekleştirilmiştir. Tutanaklarda, somut olaya müdahale edildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında sair propaganda eyleminde bulundukları gerekçesiyle Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) İdari Yaptırım Bürosunun 2017/249 defter, 2017/104 karar sayılı kararıyla 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un maddesi yollamasıyla 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 227 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular; söz konusu basın açıklamasının 298 sayılı Kanun'da yer alan propaganda kapsamında olmadığını, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullandıklarını, söz konusu basın açıklamasının 5326 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını ve sendikal kapsamda barışçıl bir şekilde gerçekleştirdikleri eylemlerinin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezalarına ayrı ayrı itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazlarını inceleyen ilgili Antalya sulh ceza hâkimlikleri (hâkimlikler) başvurucular hakkında uygulanan idari yaptırım kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazları ayrı ayrı reddetmiştir. Başvurucu Sadık Türk yönünden verilen kararın gerekçesi şu şekildedir:"Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosu tarafından verilen idari yaptırım kararı ve dosya kapsamı incelendiğinde, kararda 'Kabahatlilerin 16/04/2017 tarihinde Türkiye genelinde yapılacak olan Anayasa Değişikliği Referandum Oylamasından önce Eğitim-Sen Sendikası organizesinde, Kazım Özalp Caddesi Attalos Heykeli önünde 'Başkanlığa Hayır' konulu izin almaksızın basın açıklaması yaptıkları, basın açıklamasının yapıldığı esnada kabahatlilerin üzerlerinde 'Eğitim-Sen' yazılı yeleklerin bulunduğu, 'Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak 16 Nisan Referandumuna Hayır diyoruz' ile başlayan ve Eğitim-Sen ile biten bildirileri vatandaşlara dağıttıkları, ayrıca megafon aracılığı ile 'Başkanlığa Hayır-Geleceğimiz için Hayır-Askeri ve Sivil Darbelere Hayır' şeklinde slogan attıkları kolluk görevlileri tarafından tespit edildiği evrak kapsamından anlaşıldığından; idari para cezası tatbik edildiği görülmüştür. 3376 sayılı ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNİN HALKOYUNA SUNULMASI HAKKINDA KANUN’un 5/a maddesinde '298 sayılı Kanunun propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halk oylaması gününden önceki yedinci günden başlayarak uygulanır' şeklinde hüküm mevcuttur. Kabahat tarihinde (2017) 298 sayılı yasanın propaganda serbestliğine ilişkin hükümlerinin uygulanmayacağı anlaşılmıştır. Valilik makamının 2016 tarih ve 1199 sayılı olurlarına uygun bir iznin olmadığı görülmüştür. Muterizin 2017 günü halkoylaması yönünde propaganda faaliyetinde bulunduğuna ilişkin 2017 saat 15:30 tanzim tarihli görüntü izleme ve tespit tutanakları mevcut olmakla kabahatin oluştuğu kanaati ile itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Kararlar, sırasıyla 7/6/2018 ve 17/7/2018 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, sırasıyla 4/7/2018 ve 14/8/2018 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(1) Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye ... idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir." 298 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Özel kanunlarına göre yapılacak Cumhurbaşkanı, milletvekili, il genel meclisi üyeliği, belediye başkanlığı, belediye meclisi üyeliği, muhtarlık, ihtiyar meclisi üyeliği, ihtiyar heyeti üyeliği seçimlerinde ve Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halk oyuna sunulmasında bu Kanun hükümleri uygulanır." 298 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Propaganda, oy verme gününden önceki onuncu günün sabahında başlar ve oy verme gününden önceki günün saat 00'inde sona erer." 298 sayılı Kanun'un maddesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki 298 sayılı Kanun'da propaganda süresi açık olarak sınırlandırılmamıştır. Bu propagandanın siyasi partilere ve bağımsız adaylara taalluk eyliyen sürelerinin hangi tarihten başlıyacağı ve ne zaman sona ereceği tatbikatta tereddütler uyandırmaktadır. 298 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanunda ayrıca ceza hükmüne bağlanmayan ve Kanun hükümlerine aykırı olan sair propagandaların failleri hakkında Kabahatler Kanununun 32 nci maddesinin birinci fıkrası uygulanır." 3376 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Anayasa gereğince yapılacak olan halk oylamalarında bu Kanun hükümleri uygulanır. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri hakkında Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri tatbik edilir." 3376 sayılı Kanun'un 5/a maddesi şöyledir:"298 sayılı Kanunun propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halkoylaması gününden önceki yedinci günden başlayarak uygulanır." Propaganda sürelerine yönelik olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 19/9/1989 tarihli ve E.1989/5954, K.1989/8167 sayılı kararı şöyledir:"... 298 sayılı Yasanın 49/a. madde ve fıkrası hükmü ile 26 Mart mahalli seçimlerinde seçim yasaklarının 16/3/1989 gününde başlamasına, sanığın eylemini 2/3/1989 gününde işlemiş olmasına göre olayda 298 sayılı yasanın uygulama yeri bulunmadığı gibi.." Yargıtay Ceza Dairesinin 4/5/11/994 tarihli ve E.1994/1205, K.1994/5187 sayılı benzer yöndeki kararı şöyledir:"...298 sayılı Yasanın 49/ madde ve fıkrası hükmü ile 1/11/1992 tarihinde yapılan seçim yasağının 22/10/1992 gününde başlamasına, sanıkların eylemlerini ise 13/10/1992 gününde işlemiş bulunmalarına göre olayda 298 sayılı yasanın uygulama yeri olmadığı gözetilmeden bu suçtan mahkumiyetlerine karar verilmesi..."B. Uluslararası Hukuk Suç ve cezaların kanuniliği ilkesine ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14- Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21459 | Başvuru, başvurucuların "Başkanlığa Hayır" konulu bir basın açıklamasına katılmaları nedeniyle haklarında idari para cezası uygulanmasının suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 2/1/1986 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası, Yargıtayın 15/4/2015 tarihli onama kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20475 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması, matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması, itiraz mercilerince alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, hüküm sonrası tahliye talebinin uzun süre karara bağlanmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/12/2013 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Osmaniye Sulh Ceza Mahkemesinin 2/4/2008 tarihli ve 2008/51 Sorgu sayılı kararı ile “kasten insan öldürme” suçundan tutuklanmıştır. Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığının 18/4/2008 tarihli ve E.2008/1089 sayılıiddianamesi ile başvurucu hakkında “kasten insan öldürme, kasten insan öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 22/12/2011 tarihli ve E.2008/87, K.2011/222 sayılı kararı ile başvurucunun “kasten insan öldürme, kasten yaralama ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet” suçlarından mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkeme, hüküm ile birlikte başvurucunun tutukluluğunun devamına da karar vermiştir. Anılan karar, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 5/11/2012 tarihli ve E.2012/3429, K.2012/7841 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma sonrasında yargılamaya devam eden Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi, 5/3/2013 tarihli ve E.2012/316, K.2013/53 sayılı kararı ile başvurucunun “(2 ayrı) kasten insan öldürme” suçundan toplam 40 yıl hapis, “kasten yaralama” suçundan 2 yıl 6 ay hapis, “6136 sayılı Yasa'ya muhalefet” suçundan 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemece hüküm ile birlikte “verilen ceza miktarı,sanıkların işlediği iddia edilen suçun 5271 Sayılı CMK’nın maddesinde sayılan suçlardan oluşu, sanıkların tevkif tarihleri ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı dikkate alınarak” başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucuya duruşmada tefhim edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, hüküm ile birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü temyiz etmiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesine gönderdiği 5/7/2013 tarihli dilekçesi ile tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 23/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 23/6/2014 tarihli ve E.2014/2329, K.2014/3591 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında “kasten insan öldürme ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet” suçlarından verilen mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına, “kasten yaralama” suçundan verilen hükmün ise “kullanılan silahın elverişliliği, sanıkların maktüller ve mağdur arasında ayrım yapmaksızın üçünün üzerine doğru çok sayıda ateş etmeleri ve aynı olayda N. ve Z.'yi öldürmeleri hususları birlikte dikkate alındığında, açığa çıkan kastlarının öldürmeye yönelik olduğu anlaşıldığı halde, kasten öldürme suçuna teşebbüs yerine yazılı şekilde suçun niteliğinde yanılgıya düşülerek kasten yaralamadan hüküm kurulması” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. Anılan Yargıtay ilamında, ayrıca başvurucunun tahliye talebinin reddine de karar verilmiştir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten öldürme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutukluluğun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/126 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması, matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması, itiraz mercilerince alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi, hüküm sonrası tahliye talebinin uzun süre karara bağlanmaması nedenleriyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; 1994 yılından beri haber alınamayan ve terör örgütü tarafından öldürüldüğü iddia edilen başvurucunun kardeşi ile ilgili olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi ve tazminata ilişkin idari ve yargısal sürecin uzunluğu nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun muris annesi B.nin diğer oğlu olan N.B. hakkında, Şanlıurfa Ö.G. gazetesi muhabiri iken 12/3/1994 tarihinde bir haber çağrısı üzerine Siverek ilçesine gitmek üzere yola çıktığı, o tarihten sonra kendisinden bir daha haber alınamaması ve öldürüldüğü duyumu üzerine Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunulmuştur.A. Olayla İlgili Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayla ilgili olarak soruşturma başlatılmıştır. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı 17/10/1994 tarihinde, kimliği meçhul olay faillerine yönelik daimî arama kararı vermiştir. Olayla ilgili inceleme yapan Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü Sarayönü Karakol Amirliğinin Asayiş Şube Müdürlüğüne yazdığı 3/1/1995 tarihli yazıda, Ö.G. gazetesi muhabiri N.B.nin kaybolması veya öldürülmüş olabileceği iddiası üzerine, Amirliğin sorumluluk bölgesinde önemle yapılan araştırmaya karşın olayı gerçekleştirebilecek kişi veya kişilerin tespitinin mümkün olmadığı belirtilmiş, olayın araştırılması ve takibe alınması için ilgili Jandarma Karakoluna havalesi arz edilmiştir. N.B.nin babası İ.B.nin 4/5/2001 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede, oğlunun Siverek ilçesinde öldürüldüğünü duyduğunu ancak cenazesini bulamadıklarını belirtmesi üzerine, devam eden hazırlık evrakındaki diğer kaybolmalardan ayrı bir suç olduğu değerlendirmesiyle Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca 14/6/2001 tarihinde N.B.nin kaybolmasına yönelik soruşturma dosyasının ayrılmasına karar verilmiştir. 15/6/2001 tarihinde de yapılan tahkikatta olayın Siverek ilçesi hudutları dâhilinde meydana geldiği gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Siverek Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Siverek Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan tahkikat sonunda, N.B.nin Siverek ilçesine geldiğine ve öldürüldüğüne dair hiçbir bilgi ve kaydın bulunamadığı gerekçesiyle 9/11/2001 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek kaybolan N.B.nin en son görüldüğü yer olduğundan bahisle soruşturma dosyası tekrar Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Dosyanın 27/11/2001 tarihinde eski dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği 27/11/2001 tarihli yazıda, Şanlıurfa'da Ö.G. gazetesi muhabiri olarak çalışmakta iken Siverek ilçesine haber için gittiği iddia edilen ve kendisinden bir daha haber alınamayan, ayrıca öldürüldüğü iddia edilen N.B. ile birlikte aynı soruşturma dosyasında yer alan diğer kişiler hakkında belirli konularla ilgili gerekli araştırma yapılarak, adı geçen şahısların ölü olarak kayıtlara geçip geçmediği, herhangi bir örgüte katılıp katılmadıkları ve bu yüzden aranıp aranmadıkları tespit edilerek bilgi verilmesi istenilmiştir. Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü 21/12/2001 tarihli yazısıyla Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 27/11/2001 tarihli yazısına cevap vermiştir. Söz konusu yazıda, N.B. isimli şahsın Siverek Askerlik Şubesi Başkanlığınca askerî bakaya suçundan arandığı, babası İ.B.nin 13/3/1994 tarihli dilekçesi ile Müdürlüğe müracaatta bulunarak oğlu N.B.nin 12/3/1994 tarihinde saat 30 sıralarında Y. isimli bir şahsın Siverek ilçesinden telefon ederek haber için çağırması üzerine Siverek ilçesine gittiğini ve belirtilen tarihten sonra kendisinden haber alamadığını, başına herhangi bir şey gelmesinden endişelendiğini beyan etmesi ile ilgili olarak 14/3/1994 tarihinde ifadesine başvurulduğu, konuyla ilgili Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına da bilgi verildiği ve belirtilen tarihten sonra N.B.nin kayıp şahıs olarak aramaya alındığı ifade edilmiştir. Ayrıca N.B.nin kardeşleri olan B.B., B., F.B. ve İ.B.nin değişik tarihlerde PKK terör örgütü adına faaliyet gösterme suçlarından yakalanarak adli makamlara sevk edildikleri, İ.B. isimli kardeşinin ise hâlen Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünce PKK örgüt üyesi olma suçundan aranmakta olduğu vurgulanmıştır. Öte yandan N.B.nin ölü olduğu ve herhangi bir örgüte katılıp katılmadığı yönünde arşivlerine intikal etmiş herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı, Siverek İlçe Nüfus Müdürlüğünden temin edilen nüfus kayıt örneğinde sağ olarak gözüktüğü ve hâlen şahsın bulunması yönünde çalışmaların devam etmekte olduğu belirtilmiştir. Bireysel başvuru formu ve eklerinde, söz konusu soruşturma ile ilgili herhangi bir karar verilip verilmediği ve varsa söz konusu kararlara yönelik itirazda bulunulup bulunulmadığı hususlarına dair bir bilgi yer almamaktadır.B. 5233 Sayılı Kanun'a İstinaden Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç Başvurucunun murisi B. 19/7/2005 tarihli dilekçeyle Şanlıurfa Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuş ve olay dolayısıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında uğradığını ileri sürdüğü zararlarının giderilmesini talep etmiştir. Komisyon tarafından olaya yönelik yapılan araştırma üzerine Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca gönderilen bilgi ve belgelerde; daimî arama durumunun devam ettiği, meydana gelen olayla ilgili olarak yapılan araştırmalar ve takip sonucunda olayın terör ve terörle mücadele kapsamında işlendiğine dair herhangi bir delile rastlanılmadığı belirtilmiştir. Komisyon 11/4/2007 tarihli kararıyla, olayın terör ve terörle mücadeleden kaynaklandığına yönelik yeterli bilgi ve belge edinilemediğini belirtilerek talebi reddetmiştir. Tazminat Davası Süreci Başvurucunun murisi B., anılan Komisyon kararının iptali ve 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 29/2/2008 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının oğlu olan N.B.nin, Şanlıurfa [Ö.G.] gazetesi muhabiri iken 1994 tarihinde bir haber çağrısı üzerine Siverek İlçesine gitmek üzere yola çıktığı ve o tarihten sonra kendisinden bir daha haber alınamadığı, konuyla ilgili olarak Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 1993/4245 hazırlık numarasıyla yürütülen soruşturmada, 1994 tarihli kararla, kimliği meçhul olay faillerinin yapılan araştırmalarda kimliklerinin tespit edilememesi ve yakalanamaması nedeniyle daimi arama kararı verildiği, davacı tarafından 5233 sayılı Kanun uyarınca yapılan başvuru üzerine konuyla ilgili olarak Şanlıurfa Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı tarafından yapılan araştırmada, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen bilgi ve belgelere göre daimi ara durumumun devam ettiği, meydana gelen olayla ilgili olarak yapılan araştırmalar ve takip sonucunda, olayın terör ve terörle mücadele kapsamında işlendiğine dair herhangi bir delile rastlanmadığının belirtildiği, Şanlıurfa Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı'nca olayın terör ve terörle mücadeleden doğan zarar olduğuna dair yeterli bilgi ve belge edinilememiş olması nedeniyle başvurunun reddi üzerine, söz konusu kararın iptali ve yasal faiziyle birlikte 000-TL maddi, 000-TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bakılan davada, dosyada yer alan bilgi ve belgeler incelendiğinde, davacının oğlu olan N.B.nin, Şanlıurfa [Ö.G.] gazetesi muhabiri iken 1994 tarihinde bir haber çağrısı üzerine Siverek İlçesine gitmek üzere yola çıktığı ve o tarihten sonra kendisinden bir daha haber alınamadığı, ancak N.B.nin, akıbeti hakkında herhangi bir sonuca ulaşılamadığı, olayın kim tarafından hangi amaçla gerçekleştirildiğinin açıklığa kavuşturulamadığı, olayın terör eyleminden kaynaklandığını ortaya koyacak herhangi bir belge ve somut bir bilginin bulunmadığı, bu nedenle davacının uğradığını ileri sürdüğü zararın, 5233 sayılı Kanun kapsamına girdiğinden söz edilemeyeceğinden, davacının anılan Kanun uyarınca zararının tazmini talebiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.Öte yandan, dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediğinden davacının maddi ve manevi tazminat isteminin de kabulüne olanak bulunmamaktadır." Başvurucunun murisi B.nin temyizi üzerine 24/4/2014 tarihinde Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) ilamı ile kararın bozulmasına oyçokluğuyla hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bakılan davada; N.B.nin ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, her ne kadar davalı idarece, olayın 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediğinden bahisle davacının başvurusu reddedilmiş ise de N.B.nin ölümüyle sonuçlanan olayın gelişimi, oluş şekli ve niteliği dikkate alındığında o tarihlerde yörede yaşanan yaygın ve yoğun terör olaylarının bir sonucu olduğu ve bu haliyle 5233 sayılı Kanun kapsamında kaldığı kanaatine varıldığından, davacının başvurusunun 5233 sayılı Yasa kapsamında olmadığından bahisle reddi yönündeki dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Karşıoy gerekçesinde ise usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının aynen onanması gerektiği belirtilmiştir. Anılan karara yönelik kararın düzeltilmesi istemi de Dairenin 28/5/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Mahkemece 11/12/2015 tarihli karar ile bozma kararına uyulmayarak aynı gerekçeyle ısrar kararı verilmiştir. Başvurucunun murisi B.nin temyizi üzerine 28/3/2016 tarihinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) ilamı ile ısrar kararı esas yönünden oybirliği, gerekçe yönünden oyçokluğu ile onanmıştır. İki üye gerekçe yönünden karşıoylarında; 5233 sayılı Kanun'un "Karşılanacak zararlar" başlıklı maddesinin (b) bendinde; kişilerin şahsına yönelik karşılanacak zararların, "Yaralanma, engelli hale gelme ve ölüm hallerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri" olduğunun belirtildiği vurgulanmıştır. Uyuşmazlık konusu olayda ise davacının oğlunun öldüğüne dair bir tespit olmadığı gibi gaiplik kararı da bulunmadığı, davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanabilecek bir zararının oluşmadığı, dolayısıyla mahkeme kararının bu ek gerekçe ile onanması gerektiği düşüncesinde olduklarını ifade etmiştir. Kararın düzeltilmesi istemi de İDDK'nın 28/6/2018 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucunun murisinin vekiline 26/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, murisi B.nin 10/8/2017 tarihinde vefat ettiğini ve kendisinin de mirasçısı olduğunu gösteren 12/9/2017 düzenleme tarihli mirasçılık belgesini ekleyerek süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Halit Paksoy, B. No: 2014/2794, 7/3/2019, §§ 17- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32246 | Başvuru, 1994 yılından beri haber alınamayan ve terör örgütü tarafından öldürüldüğü iddia edilen başvurucunun kardeşi ile ilgili olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı açılan davanın reddedilmesi ve tazminata ilişkin idari ve yargısal sürecin uzunluğu nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/12/1963 ile 15/12/1980 tarihleri arasında Millî Eğitim Bakanlığında T. Emekli Sandığına tabi öğretmen olarak görev yapmıştır. Başvurucu, daha sonra bu görevinden ayrılarak özel sektörde çeşitli şirketlerde Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK) tabi olarak çalışmıştır. SSK tarafından başvurucuya 1/4/1989 tarihi itibarıyla yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi 5/2/2009 tarihli ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı kararı ile 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesinde yer alan "Son defa T. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve" ibaresini, Anayasa'nın ve maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. Bu karar 5/6/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış ve 5/6/2010 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Başvurucu 20/7/2011 tarihli dilekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı hizmet süresi için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiştir. SGK 20/9/2011 tarihli yazıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Bu yazıda, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği belirtilmiştir. SGK ayrıca kanun koyucu tarafından bu konuda yapılan yeni düzenlemeye işaret etmiştir. 19/9/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanun'un maddesi ile 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası "Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici maddesi hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve..." şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin yürürlük tarihi ise 5997 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca 1/6/2010 tarihi olarak belirlenmiştir. İdareye göre söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesinden önce yeni bir düzenleme yapılmış olduğundan emeklilik ikramiyesinin ödenmesi imkânı bulunmamaktadır. Başvurucu 14/10/2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme), talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali ve bahse konu emekli ikramiyesinin yasal faiziyle birlikte kendisine ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 24/12/2012 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkemece, emekli aylığının bağlandığı tarihte yürürlükte bulunan katsayılar dikkate alınarak hesaplanacak emekli ikramiyesi tutarının başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı SGK tarafından başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Mahkeme, emekli ikramiyesinin güncel tutarlara göre ödenmesinin kanuni bir dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun ödeme tarihindeki katsayılar dikkate alınarak ikramiyenin ödenmesi yönündeki isteminin reddine karar vermiştir. SGK tarafından gönderilen 30/4/2013 tarihli yazı ile başvurucunun lehine sonuçlanan Mahkeme kararı gereği emekli ikramiyesinin aylığın bağlandığı 1/4/1989 tarihine göre hesaplandığı bildirilmiştir. Bu yazıda ayrıca, yapılan hesaplama sonucu 0,62 TL emekli ikramiyesi ve 0,10 TL faizin banka hesabına yatırıldığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunca (Kurul) 5/3/2014 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Kurul tarafından 19/2/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 20/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6908 | Başvuru, bir sosyal güvenlik ödemesinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, maliki olduğu taşınmazı dernek şubesi olarak kullanması nedeniyle aleyhine açılan meskenin iş yeri olarak kullanılmasının önlenmesi davasında mahkemenin dernek şubesini iş yeri olarak kabul ederek taşınmazı bu şekilde kullanmasına son veren kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 11/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 3/2/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 4/4/2014 tarihli görüş yazısı 16/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 28/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bandırma ilçesi 17 Eylül Mahallesi, Şehit Süleymanbey caddesi, 76 no.lu ve üç bağımsız bölüme sahip binanın ikinci katında yer alan bağımsız bölümü, 25/2/2009 tarihinde satın alarak dernek şubesi olarak kullanmaya başlamıştır. Başvurucunun bulunduğu binanın birinci katının maliki olan ve burada muhasebecilik mesleğini sürdüren Hayrettin KARAGÖZ, 18/1/2010 tarihinde Bandırma İkinci Noterliği vasıtasıyla başvurucunun sahibi olduğu bağımsız bölümün dernek sıfatıyla iş yeri olarak kullanmasına kat maliki olarak müsaadesinin bulunmadığını belirtir ihtarname göndermiştir. Başvurucu 1/2/2010 tarihinde Bandırma Birinci Noteri vasıtasıyla verdiği cevapta dernek faaliyetlerinin yasak işlerden olmadığını, ihtarnameyi gönderenin de meskeni iş yeri olarak kullandığını, derneğin iş yeri sayılmayacağı şeklinde cevap vermiştir. Hayrettin KARAGÖZ, 17/2/2010 tarihinde Bandırma Sulh Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde meskenin işyeri olarak kullanılmasının önlenmesi davası açmıştır. Mahkeme, mahallinde bilirkişiyle beraber keşif yapılmasına karar vermiştir. Yapılan keşifte binanın üç bağımsız bölümden oluştuğu, davacı ve başvurucunun kullandığı bölümler dâhil üçünün de iş yeri olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda tapuda mesken olarak görünen başvurucuya ait bağımsız bölümün dernek binası olarak kullanılmasının mümkün olmadığı yönünde görüş verilmiştir. Mahkeme, 19/4/2011 tarih ve E.2010/193, K.2011/619 sayılı kararla ve davacının da binadaki bağımsız bölümü muhasebecilik mesleğini ifa etmek üzere iş yeri olarak kullandığı, binada mesken olarak kullanılan bağımsız bölüm bulunmadığı, bu durumda davacının davasını açmasında 22/11/2011 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinde yer alan iyi niyet kurallarının bulunmadığı gerekçesiyle bu davayı reddetmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmiş ve temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesi 2/2/2012 tarihli E.2012/316, K.2012/900 sayılı kararıyla ve “Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre dernek ile şubelerinin işgal ettikleri mekânlar iş yeri niteliğinde olup, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun maddesi hükmü uyarınca tapuda mesken olarak kayıtlı bağımsız bir bölümün bu amaçla kullanılması, tüm bağımsız bölüm maliklerinin oybirliği ile verecekleri karara bağlıdır.” gerekçesiyle kararı bozmuştur. Davayı tekrar ele alan Mahkeme, 5/6/2012 tarih ve E.2012/421, K.2012/764 sayılı kararıyla Yargıtay kararı doğrultusunda davayı kabul ederek başvurucunun davaya konu bağımsız bölümde dernek faaliyetlerini sona erdirmesine karar vermiştir. Temyiz edilen ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay aynı dairesinin 11/10/2012 tarih ve E.2012/10313, K.2012/11065 sayılı kararıyla “kararın gereğinin yerine getirilmesi için 10 günlük süre verilmesine” ibaresi yazılmak suretiyle düzeltilerek onanmıştır. Bahsedilen onama kararı başvurucuya 23/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. B. İlgili Hukuk 23/6/1965 tarih ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun “Yasak işler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Anagayrimenkulün, kütükte mesken, iş veya ticaret yeri olarak gösterilen bağımsız bir bölümünde hastane, dispanser, klinik, poliklinik, ecza laboratuvarı gibi müesseseler kurulamaz; kat maliklerinin buna aykırı sözleşmeleri hükümsüzdür; dispanser, klinik, poliklinik niteliğinde olmıyan muayenehaneler bu hükmün dışındadır. Anagayrimenkulün, kütükte mesken olarak gösterilen bağımsız bir bölümünde sinema, tiyatro, kahvehane, gazino, pavyon, bar, kulüp, dans salonu ve emsali gibi eğlence ve toplantı yerleri ve fırın, lokanta, pastahane, süthane gibi gıda ve beslenme yerleri ve imalathane, boyahane, basımevi, dükkan, galeri ve çarşı gibi yerler, ancak kat malikleri kurulunun oybirliği ile vereceği kararla açılabilir. (Ek fıkra: 13/02/2011-6111 S.K mad.) 1136 sayılı Avukatlık Kanununda avukatlık büroları ve hukuk büroları ile ilgili düzenleme yapılıncaya kadar meskenlerdeki avukatlık ve hukuk büroları faaliyetlerine devam ederler. Bu süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıldır. Bu hüküm 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda ilgili düzenleme yapılıncaya kadar meslek mensupları tarafından açılan bürolar hakkında da uygulanır. Bu karar yöneticinin veya kat maliklerinden birinin istemi üzerine bütün bağımsız bölümlerin kat mülkiyeti kütüğündeki sahifelerine şerh verilir.” 19/3/1969 tarih ve 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 17/4/2013 tarih 6460 sayılı Kanunla değişik “Büro edinme zorunluluğu” kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir:“Her avukat, levhaya yazıldığı tarihten itibaren üç ay içinde baro bölgesinde bir büro kurmak zorundadır. (Ek cümle: 17/04/2013-6460 S.K./ md) 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa göre ana gayrimenkulün mesken olarak gösterilen bağımsız bölümlerinde kat maliklerinin izni ve benzeri şartlar aranmaksızın avukatlık büroları faaliyet gösterebilir. (Ek cümle: 17/04/2013-6460 S.K./ md) Bu konuda, yönetim planındaki aksine hükümler uygulanmaz. Büronun niteliklerini barolar belirtir.” 1/6/1989 tarih ve 3568 Sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun 17/4/2013 tarih 6460 sayılı Kanunla “Yasaklar” kenar başlıklı maddesine eklenen fıkrası şöyledir:“23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununa göre anagayrimenkulün mesken olarak gösterilen bağımsız bölümlerinde kat maliklerinin izni ve benzeri şartlar aranmaksızın serbest muhasebeci mali müşavirlik veya yeminli mali müşavirlik faaliyetlerinde bulunulabilir. Bu konuda, yönetim planındaki aksine hükümler uygulanmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1035 | Başvurucu, maliki olduğu taşınmazı dernek şubesi olarak kullanması nedeniyle aleyhine açılan meskenin iş yeri olarak kullanılmasının önlenmesi davasında mahkemenin dernek şubesini iş yeri olarak kabul ederek taşınmazı bu şekilde kullanmasına son veren kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, terekenin tenkisi davasında belirlenen tenkise tabi bedelin güncel değeri bulunmadan ve enflasyondan kaynaklanan değer kaybı giderilmeden ödenmesine karar verilmesi sebebiyle mülkiyethakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/7/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/06/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 19/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 9/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 28/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun babası N.A. 13/4/1986 tarihinde vefat etmiştir. Geriye mirasçı olarak murisin ilk evliliğinden olan kızı başvurucu ve murisin ikinci eşi Ö.A. kalmıştır. Başvurucu, saklı pay kurallarının ortadan kaldırılması ve kendisinin mirastan yoksun bırakılması amacıyla murisin malvarlığının ve kazancının tamamına yakın bir kısmının davalıya aktarıldığını belirterek terekenin ve kazandırmaların saklı payına el atma oranında tenkisi ile el atma miktarının dava tarihinden başlamak üzere yasal faizi ile birliktetahsili istemiyle Ö.A. aleyhine 9/4/1987 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde tenkis davası açmıştır. Mahkemece 25/11/2010 tarihli ve E.1987/249, K.2010/369 sayılı karar ile davanın kabulüne, 541,41 TL'nin 7/5/1995 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"... ölenin davacıyı miras haklarından mahrum bırakmak amacıyla evliliğinden sonra davalı adına aşağıda listelenen kazandırmalarına devam ettiği, son olarak bu hususta vasiyetname dahi tanzim ettiği, bu suretle ölenin davacının yasal olarak dokunamayacağı davacıya ait miras hukukundan kaynaklanan tasarruf nisabını aşacak tarzda davalı lehine kazanımlarda bulunduğu; ölüm tarihi itibari ile 743 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, ölüm tarihi itibari ile terekenin aktif ve pasifi de gözönünde bulundurulmak suretiyle tercih hakkının kullanıldığı tarihteki değerlerin sırası ile: A) Ölüm tarihi itibari ile tereke : ...B) Tercih hakkının kullanıldığı 07/05/1995 tarihi itibari ile, saklı payın uyarlama suretiyle ulaşmış olduğu meblağın 541,41 TL. olduğu ve davacının bu meblağı talebe hakkının bulunduğu..." Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/12/2011 tarihli ve E.2011/5497, K.2011/8534 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozulma gerekçesi şöyledir:"Mirasçılık ve mirasın geçişi miras bırakanın ölümü tarihinde yürürlükte olan hükümlere göre belirlenir. (4722 s. Yürürlük K.m.17) Toplanan delillere göre;... temliklerin tamamı bedele dönüşmüştür. Yani ortada sabit tenkis oranında bölünme durumunun araştırılacağı bir muayyen mal vasiyeti veya temliki bulunmamaktadır. Buna rağmen davalıya 1995 tarihinde kullandırılan tercih hakkının konusu bulunmadığındanhukuki değeri olmadığı gibi, bu tarihten itibaren tenkis alacağına yasal faiz yürütülmesi de doğru bulunmamıştır. Zira murisin bedel vermek suretiyle temlikte bulunduğu hallerde davalıya kazandırılan malların bedelleri de tenkise tabi olacaktır, ancak bu halde tenkise tabi tutulacak miktar, miras bırakan tarafından davalılara verilen paranın, mirasın açıldığı tarihte ulaştığı değerdir. Miras bırakan tarafından davalıya mal veya şirket alınırken verilen paranın miktarını saptamak, bu paranın mirasın açıldığı tarihte ulaştığı değeri, paranın satın alma gücündeki değişimleri usulünce belirli kriterler dikkate alınmak suretiyle hesaplamak, gerektiğinde bu konuda uzman bilirkişiden rapor almak, bu yolla belirlenen değerin tenkis hesabında dikkate alınacağını gözetmek (H.G.K.nun 2005 gün, ve 2005/2-581 Esas, 2005/672 sayılı Kararı ) bu şekilde davalı yararına yapılan kazandırmaların mirasın açıldığı tarihteki değerlerini doğru olarak tespit edip, bu değerler dikkate alınarak tenkis edilecek bedeli bulmak ve bu bedele dava tarihinden itibaren faiz uygulamak gerekir. Mahkemece bu yönde hesaplama yapılmak suretiyle ihlal edilen saklı payın murisin ölüm tarihinde ulaştığı değer 077,58 doğru olarak tespit edilmiştir, ancak bu miktara dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz eklenmesiyle yetinilmesi gerekirken, ..." Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda 19/6/2012 tarihli ve E.2012/190, K.2012/263 sayılı karar ile bozma ilamında belirtilen surette alınan bilirkişi raporları uyarınca başvurucunun saklı payının 077,58 TL olarak belirlendiği gerekçesiyle bu tutarın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarihli ve E.2012/13216, K.2013/4110 sayılı ilamıyla onanmıştır. Karar, başvurucuya 25/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin maddesi şöyledir: "Tasarruf nisabı, terekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur. Müteveffanın borçları, cenaze masrafı, terekeyi mühürlemek ve defter tutma masrafları, müteveffa ile bir arada yaşayan kimselerin bir aylık iaşe masrafı; terekeden tenzil olunur." Aynı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: "Müteveffanın ölüme bağlı olmayarak vakı tenkısa tabi teberruları, tasarruf nisabının hesabı için, terekeye zam olunur." Aynı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: “Mahfuz hisselerinin baliğ olduğu miktarı alamıyan mirasçılar, tasarruf nisabını tecavüz eden teberruun tenkisini dava edebilirler.Müteveffanın, hilafını kasdettiği tasarruftan anlaşılmadıkça kanuni mirasçıların hisselerine dair tasarrufta mevcut hükümler, alalade taksim kaideleri gibi telakki olunur" Aynı mülga Kanun'un maddesi söyledir: “Mahfuz hisseli mütaaddit mirasçılara ölüme bağlı tasarruf tarikı ile yapılan ve tasarruf nisabını tecavüz eden teberrular, bu mirasçılardan herbirine mahfuz hissesinden fazla düşen miktarlarla mütenasip olarak tenkise tabidir" Aynı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Tasarrufu yapan kimsenin, hilafını kasdettiği tasarruftan anlaşılmadıkça, mirasçı nasbolunan veya kendilerine diğer bir surette teberru edilen kimselere ait hisseler, mütenasiben tenkise tabidir" Aynı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Kıymetine noksan gelmeksizin taksimi kabil olmayan muayyen bir mal vasiyet edilip te işbu vasiyet tenkise tabi olursa; lehine vasiyet yapılan kimse, dilerse tasarruf nisabı miktarını nakden alır dilerse tenkisi lazımgelen miktarın kıymetini verip o malı talep eder." Aynı mülga Kanun'un maddesi şöyledir: "Miras, ölüm ile açılır. Murisin ölümüne bağlı olmayan teberru ve taksimleri, mirasa alakaları noktasından mirasın açıldığı gündeki haline göre takdir edilir." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünmesine olanak bulunmayan belirli bir mal vasiyeti tenkise tâbi olursa, vasiyet alacaklısı, dilerse tenkisi gereken kısmın değerini ödeyerek malın verilmesini, dilerse tasarruf edilebilir kısmın değerini karşılayan parayı isteyebilir.Tasarruf konusu malın vasiyet alacaklısında kalması durumunda, malın tenkis sebebiyle vasiyet borçlusuna verilmesi gereken, aksi hâlde tasarruf oranı içinde kalan kısmının karar günündeki değerinin para olarak ödetilmesine karar verilir.Bu kurallar, sağlararası kazandırmaların tenkisinde de uygulanır." 30/11/2005 tarihli ve E.2005/2-581, K.2005/672 sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının ilgili bölümleri şöyledir: "...uyuşmazlık, tenkis hesabı yapılırken davalılara yapılan bağışın, satın alınan taşınmazların tespit tarihindeki değerlerinin mi, yoksa alımları sırasında ödenen satış bedellerinin mi esas alınacağı noktasında toplanmaktadır....Miras bırakan tarafından taşınmazların alımı için ödenen bedellerin (bağışın) tenkise tabi olduğu hususunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.Somut olayda, dava konusu taşınmazlar, murisin ölüm tarihi olan 1994 yılından çok önce alınmıştır.Ülkede uzun yıllar devam eden enflasyon nedeniyle paranın satın alma gücü düşmüş, verilen paranın tenkis hesabına esas alınması sıkıntılara yol açmış, tutarsızlıklara ve adalete olan güvenin sarsılmasına neden olmuştur.Hukuk kuralları gerçek hayata uygun olduğu ve adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirir; saygınlık sağlar ve hukuk kuralı özelliğini korur.Bu nedenle yetkili organlarca değiştirilinceye, yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden, çağın gereklerine uygun bir şekilde yorunlanmalıdır.Bu görev yargıca aittir. Çağdaş hukuk, tam karşılığı verilmeden elde edilen kazançları korumamaktadır. O halde taraflardan bir kısmının zenginleşmesine yol açacak çözüm yollarından kaçınılmalıdır.Hal böyle olunca mahkemece yapılacak iş, miras bırakanın taşınmazlar alınırken verdiği bedellerin (paraların) mirasın açıldığı tarihte ulaştığı değerlerinin; paranın satın alma gücündeki değişimlerin usulünce belirli kriterler dikkate alınmak suretiyle hesaplanması, gerektiğinde bu konuda uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan, taraf, yargıç ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınması, bu yolla belirlenen değerin tenkisine hükmedilmesinden ibarettir." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiç bir kusur isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.Bu munzam zarar derhal takdir olunabilirse hakim, esasa dair karar verir iken bu zararın miktarını dahi tayin edebilir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5061 | Başvuru, terekenin tenkisi davasında belirlenen tenkise tabi bedelin güncel değeri bulunmadan ve enflasyondan kaynaklanan değer kaybı giderilmeden ödenmesine karar verilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvuruların kabul edilmeyen kısmı için açılmış davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması, kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 29/9/2014 ve 13/10/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından 18/3/2015 tarihlerde konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16536 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının 2014/16319 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/16536 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2014/16319 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 22/10/2015 tarihli görüş yazısı 11/11/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucu vekili tarafından 26/11/2015 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi sunulmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Tunceli ili Ovacık ilçesi Kuşluca köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları neticesinde köylerinin boşaltılmasıyla yerleşim yerlerinden 1994 yılında göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular 7/10/1994 ile 16/10/1994 tarihleri arasında köylerindeki evlerinin terör nedeniyle yanmasına ilişkin Ovacık Kaymakamlığına şikâyet dilekçesi verdiklerini ancak herhangi bir sonuç alamadıklarını beyan etmişlerdir. Başvurucular, köylerine dönüşlerine izin verilmesi talebiyle 2001 yılında Ovacık Kaymakamlığına başvurduklarını fakat taleplerinin reddedildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular 11/4/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon; i. 16/10/2009 tarihli ve 2310 sayılı kararında başvurucu Hıdır Bilir'e 260,00 m2, ahşap, taş duvarlı ev için 122,10 TL birim fiyatı üzerinden 873 TL, 150,00 m2 , ahşap, taş duvarlı ahır için 70,40 TL birim fiyatı üzerinden 280 TL, 21 dönüm sulak arazi için 46 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 496,88 TL, 67 dönüm kıraç arazi için 50 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 305,19 TL, 40 adet ceviz ağacı için 70 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 242,50 TL; 10 adet karışık meyve ağacı için 39,50 TL birim fiyatı üzerinden 4 yıl için 032 TL; 80 adet kavak ağacının fiziksel değeri için 11 TL birim fiyatı üzerinden 880 TL olmak üzere toplam 130,19 TL, ii. 16/10/2009 tarihli ve 2317 sayılı kararında başvurucu Yusuf İmre'ye 120,00 m2, ahşap, taş duvarlı ev için 122,10 TL birim fiyatı üzerinden 791,20 TL, 170,00 m2 , ahşap, taş duvarlı ahır için 70,40 TL birim fiyatı üzerinden 180,80 TL, 10 dönüm sulak arazi için 46 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 742,20 TL, 3 dönüm susuz arazi için 50 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 577,50 TL, 13 adet ceviz ağacı için 70 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 260,40 TL; 25 adet karışık meyve ağacı için 22 TL birim fiyatı üzerinden 850 TL; 38 adet ağacın fiziksel değeri için 22 TL birim fiyatı üzerinden 672 TL, 100 adet kavak ağacının fiziksel değeri için 11 TL birim fiyatı üzerinden 100 TL olmak üzere toplam 174,10 TL ödenmesine karar vermiştir Komisyon kararları akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örnekleri başvurucular vekiline gönderilmiştir. Komisyon tarafından karara bağlanan tazminat miktarları başvurucular tarafından kabul edilmeyerek 14/6/2010 ve 24/5/2010 tarihlerinde uyuşmazlık tutanakları düzenlenmiştir. Başvurucular tarafından Komisyon kararlarında hükmedilen miktarın zararlarını karşılamadığından bahisle Malatya İdare Mahkemesinde iptal davaları açılmıştır. Malatya İdare Mahkemesinin, i. 31/3/2011 tarihli ve E.2010/1433, K.2011/915 sayılı kararı ile başvurucu Hıdır Bilir yönünden başvurucunun uğradığını iddia ettiği hayvan zararının afaki olması nedeniyle tazmin edilmemesinde hukuka aykırılık görülmediğine, eksik ve yanlış hesaplama nedeniyle dava konusu işlemin iptaline, ii. 24/3/2011 tarihli ve E.2010/1340, K.2011/806 sayılı kararı ile başvurucu Yusuf İmre yönünden sulu ve susuz arazilerin birim fiyatların düşük hesaplandığına, eksik ve yanlış hesaplama nedeniyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararların gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Ancak, komisyonun sözü edilen re'sen araştırma yükümlüğünün yanında başvuru sahiplerinin de dilekçelerinde zararın nev'i, tutarı, gerçekleşme şekli, gerçekleştiği yer ve tarihi belirtmelerinin yanısıra ellerinde varsa bu hususları kanıtlayan bilgi-belgeleri ibraz etmek suretiyle komisyona yardımcı olma yükümlülüklerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Komisyon, başvuru sahiplerinin zararlarını, Kanundan aldığı bu yetkileri kullanarak yapacağı araştırma ve inceleme sonucunda elde edeceği somut verileri esas alarak objektif ve tutarlı ölçülere göre hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde belirlemek zorundadır.Kanunda işaret edilen “gerçek zararın, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde tazmini” ilkesinin yaşama geçirilebilmesi için öncelikle komisyon tarafından, gerek mahallinde yapılacak keşif, gerekse ilgili kurum ve kuruluşlar nezdinde yapılacak araştırmalar neticesinde elde edilecek verilerin, zarar görenin beyanı ve sunduğu bilgi belgelerle bir arada değerlendirilerek zarar kalemlerinin ve miktarlarının net ve somut olarak belirlenmesi, sonrasında ise, elde edilen bu veriler esas alınarak belirlenen objektif kriterlere göre gerçek zarar miktarının tespit edilmesi gerekmektedir.Bu bağlamda, komisyonun, başvuru sahibinin uğradığı zararın nev'i, kapsamı ve miktarını net olarak tespit etmeden, başka bir deyişle somut veri ve ölçülere dayanmadan varsayıma dayalı olarak zarar miktarını belirlemesine imkan bulunmamaktadır. ...komisyonların zarar iddialarının araştırılması konusunda izlediği yöntem ile zarar miktarının hesaplanmasında esas aldığı ölçü ve kriterlerle ilgili olarak aşağıda sıralanan belli başlı hususlar tespit edilmiştir:1- İnşaat bilirkişilerince binaların maliyeti belirlenirken, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca her yıl yayımlanan Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ hükümlerinin esas alınması suretiyle, Komisyonca, binaların, niteliğine ve yapımında kullanılan malzemeye göre bir ayrıma tabi tutularak köy tipi ev için Sınıf B Grubu'ndaki, betonarme ev için Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise Sınıf A Grubu'ndaki m2 birim maliyet değerlerinin esas alınmasının daha objektif ve hakkaniyete uygun düştüğü sonucuna ulaşılarak bina zararlarının belirlenmesinde esas alınabilecek bir kriter olduğu ancak kararın verildiği tarihte geçerli olan birim fiyatlarının dikkate alınması hususunda hatalar yapıldığı görülmektedir.2- Benzer soruna tarım zararlarının belirlenmesinde de karşılaşıldığı, bu bağlamda bilirkişi raporlarının yer alan bilgi notuna göre Tunceli ili genelinde ilgili kurum ve kuruluşlara piyasa verileri değerlendirilerek yörenin toprak ve iklim yapısı ile yaygın olarak yerleştirilen bitki türleri göz önünde bulundurularak tarla arazilerinin ve çeşitli ağaç türlerinin 2006 fiyatlarına göre yıllık ortalama net gelirleri ve birim değerlerinin belirlendiği ve bilirkişiler tarafından yapılan hesaplamalarda bu verilerin esas alındığı; ancak, komisyon tarafından yapılan hesaplamalarda bu verilerin esas alınmadığı; örneğin, 300,00 TL olarak belirlenen 1 dekar sulu tarla arazisinin yıllık ortalama net gelirinin 245,00 TL olarak, 90,00 TL olarak belirlenen 1 dekar susuz tarla arazisinin yıllık ortalama net getirisinin ise 50 TL olarak esas alındığı görülmüş olup, bundan hareketle tarım zararlarının belirlenmesinde istikrarlı olarak esas alınan objektif kriterlerin mevcut olmadığı sonucuna ulaşılmış, bunun üzerine Mahkememizin E:2007/1880 nolu dosyasında yapılan ara kararla Tunceli İli'nin coğrafi, iklim ve toprak yapısı ile yörede yoğun olarak yetiştirilen ürün çeşidi göz önünde bulundurularak burada bulunan 000 m2 sulu ve susuz tarla ile aynı ölçülerdeki meyve bahçesinin ortalama yıllık gelirinin, 2005, 2006, 2007 ve 2008 yılı fiyatlarına göre ne kadar olduğunun sorulması üzerine davalı idarece yapılan çalışma neticesinde ilçeler bazında 1 dekar sulu ve susuz tarım arazisi ile aynı ölçülerdeki karışık meyve bahçesi ve kapama ceviz bahçesinin yıllık ortalama net gelirine ilişkin fiyatlar tablo halinde Mahkememize sunulduğu görülmektedir. ...Buna göre, kamulaştırmalarda kullanılan değerlere göre tespit edildiği anlaşılan söz konusu tablonun, gerçek zararın tazminine elverişli ve daha objektif nitelikte olduğu görülmüş olup, bu nedenle komisyonca başvurucuların tarım zararlarının belirlenmesinde dikkate alınabileceği görülmektedir. 3- Komisyonlarca, tapu senedi, emlak beyanı veya araştırma heyeti tespitlerine göre başvurucuların ne kadar sulu araziye sahip olduğuna bakılmaksızın Tunceli'de en fazla 5 dönüm sulu tarım yapılabileceği varsayımından hareketle başvuru sahiplerine en fazla 5 dönüm sulu arazi üzerinden ödeme yapıldığı görülmekte olup, bunun hiçbir hukuki ve bilimsel dayanağı bulunmadığı gibi Kanunun amacına da aykırı düşmektedir. ...4- Komisyonun başvuru sahiplerine uğradığı gerçek zararı belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun göç ettiği esnadaki malvarlığının hangi kalemlerden oluştuğunu ve miktarlarını net olarak saptaması gerekmektedir. Oysa bakılan uyuşmazlıklarda Komisyon tarafından, çoğu zaman gerek araştırma heyetinin yaptığı tespitler, gerekse başvuru sahibinin sunduğu tapu senedi, emlak beyanı gibi kanıtlayıcı bilgi ve belgeler dikkate alınmadan ve/veya bu veriler arasındaki çelişkiler giderilmeden doğrudan, hiçbir hukuki dayanağı olmayan zarar kalem ve miktarlarının esas alınarak hesaplama yapıldığı görülmektedir. Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere araştırma heyetlerinin yaptığı tespitler, resmi ve itibar edilebilir nitelikte olup, komisyonların bu tespitleri doğrudan esas alması gerektiği yönünde zorlayıcı yasal bir hüküm olmamakla birlikte komisyonların mahallinde yapılması gereken araştırma ve incelemeleri bizzat yapmak yerine bu heyetler vasıtasıyla yaptığı durumlarda ya söz konusu tespitleri esas alması ya da tespitlerin sıhhatından kuşku duyuluyor ise yeniden keşif yapmak veya araştırmayı derinleştirerek aksinin ortaya konulması gerekmektedir.5- Konu ile ilgili olarak değinilmesi gereken bir diğer husus ise, başvuru sahiplerinin meyve, kavak ve söğüt ağaçları ile ilgili zarar iddialarının araştırılması yöntemidir. Bakılan uyuşmazlıkların çoğunda araştırma heyetlerince, başvurucunun sahip olduğunu iddia ettiği ağaç varlığının araştırılması ile ilgili olarak sadece bu yöndeki iddia ve beyanların tutanağa geçirilerek başvurucu ve mahalli bilirkişilere imzalatılmasıyla yetinildiği; araştırma heyeti üyelerinin, söz konusu formu imzalamadığı gibi forma geçirilen iddialarla ilgili olarak mahallinde herhangi bir araştırma yapmadığı, kendi gözlem ve kanaatlerini belirtmedikleri görülmüş olup, bu haliyle söz konusu tutanakların bu duruma yönelik zarar hesabında esas alınmasına imkan bulunmamaktadır.Oysa, araştırma heyetlerinin mahallinde keşif yapmasındaki maksat, başvuru sahiplerinin zarar iddiaları ile ilgili olarak yerinde araştırma ve inceleme yapmak suretiyle gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu nedenle, ağaç varlığı ile ilgili iddilarda da yerinde araştırma ve inceleme yapılarak bu kapsamda başvuru sahiplerinden ve mahalli bilirkişilerden yer gösterme talep edilmeli ve gösterilen yerlerde iddia konusu ile ilgili iz, emare araştırması yapılarak bunun sonucunda varılan nihai kanaat ve düşüncenin belirtilmesi gerekmektedir. 6- Başvurucuların malvarlıklarına ulaşamadıkları sürenin belirlenmesinde öncelikle aynı yerleşim yerinde ikamet eden kişilerin farklı tarihlerde göç etmiş olabilecekleri gerçeği karşısında sürenin başlangıcı olarak köyün tamamen boşaldığı tarihin esas alınması gerektiği, bu tarih ile ilgili resmi makamlarca yapılmış bir tespit varsa öncelikle bunun, şayet köyün tamamen boşaldığı tarih ile ilgili somut resmi bir tespit yok ise bu takdirde bölgede göçlerin yoğun olarak yaşandığı 1994 yılı sonbaharının esas alınması gerektiği; malvarlığına ulaşamama durumunun son bulduğu tarih ile ilgili olarak ise yine aynı şekilde öncelikle bu konuda resmi makamlarca (valilik, kaymakamlık, araştırma heyeti v.b.)tespit edilmiş bir tarihin olup olmadığına bakılmalı, şayet bu yönde resmi tespit yok ise bu durumda olağanüstü hal uygulamasının kaldırıldığı tarihin esas alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. ..." İptal kararları akabinde Komisyonca yapılan yeniden inceleme sonunda; i. Başvurucu Hıdır Bilir yönünden Komisyonun 2/11/2011 tarihli ve 2011/1-7022 sayılı kararında amortisman oranları da dikkate alınarak başvurucuya 260,00 m2, ahşap, taş duvarlı ev için 137 TL birim fiyatı üzerinden 372 TL; 150,00 m2 , ahşap, taş duvarlı ahır için 80 TL birim fiyatı üzerinden 200 TL; 21 dönüm sulak arazi için 81 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 129,07 TL; 40 adet ceviz ağacı için 77 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 560 TL; 80 adet kavak ağacı için 14 TL birim fiyatı üzerinden 120 TL olmak üzere toplam 381,07 TL, ii. Başvurucu Yusuf İmre yönünden Komisyonun 2/11/2011 tarihli ve 2011/1-7021 sayılı kararında amortisman oranları da dikkate alınarak başvurucuya 120,00 m2, ahşap, taş duvarlı ev, 170,00 m2 , ahşap, taş duvarlı ahır, 10 dönüm sulak arazi, 3 dönüm susuz arazi, ceviz ağaçları, karışık meyve ağaçları, kavak ağaçları için toplam 655,75 TL ödenmesine karar vermiştir. Komisyon kararları akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte başvurucuların vekillerine sulhname tasarıları gönderilmiş; "Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim." beyanını içeren sulhnameler, başvurucuların vekilleri tarafından başvurucu Hıdır Bilir adına 18/4/2012 tarihinde, başvurucu Yusuf İmre adına 19/4/2012 tarihinde imzalanmıştır. Başvurucular tarafından Komisyon kararlarında hükmedilen miktarların zararlarını karşılamadığından bahisle iptal davaları açılmıştır. Elazığ İdare Mahkemesinin; i. 28/12/2012 tarihli ve E.2012/1417, K.2012/1835 sayılı kararı ile başvurucu Hıdır Bilir tarafından açılan iptal davasının, ii. 28/12/2012 tarihli ve E.2012/1418, K.2012/1831 sayılı kararı ile başvurucu Yusuf İmre tarafından açılan iptal davasının reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: “... maddenin son fıkrasında da sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıkların ise ilgililerin yargı yoluna başvurma haklarının saklı olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde ise; "...Hukukumuzda feragat, kabul ve sulh gibi işlemler, görülmekte olan davaları sona erdiren işlemlerdir. Sulh işlemi, dava öncesi yapılmışsa dava açılmasını engelleyici özelliktedir. Sulh işlemine rağmen dava açılırsa bu durum itiraz olarak ileri sürülebilir ve dava ortadan kaldırılır. Böylece dostane bir çözüm şekli olan sulh bağlayıcı niteliktedir." şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. 5233 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen amacı, gerekçesi ve madde metninin birlikte değerlendirilmesinden; sulhnamenin imzalanmasından sonra dava açılmasına hukuki olanak bulunmamaktadır. Olayda, davacı vekili ile davalı idare arasında imzalanan ... sulhname ile davacının uğradığı zararları tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görülmekte olup sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya taşınmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Öte yandan, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun ile terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, sadece maddi zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usuller belirlenmiş olup, manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında, davacının manevi tazminat talebinin karşılanmamış olması yönüyle de söz konusu komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. ...” Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin; i. 26/12/2013 tarihli ve E.2013/8274, K.2013/11992 sayılı ilamı ile başvurucu Hıdır Bilir tarafından açılan iptal davası hakkındaki, ii. 26/12/2013 tarihli ve E.2013/7878, K.2013/11991 sayılı ilamı ile başvurucu Yusuf İmre tarafından açılan iptal davası hakkındaki İlk Derece Mahkemesi kararlarının onanmasına hükmedilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemleri; i. Başvurucu Hıdır Bilir yönünden aynı Dairenin 19/6/2014 tarihli ve E.2014/4450, K.2014/5635 sayılı ilamı ile, ii. Başvurucu Yusuf İmre yönünden aynı Dairenin 19/6/2014 tarihli ve E.2014/4455, K.2014/5637 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvurucu vekillerine 11/9/2014 ve 16/9/2014 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/9/2014 ve 13/10/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , geçici , geçici maddeleri. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar. ..." 5233 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir." 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16319 | Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvuruların kabul edilmeyen kısmı için açılmış davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması, kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumunca yapılan taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğu tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.4 Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Afyonkarahisar'ın Merkez ilçesine bağlı Akçin Mahallesi'nde bulunan 315 ada 3 parsel numaralı arsa niteliğindeki taşınmaz, Özel Zafer Anadolu, Fen, Meslek ve Teknik Anadolu Lisesinin maliki Menba Özel Öğretim Kurumları Anonim Şirketine (Menba A.Ş.) ait iken 26/2/2016 tarihinde imzalanan satış sözleşmesi ile başvurucuya 000 TL karşılığında satılmıştır. Satış sözleşmesinde başvurucunun satış bedelinin 510 TL'lik kısmını nakit, 484 TL'lik kısmını tapu harç bedeli olarak ödeyeceği, 474 TL'lik kısmını vadeler hâlinde çek ile, satıcının bir bankadan kullandığı ve satışa konu taşınmazı teminat olarak gösterdiği 532 TL kredi borcunu ise ödeme planı dâhilinde taksitler hâlinde ödeyeceği kararlaştırılmıştır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde bir daha uzatılmayarak son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonların faaliyetlerine son verilmiştir. Bu çerçevede 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle atıf yapılan ekli listedeyer alan Özel Zafer Anadolu, Fen, Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi kapatılmıştır. 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinde, olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerini sürdürdüğü dönemde üzerilerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi olan gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ile bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemlerinin muvazaalı kabul edileceği ve taşınmazların tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edileceği düzenlenmiştir. Afyonkarahisar Valiliği Millî Emlak Müdürlüğü, başvurucu ile Menba A.Ş. arasındaki satış işleminin muvazaalı olduğunu kabul ederek 675 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca taşınmazın Hazine adına tescili için Afyonkarahisar Tapu Müdürlüğüne yazı yazmış ve taşınmaz 11/11/2016 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu Şirketin ortaklarının da aralarında olduğu, muvazaalı olarak satıldığı iddia edilen taşınmazları devralanlar hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan soruşturma başlatmış; soruşturma sonucunda başvurucu Şirketin ortakları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Hazine adına yapılan tapu kaydının iptali talebiyle 7/5/2018 tarihinde Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde otuz yılı aşkın süredir yaklaşık 150 çalışanı ile faaliyet gösteren aktif bir şirket olduğunu, çevre yolu ve kavşak bağlantı noktalarına yakınlığı ve büyüklüğü itibarıyla hastane yapımına uygun olan taşınmazı sağlık sektörüne yatırım yapmak için bir emlak firması aracılığıyla bulduğunu, satıcı ile aralarında satış sözleşmesi imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca OHAL döneminde çıkarılan KHK ile satıcı Menba A.Ş.ye ait eğitim kurumlarının faaliyetinin sonlandırılması üzerine satış sözleşmesinde düzenlenen sıralı ödemelerin hangi kurum ve kuruluşa yapılacağı hususunda defterdarlığa müracaatta bulunup defterdarlığın yazısı uyarınca ödemelere devam ettiğini, hâl böyle iken yapılan satış işleminin muvazaalı olarak kabul edilmesinin doğru olmadığını ileri sürerek taşınmazın yeniden adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Hazine, savunma yazısında dava konusu taşınmazın satış işleminin 1/1/2014 tarihi ile Menba A.Ş.nin kapatılma tarihleri arasına denk gelen 26/2/2016 tarihinde gerçekleştirildiğini, satış işleminden sonra kapatılan Menba A.Ş.nin kapatılma tarihine kadar eğitim ve öğretim faaliyetinin müfredatında yer alan spor faaliyetlerine anılan taşınmazda devam ettiğini ileri sürmüştür. Hazine taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğunu, 675 sayılı KHK hükmü gereği taşınmazın tapuda Hazine adına tescilinin yapıldığını belirtmiştir. Mahkeme, yargılama sırasında dava konusu taşınmazda keşif yapmıştır. Keşif sonucu alınan bilirkişi raporunda taşınmazın bedelinin devir tarihi olan 26/2/2016 tarihinde 516,80 TL, dava tarihinde 866,40 TL olduğu ifade edilmiştir. Yine yargılama sırasında Mahkeme, başvurucunun taşınmaz bedelini taksitli olarak ödemek için keşide ettiği çeklerden vadesi gelenlerin Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğüne ödendiğini tespit etmiş; vadesi gelip de ödenmeyen çeklerin bedelini ise başvurucuya depo ettirmiştir. Mahkeme 28/2/2019 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre satış sözleşmesindeki değer ile taşınmazın tapudaki devir tarihi itibarıyla gerçek değerinin örtüşmesi, başvurucu Şirketin ortakları hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi, Menba A.Ş. ile başvurucu arasında fiilî veya hukuki bir bağlantının tespit edilememesi nedeniyle satış işleminin muvazaalı olmadığını belirtmiştir. Ayrıca bedele ilişkin ödemelerin bir kısmı yapılmışken kalan ödemelerin yapılmaya devam edildiğinin yazılı delillerle ispat edilmesi karşısında satış işleminin 1/1/2014 tarihi ile Menba A.Ş.nin kapatılma tarihleri arasına denk gelen 26/2/2016 tarihinde gerçekleştirilmesinin tek başına muvazaanın varlığı için yeterli olmadığı kanaatine varmıştır. Mahkeme, satış işleminden sonra taşınmaz üzerindeki spor salonunun 2015-2016 eğitim ve öğretim dönemi sonuna kadar Menba A.Ş.nin kullanımına bedelsiz olarak verilmesinin satış sözleşmesinde kararlaştırılan bir hüküm olduğunu, bu hususun da hayatın olağan akışı ile ticari ilişkilere uygun olduğunu değerlendirmiş; başvurucuya yapılan devir işleminde muvazaa bulunmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucu, bu karara karşı vekâlet ücreti nedeniyle, davalı idare ise anılan kararın hukuka aykırı olduğu gibi başvurucunun süresi içinde ilgili idareye başvurmaması nedeniyle hak düşürücü sürenin geçtiği iddiasıyla istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Konya Bölge Adliye Mahkemesi Birinci Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 19/6/2019 tarihinde mahkeme kararının kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmasına karar vererek temyiz yolu açık olmak üzere davayı reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, gerekçesinde başvurucu ile dava dışı Menba A.Ş. arasında yapılan satış sözleşmesinde taşınmaz üzerinde bulunan spor salonunun 2015-2016eğitim ve öğretim yılı sonunda kadar satıcı tarafından bedelsiz kullanılacağının, tarafların dilerse bu tarihten sonra da satıcının taşınmazdan yararlanacağını sözleşme ile kararlaştırabileceğinin düzenlendiğini belirtmiştir. Söz konusu sözleşme uyarınca satıcının taşınmazı kullanmaya devam ettiğine, taşınmaz üzerindeki spor salonunun ve arsanın zilyetliğinin satıcı tarafından herhangi bir şekilde başvurucuya teslim edildiğinin iddia ve ispat edilemediğine işaret etmiştir. Ayrıca 000 TL olarak kararlaştırılan bedelin ticari teamüllere göre peşin ödenmesi gerektiği hâlde 474 TL'lik kısmının taksitlere bağlanması ve banka kredi borcu taksitlerinin üstlenilmesi neticesinde satış sırasında yalnızca 510 TL'lik kısmın peşin olarak ödendiği tespitini yapmıştır. Bu tespitlerden hareketle eğitim kurumunun devrine rağmen dava konusu taşınmazda faaliyetine devam etmesi ve taşınmaz satış bedelinin ticari teamüllere aykırı olarak %10'unun peşin ödenmesi hususlarının tarafların gerçek amaçlarını gizleyerek kapatılan eğitim kurumu hakkında gelecekte yapılması muhtemel soruşturmalarda söz konusu olabilecek elkoyma ve müsadere kararlarını etkisiz kılmak amacıyla gerçekleştirilen satışlardan olduğu ve 675 sayılı KHK'nın maddesinde yer alan muvazaa şartının gerçekleştiği sonucuna varmıştır. Başvurucu, muvazaa koşullarının oluşmadığını belirterek Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay 15/9/2020 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve kanuna uygun olduğunu değerlendirerek onama kararı vermiştir. Nihai karar 27/10/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 20/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,...kapatılmıştır. (2) ... kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir ... (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır...." 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır..." 675 sayılı KHK'nın maddesi şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir." 675 sayılı KHK'nın maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz."B. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesine benzer bir hüküm içeren 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin iptali istemini incelemiş; 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararla anılan maddeyi iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kuralda, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe kadarki süreçte yapılan devir ve temliklerin muvazaalı kabul edilerek iptal edileceği hükme bağlanmıştır.... Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile kuralın yürürlüğe girdiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de sınırlandırılmaktadır. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 8/3/2018 tarihine kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale ederek bu işlemlerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir. Bu çerçevede kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde yapılan tespit, kuralların olağanüstü dönemde Anayasa’ya aykırı olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirmeyi kapsamamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir...." Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının iptali istemini incelemiş; 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dava konusu kurallar ile 7086 sayılı Kanun’un maddesi benzer niteliktedir. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla söz konusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmedilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde kural kapsamındaki devir ve temliklerin (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle getirildiği, başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığı, bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği; hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralın, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K. 2021/45, 24/6/2021, §§ 369-376) . Dava konusu kurallar açısından söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından 7086 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde belirtilen gerekçeler bu kurallar yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir." Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/7/2023 tarihli ve E.2022/9-905, K.2023/725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Türk Hukuk Lûgatında muvazaanın 'Anlaşmalı saptırma, gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi; hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge; danışıklı işlem' (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 819) şeklinde yapılan tanımından hareketle muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları olarak ifade edilebilir. Bir diğer deyişle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görünüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada, görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.Kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesine de aykırıdır..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/3/2023 tarihli ve E.2023/11-214, K.2023/246 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 6103 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1 inci maddesi çerçevesinde dava konusu taşınmazların devir tarihleri itibariyle somut olaya uygulanacak olan 818 sayılı Kanun'un 18 inci maddesinde muvazaa kurumu düzenlenmiş olup buna göre muvazaa; bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişilerden gerçek durumu gizleyerek, onları aldatmak maksadıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarıdır. Bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister sadece bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. Muvazaa iddiasını dile getiren kişinin muvazaalı işlemin tarafı olup olmaması ispat kuralları yönünden farklı sonuçlar doğurur. Muvazaalı sözleşmenin taraflarından biri akdin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ileri sürmesi halinde bu iddiasını ispatla mükelleftir. Bu noktada önemli olan diğer tarafın muvazaayı inkarı halinde iddianın ne şekilde ispat edileceğidir. Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emrettiği hususlar başka suretle ispat olunamazlar. Bu durumun bir tezahürü senede karşı senetle ispat kuralıdır. 6100 sayılı Kanun'un 201 inci maddesinde senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin miktara bakılmaksızın tanıkla ispat olunamayacağı düzenlenmiştir. Muvazaanın ispatı bakımından da aynı kural geçerlidir. Taraflar muvazaalı işlemini bir senede bağladıklarına göre bunun muvazaalı olduğunu da bir senede bağlayabilirler. Aksi yöndeki bir kabul senetlerin kıymetini azaltacak ve ciddi bir hukuki işlem ile sorumluluk altına giren kişi hal ve şartlar kendisi için uygun bulunmadığı takdirde sözleşmenin hüküm ve sonuçlarından kurtulmak için gerçekte mevcut olmadığı halde muvazaa iddiasında bulunup, bunu şahitle ispat edebilecektir (Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, s. 85). İspatı veya doğumu muayyen bir şekle bağlı olmayan işlemlerde muvazaa iddiası ise her türlü delil ile ispatlanabilir(Esener,s. 89). Muvazaa olgusu tarafların yanı sıra muvazaalı işlemin butlanını talep etmekte doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde hukuki menfaati bulunan kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Ancak bu halde yukarıda açıklanan ispatta sıkı şekil koşullarının varlığı aranmaz ve iddia tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir. Bu durum HMK'nın 203 üncü maddesinde açıkça düzenlenmiştir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/9/2019 tarihli ve E.2018/13-318, K.2019/957 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Konunun aydınlatılması bakımından genel olarak mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) maddesinde (6098 s. Türk Borçlar Kanunu, m. 19) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarına değinilmesinde yarar bulunmaktadır:818 sayılı mülga BK’nın maddesinde;'Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.' hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.Bilindiği üzere tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (1953 Tarih, 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için;a)Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk,b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti,c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/3/2023 tarihli ve E.2021/1-610, K.2023/164 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.... Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35644 | Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumunca yapılan taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğu tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; haksız olarak konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kadıköy Kaymakamlığı 2/2/2021 tarihli kararla, COVID-19 salgını nedeniyle toplum sağlığının korunması, kamu düzeninin sağlanması, salgının yayılmasının engellenmesi amacıyla ve toplumsal iç barışı tehdit edebilecek etkinliklerin gerçekleşme ihtimalini dikkate alarak 2/2/2021 tarihinden itibaren yedi gün süreyle Kadıköy ilçesindeki tüm açık alanlarda gerçekleştirilmesi planlanan toplantı, miting, yürüyüş, oturma eylemi, basın açıklaması, konser, bildiri dağıtımı gibi etkinlikleri yasaklamıştır. Bu karar 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin (Ç) fıkrası ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesi uyarınca alınmıştır. Kadıköy Kaymakamlığının bu kararı, sosyal medya üzerinden protesto ve basın açıklaması için çağrılar yapan ilgili kişi ve kuruluşlara, telefon, resmî tebligat ve basın açıklaması yoluyla ilan ve tebliğ edilmiştir. Güvenlik güçlerince yapılan tespite göre TKP/ML, PKK/KCK, DHKP-C gibi birtakım silahlı terör örgütünün katılımıyla oluşturulduğu iddia edilen Birleşik Mücadele Güçleri sosyal medya platformlarından, bir üniversiteye rektör atanmasını protesto etmek amacıyla 4/2/2021 tarihinde İstanbul/Kadıköy'de yapılacak protesto eylemine ve basın açıklamasına katılma çağrısı yapmıştır. Güvenlik güçlerince hazırlanan Olay ve Yakalama Tutanağı'na göre 4/2/2021 tarihinde bu çağrı üzerine basın açıklamasına ve protestoya katılmak amacıyla Kadıköy'de 50 ila 60 kişilik bir grup toplanmıştır. Kadıköy Kaymakamlığının yasaklama kararı, toplanan gruba birden çok defa tebliğ edilmiştir. Grubun dağılmamakta ısrar etmesi, sözlü ve fiilî olarak karşı koyması üzerine güvenlik güçleri gruba müdahalede bulunmuş ve başvurucunun da aralarında olduğu 65 kişiyi yakalayarak gözaltına almıştır. Başvurucu, Cumhuriyet savcısı huzurundaki ifadesinde özetle oraya protesto eylemine ve basın açıklamasına katılmak için değil kız arkadaşıyla buluşmak için gittiğini, protesto ve basın açıklamasına katılmak için gitmiş olsa bile bunun toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kapsamında kalan bir eylem olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Güvenlik güçlerince hazırlanan fezlekede ise olay tarihine ilişkin video kaydında başvurucunun slogan atarak eylem yapan ve dağılmamakta ısrar eden grupta olduğu, yakalandığı anda güvenlik güçlerine direndiğinin görüldüğü, ayrıca başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma, silahlı terör örgütüne üye olma, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme gibi suçlardan çeşitli yargılama süreçleri bulunduğu, başvurucunun bir terör örgütü üyesinin cenaze törenine katıldığı, Suriye'de bu örgüt adına faaliyet yürütürken Türkiye'ye yasa dışı giriş yaparken yakalandığı, 4/2/2021 tarihindeki basın açıklaması ve protestoya da örgütsel çağrı sonrasında katıldığı bilgilerine yer verilmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen ve Örgütlü Suçlar Bürosu, aralarında başvurucunun da yer aldığı yedi şüpheli hakkında 2911 sayılı Kanun’un maddesinde düzenlenen kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan tutuklama kararı verilmesini talep etmiştir. İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği ( Sulh Ceza Hâkimliği) 9/2/2021 tarihinde başvurucu ve diğer bazı şüpheliler hakkında "...[müsnet suça] ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunmasına rağmen atılı suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, alabilecekleri ceza, şüphelinin sabit ikametgah sahibi olması, tutuklamanın tedbir oluşu, adli kontrol tedbiri ile beklenilen faydanın sağlanabileceği, ölçülülük ilkesi,..., kanun koyucu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin son kanun değişiklikleri ile tutuklama hususundaki... içtihatları nazara alınarak" gerekçesiyle tutuklama talebinin reddine, yurt dışına çıkamama ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği 19/2/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 19/3/2021 tarihinde öğrenmiş; 26/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı tespit edilmiştir. İddianamede; Kadıköy'de muhtemel toplumsal olaylar, basın açıklamaları ve gösteri yürüyüşleri yapılacağı, bazı gruplar organizesinde Kadıköy'de 4/2/2021 tarihinde gerçek kişi ve sivil toplum örgütleri olmak üzere çeşitli marjinal gruplar tarafından toplantı amaçlı bireysel ve kitlesel çağrıların sosyal medya üzerinden yapıldığının tespit edildiği, Kadıköy Kaymakamlığı tarafından Kadıköy'de 2/2/2021 tarihinden itibaren yedi gün süre ile tüm açık alanlarda gerçekleştirilmesi planlanan toplantı, basın açıklaması, konser gibi etkinliklerin yasaklandığı, söz konusu yasaklama kararının sosyal medya üzerinden çağrılar yapan ilgili kişi ve kuruluşlara çeşitli yollarla ilan ve tebliğ edildiği, yasaklama kararına rağmen 4/2/2021 tarihinde daha önce yapılan çağrılar doğrultusunda planlanan basın açıklamasının yapılacağı yönünde çağrıların devam etmesi üzerine güvenlik güçlerince gerekli güvenlik tedbirlerinin alındığı, basın açıklaması için toplanan elli kişilik grubun yasaklama kararına rağmen yürüyüşe geçmesi üzerine yasaklama kararının gruba tebliğ edilerek dağılmaları ve dağılmanın gerçekleşmemesi hâlinde güvenlik güçlerince müdahale edileceği yönünde birden fazla kez uyarıda bulunulduğu, uyarıya rağmen grubun yürüyüş yapmak istemesi üzerine gruba müdahale edilerek dağıtıldığı, bu sürecin birçok kez tekrarlandığı belirtilmiştir. İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 29/3/2021 tarihinde adli kontrol tedbirinin niteliği, tedbirin konulduğu tarih ve kamu davasının açıldığı gözetilerek başvurucu hakkındaki konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına, yurt dışı çıkış yasağı tedbirinin devamına ve imza atmak suretiyle en yakın polis merkezine başvuruda bulunmak şeklindeki adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Yargılama Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde derdesttir. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına ve iddiaların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/25973 | Başvuru, haksız olarak konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, COVID-19 salgını döneminde bulunduğu ceza infaz kurumuna başvurarak aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşiyle iç görüş yapma talebinde bulunmuştur. Kurumun İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı koronavirüs salgını nedeniyle alınan tedbirler kapsamında hem hastalığın bulaşma riski hem de uygulamadaki fiziki yetersizlikler gerekçe gösterilerek talebin reddine 3/9/2020 tarihinde karar vermiştir. Ayrıca kararda görüşme sağlanması esnasında hükümlü ve tutukluların izole edilmiş alanın dışına çıkmasının gerekeceği, bu durumun da salgın nedeniyle alınan önlemler açısından sorun teşkil edeceği ifade edilmiştir. Bunun yanında 1/6/2020 tarihi itibarıyla belirlenen şartlarda yalnızca kapalı görüş usulüne göre ziyaret hakkı tanındığı ifade edilmiştir. Başvurucu, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşiyle görüşmesine izin verilmemesi nedeniyle mağdur olduğunu vurgulayarak infaz hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz hâkimliği kurum kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı ağır ceza mahkemesince 5/10/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 10/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 10/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/37963 | Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular murisi aleyhine 23/1/2006 tarihinde açılan davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/5/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 28/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22618 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; 2015 yılında Ankara Garı önünde gerçekleştirilen canlı bomba saldırısı sonucu yaralanma olayının meydana gelmesi, kusur sorumluluğu temelinde açılan tam yargı davasında hizmet kusuruna ilişkin bir değerlendirme ve olaya dair yeterli inceleme yapılmadan karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 2/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 29/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21941 | Başvuru, 2015 yılında Ankara Garı önünde gerçekleştirilen canlı bomba saldırısı sonucu yaralanma olayının meydana gelmesi, kusur sorumluluğu temelinde açılan tam yargı davasında hizmet kusuruna ilişkin bir değerlendirme ve olaya dair yeterli inceleme yapılmadan karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade talepli davada temyiz dilekçeleri tebliğ edilmeyerek cevap verme hakkı tanınmaması, Yargıtay tarafından delillerin yanlış değerlendirilip hukuk kurallarının hatalı yorumlanarak davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 7/6/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Aliağa Devlet Hastanesinde altı aydan fazla süredir veri kayıt elemanı olarak çalışan başvurucu, yapmakla ödevli bulunduğu görevleri hatırlatıldığı hâlde yapmamakta ısrar ettiği gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine Karşıyaka İş Mahkemesinde (Mahkeme) 17/8/2009 tarihinde feshin geçersizliği ve işe iade davası açmıştır. Mahkeme 5/7/2010 tarihli kararıyla iş sözleşmesinin haklı ve geçerli bir neden olmaksızın feshedildiği sonucuna vararak davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve davacının (başvurucunun) işe iadesine karar vermiştir. Davalı şirketin temyizi üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 17/1/2012 tarihli kararıyla davalı şirketin alt işveren olduğu ileri sürüldüğünden hizmet alım sözleşmesinin diğer tarafı olan Sağlık Bakanlığına (Bakanlık) davanın teşmili gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozmaya uyularak Bakanlığın davaya katılımı ile taraf teşkili sağlandıktan sonra yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 25/4/2012 tarihli kararı ile alt işveren yönünden davanın husumet yönünden reddine, davanın Bakanlık yönünden kabulüyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir. Bakanlığın temyizi üzerine karar Dairenin 26/6/2012 tarihli kararıyla davacının görevini gereği gibi yapmadığı hususunda düzenlenen tutanaklara karşı diyecekleri sorulup tespit edilmeden ve itiraz hâlinde tutanaklarda ismi geçen tüm tanıkların bilgisine başvurulmadan eksik incelemeyle karar verildiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 30/12/2013 tarihli kararı ile feshin geçersizliğiyle başvurucunun davalı alt işveren şirkette işe iadesine ve işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücreti alacağından davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmalarına karar verilmiştir. Söz konusu karar davalıların temyizi üzerine Dairenin 8/4/2014 tarihli kararıyla bozularak ortadan kaldırılıp davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:"...Davalı iş yerinde, veri kayıt elemanı olarak çalışan davacının iş sözleşmesinin, son zamanlarda yapmakla ödevli olduğu görevleri hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi sebebiyle feshedildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda, dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacının görevini gereği gibi yapmadığı, işe geç kaldığı, hasta yakınları ve personele iyi davranmadığı anlaşılmakla, sözkonusu eylemler fesih için haklı sebep ağırlığında olmamakla birlikte, geçerli sebep oluşturduğundan davanın reddi yerine kabulü hatalı görülmüştür." Nihai karar 31/7/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 22/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13942 | Başvuru, işe iade talepli davada temyiz dilekçeleri tebliğ edilmeyerek cevap verme hakkı tanınmaması, Yargıtay tarafından delillerin yanlış değerlendirilip hukuk kurallarının hatalı yorumlanarak davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahkûmiyet hükmü açısından tek veya belirleyici delil mahiyetinde olan ve etkin pişmanlık hükmü kapsamında alınan tanık beyanının doğruluğunun ve güvenilirliğinin sınanması amacına yönelik tanık dinletme talebinin reddi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tanık dinletme talebinin reddedildiği iddiası dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık dinletme ve sorgulama hakkı ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. Başvuruya İlişkin Süreç Başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte Konya Vergi Denetim Kurulu Grup Başkanlığında vergi müfettişi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında 22/11/2016 tarihinde kamu görevinden çıkarılmış; 12/1/2018 tarihinde ise görevine iade edilmiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen 2017/15148 sayılı soruşturma kapsamında etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak isteyen Astsubay A. 7/3/2018 tarihinde müdafii eşliğinde Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünde şüpheli sıfatıyla ifade vermiştir. A. bu ifadesinde özetle Kocaeli'de göreve başlamasının ardından Celal kod isimli başvurucunun kendisini sabit hattan arayıp bundan sonra kendisinden sorumlu abi olduğunu belirterek görüşmek istediğini, bunun üzerine başvurucu ile bir alışveriş merkezi yakınında buluştuğunu, başvurucunun kendisine Derince ilçesinde ev bulmasında yardımcı olduğunu, başvurucuyla zaman zaman kendi evinde, zaman zaman onun evinde buluştuğunu, görüşmelerinin birinde Sakarya'dan gelen İlhan isimli bir kişinin de olduğunu, başvurucunun kendisinden himmet adı altında para istediğini, son olarak başvurucuyla buluşmak üzere evine gittiğinde orada işyerinden arkadaşı Ö. ile karşılaştığını beyan etmiştir. Başsavcılık, aynı soruşturma dosyası kapsamında başvurucunun gözaltına alınması talimatı vermiş; 11/4/2018 tarihinde gözaltına alınan başvurucu altı gün gözaltında tutulmuştur. Başvurucunun kollukta müdafiinin hazır bulunmasıyla 14/4/2018 tarihinde ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY üyesi olmadığını, bu örgütün sohbet toplantıları ve diğer faaliyetlerine katılmadığını, A. isimli kişiyi tanımadığını, bu kişinin kendisine iftira attığını beyan etmiştir. Başvurucu, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 16/4/2018 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, Hâkimlikçe alınan ifadesinde önceki savunmasını tekrar etmiştir. Başsavcılık tarafından tamamlanan soruşturma sonunda hazırlanan 25/4/2018 tarihli iddianamede, başvurucunun 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarıldığı, kardeşi S.nin ByLock kullanıcısı olduğu ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak isteyen A.nin beyanlarına göre örgütte Celal kod adı ile Kocaeli'de askerî personele öğretmen düzeyinde mahrem abilik yaptığı iddia edilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY'nin yöneticisi olduğundan bahisle silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan cezalandırılması talebiyle Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Mahkeme; iddianamenin kabulü üzerine ilk duruşma öncesi 4/5/2018 tarihli Tensip Tutanağı'nda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, A.nin tanık sıfatıyla beyanının alınması için adresi itibarıyla işlem yapılmasına ve duruşmanın 24/7/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu; müdafiinin de hazır bulunduğu 24/7/2018 tarihli ilk celsede isnat edilen suçlamayı kabul etmediğini, aleyhe beyanda bulunan A. isimli şahsı tanımadığını, bu kişinin beyanlarını kabul etmediğini, tanığın neden bu şekilde ifade verdiğini bilmediğini, Celal kod ismini hiçbir zaman kullanmadığını, Kocaeli'de askerî personele mahrem abilik yaptığı ve müdür yardımcılarının altında öğretmen konumunda örgütsel faaliyet yürüttüğü iddiasını kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca önceden hazırladığı ve benzer ifadeler içeren üç sayfalık savunma dilekçesini okumuştur. Mahkeme ilk celsede tanık A.yi yemin verdirmek suretiyle dinlemiştir. Tanık beyanının ilgili kısmı şöyledir:"[B]en 2012 yılında Kocaeli'ne tayin olduktan sonra sanık [başvurucu] ile tanıştık, sanık beni cep telefonumdan aradı, ben daha önceden bu yapı ile bağlantım olduğu için bir şekilde telefonumu temin etmiş olabilir, bana kendisini Celal olarak tanıttı, gerçek ismini ben soruşturma aşamasında öğrendim, ilk önce kendisiyle Real'in orada buluştuk; bana ev tutmam konusunda yardımcı oldu, daha sonra kendisinin evine dini sohbet amacıyla gitmeye başladım, ben tek olarak gidiyordum, tamamen dini içerikli sohbetler yapıyorduk, örgütsel hiçbir faaliyetimiz olmadı, darbe, vatana millete ihanet, bilgi toplama, emir alıp verme gibi aramızda hiçbir konuşma ve görüşme geçmedi, sanığın bu yönde bana hiçbir emir ve talimatı, yönlendirmesi olmadı, Sakarya dan gelen İlhan isimli bir kişi vardı, bazen gelirdi, elinde bir veri tabanı vardı, oradaki kişilerle ilgili bana teyit mahiyetinde, ben de bildiklerimi söylerdim, sanık ile görüşmemiz sadece dini içerikliydi, örgütsel hiçbir faaliyetimiz olmamıştır, Kocaeli ilinde benimle ilgilenen abi konumundaki kişi olduğunu beyan etmiş ve kendisini teşhis etmiştim, etkin pişmanlık hükümleri kapsamında vermiş olduğum tüm bilgiler doğrudur, ifademde geçen herkesi teşhis ettim, bildiğim tüm hususları eksiksiz ve doğru bir şekilde anlattım, sanığın beni tanımadığı yönündeki beyanlarına bir şey diyemeyeceğim, söyleyeceklerim bundan ibarettir, benim tuttuğum ev bir cemaat evi değildi, sıradan bir aile eviydi, sanık görüşmek amacıyla beni sabit hatlardan birkaç defa aramıştı. " Başvurucu, huzurda dinlenen tanık A.nin beyanını kabul etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu müdafii ise tanık beyanındaki aleyhe hususları kabul etmediklerini dile getirmiştir. Cumhuriyet savcısı, esas hakkındaki mütalaasını sunmuş ve başvurucunun isnat edilen suça ilişkin kanun maddeleri uyarınca cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucu; esas hakkındaki mütalaayı kabul etmediğini, beraatini ve tahliyesini talep ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere süre talep etmiştir. Mahkeme tanık A.nin soruşturma evresindeki ifadesinde ismi geçen ve teşhis ettiği Ö. ve İlhan kod isimli İ.G. hakkındaki soruşturmaların akıbetlerinin sorulmasına, başvurucu müdafiine esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarını yazılı olarak sunması için gelecek celseye kadar süre verilmesine ve duruşmanın 24/10/2018 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Tanık A.nin soruşturma ve kovuşturma evrelerindeki beyanlarında başvurucu ile yaptıkları sohbet toplantılarına iki üç defa katıldığı ileri sürülen İ.G.nin Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığında müdafi eşliğinde şüpheli sıfatı ile verdiği 14/11/2017 tarihli ifadeye ilişkin tutanak Mahkemeye 27/8/2018 tarihinde ulaştırılmıştır. Anılan İfade Tutanağı'ndan İ.G.nin bu örgüt ile hiçbir bağının olmadığını ve kendisine gösterilen fotoğraflardaki kişileri tanımadığını beyan ettiği anlaşılmıştır. Mahkeme 24/10/2018 tarihli ikinci celsede İ.G.nin İfade ve Teşhis Tutanaklarını okuyarak başvurucuya bu belgelere karşı diyeceklerini sormuştur. Başvurucu, İ.G. isimli şahsı tanımadığını ve Kırklareli'de hiç bulunmadığını beyan etmiştir. Başvurucu müdafii, başvurucu ile tanıştırıldığı söylenen eski Astsubay Ö. ile İ.G.nin duruşmada tanık olarak dinlenilmesini talep etmiştir. Cumhuriyet savcısı önceki celsede sunduğu esas hakkındaki mütalaada kısmi değişiklik yaparak başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticiliği suçu yerine silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, kurduğu ara kararı ile başvurucu müdafiinin tanık dinletme talebinin reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:"Makul sürede yargılanma hakkının adil yargılanma hakkı kapsamında yer alması, dosyanın geldiği aşama, sanık müdafinin talep ettiği isimlerin yargılamaya fayda getirmeyeceği dikkate alınarak bu yöndeki araştırma taleplerinin reddine oy birliği ile karar verildi." Başvurucu; ikinci celsede esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanında, aleyhindeki tek delilin kendisine iftira atan kişinin herkesin bilebileceği genel bilgiler içeren çelişkili beyanları olduğunu ifade ederek beraatini talep etmiştir. Yine başvurucu; duruşma öncesi ibraz ettiği savunma dilekçesi ile tanık A.nin beyanlarını doğrulayan tek bir delil bulunmadığını, A.nin beyanlarında isimleri geçen Ö. ve İ.G.nin dosyalarının getirtilmesinin bu kişilerin dinlenilmesi yerine geçmeyeceğini ileri sürmüştür. Başvurucu müdafii ise dosyada, tanık vasfına ulaşması mümkün olmayan bir tanık beyanından başka bir delil olmadığını, bu tanığın ise isim verirse serbest kalacağını bilen ve bundan faydalanan bir kişi olduğunu, bu beyana itibar edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 24/10/2018 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tanık [A.nin], gerek soruşturma ve gerekse de, kovuşturma aşamasında sanığın abi konumunda sivil şahıs olduğunu beyan etmesi, mesleği ve eşgali üzerine net beyanlar vermesi nedeniyle, tanığın beyanlarının tutarlı ve itibar edilebilir olduğu anlaşılmaktadır.Sanığın özellikle soruşturma aşamasında arada gördüğü İlhan kod isimli şahsın [İ.G.] adında mahrem bir imam olduğu, Kırklareli Emniyet ve CBS tarafından hakkında FETÖ/PDY mahrem imamlığı nedeniyle üyelik suçundan işlem yapıldığı anlaşılmıştır. Bu kişiye ait soruşturma ifadeleri dosyaya getirtilmiştir.Ayrıca zaten hakkındaki isnatları reddeden başka dosya sanığı tutuklu [Ö.nün] de bu anlamda tanık [A.yi] doğrulaması, kendisi hakkındaki isnatları da kabul anlamına geleceğinden beklenemezdi. Tanık [A.] adı geçenin dosyasında da tanıklık yapmış, ancak [Ö.] tarafından diğer tüm FETÖ dosyalarından bilindiği üzere, sadece tanığın sürekli çeliştiği belirtilmiştir. Bu anlamda, [İ.G.] ve [Ö.nün] tanıklıklarına sübut anlamında başvurulmasa da, tanık [A.nin] beyanlarının kurgu olmadığını göstermesi açısından değinmek zaruridir. [...] tanık beyanına göre, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün asker mahrem yapılanmasında yer aldığı anlaşılan sanığın, bu mahrem yapılanmada sivil imam olarak görev yapıp, bu kapsamda örgüt mensubu asker kişilerle irtibat halinde olduğu, örgüt mensuplarının düzenlediği sohbetleri düzenlediği, ayrıntıları delillerin değerlendirilmesi bölümünde anlatılan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mahrem yapılanması içerisinde bulunan sivil kişiler tarafından örgüt mensubu asker kişilerle irtibat kurulmasında kullanılan sabit hatları da kullandığı anlaşılan sanığın, örgüt hiyerarşisinde öğretmen olarak tabir edilen mahrem sivil imam olarak görev yaptığı, örgütsel gizliliği sağlamaya yönelik olarak örgüt mensuplarıyla sabit hattan irtibat kurduğu, bu aramaların öncesinde ve sonrasında belli bir zaman dilimi içerisinde hakkında FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma bulunan diğer asker şahısların da arandığı anlaşılmıştır. Bu kapsamda sanığın suçtan kurtulmaya dönük savunmalarına mahkememizce itibar edilmemiştir. Bu hususlar dosya kapsamındaki diğer delillerle birlikte değerlendirildiğinde, öğretmen konumunda mahrem imam olup “Celal” kod adını kullanan sanığın örgütle organik bağ kurduğunda kuşku bulunmadığı, bu şekilde sübutu kabul edilen eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği, belirli bir hiyerarşik disiplin içinde gerçekleşmiş oluşudurumu göz önüne alındığında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye olma suçunu oluşturduğundan eylemine uyan TCK'nın 314/ maddesi gereğince, Türk Silahlı Kuvvetleri sanık tarafından işlenen suç mensuplarına, örgüt içi tanımlamayla “öğretmen” sıfatıyla sivil imamlık yapan sanık açısından örgüt içindeki etkili üyelik konumu da gözetilerek, suçun işleniş biçimi ve kast yoğunluğu nazara alınarak alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle cezalandırılması cihetine gidilmiş[tir.]" Başvurucu ve müdafii ayrı ayrı hazırladıkları dilekçeler ile -diğerlerinin yanı sıra- tek bir kişinin soyut, subjektif ve çelişkili beyanlarına dayanılarak karar verildiğini, beyanı hükme esas alınan tanığın aynı suçtan yargılanan bir sanık olması ve atılı suçtan kurtulmak amacı ile gerçeğe aykırı beyanda bulunması nedeniyle beyanlarına itibar edilemeyeceğini, tanık A.nin ifadelerinde isimleri geçen Ö. ve İ.G.nin huzurda dinlenilmesi taleplerinin silahların eşitliği ilkesine aykırı olarak reddedildiğini belirterek hükme yönelik istinaf kanun yoluna başvurmuşlardır. Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 2/1/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Astsubay olarak görev yapıp ihraç edilen tanık [A.nin] sanığın Celal Kod adını kullandığına, sabit hatlardan kendisini aradığına ve kendisi ile ilgilenen mahrem imam olduğuna dair sanığın aracı, çocuklarının sayısı, sanığın oturduğu mahalleyi (Arslanbey mahallesi) içeren ayrıntılı etkin pişmanlık kapsamındaki soruşturma ve kovuşturma beyanları ile [Ö.] dosyasında tanık sıfatıyla verdiği ayrıntılı ifadeler, dosya içerisinde bulunan diğer deliller bir bütün halinde değerlendirildiğinde;Yapılan yargılamaya, dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, karar yerinde gösterilip incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, cezayı artırıcı ve azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınarak, savunmanın inandırıcı gerekçelerle red edilmesine, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, verilen hükümde bir isabetsizlik bulunmadığından sanık ve müdafiinin talepleri yerinde görülmemiş olmakla, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 280/1-a maddesinin ilk cümlesi uyarınca İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE..." Başvurucunun benzer taleplerle temyiz ettiği karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 27/6/2019 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu 20/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Etkin pişmanlık" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz.(2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.(3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.(4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.(5) Etkin pişmanlıktan yararlanan kişiler hakkında bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine hükmolunur. Denetimli serbestlik tedbirinin süresi üç yıla kadar uzatılabilir.(6) (Ek: 6/12/2006 – 5560/8 md.) Kişi hakkında, bu maddedeki etkin pişmanlık hükümleri birden fazla uygulanmaz." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Delillerin ortaya konulması ve reddi " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. (Ek cümleler: 25/5/2005 - 5353/29 md.) Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir. (2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa.c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa. (3) Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir. (4) (Mülga: 25/5/2005 - 5353/29 md.)" | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37961 | Başvuru, mahkûmiyet hükmü açısından tek veya belirleyici delil mahiyetinde olan ve etkin pişmanlık hükmü kapsamında alınan tanık beyanının doğruluğunun ve güvenilirliğinin sınanması amacına yönelik tanık dinletme talebinin reddi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki iddiaların kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Nallıhan Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında 20/7/2016 tarihinde Ankara'nın Nallıhan ilçesinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi Nallıhan İlçe Jandarma Komutanlığında kolluk tarafından alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle daha önce Park Termik A.Ş.de usta yardımcısı olarak çalışırken Adularya isimli işletmeye yine usta yardımcısı olarak geçiş yaptığını ve sonrasında ustalığa yükseldiğini, 2014 yılında kurulan Pak Maden İşçileri Sendikasının hâlen başkanlığını yaptığını, işyerine servis aracı ile ulaşım sağladığını, bugüne kadar gerek servis araçlarında gerekse başkanlığını yaptığı sendikada bir partiye oy verilmesi veya verilmemesi yönünde işçilere baskı yapmadığını, bir dönem bağımsız milletvekili adayının [Y.A.nın] propaganda aracının ücret karşılığında şoförlüğünü yaptığını, evinde bulunan dergi ve gazetelerin okumak için olduğunu, kitapların ise gazetenin kupon karşılığında verdiği yayınlar olduğunu, başkanı olduğu sendika ile ilgili olarak sosyal medyada Fetullah Gülen'e yakın olduğu yönünde haberler çıktığını, bu sendikayı kurarken amaçlarının işçilere sahip çıkmak olduğunu, bu sebeplerle Fetullah Gülen ile ilişkilendirildiğini ancak kendisinin bunlarla bir bağlantısının olmadığını, servislerle ilgili sıkıntılarının olduğunu, bu nedenle kendisine iftira atılmış olabileceğini, Döngeller Köyü Derneğinin herhangi bir dinî grupla bağlantısının olmadığını ve hiçbir terör örgütünün propagandasını yapmadığını ifade etmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde Nallıhan Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmiştir. Başvurucu Savcılıktaki ifadesinde kolluktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık başvurucuyu anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle aynı tarihte sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Nallıhan Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Başvurucunun sorgudaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... serviste biz 30 kişi gidip geliyorduk. Ben bu 30 kişiden sadece biriyim. Serviste Cd'leri dinletme gibi bir yetkim söz konusu değildir. Bu tarz iddialarda bulunan 30 arkadaşımızdan sadece 1 kişimizdir ve geri kalan 29 arkadaşımız dinlenebilir. Biz servis şoförü ne açarsa onu dinliyorduk. Ben kimseyi incitecek bir yapıda değilim. Eşime bile hangi partiye oy kullanacağım yönünde baskı yapmış değilim bunu saygısızlık olarak adlederim. Ben daha önce Ciner grubunda çalıştım, 8 yıldır da Adalaryada çalıştım. Ben daha önce Zaman gazetesine abone olduğum için bu gazetenin vermiş olduğu Elmalı Hamdi Yazır tefsiri, kütibi sitti, islam fıkıhı ve peygamberler tarihi gibi kitaplar vermişti. Ayrıca bahsi geçen kitaplar bu kitaplardır. Ayrıca ele geçen dergiler de gazetenin ekleridir. Ele geçen bellek cd vs. Dinlediğimiz müzikler vardır. Herhangi bir örgüt üyeliğim söz konusu değildir. Atılı suçlamayı kabul etmiyorum." Nallıhan Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamının incelenmesinde ... [diğer şüpheliler] ve Nevzat Korkut'un üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, mahkememizce şüphelilerin kaçma, saklanma, ihtimalinin bulunduğunun değerlendirildiği, delillerin tam olarak toplanamamış olması ve bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, şüphelilerin üzerine atılı suçların vasıf mahiyeti, dinlenen tanık beyanları ve arama ve rızaen muhafaza altına alma tutanağı hep birlikte değerlendirildiğinde, atılı suçların katalog suçlardan olması da dikkate alınarak ... [diğer şüpheliler] ve Nevzat Korkut'un tutuklanmalarına ... karar verildi." Başvurucunun tutuklama kararına 22/7/2016 tarihinde yaptığı itiraz, Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 25/7/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası yetkisizlik kararı ile nihai olarak Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Sonraki süreçte başvurucunun tutukluluk durumu resen veya başvurucunun talebi üzerine ilgili sulh ceza hâkimlikleri tarafından değerlendirilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu bağlamda son olarak Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliği 12/5/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş başvurucunun anılan karara itirazı Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 25/5/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu anılan kararı 9/6/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 15/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Başsavcılığın talebi üzerine Eskişehir Sulh Ceza Hâkimliğince 22/6/2017 tarihinde tahliye edilmiş ve hakkında yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Başsavcılık 29/6/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. Bu bağlamda iddianamede;i. Başvurucu hakkında çeşitli kurumlara yapılan bir kısım ihbara ve tanık beyanlarına yer verilmiştir. Bu kapsamda:- N.A.nın 19/7/2016 tarihinde Nallıhan İlçesi Çayırhan Jandarma Karakoluna başvurarak Adularya A.Ş. işçi servisinde, A.U. isimli kişi tarafından 2014 yılı Mart ayında yapılacak olan yerel seçimde bir siyasi partiye oy verilmemesi yönünde propaganda yapıldığı, bir kısım CD ve gazetenin işçilere yönelik propagandada kullanılması için servis şoförlerine dağıtıldığı, bu olayın başvurucu tarafından organize edildiği yönünde ihbarda bulunduğu,- Kimlik bilgilerinin gizli tutulmasını isteyen bir kişinin 5/8/2016 tarihinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezine (CİMER) gönderdiği mesajda; başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğu ve Adularya Enerji Elektrik Üretim ve Madencilik Şirketinin (Açık kaynak araştırmasına göre FETÖ/PDY bağlantısı nedeniyle yönetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiş.) tüm taşeronluk işlerini yaptığı, ayrıca Beypazarı'nda FETÖ/PDY'ye en fazla yardım yapan kişi olduğu yönünde ihbarda bulunduğu,- Y.U.nun 29/7/2017 tarihinde CİMER'e gönderdiği mesajda "... FETÖ olaylarından içeri girdi 1 sene sonra denetim serbestliğiyle serbest kaldı, bunun için hakkında tekrar soruşturma açın ... tekrar mahkeme karşısına çıkmasını istiyorum. Adı Nevzat KORKUT Bartın doğumlu ..." şeklinde ihbarda bulunduğu,- Kimlik bilgilerini bildirmeyen bir kişi tarafından Eskişehir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne e-mail yoluyla "... Hizmetin sendikası olan Pak Maden Sendikasına Nevzat KORKUT, çalışan personeli tehditlerle, şantajlarla e-devlet şifresi almaya şirket kiralık araçları ile gönderip zorla üye yapmışlardır ... " şeklinde ihbarda bulunulduğu,- Z.Ö.nün 28/7/2016 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezine "... Nevzat KORKUT isi geçen kişiler FETÖ grubunun üst makam idarecileri olup işletme içinde 2015 yılında karşıt görüşleri işten çıkarıp kenti yapılanmalarını organize etmişlerdir..." şeklinde ihbarda bulunduğu, - İ.Y.nin "... Ben 2009 Şubat ayından 2014 Mayıs ayına kadar Adularya isimli firmada çalıştım. Pak Maden İş Sendikasına üye olmadığımız, Türk Maden İş Sendikasının kurmaya çalışmamızdan dolayı işten çıkarıldım. İşten çıkarılmadan önce Nevzat KORKUT tarafından beraber Pak Maden İş Sendikasını yürütmemiz teklif edildi. Kabul ettiğim takdirde Pak Maden İş Sendikası taşeron tarafını ben yönetecektim. Ben kabul etmedim. Pak Maden İş Sendikasının FETÖCÜ olduğunu biliyordum ..." şeklinde beyanda bulunduğu,- Ş.S.nin "... sendikaya üye olmazsanız işten çıkarılırsınız üye olmazsanız sonuçlarına katlanırsınız şeklinde baskılara maruz kaldıklarını, bu telkin ve baskıları iş yerinde o dönem bizim gibi maden işçisi olan Nevzat KORKUT yapmaktaydı..." şeklinde beyanda bulunduğu belirtilmiştir.- G.K.nın "... 2014 yılında şirketteki sendika nedeniyle olan huzursuzluklardan dolayı işten ayrıldım. Şirketin ve Pak Maden sendikasının FETÖCÜ olduğunu ben dahil herkes biliyordu. İlk etapta kapalı odalalarda [H.G.], [Ç.] ve Nevzat KORKUT biz mühendislere işçilerin Pak Maden İş Sendikasına geçmeleri yönünde yönlendirmemizi istediler ..." şeklinde beyanda bulunduğu,- H.A.nın "... Pak Maden İş Sendikası fabrika içerisinde stant açtı ve Nevzat isminde ancak soy ismini bilmediğim görsem tanıyabileceğim ustalık yapan bir şahıs bu stantta devamlı duruyordu ve işçileri sendikaya kayıt yaptırıyordu ..." şeklinde beyanda bulunduğu,- H.Ç.nin "... [H.G.] bana kendisi dışında... ...Nevzat KORKUT'un da bu sendikanın kurucusu ve yöneticileri olduğunu söyledi..." şeklinde beyanda bulunduğu,- T.Y.nin "... Pak Maden İş Sendikasının işçi temsilcisi olan Nevzat KORKUT ... sürekli cemaatten bahsedip, bizi devamlı sohbet toplantılara çağırıyordu..." şeklinde beyanda bulunduğu,- F.Ç.nin "... Nevzat Korkut isimli şahıs AK Partiye oy verilmemesi ... [yönünde] propaganda yapıyorlar ve işçileri ile şoförleri bu konuda örgütleyerek oy vermemelerini istiyorlardır. Bu şahıslar aynı zamanda Zaman Gazetesinin dağıtımı ile de uğraşmaktaydılar ..." şeklinde beyanda bulunduğu belirtilmiştir.ii. Başvurucunun, numarası henüz tespit edilemeyen bir hat ile ... ID numarasıyla FETÖ/PDY üyelerinin kullandığı kriptolu haberleşme programı olan ByLock programını kullandığı ileri sürülerek kullanıcı adının "nevzat74'' olduğu, alınan mesaj sayısının sıfır, gönderilen mesaj sayısının sıfır, gönderilen mail sayısının iki, alınan mail sayısının dört, eklediği arkadaş sayısının iki olduğu ve son kullanma tarihinin de 17/1/2016 olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda kullanıcı adında geçen ''nevzat''ın başvurucunun kendi adı ve 74 sayısının da başvurucunun nüfusa kayıtlı il olan Bartın'ın plaka kodu olmasına değinilerek söz konusu Bylock kullanıcısının başvurucu olduğunun değerlendirildiği belirtilmiştir.iii. Emniyet tarafından düzenlenen inceleme raporuna göre başvurucunun adına kayıtlı bir hatla haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen bir kısım kişiyle ve FETÖ/PDY ile iltisak veya irtibatı nedeniyle faaliyetlerine son verilen bir kısım basın yayın şirketi, hastane ve dernekle (içerikleri belirtilmeyen) telefon görüşme kayıtlarının bulunduğu belirtilmiştir. iv. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatı nedeniyle kanun hükmünde kararname ile kapatılan PAK İş Sendikasında yöneticilik yaptığı belirtilmiştir.v. Başvurucunun "Nevzat Korkut" isimli sosyal medya hesabı ile FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan hakkında soruşturma yürütülen ve hakkında yakalama kararı bulunan H.Ş.nin paylaşımlarını (içerik ve tarih belirtilmeksizin) profilinde paylaştığının tespit edildiği belirtilmiştir. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 1/7/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2020/239 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensip incelemesi sonunda başvurucu hakkında yargılama yapma yetkisinin Ankara Ağır Ceza Mahkemelerinde olduğundan bahisle yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın tevzi edildiği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 6/10/2020 tarihinde yaptığı tensip incelemesinde bir kısım tanığın dinlenmesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Muammer Koçan, B. No: 2016/56282, 26/9/2019,§§ 35- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27571 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki, ayrı ve açık bir yanıt verilmeyi gerektiren iddianın mahkûmiyet kararında karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Müşteki Y.E.Y. bilgisi olmadan, yerine imzası atılmak suretiyle adına birden çok GSM hattı çıkarıldığını öğrenmesi üzerine şikâyetçi olmuştur. Şikâyet üzerine yürütülen soruşturmada 15/4/2014 tarihli müzekkereyle GSM Şirketinden müştekiye ait 0541 ... 98 numaralı hatta ait abonelik sözleşmesinin hangi bayi/alt bayi tarafından düzenlendiğinin bildirilmesi talep edilmiştir. GSM Şirketi tarafından gönderilen 28/4/2014 tarihli yazıda 0541 ... 98 numaralı hatta ait bayi olarak Ç. Telekomünikasyon Dağıtım Merkezi Tic. Ltd. Şti., alt bayi olarak da N ile başlayan kod ile başvurucunun yetkilisi olduğu İ. Bilgisayar ve Cep Telefonları Sistemleri Elektronik Dış Ticaret Limitet Şirketi bildirilmiştir. Yazının ilgili kısımları şöyledir:" Şirketimiz tüm Türkiye genelinde sözleşmeli bayileri - [S.] Bayi, [E.] Bayi, [S.] Bayi, [] Dağıtım Merkezi şeklinde adlandırılmakta ... ve sözleşmesel bir ilişkisi olmayan bağımsız perakende satış noktaları -Altbayi olarak adlandırılmaktadırlar- kanalıyla satış yapmakta ve abonelerine hizmet vermektedir. Altbayiler, tüm GSM operatörlerinin hat ve TL kontör satışını yapan, cep telefonu ticareti ile uğraşan, şirketimızle veya diger GSM operatörleri ile doğrudan sözleşmesel bir ilişkisi bulunmayan bağımsız perakende satış noktaları olup, GSM sektöründe önemli bir yere sahiptirler. Şirketimiz, pazardaki gelişmeleri yakından takip etmek ve istatistiki veri elde etmek amacı ile bu noktaları kodlarnakta ve özel bir veri tabanına kaydetmekte ise de, gerek sözleşmesel olarak gerekse fiili olarak şirketimizle altbayiler arasında bir bayilik ilişkisi bulunmamaktadır. [ ] Dağıtım Merkezleri (VDM'Ier - W kodlu bayiler) ile Altbayiler (N kodlu bayiler) arasındaki ilişki gereği, GSM hatlarının satış ve abonelik tesis edilmesi aşamalarında, abonelere GSM hatlarının satışı ve abonelik sözleşmelerinin imzalatılması Altbayiler tarafından gerçekleştirilmekte olup, abonelere imzalatılan abonelik sözleşmeleri ve sözleşme ekinde alınan abonelerin kimlik fotokopilerinin bir örneği, abonelik işlemlerini yapan Albayiler tarafından [] Dağıtım Merkezleri'ne gönderilmektedir ve GSM hatlarının aktivasyonları [] Dağıtım Merkezleri'nde yapılan kontrolün ardından gerçekleştirilmektedir. Belirtilen işleyişten anlaşılacağı üzere; şirketimizle sözleşmesel ilişkisi bulunmayan Altbayiler'in; şirketimiz adına abonelik sözleşmelerini imzalaması söz konusu değildir, [] Dağıtım Merkezleri toptan satış yapan satış kanallarımız olup. bu merkezler, Altbayilerden gelen evrakların kontrolü, sisteme girilmesi ve GSM hatlarının aktivasyonu işlemlerini yürütmektedirler. Bu nedenle, [] Dağıtım Merkezleri'nde çalışan personelierin altbayi, [S.] bayi, [E.] bayi veya [S.] bayi personelleri gibi abonelerle doğrudan muhatap olması ve abonelik müracaatında bulunan kişilerin bu şekilde kimlik kontrollerini yapması işleyiş gereği söz konusu değildir." İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarının 14/7/2014 tarihli ekspertiz raporunda 0541 ... 98 numaralı hatta ait abonelik sözleşmesinin altındaki imzanın müşteki Y.E.Y.ye ait olmadığı tespitine yer verilmiştir. Başvuru formu ekinden, iletilen suça konu abonelik sözleşmesinin incelemesinde müşteki adına 9/10/2009 tarihli bir adet GSM Şirketine ait hattın satışını ve aktivasyonunu yapan bayi kısımlarında ayrı ayrı Ç. Telekomünikasyon Dağıtım Merkezi Tic. Ltd. Şti. isimli şirketin adının ve W ile başlayan bayi kodunun bulunduğu, sözleşmenin aynı şirketin kaşesiyle kaşelendiği anlaşılmaktadır. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 16/10/2014 tarihli iddianamesiyle diğer şüphelilerle başvurucu hakkında 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun maddesinin onuncu fıkrasına muhalefet suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun müştekiye ait 0541 ... 98 numaralı hatta ilişkin abonelik tesisini müştekinin bilgisi dışında gerçekleştirdiği iddia edilmiştir. Başvurucu 11/6/2015 tarihli celsedeki savunmasında abonelik sözleşmesinde firmasının kaşesi bulunmadığını öne sürmüştür. Başvuru, kendisinin T. GSM Şirketinin bayisi olduğunu oysa suça konu hat aboneliğinin GSM Şirketine ait olduğunu vurgulamıştır. Başvurucu müdafiinin aynı celsedeki beyanı ise şöyledir:" ...müvekkilim o dönemde bahse konu firmanın yetkilisidir. Kendisinin o dönemde üç tane bayisi vardır. Kendisi hiçbir şekilde sözleşme düzenlemiyordu. Dosya içindeki sözleşmede sadece müvekkil firmaya ait bayi kodu vardır. Elle doldurulmuştur. Müvekkilin kaşesi yada imzası yoktur. Bayi kodu kullanılmak sureti ile başka herhangi bir bayi yada [ CSM'in] kendisi tarafından düzenlenmiş olabilir, bu nedenle imza incelemesi yapılmasını talep ediyorum..." İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 5/11/2015 tarihli kararıyla başvurucunun müsnet suçtan neticeten 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...İncelenen tüm dosya kapsamından ve toplanan delillerin değerlendirilmesinden anlaşılacağı üzere; müştekinin rızası dışındakimlik bilgilerinin kullanılarak .... Yaşar Kuşu'nun [başvurucu] 0541 ... 98 nolu ...telefon hatlarına ilişkin abonelik tesisini bizzat ya da satış temsilcisi aracılığı ile gerçekleştirdikleri, sanıklara ön ödeme önerisi tebligatı yapılmış olduğu ancak sanıkların herhangi bir ön ödeme yapmadıkları, bu şekilde sanıkların 5809 sayılı yasaya muhalefet suçunu işlemiş oldukları anlaşılmakla..." Karar 11/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5809 sayılı Kanun'un maddesine 6/2/2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun’un maddesiyle eklenen (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişinin bilgisi ve rızası dışında işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi veya işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptırılamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz." 5809 sayılı Kanun'un maddesinin 6518 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen (10) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrası hükümlerine aykırı hareket edenler bin günden beş bin güne kadar; ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarına aykırı hareket ederek bu işi bizzat yapanlar elli günden yüz güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır."B. İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 29/5/2017 tarihli ve E.2016/9679, K.2017/5058 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Suçun failinin sözleşmeyi düzenleyerek bizzat işlem yapan alt bayi olan [S. İletişim] olduğu ve sanığın üst bayi olarak çalıştığını, suça konu sözleşmenin alt bayi tarafından düzenlenerek geldiği, kendisinin sadece aktivasyon yaptığına ilişkin savunmasının aksini gösterir her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine, yazılı şekilde mahkumiyetine dair karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,Gereği görüşülüp düşünüldü:5809 sayılı Kanun'un 'Abone ve cihaz kimlik bilgilerinin güvenliği' başlıklı 56/ maddesi; '... (Ek: 6/2/2014-6518/104 md.) Kişinin bilgisi ve rızası dışında işletmeci veya adına iş yapan temsilcisi tarafından abonelik tesisi veya işlemi veya elektronik kimlik bilgisini haiz cihazların kayıt işlemi yapılamaz ve yaptırılamaz, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenemez, evrakta değişiklik yapılamaz ve bunlar kullanılamaz...' şeklindeki düzenlemesiyle, 'işletmeci veya onun adına iş yapan temsilcisi' tarafından 'kişinin bilgisi ve rızası dışında', 'abonelik tesisi veya abonelik işlemi yapılmasını, bu amaçla gerçeğe aykırı evrak düzenlenmesini' suçun unsuru olarak ortaya koymuştur.Madde metninden de anlaşılacağı üzere, adı geçen düzenlemeden ötürü, şüpheli veya sanık olabilmek için 'işletmeci veya onun adına iş yapan temsilcisi' olmak, suçun unsurlarının gerçekleşmesi içinse 'rıza dışında abonelik tesisi veya abonelik işlemi' yapmak veya bu amaçla gerçeğe aykırı belge düzenlemek gerekmektedir.Adı geçen kanunun 6518 sayılı Kanunla değişik 63/10 maddesi; '...Bu Kanun'un 56 ncı maddesinin birinci fıkrası hükümlerine aykırı hareket edenler bin günden beş bin güne kadar; ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarına aykırı hareket ederek bu işi bizzat yapanlar elli günden yüz güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır...' hükmünü amirdir. 6518 sayılı Kanunla değişen maddeden yola çıkılacak olursa, aynı kanunun 56/2,3,4, maddelerde yazılı fiilleri bizzat yapandan kasıt, bu hususta işletmeci tarafından yetkilendirilmiş olmak şartıyla, kimseyi aracı veya yardımcı olarak kullanmadan, tek başına aboneliğe dair işlemlerin gerçekleştirilmesidir. Kanun koyucunun 'bizzat' kriterini getirmesinin amacı, suça konu abonelik işlemini yapan kişinin mutlaka ilgili belgede isim ve imzasının veya yazısının bulunması değildir. İşletmecinin yetkilendirmesi şartıyla, gerçeğe aykırı düzenlenen abonelik sözleşmesine veya işlemine katkıda bulunan, onay veren, numarayı başka operatöre taşıyan, hattı kullanıma açan, hizmeti aktive eden, kısacası kanunun lafzında yer alan kişinin rızası dışındaki tüm abonelik işlemlerini yapanların bu suçun faili olacağı maddeden ve tanımlardan anlaşılmaktadır.Kanun yararına bozmaya konu dosya incelendiğinde, suça konu ilk aboneliğin 2009 tarihinde [Ç. Telekomünikasyon Ltd. Şti.] tarafından ön ödemeli (kontörlü) hat açmak üzere yapıldığı, sonrasında aynı numaranın diğer operatörden numara taşıma işlemi için 2010 tarihinde başvurduğu, bu işlemi de aynı şirketin [Ç.] yerine getirdiği, son olarak, yine başka operatörden numara taşımak için aynı numaranın 2011 tarihinde bu kez [Ö. Ltd.Şti.] tarafından aynı operatöre taşındığı, bu sözleşmeyi [Ö. Şti.] adına [S.] isimli bir alt bayinin yaptığı, aktivasyon işlemini ise [Ö. Şti.nin] yaptığı görülmektedir.Yukarıda adı geçen tüm şirketlerin, ilgili operatör adına abonelik sözleşmesi veya işlemi yapma yetkisi olup olmadığı araştırılmış ve yetkililerin isimleri dosyaya kazandırılmıştır. Dosyada adı geçen tüm tüzel kişilerin temsilcilerine ön ödeme ihtarı gönderilmiş, en son numara taşıma işlemini yapan [S.] yetkilisinin önödeme ihtarına uymasıyla hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş, diğer sanıklar [K.Ö.] ve [H.B.] hakkında 5809 sayılı Kanuna aykırılık suçlamasıyla kamu davaları açılmış ve neticede sanıklar hakkında 1000'er TL adli para cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir.Kanun yararına bozmaya konu dosyada, ihbarnamede yazılı olduğu gibi sanıkların bizzat abonelik iş ve işlemleri yapmadıkları iddiası doğru olmayıp, 3 farklı suç tarihine 3 farklı abonelik işlemi bulunmakta, üç işlemi yapan şüphelinin de ilgili işletmeci-operatör adına işlem yapma yetkisi bulunmaktadır. Şüphelilerden biri ön ödemeye uyduğundan hakkında kamu davası açılmamış, diğer iki şüpheli hakkında dava açılmış ve sanıkların eylemlerinin suçun unsurlarını oluşturduğunun sabit olması nedeniyle, sanıklar hakkında adli para cezasına hükmedilmiştir. Bu nedenle, sanıkların yapılan abonelik işlemleriyle hiçbir şekilde ilgisi olmadığı yönündeki savunmalarının, mahkemece dosyada toplanan delillerin doğru bir şekilde değerlendirilmesi suretiyle karşılandığı ve takdiren alt sınırdan ceza verildiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görülmediğinden, REDDİNE..." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/694 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki, ayrı ve açık bir yanıt verilmeyi gerektiren iddianın mahkûmiyet kararında karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/7333 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle yerleşme ve seyahat hürriyetinin ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Koza Altın İşletmeleri Anonim Şirketinde üst düzey yöneticilik yapmış olan başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve terörizmin finansmanının önlenmesi hakkında kanuna muhalefet suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında sulh ceza hâkimliğince 2/9/2015 tarihinde başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesinin 18/7/2016 tarihli bildirimi üzerine Ankara Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğünce başvurucunun pasaportuna idari şerh kaydı girilerek kullanıma kapatılmıştır. Başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbiri kovuşturma aşamasında ağır ceza mahkemesince 21/9/2017 tarihinde kaldırılmıştır. Başvurucu, el konulan pasaportunun tarafına iade edilmesi talebiyle 1/6/2018 tarihinde idareye başvurmuş, talebinin reddedilmesi üzerine 3/9/2018 tarihinde idari yargıda dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; hakkındaki yurt çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirinin ağır ceza mahkemesince kaldırılmasına karşın pasaportunun iade edilmediğini, bu nedenle yurt dışına çıkamadığını ve yurt dışından gelen iş tekliflerini değerlendiremediğini belirterek anılan idari işlemin iptalini talep etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 6/3/2020 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde; 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun maddesi ve 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenlerin pasaportlarının iptal edileceğinin düzenlendiğini, başvurucunun yurt dışı çıkış yasağının kaldırılmasına karar verilmişse de dava konusu işlem tarihinde hakkındaki kovuşturmanın devam ettiğini, sonrasında ise başvurucunun mahkûmiyetine karar verildiğini, bu nedenlerle uyuşmazlık konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı istinaf başvurusu kararın usul ve hukuka uygun olup kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 15/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 9/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun pasaportu üzerindeki idari şerh kaydı 1/8/2022 tarihinde kaldırılmıştır. Başvurucunun örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçundan 9/1/2020 tarihli mahkûmiyet kararına ilişkin istinaf talebi 23/6/2022 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuş olup temyiz incelemesi halen devam etmektedir. | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34458 | Başvuru, pasaport iptali nedeniyle yerleşme ve seyahat hürriyetinin ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/37788 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37788 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 20/5/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve 23/5/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucu hakkında 7/11/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu dört gün haksız yere gözaltında kaldığını, gözaltı kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, çevresinde itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, soruşturma sürecinde avukatla temsil edildiğinden bu avukatlık giderinin maddi tazminata dahil edilmesi gerektiğini belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde gözaltının haksız olduğu iddiasını 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendini açıkça belirtmek suretiyle hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş olmasına dayandırmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde gözaltının hukuka aykırı olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 26/2/2018 tarihli kararıyla başvurucuya 130,09 TL maddi, 400 TL manevi tazminat ile 845 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun takipsizlik kararından sonra kendisini vekille temsil ettirdiğinden 600 TL vekâlet ücretini maddi tazminatın hesaplanmasında dikkate almamıştır. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 14/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B.No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17138 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vekille takip edilen davada gerekçeli kararın vekil yerine asile tebliğ edilmesi ve bu tebligat tarihi dikkate alınarak temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin bir görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket aleyhine, kesinleşmiş Mahkeme kararıyla hüküm altına alınmış borcu icra takibine rağmen ödemediği gerekçesiyle 13/7/2010 tarihinde iflas davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) 25/4/2012 tarihli ve E.2011/196, K.2012/72 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve başvurucu Şirketin doğrudan iflasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Dava, ilama istinaden icra takibi yapılan ve takibin kesinleşmesine rağmen borcunu ödemeyen davalının doğrudan doğruya iflası istemine ilişkindir.İİK:158/2 maddesine göre ilama istinaden yapılan icra takibine borçlunun usulü dairesinde itiraz etmemesi üzerine mahkemenin 7 gün içerisinde faiz ve icra masrafları ile birlikte borcunu ifaveya o miktar meblağın mahkeme veznesine depo edilmesini borçluya veya iflas davasında kendisini temsil etmiş vekile dava yüze karşı devam ediyorsa duruşmada aksi halde tebliğat kanunu hükümlerine göre tebliğ eder borçlunun ödemeden imtina etmesi halinde ilk oturumda iflasına karar verileceği belirtilmektedir. Somut olayda takip kesinleşmiş olması nedeniyle davalı şirkete borca ilişkin kapak hesabı yapılarak borcun ödenmesi için depo emri tebliğ edildiği buna rağmen 7 günlük süre içerisinde bir ödemede bulunmadığı gibi aradan geçen uzunca bir süre zarfında da bir ödemede bulunmadığı vekilinin duruşmayı takip etmesine rağmen borcun esası ile ilgili de bir beyanda bulunmadığı öte yandan İstanbul ATM de görülmekte olan davanın Yargıtay Hukuk Dairesince bozulması nedeniyle davalı hakkındaki iflas kararı[nın] kalkması nedeniyle ortada iflas eden bir şirket bulunmaması nedeniyle bekletici mesele hususununda bir anlamı kalmadığı anlaşılmakla davalı şirketin doğrudan iflasına karar vermek gerekmiş...[tir].” Başvurucunun anılan karara yönelik temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/3/2013 tarihli ve E.2012/6235, K.2013/1382 sayılı ilamı ile süre yönünden reddedilmiştir. Yargıtay ilamı şöyledir:“Mahkemece iflâs talebi hakkında verilen hüküm temyiz eden davalı vekiline 2012 günü tebliğ edildiği halde, temyiz dilekçesi İİK'nın maddesinde öngörülen 10 günlük yasal süre geçirildikten sonra 2012 tarihinde verilmiştir. Süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 1990 gün ve 1989/3 Esas, 1990/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında Yargıtay tarafından da karar verilebileceği kabul edilmiş olmakla, temyiz isteminin reddi gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, davalı vekilinin temyiz isteminin süre yönünden REDDİNE ... karar verildi.” Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/10/2013 tarihli ve E.2013/4413, K.2013/6404 sayılı ilamı ile “...temyiz isteminin süresinde olmadığının anlaşılmasına ve Dairemizin 7/3/2013 tarihli ilamında Mahkemenin 25/4/2012 tarihli gerekçeli kararının maddi hata sonucu davalı vekiline tebliğ edildiği yazılmışsa da 25/5/2012 tarihinde davalı asıl şirkete tebliğ edildiğinin anlaşılmış bulunmasına göre” şeklindeki gerekçeyle reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 23/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruya konu dava dosyasındaki belge suretlerinin Mahkemeden celp edilip incelenmesi ile yargılama sürecinde başvurucu Şirketin vekille temsil edilmediği, bu nedenle icraya konu borcun depo edilmesine ilişkin Mahkemenin 2/11/2010 tarihli ara kararı ile gerekçeli kararının doğrudan başvurucunun adresine gönderildiği ve başvurucunun daimî çalışanlarına tebliğ edildiği anlaşılmıştır. Gerekçeli kararın başvurucu Şirkete 25/5/2012 tarihinde tebliğ edildiği, başvurucu vekilinin 5/6/2012 tarihinde vekâletnamesini harçlandırarak dosyaya sunduğu ve kararı aynı tarihte temyiz ettiğigörülmüştür. Öte yandan 29/11/2010 tarihinde başvurucu adına vekil sıfatıyla Av. Ö.Ç.K.nin, Mahkemenin depo ara kararından dönmesi istemiyle dosyaya dilekçe sunduğu ve takip eden 28/12/2010 tarihli duruşmaya katıldığı görülmekle birlikte anılan vekilin başvurucu adına davayı takip edeceği yönünde bir beyan veya dilekçesinin bulunmadığı, dosyaya vekâletnamesini sunmadığı, aksine bahsi geçen duruşmada vekâlet görevinin sona erdiğini beyan ettiği, sonraki duruşmalara da katılmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Avukat, açtığı veya takip ettiği dava ve işlerde, noter tarafından onaylanan ya da düzenlenen vekâletname aslını veya avukat tarafından onaylanmış aslına uygun örneğini, dava yahut takip dosyasına konulmak üzere ibraz etmek zorundadır.” 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır...” 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 2/3/2005 tarihli ve5311 sayılı Kanun ile değiştirilen maddesi şöyledir: “Ticaret mahkemesince verilen nihaî kararlar, 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınan masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece re'sen taraflara tebliğ olunur. Bu kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir. İstinaf ve temyiz incelemeleri, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılır. ...” 2004 sayılı Kanun’un maddesinin 5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir: “Ticaret mahkemesince verilen nihai kararlar tebliğden itibaren on gün içinde temyiz edilebilir. Kararlar 160 ıncı maddenin son fıkrasına göre alınacak masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece resen taraflara tebliğ olunur....” 2004 sayılı Kanun’a 5311 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde şöyledir: “Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/638 | Başvuru, vekille takip edilen davada gerekçeli kararın vekil yerine asile tebliğ edilmesi ve bu tebligat tarihi dikkate alınarak temyiz isteminin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, çalıştığı özel şirketin yönetim kurulu üyelerine gönderdiği e-postada kullandığı ifadeler nedeniyle başvurucunun iş akdinin tazminat ödenmeksizin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. 1971 doğumlu olan başvurucu, Z. Elektrik Üretimi A.Ş.de (Şirket) mekanik işçisi olarak çalışmaktayken Şirketin Yönetim Kurulu üyelerine "bilgilendirme" konulu bir e-posta göndermiştir. Başvurucunun gönderdiği e-posta şu şekildedir:"Allah'ın selamı rahmeti bereketi ihsanı irfanı ikramı bütün güzellikleri üzerinize olsun.Eski görmüş geçirmiş büyüklerimiz 'Bokla yapılan sidikle yıkılır.' derler. [Z.] Enerji'de de işler bok'la yapılıyor sidikle yıkılmaya mahkumdur. Tebbet suresinde adı geçen Ebu Leheb misali yuh olup gitmenizden korkarım. 'Ma ağna anhü ve ma keseb' Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı (Tebbet Suresi-2) Sizin de ne mallarınız, ne yaptığınız hayır hasenatlar, ne öğrencilere verdiğiniz burslar, ne yaptığınız okullar ve hatta Gezek Yataa Camii yerine Hacı Osman şeyhimizin adına yaptırdığınız [H.O.N.K.] Camii sizleri kurtarmayabilir ki ne zaman, taaki kıyamet gününde...Bilgilerinize arzederim. Allah'a emanet olun." Gönderilen bu e-postanın ardından 23/5/2017 tarihinde, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin (II) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca haklı fesih şartları oluştuğundan bahisle tazminatsız olarak başvurucunun iş akdi sona erdirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının tahsili amacıyla dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; özveriyle ve severek işini yapmasına rağmen terfi ettirilmediğini, yeni personellerin birkaç yılda terfi ettirildiğini ve zam aldığını, işyerinde personel kayırmacılığının olduğunu, bu durumla ilgili olarak Şirketin genel merkezindeki yöneticilere e-posta göndermesine rağmen sonuç alamadığını, bunun üzerine Şirketin Yönetim Kurulu üyelerine e-posta gönderdiğini, Şirket yöneticilerinin şahsına ya da Şirketin kurumsal yapısına dair bir ifadesinin olmadığını, ayrıca kullandığı atasözünün hakaret içermediğini ve eleştirel nitelikte olduğunu belirtmiştir. İş Mahkemesi sıfatıyla Nazilli Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 18/10/2018 tarihli ve E.2018/152, K.2018/494 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacı tarafından atılan mail içeriğinin değerlendirilmesinde, her ne kadar diğer cümleler eleştiri kapsamında rahatsız olunan durumun dile getirilmesi olarak değerlendirilebilecek ise de 'bokla yapılan sidikle yıkılır derler. [Z.] enerji de işler bok'la yapılıyor sidikle yıkılmaya mahkumdur' ifadesinin eleştiri sınırlarını aştığı, bir kimsenin yaptığı işin bokla yapıldığının söylenmesinin, ifadenin çirkin olması, hakaret içermesi nedeniyle eleştiri sınırının üstünde kalacağı kanaatine varılmış, feshin İş Kanunu m.25/2,b uyarınca işveren tarafından haklı nedenle yapıldığı sonucuyla davanın reddine karar verilmiştir" Başvurucunun istinaf talebi üzerine dosyayı inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 11/10/2021 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Daire kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"Somut olayda; davacı tarafından atılan mail içeriğinin değerlendirilmesinde, her ne kadar diğer cümleler eleştiri kapsamında rahatsız olunan durumun dile getirilmesi olarak değerlendirilebilecek ise de 'Bokla yapılan sidikle yıkılır derler. [Z.] Enerji'de işler bokla yapılıyor sidikle yıkılmaya mahkumdur' ifadesinin eleştiri sınırlarını aştığı, bir kimsenin yaptığı işin bokla yapıldığının söylenmesinin, ifadenin çirkin olması, hakaret içermesi nedeniyle eleştiri sınırını aştığı, feshin İş Kanunu m. 25/2-b uyarınca işveren tarafından haklı nedenle yapıldığı anlaşılmakla davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar verilmesi isabetli olup bu yönlü davacı istinaf talepleri yerinde görülmemiştir" Başvurucu nihai kararı 1/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 11/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/53760 | Başvuru, çalıştığı özel şirketin yönetim kurulu üyelerine gönderdiği e-postada kullandığı ifadeler nedeniyle başvurucunun iş akdinin tazminat ödenmeksizin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hisse senedi satın almak üzere Sayha Holding A.Ş. yetkililerine ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 22/5/2008 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini, Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru, 30/12/2013 tarihinde Hannover Başkonsolosluğu vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuş, Bölüm tarafından 13/5/2014 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 15/7/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu, 12/12/2014 tarihinde beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye’de faaliyet gösteren Sayha Holding A.Ş. yetkililerinden 1997 ve 2000 yılında satın aldığı hisse senedi bedelini ve şirket tarafından vaat edilen kar payını geri alamaması üzerine kanunların verdiği denetim yetkisini kullanmamak suretiyle sorumlu olduklarından bahisle Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Sermaye Piyasası Kurulu aleyhine 072,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi zararının ödenmesi istemiyle İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi, 25/1/2010 tarih ve E.2008/826, K.2010/58 sayılı kararıyla, “merkezi Konya'da bulunan Sayha Holding isimli şirketin izinsiz halka arz faaliyetinde bulunduğu, yasadışı yollardan döviz bazında paralar topladığı, davalı idarelerin ise şirket ve şirket yöneticileri hakkında denetim yetkilerini kullanmamaları sebebiyle zarara uğradığı iddia edilmekte ise de; adı geçen şirketin kayıt yükümlülüğünü yerine getirmeden sermaye artırımı yaptığı veya paylarını çoğunluğu yurt dışında bulunan vatandaşlara hukuksal geçerliliği olmayan belgeler karşılığında sattıkları ve karşılığında yüksek bir getiri vaat ettiklerinin belirlendiği, davalı idarece bu konuda yapılan araştırmalar sonucu tasarruf sahiplerinin şirket yöneticilerine güveni ve vaat edilen yüksek kar payları nedeniyle bu yatırımları yaptıkları, ancak şirketlerin verimsiz çalıştığı ve kar edemedikleri, söz konusu şirketin faaliyetleri ile ilgili olarak 28/7/1981 tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu hükümlerine tabi Sermaye Piyasası Kurulunun gözetim ve denetim sorumluluğu bulunduğu görülmekle birlikte, Sermaye Piyasası Kanunu'nda kişisel mali yatırım zararlarının idarece ya da kamu kaynaklarından karşılanmasını gerektiren bir hükme yer verilmediği, öte yandan davalı idarece olayın öğrenilmesinden sonra kamuoyu bilgilendirme toplantıları yapıldığı, dava konusu şirket için suç duyurusunda bulunulduğu, idarenin koşullarının gerekleri ve olanaklarına göre Kanun'da verilen görevleri yerine getirdiği, buna göre başvurucunun uğradığı zararla davalı idarenin herhangi bir eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı” gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 1/6/2011 tarihli ve E.2010/4029, K.2011/2581 sayılı ilâmıyla; 2577 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirinin bulunmadığı belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 3/6/2013 tarihli ve E.2012/473, K.2013/1830 sayılı ilâmıyla; 2577 sayılı Kanun’un maddesinde yazılan karar düzeltme nedenlerinden hiçbirinin bulunmadığı belirtilerek reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 10/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 30/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2499 sayılı Kanun’un “Cezai Sorumluluk” kenar başlıklı maddesinin (A) bendi şöyledir: “(Değişik: 23/1/2008-5728/372 md.) Diğer kanunlara göre daha ağır bir cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde; Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak şekilde mameleki yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek, içerden öğrenenlerin ticaretidir. Bu fiili işleyen 11 inci madde kapsamındaki ihraççılarla, sermaye piyasası kurumlarının veya bunlara bağlı veya bunlara hâkim işletmelerin yönetim kurulu başkan ve üyeleri, yöneticileri, denetçileri, diğer personeli ve bunların dışında meslekleri veya görevlerini ifa etmeleri sırasında bilgi sahibi olabilecek durumda olanlarla, bunlarla temasları nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak bilgi sahibi olabilecek durumdaki kişiler, Yapay olarak, sermaye piyasası araçlarının, arz ve talebini etkilemek, aktif bir piyasanın varlığı izlenimini uyandırmak, fiyatlarını aynı seviyede tutmak, arttırmak veya azaltmak amacıyla alım ve satımını yapan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler, Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, yalan, yanlış, yanıltıcı, mesnetsiz bilgi veren, haber yayan, yorum yapan ya da açıklamakla yükümlü oldukları bilgileri açıklamayan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler, 4 üncü maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına aykırı hareket edenlerle, sermaye piyasasında izinsiz olarak faaliyette bulunan veya yetki belgeleri iptal olunduğu veya faaliyetleri geçici olarak durdurulduğu halde ticaret unvanlarında, ilan veya reklamlarında sermaye piyasasında faaliyette bulundukları intibaını yaratacak kelime veya ibare kullanan veya faaliyetlerine devam eden gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri, Sermaye piyasası kurumlarına, bu Kanunun 13/A ve 13/B maddeleri kapsamındaki teminat sorumlularına ve 38/B ve 38/C maddeleri kapsamındaki fon kuruluna; sermaye piyasası faaliyetleri sebebiyle veya emanetçi sıfatıyla veya idare etmek için veya teminat olarak veyahut her ne nam altında olursa olsun, kayden veya fiziken tevdi veya teslim edilen sermaye piyasası araçları, nakit ve diğer her türlü kıymeti kendisinin veya başkasının menfaatine satan veya rehneden veya her ne şekilde olursa olsun kullanan, gizleyen yahut inkâr eyleyen veyahut bu amaca ulaşmak ya da bu fiillerini gizlemek için bilgisayar ortamında tutulanlar dahil kayıtları tahvil ve tağyir eden ilgili gerçek kişilerle tüzel kişilerin yetkilileri, Bu Kanunun 15 inci maddesinin son fıkrasında belirtilen işlemlerde bulunarak kârı veya mal varlığı azaltılan tüzel kişilerin yetkilileri ve bunların fiillerine iştirak edenler, Karşılıksız olarak sermaye piyasası araçlarının geri alım taahhüdü ile satımını yapan ilgili gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri, her bir alt bent kapsamına giren fiillerden dolayı iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin günden onbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (bkz. B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/632 | Başvurucu, hisse senedi satın almak üzere Sayha Holding A. Ş. yetkililerine ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 22/5/2008 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini, Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk dolayısıyla milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedeniyle ifade ve toplanma özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda "demokratik açılım süreci", "çözüm süreci" ve "Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi" gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (anılan olaylara dair ayrıntılı bilgiler için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından birçok yerleşim yerinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında "öz yönetim" adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30). Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından 6/9/2015 tarihinde Yüksekova'da askerî karakola, 28/11/2015 tarihinde Sur'da güvenlik görevlilerine, 13/1/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde polis lojmanlarına, 24/3/2016 tarihinde Sur'da askerî karakola, 31/3/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 11/4/2016 tarihinde Hani'de askerî karakola, 15/4/2016 tarihinde Şırnak'ta güvenlik görevlilerine, 1/5/2016 tarihinde Dicle'de jandarma binasına, 10/5/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 12/5/2016 tarihinde Sur'da doğrudan sivillere, aynı gün İstanbul'da askerî servis aracına, 29/5/2016 tarihinde Kulp'ta güvenlik görevlilerine, 30/5/2016 tarihinde Silopi'de polis aracına, 28/6/2016 tarihinde Dicle'de polis aracına, 10/8/2016 tarihinde Sur'da polis ekiplerine, 15/8/2016 tarihinde Bismil'de Bölge Trafik Müdürlüğüne, 9/10/2016 tarihinde Şemdinli'de askerî kontrol noktasına ve 4/11/2016 tarihinde Bağlar'da emniyete ait hizmet binalarına yönelik silahlı ve/veya bombalı saldırılar düzenlenmiş; ayrıca bombalı intihar saldırıları gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda 60 güvenlik görevlisi ve -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır (Selma Irmak, B. No: 2016/32948, 7/3/2018, § 12). Diğer taraftan 2011 yılından itibaren Suriye'de yaşanan iç çatışmalar ülkemiz güvenliği üzerinde risk oluşturan bir boyuta ulaşmıştır. Çatışmaların yaygınlaştığı ve yoğunlaştığı süreçte milyonlarca Suriyeli kendi ülkelerinden ayrılarak Türkiye'ye sığınmıştır. Suriye'nin kuzeyinde DAEŞ terör örgütü ile PKK'nın Suriye kolu olan YPG terör örgütü arasında yaşanan silahlı çatışmalar dolayısıyla bölgede oluşan kaotik durum Suriye Rejim Hükûmetinin unsurlarının çekilmesiyle daha da ileri bir seviyeye ulaşmıştır. Bu itibarla bölgede oluşan ve Türkiye'nin güvenliğini önemli ölçüde etkileyen bu ortamda Suriye'nin kuzeyinden ülkemize yönelen terör saldırılarının bertaraf edilmesi ve mevcut risklerin önlenmesi amacıyla Türkiye sınır dışı harekât başlatmıştır. Bu bağlamda ilk olarak 2016 yılı Ağustos ayında özellikle DAEŞ terör örgütüne yönelik olarak düzenlenen Fırat Kalkanı Harekâtı icra edilmiştir. Öte yandan YPG terör örgütünün bilhassa Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Afrin bölgesinde konuşlanması sonrasında buradan Türkiye'ye yönelik çok sayıda terör saldırısında bulunulması (Bu süreçte Kilis ve Hatay'daki bazı yerleşim yerlerine yönelik yüzlerce kez roketli saldırı veya taciz ateşi saldırısı gerçekleştirilmiştir.) ve ayrıca bu bölgede bulunan DAEŞ terör örgütü mensupları tarafından da ülkemize yönelik saldırı girişimlerinin olması üzerine 2018 yılı Ocak ayında Zeytin Dalı Harekâtı başlatılmıştır. Yaklaşık iki ay devam eden harekât sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Yine Türkiye'nin güvenliği üzerinde tehdit oluşturacak şekilde Suriye'nin kuzeydoğusunda bulunan YPG terör örgütüne yönelik olarak da 2019 yılında Barış Pınarı Harekâtı gerçekleştirilmiştir.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu, daha önce Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Konya İl Yönetim Kurulu üyeliği, HADEP Konya Kadın Kolları başkanlığı, HADEP Genel Merkezi Kadın Kolları yöneticiliği, Demokratik Halk Partisinin (DEHAP) Meclis üyeliği, DEHAP Adana Kadın Kolları başkanlığı, Adana Seyhan Küçük Dikili Belediyesi başkanlığı ve Viranşehir Belediyesi başkanlığı yapmış; 7/6/2015 tarihinde yapılan Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde Şanlıurfa milletvekili olarak seçilmiştir. Ayrıca başvurucu, Demokratik Toplum Kongresi'nde (DTK) eş başkanlık görevini yürütmüş ve 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi ve Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Başvurucu, başvuru tarihinde milletvekilidir. Başvurucu, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen 2018/6368 numaralı soruşturma kapsamında 22/1/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 31/1/2018 tarihli Başsavcılık ifadesinde savunmasını Kürtçe yapmak istediğini belirtmiştir. Başsavcılık "daha önceden milletvekilliği yapmış olması ve Türkçe eğitim veren okuldan mezun olup Türkiye'de yaşaması sebebiyle meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilememesinin mümkün olmadığı" gerekçesiyle başvurucunun tercüman atanması talebini kabul etmediğinden bu aşamada savunması alınamamıştır. Başsavcılık 31/1/2018 tarihinde, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından "üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesine dayanarak tutuklanması istemiyle başvurucuyu Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda DTK tarafından 14/7/2011 tarihinde devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak amacıyla PKK/KCK silahlı terör örgütünün hedefi doğrultusunda demokratik özerklik ilan edildiği, 27/12/2015 tarihinde olağanüstü toplanan DTK sonrasında "sonuç bildirgesi" şeklindeki açıklama ile demokratik özerk bölgelerin oluşturulmasının istendiği, PKK/KCK silahlı terör örgütü mensupları tarafından kazılan hendeklerin, kurulan barikatların, güvenlik güçlerine yönelik gerçekleştirilen silahlı ve patlayıcı maddeli saldırıların meşru savunma olarak görüldüğü ve ülke bütünlüğünü bozmak amacıyla terör örgütünün hedefi doğrultusunda gerçekleştirilen öz yönetim ilanlarına sahip çıkıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun bahsedilen amaçları gerçekleştirmek üzere oluşturulan ve karar alma mercii olan DTK'nın eş başkanı olarak görev aldığı, DTK'nın çalışmaları kapsamında çeşitli toplantılar düzenleyerek örgütsel nitelikteki eylemlere katıldığı ve terör örgütünün amaçları doğrultusunda açıklamalar yaparak diğer DTK üyeleri ile birlikte dört ülke toprağı üzerinde Kürt ulusal birliğini sağlamak, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak, toplumsal ayrışmaya sebep olmak amacıyla halk kitlelerini etkilemeye çalıştığı, eylemlerindeki süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik de nazara alındığında üzerine atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediği ileri sürülmüştür. Anılan yazı, sorgu işlemi öncesinde Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu Tutanağı'nda, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun üç avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasında tercüman aracılığıyla verdiği savunması şöyledir:"...Ben PKK-KCK terör örgütü mensubu veya yöneticisi değilim. Ben 1994 yılından beri bütün HDP/DHP ile başlayan ve bu güne kadar süren siyasi partilerde üyelik yaptım, ayrıca iki dönem belediye başkanlığı yaptım, Adana ve Viranşehir'de, kısa bir dönem de milletvekilliği yaptım yaklaşık 5 ay kadar. Her zaman kürt sorunun demokratik bir yöntem ile çözülmesini istedim. Zaman zaman mahkemeler ile yargı ile karşı karşıya geldim. 2009 yılında tutuklandım ve 5 yıl tutuklu kaldım. Ben cezaevinden çıktıktan sonra yine siyasi partilerde yer aldım. Ben biliyorum ki savaş ile değil çözüm ile barışın geleceğini, bunun için barışta israr ettim çabaladım demokratik siyasetin öne çıkması için, şuanda bu durumda da AKP hükümeti iktidardadır. KCK dosyalarında yakalandığım zaman 5 yıl geçtikten sonra AKP hükümeti bizden özür diledi bize pardon dedi. Biz bunu yapmadık, FETÖ'cüler yaptı. Zaten bizi ilk başta yargılayanlar Y. ve görev arkadaşları idi. Şuan onlar FETÖ örgütünden yargılanmaktadır. Bizim istediğimiz tek şey barışın sağlanması ve ölümlerin durmasıdır, bunun için sesimizi herkesin duymasını istedik ancak kimse duymadı. 2015 yılının kasım ayındaki seçimlerde aday oldum ancak seçilmedim. Ben o zamandan beri yani 2015 yılından beri emekli olduğumu belirterek DTK da yer aldım. DTK'nın çalışmaları hakkında da biraz bilgi vermek isterim. Çünkü önceki DTK başkanı olarak yapmış olduğum konuşmalar kürtçe konuşmalardır. DTK neden kuruldu çünkü bu ülkede bir sorun vardı. Bu sorunun çözülmesi için de bu kurumun çalışması gerekmekteydi. Hem dünyada hemde Türkiye'de DTK gibi çalışma yapan bir çok kurum vardır. Bir resmiyetleri yok ancak yasa dışı bir işlemleri de yoktur. Ama bunu da belirtmem gerekir ki DTK'nın çalışmaları bir dernek çalışması gibi değil daha geniştir. DTK 800 delege ile 2007 yılında kuruldu. 800 delegenin içerisinde sivil toplum örgütleri, kadın toplumları vardır. Bu kurumlardan oluşan delegeler DTK'nın komisyonlarında yer almaktadır. Komisyonlar ise barışın sağlanması için çalışmalar yapmaktadırlar. Sadece barış için değil toplumun tüm ihtiyaçları için çalışmaktadırlar. Örnek vermek gerekirse Viranşehir'de tarım işçileri ile mevsimlik işçiler için çalışmalar yapıldı. Yine kürt sorunu nasıl çözülür yöntemi ile ilgili çalışmalar yapıldı. Ö., A.B., N., Ç., Y.A., G.E. kendisi şu an AKP milletvekilidir. Bu isimleri çoğaltabiliriz. Ayrıca bunları Mahkemeyede sunabiliriz. DTK'nın bu güne kadar yapmış olduğu tüm çalışmalar şefaf şekilde olmuştur. Bazı basın gurupları toplantılara gelmiyordu. Basın bu konuda pek sesimizi duyurmadı. Yanlız halk tarafından DTK benimsendi beğenildi. DTK bir çok sorun çözdü. Örnek vermek gerekirse Batman'da ezidiler vardır. Orada diğer ezidi olmayan yurtlaşlar ezidilerin mallarına el koymuşlar, Mahkemeye gittikleri halde bu sorun çözülmemiş ve ezidiler DTK'ya başvurmuş, biz bu durumu çözmek için karşı taraf ile görüşüp rica ettik, karşı tarafta ricamızı kabul edip ezidilerin mallarını geri verdi. Bu sadece bir örnekti. Burada anlatmak istediğim her şeyi devletten beklememek gerektiğidir. Bir çok şeyi halkın anlaşması suretiylede çözülebileceğidir. Biz bu gibi çalışmaları toplumun sorunları ile ilgilendik, bunu da belirmek isterim herhangi bir yasa dışı olayla da alakamız olmadı. DTK'nın eş başkanı H. devlet tarafından çağırıldı ve İmralı heyetinde yer alması istenildi. Hem Diyarbakır'da da bir olay vuku bulduğu zaman bir çok kez H.yi arayarak konunun çözümü için davet etmiştir. Bir önceki Cumhurbaşkanı A.G.nin danışmanı da H.yi defalarca aramıştır. Yani devletin Cumhurbaşkanının bile DTK'yı muhattap alması bizim tarafsız olmamızdır. Sayın Ç. de o dönem meclis başkanıydı ve DTK'yi meclise davet etmiştir. Yani bunları belirtmemdeki sebep DTK illegal bir yapılanma bir kurum değildir. Halkta karşılığı olan ve kabul gören bir kurumdur. Yani bir çok isimlerini saygığım Urfa, Van, Mardin gibi bir çok illerde baroları ziyaret ettik. Onlar bize bir çok şey söylediler. Misal Dersimde bir çok kişinin göç ettiği söylendi. Van'da Eczacılar Odasını ziyaret ettiğimiz zaman çalışmalarımızın toplumda etki yarattığı ve anti deprasan kullanımının da çoğaldığını belirtmiştir. Daha öncede ifade ettiğim gibi DTK'nın bünyesi altında bir çok komisyon vardır. Sosyal komisyon, Kadın komisyonu ve benzeri bir çok komisyon ilgili sorunu çözmek için çalışmalar yapmaktadır. DTK ile KCK bir birinden ayrıdır. Fakat çalışma itibari ile bir birine benzeyen çalışmaları da vardır. Bizim bu benzeşmeler ile KCK'dan olduğumuz veya KCK ile bir bağlantımız olduğu anlamına gelmiyor. Bunu da belirmek isterim sayın Öcalan bir paylaşımda bulundu komisyona sayın E.A. da bu komisyonda vardır. Heyetin hazır olduğu durumda sayın Öcalan dönemin içişleri bakanlığına E.A.ya bir hazırlık yapın ve DTK bir yasal statüye kavuşsun demiştir. KCK ile DTK bir birine benzeşmesi düşünülerek bu söylenmiş fakat KCK ile DTK bir birine benzememektedir. KCK illegal bir yapılanma ancak DTK böyle bir yapılanma değildir. Yani bu nedenle de DTK gibi kurumların ülkede çoğalması durumunda ülkede yaşanan sorunlarında en aza ineceğini düşünmekteyiz. DTK'nın çalışmalarında yer almaktayım ve şimdiki konuşmalarında da belirttiğim gibi halkı hiç bir zaman savaşaya sevk etmedim. Ülkenin barışı için çalışmalar yürütecek kurumlarda DTK yani biz varız. DTK olarak biz şuna inanmaktayız, 100 yıldır var olan savaş 100 yıl da devam etse sonuç olarak sadece müzekkere ile çözülecektir. Ben önünüzde olan dosyada sadece kendi fikirlerimi beyan ettim. Ben AKP'nin politikalarını benimsemek veya beğenmek durumunda değilim. Yani ben bunu ifade etmek istedim, ben bir çok konuşmamda demokratik özerkten bahsettim, bu benim hakkımdır. Ve bunu ifade etmişimdir. K.T. İstanbul Belediye Başkanı iken özerk olması gerektiğini beyan etmiştir. Nüfusunun çok olmasından dolayı ben kendisine hak vermekteyim. Benim istediğim demokratik özerk sadece bu bölge için değil 25 bölge içindir. Yani Türkiye'deki bütün bölgelerin özerk olması bizim düşüncemizdir. Benim bunları ifade etmemin nedeni ben sadece demokratik özerklik dediğim için hakkımda dava açıldı, ben sayın Öcalan dedim hakkımda dava açıldı, ancak ben söylediğim şeylerin arkasındayım. Benim tüm konuşmalarımda yasadışı bir söylem olmadı. Benim sayın Öcalan dememin nedeni kendisinin Türkiye barışında etkili bir kişi olacağındadır. 2013-2015 yılları arasında bilindiği üzere bir çözüm süreci vardır. Bu süreç içerisinde herhangi bir ölüm yaşanmadı. Benim yapmış olduğum DTK toplantılarındaki tüm açıklamalarım Kürtçedir, çeviride yapılan hataları kabul etmiyorum, diğer tüm konuşmaları kabul ederim. STRK TV de 20/1/2018 tarihinde açıklama yaptım. O dönemde Türkiye'nin Afrin'e operasyonu başlamıştı. Bende bunu söylemek istedim, daha önceleri Afrin, Silopi, Cizre, Ceylanpınar ve Türkiye'nin bir çok batı sınırında kalan şehir de komşu ülkelerde birliktedir. Benim ifade etmek istediğim şey daha önce yaşanan çatışmalarda Kobani döneminde Türkiye Kobani'ye yardımda bulundu. Yaralılar geldi, doktorlar gitti. Benim anlatmak istediğim Kobani'den bu güne hiç bir şeyin değişmediğini belirttim, Kobani'den veya Afrin'den herhangi bir saldırı Türkiye'ye oldu mu. Afrin'den Türkiye'ye bir kurşun bile atılmamıştır. Hiç bir şey olmamış iken Türkiye'nin Afrin'e savaş açılmasının yanlış olduğunu düşünmekteyiz. Afrin'de bir çok sivil halk bulunmaktadır. Türkiye'nin Afrin'e savaş açması Türkiye'nin Ortadoğu savaşına çekilmesinin istenilmesidir. Türkiye'nin bu bataklığa düşmemesi gerektiğini düşünmekteyim. Bunu özellikle belirtmek isterim, TEM şubede kendimi ifade etme olanağım olmadı. Savcılıkta olmadı, huzurda bu imkan da oldu. Kararınız ne olursa olsun hepimizin amacı ülkenin gidişatıdır, ülkemiz bir gemi olsa eğer gemimiz batar ise hepmiz batacağızdır. Ben kendimi ifade ettim ancak ben yargının bağımsız olduğu bir ülkede doğru olan kazanacaktır, böyle olacağını düşünmekteyim. Benim şiddete davet ettiğim olmamıştır. Ben açıklama yaptığım zaman Anadolu Ajansı veya başka haber kanalları da olsa çekmesine mani olduğumuz olmadı, ben basının olmasını isterdim. Ben demokratik toplumda yaşamak istedim, içeride veya dışarıda tüm açıklamalarımı bu şekilde yaptım. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep ederim." Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 31/1/2018 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:i. Tespit edilen ve dosya arasında bulunan metinler ile fiilî işleyişleri nazara alındığında DTK yapılanmasıyla PKK/KCK yapılanması arasında organik bağ bulunduğuna dair kuvvetli suç delillerinin mevcut olduğu belirtilmiştir.ii. Başvurucunun DTK eş başkanı olması ve konuşmalarının muhtemel etkisi dikkate alındığında 20/1/2018 ve 22/1/2018 tarihlerinde katıldığı televizyon programlarında/verdiği röportajlarda insanları şiddete ve ayaklanmaya teşvik edicimahiyette açıklamalar yaptığı ileri sürülmüştür.iii. Dosyadaki diğer tüm deliller birlikte dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu değerlendirilmiştir. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "müsnet suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, verilmesi beklenen cezaya göre şüphelinin kaçma ihtimalinin kuvvetle muhtemel bulunması, tutuklama tedbirinin ölçülü olması ve bu safhada adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucunun müdafii tutuklama kararına 6/2/2018 tarihinde itiraz etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 13/2/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başsavcılık 2/2/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. İddianamede başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. DTK, DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) ve HDP il teşkilatları tarafından organize edilen, 5/8/2016 tarihinde "Önderliğe Sahip Çıkıyoruz" adı altında, PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın konuşmaları ile görüntülerini içeren bir sinevizyon gösterisinin de yapıldığı basın açıklaması esnasında başvurucunun "Önderliğime, toprağıma, özgürlüğüme sahip çıkıyorum." şeklinde ifadeler kullanmak suretiyle terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.ii. DTK tarafından organize edilen, 6/8/2016 tarihinde Özgür Gün TV isimli televizyon kanalında DTK eş başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada başvurucunun özetle "... Ancak Kürdistan’ın gündeminin birinci maddesi Sayın Öcalan'ın durumudur ... Şu anda iki önemli konu var ve biz çalışmalarımızı bunların üzerinden yürütüyoruz. Şu anda direniş alanlarında 11 aydan beri savaş devam etmektedir. Bizler de Kürdistan’da DTK olarak tüm kurumların bir çatı şemsiyesi olarak insanlığa karşı savaşı yürütenler yargılanıncaya kadar, bu halktan, Sayın Öcalan’dan özür dilemedikleri sürece mücadelemiz her gün daha da büyüyecek bunun için çaba sarf edeceğiz, mücadelemizi daha da büyütüp güçlendireceğiz ... Onun için bu DTK olarak bizim kararımızdır, onlar yargılanıncaya kadar çabamız sürecek ... Peki, neden Sayın Öcalan bizim için bir onurdur diyoruz? ... Bunun için de minnettarız, bizler de Kürt kadınları olarak Sayın Öcalan özgürleşmediği sürece barış bu topraklarda yeşermeyecektir diyoruz. ... DTK'nın görevlerinden bir diğeri de dört parça Kürdistan'da ulusal bir kongreyi gerçekleştirmektir... Ama maalesef şu ana kadar da gerçekleştiremedik. DTK olarak birinci görevimizin de bu olması gerekir ... Birlik ve beraberlik bizim için çok önemlidir. O direniş alanları için; doğrusu da Nusaybin, Cizre, Yüksekova’nın yanı sıra tüm Kürdistan için direniş önemlidir. Kürdistan’ın neresinde yaşanırsa yaşansın el ele kol kola verilmelidir ve o kentleri yeniden inşa etmeleri gerekir ... DTK’nın görevi nedir, nasıl yürümeli, ne yapmalı diyorlar. Arkadaşlar bu zaten bellidir. Sayın Öcalan DTK'yı önerdiği vakit meclisin bir prototipi gibi olarak yansımıştı. Peki neden prototiptir? Çünkü henüz demokratik özerklik Kürdistan’da inşa edilmediği-kurulmadığı için, tamamen yürürlüğe girmediği için prototiptir. Yarın eğer demokratik özerklik tamamen oluştuğu vakit, yani sistem tamamen inşa edildiği vakit bizim meclisimiz o zaman Kürdistan'ın meclisi olacak. Yani şu anda biz birbirimizden farklı değiliz. Yani ben devamlı diliyorum. DTK’nın 59 milletvekili var, 501 diğer milletvekili var, 2 siyasi parti var, 106 belediye başkanı var, yani tüm siyasi oluşumlar DTK’nın çatısı altındadırlar. Bunun için DTK’nın bu siyasi oluşumlara politika üretmesi gerek edebilir. Yani nasıl yürüyeceğiz, nasıl hareket edeceğiz, bunun için politika yürütecek. Biz de önümüzü daha iyi görebilmemiz için bunun için çaba sarf edeceğiz. Bunun için de sizin kentlerinizdeki rolünüz ve misyonunuz çok çok önemlidir..." şeklinde sözler söyleyerek terör örgütünün propagandasını yaptığı iddia edilmiştir.iii. 26/9/2016 tarihinde DTK tarafından organize edilen, Diyarbakır Ferzad Kemanger Eğitim Destekevi açılışı sırasındaki konuşmada başvurucunun özetle "Kürt halkı yüz yıldır Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Kuzey Kürdistan’da biz Kürdüz, biz bir halkız, bizim bir dilimiz var ve dilimizle eğitim yapmak istiyoruz ... Öğretmenlerimizi görevlerinden atabilirler ancak dedim ya alternatifsiz değiliz. Öğretmenlerimize çağrıda bulunuyorum ve özgür okullara gelin ve çocuklarınızı eğitin diyorum ... Peki talebimiz nedir? Talebimizi daima dile getirdik, Türkiye sistemi içerisinde demokratik özerklik. Demokratik özerklikte özgür bir okul açarak çocuklarımıza kendi ana dilleriyle eğitim vermektir. Kürtlerin talebi açık ve nettir ... Dört parça Kürdistan’da özellikle de Kuzey de ve Batıda(Rojava) bir soykırım asimilasyonu var. ... aileler olarak, çocuklarını özgür okullara getirmeliler. Öğretmenlerimiz için hangi alanda olursa olsun direniş içinde olacağız. Peki direniş nasıl oldu 80 yıldır, tek başımıza direndik .. sadece İmralı adasında ve tek başına direniyor. Neden? Çünkü bu sistemin kabul edilmesi için. Kürtlerin talebi kabul edilsin diye. Özgür okullarda özgür eğitim bir için çok çabası vardır. Binlerce insan şu anda her alanda direniş içindedir. Bizlerde sokaklarda direnelim. Okulların önünde direneceğiz ve kendi sistemimizi kuracağız." şeklinde konuşma yaptığı ileri sürülmüştür.iv. Başvurucunun 4/11/2016 tarihinde yaptığı basın açıklamasında terör örgütü lehine "... Devlet açıklamasıyla PKK’nın yaptığını söyledi. Ancak sizler katil E., katil AKP, katil DAİŞ sloganlarını attınız. Sizleri kutluyoruz ... Düşmanlık yapanlar, IŞİD’le ortak olanları içinizde barındırmayın şimdi bile önümüze çıktılar, biliyorum ki onlara cevabı sizler vereceksiniz.... her yerde direnişimiz büyümüştür." şeklinde konuşma yaptığı ileri sürülmüştür.v. Başvurucunun 14/11/2017 tarihinde Bestler-Dereler bölgesinde güvenlik güçleri tarafından yapılan operasyon neticesinde ölü olarak ele geçirilen Delal Amed kod adlı H.E. isimli örgüt mensubunun taziyesine 19/11/2017 tarihinde katıldığı belirtilmiştir.vi. Başvurucunun 17/9/2014 tarihinde PKK-KCK terör örgütü lehine yayın yapan internet sitelerinden "KCK'dan kürtçe okulları savunma çağrıları" şeklindeki çağrılar doğrultusunda gerçekleştirilen, PKK terör örgütünü simgeleyen bez parçalarının taşındığı ve örgüt sloganlarının atıldığı eylemlere katıldığının tespit edildiği belirtilmiştir. vii. Başvurucunun sosyal paylaşım sitelerinde PKK/KCK silahlı terör örgütü lehine konuşmalar ve paylaşımlar yaptığı ileri sürülmüştür. Başvurucunun yaptığı konuşmalara ilişkin tespitlerin bir kısmı özetle şöyledir:- "Çözüm sürecinin anahtarı her zaman söylediğimiz gibi İmralı’dadır .. Silahı elinde bulunduran, Türkiye’den hak talep eden, bu talepte Kürt halkının kimliği, kültürü, dili ve varlığıdır. Bunları talep eden bir PKK var. Şimdi bunları dışlayarak dışarıda tutarak kiminle çözüm tutabilirsin. Emin olun bu çözüm HDP ile olmaz, DTK ile olmaz, DTP ile de olmaz, KJA ile de olmaz, diyelim HDK ile de olmaz. Bu çözümün gerçek muhatabı sayın Öcalan ve PKK'dır." - "... son günlerde Kürdistan’ın birçok ilçesinde halkın kendi öz gücüyle gerçekleştirdiği öz yönetimlerini açıkladığı günlerde bizler izliyoruz ki çok yoğun şekilde askeri hareketlilikle halkın köylerine, ilçelerine, evlerine adeta bombardıman halinde müdahale edilmektedir. Dünyanın her yerinde insanlar öz yönetimleri ile yaşamlarını sürdürmektedir ve de hiçbir sorun da olmamaktadır. Bizler parti olarak HDP olarak yıllardır demokratik öz yönetimi savunduğumuzu söylüyoruz, ... Lice halkı yalnız değildir, Silvan halkı yalnız değildir, Varto halkı yalnız değildir. Öz yönetimini açıklayan halkımızın yanındayız, bu halkın talebidir ve halkın talebi sonuna kadar haklıdır. ... öz yönetimini ilan eden halkımızın yanında olduğumuzu söylüyoruz."- "Kürdistan’da bilinçli bir şekilde OHAL uygulamalarıyla 90’ları halkımıza yeniden yaşatmak istiyorlar. Ama bu halk 90’ları geçirdi, boyun eğmedi, bugünden sonra da boyun eğmeyecektir... ikinci bir Cizre’yi yaşamamak için hepimizin Koruköy’e sahip çıkması gerekiyor." - Artı TV isimli televizyon kanalının 7/10/2017 tarihli yayınında yaptığı konuşmanın bir kısmı şöyledir: " ... Ama şimdi biz bu cenaze merasimin de dört parça Kürdistan heyetlerinin hazır olduğunu görüyoruz. ... Şimdi dört parçada Kürtler egemenlerin çizdiği sınırlar dahilin de yaşamak zorunda kaldılar ve bugüne kadar statüsüz yaşadılar, bu statüyü kazanabilmeleri için özgür olabilmeleri için de çok emek verdi Sayın Öcalan'da çok emek verdi, B. de çok emek verdi ve bunun gibi daha birçok lider çıkmıştır ve Kürtlerin kendi statüsüne sahip olması ve özgür yaşaması için mücadele etmiştir. Bugüne kadar çok büyük kazanımlar olsa da henüz tam anlamıyla bu bitmiş değildir. İşte biz dört parçadaki siyasetçilere bunu gerçekleştirmek kalıyor. Bunun için ne yapılması gerekiyor, bizce bizim öncelikle ulusal kongremizi gerçekleştirmemiz gerekiyor, ulusal kongrede bütün Kürtlerin ortak fikirlerin harmanlanacağı bir yer olacak." - 22/10/2017 tarihinde yapıldığı tespit edilen video kaydındaki konuşması şu şekildedir: "Kongreler nedir, eminim herkes biraz biliyordur. Resmiyeti olmayan yani devlet nezdinde herhangi bir başvurusu ya da bağı olmayan tamamen halkın içerisinde çıkmış meşru bir oluşumdur. İhtiyaçtan doğmuştur, her şeyi devletten beklemek yerine kendi mekanizmalarını toplumsal, toplumun demokratik işleyişini sağlayabilmek için toplumsal olan her şey ile ilgilenebilmek için bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. Kürdistanda biz bu mekanizmanın kongre ile olabileceğini düşünmüştük. Bunlardan biri sizin de belirttiğiniz gibi ulusal birliktir. Kürtler sonuçta 100 yıl önce tek parçaydılar tek ulustular ama egemenler gelip orda Kürtleri 4 parçaya böldüler. Şimdi 100 yılını dolduran bu anlaşmadan sonra Kürtler farklı bir aşamaya geldiler, artık Kürtler Rojava da da, Başur da da, Bakur da da, Rojhalat da da statü sahibi olmak istiyorlar. Dolayısıyla bunun çatı örgütlenmesi de ulusal birliktir. Ulusal birlik kongresini elzem görüyoruz,... bu işin başında sayın Öcalan var, yani onun ortaya koyacağı irade Kürt halkı tarafından kabul görülen bir iradedir. Sonuçta PKK da o dönem beyan etmişti demişti ki Sayın Öcalan bizim irademizdir onunla görüşmeleri biz kabul ederiz. Biz de bu realiteleri göz önünde bulundurarak DTK olarak Sayın Öcalan’ın özgür olması gerektiğini düşünüyoruz. ... halkımızın bugün talep ettiği demokratik özerk, demokratik özerklik bir ayrılma değil, bütünlük içerisinde bir statüdür, bir sistemdir. Bu sistemle yaşamak istiyoruz."- 6/9/2017 tarihinde Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi DBP il binası Vedat Aydın Konferans Salonu'nda DTK Olağan Kongresi'nde görüntü çözümü yapılan konuşması şöyledir: "... Kürt halkının iradesi sayın Öcalan ağır bir tecrit altındadır ... Ancak zindanlar kürtler için direniş yerleridir. Şu anda tutuklanan arkadaşlar da zindanlardaki direnişlerini sürdürüyorlar. ... Lozan antlaşmasıyla kürtleri 4 parçaya böldüler ve hiçbir zaman 4 parça olunmadı. Ruhları, birlik ve beraberlikleri daima ön plana çıktı. İşte şimdi bakınız! Rojava’da (batı) bir devrim olunca sanki Bakur’da (Kuzey) olmuş gibi bir hisse kapılıyoruz. Başur’da (Güney) bir şey olursa aynı anda kuzey halkı da aynı şeyi hissediyor. Demek ki bizler hiçbir zaman 4 parça olmadık. Bizler her zaman tek parçaydık. Ancak aramıza örülen artık anladı ki hiçbir şey eskisi gibi yürümeyecekti. Artık hiçbir şey Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın ve Suriye’nin istediği gibi yürümeyecek. Nasıl ki iktidar olan Saddam, Esad, Kaddafi ve diğerleri gibileri nasıl kaybetti ise Erdoğan da kaybetmiştir kaybedecek. Artık herkes böyle yapsın şöyle yapsın kürtler ne istiyorsa sistemlerini kuracak ... bunun için birçok toplantı yapıldı. ...bizler Kuzey Kürdistan olarak bakıyoruz ve izliyoruz ki bir siyaset yürütülüyor. ...Ama bakıyoruz ki kürt kızları ve erkekleri, kürt kahramanlar silahlarını omuzlarına aldılar ve Rakka hamlesiyle birlikte çok sayıda hamle gerçekleştirdiler. Bir kez daha kongremizde yıllardır orada topraklan ve halkı için direnenleri selamlıyoruz. ... sayın Öcalan kürt sorunu konusunda ve orta doğu sorunu konusunda uzman bir insandır. ... Çözüm istiyorsanız eğer İmralıdaki tecriti kaldırın. Sayın öcalanı özgürleştirin. O barışın teminatıdır. ... Gene yani gelinen aşamayı biz anlatmaya çalıştık. 2 yıl boyunca kürdistan da demokratik öz yönetimi ilan etmeden sonra bir yıkım başladı. Yani bir kentte beş sokakta diyelim o çatışmalar devam ettiyse bütün kent cezalandırıldı. Bütün kenti yıkmaya kalkıştılar. İşte yanı başımızda sur ya da sur da diyelim bir öz yönetim direnişi gelişti. ... Kürt halkının açmaya çalıştığı, açıklamaya çalıştığı mezarlar bombalanıyor gerilla ile mücadele parçalanıyor kimsesizler mezarlıklarına gömülüyor. .. Evet kuruluş fikriyatım ortaya atan sayın Öcalan ve daha sonrasında bu çalışmayı uygun bulup evet sistemleştiren başta eş başkanlarımız ve o günden bu güne delegasyon olarak da çeşitli kuramlarda görev alan arkadaşlara da bin kere teşekkür ediyoruz. Gerçekten çok önemli bir çalışma yürüttüler Türkiye’nin gündemine dair orta doğunun gündemine dair 4 parça kürdistana dair söz söylediler. Halkın tercümanı oldular. Halkın temsilcisi oldular ve bundan sonra da bu çalışmalarını aksatmadan sürdürecek bu kongreden sonra da yol haritamız odur ki birincisi sayın öcalanın üzerindeki tecritin kaldırılmasıyla özgürlüğüne kavuşturulması için bir mücadele yürütmek kürtlerin yıllardır verdiği bir mücadele var." viii. Başvurucunun kullandığı Twitter isimli sosyal paylaşım sitesi hesabında, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından teröristlere yönelik olarak 20/1/2018 tarihinde başlatılan "Zeytin Dalı Harekâtı" operasyonu ile ilgili olarak KCD/DTK isimli hesaptan yapılan "Afrin'e dönük yapılan hava saldırısı, Kürt halkına dönük açık ve net savaş ilanıdır. Bu saldırıların tek hedefi Kürt halkının Rojava sahasındaki kazanımlarıdır. Halkımız bu saldırılara karşı sessiz kalmamalı ve bulunduğu tüm alanlarda...", "Ağırlaştırılmış tecrit devam ettikçe, ülkenin geleceği karanlığa sürüklenmektedir.", "B.Ö.: Efrin'in işgali Kürt düşmanlığının ilanıdır!", "Uluslararası savaş hukukları yok sayılarak Afrin'e düzenlenen hava saldırısında çok sayıda sivil yaralanırken, bütün dünya kamuoyu yapılan bu saldırılara karşı halen sessizliğini korumakta... Afrin Savaşına Hayır", "Afrin bütün Kürdistan'dır. IŞID saldırıları ve işgaline karşı Kobane'de gerçekleşen direnişi sahiplendiği gibi bir kez daha tam bir Kobane direniş ruhuyla Afrin halkını ve direnişini de sahiplenecek ve işgal girişimini boşa çıkartacaktır." şeklindeki paylaşımları retweet ettiğinin (paylaştığının) tespit edildiği belirtilmiştir. ix. Başvurucunun terör örgütü lehine yayın yaptığı belirtilen STERK TV isimli televizyon kanalında 21/1/2018 tarihinde "İsteseler de istemeseler de bizden 1 kişi kalıncaya kadar da Kobane'ye sahip çıkma ruhuyla Afrin'e de sahip çıkacağız. Halkımıza çağrıda bulunuyoruz!... Yine halkımıza çağrıda bulunuyoruz... Eğer Rojava'da bir kırılma yaşanırsa herkes bilsin ki dört parça kürdistan üzerinden kırılma olacaktır. Ortaya çıkmış olan ağır bedeller böyle olsun istemiyoruz. Bunun için de Avrupa'dan, Kuzey Kürdistan'dan, Rojava'dan, Rojhilat'tan halk olarak komple ayağa kalkmalıyız. Daha önce de söylemiştik! Afrin ya da Amed, Van, diğer kentler olan Süleymaniye gibi kentler hiç fark etmez hepsi birdir. Türkiye farkında mıdır değil midir bilmiyorum ama Türkiye ateşle oynuyor. Eğer bir iç savaş çıkarsa zaten o zaman da hiç kimse bu savaşın önünde duramaz. Yani Türkiye Suriye'den daha beter olacaktır... " şeklinde ve 22/1/2018 tarihinde ise "...Afrin'e giriş meşru değildir...Afrin'e giriş işgaldir...Biz Kürtler de zaten yıllardır direniyoruz. Biz bir kez daha da direneceğiz. Afrin için de direneceğiz. Kobane zamanında da düştü düşecek diyorlardı. Ama halklar Kobani'nin özgürlüğünü elde ettiler. Şimdi de Afrin için imkanlar vardır. Orada kahramanlar vardır... Halk olarak korkmamamız gerekiyor, sesimizi çıkartmamız gerekiyor, biraraya gelmemiz gerekiyor..." şeklinde açıklamalar yaptığı ileri sürülmüştür. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede suçlamalara ilişkin olarak yapılan hukuki değerlendirmeler özetle şöyledir:"...Şüphelinin, yukarıda bahsedilen amaçları gerçekleştirmek üzere oluşturulan ve bahse konu hedefler hususunda karar alma mercii olan DTK'nın eş başkanı olarak görev aldığı, DTK'nın çalışmaları kapsamında çeşitli toplantılar düzenleyerek, örgütsel nitelikteki eylemlere katılarak ve terör örgütünün amaçları doğrultusunda açıklamalar yaparak; diğer DTK üyeleri ile birlikte dört ülke toprakları üzerinde sözde kürt ulusal birliğini sağlamak, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak, toplumsal ayrışmaya sebep olmak amacıyla halk kitlelerini etkilemeye çalıştığı, eylemlerindeki süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik de nazara alındığında, şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olmak suçunu işlediği, ayrıca video paylaşım sitesi olan youtube isimli sosyal paylaşım sitesinde yayınlanan video konuşmasında terör örgütü mensupları tarafından şiddet yöntemleri ile ilan edilen sözde öz yönetim ilanını ve terör örgütü mensuplarının yerleşim yerlerindeki eylemlerini meşru göstererek silahlı terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek suretiyle yayın yolu ile terör örgütü propagandası yapmak suçunu işlediği, şüphelinin, aynı suç işleme iradesi kapsamında farklı tarihlerde birden fazla kez zincirleme şeklinde halkı kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşe özendirmek ve kışkırtmak suretiyle 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet suçunu işlediği anlaşıl[mıştır.]" Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/2/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/149 sayılı dosya üzerinden görülen davada, aynı tarihli tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Öte yandan Başsavcılıkça yürütülen diğer bir soruşturma sonucunda hazırlanan 6/4/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle yine aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Mahkeme 19/4/2018 tarihinde, iddianamenin kabulüne ve tensip incelemesiyle birlikte dosyanın yargılaması devam eden E.2018/149 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar vermiştir. Ayrıca başvurucu hakkında daha önce yapılan soruşturmalar sonucunda 1/6/2017, 12/6/2017, 22/11/2017 ve 6/4/2018 tarihli iddianamelerle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, silahlı terör örgütüne üye olma, suçu ve suçluyu övme, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından açılan davalarda da birleştirme kararı verilerek Mahkemenin E.2018/149 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucu 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi ve Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde HDP'den Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, müdafii aracılığıyla 26/6/2018 tarihinde milletvekilliği nedeniyle yasama dokunulmazlığının bulunduğunu belirterek tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece 29/6/2018 tarihinde yapılan incelemede "... üzerine atılı olan silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçunun lehine değişme ihtimali, mevcut delil durumu, delillerin büyük oranda toplanmış olması, sanığın etki edebileceği delil bulunmayışı, tutukluluktan istenen sonucun adli kontrol tedbiri ile de sağlanabilecek olması, sanığın tutuklu kaldığı süre, dosyadaki delillerin büyük oranda toplanmış olması..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Anılan karara Başsavcılık itiraz etmiş ve itirazı inceleyen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 29/6/2018 tarihli kararıyla, başvurucu hakkındaki tahliye kararını kaldırarak başvurucunun tutuklanmasına yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapmak, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarını işlediğinden bahisle yargılandığı tespit edilmiş olup; PKK/KCK ile DTK isimli her iki örgütlenmenin tespit edilen ve dosya arasında bulunan metinleri ve fiili işleyişleri nazara alındığında DTK yapılanması ile PKK-KCK yapılanması arasında organik bağ bulunduğuna dair kuvvetli suç şüphe delillerinin mevcut olduğu, sanığın her ne kadar PKK-KCK yöneticisi veya üyesi olduğunu kabul etmemekle birlikte DTK eş başkanı olduğunu kabulünde olup, ayrıca açık ve yakın tehlikenin mevcut olduğu ve de bulunduğu statü ve muhtemel tesiri nazara alındığında sanığın Zeytindalı Harekatının başladığı tarih olan 20/1/2018 günü ve 22/1/2018 günü televizyon kanalı marifeti ile halkı şiddet ve ayaklanmaya çağırır mahiyetindeki beyanları ve dosyadaki diğer tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin Maddesinde öngörülen geçerli şüphe sebeplerinin, 1982 Anayasasının Maddesinde belirtilen kuvvetli belirtinin veCMK'nın 100/1 maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu, müsnet silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçu için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK'nın 100/ maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, verilmesi beklenen cezaya göre sanığın kaçma ihtimalinin kuvvetle muhtemel bulunması, tutuklama tedbirinin ölçülü olması ve bu safhada adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ... [değerlendirilmiştir.]" Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince tutuklamaya yönelik olarak verilen yakalama emri aynı Mahkemece 29/6/2018 tarihinde ceza infaz kurumundan henüz tahliye edilmemiş başvurucu hakkında infaz edilerek tutuklama kararı verilmiştir. Hakkâri'de kesin seçim sonuçlarının 5/7/2018 tarihinde açıklanması üzerine avukatları aracılığıyla milletvekili mazbatasını alan başvurucunun 11/7/2018 tarihli duruşmada -milletvekili seçilmesi dolayısıyla yasama dokunulmazlığından yararlanması gerektiği iddiasıyla- dile getirdiği tahliye talebi Mahkemece "... kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin (açık kaynak araştırma tutanakları, görüntü inceleme ve fotoğraftan tespit tutanakları) bulunduğunun anlaşılması, üzerine atılı suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama sebebinin varlığı, tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesine aykırı olmayacağı..." gerekçesiyle reddedilerek tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme bu duruşmada ayrıca başvurucunun yasama dokunulmazlığı nedeniyle davanın durdurulması talebini terör örgütü yöneticiliği ve terör örgütü propagandası yapma suçları yönünden kabul etmemiştir. Mahkeme, anılan suçların Anayasa'nın maddesi kapsamında değerlendirildiğini ve buna göre Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrası uyarınca yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucunun yargılandığı 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu yönünden yasama dokunulmazlığına istisna getiren bir durumun bulunmadığı ifade edilerek bu suça ilişkin yargılamanın durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş; Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 30/7/2018 tarihli kararı ile itiraz kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar 15/8/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 25/1/2019 tarihinde, başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucunun daha önce yargılandığı başka bir davada Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan verilen ve kesinleşen 6 yıl 3 ay hapis cezası şeklindeki mahkûmiyet hükmünün 4/6/2020 tarihinde TBMM Genel Kurulunda okunmasıyla milletvekilliği sıfatı sona ermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu yönünden tutuksuz olarak sürdürdüğü yargılamanın sonunda 21/12/2020 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan 13 yıl 15 ay hapsine, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından 4 yıl (iki kez) hapis cezalarıyla mahkûmiyetine, atılı diğer suçlardan ise beraatine ve hükmen tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: " ... ...belirtilen eylem etkinlik beyanları, ikrar beyanından anlaşılacağı üzere, sanığın DTK'nın çalışmaları kapsamında, DTK eş başkanı olduğu, bu yönde sözde temsil kabiliyetinden kaynaklı basın açıklamaları, beyanatlarda (yukarıda içeriği açıklanıp örgütsel tahlili yapılan) bulunduğu, açıklamaları ve beyanlarında terör örgütü lehine (söylemlerinin, terör örgütünün ideolojisine uygun şekilde, insanlığın aynı kök atadan gelme tespiti inkarına dayalı, anlam ve içerik derinliğinden yoksun sistematik şekilde anasoycu hitap tarzına dayalı olduğu, söylemlerin insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratan içeriği olduğu, silahlı terör örgütünün cebir şiddet içeren faaliyetlerinin 'direniş' ve 'mücadele' olarak gösterilmeye, benimsetilmeye, meşru olarak gösterilmeye çalışıldığı, devletin silahlı terör örgütü ile ilgili mücadelesinin sivil halka karşı yapılıyormuş gibi gösterildiği, nihayetinde siyasal olarak palyatif denecek çözüm dahi sunulmadığı, retorik seviyesine dahi ulaşmayan ayrılıkçı söylemler.) tespitler de göz önüne alındığında pkk/kck ideolojisini benimsediğinin anlaşıldığı, eylemlerin gerçekleştirilmekte olduğu bağlam ile birlikte cebir ve şiddetle ilişkili olduğu, kullanılan yöntem ve takip edilen amacın hukuk ve demokrasi kurallarına uygun olmadığı, pkk/kck terör örgütüyle amaç veya yöntem bakımından ve yapısal açıdan bağlantısı bulunmakla, siyasi faaliyet veya örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, bu eylemlerle sanığın kck/dtk çatısı altında sorumlu ve temsil düzeyinde faaliyet gösterdiğin anlaşıldığı, terör örgütünün hiyerarşik yapısı içerisinde yer almadan, terör örgütü ile organik bağ kurmadan örgütün sözde kurucu meclisinde nitelikli görev almanın mümkün olmadığı, dosyaya yansıyan konuşma eylem ve faaliyetleri içeriğine göre örgüt ideolojisini üst perdeden benimsediği, serbest seçim hakkını tamamen yok ederek iradesini örgüt iradesine tamamen teslim ettiğinin (daha önce de atılı suçlamadan mahkumiyet hükmü almasına rağmen ıslah olmadığı) anlaşıldığı, tanık beyanı uyarınca milletvekilliği kamu görevinin sağladığı dokunulmazlıkları kötüye kullanarak örgüt üyesi yaralı tanığı, yol çevirmelerinden kurtarmak amacıyla aracında örgütsel olarak sevk ettiği, khk ile kapatılan kja içerisinde eylem ve işlemleri nedeniyle kck sosyal alanda da faaliyet gösterdiğinin anlaşıldığı, yine yukarıda ayrıntısı açıklanan ve açıkça pkk/kck terör örgütü propagandasına dönüşen bir kısmında açık örgüt çağrısı bulunan 23 adet eylemlere sorumlu düzeyde katılarak örgütsel destek verdiği, bu eylem ve etkinliklerde örgütsel konuşmalar yaparak yönlendirme faaliyetlerinde bulunduğu, silahlı terör örgütü pkk/kck’ya müzahir yayın organlarınca yapılan çağrıların odağında kendisinin bulunduğu, yine örgütsel eylemlerin odağı halinde ismen bulunduğu ...Suçun işleniş şekli, sanığın kck/dtk sözde yasama alanındaki üst yetkisi, sanığın istenç eylemselliği ile pkk/kck terör faaliyetlerinin kendi şahsında odağı haline gelmesi, odakta gerçekleşen eylemler nedeniyle birçok kişinin soruşturma ve kovuşturma işlemi geçirmesi, katıldığı örgütsel eylem ve etkinlikleri kısmen sevk ve idare etmesi, yaşam hakkını ve öz iradesini hiçe sayarak tüm iradesini örgütün idaresine sevk etmesi gözetildiğinde, sanıgın kastı, suç işleme kastının zirvesi kabul edilmiş, sanığın eylemselliğinde hedef kitlesi gözetildiğinde meydana gelen zarar ve tehlike de fahiş kabul edilerek, bu kapsamda suça katılma biçimi ile sanığın örgütsel yapı içerisindeki konumu ve yeri, etkinliği gözetilerek, bu kriterlerle orantılı olarak takdiren üst sınıra yakın ceza tesis edilmiş, verilen nihai ceza miktarına göre de hükmen tutuklanmasına karar verilmiştir. ... Sanık, Van ilinde gerçekleştirilen 14/4/2017 tarihli açık hava eylem ve etkinliğinde topluluğa hitaben '...Değerli Van halkı değerli anneler ben ruhumla demokratik direnişinizi kutluyorum başım gözüm üzerine hoşgeldiniz değerli halkımız...biz yüzümüzü Van'a sırtımızı Süphan Dağına vermişiz.... 16 Nisanda arkadaşlarımızın direnişini destekleyeceğiz arkadaşlarımız özgürlük tutsaklarıdır Öcalan'ın üzerindeki tecrit için.........değerli arkadaşlar siz biliyorsunuz zindanlarda hep direniş oldu arkadaşlarımız K.P., cezaevlerinde direndiler, seslerini yükselttiler, onlar da mücadelelerini zindanlarda veriyorlar, onların zindanlardaki mücadelesini kutluyorum, biz yine zindanlardaki direnişi kutluyoruz, değerli arkadaşlar bizde sizin mücadelenizi kutluyoruz, değerli arkadaşlar siz biliyorsunuz çok zahmetli günlerden geçiyoruz, yalnızca Kürdistan değil 4 parçada Kürdistan'ı destekleyen halk var, kürtler cihan üstündedir, kimse kürtleri hizaya getiremez, kürtler cihanı hizaya getirdi, kimse kürtlerin önünde duramaz, değerli Van halkı öncelikle bu mitinge zorluklara rağmen katılan bu alanlarda olan Van halkına saygı ve selamlarımı iletiyorum. ... bizde ona diyoruzki 4 parçada kürtler statü sahibi olacak 4 parça Kürdistan özgür olacak, biz sırtımızı özgür Kürdistan'a dayayacağız, o zaman onlar da başını vuracak taş arayacak biz ona diyoruz ki sana 4 tane taş lazım olacak, bu ülkede taş çoktur Kürdistan'da. ... bu halk hiçbir sisteme boyun eğmedi, en son Cizre'de direnen arkadaşlarımız T. ... altında bir kere daha kanıtladılar evet biz şehitlerimiz önünde saygı ile eğiliyoruz, onlar bizi bu günlere getirdiler asla unutmuyoruz onları ve mücadelemizi sürdüreceğiz, her neye mal olursa olsun artık ne olursa olsun statüsüz yaşamak istemiyoruz, başımızdaki statüyü de rojavayı da doğuyu da özgürleştireceğiz, biz sırtımızı halkımıza dayıyoruz... değerli Van halkı siz biliyorsunuz 18 yıldır ağır bir tecrit var Öcalan'ın başında. ... biz onu özgürleştireceğiz. ... biz diyoruz ki her ne yaşamışsak yaşayalım ama sonu muhteşem olacak mutlaka kazanacağız. ya kazanacağız ya kazanacağız.' şeklinde konuşma yaptığı anlaşılmıştır. Belirtilmelidir ki insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı asıldır. Terör örgütleri ve destekçileri, görüşlerinin toplum içinde yayılmasını ve fikirlerinin kökleşmesini hedefler ve bu amacın gerçekleşmesine yönelik her türlü vasıtaya başvurabilir. Terörün veya terör örgütlerinin propagandasının da söz konusu vasıtalardan biri olduğunda kuşku yoktur. Terör, başta ifade özgürlüğü olmak üzere demokratik toplumun tüm değerlerine düşmandır. Bu nedenle terörizmi, terörü ve şiddeti meşrulaştıran, öven ya da bunlara teşvik eden sözler ifade özgürlüğü kapsamında görülemez. Bu kapsamda sanığın konuşmasının bir bütün halde açıkça pkk/kck silahlı terör örgütü lehine olduğu, sözlerinin, insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratan içeriği olduğu, silahlı terör örgütünün cebir şiddet içeren faaliyetlerinin 'direniş' ve 'mücadele' olarak gösterilmeye, benimsetilmeye, meşru olarak gösterilmeye çalışıldığı, devletin silahlı terör örgütü ile ilgili mücadelesinin sivil halka karşı yapılıyormuş gibi gösterildiği, yine söylemde şiddetin geçerli ve etkili bir yöntem olduğu görüşünün toplum içinde yayılmasını ve terör eylemlerine neden olan fikir ve kanaatlerin kökleşmesini sağlamak amacının bulunduğu, sanığın bu amaca ulaşmak için belirli bir çaba ve zaman harcadığının diğer eylemlerinden de anlaşıldığı, eylemleriyle terör örgütüne sempatizan ve destekçi toplamaya çalıştığı, kişilerin terör örgütlerine bakış açısını değiştirmeyi amaç edindiği, cebir ve şiddet içerikli faaliyet yaparken öldürülen terör örgütü mensuplarını sözde şehit olarak nitelendirildiği, teröristbaşı ve avanelerinin başlattığı terör hareketini onaylamak, takipçileri tarafından gerçekleştirilen eylemleri kahramanca davranışlar olarak sunmak ve hâlen son derece tehlikeli olan pkk/kck terör örgütünün silahlı çatışmalarda ölen mensuplarını eylemleri ve örgütsel rolleri bağlamında yüceltmek amacıyla hareket ettiği anlaşılıp kabul edilmiştir. Sanık, toplumsal sorunların çözümünde her tür siyasal yöntemi reddeden ve terör yöntemlerini tek ve geçerli bir yöntem olarak benimseyen teröröstbaşını ve takipçilerini överek ve başkalarına benimsetmeye çalışarak insanları cesaretlendirmeye, halkın örgüte olan sempatisini artırmaya ve giderek aktif desteğini sağlamaya olanak sağlamıştır. Sanığın davranışları ve açıklamaları bir bütün olarak ele alındığında başkalarını, teröristbaşının takipçileri tarafından hâlen gerçekleştirilmekte olan şiddet eylemlerinde bulunmaya teşvik niteliğinde olduğu, dolayısıyla sanığın bir terör örgütünün sesinin başkalarına duyurulmasını sağlama çabaları ile yarattığı tehlike, bir soyut tehlike olarak görülmemiş Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunun maddesinde ifade edilen terör eylemlerini ve bu eylemlerin faillerini öven mesajlardan olduğu kanaatine ulaşılmıştır. (Anayasa Mahkemesi 2020 tarih, 2015/15672 başvuru nolu karada da aynı içerikte tespitler yapılmıştır) Bu minvade söylemlerin muhatap kitle üzerinde etkisi gözetildiğinde, pkk/kck silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, teşvik edecek nitelikte olduğu anlaşılmakla atılı suçun yasal unsurları oluştuğundan sanığın müsnet suçtan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yine sanığın 30/6/2016 günü (hendek barikat sürecinde) Lice kırsalındaki operasyonları protesto etmek amacıyla Kayapınar İlçesi Rojava parkında düzenlenen eylemde topluluğa hitaben konuşma yaptığı, konuşmasında 'Kürdistan topraklarını yıllardır abluka altına almışlar. Kürdistan halkının iradesini kırmak istiyorlar. Lakin tarihte defalarca gördüğümüz gibi ve kendinize diyorsunuz ki pkk'nın en son yaşanan yaşamıdır. 29 defadır bu halkı yok etmek istediniz. Fakat halk kendi toprağından yeniden yeşerdi. Kürt halkı önünüze boyun eğecek diye düşünmeyin, yani hiç kimse kürt gücünü sınamasın. Kürtler binlerce defa direndi T. gibi S. gibi P. gibi A. gibi karşınızda boyun eğmediler. Lice'de boyun eğmeyecektir. ... direnişle imkanlarımız arttı ve şu anda bir çok kurum ve kuruluşlarımız mevcuttur bugünden sonrada ittifakımızı güçlendireceğiz. Rojava ve Kobani'de nasıl ki ittifakımızı güçlendirerek başarılı olduk vallahi kuzeyde de başarımızı demokratik öz yönetimle sonuca ulaştıracağız ve bunun müjdesini de sayın Öcalan'a vereceğiz.' beyanda bulunduğu anlaşılmıştır. ...Sanık toplumsal sorunların çözümünde her tür siyasal yöntemi reddeden ve terör yöntemlerini tek ve geçerli bir yöntem olarak benimseyen teröröstbaşını ve takipçilerini överek ve başkalarına benimsetmeye çalışarak insanları cesaretlendirmeye, halkın örgüte olan sempatisini artırmaya ve giderek aktif desteğini sağlamaya olanak sağlamıştır. Sanığın davranışları ve açıklamaları bir bütün olarak ele alındığında başkalarını, teröristbaşının takipçileri tarafından hâlen gerçekleştirilmekte olan şiddet eylemlerinde bulunmaya teşvik niteliğinde olduğu, dolayısıyla sanığın bir terör örgütünün sesinin başkalarına duyurulmasını sağlama çabaları ile yarattığı tehlike, bir soyut tehlike olarak görülmemiş Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunun maddesinde ifade edilen terör eylemlerini ve bu eylemlerin faillerini öven mesajlardan olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Bu minvade söylemlerin muhatap kitle üzerinde etkisi gözetildiğinde, pkk/kck silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, teşvik edecek nitelikte olduğu anlaşılmakla atılı suçun yasal unsurları oluştuğundan sanığın müsnet suçtan cezalandırılmasına karar verilmiştir. ..." Başvurucunun hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerine karşı yaptığı istinaf başvurusu Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 8/6/2021 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Anılan hükümlere karşı temyiz yoluna başvurulmuş olup başvurucunun hükmen tutukluluğunun devam ettiği dava Yargıtay aşamasında derdesttir. A. Kanun Hükümleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır."B. Yargıtay Kararları Yasama dokunulmazlığına ilişkin Yargıtay kararları için bkz. Ömer Faruk Gergerlioğlu [GK], B. No: 2019/10634, 1/7/2021, §§ 26- Diğer taraftan Yargıtay Ceza Dairesinin 20/1/2020 tarihli ve E.2019/5611, K.2020/1360 kararının ilgili kısmı şöyledir: "16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen PKK/KONGRE-GEL terör örgütünün Genel Kurulunun sonuç bildirisinde ilan edilen KCK'nın, silahlı terör örgütünün elebaşısı Abdullah Öcalan’ın örgütün amacı doğrultusunda tabana yayılmasını sağlamak amacıyla ortaya koyduğu 'Kent Meclisleri, Demokratik Siyaset Akademisi, Demokratik Toplum Kongresi ve Kooperatifler Hareketi' şeklindeki dört ayaklı bir paradigmadan oluştuğu, bu paradigmanın üçüncü ayağı olan Demokratik Toplum Kongresinin (DTK), sözde kurucu meclis işlevi gören bir yapılanma olduğu ve Kuzey Kürdistan Parlamentosu/Meclisi olarak nitelendirildiği, terör örgütünün hedefi olan demokratik özerklik stratejisini hayata geçirmek için örgüt elebaşısının talimatları doğrultusunda kurulduğu, KCK/TM parlamento yapısını oluşturan sözde yasama organı olduğu, genel kurul, daimi meclis, başkanlık divanı, yürütme kurulu ve komisyonlar gibi organlarının bulunduğu, çalışma usulüne ilişkin sözde iç tüzüğünün olduğu, demokratik özerkliği gerçekleştirmek amacıyla siyasi parti, dernek, sendika ve sivil toplum kuruluşlarını örgütleyerek konferans ve çalıştaylar düzenlediği, örgütlenme yapısı itibarıyla KCK ile özdeşlik gösterdiği, bileşenlerinin KCK yapılanması içinde yer alan sözde kent meclisleri, ilçe meclisleri, mahalle meclisleri ve köy komünlerinin olduğu, delege ve üyelerinin anılan bu sözde meclis üyeleri ile bazı milletvekilleri, belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri olduğu, yaptığı kongre ve konferanslar sonucunda 14 Temmuz 2011 tarihinde demokratik özerlik ilan edildiği ve 27 Aralık 2015 tarihinde demokratik özerk bölgelerin oluşturulmasının istendiği ve ayrıca öz yönetim ilanlarına sahip çıkıldığı tüm dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden anlaşılmıştır.Bu açıklamalar ışığında silahlı terör örgütü elebaşı olan Abdullah Öcalan'ın talimatı doğrultusunda KCK'nın dört ayaklı paradigmasından biri olarak kurulup faaliyet gösterdiği anlaşılan Demokratik Toplum Kongresinin eş başkanlığını yapan suç tarihinde aynı zamanda bir siyasi partinin de milletvekili olan sanığın; ... Demokratik Toplum Kongresinin olağanüstü kongresinde yer aldığı, örgüte müzahir internet sitelerinde yer alan çağrılar üzerine gerçekleştirilen çeşitli yasa dışı gösterilere katıldığı ve terör örgütü propagandasına dönüşen konuşmalar yaptığı şeklindeki sübut bulan eylemlerinin, salt siyasi bir faaliyet olarak kabul edilmesi mümkün olmadığından bir bütün halinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil üyesi olma ve terör örgütü propogandası yapma suçlarını oluşturduğuna ilişkin mahkemenin kabulü dosya kapsamına uygun bulunmakla, sanık müdafilerinin bir siyasi partinin milletvekili olarak yürütülen siyasi faaliyetlerin suç sayılmak suretiyle sanığın cezalandırıldığına ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26689 | Başvuru, yakalama, gözaltı ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk dolayısıyla milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedeniyle ifade ve toplanma özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Bölüm, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin tedbiren durdurulmasına karar vermiştir. İzmir Valiliği 2/6/2022 tarihinde Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı başvurucuyu 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca sınır dışı etme kararı almıştır. İzmir İdare Mahkemesi, başvurucunun kararın iptali amacıyla açtığı davayı 16/12/2022 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. 16/1/2023 tarihinde nihai kararı öğrenen başvurucu 7/3/2023 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 25/8/2023 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini bildirmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2023/16378 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun nüfus kaydının düzeltilmesi için açılması istenen dava kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe üzerine başvurucu hakkında soruşturma açılmasının ve yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile G.A. 17/6/1970 tarihinde evlenmişlerdir. Nüfus kayıtlarına göre başvurucunun 21/8/1993 tarihinde evlilik birliği içinde doğan müşterek bir çocuğu olmuştur. Başvurucunun eşi 10/6/2009 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu 21/10/2010 tarihinde Mersin Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine başvurarak nüfus kaydında görünen çocuğun müteveffa eşinden ve kendisinden olmadığını, yeğeninden (başvurucunun erkek kardeşinin oğlu) ve yeğeninin eşinden olduğunu, bu kapsamda nüfus kaydının düzeltilmesi gerektiğini belirterek “nüfus kaydının düzeltilmesi” davası açmıştır. Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi yaklaşık iki yıl sonra 20/11/2012 tarihli kararla davanın "soybağının reddi" davası niteliğinde olduğunu, anılan davaların aile mahkemeleri tarafından görüldüğünü belirterek görevsizlik kararı vermiştir. Tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine kararın kesinleşmesini müteakip dosya Mersin Nöbetçi Aile Mahkemesine gönderilmiştir. Mersin Aile Mahkemesi 26/2/2013 tarihli kararla başvurucunun dava dilekçesi ile duruşmadaki beyanlarını nazara alarak "soybağının reddi" davasının bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını belirterek davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz ve karar düzeltme istemleri Yargıtay (kapatılan) Hukuk Dairesi tarafından reddedilmiştir. Hüküm, 26/11/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Bunun üzerine başvurucu 3/1/2014 tarihinde Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına ihbar eden sıfatıyla başvurmuş, yukarıda değinilen süreci anlatmış ve 5/5/1972 tarihli ve 1587 sayılı mülga Nüfus Kanunu'nun maddesini dayanak göstererek nüfusta hâlen varlığını sürdüren kaydın düzeltilmesi için dava açılmasını istemiştir. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu ile beraber başvurucunun oğlu ve başvurucunun yeğeni ile eşinin ifadelerini almak için girişimlerde bulunmuştur. 22/1/2014 tarihinde başvurucunun ve yeğeninin eşinin ifadeleri şüpheli sıfatıyla alınmıştır. Başvurucunun ifadesi şu şekildedir: "İ.A. yeğenim, A. da onun eşi olur. G.A. ise benim ölen eşimdi. Eşim G. ile bir çocuğumuz oldu, o da öldü, başka çocuğumuz olmamıştı. İ. A.ve A. yeni doğan çocukları ...'ı bize evlatlık olarak verdiler, yeni doğan çocuğu kendi nüfusumuza kaydettirmemize razı oldular. Ben de eşimin isteği üzerine onu kıramayarak 1993 yılında Tarsus Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek ...'ı kendi çocuğumuz gibi eşimle kendi nüfusuma kaydettirdim. Eşim öldükten sonra ...'ı geri aldılar, çocuğu kovdu diye beni mahkemeye verdiler, kovmadığımı söyleyince ...'ın kendi çocukları olmadığı iddiasıyla dava açtılar, yapılan DNA testinde ...'ın İ. A. ve A' ın çocukları olduğu tespit edildi. Başkasının çocuğunu kendi nüfusuma kaydettirmenin suç olduğunu bilmiyordum. Yukarıda da belirttiğim gibi ...'ı Tarsus Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek kaydını yaptırdım..." Başvurucunun verdiği ifade kapsamında suç yerinin Tarsus olduğu gerekçesiyle ve yetkisizlik kararı ile soruşturma dosyası aynı gün Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı, "resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma ve çocuğun soybağını değiştirme" suçları kapsamında yaptığı soruşturmada başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçede; bahse konu suçlara ait eylemlerin 1993 yılında gerçekleştiği, suça uyan maddelerin zamanaşımının 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'na göre 5 yıl, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'na göre ise 8 yıl olduğu belirtilerek şüphelilerin üzerlerine atılı suçların zamanaşımına uğradığı belirtilmiş ve zamanaşımını kesen herhangi bir nedenin de bulunmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verilmiştir. Başvurucunun itirazı Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/8/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 16/10/2014 tarihinde dosyayı incelerken öğrendiğini bildirmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede nihai kararın başvurucuya tebliğ edildiğine ilişkin herhangi bir bilgiye rastlanamamıştır. Başvurucu 20/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Mevzuat 1587 sayılı mülga Kanun’un maddesininin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Yaş, ad, soyadı ve diğer kayıt düzeltme davaları ilgilinin oturduğu yer asliye hukuk mahkemesinde Cumhuriyet savcısı ve nüfus başmemuru veya nüfus memuru huzuruyla görülür ve karara bağlanır.Bu davalar düzeltmeyi isteyenlerle, ilgili resmi dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet Savcıları tarafından açılabilir ve dinlenecek tanıklar, resmi kayıt örnekleri ve belgelerle ispat olunur. Şu kadar ki; ilgilinin görünüşü davayı yalanlayıcı olmaması şarttır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre ceza mahkemelerinde yapılacak yaş düzeltmesi işlerinde de nüfus başmemuru veya nüfus memuru taraf olarak bulunurlar.” 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(1) Mahkeme kararı ile yapılan kayıt düzeltmelerinde aşağıdaki usûllere uyulur:a) Nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılır.Kayıt düzeltme davaları (..) nüfus müdürü veya görevlendireceği nüfus memuru huzuru ile görülür ve karara bağlanır." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, (...) içinde açmak zorundadır.Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır.Gecikme haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar."B. İlgili Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2016 tarihli ve E.2014/18-717, K.2016/503 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: “…Dava, nüfus kaydının düzeltilmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili, davacı H.ile müteveffa eşinin evlilikleri boyunca çocukları olmadığını,.... davalı S.’nin davacı H.’nin ağabeyi olan müteveffa ile Z.’nin müşterek çocukları olduğu halde, ...davacı H. ile müteveffa eşinin çocuğu olarak nüfusa kaydedildiğini...belirterek ...nüfus kaydındaki bu yanlışlığın düzeltilmesini,...talep ve dava etmiştir. Mahkemece, ...davanın "soybağıdavası" niteliğinde olmakla aile mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesi ile görev nedeniyle davanın reddine karar verilmiş(tir)......temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur. Mahkeme, önceki gerekçeler ile direnmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesi dikkate alındığında davanın soybağı mı, yoksa kayıt düzeltme davası mı olduğu belirlenecek hukuki nitelendirmeye göre görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi mi, yoksa aile mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.Konunun anlaşılabilmesi için öncelikle kanuni düzenlemeler sonra kavramlar ve soybağı davaları ile nüfus kayıt düzeltim davalarının farklılıkları üzerine durulması gerekmektedir....Babalık karinesinden faydalanma söz konusu olmaksızın, kocanın nüfus kütüğüne kaydedilen çocukla koca arasında soybağının kurulması söz konusu olmadığı için, böyle bir durumda çocuk ile koca arasında soybağının bulunmadığının tespitine yönelik olarak açılacak dava, soybağının reddi davası değil, yanlış kaydın düzeltilmesi amacına yönelik kayıt düzeltme davasıdır (TMK m. 39). Örneğin kocanın eşi dışında bir başka kadın tarafından doğrulan çocuğu, eşinden doğmuş gibi nüfus kütüğüne kaydettirmesi ... hallerinde durum böyledir.... Şu durumda; zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın açılabilen nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davada resmi kayıt ve belgelere başvurulabileceği gibi tanık da dinlenebilecektir......nüfus kütüğünde yer alan “doğru olmayan kayıtlar”, ilgilileri veya cumhuriyet savcısı tarafından açılacak olan “kayıt düzeltme davası” ile gerçek durumuna uygun hale getirilebilir ki, bu dava uygulamada “nüfus kaydının düzeltilmesi davası” olarak adlandırılmaktadır. ...Yukarıda açıklanan hususlar dikkate alındığında soybağı davaları ile nüfus düzeltim davaları arasında davanın tarafları dava açması süresi ve ispat kuralları bakımından ciddi ayrımlar bulunduğu açıktır....Somut olaya gelince; ...H. ve eşinin kendi çocukları olmadığını bildikleri halde davalı S.’yi yanlış ve yanıltıcı beyan ve işlemlerle yasaya aykırı olarak kendi hanelerine kayıt ettirdikleri de iddia edilmektedir. Bu türden yanlış ve yanıltıcı beyan ve işlemle yasaya aykırı olarak yapılan kayıtların düzeltilmesinin nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğu ve görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu açıktır...” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/9/2011 tarihli ve E.2011/18-471, K.2011/561 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: “…Dava, nüfus kayıtlarında tescilli anne adının silinmesi ile gerçek anne adının nüfus kayıtlarına tescili istemine ilişkindir.Dosya içindeki bilgi ve belgelerden, E.'nin Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ... dilekçeye istinaden Cumhuriyet Savcılığı tarafından bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun maddesine göre nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları düzeltmeyi isteyen şahıslar ile resmi dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet Savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılır. Yasanın bu hükmüne göre Cumhuriyet Savcılarının böyle bir davayı açmaları ancak ilgili resmi dairelerin gösterecekleri lüzum üzerine mümkündür. Kişilerin dava harç ve masraflarını yatırarak ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinde açmaları mümkün bulunan böyle bir davayı, görev ve yetkileri yasalarla belirlenmiş Cumhuriyet Savcılığını aracı kılarak açtırmaları mümkün değildir. Mahkemece bu durum dikkate alınarak yasal dayanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü yolunda hüküm kurulması doğru görülmemiştir...” Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16549 | Başvuru, başvurucunun nüfus kaydının düzeltilmesi için açılması istenen dava kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçe üzerine başvurucu hakkında soruşturma açılmasının ve yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesininin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında açılan kamu davası sonucunda atılı suçtan başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince esastan reddedilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, Mahkemenin mahkûmiyet hükmüne yönelik verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararını 9/12/2019 tarihinde onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 6/5/2021 tarihinde öğrendiğini belirterek 1/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/28719 | Başvuru, terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle adil yargılanma hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesininin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 1/3/2000 tarihinde Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen kabulüne karar verildiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 6/2/2014 tarihinde Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 15/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 3/6/1999 tarihinde meydana gelen kaza sonucu yaralanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) ve Tekel Genel Müdürlüğü A.Ş. (TEKEL) görevlileri hakkında Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesine açılan dava sonunda, 27/5/2004 tarih ve E.1999/21, K.2004/694 sayılı kararla, sanıkların ve başvurucunun kusurlarının olmadığı, TEKEL A.Ş.’nin hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle sanıklar hakkında beraat kararı verilmiş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu, 1/3/2000 tarihinde, Diyarbakır Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) ve TEKEL A.Ş. aleyhine Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, DEDAŞ ile TEKEL A.Ş. arasında akdedilen enerji nakil hattı ile TEKEL A.Ş.’ye tesis edilen özel hattan kopan elektrik teline temas etmesi sonucu yaralandığını ve sol bacağının kesildiğini ileri sürerek, maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. Başvurucu, 8/6/2010 tarihinde, Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında alınan hesap bilirkişisi raporunda kendisine kusur verilmediği ve bu rapora itiraz edilmediği halde, Mahkeme Hâkiminin, tazminat miktarından kusur oranında indirim yapılmadığını belirttiğini, bu durumun ihsası rey anlamına geldiğini ileri sürerek, hâkimin reddi talebinde bulunmuştur. Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesince, 8/6/2010 tarihinde, hâkimin reddi talebinin yerine olmadığı görüşüyle, bu talebin değerlendirilmesi için dosyanın Yazı İşleri Müdürlüğüne tevdiine karar verilmiştir. Dosyanın gönderildiği Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi, 16/7/2010 tarih ve 2010/127 Değişik İş sayılı kararıyla hâkimin reddine yönelik talebin esas yönünden reddine, 7 gün içinde temyiz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesi, esas hakkındaki davada yaptığı yargılama sonunda; 11/11/2010 tarih ve E.2000/170, K.2010/977 sayılı kararla; başvurucunun % 42 oranında maluliyetinin bulunduğu, davalı TEKEL A.Ş.’nin % 80, başvurucunun % 20 oranında kusurlu oldukları gerekçesiyle davalı DEDAŞ aleyhine açılan davanın reddine, davalı TEKEL A.Ş. aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne, toplam 863,36 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/6/2012 tarih ve E.2011/3657, K.2012/9856 sayılı ilamıyla; davanın haksız fiile dayalı tazminat davası olduğu, tesisin geçici kabulünün yapılıp kesin kabulünün yapılmamış olması, davalı DEDAŞ’ın enerji verdiği hatlardan da sorumlu olması ve olaya uygun bilirkişi raporları dikkate alınarak davalı DEDAŞ’ın sorumluluğuna karar verilmesi, davalı TEKEL A.Ş. aleyhine açılan davanın reddine hükmedilmesi gerekirken, somut olaya uygun olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak hüküm kurulması doğru görülmemiş ve karar bozulmuştur. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 20/12/2012 tarih ve E.2012/14926, K.2012/19717 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Mahkemece, bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda; 14/3/2013 tarih ve E.2013/41, K.2013/168 sayılı kararla; davalı TEKEL A.Ş. aleyhine açılan davanın reddine, davalı DEDAŞ aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne, 863,36 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Taraflarca davanın esası yönünden temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/7/2013 tarih ve E.2013/8715, K.2013/11418 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Tarafların karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 16/12/2013 tarih ve E.201/18451, K.2013/17912 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, 8/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun , ve maddeleri, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1725 | Başvurucu, 1/3/2000 tarihinde Diyarbakır 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen kabulüne karar verildiğini ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru; kişinin kolluğa ait aracın kapısını açıp dışarıya atlamak suretiyle intihar etmesi ve bu olaydan idarenin sorumlu olduğu iddiasıyla açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucuların yakını olan 21 yaşındaki P.Y., 1/4/2006 tarihinde saat 30 sıralarında Ankara Mamak İlçe Jandarma Komutanlığını (Komutanlık) telefonla arayarak suç ihbarında bulunmuştur. P.Y.nin bildirdiği olay yerine giden jandarma görevlileri, P.Y. ile komşularının tartıştıklarını öğrenmiştir. Tartışmanın devam etmesi üzerine jandarma görevlileri, P.Y. ile tartışmanın taraflarından birisini ve P.Y.nin bir yakınını bilgi ve görgülerine başvurmak üzere devriye aracıyla Komutanlığa götürmüştür. P.Y. ifade vermek istememiştir. İşlemlerin tamamlanmasının ardından P.Y. de dâhil olmak üzere Komutanlığa götürülen kişiler, evlerine götürülmek üzere devriye aracına bindirilmiştir. P.Y. araç hareket hâlinde iken araçtan atlayarak intihar etmiştir. Başvurucular, P.Y.nin idarenin denetimindeki askerî araçta ölümüne sebebiyet verilip olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek 000 TL maddi ve 000 TL manevi zararın ödenmesi talebiyle 13/6/2007 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde İçişleri Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Davalı idare savunmasında bir hizmet kusuru bulunmadığından maddi ve manevi tazminat koşullarının gerçekleşmediğini belirterek davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi ölümün idarenin denetim ve gözetimi altındaki devriye aracında gerçekleştiği, davalı idarenin mevzuat ile yüklenmiş bir görevi olmasa bile evlerine bırakılmak üzere devriye aracına bindirilen kişilerin korunmasındaki sorumluluğun davalı idarece üstlenildiği ve böylece idarenin denetiminde olan askerî araç içindeki P.Y.nin ölümüne sebebiyet verildiği gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerinin kabulüne 26/2/2010 tarihinde oyçokluğu ile karar vermiştir. Davalı idarenin kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 29/1/2015 tarihinde kararı usul ve kanuna aykırı bularak bozmuştur. Bozma kararı gerekçesinde, idarenin hukuki sorumluluğundan söz edilebilmesi için zararın bulunmasının yanında bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabilmesi gerektiği, zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunmamasının zararın idari faaliyetten doğmadığını gösterdiği, zararın oluşmasında zarara uğrayanın ya da üçüncü kişinin bir kusurunun olması hâlinde idarenin tazmin sorumluluğunun ortadan kalkacağı ya da kusur ölçüsünde azalacağı belirtilmiş; davalı idare personeli hakkında başlatılan cezai soruşturmada P.Y.nin hâreket hâlindeki askerî araçtan kendisini atması sonucunda yaralanıp tedavisi sırasında öldüğü, olayda başka bir kişinin kastının ya da herhangi bir kusurunun olmadığı gerekçesiyle personel hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, ölümün mütevaffanın kendi eylemi sonucunda gerçekleştiği, ölenin olaya söz konusu katılımının idari faaliyet ile zarar arasında olması gereken illiyet bağını kestiği açıklanmıştır. Başvurucuların 1/6/2015 tarihinde yaptıkları karar düzeltme talebi Danıştay Onuncu Dairesinin 12/2/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararı üzerine dosyayı yeniden ele alan İdare Mahkemesi 1/6/2016 tarihinde bozma kararına uymuş ve davayı reddetmiştir. Başvurucuların kararı temyiz etmeleri üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 7/4/2021 tarihinde temyiz talebini reddederek İdare Mahkemesinin kararını onamıştır. Başvurucular nihai kararı 16/6/2021 tarihinde öğrenmiş, 12/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30032 | Başvuru, kişinin kolluğa ait aracın kapısını açıp dışarıya atlamak suretiyle intihar etmesi ve bu olaydan idarenin sorumlu olduğu iddiasıyla açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuya İsnat Edilen Eylemlere İlişkin Süreç Olay tarihi itibarıyla başvurucu, astsubay rütbesiyle Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde görev yapmaktadır. 19/1/2014 tarihinde saat 29’da Adana 156 Jandarma İmdat İhbar Merkezine gelen bir ihbarda "Ankara’dan patlayıcı yüklü üç adet tırın geldiği, tırların Ankara’dan saat 00 - 30 sularında hareket ettikleri ve bir iki saat içinde Adana’ya varmak üzere oldukları" belirtilmiştir. İhbarda bulunan kişi tarafından tırların plakaları da bildirilmiştir. Anılan ihbara ilişkin olarak Jandarma görevlilerince İhbar Kayıt Formu düzenlenmiştir. Forma göre söz konusu ihbar; saat 35’te (Jandarma) İstihbarat Şube Müdürüne, saat 36’da Pozantı İlçe Jandarma Komutanlığı nöbetçi astsubayına, saat 40’ta İl Jandarma Komutanına, saat 55’te İl Jandarma Komutan Yardımcısına, saat 00’de (Jandarma) Asayiş Şube Müdür Vekiline telefonla bildirilmiştir. İhbar Kayıt Formu tanzim edilirken ihbarda geçen "patlayıcı" ibaresi, Jandarma görevlilerince "patlayıcı ve mühimmat" olarak kayıt altına alınmıştır. Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü terör kısım amiri olan Ö.K. anılan ihbara ilişkin olarak daha önceden tanıdığı Adana Cumhuriyet Savcısı (TMK mülga madde ile görevli) A.T. ile telefonla görüşmüştür. A.T., olayın 1/1/2014 tarihinde Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde yaşanan Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait tırın durdurulması olayı ile bağlantılı olabileceği değerlendirmesiyle ihbara ilişkin olarak arama talebinde bulunulması talimatını vermiştir. Bu görüşme sonucunda A.T.nin talimatıyla hazırlanan 19/1/2014 tarihli arama talep yazısı Ö.K. tarafından Adana Adliyesine getirilmiştir. Arama talep yazısının içeriği şöyledir:"İLGİ: Adana İl J.K.lığı 156 İhbar hattına 2014 tarihli yapılan ihbar formu. Adana İl Jandarma Komutanlığı 156 Jandarma ihbar hattını arayan bir şahsın Ankara ilinden 19 Ocak 2014 günü saat 02:30 sıralarında ayrılan 3 adet tır … çekici … dorse, … tır, …plakalı tır’larda silah ve mühimmat ile patlayıcı madde bulunduğu ihbarında bulunmuştur. Bu araçların Hatay üzerinden yurt dışı bağlantılı El Kaide terör örgütüne, silah ve malzeme götürdükleri bu nedenle Ceyhan Sirkeli gişelerinde arama ve el koyma yapılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. Yukarıdaki plakaları yazılı çekici, dorse ve tır’larda, tespit edilecek şüpheli şahısların üzerinde ve araçlarında arama yapılması ve ele geçirilecek suç unsuru deliller için el koyma kararının verilmesini arz ederim." Olay tarihinde (TMK mülga madde ile görevli Cumhuriyet savcısı olarak nöbetçi olmayan) A.T.nin arama talep yazısı üzerine "2014/2 Sor. [Soruşturma] Dosyamız ile irtibatlı olabilir" şeklinde el yazısıyla not düştüğü ve 19/1/2014 tarihinde 2014/2 Soruşturma sayılı dosya üzerinden arama kararı verdiği anlaşılmıştır. Arama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında;19/01/2014 tarihli ve … sayılı yazınız ekindeki ihbar tutanağı ve talep evrakı incelendi. İhbara konu eylemin iş bu 2014/2 soruşturma sayılı dosyamız ile irtibatlı olabilecekleri görüldü.İhbara konu araç içerisinde patlayıcı madde ve mühimmat bulunduğu, bu silahların yasadışı bir terör örgütüne gönderildiği, bu eylemin TCK’nun [Türk Ceza Kanunu] maddesindeki suçu oluşturabileceği yönünde yeterli ve makul şüphe bulunduğu değerlendirilmiş, araçların seyir halinde olduğu, Hâkim kararı beklenir ise araçların uzaklaşabilecekleri ve bundan dolayı gecikmesinde sakınca bulunan hal de söz konusu olduğundan CMK’nun 117- maddeleri gereğince tarafımızdan izin verilmesi değerlendirilmiştir.Bu itibarla;1-) İhbara konu … plakalı çekici … dorse, … tır, … plakalı araçlar içerisinde, bir defaya mahsus olmak üzere arama yapılmasına,2-) Aramanın 19/01/2014 günü gündüz saatlerince icra edilmesine, 3-) Araçta bulunan kişilerin açık kimliklerinin tespiti ile üzerlerinde ve eşyaları üzerinde arama yapılmasına,4-) Aramanın kamera ile kayda alınmasına…Karar verilmiştir." A.T. ayrıca olaya ilişkin talimatını Ö.K.ya sözlü olarak bildirmiştir. Bu sözlü talimata ilişkin olarak düzenlenen ve A.T.nin de onaylamış olduğu 19/1/2014 tarihli Savcı Görüşme Tutanağına göre A.T.nin süreç içinde arama kararı talep edilmesi, tırlarda patlayıcı madde ve mühimmat sevkiyatı yapıldığından patlama ihtimaline karşı sinyal kesici JAMMER cihazı kullanılması, patlayıcı madde imha ve olay yeri inceleme uzmanları ile bomba arama köpeğinin de aramaya katılması, olayın vahametinin gözönünde bulundurulup mümkün olduğunca kuvvetli olunması ve İstihbarat, KOM [Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele], Asayiş Şube Müdürlüğü personelinin de olaya müdahil olup görevlendirilmesi, arama sırasında MİT mensubu olduklarını söyleyip kimlik ibraz etmeyen ve saldırgan tavır sergileyerek görevli personele mukavemet eden iki kişinin arama bitinceye kadar kontrol altında tutulması, tırlardan ikisinde şoförlerin yanında bulunan ve MİT mensubu olduklarını söyleyen kişilerin de arama bitene kadar bekletilmeleri, MİT mensuplarının kimliklerinin tespit edilmesinin ardından serbest bırakılmaları ancak kimlik göstermemeye devam etmeleri hâlinde gözaltı işlemlerinin yapılması ve zor kullanılması, tırların bulunduğu yer itibarıyla tehlike arz etmesi nedeniyle Seyhan Recai Engin Kışlası’na götürülmesi, kışlaya giderken sivil araçtaki MİT personelinin tırları durdurup anahtarlarını almaları üzerine konvoyun yoluna devam etmesinin sağlanması, bunun için anahtarların zor kullanılarak alınması, anahtarı alınan tırın Seyhan Kışlası’na doğru hareket ettirilmesi, diğer iki tırın hareket etmesi sağlanamazsa olay yerine çekici getirmek suretiyle tırlardaki metal kasaların başka tırlara yüklenmesi, sürekli arızalanan ve hareket ettirilemeyen tır için çekici çağrılması, çekici gelinceye kadar dorselerdeki malzemelerle ilgili tespit yapılması ve numune alınması talimatını verdiği anlaşılmıştır. Adana İl Jandarma Komutanlığınca tırların Adana'nın Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde durdurulması kararlaştırılmış ve bu amaçla görevlendirilen çok sayıda personel söz konusu yere intikal ettirilmiştir. Öte yandan ihbarda belirtilen tırların takibi için görevlendirilen jandarma personelinin Pozantı ilçesinden itibaren durdurma noktasına kadar tırları takip ettiği ve üçtır ile bu tırlara eşlik eden bir otomobilin bulunduğunu üstlerine bildirdiği anlaşılmıştır. Sirkeli otoyol gişelerinde bulunan jandarma personeli, üç tırın durdurulması ve aranması faaliyetine ilişkin olarak üstlerince gruplara ayrılmış; üç ayrı grubun her birinin plakası bilinen tırlardan birine, ihtiyat olarak hazırda tutulan personelin ise otomobile müdahalede bulunması kararlaştırılmıştır. Olay günü saat 00 sıralarında Adana'nın Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde oluşturulan arama noktasında MİT’e ait yüklerin bulunduğu üç tır ve bu tırlara eşlik eden bir otomobil durdurulmuştur. Görevli jandarma personeli, tırlarda ve otomobilde bulunan kişileri araçlardan indirmişlerdir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başmüfettişliğince düzenlenen arama görüntülerine ilişkin inceleme tutanaklarında, bu sırada Jandarma görevlilerinin herhangi bir kimlik sorgulaması yapmaksızın zor kullandığı ve otomobilde bulunan kişileri çekerek dışarıya çıkarttığı, bu kişilerden birinin cep telefonunun rızası dışında alındığı, yine bir kişinin yere yatırıldığı ve çok sayıdaki jandarma personelince yere yatırılan kişinin vücuduna baskı uygulandığı, araçlardan indirilen bazı kişilere kelepçe takıldığı ifade edilmiştir. Araçlarda bulunan kişilerin MİT personeli olduklarını ve araçlardaki yükün de MİT’e ait olduğunu ifade etmeleri ve tırların aranmasına karşı çıkmaları üzerine Jandarma görevlilerince MİT personelinden birinin cebindeki kimliği kontrol edilmiş ve söz konusu personelin MİT mensubu olduğu tespit edilmiştir. Bu durum Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü terör kısım amiri olarak görev yapan Ö.K. ile Ceyhan İlçe Jandarma Komutanı tarafından Cumhuriyet Savcısı A.T.ye telefonla bildirilmiş, A.T. ise söz konusu tırlarda arama yapılmasına yönelik talimatını yinelemiştir. Öte yandan olay yerinde bulunan kişilerce ifade edildiğine göre A.T.nin talimatıyla MİT görevlilerinin kelepçeleri çözülmüştür. Sonrasında jandarma personelince tırların aranması faaliyetine başlanmış ve arama işlemlerine ilişkin görüntü kaydı yapılmıştır. Bu süreçte MİT görevlilerinin arama işlemine karşı koymaya devam ettikleri anlaşılmıştır. Devamında arama işlemlerinin Adana'nın Seyhan ilçesinde bulunan Recai Ergin Kışlası’nda yapılması kararlaştırılmış; söz konusu tırlar ve otomobil, jandarma araçlarıyla birlikte kışlaya doğru hareket etmiştir. Tırlar, yol üzerinde Kürkçüler mevkiinde MİT personelince durdurulmuş ve tırların hareket etmesine karşı çıkılmıştır. MİT personelinin tırların anahtarlarını vermedikleri anlaşılmaktadır. Tırlardan birinin anahtarı Ö.K. tarafından bir MİT mensubu ile fiziki mücadeleye girişilmesi sonucu elde edilmiş ve bu tır seyrine devam etmiş ise de diğer iki tır burada bekletilmiştir. Seyrine devam eden tırın arıza nedeniyle birkaç kez durakladığı, sonunda jandarma personelince Öğretmenler Bulvarı’nda tır üzerinde arama faaliyetinin icra edildiği ve bu faaliyetin görüntülü kayda alındığı, daha sonra bu tırın tekrar diğer iki tırın bekletilmekte olduğu Kürkçüler mevkiine geri getirildiği anlaşılmıştır. Diğer yandan iki tırın bulunduğu (bekletildiği) yere gelen Cumhuriyet Savcısı A.T., burada tırlardan birinin dorsesine çıkarak incelemelerde bulunmuş ve aramanın yapılması talimatını vermiştir. Başvurucunun talimatıyla tırlarda arama faaliyeti yeniden başlamış, ayrıca bu faaliyet sırasında Jandarma görevlilerince görüntülü kayıt yapılmıştır. Yine Cumhuriyet Savcısı A.T.nin talimatıyla jandarma personeli tarafından tırlarda bulunan malzemeden numune alındığı ve bu malzemeler üzerinde inceleme yapıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun arama sırasında cep telefonuyla kayıt yaptığı da ifade edilmektedir. Arama faaliyetinin devam ettiği sırada Adana İl Emniyet Müdürü ve Adana İl Jandarma Komutanı olay yerine gelmiştir. Yine olay yerine çok sayıda polis memurunun intikal ettiği anlaşılmıştır. Devamında Adana Valisi ve MİT Adana Bölge Başkanı olay yerine gelmiş; burada Cumhuriyet Savcısı A.T. ile Adana Valisi, Adana İl Emniyet Müdürü, Adana İl Jandarma Komutanı ve MİT Adana Bölge Başkanı arasında görüşmeler olmuştur. Bu görüşmeler sırasında arama işlemine devam edilmediği anlaşılmaktadır. Görüşmeler sonucunda MİT personelinin sicil numaraları tespit edilerek tutanağa bağlanmış, ayrıca MİT Adana Bölge Başkanlığı tarafından Adana Valiliğine hitaben düzenlenen "Adana İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler tarafından, 2014 tarihinde Adana-Gaziantep Otobanı Ceyhan gişelerinde durdurulan ve haklarında ihbar olduğundan bahisle arama yapılmak istenen üç (3) Tır, Milli İstihbarat Teşkilatına ait olup, Teşkilatın yurt içi Bölge üniteleri arasında malzeme nakli yapmaktadır. 2937 sayılı Kanun gereği, Teşkilatın görev ve sorumluluğundaki faaliyetler hakkında ancak Sayın Başbakan’ın izni ile işlem yapılabileceği hususu da dikkate alınarak, bahse konu Tır’lara ilişkin uygulamanın sonlandırılması ve benzer bir sorun/engelleme ile karşılaşmadan planlanan intikallerini gerçekleştirmeleri için eskort verilmesi hususunu arz ederim." içeriğindeki yazı örneğinin Cumhuriyet Savcısı A.T.ye (Valilik üst yazısıyla birlikte) verilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine tırlarda arama işlemine devam edilmemiş, söz konusu tırlar MİT Adana Bölge Başkanlığına teslim edilmiştir. Cumhuriyet Savcısı A.T. tarafından tutulan 19/1/2014 tarihli ve 2014/2 Soruşturma sayılı tutanak içeriğine göre A.T., Adana İl Jandarma Komutanının kendisini arayarak aramanın sağlıklı bir şekilde yapılamadığını, idari üstlerinden ve MİT yetkilisi olduğunu iddia eden kişilerden baskı gördüğünü, kolluk olarak arada kaldığını ve işlem yapmakta sıkıntı yaşadığını, olay yerine bizzat kendisinin gelerek konuyu çözmesi gerektiğini bildirmesi üzerine olay yerine intikal etmiştir. Adana Valisi tarafından hem İçişleri Bakanının hem de Başbakanın konu hakkında bilgilerinin olduğu, bu malzemelerin MİT’e ait olduğu, MİT personelinin derhâl salıverilmesi gerektiği yönünde A.T.ye bilgi verildiği anılan tutanakta belirtilmiştir. MİT Müsteşarlığının 6/2/2014 tarihli yazısı ile söz konusu olayda görev alan kişilerin ve araçların "2937 sayılı Kanun ile Müsteşarlığa verilen görev ve yetkiler uyarınca ülkenin millî menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında bulunduğu" Adana Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 10/2/2014 tarihli ve 2014/2 Soruşturma, K.2014/27 sayılı kararı ile olayda görev yapan MİT personeli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"… 4483 sayılı Yasa hükümleri acil ve kaybolması muhtemel delilleri toplamaya izin vermekte iken, sonraki ve özel kanun olan 2937 sayılı yasa md.26 hiçbir istisnaya yer vermemiştir.… Kanun koyucunun 2937 sayılı yasanın genel amacı ve Milli İstihbarat Teşkilatının çalışma esas ve usullerinin gizlilik taşıması dikkate alındığında hatta söz konusu teşkilatın faaliyetlerinin açığa çıkarılmasının diğer yasal düzenlemeler yanında 2937 sayılı yasanın maddesi ile de cezai hükme bağlandığı düşünüldüğünde, yasa koyucunun böyle bir iddiada hiçbir şekilde acil deliller olsa dahi delil toplamaya izin vermediği görülecektir.…Öte yandan çeşitli kanunlarda çeşitli üst düzey kamu görevlilerinin görevle ilgili suçlarında soruşturulmaları, izne ve özel yargılama usulüne bağlanmıştır. Ancak herhangi bir ihbarla ‘gecikmesinde sakınca bulunan hal’ hususu belirtilerek soruşturma işlemi kapsamındaki usulü işlemlere (örneğin evinde ya da aracında veya makam odasında arama, elkoyma, gözaltı vs) girişilmesi durumunda uygulamada ‘izin müessesesinin’ hiçbir anlamı ve yasal koruması kalmayacağı gibi … lekelenmeme hakkı da ağır şekilde ihlal edilmiş olacaktır.Ayrıca söz konusu izin şartı olan özel soruşturma usullerinde kişinin örneğin aracı, evi, makam odası ya da eşyasının delil olarak kişiden farklı ve ayrı olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.…Buradaki ihbarlarla soruşturmayla bağlantıları tümüyle ortaya çıkarılabilecek bir yapının ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatını, tüm faaliyetlerini, çalışanlarını deşifre etmek suretiyle, Türkiye Cumhuriyetinin yabancı istihbarat servisleri karşısında çaresiz ve savunmasız bırakılması amaçlandığı değerlendirilmektedir.…Milli İstihbarat Teşkilatının faaliyetleri ile ilgili Yasası ve işin doğası gereği şeffaf olamayacağı sadece yasada belirtilen şekilde sorumlu olduğu makamlara denetim ve hesap verebileceğinin ve her konuda kamuoyuna tüm bilgileri açıklayamayacağı bilindiğinden, bu ihbarlarla Teşkilatın faaliyetlerinin El Kaide terör örgütü ile bağlantılandırılmaya çalışıldığı, ülkemizin teröre destek veren ülke şeklinde dünyada nitelendirilmesinin amaçlandığı, böylece dünyada ambargo ile karşılaşılabilecek bir altyapının oluşturulmaya çalışıldığı, bu ihbarların nihai amaçlarından birinin de bu olduğu, MİT’in görev faaliyetleri kapsamındaki çalışmalarının söz konusu ihbarlarla sekteye uğratılmasının amaçlandığı değerlendirilmiştir.…MİT’in 2937 sayılı yasanın maddesinde sayılan görevleri yapmasının TCK md. 24 ve 26 uyarınca hem hakkı hem de görevi olduğu, bu kapsamda söz konusu araçlarla yapılan faaliyetlerin, dosya içeriğinde yapılan yazışmalar sonucunda MİT’in görevi kapsamında icra edilen faaliyetlere ilişkin olduğu, bu nedenle olaylarda bir hukuka aykırılık ve suç bulunmadığı, tüm bu sebeplerle 2937 sayılı kanunun maddesi uyarınca soruşturma izni istenmesini gerektirir herhangi bir husus da bulunmadığı anlaşılmıştır."B. İlgili Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 6/6/2016 tarihli ve E.2016/24769 sayılı iddianamesi ile Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) kurucusu ve liderinin de aralarında olduğu yetmiş üç örgüt yöneticisi hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, siyasi ve askerî casusluk yapma, zimmet, nitelikli dolandırıcılık, resmî belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkasına verme, yayma, ele geçirme suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Anılan iddianamede söz konusu MİT’e ait tırların durdurulması ve aranması eylemlerinin FETÖ/PDY mensubu kişilerce ve bu yapılanmanın amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiği ifade edilmiştir (AYM, E.2016/6 ( İş.), K.2016/12, 4/8/2016, § 16). 15/7/2016 gecesi, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmiş olan bir grup tarafından yapılan darbe teşebbüsü sonrasında ise Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20/7/2016 tarihinde, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) maddesinde yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlardan terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri ve jandarma personeline ilişkin tedbirler konulu 31/7/2016 tarihli ve 29787 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 669 sayılı KHK ile başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı asker kişiler kamu görevinden çıkarılmıştır. Tutuklamaya İlişkin Süreç Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca olay sonrasında başlatılan soruşturma sonucunda 15/12/2014 tarihli iddianameyle başvurucu ile birlikte bir kısım şüphelilerin devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları talebinde bulunulmuştur. İddianamede isnat edilen eylemlerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda başvurucu ile beraber diğer şüphelilerin devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarını işledikleri iddiasıyla bazı kamu görevlisi sanıklarla birlikte planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen organizasyonun parçası olarak ve örgütlü bir şekilde hareket ettikleri ifade edilmektedir. İddianameye göre şüpheliler; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Hükûmetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide ve benzeri terör örgütlerine yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amacıyla devletin güvenliği veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgiler olan ve MİT tarafından yasal olarak gerçekleştirilen, özünde devlet sırrı niteliğinde olan faaliyetleri ifşa etmişlerdir. Başvurucunun tutuksuz olarak yargılaması devam ederken Adana Asliye Ceza Mahkemesinin 11/12/2015 tarihli kararıyla dosyalar arasında hukuki, fiilî ve şahsi irtibat bulunduğu gerekçesiyle dosyanın Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece mahkemesinin) E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Öte yandan Selam-Tevhid Kudüs ordusu isimli iddia edilen terör örgütünü konu alan bir soruşturmadaki usulsüzlük iddiaları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliği veya ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken görüşmelerinin dinlendiği, kaydedildiği ve bir kısmının iletişim tespit tutanağı hâline getirilerek terörle ilişkilendirildiği gerekçesiyle başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Savcılıkta verdiği ifadede üzerine atılı suçlamaları kabul etmeyen başvurucu, Başsavcılıkça 9/4/2015 tarihinde diğer şüphelilerle birlikte silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Savcılığın talep yazısında şüphelilere isnat edilen eylemlerle ilgili ayrı ayrı değerlendirmeler yapılmak suretiyle eylemler özetle şöyle ifade edilmiştir:"... Şüphelilerin eylem ve fikir birliği içerisinde, koordineli ve sistematik bir biçimde sahte ihbar ve delil uydurmak suretiyle, Suriye Ülkesi Halep şehri Türkmenlerine yardım götüren Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait tırları durdurdukları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni terörle ilişkilendirmek kasıt ve iradesiyle belli bir mizansen çerçevesinde aradıkları, devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetini deşifre ettikleri, eylemin bütününe bakıldığında ayrıntılarıyla açıklandığı üzere her bir şüphelinin örgütsel hiyerarşik ilişki içerisinde kendine verilen göreviyerine getirdiği anlaşılmıştır." İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 9-10/4/2015 tarihli ve 2015/167 İş sayılı kararıyla başvurucu ile bazı şüpheliler, haklarındaki talebin "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, şüphelilere isnat edilen suçların yasadaki alt ve üst sınırları, isnat edilen suçlardan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunun CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan oluşu sebebiyle adli kontrol kararları yetersiz kalacağı dikkate alınarak ..." kabulüne karar verilerek tutuklanmıştır. Başvurucu buradaki savunmasında da suçlamaları kabul etmemiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Yapılan inceleme neticesinde, şüphelilerin bir kısmının mesai arkadaşı olmaları bir kısmının aynı devre olmaları itibari ile birbirlerini tanıdıkları, şüpheliler H.A,F ve G.B.nin kendi beyanlarından da anlaşılacağı üzere, bölgelerinde Milli İstihbarat Teşkilatının faaliyetlerinin olduğunu bildikleri halde bu tırları durdurmak ve aramaya çalışmak, bu faaliyeti ifşa etmeyi amaçlamak sureti ile müsnet Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediklerine yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunması, Şüpheliler H.G, G.M, H.İ.K, Ö ve E.T.nin uzun süre dinleyip takip ettikleri kişilerin Milli İstihbarat teşkilatı mensubu olduklarını bilmedikleri yönündeki savunmalarının hayatın olağan akışına ters düştüğü, H. ve G.'nin birlikte hareket ederek Adana Jandarma istihbaratta Ö.K.yı ve haber merkezini arayarak yapılması muhtemel operasyonun Adana sınırlarına taşınmasını sağladıkları, Ö.K.nın Adana Jandarma Komutanlığında çalışan ve aşağıda ismi geçen diğer şüphelilerle birlikte hareket ederek tırların durdurulmasına yapılan Milli İstihbarat Teşkilatı faaliyetinin ifşa edilmesine, MİT mensuplarına karşı zor kullanmasına yönelik operasyonu yaptıkları, her ne kadar MİT mensuplarının kendilerini tanıtmadıklarını beyan etseler de MİT yazısının ve MİT mensuplarının beyanlarının tam aksi yönde olduğu, bu doğrultuda tırlarda bulunan malzemelerin ifşası için yoğun çaba harcadıkları, bu eylemle Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin zor duruma düşürülmesinin hedeflendiğinin kendibeyanlarından da yer yer anlaşıldığı, bu itibarla müsnet silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetim ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediklerine yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu dikkate alınarak şüpheliler H.A, F, G.B, H.G, G.M, H.İ.K, Ö, E.T, Ö.K., H.Ö., B.K., İ.A., H.K., İ.Ö.A., İdris Karaçizmeli, S.A., Ç.nin üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, ön görülen cezanın alt ve üst sınırı, isnat edilen suçlardan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçunun CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan oluşu sebebiyle haklarında verilecek adli kontrol kararlarının yetersiz kalacağı ..." Başvurucunun tutuklama kararına karşı yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/4/2015 tarihli verdiği kararla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 11/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılıkça yürütülen soruşturma sonucunda 23/10/2015 tarihli iddianameyle başvurucuyla birlikte toplam yüz yirmi iki şüpheli hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama, silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları talebiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamenin başvurucuyla ilgili kısmı özetle şöyledir:"... diğer şüphelilerle birlikte devlet sırrı kapsamındaki insani yardım faliyetini deşifre etmek maksadıyla arama yaptıkları,HTS kayıtlarının incelenmesi sonucu Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından kendisinin kullanımına tahsis edilen cep telefonu hattından olay günü saat 27 (tırların durdurulmasından yaklaşık bir buçuk saat önce) itibariyle çeşitli basın mensuplarını arayarak olay yerine çağırdığı, basın mensuplarına görüntü aldırtıp servis ettikleri ..." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/11/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2015/297 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesi ile "üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanıklara atılı suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak varsayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, müşteki sayısı ve eylemlerin sayısal yoğunluğu da dikkate alındığında sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Devam eden yargılamada başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkındaki dava (MİT tırları sanıkları yönünden) Mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmiş ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince davanın Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece mahkemesinin) E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesinde yapılan 29/12/2016 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Dairesinde (E.2015/1) devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 90, | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9900 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hukuk kurallarına aykırı olarak hakkında yeniden soruşturma açılması ve yapılan işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyondan dolayı verdiği düşme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 18/4/2019 ve 3/6/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2020/16680 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/14049 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/14049 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta, hakkında bireysel başvuruya konu yargılama dosyasında verilmiş olan müebbet hapis cezası infaz edilmektedir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma kapsamında Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TKP/ML-TİKKO) silahlı terör örgütü üyesi olduğu ve bu örgütün faaliyetleri kapsamında gerçekleştirdiği iddia edilen eylemlerle ilgili olarak 21/3/2000 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, müdafi hazır bulunmaksızın 24/3/2000 tarihinde kollukta, 25/3/2000 tarihinde de Başsavcılıkta alınan ifadelerinde üzerine atılı suçlamaları kabul etmiş, tutuklanmak üzere sevk edildiği sorguda ise önceki beyanlarını kabul etmeyerek bu ifadelerin baskı altında alındığını ileri sürmüştür. Başvurucu hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine açılan ve sonrasında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesi ile yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) devredilen davada yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 26/12/2005 tarihli kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasal düzenini değiştirmek amacıyla silahlı eylemde bulunmak suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesi uyarınca müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtayın 12/7/2006 tarihli kararıyla 29/8/2005 tarihli celsede kâtip ve üye imzasının bulunmaması ve gerekçeli kararın son sayfasının Mahkeme başkanı tarafından imzalanmaması nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir. Bozma üzerine devam eden yargılama sonucu Mahkemece 13/6/2007 tarihinde başvurucu hakkında aynı suçtan yeniden kurulan mahkûmiyet hükmü de Yargıtayın 7/4/2008 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki hükmün yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir. Bu karar üzerine yapılan yargılama sonucu Mahkemece 20/4/2009 tarihinde aynı suçtan müebbet hapis cezasına mahkûmiyetine dair hüküm, Yargıtay tarafından 15/2/2011 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 23/8/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu; soruşturma evresinde müdafi yardımından yararlanma hakkına sistematik olarak kısıtlama getirildiği ve mahkûmiyet kararının müdafi yardımı olmaksızın alınan ifadelere dayandırıldığı hususlarını şikâyet konusu yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti tarafından bu davaya ilişkin AİHM'e 6/9/2018 tarihinde tek taraflı deklarasyon gönderilmiştir. Deklarasyon metni şu şekildedir: "Türkiye Cumhuriyeti, mevcut davada, Mahkemenin yerleşik içtihadı ışığında, Sözleşme’nin 6 §§ 1 ve 3 maddesi kapsamında başvuranın haklarının ihlal edildiğini kabul etmektedir.Hükümet, ayrıca, 15 Temmuz 2003 tarihinde 4928 sayılı Kanun’un, avukata erişim hakkına sistematik sınırlamaya ilişkin hükmü yürürlükten kaldırdığını hatırlatmaktadır.Bununla beraber, Hükümet, 31 Temmuz 2018 tarihli 7145 sayılı Kanun’la değiştirildiği üzere, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 311 § 1 (f) maddesinin, halihazırda, AİHM’nin dostane çözüm veya tek taraflı deklarasyon sonrası bir başvuruyu kayıttan düşürmeye karar verdiği davalarda ceza yargılamalarının yenilenmesi gerektirdiğini vurgulamaktadır. Hükümet, başvuranın Sözleşme’nin maddesi kapsamındaki şikâyetlerine ilişkin olarak, yukarıda belirtilen hukuk yolunun telafi sağlayabilecek nitelikte olduğu kanaatindedir.Dolayısıyla, AİHM önünde derdest olan, yukarıda anılan davanın çözüme kavuşturulması amacıyla Hükümet, Erdal SÜSEM’e yansıtılabilecek tüm vergiler hariç olmak üzere, tüm maddi ve manevi zararların yanı sıra masraf ve giderlere karşılık olarak 500 EUR[O] (beş yüz avro) ödemeyi teklif etmektedir.Bu meblağ, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Türk lirasına çevrilecek ve Mahkeme tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 37 § 1 maddesi uyarınca kabul edilen kayıttan düşürme kararının tebliğini müteakip üç ay içerisinde ödenecektir. Söz konusu meblağın belirtilen üç ay içerisinde ödenmemesi durumunda, Hükümet, bahsi geçen sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödeme gününe kadar geçen sürede, yukarıda bahsedilen miktara, Avrupa Merkez Bankasının söz konusu dönem için geçerli olan marjinal faiz oranına üç puan eklenmek suretiyle elde edilecek oran üzerinden basit faiz ödemeyi taahhüt etmektedir. Bu ödeme, davanın nihai çözümünü teşkil edecektir.” AİHM 30/4/2019 tarihli kararıyla (B. No: 58038/11) başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkına dair şikâyetini anılan deklarasyon kapsamında incelemiştir. Buna göre, tek taraflı deklarasyon metninde yer alan koşulların ve sunulan taahhütlerin yerine getirilmesinin, bu bağlamda talep hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağı, dolayısıyla başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmediği gerekçesiyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kayıttan düşürülmesine karar vermiştir. AİHM kararında, tek taraflı deklarasyon metninde belirtilen şartlara uyulmaması hâlinde başvurunun tekrar kayda alınabileceği belirtilmiştir. Başvurucu 10/10/2018 tarihinde 2018/31172 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ile müdafii 8/7/2019 ve 16/7/2019 tarihli dilekçelerle, anılan kayıttan düşme kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 29/7/2019 tarihli ek kararıyla başvurucu hakkındaki muhakeme ve AİHM önündeki bireysel başvuru sürecinden bahsettikten sonra ihlalin giderilmesi amacıyla yargılamanın yenilenmesi gerektiğini belirterek talebin kabule değer olduğuna ve incelemenin dosya üzerinden yapılmasına karar vermiştir. Anılan kararda ayrıca, AİHM önündeki bireysel başvuruya dair dilekçenin, tek taraflı deklarasyon metninin, asıl davaya ilişkin beyan ve delillerin sunulması için başvurucuya süre verilmiş, bu süre sonunda karar verilmek üzere dosyanın ele alınacağı ifade edilmiştir. Mahkeme dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda 16/1/2020 tarihli ek kararıyla başvurucunun soruşturma evresindeki ikrar içeren beyanının mahkûmiyet gerekçesinden çıkarılmasına ve diğer deliller dikkate alınarak başvurucunun atılı suçu işlediği sabit görülerek yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine karar vermiştir. Ret kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Sanıklar Erdal Süsem ... hakkında yasadışı TKP ML - TİKKO örgütüne üye olmak, bomba ve molotof atmak, örgüt adına tehdit ile para almak, adam öldürmek suçlarından dolayı dava açıldığı, yapılan yargılama sonucu ... sanıklar Erdal Süsem ve [R.A.] hakkında 765 sayılı TCK'nın 146/1 ve 59 maddelerine muhalefetten dolayı müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, bu kararın Yargıtay Ceza Dairesinin 15/02/2011 tarih, 2010/14798-2011/780 sayılı ilamıyla onandığı, infaza verildiği anlaşılmıştır....... Olayımızda hükümlü vekilini[n] başvurusunun odak noktası soruşturma aşamasında müvekkilinin avukat yardımından faydalanmasına engel olunması, yine soruşturma aşamasında avukat katılımı olmaksızın zorla alınan ikrarın hükme dayanak yapılmasıdır. T.C Hükümeti bu hususları Dostane Çözüm kapsamında kabullenmiştir. Bu veriler altında hükümlünün soruşturma aşamasında avukat katılımı olmaksızın alınan ikrarının hükmün dayanağından çıkarılması gerektiği aşikardır.Yargılaması yenilenen davada hükümlünün TKP ML-TİKKO örgütü adına [H.B.nin] 10/02/1999 tarihinde ev ve arabasının kurşunlaması, yine örgüte ait silah ve bombaların hükümlünün evinde ele geçirilmesi, [H.T.nin] öldürülmesi, polis memuru [A.S.nin] 14/04/1999 tarihinde tabancasının gasp edilmesi eylemlerinden sorumlu tutulduğu görülmüştür. Hükümlünün soruşturma aşamasındaki ikrarından sarfınazar edilmesi halinde dahi sorumlu tutulduğu eylemlerle irtibatı sair delillerle sübuta ermektedir. Bu meyanda [H.B.nin] 10/02/1999 tarihinde ev ve arabasının kurşunlanması olayında ele geçirilen kovanların hükümlü Erdal SÜSEM'in suç ortağı [R.A.dan] ele geçirilen silahtan atıldığını ekspertiz raporuyla belirlenmesi, hükümlü Erdal'ın [] isimli kişinin [R.A.ya] vermek üzere kendisine teslim ettiği çantada silah bulunduğunu kabullenmesi, [R.A.nın da] bunu teyid etmesi, yine [H.T.nin] öldürülmesinde kullanılan silahın [A.S.ye] ait 14/04/1999 tarihinde gasp edilen silah olması, bu silahın Erdal SÜSEM tarafından gasp edildiğinin yapılan teşhisle ortaya konması, bu silahın Erdal SÜSEM'in yakalandığı 21/03/2000 tarihine kadar Erdal SÜSEM'de bulunması ve bu silahla yakalanması, keza yakalanan örgütsel dökümanlarda Erdal SÜSEM'in el ve yazı örneklerinin bulunduğuna ilişkin ekspertiz raporunun temin edilmesi, hükümlü Erdal SÜSEM'in üzerinde tabancayla polisle çatışma sonrası yakalanması, Erdal SÜSEM'in evinde yapılan aramada örgüte ait silah ve bombaların ele geçirilmesi, Erdal'ın bu silah ve bombaları kovuşturma aşamasında da kendisine [] isimli bir şahsın verdiğini kabullenmesi gibi sair deliller bulunduğu, bu deliller muvacehesinde hükümlünün yasadışı TKP ML-TİKKO örgütünün üyesi olduğu, örgüt adına [H.T.nin] öldürme olayına katıldığı, [H.B.nin] evinin ve arabasının kurşunlanması olayında yer aldığı, [H.B.yi] korkutarak örgüt adına ondan para tahsil ettiği, örgüte ait bomba ve silahları evinde sakladığı dolayısıyla hükme konu suçu işlediği anlaşılmakla, hükümlü Erdal SÜSEM hakkında mahkememizin vermiş olduğu ... mahkumiyet hükmünde değişiklik yapılmasını gerektirmediğinden reddine karar vermek gerekmiş[tir.]" Başvurucu bu karara yönelik itirazında -diğer hususların yanı sıra -AİHM kararına konu ihlalin usulî eksiklik olarak kabul edilemeyeceğini, ihlalin muhakemenin tüm aşamalarına doğrudan etki etmesi ve kesinleşen önceki hükmü ortadan kaldırması nedeniyle tüm işlemlerin duruşma açılarak yeniden yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu bakımdan başvurucu, AİHM'in benzer bireysel başvurularda verdiği ihlal kararlarına da atıf yaparak incelemenin dosya üzerinden yapılması ve yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedenleriyle Hükûmetin AİHM'e verdiği taahhüdün ve AİHM kararının gereğinin yerine getirilmediğini, ihlalin sonuçlarının giderilmediğini ileri sürmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/3/2020 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Bu karar, başvurucu müdafiine 10/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu COVID-19 salgını nedeniyle sürelerin durması sonucunda 3/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:...f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. " 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:'' Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...… Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:…c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;'' Sözleşmenin “Kayıttan düşürme” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:'' Yargılamanın her aşamasında, Mahkeme aşağıdaki koşulların oluştuğu kanısına varırsa bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilir:...c) Mahkeme’nin saptadığı herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmezse.... Mahkeme, koşulların bunu haklı kıldığı kanısına varırsa, bir başvurunun yeniden kayda alınmasını kararlaştırabilir.'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İç Tüzüğü AİHM İç Tüzüğü'nün “Davanın kayıttan düşürülmesi ve yeniden kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Mahkeme, yargılamanın herhangi bir aşamasında, Sözleşme’nin maddesinde belirtilen koşullar doğrultusunda bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir. Başvuran bir Sözleşmeci Taraf, Yazı İşleri Müdürü’ne davadan çekilme niyetinde olduğunu bildirmesi durumunda, şayet davayla ilgili olan diğer Sözleşmeci Taraf veya Taraflar söz konusu davadan çekilmeyi kabul ederlerse, Daire, Sözleşme’nin maddesi uyarınca başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir. ... Sözleşme’nin maddesinde öngörülen diğer durumlarda, başvuru, kabul edilebilir bulunduğunda ihlal kararı verilerek veya kabul edilebilir bulunmadığında kabul edilemezlik kararı verilerek kayıttan düşürülmektedir. Başvurunun ihlal kararı yoluyla kayıttan düşürülmesi durumunda, söz konusu ihlal kararı kesinleştiğinde, Daire Başkanı, bu kararı davadan çekilmeye ya da davanın çözümüne bağlı olabilecek taahhütlerin yerine getirilmesini Sözleşme’nin maddesinin fıkrası uyarınca denetleyebilmesi için Bakanlar Komitesine göndermektedir.... Bir başvurunun Sözleşme’nin maddesi uyarınca kayıttan düşürülmesi halinde, Mahkeme, düşürülmesine karar verdiği başvurunun yeniden kayda alınmasını haklı gösteren istisnai koşulların bulunduğu kanaatine varırsa başvurunun yeniden kayda alınmasına karar verebilmektedir." AİHM İç Tüzüğü'nün “Tek taraflı deklarasyon” kenar başlıklı 62/A. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... İlgili Sözleşmeci Taraf, Mahkemeden, Sözleşme’nin maddesinin fıkrasına dayanarak başvurunun kayıttan düşürülmesi talebinde bulunabilmektedir.b) Bu türden bir talebin yanında, başvuran açısından Sözleşme’nin ihlal edildiğini ve ilgili Sözleşmeci Tarafın yeterli bir tazminat ödemeyi ve gerektiği takdirde, gereken toplu tedbirleri almayı taahhüt ettiğini açıkça kabul eden bir deklarasyon metni yer almalıdır.... Mahkeme, Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesinin başvurunun incelenmesine devam edilmesini gerektirmediği sonucuna varmak için deklarasyon metninin yeterli bir dayanak sunmadığı kanısına vardığında, başvuran başvurunun incelenmesine devam edilmesini istese dahi, başvurunun tamamının veya bir bölümünün kayıttan düşürülmesine karar verebilmektedir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafinin yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye, [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008 § 51). Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilmek suretiyle ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87). İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren müdafi yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden feragat etmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan feragat edilmesinin geçerli ve etkin olabilmesi için açık bir biçimde dile getirilmesi, ayrıca bu feragatin önemiyle orantılı asgari güvencelerin de bulunması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59). AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, müdafi yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56). AİHM; Sözleşme'nin maddesi bağlamında, devletlerin taraf olduğu başvurulara ilişkin olarak verilen AİHM kararlarıyla bağlı olma yükümlülüğü altına girdiğini vurgulamaktadır (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 137). AİHM'e göre bu, kendisinin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında kendisi tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137). AİHM, taraf devletlerin -AİHM kararında belirtilen sonuçlarla uyumlu olmak kaydıyla- bu yükümlülüklerini ifa edecekleri aracı seçmekte serbest olduklarını vurgulamaktadır. Bununla birlikte AİHM; bazı özel koşullarda, anılan yükümlülüğün ifası bağlamında -sorumlu devlete yardım etmek amacıyla- ihlal bulunmasına yol açan durumun ortadan kaldırılması için alınabilecek özel ve/veya genel tedbirlerin türünü de gösterebileceğini belirtmektedir. AİHM; istisnai bazı durumlarda ise bulunan ihlalin türünün telafi için alınması gereken tedbirler hususunda bir tercih imkânı bırakmayabileceğini, bu hâlde kendisinin hangi tedbirin uygulanacağını kararında gösterebileceğini ifade etmektedir (Del Rio Prada/İspanya, § 138). AİHM Bochan/Ukrayna (2) (B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında Sözleşme’nin maddesinin gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal edildiğine hükmettikten sonra (Bochan/Ukrayna, B. No: 7577/02, 3/5/2007) başvurucu tarafından ulusal mahkemede yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin kural olarak kesin hükme bağlanmış bir davanın yeniden incelenmesini öngören olağanüstü kanun yollarına başvurulara uygulanmayacağını ancak ilgili hukuk sistemindeki söz konusu olağanüstü başvuru yoluna ilişkin yargısal sürecin türü, konusu ve somut özelliklerinin bu tür olağanüstü başvuru yolunu Sözleşme’nin maddesinin kapsamına getirebileceğini ve adil yargılanma güvencelerini bu başvurucular yönünden de geçerli hâle getirebileceğini ifade etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), § 50). AİHM, özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 46-49). AİHM somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendisinin ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesinin temyiz benzeri bir süreç olduğunu gözeterek Hükûmetin başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14049 | Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tek taraflı deklarasyondan dolayı verdiği düşme kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 20/6/2022 tarihinde öğrendikten sonra 8/7/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/74387 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir öldürme olayıyla ilgili olarak yapılan soruşturmanın faillerin bulunmasını sağlayacak düzeyde etkili olmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu olan O. 31/1/2000 tarihinde, Ankara'nın Keçiören ilçesinde kendisine ait işyerinde ateşli silahla yaralanmış, tedavisi devam etmekteyken 5/2/2000 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) başlatılan soruşturma kapsamındaki ölü muayene ve otopsi işlemleri sonucunda O.nin sağ göz çukurunda ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası, boyun solda ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarası olduğu ve ölümünün ateşli silah mermi çekirdeğinin yaralanmasına bağlı kafatası kaide, boyun omuru kırıkları ile beyin kanaması ve omurilik harabiyeti sonucu meydana geldiği anlaşılmış; olay yerinde bir adet 9 mm çaplı mermi çekirdeği bulunduğu, olayın gerçekleştiği marketin boğuşma nedeniyle dağınık olduğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/8/2016 tarihinde, yapılan tüm araştırmalara rağmen faillerin tespit edilememesi nedeniyle zamanaşımı süresi dolana kadar olayın faillerinin daimî olarak aranmasına (daimî arama kararı) karar verilerek bu doğrultuda kolluğa üç ayda bir, başkaca bir yazışmaya gerek olmaksızın aramanın akıbeti konusunda bilgi verilmesi talimatı verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca bilgi sahibi olabilecek çok sayıda şahsın ifadesine başvurulmuş, başvurucu ile eşinin ailevi sorunlar nedeniyle şüphelendiklerini ifade ettikleri şahıslar şüpheli olarak soruşturmaya dâhil edilmiştir. 2/10/2017 tarihinde aralarında maktulün eşi, kayınpederi, kayınbiraderi ile bazı yakınlarının olduğu toplam dokuz şüpheli hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Başvurucu, tanık beyanları ve yaptırılan teşhis dikkate alınarak tespit edilecek şüpheliler hakkında kamu davası açılması gerektiği gerekçesiyle bu karara itiraz etmiş; itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Soruşturmanın daha sonraki aşamasında ilgili kolluk ile Cumhuriyet Başsavcılığı arasında anılan daimî arama kararı kapsamında yapılan yazışmaların dışında kayda değer bir işlem gerçekleşmemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/5/2019 tarihinde, olay hakkında dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karar eylemin olay tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde yaptırıma bağlandığı ve aynı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen on beş yıllık dava zamanaşımının kesilmesine veya durmasına neden olacak herhangi bir usule ilişkin işlem gerçekleşmeden 31/1/2015 tarihi itibarıyla dolduğu gerekçesiyle verilmiştir. Başvurucu bu karara yönelik dava zamanaşımının henüz dolmadığı ve toplanan delillere göre takipsizlik kararının yerinde olmadığı gerekçeleriyle itiraz etmiş, itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/6/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun 23/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmasından sonra, kanun yararına bozma yoluna gidilmesi için yaptığı müracaatın kabul edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 16/4/2021 tarihli ve 2019/3621 esas, 2021/7021 karar sayılı ilamı ile eksik soruşturma yapıldığı gerekçesiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/1/2018 tarihli kararını kaldırmıştır. Bu karar üzerine yeniden inceleme yapan Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 24/12/2021 tarihli kararıyla 24/6/2019 tarihinde verdiği itirazın reddine ilişkin kararın ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 9/5/2019 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına ve dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Ali Emir ve diğerleri, B. No: 2014/16482, 17/1/2019, §§ 41- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25355 | Başvuru, bir öldürme olayıyla ilgili olarak yapılan soruşturmanın faillerin bulunmasını sağlayacak düzeyde etkili olmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlisi tarafından gerçekleştirilen hakaret ve müessir fiil sonucu açılan tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde astsubay olarak görev yapmakta iken istihbarat ihtisas astsubay temel kursuna katılmıştır. Anılan kursun 2/5/2013 tarihinde gerçekleştirilen bitirme sınavında, sınav kâğıdını zamanında teslim etmemesi nedeniyle başvurucuya sınav görevlisi olan Subay N.A. tarafından tokat atılmış ve hakaret edilmiştir. Başvurucu, olayın ertesi günü kendisine tokat atan N.A.dan şikâyetçi olmuştur. Bu talep üzerine düzenlenen iddianame sonucu N.A. hakkında asta müessir fiil ve hakaret suçlarından dava açılmıştır. Yargılamayı yapan Jandarma Genel Komutanlığı Askerî Mahkemesi 15/10/2014 tarihli kararıyla isnat edilen suçların işlendiği sonucuna vararak N.A.nın hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu bu sürecin ardından 13/1/2015 tarihinde N.A.ya karşı Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde manevi tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 27/5/2015 tarihli kararıyla davayı görev yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde zarara neden olan olayın askerlik hizmetine ilişkin bir sınav esnasında, dolayısıyla askerî görevin ifası sırasında meydana geldiği ve bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) görevli olduğu ifade edilmiştir. Görev ret kararı üzerine başvurucu 8/7/2015 tarihinde AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) nezdinde manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme 30/12/2015 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun sınav gözetmeni olarak kamu gücünü kullanan ve dolayısıyla askerî görev ifa etmekte olan bir üstünün müessir fiiline ve hakaretine maruz kalarak olay anı itibarıyla eylemden ve zarardan haberdar olduğu vurgulanmıştır. Başvurucunun 2/5/2013 tarihinden itibaren bir yıl içinde idareye başvurmadığı ve bir yıllık sürenin aşılmasından sonra 13/1/2015 tarihinde görevsiz yargı kolunda dava açtığı ifade edilmiştir. Diğer taraftan kamu görevlilerinin görevin ifası sırasında yol açtığı zararlara ilişkin uyuşmazlıkların idari yargı kolunun görev alanı içinde kaldığında duraksama bulunmadığı hatırlatılmıştır. Sonuç olarak eylem ve zararın öğrenilmesinden itibaren bir yıllık sürenin geçmesinin ardından görevsiz yargı kolunda açılan davanın usulden reddedilmesi üzerine AYİM nezdinde ikame edilen uyuşmazlığın süre aşımına uğradığı ifade edilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Karar düzeltme istemi mahkemenin 4/5/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 17/5/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 7/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz."B. İlgili İçtihat Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/9/2006 tarihli ve E.2006/4-526, K.2006/562 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Memurların ve diğer kamu görevlilerinin kişisel kusur teşkil eden eylemleri Anayasanın 129/ maddesinin kapsamında düşünülemez. Dava dilekçesinde davacı, davalının kişisel kusuruna dayanarak istemde bulunmuştur. Davacı, hakkında hazırlık soruşturması yapan davalının görevini ihmal ettiği, yeterli soruşturma yapmadığı ve geçerli deliller olmadan hakkında dava açtığını iddia ederek onun kişisel kusuruna dayanmıştır. İddia edilen olguların sabit görülmesi halinde Anayasanın 129/maddesi kapsamında değerlendirme olanağı yoktur. Öyleyse mahkemece yapılacak iş davacının iddiası ve davalının eylemleri yasal çerçevede değerlendirilip, incelenerek sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir. Mahkemenin bu yönü gözetmeden yazılı gerekçe ile davanın husumet yönünden reddetmiş olması doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir....Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan nedenlere ve özellikle, Anayasa’nın 129/maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olgular davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesine ve öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilmesi gerektiğine; nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29/3/2006 gün, E: 2006/4-86, K;2006/111 sayılı kararında da aynı ilkenin benimsenmiş olmasına göre; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/10/2007 tarihli ve E.2007/4-640, K.2007/725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Anayasa m. 129/5’de, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalının tanı ve tedavide hatalı davrandığı ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Şu durumda, açıkça kişisel kusura dayanılmıştır. 0 nedenle, Anayasa m.129/5 hükmünün göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir. Mahkemece, işin esasının incelenmesi; davalının kişisel kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Açıklanan nedenlerle, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir....Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle, Anayasanın 129/5 maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu’nun 2000 gün ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 2001 gün ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 2006 gün ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 2006 gün ve 2006/4-526 E. 2006/562 K. Sayılı ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 31/10/2007 tarihli ve E.2007/4-800, K.2007/797 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Davacı, davalı Sağlık Bakanlığına bağlı hastanede davalı Ekrem Yalçın tarafından ameliyat yapıldığını, adı geçen davalı doktorun şahsi kusuru nedeniyle felç olduğunu ve bu durumun Yüksek Sağlık Şurası’nın 11059 sayılı kararı ile sabit olduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Dava dilekçesinden davacının adı geçen davalı doktorun kişisel kusuruna dayandığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar mahkemece, Anayasa’nın 129/ maddesi gereğince, kamu görevlilerinin yetki ve görevlerini yerine getirirken işledikleri kusurdan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla idare aleyhine açılabileceği gerekçesiyle adı geçen davalı hakkındaki dava husumetten reddedilmiş ise de, davacı taraf davalının görevinden ayrılabilen kişisel kusuruna dayalı olarak istemde bulunmuştur. Bu nedenle mahkemece işin esasına girilerek, davalının kişisel kusuru olup olmadığı belirlenerek, kişisel kusur varsa Anayasa’nın 129/maddesinin korumasından yararlanılamayacağı düşünülerek varılacak sonuca göre karar vermek gerekirken, davalı Ekrem Yalçın yönünden davanın husumetten reddi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir...”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir....Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle, Anayasanın 129/maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu’nun 2000 gün ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 2001 gün ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 2006 gün ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 2006 gün ve 2006/4-526 E. 2006/562 K.; 2007 gün ve 2007/4-640 E. 2007/725 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Öncelikle, devlet hastanesinde çalışan kamu görevlisi doktorun eyleminden sorumluluğa ilişkin yasal düzenleme, kavram ve kurumlar irdelenmelidir: Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarında yer almaktadır. ...Anayasa’nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan devlet bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır. ...Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son, 129/5 maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; 'memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği' açıkçaifade edilmiştir.Uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/5 maddesinde yer alan 'yetkilerini kullanırken işledikleri kusur' ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada 'kusur' ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır: Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul görmüş tanıma göre; kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası; kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup; bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır....İdare hukuku ilkeleri çerçevesinde olaya bakıldığında ise, bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabileceği bilinen ilkelerindendir (Danıştay Daire T. 1989 gün ve 1988/1042 E.; 1989/857 K. sayılı ilamı). Yeri gelmişken 'yetkilerini kullanırken' ve 'bu görevleri yerine getiren personel' kavramlarıyla amaçlanın ne olduğu üzerinde durulmalıdır: Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da, zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından 'görevini yerine getirirken' ve 'görevle ilgili yetkilerini kullanırken' gerçekleştirilmiş olmasıdır. Şu halde 'görevin ifası' 'yetkinin kullanılması' ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmuş olmalıdır. ...Öte yandan, kamu görevlisinin, hizmet içinde veya hizmetle ilgili olmak üzere tutum ve davranışının suç oluşturması ya da hizmeti yürütürken ağır kusur işlemesi veya düşmanlık, siyasal kin gibi kötü niyetle bir kişiye zarar vermesi halinde dahi bu durum, aynı zamanda yönetimin gözetim ve iyi eleman seçme yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle hizmet kusuru da sayılmalı ve bu nedenle açılacak dava idareye yöneltilmelidir. Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle ilgili bir durum var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmakta ve bu husus, 657 sayılı Yasanın 13’üncü maddesindeki “kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar” ibaresinde ifadesini bulmaktadır. Diğer taraftan, Anayasa’nın 129/5 maddesinde 'kusur' şartından bahsedildiğine göre yetkisini kullanan memurun veya kamu görevlisinin işlediği eylemin kasten mi yoksa ihmalen mi gerçekleştirdiğine bakılmaksızın bu eylemlerinden doğan davaların ancak idare aleyhine açılması gerektiğinin kabulü zorunludur. Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmelerde yukarıda açıklanan anayasal ve yasal düzenlemeler ile kurum ve kavramlar değerlendirilmiş; Öncelikle, açıklanan anayasal ve yasal düzenlemelerin amacı tartışılmış; gerek Anayasa, gerekse Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan düzenlemelerin, memur ve kamu görevlisinin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı; daha sonra ilgilisine rücu edilmek üzere ilk etapta devletin sorumluluğuna giderek, mağdura zararını daha iyi bir şekilde giderecek bir muhatap ve tereddütsüz bir yargı yolu sağladığı; bugüne kadar ki uygulamada, kamu personelinin mali sorumluluğunu çözmek için “hizmet kusuru” ve “kişisel kusur” ayrımına gidilmiş olmasının yerinde olmadığı, zira yasada böyle bir unsur bulunmayıp; bunun tamamen idare ile memur arasında görülecek rücu davasının sorunu olduğu; öte yandan, Anayasa’nın 129/5 maddesinde sayılan görevlinin görevini yerine getirirken veya yetkilerini kullanırken kasten islediği eylemin bu koruma altına girip girmeyeceğine ilişkin olarak da, yasanın 'kusur' ifadesi kullanması karşısında eylemin kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın idarenin sorumluluğuyla güvence altına alındığı, ceza mahkemesinde yargılanmasının hatta ceza almasının dahi öneminin bulunmadığı, bunun da ancak rücu davasında dikkate alınacağı; sonuçta, memur ve kamu görevlisinin görevi sırasında hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı bu nedenle açılacak davanın idare aleyhine açılması gerektiği; görev yapılan yerde dahi olsa memur ve kamu görevlisinin yaptığı iş ile ilgisi olmayan eylemlerin varlığı halinde ise bu eylemden memurun kişisel olarak sorumlu tutulacağı, bu nedenle açılacak davaların da ancak adli yargıda ve kamu görevlisi veya memur aleyhine açılabileceği, ilke olarak oyçokluğu ile kabul edilmiştir. Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece, dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmışlardır. Davacıların bu iddiası, içerikçe davalı doktorun görevi sırasında ve yetkisini kullanırken işlediği bir kusura ve bu kusurun niteliği itibariyle de kamu görevlisinin ihmaline dayanmaktadır. Hal böyle olunca, davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise, dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Yukarıda açıklanan nedenlerle, Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi usul ve yasaya uygun olup, direnme kararının onanması gerekir." Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 18/5/1992 tarihli ve E.1992/15, K.1992/18 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"TC. Merkez Bankasında memur olan davacı, sicil amirlerinin kendisine kin, garez ve kötüniyetle sicil verdiklerini, sicilde yazılı ifadelerin hakaret teşkil ettiğini ve suç isnadı anlamı taşıdığını ileri sürerek tazminata mahkum edilmeleri istemiyle adli yargı yerinde 1991 günlü dilekçe ile manevi tazminat davası açmıştır.Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesi; 1991 gün ve 611-768 sayıyla; davalı ve davacının Merkez Bankası personeli olduğu, personelin özel statüsünün Merkez Bankası Kanunu ile düzenlendiği, bu Kanunda ayrı bir düzenleme olmaması halinde Devlet Personel Kanunu hükümlerinin uygulanacağı görüşüyle, davalıların sicil amiri olarak özel kasıtla da olsa kötü sicil vermelerinin idari tasarruf olduğu ve idari tasarrufun denetiminin de idari yargı yerinde tam yargı davası olarak incelenebileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.Davacı, aynı istek ve iddialarla 1992 tarihinde davalılara karşı idare mahkemesinde dava açmıştır.Kayseri İdare Mahkemesi; 1992 gün ve 108-107 sayıyla: İdari işlemler nedeniyle açılacak iptal ve tazminat davalarının uyuşmazlığa yol açan işlemi tesis eden ve yürüten icra birimine veya onun en yüksek makamına yöneltilmesi gerektiği, davada ise sicil amirlerinin hasım gösterildiği, davacının gerçek kişiler aleyhine açtığı davanın Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun , ve Borçlar Kanunu`nun ve devam eden maddeleri uyarınca adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş bu karar da temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir....Davacı ve davalılar TC. Merkez Bankası personelidir. Görevli yargı yerinin tayin edilebilmesi için öncelikle TC. Merkez Bankasının ve memurlarının kamu kuruluşları arasındaki yerinin ve statüsünün belirlenmesi gerekmektedir....Olayda davacı ve davalılar üçüncü kişi olmayıp bankanın personel rejimine göre atama tasarrufu ile işe alınan kamu görevlileridir. Dava konusu edilen husus da davacının özlük hakkını ilgilendirmekte ve davalıların ifa ettikleri kamu görevleriyle ilgili idari işleme ilişkin bulunmaktadır. Anayasa`nın 129/ maddesi; "memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir." hükmünü içermektedir. Anayasa`nın bu kuralının kabul amacı, memur veya diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken yaptıkları işlerden dolayı, haklı haksız yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan görülmesini sağlamak ve aynı zamanda mağdur olan kişiye de kamu görevlisine nazaran ödeme gücü daha yüksek bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.Burada sözkonusu edilen kusur hiç kuşkusuz, hizmetten ayrılması mümkün olmayan kusurdur, yoksa kamu personelinin görevi ve yetkilerinden, kullandığı araç ve gereçlerden, resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla, suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemleri, Anayasal korumanın dışında ve dolayısıyla personelin doğrudan doğruya kişisel sorumluluğunu gerektiren hukuk alanı içindedir. Sicil amirleri, amiri oldukları kişiler hakkında sicil düzenlerken ön önemli olan yetkilerinden birini kullanırlar. Bu nedenle, emri altındaki personele sicil verirken sicil belgelerindeki niteliklere tam bir tarafsızlık, adalet ve vicdani kanaatle not takdir etmek zorundadır.Önemi son derece büyük sicil verme işlemi, görev kusuru olarak değerlendirilebildiği takdirde, kişisel kusura dayanılarak sicil üstleri haklarında adli yargı yerinde doğrudan doğruya dava açılmasına Anayasal açıdan imkan yoktur. Bu nedenle, adli yargı yerinde kişiler aleyhine açılan davanın hzmet kusuru ya da hizmet kusuru ile kişisel kusurun tedahülü durumunda reddi, aksi halde davalılar yönünden bir karara bağlanması gerekirken görevsizlik kararı verilmiştir.İdari yargı düzeninde, ancak Devlete veya diğer kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir. Kamu ajanı da olsa gerçek kişiler kural olarak idari yargı önünde davalı mevkiinde bulunamazlar.Adliye Mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine idari yargı merciinde yeniden açılan dava kamu tüzel kişilerinden herhangi birisi aleyhine değil de doğrudan doğruya kamu ajanları aleyhine açıldığına göre, idarenin bütünlüğü esasına istinaden 2577 sayılı Yasanın 15/c bendi uyarınca gerçek hasma tebligat suretiyle eksikliğin giderilmesi olanağı da yoktur. Bu durum karşısında davanın reddi gerekirken görevsizlik kararı verilmesi doğru değildir.Açıklanan nedenlerle, Kayseri İdare Mahkemesi`nin 1992 gün ve 107-108 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10568 | Başvuru, kamu görevlisi tarafından gerçekleştirilen hakaret ve müessir fiil sonucu açılan tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, mahkeme kararı ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/12/2013 tarihinde Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuran tarafından, Gaziantep ili, Nizip ilçesi, Saray köyünde bulunan taşınmaz üzerindeki muhdesat için takdir edilen kamulaştırma bedelinin arttırılması için Nizip Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkemenin 14/7/1998 tarih ve E.1998/1219, K.1999/495 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verilmiş, kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/11/1998 tarih ve E.1998/13312, K.1998/15494 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Mahkeme tarafından hükmedilen kamulaştırma bedelinin 330,98 TL'lik kısmı (yasal faiziyle birlikte) başvurana 23/7/2001 tarihinde ödenmiştir. Başvuran, geriye kalan alacaklarının tahsili amacıyla Nizip İcra Dairesine başvurarak ilamlı icra takibinde bulunmuş, takip üzerine başvurana 22/12/2009 tarihinde alacağın son kısmı olarak 712,46 TL ödenmiştir. Başvuran, yukarıda belirtilen Mahkeme kararında adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek, faiz başlangıç tarihinin kararın kesinleşme tarihi esas alınarak yıllık enflasyon oranlarında belirlenmesi gerekirken yasal faize hükmedilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi zarara karşılık 000 Avro, kararın geç icra edilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zarara karşılık 000 Avro ve yaptığı yargılama giderleri nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zarara karşılık 000 Avro tazminatın ödenmesi istemiyle 21/1/2010 tarihinde 7276/10 başvuru numarasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmıştır. AİHM, yapılan bu başvuru hakkında halen karar vermiş değildir. 9/1/2013 tarih ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından başvurucu, 7/3/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvuru yaparak, AİHM başvuru formuna atıfla, aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını istemiştir. Komisyon, 11/9/2013 tarih ve K.2013/479 sayılı kararıyla, başvuranın “kesinleşmiş mahkeme kararının süresinde icra edilmesini isteme hakkının” ihlal edildiğinin anlaşıldığı, buna göre, AİHM’in konuya ilişkin yerleşik içtihatları göz önünde bulundurularak, hakkaniyet ölçüsünde ve taleple bağlı kalınarak takdiren toplam 700,00 TL’nin 6384 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tazminat olarak ödenmesine, Komisyonun 6384 sayılı Kanun'un kapsamını düzenleyen maddesi gereğince, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve mahkeme kararlarının icra edilmemesi veya geç ya da eksik icra edilmesine yönelik iddiaları incelemekle yetkili olduğu belirtilerek, başvuran tarafından dilekçede yer verilen diğer ihlal iddiası ve talepleri yönünden yetkisizlik nedeniyle “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir Başvurucu bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş ve AİHM’e yaptığı başvurudaki taleplerini yinelemiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 9/10/2013 tarih ve İ.2013/146, K.2013/119 sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 26/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. B. İlgili Hukuk 6384 sayılı Kanun’un , , , , ve maddeleri şöyledir:“Amaç MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.KapsamMADDE 2 – (1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.(2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir.(3) İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.…Komisyon ve çalışma esaslarıMADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilir.(2) 9 uncu madde hükmü saklı kalmak üzere Komisyon üyelerine, müracaatlar sonuçlandırılıncaya kadar başka bir görev verilmez.(3) Komisyon, üye sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verir.(4) Komisyonun sekretarya hizmetleri Bakanlık tarafından yürütülür.(5) Kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek zorundadır.…Müracaatın reddi MADDE 6 – (1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini, tespit ederse müracaatı reddeder.Müracaat hakkında karar ve karara itirazMADDE 7 – (1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.(4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır.Kararın ilgili adli veya idari mercie bildirimiMADDE 8 – (1) Komisyona yapılan müracaat sonucunda Komisyonun kesinleşen kararlarının bir örneği müracaata konu işlemin yapıldığı adli veya idari mercie gönderilir.(2) Müracaata konu işlem henüz sonuçlandırılmamışsa ilgili adli veya idari merci tarafından bu işlem ivedilikle sonuçlandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9789 | Başvurucu, mahkeme kararı ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın 35. , 36. ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası şehit edildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/8/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, güvenlik kaygısı nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiş;terör örgütü mensupları tarafından babasının 2/6/1997 tarihinde şehit edildiğini beyan etmiştir. Başvurucu 6/12/2006 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 24/9/2010 tarihli ve 2010/1-238 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Dağçatı köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden ailelerin bulunduğundan bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Batman İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Batman İdare Mahkemesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2011/1821, K.2011/1955 sayılı kararı ile Batman İl Jandarma Komutanlığının ilgili yazısında Dağçatı köyünün1993 ile 2000 tarihleri arasında kısmen boşaldığının ifade edildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Dağçatı köyünde geçici köy korucusu ve gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin olduğu, korucu aileleri haricinde köyde 48 hanenin bulunduğu; köy nüfusunun 1990 yılında 581, 1997 yılında 563, 2000 yılında 719 kişi olduğu; 1990 ile 2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Dağçatı köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/4599, K.2013/568 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Karar başvurucuya 31/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6341 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası şehit edildiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/3/2007 tarihinde kira sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek tazminat davası açmıştır. Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesi 20/4/2007 tarihli kararı ile davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğini belirterek görevsizlik kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/6/2007 tarihli ilamıyla onanmıştır. Görevsizlik kararı üzerine yargılamaya Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/568 sayılı dosyasında devam edilmiştir. Mahkeme 3/4/2013 tarihli kararı ile başvurucunun davasının kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/5/2014 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2014/648 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2987 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, adli sicil arşiv kaydı esas alınarak ihale süreci sonunda idare ile yaptığı sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 8/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 22/7/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı örgüte üye olma suçu nedeniyle hapis cezasıyla cezalandırılmış; cezası infaz edilerekadli sicil arşiv kaydına alınmıştır. Tuzla Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğünün uhdesinde olan "İdare Malı Bordür ve Kilittaşı ile Tretuar Yapılması" işi, anılan idarece başvurucunun temsilcisi olduğu A. İnşaat firmasına 8/4/2010 tarihinde ihale edilmiş 3/5/2010 tarihinde işlem onaylanmış ve 2/6/2010 tarihine idare ile başvurucu arasında sözleşme imzalanmıştır. Başvurucu, söz konusu sözleşmenin imzalanması için gerekli olan 31/5/2010 tarihli adli sicil belgesini idareye sunmuştur. Anılan adli sicil belgesinin konusu "özel iş, işçi" olarak belirtilmiş, verileceği kurum kısmı ise boş bırakılmıştır. Tuzla Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğünün 10/6/2010 tarihli kararı ile başvurucuya 5/1/2002 tarih ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası gereğince sözleşmesinin feshedildiği ve teminatın gelir kaydedileceği bildirilmiştir. İdarece fesih işlemine gerekçe olarak 4/6/2010 tarihinde e-posta ile yapılan bir ihbar üzerine Tuzla Cumhuriyet Başsavcılığından alınan 7/6/2010 tarihli adli sicil ve arşiv kaydına göre başvurucunun terör suçundan hükümlü olması gösterilmiştir. Başvurucunun anılan işlemin iptali talebiyle açtığı dava, İstanbul İdare Mahkemesinin 25/3/2011 tarihli ve E.2010/1555, K.2011/746 sayılı kararı ile oyçokluğuyla reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının mahkumiyeti ve bunun infaz edildiği konusunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamakta olup, uyuşmazlık infazı gerçekleşmiş bir suçun 4734 sayılı Yasanın maddesinin tanımladığı anlamda ihalelere girme yönünde bir engel oluşturup oluşturmayacağı hususundan kaynaklanmaktadır. ...Kanunda belirtilen suçlardan hükümlü bulunma durumunun sadece kişinin cezasının infaz edildiği zamanı yani infaz hali durumunu değil infazının tamamlanmış olma halini de kapsadığı, bir diğer deyişle bu suçları işlemiş ve cezası kesinleşm(iş) olanları cezalarının ister infazı aşaması olsun isterse infazının tamamlanmış olması hali olsun hiç bir şekilde ihalelere katılamamayı öngörmektedir.Olayda ise davacının terör suçundan dolayı mahk(u)m olduğu ve cezanın infaz edilerek arşiv kaydına alındığı anlaşılmıştır.Bu durumda davalı idarece gerçekleştirilen işlemde mevzuata aykırı bir durum bulunmamaktadır."Karşıoy gerekçesi şöyledir:"... Kanunda açıkça bir düzenleme bulunmadıkça, idarenin yasa hükmünü ilgililerin aleyhine yorumlaması hukuken kabul edilemez. Esasen, cezasını çekmiş olup da sonradan başka bir suç işlemeyenler ıslah olmuş sayılacağından bu kişilerin kendilerine tanınan bütün hakları serbestçe kullanabileceği kabul edilmelidir. Aksi bir düşünce, işlenen bu suça, yasayla verilen hürriyeti bağlayıcı ceza yanında, yasa öngörülmeyen başka cezaların da verilmesi (örneğin ticari ve ekonomik faaliyetlerde bulunmamak gibi) sonucunu doğuracağından hukuken kabul edilemez.Öte yandan...davacı ihaleye katılırken adli sicil bilgileri yönünden idareyi yanıltmamış ise, sözleşmenin yapılması sırasında idarenin gerekli denetim ve incelemeyi yapmayarak kusur işlediği kabul edilmelidir. Dolayısıyla, sözleşme feshedilse dahi, davacıya yöneltilecek bir kusur yoksa, kesin teminatın ilgiliye iadesi gerekeceğinden, teminatın irat kaydedilmesi de hukuka aykırılık oluşturmaktadır...." Anılan karar Danıştay Onüçüncü Dairesinin 23/12/2011 tarihli ve E.2011/3116, K.2011/6041 sayılı kararı ile gerekçesi değiştirilerek oyçokluğuyla onanmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde cezai mahkumiyetin sonucu olarak mahkum olan kişilerin belli hakları kullanmaktan yoksun olduğu hükme bağlanmış, Kanunun maddesinde ise memnu hakların iadesinin şartları düzenlenmiş. Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun ve devamı maddelerinde ise memnu hakların iadesine ilişkin usul hükümlerine yer verilmiştir. 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ise memnu hakların iadesi kurumuna yer verilmemiştir.5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde kişinin işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkum olduğu hapis cezasının infazının tamamlanmasına kadar maddede belirtilen hakları kullanamayacağı beliılilmekle, cezanın infazının sona ermesiyle birlikte belli hakları kullanmaktan yoksun olma durumunun da kendiliğinden ortadan kalkacağı hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde de Kanun’da belli haklardan yoksun olma durumunun cezanın infazının tamamlanmasıyla sona ereceğinden ayrıca memnu hakların iade edilmesi kurumuna yer verilmediği belirtilmiştir.Gerek 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde gerekse de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde yer alan memnu hakların iadesi ile ilgili hukuki durum bu şekilde olmakla birlikte, mevzuatımızda 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun maddesinde düzenlendiği gibi Türk Ceza Kanunu’nun dışındaki kimi kanunlarda da cezai bir mahkumiyetin sonucu olarak kimi haklardan yoksun olma durumunun oluşacağı hükme bağlanmıştır. Ancak bu kanunlardaki mahkumiyetin sonucu olan hak yoksunluklarının içeriği Türk Ceza Kanununda düzenlenen hak yoksunluklarından farklı olduğundan, diğer bir ifadeyle 4734 sayılı Kanun'da yer alan hak yoksunluğu Türk Ceza Kanunu'nun maddesinden kaynaklanmadığından Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde yer alan ve hak yoksunluğunun cezai mahkumiyetin infazının tamamlanmasıyla kendiliğinden sona ereceğine ilişkin kural bu yoksunluklar açısından uygulama alanı bulmamaktadır.Kanun koyucu tarafından Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlardan kaynaklanan hak yoksunluklarının ortadan kaldırılması için 2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun'la 5352 sayılı Adli Sicil Kanununa 13/A maddesi eklenmiş, bu maddede Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda yer alan belli bir mahkumiyetin sonucu olarak belli haklardan yoksun olma halinin sona erdirilebilmesi için ceza mahkemesine başvurularak bu yoksunlukların geri verilmesinin istenilebileceği, ceza mahkemesi tarafından da maddede yazılı şartların varlığı halinde hak yoksunluğunun iade edilmesine karar verilebileceği hükme bağlanmıştır.Bu durumda, davacının hak yoksunluğu niteliğindeki ihalelere katılmasına ilişkin yasak Türk Ceza Kanunu dışındaki bir kanun olan 4734 sayılı Kanunun maddesinden kaynaklandığından, bu yoksunluğun ortadan kaldırılıp davacının yasaklanmış olduğu hakların geri verilebilmesi ve davacının ihalelere katılabilmesi için 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun l3/A maddesi gereğince yetkili ve görevli ceza mahkemesine müracaat ederek yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna başvurması, ancak ceza mahkemesi tarafından yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı verilmesi durumunda ihalelere katılabilecaği açık olup, dosya çeriğinden, davacının uyeşmazlık konusu ihaleye katıldığı tarihte ceza mahkemesinden yasaklanmış hakların geri verilmesine ilişkin bir karar almadığı anlaşıldığından, davacı ile imzalanan sözleşmenin feshedilerek yatırmış olduğu kesin teniinatın gelir kaydına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından davacının 3713 sayılı Kanun gereğince terör suçu alarak kabul edilen bir suçtan dolayı kesinleşmiş br mahkumiyeti bulunduğundan bahisle ihaleye katılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar veren Mahkeme kararı sonucu itibariyle hukuka uygun görülmüştür."Karşıoy gerekçesi şöyledir:"... Olayda, davacının 3713 sayılı Kanunun kapsamına giren bir suçtan dolayı almış olduğu hapis cezasının infazının uyuşmazlık konusu ihaleye katıldığı tarihte tamamlandığı açıktır. Bu nedenle davacının 3713 sayılı Kanun'un kapsamına giren bir suçtan dolayı hüküm giymiş ve bu cezanın infazının tamamlanmış olmasının ihaleye katılmaya engel teşkil etmeyeceği açık olduğundan davacının mahkumiyet cezasının gerekçe gösterilerek ihale sözleşmesinin feshedilerek kesin teminatının gelir kaydedilmesine ilişkin dava konu işlemde ve bu işleme karşı açılan davanın reddine karar veren temyize konu Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmadığından, temyize konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyoruz." Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 14/3/2013 tarihli ve E.2012/2617, K.2013/736 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 5/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu bireysel başvuru formunda, Kamu İhale Kurumunun 21/1/2011 tarihli ve 1606 sayılı kararıuyarınca irat kaydedilen teminatın tarafına iade edildiğini bildirmiştir.B. İlgili Hukuk 4735 sayılı Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Yüklenicinin, ihale sürecinde Kamu İhale Kanununa göre yasak fiil veya davranışlarda bulunduğunun sözleşme yapıldıktan sonra tespit edilmesi halinde, kesin teminat ve varsa ek kesin teminatlar gelir kaydedilir ve sözleşme feshedilerek hesabı genel hükümlere göre tasfiye edilir.” 4/1/2002 tarih ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun "İhaleye katılamayacak olanlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile dördüncü fıkrası şöyledir: “(Değişik: 20/11/2008-5812/4 md.) Aşağıda sayılanlar doğrudan veya dolaylı veya alt yüklenici olarak, kendileri veya başkaları adına hiçbir şekilde ihalelere katılamazlar:a) Bu Kanun ve diğer kanunlardaki hükümler gereğince geçici veya sürekli olarak idarelerce veya mahkeme kararıyla kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanmış olanlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan veya örgütlü suçlardan veyahut kendi ülkesinde ya da yabancı bir ülkede kamu görevlilerine rüşvet verme suçundan dolayı hükümlü bulunanlar. ...Bu yasaklara rağmen ihaleye katılan istekliler ihale dışı bırakılarak geçici teminatları gelir kaydedilir. Ayrıca, bu durumun tekliflerin değerlendirmesi aşamasında tespit edilememesi nedeniyle bunlardan biri üzerine ihale yapılmışsa, teminatı gelir kaydedilerek ihale iptal edilir.” 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 5812 tarihli Kanun'la değiştirilen maddesinin birinci fıkrasının(a) bendinin gerekçesi şöyledir:"Tasarının 4 üncü maddesi; 4734 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde bir düzenleme öngörülerek, söz konusu bendde mevcut hükümlere ek olarak, sürekli kamu ihalelerinden yasaklı olanlara yabancı bir ülkede kamu görevlilerine rüşvet verme suçundan dolayı hükümlü bulunanların da ilave edilmesi ve diğer Kanunlarla ifade birliğinin sağlanması amacı doğrultusunda ihdas edilmiştir." 25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun Kanun’un "Yasaklanmış hakların geri verilmesi" kenar başlıklı 13/A maddesi şöyledir:"(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla,a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması gerekir....." 5352 sayılı Kanun’un 13/A maddesinin gerekçesi şöyledir: “(6/12/2006-5560/38 md.) Maddeyle, 5352 sayılı Kanuna 13/A maddesi eklenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesindeki düzenlemeye göre, belli bir suçtan mahkumiyete bağlı süresiz hak yoksunluğundan söz edilemez. İşlediği suç dolayısıyla toplumda kişiye karşı duyulan güven sarsıldığı için suçlu kişi, özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmaktadır. Ancak, bu hak yoksunlukları süresiz değildir. Cezalandırılmakla güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre, 53 üncü maddede suça bağlı hak yoksunluklarının da belli bir süreyle sınırlandırılması yönünde düzenleme yapılmıştır. Türk Ceza Kanununda, belli bir suçu işlemekten dolayı cezaya mahkûmiyetin sonucu olarak ömür boyu devam edecek bir hak yoksunluğu söz konusu olmadığı için, yasaklanmış hakların geri verilmesi müessesesine ilişkin düzenleme yapılmamıştır.Ancak, 5352 sayılı Adlî Sicil Kanununun Geçici 2 nci maddesinde, diğer kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin, belli hakları kullanmaktan süresiz olarak yoksun bırakılmasına ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki süresiz hak yoksunluğu doğuran bu hükümlere rağmen, yasaklanmış hakların geri verilmesi yolunun kapalı tutulması, uygulamada ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu sorunların çözümüne yönelik olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin süresiz olarak kullanmaktan yasaklandıkları hakları tekrar kullanabilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.” 5352 sayılı Kanun'un "Adli sicil bilgileri verilebilecek olanlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Adlî sicil bilgileri, kullanılış amacı belirtilmek suretiyle;a) İlgili kişiye veya vekâletnamede açıkça belirtilmek koşuluyla vekiline,b) Kamu kurum ve kuruluşlarına, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına,verilebilir.” 5352 sayılı Kanun'un "Adlî sicil bilgilerinin silinmesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Adlî sicildeki bilgiler;a) Cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması,b) Ceza mahkûmiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikayetten vazgeçme veya etkin pişmanlık,c) Ceza zamanaşımının dolması,d) Genel af,Halinde Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek, arşiv kaydına alınır." 5352 sayılı Kanun'un "Arşiv bilgilerinin istenmesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:" Arşiv bilgileri;a) Kullanılış amacı belirtilmek suretiyle, kişinin kendisi veya vekâletnamede açıkça belirtilmiş olmak koşuluyla vekili,b) Bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında Cumhuriyet başsavcılıkları, hâkim veya mahkemeler,c) Yetkili seçim kurulları,d) Özel kanunlarda gösterilen hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşları,tarafından istenebilir.” 5352 sayılı Kanun'un "Adlî sicil ve arşiv bilgilerinin gizliliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Adlî sicil ve arşiv bilgileri gizlidir. Bu bilgiler, görevlilerce açıklanamaz ve bu Kanun hükümlerine göre verilen kişi, kurum ve kuruluşlarca veriliş amacı dışında kullanılamaz.” 5352 sayılı Kanun'un "Adlî sicil ve arşiv bilgilerinin silinmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(Değişik: 5/4/2012-6290/2 md.) Arşiv bilgileri;a) İlgilinin ölümü üzerine,b) Anayasanın 76 ncı maddesi ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren; Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla onbeş yıl geçmesiyle, Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmesiyle,c) Diğer mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmesiyle tamamen silinir.(2) Fiilin kanunla suç olmaktan çıkarılması halinde, bu suçtan mahkûmiyete ilişkin adlî sicil ve arşiv kayıtları, talep aranmaksızın tamamen silinir.(3) Kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararına ilişkin adlî sicil ve arşiv kaydı tamamen silinir.…” 7/9/2005 tarihli ve 25929 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adli Sicil Yönetmeliği'nin "Adlî sicil bilgileri verilebilecek olanlar" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Adlî sicil bilgileri, kullanılış amacı ve verileceği merci belirtilmek suretiyle; ilgili kişiye veya vekâletnamede açıkça belirtilmek koşuluyla vekiline, kamu kurum ve kuruluşlarına, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına verilebilir.Taleplerin yazılı olarak yapılması sırasında, adlî sicil bilgisinin niçin istendiğinin belirtilmesi ve nüfus kimlik bilgilerini içeren belgenin dilekçeye eklenmesi; kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarınca da kimlik bilgilerinin tereddüde yer vermeyecek şekilde bildirilmesi zorunludur.” 5352 sayılı Kanun'un Anayasa'nın maddesi ile özel kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyet kayıtlarının arşivden silinemeyeceğine ilişkin düzenlemeler (5352 sayılı Kanun'un Geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının "Anayasanın 76'ncımaddesi ile özel kanun hükümleri saklıdır" biçimindeki son cümlesi ve (2) numaralı fıkrasının " ...Anayasanın 76'ncımaddesi ile özel kanunlarda sayılan suç ve mahkumiyetler dışındaki kayıtlar için..." bölümü), Anayasa Mahkemesinin 20/1/2011 tarihli ve E.2008/44, K.2011/21 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5199 | Başvuru, adli sicil arşiv kaydı esas alınarak ihale süreci sonunda idare ile yaptığı sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İzmir İl Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen Sosyal Medya Tespit Tutanağı'nda başvurucunun Facebook isimli internet sitesindeki profilinden PKK/KCK terör örgütü lehinde paylaşımlar yaptığının bildirilmesi üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma kapsamında 20/12/2018 tarihinde gözaltına alınan başvurucu; soruşturmada alınan ifadesinde, ilgili sosyal medya hesabının kendisine ait olduğunu ancak paylaşımları kendisinin yapmadığını ve atılı suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucunun evinde yapılan aramada suç unsuru taşıyan bir delil tespit edilmemiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında adli kontrol uygulanması istemiyle İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinden (Hâkimlik) talepte bulunmuş, Hâkimliğin 21/12/2018 tarihli kararı ile başvurucu hakkında yurt dışına çıkışının yasaklanması şeklinde adli kontrol uygulanmasına ve başvurucunun serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Başsavcılık 17/6/2019 tarihinde başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında iddianame düzenlemiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda başvurucunun üzerine atılı eylemin kanunda suç olarak düzenlenmemesi nedeniyle beraatine karar verilmiştir. Anılan karar istinaf yoluna başvurulmadan 5/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 11/12/2019 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) hukuka aykırı arama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; hiçbir hukuki neden olmadan uygulanan arama ve gözaltı tedbirleri nedeniyle 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 9/9/2020 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuya 106,86 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince yapılan istinaf incelemesi sonucunda Mahkemenin hükmünde yer alan "000,00 TL" ibaresinin hükümden çıkarılmasına ve bu kısma "300,00 TL" eklenmesi suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar başvurucunun vekilince 29/1/2021 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 8/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9286 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacağının ödenmediği gerekçesiyle açılan davada ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun işçilik alacaklarına ilişkin açtığı davada Rize İş Mahkemesi 25/1/2018 tarihli kararla davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf istemi üzerine Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 21/3/2019 tarihinde istinaf isteminin esastan reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu kesin olarak verilen istinaf kararından sonra 20/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuş, başvurusu 2019/17841 başvuru numarasıyla kayda alınmıştır. Başvurucu kesin olarak verilen istinaf kararı üzerine temyiz talebinde bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesi 14/5/2019 tarihli ek kararla miktar yönüyle kesin olduğunu belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu ek karara karşı temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi 22/10/2019 tarihli kararla temyiz istemini reddederek ek kararı onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 8/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42934 | Başvuru, işçilik alacağının ödenmediği gerekçesiyle açılan davada ıslah talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/66027 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hakkında açılan ceza davasında yeterli araştırma yapılmaksızın cezalandırılması, aynı eylemlere katılan diğer sanıklara uygulanandan farklı ve daha ağır bir cezayı gerektiren madde uyarınca cezalandırılması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde düzenlenen ayrımcılık yasağının, adil yargılanma hakkının, suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, iddia ettiği ihlallere dayanarak yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 1/2/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 17/9/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 3/12/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu tarafından, Bakanlık görüşüne herhangi bir karşı beyanda bulunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP kanalıyla erişilen belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Üzerine atılı eylemlerden dolayı 21/5/1992 tarihinde başvurucu hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucu ve diğer dört sanık hakkında, 1992 yılında Seyhan Belediyesi şantiyesine ait mala zarar verme ve gasp eylemlerinden ( suçlama) dolayı ve başvurucuya yönelik ayrıca Y. isimli kişinin öldürülmesine katılması ( suçlama) nedeniyle 29/12/1998 tarihinde dava açılmıştır. Başvurucunun, devlet topraklarından bir kısmını ayırmak amacıyla silahlı faaliyette bulunmak suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesi uyarınca cezalandırılması talep edilmiştir. Başvurucu ve diğer bazı sanıklara yönelik, ölüm ve yaralamaya neden olmak, silahlı ve bombalı saldırıda bulunmak, havalanan iki uçağa ateş açmak, öldürme ve yaralama eylemlerine katılmak suçundan ( Suçlama) başka bir ceza davası daha açılmıştır. Başvurucunun eylemlerinin, 765 sayılı mülga Kanun’un maddesine uyduğu belirtilmiştir. Yargılamaya Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.1998/641 sayılı dosyasında başlanılmış, başvurucu yönünden her iki dava, sonrasında Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2004/414 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu, 6/11/2007 tarihinde Alanya’da yakalanmış ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca tutuklanmıştır (yol tutuklaması). Adana Ağır Ceza Mahkemesi önüne 29/2/2008 tarihinde getirilen başvurucu; suçlamaları reddetmiş, tehdit edilmesinden dolayı kaçtığını ve yakalanana kadar sahte kimlikle yaşadığını belirtmiştir. Başvurucu, kendisine okunan belgelerden aleyhinde olanları kabul etmemiştir. Mahkeme, 29/2/2008 tarihi ile 15/12/2009 tarihleri arasında toplam 23 duruşma yapmıştır. Tutukluluğun gözden geçirilmesine ilişkin 9 duruşma dışında, duruşmalar arasında 1 veya 2 aylık süreler bulunmaktadır. En uzun duruşma aralığı ise 25/7/2008 ile 14/10/2008 tarihleri arasında geçen 2 ay 20 günlük süredir. 15/4/2008 tarihli duruşmada, maktul Y.nin kardeşi E.Y.nin tanık olarak dinlenmesine ve “ suçlama” kapsamında Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanan sanıkların ifadelerinin dosyaya getirilmesine karar verilmiştir. 22/1/2009 tarihli duruşmada, E.Y.nin adresinin tespit edilememesi nedeniyle adres araştırması yapılması ve talep edilen sanık ifadelerine dair Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan yazının akıbetinin beklenmesi kararlaştırılmıştır. 16/4/2009 tarihli duruşmaya kadar maktul Y.nin kardeşi E.Y.nin tanık olarak dinlenmesi amacıyla araştırma yapılmıştır. Başvurucu vekilinin 16/4/2009 tarihinde hazır ettiği tanık E.Y., ağabeyini vuran kişinin başvurucu olmadığını, katilin uzun boylu olduğunu söylemiştir. 6/5/1992 tarihli teşhis tutanağının okunması üzerine, o dönemde 12 yaşında bulunduğunu, olayın etkisi ile benzetmiş olabileceğini, ağabeyini vuran şahsın kesinlikle başvurucu olmadığını söylemiştir. 2/6/2009 tarihli duruşmada talep edilen ifadeler dosyaya konulmuştur. Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasını sunmasından sonra başvurucu vekili süre talep etmiş ve Mahkeme bir sonraki duruşmayı 14/8/2009 tarihine bırakmıştır. Başvurucu vekili, 14/8/2009 tarihli duruşmaya ilişkin mazeret dilekçesi sunmuş, 22/10/2009 tarihli bir sonraki duruşmada esas hakkındaki savunmayı hazırlamak için tekrar süre talep etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 15/12/2009 tarihli ve E.2004/414, K.2009/303 sayılı kararıyla, başvurucu hakkında isnat olunan eylemler sabit görülerek başvurucunun 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi gereğince müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Mahkeme; olaylara ilişkin tutanak ve raporları, sanık ifadelerini, E.Y.ye yaptırılan teşhise dair tutanağı ve Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesinin kararını dayanak göstermiştir. Mahkeme, Suçlamaya konu olaylarla ilgili başka bir dosyada yargılanan sanık A.A.nın, başvurucunun PKK terör örgütünün askerî kanadında olduğunu belirttiğini ve yine aynı olay nedeniyle yargılanan sanıkların, başvurucunun bu eyleme katıldığına dair ifade verdiklerini not etmiştir. “ suçlama” yönünden ise aradan uzun zaman geçmiş olması, başvurucu ve örgüt korkusu nazara alınarak maktulün kardeşi E.Y.nin duruşmada verdiği ifadesine değil, olayın akabinde sıcağı sıcağına yapmış olduğu teşhis ve beyana itibar edilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, toplanan deliller ve dosya muhteviyatı itibarıyla başvurucunun inkâra yönelik savunmalarına itibar etmemiş, başvurucunun savunmalarının dosya muhteviyatı ve delillerle örtüşmediği ve cezadan kurtulmaya yönelik olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca, sabit kabul edilen eylemler ışığında, başvurucu vekilinin beraat ve zaman aşımı yönündeki talepleri de Mahkeme tarafından kabul edilmemiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, aynı dosyada yargılanan ve haklarındaki yakalama kararı henüz infaz edilemeyen sanıklar H.A., Z.O., B. ve Ş. yönünden ise tefrik kararı vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 10/11/2010 tarihli ve E.2010/10961, K.2010/11548 sayılı ilamıyla “ suçlamaya” dair iddianame okunmaksızın başvurucunun sorguya çekilmesi ve 14/8/2009 tarihli tutanağın zabıt katibi tarafından imzalanmaması gerekçeleriyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararına uyan Adana Ağır Ceza Mahkemesi eksiklikleri tamamlamış, 26/4/2011 tarihli ve E.2011/34, K.2011/104 sayılı kararıyla başvurucunun bir önceki karardaki gibi cezalandırılmasına hükmetmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 24/9/2012 tarihli ve E.2012/4523, K.2012/9730 sayılı ilamıyla Mahkeme kararı onanmıştır. Yargıtay ilamı 9/1/2013 tarihinde ilk derece mahkemesi kalemine ulaşmıştır. Başvurucu, nihai karardan 15/1/2013 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 1/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,…… geçmesile ortadan kalkar.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar.Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir Devletin hakimiyeti altına koymağa veya Devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmağa veya Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiil işliyen kimse ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasile cezalandırılır.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Her kim, 125, 131, 146, 147, 149 ve 156 ncı maddelerde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet ve çete teşkil eder yahut böyle bir cemiyet ve çetede amirliği ve kumandayı ve hususi bir vazifeyi haiz olursa onbeş seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasına mahkum olur.Cemiyet ve çetenin sair efradı on yıldan onbeş yıla kadar ağır hapisle cezalandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1546 | Başvurucu, hakkında açılan ceza davasında yeterli araştırma yapılmaksızın cezalandırılması, aynı eylemlere katılan diğer sanıklara uygulanandan farklı ve daha ağır bir cezayı gerektiren madde uyarınca cezalandırılması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle Anayasa’nın 10. , 36. , 38. ve 40. maddelerinde düzenlenen ayrımcılık yasağının, adil yargılanma hakkının, suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, iddia ettiği ihlallere dayanarak yargılamanın yenilenmesi ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai kararı 3/1/2022 tarihinde öğrendikten sonra 1/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesince verilen karar sonrası temyiz yoluna başvurmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/27994 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkeme tarafından tutuklama yasağı olan bir suçtan yeterli gerekçe içermeyen kararla tutuklanılması, tutuklamaya itiraz üzerine verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, savunmanın hazırlanması için makul süre verilmemesi, tutuklama kararına karşı etkili başvuru yolu bulunmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kullanılması, mahkeme kararlarının idari denetime tabi tutulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, önleme dinlemesi ile ilgili bilgi ve belgelerin delil olarak kullanılması, ifşa suçu işlenerek elde edilen belgelerin delil olarak kabul edilmesi nedenleriyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiları ve Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kanun maddelerinin iptali istemine ilişkindir. Başvurular 25/9/2014 ve 2/10/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Yapılan incelemede 2014/15573, 2014/15753, 2014/15474, 2014/15473, 2014/15472, 2014/15471 ve 2014/15470 numaralı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte olmaları nedeniyle 2014/15469 sayılı başvuru ile birleştirilmelerine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucular ve diğer ilgililer hakkında başlatılan 2014/69722 Soruşturma nolu dosya kapsamında başvuruculardan Serkan Durmaz 5/8/2014 tarihinde, diğer başvurucular ise 6/8/2014 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Anılan soruşturma kapsamında başvuruculardan Metin Güneş, Ubeydullah Çelik, Abdulkerim Anaçoğlu ve Serkan Durmaz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 8/8/2014 tarihli ve 2014/54 Sorgu sayılı kararı ile kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçundan tutuklanmışlardır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...soruşturma dosyası içerisinde mevcut deliller ile T. İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğinin 4/8 sayılı tevdi raporu ve ek tevdi raporlarından da anlaşılacağı üzere süphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinde görev yaptıkları dönemde görevin sağladığı nüfus ve güç ile 5397 sayılı Yasa ve PVSK'nın EK - 7 maddesinin verdiği görevlerinin gereklerine aykırı bir sekilde kullanarak yasa dışı olarak oluşturulan örgütün amaçlarına ulaşmak için toplumda tanınan ve kamu oyuna malolmuş birçok kişinin suç örgütleri ile ilişkilendirilerek bir kısmının gerçek kimlik bilgilerini gizlemek veya eksik yazmak, yanlış bilgi vermek suretiyle yargı mensuplarını da aldatacak şekilde iletişimin tespiti kararlarının aldırılarak kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları amaç dışı kaydettikleri, bu kararları alabilmek için iletişime müdahale talep formlarını yaygın, sistemli ve organize bir şekilde sahte olarak düzenlenip kullanmak suretiyle kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetmek suçunu işledikleri yönünde kuvvetli suç süphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırı, bu suçun önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı, CMK' nun ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suç yönünden süphelilerin alabileceği ceza miktarı gözönünde bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir sekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suç yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada ve bu suç ile şüpheliler yönünden yetersiz kalacağı kanaatine vanlmakla..." Hâkimliğin aynı tarihli ve 2014/48 Sorgu sayılı kararında da aynı gerekçelerle başvurucular Serdal Kurtoğlu, Fürkan Donkar, Hacı Şerif Erikmen ve Ebubekir Gül'ün kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunun yanısıra ayrıca kamu görevlisinin resmî belge sahteciliği suçundan da tutuklanmalarına karar verilmiştir. Başvurucuların tutuklama kararına itirazları İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 25/8/2014 tarihinde "soruşturma evrakının incelenmesi sonunda tutuklama kararlarında usül ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı" gerekçesiyle reddedilmiştir. Soruşturma süreci içinde, başvuruculardan Serkan Durmaz, Metin Güneş, Abdulkerim Anaçoğlu, Ebubekir Gül ve Hacı Şerif Erikmen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/11/2014 tarihli, Serdal Kurtoğlu, Ubeydullah Çelik ve Fürkan Donkar İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/1/2015 tarihli kararlarıyla "suç tarihi, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, tutuklu kalınan süre dikkate alındığında şüphelilerin tutuklu kalmalarının makul ve orantılı olmadığı" gerekçeleriyle tahliye edilmişlerdir. Başvurucular hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/10/2015 tarihli iddianamesiyle haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, resmî belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma ve iftira suçlarından cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede eylemlerin Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) faaliyeti çerçevesinde işlendiği ifade edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/371 Esas sayılı dosyasına kayden görülen dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişiler arasındaki alenî olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, (Değişik ibare: 02/07/2012-6352 S.K./md.) iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine İlişkin Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"5237 sayılı Kanunun 133 üncü maddesinin;a) Birinci fıkrasında yer alan "iki aydan altı aya kadar hapis" ibaresi "iki yıldan beş yıla kadar hapis" şeklinde değiştirilmiştir." 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.… (4) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez" 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15469 | Başvuru, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunmaksızın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkeme tarafından tutuklama yasağı olan bir suçtan yeterli gerekçe içermeyen kararla tutuklanılması, tutuklamaya itiraz üzerine verilen kararların gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, savunmanın hazırlanması için makul süre verilmemesi, tutuklama kararına karşı etkili başvuru yolu bulunmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kullanılması, mahkeme kararlarının idari denetime tabi tutulması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, önleme dinlemesi ile ilgili bilgi ve belgelerin delil olarak kullanılması, ifşa suçu işlenerek elde edilen belgelerin delil olarak kabul edilmesi nedenleriyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiları ve Anayasa ya aykırılığı ileri sürülen kanun maddelerinin iptali istemine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, murisi E.Ö.nün Hakkari ili Yüksekova ilçesi Dağlıca köyünde geçici köy korucusu olarak görev yaptığı sırada mayına basması sonucunda 22/7/2006 tarihinde vefat ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında tazminat ödenmesi istemiyle 11/10/2006 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuş, İçişleri Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 27/3/2007 tarihli işlemiyle başvuru reddedilmiştir. Başvurucu, ret işlemine karşı 26/6/2007 tarihinde iptal ve tam yargı davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 27/3/2008 tarihli ve E.2007/544, K.2008/307 sayılı kararı ile dava dilekçesinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun , ve maddeleri hükümlerine uygun düzenlenmediği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 9/6/2008 tarihinde yeni bir dava dilekçesi sunulmuştur. Ankara İdare Mahkemesinin 26/12/2008 tarihli ve E.2008/1200, K.2008/1620 sayılı kararı ile 7/5/2008 tarihinde tebliğ edilen dilekçe ret kararı üzerine başvurucunun dava dilekçesini 2577 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca otuz gün içinde yenilemesi gerekirken bu süre aşıldıktan sonra 9/6/2008 tarihinde yenilediği, dolayısıyla davanın süre aşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/5/2014 tarihli ve E.2013/584, K.2014/4393 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar 18/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15827 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluk süresinin makul süreyi aşması ve hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar verilmesine rağmen gerekçeli kararın geç yazılması ve tahliye talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 14/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı 29/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 6/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/8/2014 tarihinde ibraz etmiştir. Birinci Bölüm tarafından 18/5/2016 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2008/1756 sayılı soruşturma kapsamında 8/11/2009 tarihinde gözaltına alınmış; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/11/2009 tarihli ve 2009/67 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında kamuoyunda "irtica ile mücadele eylem planı" olarak bilinen E.2010/106 sayılı dava kapsamında hazırlanan 2010/264 sayılı iddianame 30/4/2010 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir.Başvurucunun tutuklandığı tarihten yaklaşık sekiz ay sonra 28/6/2010 tarihinde yargılanmasına başlanmıştır. Başvurucunun yargılandığı dava öncelikle 8/8/2011 tarihinde kamuoyunda "İnternet andıcı" olarak bilinen dava ile daha sonra ise İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/4/2012 tarihli ve 2012/249 Değişik İş sayılı kararıyla kamuoyunda "Ergenekon" olarak bilinen dava ile birleştirilmiş ve Mahkemenin E.2009/191 sayılı sırasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli duruşmada hükmü açıklamış ve başvurucunun eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçunu oluşturduğunu belirterek başvurucunun 16 yıl 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına 12/8/2013 tarihinde itiraz etmiş; itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 22/8/2013 tarihli ve 2013/553 Değişik İş sayılı kararıyla "...mahkûmiyet kararı ile birlikte verilen tutuklama kararının ve gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğu, herhangi bir isabetsizlik görülmediği ..." gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Başvurucunun mahkûmiyet kararından sonraki dönemde yapmış olduğu tahliye talepleri, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kovuşturma aşamasının tamamlandığı ve hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına yapılan itirazın reddine karar verildiği gerekçesiyle reddedilmiştir.Başvurucu, tahliye taleplerinin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından incelenmemesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından tahliye talebinde bulunmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı mahkemeye gönderdiği cevap yazısında dosyanın elinde olmadığını belirterek incelemenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu bunun üzerine yeniden İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, Mahkeme 13/12/2013 tarihli ve 2013/806 Değişik İş sayılı kararıyla gerekçeli kararın yazım aşamasında olduğunu ve kovuşturma aşamasının sona erdiğini belirterek tahliye talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermiştir.Bu karara yapılan itiraz ise İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/1/2014 tarihli ve 2014/59 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucunun vekili tarafından 3/2/2014 tarihinde Mahkeme kaleminden öğrenilmiştir. Başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Başvurucu 11/3/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/196 Değişik İş sayılı kararıyla tahliye edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir: "(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1). Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..."22 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1481 | Başvuru, tutukluluk süresinin makul süreyi aşması ve hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar verilmesine rağmen gerekçeli kararın geç yazılması ve tahliye talebi hakkında karar verilmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 14/3/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikayeti hakkında 5/12/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesince konu bakımından kabul edilemezlik kararı verilmiş, yargılamanın uzun sürmesi iddiası bölüme sevk edilmiştir. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5061 | Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şahsa bağlı müşavir kadrosunda görev yapmaktayken milletvekili adayı olmak için istifa eden başvurucunun tekrar aynı kadroya atanmaması nedeniyle seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai kararı 7/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 23/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/6/2021 tarihinde görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Elektrik mühendisi olan başvurucu, bakanlık müşaviri ünvanı ile genel idare hizmetleri sınıfında görev yapmaktayken 24/6/2018 tarihinde yapılan Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde milletvekili adayı olabilmek için istifa etmiştir. Başvurucu, söz konusu seçimde aday olarak gösterilmemesi üzerine Sağlık Bakanlığına başvurarak eski görevine iadesini talep etmiş ancak farklı bir kadro olan mühendis kadrosuna atanmıştır. Başvurucu, anılan işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı özlük haklarının iadesi talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare; Mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde, şahsa bağlı müşavirlik kadrolarının istifa ile son bulduğunu, başvurucunun göreve geri dönme talebinde bulunduğu tarihte eski kadrosuna atanabilmesinin hukuken mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Buna karşın İdare Mahkemesi, davacının mühendis kadrosuna atandığı tarihte müşavirlik kadrolarının henüz kaldırılmadığını, (Başvurucu 5/7/2018 tarihinde mühendis kadrosuna atanmış, 9/7/2018 tarihli ve mükerrer 30473 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile hâlihazırda şahsa bağlı müşavir kadrolarında bulunanların tamamının görevi sona ermiştir.) bu nedenle müşavir kadrolarından birine ya da eş değer veya kariyer olarak daha yakın bir kadroya atanmasının mümkün olduğunu belirterek dava konusu işlemi iptal etmiş; davacının yoksun kaldığı mali ve özlük haklarının ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu karara karşı idarece yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince (Bölge İdare Mahkemesi) İdare Mahkemesi kararı kaldırılmış ve davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Davacının 1997 yılında Erzurum Numune Hastanesinde memur olarak göreve başladığı, 2002 yılında aynı hastanede tekniker kadrosuna atandığı ve tedviren Hastane Müdür Yardımcılığı, 2006 yılında Erzurum İl Sağlık Müdür Yardımcılığı, 2008 yılında geçici görevle Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Dairesi Başkanlığı, 2009 yılında vekaleten Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Dairesi Başkanlığı görevlerini yürüttükten sonra 2010 yılında Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü'ne Daire Başkanı olarak atamasının yapıldığı, 2011 yılında şahsa bağlı bakanlık müşaviri olarak atandığı, Bakanlık müşavirliği görevinde iken vekaleten Genel Müdür Yardımcılığı, geçici görevle de daire başkanlığı görevlerini yürüttüğü, Bakanlık Müşaviri olarak görevli iken Dönem Milletvekili Seçimlerine katılmak için 26/04/2018 tarihinde istifa ederek görevinden ayrıldığı, milletvekili aday listesinde yer almaması üzerine göreve geri dönme talebinde bulunduğu, 05/07/2018 tarihli işlemle Sağlık Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü emrine elektronik mühendisi olarak atandığı, mühendis olarak atanmasına itiraz ettiği, itirazının 26/07/2018 tarihli işlemle reddedildiği, bunun üzerine mühendis olarak atanmasına ilişkin 05/07/2018 tarihli işlem iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 298 sayılı Kanunun 3617 sayılı Kanunla değişik Ek madde ile; kamu görevlerinde uzun yıllar çalışarak bilgi ve deneyim kazanmış olanların T.B.'de milletvekili olarak hizmet vermelerine ve bunların bilgi, deneyim ve becerilerinden yasama faaliyetlerinde de yararlanılmasına olanak tanımak ve seçmenlerin daha çok sayıdaki adaylar arasından kendilerini parlamentoda temsil edebilecek kişileri seçme haklarını kullanabilmelerini sağlamak için Yüksek mahkeme üyeleri, hakimler, savcılar ve bu meslekten sayılanlar ile subay ve astsubaylar dışında kalan kamu görevlilerinin yürütmekte oldukları görevlerinden ayrılarak seçimlere katılabilmelerine olanak tanınmış ve seçim nedeniyle görevlerinden ayrılanlardan adaylığı veya seçimi kazanamayanların da idareye başvurmaları halinde eski görevlerine veya kazanılmış hak derecelerindeki başka bir göreve dönebilmeleri sağlanmıştır.Yukarıda yer verilen mevzuat hükmü uyarınca idareler, seçimler nedeniyle istifa edip, aday olamayan veya aday olup da milletvekili seçilemeyen memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevlerine geri dönme isteminde bulundukları takdirde bu taleplerini yerine getirme konusunda bağlı yetki içinde bulunmaktadırlar. Ancak, bu kişilerin eski görevlerine bu kadronun boş olması halinde dönebilecekleri, aksi halde eş değer başka bir kadroya atamalarının yapılabileceği de açıktır.Bakılan olayda, seçimler nedeniyle istifa edip aday olmayan davacının, eski görevine geri dönme isteminde bulunması halinde bu talebini yerine getirme konusunda davalı idarenin bağlı yetki içinde bulunduğu, ancak, bu yetkisini kullanırken eski görevine ilişkin kadronun boş olması gerektiği, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici maddesinin fıkrası uyarınca, davacının görev yaptığı şahsa bağlı müşavir kadrosu istifası ile iptal edilmiş olduğundan bu kadroya atanmasında hukuken olanak bulunmadığı görülmektedir.Bu duruma göre, davacının istifası ile iptal edilen şahsa bağlı müşavir kadrosuna tekrar atanamayacağı hususu ve ifa ettiği eski görevleri dikkate alındığında, davacının göreve iade istemiyle yaptığı başvurusu üzerine, kazanılmış hak aylık derecesine uygun olarak 'mühendis' kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır..." Başvurucu, nihai karardan haberdar olduktan sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un ek maddesi şöyledir: “Yüksek mahkeme üyeleri, hâkimler, savcılar ve bu meslekten sayılanlar ile Subay ve Astsubaylar hariç olmak üzere; milletvekili ve mahalli idareler genel ve ara seçimlerinde aday ve aday adayı olan Devlet memurları ve diğer kamu görevlileri, adaylığı veya seçimi kaybetmeleri halinde, Yüksek Seçim Kurulunca seçim sonuçlarının ilanını takip eden bir ay içinde müracaat etmeleri kaydıyla eski görevlerine veya kazanılmış hak aylık derecelerindeki başka bir göreve dönebilirler.” 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (663 sayılı KHK) geçici maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “Bu maddenin yayımı tarihinde görevde bulunan, Sağlık Bakanlığı, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığının merkez, taşra ve döner sermaye kadrolarına atanmış olan ve kadroları iptal edilen personelden; Teftiş Kurulu Başkanı, Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, Müstakil Daire Başkanı, Bakanlık Müşaviri, Daire Başkanı, Özel Kalem Müdürü, Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri, Başkan Yardımcısı, Döner Sermaye Merkez Müdürü, İl Sağlık Müdürü, İl Sağlık Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü ile Müdür ve Müdür Yardımcısı unvanlı kadrolarda bulunanların görevleri, bu maddenin yayımı tarihinde sona erer. Bu fıkra uyarınca görevleri sona erenlerden Teftiş Kurulu Başkanı, Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, Müstakil Daire Başkanı, Bakanlık Müşaviri, Daire Başkanı, Özel Kalem Müdürü, Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri, Başkan Yardımcısı ve İl Sağlık Müdürü kadrolarında bulunanlar ekli (2) sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık Müşaviri kadrolarına; diğerlerinden merkez teşkilatında bulunanlar ekli (2) sayılı liste ile ihdas edilen Araştırmacı, taşra teşkilatında bulunanlar ekli (3) sayılı liste ile ihdas edilen Araştırmacı kadrolarına halen bulundukları kadro dereceleriyle atanmış sayılır. Bu madde uyarınca ihdas edilen Bakanlık Müşaviri ile Araştırmacı kadroları herhangi bir sebeple boşalması halinde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. Bu fıkraya göre Bakanlık Müşaviri ve Araştırmacı kadrolarına atanmış sayılanlar, Bakanın uygun göreceği merkez veya taşra teşkilatına ait birimlerde çalıştırılabilir....Birinci fıkra uyarınca atanan veya atanmış sayılan personelin yeni kadrolarına atandıkları veya atanmış sayıldıkları tarih itibarıyla eski kadrolarına ilişkin olarak en son ayda sözleşme ücreti, aylık, ek gösterge, ikramiye (bir aya isabet eden net tutarı), her türlü zam ve tazminatları, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, ek ücret, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı fazla mesai ücreti ve performansa bağlı döner sermaye ek ödemesi hariç) toplam net tutarının (Bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır.); yeni atandıkları veya atanmış sayıldıkları kadrolara ait aylık, ek gösterge, ikramiye (bir aya isabet eden net tutarı), her türlü zam ve tazminatları, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, ek ücret, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (ilgili mevzuatı uyarınca fiili çalışmaya bağlı fazla mesai ücreti ve performansa bağlı döner sermaye ek ödemesi hariç) toplam net tutarından fazla olması halinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak ödenir. Atandıkları veya atanmış sayıldıkları kadro unvanlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, kendi istekleriyle başka kurumlara atananlara fark tazminatı ödenmesine son verilir.” 703 sayılı KHK'nın maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen geçici maddesi şöyledir: “Bu maddenin yayımı tarihine kadar, bakanlık müşaviri kadrolarına atanmış veya çeşitli kanun, kanun hükmünde kararname veya diğer mevzuat hükümlerine göre bakanlık müşaviri veya müşavir kadrolarına ya da diğer şahsa bağlı yönetici veya müşavir/danışman kadro veya pozisyonlarına atanmış sayılıp da bu maddenin yayımı tarihinde anılan kadro veya pozisyonlarda bulunmakta olanların görevleri bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona erer. Bunlardan;a) Daha önce 657 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendinde sayılan kadrolar ile mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri ve yeterlilikleri aynı veya benzer nitelik arz eden kadro veya pozisyonlarda bulunanlar daha önceki bu kadro veya pozisyonlarına,b) (a) bendi kapsamına girmeyenler, yönetici kadro ve pozisyonları dışında daha önce bulundukları veya öğrenim durumları itibarıyla ihraz etmiş oldukları unvanlara ilişkin kadro veya pozisyonlara,ilgili kurumlarca bir ay içerisinde atanır.Birinci fıkrada sayılanlardan, anılan fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamına girmeyenler görev yaptıkları kurumların araştırmacı kadrolarına atanmış sayılır. Atama işlemi gerçekleşinceye kadar bunların almakta oldukları her türlü ödemelerin görev yaptıkları kurum tarafından yapılmasına devam olunur. Bu madde kapsamında yapılacak atamalar için uygun boş kadro veya pozisyon bulunmaması halinde söz konusu kadro veya pozisyonlar ihdas edilmiş ve kurumların kadro cetvellerinin ilgili bölümlerine eklenmiş sayılır.Bakanlık müşavirliği kadrolarında bulunmakla birlikte malî haklarını 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin mülga ek 18 inci maddesine göre almaya devam edenler hariç olmak üzere, bu fıkra kapsamında atananlara malî hakları, atandıkları söz konusu kadrolarda bulunmaları kaydıyla atandıkları tarihi takip eden ay başından itibaren (…)(1) fiili çalışmaya bağlı ödemeler hariç, önceki görevlerine ait ödeme unsurları esas alınarak verilmeye devam edilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol’ün maddesi şöyledir: “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) serbest seçim hakkını Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol’ün maddesinin koruduğu hakların hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemde olduğunu belirtmiştir. AİHM, Sözleşme ve demokrasi arasındaki ilişkinin açıkça ortaya konduğu Sözleşme’nin ön sözünde insan haklarının ve temel özgürlüklerin hayata geçirilmesinin ve sürdürülebilmesinin bir yandan etkili bir siyasal demokrasi, diğer yandan insan haklarına ortak bir yaklaşım ve uyum ile sağlanabileceğinin açıkça ifade edildiğine dikkat çekmiştir. AİHM bu bağlamda demokrasinin Sözleşme’nin öngördüğü tek ve Sözleşme’ye uygun, tamamlayıcı bir siyasal sistem olduğunu ifade etmiştir (Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 19392/92, 30/1/1998, § 45; Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika [GK], B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 16/3/2006, §§ 98, 103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008, § 105). AİHM'e göre çoğulcu demokrasilerin geliştirilmesi ve sürdürülebilmesi için seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının mevcudiyeti ve bu hakkın çağdaş demokrasilerde sağlanan güvenceler ile seçimlerde hayata geçirilmesi elzemdir. Bu nedenle seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının sadece teorik olarak ve görünüşte bir varlığı olması yeterli olmayıp etkili bir şekilde uygulanması da gereklidir (Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve diğerleri/Türkiye, § 33). AİHM ek (1) No.lu Protokol’ün maddesi kapsamındaki seçme ve seçilme hakkının ne denli önemli olursa olsun mutlak hak olmadığını ve ek (1) No.lu Protokol’ün maddesinde bu haklarla ilgili kesin ifadeler kullanılmadığı ve bu haklar tanımlanmadığı için bu haklara yönelik sınırlama öngörülmesinin mümkün olduğunu belirtmektedir. Sözleşme'ye taraf olan devletler, maddenin ilke olarak engel koymadığı durumlarda kendi iç hukuklarındaki düzenlemeleriyle seçme ve seçilme hakkının sınırlarını belirleme konusunda geniş bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte ek (1) No.lu Protokol'de öngörülen gereklilikleri son olarak değerlendirme yetkisi AİHM’e aittir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, § 52; Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 18747/91, 19376/92; 19379/92, 1/7/1997, § 39, Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, § 75). AİHM'e göre seçme ve seçilme haklarına yönelik sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini ortadan kaldıracak ölçüde olmaması, meşru bir amaç taşıması ve öngörülen amaçla orantılı olması gerekir (Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, § 39, Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 201). AİHM taraf devletlerin kendi anayasal düzenleri çerçevesinde seçilme hakkıyla bağdaşmayan şartları belirleme konusunda kayda değer serbestlik alanlarının bulunduğuna dikkati çekmiştir. Bu kriterler her devlete özel tarihî ve politik faktörlere göre değişir. Bu konuda Avrupa Konseyi üyesi birçok devletin anayasalarında ve seçime ilişkin düzenlemelerinde öngörülen durumların fazlalığı, bu alandaki olası tercihlerin çeşitliliğini göstermektedir (Briķe/Letonya (k.k.), B. No: 47135/99, 29/6/2000, § 1; Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, § 39). AİHM'e göre kamu görevlilerinin ya da kamu kesiminde belli görevleri üstlenmiş kişilerin seçimlerde aday olmadan önce istifa etmelerinin zorunlu tutulması kamu görevlilerinin bağımsızlığı şeklindeki meşru amaç çerçevesinde orantısız bir tedbir olarak görülemez (Gitonas ve diğerleri/Yunanistan, §§ 29, 44; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 73, 75). | Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35797 | Başvuru, şahsa bağlı müşavir kadrosunda görev yapmaktayken milletvekili adayı olmak için istifa eden başvurucunun tekrar aynı kadroya atanmaması nedeniyle seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltında polis tarafından darp ve taciz edilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi ve Soruşturmanın Başlaması 28/8/2015 tarihinde saat 20 sıralarında Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Şanlıurfa ili Eyyübiye İlçe Teşkilat binasına molotofkokteyli olarak bilinen el yapımı bombalarla bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Başvurucu, söz konusu saldırıyı R.Ç. ile birlikte gerçekleştirdiğini kollukta ve Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığında (Savcılık) müdafiinin de hazır bulunmasıyla verdiği ifadelerinde kabul etmiştir. Saldırıdan sonra olay yerinden uzaklaşmak isteyen başvurucu, kolluk kuvvetleri tarafından belinden silahla vurulmak suretiyle yakalanmıştır. Hayati tehlikesi bulunan başvurucu Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılmış ve tedavisinin ardından taburcu edildiği 14/9/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. Şanlıurfa Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (TEM) başvurucunun iki avukat huzurunda şüpheli sıfatıyla ayrıntılı ifadesi alınmıştır Nezarethaneye alınmadan önce ve nezarethane çıkışında başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında darp bulgusu belirtilmemiştir. Başvurucu 15/9/2015 tarihinde adliyeye sevk edilmiş, Savcılıkta ifade verdikten sonra aynı gün sevk edildiği sulh ceza hâkimliğince tutuklanmıştır. Savcılıktaki ifadelerinde başvurucu ve avukatları, TEM'deki ifade alma işlemi sonrası başvurucunun işkence ve tecavüze uğradığını ileri sürmüş; bu hususta ayrıntılı rapor alınmasını talep etmiş ve ilgili polis memurlarından şikâyetçi olmuşlardır. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...ben sadece Ak parti eyyübiye ilçe teşkilatına molotof ile saldırı fiilini [R.Ç.] ile birlikte yaptım, onun öncesinde Askeri Lojmanlara yapılan saldırıyı resmi ekip arabasındaki iki polis memuruna yapılan saldırıyı ben gerçekleştirmedim, bu iki saldırı ile ilgili benim hiçbir alakam yoktur. Ben İstanbul' da öğrenciyim, İstanbul' da herhangi bir örgüt faaliyetinde bulunmadım, ben PKK yada YDG/H isimli örgütlerin üyesi değilim, [R.Ç.] ile söz konusu fiili mevcut hükümete kızgınlığımızdan dolayı yaptık, sadece Ak parti ilçe teşkilatına yapılan saldırıyı kabul ediyorum, başkaca bir suçlamayı kabul etmiyorum, ayrıca dün gece polis memurları bana işkence ve tecavüz ettiler. Başkaca bir diyeceğim yoktur. Dedi. Şüpheli müdafi Av. [F.] den soruldu: Müvekkilimizin beyanına aynen iştirak ediyoruz, müvekkilimin Tem Şubede beyanı alındıktan sonra darp, işkence ve tecavüze uğradığına ilişkin iddiaları bulunmaktadır, bu hususlarda rapor aldırılmasını talep ediyoruz ve salı verilmesini talep ederiz. Ayrıca ilgili polis memurlarından şikayetçiyiz. Dedi. Şüpheli Müdafi Av. [G.] den soruldu : Müvekkilimin beyanlarına katılıyorum, biz Tem' den ayrıldıktan sonra kendisine yapılan işkence ve tecavüz iddialarının değerlendirilmesini ve başka bir doktor tarafından muayenesinin yapılmasını istiyoruz, müvekkilimin salı verilmesini istiyoruz, ilgili polis memurlarından şikayetçiyiz. Dedi. ... " Başvurucu, tutuklama kararından sonra Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu 3/11/2015 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı dilekçeyle olayları ayrıntılı bir şekilde anlatarak ilgili polisler ve vücudundaki darp izlerine rağmen sağlam raporu düzenlediğini iddia ettiği doktor hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu dilekçe üzerine Savcılık soruşturma işlemlerini başlatmıştır. Söz konusu dilekçenin ilgili kısmı şöyledir:" 2015 tarihinde Urfa Eyyübiye'de saat 30 da polisin ateş etmesi sonucunda belimden yaralandım. Sonra polis yaralı bölgeme ayağı ile basarak ezmeye çalıştı. Baygınlık geçirmişim. Ama daha sonra saçından sürüklerlerken ayıldığımda arabanın koltuk altında (ayakların konulduğu yer) yatırdıklarını fark ettim. Arabanın içerisinde yaramın üzerine basarak ezmeye devam ettiler. Artık çok çok kan kaybetmiş kendimde değildim. Daha sonra öğrendiğim kadarıyla iki saat geçtikten sonra hastaneye getirilmiştim.Hastanede on yedi (17) gün yoğun bakımda tedavi gördüm. Hastanede kaldığım süre içerisinde 'seni öldüreceğiz yok edeceğiz bizim söylediklerimizi kabul edeceksin eğer kabul edersen buradan direkt evine götürür seni' diyerek psikolojik baskı yaptılar.2015 tarihinde hastaneden çıkartılarak Urfa TEM'e götürüldüm TEM'de dört saat boyunca ifademi yine kendi söyledikleri şekilde vermem için sözlü baskı yaptılar. Daha sonra avukatımla beş dakika görüştürdükten sonra başka bir odaya götürdüler. Bu polisleri yeni görüyordum. Orada ifademi verdikten sonra bana baskı yapan polisler tekrar gelip beni baskı yaptıkları oraya götürdüler. 'Tam olarak bizim söylediğimiz gibi ifade vermemişsin, onu değiştir senin için kötü olacak, Savcı bizim arkadaşımız ifadeyi yırtarız yerine yeni ifadeyi koyarız, bir şey olmaz biz hallederiz' dediler. Sonra birbirlerine bakarak bizim işimiz var bizi bir daha görmeyeceksin, sen bilirsin artık deyip dışarı çıktılar. Onlar çıktıktan sonra yüzleri maskeli beş ya da altı kişi geldi. Sen kurtulacağını mı sanıyorsun diye küfürler ederek bana arkamı dön deyip arkamı döndürüp ellerimi arkadan kelepçelediler. Bunlar aynı polislerdi başka birileri gibi göstermeye çalışıyorlardı kendilerini.Kafama torba geçirip saçımdan tutup sürükleyerek binanın içerisinde başka bir yere götürdüler.Gözlerim kapalıydı hiçbir yeri göremiyordum. Bir sandalye çektiklerini sesinden anladım, sonra beni oraya doğru itti, dizim sandalyeye değdi. Sonra sandalye oturacağım pozisyonda arkama dönderdiler ve arkamda bir polis vardı. Bir poliste ön tarafımdaydı. Arkamdaki polis gömleğimin düğmelerini açtı. Önümde de bir polis vardı. Arkamdaki polis göğsümü sıkıştırıp bana aileme Figen Yüksekdağ'a şu ana kadar duymadığım ve yazamayacağım kadar ağır küfürler ediyordu. Siz göreceksiniz hiçbirinizi yaşatmayacağız, size devletin kim olduğunu göstereceğiz, diyordu. Bunları söylerkende benim arkamda göğüslerimi sıktırmaya devam ediyordu. Önünde oturan poliste pantolonumu indirdi. Bacaklarımı kapatmama engel olmak için kendi bacaklarını bacaklarının arasına geçirdi. Cinsel organımı elleriyle taciz etmeye başladı. Daha sonra elindeki bir aletle görmediğim için ne olduğunu bilmiyorum ama timsah ağzı gibi açıp kapanan bir aletle cinsel organımı defalarca sıkıp bıraktı. Aynı anda başka bir poliste sürekli çeneme ve kafama vuruyordu. Bana bir sürü isim sayıp bunları tanıyorsun kabul et, iki polisi öldürdün, bombalama yaptın kabul edeceksin bunları diye diyerek ağzımın içine silahın namlusunu koyup söylüyor musun yoksa öldüreyim mi seni dediler. Bunu defalarca yaptılar. Sonra biz polis değiliz biz IŞİD'iz devlet bize karışamaz, hiçbirinizi yaşatmayacağız, hadi gelip seni kurtarsınlar diyorlardı. Ama ben onların beni daha önce sorgulayan polisler olduğunu biliyordum. Bu işkence yaklaşık üç ya da dört saat devam etti. Onları şimdi görsem tanırım. Sonra gözlerim kapalı bir şekilde tekrar alıp götürdüler. Getirdikleri yerde kadın polis vardı. Bu kadın polisi benim kafama torbayı geçirip götürmeden önce bulunduğum odada görmüştüm. Bana işkence yapan polisler bizim işimiz var sen dışarıya çık diyerek kovar casına davranıp dışarı çıkartmışlardı.Beni adli kontrol için hastaneye götürdüler. Tüm vücudumda darp izleri vardı, göğüslerimde aşırı ağrı ve morluklar içindeydi. Ama hastanedeki doktor polislerin isteği üzerine sağlam raporu verdi. Belki psikolojik olarak bende açılan yaraları doktor görmemiş olabilir. Ama vücudundaki işkence izlerini görmemiş olması için kör olması lazım .Baskı altında işkencenin her boyutunu kullanarak üzerime atılan suçları kabul etmemekle birlikte bana uyguladıkları kaba dayak, küfür, cinsel tacizle insanlık dışı davranarak, onurumu inciterek suç yürütmeye çalışan bu polislerden ve aynı zamanda sağlık raporu veren doktordan davacı olduğunu bildirir gereğini yapılmasını talep ediyorum."B. Soruşturma İşlemleri Başvurucunun dilekçesi üzerine soruşturma başlatan Savcılık, soruşturma kapsamında ilk olarak 5/11/2015 tarihinde TEM Şube Müdürlüğüne başvurucunun şikâyet dilekçesini ekleyerek başvurucunun gözaltında kalıp kalmadığını, avukatıyla görüşüp görüşmediğini ve ifade verip vermediğini sormuştur. Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü 11/11/2015 tarihli yazısıyla yapılan işlemlerin bir kısmının suretini göndermiştir. Bu ekler; başvurucunun ifade tutanağı, gözaltı giriş çıkış adli raporları, nezarethane kayıt defterinin ilgili kısmı ve saldırı olayı sonrası başvurucu hakkında düzenlenen adli rapordan ibarettir. Savcılığın soruşturma kapsamında başka bir işlem yaptığına dair bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma Savcılıkça başvurucu hakkında 9/3/2016 tarihli iddianameyle kasten adam öldürmeye teşebbüs, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma, siyasi partilere ait eşyaya zarar verme, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkındaki yargılama Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. Başvuruya Konu Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Savcılık, TEM Şube Müdürlüğünün tek şüpheli olarak yer aldığı 19/11/2015 tarihli kararıyla kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Müşteki Ş.Ç.nin 03/11/2015 tarihli şikayet dilekçesinde, 28/08/2015 tarihinde polisin ateş etmesi sonucu yaralandığını, hastaneye kaldırılarak tedavi gördüğünü, 17 gün yoğun bakımda yattığını, 13 Eylül 2015 tarihinde Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğünde gözaltına alındığını, baskı altında ifade verdiğini, gözaltında iken darp ve hakarete maruz kaldığını iddia ederek şikayetçi olması üzerine,Yapılan soruşturmayla;Her ne kadar müştekinin şikayeti üzerine adli soruşturma başlatılmış ise de, Ş.Ç.nin Adalet ve Kalkınma Partisi Eyyübiye İlçe Teşkilatı Binasına molotof atılması olayı sırasında kolluk görevlileriyle arasında çatışma yaşandığı, olayda yaralı şekilde yakalandığı, 28/08/2015 hastaneye kaldırılarak tedaviye başlandığı, 14/09/2015 günü Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesinden taburcu olduğu, 15/09/2015 günü Adliyeye sevk edildiği ve Şanlıurfa Sulh Ceza Hakimliğinin 15/09/2015 tarih ve 2015/583 sayılı kararı ile tutuklandığı anlaşılmakla,Dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde müştekinin terör eylemi sonucu çıkan çatışmada yaralandığı, uzun süre hastanede tedavi gördüğü, atılı suçun işlendiğine dair müştekinin soyut beyanından başka yeterli şüphe oluşturacak kanıtlara ulaşılamadığından şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir. ..." Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 19/1/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. 1/2/2016 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 18/2/2016 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Yönetmelik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethanelerin maddî koşulları, bu kişinin hangi görevlinin sorumluluğuna bırakılacağı, sağlık kontrolünün nasıl yapılacağı, gözaltı işlemlerine ilişkin kayıt ve defterlerin nasıl tutulacağı, gözaltına alınmanın başlangıcında ve bu tedbire son verildiğinde hangi tutanakların tutulacağı ve gözaltına alınan kişiye hangi belgelerin verileceği ile kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemlerinin yürütülmesinde uyulacak kurallar, yönetmelikte gösterilir." 5271 sayılı Kanun'un "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3594 | Başvuru, gözaltında polis tarafından darp ve taciz edilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruculardan Hüsamettin Akkaya ve Rifat Akkaya'nın adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/651 ve 2015/3291 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16073 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Hüsamettin Akkaya'nın murisi ve diğer başvurucular aleyhine doğrudan 8/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 29/1/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16073 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek devlet memurluğundan çıkarılma işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde sivil memur olarak görev yapmaktadır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilmiş olan belgelere göre, 2010 yılında bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelen isimsiz bir ihbar üzerine İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat başlatılmıştır. Tahkikatı yürütmek üzere İstihbarat Daire Başkanlığı bünyesinde oluşturulan inceleme timi görevlendirilmiştir. Söz konusu inceleme timi tarafından konuyla ilgili personelin ifadeleri alınmıştır. Ayrıca hakkında tahkikat yürütülen asker kişilerin özlük dosyaları ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki personelin göreve mahsus e-posta (intranet, outlook) hesapları incelenmiştir. Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre, istihbarat timi tarafından 7/4/2011 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade tutanağına göre başvurucunun belirtilen askerî personelle ilişkisi olup olmadığı ve ilişkilerinin boyutu sorulmuştur. Başvurucunun, bu kişilerle mesai arkadaşlığı olduğunu, herhangi bir gönül ilişkisi olmadığını beyan ettiği görülmüştür. Ayrıca başvurucuya, eğer sadece normal arkadaşlığı var ise neden gayri meşru ilişkileri olduğu yönünde şikâyet edildiği sorulmuştur. Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesine gönderilen belgeler arasında bulunan e-posta iletileri incelendiğinde 2006 ila 2010 yılları arasında başvurucunun intranet hesabına gönderilmiş ve başvurucunun gönderdiği iletiler bulunmaktadır. Başvurucunun cinsel içerikli mesaj göndermediği, duygusal içerikli mesajlar göndermiş olduğu görülmüştür. İnceleme timi tarafından yürütülen tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun asker kişilerle cinsel ilişki yaşadığı, ahlaki düşüklük içerisinde olduğu belirtilmiş ve devlet memurluğundan çıkarılması teklifi getirilmiştir. Millî Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu, 12/12/2011 tarihinde başvurucuya isnat edilen fiillerin zamanaşımına uğramış olduğuna karar vermiştir. Aynı tahkikat kapsamında başvurucu hakkında personel güvenlik incelemesi yürütülmüşve başvurucunun ilişkilerinin sürdüğü belirtilerek tekrar disiplin soruşturması başlatılmıştır. İnceleme Timi tarafından hazırlanan İnceleme Sonuç Raporu'nda, başvurucunun evli olmadığı ancak 2010 ila 2011 yıllarında evli olan bir asker kişiyle gönül ilişkisi olduğu, göreve tahsisli e-posta adresine gönderilen veya kendisinin gönderdiği iletilerde bu gönül ilişkisini ortaya koyan mesajlar bulunduğu belirtilmiştir. Raporda başvurucunun ahlaki yönden zafiyetlerinin belirlendiği belirtilerek Yüksek Disiplin Kuruluna sevki gerektiğine dair teklif getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu Yüksek Disiplin Kuruluna sevkedilmiştir. Başvurucu Yüksek Disiplin Kuruluna verdiği savunmasında, söz konusu ithamları kabul etmediğini, bir şey yaptıysa da özel hayatında yaptığını, kurumuna zarar verecek bir şey yapmadığını belirtmiştir. Yüksek Disiplin Kurulunun 9/1/2013 tarihli işlemiyle eylemlerinin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler kapsamında olduğu gerekçesiyle başvurucunun devlet memurluğundan çıkarılmasına karar verilmiştir. Kararda suç tarihi olarak 2004 ila 2011 yılları gösterilmiştir. Başvurucu, devlet memurluğundan çıkarılma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, özeli olan mesajlarını incelemek suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal ettiğini, söz konusu fiillerden kimsenin haberi ve bilgisi olmadığını, işyerinde hiçbir disiplin zaafiyetine sebep olmadığını, kendisine ait mesajların incelenmesi suretiyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Davalı idare tarafından savunma ekinde 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesine gönderilen söz konusu yargılama dosyası içeriğine göre başvurucu vekilinin dava dosyasına sunulan bilgi ve belgeleri inceleme yönünde herhangi bir talebi olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte, başvurucu vekilince sunulan 13/3/2013 tarihli dava dilekçesinin "Açıklamalar" başlığı altındaki ilk paragrafında, davalı idarece soruşturma dosyasını inceleme taleplerinin kabul edildiğini, işleme esas alınan 21/12/2010 tarihli E-Posta Denetim Birimi İnceleme Sonuç Raporu ve ekindeki mesaj çıktılarını incelediklerini beyan ettiği görülmektedir. Ayrıca başvurucu vekili 24/6/2013 tarihli cevaba cevap dilekçesinde, başvurucu hakkındaki işleme esas alınan mesajlar hakkındaki görüş ve beyanlarını sunmuştur. Yargılama sırasında AYİM Başsavcılığı görüşlerini sunmuştur. Başsavcılık, işlemin iptalinekarar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başsavcılığa göre eylem tarihleri bakımından iki yıllık ceza zamanaşımı süresi dolmuştur. Ayrıca Başsavcılık görüşünde, istihbarat çalışması çerçevesinde ifade alma işleminin hukuka uygun kabul edilemeyeceği belirtilmiş, bu suretle elde edilmiş ifade beyanlarına dayalı memurluktan çıkarma kararının da sebep unsuru bakımından hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. AYİM, oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM'e göre başvurucunun yazışmalarından ilişkilerinin devam ettiği anlaşılmaktadır ve dolayısıyla iki yıllık ceza zamanaşımı süresi bitmemiştir. AYİM, başvurucunun gönderdiği mesajlar ve istihbarat timine verdiği yazılı ifadede söz konusu olayları kabul ettiği tespitinde bulunmuştur. AYİM'e göre söz konusu eylemler memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelikte yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler kapsamındadır. AYİM'e göre söz konusu e-postalar başvurucunun özeli olan bir alandan değil hizmete yönelik kullanılan ve denetime açık olan intranet üzerinden elde edilmiştir ve e-posta içeriklerinden anlaşılan ilişkileri, başvurucu ve diğer personelin ifadeleriyle teyid edilmiştir. AYİM'e göre söz konusu eylemler Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) disiplin anlayışıyla bağdaşmamakta ve TSK'nın itibarını zedelemektedir. AYİM kararında ayrıca başvurucunun geçmiş hizmetinin başarılı olduğu, ödül ve takdir belgeleri bulunduğu ve hiç disiplin cezası bulunmadığı anlaşılmakta ise de davacının eylemlerinin vasıf ve yoğunluğu dikkate alınarak bir alt disiplin cezası verilmemesinin hukuka uygun bulunduğunu belirtmiştir. İki hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üyelere göre, davacının ve diğer şahısların savunma hakkı ihlal edilerek alınan ifadeleri delil olarak kabul edilemez. Ayrıca başvurucunun geçmiş hizmetleri başarılıdır, takdir ve teşekkür belgeleri bulunmaktadır ve herhangi bir displin cezası bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra isnat edilen eylemlerin başvurucu ve anılan şahıslar dışında başka kimseler tarafından bilinmediği dikkate alındığında, başvurucunun TSK'da hizmet etmesine engel teşkil edecek derecede vehamet arz etmemektedir. Dolayısıyla en ağır disiplin cezası olan devlet memurluğundan çıkarılması cezası ölçülülük ilkesine uygun değildir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Anılan karar 26/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 17/12/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk Anayasa'nın "... disiplin kovuşturulmasında güvence" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ... mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez. " 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: ... E - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: ... g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak.” 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir.”657 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Yüksek disiplin kurulları kendilerine intikal eden dosyaların incelenmesinde, gerekli gördükleri takdirde, ilgilinin özlük dosyasını ve her nevi evrakı incelemeye, ilgili kurumlardan bilgi almaya, yeminli tanık ve bilirkişi dinlemeye veya niyabeten dinletmeye, mahallen keşif yapmaya veya yaptırmaya yetkilidirler.Hakkında memurluktan çıkarma cezası istenen memur, (…) soruşturma evrakını incelemeye, tanık dinletmeye, disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak kendisi veya vekili vasıtasıyla savunma yapma hakkına sahiptir.” 1602 sayılı Kanun'un “Dosya dışında inceleme” başlıklı maddesinin dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları şöyledir:“(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.(Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Kamu makamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve öngörülen amaçla orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B.No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000,§§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30). Başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları halinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce Bayan Smith'e, bazı soruların utanmasına sebep olabileceği, eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiç bir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecinideğerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca, eş cinselliğin Silahlı Kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır; bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda Hükûmetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19968 | Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek devlet memurluğundan çıkarılma işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası sonunda hükmedilen bedele kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ve diğer bir kısım davacı tarafından 9/3/2004 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında 16/12/2010 tarihli karar ile tüm davacılar lehine 845 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak başvuruculara ve diğer davacılara ödenmesine hükmedilmiş; İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/9/2011 tarihli ilamı ile onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 16/1/2012 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucu 19/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile İlk Derece Mahkemesince lehlerine hükmedilen tazminat için kendisine kısmi ödemeler yapıldığını ancak alacağını tamamen tahsil edemediğini bildirmiştir. İlgili idare 26/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile ilgili tazminata ilişkin kısmi ödemeler yapıldığını ancak halen borcun tamamının ödenemediğini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7059 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi ve taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası sonunda hükmedilen bedele kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, avukat görüşlerinde bir görevlinin hazır bulundurulmasına, hükümlünün avukata verdiği veya avukatın hükümlüye verdiği belgenin incelenmesine ve görüşmenin kaydedilmesine yönelik karar nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, terör örgütlerine silah sağlama suçundan hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunmaktadır. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), başvurucunun da aralarında bulunduğu on dört mahkûmun avukatlarıyla olan görüşmelerinin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilmesi, bu kişilerin avukatlarına veya avukatlarının bu kişilere verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalara ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilmesi veya görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılabilmesi hususunda karar alınması amacıyla infaz hâkimliğinden talepte bulunmuştur. Başsavcılığın anılan talep yazısında ülke genelindeki ceza infaz kurumlarında PKK/KCK terör örgütü mensupları tarafından yürütülen açlık grevlerinden ve talimat üzerine gerçekleştirilen intihar eylemlerinden bahsedilmiştir. Ayrıca bu eylemler vasıtasıyla terör örgütünün propagandasının yapıldığı, ceza infaz kurumlarının ve devletin ulusal ve uluslararası kamuoyunda zor durumda bırakıldığı belirtilmiştir. Eskişehir İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 29/3/2019 tarihli kararıyla Başsavcılığın talebinin kabulüne, üç ay süre ile başvurucunun avukatına veya avukatının başvurucuya verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konularak incelenmesine, başvurucunun avukatı ile yapacağı görüşmeleri izlemek amacıyla görüşmede bir görevlinin hazır bulundurulmasına ve görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kayda alınmasına karar vermiştir. İnfaz Hakimliği kararının gerekçesinde; ülke genelindeki ceza infaz kurumlarında bulunan PKK/KCK terör örgütü mensuplarının başlattığı açlık grevleri ve intihar eylemlerinin ulaştıkları boyutun ciddiyetinden bahsedilerek söz konusu eylemlerin yayılmasının, bu yönde PKK/KCK terör örgütü mensuplarının yönlendirilmesinin ve talimat verilmesinin önlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca ceza infaz kurumu güvenliğinin temini ve hükümlülerin can güvenliğinin sağlanması, olası isyan ve benzeri olayların engellenmesi, suç örgütü üyelerinin birbirleri ile haberleşmesinin önlenmesi ve kamu düzeninin sağlanması hususları gözönüne alınarak Başsavcılığın talebinin yerinde ve makul olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun bu karara yönelik itirazı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 12/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Kararda İnfaz Hâkimliği kararının usule ve yasaya uygun olduğu ve itirazların yerinde görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 24/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Kanunla değiştirilen "Avukat ve noterle görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... (4) (Değişik: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz. (5) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.... (9) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir." Diğer ilgili hukuk için bkz. Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran (B. No: 2016/371, 13/1/2021, §§ 24-34) | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17436 | Başvuru, avukat görüşlerinde bir görevlinin hazır bulundurulmasına, hükümlünün avukata verdiği veya avukatın hükümlüye verdiği belgenin incelenmesine ve görüşmenin kaydedilmesine yönelik karar nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sağlık teknikeri görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/8/1992 doğumlu olan başvurucu 16/10/2016 tarihinde girdiği Kamu Personeli Seçme Sınavı'ndan (KPSS) 78,58 almış ve söz konusu puana göre 27/4/2018 tarihinde Muğla Ağız ve Diş Sağlığı Merkezine sağlık teknikeri olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 6/8/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak sonuçlandırabilecek herhangi bir durum olmadığını ifade etmiştir. Kamu görevine atanma konusunda herhangi bir sıkıntı bulunmamasına rağmen tamamen soyut, keyfî ve görevin gereklerine ters düşecek şekilde, haksız ve hukuka aykırı olarak atamasının gerçekleştirilmemesinden şikâyet etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/2/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Anılan mevzuat hükümlerine göre güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilebilmesi için hem kişinin tutum ve davranışları yönünden hem de içinde bulunulan ortama yönelik olarak bir değerlendirmenin yapılmış olması gerekmektedir. Kişinin aileden ve çevreden soyutlanabileceğini ve içinde yetiştiği aile ve çevreden etkilenip şekillenmediğini söylemek olası değildir. Hakkında güvenlik soruşturması yapılanın, Kurumun ve yürütülen hizmetin gereği bir değerlendirmeye tabi tutulacağı da kuşkusuzdur. Davalı idarenin kapsamına alınacak olan personel için daha titiz bir inceleme ve değerlendirmenin, idarenin takdir hakkının en uygun adaydan yana kullanılmasını sağlamanın gereği olduğunun kabulü gerekmektedir.Bu durumda; olayda, KPSS-2018/4 yerleştirme sonuçlarına göre Muğla Ağız ve Diş Sağlığı Merkezine sağlık teknikeri olarak ataması yapılan davacının, hakkındaki güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğundan bahisle atama işlemlerinin sonlandırıldığı, güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilmesinin ise, davacı hakkında ilişik kaydına rastlanıldığına ilişkin bilgi notuna dayandırıldığı göz önünde bulundurulduğunda yukarıda aktarımı yapılan mevzuat hükümlerine uygun tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucu karara karşı 18/6/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, güvenlik soruşturması olumsuz olarak kabul edilirken emniyet birimlerinden gelen bilginin değerlendirilmeksizin kabul edildiğini, idarenin takdir yetkisini kullanmadığını ifade etmiştir. Güvenlik soruşturmasına esas alınan evrakı incelediğini söyledikten sonra güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak kendisinin Sivas'ta bulunan terör örgütü yapılanmasına müzahir şahıslarca düzenlenen etkinliklere katıldığına dair ibare yer aldığını ancak kendisinin hayatı boyunca Sivas'ta bulunmadığını söylemiştir. Soyadı benzer olan kişi ile karışıklık yaşandığını, bu nedenle elde edilen bilginin yanlış olduğunun altını çizmiştir. Abisi hakkında yapılan tespit nedeniyle sorumlu tutulmasının cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Güvenlik soruşturmasında elde edilen bilgilerin doğruluğunun kanıtlanması gerektiği, bu yapılmadan kullanılmasının hukuka aykırı olduğunu dile getirmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 9/10/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 6/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38833 | Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sağlık teknikeri görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararı onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 23/9/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8807 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/11470 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/11470 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/11470 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3697 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan başvurucu, ikamet tezkeresinin temdit edilmeyeceği ve on beş gün içinde ülkeden çıkış yapması gerektiğine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada verilen, yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair kararın anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 4/2/2013 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 15/4/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ABD vatandaşı olup, 2006 yılından beri eşiyle birlikte Türkiye’de ikamet etmektedir. Başvurucunun eşi Botir Kadirov Özbekistan uyruklu olup, 1999 yılında ülkesini terk etmiş, kendisine Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından 1951 tarihli “Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi” kapsamında mülteci statüsü tanınmıştır. Bay KADİROV 2001 ila 2006 yıllarında ABD’de mülteci statüsünde ikamet etmiş, bu arada 2003 yılında başvurucu bayan CACERES ile evlenmiştir. Başvurucu ve eşi 2006 yılında Türkiye’ye gelmiş, o tarihten bu yana da İstanbul’da yaşamaktadırlar. Başvurucunun eşi hakkında 20/7/2006 tarihinde Türkiye’ye giriş yasağı konulmuş, 29/8/2012 tarihinde ise sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. 17/8/2012 tarihinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğince (BMMYK) Dışişleri Bakanlığına yazılan yazıda, Bay Kadirov’un Kumkapı geri gönderme merkezinde sınır dışı edilme riski altında olduğu, geri gönderilmesi halinde 1951 tarihli Mültecilerin statüsüne ilişkin Sözleşme’nin maddesinde belirtilen geri göndermeme ilkesinin ihlal edileceği görüşünde oldukları belirtilmiştir. Başvurucunun yasal ikamet süresinin uzatılması amacıyla 13/8/2012 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şube Müdürlüğüne yapmış olduğu başvuru, İçişleri Bakanlığının 9/8/2012 tarih ve 154934 sayılı yazısı gerekçe gösterilerek reddedilmiş ve ikamet tezkeresi süresinin uzatılmayacağı ve 15 gün içinde Türkiye’den çıkış yapması gerektiği, 15 gün içinde ülkeden çıkış yapmaması halinde sınır dışı edileceği hususu tarafına bildirilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen bu işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle 23/8/2012 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Anılan Mahkemece 24/9/2012 gün ve E.2012/1280 sayılı kararla yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiş, bu karara karşı yapılan itiraz ise Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 5/12/2012 gün ve Y.D İtiraz No. 2012/5432 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu hakkında tesis edilen işlem dosyada bulunmadığından, 15/2/2013 tarihli ara kararı ile başvurucu hakkında tesis edilen işlem ve işleme dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler Emniyet Genel Müdürlüğünden istenilmiştir. Ara karar cevabına ekli bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden başvurucunun eşinin uluslararası bir terör örgütü ile bağlantısı olduğu ve bu örgüt mensuplarına destek sağladığından bahisle aynı zamanda hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunan şahsın gözaltına alınarak sınır dışı edilmesinde fayda olduğu, başvurucu hakkında da Türkiye’de kalması halinde eşinin farklı yollardan yurda giriş yapma arayışı içerisine gireceğinin değerlendirilmesi nedeniyle yurda giriş yasağı alınmasında fayda mütalaa edildiği yönündeki istihbarî bilgiye dayanılarak, 4/9/2012 tarihinde başvurucunun 15/7/1950 tarih ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu’nun maddesine göre “yurda girmesi yasaklanan yabancılar” kapsamına dâhil edilmesi ve 15/7/1950 tarih ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’un maddesine göre sınır dışı edilmesi kararı alındığı anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 5683 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“İçişleri Bakanlığınca memlekette kalması umumi güvenliğe, siyasi ve idari icaplara aykırı sayılan yabancılar verilecek muayyen müddet zarfında Türkiye'den çıkmağa davet olunur. Bu müddetin sonunda Türkiye'yi terketmiyenler sınır dışı edilebilirler.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1243 | Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan başvurucu, ikamet tezkeresinin temdit edilmeyeceği ve on beş gün içinde ülkeden çıkış yapması gerektiğine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada verilen, yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair kararın anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; askerî öğrencilikten çıkarılma işlemi üzerine açılan tazminat davasında hukuka ve yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları dolayısıyla hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular, ekli tablonun F sütununda gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Ekli listede sıralanan başvurulara ait dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından yapılan 2014/12204, 2014/12205, 2014/13413, 2014/13416, 2014/13702, 2014/16353, 2014/16356, 2014/17075, 2014/17492, 2014/17494, 2014/17495, 2014/17497, 2014/17498 ve 2014/19957 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/12203 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 2008 yılında askerî lisede öğrenime başlamışlardır. Harp okuluna geçiş için 2013 yılında lise son sınıftayken çeşitli sağlık muayenelerine tabi tutulmuşlardır. Başvurucular askerî liseye başlarken yürürlükte olan 24/11/1986 tarihli ve 19291 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nde, başvurucular lise son sınıftayken 5/2/2013 tarihli ve 28550 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan yönetmelikle değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişiklikle ultrasonografi, ekokardiyografi gibi tetkikler askerî öğrenci adayları ve askerî öğrencilere yapılması zorunlu tetkikler arasına alınmıştır. Sağlık muayeneleri sonucunda düzenlenen sağlık kurulu raporlarıyla "mitral kapak yetmezliği (hafif derece), sağ ön kol hareket kısıtlılığı, kronik nitelik kazanmış uyum bozukluğu" gibi teşhislerle başvurucular hakkında "Askeri öğrenci olamaz." kararları verilmiştir. Başvurucular; askerî liseye girerken her türlü sağlık kontrollerinden geçtiklerini ve öğrencilik süresince de yapılan muayenelerde herhangi bir rahatsızlıklarının ortaya çıkmadığını, beş yıl askerî lisede eğitim aldıktan sonra harp okuluna geçişte sağlık nedeniyle askerî okulla ilişiklerinin kesilmesi dolayısıyla üniversite sınavlarına da giremeyip bir sene kaybettiklerini, bu durumun idarenin sorumluluğunda olduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmışlardır. AYİM Başsavcılığı; başvurucuların askerî lise öğrenimine subay olmak üzere tabi tutulduklarını, bu maksatla gördükleri öğrenimin devamı mahiyetinde olan harp okuluna başlayacakları sırada sağlık yönünden askerî öğrenciliğe elverişli olmadıklarının tespitiyle birlikte subaylık statüsünü kazanma imkânlarının ortadan kalktığını belirterek anılan işlem nedeniyle zarara uğradıklarının kabulü gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca idarenin hizmet kusuru olup olmadığının belirlenebilmesi için başvurucuların öğrenciliklerinin devam ettiği süreçte yapılan sağlık muayenelerinde bu tür rahatsızlıkların tespit edilip edilmeyeceğinin, ihmal ya da kusurun olup olmadığının bilirkişi marifetiyle açıklığa kavuşturulması gerektiğini belirtmiştir. Tıbbi tetkik, muayene ve kontrollerde bir hata, ihmal ya da gecikme olmadığının tespitine bağlı olarak hizmet kusuru bulunmadığı kabul edilse bile idarenin sorumluluğu belirlenirken başvurucuların rahatsızlıklarının mahiyetinin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Rahatsızlıklarının mahiyeti ve çevresel koşullarla olan bağlantısı gözetildiğinde başvurucuların askerî öğrenciliğe elverişsiz hâle gelmelerine bir süre için tabi oldukları askerî öğrencilik koşullarının da etkilediğinin kabulü gerektiği, bu nedenle olayda idare hizmet kusuru içinde bulunmasa dahi başvurucuların zararlarının kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca karşılanması gerektiği, açıklanan gerekçelerle -yaptırılacak bilirkişi incelemesi sonucu da dikkate alınarak- başvuruculara uğramış oldukları zararlar dolayısıyla tespit edilecek bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. AYİM İkinci Dairesi, ekli tablonun C sütununda gösterilen tarihlerde oyçokluğuyla davaların reddine karar vermiştir. Karar gerekçelerinde; başvurucuların gerekli şartları bilerek askerî öğrenci statüsüne girdikleri, statüye giriş ve statünün devamı için gerekli şartların bulunmaması veya bu şartların kaybedilmesi hâlinde statülerine son verileceğinin ilgili Yönetmelik'te ve askerî öğrenciliğe kabul sırasında noterlikçe tanzim edilen yüklenme senedinde düzenlendiği ifade edilmiştir. Lise eğitimi olması nedeniyle başvurucuların reşit olup olmama durumlarına göre kendilerinin ve velilerinin talebi üzerine askerî öğrencilikten istedikleri an çıkabilecekleri vurgulanmıştır. Askerî lisede ağırlıklı yabancı dil eğitimi verilmesi ve lise eğitimi süresince öğrencilerin tüm ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması, TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nde yapılan değişikliğin başvurucuların harp okuluna girişinden önce -askerî lisedeyken- yürürlüğe girmesi, başvurucuların rahatsızlığına ilişkin olarak değiştirilen Yönetmelik'le farklı bir düzenleme getirilmemesi ve başvurucuların lise mezuniyet durumuna herhangi bir değişiklik ve engel teşkil etmemesi, bu süreçte başvurucuların üniversite sınavına girmesinin engellendiğine ilişkin iddianın somut dayanağının bulunmaması dikkate alındığında idarenin kusurlu ve kusursuz sorumluluğunu gerektirecek bir işlem ve tazmin edilmeyi gerektirecek bir zarar bulunmadığı sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Karşıoylarda ise sağ ön kol hareket kısıtlılığı, kronik nitelik kazanmış uyum bozukluğu gibi teşhislere ilişkin olarak ortopedik ve psikiyatrik rahatsızlıklara yönelik hükümlerde TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nde değişiklik yapılmadığı belirtilerek tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılıp başvurucuların rahatsızlıklarının askerî öğrenciliğe kabul muayeneleri sırasında mevcut olup olmadığı, bu rahatsızlığın o tarihte tespit edilip edilemeyeceği, bu konuda idarenin bir kusuru bulunup bulunmadığının tespitinden sonra hasıl olacak duruma göre karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Mitral kapak yetmezliği teşhislerine ilişkin olarak da AYİM önüne gelen benzer davalarda görüşüne başvurulan Gazi Üniversitesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyelerince hazırlanan bilirkişi raporlarındaki tespit ve değerlendirmelerden başvurucuların rahatsızlığının öğrenciliğe kabul esnasında yapılacak bir tetkik (ekokardiyografi) ile ortaya çıkartılabileceğinin anlaşıldığı, bu hususun idarenin mevcut savunma ve ek savunmalarında da belirtildiği vurgulanmıştır. Askerî öğrencilerin eğitim esnasında ağır spor faaliyetlerine tabi tutulduğu, başvurucuların bu spor faaliyetleri sonucu yaşamının dahi tehlikeye girebileceği dikkate alındığında idarenin öğrenciliğe kabul esnasında gerekli tetkikleri yapmamış olmasının bir hizmet kusuruna vücut verdiği belirtilmiştir. Anılan durum sonucu başvurucuların ilişiklerinin kesildikten sonra üniversite sınavlarına girememiş olmaları nedeniyle bir yıl emsallerine göre hayata geç atılmalarından kaynaklanan kayıpları olduğu, belirtilen sürede asgari ücretli olarak çalışacakları kabul edilerek uğradıkları maddi ve manevi zararın hizmet kusuru ilkesi gereğince idarenin karşılaması gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi ekli tablonun E sütununda gösterilen tarihlerde AYİM İkinci Dairesince reddedilmiştir. Başvurucular, ekli tablonun F sütununda gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucuların bir kısmı bireysel başvuruda bulunduktan sonra Anayasa Mahkemesine verdikleri dilekçelerinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) mensuplarının askerî okullardaki öğrencilerden kendilerine yakın olmayanları kasıtlı olarak okuldan atmaya çalıştıklarını, kendilerinin de bu sebeple okuldan atıldıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca başvuruya konu kararda imzası bulunan beş üyeden dördü hakkında FETÖ/PDY örgütü ile bağlantıları olduğu gerekçesiyle soruşturma açıldığını, üç üyenin adli kontrolle serbest bırakılırken bir üyenin tutuklandığını, kararın oyçokluğu ile verildiği dikkate alındığında başvuru konusu kararın adilliği hususunun şaibeli hâle geldiğini ve karara anılan yapılanmanın gölgesinin düştüğünü ileri sürmüşlerdir. TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Askeri öğrenci adaylarının sağlık kurulu muayeneleri Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığının belirleyeceği tam teşekküllü Askeri Hastanelerde yapılır. Türk Silahlı Kuvvetleri Askeri Okullarına alınacak öğrenci adayları tam sağlam olmalı ve diskromatopsi bulunmamalıdır, öğrenci adaylarında ayrıca aşağıdaki niteliklerin bulunması gereklidir. (...)Aşağıda yazılı laboratuvar muayeneleri her askeri öğrenci adayına kesinlikle yapılır.1) Mikrofilm, direkiüriner sistem grafisi,2) Serolojik sitiliz testleri.3) Kan sayımı ve sedimantasyon,4) Tam idrar muayenesi,5) Lüzum görülen diğer laboratuvar muayeneleri." Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"Askeri öğrencilerin okul yönergelerine göre belirli zamanlarda okul tabibi tarafından gereken muayeneleri yapılır. Boyları ölçülür, kiloları tartılır ve sağlık fişlerine işlenir. Gerekli görülenler sağlık kurullarına gönderilirler. Bu işlemlerin yapılması okul komutanı ile okul tabibinin başlıca görevlerindendir." Yönetmelik'in maddesinin 5/2/2013 tarihli ve 28550 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile değişen son hâlinin ilgili kısımları şöyledir: "(...)Her askerî öğrenci ve uzman erbaş ile sözleşmeli erbaş ve er adayına, aşağıdaki laboratuvar muayeneleri yapılır. 1) Postero anterior akciğer grafisi, direkt üriner sistem grafisi, 2) HBsAg, Anti-HCV, 3) Kan sayımı ve sedimantasyon, 4) Tam idrar muayenesi, 5) Kanda üre ve kreatinin, SGOT ve SGPT, bilirubinler, 6) Açlık kan şekeri, 7) Ultrasonografi, 8) Ekokardiografi, 9) Lüzum görülen diğer laboratuvar muayeneleri ve tetkikleri.(...)" Yönetmelik'in maddesinin 5/2/2013 tarihli Yönetmelik'le değişen son hâlinin ilgili kısımları şöyledir:"(...)Tedavisi mümkün olmayan hastalık veya bedeni arızaları nedeni ile beden eğitimi ile askeri eğitim derslerine devamlı şekilde katılamayacakları onaylı sağlık kurulu raporu ile saptanan öğrenciler, sağlık izin süresinin doldurulması beklenilmeksizin haklarında 'Askeri Öğrenciliğe Devam Edemez' kararı verilir.(...) " | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12203 | Başvuru, askerî öğrencilikten çıkarılma işlemi üzerine açılan tazminat davasında hukuka ve yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları dolayısıyla hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Polis Akademesi Başkanlığında görev yaparken Kırıkkale Polis Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğüne öğretim görevlisi olarak atanmasına ilişkin işlemin iptali talebiyle 26/8/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı Danıştay Beşinci Dairesi tarafından onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 11/9/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36190 | Başvuru, atama işleminin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 6/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1993 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Kızıltepe'de ikamet etmektedir. Olayların meydana geldiği 2011 yılında Türkiye'de genel seçim yapılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunun 3/3/2011 tarihli oturumunda Milletvekili Genel Seçimi'nin 12/6/2011 Pazar günü yapılmasına ilişkin önerge oybirliğiyle kabul edilmiştir. 12 Haziran seçimlerinde bazı partiler seçimlere Bağımsız Adaylar Bloğu olarak katılmayı tercih etmiştir. Milletvekili listelerinin Yüksek Seçim Kuruluna (YSK) tesliminin ardından 18/4/2011 tarihinde YSK Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğundan yedi bağımsız milletvekili adayının adaylıklarını, milletvekili seçilme yeterliliğini etkileyecek eski mahkûmiyetleri bulunduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. YSK'nın iptal kararı sonrasında kararı protesto etmek amacıyla Mardin'in Kızıltepe ilçesinde bir gösteri yapılmıştır. Söz konusu gösteri sırasında bazı şiddet olayları yaşanmıştır. Başvurucunun düzenlenen gösteriye örgüt talimatına istinaden katılarak güvenlik güçlerine taşlar ve molotofkokteyli ile saldırdığı iddiasıyla Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu, terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediği gerekçesiyle 30/5/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında kamu davası açılması için Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) hitaben fezleke düzenlemiştir. Başsavcılık; terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, görevi yaptırmamak için direnme, terör örgütünün propagandasını yapma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarını işlediği gerekçesiyle 3/8/2011 tarihinde başvurucu hakkında bir iddianame düzenlemiştir. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) (Ceza Mahkemesi) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2011/565 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Ceza Mahkemesi duruşmaya hazırlık işlemleri kapsamında, tutuklu olarak Mardin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan başvurucunun duruşma gün ve saatinde duruşma salonunda hazır edilmesi için yazı yazmıştır. Başvurucu, yargılamanın 27/10/2011 tarihli ilk celsesine katılmıştır. Söz konusu celsede başvurucunun savunması alınmak istenmiş ancak Kürtçe savunma yapma talebinde bulunması üzerine talebi kabul edilmemiştir. Başvurucu, Türkçe herhangi bir savunmada bulunmamıştır. Aynı duruşmada dosya içinde bulunan deliller başvurucu ve diğer sanıklara okunmuş ancak başvurucu ve arkadaşlarının Türkçe konuşmamaları üzerine bu hususta da beyanları alınamamıştır. Başvurucu 23/11/2011, 16/2/2012, 12/4/2012, 24/5/2012 ve 21/6/2012 tarihli celselere bizzat katılmış; 16/2/2012 tarihli celsede herhangi bir beyanda bulunmazken diğer celselerde Türkçe açıklama yapmamıştır. Söz konusu celselerde usule ilişkin bazı işlemler yapılmıştır. Başvurucu, Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 16/7/2012 tarihli yazısına istinaden Mardin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan İzmir 4 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu)17/7/2012 tarihinde nakledilmiştir. Ulusal Yargı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığı ile erişilen bilgi ve belgelerden başvurucunun nakil sebebinin kurum kapasitesi nedeniyle olduğu anlaşılmıştır. Ceza Mahkemesince başvurucunun nakledildiğinin tespit edilmesi üzerine 13/9/2012 tarihinde yapılacak celsede hazır bulundurulması Ceza İnfaz Kurumundan istenmiştir. Ceza İnfaz Kurumu 12/9/2012 tarihinde Ceza Mahkemesine hitaben yazdığı yazıda Genel Müdürlüğün duruşmaların Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden yapılmasının uygun olacağına dair yazısını bildirmiştir. Başvurucu nakil sonrası yapılan 13/9/2012 tarihli celseye katılmamıştır. Söz konusu celse sonrasında Ceza Mahkemesi, başvurucu ve bazı sanıkların duruşma günü hazır edilmelerini bir kez daha Ceza İnfaz Kurumundan istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu bir önceki yazı ile aynı içerikteki bir yazıyı Ceza Mahkemesine tekrar göndermiştir. Başvurucu ve diğer sanıklar 8/11/2012 celseye de SEGBİS üzerinden katılımın uygun olacağına dair yazı gerekçesiyle katılmamıştır. Bu kez Ceza Mahkemesi, başvurucu ve diğer sanıkların gelecek duruşmaya SEGBİS üzerinden katılmalarının sağlanması için Ceza İnfaz Kurumuna hitaben yazı yazmıştır. 29/1/2013 tarihli duruşmaya başvurucu, SEGBİS üzerinden katılmış ancak Türkçe herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Aynı duruşmada başvurucu ve bazı sanıklar hakkında mütalaa hazırlanması için dosya Başsavcılığa tevdi edilmiştir. Başsavcılık 18/3/2013 tarihinde mütalaasını Ceza Mahkemesine sunmuştur. Mütalaanın sunulması sonrasında 19/3/2013 tarihinde Ceza Mahkemesi bir duruşma icra etmiştir. Başvurucu söz konusu celseye SEGBİS üzerinden katılmıştır. Ceza Mahkemesi söz konusu celsede ilk kez tercüman bilirkişisi tayin etmiş ve aralarında başvurucunun da olduğu bazı sanıkların beyanlarını ve esas hakkındaki mütalaaya karşı açıklamalarını Kürtçe olarak dinlemiştir. Başvurucu ve müdafii SEGBİS'e yönelik herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Başvurucu vekili sadece SEGBİS üzerinden duruşmaya katılan başvurucu ve bazı sanıkların avukatlarıyla ve aileleriyle görüşemediklerini, bu nedenle tahliyelerinin gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, yargılamanın 9/5/2013 tarihli celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu; SEGBİS sisteminin sağlıklı bir yöntem olmadığını, avukatıyla görüşemediğini, yargılandığı mahkemenin bulunduğu yerdeki bir ceza infaz kurumuna naklini istediğini belirtmiştir. Başvurucu ve diğer bazı sanıkların talebi SEGBİS sisteminin yasal olduğu ve sanıklara yeterli imkânlar sunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. 4/7/2013 ve 8/10/2013 tarihlerinde yapılan celselere SEGBİS üzerinden katılan başvurucu, Türkçe herhangi bir beyanda bulunmamıştır. 26/11/2013 tarihli karar celsesine de başvurucu SEGBİS üzerinden katılmıştır. Karar celsesi öncesinde başvurucu ve bazı sanıklar duruşmaya SEGBİS üzerinden katılmak istemediklerini bildirmiştir. Duruşma sırasında başvurucunun müdafii de aynı talepte bulunmuştur. Ceza Mahkemesi kurmuş olduğu ara kararıyla SEGBİS'in yasal düzenlemelere uygun olduğunu, sesli ve görüntülü iletişim yolu ile yüz yüzelik ilkesinin sağlandığını kabul etmiş; başvurucu ile müdafiinin taleplerini reddetmiştir. Söz konusu celsede başvurucu ve arkadaşlarının Kürtçe olarak esas hakkındaki beyanlarını vereceklerini belirtmeleri üzerine Ceza Mahkemesi bir kez daha tercüman bilirkişi atayarak başvurucunun beyanlarını tespit etmiştir. Başvurucu beyanında öncelikle SEGBİS'in yüz yüzelik ilkesini sağlamadığına dair bazı açıklamalar yapmış daha sonra ise yargılamanın esasına yönelik beyanlarda bulunmuştur. Ceza Mahkemesi, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması suçundan 4 yıl 2 ay hapis ve 820 TL adli para cezası, görevi yaptırmamak için direnme suçundan 22 ay 15 gün hapis cezası, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan ise kovuşturmanın ertelenmesine 26/11/2013 tarihinde karar vermiştir. Aynı kararla başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Başvurucu -diğerlerinin yanı sıra- hakkında yürütülen yargılamanın usullere aykırı ilerlediğini, SEGBİS adı verilen ve yüz yüzelik ilkesine aykırı olan bir usulle duruşmalara katıldığını, duruşmaya bizzat katılma taleplerinin hukuka aykırı bir şekilde reddedildiğini belirterek temyiz talebinde bulunmuştur. Bundan başka başvurucu; temyiz dilekçesinde SEGBİS üzerinden bazı duruşmalara katıldığını ancak bu süreçte bazı ses ve görüntü aksaklıklarının yaşandığını, son duruşmaya da SEGBİS üzerinden katıldığını belirtmiştir. Başvurucu, temyiz kanun yoluna başvurması sonrasında Yargıtay bir karar vermeden 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucunun bireysel başvurusu sonrasında Yargıtay Ceza Dairesinin 13/4/2015 tarihli kararı ile hükümler onanmıştır. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2330 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarının bastırılması kapsamında alınan tedbirlerin uygulanması esnasında konutta meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1955 doğumlu olup Şırnak'ın Silopi ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu, Diyarbakır 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 23/1/1994 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm edilmiştir. Başvurucunun evinin bulunduğu Şırnak'ın Silopi ilçesinde 14/12/2015 ile 19/1/2016 tarihleri arasında güvenlik operasyonları yürütülmüştür. Başvurucu 2/3/2016 tarihinde Şırnak Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) başvurarak 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanmasını talep etmiştir. Zarar Tespit Komisyonu; başvurucunun Diyarbakır 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 23/1/1994 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm olduğu gerekçesiyle tazminat talebini 14/12/2016 tarihli kararıyla reddetmiştir. Kararda, başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediğini vurgulamıştır. Başvurucu, Zarar Tespit Komisyonu kararının iptali istemiyle 24/9/2017 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, 5233 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendinde mahkûm olunan fiillerin yol açtığı zararların Kanun'un kapsamı dışında bırakıldığını belirtmiş; 23/1/1994 tarihli mahkûmiyetinin zararlarının tazminine engel teşkil etmeyeceğini savunmuştur. Başvurucu, söz konusu mahkûmiyetinin cezasını çektiğini ve memnu haklarının iadesi koşullarının da oluştuğunu vurgulamıştır. İdare Mahkemesi 2/5/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 5233 sayılı Kanun'un maddesi ile maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendine atıfta bulunularak kanun koyucunun terör örgütüne yardım ve yataklık suçu işleyen kişiler ile terör suçundan mahkûm olan kişileri bu Kanun hükümlerinden faydalandırmamayı amaçladığı belirtilmiştir. Kararda 5233 sayılı Kanun'un amacı dikkate alındığında terör örgütüne yardım ve yataklık suçu işleyen kişiler ile terör suçundan mahkûm olan kişilerin kendilerinin terör örgütü mensubu olarak katılmadığı ya da suç faili olmadığı olaylar nedeniyle uğradığı zararlar için de bu Kanun hükümlerinden faydalandırılmaması gerektiği açıklanmıştır. Başvurucunun Diyarbakır 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 23/1/1994 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan mahkûm olduğunun hatırlatıldığı kararda zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmininin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi istinaf istemini 15/3/2019 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 21/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29799 | Başvuru, terör olaylarının bastırılması kapsamında alınan tedbirlerin uygulanması esnasında konutta meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir haber nedeniyle tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Yeni Akit gazetesinin (gazete) sahibi ve yayımcısıdır. Davacı G. ise tiyatro ve sinema sanatçısıdır. Ulusal bir televizyon kanalında her hafta H.A. isimli bir program yayınlanmaktadır. Sunucu U.nin moderatörlüğünde gerçekleşen ve canlı yayınlanan programa genellikle birden fazla kişi konuk olarak katılmakta ve ülke gündeminde yer alan konular tartışılmaktadır. 17/10/2015 tarihinde yayımlanan programda, programın konuklarından olan davacı G. ile Y.N.Ö. ve Ü. gündemdeki konulara değinmelerinin yanında hükûmete muhalif duruşları nedeniyle çeşitli haksızlıklara maruz kaldıklarından yakınmışlardır. Konuklardan Y.N.Ö. argo birtakım sözlerle bu konudaki görüşlerini ifade etmiştir. Bu kapsamda davacı da kendisi söylemediği hâlde ezan sesinden rahatsız olduğu iddialarının ortaya atıldığını belirtmiştir. Sonrasında programda geçen diyaloglar şu şekildedir:" [ G.]: ...Yahu biz oyun oynarken açık havada ezan okunursa, oyun durur. Üstelik de ben ezanı çok severim...[U.]: ...Biz nerede oturduk biliyor musun? Caminin avlusunda... Yani ezan sesinden rahatsız olanlar falan diye sana çamur atmışlar ya cami avlusunda yaşadık biz. Bu kadarını söyleyeyim. [G.]: Sanki biz bunların hesabını vermek zorundaymışız gibi! [U.]: Hakikaten ya. [ G]: Ulan siz kimsiniz de bizi sorguluyorsunuz?! Dallamalar, kimsiniz ulan? Siz kaç paralık adamsınız da bizi sorguluyorsunuz? Diyor ki, o mesela şunu da mesela [masanın üzerindeki karton bardağı göstererek] 'O bardaklar niye şeffaf değil? Çünkü içki içiyorlar'. Şimdi burada işte çay içiyor ya da efendim bilmem ne... Diyelim ki içki içiyor, sana ne lan pezevenk?! [Y.N.Ö.]: İşte böyle. Böyle söyleyeceksin... [ G]: Yalnız bir şey söyleyeceğim. [U.]: İster misin biz de size benzeyelim bu akşam? [G.]: Hayır bakın bu küfür değil. Azericede pezevenk ' yol gösterendir'. [Y.N.Ö.]: İşte bitti. [G.]: Kesin, kesin. Açın sözlüğü bakın..." Gazetenin 18/10/2015 tarihli nüshasında " 'Pezevenk' ve 'Küfürbaz' Y.ye tepki yağıyor" başlığı ile yayımlanan haberin ilgili kısımları şöyledir: "H. Tv’de 'Sol kırması' [U.nin] sunduğu H.A adlı program rezilliklerine bir yenisini daha ekledi. Programın bu haftaki bölümüne katılan 'Pezevenk' [G.] ve 'Küfürbaz' [Y.N.Ö], canlı yayında küfürler yağdırırken, vatandaşlar bu edepsizliğe büyük tepki gösterdi....Programa bu hafta konuk olarak katılan [G.], bir anda kendini rakı masasında sanarak canlı yayında küfürler yağdırmaya başladı. [U.D], küfürler karşısında pişkince sırıtarak [G.ye] destek olurken, diğer konuk [Y.N.Ö], [G.nin] küfürlerini alkışladı. Programa seyirci diye katılan 'kuru kalabalık' ise bu terbiyesiz ifadeler karşısında 'şakşakçılık' yapmakla yetindi.'Pezevenk' [G.den] sonra programın ilerleyen dakikalarında söz alan 'Küfürbaz' [Y.N.Ö], [G.den] aldığı güçle yüzlerce seyircinin önünde belaltı küfürler ve ağza alınmayacak ifadeler ile edepsizlikte tavana vurdu.Canlı yayında eşine az rastlanır 'ahlaksız ve edepsiz' ifadelere sosyal medyada büyük tepki yağdı. Toplumun duyarlı bireyleri RTÜK’ün bir an önce harekete geçerek H. TV’ye gerekli cezanın kesilmesi gerektiğini ve söz konusu programın da derhal yayından kaldırılmasını beklediklerini açıkladı." Davacı, haber nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini belirterek başvurucu aleyhine 3 kuruşluk manevi tazminat ve hüküm fıkrasının haber yapan gazete ile birlikte beş büyük gazetede yayımlanması talebiyle dava açmıştır. Yargılamayı yapan Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi 28/6/2016 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar vererek başvurucu aleyhine 3 kuruşluk manevi tazminata hükmetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"davalı şirkete ait yeni akit gazetesinin 2015 tarihli yayınında 'Pezevenk ve küfürbaz Y.ye tepki yağıyor' başlığı ile 'Sol kırması [U.nin] sunduğu 'H.A' adlı program rezilliklerine bir yenisini ekledi. Programın bu haftaki bölümüne katılan 'Pezevenk [G] ve Küfürbaz [Y.N.Ö] canlı yayında küfürler yağdırırken, vatandaşlar bu edepsizliğe tepki gösterdi' şeklinde ifadelere yer verildiği,... dava konusu haberde, kamunun bilgilendirilmesi amacı dışına çıkılarak,davacıya yönelik küçük düşürücü ve hakaret içeren ifadeler yer verildiği, söz konusu haberin meşru sayılabilecek bir haber olmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu, davacının bu haber nedeniyle elem ve üzüntü duyduğu anlaşılmış olmaklamanevi tazminat talebinin kabulüne, kararın yeni akit gazetesi internet sitesinde yayınlanmasına, hüküm fıkrasının beş büyük gazetede yayınlanması talebinin;haberin verildiği tarih üzerinden uzunca bir süre geçmesi,güncelliğini yitirmesi, mahkemece talep edilen tazminat miktarına hükmedilmekle davalının hukuka aykırı eyleminin sabit olduğu,haberin yayımlandığı internet gazetesinde hükmün yayınlanacak olmasının yeterli olduğu anlaşılmış olduğundan reddine karar verilmesi uygun görülmüştür". Temyiz üzerine karar, Yargıtayın 11/2/2016 tarihli onama ilamı ile kesinleşmiştir. Nihai karar 19/8/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre basının -görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak- kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal gözetleyici (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 102). AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. AİHM'in Eon/Fransa (B. No: 26118/10, 14/3/2013) kararına konu olayda, başvurucu, Fransa Cumhurbaşkanının korteji geçmek üzereyken, üzerinde “Casse toi pov’con” (Kaybol, seni beş para etmez dingil) yazılı bir pankart sallamıştır. Bu, Cumhurbaşkanı’nın kendisi tarafından dile getirilen ve bolca reklâmı yapılan bir ifadeyi ima etmektedir. Daha önce yaygın olarak yorumlanan ve medyada geniş şekilde alan, internette de çokça dolaşan ve gösterilerde slogan olarak kullanılan söz konusu ifadeden dolayı başvurucu derhâl durdurulmuş ve kendisine Cumhurbaşkanı’na hakaret etmekten dolayı 30 Avro para cezası verilmiş;ancak bu ceza ertelenmiştir. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası üzerine AİHM, bir ifadenin, özellikle hitap edilen kişinin statüsü, başvuranın kendi konumu, geçmişte kullanılan bir cümlenin tekrarlanma biçimi ve bağlamı dikkate alınarak, davanın bütünselliği içerisinde incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. AİHM; Cumhurbaşkanı tarafından dillendirilen bu ifadenin tekrar edilmesinin, ne Cumhurbaşkanı’nın yaşamını veya onurunu hedef aldığını ne de basit bir biçimde kendisi aleyhinde karşılıksız bir şahsî saldırı anlamına geldiğini belirtmiştir. AİHM'e göre, davacı tarafından kullanılan ve medyada geniş şekilde yer alan kaba bir ifadeyi kendi hesabına kullanan başvurucunun eleştirisi de nezaketsiz sayılabilecek bir hiciv yoluyla ifade etme olarak kabul edilmelidir. Bu bağlamda AİHM, hicvin, temelinde yatan gerçekliği abartılı ve bozulmuş bir şekilde sunan sanatsal bir ifade ve sosyal bir yorumlama şekli olduğunu ve doğal olarak tahrik etme ve kışkırtma amacı güttüğünü vurgulamıştır. Bu bağlamda AİHM, demokratik toplumlarda çok önemli bir rol oynayan toplumsal tartışmalara ilişkin hiciv yoluyla yapılan çıkışlar üzerinde caydırıcı bir etki doğurma ihtimali olduğu gerekçesiyle başvurucunun cezalandırılmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirmiştir (Eon/Fransa, § 57- 61). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4786 | Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir haber nedeniyle tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırılığı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddialarının 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da düzenlenen kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle kabul edilemez olduğuna 21/3/2019 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Sivas Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmıştır. Sivas Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmış ve 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir. Bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 22/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Savcılık tarafından 22/7/2016 tarihinde Sivas Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, Sivas Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Tokat Sulh Ceza Hâkimliği 10/8/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu 21/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/9/2017 tarihinde, başvurucu hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş olup düzenlediği iddianame ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianame Ankara Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 27/9/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/169 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 22/11/2017 tarihli duruşmada, adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucunun 28/12/2017 tarihli dilekçesiyle, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması ile ilgili olarak haklarının saklı olduğunu belirterek tazminat talebinde bulunmadığı, anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasının ve yapılan arama, elkoyma gibi işlemlerin hukuka aykırılığı iddiasıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tazminat talebinde bulunarak Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesinde açtığı davanın 20/3/2018 tarihinde reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Davacı Mehmet Ergin'ın 29/12/2017 tarihli dilekçesi ile Sivas Cumhuriyet Başsavcılığında yürütülen bir soruşturmada tutuklandığı soruşturma sonucunda TCK'nın 309/1 maddesi yönünden hakkında Ek Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar verilip, Terör Örgütüne Üye Olma suçundan TCK'nın 314/2 maddesi uyarınca Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/169 Esas sayılı dava dosyasının açıldığı ve yargılamanın halen derdest olduğu, her ne kadar davacı 5271 sayılı CMK'nın 141 maddesi uyarınca haksız tutuklama sebebiyle manevi tazminat davası açmış ise de, davacının tutuklanmasına karar verildiği, soruşturmanın kamu davasına dönüştüğü ve davacının sanık sıfatı ile yargılamasının halen devam ettiği, yargılamada verilmiş ve kesinleşmiş bir beraat hükmünün hali hazırda bulunmadığı, davacı hakkında her ne kadar Ek Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar verilmiş ise de tutuklama kararının suç vasfına yönelik değil eyleme yönelik bulunduğu, hakkında devam eden yargılama sonucunda terör örgütüne üyelik suçundan mahkumiyetine karar verilmesi halinde gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği sürelerin TCK'nın Maddesi uyarınca alabileceği olası mahkumiyet kararından mahsup edilebileceğinin şüphesiz olduğu, diğer taraftan davacının yargılama sonucunda beraat etmesi halinde beraat kararının kesinleştiğinin kendisine tebliğinden itibaren 3 ay, her halûkârda beraat kararının kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içerisinde bulunduğu yer Ağır Ceza Mahkemesine CMK'nın 141 uyarınca tazminat davası açabileceği, bu aşamada manevi tazminat isteminin süre ve beraat kararı verilmiş olması hususu yönünden gerekli yasal şartları taşımadığı, sadece suçun vasıflandırılmasına yönelik veya birden fazla suç yönünden soruşturma yürütülen kişi hakkında suçlardan bir için Ek Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar verilmesi tazminat hakkı doğurmayacağı kanaatine varılmakla henüz şartları gerçekleşmeyen manevi tazminat davasının reddine...[karar verilmiştir.]" Tazminat talebinin reddine dair karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. Mahkeme 28/3/2019 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar vermiş; karar, istinaf yoluna başvurulmadan 4/4/2019 tarihinde kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Fatma Maden, B. No: 2016/28719, 17/7/2018, §§ 21, 22; Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §§ 17, | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/65787 | Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırılığı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Soma maden kazasını protesto etmek için yapılan gösteriye polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Olarak Sırasıyla 1987 ve 1977 doğumlu olan başvurucu Sıla Uzunpınar ve Betül Öztürk Gülhan, Soma’da meydana gelen maden kazasını protesto etmek için 14/5/2014 tarihinde Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere Güvenpark’ta toplanan kalabalığa katılmıştır. Polisin yaptığı müdahalede biber gazına maruz kalan başvurucular yaralanmıştır. Olayla ilgili olarak Kızılay ve civarında yapılan gösterilerde yer alan 21 kişi hakkında soruşturma açılmıştır. Emniyet Müdürlüğü, başvurucular hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadığını belirtmiştir. Başvurucular vekilinin 5/9/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunması üzerine kolluk görevlileri hakkında 2014/119116 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Savcılık 23/1/2015 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne şu talimatları vermiştir: “14/05/2014 tarihinde Güvenpark civarında polis tarafından toplumsal bir olaya müdahale yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise uyarı yapılıp yapılmadığının tespiti ile buna ilişkin tutanakların onaylı suretinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,Olay tarihinde olay mahalline ilişkin kurumunuzda kamera kaydı var ise buna ilişkin örnek ile olay mahallini gösterir diğer kamu ve özel kuruluşlara ait kamera kayıtlarının temin edilerek CD ortamında Başsavcılığımıza gönderilmesi, Müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK hakkında 2911 sayılı Yasa’ya muhalefet etmekten soruşturma yapılmış ise, buna ilişkin evrakın onaylı örneğinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,Olay tarihinde olay mahallinde müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK'e yakın mesafeden kimyasal gaz sıkan polis memurlarının tespit edilerek Başsavcılığımıza bildirilmesi tespit edilemediği takdirde, belirtilen bölgede gaz kapsülü sıkan tüm polis memurlarının tespit edilerek açık kimliklerinin Başsavcılığımıza bildirilmesi rica olunur.” Olayla ilgili olarak 15/5/2014 günü saat 00’da birçok polis amir ve memuru tarafından tutanak tanzim edilmiştir. Başvuruculara özgü bir bilgi içermeyen tutanağın Güvenpark’taki göstericilere yapılan müdahaleye ilişkin "Güvenpark Havuzbaşı" başlıklı kısmı şöyledir: “Saat 35’de Güvenpark Havuz başında toplanarak sabahın erken saatlerinden itibaren eylemlerine devam eden, aralarında KESK, Eğitim-Sen, ÖDP, DGH, BDSP, TKP, HKP, SODAP, KALDIRAÇ, DEVRİMCİ LİSESİLER, TES-İŞ SENDİKASI, ANKARA TABİP ODASI, PARTİZAN, ALINTERİ, GENÇ UMUT, CHP ÇANKAYA ve çeşitli sivil toplum örgütleri ile uç grupların bulunduğu, en önde üzerinde 'İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET / ÖLÜM HEP BİZE Mİ BİZE Mİ DÜŞER BE USTA / İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET'” ibaresi yazılı pankart, arkasında da çeşitli pankartlar arkasında gruplar olacak şekilde kortej oluşturan, sayıları da tüm katılımlarla yaklaşık (2500) kişiye ulaşan topluluk, Atatürk Bulvarı Akay Kavşağı istikametine doğru yolu araç trafiğine de kapatmak suretiyle 'BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM / | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12937 | Başvuru, Soma maden kazasını protesto etmek için yapılan gösteriye polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits